HUKUK EĞİTİMİNDE KALİTE Bahadır DOĞUSOY BakanlıkYüksek Müşaviri Giriş Her yıl düzenli olarak yapılan Ulusal Kalite Konferanslarının, 1998 yılında yapılan yedincisinin konusu “Hukuk Düzeninde Kalite” idi, benim de konuşmacı olarak katıldığım bu konferansın hazırlık çalışmalarından başlayarak düşündüğüm husus, son yıllarda ülkemizde de yankı bulan ve giderek genişleyen bir uygulama alanına kavuşan toplam kalite yönetiminin, hukuk düzenine uygulanmasının bulunduğumuz aşamada mümkün olup olmayacağı sorusuydu? Bu sorunun cevabını vermeden önce durumun daha iyi anlaşılabilmesi için toplam kalite öğretisinin başlangıç ve gelişimini hatırlatmakta yarar bulunmaktadır. Toplam kalite yönetimi Toplam kalite yönetimi uygulamasına geçilmeden önce Amerika Birleşik Devletlerinde 1920‟li yıllarda Taylor yönetim anlayışının sanayide egemen olduğunu görüyoruz. Bu sistem, işçilerin çeşitliliği az ve mekanik bir tekrara dayalı olan işleri yapmada vardiya usulü ile çalıştırmaları ilkesine dayanıyordu, işçilerin çalışırken düşünmeleri gerekmiyordu, çünkü düşünmek yönetimin hakkı ve göreviydi. Evet Taylor‟a göre düşünmek yönetimin hakkı ve göreviydi ve fabrika sahipleri işi plânlar, kiralanan yöneticiler işçileri yönlendirirdi. Bu yönetim felsefesi Henry Ford tarafından geliştirilen üretim bandı uygulamasına da çok uyum sağlamıştı, bu uygulamaya göre üretim bandındaki iş basit, tekdüze ve sıkıcıydı. İşçi, yönetimin kararlarına uymak zorundaydı. İşçiler her gün ürettikleri parça başına ücret alıyorlardı, kalite işçiler için hiç önemli değildi. Her sıranın ucundaki ustabaşı kalite kontrolünden sorumluydu. Sonraları Taylor„un fikirleri eğitime de kaydı “toplu eğitim” kavramı “Amerika Fabrika Modelinden” esinlenmiş “Bilimsel Yönetim” felsefesi ile yoğrulmuştur. Şikago Üniversitesinden Franklin Bobit, Frederick Taylor‟un prensiplerini eğitime yansıtma görevini üstlendi o da Taylor gibi verimliliğin ancak merkezi otorite ile, yapılacak işlerin de danışmanların yönlendirmesiyle sağlanabileceğine inandı. İşçiye (eğitimde ise öğretmene) işini yapabilmesi ve belirli standartlara ulaşabilmesi için uygulanacak yöntemler ve kullanılacak aletlerin öğretilmesi yeterliydi. Bu yıllarda William Edward Deming, Taylor‟un otoriter yönetim metodunun insan ruhunu alçalttığına, işçi, yönetim ve şirketin iş ve menfaatlerine de zarar verdiğine inandı. Deming eğitim ile işçilerin kendi başarı çizgilerini kontrol altında tutabileceklerini ve böylece de ürettikleri malzemenin kalitesini kendilerinin ayarlayabileceğine, dolayısıyla yetersiz ve pahalı ustabaşılarına da gerek kalmayacağına ve yüksek kalitenin böylelikle ucuza mal olacağına inanıyordu. (1. Belirleme, 2. Üretim, 3. Kontrol), (1. Plânla, 2. Yap, 3. Sına, 4. Uygula) Deming‟e göre kalite müşteriyi tatmin hatta mutlu eden bir kavramdır. Deming, kalite olgusunun farkına varan Japonlar tarafından 2‟nci Dünya Savaşı sonunda Japonya‟ya davet edildi. 1950 yılında tekrar gitti. Onun ve arkadaşlarının çalışmaları sonucunda “kalite” Japon sanayiinin devleşmesinin anahtar kelimesi oldu. Tabii bu başarıda Japon kültürünün etkisi olduğu muhakkaktır. Zira bu kültüre göre çalışmak çok şerefli bir iştir. Kişinin elinden gelenin en iyisini yapmaması onursuzluktur ve asla hoş karşılanmaz. Ama Amerikalıların bunu yaptığı söylenemez. Örneğin Japonya‟da kalite her işçiyi ilgilendiren bir kavram iken Amerika‟da kalite genellikle kurum içinde bir bölüme veya bir grup insana endekslenmiş bir olgudur. Toplam kalite yönetimi ile amaçlananın ne olduğunu özetle anlatmak gerekirse Kaoru Ishikawa‟ya başvurmak yerinde olacaktır. Ishikawa; “... hayatta ve iş dünyasında başarının sırrı sadece kazanılan para miktarında değil, işi en iyi şekilde yapmanın verdiği tatminde, diğer insanlarla işbirliği yapıp, onlarca tanınıp sevilmenin verdiği mutlulukta ve kişisel gelişimin verdiği neşededir” dedikten sonra ekliyor; “Gelişen bir insan olmaktan ve tüm yeteneklerini sonuna kadar kullanabilmekten doğan tatmini tadabilmek, Özgüveni olup, kendini tam olarak gerçekleştirebilen bir birey olmak ve Beynini kullanarak, istekle çalışarak topluma katkıda bulunabilmek başarımızın sırrıdır.” Eğitimde toplam kalite Deming, eğitimcileri; korku, şüphe duyguları yerine saygı ve güvenle olgunlaşan güçlü ilişkilerin doğacağı ve bunun sonucunda da öğretmen, öğrenci ve idarecilerin sürekli gelişim yolunda tek bir yürek olabileceği eğitim ortamları yaratmaya yönlendirmektedir. Deming„e göre okul; öğretmen, öğrenci, idareci ve eğitimle ilgili diğer bireylerin yaptıkları işten mutluluk ve onur duydukları bir yer olmalı, öğrencilerin günlük denemelerle edinecekleri bilgiyi önleyen engelleri yok etmek, okul idarecisinin görevi sayılmalı, eğitimin her safhasında öğretmen, öğrenci ile ilgili sürekli yanıt alabilen ve başarısının derecesini arttırabilmek için sürekli gelişimin yollarını gösteren lider konumunda bulunmalı, diğer bir deyişle öğretmen son ve önemli kararları veren değil yönlendireni olmalıdır. Toplam kalite yönetiminin öncüsü olan Deming ilkelerinin eğitime uyarlanması halinde ise karşımıza şu başlıklar çıkmaktadır; 1. Hizmet ve ürünlerin geliştirilmesi için amaçlarda süreklilik yaratmak: Sistemin ana amacı tüm öğrenciler için eğitimin kalitesini geliştirmek olmalıdır (İdarecilerin devamlılığı sağlanmalıdır). 2. Yeni bir “toplam kalite” ve “sürekli gelişim” felsefesini benimsemek: Amaç tüm öğrencilerin başarısıdır. Bu nedenle öğrenciler arasındaki bireysel farklılıklar özellikle dikkate alınmalıdır. 3. Kaliteyi yakalamak için bütün halindeki kontrol bağımlılığına son vermek: Standart sınav yöntemiyle yapılan toplu değerlendirme, sınıflara ayırma ve belirli dönemlerde öğrencileri yarışmacı bir şekilde derecelendirme, eğitim başarısını sadece belli amaçlar doğrultusunda ölçmeyi gerektiriyor. Oysa çağdaş yaklaşımda okullar öncelikle kaliteli performansı yaratacak, öğrenme sürecini sağlamanın yollarını araştırmak durumundadırlar. Yoklama ve sınama metotlarını değil. 4. Başarıyı sınavla ölçme bağımlılığına son vermek. 5. Kalite ve verimi arttırmak için örgütteki hizmet ve üretim sistemlerini sürekli iyileştirmek: Toplam kalite uygulaması ne kadar sürmelidir sorusuna verilecek yanıt daima olmalıdır. Ayrıca, gelinen ve gidilecek eğitim kurumları arasında işbirliği sağlanmalıdır. 6. İş başında sürekli meslekî eğitim verilmelidir. 7. Liderlik tesis edilmelidir. 8. Hata yapma korkusundan arınmış olmak (korku herhangi bir sistemin gelişimini engelleyen en büyük etkendir. Bireylerin en mükemmeli yapmaya çalıştıkları ortamı yaratıp geliştirmek, yine yönetimin işidir). 9. Bölümler ve öğretmenler arasındaki engeller kaldırılmalıdır (akademik değil idarî bölünme, tüm çalışanların ekip halinde ortak çalışması). 10. Düşük verim, çalışanlardan değil sistemden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, slogan ve öğütten kaçınılmalı, sayısal hatalar en aza indirilmelidir. 11. Çalışanların elde ettikleri başarılarla gurur duymalarını engelleyen unsurlar ortadan kaldırılmalıdır. 12. Zengin bir eğitim ve kendisini yenileme programı oluşturulmalıdır. 13. Değişimi sağlamak için sistemdeki herkes seferber edilmeli ve tüm olanaklar kullanılmalıdır. (1) Hukuk eğitiminde kalite Giriş bölümünde ifade ettiğim gibi, toplam kalite yönetimin hukuk düzenine veya hukuk eğitimine bu aşamada uygulanmasına ilişkin tereddütlerim var; zira hukuk devletinde, hukuk düzeni aslında tüm devlet düzenidir. Diğer taraftan bu düzende hukuku oluşturmak ve uygulanmasını sağlamak devletin aslî görevidir. Bu görevin de herhangi bir getiri düşünmeden yapılması zorunludur. Bunun yanı sıra nitelikli hukukçunun yetiştirilmesi çabasında olan hukuk fakültelerimiz toplam kalite yönetimi uygulamasıyla bu amaçlarına ulaşabilecekler midir? Bu soruya bulunduğumuz aşamada evet yanıtı veremiyorum. Nitekim eğitimciler toplam kalite yönetimi ilkelerine baktıklarında bu modelin genellikle kâr amaçlı örgütlere uygun olduğunu düşünmektedirler. Ben de gerek hukuk düzeni gerek hukuk eğitimi konusunda hiç değilse şimdilik daha ihtiyatlı bir yaklaşım içerisinde olduğumu belirtmeliyim. Ancak gözle görülen bir gerçekte hukuk eğitiminde gerek öğretim üyelerinin gerek öğrencilerin gösterdikleri yoğun çabaya rağmen giderek düşen niteliktir. Belirtilen nedenle bu bölümde, yirmibeş yıla yaklaşan yargı ve bürokrasi deneyimime ve niteliğin yükseltilmesine ilişkin bazı çalışmalara dayanarak görüşlerimi ifade edeceğim. Ama önce birlikte bir hukuk fakültesi hayali kuralım; - Bu fakülte yaklaşık yüzelli yıl önce kurulmuş olsun, - Fakülteye daha önce en az dört yıllık bir fakülte eğitimini tamamlayanlar kabul edilsin, - Fakülte idarî ve malî özerkliğe sahip olsun, finansman kaynaklarını kendi bulsun veya oluştursun, kendi öğrencisini kendisi seçsin, ama hukuk öğrenimi yapmak isteyenler için o ülkede bir genel yetenek sınavı yapılsın. Bizim fakültemiz bu yetenek sınavında ilk yüzde ikiye girenler arasından öğrencilerini seçsin, - Birinci sınıfın onda birini daha önce doktora veya master derecesi alanlar oluştursun, - Okulumuzdan mezun olan her yüz öğrenciden doksandördü mezuniyet töreninden önce iş bulsun, bunlardan hukuk firmalarında iş bulanların ücreti yılda ortalama 80.000 dolar, kamu kesiminde ve yargıda çalışanların ücreti ise, ortalama yıllık 70.000 dolar olsun, - Fakültemizin dört sınıfındaki toplam öğrenci sayısı 1.000‟i aşmasın, - Bu öğrencilere 80 profesör ve 60 öğretim üyesi ders versin, - Profesör maaşları yıllık 85.000 ilâ - 150.000 dolar arasında bulunsun, - Okulumuzun yıllık bütçesi 29.000.0000 milyon dolar civarında olsun, - Bütçenin % 51‟i öğretim üyelerinin maaşlarına, % 14‟ü kütüphaneye, % 11‟i öğrencilere yapılan hizmetlere ayrılsın, % 9‟u ile öğrencilere burs verilsin, % 11‟i yönetim giderlerine, kalan % 4‟ü de diğer giderlere ayrılsın. Yukarıda belirtmeye çalıştığım özellikleriyle aslında sanal bir hukuk fakültesini değil gerçek bir hukuk fakültesini, Colombia Üniversitesi Hukuk Fakültesini tanımladım.(2) Şimdi de bizdeki tabloya bakalım. - Türkiye‟de devlet tarafından kurulan ve faaliyet gösteren (extern dahil) toplam onaltı hukuk fakültesi var. - Ayrıca vakıf üniversitelerimizce açılan (burslu dahil) toplam on hukuk fakültesi bulunuyor. - Kamu üniversitelerindeki hukuk fakültelerinde 1997-1998 öğretim yılında eğitim gören öğrenci sayısı toplam 20.551, mezun olan öğrenci sayısı 2.931. - Vakıf üniversitelerince açılan hukuk fakülteleri henüz mezun vermiş değil. 19971998 öğretim yılında bu fakültelerde okuyan toplam öğrenci sayısı ise 491. - Kamu ve vakıf üniversitelerinin 1997-1998 öğretim yılı itibariyle toplam öğrenci sayısı 21.142. - Vakıf üniversiteleri hukuk fakülteleri öğretim üyesi sayısı hakkında elimde rakamsal veriler yok ancak onaltı kamu üniversitesi hukuk fakültesine ilişkin öğretim üyesi konusunda durum şöyle; - Toplam profesör sayısı 121, doçent sayısı 64, yardımcı doçent sayısı ise 137, hepsinin toplamı 322. Genele ilişkin bu veriler öğretim üyelerinin ne denli ağır bir yük altında olduğunu, öğrencilerin de “hoca”dan yararlanma konusunda son derece kısıtlı olanaklara sahip bulunduğunu göstermekle beraber durumu daha iyi anlayabilmemiz için iki köklü fakültemize ayrıca bakalım, bunlar Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi. - Ankara Üniversitesinde 1997-1998 öğretim yılında okuyan öğrenci sayısı 2.881, extern öğrenci sayısı da 1.567. Bu öğrencileri eğitenler ise 30 profesör, 12 doçent ve 17 yardımcı doçent. - İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenci sayısı 3.446 ayrıca 1.840 extern öğrenci var. Öğretim üyeleri ise 43 profesör, 13 doçent ve 25 yardımcı doçentten oluşuyor. - Anadolu‟dan bir örnek; Erzincan Hukuk Fakültesinde 1997-1998 öğretim yılında toplam 316 öğrenci var, 1997-1998 öğretim yılında verdiği mezun sayısı 23, fakültede hiç profesör ve doçent yok, 17 yardımcı doçent var.(3) Bu noktada hukuk fakültelerimize ilişkin bazı rakamsal gerçekleri bir yana bırakıp, toplam kalite yönetimi ilkelerinin de bu aşamada hukuk eğitimine uygulanmasını yerinde görmediğimi bir defa daha belirttikten sonra hukukçu nasıl yetiştirilmeli veya nitelikli bir hukukçuda hangi özellikleri aramamız gerek diye sorarak devam etmek istiyorum. Hemen ifade edeyim ki bu bölümde hukuk fakültelerimizde okutulan derslerin sayısı, kapsamı, süreleri veya okutulması gerekli sayılan yeni derslere ilişkin konulara girmeyi, haddimi aşmak sayarım zira, engin bir birikim ve deneyime sahip bulunan saygıdeğer hocalarımızın bu saydığım hususları gereği gibi değerlendireceklerine ve en uygun müfredatı saptayacaklarına inanıyorum. Ancak hukuk eğitiminin amacı ve hedefi ne olmalıdır sorusuna cevap aramamızda bu günkü durum karşısında zorunlu bulunmaktadır. Saygıdeğer hocamız Profesör Dr. Yaşar Karayalçın‟ın değerli çabalarını burada anmak ve konumuzla ilgili bulunan bazı yaklaşımlarını tekrarlamak yerinde olacaktır.(4) Ama bundan önce hukuk eğitimimizin hedefi nedir sorusunu yanıtlamak gerekmektedir. Kimi zaman hukuk eğitiminin hedefinin kaliteli hukukçu yetiştirmek olduğu söylenmektedir. Ben bu noktada bunun bir hedef değil amaç olduğunu düşündüğümü belirtmeliyim. Zira hedefi ulaşılmak istenilen nokta olarak anlıyorum. Böyle anlayınca da sormadan edemiyorum. Koşulların elverişli olmadığı bilindiği halde neden bu kadar çok hukuk fakültesi açılıyor ve neden bu kadar çok öğrenciye hukuk eğitimi verilmeye çalışılıyor. Ulaşılmak istenilen hedef nedir? 50.000 hâkim ve savcıya, 100.000 avukata bir o kadar da notere mi ihtiyaç vardır? Bu konuların derinliğine incelendiği söylenemez. O nedenle önce hedefin belirlenmesini, bunun için de ciddî bir plânlamaya ihtiyaç bulunduğunu ifade etmeliyim. Belirtilen nedenle, saygıdeğer hocamız Karayalçın‟ın “hukukçuda aranan vasıflarhukuk öğretiminde hedefler” başlığı altında topladığı hususları kendi anlayışıma uygun olarak “hukuk öğretiminde amaç” başlığı altında sunmak daha isabetli olacaktır. Herşeyden önce hangi sıfatla çalışırsa çalışsın hukukçu hukuk alanındaki problemleri zamanında görebilen ve doğru çözen kişidir. Bu durumda öncelikle hukuk alanındaki problemleri zamanında görebilmek ve doğru çözebilmek, alınan kararları uygulayabilmek yeteneğini öğrenciye kazandırmak ve geliştirmek hukuk eğitiminin amacı olmalıdır. Toplum hayatı geliştikçe yazılı hukuk kurallarının arttığı ve hukuk alanının giderek genişlediği ve hatta karmaşık bir hâl aldığı bilinmektedir. Ancak bu durum asıl amaç olan “problemleri zamanında görmek ve doğru çözmek” amacından bizi uzaklaştırmamalıdır. Sayılan nedenlerle hocamız Prof. Dr. Karayalçın‟ın belirttiği hukuk eğitim ve öğretiminin amaçları şunlardır: 1. İlkelere hâkimiyet, 2. Müesseselere hâkimiyet, 3. Kavramlara hâkimiyet, 4. Kaynaklara hâkimiyet, 5. Problemleri zamanında görme ve doğru çözme yeteneğini kazandırmak ve geliştirmek. Saygıdeğer hocamız belirttiği bu amaçların ve bu amaçlara varılmak için kullanılacak araçların bir kişiyi hukuk alanında görev alabilecek düzeye getireceğini ancak hukukçunun çalışma alanında güçlü olabilmesi, topluma ve mesleğine başarılı ve onurlu bir biçimde hizmet edebilmesi için başka meziyet ve vasıflara da ihtiyaç bulunduğuna işaret ediyorlar. Bunlar da; Genel kültür: Hukukçu aynı zamanda bir entelektüel olabilmeli, insanı ve toplumu tanımalı, meseleler üzerinde düşünerek doğru değer hükmü verebilecek bir olgunlukta olmalıdır. Meslek ahlâkı: İnsan, vatandaş, meslektaş sevgi ve saygısı, gerçek ve hak saygısı, mesleğin yazılı olan ve olmayan kurallarına aykırı hareket etmemek hukukçu için aynı zamanda bir ahlâk, meslek ve şeref borcudur. Çalışma disiplini: Hukukçunun hangi sıfatla görev yaparsa yapsın çalışma disiplinine uygun davranması şarttır. Diyorlar ve şu görüşlerle konuyu sürdürüyorlar: Hukuk bilgileri hukuk fakültelerinde yeteri kadar verilebildiği halde, uygulama ve davranış yetersizlikleri konularında yani eğitim alanında fakülteler etkili olamamaktadır. Bunun bir sebebi belki de hukuk fakültelerinin bu konulara yeteri kadar önem vermemeleri veya bu konuları kendi görevleri dışında saymalarıdır. Burada bir geri dönüş yaparak az önce hukuk fakültelerine ilişkin olarak verdiğim bazı rakamları hatırlamanızı istiyorum. O tablo da bize göstermektedir ki özellikle son yirmi yılda artan fakülte ve öğrenci sayısı ve buna ek olarak sayılabilecek çeşitli engel ve imkânsızlıklar çok önemli olan bu hususlarda hukuk fakültelerimizin etkili olamamasına yol açmaktadır. Gene de bu koşullarda büyük bir özveri ile çaba gösteren saygıdeğer öğretim üyelerimizi kutlamak hakşinaslık olacaktır. Hukuk eğitiminde kalite veya nitelikli hukukçu yetiştirmek açısından duruma baktığımızda hukukçunun toplumdaki rolü başka bir ifade ile hukukçunun durması gereken yerin de saptanması gerektiğini düşünüyorum. Hukukçu bugün gerek kamu yönetiminde gerek özel sektörde taşıdığı sıfat ne olursa olsun genellikle sürecin sonunda yer almaktadır. Bu hukuk devletinde hukukçunun bulunması gereken yer değildir. O halde, hukuk eğitiminin geniş anlamdaki amacını yani hukuk eğitiminin, hâkim, savcı ve avukat gibi doğrudan hukuku icra edenler yanında kamu yönetimi ve özel sektör için geniş hukuk bilgisine sahip olan ve maliye, işletme, ekonomi gibi alanlarda da uzmanlaşabilecek kişileri yetiştirmek olarak benimsemek daha isabetli olacaktır. Bu vesile ile hukukçu için önemli olanın soyut kuralları mantıklı bir biçimde yorumlamak, kurallar arasındaki ilişkileri kurabilmek ve soyut kuralı somut olaya uygulayacak sağlıklı bir muhakeme işlemi yapabilmek olduğunu dikkate alarak müfredatın oluşturulmasında isabet bulunduğunu belirtmeliyim. Şimdi yukarıdan beri sıralamaya çalıştığım nitelikleri verebilmek için nasıl bir hukuk eğitimi sorusuna cevap vermek gerekirse; Birinci tespitim bugün uygulanan sistemin süre olarak yetersiz olduğudur; bu dört yıllık süreye hiç değilse bir yıl daha ilâve edilmesini ve ilk yılın hazırlık sınıfı olarak değerlendirilmesini olumlu ve gerekli bulduğumu söylemeliyim. Bu yaklaşımla; Öğrencinin orta öğretimden gelen eksikliğinin giderilmesi bir ölçüde de olsa olanak dahiline girecektir. Bugün bana genç bir hukukçuda ilk hangi özelliğin bulunmasını istersin diye sorulsa? Ana dilini güzel konuşması ve doğru yazmasını istediğimi söylerim. İşte hem bu gibi temel eksikliklerin giderilmesi hem de hukukçunun uzmanlığına ilişkin konulara daha fazla yer verilebilmesini sağlayacağından, Türkçe, sosyoloji, felsefe, tarih gibi genel kültürün alt yapısını oluşturan disiplinleri kapsayan bir hazırlık sınıfı mutlaka yararlı olacaktır. Ama belki bundan da önce önemle vurgulanması gereken husus şudur; nitelikli hukukçu yetiştirme olanağının bulunmadığı yerlerde hukuk fakültesi açılarak yukarıda değindiğimiz özellikleri taşıyan hukukçunun yetiştirilemeyeceği açıktır. Bu nedenle sadece bilgili ve donanımlı hukukçu yetiştirmeye olanak veren yerlerde fakülte açılmalı ve mevcut fakülteler bu anlayışla elbette ki “kazanılmış haklar” ilkesi göz önünde tutularak yeniden değerlendirilmeli ve hukuk eğitimi veren fakültelerimizin yeniden yapılanmaları sağlanmalıdır. Sonuç Hukuk devletinde hukukçunun sıradan bir kişi olmadığına, hukukçuluğun da sıradan bir iş olarak görülemeyeceğine olan inancımı belirtmek ve Doç. Dr. Mehmet PALA‟nın “Bilim adamlığı bir meslek veya sanat değil. Bir yaşam biçimidir” sözünü, “hukukçuluk bir meslek veya sanat değil. Bir yaşam biçimi olmalıdır” diyerek hukukçulara uyarlamak suretiyle hukukun ve hukukçunun hukuk devleti için ne denli değerli ve önemli olduğunu bir kez daha vurgulamak yerinde olacaktır.