Uzm. Dr. Birsel Ünal Biyokimya ve Klinik Biyokimya Uzmanı

advertisement
Uzm. Dr. Birsel Ünal
Biyokimya ve Klinik Biyokimya Uzmanı
A. Vücut su bölükleri ve içerikleri
 Yetişkin bir insanda vücudun %60-65’i sudur. Bu su
kütlesi vücudun her yanına dağılmış olup, dokular
arasındaki dağılımı
farklılık gösterir (diş ve kemik
gibi dokularda az; kas, böbrek, karaciğer, kan gibi
dokularda fazla miktarda).
Suyun biyolojik yönden önemli nitelikleri
 Erime ve kaynama noktaları ile buharlaşma ısısı
diğer sıvılardan yüksektir.
 Terleme ve vücut yüzeyindeki suyun buharlaşması
ile organizma için çok iyi bir ısı düzenleyicisidir.
Suyun biyolojik görevleri
 Makromoleküllerin yapıtaşıdır.
 Küçük moleküllü maddeler için iyi bir çözücüdür.
 İyi bir ısı düzenleyicisidir.
 İyi bir substrattır.
 Enerjiyi düzenli bir şekilde yönetir.
Suyun fonksiyonel dağılımı
Hücre içi sıvı=İntraselüler sıvı
Temel katyonu=Potasyum
Temel anyonu= Fosfat , protein
Organizma suyunun %70’ini kapsar.
A.Hücreler arası sıvı=İnterstisyel sıvı
Hücre dışı sıvı=Ekstraselüler sıvı
(Organizma suyunun %20’sini kapsar)
Organizma suyunun%30’unu kapsar.
B.Damar içi sıvısı=İntravasküler
sıvı=plazma sıvısı
(Organizma suyunun %10’unu kapsar)
Organizmada suyun bulunma durumu
Bağlı su
A.Hidrat suyu: İyonlara, protein,
karbonhidrat gibi
makromoleküllere hidrojen
köprüleriyle bağlı olan su
B.İntermoleküler su: Lifler zarlar
arasında kalmış akıcılığını yitirmiş
su
Serbest su
Kan, lenf, beyin omurilik sıvısı gibi
vücut sıvılarında bulunur.
Vücut su dengesi
 Vücuda alınan ve atılan suyun düzenlenmesi ile vücut
sıvı dengesi korunmaktadır.
 Böbrekler elektrolit miktarını düzenleyerek ve idrar
oluşumu ile vücut su ve elektrolit dengesini kontrol eder.
 Su alınım ve atılımı hormonlar aracılığıyla düzenlenir
(ADH=vazopressin).
 Buharlaşma ile su kaybına yol açtığı için deri, vücut sıvı
dengesinde önemli rol oynar.
Günlük alınan ve atılan su miktarları
Alınan su miktarı (ml/gün)
Atılan su miktarı (ml/gün)
İçme suyu
1200
İdrar
1400
Besinlerle alınan su
1000
Deri
400
Metabolik su
300
Ter
100
Solunum (akciğerler)
400
Feçes
200
Toplam
2500
Toplam
2500
Lenfatik sistem
 Lenfatik sistem periferik dokularda lenf kapillerleri adı verilen ağ
şeklinde bir yapı oluşturmaktadır.
 Fazla interstisyel sıvı, hücrelerin yıkım ürünleri, proteinler ve kapiller
duvarı geçemeyecek kadar büyük olan lipid damlacıkları lenfatik
sistemde toplanmaktadır.
 İnterstisyel sıvı ve birlikte lenfatik sisteme geçen bu maddeler lenf
sıvısı olarak adlandırılmaktadır.
 Lenf kapillerlerinin duvarları lenf sıvısının çevre dokuya geri
dönmesini engellemektedir.
 Lenf sıvısı torasik kanalla kan dolaşımına katılmaktadır.
Kan biyokimyası
 Ortalama bir insanda 5 litre kadar kan dolaşır (vücut ağırlığının
1/13’ü kadar). Bunun 3 litresi plazma 2 litresi ise hücrelerden oluşur.
 Plazma sıvısı barsaklar ve lenfatik sistemden derive olur ve hücre
hareketi için bir araçtır.
 Hücreler temel olarak kemik iliğinden üretilir ve kanın solid kısmını
oluşturur. Kan hücreleri beyaz kan hücreleri (lökositler), kırmızı kan
hücreleri (eritrositler) ve plateletlerden (trombosit) oluşur.
 Beyaz kan hücreleri ayrıca granülosit, lenfosit ve monosit olarak
sınıflandırılır.
 Vücudun savunmasında ve doku onarımında lökositler görev yapar.
 Kapiller endotel bütünlüğünü sağlayan trombositler, kanın damar
dışına sızmasını önlemektedir.
 Hastalıklar veya travma dışında kan, dolaşım sisteminde kapalı bir
sistem içerisinde dolaşmaktadır.
 Kanın %55’ini oluşturan plazmada çeşitli çözünmüş maddeler
bulunmaktadır.
 Eritrositler, lökositler ve trombositler gibi kan hücreleri kanın %45’ini
oluşturur.
 Plazma
ve kan hücreleri birlikte tam kan olarak
adlandırılır.
 Düz biyokimya tüpüne alınan kan oda sıcaklığında 20-60
dakika arasında pıhtılaşmakta, santrifüj edildiğinde serum
ile kan hücreleri ayrılmaktadır.
 Pıhtılaşmayı
önleyen antikoagülanlı (heparin, sitrat,
oksalat gibi) tüplere alınan kan santrifüj edildiğinde üstte
kalan sıvı plazmadır. Plazmanın serumdan farkı fibrinojen
içermesidir.
Kan
bileşenleri
Proteinler
İşlevleri
Albumin
Globulinler
…İmmunglobulinler
Taşıyıcı proteinler
Fibrinojen
Kan hücreleri
eritrositler
Plazma osmolaritesine katkı; lipid,
hormon ve ilaçların taşınması
Antijenlerin tanınması ve yok
edilmesi
Lipid ve metal iyonların taşınması
Pıhtılaşma olayının temel bileşeni
Oksijen, karbondioksit ve Hidrojen
taşınması
lökositler
lenfositler
nötrofil, eozinofil
ve monositler
bazofiller
trombositler
Spesifik patojenlere ve yabancı
maddelere karşı savunma
Yabancı maddelerin ortadan
kaldırılması
Hasarlı dokuda histamin salınımı
pıhtılaşma
Kanın görevleri
 Dolaşım sistemi ile maddeler üretildikleri bölgelerden, kullanılacakları
veya atılacakları dokulara kan yoluyla taşınmaktadırlar.
 Kan vücut sıcaklığının düzenlenmesinde görev yapar.
 Kan, dokulara su ve elektrolitleri taşımaktadır.
 Vücut asit baz dengesinin düzenlenmesinde rol alır.
 Vücut savunma mekanizmasında kanda bulunan molekül ve hücreler
kullanılmaktadır.
 Damar duvarının hasarı sonucu kanın damar dışına akmasını
önleyen pıhtılaşma bileşenleri kanda bulunmaktadır.
Eritrositler
 Eritrositlerin başlıca görevi oksijen ve karbondioksit taşınması ile kan
pH’sının sürdürülmesidir.
 Kemik iliğinde öncü hücrelerden gelişip olgunlaştıktan sonra,
dolaşıma salınan eritrositlerin ömrü 120 gündür.
 Eritrositler oldukça özelleşmiş hücrelerdir. Hemoglobinin %34’ünü
kapladığı
stoplazmalarında
nükleus,
mitokondri,
lizozomlar,
ribozomlar, membranöz endoplazmik retikulum ve golgi kompleksi
gibi organeller bulunmaz.
 İnsan eritrositi çekirdeksiz, boyutları 6x9x2.5 µm olan bikonkav disk
şeklindedir.
 Eritrositlerin başlıca katyonu K+ olup ayrıca Na+, Ca++ ve Mg++ da
bulunur. Anyonları klorür, bikarbonat, hemoglobin ve anorgonik fosfat
olup, başlıca fosfat bileşiği 2,3 bifosfagliserattır.
 Eritrositler iyonik dengelerini membran yapısında yer alan Na+, K+ –
ATPaz gibi enerji gerektiren enzimlerle sürdürürler.
 Hücre yaşlandıkça iyon pompalarının aktiviteleri azalarak hücre içi
Ca++ ve Na+ artar, K+ ise azalır. Böylece hücre stabilitesi bozulur ve
yıkımı uyarılır.
 Kan grubu antijenleri eritrositlerde bulunur (ABO sistemi gibi).
 Bir
ozmometre
gibi
davranan
eritrositler,
ortamın
basıncındaki azalma ve artmaya göre şişer veya büzülür.
ozmotik
Plazma proteinleri
 Proteinler, hücrenin kuru ağırlığının %70’ini oluşturan önemli bir grup
maddedir. Tüm vücut hücrelerinde, vücut sıvılarında ve
sekresyonlarında bulunur.
 İmmünglobulinler dışında plazma proteinlerinin çoğu karaciğerde
sentezlenir ve katabolize olurlar.
 Plazma proteinleri, kan ve ekstraselüler doku aralıkları arasında
dolaşır. Proteinlerin bu hareketleri, kapiller endotelyal hücreler
arasındaki birleşim yerlerinden pasif difüzyon, aktif transport,
pinositoz ve ekzositozla gerçekleşir.
 Plazma proteinlerinin vücut sıvılarındaki miktarı ve oranları hastalık
durumunda değişebilir. Bu değişiklikler nonspesifik olabildiği gibi, tanı
kriteri oluşturacak düzeyde özgünlük gösterebilir.
Plazma proteinlerinin fonksiyonları
 Kan, idrar, serebrospinal sıvı (BOS), amniyotik sıvı, periton ve plevra
sıvısı gibi tüm vücut kompartmanlarında yaklaşık 500’den fazla
plazma proteini tanımlanmıştır.
Plazma proteinlerinin fonksiyonları;
- Doku beslenmesi
- Kompartmanlar arası sıvı dağılımının düzenlenmesi
- Plazma pH’ının düzenlenmesi
- Savunma
- Kataliz
- Hemostaz ve koagülasyon
- Endokrin etki
- Transport
- Özel fonksiyonları olan proteinler (akut faz reaktanları, kompleman
sistemi proteinleri)
Akut faz proteinleri (APR)
 Fonksiyonları ve elektroforetik göç hızları birbirinden
farklı,
enflamasyon
ve
doku
hasarı
ile
ilişkili
durumlara yanıt olarak plazma düzeyleri artan bir
grup protein akut faz proteinleri olarak adlandırılır.
 Bunlar α1-antitripsin, α1asitglikoprotein, haptoglobin,
seruloplazmin, C4, C3 ve C-reaktif proteinlerdir
(CRP).
 Akut faz reaksiyonu ateş ve lökositoz gibi inflamasyona karşı gelişen
genel bir reaksiyon olup, herhangi bir hastalığa spesifik değildir.
 Hasar bölgesinde salınan ve sitokin denilen ufak proteinlerin uyarısı
ile başlatılır.
 APR çoğu karaciğerde sentezlenir.
 APR artışı inflamasyon sebebinin anlaşılmasında değil, ancak
inflamasyon gelişimi ve tedavinin takibinde faydalı olur.
 APR sentezinde görülen artış prealbumin, albumin ve transferrin
sentezindeki azalma ile birliktedir. Bu proteinler negatif APR olarak
adlandırılır.
Kompleman sistemi proteinleri
 Kompleman, immün reaksiyonlara katılarak inflamatuar cevapla
immün sistem arasında bağ oluşturan proteinleri tanımlayan genel bir
terimdir. Kompleman aktivasyonu ile antijen-antikor kompleksine
bağlanma ve hücre lizisi gerçekleşir.
 Kompleman
sisteminde
yaklaşık
20
protein
bulunur
(C1,C4,C2,C3,Faktör B, properdin gibi).
 Bu proteinler esas olarak karaciğerde, daha az miktarda da
monositler ve diğer hücrelerde sentezlenir.
 Kompleman düzeyi inflamatuar olaylarda artar, malnutrisyon, lupus
eritematosus ve yaygın vasküler koagülapatide ise azalır.
Plazma proteinlerinin elektrofotik hızlarına göre
sınıflandırılması
 Başlıca albumin ve globulinden oluşan serum proteinlerinde, globulin
terimi glikoprotein, lipoprotein ve immünglobulinler gibi heterojen bir
grup proteini ifade eder.
 Elektroforez, serum proteinlerini elektrik yüklerine göre ayrılması
esasına dayanan, rutin klinik laboratuvarda yaygın olarak kullanılan
bir yöntemdir.
 Protein elektroforezi ile serum proteinleri albumin, α1 globulin, α2
globulin, β globulin ve γ globulin fraksiyonlarına ayrılırlar. Her bir
globulin fraksiyonu farklı moleküler yapı ve biyolojik özellikteki
proteinlerden oluşur.
Albumin
 Normal koşullarda albumin insan plazmasında en fazla bulunan
proteindir. Total protein miktarının %60’ını oluşturur.
 Globuler yapıda, moleküler ağırlığı 66.3 kDa olan oldukça küçük bir
proteindir.
 Albumin beyin omurilik sıvısı, interstisyel sıvı, idrar, amniyon sıvısı
gibi ekstravasküler vücut sıvılarının ana bileşenini oluşturur. Total
vücut albumininin %60’ı ekstravasküler aralıktadır.
 Yüksek negatif yük içeriği sudaki çözünürlüğünün nedenidir.
 Albumin esas olarak karaciğer parankim hücrelerinde sentezlenir.
Sentez hızı başlıca kolloidal ozmotik basınç, ikinci olarak da protein
alımı ile kontrol edilir.
 Albuminin esas fonksiyonu vasküler ve ekstravasküler aralıkta
kolloidal ozmotik basıncın düzenlenmesidir.
 Taşıma, depolama, endojen aa’ler için kaynak görevi görür.
 Serbest yağ asitleri, fosfolipidler, metal iyonlar, amino asitler, ilaçlar
hormon ve bilirubin taşınması, birçoğunun metabolizması ve
detoksifikasyonunda etkilidir.
 Albumin miktarında artış ancak akut dehidratasyonda olur. Albumin
miktarında azalma, sentezin azalmasına, katabolizmanın artmasına
veya
ikisine
de
bağlı
olabilir.
Sentez
azalması
(analbuminemi) veya kazanılmış (enflamasyona bağlı) olabilir.
genetik
α1 Asit Glikoprotein (Orosomukoid)
 Başlıca karaciğer hücrelerinde sentezlenir. Sepsisde granülosit ve
monositlerden salgılanan α1 asit glikoprotein düzeyi belirgin şekilde
artar.
 α1 asit glikoproteinin çok sayıda fonksiyonu olduğu düşünülmekle
birlikte organizmadaki fonksiyonu tam olarak ortaya konamamıştır.
Bilinen en önemli fonksiyonu progesteron ve progesteron ile ilişkili
hormonlar ve progesteron antagonisti gibi bileşikleri bağlayıcı ve
inaktive edici fonksiyonudur.
α1 Antitripsin (AAT)
 Proteazların genel olarak inhibisyonuna sebep olduğundan yeni
isimlendirme
sisteminde
α1
proteinaz
inhibitörü
olarak
adlandırılmaktadır.
 Fizyolojik olarak en önemli etkisi, fagositik aktivite esnasında
polimorf nüveli lökositlerden salınan lökosit elastazı inhibe edici
etkisidir. Lökosit elastaz özellikle endotel ve trakeobronşial ağaçta
bulunur ve elastinle reaksiyona girer.
 AAT yetersizliğinde bu enzimin inhibe olmamasına bağlı lökosit
elastaz ile elastin yıkımı olur ve degeneratif, amfizematöz akciğer
hastalığı ile sonuçlanır.
α Fetoprotein (AFP)
 Fetal serumun esas proteini olup, fetal karaciğer, daha az olarak da
embriyonik vitellus kesesi ve diğer organlar tarafından sentezlenir.
 AFP’nin fonksiyonu tam olarak bilinmemektedir. Fetal albumin
analoğu olduğu kabul edilir, bazı izoformları östrojeni bağlar ve
inaktive eder.
 Amniyotik sıvı ve maternal kanda AFP düzeyinin ölçümü, fetüsde
görülebilecek
nöral
tüp
defekti
ve
kromozom
anomalilerinin
saptanmasında antenatal tarama testi olarak kullanılmaktadır.
 Hepatoselüler karsinoma ve germ hücreli karsinomaların tanısında
tümör göstergesi olarak kullanılmaktadır.
Seruloplazmin
 Total serum bakırının %95’ini içeren, α2 globulin fraksiyonunda göç
eden bir plazma proteinidir.
 Sentezi primer olarak karaciğer parankim hücrelerinde, az miktarda
da makrofaj ve lenfositlerde gerçekleşir.
 Plazma redoks reaksiyonlarında görülen etki seruloplazminin en
önemli fonksiyonudur. Serbest ferrik iyonları ve ferritin bağlama
bölgeleri nedeniyle oksidan veya antioksidan etki gösterebilir.
 Bakırın dokulara taşınmasını sağlar.
Haptoglobulin
 Hemoglobini geri dönüşümsüz olarak bağlayan α2 glikoproteindir.
Karaciğer parankim hücreleri tarafından sentezlenir.
 Primer
fonksiyonu
demirin
korunması
ve
ekskrete
edilen
hemoglobinin renal tübüler hücrelere yapacağı zararın önlenmesidir.
 Haptoglobulin
ve
haptoglobulin-hemoglobin
kompleksinin
lokal
inflamatuar reaksiyonu kontrol edici etkisi de önemlidir.
 Haptoglobulin konsantrasyonu ölçümü, hemolitik hastalıkların klinik
gidişinin takibinde kullanılmaktadır.
α2 Makroglobulin
 Moleküler ağırlığı yaklaşık 725 kDa olan bir plazma proteinidir. Büyük
moleküler ağırlığı nedeniyle ekstraselüler aralığa belirgin olarak
diffüze olamaz.
 Esas olarak karaciğer parankim hücrelerinde sentezlenir.
 Kinin, kompleman, koagülasyon ve fibrinolitik yoldaki enzimlerin
primer veya sekonder inhibisyonunu gerçekleştiren bir proteindir.
 Ayrıca insülin, sitokinler gibi ufak peptidlerin ve iki değerlikli
katyonların özellikle çinkonun taşınmasından sorumludur.
β2 Mikroglobulin (BMG)
 Düşük moleküler ağırlıklı (11800 Da), özellikle lenfosit ve tümör
hücreleri gibi tüm çekirdekli hücrelerin yüzeyinde bulunan bir
proteindir.
 Küçük molekül ağırlığı nedeniyle glomerül membranlarından kolayca
geçebilir.
 Böbrek yetersizliği, enflamasyon ve özellikle B lenfositlerle ilişkili
neoplastik hastalıklarda BMG düzeyi artar.
 Esas olarak böbreklerin renal tubuler fonksiyonunun ölçülmesinde
kullanılır. Özellikle böbrek transplantasyonu yapılan hastalarda, doku
reddi tubuler fonksiyonun azalmasına neden olur.
Transferrin (TRF, Siderofilin)
 Transferrin demir transportunu sağlayan glikoprotein yapısında bir
plazma proteinidir.
 Moleküler ağırlığı 79500 Da olan negatif akut faz reaktanıdır.
 Demir, bakır, çinko, kobalt ve kalsiyum gibi katyonları geri dönüşümlü
olarak bağlayabilme özelliğine sahiptir. Fizyolojik olarak demir ve
bakırı bağlaması önem taşır.
 Transferrin az miktarda RES, testis ve over gibi endokrin bezlerde
sentezlenmekle birlikte esas olarak karaciğerde sentezlenir.
 Plazma düzeyi ortamdaki demir düzeyi ile direkt olarak ilişkilidir.
Demir eksikliği anemilerinde transferrinin plazma düzeyi yükselir ve
etkin tedaviyi takiben normale döner.
 Hemoglobin katabolizması sonucu açığa çıkan
veya barsaktan
emilen demiri apotransferrin (demir bağlı olmayan TRF) bağlar.
Günde yıkıma uğrayan 20 ml eritrositten 25 mg demir açığa
çıkmaktadır.
 Serbest halde toksik olan demir organizmada dokulara taşınmak
üzere transferrin ile birleştiğinde potansiyel toksisitesi azalmaktadır.
Fe+3-TRF kompleksi depolanma yerleri olan karaciğer ve RES’e
taşınır.
 TRF düzeyi anemilerin ayırıcı tanısı ve tedavilerinin takibinde
kullanılır.
Hemopeksin
 Hemoglobinin parçalanması sonucu oluşan hem halkasını dokulara
taşıyan β-globulin fraksiyonunda göçen bir proteindir.
 Başlıca fonksiyonu dolaşımdaki hemin uzaklaştırılmasıdır.
 Hemoglobin, myoglobin veya katalaz gibi proteinlerin yıkımı sonucu
serbest hem oluşur, bir molekül hemopeksin bir molekül hem bağlar.
 Hem-hemopeksin
ferritine
kompleksi karaciğer tarafından alınır, demir
verildikten
dönüştürülür.
sonra
hemin
geri
kalan
kısmı
bilirubine
Prealbumin (Transtreitin)
 Elektroforetik olarak albuminin önünde göç ettiğinden prealbumin
olarak isimlendirilir.
 Tiroksin ve triiyodotironin hormonlarının taşınmasında rol alır.
 Ayrıca retinol bağlayıcı protein ile de kompleks oluşturur ve retinolü
taşır.
 Prealbumin düzeyinin azalması karaciğer hasarı, akut faz cevabı ve
doku nekrozunda görülür.
 Steroid kullananlarda, alkoliklerde ve kronik böbrek yetmezliğinde
prealbumin düzeyinde artış görülebilir.
Diğer plazma proteinleri
 Retinol bağlayıcı protein-(vitamin A)
 Transkortin (Kortikosteroid bağlayan protein)-(kortizol ve diğer
steroid hormonlar)
 Tiroid hormonu bağlayan protein-(T4, T3)
 Transkobalamin-(vitamin B12)
 Seks hormon bağlayıcı protein-(androjen ve östrojen)
İmmünglobülinlerin yapısı ve özellikleri
 Humoral antikorlar olarak da bilinen immünglobülinler, antijeni
tanıyarak ortadan kaldıracak mekanizmayı başlatan maddelerdir.
 Total plazma proteinlerinin %20’sini oluşturan immünglobulinler,
serum elektroforezinde γ globulin bölgesinde yer alır.
 %82-96 protein ve %4-16 karbonhidrattan oluşan immünglobulinlerin
polipeptid
kısmı,
antikorlara
özgü
tüm
biyolojik
özellikleri
içermektedir.
 Plazma
proteinlerinin
çoğu
karaciğerde
sentezlendiği
halde
immünglobulinler, kemik iliğinde B seri hücrelerinin son şekli olan
plazma hücreleri tarafından sentezlenir ve sekrete edilirler.
 Sabit bölgelerindeki yapısal farklılıklara göre 5 tip ağır zincir bulunur.
Bunlar molekül ağırlıkları 50-70 kDa arasında değişen γ, α, µ, δ, ε
ağır zincirleri olup sırasıyla Ig G, Ig A, Ig M, Ig D ve Ig E olarak
adlandırılan immünglobulin tiplerinin yapısında bulunur.
 İmmünglobulin yapısında bulunan ve molekül ağırlıkları 23 kDa olan
hafif zincirler ise sabit bölgelerindeki yapısal farklılığa göre kappa (κ)
veya lambda (λ)olmak üzere iki tiptir. Tüm immünglobulinlerde κ/λ
oranı 2/1’dir.
 İmmünglobulinler serumun yanı sıra tükrük, nazal salgılar, ter ve
kolostrum gibi çeşitli vücut sıvılarında da yer almaktadır.
İmmünglobulin tipleri
 Ig
G:
Plazma
hücreleri
tarafından
yapılan
en
yüksek
konsantrasyonda bulunan Ig G, tüm immünglobulinlerin % 70-75’ini
oluşturur. %65 kadarı ekstravasküler kompartmanda, geri kalanıda
özellikle plazmada bulunur.
 Başlıca fonksiyonu doku aralıklarındaki toksinlerin nötralizasyonu
olan Ig G sınıfı antikorlar, bakterilere ve virüslere yanıt olarak
üretilirler.
 Plasentayı
geçerek
esas
koruyan immünglobulindir.
olarak
yenidoğanı
enfeksiyonlardan
 Ig A:
Serum immünglobulinlerinin %10-15 kadarıdır. Ig A
molekülünün diğer bir önemli formu sekretuar Ig A göz yaşı, ter,
tükrük, süt, kolostrum ve gastrointestinal ve bronşiyal sekresyonlarda
bulunur. Kolostrum ve sütte bulunması yenidoğanı enfeksiyonlardan
korumaktadır.
 Ig M: Yenidoğan döneminde sentezlenebilen tek immünglobulin
molekülüdür. Erişkinlerde serumdaki total immünglobulinlerin %510’unu oluşturur. B lenfositler öncelikle Ig M yüzey reseptörü
bulundurur ve antijene primer yanıt olarak Ig M salgılarlar. Daha
sonra Ig M’in yüzey reseptör bölgelerinin değişken bölgeleri aynı
kalmak üzere ağır zincirleri Ig G veya Ig A ağır zincirlerine modifiye
olur. En etkili kompleman aktivatörüdür.
 Ig D: Serum immünglobulinlerinin %1’ini oluşturur. Esas fonksiyonu
bilinmemektedir.
 Ig E: Süratle ve sıkı bir şekilde mast hücrelerine bağlanan
immünglobulin, serumda eser miktarda bulunur. Antijen mast
hücrelerine yapışan iki Ig E molekülüne çapraz bağlandığında, mast
hücreleri histamin ve diğer vazoaktif maddeleri serbestleştirmek
üzere uyarılır. Bu vazoaktif maddeler saman nezlesi, ürtiker astma
gibi allerjik reaksiyonlarda oluşan vasküler permeabilite artışı ve düz
kas kontraksiyonundan sorumludur.
İmünglobulinlerin klinik önemi
 İmmünglobulin yetersizliği: Karmaşık ve birbirleriyle ilişkili humoral
antikorlar, kompleman sistemi, T lenfositleri ve bu lenfositlerin
aracılık ettiği fagositik sistem immün savunma sistemini oluşturur.
Tekrarlaycı enfeksiyonlar ile karakterize olan immün yetersizlik
durumları, bu sistemlerden herhangi birinde veya iki sistemde
yetersizlik sonucu ortaya çıkmaktadır.
Elektroforezde
γ bandının belirgin azalması veya ortadan
kalması Ig G antikorlarının eksikliğini göstermektedir. Ig G yetersizliği
protein sentezindeki yetersizlik veya protein kaybına bağlı olabileceği
gibi primer konjenital bozukluğa da bağlı olabilir.
 Maternal Ig G plasenta aracılığıyla transfer olur ve gebeliğin son 3
ayında yükselir. Yenidoğan döneminde çevredeki antijenlerle temas
B lenfositlerin artmasına bu da Ig M düzeyinin artışına, sonuç olarak
IgG ve Ig A sentez eden plazma hücrelerinin çoğalmasına sebep
olur. Bu gelişme maternal Ig G’nin azalmasına paraleldir. Zamanında
doğan bebeklere göre daha az Ig G’ye sahip olan prematür bebekler
ve Ig G’nin sentezinin başlaması geçici olarak geciken yenidoğanlar
risk altındadır.
Primer veya herediter sebepler
 En
sık
görülen
Ig
A
yetersizliğidir
(1/700).
Genellikle
semptomsuzdur, ancak kişilerde allerjik ve otoimmün hastalıkların
sıklığı artmıştır. Ig G ve Ig A yetersizliğinde Ig M artmıştır ve
tekrarlayan
piyojenik
enfeksiyonlar
görülür.
Ig
A ve
Ig
M
yetersizliğinde giardiasis görülür. Ig G yetersizliğinde piyojenik
enfeksiyonlar sıktır.
Sekonder immünglobulin azlığı
 Sentezin azalması (lenfoid tümörler, multipl myeloma, lenfoma,
kronik lenfositik lösemi, böbrek yetersizliği veya diabetes mellitus,
fenitoin ve penisilin gibi ilaçlar, bazı yenidoğanlarda görülen sentezin
başlamasındaki gecikme) veya aşırı protein kaybına (nefrotik
sendrom, yanıklar protein kaybettiren enteropatiler) bağlı olarak
görülür.
KOAGÜLASYON SİSTEMİ
 Bütünlüğü bozulmuş bir damardan, kanamanın spontan olarak
durması hemostaz veya hemostatik cevap olarak adlandırılır.
Hemostaz başlıca üç olayla sağlanır:
1.Fibrinin çözünmeyen bir ağ oluşturacak şekilde kümeleşerek
yaralanan damar bölgesinden kan kaybının önlenmesi
2.Trombositlerin kanın damar dışına akışını önlemek üzere hasarlı
damar bölgesinde subendotel tabakaya yapışarak tıkaç oluşturması.
3.Hasarlı damarın vazokonstriksiyonuyla kanın damar dışına akışının
yavaşlatılması.
Damar yaralanmasında acil olarak
hemostaz olarak tanımlanır.
gerçekleşen bu olaylar primer
 Primer hemostatik cevap, damar duvarı düz kas hücrelerinin
glikozaminoglikan ve kollajen liflerinde gerçekleşir.
 Yaklaşık yirmi plazma proteininin katıldığı koagülasyon işlemi
sekondor hemostaz olarak tanımlanır
 Hemostastik
işlem hasarlı damarın tamiri ve oluşan fibrinin
çözünmesiyle tamamlanır.
Koagülasyon sisteminin değerlendirilmesi
 Protrombin zamanı: En fazla uygulanan koagülasyon testidir. Sıklıkla
oral antikoagülan tedavinin etkinliğinin takibi ve preoperatif kanama
riskini belirlemek amacıyla kullanılır.
 Aktive edilmiş parsiyel tromboplastin zamanı (aPTT): Heparin
tedavisinin takibinde kullanılır. Faktör yetersizliklerinin tanısında
yardımcıdır.
Download