HUKUK EĞİTİMİNDE KALİTE Bahadır DOĞUSOY BakanlıkYüksek

advertisement
HUKUK EĞİTİMİNDE KALİTE
Bahadır DOĞUSOY
BakanlıkYüksek Müşaviri
Giriş
Her yıl düzenli olarak yapılan Ulusal Kalite Konferanslarının, 1998 yılında yapılan
yedincisinin konusu “Hukuk Düzeninde Kalite” idi, benim de konuşmacı olarak katıldığım bu
konferansın hazırlık çalışmalarından başlayarak düşündüğüm husus, son yıllarda ülkemizde
de yankı bulan ve giderek genişleyen bir uygulama alanına kavuşan toplam kalite
yönetiminin, hukuk düzenine uygulanmasının bulunduğumuz aşamada mümkün olup
olmayacağı sorusuydu? Bu sorunun cevabını vermeden önce durumun daha iyi
anlaşılabilmesi için toplam kalite öğretisinin başlangıç ve gelişimini hatırlatmakta yarar
bulunmaktadır.
Toplam kalite yönetimi
Toplam kalite yönetimi uygulamasına geçilmeden önce Amerika Birleşik
Devletlerinde 1920‟li yıllarda Taylor yönetim anlayışının sanayide egemen olduğunu
görüyoruz. Bu sistem, işçilerin çeşitliliği az ve mekanik bir tekrara dayalı olan işleri yapmada
vardiya usulü ile çalıştırmaları ilkesine dayanıyordu, işçilerin çalışırken düşünmeleri
gerekmiyordu, çünkü düşünmek yönetimin hakkı ve göreviydi. Evet Taylor‟a göre düşünmek
yönetimin hakkı ve göreviydi ve fabrika sahipleri işi plânlar, kiralanan yöneticiler işçileri
yönlendirirdi. Bu yönetim felsefesi Henry Ford tarafından geliştirilen üretim bandı
uygulamasına da çok uyum sağlamıştı, bu uygulamaya göre üretim bandındaki iş basit,
tekdüze ve sıkıcıydı. İşçi, yönetimin kararlarına uymak zorundaydı. İşçiler her gün ürettikleri
parça başına ücret alıyorlardı, kalite işçiler için hiç önemli değildi. Her sıranın ucundaki
ustabaşı kalite kontrolünden sorumluydu. Sonraları Taylor„un fikirleri eğitime de kaydı “toplu
eğitim” kavramı “Amerika Fabrika Modelinden” esinlenmiş “Bilimsel Yönetim” felsefesi ile
yoğrulmuştur. Şikago Üniversitesinden Franklin Bobit, Frederick Taylor‟un prensiplerini
eğitime yansıtma görevini üstlendi o da Taylor gibi verimliliğin ancak merkezi otorite ile,
yapılacak işlerin de danışmanların yönlendirmesiyle sağlanabileceğine inandı. İşçiye
(eğitimde ise öğretmene) işini yapabilmesi ve belirli standartlara ulaşabilmesi için
uygulanacak yöntemler ve kullanılacak aletlerin öğretilmesi yeterliydi.
Bu yıllarda William Edward Deming, Taylor‟un otoriter yönetim metodunun insan
ruhunu alçalttığına, işçi, yönetim ve şirketin iş ve menfaatlerine de zarar verdiğine inandı.
Deming eğitim ile işçilerin kendi başarı çizgilerini kontrol altında tutabileceklerini ve böylece
de ürettikleri malzemenin kalitesini kendilerinin ayarlayabileceğine, dolayısıyla yetersiz ve
pahalı ustabaşılarına da gerek kalmayacağına ve yüksek kalitenin böylelikle ucuza mal
olacağına inanıyordu. (1. Belirleme, 2. Üretim, 3. Kontrol), (1. Plânla, 2. Yap, 3. Sına, 4.
Uygula) Deming‟e göre kalite müşteriyi tatmin hatta mutlu eden bir kavramdır.
Deming, kalite olgusunun farkına varan Japonlar tarafından 2‟nci Dünya Savaşı
sonunda Japonya‟ya davet edildi. 1950 yılında tekrar gitti. Onun ve arkadaşlarının çalışmaları
sonucunda “kalite” Japon sanayiinin devleşmesinin anahtar kelimesi oldu.
Tabii bu başarıda Japon kültürünün etkisi olduğu muhakkaktır. Zira bu kültüre göre
çalışmak çok şerefli bir iştir. Kişinin elinden gelenin en iyisini yapmaması onursuzluktur ve
asla hoş karşılanmaz. Ama Amerikalıların bunu yaptığı söylenemez. Örneğin Japonya‟da
kalite her işçiyi ilgilendiren bir kavram iken Amerika‟da kalite genellikle kurum içinde bir
bölüme veya bir grup insana endekslenmiş bir olgudur.
Toplam kalite yönetimi ile amaçlananın ne olduğunu özetle anlatmak gerekirse
Kaoru Ishikawa‟ya başvurmak yerinde olacaktır. Ishikawa; “... hayatta ve iş dünyasında
başarının sırrı sadece kazanılan para miktarında değil, işi en iyi şekilde yapmanın verdiği
tatminde, diğer insanlarla işbirliği yapıp, onlarca tanınıp sevilmenin verdiği mutlulukta ve
kişisel gelişimin verdiği neşededir” dedikten sonra ekliyor;
“Gelişen bir insan olmaktan ve tüm yeteneklerini sonuna kadar kullanabilmekten
doğan tatmini tadabilmek,
Özgüveni olup, kendini tam olarak gerçekleştirebilen bir birey olmak ve
Beynini kullanarak, istekle çalışarak topluma katkıda bulunabilmek başarımızın
sırrıdır.”
Eğitimde toplam kalite
Deming, eğitimcileri; korku, şüphe duyguları yerine saygı ve güvenle olgunlaşan
güçlü ilişkilerin doğacağı ve bunun sonucunda da öğretmen, öğrenci ve idarecilerin sürekli
gelişim yolunda tek bir yürek olabileceği eğitim ortamları yaratmaya yönlendirmektedir.
Deming„e göre okul; öğretmen, öğrenci, idareci ve eğitimle ilgili diğer bireylerin
yaptıkları işten mutluluk ve onur duydukları bir yer olmalı, öğrencilerin günlük denemelerle
edinecekleri bilgiyi önleyen engelleri yok etmek, okul idarecisinin görevi sayılmalı, eğitimin
her safhasında öğretmen, öğrenci ile ilgili sürekli yanıt alabilen ve başarısının derecesini
arttırabilmek için sürekli gelişimin yollarını gösteren lider konumunda bulunmalı, diğer bir
deyişle öğretmen son ve önemli kararları veren değil yönlendireni olmalıdır.
Toplam kalite yönetiminin öncüsü olan Deming ilkelerinin eğitime uyarlanması
halinde ise karşımıza şu başlıklar çıkmaktadır;
1. Hizmet ve ürünlerin geliştirilmesi için amaçlarda süreklilik yaratmak: Sistemin
ana amacı tüm öğrenciler için eğitimin kalitesini geliştirmek olmalıdır (İdarecilerin
devamlılığı sağlanmalıdır).
2. Yeni bir “toplam kalite” ve “sürekli gelişim” felsefesini benimsemek: Amaç tüm
öğrencilerin başarısıdır. Bu nedenle öğrenciler arasındaki bireysel farklılıklar özellikle dikkate
alınmalıdır.
3. Kaliteyi yakalamak için bütün halindeki kontrol bağımlılığına son vermek:
Standart sınav yöntemiyle yapılan toplu değerlendirme, sınıflara ayırma ve belirli dönemlerde
öğrencileri yarışmacı bir şekilde derecelendirme, eğitim başarısını sadece belli amaçlar
doğrultusunda ölçmeyi gerektiriyor. Oysa çağdaş yaklaşımda okullar öncelikle kaliteli
performansı yaratacak, öğrenme sürecini sağlamanın yollarını araştırmak durumundadırlar.
Yoklama ve sınama metotlarını değil.
4. Başarıyı sınavla ölçme bağımlılığına son vermek.
5. Kalite ve verimi arttırmak için örgütteki hizmet ve üretim sistemlerini sürekli
iyileştirmek: Toplam kalite uygulaması ne kadar sürmelidir sorusuna verilecek yanıt daima
olmalıdır. Ayrıca, gelinen ve gidilecek eğitim kurumları arasında işbirliği sağlanmalıdır.
6. İş başında sürekli meslekî eğitim verilmelidir.
7. Liderlik tesis edilmelidir.
8. Hata yapma korkusundan arınmış olmak (korku herhangi bir sistemin gelişimini
engelleyen en büyük etkendir. Bireylerin en mükemmeli yapmaya çalıştıkları ortamı yaratıp
geliştirmek, yine yönetimin işidir).
9. Bölümler ve öğretmenler arasındaki engeller kaldırılmalıdır (akademik değil idarî
bölünme, tüm çalışanların ekip halinde ortak çalışması).
10. Düşük verim, çalışanlardan değil sistemden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle,
slogan ve öğütten kaçınılmalı, sayısal hatalar en aza indirilmelidir.
11. Çalışanların elde ettikleri başarılarla gurur duymalarını engelleyen unsurlar
ortadan kaldırılmalıdır.
12. Zengin bir eğitim ve kendisini yenileme programı oluşturulmalıdır.
13. Değişimi sağlamak için sistemdeki herkes seferber edilmeli ve tüm olanaklar
kullanılmalıdır. (1)
Hukuk eğitiminde kalite
Giriş bölümünde ifade ettiğim gibi, toplam kalite yönetimin hukuk düzenine veya
hukuk eğitimine bu aşamada uygulanmasına ilişkin tereddütlerim var; zira hukuk devletinde,
hukuk düzeni aslında tüm devlet düzenidir. Diğer taraftan bu düzende hukuku oluşturmak ve
uygulanmasını sağlamak devletin aslî görevidir. Bu görevin de herhangi bir getiri
düşünmeden yapılması zorunludur. Bunun yanı sıra nitelikli hukukçunun yetiştirilmesi
çabasında olan hukuk fakültelerimiz toplam kalite yönetimi uygulamasıyla bu amaçlarına
ulaşabilecekler midir? Bu soruya bulunduğumuz aşamada evet yanıtı veremiyorum. Nitekim
eğitimciler toplam kalite yönetimi ilkelerine baktıklarında bu modelin genellikle kâr amaçlı
örgütlere uygun olduğunu düşünmektedirler. Ben de gerek hukuk düzeni gerek hukuk eğitimi
konusunda hiç değilse şimdilik daha ihtiyatlı bir yaklaşım içerisinde olduğumu belirtmeliyim.
Ancak gözle görülen bir gerçekte hukuk eğitiminde gerek öğretim üyelerinin gerek
öğrencilerin gösterdikleri yoğun çabaya rağmen giderek düşen niteliktir.
Belirtilen nedenle bu bölümde, yirmibeş yıla yaklaşan yargı ve bürokrasi
deneyimime ve niteliğin yükseltilmesine ilişkin bazı çalışmalara dayanarak görüşlerimi ifade
edeceğim.
Ama önce birlikte bir hukuk fakültesi hayali kuralım;
- Bu fakülte yaklaşık yüzelli yıl önce kurulmuş olsun,
- Fakülteye daha önce en az dört yıllık bir fakülte eğitimini tamamlayanlar kabul
edilsin,
- Fakülte idarî ve malî özerkliğe sahip olsun, finansman kaynaklarını kendi bulsun
veya oluştursun, kendi öğrencisini kendisi seçsin, ama hukuk öğrenimi yapmak isteyenler için
o ülkede bir genel yetenek sınavı yapılsın. Bizim fakültemiz bu yetenek sınavında ilk yüzde
ikiye girenler arasından öğrencilerini seçsin,
- Birinci sınıfın onda birini daha önce doktora veya master derecesi alanlar
oluştursun,
- Okulumuzdan mezun olan her yüz öğrenciden doksandördü mezuniyet töreninden
önce iş bulsun, bunlardan hukuk firmalarında iş bulanların ücreti yılda ortalama 80.000 dolar,
kamu kesiminde ve yargıda çalışanların ücreti ise, ortalama yıllık 70.000 dolar olsun,
- Fakültemizin dört sınıfındaki toplam öğrenci sayısı 1.000‟i aşmasın,
- Bu öğrencilere 80 profesör ve 60 öğretim üyesi ders versin,
- Profesör maaşları yıllık 85.000 ilâ - 150.000 dolar arasında bulunsun,
- Okulumuzun yıllık bütçesi 29.000.0000 milyon dolar civarında olsun,
- Bütçenin % 51‟i öğretim üyelerinin maaşlarına, % 14‟ü kütüphaneye, % 11‟i
öğrencilere yapılan hizmetlere ayrılsın, % 9‟u ile öğrencilere burs verilsin, % 11‟i yönetim
giderlerine, kalan % 4‟ü de diğer giderlere ayrılsın.
Yukarıda belirtmeye çalıştığım özellikleriyle aslında sanal bir hukuk fakültesini değil
gerçek bir hukuk fakültesini, Colombia Üniversitesi Hukuk Fakültesini tanımladım.(2)
Şimdi de bizdeki tabloya bakalım.
- Türkiye‟de devlet tarafından kurulan ve faaliyet gösteren (extern dahil) toplam
onaltı hukuk fakültesi var.
- Ayrıca vakıf üniversitelerimizce açılan (burslu dahil) toplam on hukuk fakültesi
bulunuyor.
- Kamu üniversitelerindeki hukuk fakültelerinde 1997-1998 öğretim yılında eğitim
gören öğrenci sayısı toplam 20.551, mezun olan öğrenci sayısı 2.931.
- Vakıf üniversitelerince açılan hukuk fakülteleri henüz mezun vermiş değil. 19971998 öğretim yılında bu fakültelerde okuyan toplam öğrenci sayısı ise 491.
- Kamu ve vakıf üniversitelerinin 1997-1998 öğretim yılı itibariyle toplam öğrenci
sayısı 21.142.
- Vakıf üniversiteleri hukuk fakülteleri öğretim üyesi sayısı hakkında elimde
rakamsal veriler yok ancak onaltı kamu üniversitesi hukuk fakültesine ilişkin öğretim üyesi
konusunda durum şöyle;
- Toplam profesör sayısı 121, doçent sayısı 64, yardımcı doçent sayısı ise 137,
hepsinin toplamı 322.
Genele ilişkin bu veriler öğretim üyelerinin ne denli ağır bir yük altında olduğunu,
öğrencilerin de “hoca”dan yararlanma konusunda son derece kısıtlı olanaklara sahip
bulunduğunu göstermekle beraber durumu daha iyi anlayabilmemiz için iki köklü fakültemize
ayrıca bakalım, bunlar Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile İstanbul Üniversitesi Hukuk
Fakültesi.
- Ankara Üniversitesinde 1997-1998 öğretim yılında okuyan öğrenci sayısı 2.881,
extern öğrenci sayısı da 1.567. Bu öğrencileri eğitenler ise 30 profesör, 12 doçent ve 17
yardımcı doçent.
- İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde öğrenci sayısı 3.446 ayrıca 1.840 extern
öğrenci var. Öğretim üyeleri ise 43 profesör, 13 doçent ve 25 yardımcı doçentten oluşuyor.
- Anadolu‟dan bir örnek; Erzincan Hukuk Fakültesinde 1997-1998 öğretim yılında
toplam 316 öğrenci var, 1997-1998 öğretim yılında verdiği mezun sayısı 23, fakültede hiç
profesör ve doçent yok, 17 yardımcı doçent var.(3)
Bu noktada hukuk fakültelerimize ilişkin bazı rakamsal gerçekleri bir yana bırakıp,
toplam kalite yönetimi ilkelerinin de bu aşamada hukuk eğitimine uygulanmasını yerinde
görmediğimi bir defa daha belirttikten sonra hukukçu nasıl yetiştirilmeli veya nitelikli bir
hukukçuda hangi özellikleri aramamız gerek diye sorarak devam etmek istiyorum.
Hemen ifade edeyim ki bu bölümde hukuk fakültelerimizde okutulan derslerin sayısı,
kapsamı, süreleri veya okutulması gerekli sayılan yeni derslere ilişkin konulara girmeyi,
haddimi aşmak sayarım zira, engin bir birikim ve deneyime sahip bulunan saygıdeğer
hocalarımızın bu saydığım hususları gereği gibi değerlendireceklerine ve en uygun müfredatı
saptayacaklarına inanıyorum.
Ancak hukuk eğitiminin amacı ve hedefi ne olmalıdır sorusuna cevap aramamızda bu
günkü durum karşısında zorunlu bulunmaktadır. Saygıdeğer hocamız Profesör Dr. Yaşar
Karayalçın‟ın değerli çabalarını burada anmak ve konumuzla ilgili bulunan bazı
yaklaşımlarını tekrarlamak yerinde olacaktır.(4) Ama bundan önce hukuk eğitimimizin hedefi
nedir sorusunu yanıtlamak gerekmektedir. Kimi zaman hukuk eğitiminin hedefinin kaliteli
hukukçu yetiştirmek olduğu söylenmektedir. Ben bu noktada bunun bir hedef değil amaç
olduğunu düşündüğümü belirtmeliyim. Zira hedefi ulaşılmak istenilen nokta olarak
anlıyorum. Böyle anlayınca da sormadan edemiyorum. Koşulların elverişli olmadığı bilindiği
halde neden bu kadar çok hukuk fakültesi açılıyor ve neden bu kadar çok öğrenciye hukuk
eğitimi verilmeye çalışılıyor. Ulaşılmak istenilen hedef nedir? 50.000 hâkim ve savcıya,
100.000 avukata bir o kadar da notere mi ihtiyaç vardır? Bu konuların derinliğine incelendiği
söylenemez. O nedenle önce hedefin belirlenmesini, bunun için de ciddî bir plânlamaya
ihtiyaç bulunduğunu ifade etmeliyim.
Belirtilen nedenle, saygıdeğer hocamız Karayalçın‟ın “hukukçuda aranan vasıflarhukuk öğretiminde hedefler” başlığı altında topladığı hususları kendi anlayışıma uygun olarak
“hukuk öğretiminde amaç” başlığı altında sunmak daha isabetli olacaktır.
Herşeyden önce hangi sıfatla çalışırsa çalışsın hukukçu hukuk alanındaki problemleri
zamanında görebilen ve doğru çözen kişidir.
Bu durumda öncelikle hukuk alanındaki problemleri zamanında görebilmek ve doğru
çözebilmek, alınan kararları uygulayabilmek yeteneğini öğrenciye kazandırmak ve
geliştirmek hukuk eğitiminin amacı olmalıdır.
Toplum hayatı geliştikçe yazılı hukuk kurallarının arttığı ve hukuk alanının giderek
genişlediği ve hatta karmaşık bir hâl aldığı bilinmektedir. Ancak bu durum asıl amaç olan
“problemleri zamanında görmek ve doğru çözmek” amacından bizi uzaklaştırmamalıdır.
Sayılan nedenlerle hocamız Prof. Dr. Karayalçın‟ın belirttiği hukuk eğitim ve
öğretiminin amaçları şunlardır:
1. İlkelere hâkimiyet,
2. Müesseselere hâkimiyet,
3. Kavramlara hâkimiyet,
4. Kaynaklara hâkimiyet,
5. Problemleri zamanında görme ve doğru çözme yeteneğini kazandırmak ve
geliştirmek.
Saygıdeğer hocamız belirttiği bu amaçların ve bu amaçlara varılmak için
kullanılacak araçların bir kişiyi hukuk alanında görev alabilecek düzeye getireceğini ancak
hukukçunun çalışma alanında güçlü olabilmesi, topluma ve mesleğine başarılı ve onurlu bir
biçimde hizmet edebilmesi için başka meziyet ve vasıflara da ihtiyaç bulunduğuna işaret
ediyorlar. Bunlar da;
Genel kültür: Hukukçu aynı zamanda bir entelektüel olabilmeli, insanı ve toplumu
tanımalı, meseleler üzerinde düşünerek doğru değer hükmü verebilecek bir olgunlukta
olmalıdır.
Meslek ahlâkı: İnsan, vatandaş, meslektaş sevgi ve saygısı, gerçek ve hak saygısı,
mesleğin yazılı olan ve olmayan kurallarına aykırı hareket etmemek hukukçu için aynı
zamanda bir ahlâk, meslek ve şeref borcudur.
Çalışma disiplini: Hukukçunun hangi sıfatla görev yaparsa yapsın çalışma disiplinine
uygun davranması şarttır. Diyorlar ve şu görüşlerle konuyu sürdürüyorlar:
Hukuk bilgileri hukuk fakültelerinde yeteri kadar verilebildiği halde, uygulama ve
davranış yetersizlikleri konularında yani eğitim alanında fakülteler etkili olamamaktadır.
Bunun bir sebebi belki de hukuk fakültelerinin bu konulara yeteri kadar önem vermemeleri
veya bu konuları kendi görevleri dışında saymalarıdır.
Burada bir geri dönüş yaparak az önce hukuk fakültelerine ilişkin olarak verdiğim
bazı rakamları hatırlamanızı istiyorum. O tablo da bize göstermektedir ki özellikle son yirmi
yılda artan fakülte ve öğrenci sayısı ve buna ek olarak sayılabilecek çeşitli engel ve
imkânsızlıklar çok önemli olan bu hususlarda hukuk fakültelerimizin etkili olamamasına yol
açmaktadır. Gene de bu koşullarda büyük bir özveri ile çaba gösteren saygıdeğer öğretim
üyelerimizi kutlamak hakşinaslık olacaktır.
Hukuk eğitiminde kalite veya nitelikli hukukçu yetiştirmek açısından duruma
baktığımızda hukukçunun toplumdaki rolü başka bir ifade ile hukukçunun durması gereken
yerin de saptanması gerektiğini düşünüyorum.
Hukukçu bugün gerek kamu yönetiminde gerek özel sektörde taşıdığı sıfat ne olursa
olsun genellikle sürecin sonunda yer almaktadır. Bu hukuk devletinde hukukçunun bulunması
gereken yer değildir. O halde, hukuk eğitiminin geniş anlamdaki amacını yani hukuk
eğitiminin, hâkim, savcı ve avukat gibi doğrudan hukuku icra edenler yanında kamu yönetimi
ve özel sektör için geniş hukuk bilgisine sahip olan ve maliye, işletme, ekonomi gibi alanlarda
da uzmanlaşabilecek kişileri yetiştirmek olarak benimsemek daha isabetli olacaktır.
Bu vesile ile hukukçu için önemli olanın soyut kuralları mantıklı bir biçimde
yorumlamak, kurallar arasındaki ilişkileri kurabilmek ve soyut kuralı somut olaya
uygulayacak sağlıklı bir muhakeme işlemi yapabilmek olduğunu dikkate alarak müfredatın
oluşturulmasında isabet bulunduğunu belirtmeliyim.
Şimdi yukarıdan beri sıralamaya çalıştığım nitelikleri verebilmek için nasıl bir hukuk
eğitimi sorusuna cevap vermek gerekirse;
Birinci tespitim bugün uygulanan sistemin süre olarak yetersiz olduğudur; bu dört
yıllık süreye hiç değilse bir yıl daha ilâve edilmesini ve ilk yılın hazırlık sınıfı olarak
değerlendirilmesini olumlu ve gerekli bulduğumu söylemeliyim.
Bu yaklaşımla;
Öğrencinin orta öğretimden gelen eksikliğinin giderilmesi bir ölçüde de olsa olanak
dahiline girecektir. Bugün bana genç bir hukukçuda ilk hangi özelliğin bulunmasını istersin
diye sorulsa? Ana dilini güzel konuşması ve doğru yazmasını istediğimi söylerim. İşte hem bu
gibi temel eksikliklerin giderilmesi hem de hukukçunun uzmanlığına ilişkin konulara daha
fazla yer verilebilmesini sağlayacağından, Türkçe, sosyoloji, felsefe, tarih gibi genel kültürün
alt yapısını oluşturan disiplinleri kapsayan bir hazırlık sınıfı mutlaka yararlı olacaktır.
Ama belki bundan da önce önemle vurgulanması gereken husus şudur; nitelikli
hukukçu yetiştirme olanağının bulunmadığı yerlerde hukuk fakültesi açılarak yukarıda
değindiğimiz özellikleri taşıyan hukukçunun yetiştirilemeyeceği açıktır. Bu nedenle sadece
bilgili ve donanımlı hukukçu yetiştirmeye olanak veren yerlerde fakülte açılmalı ve mevcut
fakülteler bu anlayışla elbette ki “kazanılmış haklar” ilkesi göz önünde tutularak yeniden
değerlendirilmeli ve hukuk eğitimi veren fakültelerimizin yeniden yapılanmaları
sağlanmalıdır.
Sonuç
Hukuk devletinde hukukçunun sıradan bir kişi olmadığına, hukukçuluğun da sıradan
bir iş olarak görülemeyeceğine olan inancımı belirtmek ve Doç. Dr. Mehmet PALA‟nın
“Bilim adamlığı bir meslek veya sanat değil. Bir yaşam biçimidir” sözünü, “hukukçuluk bir
meslek veya sanat değil. Bir yaşam biçimi olmalıdır” diyerek hukukçulara uyarlamak
suretiyle hukukun ve hukukçunun hukuk devleti için ne denli değerli ve önemli olduğunu bir
kez daha vurgulamak yerinde olacaktır.
Download