birinci bölüm eski hukuk sistemlerinde kadının hukuki statüsü

advertisement
İÇİNDEKİLER
GİRİŞ ......................................................................................................................................... 3
BİRİNCİ BÖLÜM ESKİ HUKUK SİSTEMLERİNDE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ ............................. 4
I. HAMMURABİ KANUNLARINDA ......................................................................................... 4
II. ESKİ ASYA HUKUKUNDA ................................................................................................... 5
III. ESKİ MEZOPOTAMYA’DA................................................................................................. 5
IV. SASANİLERDE .................................................................................................................. 6
V. ESKİ HİNTTE...................................................................................................................... 6
VI. ÇİN, İRAN VE MISIR’DA ................................................................................................... 7
VII. ESKİ SÜMERDE ............................................................................................................... 8
VIII. HİTİTLER’DE ................................................................................................................... 8
IX. ESKİ YUNANDA ................................................................................................................ 9
X. ROMA İMPARATORLUĞUNDA ....................................................................................... 10
İKİNCİ BÖLÜM İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK DEVLETLERİNDE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ .. 12
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SEMAVİ DİNLERDE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ ........................................ 15
I.YAHUDİLİK’TE ................................................................................................................... 15
II.HIRİSTİYANLIK’TA ............................................................................................................ 18
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İSLAMİYETTEN ÖNCE ARAP YARIMADASINDA KADININ HUKUKİ
STATÜSÜ ................................................................................................................................ 22
BEŞİNCİ BÖLÜM İSLAMİYET’TE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ .................................................. 25
I.GENEL OLARAK ................................................................................................................. 25
II. KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ .................................................................................................... 31
III. İLK İNSANIN YARATILIŞI: ................................................................................................ 35
IV. SOSYAL HAYATTA VE ÇALIŞMA HAYATINDA KADINLAR:............................................... 37
V. SİYASİ HAKLAR ............................................................................................................... 39
A.Seçme Hakkı................................................................................................................ 39
B.Seçilme Hakkı .............................................................................................................. 40
C.Kamu Görevine Girme Hakkı. ...................................................................................... 42
VI. SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜ .................................................................................................. 43
VII. EVLENME...................................................................................................................... 44
VIII. BOŞANMA ................................................................................................................... 47
2
IX. MİRAS ............................................................................................................................ 48
X. ŞAHİTLİK.......................................................................................................................... 49
XI. KADININ AKİT YAPABİLME VE DAVADA TARAF OLABİLME EHLİYETİ ............................ 51
SONUÇ .................................................................................................................................... 52
KAYNAKÇA .............................................................................................................................. 54
3
GİRİŞ
Hukuk toplumdan topluma, zamandan zamana değişen bir olgudur.
Kadın ve kadın hakları konuları tarih boyunca tüm hukuk sistemlerinde
gündemde olmuş fakat istisnalar haricinde maalesef kadının da bir insan
olduğunun ve erkeklerle eşit haklara sahip olduğunun kabullenilmesi oldukça
zor olmuştur. Batıda da durum farklı değildir kadına hak ettiği değer
verilmemiş kadın her türlü aşağılama ve eziyetlere maruz bırakılmış hatta
kadının içinde şeytan olduğuna inanılmıştır. Günümüz insan hakları
anlayışına ulaşılabilmesi, kadın erkek eşitliğinin kabul edilebilmesi için
binlerce yılın geçmesi gerekmiştir.
Biz
bu
çalışmamızda
İslam
hukukunun
meseleye
bakışını
incelemeye çalışacağız. Çalışmamız Beş bölümden oluşacaktır. Birinci
bölümde eski hukuk sistemlerinde, ikinci bölümde Türk devletlerinde, üçüncü
bölümde semavi dinlerde, dördüncü bölümde İslam öncesi Arap toplumunda
kadının hukuki statüsünü inceleyeceğiz. Böylece ilk dört bölümde İslam’ın
dışındaki din ve toplumların kadına bakışını ana hatları ile özetledikten sonra
beşinci bölümde İslam dininin konuya bakışını ele alacağız. Ödev konumuz
genel olarak İslam hukukunda kadının statüsü olduğundan evlenme,
boşanma, miras gibi konulara sadece tartışmalı hususlar bağlamında
değinerek çalışmamızı tamamlayacağız.
4
BİRİNCİ BÖLÜM ESKİ HUKUK SİSTEMLERİNDE KADININ HUKUKİ
STATÜSÜ
I. HAMMURABİ KANUNLARINDA1
Günümüze değin ulaşabilen en eski hukukî düzenlemelerden olan
Hammurabi Kanunlarında kadınlara yönelik pek çok madde bulunmaktadır.
İlke olarak tek eşlilik geçerli olmakla birlikte eğer ilk eşin çocuğu
olmazsa koca ikinci bir eş ya da cariye alabilir. Ayrıca erkeklerin kadın
kölelerle ve fahişelerle ilişki kurmalarına izin verilmiştir. Eğer kadın zina
yaparsa ölümle cezalandırılır, ancak kocası dilerse hayatını bağışlayabilir
(Md. 171).
Koca borçlarına karşılık olarak karısını (ve çocuklarını) satabilir ya da
rehin olarak koyabilir. Rehin olarak verme durumunda üç yıl içinde borcunu
ödeyemezse karısı (ve çocukları) köle haline gelir.
Yine Hammurabi Kanunları'na göre koca kolayca eşini boşayabilir.
Özellikle kadının çocuk sahibi olamaması önemli bir boşama sebebidir.
Boşanma durumunda koca karısına boşanma tazminatı öder ve drahomasını
(çeyiz) geri verir. Kadının kocasından boşanmayı talep edebilmesi ise son
derece zordur ve risklidir. Kanuna göre eğer bir kadın "kocasından çok nefret
ederse" bunu "ilân eder" ve şehir konseyi konuyu araştırır. Araştırma
sonucunda kadının kusurlu olmadığı tespit edilirse drahomasını alarak
babasının evine dönebilir. Ancak konsey kadını kusurlu bulursa kadın suya
atılır (Md. 172).
1
Gül Akyılmaz, İslam ve Osmanlı Hukukunda Kadının Statüsü, Konya, 2000, s. 6-10
5
II. ESKİ ASYA HUKUKUNDA2
Eski Asya hukukunda kadınlarla ilgili Hammurabi Kanunlarından
daha katı ilkelere de rastlanmaktadır:
Örneğin koca karısını borcuna karşılık olarak rehin gösterdiğinde,
rehin alan kişi kadını dövebilir, kulaklarını kesebilir ve saçlarından sürükleyebilir.
Yine bir kocanın kendisine itaat etmeyen karısını saçlarından
sürükleme hatta kulaklarını kesip, sakat bırakmasına izin verilmiştir.
Boşanma
gerçekleştiğinde
kadının
herhangi
bir
şey
alıp
alamayacağına karar verme yetkisi de kocaya bırakılmıştır.
III. ESKİ MEZOPOTAMYA’DA
Eski Mezopotamya uygarlıklarında üst sınıf kadınlarının daha yüksek
bir hukukî statüye sahip olup, bazı haklar ve imtiyazlardan yararlandıkları
anlaşılmaktadır. Bu kadınların kendi mal varlıkları vardır ve bu mal varlıkları
üzerinde diledikleri gibi tasarrufta bulunabilir, sözleşmeler imzalayabilir, şahitlik yapabilir, tıpkı "bir oğul" gibi mirastan pay alabilirler. Hatta Babil kraliçesi
Semiras gibi ülke yönetiminde etkili olan kadınlar da görülmüştür. Buna
karşılık halk tabakasından kadınların durumu oldukça kötüdür. 3
2
3
Ayılmaz, a.g.e., s. 6-10
Ayılmaz, a.g.e., s. 6-10
6
IV. SASANİLERDE
İran'da Sâsânîler döneminde kız kardeşle evlenilebilirdi4 .Sasanilerde
kadının hukukî statüsü eski Mezopotamya uygarlıklarından da daha kötüdür.
Kadınlar
hayatları
boyunca
mutlak
şekilde
kocalarına
itaat
etmek
zorundaydılar, aksi takdirde kocaları onları boşardı. Evlilikte arzu edilen
erkek bir mirasçıya sahip olmaktı. Bu mümkün olmazsa ancak o zaman kız
çocukları da mirasçı olabilirlerdi. Erkekler karılarının rızalarını almadan onları
ödünç olarak bir erkeğe verebilirlerdi. Ödünç verme döneminde kadın hamile
kalırsa bu çocuğun kocaya ait olduğu kabul edilir. Aksine bir anlaşma
yapılmadığı takdirde evlilikten sonra koca, karısının mal varlığı üzerinde
geniş haklar kazanırdı. Kadın kocaya itaatsizliği durumunda anlaşma ile
kazandığı haklarını da kaybederdi. Kocası öldüğünde Yetişkin erkek evlat ya
da eski kocasının en yakın akrabası kadının velisi olurdu. Sasani döneminde
harem uygulaması da iyice geliştirilmiş, zaman zaman haremdeki cariyelerin
sayısı bini aşmıştır5.
V. ESKİ HİNTTE
Hintlilerin M.Ö. 200 yıllarında uygulanmaya başlanan "Manu
Kanunları"nda
"kadınların
yeteneksiz,
akılsız
ve
bağımsız
olmayan
yaratıklar" olarak görüldükleri, mülkiyet ve miras haklarının dahi olmadığı
anlaşılmaktadır. Eski Hint hukukunda kadının hiçbir hakkı yoktur. Kadın her
şeyiyle kocasına bağlıdır. Kendi başına hiçbir hakka sahip olamaz, hiçbir şeyi
mülkiyetine geçiremez. Hatta yaşama hakkı bile kocasının ömrü ile
sınırlıdır. Koca karısından önce ölürse Hint geleneklerine göre, karısı sanki
ondan bir parçaymış gibi ölümüne hükmedilir ve birlikte yakılırdı. Diri diri
4
5
Diyanet İlmihali-II İslam ve Toplum, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2005, s. 313
Ayılmaz, a.g.e., s. 6-10
7
insan yakma geleneğinin devam ettirilmesinin en ateşli destekçileri ise Hint
din adamlarıydı. Çünkü kocasıyla birlikte yakılacak olan kadının mirası, din
adamlarına kalıyordu6.
Ayrıca kadın, tanrıların, hoşnut edilmesi yahut rızık göndermesi veya
yağmurun yağmasını emretmeleri için kurban ediliyordu. Veda'larda kadın,
felâketler, kasırga, ölüm, cehennem, zehir, yılan, ateş vs.' den daha kötü bir
yaratık olarak nitelenmekteydi. Eski Hint telakkisine göre kadın, yaratılış olarak
zayıf karakterli, kötü ahlâklı ve murdar bir varlıktı. Hint hukuku kadına evlenme,
miras ve diğer uygulamalarda hiçbir hak tanımıyordu. Budizm'in kurucusu Buda
başlangıçta kadınları kendi dinine kabul etmemişti.7 Sonraları kadınları dinine
kabul etmiş, fakat bu durumun Budist toplumu için çok tehlikeli olduğunu
söyleyerek,
kadınların
Budizm’e
kabul
edilmelerinin
dinin
ömrünü
kısaltacağını ileri sürmüştür8.
VI. ÇİN, İRAN VE MISIR’DA
Çinlilerde kadın insan sayılmadığı için ona ad bile verilmezdi9.Eski
Çin'de, kadın kocasının kölesi sayılırdı. Kocası ve çocuklarıyla birlikte
yemeğe oturamazdı. Ayakta durup onlara hizmet ederdi. Ancak artanları
yiyebilirdi. Kadın kocasına ve kocasının annesine de hizmet etmekle
yükümlüydü. Bu hizmet ölene kadar devam ederdi.
İran’da, evli kadına babası ya da kardeşi bile olsa bir başka erkeği
görmesi yasaktı.
Mısır'da, başlangıçta kadınlar erkeklerle aynı haklara sahip idiyseler
de,
bu
durum
fazla
uzun
sürmemiş,
Firavun'un
emriyle
yine
Gülsüm Engin, İslam Hukuku Açısından Çocuğun Bakımı ve Yetiştirilmesi Kadının Hak ve
Sorumlulukları, Yüksek Lisans Tezi, Adana, 2007, s. 2-5
7
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 313
8
Halil Uysal, Kadın-Haklar ve Özgürlükler, I.Ulusal Kadın ve Aile Sempozyumu, Konya, 1998, s.
43
9
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 313
6
8
köleleştirilmişlerdi. Firavun, bazen kız kardeşiyle, bazen da kızıyla evleniyordu. Kız kardeşle evlenme âdeti toplumun önde gelenleri arasında da
yaygındı10.
VII. ESKİ SÜMERDE
Eski Sümer tabletlerinde bir yandan annelik sıfatını taşıyan ve iyi bir
eş olan kadınlar övülürken ve en büyük tanrı (ça)larından olan Enki bir dişi
iken aynı zamanda Enki efsanede yasak meyveyi yemesi sebebiyle
lanetlenmektedir.11
VIII. HİTİTLER’DE
Hititler’de kadın ile köle arasında pek fark yoktu. Kadın, baba ile koca
arasında satılan bir mal gibiydi. Günümüzdeki başlık parası, Hititler’de de
uygulanmakta idi. Hitit yasasının 193. maddesine göre; erkek ölürse karısını,
önce kardeşi, sonra da babası alırdı. Çünkü kadın başlığı ödenmiş bir mal
gibiydi.
Hititler’de saray kadınları belli haklara sahiptiler. Hatta kraliçeler
gerek iç, gerekse dış siyasette müessir olabilmekteydiler. Ama aynı şey
halktan kadınlar için söz konusu değildir. Onlar bir mal gibi alınıp satılıyordu.
Zina durumunda, kocasının karısını öldürme hakkı vardı. Boşanmalarda ise
çocuklar babaya bırakılıyor, baba da isterse çocuklarını satabiliyordu12.
10
Uysal, a.g.e., s. 43-44
Engin, a.g.e., s. 2-5
12
Engin, a.g.e., s. 2-5
11
9
IX. ESKİ YUNANDA
"Uygarlığın beşiği" olarak nitelendirilen eski Yunan'da da
kadının
statüsünün hiç de iç açıcı olmadığı görülmektedir. Yunanistan’da kadın,
çarşıda pazarda alınıp satılan, hürriyetini kaybetmiş, her türlü medenî ehliyet
ve haklardan mahrum, hiçbir değeri olmayan varlık durumundaydı. Koca
karısını dövebildiği gibi başka birisine de armağan edebilirdi. Aile müessesesi
tamamen itibarsız, gayri hukuki ilişkiler övünç kaynağı olacak şekilde
yaygındı. Kadın, Eski Yunan’da kötülüklerin kaynağı kabul edildiği için,
hukuki şahsiyet ve medeni haklardan mahrumdu. Umumi hayata katılımları
yasaklanmıştı. Herhangi bir tasarruf hakkına sahip değillerdi. Kendilerine
herhangi bir konuda danışılmadığı gibi hiçbir işe karışmalarına da müsaade
edilmezdi13 Tüm miras erkek çocuklara verilirdi. Bir erkeğe edilebilecek en
büyük hakaret ona "kadın" demekti. Ayrıca kötü ve haksız iş yapan erkeklerin
dünyaya yeniden kadın olarak geleceklerine inanılırdı. Bu aşağılamaların
ötesinde kadın tüm kötülüklerin kaynağı olarak da kabul ediliyordu. Eflatun,
kadınların elden ele orta malı olarak gezmeleri gerektiğini söylüyor, kadını
"çocuk yapmaya mahsus bir alet" olarak görüyor; Aristo ise, kadının
yaratılışta yarım kalmış bir erkek olduğunu iddia ediyordu14
Atina'da kız babasının hareminde velayeti altında yaşar ve babası
onu istediği erkekle evlendirirdi. Kız evlenme ile kocasının velayeti altına
girerdi. Evlenmeden önce babası veya evlendikten sonra kocası ölürse,
velayet babasının veya kocasının mirasçısına geçerdi. Atina'da kadınlar
yalnız ev işlerine bakar ve haklara sahip olmayanların aşağılık duyguları
içinde yaşardı. Sürekli olarak kadınları gözeten ve mallarını yöneten bir
velileri vardı. Kız baştan çıkmışsa, babası onu köle olarak satabilirdi. Kız
13
14
Engin, a.g.e., s. 2-5
Uysal, a.g.e., s. 44
10
veya karı vasiyet yolu ile de istenilene bırakılırdı. Kadın 50 litre buğdaydan
fazla değerde bir bağıt yapamaz ve velisinin izni olmadan dava açamazdı15
Bir erkeğin karısı hür olsa da kocasının malı kabul edilmekteydi.
Koca karısını döverek cezalandırabildiği gibi, zina halinde herhangi bir ceza
almadan onu öldürme hakkına sahipti16.
X. ROMA İMPARATORLUĞUNDA
Roma Hukuku, eski çağ mevzuatının bütünü içinde kadınlara
imtiyazlı veya nispeten daha bağımsız bir durum vermemiş; aksine hayal
kırıcı bir ürkeklik göstererek onlara kamu hukuku alanında hiçbir hak
tanımamıştır. Roma İmparatorluğu'nun başlangıcında kadın babası yaşadıkça onun hâkimiyeti altındadır, evlenince de kocasının hâkimiyeti
(manus) altına geçer. Hak ehliyeti olsa bile fiil ehliyeti yoktur. Kadın eğer
babanın hâkimiyeti altında ise babası tarafından evlendirilirdi17.
Roma'da yalnız erkek Roma vatandaşı, sui juris'ti. Kadınlar sui juris
olsalar bile ya babalarının veya erkek kardeşlerinin veya kocalarının yahut
onların babalarının velayeti altındaydılar18
Kızlar, evlendiklerinde kocalarıyla "efendilik antlaşması" adı verilen
bir sözleşme yaparlardı. Roma hukuku, kadını bağımsız bir kişiliğe sahip bir
varlık olarak kabul etmiyor, aksine onu erkeğin kölesi, malını da erkeğin malı
kabul ediyordu. Bu yasada erkek, kadına karşı davranışlarından sorumlu
değildi. Öyle ki, bir kısım sosyologlar bu konudan söz ederken Romalılara
göre evlilik sözleşmesinin kadın açısından bir kölelik sözleşmesi olduğunu
söylerler
Coşkun Üçok, Ahmet Mumcu, Gülnihal Bozkurt, Türk Hukuk Tarihi, Ankara, Savaş Yayınevi,
1999, s. 88
16
Ayılmaz, a.g.e., s. 6-10
17
Ayılmaz, a.g.e., s. 6-10
18
Üçok, Mumcu, Bozkurt, a.g.e., s. 88
15
11
İçtimai hayatta hâkim, ebe, masajcı, dansöz, terzi, balık satıcısı ve
çamaşırcı olarak çalışan pek çok kadın vardı. Ancak çalışan kadın, toplumda
hoşgörüyle karşılanmazdı.
Özel hukuk alanında da hakları kısıtlı idi. Kadın medeni haklarını tek
basına kullanamıyor, mal varlığına ilişkin işlemleri kendisi yapamıyordu. Anne
ile çocuklar arasında vârislik ilişkisi yoktu. Daha sonra senato, anneye
mirastan bir pay vermeyi kabul etti. Aile reisi olan erkeğin aile fertleri üzerinde
mutlak hâkimiyeti vardı. Aile reisi karısının idamına bile karar verebilirdi. Aile
fertleri, “sürekli aile fertleri” ve “muvakkat aile fertleri” diye ikiye ayrılmıştı.
Muvakkat üyeler kız evlatlardan oluşurdu. Babaları ölecek olursa büyük erkek
kardeşlerin sultası altına girerlerdi. Evlendiklerinde de kocalarının sultasına
girerler ve öz ailesi ile olan bağları tamamen kesilirdi. Kadının boşama hakkı
yoktu. Kocasının evinde hiçbir şeye sahip olamazdı. Kız evlat, aile dinini
devam ettiremeyeceği için makbul sayılmıyordu. 19
On iki levha kanunları ehliyetsizliğe şu üç şeyi neden sayıyordu: Yaş,
akıl durumu ve cinsiyet. Yani kadın olma durumu. Romanın eski hukukçuları,
kadınları
ehliyetsiz
gösteriyordu.20
19
20
Engin, a.g.e., s. 2-5
Uysal, a.g.e., s. 45-46
saymalarının
nedeni
olarak
akıllarının
azlığını
12
İKİNCİ BÖLÜM İSLAMİYETTEN ÖNCEKİ TÜRK DEVLETLERİNDE
KADININ HUKUKİ STATÜSÜ21
İslâmiyet'ten önceki Türk Devletleri'nde yani Hunlar, Göktürkler ve
Uygurlarda kadının diğer eski hukuk sistemlerine göre çok daha iyi bir
konumda olduğunu tespit edebiliyoruz. Eski toplumlarda kadınlara karşı
görülen olumsuz tutuma Türklerde rastlanılmadığı görülmektedir. Kadının
kocasından ayrı mal edinme hakkı olduğu gibi kadın sosyal ve dini hayatta
önemli roller üstlenir, dini merasimlere katılır, hatta başkanlık ederdi.
Günümüze değin ulaşan belgeler kadınların devlet hayatında da
önemli bir yere sahip olduklarını göstermektedir. Tarihçiler, Hanların; devleti,
eşleri hatunlarla birlikte yönettiklerini belirtirler. Örneğin Kutluğ Han ölünce,
eşi Bilge Hatun oğullarının velisi olarak onun yerini almıştı22.
Fermanlar genellikle "Hakan ile Hatun buyurur ki..." diye
başlamıştır. Töreye göre kadınlara kocaları veya çocukları lehine Han'dan
şefaatte bulunmak yetkisi tanınmıştı. Yine törelere göre evli bir kadına
tecavüz idamla cezalandırıldı.
Eski Türklerde babadan sonra aileyi anne temsil etmişti. Bundan
dolayı annenin yeri, babanın diğer akrabalarından ileriydi ve çocukların
vasisi de anneydi. Türk tarihinde kadınların hükümdarların "naibi"
olabilmeleri ve devlet içinde söz sahibi olabilmeleri aile içindeki bu
konumlarından kaynaklanıyordu. Kadına verilen değerden dolayı anne
sözü babadan önce kullanılmıştı. Dede Korkut Hikâyelerinde Türk
kadınının çokça övülmesi anne hakkının Tanrı hakkı olarak görülmesi,
Uygurlara ait 21 yazıttan 9'unda önce kadının adının anılması Türklerin
kadına verdiği önem ve değerin göstergeleridir.
Türk aile yapısı ve hukuku üzerine ayrıntılı çalışmalar yapan Ziya
GÖKALP, eski Türklerde kadın ve erkeğin eşit olduğunu söylemektedir.
21
22
Ayılmaz, a.g.e., s. 11-16
Uysal, a.g.e., s. 50
13
Türk devletlerinde poligami olmakla birlikte monogami yaygındı ve eş
seçmede kadınlar da söz sahibi idi.23
Eski Türklerde evlenme akdinde anne ve babanın rızası aranmakla
birlikte, evlenecek tarafların rızası da önemlidir. Anne-baba kızlarının
temayülünü de dikkate almışlardır. Evlenme kadının hukukî ehliyeti üzerinde
hiçbir etki yaratmaz. Kadın kızlık soyadını taşımaya devam eder. Eşler arasında mal ayrılığı rejimi geçerli olduğundan kadın kendi mal varlığı üzerinde
dilediği gibi tasarrufta bulunabilir.
Kocanın ölümünden sonra kadın mirasın 1/4'ünü alma hakkına
sahiptir. Bunun dışında evlenirken getirdiği cihaz (kadının kocasının evine
gelirken getirdiği bir miktar mal) kocasının verdiği kalın(erkeğin veya velisinin kız tarafına "kalın" adı altında bir miktar mal vermesi) dan fazla ise miras
paylaşılmadan önce bu fazlalık da kendisine verilir. Babası hayatta iken
cihaz alarak evlenen, kızlar mirastan pay alamazlar. Fakat babası
hayattayken bir miktar pay alarak ev kurmuş oğulların da miras hakkı yoktur.
Erkek varisler olmadığı zaman evlenmiş kızlara da mirastan hisse verilir.
Eski Türk hukukunda kocanın yanı sıra bazı sebeplerin varlığı
halinde kadına da boşanma hakkı tanınmıştır. Kadın kocasının iktidarsızlığı,
fena muamelesi ve zina yapması sebebiyle boşanmayı talep edebilirdi.
Boşanma kocanın kusuru sebebiyle gerçekleşirse, koca verdiği kalını geri
alamayacağı gibi, karısının cihaz olarak getirdiği malı da iade etmek zorundaydı. Evlilik karşılıklı rıza ile son bulursa, koca cihazı, kadın da kalını
iade ederdi.
Eski Türklerin aile hukukunda karşımıza çıkan bir müessese de
"levirat'dır. Levirat, babaların ölümünden sonra oğulların üvey anaları ile
ağabeyin ölümünden sonra küçük kardeşlerin yengeleri ile, amcaların
ölümünden sonra yeğenlerin yengeleri ile evlenmeleridir. Bu geleneğin
amacı dul kalan kadınları himaye ve aile mülkünün parçalanmasını önle-
23
Engin, a.g.e., s. 2-5
14
mektir. Burada dikkati çeken nokta "Levirat" ile ilgili bilgilerin daha çok Çin
kaynaklarında yer almasıdır.
15
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM SEMAVİ DİNLERDE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ
İslâmiyet'ten önceki birçok dinin kadın-erkek eşitliğini kabul etmediği
gibi, kadınlar hakkında aşağılayıcı ve olumsuz düşüncelere sahip olduğunu
görüyoruz. Örneğin budizm kadını kötülüklerin kaynağı olarak görmekte ve
onu topluma düşman ilan etmektedir. Maniheizm'e göre insan karanlık
hükümdarının dünyaya getirdiği bir yaratıktır. Bu insan tek başına kala-bilse,
maddeden kurtulup nura ulaşabilir. Ancak karanlık kuvvetleri, gasbedilmiş
nurdan bu insanda var olan parça daha da küçülsün, parçalansın diye
Havva'yı yaratmışlardır24.Biz bu bölümde Yahudilik ve Hıristiyanlığın kadına
bakışını incelemeye çalışacağız.
I.YAHUDİLİK’TE
Yahudiliğin dini metinlerinde erkek çocuğun kız çocuğa tercih edildiği
ve kız çocuğun ızdırap veren bir yük, babasının utanç kaynağı olarak
düşünüldüğü görülmektedir:
“Kızın dik başlımı? Sert bir şekilde bakarsan bir daha seni
düşmanlarına alay konusu olmaktan, kasabanın diline düşmekte, dedikoduya
konu olmaktan ve seni halka utanç duymaktan alıkoyar. (Ecclesiasticus
42:11)25
Yahudi din âlimleri cennetten kovulmanın sonucu olarak kadınlara
verilen dokuz laneti şöyle sıralarlar:
24
25
4
Ayılmaz, a.g.e., s. 17
Şerif Muhammet, ‘’İslam ve Yahudi-Hıristiyan Geleneklerinde Kadın’’, http://www.sfenks.net, s.
16
“O kadınlara dokuz musibet ve ölüm vermiştir: adet ve bakirelik kanı
yükü, hamilelik, çocuk doğurma, çocukları büyütme, (kocası öldüğünde) yas
tutan birisi olarak başını örtmek, daimi bir köle veya efendisine hizmet eden
kız köle gibi kulaklarını delmek; şahit olarak kabul edilmez, hepsinden öte....
ölüm”26.
Yahudilikte kadının rolü eski dönemlerden beri var olan ataerkil
toplum yapısına uygun olarak şekillenmiş, sosyal fonksiyonlar cinsiyete göre
tesis edilmiştir.
İsrail hukukunda, ailede erkek mutlak hakimdir. Yahudi kızları,
babalarının evlerinde bile hizmetçi gibidirler. İsrail hukukunda baba kızını
satabilirdi; ailede erkek evlât varsa kızlar mirastan pay alamazlardı27.
Boşama hakkı yalnızca kocaya aittir. Yahudilerin her sabah yaptıkları
bir duada şöyle bir cümle yer almaktadır :"Ezeli ilâhımız, kâinatın kralı, beni
kadın yaratmadığın için sana hamdolsun.’’.Tevrat'ta şöyle denilir: "Kadın
ölümden daha acıdır. Salih kullar binde bir ihtimalle de olsa yakalarını
kurtaracaklardır. Fakat kadınlar arasında Allah'ın huzurunda kurtuluşa
erecek tek bir kimse bulamıyorum"28.
Yine başka bir ayette:
“Ve adam dedi: Yanıma verdiğin kadın o ağaçtan bana verdi ve
yedim… Ve rab, kadına dedi:
Zahmetini ve
gebeliğini
ziyadesiyle
çoğaltacağım. Ağrı ile evlat doğuracaksın. Ve arzun kocana olacak, o da
sana hâkim olacak.”
Ademe de:
26
Muhammet, a.g.m., s. 3
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 313
28
Uysal, a.g.e., s. 44
27
17
“Karının sözünü dinlediğin ve Ondan yemeyeceksin, diye sana
emrettiğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetli oldu, ömrünün
bütün günlerinde zahmetle ondan yiyeceksin29”
Tevrat’taki bu ayet ve benzer ayetler, İbraniler arasında erkeğe yasak
meyveyi yedirten, ilk cinsellik suçunu işleten “bastan çıkartıcı Havva”, yani
“aldatıcı kadın” imgesinin oluşmasına destek sağlamış, kadın “erkeği günaha
düşüren varlık” olarak algılanarak sürekli aşağılanmış ve hor görülmüştür.
Ailede kızlar mirasçı olamaz. Kitab-ı Mukaddes geleneğinde erkek kadının
efendisidir. Ibranice’de kocaya verilen isimlerden biri de “baal” dir ki efendi
anlamındadır. Kadının kısır olması ise kınama ve üzüntü sebebidir. Ayrıca
kadın, Yahudilikteki bir telakkiye göre periyodik rahatsızlık dönemlerinde
necis kabul edilir. Bu esnada dokunduğu her şey necis olur. Bu sebeple
kadın adet süresi bitene kadar bazen evden kovulur, bazen de özel olarak
hazırlanmış odalara hapsedilir, önüne yetecek kadar ekmek ve su
bırakılırdı30.Dahası
onun
murdarlığı
başkalarına
da
‘geçer’.
Kadının
dokunduğu her şahıs, her eşya bir gün boyunca kirli kalır.
“Eğer bir kadının akıntısı ve bedeninde akıntısı kan olursa, yedi gün
murdarlığında kalacak ve ona her dokunan akşama kadar murdar olacaktır.
ve murdarlığında üzerinde yattığı her şey murdar olacak: üzerinde oturduğu
her şey de murdar olacaktır.Ve kadının üzerinde oturmakta olduğu her hangi
bir şeye dokunan her adam esvabını yıkayacak ve suda yıkanacak ve
akşama kadar murdar olacaktır. Ve kadının oturmuş olduğu yatak , yahut her
hangi bir döşek üzerinde bir şey olursa adam o şeye dokunduğu zaman
akşama kadar murdar olacaktır” (Levililer: 15: 19-23)
Günümüz İsrail’inde, evli bir erkek evlenmemiş bir kadınla evlilik dışı
ilişkiye girerse bu kadından olan çocukları meşru kabul edilir. Bunun sebebi
kadının kocasının mülkü sayılması ve zinanın kocanın kadına karşı olan
ayrıcalıklı haklarının ihlalini içermesidir ki kocasının mülkü olarak kadının ona
29
Tekvin, 2:4
30
Engin, a.g.e., s. 5-15
18
karşı böyle bir hakkı yoktur. Eğer bir erkek, evli bir kadınla ilişkiye girerse
başka bir erkeğin mülkünü ihlal etmiş olur ve bundan dolayı cezalandırılır.
Eğer evli bir kadın evli olsun veya olmasın bir erkekle ilişkiye girerse kadının
bu erkekten olan çocukları sadece gayrı meşru olmakla kalmaz, nesepsiz
kabul edilir ve ancak dönme veya kendisi gibi nesepsiz olan Yahudilerle
evlenebilir. Bu yasak anlayışlarına göre, zina lekesi zayıflayıncaya kadar on
nesil boyunca çocuklarının soyunda devam eder31.
II.HIRİSTİYANLIK’TA
Gerçekte
Kitabı
Mukaddes
ile
Kuranın
kadın
cinsine
karşı
tutumlarındaki farklılık, kız çocuğu dünyaya gelir gelmez başlar. Örneğin
Kitabı Mukaddes doğan kız çocuğu ise Annenin ritual kirliliğinin iki kat daha
fazla (Lev. 12:2-5) olduğunu ifade eder. Katolik incili bunu açıkça ifade eder:
“kız çocuğunun doğumu bir kayıptır” (Ecclesiasticus 22:3) Bu aşağılayıcı
beyanın aksine erkek çocuğu özel övgü alır:“oğlunu eğiten adama
düşmanları gıpta eder” (Ecclesiasticus 30:3)32
Kadının
haram
meyveyi
Hz.
Adem’e
yedirerek
cennetten
kovulmasına ve böylece insan neslinin günahkâr olmasına neden olduğu
düşüncesiyle, Hıristiyanlık kadınlarla cinsel ilişkiyi günah ve kirlenme
saymaktadır. Günümüzde bile Katolik kiliselerinde yapılan evlenme törenlerinde okunan duada, "Günahla düşmüşüm annemin karnına, günah
işlemiş annem bana gebe kalırken" denilmektedir. Hıristiyanlıkta kadın
kötülüğü, şeytana uymayı ve ayartıcılığı sembolize etmiştir33.Bu sebeple din
adamları ve bütün erkekler kadınlardan uzak durmalı, hatta onlardan
kaçmalıdırlar. Kadın bir tehlike olarak görüldüğü için, bu tehlikeyi bertaraf
31
Muhammet, a.g.m., s. 7
Muhammet, a.g.m., s. 4
33
Engin, a.g.e., s. 5-15
32
19
edecek peçe, vücudu gizleyecek elbiseler ve kadın-erkek arasında katı bir
ayrımın altı özellikle çizilmiştir34 .
Aziz Augustin'e göre insanın karısı veya bir fahişeyle cinsel ilişkide
bulunması arasında pek fark yoktur. Her ikisi de günahtan arınmış değildir.
Tanrı'nın kadını neden yarattığını tartışan Augustine, kadının erkeğin eşi (arkadaşı) olarak yaratılamayacağını çünkü bu işi bir erkeğin daha iyi
yapabileceğini, erkeğe yardımcı olarak da yaratılmadığını, çünkü erkeğin bu
role çok daha uygun olduğunu savunmaktadır.
Sonuçta düşünür "Eğer
çocuk doğurmayı istisna edersek kadınların erkeklere ne faydası olduğunu
anlayamıyorum" demektedir. Üstelik ona göre kadın günah kaynağıdır.
Papa Gregorie, iki asır sonra Aziz Augustin'in öğretisini onaylayacak,
karı kocaların ilişkilerinin de günahtan arınmış olmadığına hükmedecektir.
İskenderiyeli
Clement'e
göre,
"Kadın,
kadın
olmaktan
ötürü
utanmalıdır."35
Tertullian ise kadınlar hakkında şunları yazmaktadır: "Siz şeytanın
insan ruhuna giriş kapışısınız. Siz insanı yasak ağaca yöneltensiniz. Siz
kutsal yasayı ilk ihlâl edensiniz. Siz şeytanın hiçbir şey yapamayacağı
konusunda onu (erkekleri) kandıransınız. Siz Tanrı'nın yarattığı insan
örneğini tahrip edensiniz. Sizin arzularınızdan dolayı Allah'ın oğlu bile ölmek
zorunda kaldı"36.
Asırlar sonra bile St Thomas Aquinas kadını hala kusurlu olarak
görür:
“fert olarak kadın kusurlu ve yararsızdır. Çünkü erkek hücredeki aktif
güç erkek cinsiyetinde mükemmel bir benzerliği meydana getirirken aktif
güçteki kusur veya rahatsız madde, hatta harici tesirlerde adını meydana
getirir”
Ayılmaz, a.g.e., s. 17
Engin, a.g.e., s. 5-15
36
Ayılmaz, a.g.e., s. 17
34
35
20
Hıristiyan
Mukaddes
kitabının
bir
bölümü
olan
Pavlos'un
Korintoslular'a birinci mektubunun onbirinci babında, (cümle 1-15), Hıristiyan
kadınların dua ederken başlarının örtülü olması gerektiğine dair kısımda,
kadınlarla ilgili olarak şu hüküm yer almaktadır "Çünkü erkek kadından değil,
fakat kadın erkektendir." (Cümle 8) "Çünkü erkek kadın için değil, fakat kadın
erkek için yaratıldı37." (Cümle 9). Bu nedenle de kadınlar Rab’lerine nasıl
bağlı iseler kocalarına da öyle bağlanacaklardır. Çünkü Mesih nasıl kilisenin
başı ise, erkek de öyle kadının başıdır. Pavlos, kadının çözülmez bir bağla
bağlandığı kocasına koşulsuz itaati tavsiye eder38
13. asırdan itibaren Kilise, şeytanla cinsel ilişkiye giren ve böylece
insanlar arasında fuhşu ve kötülüğü yaymak isteyen birçok kadın olduğu
görüşündeydi. Bu nedenle kilisenin insanlığı tehdit eden bu belâyı def
etmede aktif bir rol alması kaçınılmazdı. Böylece kilisenin büyücü avına çıktığına ve birçok masum insanı diri diri yaktığına ya da suda boğulmasına
neden olduğuna tanık olundu.Kilise, büyücülüğün kökünü kazımak için en
etkin yöntemleri belirleyen bir kitap yazdırmıştır.('Malleus Maleficarum'
:"büyücülerin kafasını ezecek balyoz")Bu eser, yayınlandıktan sonra uluslararası bir kanun niteliğine bürünmüş Alexandre VI, Jules II, Leon X gibi
rönesansın büyük papaları bu eserin geçerliliğini büyük bir memnuniyetle
onaylamışlardı. Çünkü mahkûmların servetleri müsadere ediliyordu. Doğal
olarak, soruşturmayı yürüten müfettişlere de, insanlığa yaptıkları bu büyük
hizmet karşılığı müsadere edilen malların bir kısmı mükâfat olarak
veriliyordu39.
Azizler ve Papazlar, kadın ve evliliği kötülemede o denli ileri
gitmişlerdi ki, tüm bu düşüncelerin etkisiyle 16. yüzyılda, "Kadının ruhu var
mıdır? Yoksa ruhsuz bir cesetten mi ibarettir?" konusunu Makon (ya da
Mason) Meclisi'nde ciddi şekilde tartışmışlardı ve bir kişi kadının özgürlüğüne
oy vermişti. Toplantı sonunda İsa peygamberin annesinin dışındaki ka-
37
Uysal, a.g.e., s. 46
Engin, a.g.e., s. 5-15
39
Uysal, a.g.e., s. 46
38
21
dınların kendilerini cehennemden kurtaran ruhtan yoksun oldukları kararına
varmışlardı.
Reformist Martin Luther’ de yan tesirleri bir yana dünyaya mümkün
olduğu kadar çok çocuk getirmenin dışında kadınların bir faydasını görmez
“Onlar yorulsa hatta ölseler bile problem değil. Bırak onlar çocuk doğururken
ölsünler. Çünkü onlar bunun için buradalar.”40
40
Muhammet, a.g.m., s. 3
22
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM İSLAMİYETTEN ÖNCE ARAP YARIMADASINDA
KADININ HUKUKİ STATÜSÜ41
İslâm'dan önceki Araplarda bazı soylu aile kızları birtakım imtiyazlara
sahip olsalar da genelde kadının durumu çok kötüydü. Her şeyden önce
dinmek bilmeyen kabile savaşları kadınlar için büyük bir tehlike oluşturuyordu.
Çünkü cahiliye Araplarında kadın, savaş sonunda herhangi bir mal gibi,
kendisinden çeşitli yollarla yararlanılan bir ganimet kabul edilirdi. Bu durumda,
kız çocuklarının ileride kendilerine utanç ve ar getirecek bir duruma
düşmesinden kaygı duyan müşrik Araplar, kız çocuğunu Allah’ın bir lütfu
olarak değil gazabı olarak algılamışlardır. Hatta hamile bir Arap kadınının
doğumuna yakın zamanlarda gözlerinin önüne bir çukur kazılır, şayet
doğan çocuk kız ise bu çukur o çocuğun mezarı olurdu. Bazı ailelerde kız
çocuklarını fakirlik korkusuyla diri diri gömüyorlardı. Bu adet toplumun
tamamında uygulanmıyordu, bazı kabilelere mahsus bir adetti. Kur'ân-ı
Kerîm'de bu uygulamalara değinilerek, onları buna yönelten zihniyet
yerilmektedir. Câhiliye döneminde zina ve fuhuş eğilimleri, son derece çirkin ve
ahlâk dışı uygulamaların, sözde nikâh usullerinin ortaya çıkmasına yol açmıştı.
Kur'ân-ı Kerîm'in bir âyetinde de işaret edildiği üzere, Câhiliye döneminde genç
kızları pazarlayarak bundan kazanç sağlayanlar vardı (en-Nûr 24/33)42.
Arap insanı, kızını toprağa gömmekle kalmaz, bir köle gibi satar,
dilerse bir ev hayvanıyla değiş tokuş ederdi. İslam öncesi Arap
Yarımadası’nda yaşama hakkı elinden alınan kadınların içtimai hayatta
birçok hakkı kısıtlanmıştı43.
Cahiliye' de, Araplar' ın kadın ve evlilikle ilgili telakkileri, mülkiyet
anlayışlarıyla ilintiliydi. Kadın hak sahibi olmaktan ziyade, hakka ve temellüke
41
Uysal, a.g.e., s. 51
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 314
43
Engin, a.g.e., s. 5-15
42
23
konu teşkil edebilen bir eşya durumundaydı. Evlenme, bilhassa göçebe
Araplar arasında karı-koca arası bir hayat ortaklığı kurma fikrinden çok, mehir
karşılığı erkeğin kadına sahip olması şeklinde anlaşılır, bunun için de
evlenme, bir nevî satım akdi gibi düşünülürdü. Evlenen kadın babanın
hâkimiyetinden çıkıp, mehir karşılığı kocanın hâkimiyetine girmiş olurdu.
Arap kadını pek çok haklardan yoksundu. Miras alma hakkından
mahrumdu. Kocası üzerinde herhangi bir hak iddia edemezdi. Kocanın
ölümü halinde kadın, onun terekesindeki diğer mallar gibi kocanın
mirasçılarına geçer, kocanın mirasçısı yoksa kadın babasının evine geri
dönerdi. Araplar kadını, hile ve tuzak sahibi, dedikoducu, uğursuz, intikamcı
olarak adlandırır, kadınların hile ve desisesinden çok çekinirlerdi. Öteden
beri kadının görüşüne itibar etmez, ona danışmazlardı. Kınamak istedikleri
zayıf ve yanlış bir söz ve görüşe de "kadınların görüşü (Re'yu'n-Nisâ)" adını
verirlerdi. Yine Arapların kadınlar hakkında "onlara danışın fakat aksini yapın
(Şâvirûhünne hâlifûhünne)" sözü meşhurdu. Hatta zaman zaman kadınların
görüş ve aklının olmadığı yolunda sözler de söyleniyordu.
Arap toplumunda bazı kimseler, babalarının ölümünden sonra
onların karılarıyla evleniyorlardı. Bazıları da iki kız kardeşi birden alıyorlardı.
Cahiliye'de evliliğin kendine özgü nitelikleri vardı. Dört çeşit nikâh
vardı:
1. Bugünkü nikâha benzeyen nikâh. Kişi, velisi bulunduğu kimseyi ya
da kendi kızını bir başkasına nişanlar sonra da evlendirirdi.
2. Koca, karısı hayızdan temizlenince onu bir başkasına gönderir,
onunla yatmasını isterdi. Kadın o adamdan hamile kalana kadar, koca,
karısına yaklaşmazdı. Kadının o adamdan hamile kaldığı anlaşılınca isterse
tekrar karısıyla beraber olurdu. Koca, bunu çocuğunun üstün niteliklere sahip
olması için yapardı. Çünkü genellikle karısını gönderdiği kimse belirli
özellikleri olan birisi olurdu.
3. Ondan fazla erkek bir kadınla beraber olurlardı. Kadın hamile
kalıp doğurunca bu erkekleri toplar ve içlerinden birisine "bu senin çocuğun"
24
derdi. Erkek bundan kaçınamazdı.
4. Birçok erkek bir kadınla beraber olurlardı. Bu tür kadınlar
genellikle fahişelik yaparlardı. Kendileriyle beraber olmak isteyenlerin bilmesi
için evlerine bayrak şeklinde bir işaret asarlardı. Bu kadınlar hamile kalınca,
kendileriyle beraber olan erkekleri toplarlar ve içlerinden istediklerine çocuğu
nispet ederlerdi44.
Boşanma hakkı hiçbir kurala bağlı olmaksızın erkeğe aitti, kocasının
onu öldürmesini önleyecek bir nizam mevcut değildi45.
44
45
Uysal, a.g.e., s. 51
Engin, a.g.e., s. 5-15
25
BEŞİNCİ BÖLÜM İSLAMİYET’TE KADININ HUKUKİ STATÜSÜ
I.GENEL OLARAK
Çalışmamızın buraya kadar olan kısmında, İslam’ın doğumundan
önceki dönemlerde ve semavi dinlerde kadının toplum ve aile içindeki
durumuyla ilgili olarak genel bir bilgi vermeye çalıştık. Şimdi ise öncelikle
İslam’ın genel olarak kadına yaklaşımına ardından ana hatlarıyla bazı
tartışmalı meselelere değineceğiz.
İslam toplumlarında kadının gerek aile hayatında gerekse siyasî,
hukukî, sosyal ve ekonomik alanlardaki konumunu bir taraftan dini kurallar,
diğer taraftan sosyal ve siyasi çevre, etnik yapı ve İslam öncesinden gelen
kültür mirası belirlemiştir. Bu sebeple İslam dünyasında kadının her yerde ve
her dönemde aynı konumda olduğunu söylemek mümkün değildir. Hatta aynı
bölgede ve aynı zaman dilimi içinde yasayan kadınlar arasında bile şehirde
veya kırsal kesimde bulunmalarına göre farklılıklar olmuştur. Ancak bu, İslam
toplumlarındaki kadınların bütünüyle farklı kimlikleri temsil ettiği anlamına da
gelmez. Onlar; sosyal, hukukî ve ekonomik konum bakımından her dönemde
belirli ortak çizgilere sahip olmuşlardır46.
Fazlur Rahman'a göre Kur'an'ın kadın konusundaki öğretisi, İslâm
öncesi Arap toplumundaki güçlü tabakalar tarafından suistimal edilen
yetimler, esirler, fakirler, kadınlar gibi toplumun daha zayıf katmanlarının
durumunu düzeltme ve güçlendirme gayretinin bir parçasıdır. Kur'an'da
insanın yaratılış serüveni anlatılırken, kadınlar ve erkekler farklı farklı ele
alınmalarına rağmen, kadınlara ve erkeklere atfedilen değer konusunda
önemli bir fark yoktur. Kur'an ana konularını sunarken kadını erkeğin bir türü
46
Engin, a.g.e., s. 5-15
26
olarak mütalaa etmez. Erkek ve kadın kendilerine aynı veya eşit itibar
verilmiş insan türünün iki kategorisidirler47
İslâm'dan önce kadınların birçok insanî haktan mahrum bulunduğu
ve eşya gibi kullanıldığı bilinmektedir. Suçlu, bir erkek, mağdur olan da bir
kadınsa; kısas yapılmazdı. Kur'an işte bu eşitsizliğe son vermiştir. Hatta bazı
durumlarda kadın haklarının daha da dikkate alındığı görülür. Kur'an-ı Kerim
bir kadını zina yapmakla suçlayan ve bunu ispat edemeyenlerin sadece bu
yalan ithamı için öngörülen kanunî cezaya çarptırılmalarını değil; aynı
zamanda bu kimselerin bir daha mahkemelerde şahitliklerinin de asla kabul
edilmemesini emreder.
Yeryüzünde kadını ilk sahiplenen kültür, İslam Kültürüdür. İslâm
hukukunda, bir insan olarak erkeğe tanınan temel insan hakları kadına da
tanınmıştır. Buna göre hayat hakkı, mülkiyet ve tasarruf hakkı, kanun önünde
eşitlik ve adaletle muamele görme hakkı, mesken dokunulmazlığı, şeref ve
onurun korunması, inanç ve düşünce hürriyeti, evlenme ve aile kurma hakkı, özel
hayatının gizliliği ve dokunulmazlığı, geçim teminatı gibi temel haklar bakımından
kadınla erkek arasında fark yoktur.
İslam’da kadının maddî ve manevî kişiliği, malı, canı ve ırzı erkeğinki gibi
değerlidir; her türlü hakaret, saldın ve iftiradan korunması gereklidir. Aksine davrananlar hakkında İslâm hukukunda ağır cezaî hükümler konulmuştur.
Kadın bağımsız bir hukukî şahsiyettir; hak ehliyeti ve fiil ehliyeti açısından
kadın olmak, ehliyeti daraltan bir sebep değildir. Haklarının kocası ya da başkası
tarafından ihlâl edilmesi halinde hâkime başvurarak haksızlığın giderilmesini
sağlamak hususunda erkekten farklı bir durumda değildir48.
Hz.Ömer ‘in şu sözü önemlidir49'Biz İslâm'dan önceki cahiliye
döneminde, kadınları hiçbir şeyden saymazdık. İslâmiyet gelip Allah onlardan
da söz edince anladık ki, onların da bize karşı hakları varmış.' (Buharı, C.
Ayılmaz, a.g.e., s. 19
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 317-318
49
ORUM Ali Osman, ‘İslam’da Kadın ve Aile Hukuku’, y.y, Eskişehir, 2006, s. 29
47
48
27
Sahih. (1315) VII/ 46; Müslim. C. Sahih, C. II/S 110,1; Küt.Sitte Muht. C10,sf-78))
İslâm kadını yüceltmiş, özelliklerine bağlı farklar dışında erkeğe eşit
kılmıştır. Evin geçimi kocaya ve erkek yakınlarına ait olduğu için kadının
geçim tasası yoktur, ev işlerini gücü yettiği kadar yapmakta, kocası ve
çocuklarından başkasına hizmet etmeye mecbur bulunmamaktadır, aşağıda
ayrıntılı şekilde anlatılacağı üzere kadının seçme (bey'at) ve danışmaya
katılma hakkı vardır. Kadın toplum içinde kendi özellikleriyle bağdaşacak
görevler alır ve hizmete katılır50.
İslâm dini zina ve fuhşu önleyici tedbirler almış kabileler arası savaşı
ortadan kaldırmıştır. Bu gelişme en çok kadınlara yarar sağlamıştır zira yeni düzen,
onları esir düşüp câriye olmaktan, erkekler için gelişigüzel bir tatmin aracı ve ganimet
malı haline gelmekten kurtarmıştır. Kur’an İslam’dan önce sürdürülen kız çocuklarının
diri diri gömülmesi geleneğine son vermiş ve kız çocuğunun erkek çocuktan farkı
olmadığını otaya koymuştur.
"Beyinsizlikleri yüzünden körü körüne çocuklarını öldürenler ve Allah'ın
kendilerine verdiği rızıkları -Allah'a iftira ederek- haram sayanlar kaybetmişlerdir.
Onlar şaşırmışlardır, doğru yolda değillerdir." (Enam, 6/140.)
"Göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır, dilediğini yaratır. O,
dilediğine kız çocuk, dilediğine de erkek çocuk verir yahut hem kız, hem erkek
çocuk verir; dilediğini de kısır bırakır. O bilendir, her şeye gücü yetendir."
(Şura,42/49-50)
"Hâlbuki onlardan birine, kız doğum haberi müjdelendiği zaman içi
öfkeyle dolar, yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen müjdenin kötülüğü,
dolayısıyla kavminden gizlenir. Şimdi acaba o çocuğu zillet ve horluğa
katlanarak saklayacak mı? Yoksa toprağa mı gömecek? Dikkat edin
verdikleri hüküm ne kötüdür! " (en-Nahl 16/56-59).
50
Hayrettin Karaman, İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul, Gerçek Hayat, 2003, s. 519-520
28
Kız ve erkek çocuklarının ilâhî bir 'hibe' (Allah vergisi) olduğunu
bildiren ayette' dilediği kimseye kız çocuğu verir, dilediği kimseye de erkek
çocuğu verir' şeklinde kızların erkeklerden önce zikredilmesini; ulemânın bir
kısmı, kızların erkeklere göre daha hayırlı olmalarına alâmet olarak
değerlendirmişlerdir. Bununla ilgili Hz. Peygamberden gelen bir rivayette de
"Bir kadının ilk çocuğunun kız olması Allah'ın o kadına bir rahmetidir51"
Hz. Peygamber (a.s.) ihsan ve ikramda çocuklarınız arasında bir
tercih yapmayın, 'âdil olun' dedikten sonra,
'Çocuklarınız arasında adaleti gözetin. Eğer ben, birisini üstün
tutacak olsaydım, kızları üstün tutardım" buyurmuştur52.
Kur’an, kadına karşı şartlanmışlığın çemberini kırmış, adeta ona reva
görülen zulmün hesabını sorgulayan bir metot kullanmıştır. İnsanın
yaratılısında ve insan neslinin devamlılığında kadının ve onun analığının
esas unsur teşkil ettiğini binaenaleyh kadının horlanamayacağını, Hz. İsa’nın
babasız olarak Hz. Meryem’den doğduğunu bildirmekle ortaya koymuştur. Bir
bakıma “hakir gördüğünüz, haklarını ketmettiginiz kadın, siz olmadan
yaratılısı doğrultusunda işlevini yerine getirdi. Eğer iddia ettiğiniz gibi bir
üstünlüğünüz varsa, siz de onlar olmadan işlevinizi yerine getirin” der gibi bir
ifade kullanmaktadır53.
Yine Kur’an Hz. Musa’nın doğumunu müteakip geçirdiği tehlike dolu
günleri anlatırken hep annesine ve kız kardeşine rol vermiş, babasından hiç
söz etmemiştir. Erbay’a göre burada da vurgulamak istenen ince espri,
çocukluğunun ilk yıllarında onun himaye ve yetiştirilmesi hususunda annenin
rolünün babanın rolünden daha üstün olduğunun bir örnekle ortaya
konmasıdır54. Nitekim bu hususta ki hadisi şerif şu şekildedir: "Cennet annelerin
ayaklan altında" gösterilmiştir (Münâvî, Feyzü'l-kadîr, III, 361)55
51
Orum, a.g.e., s. 37
Orum, a.g.e., s. 37
53
Engin, a.g.e., s. 5-15
54
Engin, a.g.e., s. 5-15
55
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 314-315
52
29
Biz insana, ana ve babasına karşı iyi davranmasını tavsiye ettik.
Annesi onu, zayıflık üzerine zayıflık çekerek (karnında) taşımıştı. Onun
sütten kesilmesi iki yıl içinde olur. Bana ve ana babana şükret.
(Lokman,14)
Annenin bu özel konumu Peygamberimiz Hz. Peygamber
tarafından veciz bir şekilde dile getirilir:
“Bir adam peygamber efendimize gelip: ey Allahın rasulu insanlar
içinde hürmet etmeme en layık kimdir? diye sordu. Allahın Resulü: ‘annendir’
buyurdu. Adam: ‘sonra kim?’ diye sordu. Peygamberimiz: ‘annendir’ dedi.
Adam yine: ‘sonra kim?’ diye sordu. Peygamberimiz ‘annendir’ buyurdu.
Adam yine: ‘sonra kim?’ diye sordu. O zaman Peygamber Sav: ‘babandır’
buyurdu. (el-Buhari)56
Kadınlara karsı iyi davranmak, yumuşak ve tatlı dille onlara hitap
etmek, haksızlık ve kabalıkta bulunmamak Hz. Peygamberin büyük
ehemmiyet verdiği bir husustur. Hz. Muhammed : 'Sizin en hayırlınız
kadınlarına karşı en hayırlı olanlarınızdır (Mace, Nikah-50; Darimi, Nikah 55;
Riyaziissalihin,1/315.)demektedir.Hz. Aişe, Hz. Mıdıammed'in eşlerini ve
hizmetçilerini kesinlikle dövmediğini söylemektedir, (ibn. Mace. "Nikah"
51)57.Hz
Peygamber
Müslümanlara
"kadınlar
hakkında
daima
iyi
davranmalarını, onları kendi akıllarınca düzeltmeye kalkmamalarını, maddî
ve manevî ihtiyaçlarını temin etmelerini tavsiye etmiş"58.Başka bir hadiste
"Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi (üç şeyi severim): Kadın, güzel koku ve
namaz; ama benim gönlüm namazdadır" buyurmuştur.59. Diğer bazı hadisler
şunlardır:
'Kadınlara eziyet etmeyiniz, onlar Allah'ü Teâlanın sizlere emânetidir.
Onlara yumuşak davranınız.'
56
Muhammet, a.g.m., s. 13
Orum, a.g.e., s. 54
58
Karaman, a.g.e., s. 519-520
59
Karaman, a.g.e., s. 519-520
57
30
'Bir erkek kadınını döverse, kıyamette ben onun davacısıyım.'(İbni
Mace, Darb-51)
Hz. Peygamber döneminde kadın, toplum hayatının içinde erkekle
yan yana gözükmektedir. Hz. Peygamber, toplumda kadının ezilmesine,
horlanmasına karsı çıkmış, haklarının elinden alınmasına engel olmuştur.
Kadınlar, Mekke döneminin ilk yıllarından itibaren Hz. Peygambere destek ve
yardımcı olmuşlardır. Hz. Muhammed’e Peygamberlik geldiği zaman O’na ilk
inanan, diğer bir tabirle, İslam dini tarihinde ilk Müslüman olan Hz. Hatice dir.
Hz. Peygamber dönemi, kadınların görüşüne önem verilip, her türlü
hususta kendileriyle istişare edildiği bir devir olmuştur. Kadınlar, ailede de
söz sahibi olmuş ve kocasının yanlış gördüğü fikirlerine karsı çıkabilmiştir.
Hz. Peygamber devri kadınlarının, serbestçe fikirlerini açıklayabilmelerinde
kadınların, Hz. Peygamber’den gördüğü desteğin rol oynadığı açıktır.
Kaynaklarımızda Hz. Peygamber devrinde, toplumda kadının da sözünün
dinlenip görüsüne saygı gösterildiğini ifade eden çok sayıda bilgi mevcuttur.
Örneğin, Mescid-i Nebevî’ye bir minber yapılmasını Hz. Peygambere bir
kadın teklif etmiştir60.
Hz. Peygamber devrinde toplumda kadınlara sağlanan olumlu bakış
tarzı Râşid Halifeler döneminde de devam ettirilmiştir. Bu dönemde de başta
Hz. Peygamberin eşleri ve Fatıma bnt Kays olmak üzere görüşlerine
başvurulan, kendilerine danışılan kadınlar mevcut olmuştur. Hz. Ömer’in
erkek evladı olmasına rağmen, vefatından sonra geride bıraktığı malı ve
mirası konusunda kızı Hz. Hafsa’yı veli tayin etmesi, bu konuda ilginç bir
örnektir61.
Denilebilir ki, Hz. Peygamber döneminde kadınların kazandıkları
konum,
onların
Râşid
Halifeler
devrinde
fikirlerini
açıkça
ortaya
koyabilmelerini sağlamıştır. Kadınlar bu dönemde Hz. Peygamber tarafından
verilen hakların geri alınmasına karşı çıkmışlardır. Zübeyr b. el-Avvâm’ın, eşi
Atike bint Zeyd’i mescide gitmekten menetmek istediği, onun da, Hz.
60
61
Engin, a.g.e., s. 5-15
Engin, a.g.e., s. 5-15
31
Peygamberin izin verdiği bir hususa sen nasıl engel olabilirsin? Diyerek
mescide gitmeye devam ettiği kaydedilmektedir. Yine kadınların mihrine bir
sınırlama getirmek isteyen Hz. Ömer’e, bir kadın Kur’an-ı Kerim’den delil
getirerek karsı çıkmış ve halifeyi düşüncesinden vazgeçirmiştir62.
Kaynaklar, Müslüman erkeklerin kendilerinin ölümünden sonra
kızlarının ekonomik yönden geleceklerini düşündükleri konusunda önemli
rivayetler ihtiva etmektedir. Mesela, Hz. Osman’ın Nale isimli eşinden olan
kızlarına gelir temin edecek el-curuf’ta kuyular açtırdığı nakledilmektedir.
Kızlarına yapılması muhtemel bir haksızlığı önlemek için Hz. Ebu Bekir’in
bıraktığı mallardan kızlara da verilmesini istediği rivayet edilmektedir63.
II. KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ
İslâm’a göre, kadın ve erkek bütün insanlar insanlıkta eşittir.
İnsanlığa bağlı haklar ile yükümlülüklerde de eşittirler, kadın değer, şeref ve
saygınlık bakımından erkeğe denktir. Ahlakî seviye ve âhiret mükâfatı
yönünden de erkek ve kadın arasında herhangi bir fark yoktur. Yönetimin ve
düzenin gerektirdiği iş bölümüne ve farklı rollere gelindiğinde eşitlik yerine
'denge, adalet, hakkaniyet, ehliyet, kabiliyet' gibi değer ve kriterler devreye
girer64.
Kur'an'da kadının erkek karşısındaki konumu ile ilgili olarak tartışma
yaratabilecek ayetlerde kadınla erkek arasında var olan dereceden
bahsedilmektedir. Aslında "derece" kavramı çeşitli ayetlerde yer almaktadır.
Örneğin Kur'an'a göre insanlar arasında bilgiye dayanan bir farklılaşma
vardır. "Dilediklerimizi derece derece yükseltiriz biz. Her bilgi sahibinin
üstünde bir başka bilen vardır"65, "Dünya hayatında onların geçimliklerini
aralarında biz paylaştırdık. Ve onların kimini kimine derecelerle üstün kıldık
62
Engin, a.g.e., s. 5-15
Engin, a.g.e., s. 5-15
64
Orum, a.g.e., s. 36
65
Yusuf: 12/76.
63
32
ki, bazısı bazısını tutup çalıştırsın"66. Görüldüğü üzere her iki ayette de
üstünlüğü belirleyen ölçüler farklı olmakla birlikte bunlar arasında cinsiyet farkı yoktur67.
Bakara suresinin 228. ayetinde kadınlarla erkekler arasında bir derece
olduğu ifade edilmektedir: ‘‘Boşanmış kadınlar ise kendi kendilerine üç hayız
müddeti beklerler. Artık (o kadınlar) Allah'a ve âhiret gününe îmân
ediyorlarsa, (bir başkasıyla evlenmek için) rahimlerinde Allah'ın yarattığını
(çocuk veya hayzı) gizlemeleri kendilerine helâl olmaz. Eğer kocaları (bu
durumu) düzeltmek isterlerse, bu (bekleme süresi)nin içinde onları geri
almaya daha çok hak sahibidirler. (Kocalarının) onlar üzerinde örfe uygun olan
(hakları) gibi, onların da (kocaları üzerinde hakları) vardır. Fakat erkekler için
onların üzerine bir derece (bir üstünlük) vardır. Allah ise, Azîz (dâima üstün
gelen) Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.’’Bu ayet birçok İslâm hukukçusu
tarafından tüm sosyal ortamlarda tüm erkek ve kadınlar arasında bir derece
olduğu
şeklinde
bahsedilmektedir
anlaşılmıştır.
ve
erkeklerin
Fakat
derece
ayetin
başlangıcında
üstünlüğü
talâk'dan
boşanma
iradesini
serbestçe açıklayabilmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu ayetteki derecenin
sadece
bu
konuyla
sınırlandırılması
Kur'an'ın
ruhuna
daha
uygun
düşebilir68.Diğer bir görüşe göre ise 'bir derecelik üstünlük' "aile reisliği" ile
ilgilidir69.
Fazlur Rahman'a göre Bakara suresinin 228. Ayetinin sebep/illet'i
Nisa suresinin 34. ayetinde verilmektedir: "…Allah'ın insanlardan bir kısmını
diğerlerine üstün kılmasından ve erkeklerin mallarından harcamalarından
dolayı, erkekler kadınların yöneticisidirler...". Bu ayette Allah bazısını
bazısına tercih ettiğini (faddale) açıkça ifade etmektedir ve erkekler
kadınlara üstün kılınmıştır (Kavvâmüne alâ). Ancak burada üzerinde
durulması gereken noktalardan birisi Kur'an'ın bu ibareyi oldukça sık bir
şekilde bazı insanların diğer bazılarına nazaran -sadece bir cinsiyetin
Zühruf: 43/32.
Ayılmaz, a.g.e., s. 23
68
Ayılmaz, a.g.e., s. 23
69
Orum, a.g.e., s. 37
66
67
33
diğerine nazaran değil- mal ve mülk edinmede veya başka şeylerde daha
iyi performansa sahip olduğunu imâ için kullanmasıdır. Dahası bazı
peygamberlerin icraatlarının -peygamber olarak birbirlerine eşit konumda
olmalarına rağmen-bazılarının daha iyi olduğu ifade edilir. Bundan dolayı bu
ibare kişiler arasında doğuştan bir eşitsizliğe göndermede bulunamaz. Nisa
Suresinin
34.
ayetindeki
erkeklerin
üstünlüğü
ise
mallarından
harcamalarından kaynaklanmaktadır. Çünkü evlilik kurumu içerisinde
kadına mehir ödeme, eşinin ve çocuklarının her türlü ihtiyaçlarını karşılama
görevi kocaya aittir. Kadın evin ve çocukların hiçbir masrafına karışmak zorunda değildir70.
Kur'ân-ı Kerîm'de erkeğin kadından üstün yaratıldığı izlenimini veren
âyetler, toplumsal bakış ve telakkileri yansıtmaktadır71. Meselâ
"Sayesinde Allah'ın bir kısmınızı diğer kısmınıza üstün tuttuğu şeye
imrenmeyin, onun için iç geçirmeyin, hayıflanmayın. Erkekler kendi
kazandıklarında pay sahibi olduğu gibi, kadınlar da kendi kazandıklarında
pay sahibidir. Bu yönde Allah'ın lütuf ve ikramından isteyin" (en-Nisâ 4/32)
"Yine herkes (erkek ve kadın) ana baba ve yakınların bıraktıklarında
aynı şekilde pay sahibidirler..." (en-Nisâ 4/33)
Bu âyetlerde anlatılmak istenen husus insanlar arasında erkek olmanın
avantajlı olduğuna dair yaygın telakkinin Allah nezdinde bir öneminin olmadığıdır.
Evet, erkeklik ve kadınlık Allah'ın takdiri gereği olan bir şeydir. Yaratılış ve türeyiş
bunun üzerine kurulduğu için, bir kısım insanların erkek, bir kısmının kadın
olması kaçınılmazdır. Yaratılış gereği doğal farklılıkların da etkisiyle mevcut
toplumsal telakkilerin bir cinse üstünlük atfetmesi sebebiyle niye o cinsten
olmadığınıza hayıflanmayın. Bu Allah'ın takdiridir. Fakat Allah karşısındaki
konum, Allah ile olan ilişkiler bakımından erkek kadın farkı olmadığı gibi
insanî kazanımlar açısından da aralarında bir fark yoktur, kemale yürümede
fırsat eşitliği vardır ve herkesin kazandığı kendisinedir. Kadın erkek farklılığı
70
71
Ayılmaz, a.g.e., s. 23-24
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 315
34
ve cinsler hakkındaki toplumsal telakkiler Allah açısından bir değere sahip
değildir72.
Kur'an'da bir çok ayette herhangi bir ayrım yapılmadan kadın ve
erkeğe ortak hitap edildiğini ve ceza ve mükafatta da eşitlik olduğunu
görmekteyiz73.Kadın, yaratılış itibariyle erkeğe göre ikinci derecede bir değere
sahip değildir. İlke olarak insanların en değerlisi, "takvada en üstün olanıdır" .
Kuran-ı Kerim'de:
'Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizi
tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en seçkininiz,
(kötülüklerden) en çok korunanınızdır (Hucurat, 49 /13)
'Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih amelde bulunursa,
onlar cennete girecek ve onlar bir çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar bile
haksızlığa uğramayacaklardır.'( Nisa :4 /124)
"Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin erkekler ve
mümin kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, özü-sözü doğru
erkekler ve özü-sözü doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden
kadınlar, Allah korkusuyla ürperen erkekler ve Allah korkusuyla ürperen kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler
ve oruç tutan kadınlar, ırz ve iffetlerini koruyan erkekler ve ırz ve iffetlerini
koruyan kadınlar, Allah'ı çok anan erkekler ve Allah'ı çok anan kadınlar,
Allah bunlar için bağış ve büyük mükafat hazırlamıştır"( Ahzab: 97/35)
"Erkek yahut kadın, her kim inanmış olarak iyi bir iş yaparsa onu tertemiz bir hayatla yaşatırız ve böylelerinin ücretlerini, işleyip ürettiklerinin en
güzelleriyle karşılarız"(Nuhl: 70/97)
72
73
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 315-316
Ayılmaz, a.g.e., s. 21
35
"Rableri onlara karşılık verdi: "Ben sizden erkek-kadın hiçbir
çalışanın ürettiğini boşa çıkarmayacağım" Hep birbirinizdensiniz"( Âli İmran:
3/194-195),
"Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği
emrederler, kötülükten alıkoyarlar. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Allah'a ve
resulüne itaat ederler. Allah bunlara rahmet edecektir"( Tevbe: 3/71).
'İlim öğrenmek (kadm-erkek) her müslümana farzdır.'4
'İnsanlar (kadın-erkek) bir tarağın dişleri gibi eşit ve müsavidirler
(A.Hambel.Müsned,VII/411)
Endülüs'ün büyük âlimlerinden İbn Hazm'da şu tespiti yapar; "Hz.
Muhammed (a.s.) hem erkeklere, hem kadınlara eşit olarak gönderilmiştir.
Allah 'u Teâlâ 'nın hitabı, Peygamberinin hitabı, aynı şekilde hem erkeklere,
hem de kadınlara yöneliktir. Açık bir nass veya icma ' olmadıkça, bu hitapları
erkeklere tahsis edip kadınları dışarıda bırakmak caiz değildir 74."
III. İLK İNSANIN YARATILIŞI:
İslâm inancına göre Hz. Âdem bütün insanlığın atası olduğu gibi, Hz.
Havva da annesidir (el-Hucurât 49/13). Ehl-i kitabın, Âdem'i "aslî günah"
işlemeye eşinin kışkırttığı şeklindeki inançları Kur'ân-ı Kerîm'deki bilgilerle
bağdaşmaz. Nitekim Tevrat'ta "yasak meyve"yi, yılanın kadına, kadının da
Âdem'e yedirdiği belirtilirken (Eski Ahid, "Tekvin", 3), Kur'an'da "Şeytan ikisini de
ayartıp yanılttı" (el-Bakara 2/36) buyurularak her ikisini de şeytanın aldattığı
belirtilmektedir75.
Bu kıssa da Taha suresi 115-121 dışında Adem ve Havva'ya
beraber hitab edilmektedir.
74
75
Orum, a.g.e., s. 38
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 316-317
36
"Ey Adem! Sen ve eşin cennette oturun, dilediğiniz yerden yiyin ama
şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zalimlerden olursunuz" 76.
"Nihayet onları kandırarak aşağıya çekti, O ikisi ağaçtan tadınca
çirkin yerleri kendilerine açıldı. Rableri onlara seslendi: "Ben size bu ağacı
yasaklamadım mı, ben size, şeytan sizin için açık bir düşmandır demedim
mi?"77.
Kur'an Hz. Adem ve Hz. Havva'nın cennetteki kandırılışları ve
itaatsizlikleri hakkındaki kıssası anlatırken her ikisine birden hitap etmediği
yerde de muhatabı Adem'dir. "Andolsun, bize daha önce Adem'e ahit verdik
de unuttu: biz onda bir kararlılık bulamadık" "... Adem rabbine isyan etmiş,
şaşırıp kalmıştı"78.
Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere Kur'an kadını yoldan sapmanın
ve cezaya çarptırılmanın nedeni olarak gören Yahudi ve Hıristiyan anlayışını
bertaraf etmekte, Cennet'den çıkarılmaya neden olan suçu sırf kadına
yüklemeyip, Hz.Adem ve Hz.Havva'nın eşit oranda sorumluluğunu kabul
etmektedir79.
Kur'ân-ı Kerîm'in tasvir ettiği yaratılış sahnesine göre, önce erkek yaratılmış, daha sonra ve bizzat ondan (veya aynı asıldan) eşi (kadın) yaratılmış ve
bütün insanlar bu çiftten türemişlerdir (el-Bakara 2/187). Bu tasvir, öz ve esas
itibariyle, kadın erkek ayırımı yapmaktan ziyade bu ayırımın olmadığını, asıl olanın
"insan" olduğunu anlatmaktadır. Tasvirde ikinci olarak vurgulanan husus ise, erkek
ve kadının, birbirlerinin hasmı ve rakibi değil, bir bütünün parçaları oldukları ve
birbirini tamamlayıp bütünledikleridir80. (…Onlar,sizin için bir örtü, siz de onlar
için bir örtü durumundasınız -el-Bakara 2/187)81
76
A'raf: 39/19.
A'raf: 39/22.
78
Tâhâ: 7/115, 7/121.
79
Ayılmaz, a.g.e., s. 20-21
80
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 315
81
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 316-317
77
37
IV. SOSYAL HAYATTA VE ÇALIŞMA HAYATINDA KADINLAR 82:
İslâm, erkeğin ve kadının karşı cinse olan ihtiyaç ve temayülünü tabii bir
vakıa olarak karşılamakla birlikte (Âl-i İmrân 3/14; er-Rûm 30/21), bunun meşru bir
zeminde, düzen ve ölçü içinde gerçekleşmesini gaye edinmiş, hem bireylerin hem
de toplumun ortak yararlarını koruyan bir dizi tedbir ve düzenleme getirmiştir.
Bunun için de Kur'an ve hadislerde kadın, cinsel tatmin ve zevk aracı olarak değil
anne, eş, evlât gibi belli bir insanî değer olarak takdim edilir. İslâm, kadının
güzelliğinin ve vücudunun zevk ve eğlenceye, ticarete, cinsel tahrik ve
pazarlamaya konu edilmesine de şiddetle karşı çıkmıştır. Kadının sesinin fitneye
yol açacağı, bunun için de yabancı erkekler tarafından duyulmasının doğru
olmadığı şeklinde klasik literatürde yer alan görüşler de bu amaca yöneliktir.
Burada söz konusu edilen kısıtlama ile, erkek ve kadınların bir arada yaşaması,
birbirlerini görmeleri ve seslerini duymaları değil, kadın-erkek ilişkilerinde fitne, tahrik
ve ölçüsüzlük önlenmek istenmektedir. Yoksa Hz. Peygamber'in ve sahâbîlerin
genç ve yaşlı hanımlarla konuştuğuna dair pek çok örnek vardır. Kadınların
ticaret, eğitim, seyahat, sosyal ve beşerî ilişkiler gibi normal ve sıradan ihtiyaçlar
için erkeklerle sesli konuşmalarının veya örtünmesi gerekli yerlerini örtmeleri
şartıyla birbirlerini görmelerinin caiz olduğu açıktır. Ancak kadın ve erkeğin sosyal
hayattaki yakınlık ve ilişkisi gayri meşru beraberlikler, kötü arzu ve planlar için bir
başlangıç teşkil edecek bir boyut kazandığı zaman bu davranış kendi özü itibariyle
değil, yol açacağı kötülükler sebebiyle yasaklanmış olmaktadır. Şu var ki, "fitne"
kavramının devir ve muhitlere göre farklı tanım ve kapsamının olabileceği
düşünülürse, kadının sesi, kadının erkeklerle konuşması ve sosyal hayata katılımı
konusunda
da
zaman
ve
zemine
göre
farklı
ölçü
ve
yaklaşımların
benimsenebileceği söylenebilir83.
İslâm'da kadının konumu ve hakları konusundaki tartışmaların önemli bir
kısmı da, kadının sosyal hayata katılımı, çalışması ve kamu görevi üstlenmesi
noktalarında odaklaşır. Özetle ifade etmek gerekirse, kadının ev içinde ve dışında
82
83
Engin, a.g.e., s. 5-15
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 320
38
çalışması, ailenin ihtiyaçlarını sağlamada kocasına yardımcı olması kural olarak
caizdir ve kadının böyle bir hakkı vardır. Bu konuda bir sınırlama ve yönlendirme
varsa, o da kadın ve erkeğin birbirini tamamlayan farklı özellikleri ve kabiliyetlerine
bağlı önceliklerle ilgilidir. Kadının öncelikli olarak işi ve görevi, ev idaresi, çocuk
bakım ve eğitimidir. Erkeğin öncelikli işi ise ailenin geçim yükünü omuzlamaktır.
Şartlar değiştiğinde, ihtiyaç bulunduğunda kadın ve erkeğin birbirine yardımcı
olması hatta rollerin değişmesi mümkündür. Önemli olan hayatın huzur ve düzen
içinde geçmesi, ihtiyaçların karşılanmasında bireylerin imkân ve kabiliyetlerine
uygun sorumlulukları dengeli şekilde üstlenmeleridir. Hz. Peygamber'in, evin iç
işlerini kızı Hz. Fâtıma'ya, dış işlerini ise damadı Hz. Ali'ye yüklemiş olması,
Müslümanlar için bir aile modeli oluşturma amacına yönelik bağlayıcı bir kural değil,
ihtiyaç, örf ve âdete dayalı tavsiye niteliğinde bir çözüm görünümündedir. Kadının
çalışmasının ve kamu görevi üstlenmesinin sınırlandırılmasına ilişkin olarak İslâmî
eserlerde yer alan görüş ve hükümler, nasların açık ifadelerinden değil
hukukçuların
içinde
bulunduğu
sosyokültürel
ve
ekonomik
şartlardan
kaynaklanmaktadır. Hz. Peygamber devrinden itibaren kadınlar çeşitli özel ve kamu
işlerinde çalışmışlar, önemli görevler üstlenmişlerdir. Kadının öğretmenlik, memurluk,
doktorluk ve hemşirelik gibi görevleri üstlenmesinin caiz olduğunda ciddi bir ihtilâf
mevcut değildir.84 Hz. Peygamber döneminde kadınların, çalışma hayatında
özellikle beceri gerektiren el işlerinde faal olarak yer aldıkları görülmektedir.
Başta Resulullah’ın eşleri olmak üzere kadınların terzilik, dericilik gibi
zanaatları uğraşı alanı seçtikleri nakledilmektedir.Hz. Peygamber devrinde
birtakım kadınların tıp alanında da uğraş verdiklerini görmekteyiz. Örneğin
Esmâ bint Umeys’in iyi bir doktor olduğu nakledilmektedir85.
84
85
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 321-322
Engin, a.g.e., s. 5-15
39
V. SİYASİ HAKLAR86
İslam Hukuku açısından başlıca siyasal haklar şunlardır:Seçme ve
Seçilme, Danışma, Denetleme, Azletme, Kamu hizmetlerine Katılma
Kadının siyasal hakları konusunda, Kur'ân'da açık bir hüküm yoktur.
Konuyla ilgili görüşler, daha çok Hz. Peygamber
yorumlarından
(s.a)'in
hadislerinin
kaynaklanmaktadır.
Kadının siyasal hakları seçme ve seçilme hakları çerçevesinde
tartışılır. Diğer haklar -ve ödevler- bu hakların belirlenmesiyle gündeme gelir.
Genel anlamda kadının siyasal hakları ve özelde seçme ve seçilme
hakları ile ilgili üç görüş vardır. Bir kısım İslam Hukukçuları kadının devlet
başkanlığı dahil bütün siyasal haklara sahip olduğu görüşündedirler.
Bazılarıysa, hiçbir siyasal hakkı olmadığını söylerler. Üçüncü kısımdakilerse,
seçme hakkına sahip olup, seçilme hakkına sahip olmadıklarını belirtirler.
A.Seçme Hakkı
Devlet başkanını seçmek yalnızca bir hak değil aynı zamanda bir
ödevdir. Kadın ve erkeklerden oluşan toplumu yönetecek kişiyi seçmek,
toplumun bir parçası olan kadın ve erkek her iki cinsin hakkı ve ödevidir.
Kadının seçme hakkının olmadığına dair herhangi bir nas yoktur. "Eşyada
aslolan ibahadır", "haramlığı bilinmeyen helâl hükmündedir" ve "istisna
edildiğine dair bir nas bulunmadıkça sahip oldukları hak ve üstlenecekleri
görevlerde kadın ve erkeğin eşitliği esastır" kaideleri gereğince kadın seçme
hakkına sahiptir.
Genellikle bu konuda görüş birliği vardır. Hz. Peygamber (s.)'in
kadınlardan bey'at alması ve İslam tarihinde yer alan uygulamalar, kadınların
seçme hakkı olduğunu göstermektedir.
86
Uysal, a.g.e., s. 139-147
40
B.Seçilme Hakkı
Günümüz İslam Hukukçuları’ndan bazıları, Kadının genel velayet
bağlamında devlet başkanı olamayacağını, ancak milletvekili seçilebilme
haklarının olduğunu söylerler. Prof. Dr. Yusuf el-Kardâvî ve Prof. Dr. Mustafa
Sibâî, bu görüşü paylaşanlardandır, Prof. Dr. Abdülkerim Zeydan ise, kadının
devlet başkanını ve milletvekillerini seçme hakkı olduğunu, fakat devlet
başkanı ve milletvekili seçilemeyeceğini dile getirir. Kadınların devlet başkanı
olamayacaklarını belirten bir ayet ya da kesin bir hadis yoktur. 330 Bununla
birlikte İslam Hukukçuları, kadının devlet başkanı ya da üst düzey yönetici
olup olamayacağı konusunu tartışmışlar, genelde olumsuz görüş sahibi
olmuşlar ve çeşitli deliller ileri sürmüşlerdir. En güçlü delil olarak ileri
sürdükleri hadis "İşlerini kadına bırakan bir millet asla felah bulmayacaktır"
mealindeki hadistir.
İslam Hukukçularının çoğu, bu hadisi, kadının devlet başkanı ve
hâkim olmasını engelleyen bir nas olarak görmektedirler. Bazılarıysa
yalnızca
devlet
başkanlığını
olumsuzladığını,
diğer
siyasal
görevleri
kapsamadığını ifade etmektedirler.
Bu durum, Hz. Peygamber (s.a.v)'in bu sözü söylemesini hazırlayan
nedenleri göz önüne
almaksızın,
hadisi,
genel bir kanunmuş gibi
algılamalarından kaynaklanmaktadır.
Hadisin söyleniş nedeni (sebeb-i vurûdu) şöyledir:
Hz.
Peygamber
(s.a.v)
komşu
ülkelerin
devlet
başkanlarına
mektuplar göndermişti. Bu arada İran'a da bir mektup göndermiş, İran kisrası
kendisine ulaşan mektubu parçalayıp atmıştı. Bu haber kendisine ulaşan Hz.
Peygamber (s.), "Onlar da paramparça olsunlar" demişti. Bir süre sonra
kisranın ölüp yerine kızının hükümdar olduğu duyuldu. Bunun üzerine de
"İşlerini kadına bırakan bir millet asla felah bulmayacaktır" buyurmuştu.
41
Hz. Peygamber (s.a.v )'in bu sözü söylemesini hazırlayan tarihî
sebepler, hadisin genel-geçer bir kaideye değil, belli bir toplumun akıbetini
haber vermeye yönelik olduğuna delildir. Önce "paramparça olsunlar"
buyrulup daha sonra da kisranın kızını başlarına geçirdiklerini duyunca "felah
bulmayacaklarının, haber verilmesi, bu gelişmenin Hz. Peygamber tarafından
iyiye alâmet görülmediğini gösterir. Ancak bunu, kadının kamu görevlerinde
çalışmasının caiz olmadığına delil saymak mümkün değildir.
Kadının devlet başkanlığı yapabileceğine dair deliller ana hatlarıyla
şöyle sıralanabilir:
1.
İslam da kadın ve erkek haklar ve yükümlülüklerde eşittirler.
2.
Tevbe 71'de Allah Teâlâ,
"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin dostları ve
yardımcılarıdır, iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar, namaz kılarlar,
zekat verirler, Allah'a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunlara
rahmet edecektir. Allah şüphesiz güçlüdür, hakimdir."buyurur.
Açıkça anlaşılmaktadır ki, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar
birbirlerinin velileridir. Yani, velayet hem erkekler, hem de kadınların hakkı ve
ödevidir.
Reşit Rıza, bu ayetin, kadının dinî, edebî, içtimaî ve siyasî işlerle
meşgul olabileceğini belirttiğini söylemektedir.
3.
Kurân-ı Kerim'de, Neml 22-44'de, Hz. Süleyman'la, Seba
Melikesi Belkıs'tan bahsedilir. Seba Melikesi Belkıs,
Yemen’de bir
kadın
hükümdardır. Halkı refah içinde yaşamaktadır. Hükümdar, kararlarını istişare
ile alıp halkını başarıyla idare etmektedir. Hz. Süleyman’la görüşmüş ve
Müslüman olmuştur.
Bu tarihî olay, İslam öncesine ait bulunmakla beraber Kurân-ı
Kerim'de anlatılmakta, Müslümanların bundan ibret ve örnek almaları
istenmektedir. Belkıs yönetiminin aleyhinde hiçbir şey söylenmemekte, onun
42
bilgisini, ileri görüşlülüğünü, yönetim becerisini gösteren sözleri ve davranışları nakledilmektedir. Tam yeri geldiği halde bir ülkeyi kadının
yönetmesinin
kötü
sonuçlar
doğuracağına
ilişkin
bir
işaret
bile
verilmemektedir.
C.Kamu Görevine Girme Hakkı.
Hâkimlik ve üst düzey yöneticilik yapmasının cevazı konusunda hayli
farklı görüşlerin bulunması bu yönde bir gelenek veya telakkinin bulunmayışıyla
yakından ilgilidir. İslâm hukukçularının çoğunluğu kadından hâkim olmayacağı
görüşünde ise de bu görüşün açık bir naklî delili yoktur.
Hanefîler ve İbn Hazm, kadınların şahitlik yapabildiği dava türlerinde
hâkimlik de yapabileceği görüşündedir.
Taberî ve Hasan-ı Basrî gibi İslâm bilginleri ise kadından hâkim olmasına
hiçbir dinî engelin bulunmadığını ileri sürerler.
Öyle anlaşılıyor ki klasik dönem İslâm hukukçuları, kendi devirlerindeki
bilgi, kültür ve tecrübe birikimlerinden hareketle, kadınların adaleti gerçekleştirme,
yargılama ve hükmü uygulama konusunda erkekler ölçüsünde dirayetli
olamayacağı, bunun için de hâkim olmalarının doğru olmadığı görüşüne sahip
olmuşlar, haliyle bu görüşler hukuk doktrininde de ağırlık kazanmıştır. Kadınların
kaymakam, vali, devlet başkanı gibi üst düzey kamu yöneticisi olamayacağı
yönünde klasik fıkıh literatüründe yer alan görüşlere de benzeri bir açıklama
getirilebilir. Hâkimlik ve yöneticilik, toplumda önemli bir kamu görevi olduğundan
İslâm'ın cins, yaş veya renklere göre bir aynım yapmayacağı, aksine hâkimlerin
ve yöneticilerin bu görevi hakkıyla yürütebilecek niteliklere sahip olması üzerinde
duracağı açıktır. Hz. Peygamber devrinde kadınlar, henüz haklarındaki olumsuz
yargılar tamamen silinmemiş olduğu halde içtihad etmiş, hüküm ve fetva vermiş, bir
nevi hâkimlik ve yöneticilik yapmış, savaşlara katılmış, yönetimin kararlarını
etkileyecek ölçüde siyasî faaliyetlerde bulunmuşlardır. Ancak kadınların da sahip
oldukları hak ve yetkilerin uygulamaya geçirilmesi ve kadınların sosyal hayatta
43
aktif rol üstlenmeleri tamamen sosyoekonomik ve kültürel şart ve ihtiyaçlarla ilgilidir.
İslâm bu konuda temel hak ve ilkeleri belirtmekle yetinmiş, geri kalan kısmı
Müslüman toplumların kendi gelişim seyrine terk etmiştir. Bu itibarla kadınların
kamu görevi üstlenmesi ve sosyal hayata iştirakleri konusunda daha sonraki
dönemin kaynaklarında yer alan yönlendirme ve kısıtlamalar, genelde İslâm
bilginlerinin kendi bilgi, tecrübe ve kültür birikimlerinden, toplumda yaygın
telakkilerden, bu yönde ciddi bir ihtiyacın bulunmayışından, biraz da devrin
olumsuz şartlarından kadınları uzak tutma gayretlerinden kaynaklanmaktadır87.
İslam'da kadının, gerektiğinde kamu görevi yapmasını yasaklayan
açık, kesin, bağlayıcı bir nas yoktur. Aksine bu kapıyı aralayan deliller vardır.
Kuran ve Sünnet'te kadının siyasal görevler üstlenmesine engel bir nas
yokken İslam tarihinde siyasal konularda hem fikir vermek suretiyle hem de
fiilen rol oynamış olan kadının bu tür görevleri ifa etmesini önlemek, İslam'ın
ana prensipleriyle uyuşmamaktadır.
VI. SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜ
Gerek hadislerde (bk. Buhârî, "Nikâh", 111; Müslim, "Hac", 413-424) gerekse fıkıh literatüründe yer alan, kadının ancak yanında kocası veya mahremi
olan bir erkeğin bulunması halinde yolculuk edebileceği şeklindeki ifadeler de,
yine kadını korumaya yönelik bir tedbir olarak görülmelidir. Burada yolculuktan
maksat, namazları kısaltmayı veya ramazan orucunu ertelemeyi caiz kılacak
ölçüdeki ve o dönemin şartlarında yaya olarak veya deve yürüyüşüyle üç gün
sürecek bir yolculuktur. Kadının tek başına ya da mahremi olmayan bir erkekle
yolculuk etmesinin, özellikle yolculuğun hayvan sırtında veya yaya olarak, çöl,
dere-tepe aşarak yapıldığı bölge ve devirlerde hem kadın hem de erkek
açısından birtakım sakıncalar taşıdığı, en azından üçüncü şahısların kötü zan
ve dedikodularına yol açabileceği, bunun da kadının iffet duygusunu rencide
87
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 321-322
44
edebilecek uygunsuz bir durum olduğu açıktır. Bu sebeple fıkıh kitaplarında
kadının uzak yerlere ancak kocası ile veya kendisiyle evlenmesi caiz olmayan
oğlu, kardeşi, kayınpederi gibi mahremi bir erkekle seyahat etmesinin gereği
üzerinde durulmuştur. Hanefî ve Hanbelî mezheplerinde kendisine bu şekilde
refakat edecek bir mahremi bulunmayan kadına haccın vacip olmadığı hükmü
benimsenirken de bu noktadan hareket edilmiştir. Mâliki ve Şâfıî mezheplerinde
ise, kadının kendisi gibi birkaç kadınla birlikte bir grup oluşturarak hacca gidebileceği görüşü ağırlık kazanmıştır. Şu halde, kadının yakını olmadan tek
başına veya yabancı erkeklerle birlikte seyahat edemeyeceği şeklindeki
görüşleri bu zeminde değerlendirmek, kadının kişilik, onur ve iffeti için benzeri
tehlike veya sakıncaları bulunduğu şehir içi veya şehir dışı yolculukları aynı
grupta ele alarak öncelikle mevcut ve muhtemel sakıncaları gidermek, bu
mümkün olmazsa geçici ve özel bir tedbir olarak refakatçi erkek çözümünü
benimsemek gerekir. Nitekim Hz. Peygamber de bir kadının Yemen'den Şam'a
kadar tek başına güven içinde seyahat edebilmesini Müslüman toplumlar için
ideal bir hedef olarak gösterir. Bu itibarla kadının yolculuğu konusunda seyahat
özgürlüğünü kısıtlamak değil kadınların ve her bireyin güven ve huzur içinde
yolculuk edebilmesini sağlamaktır. Bunun için de yolcuların emniyet ve güven
içinde bulunduğu, açıklık ve belirli bir düzen içinde yapılan otobüs, tren, uçak
yolculukları veya özel araçlarda yolculuk konusunda günümüzde daha
hoşgörülü düşünmek mümkün görünmektedir88.
VII. EVLENME
İslâm hukukçuları evlenme ehliyetine sahip olan bir kızın -yani akıl ve
baliğ ve kendi başına bu akdi yapabilecek durumda olan- nikahta mutlaka
rızasının alınması gerektiği konusunda ittifak halindedirler. Hanefi mezhebine
göre akıllı ve bulûğa ermiş olan bir kızı velisi tarafından cebren yani rızası
88
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 320-321
45
hilâfına evlendirilemez89.Buhari ve Müslim'e göre Peygamberimiz Hansa b.
Huddam el-Ensâriyyenın böyle yapılan nikâhını geçersiz saymıştır. Çünkü o
babası tarafından zorla evlendirilmişti90.
Birden fazla kadınla evlenme meselesine gelince ; çok eşlilik sadece
Arap âleminde değil; eski Yunan tarihinde de ve o dönem ki birçok uygarlıkta
yaygın bir durumdu91 ve her hangi bir sınırlandırmaya tabi değildi.İslam dini
bu durumu 4 sayısı ile sınırlandırmıştır.Bu konudaki âyeti kerime şudur:
"Yetimlerin
hakkına
riâyet
edemeyeceğinizden
korkarsanız,
beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın; haksızlık etmekten
korkarsanız tek kadın ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun
olanıdır.(Nisa,4/3)
Yetimler, çoğu kez velileri tarafından evlendirilmekte, damat adayı ile
şartlar konusunda da velilerin isteği belirleyici olmaktadır. Yetim, bir başkası
ile evlendirilirken onun menfaatinin koruyucusu velisidir. Kızın daha yakın
erkek akrabası bulunmadığında velilik sırası, aralarında evlenme caiz olan
amcaoğullarına kadar gelebilmektedir. Bu durumda eğer yetimi bizzat veli
almak, nikâhlamak isterse onun koruyucusu yok demektir, şartları belirlemek
de -aynı zamanda evlenme akdinin diğer tarafı olan- veliye kalmaktadır. Bu
durumda hakkın kötüye kullanılması, yetimlerin hukukunun zayi olması
ihtimali artacağından Allah Teâlâ velilere, adaletten sapma riski karşısında,
himayeleri altında bulunan ve kendileriyle evlenmeleri caiz olacak kadar da
uzak akrabaları olan yetim kızlarla evlenmek yerine başka kadınlarla
evlenmelerini tavsiye etmekte, "ikişer, üçer, dörder" demek suretiyle de,
dünyada evlenilecek kadınların tükenmediğine, velayeti altındaki yetim kızlar
dışında birçok kadının bulunabileceğine işaret buyurmaktadır92.
Ancak burada birden fazla kadınla evliliğin bir emir izindir.Bu izni
hayatın değişen şartları içinde ve İslam’ın diğer kuralları ile birlikte ele almak
Ayılmaz, a.g.e., s. 26
Orum, a.g.e., s. 39
91
Orum, a.g.e., s. 43
92
Orum, a.g.e., s. 44
89
90
46
gereklidir. İslam’a göre zina kesin olarak haramdır; şu halde zinaya giden
yolları tıkamak gerekir. Erkeğin güçlü ve yeterli, kadının ise zayıf ve isteksiz
olması , savaş vb. sebeplerle erkeklerin azalması ve kadınların çoğalması
gibi durumlarda, erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi zaruri olabilir. Ancak
önemle vurgulamak gerekir ki bu izin adalet şartına bağlanmıştır .İlgili ayet şu
şekildedir:
"Tutkunluk derecesinde isteseniz de kadınlar arasında adaleti
sağlamaya güç yetiremezsiniz. Öyle ise birine tamamen yönelip ötekini
askıda bırakmayın. Barışı esas alıp sakınırsanız Allah çok affedici, çok
merhametli olacaktır."(Nisa-129)93
Mevdûdî ye göre ‘’kim adaleti yerine getirmeksizin bu izinden
yararlanır ve birden fazla evlenirse Allah'ı aldatmaya çalışmış olur. Bu
nedenle Devlet mahkemeleri, bir kadına ve kadınlara yapılan haksızlıkları
ortadan kaldırmak için, zorlayıcı önlemler alma yetkisine sahiptir’’. 94
Dr.
Abdülkerim
Zeydan
da
çok
evlilikle
ilgili
olarak
şöyle
demektedir:"Çok evlilik erkekler için geçerli olan bir hak'tır. Kadınlar için
mahzurludur. Kadınların erkekler gibi aynı anda birden fazla kişiyle evli olma
durumları yoktur. Çünkü, kadında erkekte olmayan bir engel vardır. Kadın
hamile olur ve cenin onun karnında gelişir; erkekte değil. Kadın açısından,
aynı anda birden fazla kişiyle birlikte olmak, nesebin karışması sonucunu
doğurur. Bu durum, bir erkeğin aynı anda birden fazla kadınla evli olmasında
söz konusu değildir. "
Ayrıca İslam’da Kadın evlenirken şart koşmak suretiyle kocasının
ikinci bir kadınla evlenmesine mâni olabilmektedir.95
Ayılmaz, a.g.e., s.26
Uysal, a.g.e., s. 64
95
Karaman, a.g.e., s. 519-520
93
94
47
VIII. BOŞANMA
X. yüzyıldan itibaren Hristiyan Katolik Kilisesi, "Tanrı'nın birleştirdiği insan
ayrılmamalıdır" şeklindeki İncil buyruğundan hareketle hayatta iken evlilik bağının
bozulmayacağını
kararlaştırmıştır96.
Kutsal
Kitap'ta
'Karısını
cinsel
ahlâksızlıktan başka bir nedenle boşayıp başkasıyla evlenen, zina etmiş olur.
Kocasını boşayıp başkasıyla evlenen kadın da zınâ etmiş olur. '
denilmektedir. Hıristiyanlıktaki boşanmama kuralı hayat gerçekleri ile
bağdaşmadığı için, Hıristiyanlığın kendi içinde tartışmalara yol açmıştır.
Çünkü şiddetli geçimsizlik yüzünden yıllarca eşlerin boşanamaması sıkıntıyı
bünyesinde hep taşımıştır. Katoliklerin konuya esneklik getiren "ayrılık"
müessesesi de yeterli olmamıştır. Çünkü zina eden eşe süresiz ayrılık ilkesi
uygulanırken, gerçekte nikah bağı devam ettiği için başkası ile evlenme
yasağı da sürmektedir. Bu yüzden böyle bir kadın, ne kocasına dönebilecek
ve ne de başkası ile evlenebilecektir. Bu o insanı fuhuş bataklığına çekmek
anlamına gelmektedir97.
İslâm'da ise Boşanma, Allah katında helâllerin en çirkini'150 olarak
kabul edilmekle birlikte koşulları oluştuğunda bir hak olarak söz konusu
olmaktadır. İslam hukuku
bu noktada iki temel yaklaşım sergilemektedir:
Öncelikle evlenme akdinin sürekli olmasını arzu edip, hiç sebepsiz yere bozulmasına bazı ağır manevî yaptırımlar getirmekle bu beraberliğin devamını temin
etmekte; diğer taraftan da karşılıklı rıza ile veya belli sebeplere bağlı olarak ya da
gerektiğinde yargı yoluyla sona erebileceğini de kabul etmektedir98. İslam’da
boşama hakkı prensip olarak erkekte bulunmakla beraber, akit esnasında
veya daha sonra bu hakkı kadının da alması mümkündür. Ayrıca geçimsizlik,
erkeğin yetersizliği, bazı hastalıklar, kayıplık vb. sebeplerle hâkim veya
96 YAMAN, Ahmet; İslam Aile Hukuku, Konya, I.Ulusal Kadın ve Aile Sempozyumu, 1998, s. 7778
97 Orum, a.g.e.,. 56
98
Yaman, a.g.e., s. 77-78
48
hakeme başvurmak suretiyle kadına da, evlilik hayatını sona erdirme hakkı
verilmiştir99.
IX. MİRAS
İslâm miras hukuku biraz karmaşıktır. Çünkü mirasçıların hakları
durumlara göre değişir. Sadece bir kız; bir oğul ile bir kız; yalnız anne veya
yalnız baba ile bulunan kadın; çocuklu veya çocuksuz kadın; tek kız kardeş
veya çok kız kardeş vs. her durum için oran değişir. Kadının miras’taki payı,
her durumda erkeğin yarı hissesi değildir. Meselâ anne-babanın (erkek ve
kadın olarak) hisseleri çoğu defa eşittir.100
Genelde kız kardeş ile erkek kardeş arasında bir farklılığın olduğu
dikkat çekmektedir.101Mirasta kadın erkek kardeşinin aldığının yarısı kadar
pay alır.102.Burada Kişinin sonradan kazandığı vasıflar sebebiyle sahip olacağı
haklar ve taşıyacağı sorumluluklar arasında diğer hukuk düzenlerinde olduğu gibi
İslâm hukukunda da kişilerin durum ve özellikleri ölçü alınarak makul bir denge
kurulduğu görülmektedir. Bu yüzden kadın, askerlik, cihad, yakınlarının geçimini
sağlama, yakınlarının işlediği cinayetlerden doğan kan bedeli borcuna katılma gibi
malî ve bedenî borçlarla yükümlü sayılmamış veya malî yükümlülükleri asgarî
seviyede tutulmuş olan kadına, bununla dengeli olarak mirastan erkeğe göre
belirli durumlarda yarı pay verilmiştir. Kadının diğer malî ve ticarî alanlarda
erkeklerle eşit konumda olduğu, kadın olması sebebiyle herhangi bir kısıtlamaya
maruz kalmadığı dikkate alınırsa, İslâm miras hukukundaki bu özel düzenlemenin
böyle bir nimet-külfet dengesine dayandığı söylenebilir103.
99
Karaman, a.g.e., s. 519-520
Orum, a.g.e., s. 41-42
101
Orum, a.g.e., s. 42
102
Karaman, a.g.e., s. 519-520
103
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 318
100
49
X. ŞAHİTLİK
İslam'da iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olduğu
ve bu sebeple de İslam'ın erkeği kadından üstün tuttuğu iddiası zaman
zaman gündeme taşınmaktadır. Kur'an-ı Kerim’in geneline baktığınız zaman
böyle bir yargıya varmak çok güçtür. 'Bakara Sûresi'nın 182. âyet-i
kerîmesini temel alıp genel bir hüküm çıkararak; kadın şahitliğinin erkeğin
şahitliğinin yarısına denk olduğu savını ileri sürülmektedir. Âyeti Celile
şöyledir:
'Ey iman edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borçlandığınız
zaman onu yazın. Bunu, aranızda ki bir kâtip doğru olarak yazsın...
Erkeklerinizden iki de şahit tutun. Eğer iki erkek bulunmazsa, şahitlerden
kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve -biri unutunca diğerinin hatırlatması içiniki kadın yeter. Şahitler çağrıldıklarında çekinmesinler. Borç büyük olsun
küçük olsun onu müddetiyle birlikte yazmaya üşenmeyin. Bu Allah katında
daha âdil, şahitlik için daha doğru ve şüpheye düşmemeniz için daha uygun
bir yoldur.. '
Görüldüğü gibi âyet-i kerîme vadeli borçların yazılmasının, ihtilafları
önlemek adına yararlı olacağını tavsiye niteliğindedir. Ayeti kerime şahitlik
müessesesini düzenlemek için değil, fakat hakların kaybolmasını önlemek
üzere
borçların
yazılıp
şahitlerin
de
bulundurulmasını
tavsiye
niteliğindedir104.
Bir yerine iki kadın şahit istenmesinin sebebi, o zaman ki Arap
toplumunda kadının ticari konulara pek âşinâ olmamasıdır. Nitekim 'biri
unutursa, diğeri ona hatırlatsın' ifadesi de buna işaret etmektedir.
Ayetten kadının değer ve insanlık yönünden erkekten aşağı olduğu gibi
bir sonuç çıkarmak doğru değildir. Gerekçe unutma, şaşırma ve yanılmayla ilgili
104
Orum, a.g.e., s. 39-40
50
olup, getirilen hüküm hakkın ve adaletin yerini bulması amacına yöneliktir.
Benzeri bir hüküm hadislerde bedevî erkeklerin şahitliği hakkında da söz konusu
edilmiştir. İçinde bulunduğu şartlar ve eğitim seviyesi itibariyle gerçeğin ortaya
çıkmasına, hak ve adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunma imkânı sınırlı
olan kişi ve gruplar için böyle bir düzenlemeye gidilmiş olması tabiidir. Öte
yandan bu hükmün sadece malî haklar ve borçlar konusunda yapılacak şifahî
şahitlikle ilgili olduğu, ihtiyaç duyulduğunda kadının da tek başına şahit
olabileceği, yazılı beyan ve belge ile ispat açısından kadın-erkek ayırımının
gözetilmeyeceği yönünde doktrinde mevcut olan görüşler de burada asıl amacın
kadının şahitlik ehliyetini kısıtlamak değil, adaleti en iyi şekilde sağlamak olduğu
fikrini teyit eder105
Muhammed Abduh'a göre: Bir erkek şahidin yerine iki kadının
istenmesi, kadının ahlakî veya aklî melekeleri ile ilgili değildir. Bu farklılık
genel olarak kadınların ticari usullere erkeklerden daha az âşinâ olmaları ve
bu
nedenle
hata
yapmaya
daha
elverişli
olmalarından
kaynaklanmaktadır.106"
Diğer taraftan Mâide 106-108 âyetleri konuya daha açıklık getiriyor
diyebiliriz:"Ey iman edenler! İçinizden birine ölüm (emareleri) geldiği zaman,
vasiyet sırasında aranızdaki şahitliğin hükmü, kendi içinizden iki adaletli
şahit, yahut yeryüzünde yolculuğa çıkmış iseniz, ölüm (emareleri de) size
gelip çatmışsa, sizden olmayan diğer iki şahit tutmaktır." buyrulmaktadır.
Bu ayetlerde kadın erkek ayırımı olmaksızın güvenilir iki Müslüman
şahidin yeterli olduğu görülmektedir107.
Yine sahabe dönemindeki uygulamaya bakıldığında:
Hz. Ömer, doğum konusunda bir tek kadının şahitliğini geçerli
saydığı, Hz. Osman ise bir tek kadının şahitliğine dayanarak evli çiftleri
ayırdığı görülmektedir108.
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 318-319
Orum, a.g.e., s. 40
107
Orum, a.g.e., s. 41
105
106
51
XI. KADININ AKİT YAPABİLME VE DAVADA TARAF OLABİLME
EHLİYETİ
Kadın ticaret ve borçlar hukuku alanında erkeklerin sahip olduğu bütün
hak ve yetkilere sahiptir. Her ne kadar hukuk doktrininde kadının aile hukuku
alanına ilişkin hak ve yetkilerini sınırlayan birtakım görüş ve yorumlar mevcut
ise de bunlar doğrudan âyet ve hadislerin açık ifadesinden kaynaklanan
hükümler olmaktan çok toplumun ortak telakki ve hayat tarzının hukuk
kültürüne yansıması olarak değerlendirilebilir. Öte yandan literatürdeki bu
görüşler, ailenin kuruluş ve işleyişini belli bir otorite ve düzene bağlama, aile içi
ihtilâfları birinci kademede çözme gibi pratik bir amaca da yöneliktir. Bununla
birlikte İslâm toplumlarında hukukun dinî ve ahlâkî bir zeminde gelişmesi
sebebiyle, diğer alanlarda olduğu gibi aile hayatında da tarihî seyir içinde kadın
aleyhine sayılabilecek ciddi bir sıkıntı görülmemiş, aile hayatı, kendi sosyal ve
kısmen de dinî yapı ve karakteri içinde uyumlu bir şekilde sürdürülmüştür109.
108
109
Engin, a.g.e., s. 5-15
Türkiye Diyanet Vakfı, a.g.e., s. 318
52
SONUÇ
Çalışmamız boyunca temel olarak İslam hukukunun kadına bakışı,
eski uygarlıklar, semavi dinler ve modern anlayışla karşılaştırmalı olarak
incelenmeye çalışılmıştır.
Eski hukuk sistemlerinin neredeyse tamamında kadın , insan
haysiyeti ile bağdaşmayacak ölçüde aşağılanmakta hor görülmekte ve pek
çok eziyetlere maruz kalmaktadır.Bu toplumlar içinde sınırlı sayıdaki
istisnalardan biriside eski Türklerdir.Genel anlayışın aksine Türklerde kadın
toplum içinde önemli bir konumda bulunmaktadır.
Yine çalışmamız da incelediğimiz semavi dinlerde de eski hukuk
sistemlerinden pekte farkı olmayan uygulamaların olduğu , Hıristiyan batı
dünyasında daha birkaç yüzyıl öncesine kadar kadının ruhunun olup
olmadığının bile tartışma konusu yapıldığı görülmektedir.Yahudilikte de
durum farklı değildir. Bu açıklamalardan sonra, İslam dinini incelediğimizde,
İslam dininin geldiği dönemin koşulları itibariyle kadınlar açısından oldukça
önemli haklar getirdiği ciddi bir değişim ve dönüşüme neden olduğu
yadsınamaz bir gerçektir.
Ancak tabii ki hukuk statik değildir. Tüm doğal ve sosyal hadiseler
gibi bir değişim süreci hukuk anlayışları bakımından da söz konusu
olmaktadır. Geçmişte kadını hor ve hakir gören anlayış günümüz modern
toplumları açısından söz konusu değildir. Aksine kadın-erkek eşitliği anlayışı
hakimdir. Tartışma burada başlamaktadır. İslam dini bugünkü eşitlik
anlayışına karşımıdır? Ataerkil toplum yapısı İslam’ın emrimidir? İslam
toplumlarında günümüz insan hakları ve eşitlik anlayışına aykırı uygulamalar,
İslam dininden mi kaynaklanmaktadır?
Çalışmamız boyunca incelediğimiz asli kaynaklar açısından hadiseye
baktığımız da aslında tartışmalı birçok meselede İslam’ın asli kaynaklarında
yer almayan fakat bazı âlimlerin günün şartları çerçevesinde ve kendi
53
anlayışlarına göre ortaya koydukları düşüncelerin İslam dininin emirleri gibi
algılanmasının ya da yansıtılmasının söz konusu olduğunu söyleyebiliriz.
Oysa asli kaynaklarda kadının temel hak ve özgürlükleri, ehliyeti, şahitliği,
yolculuğu, sosyal hayata katılımı, kamu görevi üstlenmesi gibi çeşitli konularda
genel algılamanın aksine İslam’ın gayet olumlu ve modern standartlarla çelişmeyen
hükümler ihtiva ettiği görülmektedir. Sıkıntı âdet ve geleneklerin yoğun etkisini
taşıyan kişisel görüşlerin din gibi telakki edilmesinden ve özellikle konuya ilişkin
hadislerin zaman ve çevre faktörü dikkate alınmadan, çeşitli hükümlere esas ve
dayanak yapılmasından kaynaklanmaktadır. Gelenekçilerin aksine modern İslam
hukukçuları da kadına ve kadın haklarına Kur’an’ın ruhuna uygun olarak
yaklaşılması kanaatindedirler.
54
KAYNAKÇA

AKYILMAZ, Gül; İslam ve Osmanlı Hukukunda Kadının Statüsü,
Konya, 2000

‘Diyanet İlmihali-II İslam ve Toplum’, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, 2005

ENGİN, Gülsüm; İslam Hukuku Açısından Çocuğun Bakımı ve
Yetiştirilmesi Kadının Hak ve Sorumlulukları, Yüksek Lisans Tezi,
Adana, 2007

KARAMAN, Hayrettin; İslam’ın Işığında Günün Meseleleri, İstanbul,
Gerçek Hayat, 2003

MUHAMMET, Şerif; İslam ve Yahudi-Hıristiyan Geleneklerinde
Kadın,(http://www.sfenks.net/modules.php?name=Forums&file=viewto
pic&t=6346&postdays=0&postorder=asc&start=10)

ORUM, Ali Osman; İslam’da Kadın ve Aile Hukuku, Eskişehir, y.y,
2006

UYSAL, Halil; Kadın-Haklar ve Özgürlükler, Konya, I.Ulusal Kadın
ve Aile Sempozyumu, 1998

ÜÇOK, Coşkun, MUMCU, Ahmet, BOZKURT, Gülnihal; Türk Hukuk
Tarihi, Ankara, Savaş Yayınevi, 1999

YAMAN, Ahmet; İslam Aile Hukuku, Konya, I.Ulusal Kadın ve Aile
Sempozyumu, 1998

YAZIR, E.Muhammed Hamdi; Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, Azim
Yayıncılık, t.y
Download