niçin medrese? - Daru`l Funun Vakfı

advertisement
8
İÇİNDEKİLER
Neden Resulün Elçisi
Çindeydi ?
Daru’l-Fünun Vakfı
9
4-5
Sunuş
Halimiz (Vizyonumuz)
6
İstikbalimiz (Misyonumuz)
7
Logomuz
10
Vakıf Medeniyeti
11
İslami İlimler ve İlimlerin
Tasnifinde Dikkat Edilecek
Hususlar
12-15
16-17 Daru’l-Fünun
18-19
Niçin Medrese
20
Her Yer Mektep
Her Yer Medrese
21
Medreseli
Olmak
22-25
Niçin
Yurt
26-29
Niçin
Hafızlık
52-57 İcazet
Merasimleri
Hazretleriyle Hatıratım
58-61 Efendi
Bayram Ali Karamustafaoğlu
Dernek ve
Temsilciliklerimiz
Sosyal
Faliyetler
Kardeşlik
ve Dayanışma
Kamplarımız
30-31
32-35
36-45
Umre Organizasyonları
46-51
Alimler Medresede Yetişirdi
62-71
Osmanlı Medresesi Projesi
72-77
Müslüman fert ve toplumun inşası için ilim ve ihlâsı rehber edinmek gayemiz ve hedefimizdir.
İnsanlığının, Müslümanlığının şuurunda; özü sözü bir; Hakkı ve hakikatı anlayan ve düzgünce anlatabilen, örnek, rehber bir neslin yeniden inşasına gönül verecek, İslam Medeniyetinin bilincinde,
Ümmet şuurunda, tarihine, milletine, ülkesine, insanına, insanlığa dost, üreten ve veren el olmayı,
ahlakı ve edebi rehber edinen insanların yetişmesine gayret etmektir gayemiz.
Kur’an’a ve Peygamber Efendimize gönülden bağlı, Ehli Sünnet Vel-Cemaat olarak, günde beş kez
Beytullah çevresinde cem olan cemaat olmak…
Mümin, muhlis, kâmil, mücahid, mübelliğ, âlim, abid, zahid insanlara ihtiyacımız var.
Bunun için İslami ilimlerin bihakkın tahsil edilmesi, “amil” “muhlis” âlimlerle yeni nesil ve toplumu inşa etmemiz gerekiyor. DARU’L - FÜNUN VAKFI bunun için yola çıktı. Bu tanıtım bültenimizde neler yapmak istediğimizi, neler yaptığımızı bilginize ilginize sunmak istiyoruz.
Saygı ve hürmetlerimizle arzediyoruz.
SİNAN AKDENİZ
Vakıf Başkanı
Our purpose and objective is to take science and beneficence as guides for building up muslim individuals and society. Our goal is to raise people that are aware of Islam; straightforward; understanding the God and facts and able to explain these properly, exemplary, to set their hearts on rebuilding a leading generation, aware of Islam civilization, have Islamic community consciousness,
on good terms with their history, nation, country, people and humanity, productive and generous,
well-behaved and decent.
To be able to become a community that is bound with Quran and our Prophet at heart, follower of
sunnah, comes together around Beytullah five times a day...
We need faithful, sincere, absolute, champion of Islam, announcer, intellectual, well-mannered,
ascetic people.
Therefore we should build the new generation and society together with “competent” and “genuine” scholars to study Islamic sciences. DARU’L-FÜNUN VAKFI (ASSOCIATION OF THE
DOOR TO SCIENCES) set off for these purposes. In this introduction journal, we would like to
present you what we want to do and what we do.
Respectfully presented with due respect.
SİNAN AKDENİZ
Association
4
5
HÂLİMİZ (VİZYONUMUZ)
“Beşikten mezara kadar ilmi talep ediniz” düsturu düsturumuzdur.
İnsanlığın yolunu aydınlatan İslam Medeniyetinin getirdiği iki yüz
yıllık duraklamadan çıkmak için İslami İlimlerle yeniden inşa ve
ihyaya başlamak gayemizdir. İslam; İlmi ve fenni insanın hizmetine sunarak dünya ve ahiret saadetini temin etti. Çağımızda, adına “modern yaşam” denen durum; nefsin heva ve hevesini, hazzı,
egoizmi, bencilliği dayattı. Teknoloji ve konfor; Nefsi emmarenin
eline verilerek; insanlar, insanlık ve insanımız tutsak edildi… Bu
tutsaklığa son vermek insanımızı ve neslimizi kurtarmak istiyoruz.
Her yaştaki insanımıza farklı mekânlarda İlmihal bilgisi veriyoruz.
4-5-6 ve 7 yaş grupları bu faaliyetlerden özel olarak yararlanıyor.
İSTİKBALİMİZ (MİSYONUMUZ)
İnsanlığın kurtuluşunu esas alan, İslam’a teslim olan Müslümanlar
olarak; ilme irfana ulaşmak. Yeni nesilleri bu ilim ve irfanla yetiştirmek. Global köye dönen dünyada; irfan ehli, gönül eri ve erenlerinin
seslerini “Davut gibi bu aleme yaymak” insanlığı “salaha” ve “felaha”
ulaştırmak…
Çok dilli, çok kültürlü, öz değerlerine sahip, açık fikirli, müstakim ilim
adamı, maddi ve manevi ilimlerle mücehhez insanı ve toplumu inşa
etmek…
Türkiye öncelikli olmak üzere, tüm dünyada ilim ve irfan gönüllüsü
nesillerin yetişmesini dert edinmek, yetiştirmek ve destek olmak...
Hedefimiz, misyonumuz budur. İnşa Allah’ur’ Rahman.
“Hak geldi, batıl zail oldu. Batıl mutlaka yok
olmaya mahkumdur” ayetini rehber edindik.
Yaşlımız - gencimiz, çalışanımız - çalışmayanımız, kadınımız ve erkeğimizin İslam’ın
diriltici nefesiyle soluklanmasını istiyoruz.
-Hafızlık yaşındakilere hafızlık yaptırıyoruz.
-Kıraat, talim – terbiye eğitimi veriyoruz.
-Klasik medrese eğitimi veriyoruz.
-Orta ve Lise öğrencileri için de takviye dersleri veriyoruz.
-Klasik sanatlarımızdan Hüsnü Hattı ders olarak uyguluyoruz
- İmam-Hatip ve İlahiyat Öğrencilerinin medrese eğitimiyle tanışmaları için özel bir yurdumuzu faaliyete geçirdik. Medrese- İmamHatip ve İlahiyatın bir sentezini sağlayarak ümmetin dirilişinin
mümkün olacağına inanıyoruz. Ayrıca hanımlarımız için özel eğitim faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.
Açık eğitim faaliyeti olarak va’zu nasihatlerle tebliğimizi sürdürüyoruz.
Gayret bizden tevfik Allah’tandır.
Gayretli müminlerin de gönüllerinin bizimle birlikte olduğuna
inanıyoruz.
6
7
DARU’L- FÜNUN VAKFI
Gönül erlerine ve ruh fetihlerine, ehli sünnetin ihya ve inşasına bir nebze de biz katkıda bulunmak istedik. 2005’te İslami
İlimler Eğitim Merkezi olarak faaliyete başladık. 2008’de Uluslararası İlim Kültür Araştırma ve Yardımlaşma Derneği olarak
resmi kuruluşumuzu yaptık. 2010’da Daru’l - Fünun İlim ve
Hizmet Derneği’ne dönüştük. Bu aşamada vakfımızın kuruluş
süreci başladı. Bu süreç 2014 yılında vakfın kuruluşuyla resmen
tamamlandı.
NEDEN RESUL’UN ELÇİSİ
ÇİNDEYDİ?
Hizmet ruhunun muazzam misallerinden biri Vehb bin Kebşe’dir
(r.a). Bu mübarek sahabenin türbesi Çin’dedir. Peygamber Efendimiz (s.a.v) onu, Çin’de tebliğ etmek üzere vazifelendirdi. Halbuki o
zamanın şartlarıyla Çin, bir yıllık mesafededir. Bu sahabi oraya kadar
giderek uzun bir müddet tebliğde bulunduktan sonra gönlünü kavuran
Rasulullah hasretini bir nebze dindirebilmek ümidiyle Medine yollarına düştü.
Bir yıl süren çileli bir yolculuğun ardından nurlu Medine’ye vardı, fakat ne yazık ki Hz. Peygamber Efendimiz vefat etmiş olduğu için onu
göremedi. Hasreti bir kat artmış olarak, ALLAH Rasulu’nun kendisine
emrettiği hizmetin kudsiyetinin idraki içinde tekrar Çine döndü ve bu
hizmetteyken ruhunu teslim etti.
Ardından Sad bin Ebi Vakkas Çin’e gitti. Şu anda Çin’in ticaret merkezi olan Guanzu’da Sad bin Ebi Vakkas’ın Camisi ve mezarı bulunuyor. Ticaret için oraya giden Müslümanlar, elan cuma namazını bu
camide kılıyor ve bahçesinde Sad bin Ebi Vakkas’ın mezarı başında
Fatihalar okuyorlar.
HİZMETLERİMİZ DÖRT ANA BÖLÜMDEN
OLUŞUYOR.
BİRİNCİSİ: “Sizin en hayırlınız Kur’an-ı öğrenen
ve öğreteninizdir” müjdesine nail olabilmek için,
hafızlık yaşındaki gençlerimizin hafızlık talim ve
terbiyesiyle işe başladık.
İKİNCİSİ: İslami İlimler Eğitim Merkezlerimizde Medrese eğitimi ve geleneksel sanatlar eğitimini vermek… Emribilma’ruf hizmetlerini devam
ettirmek.
ÜÇÜNCÜSÜ: İmam- Hatip, ilahiyat ve üniversite öğrencilerini medrese eğitimi ve kültürüyle
tanıştırmak için gerekli girişimlerde bulunarak,
faaliyetlere hız verdik.
DÖRDÜNCÜSÜ: Dernek ve dernek temsilciliklerinde yaptığımız hizmetler. Örgün eğitim alan
talebelere planlı ve düzenli olarak temel dini bilgileri vermek. Ayrıca ilerlemiş yaşına rağmen gerekli dini eğitimi alamamış olanlara da yardımcı
olmak…
8
9
L GOMUZ
LALE: İçi yanık, bağrı yanık, dışı parlak, rengarenk, baharın ilk çiçekleri arasında
insanlara bahar heyecanı ve gönüllere sürur verir. Bağrı yanık derviş gibi, içi yanık, benzi sarı, nur haleli. Ceddimiz Lafze-i Celali andırdığı için Laleye, Peygamber
Efendimizi temsil ettiği için güle; hem bahçesinde, hem edebiyatında özel bir yer
vererek milletlere örnek oldu. Altı yapraklı lale; imanın altı nurunun libasına bürünen
dervişin, alimin, iman ve ihsan potasında erimesi ve daha sonra bu nurun şualarıyla
derinden bir yanışa, “hamlıktan pişmeye” varışın simgesi…
KİTAP: Dünya imtihanımızda, Levh-i Mahfuz’dan insanlığa gönderilen kitabımız,
rehberimiz, Kur’an-ı Kerim. Onu anlamak için okuyacağımız kitaplar. Boş sayfa;
Allah’ın emirlerine göre yaşayan bir neslin yetişmesi için medresede yazı yazacağı
satırlar. İlim defteri.
VAKIF MEDENİYETİ
Vakıf, bir mülkün veya paranın hükmünün, inkıtaya uğramaksızın kıyamete kadar
hakkın rızasına nail olmak maksadıyla hayırlı bir cihete tahsis edilmesine denen değerler manzumesidir. En’am suresinin 37, 96, ve 97. ayetlerinden anlaşılan ifade. Tarihçesiyle Hz. Adem, Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Peygamber Efendimize kadar uzanır.
İslam’ın zuhuruyla ilk vakıf yapılan yer Darü’l-Erkam’dır. Sonra bunu Hz. Fatıma
validemize ait Fedek hurmalığı izlemektedir. İlk yazılı beyana dökülmesi ise Hz. Ömer
dönemidir. İslam tarihinde ilk vakıf örneği bu şekilde yazılı belge haline gelmiştir.
Bunun takibini en iyi şekilde Osmanlı ecdadımızın vakıf örneklerinde olduğunu görüyoruz. Osmanlı aynı zamanda bir vakıf medeniyetinin adıdır. Müslümanları vakıf kurmaya teşvik eden hususiyet ise yukarıda da izah edildiği üzere yüce Rabbimizin ilahi
Kitabında beyan ettiği infak ve merhamet hikmetidir. Bunun Nebevi hadisteki tercümesi ise “insan öldüğünde amel defteri kapanır, üç şey bundan müstesnadır. Devam
eden üç ameli ise mahşere kadar sahibini takip eder. Bunun birincisi sadaka-ı cariyedir
ki; mektep, medrese, cami, mescid, ceşme, köprü, şifahaneler, barınma ve iskan yerleri,
aşhaneler ve su sebilleri vs. dir. Diğeri ise bıraktığı ilim-irfan eserleri ve arkasından
kendisine duacı olan salih evlatlarıdır”.
KALEM: Kur’an’da bir sürenin adı. Kalem; güzel kelamı satırlara döken, Rabbimizin üzerine yemin ettiği araç. Güzel sanatların sembolu. Medresemizi, ilmimizi,
irfanımızı nesillere aktardığımız, üstlendiğimiz misyon ve vizyonumuzun en güzel
sembolu: Kalem. Sadırlardan satırlara, satırlardan sadırlara bitimsiz bir serenad…
Bir başka Nebevi ifade ile; “insanların en hayırlısı insanlara en çok faydası dokunandır” İşte Müslümanları sayısız vakıf ve vakfıye mirası ve varisi bırakmaya sevk eden
bu müjdeler olmuştur.
DÜNYA: Lalenin, kitabın, defterin, kalemin yaslandığı dünya; İslam’ın evrenselliğini, ilmin, hikmetin evrenselliğini ve bu dünyanın öte dünyanın mezrası olduğunun
işareti…
Bizim medeniyetimiz bir vakıf medeniyetidir.
Osmanlıyı ayakta tutan bu vakıf şuurudur.
Yeniden Vakıf Medeniyetini kurmak ve Vakıf Adamlarımızı meydana çıkarmamız gerekiyor.
DARU’L-FÜNUN
EĞİTİM VE DAYANIŞMA VAKFI
LOGOMUZ: İnsanımızı, ilmimizi, fikrimizi, zikrimizi, dünya ve ahiret mutluluğumuzu sembolize ediyor.
10
11
İSLAMİ İLİMLER VE İLİMLERİN
TASNİFİNDE DİKKAT EDİLECEK
HUSUSLAR
İslam Alimleri, ilimleri; İlmi Mead ve İlmi
Meaş diye iki bölümde tasnif ederler.
İlmi Mead: Lügat anlamıyla öte ilmi. Bir
başka ifadeyle yaradılış gayesini bildiren ve
bu yolda çalışmanın yollarını gösteren, dareyn saadetini temin eden ilimler. İşte İslami İlimler dendiğinde kastedilen bunlardır.
Ulum-i Şeriyye; (Kur’an ve Hadis İlimleri.) Bu yoldaki zirve ilimlerdir. Alt basamağı
Ulum-i Âliyye’dir (alet ilimleri). Bu alt basamağa paralel olarak, astronomi, astrofizik ve
uzay ilimlerini Kur’an-ı anlamak ve bu alemi
ve yaratanı tanımak için bir araç olarak kabul
etmeliyiz. Sosyal ilimler, biyoloji ve tıp ilmi
de insanı tanıma yolu olduğu için, bir yüzü
İlmi Meaşa (yaşayış), bir yüzü İlmi Meada
(yaradılış ve ahirete ) bakan ilimlerdir.
Kuran’ın ısrarla bakmamızı istediği; kavimler,
beldeler, gökler, hayvanlar, bitkiler, dağlar,
taşlar, denizler kuşlar; ilmi mead’a ulaşmamız, yaradılış hikmetine ermemiz içindir.
Kur’an apaçık olarak ilan ediyor, “And
olsun ki, Kuran’ı düşünmek için kolaylaştırdık, fakat düşünen mi var?” (Kamer suresi: 17,22,40) Kur’an her yaşta, her seviyede insanın anlayacağı, düşüneceği, ibret
alacağı, imanını artıracağı hayatını tanzim
edeceği bir kitap.
Bu değerlendirmeden sonra,
Kuran’ı anlamak için; astronomiye, astro fiziğe,
jeofiziğe, fiziğe, kimyaya, biyolojiye, coğrafyaya, tarihe, edebiyata,
mantığa sosyolojiye,
psikolojiye de ihtiyacımız vardır. İlimlerin tasnifinde bu yola riayet
edilmezse; dünya ve ahireti kuşatan İslam’ı
anlamakta ve yaşamakta zorlanırız.
Kuran’ı anlamak, düşünmek farklı şey,
Kur’an ve Hadis’ten hüküm çıkarmak,
tefsir yapmak farklı şeydir. Bu hassas ve
ince ayrıntı fark edilmediğinde; imana
ve amele taalluk eden cinayet mesabesinde vahim hatalar yapılıyor. Muamelat
ve ukubata dair, tefsir yapmak, hükümler
çıkarmak, bahsettiğimiz ilim merhalelerinden geçmeyi gerektirdiğine ısrarla dikkat çekmek istiyoruz.
12
13
ULUM-İ ŞERİYYE denilen KUR’AN ve HADİS bilgisine vâkıf olmak için öncelikle ULUM-İ
ِÂLİYYE denilen; Sarf, Nahiv, Belagat, Usul, Akaid, Kelam, Mantık, Vaz’ı, Aruz ilimlerini mutlaka
tahsil etmek gerekir. Bu ilimlere ulema arasında
on iki ilim denir.
Bu alet ilimlerini kavrayıp anlamadan tefsir ve hadis ilimlerine vâkıf olmak mümkün değildir.
Müfessirini kiram, tefsir yaparken bu ilimlerde
kökleşip bu ilimleri elif cüzü gibi çok güzel kavradıklarından ilim kurallarını ayet ve hadislere
uygulayarak orada mevcut olan manayı meydana
çıkarıp tefsir etmişlerdir. Yani orada var olup ince
aletler olmaksızın gözükmeyen bilgileri, öğrendikleri alet ilimleri sayesinde göstermişlerdir. Ve
bu izni onlara bizzat Cenabı Hak vermiştir. Ali İmran yedinci ayette “Kur’an’ın tevilini ancak Allah
ve ilimde kökleşenler bilir” buyrulmuştur.
Buna karşılık hadisi şerif’de “Kur’an-ı kendi reyi
ile tefsir eden küfre girer” buyrularak ilimsiz yorum yapmak şiddetle men edilmiştir. Bu yüzden
İslami ilimlere talip olan, adı geçen on iki ilmi
mutlaka tahsil etmeli ki, müfessirin ilminin menşeini fark etsin, “kendi görüşleridir, uydurmuşlardır” zehabına kapılmasın, yanlış yola sapmasın.
Ehliyetsiz kimse kan tahlili yapamadığı gibi, bu
ilimlerden yoksun olan kimse de yorum yapamaz, yapılan yorumlara cahilane dil uzatamaz.
“Kur’an-ı düşünmek” Kur’an-ı anlamakla yapılan
yorumlara uymak, âhkamı; tefsir, tevil ve yorumlamak ayrı şeylerdir. Bunun için okuyucu ve alim
farklıdır. Bu ayrıntıların bilinmesi, buna dikkat
edilmesi basit, ama temel bir bilgi ve kuraldır.
14
Alışkanlık halinde kullandığımız İslami ilimler
tabiri yanlış çağrışımları da beraberinde getiriyor. Bunu düzeltmemiz gerekiyor. İslami ilimler
dendiğinde sanki gayri İslami ilimler varmış gibi
bir düşünce oluşuyor. Buna benzer bir başka ifade pozitif ilimler, müspet ilimler tabiridir. Pozitif
ve müspet ilimlerin yanındakiler; negatif ve menfi
ilimler midir? Gibi bir soruyu akla getiriyor. Bunun için ilimler tasnifini sağlıklı bir yere oturtmamız gerekiyor.
İlmi Meaş: Yaşama İlimleri. Dünya hayatının idamesi için edinilen tüm bilgi kolları, sanatlar ve zanaatlar. Teknikerlikten, tüm mühendisliklere dair
olan ilimler. İnşaat mühendisliğinden fizik, kimya, maden, jeoloji, tıp, gıda, tekstil, endüstri, uçak,
bilgisayar, işletme ve uzay vb. mühendisliklerine.
Astro fizik, tıp ve sosyal ilimleri; bir yönü ilmi
meaşa bir yönü ilmi meada bakan ilimler olarak
değerlendirmeliyiz. Bahsi geçen diğer ilimlerde
de bu durum var ama daha azdır. Astro fizigi (uzay
fiziği), Astronomiyi belki bütünüyle ilmi meada
dahil etmemiz gerekir. Çünkü Kur’an bir çok ayetiyle semavata (yedi kat göklere) ve orada olanlara hem tevhid inancını kuvvetlendirmek, hem de
yeni imkanlara ve yeni dünyalara kapı aralamak
için ısrarla dikkat çekiyor.
İlimlerin tasnifinde bahsi geçen hususlara dikkat
edilmezse, hem İslam’ı, hem de ilmi gereği gibi
anlamamış oluruz. Burada büyük imam, İmamı
Gazalinin “mantık bilmeyenin ilmine itibar edilmez” kaziyesini de hatırlatalım. Bir başka alim
ise; “matematik bilmeyenin ilmine itibar olunmaz” buyurur. Ali Kuşçu ve Gelenbevi’ye gelinceye kadar İslam alimlerinin büyük bölümü ayrıca
matematik ve astronomi bilgini idiler.
15
DARU’L-FÜNUN
Vakfımız; Peygamber Efendimizin “Sizin en hayırlınız, insanlara en
faydalı olanınızdır” Hadis-i Şerifinin mucibince, Kur’an Sünnet ve ondört asırlık ilmi mirasımızın ışığında insanlığa ve milletimize hizmet
etmeyi ve bu sahada mümkün olan en üst seviyede, insanlığın necatına
vesile olacak kişilerin yetiştirilmesini ilke edinmiştir.
Ülkemizdeki İslami eğitim kurumlarına genel olarak baktığımızda;
gerek Osmanlının bıraktığı ilmi miras, gerekse genel İslam
coğrafyasındaki mevcut ilim potansiyeli açısından İslami ilimler olması gereken yerde değildir. Bunun tespiti için son dönem Osmanlı
müfredatı ile günümüz müfredatlarının karşılaştırılması yeterli olacaktır. İslami eğitim kurumlarının bu noktada başarılı olması için, hem
insan, hem de maddi kaynakları yeterli duruma ulaştırarak daha uzun
ve sistemli bir eğitim düzenine geçilmesi gerekmektedir.
İslami eğitim veren kurumların vazifeleri öncelikle herbir ferdin
şahsiyetli ve bilinçli bir Müslüman olmasını sağlamak, sonra; davet ve
irşat (emiri bil-ma’ruf nehyi ani’l-münker) vazifesini ifa edecek kişiler yetiştirmek, son olarak da İslami ilimlerin devamlılığını temin ve
İslami ilimler sahasında söz sahibi olabilecek nitelikte alim namzetleri
yetiştirmek şeklinde sıralanabilir.
16
Cehaletten beslenen; fitne, bidat ve küfür akımlarına karşı İslam’ı tebliğ
ve müdafaa etmek ve ehli İslam’ı bunların tehlikelerine karşı uyarmak
da yine bu kurumların vazifelerindendir. Şu anda içinde bulunduğumuz
durumun müsebbibi olarak, son yüzyıldaki olayların menfi tesiri, maddi
olanaksızlıklar ve bunların sonucunda ilmi seviyenin düşmesini söyleyebiliriz. Tarih boyunca bütün ilimlerin gelişmesi güvenlik ve zenginlik ile meydana gelmiştir. Geçmişe baktığımızda Küfe, Basra Mekke,
Medine, Bağdat, Dimeşk, Kahire, Buhara, Semerkant, Konya, Kayseri,
Sivas ve İstanbul gibi şehirlerin ilim merkezi oldukları dönemlerin ortak özelliği, kendilerinde siyasi istikrarın sağlanması ve büyük ticaret
merkezleri olmalarıdır. Bu dönemlerde yetişen alimlerin gerek İslami
ilimlerde, (İlmi Mead) gerekse dünyevi ilimlerde (İlmi Meaş) elde ettikleri başarıları herhalde anlatmaya hacet yoktur. Bu şehirlerden Semerkant ve Buhara’da ilk olarak Moğol istilasının ve son olarak komünizm
zulmünün meydana getirdiği yıkımı düşünürsek geldiğimiz noktanın
vahameti daha iyi anlaşılır.
Şu halde, Müslüman toplumun fertleri olarak her birimize düşen
vazifenin önemi daha bariz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yaptıklarımıza
ve yapmamız gerekenlere baktığımızda almamız gereken mesafenin hiç
de kısa olmadığını itiraf etmek, gerçeğin ifadesi olacaktır.
Daru’l-Fünun olarak bizler de bu noktadaki sorumluluğumuzun bilincindeyiz. Kurumumuz faaliyetlerine başlarken hedefini, ‘’İslami ilimlerin devamlılığının sağlanması ve İslami ilimler sahasında; alim,
abid, muhlis, muttaki insanların; insanlığın necatına vesile olacak
kişilerin yetiştirilmesi’’ şeklinde belirlemiştir.
17
NİÇİN MEDRESE?
İslam medeniyetini yeniden ihya için Medreseleri
yeniden inşa etmeliyiz. Batılı bir tarihçi; “Osmanlı
Devleti sosyolojik olarak ömrünü tüketmemiş, Osmanlı
durdurulmuştur” diyor. İslam Medeniyetinin hedef ve
gayesi; İnsan ve cemiyetin; huzur, saadet ve mutluluğunu temin etmektir. Batı medeniyeti ise insanı köle ve
ülkeleri sömürge yapma peşinde batıl bir medeniyettir.
İnsanlığı bunların elinden kurtarmak zorundayız.
Batı Medeniyeti, akrep gibi özümsediği İslam Medeniyetinden ürettiği üstün teknoloji ile insanlığın ve dünyanın başının belası olmuştur. Canımızın bize emanet
olduğundan başlayarak, tüm emanetlere ve dünyaya
sahip çıkmak; küfrün; zulüm, işgal ve sömürüsüne son
vermek zorundayız. Ebu Hureyreler, Raziler, Harizmiler, Battaniler, Ebu’l Vefalar, Biruniler, Uluğ Beyler,
Ali Kuşçular, Muhammed Cabirler, Ebu’l İzler, İbni
Heysemler, Hezarfen Ahmet Çelebiler, İbni Batutalar,
İdrisiler, Piri Reisler, Evliya Çelebiler, Katip Çelebiler, İbni Haldunlar, Fatihler, Yavuzlar, Mimar Sinanlar,
Mimar Hayrettinler, Hattat Kazasker Mustafalar, Hattat Hamidler, Hattat İzzet Efendiler, Rahim Efendiler,
Ali Haydar Efendiler, Mahir İzler, Celalettin Okten
Hocalar,Mahmud Efendiler, Mehmet Zahidler, Sami
Efendiler,Bediuzzamanlar, Necip Fazıller, Sezai Karakoçlar, Osman Öztürk Hocalar yetiştirmek zorundayız.
İnsanlığı kurtarmak, dareyn saadetini temin etmek.
Suffe’den Nizamiye Medreselerine, Sahnı Seman’dan
günümüze ve geleceğe yön veren Medreseyi yeniden
inşa etmek zorundayız.
18
Edebi, adabı,tasavvufun halini, ilmin irfanın, kemalin,
ahlakını kuşanacak ve kuşatacak erenler yetiştirmek…
İngiliz İşgaline karşı Hindistan, daha sonra Amerikan
emperyalizmine karşı Pakistan
Medreseleriyle
ayaktadır. Fransız emperyalizmine karşı Suriye, Fas,
Mali ve Moritanya Müslümanları Medreseleriyle
bugüne
gelebildi. Türkiye;
yaşadığı
kültür
emperyalizmine karşı Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu Medreseleriyle direnebildi. Medreselerin
yeniden inşa ve ihyası, mekteplerin medrese ile barışma
vakti geldi. insanlığı, hakkı, hukuku, özgürlüğü, selam
ve selameti bu şekilde ayağa kaldıracağız. İnşaallah.
19
HER YER MEKTEP,
HER YER MEDRESE
MEDRESELİ OLMAK
Osmanlı’da her yer okuldu. Medresede Buhari, camide Tarikat-ı Muhammediyye, tekkede Mesnevi, kıraathanede Şifa-ı Şerif, evde
Anne karnındaki çocukları bile
okutun. Kendini, hanımını, cocuğunu seviyorsan oku ve okut.
Delail-i Hayrat gibi kitaplar okunurdu. Cami
dersleri sabah namazından sonra başlar, çarşı
Uyanalım en büyük uyanma okumayla başlar.
pazar açılıncaya kadar devam ederdi. Büyük
Bizi ilimsizlik yıkmadı. Elhamdülillah ilmimiz var. Bizi bildiğimiz
ile amel etmemek yıktı.
camiler medrese gibi çalışır, oralarda “dersiyye” başlığı altında cüziyyat (hesap, hendese, hikmet), ulum-i âliyye (sarf, nahiv)ve
Talebe olmak çocukların yüreklerine “muhabbetle” aşılanırdı. Medreseye başlayacaklar bir
şehrayin (Şenlik) atmosferinde evden alınır, elden ele taşınarak bir atın sırtına bindirilir, tekbir ve tahlillerle önce Ebu Eyyüb el-Ensari ya da Aziz Mahmud Hüdayi’ye götürülür, orda
dualar edilir ardından da medreseye geçilirdi. Cumhuriyet devri romanlarında anlatıldığı ya
da sinemalarda gösterildiği gibi hocaların elinde sınıfın her tarafına uzanan sopalar değil,
yüzlerinde tebessüm vardı. İlk ders hocanın “Rabbi yessir ve la tuassir / Rabbim Kolaylaştır,
zorlaştırma” duası ile başlar, “elif-ba” ile devam ederdi.
Mahmut Efendi Hazretleri
ulumu asliyye (tefsir, fıkıh, hadis) ana bilim
dallarında eğitim verilirdi. Hadisle alakalı
bütün ilimler (Evliya Çelebi’nin kendi zamanında 135 tane olduğunu haber verdiği)
Darulhadisler’de okutulurdu.
20
21
NİÇİN YURT?
Medrese ile İmam-Hatip ve İlahiyat eğitimini buluşturmak ve bunun sentezini yapmak
zorundayız. Vakfımız buna çözüm olması için İmam-Hatip Lise kısmı ve ilahiyat öğrencilerini açtığı ve açacağı yurtlarda medrese eğitimiyle buluşturmak istiyor. İslami
ilimlerle mücehhez, dünyayı ve çağını kavrayan, çağlara hükmedecek, cihad şuurunda,
fetih ruhunda, İlayı Kelimetulah yolunda insanları yetiştirmek…
Medrese ile mektebi buluşturmak. Yurt bu buluşmanın sağlanacağı mekân ve köprü.
OXFORD’un ve SORBON’un birer kilise üniversitesi olduğunu orada okuyanlar da
gizlediler, bize hep oraların reklamını yapıp Cami Külliyeleri olan medreseler aleyhinde
hep tezvirat ürettiler.
REKLAM
22
23
Pakistan ve Hindistan medreseleriyle ayakta.
Şimdi ise; yaşadığımız dünyanın problemleriyle başedebilmek için medrese ile mektebi buluşturarak, yarınlara hazırlamak.
Bir araştırmacımızın ifadesiyle; bin yıllık medrese geleneği
olan Fas, sömürge döneminden sonra medrese - mektep açmazını üçlü bir sistemle senteze ulaştırdı. Faslı ilim erbabı;
“bu ilimleri okuyarak, bu ülkeye katkı değerimiz nedir?”
sorusunu ısrarla soruyorlar kendilerine. Dünyaca meşhur;
8. ve 9. yüzyılda Fas’ta kurulan ilk İslam Üniversitesi Kayrevan Üniversitesi bu geleneğin ürünü…
24
Osmanlı Medreselerini model alarak kurulan Hindistan Medreseleri; Daru’l Kur’an ve
Daru’l Hadis medreseleriyle halen dünyanın ehli hadislerini yetiştirmektedir.
Fatih ve Süleymaniye Medreseleri, Sahn-ı Seman, devrinin zirvesiydi. Gelişen yeni beşeri ilimleri, teknik ilimleri de dikkate alarak bu zirveyi; Müslümanların ve insanlığın
selameti için aşmak zorundayız. On bir yaşında kendisine devletin teslim edildiği Fatih
Sultan Mehmed’i hangi eğitim sistemi yetiştirdi, sorusunu sıkça kendimize, çocuklarımıza, talebelerimize sormak mecburiyetindeyiz.
İmam-Hatip ve İlahiyat eğitimimizi Medrese ile buluşturmak zorundayız. Bunun için
yurt…
25
NİÇİN HAFIZLIK?
Kur’an-ı Kerim,inanç ve ibadet ile ilgili hükümlerin yanında; ahlaki, hukuki,
ekonomik ve sosyal olmak üzere birçok
alanda ferdi ve toplumsal hükümleri içermektedir. Bu nedenle Kur’an-ı Kerim
okumasını öğrenmek,öğretmek,okumak
ve dinlemek Müslümanlar için bir dini
vazife ve ibadettir. İslam’ın ilk yıllarından itibaren Peygamber Efendimizin
tavsiye ve uygulamaları doğrultusunda Müslümanlar tarafından Kur’an-ı
Kerim’in öğrenilmesi, öğretilmesi, ezberlenmesi ve anlaşılmasına büyük
önem verilmiştir. Bu amaçla İslam’ın
ilk dönemlerinden itibaren Küttab,
Darü’l Kurra, Darü’l Kur’an, Darü’l
Huffaz gibi çeşitli isimlerle nitelendirilen Kur’an-ı Kerim ve ilimlerinin öğretildiği, Kur’an-ı Kerim’ın ezberletildiği
müesseseler inşa edildi. Kur’an-ı Kerim
Kadir gecesi nazil olmaya başladı ve yirmi üç yıl içinde tamamlandı. Kur’an’ın
ayet ve sureleri vahyedildikçe, Peygamber Efendimiz onları ezberlemek ve ezberletmekle kalmaz, yazdırmak için de
ashaptan kâtip olarak görevlendirdiği kişilerden birini çağırarak nazil olan ayeti /
sureyi yazdırır ve bunun hangi sure, hangi ayetten sonra ekleneceğini bildirirdi.
Bununla ilgili olarak vahiy kâtiplerinden
Zeyd b.Sabit Radiyallahu anh der ki
“Vahyi Rasulullah’ın huzurunda yazardım. Bitirdiğim zaman “yazdığını oku”
buyururdu. Eğer ondan yazılmayan bir
şey kalmışsa ekletir, fazla bir şey olursa
çıkartırdı.”
26
Peygamber Efendimiz gelen ayetleri
yazdırmakla birlikte, ezberlemeye daha
çok önem vermekteydi.
“Kim çocuğuna harflere ve satırlara bakarak Kur’an-ı Kerim okumayı öğretirse, onun geçmiş ve gelecek günahları
bağışlanır; aynı işi kim ezberden yaparsa
Allah onu ayın ondördü gibi parlak bir
surette haşreder. Çocuğuna “oku” denir.
Çocuk bir ayet okuduğu zaman ebeveyni
bir derece yükselir.
27
Bunların sayısı konusunda çeşitli ihtilaflar olmakla birlikte, çeşitli olaylar ve rivayetler hafız
sahabilerin (r.a) sayısının gayet çok olduğunu
göstermektedir.
Sonraki asırlarda İslam’ın ulaştığı yerde medreseler
kuruldu. Bu medreseler genelde camilerin yanında yer alırlardı. Bu medreselerde küçük çocuklar
Kur’an-ı Kerim ve dini bilgiler dersi alırken Cami ve
Mescidlerde de yetişkinler Kur’an-ı Kerim ve diğer
dini ilimleri öğreniyorlardı.
Kur’an-ı Kerim’den çocuğun bellediği son ayete kadar bu
işlem böylece tekrarlanır.” “ Kim Kur’an-ı Kerim’i okur
ve onu ezberlerse helalini helal bilir, haramını da haram
sayarsa bu sayede Allah onu cennete koyar ve akrabasından hepsi de cehennemlik olan on kişiye kendisini şefaatçi
kılar”. Kur’an-ı Kerim’i okuyup anlayarak hayata tatbik
etmenin önemini belirten hadisler, sahabileri (radiyallahu
anhum) Kur’an-ı Kerim’i öğrenmeye sevk ediyordu. Bununla beraber Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi
vesellem) günlük namazlarda okunabilmesi için Kur’an-ı
Kerim ‘in ezberlenmesini tavsiye ediyor, fakat tamamının
ezberlenmesinde bir mecburiyet getirmiyordu. Bu nedenle sahabilerden (radiyallahu anhum) bazıları bir kısım sureleri ezberliyor, diğer bazıları bir kısmını ezberliyordu.
Bazı sahabiler (radiyallahu anhum) ise Kur’an-ı Kerim’in
tamamını ezberlemişlerdir. Sahabelerden (radiyallahu
anhum) Kur’an-ı Kerim’i ezbere bilenlere “Kurraü’l Ashab” deniliyordu.
28
29
DERNEK VE
TEMSİLCİLİKLERİMİZ
30
Vakfımız bünyesinde bulunan Daru’l Fünun İlim ve Hizmet Derneği, farklı semtlerde açtığı temsilciliklerle her yaştaki insanımıza temel dini eğitim
verme gayreti içindedir.
Kız ve erkek çocuklara, yetişkinlere ayrı ayrı mekanlarda; öncelikle Kur’an
eğitimi ve temel dini bilgiler verilirken, halka yönelik vazu nasihat faaliyetleri de sürdürülmektedir. Kültürel geziler başta olmak üzere çeşitli sosyal
faaliyetler yapılmaktadır.
31
Sosyal faliyetlerin bir kısmı, dinlenme ve
sportif faliyettir. Bir kısmı gezme, gezinme ile
dinlenerek bilgi edinme ve yenilenme. Piknik
ve kamp şeklindeki kamplar dinlenirken eğitmek, eğitirken dinlendirmek amacındadır.
SOSYAL
FALİYETLER
Sağlıklı bir cemiyetin, milletin, toplumun; canlı, dinamik dayanışma içinde barışık, paylaşımcı bir yapıda olması gerekir. Dinimiz bu hususu ibadet ve muamelatta, farz veya farzı ayın mesabesinde mecbur
tutmuştur. Cuma, bayram, cemaatle beş vakit namaz,
sila-i rahim, akraba münasebetleri, komşuluk hukuku gibi bir çok hukuku ikame etmiştir. Bunlar sağlıklı
bir cemiyet, sağlıklı bir millet, sağlıklı bir ümmet olmanın olmazsa olmazlarıdır.
Mektep, medrese, dernek ve vakıflar sağlıklı bir cemiyeti inşa etmenin en önemli unsurlarıdır. Bu yapıların, bir takvime bağlı olarak yerine getirdiği disiplinler, vazgeçemeyeceği görevler vardır.
İşte vakfımızın; hoca-talebe, üye ve veliler için her
yıl değişik zaman ve mekanlarda düzenlediği değişik etkinlik ve sosyal faliyetlerden bir demet fotoğrafı sizlere sunuyoruz. Bu faliyetlerimiz yukarda
bahsettiğimiz gibi; istişare eğitim, dinlenme, tanışma, tarih şuurunu geliştirme, bilgi ve kültür sahibi
olmak motivasyonu arttırmak gibi çok amaçlıdır.
32
33
34
35
KARDEŞLİK ve
DAYANIŞMA KAMPLARIMIZ
“ALLAH’ın ipine hep birlikte sımsıkı sarılın ve ayrılmayın”
Müslümanların tarih boyunca hezimete maruz kalışlarının altında yatan gerçek, bu
ayete muhalefetten başka bir şey değildir.
İşte size Uhud muharebesi, Bedir gibi şanlı bir zaferden sonra müminler böyle bir
sonuç beklemiyordu. Ama ALLAH ve Resulünün teklifine karşı bir teklifin bedeli başka
ne olabilirdi ?
Kamplarımız da;
Kardeşliğimizi iliklerimize
kadar hisseder, birliğimizi
perçinleştirir, manevi
duygularımızı zirvelere
taşırız.
Risalet penâh Efendimizden sonra İslamın vahdeti sağlanabilseydi, binlerce Müslüman kanı
dökülürmüydü ? Sıffın ve Cemel vakaları yaşanırmıydı ?
Kim derdi Bizans bir gün devrilecek. Alparslan gibi bir yiğit, Fatih gibi bir cengâver, Bedir
Ehli gibi bir ordunun karşısında hangi güç durabilirdi.
Şanlı ecdadımızı serhat boylarında zaferden zafere koşturan, ehli küfür karşısında yıkılmaz bir
bend gibi salâbet ve metânet sahibi yapan, bu ayete imtisalden başka bir şey değildir.
Osmanlı Devleti’nin güçlü olduğu dönemlerde hangi baba yiğit müslümanlara kem nazarla
bakabilirdi. Çünkü Osmanlı İslam Birliğini sağlamıştı. Müminlerin tefrikaya düşmelerini
önemli ölçüde engellemişti.
Ve nihayet bu Devleti Aliyye yıkıldı, sonuç, onlarca kabile devleti; tefrika, asırlarca
bitmeyecek göz yaşı ve ehli küfrün zaferi.
Öyleyse her Müslümana müminlerin birliğini sağlayacak kardeşlik ve dayanışma
ruhunu geliştirecek eylem ve faaliyetler içinde olması bir ferizadır.
Ve bizler bu anlayışla hareket ederek evvela niyetlerimizi berraklaştırdık, ardından
hedefimizi tesbit ettik ve el ele vermeye başladık cemiyet olduk, vakıf olduk,
Darul-Fünun oluverdik, kardeşlik ve dayanışmayı geliştirecek vesîleler
aradık. Bu vesileler arasında aileleride kapsayan kamp fikrinde ittifak ettik.
Kamplarımız da;
Vakıf adam olmanın, davaya
sevdalanmanın, Allah (celle
celalühü) ve Peygamber
(sallallahü aleyhi vesellem)
aşkıyla yanmanın yollarını
ararız.
Bu düşünceyle ilk kampımızı 2012 yılında Afyonda, ikincisini bir yıl
sonra Mudurnu Bolu’da, üçüncüsünü, 2014 yılı içerisinde yine
Mudurnu’da, dördüncüsünü de 2015 yılı içerisinde Yalova’da
gerçekleştirdik.
36
37
“Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle (ihtilafa düşüp) çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınızda kuvvetiniz gider.“
Enfal Suresi - 46. Ayet
38
39
Allah için sevişen iki kardeş buluştukları zaman, biri diğerini yıkayan iki el
gibidir. Ne zaman iki mümin bir araya
gelirse, Allah’u Teala, birini diğerinden
faydalandırır.
Hadisi Şerif
“İyilik ve Allah’ın yasaklarından sakınma
üzerinde yardımlaşın. Günah ve düşmanlık
üzerinde yardımlaşmayın.“
Maide Suresi - 2. Ayet
40
41
“Sen yeryüzünde bulunan herşeyi verseydin, yine onların gönüllerini birleştiremezdin. Fakat Allah onların aralarını bulup kaynaştırdı“
Enfal Suresi - 63. Ayet
“Allah ve Resulüne itaat edin, birbirinizle (ihtilafa düşüp) çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınızda kuvvetiniz gider.“
Enfal Suresi - 46. Ayet
42
43
“Müminler ancak kardeştirler.
Öyleyse kardeşlerinizin arasını
düzeltin ve Allah’tan korkun ki,
merhamet olunasınız.“
Hucurat Suresi - 10. Ayet
44
45
Umre Organizasyonlarımız.
İslam üç temel üzere kuruludur.
İlim, Amel ve İhlâs
Amelsiz ilim kuru bir yük, faydasız bir cefa ve Rabbimizin “kitap taşıyan merkepler” ifadesine muhatap olup elim bir azaba düçar olmaktan başka bir şey değildir.
İlim ve amel sadece ihlâsı tamamlamak içindir. İhlâs ise gönüldeki bütün eğyardan
kurtulup Mevla tealaya tam teslimiyettir. İhlâs, Cenabı hakka verdiğimiz misaka
sadakattir. İhlâs, yaratılış gayemizi anlamaktır. İhlas, “Canınızı ve malınızı cennet
karşılığında satın aldım” ayetinin tecelligâhı olmaktır. İhlâs, Allah’a (Celle Celalühu)
satılmış olmamızın hazzına ermektir.
İhlâs, mazharı ilahi olan gönlü dünya gailelerinden kurtarıp, uçsuz bucaksız bir
okyanusta ebediyete yolcu etmektir. İhlâs, fenaya veda edip bekaya dönmek, faniden
vazgeçip bakiye yönelmektir.
Bu engin ufka sahip olmadan, dini-mübini İslam’a hizmet etmek mümkün
değildir. Bu alicenaplık olmadan İslama hizmet ediyorum derken, nefis ve
şeytanın tuzağında enfusi ilahlarımıza ve süfli arzularımıza kurban olmama
imkanı yoktur. Öyleyse, Rabbimize verdiğimiz bu ahd-u misakımızı mütemadiyen tazelemek mecburiyetindeyiz. (Devamı 48. Sayfadadır.)
46
47
Bunun için beraberce Umre,
Allah’ın (Celle Celalihu) en büyük lütuflarındandır. Çünkü Umre ile hem lisanı kal, hem lisanı
hal “Lebbeik” (Sana Geldim Allah’ım Emret Allah’ım) diyerek,
canımızdan, malımızdan, bütün benliğimizden ve varlığımızdan vazgeçerek topluca teslimiyetimiz sunulur, Rabbimize. Erhamurrahimin’in
evine misafir oluruz. Bizler bile evimize gelen misafirimizi boş çevirmezken, O bizi mahrum eder mi sizce? İşte orada bizim
dileğimiz ihlâsla dinimübini islama
hizmet etmekten başka bir
şey değildir.
Hem bu ihlâsı, hem devamını, hem de
izdiyadını dileniriz, Rabbimizden. Hevesle gider, imanla coşar, hediyemiz olan, ihlâs ve gözyaşlarıyla ayrılırız, huzuru saadetten.
Umre organizasyonumuz şahsi, ferdi ve içtimai hiç bir menfaat gözetmeden bu ulvi gaye için çarpan yüreklerle gerçekleştirilmektedir.
48
49
Efendimiz (Sallallahü Aleyhi Vesellem) şöyle buyurmuştur;
Hac ve Umre yapanlar, Allah’ın elçileridir. Ondan
istedikleri zaman onlara verir. İstiğfar ettiklerinde onları
affeder. Ona dua ettiklerinde, dualarına karşılık verir. Birisi
için şefaat istediklerin de şefaatleri kabul edilir.
(İbni Mace, İbni Hibban, Beyhaki)
50
51
İcazet Merasimlerimiz
Ulum-u âliyye ve şeriyye’den mücaz olacaklar ise kısa ve orta vadedeki 1+5 yıllık müfredatı tamamlayarak icazet alırlar.
İcazet kelime anlamı itibariyle izin demektir. Medrese kültüründe ise salt talebelikten müderrisliğe geçiş anlamını taşır. Yani ilimde nihayete ulaşmak değil, ilme ve ilim ehli olmaya
liyakattir. Âlimlerimiz tarih boyu Peygamber efendimizin (Sallahü Aleyhi Vesellem) “İlmi
beşikten mezara kadar tahsil ediniz” Hadis-i Şerifini şiar edinerek hayat boyu ilim tahsil etmişler, ilim ve diraset ömürlerinin tamamını kuşatmıştır. Bizler de bu düsturdan ayrılmayıp
talebelerimize de bunu aşılama gayreti içerisindeyiz.
Vatan ve Millet sevgisiyle, Din ve mukaddesat aşkıyla, ezan ve bayrak sevdasıyla
bu noktaya gelmiş kardeşlerimizle bu mübarek Anadolu topraklarını bize vatan yapan
ecdadımızın aziz ruhlarının yeniden dirildiğini, Çanakkale yi geçilmez kılan iman ve aşkın
ete kemiğe büründüğünü sürur, istifar ve şükürle müşahede ederiz.
Şu ana kadar kurumumuz bünyesinde verilen icazetleri iki farklı kısım olarak ele alabiliriz.
1.
Temel eğitim ve hafızlık
2.
Temel eğitimi Ulum-u Âliye ve Şeriyye
Hafızlıktan mücaz olacaklar tashihi hurufla birlikte genel olarak tek oturuşta baştan sona
sekiz dokuz saatte Kur-an’ı Azimuşşan-ı ezbere okurlar ve icazet payesine ererler. Bundan
sonra dilerlerse orta vadede beş yıllık olarak programlanmış. Ulum-u âliyye ve şeriyye tahsiline devam ederler.
52
Bu aşamadan sonra dileyenler, uzun vadeli programa katılıp, tahsillerini devam ettirirken,
bazıları da görev almak suretiyle talebe yetiştirmeye başlarlar. Bunun için gerekli olan bütün
imkânlar vakfımız ve derneğimiz tarafından temin edilerek, ilim, ehli ilim ve hizmetlerin
sürekli müzdad olması sağlanır.
Bu vesileyle dini mübin-i islamın ilmin ve irfanın bize ulaşmasına vasıta olan başta sevgili
efendimiz Muhammed Mustafa (Sallallahu Aleyhi Vesellem) olmak üzere bilcümle ashabı
kiram zevil ihtiram, müctehidin, müfessirin, muhaddisin, fukaha, kurra, meşayıhi kiram,
esatizi izam, silsileyi sadatımız ve mürşidimiz hazaratını salât selam ve hürmetle yâd ederiz.
Taleb ve gayret bizden, takdir sizden, lütuf ve Tevfik Mevladan.
53
Resullullah (Sallallahü Aleyhi Vesellem) Buyurdu;
Allah (Celle Celelühu) bir toplumdan ilmi kaldırmayı murad ettiği
zaman, ilmiyle amil olan alimleri kaldırır. Geriye cahiller kalır. Onlarda
dinden sual edenlere kendi akıllarıyla cevap verip, insanları doğru
yoldan saptırırlar.
(Buhari)
54
55
56
57
lerinin annesi arkadaştılar. Artık efendi hazretlerinin talebesiydim.
nin, Nuri Osman hocamın ve Hacı Dursun
hocamın ismileri vardır. Ve sonraları efendi
hazretlernin mektubat derslerine iştirak ettim.
Efendi Hazretleri 1948 yılında MİÇO (TAVŞANLI) köyünde caminin yanındaki medresede dersler veriridi. Geceleride genelde
camide kalırdı. Efendi Hazretleri o yıllarda 21 yaşında aynen şuandaki gibi yaz kış
demeden ibadetlerine ihtimam gösterirdi.
Of’ta hiç birimiz işrak namazını bilmezdik
ondan öğrendik ve o her zaman şalvarlı ve
cübbeli idi herkesin saygı ve ihtiram gösterdiği bir zattı.
EFENDİ HAZRETLERİYLE
HATIRATIM
Mahmut Efendi Hazretlerinin En Kıdemli Talebelerinden
Bayram Ali Karamustafaoğlu Hocamız İle, Efendi
Hazretleriyle Tanışması, Talebe Olması ve Hatıratıyla
İlgili, Vakıf Merkezinde Yapılan Röportajımız.
1948 Senesinde Efendi Hazretleri Ramazan’a mahsus Sivas’ta görev yapmıştı. Bayramdan
sonra o zamanlar Samsun’da Manifaturacılık yapan babam Ömer KARAMUSTAFAOĞLU’na
uğramış. Babamla tanışırlar ve sevişirlerdi. Babam Efendi Hazretlerine bizim köyden geçerken
Bayram Ali’yi ( Yani: Beni ) al köyüne götür okut diye ricada bulunmuş. Efendi Hazretleri de
kendi köyüne uğramadan acilen beni çağırtmıştı. O zaman henüz 10 yaşında idim. Amcam hafız
Osman’dan hafızlık yapıyordum ve 16 sayfaya gelmiştim ondan sonrasını efendi hazretlerinde
tamamladım. Efendi Hazretlerinin köyü (o zamanki adı MİÇO şimdiki adı TAVŞANLI) bizim
köyün (o zaman ki adı: YAVAN şimdiki adı: SUGELDİ) arasında 3 km’lik mesafe vardır. Aynı
zamanda efendi hazretlerinin köyü annemin ve dayılarımın köyüdür. Annem ve Efendi Hazret58
Efendi hazretleri askerliğine Bandırma’da
başladı. Bandırma’da medfun Ali Rıza
BEZZAZ Hazretlerinin kabrini sık sık ziyaret ederdi. Bu zat esasen manifaturacıydı
medrese tahsili pek yoktu ama onun müridi
dört mezhebin müftüsü büyük alim Efendi
Baba “ben Kuran’a mana vermeyi ondan
öğrendim çünkü Kuran’ı mana aleminde
fevkale de tefsiriyle bu zata öğretmişlerdi”
buyururlardı ve hepinizin bildiği gibi efendi
hazretleriyle Ali Haydar Efendinin maneviyat dolu buluşmaları orada cereyan etti ve
manevi işaretle efendi hazretleri Ahıskalı
Ali haydar Efendi Babaya teslim edildi.
1949 senesinde kendi köyümde Eendi Hazretlerinin arkadaşı olan Hafız Yunus efendiden hafızlığımı kuvvetlendirdim. Aynı sene
içerisinde yine köyümde Efendi Hazretlerinin arkadaşı olan Nuri Osman hocadan
Arapça okudum. Oda 20 yaşlarında Tifo
hastalığına yakalanıp rahmetli oldu. 19501951 senelerinde sahilden 8 km uzaklıkta olan (o günkü ismi YERANOS şimdiki
ismi KAVAK PINAR) bir köy vardır. Efendi
Hazretleri bu köyde imamlık yapmaya başladı ve Arapça dersleri verdi. Bizde 1950
senesinde yeniden Arapça ya Efendi Hazretlerinden başladık bir sene sonra Efendi
Hazretleri kendi köyünde imam oldu ve 12
talebeye icazet verdi. Bunların içerisinde;
Süleyman KARAAHMETOĞLU VE Hızır
BAŞAK Hocalarda bulunuyordu gayet zeki
ve çalışkan arkadaşlardı.
Efendi Hazretleri askerden terhis olunca
1954 Yılında Of’a döndü, bizde kendilerini
evinde ziyaret ettik. O sıralar Efendi Hazretleri Efendi Baba’ya bir mektup yazar ve
mektubunda Efendi Babadan kendi el yazmasıyla cevap rica eder. Efendi baba da
kendi ifadesiyle dura dura bir haftada yazdığı muhabbet dolu mektubu Efendi Hazretlerine gönderir.
Bundan sonra Efendi Hazretleri İstanbul’a
gelir ve İsmail ağa camii’ne tamiratın peşinden, İbrahim SUBAŞI hocadan sonra imam
olur. O zamanlar İsmail ağa camii dört duvar
hatta duvarlardan bir kısmı dahi yıkık vaziyette iken Ali Haydar Efendi (kuddisesirruhu) nun büyük oğlu bir rüya görür. Şöyle ki
İsmail Ağa Camii’nin yanından geçerken
Osmanlı zevatından cübbeli sarıklı bir zat;
“Neden durursuz bu camii tamir etmezsuz”
dediklerini görür ve bunu babası Ali Haydar
Efendiye anlatınca Efendi Baba’nın emriyle
camii-şerif tamir ettirilir.
Bunların dışında Balaban köyünden gelen 4
talebe daha vardı ki içlerinde 4-5 ay evvel
vefat eden Tevki-i CAFER PAŞA CAMİİ
emekli imamı İsmail KARAAHMETOĞLU hocada bulunuyordu. Biz ona İhrenceme derdik. Diğerleri ise Hafız Osman,
Hafız Ziya ve şuanda 86 yaşlarında hayatta
olan Hafız Hacı SALİH BEKTAŞ efendilerdir. Hala kendileri Tahtakale’de Asli iş
hanın’da saatçilik yapmaktadır. Bunların
dışında Dursun Ali VANLIOĞLU ve Ali
SALİHOĞLU efendilerde vardı. Bende o
zaman Kâfiye okuyordum. Efendi Hazretlerinden okuduğum ikinci senemdi ve tarihler
1952’yi gösteriyordu, o zamana kadar hiç
görülmemiş bir şekilde genç bir hoca icazet vermişti. Ardından askere gitti. Askere
gittikten sonra Hacı Dursun efendiye gittik
1.5 sene okutuktan sonra 6 kişiydik ve bize
icazet verdi. İcazetimde efendi hazretleri-
Bir hatıratımı anlatayım; gebze tarafına
Şakir HOCA VE Hurşit EFENDİ ile emri
bil maruf’a gitmiştik. Efendi Hazretlerinin
emriyle kimseye yük olmamak için kendi
yemeklerimizi kendimiz hallederdik. Fakat
Süleyman Efendinin cematinden 45 yaşlarında köse sakallı biri, sohbetten sonra bizi
evine yemeğe davet etti çok hoş muhabbetimiz olmuştu sonra bir ara bu zat İstanbul’a
ziyarete geldi bizim evi teşrif etti ve ardın59
hocalar gördüm, hepsinde bir eksiklik var.
Kimisinde haset, kimisinde kibir, kimisinde cimrilik vs. Ama Mahmud Efendiye
bakıyorum’da her tarafı tamam” derdi.
dan Efendi Hazetlerin’den ders almak istediğini belirtti. Bende ona sen başka bir cemaate müntesibsin niye Efendi Hazretlerinden ders almak istiyorsun? dedim. Cevaben
dediki sizden sonra bir rüya gördüm. Uzun
bir yol kalabalık bir cemaat vardı en önde
Efendimiz (sallallahu aleyhi vesellem) bulunuyor ve başında çok nurani büyük bir
taç vardı. Arkasında hulefa-i raşidin bulunuyor onlarında Efendimizinkine parlaklık bakımından yakın taçları vardı. Bu nur
geriye doğru azalarak devam ediyordu. En
arkada bir cemaat daha gördüm ki onlarında başlarında Resulullah (sallalahu aleyhi
vesellem) ve Ashabı Kiramın başlarındaki
gibi çok güzel taçlar vardı. Ben hayretle bu
cemaat en arkada olduğu halde neden bu
kadar nurani taçlar giymişler? diye sordum.
Sonra ‘‘bozuk zamanda Sünneti Seniyye’yi
yaşadıkları için onlara bu taçlar verilmiştir.’’
Diye cevap verildi ve ardından bu hangi
cemmattir? diye sordum. “Mahmut Efendi
ve cemaatidir.” diye cavap verildi. Bende
bundan dolayı intisap etmek istiyorum demişti.
mürşidinin alehinde konuşmamak kaydı
şartıyla (çünkü onu o makama getiren o zat
olmuştur.) izin almadan ikinci mürşide intisap edebilir.
Ali Haydar Efendi Hazretlerinin tekkesine
Efendi Hazretleriyle giderdik. Efendi Hazretlerine tarikatı teslim edecekmiş gibi büyük bir hassasiyetle ona önem verirdi. Ne
varsa ona aktarmaya çalışırdı. Efendi Hazretleride Efendi Baba’ya tam bir bağlılık
ve sadakat gösterirdi. Bir defasında Efendi
Hazretlerine telhîs kitabındaki şu manayı taşıyan şiiri okumuştu: “Falanca yerin bahar
çiçeklerinden istifade et, yatsıdan sonra bahar çiçeği yoktur.” Bununla şunu kast ediyordu; Ben hayattayken benden istifade et,
ben gidince bu fırsat elden kaçar. Ali Haydar Efendi’de (Kuddise Sirruhu) 1960’ın
8.ayında vefat etmiştir. Menderes! Efendi
Baba ya Fatih Camii avlusunda bakanlar
kurulu onayı ile defin için müsaade etmişti.
27 Mayısta ihtilal olduğu için Fatih Camii
avlusuna defn edilemedi.
Mehmet Rüşdü Aşık Kutlu hoca efendi hem
Efendi Hazretlerinin, hem de bizim tashihi
huruf hocamızdır. Bir defasında sohbet esnasında demiştirki; “Mahmut Efendi bambaşka bir adamdır. İstanbul gibi bir yerde
askere gitmemiş, evlenmemiş, delikanlılara,
gençlere sakal bıraktırıyor, genç kızlara ve
yeni gelinlere çarşaf giydiriyor, biz bunları
yapamıyoruz ama o beceriyor. Çok büyük
Bende bu meselenin hakkaniyetine inanıyorum. Bir defasında Efendi Hazretlerine bir
müridin mürşidini bırakıp başkasına intisap
etmesini sordum. Oda bana Mektubat’tan
cevap verdi. Orada diyordu’ki eğer bir mürid daha fazla istifade edeceğini düşündüğü
bir mürşide intisab etmeyi arzu ederse ilk
60
Bir defasında Efendi Hazretlerinin hem
hocası, hem de eniştesi olan Çalekli Hacı
Dursun Efendiyi ziyarete gitmiştim. Epeyce hasbihalden sonra ayrılırken bana şöyle
demişti; “Mahmud Efendiye selam söyleyeceksin ellerinden ayaklarından öperim”
dedi. Ben orada şok oldum. Çünkü bu zat
büyük bir âlim, insan kendi talebesine nasıl
böyle diyebilir? Ve dayanamadım sordum.
Hocam çok özür diliyorum, bu sizin talebeniz ne öğrendiyse sizden öğrendi, şimdi
hadi tevazu için elinden öperim olur, ama
ayaklarından öperim demek aşırı bir tevazu
olmuyormu? Oda “insan yaşlanınca hakikati anlıyor” dedi ve gözlerinden yaş geldi.
Efendi Hazretleriyle rahmetli İhsan efendi arasında çok özel münasebetler vardı.
Bazen İhsan Efendinin itirazlarıda olurdu.
Bir cumartesi günü, yatsıdan sonra İhsan
Efendiyle birlikte sohbet ederken, Efendi
Hazretlerine söylememi istediği, 10 tane arzuhali oldu. Akşam geç olduğundan dolayı
bende eve gittim Efendi Hazretlerine bir şey
söyleyemedim. Pazar günü sabahı sohbette,
Efendi Hazretleri sanki bunu duymuş gibi
10 sorunun cevabını tek tek kürsüden verdi.
dine yardım edenlere yardım ederiz. İslama
yardım edenlere yardım ederiz. Dini destekleyenleri destekleriz” buyurdu. Her kes
kendi adamını müdafa eder. Bizde müdafa
ediyoruz.” buyurdu. Peşinden “Birileri demir kara borsacısıyken, şeker karaborsacısıyken, biz ilim karaborsacısı idik. Bir gün
bir evin bodrum katında, öbür gün bilmem
nerede, bu şartlarda okuduk, okuttuk. Şimdi
ALLAH’a (Celle Celalihü) şükürler olsun
Fatih’in ortasında Kur’an-ı Kerim okuyoruz, Hadis-i Şerif okuyoruz, Tefsir okuyoruz, Vaaz ediyoruz. Hiç kimse mani olmuyor, destek oluyor. Bu yardımı kim yaptı
bize? İşte bu zat yaptı onun için biz de ona
dua ediyoruz” şeklinde buyurmuşlardı.
Bir gün hatm-i hacegân’dan sonra Efendi
Hazretleri benim için cemaate dönerek dedi
ki; “Şahit olun ben Bayram hocayı vallahi
de severim, billahi de severim. O buraya
ALLAH (Celle Celalühü) için gelir” buyurmuştu.
Efendi Hazretlerinin emriyle 1988 senesinde tefsir yazmaya başladık. Efendi Hazretleri 2-3 günde bir geceleyin beni çağırır, ve
tefsir üzerine müzakere yapardık.
ALLAH (Celle Celalühü) ömürlerini hayır
üzere müzdad eylesin, şefaatlarine nail eylesin ve bizi ondan ayırmasın. Amin!
Bir defasında Menderes henüz hayatta iken. Fatih Camii kürsüsünden Efendi
Hazretlerini dinliyordum. Sohbetten sonra
efendi hazretleri bir dua yaptı, ve buyurdu
ki; “İslam’a yardım edenlere yardım et Ya
Rabbi hiç bir kimseden korkumuz yok. Ya
Rabbi şu Adnan Menderes kuluna yardım
et” ve bu duayı çok ihlaslı ve acıklı bir şekilde bir miktar sürdürdü. Ardından “Bizde
61
ÂLİMLER MEDRESELERDE
YETİŞİRDİ
Duru’l-Fünun Vakfı’nın Mudurnu Sarot’daki İstişare Kampı’nda
Merhum Prof. Dr. Osman Öztürk Hocamızın 15 Haziran 2014’de
medrese eğitimi üzerine yaptığı tarihi konuşma.
Prof. Dr. Osman Öztürk (1944-2014)
1944 Tarsus doğumlu olan Osman Hoca, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nden
mezun oldu. Aynı fakültenin tarih bölümünde doktorasını tamamladı.
Hacettepe, Marmara, Sakarya, Dokuz Eylül, Kırklareli Üniversitelerinde görev yapan
Osman Öztürk Hocamızın yayınlanmış 15 kitabı, 120 civarında Türkçe-Arapça-İngilizce
makalesi ve milletlerarası bilimsel toplantılara sunulmuş tebliğleri bulunuyor.
Hoca efendi emri Hak vakı olduğunda (1 Aralık 2014), Başbakanlık Başmüşaviri, YÖK
Üyesi, Kırklareli Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyeliğini deruhte etmekteydi.
Evli ve dört çocuk babası olan Hoca, Arapça, Farsça ve İngilizce biliyordu.
Allahtan gani gani rahmet diliyoruz, mekanı cennet olsun.
62
Bismillahirrahmanirrahim.
tarihte. Yani ümmetin temsilciliği böylece lağv edildi. Bu tabi; yanlış anlaşılıyor.
Halife-i Müslimin Ümmetin birliğini temsil
eden kimsedir. Yoksa zamanın Şeyhul İslamı allamesi demek değildir. Onun görevi ümmetin siyasi birliğini temsil etmektir.
İşte bu olmadığı için bu gün Irak’ta olanlar,
Suriye’de olanlar, Mısırda olanlar, olanlar,
olanlar, ondan oluyor. Ümmetin vahdetini temsil eden bir makam olmadığı için bu
sıkıntıyı yaşıyoruz. Aynı tarihte ümmetin
müşterek dev müessesi tarihe intikal etti.
Esselemüaleykum;
Efendim bu vakfı gıyaben duymuştum. Fakat faliyetleri hakkında malumatım yoktu. Şimdi kısmen malumat sahibi oldum.
Allah’ın ne meçhul kahramanları var. Herhalde onlardan biri de bu vakıf ve vakıf yaranı. Rabbulalemin hayırlı hizmetlere vesile
kılsın. Ben hemen konuya gireceğim. Medrese dediğimiz şey burada sadece ulumuşeriyye okunmuyordu. Tıp da okunuyordu,
fen ilimleri de okunuyordu. Mühendislikte
okunuyordu. Mesela; vakfiyelere bakarsak, diyelim ki Kanuni Sultan Süleyman’ın
medresesinde Tıp medresesi diye yazıyor.
Yani bizde medrese, her türlü “nafi” faydalı
ilmin tarih boyu okutulduğu dev müessese
demektir.
Üçüncüsü de; Şeyhulislamlık, Diyanet işleri Başkanlığı Başbakanlığa bağlı bir genel
müdürlük haline getirildi. Ya, şimdi bu üç
mühim hadise hepsi muazzam yıkıma sebep oldu. Süre sınırlı, “Hayru’l kelam ma
kalle ve delle” fehvasınca, inşallah özlü bir
şeyler söyleyelim, hatırda kalsın vesselam.
Tabi bu bütün İslam Dünyasında müşterektir. Hindistanda da medrese derler,
Arabistan’da da medrese derler. Biz de
medreseyle geldik 1924’de kadar. Nihayet
1924’te üç mühim kaybımız oldu müslümanlar olarak. Bunlardan birisi medreselerin kaybıdır. Medreseler yasaklandı, tarihe
intikal etti. İkincisi Halifelik kaldırıldı aynı
HOCA YETİŞMİYOR
Şimdi bu üç mühim hadise, aslında bunlar
birbirine bağlı şeyler. Tekrar medreseye dönelim; Medrese dediğimiz zaman, oradan
hoca yetişiyordu. Çünkü sistem ona göre
kurulmuş. Bugün onun yerini işgal eden ila-
63
böyle bir şey. Anlatıyoruz dersi çocuk nasibi kadar alıyor geçiyor gidiyor. Hangi kitabı
takib edeceksin? İslam hukuku okutuyoruz
haftada iki saat. Haftada iki saatle ben hangi kitabı okutucağım. Böyle bir şansımız mı
var? Onun için toparlayıp bir şey söylüyoruz. Geçiyor gidiyor.
na biz İngiltere diyoruz. Yoksa oranın adı
Birleşik Krallık; United Kingtom diyorlar.
Birleşik Krallık; Başta bildiğiniz gibi Kraliçe var. Kraliçe mukaddes, onu herhanbir
şekilde tenkit etmek dahi suç. Bu kadar gelişmiş demokrat İngiltere’de herkesi tenkit
edebilirsiniz Kraliçeyi tenkit edemezsiniz.
Sebebine gelince halifeliktir. Dünya Anglikan Kliseler Birliği’nin başkanıdır bu kadın.
Kutsaldır, eleştirilemez. Yani hem padişah
hem halife. İnsan burada düşünüyor ve mühim bir gerçeği yakalamaya çalışıyor.Nedir
o? Bu İngilizler bize hem padişahlığı hem
halifeliği kaldırtmışlar; kendileri o gün bu
gün hâla yaşatıyorlar. Neden ne sebep? İşte
onun cevabını bu günlerde cereyan eden
şeyler ele veriyor. Irak’ın ahvali veriyor.
Filistin hadisesi, Afganistan, hepsi, hepsi,
hepsi, bunun cevabını veriyor.
Üçüncü önemli bir husus; Medrese talebesinin hiçbir ihtiyacı olmaz. Fakir olsun zengin
olsun muhakkak vakıf tarafından her şeyi
karşılanır. Kalemine varana kadar, defterine, kitabına varana kadar, hiçbir ihtiyacı olmaz. Bundan dolayı da, ne aileye yük olur,
ne kendisi sıkıntı çeker. Çünki; vakfıyeler
elimizde, orada yazıyor. Her medresenin
vakfı var. O vakıf talebenin bütün ihtiyaçlarını karşılar.
İNGİLTERE HÂLA KRALLIKLA
YÖNETİLİYOR VE KRAL KUTSALDIR
hiyatlardan hoca falan yetişmiyor ne yazık
ki. Yani hoca olarak bulunduk, bulunuyoruz, ben böyle bir şey görmüyorum, hoca
yetişmiyor. Çünkü sistem ona göre kurulu
değil.
dim. Ünvan bunlar bu sahte unvanlar ilmi
katletti, ilmin canına okudu. İnsanlar buna
meftun çünkü.
Şimdi sabahtan öğleye kadar müderrisler
ders okutuyor, Öğleden sonra aynı okutulan
dersleri muid isimli yardımcı hocalar okutuyor. Muid; malum iade eden tekrar eden.
Bir nevi asistan diyelim, lâ teşbih diyerek.
Araştırma görevlisi deniyor şimdi, eskiden
asistandı. Sabahleyin hocalar ne okutuyorsa öğleden sonra asistanlar (muidler) aynı
dersi tekrar ediyor. Ders perçinlendi bi defa,
gayet mühim iki defa tekrar ediliyor ders.
Bir de dışarıda cami dersleri var. Oradada
Ders-i âmlar var. Ders-i âm demek; umuma
ders veren. Herkese serbest, isterse sivil de
gider, talebe de gider. Uyanık talebe ne yaparmış, Ders-i âm‘ın camideki dersine de
iştirak eder. Dersi üç kez tekrar etmiş oldu.
Bakın şimdi farkı görelim. Bir defa medrese talebesinin tamamı yatılı olmaya mecburdur. Gündüzlü medrese talebesi olmaz.
İkinci husus; medresenin mimari tarzı buna
elverişli yapılmıştır. Gidiniz Fatih medresesini ziyaret edin, Süleymaniye’yi… Ne
göreceksiniz. Dış dünya’ya kapalı, kendi
iç dünyasına açıktır. Ortada büyük bir avlu,
havuz, vesaire… Ama dışarı ile irtibatı haftanın 5 günü yoktur. Cuma günü zaten medreseler resmi dairelerle beraber tatil eder.
Bir de ayrıca salı günü medrese tatili vardır.
O günde talebe kendi ihtiyacını temin eder
vs. Neticede haftada iki gün dışarı çıkar beş
gün oradadır biir.
Bu mesele demek ki bu günleri hazırlamak
için ısrarla gündeme gelmiş ve bu 1924’te
çözülmüş. 1924’te halifelik kaldırıldı. Canım başka yerde kurulamazmıydı, inşa edilemezmiydi? Elbette edilirdi amma buna
da müsade edilmedi.Bu sahada bir takım
teşebbüsler oldu, olmadı değil, en yakınlarına temas edeyim kısaca. Mesala Suud
Kralı Melik Faysal böyle bir ihya hareketinin içindeydi, onun için Rabıtatül Âlemil
Diğer mühim mesele, Hatırat yazmış insanların yazdıklarında şunu görüyoruz. Halifeliğin ısrarla kaldırılmasını taleb eden İngilizler. Ondan evvel 1922’de saltanatın, padişahlığın kaldırılmasını da yine İngilizler
telep etmiş. Şimdi bakıyoruz, İngiltere hala
padişahlıkla yönetiliyor. İngilterenin adı-
KİTAP OKUNUR BİTİRİLİR
İkincisi sabahleyin öğleye kadar müderrisler, lâ teşbih profesörler diyelim, la teşbih
diyorum; Çünkü o müderrisin cebinde elli
tane profesör var. Onların hayatları meydanda, bir kısmına da yetiştik. Rahmetli hocam
benimle alay ederdi. Ali Yakub Hoca; Yahu
sen profesörsün. Hocam senin bir cebinde
elli tane profesör var. Ne kıymeti var efen-
Medrese’de muhakkak her sene her fenden
bir kitap bitirilir. Tefsirse bu sene tefsirden
bir kitap bitecek. Hadisse bitecek. Usulse
bitecek. Gelecek sene başka bir kitap, bir
yukarısı böylece medreseyi bitirene kadar
her fenden üç, beş, sekiz kitap bitirir olur
imiş medreseli. Yok, bugün ilahiyatlarda
64
65
İslamiye’yi kurdu. Adı bu işte, İslam Aleminin Birliği. Ne demek, işte halifelik ve kendisi de oranın ismi ilan edilmeyen başkanıydı, fakat başkanlık ilan edilmiyordu. Orada
bir genel sekreterlik ünvanı vardı.Üniversiteden bir hoca vs. Krallığın itimat ettiği bir
insan orada genel sekreter olurdu.Yıllarca
esas gizli olan buydu. Oranın başkanı Melik
Faysaldı. Fakat Melik Faysal, yıllar geçti bu
işi kuvveden fiile intikal ettirme çabalarını
arttırınca yeğeni tarafından öldürüldü. Amerika onu yeğenine öldürttü. Çünki yeğeni
teklifsiz Melik Faysal’ın huzuruna girip
çıkabiliyordu. İşte biz bunu yaşadık. İkinci
olarak Pakistan Devlet Başkanı Ziyaü’l Hak
merhum bu teşebbüse girişenlerden birisiydi. O da ciddi manada Pakistan’ın hem
İslamlaşmasını hem de böyle bir İslam birliğini kendisinin temsil etmesinin gayret ve
çabası içerisindeydi.Onun da uçağını havada berhava ettiler oda öyle gitti. Dolayısıyla
şimdi bu kefereyi fecereler; ümmet vahdet
içinde olmasın ki aziz olmasın, izzet içerisinde olmasın diye yaşatmıyorlar.
Amerikanın dikkatini çeken şey; Türkiye
ekonomisinin düzgünlüğü. Biraz da İslami hayat eskiye göre serbest olunca İslam
dünyasında Türkiye’ye karşı halk’ta (devletlerde değil) bir muhabbet meydana geldi.
Hatta Balkanlarda ciddi muhabbet meydana
geldi ve işte bu muhabbet sonuçta Suriye
hadisesini meydana getirdi.
SURİYE PROBLEMİ
TÜRKİYE’Yİ KÖŞEYE
SIKIŞTIRMAK İÇİN İHDAS
EDİLDİ
Benim şahsi kanaatim Allah’u e-lem Suriye
hadisesi tamamen Türkiye’nin aleyhine kullanılmak üzere icat edildi. Çünkü o kadar
güzel gidiyordu ki Suriye ile münasebetler,
yani yazılmıyor, çizilmiyordu ama sınırlar
kalkmıştı adeta, evet öyleydi bu kadar bir
birlik meydana gelmişti. Gidiliyor ve geliniyordu böyle bir hal idi ve insanlar bizi çok
seviyor ve taktir ediyor idiler. Tabii sonuçta
oradan başlatıp işi dallandırdılar budaklandırdılar bakın şimdi ne hale geldi. Daha da
ne olacağı belli değil. Bütün bunlar tabiî ki
acaba yeniden derlenir toparlanır da şu Türkiyeli Müslümanlar ecdadı zamanında ki izzet ve onuru kazanır mı yeniden? Ve dünyanın hukuka dayalı bir sahibi olurlarsa biz ne
yaparız. Çünkü prensibimiz buydu, İslami
prensip, hukuksuz iş yok, ordu savaşa gidiyor. Resülullah (Sallallahü Aleyhi Vesellem) bildiğimiz gibi bir ton yasak koyuyor;
OLMAYAN ŞEYİ
SÖYLÜYORLAR
Şimdi Türkiyemizin böyle bir çabası yok.
Ben bilmiyorum Türkiyede böyle bir şey
olmadı. Çünki çok tehlikeli bir şey. Fakat
20 gün evvel Riyad’daki Camiatül Melik
Essuud El İslamiye’nin rektörü bir konuşma yapıyor. Üniversite hocalarını almış karşısına, sağolsun bir arkadaş göndermiş görüntüsüyle birlikte. Orada bu olmayan şeyi
söylüyor, diyor ki; Tayyip Erdoğan Halife
olmak istiyor “Hangi hakla” diyor. “Allah
Allah” diyor. “Kendisinin memleketinde
kafa çekiliyor, zina işleniyor, bilmem ne
yapılıyor, ne halifesi oluyormuş” diye saldırıyor, müthiş bir şekilde saldırıyor. Kendim
dinledim seyrettim. Şimdi Türkiyenin böyle
bir şeyi yok ama Türkiyenin başka bir şeyi
oldu. Son yıllarda Türkiye; maddi-manevi
cihetten bir takım ilerlemeler kaydetti. Bu
tabi yine dış dünyanın çok dikkatini çekti.
Hilafet milafet yok. Türkiyede biz böyle bir
şey bilmiyoruz. Nedir olan şey; dini hayat
üzerindeki baskının kaldırılması gayreti,
işte başörtüsünün serbest olması vb. Bildiğiniz şeyler bir de dış dünya’nın; Avrupa ve
Çocuklara ilişme, hastalara ilişme, kadınlara ilişme, ekinleri yok etme, ağaçları kesme, insanlığın yaşaması için yüzlerce savaş
yasağı. Yani cihat meşru ama tahribat asla.
Nerde var böyle bir devlet, sistem? Görüyor musunuz? Biraz tarihçilik yapıyorum,
elli yıla yakın zamandır. İslam’ın dışında
böyle bir hassasiyet, insanlık yok. Peki gözlerimizin önünde Suriye’de olanlar, Irak’ta
olanlar, Afganistan’da olanlar, hukuk var
mı? insanlık var mı? Hukuk kollandı mı,
kollanıyor mu? Bu savaş yasaklarına dikkat
ediliyor mu? Hayır. Onlar bilmez.
BATININ ÇİRKİN
YÜZÜ GİZLENDİ VE
KUTSALLAŞTIRILDI
yazıyor, 18 cilt yazdı. 20 Ciltte tamamlayacağım diyor. Ne yazık ki Almanca … Çünkü bu çalışmaya başladığı zaman Türkçe
yayınlanma şansı yoktu. Ne diyor orada?
Diyor ki;10.yüzyıldan 17. Yüzyıla kadar
700 yıl bu Avrupa’nın hocası bizdik. İşte
isbatı diye bütün ilimlerde, bilimlerde neler
yaptık bunlara neler öğrettik, yazıyor. Bunu
bu ülke insanı bilsin istenmiyordu. Şimdi
Allah’a şükür. İşte bu kitaptan kısmen Türkçe yayın yapıldı. Üstelik Kültür Bakan’lığı
bastırdı. Ve onun biraz daha daraltılması
yapıldı. Tavsiye edeyim. Efendim, sizler
hepiniz okur anlarsınız onu ‘‘Bilim Tarih
Üzerine Söyleşi’’ diye bir kitap. Fuat Sezgin
Bey’le yapılmış birkaç röpotaj’dır. O kitabı
alırsanız göreceksiniz ne muazzam şeyler
var, kaybımıza dair. Ve bu dünyanın hocalığına dair.
Bu Avrupalı, Amerikalı müsbet tanıtılmış
bir millet. Ne yazık ki bizim hastalığımız,
manevi hastalığımız dolayısıyla bunların
gerçek yüzü saklandı. İlimle alakalı kaynaklar gizlendi, abartıldı ve övüldü. Şimdi
Allah’a şükür yeni yeni bakın mesala biz
bir ders okutuyoruz üniversitede, İslam bilim ve teknoloji tarihi. Bundan 20 sene öncesine kadar biz Müslümanlarımızın bilim
teknolojide namı yok farz edilmiş, yapılan
işler faliyetler gizlenmiştir. Bildiğimiz falan
yoktu. Ama bu Avrupalılar biliyordu. Onlar
yayın yapmışlardı kendi dillerinde, bu kitaplar bunları yazıyordu, fakat bizde yoktu.
Allah’a şükür son yıllarda bizde de bunlar
yazılmaya çizilmeye ders olarak okutulmaya başlandı. Bu da onları kuşkulandırıyor.
700 YIL AVRUPANIN
HOCASIYDIK
ŞİMDİ FUAT SEZGİN HOCAMIZ
VAR
İşte kardeşler! O dev insanlar var ya 10.
yüzyıldan 17. Yüzyıla kadar Avrupa’nın
hocalığını yapan insanlar, medrese mezunuydu. Medrese; Mesele orada, şimdi oraya gelelim. Bunlar medrese mezunu, fakat
Şimdi düşünün dünyaca meşhur ilimler tarihi hocamız var Profesör Fuat Sezgin, 90
küsur yaşında. Hala hafızası yerinde, kitap
66
67
MEDRESELİ MÜSTAĞNİ İDİ
mı haydi herkes evinin yolunu tutuyor ve
yine tekkeye uğruyor. Usul böyle, yine bir
çorba içilir. Yine Arif-i billah zat bu sefer de
yorgunluk alıcı bir muhabbet yaparmış.
Müstağni medreseli her şeyden müstağni.
Gönlü gözü tok bir medreseli. Birşeye ihtiyacı yok. Zikir, fikir, ilim zaten sistemi
oturtulmuş. Böyle olunca tabii oradan hoca
yetişiyor idi. Alim başka bir şey. Alim ile
hoca aynı demek değil. Hoca demek medreseyi bitirmiş, orada okunması gereken
ulum-i şeriyye’yi tahsil etmiş, hazmetmiş,
nasıl hazmetmez ki; Bir dersi üç kez tekrar
edince elbette hazmolur. Böyle bir dev müessesemiz varimiş. Medresede ilmin yanında, haftanın beş günü aynı manevi havayı
teneffüs var ya, tabii ona biz eğitim diyoruz.
Öbür gördüğüne öğretim diyoruz. Yani ilim
öğreniyor öğretim, diğeri eğitim. Eski adı
talim ve terbiye idi. Talim; ilim Terbiye de;
öğretim. Tabi mühim olan yatılı oluş, yatılı olunca orada bütün eğitimi, İslami olarak
almak mümkün oluyor. Çünkü vazifeliler
var. Onlar hem üsve-i hasene güzel örnek
oluyorlar. Hem de lazım gelen mudahaleyi
yapıyorlar. Böylece güzel bir malumat, aynı
zamanda güzel bir terbiye olmuş oluyor idi.
Rahmetli Mahir İz Hoca derdi ki; 50 kişi
dinlerdik sohbeti, akşam çıkar derdik ki;
Beni anlattı, öbürü, yok beni anlattı, diğeri
de öyle. Yahu, derdi, nasıl bir sohbetti ki bu,
50 kişinin derdi aynı olmaz. Nasıl oluyorda
herkes beni anlattı diyor. Allah! Allah! Ee
tarla mübarek olunca bunlar yetişiyor tabii.
Evvela bir arazi temizliği lazım. Onun için
de ne yapacaksınız? Medresede yön vereceğiniz çocukları cemiyetten ecdadımız gibi
tecrit edeceksiniz, orada okuyan himaye
oluyor. Her şey her türlü masraf oraya ait.
Hatta yılda bir defa hani piknik falan deniyor ya, eskiden tenezzüh deniyormuş Talebe
pikniğe gidiyor her türlü masrafını vakıf veriyor. Yani bir istiğna hali var.
HAYAT SABAH NAMAZI İLE
BAŞLAR İKİNDİ NAMAZI İLE
BİTERDİ
bize medreseyi yıllarca ne olarak tanıttılar?
Medrese asker kaçaklarının doldurduğu bir
miskinlik yurdu. İstanbul’da yaptım tahsilimi, burada böyle öğrettiler bize. Asker kaçakları dolarmış medreseye. Niye? Çünkü
Osmanlı medresede okuyanı askere almazmış. Böyle bir şey yok. Öyle bir şey olsaydı
nasıl olacaktı bu iş. 700 yıllık Avrupa hocalığımız nasıl olacaktı. Kötülemek için tekkeyi de öyle yapmadılar mı? Tekke nedir?
Uyuz olup kaşınanların yeri demedilermi?
Şimdi biz üniversite hocasıyız. Yıllar yılı
bir tarih’te imtihan için bina sorumlusuydum. Orada yapılan imtihandan biz mesuluz. Bir sual gelmiş, orada çıkıyor karşımıza
bizden de saklıyorlar.
1925’te tekke yasaklanıyor. 30 Kasım 1925,
tekkelerin yasaklanması. Halbuki son yılardaki çalışmalar şunu gösterdi ki tekkeler bu
cemiyetin olmazsa olmazı, sigorta kuruluşlarıymış. İşte o kavgalar gürültüler zırıltılar
var ya hepsini engelleyen bir müssese. Biz
bu medreseye yetişemedik, yaşımız dolayısıyla ama hocalarımız medreseye de yetişti
tekkeye de yetişti.
Anlatırlardı her mahallenin tekkesi olurmuş.
Sabahleyin işe giden, mektebe giden, her
neyse tekkeye uğrar orada bir çorba olur, o
çorbayı içer. Orada Arif-i billah Allah-ı hakkıyla tanımış bir has zat olurmuş. O zat orada 5-10 dakika kısa bir sohbet yapar. Cilalar
onları gönderirmiş. Hocam böyle anlatıyor.
Cilalardı diyor, parlatır, moral verir. Haydi
ya Allah, onlar giderdi, diyor. Akşam olur,
işçisi, aşçısı, talebesi yorulmuş, üşümüş eve
gitmeden yine tekke’ye gidersin. Çünki akşam namazında tatil olmuyor hayat ikindi
namazında bitiyor. Hayat Osmanlı’da böyle. Sabah namazla başlıyor, ikindi namazıyla bitiyor. Onun için ikindi namazı kılındı
“Miskinler tekkesi ile ilgili cevap aşağıdakilerden hangisidir?” Doğrusu diye neyi
yazmış bir bakın. “İşsiz güçsüzlerin oturup
fosur - fosur sigara içtiği bir yerdir.” Doğru
cevap buymuş meğer. O soruyu iptal ettirdik
Allah’a şükür. Miskinler Tekkesi; Bulaşıcı
bir hastalığa müptela olanların tedavisinin
yapıldığı, cemiyeti bulaşıcı hastalıklardan
korumak için hastanın tecrit edildiği tecrithanedir. Karantinahanedir. Bizim dev müesseselerimizi birer birer iftira ile yaraladılar.
68
69
Bugün bu hiç yok zaten. Onun için sizleri bu vakfın, bu kadim usule uygun olarak
yaptığı verdiği eğitimin, öğretimin, çabanın
doğrusu kıymetini bilenler olarak karşımda
görüyorum. Allah razı olsun, fevkalade mühim bunu size anlatanlar iyi anlatmış. Siz
de Maşaallah alıcınız kuvvetliymiş, hemen
yakalamışsınız ve buna sahip çıkmışsınız.
Buralara kadar gelip kamplar yapıp, meseleyi böyle ele alıyorsunuz. Allah sayinizi
meşkür etsin. Yani yapılan iş mühim onu
demek istiyorum. Bu dev kadim İslami müessesenin devamı lazım geliyor. Yoksa ila-
hiyatla olmuyor. İlahiyatlar hoca yetiştiriyor
falan değil. Tekraren söylüyorum, ders’te de
söylüyorum; hoca olmayacaksınız çocuklar
dikkat! Onun için dışarıda hoca olacağınız
yerler arayın. Burada diploma alacaksınız
o kadar. İlmi gene siz eski usul öğrenmeniz
icap diyor. O tarzda öğreneceksiniz burada
olmaz. Böyle üç sayfalık not, beş sayfalık
notla olmaz. 1924’te medrese kapatılıyor
ama Karadeniz’de, Doğu’da, Günedoğu’da
bu faaliyetler devam ediyor. İnkıtasız devam
eden medreseleri gördük, nasib oldu, ziyaret
ettik. Tillo vs. gezdik oralarda gördük. Tabi
o çok büyük bir fedakarlıktır. Onlardan da
Allah razı olsun.
Şimdi sizlerde onlar gibi bu geleneği devam
ettirenlersiniz. Öyle görüyorum ve o heyecanla geldim. Yoksa birkaç gündür Kırklareli’ndeydik. Efendim apar topar ısrarla bizi
buraya davet ettiler, geldik. Bu heyecanla
geldim. Eğer burada böyle bir şey değil de,
onun yerine modern bir eğitim – öğretim ile
alakalı bir şey olsaydı, hiç zahmet etmezdim. Doğrusu bu çok mühim bir hadisedir.
Bunu çok sıkı tutmamız lazım geliyor. Efendim eski hocaefendilere tabi yetiştik, nasib
oldu bir kısmından ders okuduk, feyz aldık.
Şimdi bakın hatırıma geldiği için söylüyorum, söylemeden geçemeyeceğim. Nerede
anlatsam hoşuna gidiyor dinleyenlerin.
HÜRMETLİ İDİLER PARAYA
İTİBAR ETMEZLERDİ
Birinci husus; Bu eski hocaefendilerin, birbirlerine karşı çok hürmetleri vardı. İkinci
husus; dünya ile alakaları bizim gibi değildi.
Üçüncü husus; Herhangi bir şekilde bu ilmi
öğretirken paranın pulun peşinde değillerdi.
Ben bu hocaefendilerin hemen hepsine para
veya bir hediye teklif ettim. Uzun süre ders
okuduk.12 sene 15 sene ders okuduğumuz
hoca oldu, aynı hoca gece 12’ye kadar ders
okutuyordu. Benim böyle uykum geliyor
başım düşüyordu. Allah rahmet etsin, Hocam çenemi tutuyor, yahu ben uyumuyorum
sana ne oluyor diyor. Bu insanların hakkını
para ile de ödeyemeyiz ama iyi kötü bir hediye vermek istediğimizde cevapları müşterek idi; “Biz bu ilmi para ile öğrenmedik”.
70
“Dolayısıyla para ile öğretemeyiz.”
tan parmakları yassılaşmıştı. 8 Ciltllik bir
eser yazmıştı. Hukuki İslamiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kamusu. İstanbul Üniversitesi 1942’de bastırıyor bu eseri ve o zamanın
rektörü İslam düşmanı, mescidimizi kapattırmıştı. O bile bu esere methiyeler döktürüyor. Diyorki; Avrupa’da böyle bir eseri
komisyonlar tolanıp yazarlar asla bir şahıs
yazamaz, ama bizde bu dev eseri bir şahıs
yazıyor, onun bu ilmi önünde saygıyla eğiliyorum, demişti.
Şimdi bu insanlardan bir kaç hadise anlatayım. Birgün Rahmetli Mahir İz Hocamız
vardı. Mahir İz Hoca, birinci mecliste bulunmuş 1920’lerde. Babası Medine-i Münevvere Kadısı olan Abdulhalim İsmail
Efendi, dayısı Şeyhul İslam Husnü Efendi.
Böyle ecdattan, anneden, babadan ulema bir
zatın çocuğu idi. Kendisi bizim hocamız idi.
Yazları Emirgan’daki evlerinde duruyordu.
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünde kendisi
ve merhum Ömer Nasuhi Bilmen Efendi beraber aynı dönemde hocaydılar. Dolayısıyla
çok iyi tanışıyorlardı. Birgün bana hocam
dediki: Ömer Nasuhi Bilmen Hoca Efendiyi
alıp bize getirir misin? Biraz sohbet edelim.
Ben de Hoca Efendiye söyledim, kabul etti.
Hiç böyle şeylere hevesli olmayan bir insandı, Mahir Hocayı çok seviyordu, kabul etti
gidelim dedi. O esnada yanlış bir iş yapmışım, sonradan öğreniyorum. İstanbul Müftülüğü yapmış dersi âmlardan Bekir Haki
Yener Hocamıza da söyledim. Hocam; Mahir Hocaya gidecek Ömer Nasuhi Bilmen,
siz de gelir misiniz? O da gelirim dedi. Tabi
onu da aldım, herikisinin de evi Fatih’deydi.
Fatih’den yola çıktık, Beşiktaş’a geldik sahilden geliyoruz Emirgan’a. Sonunda sordu
Ömer Nasuhi Efendi; kardeş dedi burası neresi? Burası beşiktaş dedim. Dedi ki ben burayı bilmiyorum, 60 yıldır İstanbul’dayım
buraya hiç gelmedim, ismini duyuyordum,
cennet gibi yermiş dedi. Döndüm sordum
Bekir Haki Hocamıza, siz geldiniz mi? Yok,
ben de gelmedim, dedi. Sonra Arnavutköy’e
vardık, her ikisi birden burası neresi?, dediler; Arnavutköy dedik, şaşırdılar. Daha
sonra Emirgan’a geldik 60’lı yıllar o zaman
oralar yemyeşil orman çok beğendiler, cennet gibi yerlermiş dediler. Rahmetli Mahir
İz hoca kömür semaverini demlemiş, Bekir
Haki Efendi de çayı çok seviyordu, müthiş
tiryakiydi, karşıdan birisinin çay getirdiğini
görünce, çay geliyor efendiler ayağa kalkmak lazım derdi.
Öbürü de ehl-i muhabbettir, devamlı konuşur, ama şimdi tersine o susuyor o konuşuyor. Ömer Nasuhi Hoca, Mahir Hocayla
konuşuyor, Bekir Haki Efendi ise hep susuyor. Bunun sebebi sorulduğunda, “Yahu
ben terbiyesiz miyim? Ömer Nasuhi Hoca
Efendi benden medresede bir sene daha
fazla kıdemli, ben onun yanında konuşur
muyum” dedi. ‘‘Allah! Allah! medresede
bir sene kıdemliymiş ve onun yanında konuşursa edepsiz olurmuş...’’ İşte bu insanlar
böyleydi. Hülasayı kelam; İlim bu, irfan bu,
medrese bu, alim bu, ALLAH (Celle Celalühu.) mubarek etsin, sa’yınızı artırsın.
Mahir Hocayla Ömer Hoca konuşuyorlardı.
Bekir Haki Hoca hiç konuşmuyordu. Esasen Bekir Haki Hoca çok konuşkan, Ömer
Nasuhi Hoca Efendi fazla konuşmayan biriydi. Ömer Hoca hep yazardı yazı yazmak-
71
Camii ve Medrese İç İçe
Medresenin ve mescidin kucağında
yetişen ulemamıızın evlatları olarak
nesilleri ilmiyle amil olarak yetiştirmeyi
arzu ediyoruz.
Günümüzde İslam dünyası tarihinde hiç olmadığı kadar tefrika, ihtilaf
ve kargaşalarla yoğrulmaktadır. Kuşkusuz ki bunun temelinde cehalet
yatmaktadır. Hâlbuki İslam; ilim, amel, ihlas, ittifak ve kardeşlik
olgularına abideleştirircesine önem vermiştir.
Bizler dünya Müslümanları olarak tek bir ailenin fertleriyiz.
Tek bir gövde de birleşen ulu çınarın dallarıyız. Bizleri birbirimize
bağlayan sarsılmaz bağımız Kur’an ve Sünnet’tir. İşte bu köklü
bağlarımızı diri tutan ise İlmî medeniyetimizdir.
Ehli sünnet itikadı üzere, hakikat dünyamızı
aydınlatan belli başlı merkezler arasında Mısır,
Suriye, Hindistan ve Pakistan medreseleri önde
gelmektedir. Fakat bu kalelerden Suriye ve Mısır
ciddi tehdit altındadır.
Dahasını söyleyelim, malesef
bugünün şartlarında ne Suriye
ne de medreselerinden
Devamı 74. Sayfada
72
73
bahsedemeyiz. Kaldı ki burası ilim serüveninin başını
çekiyordu.
İşte tam bu noktada, bu makus talihi tersine çevirmeyi
murad ettik ve kurumumuzun dört farklı alandaki hizmetlerine
beşincisini ilave etmek düşüncesi ile arazi mülkiyeti vakfımıza
ait olan ilgili alanda ilk adımımızı attık.
500 talebeye hizmet edecek ve eğitim dili
tamamen arapça olacak merkezimizin talebeleri,
dünyanın dört bir tarafından, hocaları ise Suriye
ağırlıklı olmak üzere, İslam coğrafyasının seçkin
âlimlerinden oluşturulacaktır, İnşaallah-ur Rahman.
İstanbul Sancaktepe’de gayet merkezi alanda olan bu projemiz,
iki eğitim binası ve bir camiden müteşekkil olup toplam
11.092 m² kapalı alana sahiptir.
74
75
Teknik Bilgiler
Uzun yıllardır müslüman ferdlerin eğitimi ve nitelikli bir toplumun inşaası
gayesiyle islami eğitim alanında hizmet eden Daru’l-Fünun Vakfı, alanında
edindiği tecrübeleriyle, bir eğitim kurumunda olması gereken ne varsa,
Uluslararası Osmanlı Medresesi projesinde toplamaya karar verdi.
İstanbul Sancaktepede yükseklecek bu medrese talebelerini islam ilmiyle
donatırken aynı zamanda onların günlük yaşamlarını ve sosyal ilişkilerinide
şekillendirmelerine yardımcı olacak, sosyal imkanlarıyla tam donanımlı
müslüman ferdleri islam alemine ve ülkemize kazandırmayı hedeflemektedir.
Bu kapsamda medresemizin bazı teknik detayları aşağıda belirtilmiştir.
TEKNİK DETAYLAR
Yönetim
Resepsiyon Karşılama
Vakıf Baş.Odası
Misafir Bekleme Yeri
Sekreterya
Yatakhaneler
Müdür ve Müdür Yard.Odaları
Dershane (Her katta 3 Adet)
Danışma
Hocalar Odası
Yönetici Odaları
Elbise Dolapları
Toplantı Salonu
Asansörler ( 4 Adet )
Muhasebe Bölümü
Kat Nöbetçi Odaları
Doktor ve Revir Bölümü
Teras + Çok Amaçlı Salon
Yemekhane + Soğuk Mutfak
Amfi Tipi Konferans Salonu
Wc’ler, Duşlar ve Lavabolar
Yemekhane ( 500 Kişilik )
Terlik Ayakkabı Odası
Cami İçin Abdesthane +Wc’ler
Anons Odası + Berber Salonu
Su Depoları ( 30 Tonluk )
Aşçı İstirahat Odası
Spor Salonu
Spor İçin Soyunma Odaları
Çamaşırhane
Duşlar ve Engelli Wc ‘leri
Mekanik ve Motor Odası
Yemek Dağıtım Yeri
Soğuk hava ve Dipfriz
Bulaşık Arabaları
Temizlik Odaları
Kiler ve Kantin
Elektrik Odası
Yük Asansörü
Ana Mutfak
Otopark ve Yıkama Yeri
Et Hazırlama Yeri
76
77
78
79
80
81
82
83
84
85
Hizmetimize gönül veren
aziz kardeşlerimize...
Değerli katkılarınızla kısa zaman
içerisinde Allah’ın izniyle bir çok
hizmete imza attık. Yüzlerce vatan
evladına hizmet sunduk ve sunuyoruz.
Bir hayalimiz var, yediden yetmişe herkesi
İslamın gülen yüzüyle tanıştırmak,
bataklığa saplanan zihniyetleri Kur’an ile
aydınlatmak, bu gayeyle sizlerle daha nice
hayırılı programlarda beraber olmayı
arzu ederek, hizmet dolu bir ömür
geçirmeniz temennisiyle hepinizi
Allaha ısmarlıyoruz.
assa grafik
Download