30.03.2016 21302686 AYBÜKE CEREN DURAN ALKIŞLARLA HAYAT TİYATROSU Değişen dünya, değişik insanlar tarafından oynanan acımasız bir oyun sahnesi… Bu sahnedeki kostümler; bizim kimliğimizi, dinimizi, ırkımızı ve milletimizi simgeliyor. Hayatın tiyatro oyununun yönetmenleri ise politikacılar… Uygun olmayan doğaçlama yaptığımızda, giydiğimiz kostümleri beğenmediklerinde, onların uygun gördüğü senaryoyu yanlış oynadığımızda; oyunun yönetmenleri bizi oyundan atıyor… Hayat sahnesini acımasız ve adaletsiz yapan bu… Bu yüzden hayat sahnesinde her zaman kendimizi oynayamıyoruz ve özgür olamıyoruz. Hayatın baskılarla dolu tiyatro sahnelerinde kendimizi oynayabilmemiz için kendi senaryolarımızı yazmalıyız ya da var olan senaryoları değiştirmeliyiz. Bu hafta sonu izlediğim “Hayat Güzeldir” filminde; savaş ve karamsarlık temalı bir hayat sahnesinde; bir babanın, çocuğunun mutsuz olmaması için neşe ve oyun dolu bir hayat senaryosu yaratma çabaları beni çok etkiledi. Çünkü savaş ve neşe kelimeleri, aynı cümlede bulunamayacak kadar birbirlerine düşman… 21. yüzyılda hayatın tiyatro sahneleri terör ve savaş temasını işliyor, politikacıların destekçileri bu temaları desteklemek için suflör görevini üstleniyor, yönetmen olan politikacılar ise terörün ve savaşın iyi şeyler uğruna olduğunu savunan senaryoları ve entrikaları halka sunuyor. Hayatın tiyatro sahneleri, adaletsiz... Doğaçlama yapmamız yasak. Çünkü doğaçlama yaparsak, senaryonun gidişatı değişecek. Eğer doğaçlama yaparsak, politikacıların sahte gerçekleri ortadan kaybolacak; izleyiciler değişen diyaloglarla gerçekliği keşfetmeye başlayacak. Bu yüzden bazı ülkelerde her gazete yayımlanmıyor, haber programları üç birlik kuralını her zaman yansıtamıyor... Hayatın önceki tiyatro oyunlarında başrol oyuncu olan bir kimse, bir bakmışız ki figüran olarak oyuna katkı sağlıyor. “Hayat Güzeldir” filminde, Yahudilere karşı ırkçılık yapılmadan önce, sosyal statüsü yüksek olan Yahudilerin, 2. Dünya Savaşı başladığında kimliklerini gizlemeleri ve toplum içinde sefil duruma düşmeleri; bu durumun en büyük örneği… Biz hayatın tiyatro sahnelerinin oyuncuları olarak, oyunun temasını değiştirme gücüne sahibiz. Tiyatroyu tiyatro yapanlar, yönetmenler değil, oyunculardır… Çünkü oyuncuların mimikleri, jestleri ve duyguları, senaryoya hayat veriyor. Bu yüzden günümüzde de politikacıların en çok korktuğu kesim, halktır. Biz yarattığımız duygularla, yeni pencereler açabiliriz. Bir yandan gülerken, öbür taraftan ağlayabiliriz… Değişen dünya, bu yüzden bir tiyatro sahnesi gibi… Mesela halk bir şeylerin değişmesi gerektiği duygusunu yeteri kadar yansıtıyorsa, o sahnede isyan ve cesaret teması hâkimdir, politika değişecektir. Politika değişiyorsa, senaryo da değişecektir. İsyan ve cesaret duygusu birden söndüyse, sessizlik hâkimdir, boyun eğmişlik duygusu vardır ve isyanın yarattığı coşku sönmüştür. Coşku söndüğü için, o sahnede hüzün vardır. Bu yüzden duygular da doğaçlamalar kadar güçlü silahlardır. “Hayat Güzeldir” filminin bir sahnesinde; Guido ve oğlu, bir dükkânının penceresinde “Yahudiler ve köpekler giremez.” yazısını gördüklerinde Guido, oğlunun korkmaması için “Köpeklerin ve Yahudilerin girmesini istemiyorlar. Bildiğim başka bir toptancı dükkanında da atların ve İspanyolların girmesi yasak. Bak ileride bir eczane var, geçen gün kangurusu olan bir Çinli dostumla geziyorduk, ‘Girebilir miyiz?’ dedik, 'Yok hayır kangurular ve Çinliler giremez' dediler.” diye oğluna açıklama yaptı. Guido, oğluna bu açıklamaları yaparken, neşeliydi. Küçük çocuk, etrafındaki insanların tepkisinden de insanların Yahudilere düşman olduğunu anlayabilirdi; fakat küçük çocuğun hayat sahnesinin başrol oyuncusu babası olduğu için çocuk, babasının duygularından daha çok etkileniyor. Bu yüzden çocuk, savaşın hâkim olduğu bir dünyada neşenin de olabileceğine inanır. Bizler de Guido’nun çocuğu gibiyiz; duygularla ve değişik doğaçlamalarla farklı dünyalara inanabiliriz. Aynı şey politika dışındaki konular için de geçerli… Mesela, kanser hastası bir kimsenin üzüntülü ve karamsar olduğunu gördüğümüzde, ona acırız; “Hayat çok acımasız…” diye düşünürüz. Eğer o kimse, hastalığa rağmen gülüyorsa ve hayat sevgisinin yüreğinden çıkarmadıysa, “Dünyada ne kadar da güçlü insanlar var. “ diye düşünürüz… Biz izleyiciler olarak, kanser hastasını canlandıran oyuncunun duygularından etkilenir ve hayata daha farklı gözle bakarız… Etkilendiğimiz duyguları ve kendi duygularımızı harmanlayarak, kendi repliğimizi ve doğaçlamalarımızı yaratırız. Yeter ki yönetmenlerimiz, oyunumuzu kesmesin… Birçok oyuncuyla yapılan röportajlara göre, oyuncular için oynaması en zor rol, kendilerini canlandırmaları gereken rolmüş… Çünkü bence yönetmenler tarafından eleştirilmeye o kadar alışmışlar ki, kendilerini oynadıkları rolde de kısıtlanmaktan ve eleştirilmekten korkuyorlar. Hayat sahnesinde günümüzün politikacıları da öyle… Halkı her şekilde eleştiriyorlar; sırf halk doğaçlama yapmasın ve halk gerçekleri ve kendi özlerini bulmasın diye; fakat hayat sonsuz sahne ve tema içerdiği için doğaçlamalar ve yansıtılan duygular, biz izleyicilerin ve oyuncuların en büyük gücü olarak kalacak… Çünkü hayat oyuncularının doğaçlamaları ve duyguları olmasaydı, “Hayat” denilen tiyatro oyunu var olamazdı ve farklı temalar işlenemezdi…