İnsanlar gelir-gider ama doğal güzellikler giderse, bir daha geri

advertisement
BD ŞUBAT 2017
Şimdiki Zaman
Can Pulak
İnsanlar
gelir-gider ama
doğal güzellikler giderse,
bir daha geri gelmez.
122
BD ŞUBAT 2017
ÇEVRE
DİSİPLİNE
Ü
KAVUŞMA GEREĞİ
lkemizdeki doğa tahribatı anlayışında, farklı görüşler çatışıyor. Kimine göre doğal güzelliklere dokunmamak lazım. Kimine göre
de, bu güzellikleri kullanmamak ve
değerlendirmemek akılsızlık...
Aslında insanlar doğanın nimetlerinden, güzelliklerinden elbette
faydalanmalıdır. Ama bunu doğayı
tahrip etmeden yapmak lazım. Daha
doğrusu hem yararlanmak gerek doğadan, hem de kullanarak korumak.
Ancak öyle yerler var ki, bunlara
dokunulduğunda büyü bozulur
ve güzellikleri geri getirmek artık
mümkün olmaz. Örneğin koylar,
kumsal sahiller, göl ve nehirler,
ormanlar, yaylalar, güzelim dağlar,
yerleşime açılmaması gereken köyler, tarım alanları gibi...
Özellikle turizmden para kazandığımız bölgelere daha fazla dikkat
etmeliyiz. Parayı doğal güzelliklerden kazanıyoruz çünkü.Yabancı
turist betondan kaçıyor, doğal
yaşam ve yeşil örtümüz için, daha
temiz denizlerimiz için, daha bakir
bir hayat için tercih ediyor bizi. Evet
rakiplerden çok daha ucuzuz ama,
doğal değerlerimiz hepsinden fazla.
Şimdi biz bu servetimizi daraltmanın savaşını veriyoruz adeta.
Yıllardır yaka yaka, kese kese
bitiremedik ormanlarımızı.
123
BD ŞUBAT 2017
Doğu Karadeniz’i
görmek, Uzungöl’ü
acıyla seyretmek
yetiyor.
Doğru dürüst dolduramadığımız
otellerle kapladık sahillerimizi.
Deniz, göl ve nehirlerimizi kirlettik.
Madencilik, santral enerji diyerek
mahvettik dağlarımızı, nehirlerimizi. Sanayi atıklarını göllere, denizlere yolladık. Yaylaları mahvettik,
gecekondu görüntüsü kazandırdık
oralara. Sadece Artvin’e bir göz
atmak, Doğu Karadeniz’i görmek,
Uzungöl’ü acıyla seyretmek yetiyor.
Oralara baktınız mı, ciğeriniz
yanıyor.
S
adece oralar mı, Ege ve Akdeniz’in koylarıyla fotoğraflık
köyleri de imara açılıyor. Turizmde
yaptığımız yanlışları şimdi çevre faciasına döndürüyoruz. Ve çok yazık
ediyoruz, hem de çok yazık..
Elle tutulur planımız programımız yok. Her yönetim değişikliğinde, Türkiye’nin doğal değerlerinin
124
de kaderi değişiyor. Milli bir politikayı oluşturamadık henüz. Öyle
olunca, denizlerimizi de, göllerimizi de, ormanlarımızı da, yayla
ve dağlarımızı da, koylarımızı da,
tarım alanlarımızı da korumamız
giderek zorlaşıyor. Akıl için yol
bir ama, o yolda da buluşamıyoruz
ki. Bazen koruma kararları alıyor,
bazen de korumasız bırakıyoruz
doğamızı.
Tarım alanlarına inşaat yapılır
mı hiç? Arpa, buğday, mısır, patates,
pancar tarlalarına fabrika, depo, site
izni verilir mi? Bunların yapımını
engelleyen sert kanunlarımız var.
Ama bizde kanun, müzik aleti
haline geldi. Aklına esen, dilediğini
yapıyor hemen. Gücüne güvenen
engel tanımıyor. Yasaların yapma
dediğini, yap olarak anlıyoruz
çoğumuz. Yapmanın pek bir bedeli
yok. Yaptığı ile kalıyor insanımız,
yapmayanlar ise enayi sayılıyor.
Kuralsızlığa alıştığımız için,
kurallar rahatsız ediyor hepimizi.
Neresi yasaksa, oraya yöneliyoruz
önce. Kaçak yapıymış, yıkılırmış,
cezası varmış gibi tehditlere kulak
BD ŞUBAT 2017
asan yok. Böyle gelmiş, böyle gidiyor yıllardır. Yeni hastalıklar değil
bunlar, toplumumuz öteden beri bu
salgın hastalığın etkisinde yaşıyor.
Tedavi de ettirmiyoruz, tedavi de
olmuyoruz, hastalığı benimsedik
çünkü. Herşeyi devletten bekleme
alışkanlığımız var ya, doğayı biz
bozarsak devlet düzeltir nasıl olsa.
Mutlaka bir disipline kavuşturmalıyız doğamızı. Doğal güzelliklerimizi, ne pahasına olursa olsun
korumalıyız. Genel bir saldırının
etkisi altında doğamız. Termik
santralları yapmayı düşündüğümüz
yerleri görseniz ağlarsınız. Hele
koylarımızı imara açma kararımız
yok mu, tam bir doğa cinayeti
bu. Yanlış kararlarla turizmimize
verdiğimiz zararları, bu kez çevre
için tekrarlıyoruz. Geniş yollar
açıyoruz ormanlarımıza. Bunun için
ağaçlarımızı kesiyoruz. Güzelim
zeytinliklerimizi mahvediyoruz,
üstelik kesimini de teşvik ediyoruz.
Olacak iş değil ama, oluyor işte.
Gidin bakın Edremit’e, Ayvalık’a
Milas’a. Siteler yükseliyor zeytinlik
alanlarda.
Göçler de bozuyor, tehdit ediyor
doğamızı. Köyler giderek büyüyor,
altyapısız gelişiyor. Doğudan batıya
akın var. Suriyeliler de göçü körüklüyor. Tarım alanları iyice daralıyor
artık. Ciddi bir çalışma, hazırlık ve
plan yok ortalıkta. Memur bolluğumuz var, ama bunlarla uğraşan
ve ciddi kararlar alan kimseleri
göremiyoruz. Öyle olunca doğamız
da, köyümüz de, ormanımız da, yollarımız da, dağlarımız da, nehir ve
göllerimiz de bozuluyor haliyle.
Yol yakınken, şapkamızı önümüze koyup düşünmeliyiz. Hatalarda ısrar mı edelim, yanlışlara inatla
yürüyelim mi, yoksa kontrolden
çıkan doğal değerlerimizi derleyip
toparlayalım mı?
D
oğrusu neyse onu yapmalıyız. Doğruyu bulana kadar,
tartışmalı kararları durdurmalıyız.
Gökova’ya dokunmamalıyız, turizm
köylerini büyütmemeliyiz, koyları
imara açmamalıyız. Doğu Karadeniz’deki çevre tahribatını fren-
lemeliyiz. En önemlisi ise, doğal
değerlere sahip bölgelerimizde ne
yapacaksak, önce uzmanlarla ve
bilim adamlarıyla konuşup tartışmalı, halkın ve çevrecilerin görüşlerine
kulak vermeli, ondan sonra gerekli
kararları alıp uygulamalıyız. Öyle
yaparsak, hem milli menfaatleri dikkate almış, hem tepkileri azaltmış
ve hem de işin doğrusunu yapma
fırsatını yakalamış oluruz.
İnsanlar gelir gider ama doğal
güzellikler bir giderse, bir daha geri
gelmez. Bunu unutmayalım... •
[email protected]
125
Download