sultan ııı. mustafa han ve lâleli baba

advertisement
Tarih
Resul KESENCELİ
S
ultan III. Mustafa 28 Ocak 1717 günü
İstanbul’da dünyaya geldi. Babası
Sultan III. Ahmet, annesi Mihrişah
Sultan’dır. Sultan Üçüncü Mustafa orta boylu, iri
gözlü, yassı burunlu ve siyah sakallı idi. Heybetli ve kuvvetli bir vücuda sahipti. Çok iyi bir tahsil
yaptı. Astroloji ile meşgul oldu. İslâm ve Osmanlı tarihlerini inceledi. Sultan Üçüncü Mustafa son
derece dindar, tutumlu, müşfik, çalışkan ve cömert bir insandı. İki dakika süren ve İstanbul’un
hemen hemen yarıdan fazlasını yıkan büyük depremde evlerini, yakınlarını kaybeden halka kendi
kesesinden yardım etti. Adaletle hükmeder, haksızlıklara asla göz yummazdı. Yalandan, riyadan
ve rüşvetten nefret ederdi. Asla gurura kapılmaz,
büyüklük taslamaz, yapamayacağı işleri vaat etmezdi.
Üçüncü Mustafa, yenileşmenin gerektiği fikrindeydi ve ıslahat yapmak istiyordu. Prusya Kralı İkinci Frederik’in ıslahat hareketlerini duymuş,
Ahmet Resmi Efendi’yi ona göndermişti. Prusya
Kralı İkinci Frederik, Ahmet Resmi Efendi aracılığı ile Sultan’a başarısının üç altın anahtarı dediği öğütlerini gönderdi.
SULTAN
III. MUSTAFA HAN
VE LÂLELİ BABA
22
Aralık 2013
- Bol bol tarih okuyun, eski tecrübelerden faydalanın.
- Güçlü bir orduya sahip olmaya çalışın ve barış zamanında askerlerinizi sürekli eğitime tabii
tutun.
- Hazineniz daima parayla dolu bulunsun,
ekonomiye önem verin.
Sultan Üçüncü Mustafa, bu öğütleri dinledikten sonra acı acı güldü. Sonra da “Biz de bunları yapmak niyetindeyiz, lakin yolu nedir?” diye
mırıldandı. Memleketine en büyük felaketin
Rusya’dan geleceğine düşünüyordu. Müdafaa
için geceli gündüzlü çalışarak her türlü hazırlığı
yaptı. Savaşlarda kullanılmak üzere hazineyi altınla doldurdu. Süveyş Kanalı’nı bile açtırmayı
düşünüyordu. Fakat iş başına getireceği yetenekli
devlet adamlarının olmaması onu üzüyordu. Sultan Üçüncü Mustafa orduda bir yenileşme gerek-
tiği fikriyle hareket ediyordu. Askerlere eğitim
kuralları getirdi. İtirazlara aldırmadan tüfeklere
süngü taktırdı. Yeni bir tophane kurdurup güçlü
toplar döktürdü. Bahriye, istihkâm ve topçu okulları açtı. Yaşlı başlı subaylara bile eğitim mecburiyeti getirdi. Ordudaki ıslahat konusunda Baron
de Tott adlı Macar uyruklu Fransız’dan çok yararlandı. Baron Tott, Osmanlı topçu sınıfını yeniden
ele alıp modernize etti ve askere Avrupa usulü
eğitim yaptırdı.
Osmanlı-Rus Savaşı
Rusya 1739 yılında imzalanan Belgrat
Antlaşması’ndan sonra, Osmanlı Devleti’ne savaş
açmamış, ama Balkanlarda ve diğer bölgelerde
Türk düşmanlığı yapmaya devam etmişti. Rusya ve Osmanlı Devleti arasındaki barış dönemi
1768’de başlayan Lehistan sorunu ile yeniden bozuldu. Osmanlı Devleti on altıncı yüzyılın ikinci
yarısından beri Lehistan Krallığı’na seçilecek kişilerin Avusturya ve Rusya yanlısı olmamasına
özen göstermiş bu konuda da başarılı olmuştu.
Ancak bu dönemde Osmanlı Devleti Rusya’nın
Lehistan işlerine müdahalesini engelleyecek güce
sahip değildi. Rusya’nın Stanislas Pontovoski’yi
zorla kral seçtirip, Lehistan’a asker sevk ederek
halkı sindirmeye çalışması üzerine Lehistan’da
ayaklanan halk Osmanlı Devleti’nden Bar Konfederasyonu aracılığı ile yardım istedi. Tüm bu gelişmeler üzerine zaten Rusya’ya savaş açma taraftarı olan Sultan Üçüncü Mustafa harekete geçti. 8
Ekim 1768 tarihinde Rusya’ya savaş açıldı. Ruslar
beş koldan saldırıya geçtiler. Kafkasya, Gürcistan, Ukrayna ve Baserabya’yı istilaya başladılar.
Otuz bin kişilik bir Rus Ordusu Kartal Ovası’nda
180.000 kişilik Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı. Savaş tüm şiddetiyle devam ederken Rus
Çariçesi İkinci Katerina boş durmuyor, Osmanlı
Devleti’ni içten karıştırmaya çalışıyordu. Ayrıca
İngilizlerin nezaretinde bir donanma hazırlatıp
Cebeli Tarık Boğazı’ndan Akdeniz’e göndermişti.
Çariçe İkinci Katerina’nın bu faaliyetleri kısa süre
de sonuç verdi. Rumlar Mora’da bir isyan başlattı. Hüsamettin Paşa’nın donanmayla birlikte
23
Akdeniz’de ilerlemesi üzerine
Ruslar isyancıları yalnız bırakarak adadan ayrıldılar. İsyan,
Osmanlı Donanması’nın adaya yaklaşmasıyla son buldu.
Rus Donanması 1770 yılında
Ege’de Çeşme Limanı’nda bulunan Osmanlı Donanması’nı
yaktı. Çeşme felaketinden
sonra
Ruslar
Çanakkale
Boğazı’na kadar ilerlediler.
Kaptan-ı Derya’lığa getirilen
Cezayirli Hasan Paşa, Rus
Donanması’nı Ege Denizi’nin
dışına attı. Rus saldırıları
karadan devam etti. Ruslar
Kırım’da önemli başarılar
elde ettiler. Rusların bu başarılarından dolayı diğer Avrupalı devletler siyasetlerini değiştirmeye başladılar. Kırım
bozgunundan sonra Ruslar,
Rusçuk ve Silistre’yi kuşattılar. Başarısızlıkla sürüp giden
Osmanlı-Rus savaşının bütün acı ve huzursuzluğunu yaşayan Sultan
Üçüncü Mustafa bu
savaşın Osmanlı Devleti açısından önemini biliyordu.
Bütün olumsuzluklara rağmen 1773 yazında bizzat ordunun başında sefere çıkmak istedi.
Fakat cephelerden gelen son acı
yenilgi haberleri kendisini büyük
üzüntü ve ümitsizliğe düşürdü
ve 21 Ocak 1774 Cuma günü öğle
ezanı okunurken vefat etti.
Lâleli Baba
Sultan III. Mustafa bu gün
Lâleli adı verilen bölgede bir
cami yaptırmak istiyordu.
Cami inşaatını denetlemeye
geldiği bir gün bölgede Lâleli
Baba adlı bir velinin yaşadığını öğrendi. Lâleli Baba ile
görüşmek, söz ve sohbetinden
yararlanmak istedi. Padişah
Lâleli Baba ile uzun uzun sohbet etti. III. Mustafa sohbetten
çok etkilendi ve ayrı
bir huzur, keyif aldı. Sohbetin
bitiminde III. Mustafa bu din
büyüğüne bir soru sordu:
- Efendi Hazretleri, bu dünyada en güzel, en değerli şey
nedir? Lâleli Baba
- Bu dünyada en değerli şey
yiyip içtikten sonra sıkıntısız
bir şekilde büyük abdestte çıkabilmektir, dedi.
Hükümdar ise bu cevaptan
hoşnut olmadı. Başından beri
büyüleyici konuşmaları ile herkesi etkileyen bir zata bu cevabı yakıştıramamıştı. Hatta bu
cevabı biraz kaba da buldu. İç
dünyasında kendince eleştirilerde bulundu. Bundan sonra
bir şey konuşulmadı. Hükümdar maiyeti ile birlikte saraya
döndü. Ertesi gün hükümdar
şiddetli bir kabızlığa yakalandı. Sarayın bütün ilgilileri, he-
kimbaşılar seferber oldular,
bilinen bütün ilaç ve yöntemleri denediler, fayda vermedi.
Padişah sıkıntı çekiyor, kıvranıyor ama bir şey yapamıyordu. Günler geçmişti. Padişahın
derdine derman bulunamamıştı. Nihayet biri hatırladı.
Lâleli Baba’ya haber verilirse onun himmeti ile hükümdar bu dertten kurtulabilirdi. Padişaha danışıldı, o da,
“Ne gerekirse yapılsın.” dedi.
Lâleli Baba hemen saraya getirildi. Hükümdar sancı ve ıstırap
içerisinde inliyordu. Hükümdar Lâleli Baba’ya yalvarıyordu:
- Aman beni kurtar. Lâleli
Baba:
- O kadar kolay değil, karşılık olarak ne vereceksin, dedi.
Hükümdar:
- Senin bölgende yaptırdığım camiyi sana hibe ederim.
Lâleli Baba:
- Yetmez, dedi. Sultan Mustafa bir sürü vaatlerde bulundu,
Lâleli Baba Hazretleri bir türlü
yeter demiyordu. En sonunda
ağzındaki baklayı çıkardı:
- Sana himmet edeceğim,
ama karşılığında padişahlığı isterim, dedi. Padişah, heyecanlandı kem küm etti ama çaresi
yoktu, Nihayet…
-Tamam,odaseninolsun,dedi.
Lâleli Baba duasını yaptı, himmet etti, hükümdarın sırtını sıvazladı:
- Hadi git kurtulacaksın,
Cenab-ı Allah şifasını verecektir,
dedi. Padişah kurtulmuştu ama
saltanat da gitmişti. Şifa bulmasının sevincini padişahlığı kaybetmesi gölgeliyordu. Lâleli Baba
24
Aralık 2013
Sultanın haline baktı ve dedi ki:
- Bir saltanat ki bir defi hacete değişiliyor, öylesine ucuz bir
saltanat bize gerek değildir, al
yine senin olsun, dedi. Sonrasında dergâhına döndü. Mütevazı
hayatını yaşamaya ve insanlara
yardım etmeye devam etti.
Yenikapı’nın Gerçek
Hikâyesi
Lâleli Baba Sultana buyurmuş ki, “Ben bu şehri çok iyi
bilirim. Gözümü bağlasan söylerim geçtiğimiz sokağın, caddenin neresi olduğunu.” Bunun
üzerine Sultan bir bahse davet
etmiş Lâleli Baba’yı: “O zaman
demiş senin gözlerini bağlayıp
tek tek İstanbul’un kapılarından
geçelim seninle. Bakalım kaçını bilebileceksin?” Kabul etmiş
Lâleli Baba, fakat bir şartı varmış
kendisinin de. Demiş ki “Bahsi
kazanırsam bunun karşılığında
bir camii yaptıracaksın benim
adıma.” Kabul etmiş Sultan bu
şartı, böylece tutuşmuşlar bahse.
Bahis günü Sultanın arabasına binip tek tek kapılardan
geçmişler, Gözleri bağlı olduğu
halde bilmiş Lâleli Baba hangi
kapıdan geçtiklerini, her kapının ismini söylemiş, Ancak bir
kapıda duraklamış, bir türlü çıkaramamış hangi kapı olduğunu. Sultan keyiflenmiş: “Bunu
bilemedin galiba babacığım.”
demiş. “Bilemedim” demiş
Hazret, “Bu hiçbir kapıya benzemiyor, geçmedim daha önce
böyle bir yerden, böyle bir
kapıdan demiş. Sonra da olsa
olsa bu yeni bir kapıdır.” diye
buyurmuş. Bu cümleden sonra Sultan elini öpmüş Lâleli
Baba’nın, göz bağını çözerek
açmış gözünü. “Ben seni kandırmak için daha dün açtırttım
bu kapıyı, ama sen bu durumu
anladın, bildin, gözlüye gizli
olmadığını bizlere gösterdin.
Bahsi de sen kazandın.” demiş ve o semtte yapılan camiyi Lâleli Baba’ya adayıp adına
da Lâleli Camii diyeceğine söz
vermiş. “O açılan kapıya da Yenikapı denilsin!” diye ferman
buyurmuş. Böylece bir velinin
hükümdarlar üzerindeki etkisi
de açıkça ortaya konulmuştur.
Velilere tabi olmanın sırrı ise
feraset ehline gösterilmiştir.
Bir Latife
III. Mustafa’nın veziri Koca
Ragıp Paşa’nın konağında bir
Ramazan günü oruç üzerine sohbet yapılıyordu. Ragıp
Paşa, orada bulunanlardan Şair
Haşmet’e:
- Haşmet! Senin de borcun
var mı, diye sorunca, Haşmet:
- Evet efendim, diye cevap
verdi. Mahalle bakkalına bin
kuruş, kasaba beş yüz kuruş.
Ragıp Paşa gülerek:
- Onu sormuyorum yahu,
dedi. Oruç borcun var mı, sen
onu söyle.
Şair Haşmet şu cevabı verdi:
- Paşam, oruç borcunu Allah sorar. Sizin soracağınız, kul
borcudur.
Dipnot
1
2
3
4
5
6
7
Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, ( Hz:
Hakkı Dursun Yıldız), İstanbul, 1986.
Erol Güngör, Tarihte Türkler, İstanbul 1989.
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Ankara 1972.
İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi
Kronolojisi, İstanbul, 2011.
Johonn
Wilhem
Zinkeisen,
Osmanlı
İmparatorluğu Tarihi, İstanbul, 2011.
Nicolea Jorga, Osmanlı Tarihi, İstanbul, 2005.
Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, İstanbul
1970.
25
Download