HIZIR KISSASINI ŞER’İ HÜKÜMLERDEN SIYRILMAYA DELİL GÖSTERENLERİN HÜKMÜ www.tavhid.org 1 ْ ه َّ الر ْح َمن َّ اّلل الر ِح ِيم ِ ِبس ِم ِ Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdulillah. Essalatu ves-selamu ala Resulillah. İslam şeriatının hükümlerinden kurtulabilmek için çeşit çeşit hilelere, oyunlara, zındıklıklara başvuran topluluklar tarih boyunca var olmuştur. Asıl amaç dinden sıyrılmak ve dine bağlanmamak olduğu halde bu küfür, farklı perdelerin altında saklanmaya çalışılmıştır. " bu din bizim bütün düzenlerimizi yıktı, planlarımızı bozdu, dinlerimizi geçersiz kıldı. Biz bu dine bağlanmak, bu dinin kanunlarına göre yaşamak istemiyoruz" diye açıktan söyleyemeyenler. "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" misalinde olduğu gibi ehli imandan, ehli takvadan daha samimi, daha takvalı, daha hassas pozlarına girmişlerdir. -Bazıları dedi ki: Biz Kur'an ile amel ederdik ama Sahabe Kur'anı bozdu, İslam'ı değiştirdi. Kılıç zoruyla Mecusi ateşini söndürdükleri günün hemen ertesinde sahabeden daha takvalı, daha dindar, daha hassas oldular ve sahabeleri mürted ilan ettiler. - Bazılarıda dedi ki Biz şeriatın kanunlarına bağlanırdık, bunlarla amel ederdik ama bu kanunlar avam için gelmiştir. Allah -haşa- bizleri bu kanunlardan muaf tutmuştur. Bu sebebten biz şeriatı çok severiz, çok tazim ederiz ama şeriata bağlanmayız. -Bazılarıda dedi ki Muhammed Allah'ın peygamberidir. Şeriatı da haktır. Ama bize değil Araplara gönderilmiştir. Onun için ona tabi olmamız gerekmez. Yani Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) Allah'ın peygamberidir ama -haşa- bütün insanlara gönderildiği sözünde yalancıdır. Hem peygamber olduğunu tasdik edip hem de yalancılıkla itham etmeyi bir arada cem etmişler. -Bazılarıda dedi ki: Zaten kader bellidir, cennetlik olanlarda, cehennenlik olanlarda bellidir. Kalemler kurumuş, sayfalar dürülmüştür. O halde şeriata bağlanmaya, Allah'ın kanunlarına boyun eğmeye ne gerek var? -Bazılarıda dedi ki: Tamam bu Kur'an haktır, şeriat hükümleri haktır. Ama bu emirlerin bir görünen anlamları vardır, birde gizli anlamları vardır. Biz Kur'anın zahirine değil, batın anlamlarına bağlandık. Namazdan kasıt şudur, oruçtan kasıt budur, zekattan kasıt şudur... -Bazılarıda dedi ki: Biz ilmi direk Allah'tan alıyoruz. Bizim bir vasıtaya ihtiyacımız yoktur. Bu şeriat avama hitap eder. 2 Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Bu topluluklar çeşitli kılıklara girselerde, şeriattan sıyrılmak ve dine bağlanmamak hususunda müttefiktirler. Şeriat bir şekilde devre dışı kaldığı zaman dünyada onlardan mutlusu yoktur. Şeriat üstün olduğu ve onlarda şeriata bağlanmak zorunda olduğu zamanda dünyada bunlardan kederlisi yoktur. Hızır kıssasını delil alıp, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) getirdiği şeriattan çıkabileceğini, söyleyenlerde böyle bir topluluktur. Bunlar- sözdeevliya oldukları için şeriata olan muhalefetleri muhakkak bir hikmete mebnidir. Nasıl ki Hızır, Musa (as)'a muhalefet ettiyse evliyalarda İslam şeriatına muhalefet edebilir.Onun içindir ki tasavvuf kaynaklarında müridin edepleri anlatılırken derler ki: "Şeyh sana haramı bile emretse sakın ona karşı gelme, sen hikmetini bilmesende muhakkak onun sözü bir hikmete mebnidir." Din düşmanlarının yaklaşımı bu şekildedir. Şimdi birde İslam alimlerinin meseleye yaklaşımına bakalım. Hızır (as)ın Tasarruflarını Şer’i Hükümlerden Sıyrılmaya Delil Gösterenlerin Hükmü İmam Kurtubi (rahimehullah) Ahkamul Kur'an isimli tefsirinde bu konuda şu açıklamayı yapıyor: Hocamız İmam Ebu'l-Abbas der ki: Bâtıniye’nin zındıklarından bir kesim bir takım şer'î hükümlerin (haklarında) uygulanmasını gerekli kılan bir yol izlemeye kalkışmışlar ve şöyle demişlerdir: Bu genel şer'î hükümler ile, peygamberler ve avam hakkında hüküm verilir. Veliler ile havasa gelince, onların bu gibi nasslara ihtiyaçları yoktur. Onlardan istenen, kalplerinde doğan şeylerden ibarettir. Kalplerinde etkin olarak geçen düşünceler ile onlar hakkında hüküm verilir. Yine bunlar derler ki: Buna sebep ise kalplerinin bulandırıcı konulardan arınmış, ağyardan uzak düşmüş olmasıdır. Bu sebepten ötürü onlara ilahi ilimler ve Rabbani hakikatler tecelli eder. Kâinatın sırlarına vakıf olurlar, cüz'iyyâtın ahkâmını bilirler. Böylelikle şeriatın külliyâtına dair hükümlere ihtiyaçları kalmaz. Nitekim Hızır da böyle davranmıştır. O kendisine tecelli eden ilimler vasıtası ile Musa'nın nezdinde bulunup Kitaptan anlaşılan hükümlere ihtiyaç duymamıştır. Onların yaptıkları nakiller arasında şu da vardır: Müftüler sana fetva verecek olsa dahi sen fetvayı kalbine sor. Hocamız -Allah ondan razı olsun- dedi ki: Böyle bir söz söylemek zındıklıktır ve küfürdür. Bu sözleri söyleyen öldürülür ve tevbe etmesi dahi istenmez. Çünkü bu sözler kat'î olarak bilinen şer'i hükümleri inkâr etmektir. Yüce Allah'ın sünneti, hükümlerinin ancak kendisiyle kulları arasında elçilik vazifesini yapan rasûlleri aracılığıyla 3 bilinmesi şeklindedir ve hikmeti bunu gerektirmiştir. Rablerinin mesajlarını ve kelâmını alıp tebliğ edenler onlardır. Onun şeriat ve hükümlerini onlar açıklarlar. Yüce Allah bu görev için onları seçmiş ve bu önemli vazifeyi onlara vermekle, onları ayrıcalıklı kılmıştır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah, meleklerden ve insanlardan rasûller seçer. Muhakkak Allah herşeyi işitendir, herşeyi görendir" (el-Hacc, 22/75) 'Allah peygamberliğini kime vereceğini çok iyi bilendir." (el-En'âm, 6/24); "İnsanlar tek bir ümmetti. Allah da peygamberleri müjdeleyici ve korkutucular olmak üzere gönderdi..."(el-Bakara, 2/213) ve buna benzer daha başka âyet-i kerimeler. Özetle söyleyecek olursak, Yüce Allah'ın emir ve nehiylerini ihtiva eden, hükümlerini bilmenin tek yolunun ancak peygamberler olduğu ve ancak onlar vasıtasıyla bunların öğrenileceği konusunda kat'î bir bilgi ve kesin bir yakîn vardır. Bu konuda ümmetin selefi de, halefi de icmâ halindedir. Her kim: Peygamberlerin dışında ve peygamberlere ihtiyaç bırakmayacak şekilde Allah'ın kendisi vasıtasıyla emir ve yasaklarının bilinebileceği başka bir yol bulunduğunu söyleyecek olursa bu kimse kâfirdir, öldürülür, tevbe etmesi de istenmez. Bu konuda onunla tartışıp, ona soru sorup cevap vermeye de gerek yoktur. Diğer taraftan böyle bir iddia Peygamberimiz Muhammed (sav)dan sonra bir takım peygamberlerin varlığını da kabul etmek demektir. Oysa yüce Allah onu peygamberlerinin ve rasûllerinin sonuncusu kılmıştır. Ondan başka ne bir nebî ne de bir rasûl gelecektir. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Ben hükümleri kalbimden alırım, kalbimde geçen ne ise yüce Allah'ın hükmü odur ve gereğince amel ederim. Bu varken ayrıca Kitab ve sünnete ihtiyacım yoktur, diyen bir kimse özel olarak kendisinin nebî olduğunu iddia etmiş demektir. Böyle bir iddia, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)ın: "Ruhu'l-Kudüs (Cebrail) Benim kalbime şunu üfledi (telkin etti)" hadisinde söylediklerini andırmaktadır. (Ahkamul Kur'an, Buruc Yayınları: 11/101-102.) Şeyhul-İslam Takıyyuddin İbn Teymiyye'nin sözleri: Vahdeti vücut akidesine sahip olanlardan bazılarınında aynı kıssayı kendilerine delil olarak kabul ederek şeriatın hükümlerinden sıyrılıp çıktıklarını söyleyen Şeyhul-İslam İbn Teymiyye (Rahimehullah) Hızır kıssası hakkında şu izahatı yapıyor: “Fusüs” yazarının (İbn Arabi) iddia ettiği gibi- kendisini Peygamber (s.a. v.) Efendimizden üstün sayan kimsenin kâfir olduğu aşikârdır. Fakat bunlar arasından öyle kimseler var ki, böyle bir düşünce beslemiyorlar; ancak bunlar kendileri için Resûlullah'a tâbi olmanın dışında Allah'a götüren bir yol olduğuna ve Allah Resulünün getirdiği şeriata muhalif bile 4 olsa bu yolu takip etmenin caiz olduğuna inanıyorlar. Buna delil olarak da Mûsâ ile Hızır (a.s.) kıssasını öne sürüyorlar. Halbuki bu kıssa şu iki açıdan onlar için delil teşkil etmez: a - Hz. Mûsâ, Hz. Hızır'a gönderilmiş, bir peygamber değildi; bu nedenle de Hızır'ın Hz. Musa'ya uyması gerekmiyordu. Çünkü Hz. Musâ, İsrâiloğullarına gönderilmiş peygamberdi. Bundan dolayıdır ki, sahih bir hadiste Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: 'Mûsâ, Hızır'a selâm verince Hızır.- 'Hayret! Senin ülkende selâm ne gezer?' dedi. Mûsâ da: 'Ben Musa'yım, diye cevap verince Hızır sordu: 'İsrailoğullarının Musa'sı mı?' Mûsâ: 'Evet!' dedi. Bunu tâkiben Hızır: 'Sende, Allah'ın sana öğrettiği öyle bir ilim var ki ben onu bilemem; bende de Allah'ın bana verdiği öyle bir ilim var ki onuda sen bilemezsin' dedi.” (Buhari, İlim 44) Yine bundan dolayıdır ki Allah Resûlû (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur: "Diğer ümmetlere şu beş özellikle üstün kılındık: 1. Saflarımız meleklerin saflarına eş tutuldu. 2. Benim için bütün bir yeryüzü mescid kılındı ve temiz sayıldı. Bu sebeple kime olursa olsun namaz vak¬ti geldiğinde o kimsenin bulunduğu yer, ibâdetgâhı (mescidi)dir ve temizdir. 3. Bana ganimet helâl kılındı, daha önce hiç kimseye helâl kılınmamıştı. 4. Bana şefaat etme izni verildi, 5. Daha önceki peygamberler özel olarak kendi kavimlerine gönderilmişlerdi; ben ise bütün bir beşeriyete peygamber olarak gönderildim. (Müslim, Mesacid 4) Bir başka hadis şöyledir: «Bana daha önce hiç kimseye verilmemiş olan şu beş özellik verildi: 1. Bana, bir aylık mesafeye kadar korku salma özelliği ile yardım olundu. 2. Yeryüzü bana mescid kılındı ve temiz sayıldı. 5 3. Daha önce kimseye meşru kılınmamış olan ganimet bana helâl kılındı. 4. Bana şefaat etme izni verildi. 5. Daha önceki peygamberler özel olarak kendi kavimlerine gönderilmişti; ben ise bütün bir beşeriyete peygamber olarak gönderildim. (Buhari, Teyemmum 1, Müslim, Mesacid 3) Nitekim Allahu Teala da buyurmaktadır: «(Ey habîbim,) Biz seni ancak bütün insanlara müjdeci (beşir) ve uyarıcı (nezir) olarak gönderdik. (Sebe 28) "De ki (ey habîbim,): 'Ey insanlar, şüphesiz ben, Allah'ın hepinize gönderdiği Resulüyüm. (A’raf 158) Evet, Efendimiz Muhammed Mustafâ insan, cin, Arab, Acem, hükümdar, zâhid, evliya ve evliya olmayan herkese ve her şeye, bütün bir sekaleyn'e gönderilmiş Allah Resülüdür. Hiç kimse için, ister açıktan, isterse gizliden ne O'na tâbî olmaktan, ne de O'nun getirdiği Kitap ve Sünnet'e en ince noktalarda, en önemli hususlarda, ilmî meselelerde, amele taallûk eden şeylerde uymaktan uzak kalış ve muafiyet mümkün ve caiz değildir. Yine hiç kimse için, Hızır'ın Hz. M û s â' ya söylediklerini Peygamber Efendimize karşı söylemek mümkün olamaz. Çünkü Hz. Mûsâ, Hızır (a.s.)'a gönderilmiş bir peygamber değildi. b. Hızır kıssasında şeriat'a aykırı hiç bir durum yoktur. Aksine Hz. H ı z ı r' ın yaptıkları, onun bildiği gibi, kişi sebeplerini bildiği zaman şeriat'ta mubah olan şeylerdir. Bu nedenledir ki, Hızır, yaptıklarının gerçek yanını Hz. Musa'ya açıklayınca Hz. Mûsâ bu hususlarda ona muvafakat gösterdi. Şayet bunlar onun şeriatına muhalif olsaydı kesinlikle muvafakat etmezdi. Bu hususu başka bir yerde genişçe ele aldık. Burada yalnız şu noktaları belirtelim: Geminin hasara uğratılmasından anlaşılmaktadır ki, kişinin, mülkiyeti altında bulunan bir malı, bir kısmını telef etmek suretiyle sahibi adına koruması caizdir; çünkü, bu şekilde yapılan telef, o malın tamamen yok olmasından daha iyidir. Nitekim Hz. Peygamber döneminde çobanın, öleceğinden endişe ettiği koyunu kesmesi caiz görülüyordu. Çocuğun öldürülmesi olayı ise suç işleyen çocuğun öldürülmesinin caiz olduğu hükmünü içermektedir. Bu nedenle de İ b n A b bas, Necdet'e şöyle demişti: «Çocukların durumuna gelince; öldürdüğün çocuğun durumunu Hızır'ın bildiği gibi, bunların durumunu biliyorsan onları öldür, değilse öldürme!» 6 Yıkılmak üzere olan duvarı Hızır'ın doğrultmasından ise, sâlih bir kavmin, soyunun lehinde olduğunda ihtiyaç duyulduğu zaman ücretsiz olarak iyilik yapılabileceği hükmü çıkmaktadır. Kaynak: Şeyhu’l-İslam İbn Teymiyye Külliyatı C.2 Sh:244-246) Tevhid Yayınları,1987 Şeyhul-islam Muhammed Bin Abdilvehhab'ın sözleri Şeyhu'l-İslam Muhammed bin Abdilvehhab (Rahimehullah) kişiyi İslamdan çıkaran amellerin 10 tanesini beyan ettiği risalesinde 9. madde olarak şöyle diyor: Kim "Hızır (as) nasıl ki, Musa (as)'ın şeriatı dışında hareket etme serbestisine sahipse insanlardan bazılarıda Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in şeriatı dışına çıkabilir." Şeklinde itikad ederse kafir olur. Kaynak: Tevhid Risaleleri, sh:71, Muvahhid Yayınları, 7