Devletçi Sanayileşme Döneminde Ekonomideki Gelişmeler Üçüncü Bölüm http://www.yakupkucukkale.net adresinden indirebilirsiniz… Dönemin Başbakanları 4 Mart 1925 – 25 Ekim 1937 Mustafa İsmet Paşa (İnönü) 25 Ekim 1937 – 25 Ocak 1939 Mahmut Celal Bayar Ekonomi Politikasındaki Değişikliğin Nedenleri Cumhuriyetin ilk yıllarında sanayileşme özel sektörün inisiyatifine bırakılmıştı. Devlet sadece gerekli fiziki ve yasal alt yapıyı oluşturmak için çaba göstermiş, Diğer taraftan özel sektörün sanayi yatırımı yapabilmesi için de bir çok yoldan teşvikler sağlamıştır. Bu durum aslında kaçınılmazdı. Çünkü devletin pek fazla kaynağı yoktu, olan kaynaklar da yabancıların elinde bulunan sanayi ve madencilik kuruluşlarının millileştirilmesi için kullanılıyordu. Kapitülasyonlar ve yabancılara sağlanan imtiyazlar kaldırılmıştır, Gümrük tarifeleri yükseltilemese de dolaylı yollardan sanayi desteklenmiştir. Tüketim vergilerinin artırılması ve prim ödenmesi buna örnek olarak gösterilebilir. 1927 yılında Teşvik-i Sanayi Kanunu’nun tekrar yürürlüğe konması da bir diğer çabadır. Bu sayılan her türlü çabaya rağmen, sanayi sektörü diğer sektörlerden daha yavaş gelişmiştir. Bu yavaş gelişimin nedenleri şöyle özetlenebilir: Özel sektörün elinde yeterli sermaye yoktur, Bir miktar sermaye biriktirmeyi başaran özel sektör, daha karlı başka bir alan olan ticarete kaymaktadır, Sanayinin daha az kar getirmesinin nedeni, alt yapı eksikliği, teknik eleman bulma güçlükleri ve maliyet fazlalıklarıdır. 1929 Büyük Buhran yılları, özel sektörün sanayi yatırımı yapmasını çok daha zor koşullara bağlamıştır. Rum ve Ermeni azınlıkların da ülkeden ayrılmış olması, sanayi sektörünü iyice zora sokmuştur. Bu nedenlerle, özel sektör kanalından sanayileşme çok yavaş ilerlemekteydi. Bunlara bir de 1930’lu yıllardan sonra buhranın daha çok hissedilmeye başlanan etkileri de eklenince, devletin piyasa içerisine etkin olarak girmesi yönündeki baskılar ağırlık kazandı. Bu dönemde ihracatımız miktar olarak artmış olsa da, tutar olarak azalmıştır. 1928’de 88.3 milyon dolar olan ihracatımız 1932’de 48 milyon dolara düşmüştür. Tarım ürünleri fiyatlarındaki hızlı gerileme, dış ticaret hadlerimizi olumsuz yönde etkilemiştir. 1926’da 101.1 olan endeks, 1929’da 93.4, 1930’da 90.2 ve 1931’de 81.8 olmuştur. Ülke içinde deflasyon olgusu yaşanırken TL’nin değerinde kayıplar oluşmaya başladı. Yapılan müdahalelerle değer kaybının önüne geçildi. Gümrük duvarları yükseltildi. Dış ticaret ikili antlaşmalara bağlandı. İthalata miktar kısıtlamaları getirildi. Bu tedbirler kısa sürede etkili oldu ve ödemeler bilançosu açıkları ortadan kalktı. Bu tedbirlere ek olarak; Şubat 1930’da TPKKK’nu çıkarıldı, Haziran 1930’da TCMB kuruldu ve 1931’de faaliyete geçirildi, Bankalar Konsorsiyumu kuruldu. Bu tedbirler istikrarı sağlamak için yeterli olmuştur. Ancak, başlangıçta hiç arzulanmasa da devletin ekonomiye müdahalesi artmış oldu. Tarım ürünlerinin fiyatlarındaki düşüşü önlemek için, devlet alıcı olarak piyasaya girdi. Hemen ardından alınan bu ürünlerin işlenmesi için tesis kurma zorunluluğu ortaya çıktı. 1929 büyük buhranı, batılı sanayileşmiş ülkeleri oldukça derinden etkilerken, SSCB gibi merkezi planlarla yönetilen ekonomileri pek fazla etkilememişti. Bu durum Türkiye’nin de planlı ekonomiye geçmesi gerektiği şeklindeki görüşlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Zaten batılı devletler de, devletin ekonomi içerisinde daha büyük ağırlık gösterdiği bir model Keynesyen modele geçiş yapmışlardı. Bu örneklerden hareket edilerek, Türkiye’nin de sanayileşmek ve krizin etkilerinden kurtulmak için plan yapması gerektiği düşünüldü. Zaten Osmanlı’da da sanayileşme çabaları devlet eliyle yürütülmüştü. Yani, devlet kanalıyla sanayileşme ya da planlı bir ekonomi modeli yabancısı olmadığımız bir ekonomik sistemdi. Planlı ekonomiye geçiş kararı alındıktan sonra, yapılacak planların SSCB’de olduğu gibi “Doktriner” değil “Pragmatik” olmasına karar verildi… Devletçi Sanayileşmenin Anlamı ve Temel İlkeleri Kimilerine göre Devletçilik, sosyalist sisteme geçişin ilk aşamasıdır. Kimilerine göre de, kapitalizm ile sosyalizm arasında, üçüncü bir alternatif ekonomik sistemdir. Ancak genel eğilim incelendiğinde her iki görüşün de yanlış olduğu ortaya çıkmaktadır. Nitekim, sistemi ortaya koyanların yaklaşımları incelendiğinde, devletçiliğin aslında, dönemin koşullarından kaynaklanan, bir kalkınma stratejisi olduğu anlaşılır. Bu dönemde devletçiliğe geçişin bir diğer itici gücü de halkın her şeyi devletten beklemeye alışmış olmasıdır. İlk yıllarda, ekonomiyi tamamen özel sektöre bırakan anlayış toplumun alışkanlıklarına ters düşmüştür. Bu konuda Atatürk şöyle söylemektedir: “Halkımız zihniyet olarak devletçidir ki, her türlü ihtiyacını devletten talep etmek için kendinde hak görür” Devletçiliğin doktriner bir yanının olmadığını, sadece pragmatik unsurlar içerdiğini bu tür söylemlerden anlamaktayız. Hatta yetkililer devletçiliğe sosyalizm yakıştırması yapılmasından da rahatsızlık duyduklarını açıkça belirtmişler ve özellikle “mutedil devletçilik” ifadesini kullanmışlardır. Bu ifadeler devletçiliğin sosyalizm olmadığını ortaya koymaktadır; ancak, devletçiliğin sınırlarını çizmekte yetersiz kalmaktadır. Devletçiliğin doktriner bir yapısının olmaması, sınırlarının çizilmesini de zorlaştırmaktadır. 1. 2. Bu dönemde uygulanan devletçiliğin sınırlarını belirleyebilmek için, ihtiyaçlar doğrultusunda çözüme yönelik olarak (yani pragmatik olarak) neler yapıldığına bakmak gerekmektedir. O dönem devletçilik anlayışının prensipleri şu şekilde özetlenebilir: Amaç özel sektörün yerini almak, onu ortadan kaldırmak değildir. Piyasa ekonomisi yine geçerlidir. Özel sektörün yetersiz olduğu alanlarda devletin yatırım yapması, ilerde bu kuruluşların kendi ayakları üstünde durmaya başladıklarında halka arzı düşünülmüştür. 3. 4. 5. Bu nedenle bu kuruluşlar AŞ olarak kurulmuş ve özerk çalışmaları gerektiğine inanılmıştır. Ancak bu durum (istisnalar hariç) günümüze kadar değişmemiş, süregelmiştir. Aynı alanda faaliyet gösteren özel sektör ve kamu kuruluşları, birbirleriyle rekabet etmemişler, tam tersine birbirlerini desteklemişlerdir. Devletçilik farklı alt sektörlerde farklı nitelikler göstermiştir. Örneğin tarım sektöründeki kamu kuruluşları, çiftçiye ucuz tohum temin etmek ve yeni teknikleri çiftçilere öğretmek gibi amaçlar benimsemiştir. Bu sayılan özelliklerden yola çıkarak, Türkiye devletçiliğinin tanımını şu şekilde yapmak mümkündür: “Devletçilik, özel girişimciliğin ve özel sermayenin işe yarar bir şey yapamayacak kadar zayıf olduğu bir ülkede, devletin ulusal kalkınma ve ulusal savunma temel amacıyla sınai faaliyette bir öncü, bir yönetici olarak öne çıkması durumudur” B.Lewis Devletçiliğin tanımı bu kadar açıkken, devlet müdahalesi kavramı daha karmaşıktır ve çok çeşitli olabilir. 1923-32 döneminde uygulanan; millileştirme, devlet tekeli oluşturma, piyasalara ve fiyatlara dolaylı ve dolaysız müdahale, koruma ve teşvik uygulama gibi uygulamaların her biri devlet müdahalesi kavramı içinde yer alır. Devletçilikle karıştırılmamalıdır. 1923-32 döneminde devlet müdahalesi çok yoğunken, devlet işletmeciliği az idi. Oysa 1932’den sonra devlet işletmeciliği de oldukça yaygınlaşmıştır. Devletçi Sanayi Politikasının Uygulanışı İçinde bulunulan durum nedeniyle, devletçilik uygulamasının en yoğun uygulandığı sektör sanayi sektörü idi. Devletin imalat ve madencilik sektörlerinde girişimci rolünü üstlenmesi, çok yoğun tartışmaların sonunda alınmış bir karardır. Bir Sovyet uzmanlar grubuna hazırlatılan sanayi programı, 17 Nisan 1934’de benimsenerek “Birinci Sanayileşme Planı” adıyla yürürlüğe kondu. Birinci Sanayileşme Planı, bir plandan daha ziyade, devletin 5 yıl içinde yapmayı düşündüğü sanayi yatırımlarının listesi görünümündeydi. Ayrıca bu liste, ekonominin tüm sektörlerini kapsamadığı gibi, sanayi kesimindeki tüm devlet faaliyetlerini de kapsamıyordu. Projelerin yatırım tutarları, nasıl finanse edilecekleri, kurulacak fabrikaların ne kadar kapasiteye sahip olacağı, ekonomiye etkilerinin ne olacağı gibi, bir planda olması gereken bir çok bilgi, bu planda (ya da listede) yer almıyordu. Bu bilgiler daha sonraları hesaplanmıştır. Plan iç tutarlılıktan uzaktı, bir çok yatırım arasında bir bağıntı veya uyum yoktu. Yani plan aceleyle yürürlüğe konulmuş, henüz bitmemiş bir plan havasında idi. Planı hazırlayanlar, ilerde ihtiyaçlara göre yapılacak eklemelerle planın tamamlanacağını ileri sürmüşlerdir. 1. BYSP’nın Temel Tercihleri ve Stratejileri Plan, Dünya ülkelerinin Türkiye’ye biçtiği “Tarımcı Ülke” rolüne bir başkaldırı niteliğindedir. Temel strateji, temel ihtiyaç maddelerinin ithal ikamesini sağlamaktır. Bu yolla döviz tasarrufu sağlanacak, dış ticaret açığı kapanacak ve TL’nin değeri muhafaza edilecektir. 1. 2. 3. 4. Plan kapsamına alınan sanayilerin hammaddelerinin ülke içinde olmasına özen gösterilmiştir. Bu tercih şu yararları sağlayacaktır: Hammaddenin dışarıdan alınmaması döviz tasarrufu sağlayacak, Sahip olduğumuz hammaddeler diğer ülkelere ucuza satılmayacak, Dışa bağımlılık azalacak, Diğer sektörlerde de bir canlanma yaratacak, 5. 6. 7. İleriye ve geriye dönük sektörel bütünleşmenin oluşması sağlanacak, Sermaye ve teknik güç harekete geçecek, Ve son olarak, tarımda dengeli eşdeğer faaliyetlere olanak sağlayacaktı. Kuruluşların ticari esaslara göre işletilip kar etmeleri ve kendi yatırımlarını finanse etmeleri esas kabul edilmiştir. Kuruluş yeri seçiminde titiz davranılmıştır. 1. 2. 3. 4. Hammaddeye ve işgücüne olan yakınlık, Fabrikaların ülkeye dengeli dağılması, İç Anadolu gibi nispeten geri kalmış bölgelere öncelik verilmesi, Ve savunma kolaylığı önemli kriterler arasındadır. Bütün bunlara rağmen yine de yatırımlardan aslan payını Marmara ve Ege bölgesi almıştır. 23 fabrikanın 9’u Marmara (İstanbul, Bursa ve İzmit), 4’ü Ege bölgesi’ndedir. İç Anadolu’ya ise biri Kayseri diğeri Ereğli olmak üzere 2 tane dokuma fabrikası kurulmuştur. BBYSP’nın giriş kısmında “Plana özel girişimciler tarafından kurulmasına imkan olmayan tesislerin dahil edileceği, bunun da özel girişimciler için daha geniş, daha yararlı endüstri imkanlarını yaratacağı”na ilişkin bir ifade konmuştur. Bu ifade devletin ekonomik kalkınmada özel sektörü tamamen dışlamadığını ve devletçilik uygulamasının zorunluluktan kaynaklanan geçici bir uygulama olduğunu göstermektedir. Nitekim devlet kurduğu tesisler arasına özel sektöre ucuz ara malı ve yatırım malı temin edebilecekleri tesisleri de eklemiştir. 1. 2. Planın diğer özellikleri de şunlardır: Kurulacak tesislerde dönemin en ileri teknolojileri kullanılacaktır, Teknolojinin yeni, işçi ücretlerinin düşük olması, üretim maliyetlerini düşürecektir, Bununla beraber, bazı tesisler kuruluşları sırasında, tasarlanandan daha büyük ölçekle kurulmak istenmiş, bu da hem kuruluş süresini uzatmış hem de maliyetlerin bir miktar yükselmesine yol açmıştır. 3. 4. 5. Planda hedefler gelecekteki talepler yerine geçmişteki ithalat miktarları dikkate alınarak belirlenmiştir. Kararlar sektör düzeyinde değil, işletme ya da proje düzeyinde alınmıştır. Plan, devletin sanayi sektöründeki bütün girişimlerini kapsamamaktadır. Şeker ve maden kömürü işletmeciliği özel kanunlarla üretime devam etmiş, Tekel idaresi tekel ürünlerinin üretimini sürdürmüş, savunma sanayi ise Genel Kurmay’ın gözetimine bırakılmıştır. 1. BBYSP’nında kurulması düşünülen 23 sanayi tesisi 5 grup altında toplanmıştır. Bu gruplar şunlardır: Dokuma Sanayi Yılda 103 milyon metre pamuklu dokuma ve 2753 metre pamuk ipliği üretecek 5 fabrika kurulmuş ve faaliyete geçirilmiştir. Kastamonu’da kendir fabrikası kurulması planlanmış ancak bu fabrikanın kuruluşu plan döneminde değil ancak 1954’te olmuştur. Benzer şekilde Bursa’da kurulması planlanan yünlü kumaş fabrikası da 1938’de faaliyete geçmiştir. 2. Maden Sanayi 1938’de Karabük’te Demir Çelik Fabrikası, 1935’de Zonguldak’ta Semikok fabrikası, 1934’de Keçiborlu’da kükürt fabrikası, 1939’da Ergani’de bakır izole fabrikası kurulmuştur. Karabük Demir Çelik Fabrikası 1938 – Karabük Keçiborlu Kükürt Fabrikası 1934 – Burdur Ergani Bakır İzole Fabrikası – 1939 – Diyarbakır 3. Kağıt ve Selüloz Sanayi 1936’da faaliyete başlayan İzmit kağıt fabrikası, 1936’da temeli atılan İzmit selüloz fabrikası ve II. Dünya Savaşı yıllarında faaliyete geçen İzmit İkinci kağıt ve kaolin fabrikası SEKA İzmit Tesisleri – Kağıt – Selüloz – Kaolin Fabrikaları 1936 4. Toprak, Seramik Sanayi İstanbul’da şişe ve cam fabrikası, Kütahya’da porselen fabrikası kurulması planlanmıştır. İstanbul Şişe-Cam 1935’de faaliyete geçmiş, ancak Kütahya Porselen fabrikası’nın inşaatına başlanamamıştır. İstanbul Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikası 1935 - Beykoz 5. Kimya Sanayi Sülfürik asit, süper fosfat ve klor alkali fabrikaları plana konulmuş ancak inşaatına başlanamamıştır. Bunlardan ilk 2’si Karabük’te ve sonuncusu da İzmit’de II. Dünya Savaşı yıllarında faaliyete geçmiştir. Bunların haricinde 1935’de Isparta’da bir gülyağı fabrikası ve 1934’de Bodrum’da sünger işleme tesisleri de açılmıştır. Planda öngörülen birçok tesis kısa süre içerisinde faaliyete geçmiş, faaliyete geçmeyen 4 fabrika ise daha sonraki yıllarda tamamlanmıştır. Bu açıdan bakıldığında planın oldukça başarılı olduğu söylenebilir. Planın finansmanı büyük ölçüde bütçe ile gerçekleşmiştir. Bir miktar iç borçlanma yapıldığı da görülmüştür. 44 milyon TL olması beklenen toplam maliyet 100 milyon TL’yi aşmıştır. Yatırımların %36’sı dokuma %23’ü demir çelik sektörlerine tahsis edilmiştir. 1932-38 yılları arasında Sovyetler Birliği’nden 14 milyon TL borç alınmış ve bu borç tamamen dokuma sanayi için kullanılmıştır. 1936 yılında İngiltere’den 3 milyon sterlin (18 milyon TL) tutarında alınan borç ise Karabük Demir Çelik Fabrikası’nın kurulmasında kullanılmıştır. 1933 yılında Devlet Sanayi Ofisi ile Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası’nın birleştirilmesi ile kurulan Sümerbank, planın işletilmesinden sorumlu tutulmuştur. Bu bankanın görevleri şu şekilde özetlenebilir: 1. 2. 3. 4. Devlete ait mevcut fabrikaları işletmek, Devletten sağlanacak sermaye ile ve hükümetin onayı ile yeni işletmeler kurmak, Mevcut sermaye sınırları içinde çeşitli sınai kuruluşlara iştirak etmek, Normal bankacılık ve kredi faaliyetlerini sürdürmek. Sümerbank 1938 yılında İktisadi Devlet Teşekkülü statüsü kazanmıştır. Sümerbank o yıllarda devletin sanayideki girişimciliğinin temsilcisi haline gelmiştir. 1939’da sanayi çıktılarının %80’i ile %100’ü ve diğer bir çok alanda çıktının %50’den fazlası bu banka tarafından üretilmiştir. İş Bankası ve kısmen Ziraat Bankası da planda yer almışlardır. İş Bankası, İstanbul Şişe Cam, Keçiborlu Kükürt, Isparta Gülyağı ve Bodrum Sünger Fabrikalarını kurmuştur. 1935 yılında kurulan Etibank ve Maden Tetkik ve Arama Enstitüsü de madenciliğin gelişmesinde önemli rol oynamışlardır. Devletçilik uygulaması BBYSP döneminde oldukça başarılı olmuştur. Gelirin çok düşük olduğu bir dönemde, küçümsenmeyecek düzeyde bir kaynak yatırımlara yönlendirilebilmiş, bir çok ithal ikamesi ürünün üretilmesi başarılmıştır. Erdoğan Alkin’e göre bunun nedeni, işletmecilik prensiplerine uyulması, karlılığın esas alınması ve yatırımların kuruluşlarca kendi kendilerine finanse edilmesidir. 2. saatin sonu İkinci Beş Yıllık Sanayi Planı BBYSP’nın oldukça başarılı olmasından alınan cesaret ile 1936’da İBYSP’nın hazırlanmasına başlandı. 100’den fazla fabrikanın kurulması planlanmıştı. Bu planda ara ve yatırım mallarının üretilmesi öncelikli olacaktı. Birinci planda yer almayan; elektrik üretimi, madencilik ve liman yapımı gibi alanlar da eklenmişti. Kimya, makine, deniz ulaşımı ve gıda sanayilerinde yaklaşık 112 milyon TL tutarında yatırım yapılması planlanmıştı. Hammaddenin yine yurt içinden temin edilmesi kararlaştırılmış, ancak daha büyük sermaye ve daha ileri teknoloji kullanılması istenmiştir. 1935 yılında hükümete, sahipleri tarafından iyi işletilmeyen madenleri devletleştirme yetkisi veren bir kanun çıkarıldı. 1937 yılında İBYSP ile birlikte yürütülecek bir maden programı kabul edildi. İBYSP’nın bir diğer özelliği de yurt içinde pek tüketilmeyen ancak yurt dışında oldukça fazla düzeyde talep edilen ve hammaddesi yurt içinde bulunan mamul maddeleri üretip ihraç etmekti. II. Dünya Savaşı’nın başlaması ile birlikte bu plan yürürlükten kaldırılmıştır. 1930’lu yıllarda, yabancıların elinde bulunan; demiryolları, limanlar, elektrik santralleri ve telefon şirketleri büyük ölçüde millileştirilmiş, aynı anda özkaynaklar etkin bir şekilde kullanılarak büyük yatırımlar gerçekleştirilmiştir. BBYSP Kapsamı Dışındaki Sanayi Kuruluşları Özellikle İş Bankası’nın katılımıyla; Zonguldak Kömür İşletmesi, Alpullu, Eskişehir ve Turhal şeker fabrikaları kurulmuştur. İş Bankası ayrıca Yün-İş ve İpek-İş fabrikalarına iştirak etmiştir. Hershlag’a göre 1933-34 döneminde devlet, yukarıda sayılan bankalar aracılığı ile, tarım ve madencilik alanlarına 135 milyon TL tutarında yatırım yapmıştır. Bu dönemde özel sektör Teşvik-i Sanayi Kanunu’ndan yararlanmaya devam etmiş, gümrük duvarları ile yabancı rekabete karşı yoğun bir şekilde korunmuş, buna rağmen istenilen düzeyde gelişmemiştir. Bu dönemde devlet özel sektöre karşı soğuk bakmış, özel sektör devlete kuşkuyla yaklaşmıştır. Özel sektörün elde ettiği yüksek karlar devlet kademelerinde kıskançlık konusu olmuştur. Bu nedenle teşviklerin azaltılması dahi istenmiştir. Ayrıca, özel sektör sıkı bir denetime tabi tutulmuştur. Örneğin 1936 yılında sanayi ürünlerinin maliyetinin ve fiyatının saptanması hakkında 3003 sayılı kanun ve dış satışların denetimi ile ilgili 1936 tarihli yasa çıkarılmıştır. Bundaki amaç, gümrük duvarlarının yüksekliğinden yararlanarak fahiş fiyat belirleyip haksız kazanç elde edilmesinin önüne geçmektir. Bu kontrollerin rekabet yoluyla değil de kanunlarla yapılması, özel sektörün devlete bakış açısındaki kuşkuları artırmıştır. Bazı sanayiciler bazı alanlarda karteller oluşturup yüksek kazançlar sağlamak istemişlerdir. Örneğin yurtdışından pamuk ithal edip kumaş üretmek isteyen girişimcilere, “Fazla Üretim Nizamnamesi” gerekçe gösterilerek izin verilmemiştir. Özetle, bu dönemde özel sektör pek fazla teşvik alamamıştır. Ama yine de korumacı politika gereği ve yurt içi fiyatların yüksek olması nedeniyle büyük karlar elde etmişlerdir. Ama bu karlar sanayide değil, ticaret alanında olmuştur. Devletçi Sanayileşme Döneminde Ekonomideki Gelişmeler Yatırımların Dağılımı Bu dönem, kıt kaynakların oldukça güç şartlar altında, iktisadi gelişme amacıyla başarılı bir şekilde devlet eliyle harekete geçirildiği bir dönemdir. 1932-1940 yılları arasında yaklaşık 1,051.1 milyon TL civarında sabit sermaye yatırımı yapılmıştır. Bunun yaklaşık %50’si özel sektör tarafından yapılmıştır. Tek başına bu rakam bile, devletin kıt kaynaklarla ne kadar önemli bir iş gerçekleştirdiğinin göstergesidir. Devlet bu dönemde yıllık ortalama 66.3 milyon TL yatırım yapmıştır. Bunun %29.1’i sanayi sektörüne, %27.8’i demiryollarına, %24.5’i karayollarına tahsis edilmiştir. Özel kesim ise yapmış olduğu toplam yatırımların %45.9’unu konut inşaatına, %23’ünü ticaret ve hizmete, %20’sini tarıma, geri kalan %11.2’sini ise sanayiye ayırmıştır. Özel kesimin üretken sektörlerdeki payı sadece %30 düzeyinde kalmıştır. Özel sektör daha çok konut inşaatı ve ticarete yönelmiştir. 1. 2. Kamu ve özel kesim yatırımlarının GSMH’ye oranı %7.8 civarındadır. Bu oran günümüzle karşılaştırıldığında oldukça küçük kalmaktadır. Ama 1929’daki %5’lik oran ve kişi başına milli gelir rakamlarının oldukça düşük olduğu hatırlanırsa, yine de hatırı sayılır bir iş yapıldığı ortadadır. Devletin yatırımlardaki payının bu kadar yüksek olması 2 nedene bağlanabilir: Mali kaynakları daha kolay harekete geçirmesi, Elinde teknokrat ve yetişmiş eleman bulunması. Şirketleşmenin ve sermaye piyasasının henüz gelişmediği bir ortamda, mali kaynaklara devletin daha kolay ulaşması, özel kesimin bu konuda zorlanması oldukça normaldir. - Bir iddiaya göre, o dönemde yapılan yatırımlar oldukça dengesiz ve uyumsuzdur. Kıt kaynakları sanayiye ve demiryolu yatırımlarına aktarma arzusu, yatırım kararlarının ekonomik kriterlerden ziyade politik, kültürel ve stratejik faktörlere bağlı olarak alınması bu çarpıklığı doğurmuştur. Ekonomik Sektörlerdeki Nicel ve Nitel Gelişmeler 1929 bunalımının etkisi 1934’e kadar hissedilmiş, ancak bu tarihten sonra sanayileşme hamlesi başlatılabilmiştir. 1933-38 döneminde GSMH yıllık ortalama %7.1 oranında artmıştır. Sanayi üretimi artışı %7.8’tir. Bu dönemde milli gelirdeki artış oranları dalgalanmalar göstermiştir. Bunun nedeni tarımın hala ekonomide ağırlıklı sektör olmasıdır. Nitekim bu dönemde tarımın GSMH içindeki payı %40 civarındadır. 1935’de kötü hava şartları nedeniyle tarımsal üretim azalınca, GSMH artış oranı %2.5’e gerilemiştir. 1936’da hava koşulları çok iyi olduğunda ise, GSMH artış oranı %19.2 olmuştur. -Dönemim sonlarına doğru, yani 1936-38 döneminde GSMH artış oranı, önceki yıllara göre çok büyük olmuştur. Ortalama %16’lara ulaşmıştır. 1. 2. 3. 4. Bunun başlıca 4 nedeni vardır: 1936 yılında deflasyon olgusu son bulmuş, ekonomi canlanmıştır, 1.BYSP’nın sonuçları alınmaya, yani sanayi üretimi artmaya başlamıştır, 1936’dan sonra hava şartları iyi gitmiştir, Konjonktürün canlanma dönemine girilmiştir. İstihdamın sektörel dağılımında pek fazla bir değişme olmamıştır. Nüfusun hala %82’si tarım sektöründe istihdam edilmektedir. Kişi başına düşen GSMH, nüfus artışına rağmen, GSMH’deki hızlı yükseliş nedeniyle artmıştır. 1933-35 döneminde 88-90 TL olan KBDGSMH, 1936-38 döneminde 106.7 TL’ye yükselmiştir. Tarım Sektöründeki Gelişmeler Dönemin son yıllarında, iç talepteki artış ve hava koşullarının iyi gitmesine bağlı olarak tarımsal ürün arzı artmıştır, ekim alanları genişlemiştir. Buna rağmen gereken ilgiyi görmemiş, hatta ihmal edilmiştir. İstihdamın %82’sini, GSMH’nin yaklaşık %40’ını ve ihracatın %80’ini karşılayan bu sektör, yatırımların ancak %10’unu almıştır. Büyük buhrandan en fazla etkilenen sektör tarım olmuştur. Tarımsal hammadde fiyatlarındaki ciddi düşüş, tarımdan elde edilen hasılanın buhran öncesine göre %40 azalmasına neden olmuştur. İç ticaret hadlerindeki tarım aleyhine değişme de yine geçimini tarımdan sağlayan kesimin büyük gelir kayıplarına uğramasına neden olmuştur. Tarım sektörü ancak 1936’dan sonra kendini toplayabilmiştir. 1930’lu yıllarda devlet tarıma da müdahale etmiştir. Ancak bu müdahale sanayi sektöründe olduğu gibi sistematik değil, daha çok acil sorunların çözümü amacıyla yapılmıştır. Bu müdahalelerden en önemlisi 1932 yılında yapılan sübvansiyon amaçlı buğday alımıdır. Bu amaçla 1932 yılında Ziraat Bankası’na bağlı olarak kurulan, 1938’de bağımsız bir KİT haline dönüşen TMO kurulmuştur. Bu tarih Türkiye’de destekleme alımlarının ve taban fiyat uygulamasının başlangıç yılı kabul edilir. Bu dönemde ciddi anlamda bir toprak bir reformu yapılmamış, sadece 1935 yılında göçmenlerin iskanı için Toprak İskan Kanunu çıkarılmıştır. Önceliği sanayiye veren hükümet bu konuya fazla zaman ayırmamıştır. -Tarımsal arazilerin işletmeler arasındaki dağılımı adil olmaktan uzaktı. Ortalama işletme büyüklüğü modern teknolojiler için uygun değildi. Örneğin tarımsal işletmelerin %65.1’i 32 hektardan daha küçük bir arazide faaliyet gösteriyordu. Bu dönemde tarımsal kredilerin toplam krediler içindeki payı azalmıştır. 1930’da 18 olan bu oran, 1938’de %15’e gerilemiştir. Çünkü Ziraat Bankası’nın verdiği krediler dönem içinde sadece %18 oranında artmıştır. Tarım sektörüne ciddi bir kamu yatırımı yapılmadığı gibi, kredi payı da azalmıştır. Tarım sektörüne her ne kadar gereken önem verilmese de, sanayi yatırımlarının artmasıyla iç talepte meydana gelişme, tarım sektöründe de gözle görülür bir canlanma yaratmaya yetmiştir. Sanayi Sektöründeki Gelişmeler Özel kesim faaliyetleri bu dönem içinde, yüksek gümrük duvarlarıyla korunmasına ve Teşvik-i Sanayi Kanunu ile korunmaya devam etmesine rağmen, asıl gelişme kamu kesiminde olmuştur. 1.BYSP kapsamında olan yatırımların ve kapsam dışı olan diğer yatırımların gerçekleştirilmesi, devletin ekonomik faaliyetlerini oldukça artırmıştır. Plan döneminin sonlarında sanayi sektörünün GSMH’deki payı %17’lere ulaşmıştır. 1929-1939 döneminde sanayi üretim endeksi dünya genelinde 100’den 119’a çıkarken, Türkiye’de 100’den 196’ya çıkmıştır. 1934-35 döneminde bir çok sanayi tesisi üretime başlamış, daha önce ithal edilen bir çok ürün yurt içinde üretilmeye başlanmıştır. Şeker, cam ürünleri, çimento, yünlü ve pamuklu dokuma ürünlerinde kısa süre içerisinde iç talebin %80’i karşılanabilir hale gelmiştir. 1934’te demir-çelik, cam ve kağıt ürünlerinin karşılanma oranları %0 iken, 1940’ta iç talebi karşılama oranı demir çelikte %32, camda %91 ve kağıtta %39’a ulaşmıştır. Teşvik-i Sanayi kanunundan yararlanan iş yeri sayısı dönem içinde sürekli olarak azalmıştır. 1932’de 1473, 1939’da 1144 ve 1941’de 1052 işyeri bu kanundan yararlanmıştır. Kanundan yararlanan işyeri sayısı toplamda azalmış olsa da, kamuya ait firmaların oranı giderek artmıştır. Yani bir bakıma devlet kendi kendine teşvik verir hale gelmiştir. Bu nedenle kanun 1942’de kaldırılmıştır. Özel kesime ait sanayi kuruluşlarında şirketleşme oranı çok düşüktü. Bu işletmelerin yarıya yakını tek kişiye ait, %17’si adi şirket, %13’ü kolektif şirket ve sadece %6’sı anonim şirketti. Bu rakamlardan, söz konusu işletmelerin küçük işletme olduğu sonucu çıkarılabilir. Bu işletmelerin %44’ü tarıma dayalı sanayi, %23’ü dokuma sanayinde yoğunlaşmıştı. 1. 2. 3. 4. 5. Dönem içinde bu işyerlerindeki çıktı artış oranı ile istihdam artış oranı aşağı yukarı eşittir. Yani işgücü verimliliği değişmemiştir. Yatırımlar istihdam yaratmış, ancak verimliliğe etkide bulunmamıştır. Bunun nedenleri şöyle sıralanabilir: Nitelikli işgücü eksikliği, Ara ve yatırım mallarının düşük kaliteli oluşu, İhtiyaçlara uygun olmayan ürünlerin kullanılmasından doğan kayıplar, Ölçek hataları ve İş yeri kuruluş yerinin yanlış seçimi. Dış Ticaretteki Gelişmeler Bu dönemde dış ticaret sıkı kontrol altında yürütülmüştür. 1929 tarihli Gümrük Kanunu ve 1930 tarihli TPKKK, hükümete ithalatı dilediği gibi kısıtlama hakkı veriyordu. Ayrıca bu sıkı kontrol, ithal ikameci sanayileşme politikasına da uygundu. 1. 2. 3. 4. 5. Bu dönemde uygulanan dış ticaret politikasının ilkeleri şunlardı: Türkiye’nin müşterilerinden mal satın almak, İçeride üretilen malların ithalatını yasaklamak, Diğer malların ithalatını ticaret antlaşmaları çerçevesinde serbest bırakmak, Dış ticaret fazlası elde etmek ve İhraç mallarının kalitesini artırıp, çeşitlendirmek. 1932-38 döneminde dış ticaret hacminde önemli bir daralma olmuştur. Bu daralmanın en büyük nedenlerinden biri, TL’nin $ ve £ karşısında değer kazanmasıdır. Dış ticaret hacmi 1932’de en düşük seviyesine indikten sonra, 1937’de ihracat 1938’de ithalat 100 milyon $ sınırını aşmıştır. Dış ticaret bilançosu sadece 1938’de açık vermiştir. Bunun nedeni 1937’de uygulanan geçici liberasyondur. Bu dönemde ithalattaki daralmanın nedeni, sıkı denetim ve ithal ikameci politika iken, İhracattaki daralmanın nedeni büyük buhrandır. İhracatın bileşiminde önemli bir değişiklik olmamış, hammadde ihracatı devam etmiştir. Dönemin sonuna doğru ithalatın kompozisyonunda değişiklik yaşanmıştır. Tekstilin ithalattaki payı %44’ten %27.5’e, gıdanın payı %17’den %4.3’e gerilerken, ara ve yatırım mallarının payı %14.5’den %37.2’ye yükselmiştir. Bunun nedeni de yine uygulanan ithal ikameci sanayileşme politikasıdır. Dönemin bir diğer değişikliği ise, Almanya’nın dış ticaretimizde ağırlığının artmasıdır. 1932’de ithalatımızdaki payı %25 iken, 1938’de %46’ya, ihracatımızdaki payı ise %15’den %44’e ulaşmıştır. İtalya ve Fransa’nın payı gerilemiş, İtalya’nın ihracatımızdaki payı %10’a, Fransa’nın payı %3.3’e düşmüştür. Almanya’nın payındaki bu artış, yapılan ikili antlaşmalardan kaynaklanmaktadır. Almanya, Türkiye’nin ihraç mallarını yüksek fiyattan alıp Clearing hesaplarının açık vermesini sağlıyordu. Bu da Türkiye’nin ithalatta daha çok Almanya’yı tercih etmesine neden oluyordu. Tabii ki Almanya mal satarken, alışına benzer şekilde yüksek fiyattan mal satıyordu. Almanya’nın dış ticaretimizde bu kadar ağırlık kazanması hükümette rahatsızlık uyandırdı. Yeni partner arayışları devreye girdi. Bu süreçte İngiltere ile yakınlaşılmaya başlandı. 1936 ve 1938’de İngiltere ile siyasi ve ticari antlaşmalar yapıldı. Ticari antlaşmaya göre, İngiltere Türkiye’ye (19 milyon sterlin kredili olmak kaydıyla) makine, araç-gereç ve silah satışı yapacaktı. Bu kredinin 3 milyon sterlini Karabük Demir-Çelik fabrikasının yapımında kullanıldı. Kredi para olarak değil, ihraç malları yoluyla ayni olarak ödendi. Almanya’nın dış ticaretteki ağırlığını azaltmak için alınan bir diğer önlem, 1937 yılında diğer Avrupa ülkelerinden ithalatın kısmen serbest bırakılması olmuştur. Dış ticaret açığı ve döviz kıtlığı başlayınca bu liberasyondan vaz geçildi. Dış ticaret fazlasından elde edilen kazançlar ile, Osmanlı’nın borçları ödenmiş, millileştirme yapılmış ve sanayi tesisleri kurulmuştur. Yeni borçlar alınmış olsa da uzun vadeli dış borçlar 36 milyon TL azalmıştır. Yabancı Sermaye Yatırımları Yahya Sezai Tezel’e göre 1923-50 döneminde yabancı sermayeye karşı olunduğu ve Türkiye’ye hiç yabancı sermaye yatırımı gelmediği şeklindeki inanış yanlıştır. Tam tersine 1920’li yıllardan itibaren hükümetler yabancı sermaye çekebilmek için yoğun bir şekilde uğraşmışlardır. Tezel’e göre millileştirmeler yabancı karşıtlığının bir sonucu değildir. Nitekim TBMM Chester Projesi’ni onaylamış, ancak Musul ve Kerkük ülke sınırları dışında kaldığı için proje hayata geçmemiştir. 1923 ve 24’te yapılan antlaşmalar ile, şirketlerin Osmanlı’dan aldıkları imtiyazlar devam ettirilmiştir. Osmanlı Bankası’da hükümete kredi verdiği için 1925 yılında devlet bankası imtiyazını devam ettirmiştir. Ancak, yabancı şirketlerin payı en fazla %49 şeklinde kısıtlanmıştır. %51’lik dilim yerli girişimcilerde olacaktır. Cumhuriyet kurulduğunda (tahminen) 94 firmaya ait, 63.4 milyon sterlin (500 milyon TL) dolayında yabancı sermaye bulunmaktaydı. 1920’lerde ödenmiş sermayelerin %43’ü yabancı sermayedarlara aitti. Bu oran madencilik ve imalat sanayinde %67’ye kadar ulaşmıştı. Yabancı sermayenin 2/3’ü madencilik ve imalat, 1/3’ü ise sigortacılık, bankacılık ve iç-dış ticaret alanlarında idi. 1926-33 döneminde yeni gelen yabancı sermaye 39.1 milyon TL yatırım yapmış, buna karşılık 39.9 milyon TL kar transferi gerçekleştirmiştir. Türkiye’de 1927’de 113, 1933’te 71 yabancı firma sayılmıştır. 1934-38 döneminde 32 yeni yabancı firma giriş yapmıştır. 1926-50 döneminde 24 ayrıcalıklı yabancı kuruluş millileştirilmiş, bu amaçla 154.7 milyon TL (faiz hariç) borçlanılmıştır. Para ve Maliye Politikaları 1923-32 döneminde olduğu gibi, bu dönemde de sağlam para ve denk bütçe ilkelerinden taviz verilmemiştir. Bu dönemde para politikasını daha rahat uygulamak için iki önemli gelişme olmuştur. TPKKK ve TCMB kurulmuştur. TCMB ile yurtiçi emisyon düzene konulurken, TPKKK ile kambiyo sistemi düzene konup, TL’nin değer kaybı önlenmiştir. 1933-38 döneminde emisyonda ciddi bir artış olmamıştır. 159 milyon TL’den 194 milyon TL’ye yükselmiştir. Yani 6 yılda %22 artmıştır. Banka mevduatları 190 milyon TL’den 294 milyon TL’ye yükselmiştir. Artış oranı %54.7’dir. Yani mevduatlar da para arzı içinde tanımlanırsa %39.8’lik bir artış olmuştur. Yıllık ortalama ise %6.6’ya karşılık gelir. Aynı dönemde yıllık GSMH artış hızı %7.1 olduğundan, ekonomiye ancak ihtiyaç duyulduğu kadar para arz edildiği söylenebilir. Yatırımların finansmanında zorlanılsa da bu yatırımlar asla para arzı artırılarak finanse edilmemiştir. 1931-38 döneminde TL Sterlin karşısında değer kazanmıştır. 1930’da 1 sterlin = 10.32 TL iken, 1938’de 6.16’ya gerilemiştir. Dolar kuru da 2.12 TL’den 1.26 TL’ye gerilemiştir. Maliye politikasında da disiplin elden bırakılmamıştır. Dönem içinde bütçe açığı olan tek yıl 1931’dir. 1934 yılında uygulamaya konulan BBYSP’nın masrafları büyük ölçüde (%70) bütçeden karşılandığı halde bütçe açık vermemiştir. Normal dönemde bütçenin yaklaşık %35-40’ını alan savunma harcamaları, yaklaşan II. Dünya Savaşı nedeniyle artmış olmasına rağmen açık verilmemiştir. 1. a. b. Dış borç ana para ve faiz ödemeleri bütçenin yaklaşık %20-23’üne karşılık gelmiştir. Harcamalardaki bu artış, hükümeti yeni gelir arayışlarına itmiş ve bir dizi önlem alınmıştır. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: Mevcut vergi yasaları düzenlenmiş, bazı yeni vergiler ihdas edilmiştir. 1931’de ücretler üzerine Buhran vergisi konulmuş, 1935’de İl Özel İdaresi vergisine dönüştürülmüştür. 1932’de Muvazene Vergisi, c. 2. 3. 4. 1935’de Hava Kuvvetlerine Yardım vergisi konulmuştur. Altyapı yatırımlarını finanse etmek için iç borçlanmadan yararlanıldığı olmuştur. En önemli gelir kaynaklarından biri tekel gelirleri olmuştur. Kısa ve uzun vadeli dış borçlanma yolu da alt yapı ve sanayi tesisi kurma için gereken maliyetin finansmanında kullanılmıştır. Atatürk Döneminde Ekonominin Kısa Bir Değerlendirmesi Anlatılan bölümün özeti şeklinde verilen bu başlık, okuma ödevi olarak öğrenciye bırakılmıştır. 3üncü haftanın sonu