Иран Ислам Республикасынын

advertisement
Dr. Muzaffer Şahin
T. C. Büyükelçiliği
Din Hizmetleri Müşaviri
ИСЛАМЫН ÖЗЕЛЛИЬИ ВЕ
МЦСЛЦМАНЛАР АРАСЫНДА
БИРЛИК САXЛАМАНЫН
ЙОЛЛАРЫ
İslam dünyası çağımızda hızlı bir iktisadi gelişme süreci
yaşamakta, bu gelişmelere muvazi olarak müslüman aydın
çevrelerde, İslam kültür mirasına sahip çıkma, kendi
değerleriyle aynileşme çabaları gittikçe anlam kazanmaktadır.
Bunun sebebini İslami düşünce yapısının taşıdığı özelliklerde
aramamız gerekir.
Dünyayı ahiretin tarlası yapan, 1 Âdemoğluna
yeryüzünde Allah’ın halifesi değerini veren 2 ve ebedi hayatın
ancak bu dünyada kazanılacağını öğreten İslam Dini,
mensuplarını, Cenabı Hakkın halifeliğine layık bir ömrün
bütün icaplarını bilmeye ve yapmaya yöneltmektedir. İşbu
noktada müminin karşısına çıkan en önemli mesele, yaratıcıya
halifeliğin nasıl yapılabileceğini kavramak noktasında
düğümlenmektedir.
Allah’a halifelik ancak bu dünyada yapılacağına göre,
insanın bu dünyadaki bütün işlerinde ‘kulluğa yaraşır’ bir
1
2
Sehavi, el- Makasidu’l-Hasene ,r.497. ed-Dünya mezra’atu’l-ahireh
Bakara, 2/30
73
hayat yaşaması kaçılmazdır. Bu yaraşırlık keyfiyetini bilgi ve
amel tayın ettiği için ilim-amel işbirliği müslümanlın dünyevi
düsturunu teşkil etmekte ve bu yolda başarılı olanlara ahiret
saadeti vaat edilmektedir. Bu bakımdan her nefis ahiretini bu
dünyada hazırlamakla sorumlu tutulmuştur. 1 İnsanın dünyadaki amelleri Allah katında işe yaramazsa, ahireti haraptır.2
Bu dünyada manevi körlüğün ahirette karşılığı aynıdır. 3 Öteki
âlemde karşılaşılacak muamele ancak bu âlemde hak
edilendir. 4 Yaratıcı, yerde ve göklerde olan her şeyi insanın
istifadesine verdiğine göre,5 böyle bir lütuf ve nimetlere karşı
ilgisiz kalmanın, halife insana yakışır yanı yoktur.
İşte özet olarak belirtmeye çalıştığımız bu Kur’anî
düşünceler değerlendirildiğinde görülür ki, İslam, dünyevi
vasfa sahip bir din ve medeniyettir. Bir toplumda yaşayış düzeni ve insanların doğuştan ve sonradan kazandığı haklarını
temin eden esasları içinde toplamaktadır. Onun hükümleri en
gelişmiş milletlerin her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilecek,
ahlaki, siyasi ve içtimai esasları kapsamaktadır. Diğer taraftan
zaman ve mekânın icaplarına göre hükümlerin değiştirilebileceğine imkân vermesi itibariyle de her asrın dini olmak niteliğine sahiptir.
Hemen bütün müslüman nazariyat âlimleri bu gerçeği
dile getirdikleri gibi, Gayr-i Müslim ve ya mühtedi İslamiyatçılar da İslam’ın bu özelliği üzerinde ittifak etmişlerdir.
Örneğin, şarkiyatçıların en büyüklerinden sayılan I.
Goldziher (1850–1921),
Haşr, 5918
Kari’a, 101/6-9
3
İsra, 17/72
4
Neml, 27/89–90
5
Casiye, 45/13
1
2
74
“İslam’ın dini kanunu (şeriatı), medeni, cezai,
anayasal olsun, hukuki hayatın bütün dallarını içine alır”1
derken,
Yahudi asıllı bilim adamı Prof. Dr. S.D. Goiten,
“Her kesin bildiği gibi şeriat, akitler ve miras
kaideleri gibi sırf hukuki meseleler ile namaz ve oruç gibi
dini vazifeler arasında bir fark gözetmez. Hepsi kutsi
hukukun bir parçasıdır…”2 Görüşünde bulunmaktadır.
İskoç âlim W.M. Watt’a göre,
“…Bir Müslüman için din, hayatın her yönün içine
aldığı halde, sıradan bir Avrupalı Hıristiyan için religion,
hayatın ancak küçük bir bölümünü içine almaktadır.”3
Fransız mühtedi Roger Garaudy’ye göre de,
“İslam birbirinden ayrılmaz şekilde hem bir din,
hem bir toplumdur. Bir iman ve bir hayat kanunudur.” 4
İslam’ın menşeinde var olan bu özellik üzerinde,
günümüz İslam bilginlerinin bir bütün olarak birleştiklerini
söylemek zordur. Bununla birlikte bunlar arasında asırların
birbirinden farklı küftür ve coğrafyasının zorunlu olarak
ortaya çıkardığı yeni ihtiyaç ve fiili durumlar karşısında
İslam’ın hayatiyetini devam ettirebilmesi açısından ilk
asırlardaki anlayışı tefsire ve tahdide tabi tutmak
mecburiyetini hissedenler de az değildir.
İslam’ın evrenselliğini ve aktüel değerini koruyabilmek
açısından ilk asırlardaki bu anlayış üzerinde, günümüz İslam
bilginlerinin birleşmesine ihtiyaç vardır. İlk nesil MüslüVorlesungen über den İslam, Heidelberg 1963,s.56
İslam Tetkikleri Dergisi İstanbul 1953, I.57–58.
3
Modern Dünyada İslam Vahyi, Hülbe Yayınları, Ankara 1982, s. 21.
4
Promesses de l’ İslam, Paris 1981, s. 23.
1
2
75
manların yaptığı gibi, dindarlığı mescitlere hasreden anlayış
ve düşüncelerin reddedilmesi gerekir.
Bugün “İslam deyince ne anlıyoruz” sualine her yerde
birbirinden farklı cevapların verildiğini müşahede etmekteyiz.
Üzerinde herkesin ittifak ettiği bir İslam tanımından halen söz
edilememektedir. Herkes İslam’ı kendisince anlayıp
yorumluyor. Bunun sebebi, kanaatimize göre on dört asırlık
bir geçmişe sahip İslami kültür malzemesinin külli
muhasebesine yeterince el atılamamış olmasıdır.
İslam’ın ana kaynaklarının Kur’an-Kerim ile Kur’an’ın
ilk tebliğ ve tatbikçisi olan Həzrət Peygamber’in Sünnet’i
olduğunu, İslam kültürü ile ünsiyeti olan hemen herkes bilir.
Fıkh ıstılahında ‘nass’ denen bu kaynaklar, bütün zaman ve
mekânlarda, yaşanan devrin değişen şartları karşısında fert ve
toplumun her türlü ihtiyacını karşılamada tatbik edilebilir
niteliktedir. Bir cemiyeti idare edebilmek için gerekli olan
usul ve prensiplerin esasları, satır başları, Kitap ve Sünnet’te
belirlenmiş, bunlara dayandırılarak ortaya çıkan İcma ve
müçtehitlerin Kıyas’ı ile tespit edilmiştir.
Bugün yapılacak iş, fert ve cemiyetin dünya hayatına
ilişkin her türlü problemlerini, yaşanan çağın hayat şartları
dikkate alınarak, bu usul ve esaslar çerçevesinde çözüme
ulaştırmaktır. Ancak, nasların günlük hayatımıza uygulanması
noktasında uhrevi hükümleri dünyevi hükümlerden ayırmak
lazımdır. Zira uhrevi hükümler her türlü değişmeden uzaktır,
onların ilerlemesi gerilemesi yoktur. Fakat dünyevi hükümler
aynı vasıfta değildir. Bunlar zamanın değişmesiyle değişebilecek hükümlerdir. Ne var ki, İslam bilginleri bu konuda
birlik sağlayamamışlardır. Bu da maalesef Müslümanların bir
bütün halinde terakkisi yolunda önemli bir engel olmuştur.
76
İşte bugün İslam âlemi terakki yolunda geri kalmışsa ve
Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik sağlanamıyorsa,
bunun önde gelen sebebi, kanaatimize göre bu ayırımın
yapılmamış olmasıdır.
Fikir adamlarımızdan Celal Nuri İleri (1877–1939),
konu ile ilgili olarak şunları söylemektedir:
“…İslam’ın sukut ve inhitatı… Ahkâm-ı dünyeviye
ile ahkâm-ı uhreviyenin yekdiğerine mezci netice-i
müessifesidir. [birbirine karıştırılmasının üzüntü veren
sonucudur.]1
Osmanlı’nın son Şeyhu’l-İslamı Mustafa Sabrı Efendi de
şöyle demektedir:
“Müslümanların tarik-i terakkide geri kalmaları
dinlerinden değil, kendilerinden, belki dinlerine layık
insan olamadıklarından ileri geldiği gibi, ulum-i
İslamiyyeye bir vakitten beri tari’ olan revaçsızlık da
ulum-i mezkurenin noksan-ı ehemmiyetinden, dünyanın
enzar-ı hayret ve takdirini celbe âdem-i kifayetinden değil,
mensubininde ahiren görülen noksan-ı himmetten ileri
gelmiştir.” 2
İslam’ın hakkıyla canlı kalabilmesi için dünyevi
hükümlerin vasıflarına riayet etmek gerekir. İslam’ın telkinatı
da bu istikamettedir. Nitekim Mecelle’nin 17, 18, 19, 21, 28,
29, 31, 36, 39, 40, 43, 58. maddelerinde böyle bir ayırımın
gerekliliği vurgulanmıştır.
Dünya hayatına dair hükümlerin, zemin ve zaman ile her
vakit, belki de her dakika tebeddül ettiği bir gerçektir.
Tebeddül kanunu, aritmetik kanunları kadar sağlam ve
1
2
İttihad-ı İslam, 1913, s.42–46.
Beyanulhak Mecmuası, S.5. s.92.
77
kesindir, bunun önüne geçilemez. La yünkeru tağayyuru’lahkâm bi-tağayyuri’l-ezman kaidesi bu gerçeğin zorunlu bir
ifadesi olarak ortaya çıkmıştır.
İslam’ın amacı beşerin dünya ve ahiret saadetini temin
etmektir. Oysa asrımızda Müslümanlar mutlu olacağına,
mutsuzdurlar. Demek oluyor ki, İslam’ın maksadı hâsıl
olmamaktadır. Kanaatimize göre, Müslümanlar dünya
hayatları açısından nasıl müreffeh olursa, hangi hükümlerin
tatbiki ile yükselirse, işte onlar asıl İslami hükümlerdir.
Bu itibarla çağımız Fakihlerine büyük görevler
düşmektedir. İlk İslam büyüklerinin yaptığı gibi, İslam’ın
kolaylık dini olduğu prensibinden hareketle, Çağın değişen
şartlarını dikkate alarak naslardan çıkarılacak yeni içtihat ve
hükümlerle İslam’ı yücelten ve koruyan, Müslümanlar
arasında birlik ve beraberliği sağlayan yeni bir fıkıh ortaya
koymalıdırlar. Zira İslam’ın cihanşümul bir din olma niteliği
bunu öngörmektedir.
İslam fıkhının, ‘Adet muhakkemdir’ ve ‘âdete bina
kılınan hükümler zamanın ihtilafı ile muhtelif olabilir’
kaideleri, örf ve adetlerin değişmesiyle hükümlerin de
değişebileceğini bildirdiği halde, bu kaidenin tatbik edilmiş
olduğu bir mesele göstermek mümkün değildir. Bu usul,
İslam dünyasının hemen hiçbir yerinde uygulanmamıştır. Bu
da İslam’ın buna dair hükümlerinin yalnız kâğıt üzerinde
kalmış olduğunu göstermektedir.
İslam’ın aktüel değerini koruyup varlığını devam
ettirebilmesi için ‘yeni şartlara intibak’ kaçınılmazdır. Bu
intibak, bazılarınca iddia edildiği gibi, İslam’ın insan
tarafından tahrif edilmesi anlamını taşımaz.
İslamî düşünce ve içtihat farklılıklarının, Müslümanlar
78
tarafından dinin olmazsa olmazlarıymış gibi algılanmasının
önüne geçilmelidir. İslam’ın getirdiği tevhit esasları çerçevesinde aynı inancı taşıyan Müslümanların, içtihat farklılıkları
yüzünden bölük pürçüklüğü cidden çok üzüntü verici bir
olaydır. Allah Kur’an’da insanlar arasındaki farklılıkların bir
“tanışma” vesilesi olması gerektiğini bildirmiştir. 1 Durum
böyle iken, teferruata dair İslami düşünce faklılıklarının
tefrika vesilesi yapılması Kur’anî öğreti ile asla bağdaşmaz.
Bugün İslam dünyasının dört bir yanında birbiriyle çelişen görüşler, yorumlar ve modeller hâkimdir. Bunlardan neyin
gerçekten İslam’a uygun neyin de aykırı olduğunu belirleyecek ve bu konuda dünya Müslümanlarının geneline yön
verecek bir otorite mevcut değildir. Oysa İslam’ın özünde dağınıklık ve başıboşluk değil, birlik, bütünlük ve dayanışma
vardır. Fakat bugün bunlardan söz etmek mümkün değildir.
Müslümanlar arasında tam bir dayanışma olmadığı gibi, farklı
Müslüman mezhepler, cemaatler, tarikatlar, fikri hareketler ve
kuruluşlar arasında da gereken kaynaşma ve yardımlaşma
mevcut değildir. Hâlbuki Allah, Müslümanların, ‘birbirlerine
kenetlenmiş bir bina gibi’ 2 olmalarını istemekte ve şöyle
buyurmaktadır:
ِ‫صمواْ ِِبب ِل ه‬
َِ ‫اّلل‬
ْ‫َج ًيعا َوالَ تَ َف َّرقُوا‬
َْ ُ ِ َ‫َوا ْعت‬
“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı
sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.”3
ِ
‫ب ِرحيُ ُك ْم‬
َ ‫اّللَ َوَر ُسولَهُ َوالَ تَ نَ َاز ُعواْ فَ تَ ْف‬
‫يعواْ ه‬
َ ‫شلُواْ َوتَذ‬
ُ ‫َوأَط‬
َ ‫ْه‬
1
Hucurat, 49/13.
Saff, 61/4.
3
Ali-İmran, 3/103.
2
79
“Allah’a ve Resulüne itaat edin ve bir birinizle
çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz devletiniz elden
gider…”1
ِ ِ
ِ َّ
‫ات‬
ُ َ‫اءه ُم الْبَ يهِن‬
ُ ‫ين تَ َف َّرقُواْ َوا ْختَ لَ ُفواْ من بَ ْعد َما َج‬
َ ‫َوالَ تَ ُكونُواْ َكالذ‬
“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın.”2
Ayetler, günümüz dünyasında Müslümanların neden en
güçlü olmadıklarının sebebini açıkça ortaya koymaktadır:
Birlik ruhu içinde olmamak. Birlik ruhundan kopanlar
özlerini yitirirler. Özlerini kaybeden milletler ise varlıklarını
sürdüremezler. Demek ki Müslümanların birlik ve
bütünlüğünü bozucu, toplumun sosyal dokusunu parçalayıcı
en büyük amil ‘Tefrika’dır. Bilinmelidir ki, Müslümanlar
birlik içinde olsalar, İslam ahlakını bütün dünyaya en güzel
biçimde tebliğ ve temsil etmek; sözde İslam adına ortaya
çıkan terörizm gibi sapkın akımların önüne geçmek;
yeryüzüne barışı hâkim kılmak, Tüm insanlığın yararına
olacak bilimsel, sanatsal, kültürel gelişmeler kaydetmek gibi
pek çok başarıyı Allah onlara nasip edecektir.
Günümüzde, dünya Müslümanlarına yol gösterecek, temel İslamî değerlere ve esaslara dayalı, belirli bir mezhebin
ya da bir düşüncenin temsilcisi olmayan bir otoritenin gerçekleştirilmesine ihtiyaç vardır. Böyle bir merkez otoritenin gerçekleşmesi halinde inanıyoruz ki, pek çok sorun çözülecek,
İslam’ın yüceltilmesi yolunda ki engeller ortadan kaldırılacaktır. Ancak, her şeyden önce ‘bizim mezhep’, ‘sizin mezhep’
saplantılarından, zihin tekelciliğinden kurtulmak lazımdır.
1
2
Enfal, 8/46.
Ali-İmran, 3/105.
80
İslam ülkelerinin Kur’an ve Sünnet ahlakını toplumlarında
yerleştirmeleri ve hayata geçirmeleri gerekmektedir. Müslümanların, farklı mezheplere tabi olmaları, farklı etnik kökenlerden gelmeleri, siyasi veya sosyal konularda farklı görüşler
taşımaları buna engel olmamalıdır. Farklılıklar, anlaşmazlıklar
değil, birliği vurgulayan temel İslam esasları dikkate alınmalıdır. Şahadet getirip ‘ben Müslüman’ım’ diyen her kes,
İslam toplumunun bir üyesi olarak kabul edilmeli, farklı düşünceleri yüzünden toplumun dışına itilmemelidir. Zira Kur’an, Müslüman olduğunu bildirenin, dünya hayatının geçici
menfaatleri uğrunda, ‘iman dairesinin dışına’1 itilmesine izin
vermemektedir. Həzrət
Peygamber’in de, vahyi tebliğ
ederken izlediği yol bu olmuştur.
Diğer taraftan çoğunluk olarak İslam bilginleri, dine
aidiyeti zaruri olarak bilinen şeylerin dışında, teferruata ait
problemler yüzünden fırkaların tekfir olunamayacağı hususunda ittifak etmişlerdir. Kişi dili ile açıkça Allah’ın ayetlerini
inkâr etmedikçe bize düşen o kimseyi İslam cemaatinden dışlamamaktır. Kişilerin kalbine muttali olan ancak Allah’tır, biz
değiliz. Müslümanların kendilerini davetçi değil de yargıç
rolü oynayıp, insanları inanç bazında değişik sınıflandırmalara
gitmeleri büyük bir hatadır. Bu hatalı gidişin önüne geçebilmek için dini konularda toplumu aydınlatma açısından din bilginlerine ve eğitimcilerine büyük sorumluluklar düşmektedir.
İslam’ın temel amacı, toplumu İslamlaştırmaktır. İslam,
Allah’a giden tek doğru yoldur. Esasa taalluk etmeyen farklılıklar, Müslüman cemaat ve grupların bu yolda birlikte yürümelerine hiçbir şekilde engel değildir. Kur’an caddesinde ol1
Nisa, 4/94.
81
mak şartıyla; yürüyüşü, metodu ve anlayışı ne olursa olsun,
bütün Müslümanlar kardeştir.1 Dolayısıyla her mümin bu caddede yürüme hakkına sahiptir. Ne var ki, ‘rijit/aşırı yoruma
dayalı bakış açısıyla hareket eden itici bir İslam anlayışına
sahip gruplar tarafından kimi zaman İslam’ın cezb edici ve hoşgörü anlayışı, maalesef, basit çıkarlar için feda edilmektedir.
Bazı Müslüman cemaat ve grupların kendi konumlarını
mensuplarına “fırak-ı Naciye” olarak ilan etmesi, aynı İslam
yolunda yürüyen, fakat değişik bir yöntem izleyen bir başka
Müslüman cemaat ve grubu, geliştirdikleri zihni tasavvurlara
ters düştüğü gerekçesiyle bidat ehli olarak dışlamaları İslami
bir tavır değildir. Bizim düşüncemiz ve yolumuz en doğrudur
demek, başkalarına o yolu kapatmak anlamına gelir ki, bu
doğru değildir. Çünkü bu üslup birleştirici değil, parçalayıcıdır. Bu tip çıkışlardan da İslam’ın yayılıp gelişmesi, kitleleşmesi zarar görmektedir.
Kur’an, bu konuda bizi şöyle uyarmaktadır:
َِّ ‫اّلل الَِِّت فَطَر النَّاس علَي ها َال تَب ِديل ِِلَل ِْق‬
َِّ َ‫ك لِل هِدي ِن حنِي ًفا فِطْرة‬
ِ َ ِ‫اّلل ذَل‬
‫ين الْ َقيهِ ُم‬
َ ‫فَأَقِ ْم َو ْج َه‬
َْ َ َ
َ
ُ ‫ك ال هد‬
َ
َ
َ ْ
ِ
ِ
ِ
ِ ِ‫َّاس َال ي علَمو َن منِيب‬
ِ
‫ني ِم َن‬
َّ ‫يموا‬
َ ‫الص ََل َة َوَال تَ ُكونُوا م َن ال ُْم ْش ِرك‬
َ ُ ُ ْ َ ِ ‫َولَك َّن أَ ْكثَ َر الن‬
ُ ‫ني إِل َْيه َواتَّ ُقوهُ َوأَق‬
ِ َّ
ٍ ‫ين فَ َّرقُوا ِدينَ ُه ْم وَكانُوا ِشيَ ًعا ُك ُّل ِح ْز‬
‫ب ِِبَا لَ َديْ ِه ْم فَ ِر ُحو َن‬
َ ‫ال ذ‬
َ
“Allah’a yönelmiş kimseler olarak yüzünüzü Hak
Dine çevirin, Allah’a karşı gelmekten sakının, namazı
dosdoğru kılın ve müşriklerden; dinlerini darmadağınık
edip grup grup olan kimselerden olmayın. ( Ki onlardan )
her bir grup kendi katındaki ( dini anlayış ) ile sevinip
böbürlenmektedir.” 2
Bu ayetten aldığımız mesaj şudur: Dini bir, Kitab’ı bir,
1
2
Hucurat, 49/10.
Rum, 30/31-32.
82
Peygamber’i bir, Kıble’si bir olan insanlar, hangi renkten,
hangi bölgeden olursa olsunlar ve hangi dili konuşursa
konuşsunlar, hangi müçtehidin ve âlimin görüşlerini rehber
edinirse edinsinler, aslolan birbirlerini kucaklamalıdırlar.
Şu cümlenin altını çizerek ifade etmek isterim ki, bütün
İslam karşıtları, Müslümanların tefrika kaynaklı bölünmüşlüğünden azamı derecede istifade edeceklerdir.
Büyük şairimiz merhum Mehmet Akif’in dediği gibi,
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”
Bugün İnsanlık, İslam’ın ilk dönemlerinde olduğu gibi,
Kur’an’ın ahlakını esas alan İslami birlikteliği beklemektedir.
Müslümanlar arasında birlikteliğin sağlanması için yapılması
gerek en önemli işlerden biri, Müslümanların terakkisine mani
olan batıl gelenekler, yanlış zihniyetler ortadan kaldırılmalıdır. Bunların yerine İslam’ın ilk nesillerinde olduğu gibi,
Kur’an ve Sünnet ahlakına dayalı, dolayısıyla akılcı, kararlı,
kapsamlı bir ahlak ve geniş görüşlülük yerleştirilmelidir.
Kısaca İslam’ın, Müslümanlar ancak kardeştir düsturu çerçevesinde ihtişamlı bir medeniyet yeniden kurulmalıdır. Unutulmamalıdır ki İslam, dünyanın terk edilmesini isteyen bir din
değil, bilakis Müslümanların dünyayı gerçek yüzüyle kavramalarını ve bu yolla tüm insanlığa ışık tutmalarını emreden
bir dindir.
İşte burada tüm dünya Müslümanlarına, kendi
mezhepsel saplantılarını ve iç anlaşmazlıklarını bir kenara
bırakarak, Kur’an ahlakının tanıtılması ve yayılması
konusunda büyük görevler düşmektedir.
ِ
ِ ‫اِلَ ِْي وَيْمرو َن ِِبلْمعر‬
ِ
‫وف َويَ ْن َه ْو َن َع ِن ال ُْمن َك ِر‬
ُْ َ
ُ ُ َ َ ْ ْ ‫َولْتَ ُكن همن ُك ْم أ َُّمةٌ يَ ْد ُعو َن إ ََل‬
83
“ Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve
kötülükten men eden bir topluluk bulunsun…” 1 Ayeti,
Müslümanlara bu görevi vermektedir. Ne var ki, günümüzde
İslam dünyasının içinde bulunduğu dağınıklık, Müslümanların
bu önemli görevlerini gereği gibi yerine getirmelerine engel
olmaktadır.
Oysa
özellikle
son
dönemde
başka
medeniyetlerde İslam’a yöneliş artmış ve insanlara gerçek
Kur’an ahlakını anlatmanın önemi daha da belirgin hale
gelmiştir. Allah’ın varlığı, birliği, İslam ahlakının icapları;
Həzrət Peygamber’in hayatı; Kur’an’da bildirilen hükümler;
İslam toplumunun nitelikleri gibi konular, son dönemlerde
Batı dünyasında en çok tartışılan konular arasında yer
almaktadır.
İslamiyet’e karşı ilgi duyan insanlar şüphesiz ki en
doğru bilgiyi Müslümanlardan almalıdırlar. Bu itibarla Müslümanların İslam’ı en iyi şekilde temsil etmeleri gerekmektedir.
Burada İslam’ı en güzel şekilde tanıtacak eserlerin hazırlanması, bu yönde gerekli görsel malzemenin temin edilmesi,
toplantı, konferans vb. yollarla çok sayıda insana ulaşılmaya
çalışılması, her Müslümanın çevresindeki insanlara bu yönde
örnek olması büyük önem taşımaktadır.
S o n u ç: Kur’an, insanlar kendisiyle hükmetsin diye
indirilmiş,2 Peygamber, kendilerine uyulsun diye gönderilmiştir. 3 Buna göre tüm insanlık bu iki temel kaynağın çatısı
altında toplanma zorundadır. İslam’ın amacı budur ve evrenselliği de bunun böyle olmasını gerektirmektedir. İşte burada
Ali İmran,3/104.
Cin, 72/23.
3
Nisa, 4/13–14.
1
2
84
her şeyden önce Müslümanların büyük bir sorumluluğu söz
konusudur. Öncelikle Müslümanlar kendi içlerinde birlik ve
beraberliklerini gerçekleştirecekler, sonra da dış âlemde
İslam’ın tanıtılıp sevdirilmesine çalışacaklardır. Bu sağlanmadığı sürece bu konuda gösterilen çapaların etkin bir sonuç
vermeyeceği ortadadır.
Bu itibarla, tüm dünya Müslümanlarının, Kur’an ve
Sünnet’in çatısı altında, din kardeşliğini düstur edinerek, bir
araya gelmeleri kaçınılmazdır.
Bunun için:
● Asırları kucaklayan İslam kültürel kaynakları ilmi
ölçüler içinde yeniden değerlendirmeli, hükümlerden değişen
ile değişmezin ayırımı yapılmalıdır.
●Birlik ruhunu zaafa uğratan, sosyal bünyede derin
yaraların açılmasına sebebiyet veren mezhep, meşrep
taassubundan ve tefrika hastalığından Müslüman toplumların
kurtulması gerekir.
● İslam’ın temellerinde ve zaruri olan noktalarında
birleştikten sonra fer’i meseleler anlaşmazlık konusu
yapılmamalıdır.
● İçtihattan kaynaklanan farklılıklar, ayırımcı unsurlar
haline getirilmemeli, bunlar toplumun dini hayatını
kolaylaştırıcı ruhsatlar olarak görülmelidir.
● İslamî düşünce ve içtihat farklılıklarının, Müslümanlar
tarafından dinin olmazsa olmazlarıymış gibi algılanmasının
önüne geçilmelidir.
● Toplumun dünya hayatına ilişkin problemleri, yaşanan
çağın hayat şartları, dış faktörler, siyasi ve iktisadi etkenler,
bilim ve teknolojideki gelişmeler ve kamu yararı (maslahat)
dikkate alınarak, İslam’ın ana kaynakları olan Kur’an- Kerim
85
ile Kur’an’ın ilk tebliğ ve tatbikçisi olan Həzrət
Peygamber’in Sünnet’i ışığında yeni içtihatlarla çözüme
kavuşturulmalıdır.
● Aynı dinin inanç ve esaslarını paylaşan Müslümanlar,
iman kardeşliğinin verdiği cesaret ve derin duygularla
birbirlerini sevmeli ve birbirlerinden hoşgörü erdemini asla
esirgememelidirler.
● Âlemşümul ebedi değerinden hiçbir Müslümanlın şüphe
edemeyeceği İslam varlığını günümüz insanına tanıtma vazifesi her
şeyden önce ilim adamlarına düşmektedir. Onlara İslami öğrenme
ve öğretme yolunda yardımcı olacak her teşebbüse burada
şükranlarımı arz etmek isterim.
86
Download