Emine Sevgi Özdamar`ın “Annedili” Adlı Eserinde Bellek ve Bilinç

advertisement
Emine Sevgi Özdamar’ın “Annedili” Adlı Eserinde
Bellek ve Bilinç Akışı Tekniği
Şenay KIRGIZ KARAK*
Giriş
Göç etmek, dahası memleket algısını oluşturan bir yerden uzaklaşmak, Aitlik
duygusu taşınan bir bölgeden başka bir yere gitmek her zaman zor olmuştur. Göçer
olma fikri, bireyde farklı bir bilinç algısı uyandırır. Altmışlı yılların başlarında
ortaya çıkan Türkiye’den Avrupa’nın değişik yerlerine, özellikle Almanya’ya,
doğru yapılan göç hareketi, bazı göçmenler üzerinde daha yoğun bir duygusallığı
berberinde getirir. Bu duygusallık sonucunda ortaya çıkan eserler; bugün ki
Göçmen Yazını kategorisinin temellerini oluşturur.
Bir ülkede yabancı olma fikri, kendini öteki olarak hissetme, yaşanılan maddi
ve manevi sıkıntılar Göçmen Yazınında işlenilen konuların büyük bir çoğunluğunu
oluşturmaktadır.
“Yazının doğuşunda etkili olan olumsuz koşullar, onun bilinen yazınbilimsel
ölçütlerle değerlendirilmesine olanak tanımaz. Göçmen Yazını, öncelikli
olarak varolan, başka bir söylemle yaşanan gerçekleri sergilemeye çalışır.
Bu gerçekler, yabancıların Almanya'da yaşadıkları sorunlardır. Onları
anlatmaya odaklanan yazının, yazınsal ölçütleri geri plana ittiği kolaylıkla
saptanabilir. Bazı yazarların aldıkları eğitim ve kültürel düzeyin yetersizliği
yanında, öncelikli amacın, Almanya'da yaşayan yabancıların sıkıntılarını
dile getirmek olması, yazınsal ve estetiksel inceliklerin dikkate
alınmamasına yol açar” (Uyanık, 2003, s.115).
Böyle bir durumda Göçmen Yazının ortaya çıkışını kapsayan bu süreçte, tam
anlamıyla bir estetik kaygısı taşıdığı pek söylenemez. Göçmen yazınına gelen en
büyük eleştirilerden birisi de tam anlamıyla edebi özellikler taşımıyor olmasıdır.
Heimke Schierloch’un Göçmen Yazını ile ilgili olarak “Bu edebiyat basit
yazılmıştır, çünkü ülkelerinden uzaklarda yaşamak zorunda kalan insanların
düşüncelerinden ve içinde bulundukları koşullardan ortaya çıkmıştır. Bu gerçekten
dolayı yazınsal inceliklere ve biçemlere bağlı kalmamıştır: Çünkü 0, varolan bir
gerçeklikten yola çıkar” (Schierloch, 1984, s.22) sözleri aslında Göçmen Yazının
yazınsal incelikten uzaklığına bir örnektir.
İlk etapta bir yazın türü olarak değil, aksine bir dert yanma alanı olarak görülen
Göçmen Yazını yazınsal varlığını ancak "yetmişli yılların sonunda seksenli yılların
başında" (Ackermann, 1983, s.56) kazanır. Duyguların yansıması olan şiirleriyle ve
son zamanlarda sıklıkla basılan romanlarıyla Göçmen Yazını yazarları için
memleket algısı ağır bir yer tutar. Her nekadar Almanca olarak yazsalar da kendi
kültürlerinden, destanlarından, efsanelerinden, masallarından, batıl inanışlarından
vazgeçmezler. Bu durum, yazarların bir Avrupa ülkesinde yaşamalarına rağmen,
halen kendi kültürlerinden kopamadıklarını ifade etmektedir. Genellikle uzaklık,
özlem, memleketten kopuş, iki dilli olma sorunu, gurbet olgusu, kimlik, ötekilik,
*
Yrd. Doç. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı A.B.D, Sivas,
Türkiye, E-mail:[email protected].
41
aitlik, gurbette yaşanılan sorunlar, ikinci derecede vatandaş olma hissi konuların
işlendiği türe; ilk başlarda Konuk İşçi Yazını (Gastarbeiterliteratur) ismi verilir.
Türün Göçmen Yazını (Migrationliteratur) olarak adlandırılmaya başlanması ancak
seksenli yıllar ile birlikte olur (Kuruyazıcı, 2001, s.10). Konuk İşçi, bir anlamda
geçici işçi yazını olmaktan çıkıp Göçmen Yazını olarak adlandırma, türün giderek
Alman Edebiyatı’nda daimilik kazandığının altını çizer.
Konuk İşçi Yazınından, Göçmen Yazınına dahası Göçer Yazınına(Tilbe, 2015,
s.460) doğru giden bu yolda; Ali Özenç, Adnan Binyazar, Araş Ören, Aysel Özakın,
Ahmet Uysal, Alev Tekinay, Aziz Yaşar Kılıç, Birol Denizerli, Doğan Firuzbay,
Dursun Akçam, Emine Sevgi Özdamar, Erdal Öz, Erol Yıldırım, Ertunç Barın,
Fakir Baykurt, Fethi Savaşçı, Gültekin Emre, Güney Dal, Gülen Yeğenoğlu,
Hüseyin Pehlivan, Habib Bektaş, Hasan Devran, Hamdi Tanses, Hüdai Ülkel, Halit
Ünal, Hülya Serap Özakın, İsmet Elçi, Kürşat İstanbullu, Kemal Kurt, Levent
Aktoprak, Mehmet Kılıç, Meltem Ayaz, Mevlüt Asar, Metin Fakioğlu, Muammer
Tuksavul, Meray Ülgen, Necati Tosuner, Nevfel Cumart, Nevzat Üstün, Nazmi
Kavasoğlu, Orhan M. Arıburnu, Osman Engin, Ömer Polat, Özdemir Başargan,
Özgür Savaşçı, Rana Demirkan, Reşat Karakuyu, Saliha Scheinhardt, Selim
Özdoğan, Sıtkı Salih Gör, Sadi Üçüncü, Şinasi Dikmen, Şiir Eroğlu, Turgan Arınır,
Vehbi Bardakçı, Yağmur Atsız, Yusuf Ziya Bahadınlı, Yüksel Pazarkaya, Yunus
Saltuk, Zafer Şenocak ve Zehra Çırak (Zengin, 2000:107-108) gibi yazarların etkisi
yadsınamaz bir gerçektir.
Emine Sevgi Özdamar’ın “Annedili” Adlı Eserinde Bellek Yansımaları ve
Bilinç Akışı Tekniği
Bellek diğer bir ifade ile hafıza, aslında geçmişte bir zamanda beyinde
depolanan bir olayın, olgunun, yaşantının şimdiki zaman düzleminde geri
çağrılması olayıdır. Geçmişten şimdiye kadar ki süreçte bellek, sürekli bir devinime
sahiptir. Bu devinim içerisinde kodlanan her bir olgu bireyin bilinç evresinde yer
alır. Hayatın akıp gitmesi ve her saniyenin bir sonrakinin geçmişi olması, bellek
olgusunun insan yaşamında sürekli yer aldığının göstergesidir. Belleğin geçmiş
yaşantılar ile olan ilintisi, bir anlamda öznelliği beraberinde getirir. Her birey
geçmiş bir yaşantıyı şimdinin içerisinde harmanlayarak geri çağırır. O halde bellek
olgusu nesnel olmaktan ziyade özneldir.
Bilinç ve bellek arasında tartışma götürmez bir ilişki vardır. Geçmişte yaşanılan
olaylar bilinç düzeyinde yer almaktadır. Bellek ise, bilinç düzeyinde yer alan
yaşantıların anlamlandırılarak depolanması ve ihtiyaç duyulan zamanda geri
çağırılmasıdır.
Çalışmanın, Göçmen Yazını yazarlarından biri olan Emine Sevgi Özdamar’ın
“Annedili” adlı eserini kapsaması, göç ile bellek arasında ne denli bir ilişkinin
olduğunun açıklanması gerekliliğinin altını çizer. Göç etmek her ne kadar başka bir
alana kanalize olmak anlamına gelse de, göçer açısındaki en önemli gerçek "kendini
artık ne terk ettiği yere ne de her şeyi ardında bırakıp gittiği yere ait hissedeceğidir"
(Kırgız Karak, 2014, s.229). Göç eden birey bir yandan göç ettiği yerin formlarına
uyum sağlamakla yükümlü olsa da derinlerde bir yerde geride bıraktıklarının
izlerini taşır. Bellek, geride bırakılanların hatırlanması arzusu ile devreye girer.
Geride bırakılanları hatırlamak, şimdinin arasına geçmişi eklentilemek, memleket
42
özleminin bir nebze bile olsa giderilmesine yardımcı olur. Yabancı yerde olmanın
getirdiği "insani güvensizlik" (Sirkeci, 2012, s.355) ile birlikte birey geçmişe
yönelim gösterir. Geçmişten bellek aracılığı ile gelen bir yaşantı, bireyin kendini
daha huzurlu hissetmesini sağlar. Huzur bulma arayışı içindeki birey, gerçek yaşantı
ile hayal arasında kendine bir düzlem aralığı bulur. İki kültür arasında kalma tam
da bu noktada ortaya çıkar.
Emine Sevgi Özdamar’ın eserine “Annedili” adını vermesi şüphesiz tesadüf
değildir. Annedili memlekete ait olma hissidir. Vatanını özlemek ve kendi ana diline
sığınmaktır. Eser, okura daha ilk sayfadan memleket özlemi çeken bir göçerin
geçmiş yaşantılarını bellek düzlemine geri çağırma gayretini sunmaktadır:
Annedilimi ne zaman kaybettiğimi bir bilebilsem. Bir keresinde annemle ben
annedilimizde konuşuyorduk. Annem şöyle dedi bana: "Biliyor musun, öyle bir
konuşuyorsun ki, her şeyi tastamam anlattım sanıyorsun, sonra gene rahat rahat
anlatıyorsun, ben de hoop seninle birlikte atlıyorum, sonra rahat bir nefes
alıyorum.” Sonra da şöyle dedi: “Saçlarının yarısını Almanya’da bırakmışsın.”
(Özdamar, 2013, s.7)
Memleketinde annesi ile birlikte yaptığı bir konuşmayı hatırlayan anlatıcı, eser
boyunca kendi annedilinde yaşadığı konuşmalardan bahsetmektedir. Şimdiki zaman
düzleminde geçen eserde sıklıkla geçmiş zaman anlatılarına da yer verilmiştir.
Annenin söylediği saçlarının yarısını Almanya’da bırakmışsın ifadesi, Göçmen
yazınının konuları arasında yer alan çift kimlik sorununun altını çizer. Çift kimlikli
bir yaşam sürmek anlatıcı açısından kolay değildir. Anlatıcı, eser boyunca
annedilini nerede kaybetmiş olduğu sorusunun peşinden gider. “Belki önce dedeme
dönmeliyim, işte o zaman anneme ve annediline giden yolu bulabilirim” (s.11)
sözleri ile daha eskiye kökü Arabistan’a dayanan dedesine doğru yolculuk yapar.
Bu yolculuk Batı Berlin’e orada Arap yazısının büyük ustası olan İbni Abdullah’a
uzanır. Eserin Dededili adlı bölümünde anlatıcı gerçeklik ile hayal arasında gidip
gelir. Emine Sevgi Özdamar’ın yazarlık karakteristiğinden olan Almancanın
içerisine yerli motif kolajlaması bu bölümün temelini oluşturmaktadır. Bölümde
Kuran’dan ayetler, Arapça ifadeler, Yusuf ile Züleyha’nın öyküsü, ilahiler, rüyalar,
Kuran ve Türkçe şarkı karsılaştırmaları, atasözleri yer alır. Anlatıcı tüm bu ifadeleri
Almanya’daki yaşamının arasına bellek yolu ile serpiştirir.
Karagöz Alamanya’da adlı bölümde ise; bir köy hikâyesi yer alır. Köylü ve bir
eşek arasında geçen hikâyede vurucu nokta, Alamanya ifadesidir. Birinci Kuşak
işçilerin ifadesi olan Alamanya, herkesin belleğinde orada çalışan işçi sınıfını
getirir.
Özdamar’ın dili kullanarak bellekte yer alan Türk işçi imajını çağrıştırması
bununla sınırlı değildir:
Türkler kendi dillerini Almanca kelimeler katarak konuşuyordu, Türkçe
karşılığı olmayan şu kelimeler gibi: Çalışma Dairesi, Maliye Dairesi, Vergi Kartı,
Meslek Okulu. Yıllanmış bir işçi konuştu:
“Sonra Dolmacer geldi. Maysterle konuştu. Bu Lohn stoyer kaybetmiş dedi.
Finansamt çok fena dedi. Bombok. Kindergeld filan alamazsın. Yok.
Aufenhalt da yok. Fremdpolizay vermiyor. Arbaytsamt da erlaubnis
vermedi. Ben oğlanı Berufşuleye gönderiyorum. Çok şayze bu. Sen kranka
mı çıktın?”
İkinci yıllanmış bir misafir işçi konuştu:
43
“Krankenhausta” doktorla gavga ettim. Nirde krankenşaynın dedi. Yahu,
doktor, etme tutma, ben krankım. Yahu krank görmüyorum. Yok
krankenşayn yok-para yok. Yahu, doktor dedim. Fabrika yollar urlauba
gidiyorum. Haymveh falan dedim. Doktor: Nikis kran. Gesundşırayben
yaptı. Ver gutpapiyer, ulan nikis schlecht papiyer dedim. Ben urlauba
gidiyorum dedim.” (s. 64, 65)
Alıntıları numaralandıran Özdamar, sayfaların altına Almancalarını vermiştir.
Yarı ana dilde yarı gurbet dilinde yapılan konuşmalar, okurun belleğinde kültürlü
olmayan, orta düzey işçi sınıfı algısını yaratır. Bir Temizlikçi Kadının Kariyeri:
Almanya Anıları adlı son bölümde Özdamar, yine yerel söylemlere, Türkçe
dörtlüklere yer verir.
Dört bölümden oluşan eserde Özdamar yalnızca karakterlerinde belleğine
ulaşmaz, aynı zamanda okurun da belleğini harekete geçirir.
Bellek ve bilinç kavramlarının iç içe oluşu bir gerçektir. Çalışmada yer alan
Bilinç akışı tekniği de her iki kavramla ilişkilidir. James Joyce’un Ulysses’i bilinç
akışı tekniği açısından önemi son derece büyüktür ve hatta akla gelen ilk yazar-eser
ikilisidir. Bilinç akışı tekniği, bir eser karakterinin düşünme eylemini olduğu gibi
aktaran bir tekniktir. Bilinç akışında tam bir anlam bütünlüğü yoktur. Parça parça
düşünceler, anlık ifadeler yer alır. Bilinç akışında anlatan karakter düşüncelerini
kendisine yöneltir. Bir diğer muhatap yoktur. Okur, bilinç akışı yaşayan anlatıcının
düşüncelerine şahit olmaktan öteye gidemez. Anlamlı bir bütün olmaması okur için
zor bir süreçtir. Bilinç akışı tekniğini yorumlamak, takip etmek kolay değildir.
Anlatılanlar okura tam anlamıyla bir gerçeklik sunmaz. Hayal ile gerçek, geçmiş ile
şimdiki zaman birbirine karışır. Anlatan kendi içinde bir iç hesaplaşma yaşarken
okuru kendine şahit gösterir.
Bilinç akışı tekniğinde mantıksal bir sonuca ulaşmak mümkün değildir. Aksine,
“Bilinç akışı tekniği neredeyse hiç değişmeden, fazla içe dönük tipteki insanları,
nevrotik, akıl sağlığı bozuk olanları veya sürekli takıntı ve sayıklama sınırında
yaşayan normal bireylerin bazı ruhsal durumlarını anlatmak için kullanılır”
(Moretti, 2005, s. 197). Karakterin, belleğinin arka taraflarında hapsolmuş
parçalanmış düşüncelerin, bilinç düzeyine çıkarmasından oluşan bilinç akışı
tekniğinde, anlatılanlar ilk başta çok anlam ifade etmez. Okura düşen görev kendi
belleklerinde yer alanlar ile bu düşünceleri anlamlandırmaktır. Belleğin çağrışım
yoluyla harekete geçmesi ile bilinç akışının çağrışımlardan oluşması her iki
kavramın otak özelliğidir.
Emine Sevgi Özdamar’ın “Annedili” adlı eserinde bilinç akışı tekniği göze
çarpar. Karakterin iki kültür arasında sıkışmışlığı ve her iki kültüre de yabancı
olması, onda nevrotik bir durum oluşturur. Bir yandan Almancaya olan yakınlığı,
diğer tarafta ana dilini tekrardan bulma çabası içinde olan karakter, bunalımlı bir
ruh haline bürünür. Almanca, bilincini ele geçirirken, karakter ısrarla belleğini
harekete geçirir. Ana dilinden parçaları düzensiz olarak eser içerisine yerleştirir.
Eser karakterinin bir adı yoktur. Özdamar, ana karakterine bir isim koymaz. Bunun
sebebi, iki kültürde yaşayan herkesin kendinden bir şeyler bulmasını sağlamaktır.
Bilinç akışı tekniğini kullanarak, iki dilli olan herkes için annedili özlemini
gidermektir.
Eser içerisinde bilinç akışı tekniği hemen göze çarpar. Anlatıcı bazen kelimeler
bazen de dörtlükler halinde bilinç akışı yaşar: “Görmek:sehen, sehen:görmek,
44
görmek ve kaza geçirmek” (s.9) örneğinde olduğu gibi aynı anlamlı her iki dildeki
kelimeyi bir arada kullanır.
Dededili adlı bölümde ise, karakter daha derine Arap olan dedesinin diline
yönelir. Karakterin Arapça-Türkçe kelimeler anlamında yaşadığı bilinç akışı daha
yoğudur:
Leb-Dudak
Duçar-Yakalanmış
Mazi-Geçmiş
Medyun-Borçlu
Maytap-Havai fişek
İntizar-İlenmek
Muzdarip-Yüreği Yanmak
İnkıta-Kesilme
İkbal-Lütuf
İhtiyatkâr-Temkinli
İhtizar-Can çekişme
İhya-Diriltme
İkamet-Oturma
İkram-Saygıyla ağırlama
Hasret-Özlem
Sabr-Sabır
Musalla taşı-Ölü taşı
Muska-Tılsımlı söz
Esrar-Sırlar
Evham-Kuruntular
Mücamele-Karşılıklı güzel geçinme
Mutena-Özenli
Mübrem-Acil gerekli olan
Muzmahil-Tamamen yok eilmiş
Muvacehe-Yüzleşmek
Merhamet-Acıma
Sine-Göğüs
Emine Sevgi Özdamar’ın bilinç akışı tekniğini kullanışı diyaloglardan değil
daha çok kelimelerden oluşur. Bölük pörçük kelimeler, karakterin zihninden
anlamsız olarak geçer. Karakterin zihninde kelimeleri geçirmesinin sebebi, hem
Türkçe’yi hem de Arapça’yı unutmak istememesidir. Kelimelerin ahenkli olarak
peş peşe dizilmesi içerisinde bir dramı barındırır. Çok kültürlülük arasında sıkışıp
kalan ve aidatlık hissini kaybeden bir bireyin kendi özüne dönme çabaları ve bunu
takıntılı bir şekilde dile getirmesi okur açısından düşündürücüdür.
Sonuç
Varlığını yazın sahnesine geç yer etmeyi başaran Göçmen Yazınının önemli
yazarlarından Emine Sevgi Özdamar, “Annedili” adlı eseriyle dili bir organ
olmaktan çıkarıp daha soyut bir hale getirir. Okura, göç etmenin, göç edilen yerdeki
yabancılığın ve geride kalanların acısını sunar. Geçmişten parçalarla hem karakterin
hem okurun belleğini harekete geçirir. Okur, karakter ile birlikte ardında
45
bıraktıklarının özlemini yaşar. Belleğe ulaşan tüm yaşantılar bilinç akışı ile kâğıda
yansır. Bilinç akışı ile süzülen her kelime karakterin köklerine doğru akar.
Kaynakça
Kırgız Karak, Şenay. (2014), “Edebiyatta Yankılanan Bir Seda: Göç”, A.Ü.
Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 51, Erzurum, ss. 229-243.
Kuruyazıcı, Nilüfer. (2001), "Almanya'da Oluşan Yeni Bir Yazının Tartışılması:
“Gurbeti Vatan Edenler”, Yayma Haz: Mahmut Karakuş-Nilüfer Kuruyazıcı,
Ankara: Kültür Bak. Yay.
Lrmgard, Ackermann. (1983), Gastarbeiterliteratur als Herausforderung,
Frankfurter Herte 1, Januar.
Moretti, Franco. (2005), Modern Epik:Goethe’den Garcia Marquez’e Dünya
Sistemi, Çev: Nurçin İleri, Mehmet Murat Şahin, Agora Kitaplığı, 1. Baskı.
Özdamar, Emine Sevgi. (1990), Mutterzunge, Rotbuch Verlag,
Özdamar, Emine Sevgi. (2013) Annedili, Çev:Fikret Doğan, İletişim Yayıncılık
A.Ş., 1. Baskı, İstanbul.
Schierloch, Heimke. (1984), Das alles mir ein Stüçk Brot. Migrantenliteratur
als Objektivierung des Gastarbeiterdaseins, Frankfurt am Main: Peter Lang
Verlag,.
Sirkeci, İbrahim, (December 2012), “Transnasyonal Mobilite ve Çatışma”,
Migration Letters, Volume:9, No:4, pp.353-363.
Tilbe, Ali. (2015), “Göç/Göçer Yazını İncelemelerinde Çatışma ve Göç Kültürü
Modeli”, Turkish Migration Conference Selected Proceedings, Edited by Güven
Şeker, Ali Tilbe, Mustafa Ökmen, Pınar Yazgan, Deniz Eroğlu, İbrahim Sirkeci,
Trnasnational Press London, ss. 458-465.
Uyanık, Gürsel, (2003), “Tartışmaların Odağında Yer Alan Bir Yazın:”Göçmen
Yazını”, A.Ü, Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, Sayı:22, Erzurum, 113-120.
Zengin, Dursun. (2000), “Göçmen Edebiyatı'nda Yeni Bir Yazar. Mehmet Kılıç
ve "Fühle Dich Wie Zu Hause" Adlı Romanı”, Ankara Üniversitesi Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi Dergisi 40, 3-4, 103-128.
46
Download