Mart 2017 Yıl 1, Sayı 3 Editör Dr. Enes BAŞAK Erdinç NAYIR Tıpta Uzmanlık Sınavı Rehberi 5 Kristal Bahçesinden Notlar 11 Tıpta Açık Düşünce Kulübü ve 14 Mart Tıp Bayramı 16 Wikipedia Günlükleri - Çanakkale Savaşı 21 1 Kitap 1 Film 43 Sıddık UÇAR Burhan DURSUN Bilal BAL Enes BAŞAK Anket Köşesi 46 Sizden Gelenler 49 İletişim Bilgileri 53 ''İnsana dair her şey sizlerle!'' sloganıyla çıktığımız bu güzel yolda 3. basamağa ulaşmış olmanın sevinç ve mutluluğunu yaşıyoruz… Yeni sayımızda yine birbirinden değerli isimler çarpıcı konularla yer alıyor. Ülkemizin ender milli bayramlarından biri olan 14 Mart Tıp Bayramı, 102. Yıldönümünü kutladığımız şanlı bayrağımızın varoluş mücadelesi Çanakkale Savaşı, Yakın tarihte kapatılmış olmasına rağmen tarihsel süreç içerisinde ülkemizin en önemli eğitim kurumlarından biri olan Öğretmen Okullarının Kuruluş yıldönümünü bu ay içerisinde kutladık. Bu güzel konuların yanında tıp öğrencileri ile yaptığımız birbirinden çarpıcı 3 adet anketin, sizden gelen eserlerin ve yeni köşemiz ''1 Kitap 1 Film''in yer aldığı dergimizi keyifle okuyacağınıza inanıyorum. Son olarak, Uzm. Dr. Erdinç NAYIR tarafından kaleme alınan, tıp öğrencilerinin vazgeçilmez bir gerçeği olan tıpta uzmanlık sınavı rehberinin yer aldığı yeni sayımız size çok şey vaat ediyor! Dergimizi paylaşmanızı önemle rica ediyorum… Yazı, şiir, deneme, makale, araştırma, kongre duyurusu, karikatür gibi birçok farklı alandan çalışmalarınızı [email protected] adresine mail göndererek bizlere ulaştırabilirsiniz. Çalışmalarınız özenle değerlendirilerek dergiye hazırlanacaktır. Esen kalın. Selam ve dua ile. Dr. Enes BAŞAK www.enesbasak.com.tr Tıpta Uzmanlık Sınavı Rehberi Uzm. Dr. Erdinç NAYIR Ülkemizde Tıp Fakültesi’nden mezun olan hekimlerin bir dalda uzmanlaşmak için girdiği TUS’u bu köşede biraz irdeleyeceğiz. Bu sınav Eylül ve Nisan aylarında olmak üzere yılda iki kez yapılmaktadır. Sınavda temel bilimlerden ve klinik bilimlerden 120’şer soru gelmektedir. Sınav iki aşamalıdır. Sabah 150 dk olarak Temel Bilimler oturumu, Öğleden sonra da 150 dk olarak Klinik Bilimler oturumu yapılmaktadır. Soruların dağılımlarını aşağıdaki tabloda inceleyebilirsiniz. Alanlar Temel Bilimler Anatomi Histoloji ve Embriyoloji Fizyoloji Tıbbi Biyokimya Tıbbi Mikrobiyoloji Tıbbi Patoloji Tıbbi Farmakoloji Sınavdaki Soru Sayısı Sınavdaki Yüzdesi Alanlar Sınavdaki Soru Sayısı Sınavdaki Yüzdesi 14 8 13 7 Klinik Bilimler Dâhiliye grubu Pediatri 42 30 35 25 10 22 22 22 22 8 18 18 18 18 Cerrahi grubu Kadın Doğum 36 12 30 10 Sınav 2012’den önce sadece Ankara’da yapılmaktaydı. Şuan sadece Ankara’da değil, İstanbul ve İzmir’de de sınav uygulanmaktadır. TUS sonucuna göre yerleştirilme işleminin yapılabilmesi için yabancı dil yeterliliği aranmaktadır. Yabancı dil yeterliliği için İngilizce, Fransızca veya Almanca dillerinin birisinden Bakanlık tarafından yapılan ya da yaptırılan sınavdan veya ÖSYM tarafından yapılan Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavı (YDS)’nda yüz üzerinden en az elli puan almış olmak ya da ÖSYM tarafından bu puana denk kabul edilen uluslararası geçerliliği bulunan bir belgeye sahip olmak şarttır. Yabancı dil sınav sonuçları sınav tarihinden itibaren beş yıl süre ile geçerlidir. TUS, bir sıralama sınavıdır, yani insanların bilgi düzeylerini tam anlamıyla ölçen, iyi hekim - kötü hekim, bilgili hekim - bilgisi zayıf hekim gibi ayrımları pek yapabilen bir sınav değildir. Bu sebeple meslektaşlarımın buna dikkat etmesini ve bu gerçeği unutmamasını tavsiye ederim. Tıp Fakültesi’nden mezun olan bir hekimin hedefi iyi bir hekim olmaktır. Mutlaka TUS’u kazanmak değildir. TUS uzmanlık için bir aşamadır. İyi bir hekim olma yolunda adımlarınızı atmanızı tavsiye ederim. Bunu neden söylüyorum, çünkü maalesef hekim arkadaşlarımız mesleki başarılarını TUS’a bağlayabiliyor ve yaşamlarını olumsuz etkileyebiliyorlar. Sizin mesleki başarınız, iyi hekimlik yolunda adımlar atarak, bilgi ve becerilerinizi artırmak ve hastalarınıza en güzel şekilde faydalı olmak ile paraleldir. TUS hazırlığı sanırım herkesin kafasını kurcalayan bir konudur. Çünkü herkes en iyi şekilde hazırlanmak, en iyi yolu bulmak ister. Bu yazımda sizlerin kafasını kurcalayan, her zaman merak konusu olmuş bu konuya açıklık getireceğim. Sınav hazırlığı gerçekten de emek isteyen bir süreçtir. TUS’un ilk yapıldığı ilk 10 yıl, sınava girenler eski sorulara bakardı. Çıkmış TUS sorularını çözerek sınava hazırlanırlardı, fakat her geçen dönemde sınav biraz daha zorlaştı ve artık yorum gücüne dayalı sorular ağırlıklı olmaya başladı. Artık sadece çıkmış sorulara bakıp girme devri kapandı. Emek isteyen bir süreç dedim, çünkü koskoca tıp fakültesi dönemince öğrendiğiniz bilgileri size bir sınavda soruyorlar. Bu sınava 2-3 ay hazırlanmak takdir edersiniz ki çok basit olur. Çalışacak çok fazla konu olduğundan dolayı belli bir süreye yaymak en doğru ve en akıllıca yoldur. Sınava girenler, uzmanlık sınavını aşanlar sizlere: ‘‘Çok tekrar yapmalısın’’ der her zaman. Evet çok tekrar işin temelidir. Ne kadar bir konuyu, bir bilgiyi tekrar ederseniz aklınızda o kadar kalıcı olur. Hadi gelin sınava hazırlık sürecine madde madde bakalım. 1. Kaynaklar TUS’a hazırlık sürecinde sizler için en önemli adım kaynak seçimini iyi yapmanızdır. Biliyorsunuz ki mesleki yaşamımıza sürekli yeni bilgiler giriyor. Bu bilgiler önce uluslararası dergilerde yayınlanıyor, uluslararası kongrelerde tartışılıyor. Bazı alanlarda konsensüs raporları açıklanıyor ve o bilgiler ilgili branşın textbooklarına giriyor. Sınavda sorular textbooklardan, o branşın temel kitaplarından gelmektedir. Aman diyeyim, sınava o textbooklardan hazırlanmayın, yetiştiremezsiniz ve tekrar da edemezsiniz. Sizlerin hazırlanacağı kaynaklar, işte bu textbookların özetleri olmalıdır. Çalışacağınız kaynakta aramanız gereken önemli bir nokta güncel olmasıdır. Sınava 2-3 yıl önce hazırlanmış bir konu kitabıyla hazırlanılması doğru bir yaklaşım değildir. Çalışacağınız kaynaklar, çok aşırı detaya dalmadan konuyu bir bütün olarak, görsellerle de destekleyerek aktarıyor olmalıdır. Textbook gibi bir kitap da olmamalı, spot bilgileri içeren slaytlardan hazırlanmış notlar da olmamalıdır. Çalışacağınız kaynaklar, başarısını kanıtlamış olmalıdır. Daha önceki sınavlarda soru yaptırma oranları değerli bir istatistiktir. Elinizde mutlaka söylediğim özellikleri taşıyan konu kitapları ve her branşa özgü çalışma soru kitabı olmalıdır. Ayrıca daha önce sınavda çıkmış soruları içeren TUS soru kitabını da temin etmeniz gerekmektedir. 1.1. Çalışma Planı Şu unutulmamalıdır ki, çalışma planı standart değildir. Herkesin kişilik yapısına, hedeflerine ve çalışma tarzına göre değişmektedir. Yapılan en büyük yanlış sınavı kazanmış bir kişinin planını alıp kendine uygulamaktır. Çalışma planını en iyi şekilde oluşturmak için bu sınavı geçmiş birçok kişiden çalışma hakkında geri bildirim alınmalıdır. Kendi hedeflerinizi ve kişilik yapınızı ortaya koyarak çalışma planınızı oluşturmalısınız. Profesyonel bir danışmanlık hizmeti de alabilirsiniz. Sizlere bu başlık altında doğru adımları anlatmaya çalışacağım. 1.1.A) Derslerin Sıralaması Ders sıralaması çalışma planının fark edilmeyen en önemli noktasıdır. Fark edilmeyen diyorum, çünkü bazı kişiler sıralama hatasından dolayı çalışma programından sıkılabiliyor ve performansları düşebiliyor. Önce temel sonra klinik veya önce klinik sonra temel branşların çalışılması hatadır. TUS bir bütündür. Patoloji bilgisiyle Dâhiliye sorusu, Pediatri bilgisiyle bir Patoloji sorusu yapabilmektesiniz. Temel ve klinik bilimler ayrı ayrı çalışıldığında bu iki ana branş arasında bütünlük sağlanamamaktadır. Bu sebeple klinik ve temel derslerin iç içe olduğu bir programı uygulamalısınız. Ders sıralamasını yaparken dikkat etmeniz gereken nokta, TUS çalışma periyodunda bunalmanıza, sıkılmanıza sebep olacak dersleri art arda koymamalısınız. Farmakoloji, biyokimya ve anatomi. Bu 3 ders son ay çalışma periyodu dışında arka arkaya çalışılmamalıdır. Performans düşüklüğüne sebep olabilir. Diğer derslerin aralarına koyarak bu derslerden maksimum verimi alabilirsiniz. Ders sıralamasında dikkat edilmesi gereken bir diğer nokta da Dâhiliye ve Pediatri’yi arka arkaya koymamalısınız. TUS için çok önemli bu iki branş, birbirini tekrar ettiren branşlardır, yani ortak konu çoktur. Bu sebeple iki ana branş arasına iki ders koymanızı tavsiye ederim. Bu neyi sağlar, Pediatri’de okuduğunuzu Dahiliye’de veya tam tersi Dahiliye’de okuduğunuzu Pediatri’de tekrar etmiş olursunuz. Örnek ders sıralaması: A) Dâhiliye - Fizyoloji - G. Cerrahi - Mikrobiyoloji - Patoloji - K. Doğum - Biyokimya - Pediatri Farmakoloji - K. Stajlar - Anatomi B) Patoloji - Dâhiliye - Mikrobiyoloji - Fizyoloji - Pediatri - K. Stajlar - G. Cerrahi - Anatomi - K. Doğum - Biyokimya - Farmakoloji 1.1.B) Ders çalışma süreleri Gün içinde çalışma sürelerini mevcut koşullarınıza göre kurgulamalısınız. Gün içinde maksimum zamanı TUS’a ayırmanız gerekmektedir. Örneğin herhangi bir yerde çalışmıyorsanız, tüm gün boşsanız minimum 9-10 saat çalışılmalıdır diye düşünmekteyim. Önemli olanın verim olduğunu unutmayın. Günde 12 saat verimsiz çalışma sizi hedefe götürmez. Eğer bir yerde çalışıyorsanız, çalıştığınız ortamda eğer mümkünse 1-2 saat soru çözümü yapabilir, akşam maksimum zamanınızı verebilirsiniz. Gün içinde çalışma periyotları da önemlidir. Ben genellikle masa başından hiç kalkmadan 2-3 saat çalışılmasını çok onaylamam. Belki fakülte sınavlarına bu şekilde çalışmış olabilirsiniz, ama TUS’a uygun bir çalışma periyodu değildir. Önerim 50 dk ders - 10 dakika ara 1 periyot olarak belirleyin. Her 3-4 periyotta bir ara verin. Örneğin benim çok sık önerdiğim sistem, sabah 3 periyot, öğleden sonra 4 periyot, akşam 3 periyot. Peki derslere verilecek süreler ne kadar olmalıdır? Bu süre kişinin sınava kadarki süresine, kişilik yapısına, çalışma stiline göre değişmektedir. Bir kişi bir fasikülü bir günde, bir diğeri ise iki günde bitirmektedir. Bu sebeple bu işin kesin bir çizgisi yoktur. Bu süreleri belirlerken tekrar sayısına dikkat ederek ayarlamanız gerekmektedir. Örneğin, Eylül sınavına girdiniz istediğinizi alamadınız, Nisan’a hazırlanacaksınız. Bu sınava son 15-20 gün tekrarı hariç, sağlam bir şekilde 3-4 kez tekrar etmeniz gerekmektedir. 1.1.C) Ders çalışma taktikleri Unutulmamalıdır ki, sadece konu çalışarak veya sadece soru çözerek bu sınava hazırlanılmaz. İstediğiniz hedefe ulaşmanın yolu bir bilgiyi sık tekrar etmek ve çok sık kullanmaktır. Bir bilginin pratiğini ne kadar yaparsanız sınavda karşınıza geldiğinde o kadar rahat o soruyu yaparsınız. Bu sebeple çok tekrar yapmanız size herkes tarafından önerilir. Örneğin size kemik iliği aspirasyonu ve biyopsisinin nasıl yapılacağını 10 kez anlatsam, siz ilk kez alırken zorlanırsınız, fakat ben size bir kez anlatsam ve siz işlemi 50 kez yapsanız 51.de artık işlemi yapmakta daha pratik olursunuz. İşte bu örneğe benzerdir TUS. Bir bilgiyi soruda çok sık görmelisiniz, yani konu çalışmanın yanında mutlaka soru çözümlerini eklemelisiniz. Soru çözümünün ne kadar önemli olduğunu yukarıda vurguladım. Çalışma döneminde netlerinizi istediğiniz gibi artıramıyorsanız mutlaka soru çözümlerini arttırınız, işe yarayacaktır. Soru çözümü olarak mutlaka çözülmesi gereken sorular; çıkmış TUS soruları, çalışma soruları ve deneme sınav soruları. İlk konu okumalarınızda çözmeniz gereken sorular, çıkmış TUS sorularıdır. Çıkmış TUS soruları, size konuların önemli olan noktalarını gösterir. O önemli noktaların nasıl sorulduğunu görürsünüz. Sadece soru çözümü olarak çıkmış soruları çözmeniz hedefiniz için yeterli olmaz, ama ilk okumada öncelikle bu soruları çözmelisiniz. Önerim, bir branşı çalışırken aralarda TUS sorularına bakmanızdır. Örneğin Dâhiliye çalışıyorsunuz, Endokrinoloji’yi bitirdiniz çıkmış TUS sorularını çözmelisiniz. Kardiyoloji’yi bitirdiniz, arkasından TUS soruları gibi. Bu hem konu okumanın vermiş olduğu sıkıcı havayı atacaktır, hem de konu sonrası yakın hafızada konuların önemli yerlerini daha net görebileceksiniz. İkinci konu okumada ise çalışma sorularının çözülmesini önermekteyim, fakat çözülme taktiği olarak çıkmış TUS soruları gibi önermemekteyim. Çalışma sorularını branş bittikten sonra çözülmesini genellikle öneriyorum. Dahiliye bitti çalışma soruları, farmakoloji bitti çalışma soruları gibi. Deneme sınav soruları ise mutlaka TUS hazırlık sürecinde çözülmesi gereken sorulardır. Çalışma döneminin yarısı sonrasında, belli bir konu tekrarı birikimi ile bu soruların çözülmesini önermekteyim. Evde deneme yapar gibi değil de çalışma sorusu çözer gibi, yeri gelir branş tekrarlarında, yeri gelir karışık şekilde çözülebilir, ama mutlaka çözülmelidir. Gün içerisinde zihninizin en iyi olduğu dönemde konu çalışmanızı, daha yorgun olduğunuz zaman dilimlerinde soru çözülmesini tavsiye ederim. Son dönemde sınavlarda yoruma dayalı sorular gelmektedir. Bu sorular da genellikle vaka sorularıdır. Eğer klinik bilimlerden netinizi istediğiniz gibi arttıramıyorsanız ekstradan vaka soruları çözümü yapmalısınız. 2. Deneme Sınavları TUS hazırlık sürecinin en can alıcı, mutlaka olması gereken aktiviteleri deneme sınavlarıdır. TUS’a hazırlık sürecinde kurumların yapmış olduğu deneme sınavları sizlere çok ciddi katkı sağlamaktadır. Denemeleri kaçırmamalı, mutlaka girmelisiniz. Kaç net yaptığınız önemli değil, tabi ki çalışmanızın meyvelerini görmeniz açısından netler önemlidir, ama takılmamanız gereken bir noktadır. Sizi ne üzmeli ne de sevindirip rehavete sokmalıdır. Çünkü adı üstünde denemedir. Deneme sınavında odaklanacağınız nokta hangi soruları yanlış yaptığınızdır. Deneme sınavlarında yaptığınız doğrular değil yanlışlar sizin için değerlidir. Hangi sorularda, hangi branşta, hangi bilgide yanlış yaptığınızı görün ki, asıl sınav karşınıza geldiğinde o yanlışı yapmayın. Bu sebeple deneme sınavları netinizi arttırmak, eksiklerinizi kapatmak için çok değerli bir araçtır. Ben her zaman şunu derim: ‘‘Deneme sınavında yanlışlarınız, asıl sınavda doğrularınız size TUS’u kazandırır.’ Deneme sınavlarına girerek elinizin altında deneme sınav arşivi de yaparsınız, böylece deneme sınav sorusu çözümlerinde bu soruları kullanabilirsiniz. 3. Kamplar TUS hazırlık sürecinde en fazla akılda soru işaretlerinden biri de kampların kişiye olan faydasıdır. Şuan TUS’a hazırlık konusunda hizmet veren kurumlar bazı kamplarla TUS hazırlık sürecinde sizlere fayda sağlamaktadır. Bu kamplar şunlardır; TUS kampı (son dönem kampı), vaka kampı ve soru kampı. Gelelim bu kampların faydalarına, daha doğrusu nasıl fayda sağlayacağınıza. TUS kampı, hemen TUS’dan önce yapılan son dönem tekrar kampıdır. Bu kampta belli bir sırayla derslerin sınava kadar tekrarı yapılır. Bu kamplarda ağırlıklı olarak sizlere konu anlatılır. Ders esnasında konuları hızlı bir şekilde tekrar etmiş olursunuz. ‘‘TUS kampı, TUS’u kazanmaya ciddi anlamda katkı sağlar mı?’’ diye sorarsanız ‘‘evet’’ derim, ama nasıl? Son 20-30 günlük tekrarları kendiniz hızlı bir şekilde yapamayacaksanız, tek başınıza olmak sizi motive edemeyecekse kamp size katkı sağlayacaktır. Hem motivasyon açısından hem de tekrar süresi açısından kamp, evde çalışmaktan daha iyi bir ortamdır. Kamptan istediğiniz verimi almak istiyorsanız öncelikle daha önceki çalışmanızı değerlendirmeniz gerekmektedir. Yeterli tekrar yapmadan kampa katıldığınızda kampta anlatılanlar sizin aklınızda kalıcı kalmayacaktır. Örneğin Nisan sınavı öncesindeki kamp için en az 3 kez sağlam tekrar atmış olmanız gerekmektedir. Kampta derslere katıldığınızda anlatılanların büyük çoğunluğunu bilmiyor veya hatırlamıyor olursanız o kamp size fayda sağlamaz. TUS kampı öncesi yeterli konu tekrarlarını yaptınız ve kampa katıldınız. Kampı en verimli şekilde geçirmek için yapmanız gereken bir iki önemli nokta var. Önemli noktalardan biri dersi derste öğrenmek için çok dikkatli konuları dinlemenizdir. Çünkü dinlediklerinizi tekrar etmek için çok vaktiniz olmayacaktır. Kampta anlatılanlara ne kadar odaklanırsanız veriminiz o kadar yükselir. Bir diğer önemli nokta ders bittikten sonra akşam ne yapılacağıdır. Bazı kişilere soru çözülmesini bazı kişilere de konu çalışılmasını önermekteyim. Eğer kamp öncesi yeterli soru çözümü yapmadıysanız, akşamları soru çözümleriyle o günü tekrar etmenizi tavsiye ederim. Ders esnasında konu açığı hissederseniz soru çözümünü değil konu tekrarını tavsiye etmekteyim. Özellikle klinik bilimlerde soru çözmek bence daha doğru bir adım olacaktır. Vaka kampı ise adından da anlaşıldığı gibi vaka sorularının irdelendiği, çözüldüğü kamplardır. Vaka sorularının geldiği Dâhiliye, Pediatri, Genel Cerrahi, Kadın Doğum ve Mikrobiyoloji branşlarını içeren bir kamptır. Bu kampta bir gün boyunca her branş vaka soru örneklerini çözmektedir. TUS’da hekimlerin netlerini belirleyen en önemli sorular vaka sorularıdır. Bu sorulara yaklaşım mutlaka iyi bilinmelidir. Eğer çalışma sorusu çözümlerinizde veya deneme sınavlarında vaka sorularına yaklaşımda sıkıntı yaşıyorsanız bu kampın size faydalı olacağını düşünmekteyim. Soru kampı ise sadece soru çözümleriyle konu tekrarının yapıldığı kamplardır. Bu kamplarda ilgili branş, sadece vaka soruları değil, tüm soru tiplerinden örnekler göstererek çok fazla soru görmenizi sağlar. Eğer çalışmalarınız sonucunda konulardan kullanamıyorsanız bu soru kamplarını önermekteyim. almış olduğunuz bilgileri soruda 4. TUS Tercihleri TUS sonrası temel bilimler veya klinik bilimler puanı 45 ve üstü olanlar tercih yapabilmektedir. En fazla 30 tercih yapılabilmektedir. Tercihlerde dikkat edilmesi gereken nokta aldığınız puandan çok sıralamanızdır. Daha önce söylediğim gibi bu sınav bir sıralama sınavıdır. Sıralamada ne kadar yukarı çıkarsanız hedefinize daha iyi ulaşabilirsiniz. Puan ve sıralamanıza göre tercih yapmalısınız. Sınav sonrası internet üzerine insanların yazdıklarına güvenerek sıralama kesinlikle yapmayınız. Az çok puan ve sıralamanıza uygun yerleri belirleyerek sağlıklı bir şekilde uzmanlık yapabileceğiniz yerleri tercih etmeli, sıralamalısınız. Öncelikle siz nerede, hangi branşta daha mutlu ve huzurlu olursunuz bunu düşünmelisiniz. Emek ve fedakârlıkla geçen TUS hazırlık süreci sonunda bir puan alıyorsunuz, bu puanla, emeği harcamamak için mutlu ve huzurlu olacağınız, isteyerek çalışacağınız yerleri tercih etmelisiniz ve buna göre sıralamayı yapmalısınız. Tercihlerinizi yaparken önerim mümkünse yazacağınız hastaneleri bire bir görmenizdir. Hastaneyi, ortamı, o bölümdeki asistanları yerinde görmek doğru tercih yapmanızı sağlayacaktır. Kulaktan dolma bilgilerle, başkalarının söylemleriyle o bölüm hakkında bir yargıya varmayınız. Birine çok güzel gelen bir hastanenin bir bölümü, size güzel gelmeyebilir. En güzeli ve sağlıklısı kendi gözünüzle görmeniz, iletişime geçmenizdir. Eğer telefon ile iletişime geçecekseniz sadece bir hekim ile değil o bölümde çalışan birkaç hekimle görüşmelisiniz. Önerim asistanlığının başında ve sonlarında olan birkaç asistan ile görüşmenizdir. Uzmanlık eğitiminden beklentileriniz, çalışma isteğiniz ve gelecekteki hedeflerinize göre branşları değerlendirmeniz gerekmektedir. Tercih edeceğiniz yerde vaka sayıları, nöbet sayıları, alınan ücretler, çalışma koşulları, hoca kadrosu ve onların eğitime yaklaşımları, asistan - hoca ve asistanların kendi arasındaki iletişimleri, akademik yayın sayıları, bölümün ve hastanenin imkânları TUS tercihlerinizde dikkat etmeniz gereken noktalardır. Tıpta Uzmanlık Ana Dalları Ve Eğitim Süreleri ile Türkiye’de Uzmanlık Eğitimi Veren Hastanelerin listesine şu linkten ulaşabilirsiniz: www.tipnotlari.wordpress.com/aile-hekimligi/tus-bilgileri Tüm bu bilgilerin yer aldığı Dr. Enes BAŞAK’ın ''Hekimliğe İlk Adım'' kitabını 0536 271 6441 WhatsApp üzerinden imzalı olarak sipariş edebilirsiniz. Uzm. Dr. Erdinç NAYIR Kristal Bahçesinden Notlar Sıddık UÇAR Anadolu Öğretmen Liseleri gerçeği demek, Osmanlı’dan günümüze uzanan: ''Çağın gereklerine uygun öğretmen eğitimi nasıl olmalı?'' sorusuyla başlar. İlgili gerçeğin en temel noktaları, tarihsel süreç içerisinde eğitim sistemimizde modern toplum gereklerine uyacak bir toplum modeli inşası yolunda, özellikle 2. Mahmut’un 1824 yılındaki fermanıyla zorunlu eğitime geçişin başlaması noktasıyla çakışık bir sürece karşılık gelir. 1826 yılındaki tüm yurtta zorunlu eğitim uygulamaları, ardışığında 1913 yılında tüm imparatorlukta zorunlu eğitimin devamlı hale getiriliş serüveni, aslında Türkiye’de öğretmen yetiştirmenin tarihsel, sosyolojik en çok da düşünsel zeminini oluşturmaktadır. Açılan eğitim kurumlarına icab-ı vakti hale lüzumlu tadiller (çağın gereklerine uygun düzenlemeler) en çok modern anlamda öğretmen yetiştirme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Özellikle Tanzimat Dönemi alarmizminden etkilenilen bu dönemde günümüz eğitim kurumlarının temel mantığı, her ne kadar da yüzeysel çözümler getirse de, bu döneme denk gelmektedir. İmparatorluk Dönemi öğretmen yetiştirme serüvenine kronolojik anlamda bir göz attığımızda, 1848’de Ortaöğretmen Okulu (Dârülmuallimin-i Rüşdi), 1868’de Erkek İlköğretmen Okulu (Dârülmuallimin-i Sıbyan), 1870’de Kız Öğretmen Okulu (Dârülmuallimat), 1891’de Yüksek Öğretmen Okulu (Dârülmuallimin-i Âliye), 1913’de Anan Öğretmen Okulu (Ana Muallim Mektebi) açılması önem arz etmektedir. 2. Meşrutiyet Dönemi’ne gelindiğindeyse İstanbul Erkek Öğretmen Okulu’nun yaptığı çalışmalar özellikle taşradaki öğretmen okullarının gelişimine pozitif bir ivme kazandırmıştır. Cumhuriyet dönemindeki eğitim kadrosunun varlığı, öğretmen yetiştirmenin pratik ve düşünsel zemininin sağlamlığı aslında 2. Meşrutiyet Dönemi’ne dayanmaktadır. Buraya kadar anlattıklarımızdan bir soluk alıp özellikle ''modern'' topluma ulaşma serüveninde Osmanlı döneminde ilk askeri kurumlarda meydana gelen yenilikler, temelde eğitimdeki arkaik kurumlardaki ileri yönlü atılımlarla kendini göstermiştir diyebiliriz. 16 Mart 1848’de Dârülmuallimin’nin kurulması, öğretmen okullarının kuruluş yıldönümü olarak kutlanılan tarihi ifade eder. Cumhuriyet Dönemi’ne geldiğimizde ise, özellikle öğretmen yetiştirmek için ilk olarak 1924’de Musiki Muallim Mektebi’nin açılması, 1926 yılında ortaokullara ''Gazi Eğitim Enstitüsü’nün'' sadece Türkçe öğretmeni yetiştirmek üzere Konya’da ''Orta Muallim Mektebi'' adıyla kurulması, ardından bu okulun Ankara’ya taşınması, bu okulda farklı bölümlerin açılması, pedagoji bölümleri dâhil, önemli bir gelişmedir. Öğretmen yetiştiren kurumlardaki eğitim süresinin arttırılması da bu döneme denk gelmiştir. 1924-1940 yılları arasında özellikle Avrupa ülkelerinden eğitim bilimciler çalışma yapmak amacıyla ülkemize davet edilmiş, öğretmen ve öğretim üyesi yetiştirmek için dış ülkelere ülkemizden öğrenciler gönderilmiştir. 1926 yılında Çapa Kız Öğretmen Okulu’nda beden eğitimi öğretmeni yetiştirmek için 1 yıl süreli kursların açılması da bu döneme karşılık gelir. Aynı yıl içerisinde İstanbul’da resim öğretmeni, Ankara’da ise öğretmen ve müfettişlere yeni beceriler kazandırmak için kurslar açılmıştır. 19261927 yılları arasında 3 yıl süreli eğitim veren Kayseri Zencidere ve Denizli’de Köy Öğretmen Okulları açılmış, daha sonraki dönemde ise, bakanlıktan yeterli destek görmediği için kapanmıştır. 1934’de Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu açılmış, kız enstitülerine öğretmen yetiştirilmiştir. 1936 yılında ortaokullara kısa sürede öğretmen yetiştirmek amacıyla öğrenim süresi 12 ay olan hızlandırılmış kurslar açılmış, bu uygulama 1939’a kadar sürmüştür. 1936 yılında Eskişehir Çifteler’de okuryazar köy gençlerini eğitmen olarak yetiştirmek amacıyla 6 ay süreli kurslar açılmış, sayıları artarak 1948 yılına kadar sürmüştür. 1937 yılında Eskişehir Çifteler ve İzmir Kızılçullu’da iki köy öğretmen okulu açılmış, bu okullar 17 Nisan 1940’da çıkarılan 3.803 sayılı yasa ile Köy Enstitüsü adını almış, 1948’e kadar sayıları 21’e ulaşmış ve 1946’dan sonra özgün yapıları değiştirilerek 1954 yılında tamamen kapatılmıştır. 1937’de erkek sanat enstitülerine öğretmen yetiştirmek amacıyla Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu, 1942’de köy enstitülerine öğretmen yetiştirmek amacıyla Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü açılmıştır. 1956 yılında ticaret ve turizm okullarına öğretmen yetiştirmek üzere Ankara’da Ticaret ve Turizm Yüksek Öğretmen Okulu açılmıştır. 1959 yılında liselere üniversite katkısı ile öğretmen yetiştirmek üzere Ankara ve izleyen yıllarda değişik yerlere Yüksek Öğretmen Okulları, İstanbul’da ve sonraki yıllarda diğer illere de din dersi öğretmeni ve din görevlisi yetiştirmek üzere ''Yüksek İslam Enstitüleri'' açılmıştır. İlk eğitim fakültesi 1965 yılında; eğitim uzmanı, yönetici ve öğretmen yetiştirmek üzere Ankara Üniversitesi’nde açılmıştır. 1969 yılında ilköğretmen okulları, öğretmen liselerine dönüştürülmüş, 1973-1974 öğretim yılında ise tamamen lise işlevi görecek duruma getirilerek öğretmen liselerine dönüştürülmüştür. 1969 yılı sonunda temelde ortaokullara öğretmen yetiştirmek üzere kurulan eğitim enstitülerinin öğrenim süresi 3 yıla çıkarılmış, 1977 yılında bu enstitülerin öğrenim süreleri 4 yıla çıkarılmış ve 1980 yılında alınan bir kararla eğitim enstitülerinin adı ''Yüksek Öğretmen Okulu'' olarak değiştirilmiştir. Bu okulların adı 1990-1991 eğitim öğretim yılında ''Anadolu Öğretmen Liseleri'' olarak değiştirilmiştir. 2014-2015 eğitim-öğretim döneminden hemen önce ise Anadolu Öğretmen Liseleri; Anadolu Lisesi, Sosyal Bilimler Lisesi veya Fen Lisesi'ne dönüştürülmüştür. Şimdiye kadar tarihsel süreçleriyle ele aldığımız Anadolu Öğretmen Liseleri’ne hasbelkader benim bakış açımla birkaç değerlendirmede bulunacağım. Döneminin gözde okullarından olan bu liseler öncelikle orta sınıf ailelerin çocuklarının eğitim gördüğü okullardı. Yoksul çocuklar için ise iki çeşit yemeğin, salatanın ve yanında tatlının bulunduğu, belirli günlerde çıkan zengin yemek menüsüne sahip, özellikle evlerdeki olanaklardan daha fazla imkân sunan okullardı. Özellikle bu okullarda yatılı öğrenim görenler fiziksel şartların yanında öğretmen lisesinin zengin atmosferinden nasiplerini almaktaydılar. Okulun imkânlarını şu ölçüde fazla övdüğümü düşünebilirsiniz yalnız gerçekten kısıtlı ortamlarda yaşamlarını sürdüren, geleceğe dair umut besleyen ailelerin çocukları için eğitimlerinin kesintisiz, asgari koşullarda da olsa, sürdürme olanağının bulunduğu eğitim kurumlarıydı. Birçoğunun özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde Yatılı İl Bölge Okulları’nda (YİBO) ilköğrenimini tamamlamış çoğu öğrenci için fiziki şartları daha uygun idi. Çevrenin öğrenme üzerindeki etkisi, bunların peşi sıra akademik başarı düzeyine etkisi tartışılmaz bir gerçeklik olduğundan toplumdaki mesleki anlamda dikey hareketliliğe sunduğu katkı bahsedilmeye değer. Bu okullarda alınan meslek dersleri, özellikle Eğitim Bilimine Giriş, Öğretmenlik Mesleğine Giriş, Eğitim Psikolojisi, Eğitim Sosyolojisi, Öğretim İlke ve Yöntemleri, Türk Eğitim Tarihi gibi dersler özellikle bu okullardan mezun olduktan sonra Eğitim Fakülteleri’nde lisans eğitimlerini tamamlayacak öğretmenlerde ciddi pedagojik bir temel oluşturmaktaydı. Bu aslında bilgi temelli olmaktan çok, öğretmenlik mesleğinin hamuruyla yoğruldukları lise dönemindeki eğitim yaşantılarından bağımsız da ele alınamayacak bir durumdu. İleriki dönemlerde bu liselerden mezun olan öğretmenlerin çalıştıkları kurumların zorlukları, bu okullardaki öğrenci profili ne olursa olsun, mesleki yeterlilik, alan bilgisi en çok da pedagojik bilgileri ile veliye yaklaşımları, öğrencileri dönüştürme becerileri, idarecilik yaparken kullandığı üslup, yaptığı iş ve işlemlerdeki yöntem ve tekniklerin diğer liselerden mezun birçok öğretmenden daha makul ve işlevsel olduğu gözlemlenmektedir. Bu okullar; çekirdekten yetişme sıfatını kullanabileceğimiz bu kitleden gelen öğretmenler, her alanda istenilen gelişmişliğe ulaşmak isteyen ülkemiz ve özellikle girdisi insan olan bir sistem için vazgeçilmez özellikler taşımaktadır. Gözden çıkarılacak tek bir bireyin olmadığı günümüz yaşantısında, öğrencilerin ilgi, istek ve yetenekleri doğrultusunda sorunları doğru tespit ile duygusallığı da göz ardı etmeyen bir öğretmen modeli, elbette ki her şeyden önce kendi bireyselliğini oluşturmuş, öğrenmeyi öğrenmiş, bilmediğini bilen bu doğrultuda gerekli araştırmayı yaparak önce kendi varoluşunu, akabinde ülkesine katkı sunabilen üretken bireylerden oluşan toplum modeli inşasında önemli bir rol oynar. İşte bu öğretmen modeli bizatihi bu okulların birer çıktılarıdır. Tarihselliğinde elbette ki eksiği bulunan kurumlar tamamen kaldırılmak yerine reformlar yapılarak iyileştirmeler sağlanabilir. Ülkemizdeki Öğretmen Akademisi kurma çalışmaları bu liselerin geçmiş üretken potansiyelleri üzerine inşa edilebilirse daha başarılı sonuçlar elde edilebileceğini düşünüyorum. Karneleri dağıtıp yaz tatili için memleketime gittiğimde, sınıfımızdaki lise arkadaşlarımızla ne zaman toplansak kentin dışındaki Adıyaman Anadolu Öğretmen Lisesi’ne mutlaka uğrarız. Geçen yaz da böyle oldu. Okula gittiğimizde bu sefer okulun tabelasında eski ismini göremeyince kendimi köklerinden koparılmış, birçok yaşantısı ve anısı bir depremle yerle bir olmuş, duvarlarına sinmiş anıların boynu bükük hüzün halleri, diş hekimi ve doktor olan diğer iki arkadaşımı da kapamış olmalı ki yemekhane kapısında, güç bela bulduğumuz, binanın eski isminin hala silinmediği etiket bizi sevindirmişti. Peşine düştüğümüz o binada geçirdiğimiz zamanlara biz de vardık. Siliniyor oluşunuz aslında acı da tatlı da olsa bizim şu an buruk bir gülümsemeyle andığımız, bizi biz eden temel kristallerdi. Şüphesiz o kristaller geçmiş ile şimdiyi ve geleceği somut bir güzellikle aynı karede yakalamıştı. Bu, bir dönem eğitim gördüğü okulunun isim değiştirdiği, yıkıldığı veya taşındığı herkeste yaşanabilir diyenleri duyabilmekteyim. Şüphesiz duyguların gerçekliğini, benzerliğini, paylaşılabilirliğini en çok da anlaşılabilirliğini ifade etmek gerektiğine inanmaktayım. On dört yaşımda girdiğim okuldan üst devredeki büyüklerimizden hayata dair çok şey öğrendim. Öğretmenlerimizin bize kendilerine eşit bireyler kabul ederek gerçekleştirdikleri yaklaşımlarının, çalışmalarımızı destekleyen rehberliklerinin, meslek yaşantımda öğretmenlerimin kullandığı öğretim yöntem ve tekniklerinin sorun yaşadığımda imdada yetişlerini, idarecilerimizin ise disiplin problemi yaşayan öğrenciye karşı profesyonel tutum ve davranışları için ne kadar teşekkür etsem azdır. İnsan, ait olduğu yere veda edemez, en çok da vefa duygusunun hayatın her alanında önemli olduğunu, mezun olduğum lisenin adı değişse de dünyayı henüz anlamlandırma evresinde sendelediğim, düştüğüm, kalktığım bu güzel ortamın bu çağda bende bıraktığı izleri layıkıyla taşıma çabası içindeyim. Tüm öğretmen lisesi mezunu arkadaşlara aynı aileye mensup olduğumuzu, bu ailenin bahçesinde güzel günler geçirdiğimizi, topraktan gelen insanın işlenip cevher haline dönüştürüldüğü öğretmenlik mesleğinde ortak geçmişe sahip oluşumuzun mutluluğunu meslektaşlarımla paylaştığımı ifade etmek isterim. Diğer meslek gruplarına mensup arkadaşlarımızın da bir yanlarında öğretmenlik mesleğinin, ışık tutma sevincinden bir kıvılcımın yer aldığını ifade ederim, onlara da ayrıca selamlarımı iletirim. 2007’de lise ikinci sınıfta matematik dersindeyken deprem oldu. Bu esnada ders anlatan değerli matematik öğretmenimiz, çok sakin bir tavırla, sakin olun diyerek kendinden emin bir tavırla dua edip artçı deprem hala sürmekteyken tahtayı bırakmadı. Derse tam devam edecekken dışarı çıkmak isteyen ben, dayanamayıp mütedeyyin kişiliğine vurgu yaparak: ''Tabi hocam sizin tuzunuz kuru, olan bize olacak. '' demem o zor anda bile sınıfta gülüşmelere yol açmıştı. Esen kalmanız dileğiyle, selam ve sevgilerimle. Sıddık UÇAR Kaynaklar 1-http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/160/esme.htm 2-http://uteb.gop.edu.tr/Makaleler/1644058968_12.143-160ilkay%20abazao%C4%9Flu.pdf 3-https://www.frmtr.com/lise-bilgileri/6495763-ogretmen-okullarinin-kurulus-yildonumu-ile-ilgiliher-sey-tum-dokumanlar-16-mart.html#post58726931 4-http://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/146/gelisli.htm 5-http://www.egitimajansi.com/metin-canga/ogretmen-okullarinin-169-yillik-kurulus-tarihcesikose-yazisi817y.htmlhttp://dhgm.meb.gov.tr/yayimlar/dergiler/Milli_Egitim_Dergisi/160/esme.htm 6-http://uteb.gop.edu.tr/Makaleler/1644058968_12.143-160ilkay%20abazao%C4%9Flu.pdf 7-http://www.milliyet.com.tr/ogretmen-okullarinin-167-kurulus-yil-istanbul-yerelhaber-675934/ 1) Tıpta Açık Düşünce Kulübü Burhan DURSUN Kulübümüz 2003 yılında Prof. Dr. Sayın Muzaffer Metintaş’ın emekleri ile kurulmuştur. Yoğun özveri ve azimle çalışan kulüp üyeleri 14 Mart Tıbbiyeli ruhunun bilincinde ve izindedir. Bu yolda önündeki her türlü engeli aşacak kabiliyet ve kararlılığa sahiptir. Kulübümüzün misyon ve vizyonunu sizlere şu kelimelerle anlatmak istiyorum: Amacımız ülkesine ve milletine faydalı tip etiği ve ahlakının bilincinde ve her şeyden önemlisi insani değerleri ön plana alan iyi birer hekim olma yolunda vatansever genç tıbbiyelilere destek olmaktır. 14 Mart Ruhu ve Tıbbiyeli Hikmet Boran’a gelince, Mustafa Kemal’e bir toplantıda söylev'in sonundaki o ünlü sözüne ithafen: "Koca ülkeyi gençlere nasıl emanet ettiniz paşam?" diye sorarlar. Mustafa Kemal şöyle dedi: "Ben milli mücadeleye çıktığımda ordunun da halini gördüm, saltanatın da bir de bağımsızlık ışığı gözünden parlayan Doktor Hikmeti''der. Evet, Hikmet Boran dört bir yanı düşmanla çevrili olan bu cennet vatani kurtarmak için büyük bir ateşi yakacak olan kıvılcımdı. Bizler Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıpta Açık Düşünce Kulübü olarak kendimizi kıvılcımla tutuşan, yanmakta olan ateşin devamı olarak görüyoruz. Bu yolda bu cennet vatanın dört bir yanında görev yapmaya her daim hazırız. Etkinliklerimiz Misyon ve vizyonumuzda belirttiğimiz doğrultuda etkinlikler yapmaya çalışıyoruz. Çeşitli konferanslar, ziyaretler, bilgilendirmeler gibi çalışmalarımız ile Tıbbiyeliler yol göstermeye çalışıyoruz. Engelli kardeşlerimizi düzenli olarak ziyaret edip elimizden geldiği kadar ihtiyaçlarını karşılaşıyoruz. Çeşitli yardım kampanyaları yapıyoruz. Belirli konularda bilgilendirme yapma amacıyla çeşitli konferanslar, seminerler ve toplantılar düzenliyoruz. Acil tıp etkinliği adı altında genellikle 1. ve 2. sınıflara, 1 gece de olsa intörn doktor gözünden hastaneyi görmelerini sağlıyoruz. Saygılarımızla Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıpta Açık Düşünce Kulübü 2) 14 Mart Tıp Bayramı Ruhu Mustafa Kemal’e bir toplantıda Söylev’in sonundaki o ünlü sözüne ithafen: “Koca ülkeyi gençlere nasıl emanet ettiniz Paşam?” diye sorulur. Mustafa Kemal bu soruya çok güzel bir cevap verir. “Ben Milli Mücadeleye çıktığımda ordunun da halini gördüm, saltanatın da. Bir de bağımsızlık ışığı gözünden parlayan Dr. Hikmet’i.” der. Birinci Dünya Savaşı ve Gülhane’nin İşgali Hikmet Bey Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de tıp öğrencisi olarak öğrenim gördüğü yıllar 1. Dünya Savaşı yıllarıdır. Osmanlı İttifak devletleriyle birlikte girdiği bu savaşı kaybetmiştir ve 1918’de İtilaf devletleriyle Mondros Ateşkes Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşma sonucunda itilaf devletleri Anadolu’yu işgale başlamışlardır. Bunun sonucunda 13 Kasım 1918’de işgal güçleri İstanbul’u işgal etmişlerdir. İngiliz kuvvetleri 03 Şubat 1919’da Hikmet (Boran) Bey’inde öğrenim gördüğü “Tıbbiye Mektebine” el koyarlar ve okulun boşaltılması için belli bir süre verirler. Öğrenciler okullarını kurtarabilmek, işgale karşı gelmek için yol arayışlarına girişmişlerdir. Tıbbiyeli Hikmet (Boran) o zamanlarda 3.sınıf öğrencisidir ve kişiliği itibariyle diğer öğrenciler tarafından saygı duyulan bir insandır. Öğrenciler Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin 14 Mart 1827’de kurulmasının 92.yıl dönümünü kutlama isteklerini okul idaresine kabul ettirirler. Fakat tıbbiyelilerin asıl amacı kutlamadan ziyade İngiliz işgaline karşı bir ayaklanma çıkarmaktır. Tıbbiyeli Hikmet’in de öncülük ettiği öğrenciler okulun iki kulesi arasına dev bir Türk Bayrağı açarak kutlama bahanesiyle İngiliz işgalini protesto ederler. İngilizler bu toplantıyı zor kullanarak dağıtırlar ve birçok öğrenciyi de tutuklarlar. Tıbbiyeli Hikmet ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği bu direniş Kurtuluş Savaşı ruhunun kıvılcımı niteliğinde olacaktır ve ilerleyen zamanlarda bu ateş bütün Anadolu’yu saracaktır. 14 Mart tarihinde gerçekleşen bu direniş aynı zamanda bundan sonra ülkemizde bu tarihin Tıp Bayramı olarak kutlanmasına vesile olacaktır. Tıbbiye Öğrencilerinin Sivas Kongresi’ne Delege Seçmesi Tıbbiyelilerin gerçekleştirdiği bu direnişten yaklaşık 3 ay sonra; 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları Samsun’a çıkar. Bu olayla birlikte tıbbiyelilerin ve diğer vatan sevdalılarının saçtığı kıvılcım Anadolu’ya yayılır ve büyük bir ateş halini alarak yayılmaya başlar. Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi ve Sivas Kongresi gibi toplantılarla ülkenin birçok yerinden delegeler bir araya gelerek ülkemizin bağımsızlığı için çözüm arayışlarına girişeceklerdir. Yine bu amaçla Mustafa Kemal Sivas Kongresi’ne öğrencilerin de delege göndererek katılmasını ister. Tıbbiye öğrencileri vatanın işgal edilmesi karşısında boş zamanlarında bildiriler hazırlayıp İstanbul sokaklarına gizlice yapıştırıyorlardı. Tıbbiyede yapılan bir toplantıda tıbbiyeli Emin Ali (Şavlı) Bey “Arkadaşlar, imza toplamak, bildiri dağıtmak gibi şeyler boştur. Yapılacak iş, bugünlerde Anadolu’ya geçen kumandanın arkasından gitmek ve orada hizmet etmektir.” diyerek harekete geçilmesini önermiştir. Bu sırada tıbbiyede çalışan Dr. Talat Bey öğrencilerin Sivas Kongresi için delege seçmelerini teşvik etti. Öğrenciler Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas’ta yapacağı kongreye katılmak için alacakaranlıkta okulun hamamındaki göbek taşında toplandılar. Toplantıda Sivas Kongresi’ne iki tıbbiyelinin gönderilmesi kararlaştırıldı. Bunlar üçüncü sınıftan Hikmet ve Yusuf Bey’di. Sivas’a gitmek için gerekli olan parayı sağlamak amacıyla öğrenciler kendi ceplerindeki paraları çıkarıp verdiler. Toplam 950 kuruş toplandı. Bu para sadece bir kişinin Sivas’a gidip gelebilmesi için yeterliydi. Bunun üzerine Yusuf, bu parayla Hikmet’in gönderilmesini teklif etti ve arkadaşları da bu öneriyi kabul etti. Geriye kalan birkaç prosedür de tıbbiyelilerin ve hocaların yardımıyla çözüldükten sonra Hikmet önce Ankara’ya oradan da Sivas’a geçmek üzere yola çıktı. Tıbbiyeli Hikmet’in Mandayı Reddetmesi Sivas Kongresi toplanmıştı; Tıbbiyeli Hikmet 18 yaşında olmasına rağmen Mili Mücadele ruhunun yeşertilmesi için kongreye katılan 31 delegeden birisiydi. Kongrede bazı delegeler Amerikan mandasının kabul edilmesini konuşmaya başlamışlardı. Mandacılık demek bağımsızlığı kabul etmeden bir devletin himayesi altına girmek demekti. Mandacılığın kabul edilmesi gerektiğini savunan kişilerin sayısı da azımsanamayacak miktardaydı. Bütün bu söylemlere çok şaşıran Tıbbiyeli Hikmet oturumlar sırasında söz alarak, delegelerin hayret nidaları arasında yüksek ve heyecanlı bir sesle: “Paşam, delegesi bulunduğum Tıbbiyeliler beni buraya istiklal davamızı başarmak yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler. Mandayı kabul edemeyiz. Eğer manda fikrini kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olursa olsun şiddetle reddeder ve kınarız. Farzı muhal, manda fikrini siz kabul ederseniz sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i ‘vatan kurtarıcısı’ değil ‘vatan batırıcısı’ olarak adlandırır ve lanetleriz.” diye bağırdı. Bu yürekten kopup gelen sözler karşısında delegelerin birçoğunun gözleri yaşarmıştı. Mustafa Kemal Paşa da heyecanlanarak coşkulu bir sesle: “Arkadaşlar gençliğe bakın, Türk milli bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin.” “Evlat, müsterih ol. Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz, azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal ya ölüm!” Ayrıca Tıbbiyeli Hikmet Milli Mücadele için oluşturulan bütün derneklerin “Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” adıyla, bir çatı altında toplanmasını öneren kişidir… Hizmetlerde Sınır Yok Sivas’tan dönen Hikmet (Boran) yakın arkadaşı Yusuf Balkan’la birlikte tekrar Anadolu’ya geçip Ankara’ya gitmiş ve milli mücadele için hizmet vermiştir. Anadolu’ya geçen diğer Tıbbiyeliler ile birlikte yanlarında sıhhiye depolarından kaçırdıkları malzemeleri de getirmişlerdir. Bu öğrenciler başhekimi Dr. Adnan Adıvar olan Cebeci Hastanesi’nde; bakteriyoloji uzmanı Tabip Albay İbrahim Tali Bey (Öngören)’in başında bulunduğu laboratuarda aşı yapımında çalışırlar ve iki arkadaş İbrahim Tali Bey’le beraber kendi üzerlerinde tifüs aşısı denenmesini gönüllü olarak kabul ederler. Askeri cephedeki fedakârlıkları bilim cephesinde de devam eder, imkânsızlıklar içinde tıbbi çalışma yürütürler. Savaş bittikten sonra İstanbul’a dönmüş ve tahsilini tamamlamıştır. Hayatını genel cerrah olarak sürdürür. 1940’lı yıllarda gönüllü olarak “şark hizmeti” ne gider, Sarıkamış’ta görev yapar. Müthiş Son Tıbbiyeli Hikmet, 1901 yılında Balıkesir’in Savaştepe bucağında doğmuştur. Posta-Telgraf memurlarından Hakkı Bey’in oğludur. 1922 yılında fakülteden mezun olmuştur. Dr. Hikmet Boran’ın oğlu ünlü sanatçı ve spiker Orhan Boran’dır. Dr. Yusuf Balkan, Dr. Hikmet Boran’ın kız kardeşiyle evlidir. Cumhuriyetin ilanından sonra “Boran” soyadını alır. Öğrenciliğinde ve Cumhuriyetin ilanından sonra tatillerde Savaştepe’ye sık sık geldiği, kaldığı bilinmektedir. Mütevazi kişiliği ile ön plana çıkmayı istemediği, fedakârca çalıştığı, Atatürk’ü çok sevdiği halde yurt gezilerinde yakın illere geleceğini öğrenince izine ayrıldığı, yanına yaklaşmak yerine görünmeden uzaktan dinlemeyi, izlemeyi tercih ettiği bilinmektedir. Erken denecek yaşta, 46 yaşında veremden ölür. Ölümüne neden olan Verem hastalığına da Tabip Yarbay olarak Sarıkamış’ta görevliyken soğuk ve kara rağmen özverili çalışması, karda mahsur kalan askerlere ulaşmaya çalışırken ciğerlerini üşütmesi nedeniyle yakalandığı belirtilmektedir. 1945 yılında vefat eden Hikmet Boran’ın mezarı Karaca Ahmet Şehitliğindedir. Burhan DURSUN Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. Sınıf Öğrencisi Wikipedia Günlükleri - Çanakkale Savaşı Dr. Bilal BAL 102. Yıl dönümünü kutladığımız şanlı zaferimizi tarihi kaynaklardan okuyalım. Wikipedia günlükleri olarak Wikipedia’dan aldığımız bu sayfanın linki şu şekildedir: https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87anakkal e_Sava%C5%9F%C4%B1 Çanakkale Savaşı veya Çanakkale Muharebeleri, I. Dünya Savaşı sırasında 1915–1916 yılları arasın-da Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir.[9] İtilaf Devletleri; Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul'u alarak İstanbul ve Çanakkale boğazlarının kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir erzak tedarik ve askeri ikmal yolu açmak, başkent İstanbul’u zapt etmek suretiyle Almanya’nın müttefiklerin- HAREKAT ÖNCESİ den birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amaçları ile ilk hedef olarak Çanakkale Boğazı'nı seçmişlerdir. Ancak saldırıları başarısız olmuş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Kara ve deniz savaşı sonucunda iki taraf da çok ağır kayıplar vermiştir. Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan ettiğı 1 Ağustos 1914'ün hemen ertesi günü, Almanya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır. Bu antlaşma, imparatorluğun eninde sonunda Almanya'nın ana gücünü oluşturduğu İttifak Devletleri safında fiilen savaşa gireceği anlamına gelmektedir. Enver Paşa, fiilen savaşa girmeyi, seferberliğin tamamlanmamış olması ve Çanakkale Boğazı savunmasının tamamlanmaması gibi gerekçelerle ertelemeye çalışmıştır. Ancak Almanya, bir an önce savaşa fiilen girilmesi için baskılarını sürdürmüştür. Bu baskılar, Akdeniz'de Britanya donanması önünden çekilen Goeben ve Breslau savaş gemilerinin İstanbul'a gelmesiyle bir oldu bittiye getirilmişti. Daha sonra Osmanlı Donanması'na bağlı bir grup gemiyle Karadeniz'e açılan bu gemiler 27 Ekim 1914 tarihinde Rus limanlarını bombalayınca Rusya, Osmanlı İmparatorluğu'na savaş ilan etmiştir. Birleşik Krallık Savaş Konseyi sektereri Albay Hankey Winston Churchill 'in de desteğiyle, 1914 yılı Eylül ayında Çanakkale Boğazı'nın donanmayla geçilerek İstanbul'un işgalini öngören bir planı savaş konseyine sunmuştur.. Plan, çeşitli evrelerden geçerek uygulamaya kondu ve Birleşik Krallık ve Fransa gemilerinden oluşan bir donanmanın Boğaz'a geniş çaplı saldırıları 1915 Şubat ayında başlatıldı. Özellikle 19 Şubat 1915 ve 25 Şubat 1915 bombardımanları sonucu Müstahkem Mevki Komutanı Cevat Çobanlı giriş tabyalarının geri hatta çekilmesi emrini uygulatmıştır. En güçlü saldırı ise 18 Mart 1915 günü uygulamaya konuldu. Ancak Birleşik Donanma ağır kayıplara uğradı ve deniz harekatından vazgeçmek zorunda kalındı. Deniz harekatıyla İstanbul'a ulaşılamayacağı anlaşılınca bir kara harekatıyla Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı sahil topçu bataryalarını ele geçirmek planı gündeme getirilmiştir. Bu plan çerçevesinde hazırlanan Britanya ve Fransa kuvvetleri 25 Nisan 1915 şafağında Gelibolu Yarımadası'nın güneyinde beş noktada karaya çıkarılmıştır. Britanya ve Fransa çıkarma kuvvetleri her ne kadar Seddülbahir ve Arıburnu sahillerinde köprübaşları oluşturmayı başardılarsa da Osmanlı kuvvetlerinin inatçı savunmaları ve zaman zaman giriştikleri karşı taarruzlar sonucunda Gelibolu Yarımadası'nı işgalde başarılı olamadılar. Bunun üzerine sahildeki kuvvetler takviye edilmek için Arıburnu'nun kuzeyinde Suvla Koyu'na 6 Ağustos 1915 tarihinde yeni kuvvetlerle bir üçüncü çıkarma yapılmıştır. Ancak 9 Ağustos’ta Kurmay Albay Mustafa Kemal'in Birinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen karşı taarruzunda İngiliz Komutanlığı ihtiyat tümenini ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir. Mustafa Kemal ertesi gün Kocaçimentepe – Conk Bayırı hattında yeni bir karşı taarruz gerçekleştirmişti, bu hattaki Anzak birliklerini de geri atmıştır. Britanya ve An- zak kuvvetlerinin İkinci Anafartalar Muharebesi olarak bilinen genel taarruzları ise Osmanlı savunmasını aşamamıştır. Tüm bu gelişmelerin sonrasında İngiliz, Anzak ve Fransız kuvvetleri Gelibolu Yarımadasını 1915 yılı Aralık ayı içinde tahliye etmiştir. 1 Harekat öncesi 1.0.1 1. Dünya Savaşı Sanayi Devrimi'nden itibaren giderek büyüyen üretim bir yandan hammadde gereksinimini sürekli artırırken diğer yandan yeni pazarları gerektiriyordu. Diğer yandan giderek büyüyen sermaye birikimi, yeni yatırım alanları bulmaya yöneliyordu.[10] Avrupa'nın büyük devletleri 19. yüzyıl boyunca farklı hızlarda gelişmişlerdi ve gelişmelerini sürdürebilmek için etki alanlarını genişletmek için sıkı bir rekabet içindeydiler. Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Çarlık Rusyası farklı ilgi alanlarına sahip olsalar da bu alanlar çok yerde iç içe girmektedir. Sonuçta bu rekabet, 20. yüzyılın başlarında bir savaşı kaçınılmaz olarak gündeme getirmişti.[11] Bu ülkeler arasında süreç içinde oluşan ittifaklar da olası savaşın Avrupa çapında bir savaş olmasına yol açacaktır. Bu dönemde netleşen bu ittifaklar, Birleşik Krallık, Fransa ve Çarlık Rusyası'nın oluşturduğu İtilaf Devletleri ile Almanya, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve İtalya'nın oluşturduğu İttifak Devletleri bloklarıdır.[11] Bu şekilde bir bloklaşma 1882 yılında Almanya, Avusturya Macaristan İmparatorluğu ve İtalya arasındaki bir ittifakla, bir bloğu oluşturmuştu. Kısa süre sonra 1894 yılında Fransa – Rusya, 1904 yılında Birleşik Krallık – Fransa, 1907 yılında da Birleşik Krallık – Rusya arasında antlaşmalar yapılarak diğer blok şekillenmiştir.[12] Birleşik Krallık ve Fransa arasındaki 1904 yılı antlaşması ilginçtir. Birleşik Krallık, Fransa'nın “Kuzey Afrika'nın en iyi parçalarını" almasına göz yumuyordu, Fransa ise Mısır'daki Britanya varlığına karışmayacaktı.[13] Birleşik Krallık ile 1907 yılında Çarlık Rusyası arasındaki antlaşma da 1904 antlaşmasına benzer biçimde, esas olarak tarafların Avrupa dışı ilgi alanlarını düzenliyordu. İran, Afganistan, Çin ve Tibet'teki iki ülkenin çıkarları arasındaki çekişmelere çözüm getiriyordu.[14] Tüm bunların ortaya koyduğu haliyle Avrupa'daki bu bloklaşmalar, esas olarak Avrupa dışı paylaşımı konu almaktaydı. Dolayısıyla bu bloklaşmanın sonunda ortaya çıkacak olan Avrupa çapındaki topyekün savaş, esas itibariyle Avrupalı büyük güçlerin, Avrupa dışını yeniden paylaşımı mücadelesi olarak görülmektedir. I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Balkanlar da iki kampa ayrılmıştı. Bir bakıma İtilaf Devletleri'nin himayesinden olan Yunanistan, Romanya ve Sırbistan bir tarafı oluştururken İttifak Devletleri'ne daha eğilimli görünen Bulgaristan diğer tarafı oluşturuyordu. Dolayısıyla bu bölgeyle ilgili hesaplarda Bulgaristan'ın durumu hesaba katılmak zorundaydı. Nitekim 1914 yılının Haziran ayın- da Bulgaristan yüklüce bir borç anlaşmasıyla de facto İttifak Devletleri safına kaymıştır.[15] Sonuç olarak özellikle Avrupalı büyük devletler arasında oluşan bu bloklaşma, yerel bir çatışmanın bile Avrupa'nın en azından dört büyük devletinin işe karşımasını gerektirecekti.[16] Sonuçta ortaya çıkan da bu oldu. Avusturya Macaristan İmparatorluğu veliahtı Franz Ferdinand 28 Haziran 1914 günü bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürüldü.[17] Bunun üzerine Avusturya Macaristan İmparatorluğu Sırbistan'a 48 saat süreli bir ültimatom vermiştir. Sırbistan'ın tüm oyalama çabalarına karşın 28 Temmuz Belgrad'ı bombalamaya başlayarak bu ülkeye savaş ilan etti. Ardından Çarlık Rusyası genel seferberliğe gitti.[18] Ancak Almanya daha önce Rusya'nın seferberlik ilanını, savaş ilanı olarak kabul edeceğini tüm devletler nezdinde deklare etmiştir.[19] Bunun üzerine 1 Ağustosta Rusya'ya, 3 Ağustosta da Fransa'ya savaş ilan etti.[18] Bu savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ederek Almanya – Avusturya bloğundan ayrılmış, bir yıl sonra yeniden katılmıştır. Almanya, geçmişten beri, daha net olarak Bismarck'tan beri iki cepheli bir savaştan kaçınmaktaydı ancak bu değişmez kaderi gibi görünüyordu. Doğuda Çarlık Rusyası, batıda ise Fransa gibi iki güçlü devlet vardı. Alman İmparatorluğu'nun 1891 – 1905 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığını üstlenen Schlieffen, bu tehlikeli durum için bir plan geliştirmişti ve doğal olarak Schlieffen Planı olarak biliniyordu. Bu plan, Rusya'nın seferberliğini bir ay içinde tamamlayabileceği hesabına dayanmaktadır. Almanya, tüm gücüyle batıya saldırarak kesin sonuç elde edecek ve bunun üzerine seferberliğini anca tamamlamış olan Rusya'ya saldıracaktı. Böylelikle iki cephede savaşma durumunda düşmekten kaçınacaktı.[19] Almanya bu stratejiyi uygulamak için 3 Ağustosta Fransa'ya savaş ilan eder etmez hiç vakit kaybetmeden, bu ülkeye Belçika üzerinden saldırı hazırlığına girişmiştir. Belçika'dan geçiş için izin istendiyse de olumlu yanıt alınmadı ve bunun üzerine Alman orduları 4 Ağustosta Belçika'ya saldırdı.[20] Ancak kısa süre içinde bu stratejinin uygulaması başarısız oldu ve Alman Orduları Marne'de Salatalıık – Britanya savunmasını aşamadı ve 12 Eylülde Marne hattında durduruldular. Artık Schlieffen Planı işlemeyecekti[21] Bu durumda Almanya yine iki cepheli savaşla karşı karşıyaydı. Doğuda Rusya ile, batıda da Britanya ve Fransa kuvvetleriyle çarpışmak durumundaydı. Ancak iki cephede de güçlü olamazdı, bir tarafa öncelik vermeliydi. Güçlü olmayı seçtiği cephe Batı Cephesi'ydi, doğuda zayıf kuvvetlerle oyalama muharebesi verecek, diğer deyişle savunmada kalacak, kuvvetlerinin büyük kısmını Batı'da kullanarak burada kesin sonuç elde ettikten sonra esas kuvvetlerini Rusya Cephesi'ne aktaracaktı.[22] Avrupa içlerindeki bu gelişmeler, Birleşik Krallık ve Fransa’yı müttefikleri Rusya’yı desteklemek zorunda bırakmıştı.[23] Zaten Rusya, Almanya üzerinde yeterince güçlü bir baskı yapamamaktaydı. Kısıtlı endüstriyel kapasitesi dolayısıyla Britanya ve Fransa desteği- ne gerek duyuyordu.[23][24] Ancak Almanya'yı yenilgiye uğratabilmek için Rusya'nın muazzam insan kaynaklarından yararlanmak gerekiyordu. Bunun için de Rusya mühimmat, silah ve mali olarak desteklenmeliydi. Özellikle mühimmat yönünden bu zorunluydu. Çünkü Rus ordusu mühimmat stoklarını büyük ölçüde tüketmiş durumdadır. Bu durumda ondan taarruzi bir hareket beklenemezdi.[25] Fransa ve Birleşik Krallık'ın bu desteği sağlaması için olası dört yol vardır. Kuzey ulaşım hatlarından ikisi olanaksızdır. Kuzey Buz Denizi, yılın çok büyük bölümünde donmuş olduğundan deniz ulaşımına olanak vermemektedir, Baltık Denizi ise Alman Donanmasının denetimindedir.[26] Orta ulaşım yolu olan Avrupa karayolu ise Alman denetimindedir. Olası dördüncü yol ise Osmanlı İmparatorluğu’nun denetiminde bulunan Çanakkale ve İstanbul boğazlarının oluşturduğu denizyoludur. Sonuçta Rusya ile müttefiklerinin irtibatı kesilmiştir. Sadece Rusya'ya yardım konusu değil, Rus buğdayının ve petrolünün Avrupa'ya getirilmesi de artık olanaksızdır.[27] Sonuç olarak Rusya ile tek bağlantı boğazlardır.[25] İtilaf Devletleri'nin Birleşik Krallık / Fransa ve Rusya olarak doğu – batı parçaları arasındaki tek ulaşım hattı boğazlardı. Üstelik Rus savaş sanayi, savaş sırasındaki mühimmat sarfiyatını karşılayacak kapasitede değildi ve mühimmat açığı her geçen gün büyümekteydi.[28] 1.0.2 Osmanlı İmparatorluğu'nun ittifak arayışı Osmanlı İmparatorluğu, 20. Yüzyıl'ın başlarında neredeyse 200 yıldır Gerileme Dönemi'ndeydi.[29] Bu süre boyunca uğranılan askeri yenilgilere 1912-13 yıllarında yaşanan Balkan Savaşı eklenmiş, Balkanlar'daki toprakların bütün bütün elden çıkmış olmasının ötesinde en iyi eğitimli ve en iyi teçhiz edilmiş ordular bu savaşta kaybedilmişti. Dahası büyük miktarda silah ve mühimmat da terk edilmişti.[30] Avrupa devletleri I. Dünya Savaşı'nın hemen öncesinde Osmanlı İmparatorluğu'nun tarafsız kalacağını varsayıyorlardı.[31] Nitekim Osmanlı İmparatorluğu savaşın ilk aylarında “savaş dışı" durum ilan etmiştir. Bu durum İtilaf Devletleri arasında olumlu karşılanmıştır. Bu sayede Boğazlar ticari deniz trafiğine açık kalacaktır.[32] Osmanlı İmparatorluğu açısından da I. Dünya Savaşı patlak verdiğinde en doğru politika tarafsız kalmak gibi görünüyordu. Ancak “bu yeterli bir çözüm müydü? Bir de mümkün müydü?".[33] Avrupalı devletlerin Osmanlı toprakları üzerindeki niyetleri biliniyordu. Rusya, yüzyıllardır sıcak denizlere inebilmek için Boğazlar'ı istiyordu. Birleşik Krallık, Hindistan yolunun güvenliği için Filistin'i, petrolü için de Irak'ı istiyordu. Fransa, Lübnan, Suriye ve Kilikya'yı, İtalya ise Antalya'yı istemektedir.[34] Bunları bilen Osmanlı yöneticileri, söz konusu devletlerin bu emellerine ulaşmak için, savaş sırasında ya da savaştan hemen sonra Osmanlıyı rahat bırakmayacaklarını rahatlıkla seziyorlardı.[33] Gerçekten de Avrupa'nın büyük devletleri arasındaki gerginliklerin bir Avrupa savaşına varmasının nedenlerinden biri de Osmanlı toprakları HAREKAT ÖNCESİ üzerindeki emelleriydi ve İmparatorluğun parçalanması dan kaldıracağı hesap edilmektedir.[39] Diğer yandan Alsorunuydu. Diğer değişle her devlet, kendi ilgi alanının manya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu da savaş rakiplerinden önce kontrol altına almak istiyordu.[35] öncesinde Osmanlıyı ittifaka almaya yakın değillerdi.[33] Fakat Osmanlı İmparatorluğu için en vahim tehlike Rusya'nın durumuydu. Çarlık, Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılması durumunda, savaş sonrasında İstanbul'u terk etmek zorunda kalacaklarını hesaplıyor, şimdiden durumu sağlama bağlamayı gerekli görüyordu. Bunun için dönemin Dışişleri Bakanı Sergey Sazonov, 1914 yılı ilkbaharında İngiliz ve Fransız hükümetleriyle görüşmeler yaptı. Birleşik Krallık Hükûmeti'nin yanıtı oldukça açıktır.[31] Fransa ise bir süre Rus talebine karşı tutum takınmıştır. Ancak Akdeniz'de Alman tehdidi ortaya çıktıktan sonra karşı çıkmaktan vazgeçmiştir.[36] Osmanlı topraklarının İtilaf Devletleri arasında gizli antlaşmalarla, savaşın sona ermesinden önce paylaşılmasının bir diğer örneğini Fransa vermiştir. Fransa'nın Suriye ve Adana bölgesini alması, Birleşik Krallık ve Rusya tarafından prensip olarak kabul edilmiştir. Daha sonraki görüşmelerde Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Batı Karadeniz Bölgesi'nin Rusya'ya bırakılmasında anlaşma sağlandı. Fransa'ya verilecek toprakların çerçevesi de genişletildi. Paylaşmanın bir diğer uzantısı Britanya ile Haşimi Ailesi'nden Şerif Hüseyin arasında yapılan anlaşmadır.[37] Birleşik Krallık yönünden Şerif Hüseyin önemli bir kozdu, çünkü Peygamber ailesinden kabul ediliyordu.[37] Böylelikle Osmanlı Halifesi'nin İslam Dünyası üzerindeki otoritesini sarsacak güçte kabul ediliyordu.[37] Şerif Hüseyin de Arap Yarımadası'nı ve tüm Ortadoğu'yu içine alacak bir krallığı olsun istiyordu.[37] Görüşmeler sonunda Arap Yarımadası, Irak ve Suriye'yi kapsayan bir krallık kurması üzerinde 1916 yılı Ocak ayında anlaşma sağlanmıştır.[37] Ancak bu durum Fransa'yı harekete geçirdi. Birleşik Krallık ile Fransa arasıda 9-16 Mayıs 1916 tarihlerindeki bir dizi resmi mektuplaşmanın ardından Fransa'nın hakimiyet alanı yeniden belirlendi. Bu mutabakat, 29 Nisan 1916 tarihli Sykes-Picot Anlaşması ile resmileştirilmiştir.[37] Diğer tarafta Osmanlı yöneticileri de Batılı devletlerin bu emellerini seziyor ve Rusya'nın en büyük tehlike olduğunu görüyorlardı. Bu durumda Osmanlı yöneticilerinin, imparatorluğun güvenliği için bir desteğe ihtiyaçları vardı.[33] En mantıklı görünen, hem savaşta Rusya'nın ittifakı içinde olmak, hem de aynı ittifak içinde yer almakla Birleşik Krallık ve Fransa'nın desteğini sağlamak gibi görünüyordu. Bu amaçla Maliye Bakanı Cavit Bey Britanya makamlarıyla, Bahriye Nazırı Cemal Paşa ise Fransız makamlarıyla bir süredir temas halindedir. Ancak ne Britanya tarafı ne de Fransız tarafı bu ittifak yaklaşmasına sıcak bakmadılar. Rusya'nın da bu işe kesin olarak karşı olmasının da bu durumda payı olduğu kabul edilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun Britanya ile ittifak girişimine olumlu yaklaşılmamasında, Jön Türk yönetiminin kısa sürede çökeceği yönündeki öngörü etkili olmuştur.[38] Jön Türkler yerine Alman yanlısı olmayan bir iktidarın Almanya'nın Ortadoğu'daki tehdidini orta- Osmanlı İmparatorluğu'nun dış politikası, İkinci Meşrutiyet'in ilk yıllarından (1908) itibaren Almanya'dan yavaş yavaş uzaklaşırken Birleşik Krallık'a yaklaşmıştır.[40] Hatta Birleşik Krallık ile bir ittifak kurulması yönünde İttihat Terakki Merkez Komitesi'nden Ahmet Rıza Bey ve Nazım Bey, 1908 yılı içinde Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Sir Edward Grey ile bir görüşme yapmışlardır. İzleyen yıllarda bir dizi olayın da etkisiyle, artık şekillenmeye başlayan İtilaf Devletleri'ne yakınlaşma sürmüştür.[41] İtilaf Devletleri'yle bir yakınlaşma arayışlarının bir başka örneği de 1914 Mayıs ayında Mehmet Talat Paşa'nın Kırım'da Çar II. Nikolay ve Dışişleri bakanı Sazanov'la görüşmesidir. Ancak Çarlık Rusyası, diğer müttefiklerinden ayrı bir antlaşmaya yanaşmamıştır. Diğer yandan Bahriye Nazırı Cemal Paşa'nın Fransa görüşmeleri de bir sonuç vermemiştir.[42] Almanya ile ilişkiler ise Balkan Harbi sonrasında bir kesiti dönemi geçirmiştir. Balkan Harbi öncesinde bir dönem Osmanlı Ordusu Alman generali Von der Goltz düzenleme desteğini alıyordu. Ancak yenilgi sonrasında Alman desteğine güven hırpalandı ve Osmanlı Ordusu Kurmay Başkanlığı Yardımcısı görevinden ayrıldı. Bu ayrılmadan 1913 yılı Aralık ayına kadar geçen süre içinde İstanbul'da etkili olacak bir Alman politik - askeri varlığı olmamıştır. Bu ayda Liman von Sanders başkanlığında bir Alman subay grubu İstanbul'a gelmiştir. Bu grubun yetkileri oldukça geniştir. Liman von Sanders bu yetkilere dayanarak üç ay içinde Osmanlı Ordusu içinde büyük ölçüde hakim duruma gelmiştir.[43] Ancak İttihat Terakki'nin 1913 yılı Ocak ayında iktidara gelmesiyle Osmanlı dış politikası yeniden Almanya'ya yakınlaşmaya başlamıştır.[40] Zaten İtilaf Devletleri ile yapılan tüm ittifak görüşmeleri boşa çıkmıştır. Bu durumda Osmanlı İmparatorluğu'nun, eğer Avrupa Savaşı öncesinde bir ittifaka girmesine zorunluluk gözüyle bakılıyorsa, tek seçenek Almanya'dır.[42] Bir başka açıdan bakıldığında Enver Paşa'nın, Almanya'nın Avrupa'nın en güçlü askeri gücüne sahip olduğu ve bir Avrupa Savaşı'nda kesin olarak kazanan taraf olacağına güçlü bir inanç beslediği, genellikle kabul edilmektedir.[44][not 5] Fakat esas önemlisi 1890'lı yıllardan itibaren Osmanlı ekonomisinde Alman sermayesinin etkinliğinin artıyor olmasıdır.[45] Özellikle Bağdat Demiryolu inşaasının bir Alman firmasına ihale edilmesi, Osmanlı topraklarında Alman sermayesinin Yakındoğu'ya uzanan güçlü bir rekabet durumu yaratmıştır.[15] Bu arada Almanya'nın özellikle İstanbul'daki Türkçülük hareketini, Osmanlı'nın Rusya ile yakınlaşmasının önleyici bir manevra olarak desteklediği bilinmektedir.[45] 1.0.3 Osmanlı İmparatorluğu'nun savaşa katılması vaşa fiilen girmesi yönünde baskısının bir taktik nedeni de Kafkasya Cephesi'ndeki Osmanlı askeri tehdidinin Almanya'nın Galiçya Cephesi kuvvetleri karşısındaSadrazam (Başbakan) ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa ki baskıyı hafifleteceğinin hesaplanmasıdır.[45] Ekim ayıAvusturya Macaristan İmparatorluğu'nun Sırbistan'a sa- na gelindiğinde Birleşik Krallık ve Rusya'nın seferbervaş ilanından bir gün önce 27 Temmuz akşamı geç sa- lik hazırlıkları tamamlandığı ve cepheye daha fazla kuvatlerde Alman Büyükelçisi'ni çağırtmış, iki devlet arasın- vet getirdikleri görülmektedir. Almanya'nın kısa sürede da Rusya'ya karşı bir savunma antlaşması yapma teklifin- Batı'da kesin sonuç elde etme planı bütünüyle başarısız de bulunmuştur. Yirmi dört saate kalmadan Almanya bu olmuştur. Buna bağlı olarak Osmanlı'nın savaşa girmeteklife olumlu yanıt vermiştir.[46] Bu mutabakat üzerine si yönünde baskılar artıyordu.[53] Öte yandan Britanya Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'nın Rusya'ya savaş ilan Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğünü garanetmesinden bir gün sonra, 2 Ağustos 1914 günü Alman- ti ediyor, kapitülasyonlar'ın kaldırılmasına olumlu yaklaya ile bir ittifak antlaşması imzalamıştır.[42][47][not 6] Eylül şıyor ve mali yardım öneriyordu. Osmanlı İmparatorlusonları ve Ağustos başlarında İstanbul'daki Birleşik Kral- ğu zaten 17 Ağustosta kapitülasyonları kaldırdığını ilan lık Büyükelçisi izin kullanmaktaydı. Dolayısıyla Britan- etmişti.[54] ya'nın bu olaylar üzerine müdahalesi oldukça sınırlı kalAlmanya'dan, bir an önce savaşa fiilen girilmesi yönünmış olmalıdır.[48] Antlaşmadan sadece Sadrazam (Başdeki baskılar, Enver Paşa tarafından savaş hazırlıklarının bakan) ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa'nın, Harbiye henüz tamamlanmadığı gerekçesiyle oyalanıyordu. AnNazırı Enver Paşa'nın, Dahiliye Nazırı Talat Paşa'nın ve cak iki Alman savaş gemisinin girişimi, bir oldu bitti duMeclis-i Mebusan Başkanı Halil Bey haberdardır. Diğer rumu yaratarak Osmanlı İmparatorluğu'nun fiilen savaşın meclis ve hükümet üyelerinin, dahası Sultan Mehmet Reiçine çekmiştir.[55] [49] şat'ın dahi haberi yoktur. Antlaşmanın imzalanmasında Osmanlı İmparatorluğu'nun savaş hazırlıkları tamamlanana kadar tarafsız Goeben ve Breslau harekatı görünmesine karar verilmiştir. Diğer deyişle antlaşma gizli tutuldu, Osmanlı “silahlı tarafsızlık” ilan etti. Ertesi gün ise seferberlik hazırlıklarına başlanmıştır.[50] Antlaşmanın ana teması Osmanlı İmparatorluğu'nun Almanya ile Osmanlı arasında ittifak antlaşması imzaAvusturya ve Sırbistan arasındaki çekişmede tarafsız kal- landığında Alman Akdeniz Filosu (tümeni) Komutanı ması, bu çatışma Almanya ve Çarlık Rusyası arasında bir Wilhelm Souchon elinde iki yeni, hızlı ve muharebe güsavaşa yol açarsa Almanya yanında savaşa girmekti. Di- cü yüksek gemi vardır. Bunlar ağır kruvazör Goeben ile ğer yandan Almanya, Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak hafif kruvazör Breslau'dur. Antlaşmadan iki gün sonra, 4 bütünlüğünü korumayı kabul etmektedir. Aslında bu ant- Ağustosta Amiral Souchon'a iletilen şifreli telgraf mesa[56] laşma imzalandığında Almanya ile Çarlık Rusyası zaten jında İstanbul'a hareket etmesi emredilmiştir. Almanya, 4 Ağustosta Belçika'ya saldırmıştı ve Akdeniz'de bu savaş durumuna geçmiş bulunmaktaydılar.[45] iki gemi, Britanya kontrolündeki Cebelitarık'tan ya da Ekim ayı başlarında Almanya'nın savaşta kısa süre için- Süveyş Kanalı üzerinden Akdeniz dışına çıkamazdı. İki de kesin sonuç alma umutları sönmeye başlamıştı. Alman gemiden açıkça daha güçlü olan Britanya ve Fransız fiordularının Batı Cephesi'nde durdurulmaları, Çarlık or- loları karşısında zor durumdaydı.[22] Ancak iki gün sondularının Galiçya'da başarılı harekatları durumu sıkışık ra İstanbul'a gitme emri iptal edildi. Buna karşın Britanhale getirdi. Bu durumda Almanya, kilitlenmiş durumu ya zırhlılarının yakın durumundan endişelenen Amiral 8 başka bir bölgedeki girişimlerle çözmenin yollarını ara- Ağustosta İstanbul'a gitmeye karar vermiştir. Emrindeki mıştır. Bu girişimlerin ip uçları Yakın Doğu'da aranmaya bir gemiyle İzmir'deki Alman deniz ateşesine, İstanbul'a başlandı. Alman İmparatoru Alman Üst Komutanlığı'na giriş için izin istenmesini bildirdi.[57] Akdeniz'deki doemri, Osmanlı Kabinesi'nin oluru alınamazsa bile durum kuz günlük bir kovalamanın sonunda gemiler 10 Ağusbir oldu bittiye getirilerek Osmanlı İmparatorluğu'nun fi- tosta Çanakkale Boğazı önlerinde gelmiştir.[55][58] Enilen savaşa çekilmesinin sağlanması yönündedir.[51] So- ver Paşa Çanakkale Müstahkem Mevkii Komutanlığı'na nuç olarak Almanya ile ittifak antlaşması imzalandıktan “Akdenizde bulunan Alman zırhlılarının, İngiliz filosu ile hemen sonra Osmanlı İmparatorluğu'nun bir an önce fi- muharebeye girmiş olması muhtemeldir. Söz konusu Alilen savaşa girmesi konusunda Alman baskıları başlamış- man Zırhlılarının boğazdan geçişini sağlayınız.” talimatıtı. Bu baskılar aralıksız sürmüştü. Örneğin Alman Krupp nı vermiştir.[55] Talimatın verilişi, bir bakıma alınışı, BaşFabrikaları'nda hazırlanan dört adet 28 cm.lik sahil topu- komutanlık Vekaleti'nde göre yapan Alman subayı Baron na Alman Denizcilik Bakanlığı el koyduğu 11 Eylül 1914 Kress von Kressenstein tarafından kaleme alınan anılatarihli telgrafla İstanbul'a bildirilmiştir. Alman Denizci- rında anlatılmaktadır. Baron von Kressenstein, Çanakkalik Bakan Vekili'nin Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'le bir le Müstahkem Mevkii'nden gelen telgrafı Enver Paşa'ya görüşmesindeki sözleri çok nettir, “Süveyş'e hareket edi- ilettiğini, Enver Paşa'nın gemilerin Çanakkale Boğazına niz, sahil toplarını alırsınız”[52] girmesi için karar verme yetkisi olmadığını ifade ettiğiAlmanya'nın, Osmanlı İmparatorluğu'nun bir an önce sa- ni anlatmaktadır. Bunun üzerine von Kressenstein itiraz HAREKAT ÖNCESİ etmiş ve “gemiler içeri alınsın” talimatını almıştır. Daha sonra takipteki Britanya gemileri Boğaz'a girmeye çalışırsa sahil bataryaları tarafından ateşle karşılanması yönünde emir istemiş, Enver Paşa yine yetkisi olmadığını ileri sürünce yine itiraz etmiş ve ateş açılması talimatını almıştır.[59] Uluslararası antlaşmalar gereği ya gemiler 24 saat içinde Osmanlı karasuları dışına çıkacak ya da silahtan arındırılarak enterne edilecektir. Ancak Alman büyük elçisinin şiddetle karşı çıkışı üzerine gemilerin Osmanlı İmparatorluğu'nca satın alındığının ilan edilmesi gibi bir çözüme gidilmiştir. Gemilerin 80 milyon marka satın alındığı 11 Ağustosta ilan edilmiştir. Gemilere Osmanlı bayrağı çekilir. Goeben'in adı Yavuz, Breslau'nun adı da Midilli olmuştur.[60] Bu iki Alman gemisi, bir bakıma Birleşik Krallık'ın el koyduğu Sultan Osman ve Reşadiye'nin yerine alınmış olmaktadır. Abluka Sonuç olarak Almanya, ileride Karadeniz'deki Rus limanlarına karşı kullancağı ve Osmanlı İmparatorluğu'nu bir oldu bitti ile fiilen savaşa sokacağı bu iki güçlü silahını Karadeniz'e atmış bulunmaktadır. Bu durum İtilaf Devletleri nezdinde bir bakıma alarma yol açacaktır. manlı deniz müfrezesine teslim edilmedi.[63] İlginç bir denk geliştir ki aynı gün, 3 Ağustos’ta Goeben ve Braslau İstanbul önlerine gelmiş bulunmaktadır.[64] Esasen Goeben ve Breslau, Almanya ile ittifak antlaşması imzalandığı 2 ağustostan kısa bir süre sonra, 10 ağustosta Osmanlı karasularına girmişti ve hemen hemen aynı tarihlerde Alman Üst Komutanlığı bu gemileri Karadeniz'de kullanmayı istediğini Osmanlı makamlarına iletmeye başlamış, dahası baskı yapmıştır. Berlin ataşemiliteri Cemil Bey'in 12 Ağustos 1914 tarihli şifreli telgrafından bu konu belirtilmektedir.[52] Bir sonraki gün Enver Paşa'nın Cemil Bey'e söyledikleri ise, “seferberlik bitmeden, Bulgaristan'la tamamiyle anlaşmadan” diğer deyişle Çanakkale Boğazı savunması hazırlanmadan bu gemilerin Karadeniz'e çıkmasına izin verilmeyeceği yönündedir. Enver Paşa, bu durumda Britanya Donanması'nın Boğazı geçeceğini düşünmektedir. Enver Paşa'nın Bulgaristan konusundaki tutumu da Berlin – Viyana – İstanbul ulaşım hattıyla ilişkilidir.[52] Bu oyalamalara karşın Amiral Souchon 9 Eylül 1914 tarihinde Osmanlı Donanma Komutanlığı'na atanmıştır.[65] Hemen ertesinde Marmara'da atış talimleri ve manevralar başlatıldı.[65] Öte yandan Karadeniz'de, İstanbul açıklarında Rus Donanması'na bağlı gemiler, Çanakkale BoğaBu tarihe kadar Malta Üs Komutanı olan İngiliz Amiral zı dışında da Birleşik Krallık ve Fransa gemileri devriye Carden, 20 Eylül'de Abluka Filosu Komutanlığı'na atan- gezmektedir.[65] Bu arada Amiral Souchon, tatbikatlara mıştır. Emrinde Britanya Indomitable ve Indefatigable Karadeniz'de devam etmek üzere Osmanlı yetkililerine muharebe kruvazörleri, Dublin ile Glochester hafif kru- baskı yapmaktadır.[65] vazörleri, Verite ve Suffren Fransız muharebe gemileri ve 12 muhrip, üç denizaltı bulunmaktadır.[61] Denizaltı sa- Yavuz ve Midilli’nin de içinde bulunduğu onbir parça geyısı daha sonra üçü Britanya ve üçü Fransız olmak üzere miden oluşan bir Osmanlı filosunun Amiral Souchon komutasında 29 Ekim 1914 günü Karadeniz'e açılması, Osaltıya çıkmıştır.[62] manlı'nın fiilen savaşa girmesi sonucunu doğurmuştur. Çanakkale Boğazı'nı ablukaya alan Britanya filosu, 27 Bu gemiler İstanbul Boğazı açıklarındaki Rus gemileriEylülde Boğazdan çıkan Akhisar (Osmanlı torpidobo- ne ateş açtıktan sonra Karadeniz'in kuzey kıyılarındaki tu)|Akhisar torpido botunun yolunu keserek Osmanlı sa- Odessa, Sivastopol, (29-30 Ekim gecesi[37] ) Norvosiski vaş gemilerine ateş açılacağını bildirmiştir. Bunun üze- ve Feodosya limanlarını bombalamışlardır.[27] Bu taarrine boğazlar tüm yabancı gemilere kapatılmıştır. Artık ruz, Enver Paşa'nın 25 Ekimde Amiral'e verdiği yazılı ticari gemiler de boğazları kullanamayacaktır.[54] emre dayanmaktadır. Esasen Bakanlar Kurulu'nun aynı tarihli kararına aykırı olan bu emirde "Bütün filo KaraYavuz ve Midilli Olayı Bu iki güçlü savaş gemisinin deniz'de manevra yapmalıdır. Vaziyeti uygun bulduğunuz Osmanlı Donanmasına katılması bir süredir zaten Donan- anda, Rus filosuna hücum ediniz. Çarpışmaya başlamama'nın ve Osmanlı halkının hayaliydi. Osmanlı İmpara- dan evvel, bu sabah size verdiğim gizli emri açınız." Gizli torluğu, halktan toplanan yardım paralarıyla finanse edi- emirde ise "Türk filosu Karadeniz'de zorla üstünlük sağNerede bulursanız, harp len iki savaş gemisini Birleşik Krallık tersanelerine sipa- lamalıdır. Rus filosunu arayınız. [66] ilan etmeksizin hücum ediniz." riş etmişti. “Sultan Osman” adı verilen geminin inşası mayıs ayında tamamlandığında, parası ödenmiş olan bu geminin teslimi, “Reşadiye” adı verilen diğer geminin teslimine ertelenmişti. Ağustos ayına kadar ertelenen teslim, 3 Ağustos günü tümüyle iptal edilmiştir.[63] Esasen bu iki gemi Ege Denizi'nde Yunan deniz üstünlüğünü ortadan kaldıracağı gibi Karadeniz'de de Rus Karadeniz Donanmasına karşı belirgin bir üstünlük sağlayacaktı.[32] Britanya resmî tarihine göre Türkler tarafından “haydutluk” olarak nitelendirilmiş olan bu Britanya tutumu, bir bakıma askeri zorunluluktu, bu denli güçlü gemilerin “düşman eline geçmesine kesinlikle müsaade edilemezdi”.[63] Sonuç olarak gemiler, Britanya'ya kadar gitmiş olan Os- Rusya'nın askeri tepkisi 1 Kasım 1914 günü Kafkasya üzerinden Osmanlı topraklarına taarruz etmek olmuştur. Aynı gün Britanya gemileri İzmir ve Kızıldeniz'deki Akabe limanlarını bombaladılar. İki gün sonra 3 Kasımda Britanya birlikleri Basra Körfezi'nde Osmanlı topraklarına çıkarıldılar. Aynı gün iki Britanya ve iki Fransız savaş gemisi Çanakkale Boğazı'ndaki Osmanlı istihkâmlarını ateş altına aldılar.[67] Esasen Osmanlı Donanması'nın Karadeniz Rus limanlarını bombalaması, fiilen savaşa girme yönündeki baskılara direnen Enver Paşa'yı bir oldu-bittiye getirme ma- nevrası olarak gürülmesi gerekir. Sonuç olarak Yavuz ve ve Breslau üzerinde ısrar ediliyordu. Bu gemilere, Ege'ye Midilli Olayı, Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşa sokan çıktıkları takdirde, eğer Alman askeri personeli taşıyorolaydır.[52] larsa, Alman savaş gemisi işlemi uygulanacaktı, yani ateş açılacaktı.[75] 2 Harekât İtilaf Devletleri'nin Çanakkale Boğazı'na karşı bir askeri harekat kararı almalarına varacak kilometre taşlarından biri Çar II. Nikola'nın Birleşik Krallık'a yönelik talebidir. Çar bu talebinde –Boğazlar'dan söz etmeden- Osmanlı İmparatorluğu'na karşı bir askeri hareket ve askeri malzeme yardımı talep etmiştir. Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener bu soruların askeri harekat yanına olumlu yanıt vermişti.[68] Çarlık'ın böyle bir askeri hareketten beklentisi Osmanlı'nın Kafkasya'dan bir kısım birliğini çekmek zorunda bırakılması, bunun da Rusya'nın bu cephedeki yükünü hafifleteceğidir.[69] Diğer önemli bir kilometre taşı ise Yunanistan Başbakanı Venizelos'un, bir çıkarma yapılması durumundan Yunanistan'ın bu harekata askeri olarak katılabileceğini Britanya'ya bildirmesiydi.[34] Venizelos, 19 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale Boğazı'na taarruz etmeye dayanan ayrıntılı bir planı Britanyalı yetkililere iletmiş, bu taarruza Yunanistan'ın da birlik verebileceğini belirtmişti. Ancak Venizelos’un planında Bulgaristan'ın da İstanbul'a saldırması koşulu vardı. Britanya askerî makamları planı incelemiş ve fazla şarta bağlı olması dolayısıyla uygulanmasının olanaksız olduğu yönünde rapor vermişti.[70] Bulgaristan meselesi son derece akıllıca seçilmiş bir koşuldur. Osmanlı Ordusu'na her türlü Alman desteği için kullanılabilir tek ulaşım yolu olan demiryolu Bulgaristan üzerinden geçmektedir. Bu destek hattının kesilmesi, ancak Bulgaristan'ın İtilaf Devletleri tarafına geçmesiyle olanaklıdır.[71] Diğer yandan Birleşik Krallık'ın İstanbul Büyükelçisi Sir Louis Mallet, Ağustos ayında Boğazların yabancı savaş gemilerine kapatılmasının ardından Boğazların zorla geçilmesi yönünde bir öneriyi rapor etmiştir. Mallet, donanmanın geçmesinden sonra Boğazların kara birliklerince işgal edilmesi gerektiği görüşünü öne sürmekteydi.[72] Bir yandan bu savaş planları yapılırken Birleşik Krallık Hükûmeti Osmanlı İmparatorluğu'nu savaşın dışında tutmaya çabalıyordu. Osmanlı savaşa girdiğinde ilk askeri harekatının Süveyş Kanalı üzerine olacağı tahmin ediliyordu.[73] Bu bölgeye Batı Cephesi'nden o sıralarda birlik kaydırılmasına olanak yoktu. Müstemlekelerden kuvvet aktarmak ise aylar alırdı.[73] Diğer yandan müslüman ülkelerin, ki birçoğu İngiliz müstemlekesiydi, Müslüman halkında ayaklanmalar olmasından ciddi biçimde çekiniliyordu.[73] Bu endişelerin boşuna olduğunu zaman göstermiştir, Osmanlı davası uğruna müslüman ülkelerden, hatta kendi tebaasından dahi kayda değer bir destek olmamıştır. Bütün bu endişelerle Birleşik Krallık Hükûmeti, Osmanlı'nın savaş dışı kalması şartıyla bir kısım öneri getirmiştir. Bu önerilere Fransa'nın, hatta Rusya'nın da desteği sağlanmıştı. Öneriler, Çanakkale Boğazı'nın ticari gemilere açılması ve Alman askeri personelinin sınırdışı edilmesi şartlarını içermektedir.[74] Goeben Çanakkale Boğazı'nın geçilerek istanbul'un zorlanması fikrinin Birleşik Krallık Parlementosu'nda ilk olarak 25 Kasım 1914 tarihindeki Birleşik Krallık Başbakanlık Toplantı Salonu'ndaki olağan toplantıda Churchill tarafından ortaya sürüldüğü kabul edilmektedir.[76] Mısır'ın savunulması konusunda alınacak ek önlemlerin konuşulmasının hemen ardından söz alan Deniz Bakanı (Denizcilik Birinci Lordu) Churchill,[76] Mısır ve Süveyş Kanalı'nı yerinde savunmanın pasif bir tutum olacağını öne sürerek konuşmasına başlamıştır. Bu bölgedeki kuvvetlerin büyük bölümünü, Avrupa'dan bir kısım kuvvetle takviye ederek Osmanlı İmparatorluğu'nun en zayıf noktasında saldırmanın daha uygun olacağını belirtmiş ve bu noktayı, başkent İstanbul olarak işaret etmiş,[76] Böylesi bir harekattan Churchill'in beklediği amaçlar, Rusya'ya yardım edilmesi, Bulgaristan ve Romanya gibi tarafsız ülkeleri, hatta Almanya yanında savaşa girmeye yaklaşan İtalya'yı ve taraf konusunda kararsız Yunanistan'ı etkilemek, Fransa ve Rusya cephelerinde kilitlenmiş görülen savaşa, Balkanlar üzerinden bir kuşatma ile çözüm bulmaktı.[76] Diğer yandan Churchill, bol silah ve mühimmatla desteklenecek Rus Çarı'nın, milyonluk nüfusunu savaşa sürerek, Almanya'yı bu insan seli karşısında yıkacağını belirtmektedir.[77] Bu ifadelere karşın o günkü toplantıda bu konu üzerinde bir görüşme açılmamıştır.[78] Sonraki toplantılarda Savaş Bakanı Lord Kitchener, Fransa Cephesi'nin durumu nedeniyle Çanakkale için asker veremeyeceğini kesin olarak ifade etmiştir. Fransız orduları Başkomutanlığı da Batı Cephesi'nden başka bir yer için asker alınmasına şiddetle karşıdır.[72] Bu durumda Churchill Çanakkale Boğazı'nı kendi komutasında olan donanmayla geçmenin yollarını aramıştır.[69] Bunun üzerine 3 Ocak 1915'te Akdeniz'deki Amiral Sackville Carden'e “Boğazları sadece deniz kuvvetleriyle zorlama” konusunda görüş soran bir mesaj göndermiştir. Mesajda, mayın hatlarına kömür gemileri sürerek durumun değerlendirilebileceği notu vardır. Ancak Amiral Carden bunu mümkün görmediğini, bunun için büyük bir kuvvet gerekeceğini bildirmiştir. Churchill, bu kez “Tasarladığınız harekatın niteliğini, istediğiniz kuvvetin miktarını ve bunu nasıl kullanmayı düşündüğünüzü lütfen bildiriniz” içeriğinden bir mesaj göndermiştir. Amiral'in 11 Ocak'taki yanıtı ile bir görev kuvveti şekillenmeye başlamıştır.[79] İki gün sonraki, 13 Ocak'taki Yüksek Savunma Konseyi toplantısında, Çanakkale Boğazı'nın sadece donanmayla zorlanması konusunda Deniz Bakanlığı'na ön yetki verilmiştir.[80] Churchill hazırlıklarını sürdürürken Fransız Hükümeti tarafından, harekat için Amiral Guépratte komutasında dördü zırhlı, dördü denizaltı olmak üzere 26 parçalık bir filo tahsis edileceği bildirildi. Churchill de Britanya gemilerini Amiral Carden komutası altına girmek üzere bölgeye hareket ettirmiştir.[80] Harekat için kesin karar ise Konsey'in 28 SAVAŞIN AŞAMALARI Ocak 1915 tarihli toplantısında alınmıştır.[25] 3 Harekat planı ve Amaçlananlar Sonuç olarak denizden ya da karadan hareketle İstanbul'un alınması planlarının dayandığı bir dizi amaç ortaya çıkmıştır. Bu amaçlar ana başlıklar halinde şu şekilde görünmektedir. • Rusya'nın silah ve mühimmat gereksinimini karşılamak,[81] • Rus petrolünü boğazlar üzerinden Avrupa'ya taşımak,[81] • Balkanlar'daki devletleri İtilaf Devletleri safına çekmek,[81] • Osmanlı İmparatorluğu'nun Mısır'a yönelik tehdidini ortadan kaldırmak,[81] 4.1 İtilaf Devletleri İtilaf Devletleri ordusu değişik etnik ve dinsel gruplardan gelen askerlerden oluşmaktadır. Bu orduda İngiliz, İskoç, İrlandalı, Fransız, Hint, Kuzey Afrikalı (Cezayirliler, Zuaveler), Avustralyalı ve Yeni Zelandalı askerlerle Rum ve Yahudi gönüllüler bulunmaktadır.[85] Anzak askerleri her ne kadar gönüllü olarak orduya yazılmışlarsa da Birleşik Krallık ile dominyonları arasında yapılan antlaşmaya göre bu askerlere günde altı şilinden hesaplanarak ayda dokuz pound maaş ödeniyordu. Bu haliyle Anzak askerleri gönüllüden çok paralı asker sayılmaktadır. Anzak birlikleri içinde başta Polinezya Adaları'ndan Maoriler[not 7] olmak üzere Okyanusya adaları yerlilerinden unsurlar da bulunmaktadır. Bu unsurlar da Gurkalar gibi savaşçı gelenekleriyle lanse edilmiştir.<Burhan Sayılır, Sh.: 321</ref> Tüm bu unsurlar üzerinde, Türklerin esirleri kestiği imajının, bir propaganda hedefi olarak uyandırılmış olduğu, savaş esirlerinin kayda geçirilen ifadelerinden anlaşılmaktadır. Açıkça kafalara sokulan “teslim olmaktansa intihar edin"dir.[86] Askeri tarihte II. Dünya Savaşı'na kadar görülen en büyük • Avrupa'daki savaşın, kanlı çatışmalara karşın kesin çıkarma harekatıdır.[87] sonuç vermemesinin, Almanya'nın müttefiklerinden birine saldırma fikrini çekici hale getirmesi[82] 5 Savaşın Aşamaları • Osmanlı İmparatorluğu'nun savaştan çekilmesi ve İstanbul'un Britanya kuvvetlerince işgal edilmesiyle Almanya ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu 5.1 Deniz harekâtları bloğu güneyden kuşatılmış olacaktı[81] 5.1.1 Su üstü harekâtları • Birleşik Krallık savaşın sona ermesinden önce İstanbul'u fiilen ele geçirmekle, Rusya'nın boğazlar üzerindeki istekleri karşısında güçlü bir durumda olacaktı.[81][83] • İstanbul işgal edilerek Rusya'nın Almanya ile tek başına hareket ederek bir antlaşma yapmasını güçleştirmek[84] • Osmanlı'nın Kafkasya Cephesi'ne daha fazla kuvvet aktarmasının önüne geçilerek Rus ordusunun tüm gücüyle Almanya üzerine yüklenebilmesine olanak vermek[84] • Teşkilât-ı Mahsusa'nın Müslüman ülkelerde yürüttüğü "İttihad-ı İslam” propagandasını Birleşik Krallık denizaltısı E11, İstanbul Boğazında Osmanlı durdurmak.[37] nakliye gemisi Stamboul 'a torpidoyla saldırırken, (25 Mayıs 1915, Illustrated London News) Esasen Birleşik Krallık'ın hesabı Rus petrol ve buğdayıdır. Karadeniz limanlarında toplam 350 bin ton taşıma kapasiteli ticaret gemileri hareketsiz kalmıştır. Boğazlar açıldığı takdirde bu gemiler Rus buğday ve petrolünü Avrupa'ya rahatlıkla taşıyacaktır.[81] 4 Planlar ve kuvvetler İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill’in planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Sackville Carden tarafından da desteklenince, Birleşik Krallık Donanması Komutanı Lord Fisher’in başarısını şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi. Fisher, kara harekatınca desteklenmeden deniz kuvvetlerinin “böyle bir maceraya atılmasının” hatalı olduğu 5.1 Deniz harekâtları görüşündedir.[88] İtilaf Devletleri Savaş Konseyi'nin 28 Ocak 1915 tarihli oturumunda harekat karara bağlanmıştır. Konsey tutanağında harekat amacı şu şekilde tanımlanmıştı, Zaten Birleşik Krallık Donanması'nın önemli bir kısmı Amiral Carden emrinde olmak üzere Ege Denizi'nde toplanmaya 13 Ocak kararının hemen sonrasında başlamıştır. Harekata geçme meselesi, Savaş Konseyi'nin kararına bağlıydı.[89] Askeri tarihçi İbrahim Artuç, Çanakkale Deniz Harekatları'nın “hemen hemen yalnız bir kişinin, Churchill'in yorulmaz gayretlerinin eseri” olduğunu belirtmektedir.[25] Bununla birlikte Savaş Konseyi kararındaki, bir karanın, deniz topçusunca “döve döve” nasıl zaptedilebileceği çok açık değildir. Deneyimli ve yetenekli Amiral Fisher'in de karşı çıktığı budur. İtilaf Devletleri’nin deniz harekatı 19 Şubat 1915’te başladı[90] . 13 Mart 1915’e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti. adlı Osmanlı mayın gemisinin boğazın Asya tarafına yerleştirdiği deniz mayınları tarafından hasar almıştır. Bazı balıkçılar, İngilizler tarafından mayın toplama işiyle görevlendirilmiştir; ama Osmanlı ordusunun açtığı top atışlarıyla korkarak kaçmışlar, mayınlara dokunulmamıştır. Yerinde kalmış bu mayınlar İngiliz HMS Ocean, HMS Irresistible ve Fransız Bouvet adlı üç zırhlıyı batırmıştır. Ayrıca İngiliz Inflexible ve Fransız savaş gemileri Suffren ve Gaulois çok ağır bir şekilde hasar almıştır. 18 Mart’a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile, Anadolu yakasındaki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış ama hala ilerde olacaklar belirsizdi. Sonuç olarak, 18 Mart 1915'te, deniz mayınları ve kıyılardaki Osmanlı topçu bataryalarının isabetli atışları denizden geçişin mümkün olmayacağını göstermiş, İtilaf Devletleri Gelibolu Yarımadası'na asker çıkararak Boğaz topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi hedeflemiştir. + Ve 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşacağını bilmiyordu. Gelibolu Yarımadasında Müttefik çıkarmaları yarımadanın güney bölümündeki altı kumsala, iki cephede yapılmıştır. Seddülbahir Cephesi’ne Britanya 29. Tümeni ile Fransız Kolordusu (Fransız Doğu Sefer Kuvveti) çıkarma yaparken Arıburnu Cephesi’nde ise Anzaklar Kolordusu çıkarma yapmıştır. Bu beş tümene ek olarak bir hafta içinde İskenderiye'den getirilecek olan Hint Tugayı, muhtemelen Seddülbahir Cephesi'nde kullanılmak üzere ordu ihtiyatını oluşturacaktı.[91] Plana göre; 18 Mart sabahı 2 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. Tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu. Birleşik Krallık Kraliyet Donanması'na ait HMS Queen Elizabeth, HMS Agamemnon, HMS Lord Nelson muharebe gemileri ve HMS Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan ilk tümen, saat 10:30'da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında HMS Queen Elizabeth'in hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, HMS Lord Nelson'un hedefi Namazgah Tabyası, HMS İnflexible'nin hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyasıydı. “A Savaş Hattı" olarak adlandırılan bu plan 11.30'da uygulanmaya başlandı ve merkez tabyalarına ateş başlatılmıştı. Birleşik Krallık'a ait HMS Ocean'ını alabora eden Seyit Ali Çabuk İtilaf devletleri, kısa bir aranın ardından bir sonraki saldırıyı 18 Mart'ta gerçekleştirmişlerdir. Hedef, Çanakkale Boğazı'nın sadece 1 mil genişliğindeki en dar noktasıdır. Amiral John de Robeck komutasındaki aşağı yukarı en az 16 savaş gemilik dev donanma Çanakkale'yi geçmeye kalkmıştır. Ancak her gemi Nusret Mayın Gemisi Bu arada düşman gemileri Kumkale'den gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat 12.00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı. B Hattı diye adlandırılan Amiral Guepratte komutasındaki 3. Tümen Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı dört Fransız gemisiyle Triumph ve Prince George adlı iki Britanya muharebe gemisinden oluşuyordu. Plana göre bu tümen 1. Tümenin arkasından hareket geçti ve B hattı önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında B hattına vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar SAVAŞIN AŞAMALARI ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3. Tümene ait olan iki Britanya gemisi Triumph ve Prince George A hattının kıç omuzluklarında yerlerini almış Rumeli Mesudiye ve Yıldız Tabyalarını hedeflemişlerdi. Rumeli merkez bataryaları çok yoğun bir ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı. Rumeli Mecidiye tabyası topçuların şehit olması ile devre dışı kalmıştı. 5.2 Kara muharebeleri 18 Mart'ta yaşananlar şaşkınlık yaratmıştı. HMS Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, de Robeck ve Churchill gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul'a çıkılabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu. zaferin ardından, İtilafların kaçınılmaz kara harekâtına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Gelibolu‘da 5. Ordu oluşturulmuş başına da Mareşal Liman von Sanders getirilmişti. Kıyılara dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyor, müttefiklerin her hareketi gözleniyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni’nin başında bulunan yarbay Mustafa Kemal'di. Çanakkale Savaşları’nda Deniz Harekâtı’nın başarısızlığı umutları Kara Harekâtı’na çevirmişti.Daha 1 Mart’ta Yunanistan, Gelibolu yarımadasını işgal etmek, mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere Birleşik Krallık'a üç tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlara kalsa öneri kabul edilebilirdi. Ancak Rus Çarı, Birleşik Krallık Büyükelçisi’ne, hiçbir şart altında YuPlanın ikinci aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri nan askerinin İstanbul’a girmesine izin vermeyeceğini bilkadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komu- direrek bu tasarıyı önledi. tasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistib- Askeri durumu tetkik için Çanakkale’ye gönderilen Gele, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. neral Sir William Birdwood, 5 Mart’ta Kitchener’a gönTümen, 3. Tümenin yerini alacak ve B Hattından son ola- derdiği raporda, Donanmanın tek başına Boğaz’dan gerak yakın muharebe yapılarak Tabyalar içinde olmayıp çemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardı- donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu ramandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlana- por Kitchener’in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Martda caktı. Fakat 3. Tümenin yerini alacak 2. Tümen gelme- 29’ncu Tümenin Ege’ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca den önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14:00’e doğru bir Tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet’de ikna edeceğini ilave ediyordu. onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hami- Böylece Mısır’daki Anzac Tümenleri ile birlikte 70 bin diye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada suların altına kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu. gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elza- Birdwood’un raporuna rağmen, hala donanmanın tek babeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kes- şına Boğazı geçebileceğini düşünenler vardı. Bu karışıktiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya git- lık içinde Kara kuvveti hazır olana kadar Donanmanın tiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömül- harekatını geri bırakmasını, bu suretle Kara ve Deniz müştü. Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve Kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en iyisi ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15.30 sularında ma- olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu. yına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çaO sıralarda Londra’ya hakim olan bu kargaşalık ve belirbayla Bozcaada’ya ulaştı. 2. Tümen Britanya gemileri, 3. sizliği, ne yapacağı belli olmayan Sefer Kuvveti’nin KoTümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı. mutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu Saat 14.30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaşkomutan, Kitchener’in Güney Afrika savaşlarından eski tılar. Namazgah tabyasını bombardıman ediyordu. Saat bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton’du. 15.00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışına kalmıştı. Anadolu Hamidiye tab- Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton’un biryası hasar görmemişti ve İrrisistible’a ateş ediyordu. Saat likleri işe karışmayacaktı. Eğer deneme başarıya ulaş15.14’de İrrisistible’ın yanında korkunç bir patlama du- mazsa Hamilton Gelibolu yarımadasına çıkarma yapayuldu. Saat 16.15’te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir cak, başarıya ulaşırsa yarımadaya zayıf bir kuvvet bırakıp mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret’in dök- doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti. Oradan tüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin İstanbul Boğazına çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. Tüme- umuluyordu. nin geri çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri çekilir- Türk tarafı ise, 18 Mart’ta kazandığı zaferden dolayı ken Ocean da mayına çarpmıştı. Güçlü top ateşine rağ- kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale’nin Boğazmen Ocean’ın personeli muhripler tarafından boşaltıldı. lar’dan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti. Bu 5.1.2 Denizaltı harekâtları 5.3 Planlar ve kuvvetler lanlar ve kuvvetler İtilaf Devletleri • Sığırini (Morto) koyu – Hisarlık Burnu • Ertuğrul Koyu • Tekekoyu • İkizkoyu • Zığındere Bu kumsallar için iki İngiliz, bir Fransız tümeni ile bir Hint tugayı tahsis etmiştir. Arıburnu Çıkarması için ise iki tümenden oluşan Anzak Kolordusu tahsis edilmiştir. Seddülbahir Cephesi’ne çıkarılan birliklerin hedefi, Gelibolu Yarımadası’nın güney bölgesinin taktik derinliğindeki Alçıtepe bloğu’nun ele geçirilmesidir. Bu birliklerin ileri harekâtı derinlikte birleşerek Kirte Köyü hattından Alçıtepe bloğu ele geçirilecek, Arıburnu Cephesi’ne çıkan birlikler ise Conkbayırı-Kocaçimentepe hattından Maltepe bölgesinin ele geçirilmesiyle Seddülbahir Cephesi’nin Osmanlı kuvvetlerince takviyesi önlenecektir. Alçıtepe, ilk günün hedefi olarak belirlenmiştir, Seddülbahir’den 10 km. ve Zığındere’den 5 km. mesafededir. “The Trumpet Calls (Trompet Çağırıyor)": Avustralya'da 19141918 arasında kullanılan askere alma posteri (Norman Lindsay) Arıburnu Cephesi kuvvetlerine verilen taktik hedef ise Kocaçimen tepe üzerinden Eceabat'ta sahile ulaşarak Seddülbahir Cephesi'ndeki Osmanlı kuvvetlerinin geri bağlantısını kesmektir. General Hamilton emrine verilen kuvvetler ve savaşçı 5.3.2 İttifak Devletleri mevcutları şöyledir. • Anzak Kolordusu 25.700 • Britanya 29. Tümeni 17.000 • Fransa 1. Tümeni 16.700 • Britanya Kraliyet Deniz Tümeni 10.800 • Anzak Tugayı 4.800 Böylece harekât için 75 bin kişilik bir kuvvet oluşturulmuştur. General Hamilton, Gelibolu Yarımadasındaki çeşitli çıkarma alanlarına kuvvet çıkartarak yarımadanın denetimini, böylece Osmanlı kıyı topçusunu etkisiz hale getirmeyi amaçlamıştır. Bunun için iki ana çıkarma bölgesi belirlenmiştir. Bunlardan biri, yarımadanın en güney ucu olan ve Seddülbahir olarak bilinen bölge, diğeri ise daha kuzeydeki Kabatepe-Küçük Arıburnu arasındaki kumsaldır. Bu iki çıkarma bölgesinden Seddülbahir’e ağırlık verilmiştir. Seddülbahir bölgesine ağırlık verilmesi üç taraftan da donanma topçu ateşiyle desteklenebilir bir bölge olmasındandı. MG 08 ile donatılan Osmanlı makineli tüfek timleri. Deniz harekâtının başarısızlığı ardından (18 Mart 1915) bir kara harekâtına girişileceği ve bu harekâtın Gelibolu Yarımadası’nı hedef alacağını öngörüsü, mantık gereği olarak bile neredeyse kesinlik kazanmıştır. Kaldı ki 1915 yılının Nisan ayı başlarından itibaren Hamilton’un kuvvetleri Mısır’da toplanmaya başladığında bölgedeki Osmanlı istihbaratı, birliklerin mevcutları, komutanları, siGeneral Hamilton Seddülbahir Cephesi çıkartmaları için lah ve donanımları hakkında ayrıntılı bilgiler edinmeye Seddülbahir bölgesinde beş ayrı kumsal belirlemişti. başlamıştır. SAVAŞIN AŞAMALARI kıyıda bir köprübaşı oluşturması önlenmelidir.[92] 5. Ordu, üç tümenli 3. ve iki tümenli 15. kolordulardan oluşmaktadır. Ayrıca ordu karargahına bağlı 19. Fırka, 1. Süvari Tugayı, bir piyade alayı ve dört Jandarma taburu bulunmaktadır. Toplam savaşçı sayısı 84 bindir.[93] Bu kolorduların bünyesindeki tümenler ve komutanları şöyledir. • 3. Kolordu: Komutanı Esat Paşa • 5. Fırka: Saros bölgesi. Komutanı Yarbay Hasan Basri Bey. Bir Alman havacı müfrezesi. • 7. Fırka: Bolayır bölgesi. Komutanı Albay Halil Bey. • 9. Fırka: Gelibolu Yarımadası’nın güney bölümü. Seddülbahir ve Arıburnu Cepheleri. Komutanı Albay Halil Sami Bey. • 15. Kolordu: Komutanı General Weber • 3. Fırka: Kumkale bölgesi. Komutanı Albay Nicolai. • 11. Fırka: Beşige bölgesi. Komutanı Albay Refet Bey. Esat Paşa ve maiyeti. 14 Aralık 1914 tarihinde 42 kişilik bir subay gurubuyla İstanbul’a gelen ve Enver Paşa tarafından 1. Ordu Komutanlığı’na atanmış olan Alman Danışma Kurulu Başkanı Mareşal Liman Von Sanders, yeni teşkil edilen ve bölgeyi savunmakla görevli 5. Ordu komutanlığına 24 Mart 1915 tarihinde atanmıştır. Dolayısıyla bölgenin savunmasından sorumlu olan 3. Kolordu da Mareşalin emrine girmiştir. Mareşal Sanders’in savunma planı, Hamilton’un taarruz planıyla örtüşmemektedir. Mareşal Sanders, çıkarmaların Saros Körfezi kıyılarına yapılacağını hesaplamaktadır ve 5. Ordu’nun ana kuvvetlerini bu bölgede toplamıştır. Saros Körfezi, Gelibolu Yarımadası’nın en dar bölgesidir. Buradan yapılacak bir çıkarmanın, yarımadayı savunan Osmanlı birliklerinin geri çekilme ve kara ikmal hattını kesmesi olasıdır. Ayrıca Mareşal Sanders’in savunma planı, elindeki kuvvetlerin önemli bir bölümünü geride, yedekte tutarak çıkarma kuvvetlerine ileri harekâtları sırasında taarruz etmeyi öngören, savunma ağırlıklı, temkinli bir plandır.[92] Osmanlı komutanları ise, çıkarmadan sonra, çıkarma kuvvetlerinin sahillerde elde edecekleri köprübaşlarıyla yoğun olarak takviye alacaklarını, gerekli tahkimatı yapacakları, dolayısıyla bu tahkimatlardan sökülüp atılmalarının çok güç olacağını düşünmektedirler. Onlara göre etkin bir savunma, hemen sahilde, daha çıkarma harekâtı sırasında yapılmalı, karşı tarafın • 19. Fırka: Eceabat bölgesi. Komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey. Bu birliğe ilk komutan olduğunda görev yeri cepheden uzaktır. 25.2.1915 günü birlik cepheye gönderilir. Bunun nedeni, 19 Şubat ve 25 Şubat günleri ard arda yapılan iki deniz saldırısıyla işin çok ciddiye bindiğinin fark edilmesi olmalıdır. Gelibolu Yarımadası’ndaki Osmanlı savunma kuvvetlerinin, Çanakkale Savaşları süresince, kara ve deniz olmak üzere iki ana ikmal hattı vardır. Kara ikmal hattı, İstanbul’dan bölgeye en yakın olan Uzunköprü’ye kadar yaklaşık 250 km.lik bir demiryolu hattı ve devamında 165 km.lik bir stabilize yoldur. Osmanlı tarafına yeterli motorlu nakliye aracı olmadığından, personel bu yolu yaya olarak geçmek durumundadır. Her türlü ikmal malzemesi de öküz ya da at arabalarıyla taşınacaktır. Ayrıca bu yolun bir bölümü gündüz saatlerinde Saros Körfezi’ndeki Birleşik Donanma’nın ateşi altına alınabilmektedir. Bu nedenle yolun bu bölümü ancak günün karanlık saatlerinde geçilebilmektedir. Deniz ikmal hattı ise Marmara Denizi’nden geçen 150 deniz millik bir hattır. Kara ikmal hattına oranla çok daha kısa sürede geçilebilen bu ikmal hattı, Birleşik Donanma’nın suüstü gemileri yönünden tehdit altında değildir. Ancak denizaltı faaliyetlerinin tehdidine açıktır. Nitekim 25 Nisan 1915 tarihinden itibaren Marmara’da en az bir denizaltı faaliyet halinde bulunmuştur[94] . Mayıs 1915 ortalarından itibaren ise deniz ikmal yolu, artan denizaltı faaliyetleri yüzünden bütünüyle kullanım dışı kalmış, ikmal ve takviye kara ulaşım hattına bağımlı olmuştur.[95] 5.4 5.4 Çıkarmalar Çıkarmalar Kalıcı olarak asker çıkartılan kumsallar, Seddülbahir bölgesindeki beş kumsalla, Kabatepe kuzeyindeki Arıburnu bölgesidir. General Sir Ian Hamilton, asıl çıkarmalar dışında iki farklı biçimde yanıltıcı operasyonlar planlamıştı. Göstermelik çıkarmalar yapıldığı gibi, çıkarma yapılacak izlenimi uyandırmak üzere sadece deniz topçusunun hazırlık ateşi açacağı hedefler de belirlenmişti.[96] 25 Nisan sabahı Saros Körfezi açıklarına gelen Birleşik Donanma’ya bağlı Canopus ön-dretnotu, Dartmouth ve Doris Kruvazörleri ile iki destroyer, Bolayır sırtlarını top ateşine tutmuşlardır. Gün boyu süren bu ateşin ardından Seddülbahir çıkartmaları havanın kararmasına çok az bir süre kalan içleri asker dolu sekiz büyük filika sahile doğru hareket ettiler. Sahile ulaşmadan hava kararmıştı ve karanlıktan yararlanarak gemilere döndüler. Donanma ateşi ve geceye doğru yapılan bu manevra, Osmanlı tarafına bu bölgede gece boyunca çıkarma yapılacağı izlenimi vermiş, bu bölgedeki kuvvetlerini kaydırmaları en azından 24 saat engellenmişti. Esasen planlanan harekât bu kadardı. Fakat gece yarısından sonra gönüllü bir İngiliz Yüzbaşı, sahile iki km. kadar yaklaşan bir filikadan sahile kadar yüzmüş, üç ayrı noktada aydınlatma fişeği ateşleyerek geri dönmüştür. 5.4.1 Seddülbahir Cephesi Savaştan sonra yarımadaya konuşlandırılmış İttifaklara ait ağır top, 1917. (Önceleri Alman zırhlı kruvazörü Roon 'un topuydu) Osmanlı 5. Ordusu'nun konumu (Nisan 1915) Britanya gözleme noktasının bulunduğu Mavro Adası (Yenişehir Burunu'nun 6 mil güneybatısı)'nı bombalayan Osmanlı topçusu. Seddülbahir Cephesi'ndeki Britanya ve Fransa birliklerinin ilk hedefi Kirte Köyü ve hemen kuzeyindeki Alçıtepe yarılma noktasına gelmiştir. Cephe komutanı Albay Halil olmuştur. Sami Bey, hatların geri çekilmesi emri vermişken, iki bölüklük bir kuvvet, donanma topçusunun ateşinde bir geBirinci Kirte Muharebesi Bu hedeflerin ele geçiril- dik bularak hatları takviye etmiştir. Bunun üzerine geri mesi için ilk müttefik taarruzu olan Birinci Kirte Muhare- çekilme emri derhal geri alınmıştır. Öğleden sonra Yarbesi, 28 Nisan 1915 sabahı başlamıştır. Taarruzun sol ka- bay Sabri Bey, iki taburluk bir kuvvetle karşı taarruza genadında iki Britanya tümeni, sağ kanadında ise bir Fran- çerek müttefiklerin taarruz gücünü kırmıştır. Gün sonunsız tugayı taarruza katılmıştır.[97] Osmanlı savunması Bri- da müttefikler, taarruz başlangıç hatlarına geri çekilmiştanya taarruzları karşısında tutunurken Fransız kesiminde lerdir. Toplam zayiat Osmanlı tarafında 2.380, Britanya SAVAŞIN AŞAMALARI ve Fransa tarafında ise 3.000 kadardır.[98][99][100] ise 6.000 kişidir.[105][106] İkinci Kirte Muharebesi Müttefik kuvvetlerin ikinci taarruzu, 6 Mayıs 1915 sabahı başlayan İkinci Kirte Muharebesi'dir. 8 Mayıs’a kadar süren çatışmalarda Müttefik kuvvetlerin “bağlantı noktası", en soldan taarruz edecek olan bir Britanya tugayıdır. Bu tugay, ilk günkü taarruzunda yoğun bir ateşle karşılaşmış ve ilerleyememiştir. Taarruz hattı, en sol kenardan başlayan bu engelle, en sağa kadar durmak zorunda kalmıştır. Sol uç, ilerleyemeyince diğer birlikler de planlanan ileri harekâta girişememişlerdir. Osmanlı ateşinin en yoğun olduğu rapor edilen tepe, donanma ve sahildeki top bataryaları tarafından hallaç pamuğu gibi atıldığı halde, Osmanlı tarafının ateş gücünde bir değişiklik olmamıştır. Balonlarla yapılan hava keşfi de Osmanlı mevzilerinin yerini saptayamamıştır. İkinci gün merkez kesimden, üçüncü gün tekrar sol kanattan yapılan taarruzlar da aynı ateşle kaşılaşarak durmuştur. Üç günlük muharebelerin sonunda müttefik kuvvetler, en fazla 500 metre ilerleme sağlayabilmişlerdi. Müttefik kaybı yaklaşık 7000,[101] Osmanlı kaybı ise 2.000'dir.[102] Zığındere Muharebesi Bir sonraki Zığındere Harekâtı, bu kez cephenin sol kanadından taarruzu öngörmektedir. Zığındere ile sahil arasındaki Zığın sırtı boyunca üç tugayla ve Zığındere’nin karşı yamaçlarından iki tugayla taarruz etmektir. Zığın sırtı Albay Refet Bey’in komutasındaki Osmanlı 11. Tümeni’in savunma bölgesidir. Zığındere ile Kanlıdere arasındaki bölge ise Albay Halil Bey’in Osmanlı 7. Tümen’i tarafından savunulmaktadır. Her iki tümen de tek tugaylıdır. Deniz ve kara topçusunun 26 Haziran’da başlayan bombardımanı üç gün sürmüştür. 28 Haziran’da iki saatlik hazırlık ateşi ardından başlayan taarruz, sağ kesimde Osmanlı siperlerinin tümünde başarılı olmuştur. Bombardıman sonrasında Osmanlı ön hat siperlerinde sağ kalanların tümü yaralı subay ve erattır. 800 metre mesafedeki Kirte Köyü’ne yapılan ileri hareket, topçu ateşiyle durdurulmuş, hemen ardından Osmanlı karşı taarruzları başlamıştır. siperler 30 Haziran 1915 günü sabahına kadar birçok kez el değiştirmiş, sonunda İngilizlerde kalmıştır. Zığın sırtının kuzeyinden 1 Temmuz 1915 günü iki kez yenilenen Osmanlı taarruzu, yoğun topçu ateşi altında etkisiz kalmıştır. 5 Temmuz 1915 tarihinde Albay Hasan Basri Bey’in Osmanlı 5. Tümen’inin Zığın sırtına ve Albay Nicolai’nin komutasındaki Osmanlı 3. Tümen’inin Zığındere’nin doğu yamaçlarına giriştikleri taarruz ise sonuç alamamıştı. Üçüncü Kirte Muharebesi Müttefik kuvvetlerin üçüncü taarruzu, 4 Haziran 1915 tarihli Üçüncü Kirte Muharebesi’dir. Donanma topçusunun üç yönden, kara topçusunun ise cepheden geliştirdiği hazırlık ateşi ardından başlayan savaşta, Osmanlı cephesinin sol kanadından taarruz eden Fransız birlikleri yer yer Osmanlı siperlerine girmişlerdir. Yarbay Selahattin Adil komutasındaki Osmanlı 12. Tümeni’nin karşı taarruzluyla bu siperlerden çekilmişlerdir. Sağ kanatta ise Britanya birlikleri Osmanlı siperlerine girmiştir. İkinci Topçu Bataryası komutanı Teğmen Arif Tanyeri’nin, 150 askeriyle ileri çıkıp cepheyi tutmasıyla Osmanlı hatlarının kırılması önlenmiştir. Osmanlı cephesi, Kirte Köyü’ne bir kilometre mesafede sabitlenmiştir. İzleyen 5 Haziran günü Osmanlı 9. Tümeni’nin saldırısı başarılı olmamış, akşam saatlerinde Arıburnu Cephesi’nden kaydırılan Yarbay Hasan Askeri komutasındaki Osmanlı 2. Tümeni'nin taarruzu ise birkaç yüz metre ilerlemiştir. 6 Haziran günü ise küçük çaplı çatışmalarla geçmiştir. Üçüncü Kirte Muharebesi’nde Britanya kayıpları 4500,[103] Fransız kayıpları 2000,[103] Osmanlı kayıpları ise 4.965 yaralı, 52 ölüdür.[104] Her üç taarruzun başarısız olması üzerine cephe komutanları, İngiliz komutan H. Weston ve Fransız komutan Gouraund, tüm cephe hattında değil de, daha sınırlı bir hattan taarruzu gerekli görmüşlerdir. Böylece gerek piyade, gerekse de topçu unsurları daha dar bir cephede kuvvet merkezi (siklet merkezi) oluşturulacaktı. Planın ilk operasyonu, cephenin en sağ (doğu) bölgesi olan Kerevizdere’de uygulamaya konulmuştur. 18 Haziran’da başlayan topçu ateşi üç gün boyunca sürdürülmüştür. 21 Haziran günü Fransız birliklerinin taarruzuyla başlayan Birinci Kerevizdere Muharebesi’nde Fransız birlikleri, hedefleri olan tepeyi ele geçirmeyi başarmıştır. Muharebelerde Fransız kayıpları 3200,[105] Osmanlı kayıpları Her iki kanattan yapılan taarruzların ardından bu kez cephenin merkez bölümünde taarruza geçilmiştir. Üç saat süren ve 60.000 bin top mermisinin kullanıldığı hazırlık ateşi ardından 12 Temmuz 1915 sabahı başlayan İkinci Kerevizdere Muharebesi iki gün sürmüştür. Hazırlık ateşi ardından başlayan Britanya taarruzu, hiçbir savunmacının sağ kalmadığı ilk hat siperlerini almış, ikinci hat siperlerinde ise ağır kayba uğrayarak geri çekilmiştir. Öğleden sonra yedekteki İngiliz tugayının giriştiği saldırı, üçüncü hat siperlerine girmişse de Osmanlı karşı taarruzlarıyla yeniden eski konumuna çekilmiştir. İkinci girişilen Britanya taarruzu, Osmanlı topçusunun ateşiyle geri çekilmiştir. Savaş sonunda cephenin en sol yanındaki birkaç siper parçası işgal edilebilmiş, sağ kesimde ise Fransız birlikleri Osmanlı siperlerinde tutunmayı başarmışlardır. İki günlük muharebelerin sonucunda müttefik kayıpları 5.800, Osmanlı kayıpları ise 9.700’dür.[107] Bu muharebeler sonunda Seddülbahir Cephesi’nde Osmanlı kuvvetlerini atarak ilerlemenin olanaksız olduğu ortaya çıkmıştı. Müttefik kuvvetler komutanı General Hamilton, takviye kuvvetlerle Suvla Koyu’nda bir çıkarma yapmayı planlamıştır. Bu çıkarma harekâtının, Anzak Kolordusu komutanı General W. Birdwood’un önerdiği Sarı Bayır Harekâtı ile aynı tarihte uygulanmasına karar verilmiştir. Ayrıca Osmanlı savunmasının dikkatini yarımadanın güney ucuna çekmek için Seddülbahir Cephesi’nde yanıltıcı bir taarruz planlanmıştı. Kirte Bağları Muharebesi olarak bilinen bu taarruz, 6 Ağustos sabahı Britanya birliklerinin taarruzuyla başlamıştır. İngilizler, ilk hat siperlerine girmiş, ancak karşı taarruzla geri atıl- 5.4 Çıkarmalar mışlardır. Taarruzun ikinci günü girişilen Britanya taarruzları, Kirte Köyü’nün güney batısındaki bir bağ alanının bir bölümünde tutunabilmiştir. Sınırlı hedeflere yönelik, üstelik de bir yanıltma operasyonu olan Britanya taarruzunun bu denli kayba rağmen başarısız olması üzerine General Sır Ian Hamilton, Seddülbahir Cephesi'nde hiçbir askeri harekâta girişilmemesi emrini vermiştir. 5.4.2 Arıburnu Cephesi Esat Paşa Arıburnu Cephesinde topçularla Anzak çıkarması Australya 1. Tugay 4. Taburunun karaya çıkışı (Saat 8.00, 25 Nisan 1915) Anzak Koyu (19 Haziran 1915, The War Illustrated) aşamada Conkbayırı- Kocaçimentepe çizgisi denetim altına alınıp, oradan Maltepe bölgesi ele geçirilecek, böylece, kuzeydeki Türk kuvvetlerinin Güneyde, Seddülbahir bölgesindeki Türk birliklerine yardımı engellenmiş olacaktı. 25 Nisan sabahı savaş gemilerinin, Türk mevzilerini sürekli vuran koruyucu ateş altında, Anzak Kolordusu’nun 1. Tugayından 1500 kişilik ilk hücum dalgası, çıkarma botlarının bir şekilde kuzeye kayması sonucu, saat 05.00’te, Kabatepe bölgesi yerine Arıburnu kesimine çıkmak zorunda kalır. Bu noktada kıyı gözetlemesi yapan bir Türk takımının direnişine karşın, karaya çıkan Anzak birlikleri belirli bir noktaya kadar ilerler. Diğer taraftan, Bigalı’da bulunan ordu yedeği 19. Tümen, 24-25 Nisan gecesi Conkbayırı yönünde tatbikat yapmakta idi. Gün ağarırken, Arıburnu yönünden top seslerinin gelmesi üzerine, 19. Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal, bir çıkarma yapıldığını anlayıp durumu Ordu Komutanına bildirir, ancak bir yanıt alamaz. Durum çok kritiktir. Mustafa Kemal[108] , kıyıda çok zayıf gözetleme ve koruma birlikleri olduğunu düşünerek ve geniş bir sahile yayılmış olan 27. Alayın da, ağır kayıplar verdiği haberini alınca, düşmanın Conkbayırı-Kocaçimentepe çizgisi ve uzantısını ele geçirmesi durumunda, onarılamayacak durumlarla karşılaşacağını kavrar. Ordudan emir gelmemiş olmasına karşın girişimi ele alıp tüm sorumluluğu yüklenerek, 57.Alayı bir batarya ile Kocaçimentepe yönünde harekete geçirir. Kendisi de durumu izlemek üzere Conkbayırı’na çıktığında,, Arıburnu kesiminden bazı askerlerin çekilmekte olduklarını ve düşman birliklerinin de bunları izlediklerini görür. O anı Mustafa Kemal, Ruşen Eşref Ünaydın ile yaptığı görüşme sırasında şöyle anlatmaktadır. “...Bu esnada Conkbayırının güneyindeki 261 rakımlı tepeden sahilin gözetleme ve korunmasıyla görevli olarak orada bulunan bir müfreze askerin Conkbayırına doğru koşmakta, kaçmakta olduğunu gördüm... Bu askerlerin önüne kendim çıkarak: Daha önce yabancı kaynaklardan ve Anzakların anılarından yapılan aktarmalarla nasıl başlandığı ve ilk günleri açıklanan Arıburnu’ndaki Anzak Kolordusunun Nisan’da yaptığı çıkarmanın temel amacı önce, Kabatepe ile KüçükArıburnu arasındaki kumsallık bölgeye çıkmaktı. İlk -Niçin kaçıyorsunuz ? dedim. SAVAŞIN AŞAMALARI -Efendim düşman dediler! -Nerede? -İşte! diye 261 rakımlı tepeyi gösterdiler. Gerçekten de düşmanın bir avcı kuvveti 261 rakımlı tepeye yaklaşmış ve tam bir serbestlik içinde ileriye doğru yürüyordu. Şimdi vaziyeti düşünün. Ben kuvvetleri (geride) bırakmışım, askerler on dakika istirahat etsin diye...Düşman da bu tepeye gelmiş...Demek ki düşman bana benim askerlerimden daha yakın! Ve düşman benim yere gelse kuvvetlerim çok kötü bir duruma düşecekti. O zaman artık bilemiyorum, bilinçli bir düşünme ile midir, yoksa önsezi ile midir, bilmiyorum. Kaçan askerlere: 3–4 km.lik bir mesafe ilerleyip, boşaltmaya kadar da o noktada kalmışlardır. 5.4.3 Anafartalar Cephesi - Düşmandan kaçılmaz, dedim. - Cephanemiz kalmadı, dediler. - Cephaneniz yoksa süngünüz var,dedim. Ve bağırarak bunlara süngü taktırdım. Yere yatırdım. Aynı zamanda Conkbayırına doğru ilerlemekte olan piyade alayı ile dağ bataryasının yetişebilen askerlerinin ‘ marş marşla’ benim bulunduğum yere gelmeleri için, yanımda- Mareşal Herbert Kitchener ve General William Birdwood, Yükki emir subayını geriye yolladım. Bu askerler süngü takıp seksırt'ta bir siperde (Kasım 1915) yere yatınca, düşman askerleri de yere yattı. Kazandığımız an, bu andır...” Gerçekten de, çekilen Türk askerleri mevzi alınca, karşı taraf ta mevzi alıp duraklar. Böylece, 57. Alay Öncü Bölüğü'nün Conkbayırı’na yerleşmesi için gereken süre kazanılmış olur. İşte bu an, Gelibolu Savaşı’nın kaderini belirleyen önemli anlardan birisidir. Bu husus, Çanakkale Savaşları tarihiyle uğraşan Türk ve yabancı bütün uzmanlar tarafından doğrulanıp vurgulanmaktadır. Daha sonra, Kolordu Komutanı Esat Paşa'nın izniyle, 27. Alay’dan geri kalan birlikleri de emrine alan Tümen Komutanı Mustafa Kemal, karşı saldırıya geçmek üzere 57.Alay'a şu emri verir : “ Ben size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum. Gelibolu'da bir sığınağın önünde Türk askerleri Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında, yerimize başka kuvvetler ve komutanlar kaim olabilir.” 25 Nisan 1915 günü, vakit ikindiye yaklaşırken, ilk çıkarma kademesi olan tümenin sahile çıkışı da tamamlanmıştır. Ne var ki, 27. Alayın birlikleri ve 57. Alayın yaptığı karşı saldırı ile süngü hücumları sonucu Anzaklar çok sayıda kayıp vermiş ve sahile çekilmişler, kritik ve endişeli anlar yaşamaktadırlar. Gene de gün batarken, Anzak Kolordusu’nun sahile çıkan Tümeni, Arıburnu’nun sarp yamaç ve tepelerinde yerleşme olanağı bulur. Bu tarihten başlayarak harekat, 1915’in Ağustos ayına kadar dört ay boyunca, Conkbayırı- Kocaçimentepe-kabatepe bölgelerinde, tarafların karşılıklı saldırı ve özellikle gece yapılan süngü hücumlarıyla, yakın boğuşmalar şeklinde ve çok kanlı çarpışmalarla geçecektir. Bu çarpışmalar sırasında Türkler de, Anzaklar da ağır kayıplar vermişlerdir. Ağustos ile birlikte ise savaş şiddetli çarpışmalara dönüşür. Tıpkı Seddülbahir’de olduğu gibi, Anzak ordusu da taarruz hedeflerine varamamış, çıktıkları yerlerde Birinci Anafartalar Muharebesi Her iki cephedeki kanlı çatışmalar ardından 1915 yılının Temmuz ayı sonlarında cepheler kilitlenmiş, çatışmalar mevzi harbine dönüşmüştü. Gelibolu Yarımadasında bir sonuç elde edebilmek için İngiliz General Sir Ian Hamilton, daha kuzeyde üçüncü bir cephe açmak gereği duymuştur. Burada amaç, sert direnme gösteren her iki cephedeki Osmanlı kuvvetlerinin geri hattını kuşatmaktır. Hamilton, üçüncü cepheyi Küçük ve Büyük Kemikli burunları arasındaki Suvla kumsalına, takviye olarak gelen Britanya 9. Kolordusu’nu çıkartarak açmıştır. 6 Ağustos 1915 tarihinde Suvla Koyu'na yapılan çıkarmayla Gelibolu Savaşı bu bölgeye kaymış, Arıburnu'ndaki Anzak Kolordusu ile Suvla çıkarma kuvvetleri, dolayısıyla bu iki cephe birleşmiştir. Gelibolu Yarımadası'nın Müttefik kuvvetlerce tahliyesine kadar asıl çatışmalar bu bölgede olmuş, yarımadanın güneyindeki Seddülbahir Cephesi, kayda değer bir çatışmaya sahne olmamıştır. 5.4 Çıkarmalar Ertuğrul Koyu'ndaki Osmanlı siperleri deki Britanya kollarını atarak ilerlemiş, öğleden hemen sonra Britanya 9. Kolordusu komutanı General Stopford, ihtiyatta tuttuğu tümeni ateş hattına sürerek sahilde tutunmayı ancak başarabilmiştir. Kanlısırt Muharebesi'nde 6 Ağustos günü öğleden sonra ele geçirilen bir Türk siperinde Avustralyalılar (6-10 Ağustos 1915) Birinci Anafartalar Savaşı’nın hemen ertesi günü, 10 Ağustos 1915 sabahı Albay Mustafa Kemal, Kocaçimen Tepesi – Conk Bayırı hattına giderek burada yeni bir taarruz yapmıştır. Albay Ali Rıza Bey komutasındaki 8. Tümen ve Yarbay Cemil Bey komutasındaki 9. Tümen’in taarruzlarıyla müttefik cephesi 500-1.000 metre geri atılmıştır. Bu bölgedeki Osmanlı taarruzunun başladığı saatlerde daha kuzeyde, Britanya 53. Tümen’i Yusufçuk Tepe ve daha kuzeydeki Küçük Anafartalar Sırtı yönünde taarruza geçmişti. Yoğun topçu ateşleri ardından dört kez yenilenen taarruzlar gün boyu sürmüş olup iki Osmanlı taburunun savunması, mevzileri korumayı başarmıştır. Tekketepe Muharebesi Son muharebeler sonunda Arıburnu Cephesi'nde Anzak kuvvetleri eski hatlarına çekilmiş, Anafartalar Cephesi'nde ise Suvla Ovası'nın sahil bandından kalmışlardı. Özellikle bu bölgede, hakim sırtlardaki Osmanlı mevzilerinin ateşi altında kalmakta idiler. Müttefik kuvvetler üst komutanı General Sır Ian Hamilton, bu sırtların en azından kuzey kesimini oluşÇanakkale'de kullanılan bağlantı siperlerinden biri turan Tekketepe yükseltilerinin bir an önce ele geçirilmesinin gerekliliğini bilmektedir. Bu amaçla sahile yeni çıkartılmış olan 54. Tümen ile bu sırtlara taarruz kararı 5-6 Ağustos gecesi başlayan çıkartma gün boyu sürmüş- vermiştir. Bu tümenin bir taburunca 12 Ağustos 1915 tatür. Suvla/Anafartalar Ovası’na hakim ilk kademe sırtlar- rihinde girişilen ve Tekketepe Muharebesi olarak bilinen daki üç Osmanlı taburu, çıkarma birliklerinin ileri hare- taarruz, Osmanlı savunması önünde ağır kayba uğrayarak sonuçsuz kalmıştır. kâtını durdurmayı başarmıştır. İngiliz 9. Kolordusu’nun genel bir taarruz için düzen alması, 8 Ağustos tarihini bulmuştur. 9. Kolordunun kaybettiği bu zaman içerisinde Osmanlı 7. ve 12. Tümenleri cepheye yetişerek stratejik noktaları tutmuş, 9 Ağustos 1915 günü şafakta iki Britanya tümeni taarruz için ilerlemeye başladığı sırada Kurmay Albay Mustafa Kemal Bey’in de taarruzu başlamıştı. Osmanlı taarruzu, önlerin- Bu taarruzun başarısızlığı üzerine General Hamilton, taarruzu daha kuzeye kaydırarak 12. Tümen'i sağ yandan çevirmeyi amaçlayan bir taarruz planlamıştır. Bu taarruz Kireçtepe ve Kireçtepe sırtlarının işgal edilmesini amaçlamaktadır. Böylece 12. Tümen kanat kırarak Tekketepe'den çekilmek zorunda kalacak, bu yükselti bu suretle Britanya kuvvetlerinin eline düşecektir. SAVAŞIN AŞAMALARI Kireçtepe sırtları, Suvla Koyu'na çıkarma yapıldığı 6 Ağustos 1915 tarihinden itibaren Bursa Jandarma Taburu ve Yüzbaşı Kadri Bey komutasındaki Gelibolu Jandarma Taburu tarafından tutulmaktadır. Üç tugaydan oluşan Britanya birlikleri 15 Ağustos 1915 günü taarruza geçmiştir. Ağır kayıplara Yüzbaşı Kadri Bey'in ağır şekilde yaralanması da eklenince tabur geri çekilmiş, Kanlıtepe Havantepe hattında yeniden mevzi almıştır. Akşam saatleri bölgeye ulaşan bir taburluk takviye ile karşı Osmanlı kuvvetleri karşı taarruza geçmiştir. Çatışmalar gece boyu sürmüş, 16 Ağustos sabahı bölgeye gelen Mustafa Kemal, taarruzu kendisi yönetmiştir. Kısa süre sonra Britanya birlikleri eski hatlarına geri çekilmişlerdir. Aynı gün, başarısız bulunan Britanya 9. Kolordusu komutanı General Stopford ve iki tabur komutanı, General Tekke Koyu (W Beach) Seddülbahir Hamilton tarafından görevden alınmıştır. Hemen ardından Seddülbahir Cephesi’ndeki Britanya 29. Tümeni Anafartalar Cephesi’ne aktarıldı. Mısır’da bulunan 5.000 kişilik bir tümen de aynı cepheye getirildi. Bu şekilde içerden ve dışardan takviye edilen Anafartalar Cephesi’ndeki kuvvetlerle genel bir taarruz planlandı. Müttefik taarruzu, Anafartalar Grup Komutanı Kurmay Albay Mustafa Kemal’in sorumluluk bölgesinde, 12. ve 7. Tümenlerin mevzilerine yönelmiştir. İkinci Anafartalar Muharebesi Bu kuvvetler 21 Ağustos 1915 sabahı İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepelerine genel bir taarruza geçtiler. Aynı anda Anzak Kolordusu ve İngiliz 29. Tümeni'ne bağlı birlikler de Bomba Tepe’ye (Hill 60) taarruz etmiştir. İsmailoğlu ve Yusufçuk Tepeleri’ne yönelik taarruz aynı gün, kesin bir başarısızlıkla son bulmuştur. Bomba Tepe’deki çatışmalar ise 29 Ağustos tarihine kadar sürmüş, İngiliz ve Anzak birliklerinin bazı Osmanlı siperlerini ele geçirmiş olmasına rağmen tepenin zirvesi Osmanlı savunmasının elinde kalmıştır. Kayacık Ağılı Muharebeleri olarak da bilinen Bomba Tepe taarruzu, Çanakkale Savaşının son büyük muharebesidir. Yarımada'da bu tarihten sonra ciddi bir çarpışma yaşanmamış, muharebeler siper savaşı şeklinde devam etmiştir. etmekti. Üstelik Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti ile Müttefik olması, Alman İmparatorluğu ile Osmanlı Devleti arasında kara bağlantısını, dolayısıyla savaş malzemesi nakliyatını büyük ölçüde kolaylaştıracaktır. Nitekim 29 Ekim 1915’de İstanbul’la Almanya arasındaki demiryolu hattı İttifak Devletleri’nin kontrolüne geçmiştir. Bu demiryolu bağlantısının ilk en acı belirtisi de Avusturya’dan gönderilen ve cephede 15 Kasım 1915 tarihinde ateşe başlayan 240 mm.lik top bataryasıdır. Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915’de Birleşik Krallık Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener Gelibolu’ya gelmiştir. 15 Kasım’da Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Gelibolu Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı. Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler, Sela5.5 Tahliye nik Cephesi’ne kaydırılacak, Seddülbahir Cephesi’ndeki Savaş, İkinci Anafartalar Muharebesinden sonraki aylar- kuvvetler ise yerlerinde kalacaktı. da siper savaşları şeklinde sürmüştür. İki tarafın da taar- Tahliye işlemleri 10 Aralık 1915 tarihinde başladı. Gizruz gücü kalmamıştı. Müttefikler açısından bu dönem bir lilik sağlanması amacıyla tahliye sadece geceleri yapılkararsızlık dönemidir. Onca kayıptan sonra Gelibolu’yu mıştır. Bir grup asker gündüzleri sahile çıkarılıyor, ceptahliye etmek kolay verilecek bir karar değildir. Taarruz heye doğru yürüyüşe geçiyorlardı, bu askerler geceleyin için de General Ian Hamilton’un değerlendirmelerine gö- tahliye ediliyor ertesi gün yine sahile çıkarılıyordu. Sare en az ellibin askerlik bir takviye gerekmektedir. Ancak hile indirilen boş cephane sandıkları katırlarla siperlere 14 Ekim 1915 günü Bulgaristan, İttifak Devletleri safında taşınıyordu. Son birlikler, postallarının üstüne çorap gisavaşa girerek Sırbistan’a saldırmıştır. Bu gelişme mütte- yerek siperlerinden ayrılıp sahile yürüdüler. Götürülemefiklerin Çanakkale seferinin varoluş nedenlerinden biri- yen malzemeler sahilde ateşe verildi. Osmanlı siperleri nin ortadan kalkması anlamına gelmektedir. Çünkü bu altına kadar uzanan tünellerde toplam bir ton kadar disefere kalkışılmasının nedenlerinden biri de Balkan ül- namit yerleştirildi ancak birkaç yer haricinde bu lağımlar kelerinin İtilaf Devletleri safında savaşa girmesini teşvik ateşlenmedi. 19 Aralık 1915 akşamı son asker de cephe- den ayrıldı. Anafartalar ve Arıburnu Cephelerinin tahliyesinin hemen ardından Lord Kitchener’in, Seddülbahir Cephesi’ndeki birliklerin yerinde kalması yönündeki kararı, “ne amaçla kalması” açısından sorgulanmaya başlanacaktır. Sonuçta, 27 Aralık 1915 tarihinde bu bölgenin de boşaltılmasına karar verilir. Kuşkusuz bu hatalı bir gecikmeydi. 20 Aralık’tan itibaren Osmanlı tarafı, hiç olmazsa Seddülbahir Cephesi’ndeki Müttefik askeri varlığını elden kaçırmamak için mevcut kuvvetleri güney hattına kaydırmaya başlamıştır. özellikle 240 mm.lik ve daha sonra gelen 150 mm.lik top bataryaları Seddülbahir Cephesi’nde konuşlanıp ateşe başlamışlardı. Yine de büyük bir ustalıkla sürdürülen tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı, saat 03:20’de tamamlanmıştır. Otuzaltıbin asker, dörtbin nakliye hayvanı –gemilere alınamayan yüzlerce at, kuzeyde olduğu gibi, öldürülmüştü- 127 top ve ikibin ton ikmal malzemesinden taşınabilenler, gemilere yüklenmişti. Taşınamayan malzeme ise yine kuzeyde olduğu gibi sahilde büyük yığınlar halinde ateşe verilmişti. Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinin ertesinde, 6 Kasım 1918’de İngilizler Gelibolu’yu işgal ederek Merkez Tahkimatı’na el koymuşlardır. Mareşal Liman Von Sanders, 25 Nisan akşamından itibaren diğer bölgelerdeki Osmanlı birliklerini Arıburnu ve Seddülbahir Cephelerine kaydırmaya başlamıştı. 28 Nisan 1915 tarihinde Seddülbahir Cephesi’nde de tüm Müttefik askeri karaya çıkartılmıştı ve ileri hareketleri Osmanlı birlikleri tarafından durdurulmuştu. General Sır Ian Hamilton’un elindeki tüm kuvvet budur ve ihtiyatı da yoktur. Osmanlılar ise diğer bölgelerden kaydırdıkları kuvvetlerce takviye edilmektedirler. Her geçen gün, Hamilton’un harekâtı başarıyla sonuçlandırma olanağını sınırlamaktadır. Gerek İngiliz gerek Fransız üst rütbeli subayları, Batı cephesinden kuvvet aktarılmasına karşı çıkmaktadırlar. Gelibolu harekât alanına, ikinci öncelik verilmektedir. Ancak Lord Kitchener Gelibolu’daki birlikleri takviye etmeye karar vermiştir. Mısır’daki 42. Tümen 28 Nisan da gemilere bindirilmeye başlandı. Fransızlar da 30 Nisan da General Bailloud komutasındaki 156. Tümen’i, Doğu Sefer Kolordusu’nun 2. Tümen’i olarak Gelibolu’ya gönderme kararı almıştır. Oysa Alman Amiral von Tirpitz daha gerçekçi değerlendirmelerde bulunmakta, “Çanakkale Boğazı düşecek olursa savaş aleyhimize sonuçlanmış olacaktır” demektedir. Müttefiklerin Gelibolu Seferi'ne eklenen yeni takviyelerle üçüncü bir cephe açılmasına karşın kara harekâtı Müttefikler açısından bir sonuç getirmemiş, Osmanlı kuvvetlerinin direnci karşısında cepheler yeniden kilitlenmiştir. Bulgaristan'ın 14 Ekim 1915 tarihinde İttifak Devletlerine katılmıştır. Almanya ile Osmanlı arasında Balkanlar üzerinden bir demiryolu hattı 29 Ekim tarihinde işlemeye başlamıştır. Bu tarihten üç gün sonra General Ian Hamilton görevden alınarak yerine General Charles Monro atanmıştır. Monro cephede yaptığı incelemelerin ardından 3 Kasım 1915’de Birleşik Krallık Yüksek Savunma Konseyi’ne cephe hakkındaki görüşünü, “Gelibolu tahliye edilmelidir” şeklinde bildirmiştir. Bu kolay alınacak bir karar değildir. 6 Kasım 1915 günü Birleşik Krallık Savaş Bakanı Lord Kitchener Gelibolu’ya gelmiştir. 15 Kasım’da Lord Kitchener’in kararı Seddülbahir Cephesi dışındaki diğer iki cephedeki askerlerin tahliye edilmesi yönündedir. Ertesi gün 16 Kasım’da Müttefiklerin Selanik Cephesi de General Monro’ya bağlanmıştır. General Birdwood, General Monro’ya bağlı olmak üzere Gelibolu Müttefik Kuvvetleri Komutanlığı’na atandı. Kesin karar 7 Aralık 1915 tarihinde verilmiştir. Arıburnu ve Anafartalar Cepheleri’ndeki Müttefik kuvvetler tahliye edilerek Selanik Cephesi’ne kaydırılmış, Seddülbahir Cephesi’ndeki kuvvetler ise yerlerinde kalmışlardır. Bu cephedeki kuvvetlerin tahliyesine 27 Aralık 1915 tarihinde karar verilmiştir. Tahliye işlemleri 9 Ocak 1916 sabahı tamamlanmıştır. Böylece Gelibolu Muharebeleri Osmanlı kuvvetlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır. 6 Savaşın Sonuçları Savaş sonrası Alman İmparatoru II. Wilhelm'in Çanakkale Ziyareti (soldan sağa: Usedom Paşa, II. Wilhelm, Enver Paşa, Merten Paşa) Çanakkale Cephesi'nin deniz harekatı, kuşkusuz sıradan bir askeri harekat ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir. Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa'yı Asya'ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerinden Atlas okyanusu ve Hint okyanusu gibi büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bugün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır. SAVAŞIN SONRASI VE ETKİLERİ Tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ülkeleri ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur. Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir Yine Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten” (doğuya doğru) politikası, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; Birleşik Krallık'ın, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir. Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon "İstanbul bir anahtardır. İstanbul'a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır” demekle, Fransa’nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır. Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Pyotr Kropotkin'in bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, İstanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, boğazı Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini bulmaktadır. Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir. Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını önermektedir. Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir. Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu. İşte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur. tif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı. Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. İngilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler. Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur. 7 Savaşın Sonrası ve Etkileri 7.1 Toplumsal etkileri Atatürk'ün Gelibolu Savaşı'nda Türk toprakları üzerinde ölen ve mezarları Türk topraklarında bulunan Anzak asker analarına gönderdiği mesajın yer aldığı anıt, Gelibolu Çanakkale Savaşları, ilgili bütün ulusları derinden etkilemiştir. Her yıl çıkarmanın yıl dönümü olarak 25 Nisan'da Anzak Günü adıyla anma törenleri düzenlenir ve o gün Avustralya ile Yeni Zelanda'da ulusal tatildir. Ayrıca Avustralyalı ve Yeni Zelandalılar o gün toplanarak Gelibolu Yarımadası'ndaki Anzakların (ANZAC: Australian and New Zealand Army Company) çıkarma yaptıkları Anzak Koyu'na gelerek atalarının savaştıkları bu yeri ziyaret ederler. Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ta- Çanakkale Savaşları, özellikle de Avustralya ve Yeni Zerihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingil- landa'yı etkilemiştir. Bu savaştan önce bu iki ülkenin vatere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede ak- tandaşları Britanya İmparatorluğu'nun yenilmez üstünlüğünden emindiler ve böyle bir imparatorluğun onları as- keri seferlere çağrısından büyük onur duymuşlardı.[109] Aynalı Çarşı'nın da geçtiği Çanakkale Türküsü'dür. Ancak Gelibolu Savaşı onların bu büyük güvenini derinden sarsmıştır. Anzaklar için Gelibolu Savaşı'nın önemi çok büyüktür, Gelibolu'dan ayrılan Anzaklar savaşın başka cephelerinde savaşmaya gönderilmişler ve gittik- 9 Kültür alanına yansımaları leri her yeri Gelibolu'yla karşılaştırmışlardır. Avustralya Federasyonu 1 Ocak 1901'de kurulmuş, Avustralyalılar on yıllık bir süreçte seçme ve seçilme ile temsil edilme 9.1 Edebi eserler haklarını elde etmişlerse de ülkenin gerçek psikolojik ba• Mehmet Akif Ersoy'un yazdığı "Çanakkale Şehitleğımsızlığı Gelibolu olarak görülür.[109] rine" isimli şiiri Canberra'da Kemal Ataturk Memorial[110] ve Yeni Ze• Turgut Özakman'ın yazdığı savaşı anlatan Diriliş landa'nın Wellington'un Tarakina Koyu'nda Ataturk [111] Çanakkale 1915 kitabı Memorial adında anıtlar dikilidir. Yine Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Britanya ve Fransa do• Mehmed Niyazi Özdemir'in yazdığı savaşı anlatana nanmalarının geri püskürtüldüğü 18 Mart tarihi, "ÇanakÇanakkale Mahşeri kitabı kale Şehitlerini Anma Günü" olarak ilan edilmiştir. Dün• Adalet Ağaoğlu'nun “Dar Zamanlar” serisinin ilk royada ise bu savaş, askeri beceriksizlik ve felaket semmanı Ölmeye Yatmak bolü olarak sayılmıştır. Mustafa Kemal Atatürk'ün 1934 Anzak törenleri sebebiyle gönderdiği mesaj ülkeler arası • İhsan Ozanoğlu tarafından sözleri yazılan Çanakkale dostluğu pekiştirmiştir: Türküsü 8 100. yıl törenleri • Tokat yöresine ait anonim halk türküsü Hey Onbeşli • Samih Rifat tarafından sözleri yazılan Gelibolu Marşı 2015 yılında Çanakkale savaşının 100. yılı dolasıyla bir• Ersin Burak tarafından hazırlanan "Çanakkale Geçok etkinlik ve törenler düzenlendi. 24 Nisan 2015 tariçilmez" çizgi romanı hinde 17 yabancı devlet başkanı ve 5 başbakanın da katıl[113][114] dığı törenler düzenlendi. 1 Ağustos 2015 tarihinde 750 sporcunun katıldığı etkinliklte Anzak Koyu'nun 1915 metre açığından yüzerek kıyıya Dünya barışı için 9.2 Medya yüzdüler.[115] • Günümüze dek yerli ve yabancı Çanakkale Savaşı ile ilgili film listesi • Çanakkale Savaşı hakkında yazılan şiirlerden oluşan Çanakkale Zaferin Yüzüncü Yılı saygı albümü • Çanakkale Savaşı'nın 100. yılı anma etkinlikleri çerçevesinde Anıtkabir'de gerçekleştirilen törenden bir enstantane. • Eric Bolge tarafından yazılan savaş karşıtı şarkısı “And The Band Played Waltzing Matilda” bu savaşla ilgilidir.[116] 9.3 Dipnotlar • • Çanakkale Deniz Zaferi'nin 100. yılı dolayısıyla hazırlanan resmi logo Çanakkale Savaşı'nı anlatan ya da Çanakkale'de hayatını kaybeden Türkler anısına bestelenen türkülerden biriside sözlerinde [1] Çoğu İngiliz, Avustralyalı ve Amerikan kaynakları Osmanlı'nın asker sayısını 500,000 olarak gösterir fakat bu sayı İtilaf Devletleri tarafından kendi başarısızlıklarını örtbas etmek için verilir. Liman von Sanders ve Türk kayıtlarına göre İtilaf Devletleri asker sayısı açısından Osmanlı İmparatorluğu'na karşı hep üstünlük sağlamıştır. Çanakkale'de Osmanlı İmparatorluğu'nun seferber edebildiği en yüksek asker sayısı Ekim 1915'te 310.000 er ve 5.500 subaya ulaşmıştır. (Kaynak bkz. yukarıda: Edward J. Erickson: Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War; sayfalar 94-95) [2] Askerlik görevi yapamayacak durumda olanlar. Bir uzvunu kaybeden ya da zihnen sakatlananlar. Ağır bombardımanın (özellikle donanma topçusunun) yarattığı şok dalgalarından dolayı sağır olan ya da kalıcı olarak belleğini kaybedenler gibi. [3] Harp Dairesi Başkanlığı kayıtları esas alınmıştır. [4] Liman von Sanders’e göre Osmanlı zayiatı: 218.000 (66.000'i ölü). Zayiatlardan yaralı olan ortalama 42.000 asker tedaviden sonra muharebeye geri dönmüş.(bkz. yukarıda: Edward J. Erickson: Ordered to Die: A History of the Ottoman Army in the First World War; sayfalar 9495) [5] I. Dünya Savaşı üzerine öngörüleri her ne kadar yanlış çıkmış olsa da Türkçe yayınların tersine, Batılı kaynaklar Enver Paşa hakkında oldukça saygı ve takdir dolu ifadeler kullanırlar. Birleşik Krallık resmî tarihi dahi Enver'den “büyük bir seciye kudreti ve hudutsuz bir kavrayış kabiliyeti...” sahibi olarak söz etmektedir. Oglander, Sh.: 22 [6] Bazı kaynaklarda (Açasam) Osmanlı İmparatorluğu'nun bu tarihten itibaren seferberlik ilan ettiği kaydedilmektedir. [7] Maori savaşçıları inanılmaz derecede acımasız olarak tanıtılmıştır. Savaş tarzları, eğer düşman hatlarını bozarlarsa kaçan düşmanlarından birini amaçlayıp peşinden ayrılmaksızın koşmak, bir yerde yaralayıp yeni bir hedefin peşinden koşmaktı. Yaralanan düşmanın işi geriden gelenlerce bitirilirdi. Burhan Sayılır, Sh.: 321 dipnot 1 Kitap 1 Film Dr. Enes BAŞAK Kitap - Paulo Coelho - Mata Hari 24 Ağustos 1947 Rio de Janeiro, Brezilya doğumlu olan Coelho’nun 1988 yılında yayınlanan Simyacı romanı 42 ülkede yayınlandı ve 26 farklı dile çevrildi. Simyacı’nın getirdiği başarı ile Coelho, Gabriel Garcia Marquez’den sonra en çok okunan Latin Amerikalı yazar oldu. Coelho, Can Yayınları tarafından 2016 yılında Türkçe olarak yayınlanan Mata Hari isimli kitabında eski bir dansçı ve casus olan, asıl adı Margaretha Geertruida Zelle olup Mata Hari olarak bilinen ünlü kişiliği ele anlatıyor. Mata Hari, Hollandalı olup 1. Dünya Savaşı sırasında Almanya hesabına çalışmıştır. Dansçı kimliği ile birçok subay ile tanışan Hari, bu kişilerden elde ettiği bilgileri kızına yazdığı mektuplarla Alman istihbarat birimlerine ulaştırmıştır. Tüm suçlamaları reddeden ve casusluk yapmadığını belirten Hari’yi diğer dansçılardan ayıran temel özelliği ise o yıllarda dans sırasında cesur gösteriler yapmasıydı. Bu gösteriler sayesinde tanıştığı Fransız, İngiliz ve Rus subay ve devlet adamlarından elde ettiği bilgileri Alman Gizli Servisine ileten Hari, 15.000 İspanyol pezosu ve 30.000 marklık senetlerin üzerinde bulunması ile suçları ispatlanmış olup mahkemeye çıkarılmıştır. Çıkarıldığı mahkeme tarafından kendisine kurşuna dizilerek idam cezası verilen Hari, cezanın uygulandığı sırada dahi suçlamaları reddetmiş ve gözlerini kapattırmadan idam edilmek istemiştir. Onun bu vakur duruşu ise idam cezasını uygulayan askerler üzerinde derin izler bırakmıştır. Film - Yıldızlararası (Interstellar) (2014) Bir küf mantarı dünyadaki tüm tahılları yok etme sürecine girmiş ve dünyada sadece birkaç adet tahıl türü kalmıştır. İnsanoğlunu tarım tarihteki devrimine geri götüren bu süreç zamanla daha fazla ilerleyecek ve insanlık açlıkla yüz yüze gelecektir. Bu gerçeğin anlaşılmaya çalışıldığı bir dönemde eski bir astronot olan Cooper’ın kızı Murph, odasındaki yer çekimi anomalisini ''hayalet'' olarak adlandırarak babasına anlatır. Odadaki yer çekimi anomalisini kızıyla birlikte inceleyen Cooper ikili sistem şifrelemesini çözerek bir koordinat elde eder ve bu koordinatları kullanarak gizli bir NASA üssünü keşfeder. İnsanlığın açlıkla boğuştuğu dönemde NASA, ''yeni bir dünya arayışı'' için çalışmalarını sürdürmektedir. Bu çalışmalara, o sırada üsse gelen eski astronot Cooper davet edilir ve baş döndürücü bir serüven başlar. Amaç yıldızlararasında yaşanılabilir yeni bir dünya bulmak. Yıldızlararası mesafelerin uzunluğu ise ünlü fizikçi Kip S. Thorne’nun ortaya attığı evrendeki ''Solucan Delikleri'' teorisiyle aşılıyor ve muazzam uzunluktaki mesafeler filmde bu delikler ile aşılıyor. Ve insanoğlu sahip olduğu dünyayı terk etmeden önce yapması gereken son şeyi yapmak için yola çıkıyor; yeni bir dünya keşfetmek… Mükemmel senaryosunda Christopher Nolan ve Jonathan Nolan imzası olan ve Christopher Nolan’ın aynı zamanda yönetmen olduğu filmin oyuncu kadrosunda Matthew McConaughey, Anne Hathaway, Jessica Chastain, Matt Damon, Bill Irwin, John Lithgow ve Michael Caine yer alıyor. (Solda; Solucan Deliği) Bilimsel gerçekliklerin pürüzsüz yer almasının yanı sıra, senaryosu, görsel kalitesi ve bıraktığı derin izlerle Yıldızlararası 2014 yılının tartışmasız en iyi filmi. 2015 En İyi Görsel Efekt Oscar ödülünü alan Yıldızlararası filmini keyifle izleyeceğinize eminim. İMDB Puanı: 8,6. Oylama Yapan Kişi Sayısı: 1.025.226 Dr. Enes BAŞAK Anket Köşesi Anketler, genel eğilimler hakkında bizlere fikirler verir. Bu bakımdan ileriye dönük tercih yapacak olanlara mevcut durumun nasıl olduğunu gösterip, kişilere, daha iyiye ulaşmak için çözümler üretmesinde yardımcı olur. Yıllar önce Facebook’ta kurmuş olduğum Tıp Notları grubumuzun üye sayısı bugün 32.000’i geçti. Birçok tıp öğrencisinin notlar, konferanslar, etkinlikler hakkında birbirine yardımcı olduğu ve bilgi paylaşımında bulunduğu grubumuz, tıp öğrencileri için artık bir uğrak noktası haline geldi. Şimdi sizlere bu grubumuzdaki üyelerimizle yapmış olduğumuz 4 adet anketi sunuyorum. Bu anketlerin kimisi size gelecek hakkında fikir verecek, kimisi ise size tebessümler sunacak. Bu sayımızda yer alan anketlerimiz: 1. Anket Necmettin Erbakan Üniversitesi meram tıp fakültesi acil bölümünden asistan Dr. İdris Keklik ve Türkiye'nin ilk acil bölümü profesörü olan, çok kıymetli hocamız Prof. Dr. Başar Cander'in öncülüğünde yapılacak olan Tıp Eğitim Videoları projesinde sizce hangi eğitim videoları öncelikli olarak yapılmalıdır? Bu anket ilk yapılacak videoların seçiminde kullanılacaktır, bu bakımdan anket sonuçları çok önemli arkadaşlar. Cevap Toplam Kardiyolojik Muayene Karın Muayenesi Nörolojik Muayene Anamnez Alma Göğüs Muayenesi Erişkin ve Çocuk Acillerine Yaklaşım Romatolojik Muayene KBB Muayenesi Psikiyatrik Muayene Direk Grafi Okuma Diyabetik Ayak Muayene Tercih Edilme Sayısı 721 216 144 116 73 49 41 23 21 20 14 4 Cevabın Totale Yüzdesi %100 29,95 19,97 16,08 10,12 6,79 5,68 3,19 2,91 2,77 1,94 0,55 2. Anket Her ay onlarca yabancı yeni film yayınlanıyor. Elbette hepsini izleme imkânımız yok, hele ki zaman probleminin en yoğun olarak yaşandığı bu asırda. Bu nedenle Tıp Notları grubumuzdaki üyelerimize film tavsiyesinde bulunmalarını rica ettik ve sizler için bir tablo hazırladık. Ayrıca tavsiye olarak gelen filmlerin İBDM puanlarını da sizler için ekledik. Buyurun inceleyelim… Çok Beğendiğiniz Bir Yabancı Film Önerisinde Bulunur Musunuz? Cevap Toplam Inception Interstellar V For Vandetta The Prestige Forrest Gump Shutter Island PK (Peekay) Fight Club Whiplash A Beatiful Mind Predestination LOTR: The Fellowship of the Ring Life is Beatiful Deadpool Dağ 2 (Yerli) Lorenzo’s Oil The Godfather Who am I Life of Pi Passengers The Martian The Green Mile In Time Léon Memento Exam Anesthesia The Book Thief Fifty Shades of Grey Arrival Resident Evil 1408 War Horse Sleepy Hollow Edge of Tomorrow Black Mirror Dragonfly (2016) Argo Snowpiercer Tercih Edilme Sayısı 634 111 78 45 40 40 39 29 21 17 15 15 15 15 15 14 14 14 12 11 8 6 5 5 4 4 4 3 3 2 2 2 2 2 2 1 1 1 1 1 Cevabın Totale Yüzdesi %100 17,50 12,30 7,09 6,30 6,30 6,15 4,57 3,31 2,68 2,36 2,36 2,36 2,36 2,36 2,20 2,20 2,20 1,89 1,73 1,26 0,94 0,78 0,78 0,63 0,63 0,63 0,47 0,47 0,31 0,31 0,31 0,31 0,31 0,31 0,15 0,15 0,15 0,15 0,15 İMDB Puanı 10 Üzerinden 8,8 8,6 8,2 8,5 8,8 8,1 8,2 8,8 8,5 8,2 7,5 8,8 8,6 8,1 9,9 7,2 9,2 7,6 7,9 7,0 8,0 8,5 6,7 8,6 8,5 6,9 6,1 7,6 4,1 8,0 6,7 6,8 7,2 7,5 7,9 8,9 5,8 7,7 7,0 3. Anket Tıp fakültelerini başarılı kılan nedir? LYS yerleşme puanı mı, bitirildiğinde elde edilen TUS dereceleri mi yoksa öğretim üyelerinin yapmış olduğu bilimsel yayınlar mı? Hangi cevap çok daha önemli bunu bir kenara bırakalım ve ‘‘en başarılı tıp fakültesi hangisidir’’ sorusunun yanıtını tıp öğrencilerinden alalım… Sizce En Başarılı Tıp Fakültesi Hangisidir? Cevap Toplam İstanbul Üniversitesi Hacettepe Üniversitesi Dokuz Eylül Üniversitesi Ankara Üniversitesi Necmettin Erbakan Üniversitesi Desem kim inanır ki GATA Akdeniz Üniversitesi Ege Üniversitesi Gazi Üniversitesi Erciyes Üniversitesi Afyon Kocatepe Üniversitesi Karadeniz Teknik Üniversitesi İnönü Üniversitesi Marmara Üniversitesi Ondokuz Mayıs Üniversitesi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Uludağ Üniversitesi Abant İzzet Baysal Üniversitesi Düzce Üniversitesi Selçuk Üniversitesi Biruni Üniversitesi Başkent Üniversitesi Tercih Edilme Sayısı 240 83 50 17 13 12 Cevabın Totale Yüzdesi %100 34,58 20,83 7,08 5,41 5,00 10 8 7 7 7 4 4 4 4 2 2 1 1 1 1 1 1 4,16 3,33 2,91 2,91 2,91 1,66 1,66 1,66 1,66 0,83 0,83 0,41 0,41 0,41 0,41 0,41 0,41 Sizden Gelenler Gökyüzünden Karanlık parıltıların altında huzuru aramak ile meşguldüm. Dünyam, doğrusu evrenim, benim için henüz yoktu. Sürekli yağmur, bir ıslaklık vardı. Bardaktan boşanırcasına sırılsıklam, her şeyini kaybetmiş biri gibi aciz, hiç doğmamış gibi yoktum. Sahi, her şeyim karanlıktı. Masum bir zaman yoktu, her geçen saniye günahlarla doluydu. Etraftaki insanlar garip maskelerle geziyordu. Kimi gülüyor, kimi ağlıyor, kimisi de sadece bakıyor... Güzel ne vardı ki? Benim güzelden kastım ne olsa iyiydi? Eh, karanlık arazide yürümekten başka bir şey yapmıyordum. İnsanlara baktığımda duygularını dışarı yansıtmanın dışında sürekli birlikteydiler. Benim gül cemalimi görmeye niyet eden bir insana rastlamak da mesele, eh her yer karanlık olunca... Bir şeyler oldu. Zamanın akışı önce yavaşladı, sonra zaman görünür hale geldi. Eh, boyut değiştiriyorum galiba. Parlak, bembeyaz bir melek geldi yanıma. Karanlık ve yağmurlu arazide oldukça göz alıyordu. Çevredeki insanlar bunu görmemiş olmalılar, çünkü hiçbir tepki yoktu onlarda. Karşı cinsimdi. Parlaklığa gözlerim alışınca kızın tertemiz ve pürüzsüz yüzünü seçebilir hale geldim. "Merhaba." Konuşması elektronik bir sesi andırıyordu. Kulaklarımdaki pası silen, güzel kızların tiz seslerine ait bir sesti bu. Tabii, karanlık da olsa karşı cinsin güzelliğinden anlıyordum. Bir ses bile çıkaramadım, tanrım bu nasıl bir varlıktı? Gönlümde yükselen bir ateş tufanına yol açtı. Hâkimiyetimi kaybediyorum, gerçekten çok hızlı. "Gel." Beni, daha yeni algılayabildiğim gözleri ile kendisine çekiyordu. Ellerimi tuttu. "Yalnızlık bitti." Sonra sarıldı bana. Çıplaktı. Ah, ben de çıplakmışım, bunu o sıcak teniyle karşılaşınca anladım. Beni sımsıkı sarıyor, sarmalıyor, kucaklıyordu. Zaman birden hızlandı, eh en heyecanlı yerinde olacak şey miydi bu? Gökyüzüne tırmanmıştık. Beni sürekli kucaklıyordu. Bulutların üzerinden güneşi seyre dalıyorduk. Gözümü açamıyordum ışıktan, ışığından. Sonra zaman inanılmaz hızlandı, hiç hayra alamet değildi bu. "Ben yapamıyorum." Anlamamıştım, neyi yapamıyordu? "Bana çok ağırsın, uçamıyoruz birlikte." Karşılaştığımızdan beri tek söz etmemiştim ama bu sözü bana ağır geldi. "Neden sen uçuruyorsun beni? Ben daha güçlüyüm senden." dedim. "Sen uçmayı bilseydin eğer, bu duruma gelmeyecektik." dedi. Uçmayı bilmiyordum, dediği doğruydu. Ya bana uçmayı öğretseydi? Ah, galiba uçmak ona göreydi. "Olmadı, uçamıyoruz. Hoşça kal." dedi. Sonra beni gökyüzünde serbest bıraktı. Serin rüzgârıyla uzaklaştı. Çiçeklerim solmuştu. Kalbimde oluşan derin yaralarla beraber, bu geçici şeyin arkasından bakakaldım öylece. Beni yalnızlığımdan kurtaran bu gücün kaybını yere düşünce anlayacaktım. Derken... Yere tosladım. Başta kırılan kalbim olmak üzere tüm vücudum paramparça olmuştu. Etraf karanlıktı, kimsecikler yoktu. Yağmur yağıyordu. Sanki bardaktan boşanıyordu… Ali Rıza SAY İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi 4. Sınıf Öğrencisi Circadian Ritminde Neler Var? Zzzzzzz… Saatin titremesi ile gözlerinin açılması arasında saniyelik bir zaman dilimi mevcut. Sıcacık yataktan kalkmadan önce şöyle tavana da bakılmadı değil. Su seslerine karışan tabak sesleri, ağzına attığın bir zeytinle beraber üstünü düzeltme çabası… Harika işleyen bir sistem… Gözünü açmanla evden çıkma zamanına kadarki sürede kendi düzeninle her şeyi hallettin. Alışkanlıklarından ödün vermek de olmaz tabi. Sabah kahveni de yudumlayıp aynaya göz kırptıktan sonra çıktın evinden, doooğru olmak zorunda olduğun yere. Kimi okula, kimi hastaneye, kimi karakola, kimi stüdyoya, kimi baterisinin başına, kimi camiye, kimi öğretmenler odasına, kimi de uğurlanan eşin ardından sıcacık yatağa… İstisnasız herkesin bir yeri var. Her neyse yapılanlar yapıldı, iş güç bitti ve paydos zamanı geldi. Sonrası akşam yemeği, önceden yapılmış bir plan varsa ona uyulur muhtemelen. Eğer ruhun daralmışsa biraz yürümek iyi gelir tabii. Neyse işte yorgunluk falan da derken genelde televizyon karşısında minik şekerlemeler yapılır, yatmadan evvel bir kaç sayfa kitap okunur ve ardından herkese iyi geceler denir. Bir sonraki günün ritmine uyum sağlamak için enerji toplama evresine geçilir. Peki, yarın ne olacak? Pek bir fikrimiz yok ama muhtemelen her şey normal seyrinde devam edecek. Bu ritme şöyle biraz geniş pencereden bakınca size de sıkıcı gelmedi mi? Sadece rutini yaşamak, heyecanın anlamını boş metro bulmaya yüklemek biraz acımasızlık değil mi? Nerede o çocukken kurup bitirilemeyen hayaller? Dizilere hayranlık hat safhada ama yolda yürümek ağır geliyor pek çoğumuza. Nasıl kahraman olacağız o zaman? Hani emekler nerede? Koskoca 24 saatin içinde kaç kişinin kahkahasında bir parça tuzun oldu, kaçının kalbine okuduğun kitabın etkilerini serpiştirdin, kaç çocuğa tebessüm oldun, kaç köpeğin başını okşadın, kaç kişinin yarım kalan hayaline uzanan bir el oldun, kaç yürek kazandın, kaç kişinin duasını aldın? Ya da bunların kaçını farkında olarak yaptın? Ama sorsak yıkılıyoruz kültürden, tevazudan, yardımseverlikten… Bunca ömrün boyunca kendine zaman ayırdın diyelim. Kendine ışık buldun, yaktın oradan buradan. Peki, o ışığın ne kadarını paylaşıyorsun. Söylemiş olayım, eğer ışık sadece içindeyse dışarıdakiler için koca bir karanlıksın. Ne zamanki o ışığı paylaşırsın, işte o zaman hem sen hem de çevrendekiler yolunu görür ve biraz da olsa ısınırlar belki. Sizce de günlerimizi, saatlerimizi fazla bencilce ve israflıca tüketmiyor muyuz? Dert ediniyor muyuz mesela kendimize bazı şeyleri? Yağmur yağınca kaç çocuk şu an titriyor diye kalbimiz cız ediyor mu, yoksa “ama zaten ben kurtaramam ki” tesellisine mi sığınıyoruz? Kar yağarken sıcacık montunun içinde kartopu oynarken aklına geliyor mu evin bir köşesine sinmiş, acıkmış bir kedi yavrusu? Gelmiyorsa eğer dur bir düşün! Bu koskoca dünyada sadece senin olmadığının farkına var ve küçük de olsa bir iz bırak. En azından buna niyetlen. Elbette haddim değil kimseye akıl vermek ama belli mi olur belki de senin ışığın bu satırların arasına gizlenmiştir… ''Yaşamak şakaya gelmez/Büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın'' diyor şair, boşuna demiyor işte. Buradan gitmeden önce mademki en büyük hakkın yaşamak, o zaman ciddiye alacaksın, ciddiye alacağız. Kendin için yetmez herkes için yaşayacaksın. Sana verilen bu ömür denen çizelgeye attığın her çentik derin bir iz bırakmalı. Ya da o niyette olmalı. Değilse eğer derler ya hani “sen çoktan ölmüşsün gömülmek için 70 ini bekliyorsun” diye tam da o haldesin demektir. Yaşlanınca torunlarına anlatacak anılar olsun istiyorsan eğer, gençken anıya dönüşecek doludizgin hayallere sahip olmalısın. Çünkü yaşlılar anılarla, gençler ise hayallerle yaşar… Tüm insanlık adına kurduğumuz her hayalin, günün birinde hatıralarımızda gezinmesi dileğimle… Beyza Nur ŞİRİN Eskişehir Fakültesi Osmangazi Üniversitesi Tıp 2. Sınıf Öğrencisi Umutsuz Olmamak İçin Hatırla O'nu Başımıza gelen olayların hiçbiri sebepsiz değil, elbette hepsinin bir hikmeti var, kâh bildiğimiz, kâh bilmediğimiz. Ama çoğunlukla zahirde olanla yetinmeye çalışır ve yorumlarımızı ona göre yapar, batını hiç görmeyiz. Ama asıl gerçek oradadır. Çünkü ilmimiz O'nun sonsuz ilmi ile kıyas-ı kabil olamayacak derecede nakıs kalıyor. O ki ezeli ve ebedi ilim sahibi yüce yaratıcımız. Sümbül güzel bir çiçektir değil mi? Onun o hale gelme aşaması o denli zorluklarla dolu ki… İlk aşamasında kendisinin çıktığı o tohumu parçalamak zorunda. Sonra önüne çıkan onca engelleri (koca sert tabakaları ve hakeza taşları) aşmak zorunda. Ki o taşları, insan elleri ile bir madde kullanarak ancak yarabiliyor. Ama o nazenin, narin yapısıyla sümbül bile o taşı delip geçiyor. Zahiren insan eline alsa ufalanıp gidecek incelikte ama o hiç yorulmadan görevini yerine getiriyor, başına gelen onca zorlu ve dağdağalı aşamalara rağmen… İnsan da öyle değil mi? Bir görevi vardı oysaki, yerine getireceğine söz verdiği ve yerine getirmesi gerektiği. Bir kulluk, ubudiyet görevi vardı, O En Güzel'e karşı… Sümbül, o uzun ve yeşilimsi bir dalın ardından göze hitap eden o kadar güzel bir bitki oluyor ki… Sebebiyet veriyor soruların akılda neşet etmesine. Böyle bir başarı ve inanç sadece ona mı bağlı? Nereden alıyor bu kuvveti? Sert ve koca bir taş ve ince ufak bir tohum, kıyas edilebilir mi? Her ne kadar şartlar olumsuz görünse de, o arkasına Rahman, Rahim olan Allah'ın isimlerini alarak yola başlıyor. Arkasına alıyor O'nu ve tamamıyla o Yüce Kudret'e dayanıyor. Ve o zorlu yol Rahmet ile sonuçlanıyor… Her zorluğun ardından elbet bir kolaylık, rahmet ve elbet bir ferahlık vardır… Apaçık söylemiyor mu bize Kitab-ı Kebir-i Kâinat: "Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten zorlukla beraber bir kolaylık vardır." (İnşirah 5-6). Biz de her an "Rabbim! Gönlüme ferahlık ver ve işimi bana kolaylaştır" demeliyiz. O'na seslenince: "Lebbbeyk" diyen bir Rabbimiz var bizim. Yani, "Buyur Kulum" diyor an be an, seninle ve seni işiterek… "Kulum bana bir adım atsa ben on adım ile karşılık veririm" diyen şefkati sonsuz merhameti sınırsız olan bir Hâlık’ımız var bizim. Korkuyorum, Dualarda isterken seni Huzurda kabul olunmazsın diye… Söylesene, Böyle merhamet sahibi, böyle bir vaatte bulunan, başka bir Hak var mı?... Elif TAVŞU İbrahim PEKDOĞRU Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi 2. Sınıf Öğrencisi Korkuyorum Korkuyorum, Gözlerin bana bakarken Gönlün beni göremez diye… Korkuyorum, Koyup gidersin de bu şehirden Şehri öksüz bırakırsın diye… Korkuyorum, Geri kalan ömrümün uğraşı olmanı isterken Hatıralarda bir anı olarak kalırsın diye… Korkuyorum, Kara kalemle kalbime çizdiğim gözlerini Olur ya aklım unutursa diye… Korkuyorum, Yanlış yollara saparım da gönlünde Sevdanın yolunu bulamazsam diye… İletişim Bilgileri Burhan DURSUN [email protected] Enes BAŞAK 0536 271 6441 Uzm. Dr. Erdinç NAYIR [email protected] Sıddık UÇAR [email protected] Sizden Gelenler Ali Rıza SAY [email protected] Beyza Nur ŞİRİN [email protected] Elif TAVŞU [email protected] İbrahim PEKDOĞRU [email protected]