Abdussamet VARLI

advertisement
ÖNSÖZ
Zulüm, haksızlık ve tüm aşırılıkların varolduğu bir topluma indirilen Kuran,
insanların dünyevi yaşamlarını düzene sokmuş, haksızlık, zulüm ve aşırılıkları
kaldırmak suretiyle toplumsal düzeni sağlamıştır. Ahiret hayatının dünya fiilleriyle
kazanıldığından hareketle, insanları Alah’ın varlığına, birliğine imana çağıran Kuran,
bunun göstergesi olarak da müminleri ibadetle sorumlu tutmuştur.
İnsan ve cinlerin yaratılış amaçlarının Allah’a ibadet etmek olduğunu
belirten Kuran, bu amacın gerçekleşmesini sırf uhrevi amelleri yapmaya bağlamamış,
farz kılınan ibadetleri yapmak kaydıyla, insanların dünya için çalışmalarından dolayı da
uhrevi mükafat kazanacağını vurgulamıştır. Dünya işlerinden el etek çekip sırf ahirete
yönelmeyi ve dünyayı boş vermeyi ayet ve hadislerle yasaklayan İslam dini yaşanabilir
bir dünya düzeni tesis etmiş ve bu düzende Müslümanları, ifrat ve tefritten kaçındırarak
ikisi arasında dengeli bir yaşama yönlendirmiştir.
Yapmış olduğumuz bu çalışmada İslam dininin insanlardan, yaşamlarına
tatbik etmelerini istediği bu denge sisteminin, çalışma ve aile hayatındaki durumunu
incelemeye, ayet ve hadislerdeki bu orta yolu göstermeye çalıştık. Müslümanların
yaşamış örneği olan Rasulullah’tan örneklerle işlemeye çalıştığımız konunun faydalı
olacağını ümit etmekteyiz. Gayret bizden tevfik Allah’tandır.
Çalışmam esnasında yol göstererek ufkumu açan ve tüm gayretleriyle
beni destekleyen muhterem hocam Prof. Dr. Şevki Saka beye teşekkürlerimi sunmayı
borç bilirim.
III
İÇİNDEKİLER
I.BÖLÜM ......................................................................................................................... 3
ÇALIŞMA HAYATI ........................................................................................................ 3
A-) GENEL OLARAK ÇALIŞMA HAYATI .............................................................. 3
1-) İslam’ın Çalışmaya Bakışı ........................................................................... 4
2-)Kazanç Yolları .............................................................................................. 9
a-)Zenginlik .................................................................................................. 12
b-)Tembellik ve Dilenme .............................................................................. 13
B-) DÜNYA AHİRET DENGESİ .............................................................................. 17
1-) Dünya İşlerinde Ölçü ................................................................................. 17
a-) Çalışmada Ölçü ....................................................................................... 17
b-) İsraf Etmemek ......................................................................................... 20
c-) Tevekkül .................................................................................................. 22
d-) Sabır .............. …………………………………………………………..23
e-)Adaletli Olma ........................................................................................... 25
2-) Ahiret İşlerinde Ölçü .................................................................................. 26
a-)Aşırıya Kaçmamak ................................................................................... 28
b-)Az da Olsa Devamlı İbadet ...................................................................... 30
c-)Havf ve Reca (korku ile ümit) Arası Yaşama .......................................... 31
3-) Kur’an’ın Dünyaya Bakışı ......................................................................... 33
a-)Dünya Hayatı Bir Oyun ve Eğlencedir ..................................................... 33
b-) Dünya Hayatı Aldatıcı Bir Metadır ......................................................... 34
c-)Dünya Hayatının Aldatıcılığı ve İnsanların Buna Karşı Uyarılması ........ 35
4-) Kur’an’ın Ahiret Hayatına Bakışı ve Ahiret Hayatını Tercih Etmesi ........ 36
II. BÖLÜM ..................................................................................................................... 38
AİLEVİ HAYAT ............................................................................................................ 38
A-) GENEL OLARAK AİLE ..................................................................................... 38
1- Tarihte Kadın ............................................................................................... 42
2-) Tarihte Evlenme - Boşanma ve Cinsellik................................................... 45
a-) Evlilik ve Cinsellik .................................................................................. 45
b-) Boşanma .................................................................................................. 50
3-) İslam Öncesi Dönemde Aile ...................................................................... 51
a-)Yahudilikte Aile ....................................................................................... 51
b-)Hıristiyanlıkta Aile ................................................................................... 54
c-)Cahiliye Toplumunda Aile ....................................................................... 56
B-) İSLAMDA AİLE ve İSLAMİ AİLEDE DENGE ................................................ 57
1-) İslam’da Kadın ........................................................................................... 57
2-) İslam’da Evlenme ve Boşanma .................................................................. 62
3-) İslam’da Aile .............................................................................................. 66
a-)Erkeğin ailenin reisi olması ...................................................................... 69
b-) Kocanın Uyması Gereken Kurallar (Hanımın Hakları).................................. 77
b1-) Nafaka Temini:................................................................................... 70
b2-)Kadına Darılmamak: ........................................................................... 71
b3-)Hanımına Karşı Hoşgörülü Olmak...................................................... 71
b4-)Kadını Dövmemek: ............................................................................. 72
b5-)Kadının Malına Dokunmamak: ........................................................... 72
IV
b6-)Kadının Eğlenmesini Temin Etmek: ................................................... 72
b7-)Kadının Yaptıklarına Karşılık Vermek: .............................................. 73
b8-)Kadının İffetini Koruması: .................................................................. 73
b9-)Eşinin Sırlarını İfşa Etmemek: ............................................................ 73
b10-)Ayıplarını Araştırmamak: ................................................................. 73
b11-)Boşanma Hakkı: ................................................................................ 74
c-) Hanımın Uyması Gereken Kurallar (Kocanın Hakları) .......................... 74
c1-)Kocaya İtaat: ........................................................................................ 74
c2-)İffet ve Namusunu Korumak: .............................................................. 75
c3-)Eşinin Cinsi Arzularına Olumlu Cevap Vermek: ................................ 75
c4-)Aileyi Koruma Hakkı: ......................................................................... 76
c5.-)Çocukların Terbiyesi: ......................................................................... 76
V
KISALTMALAR
T.D.V.İ.A.
T.C.B.A.A.K.
Kurumu.
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
: Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Aile Araştırmaları
D.İ.B.
: Diyanet İşleri Başkanlığı.
M.E.B.
: Milli Eğitim Bakanlığı.
SAV
: Sellellahu Aleyhi Vesellem.
Çev.
: Çeviren.
a.s
: Aleyhisselam.
h.
: Hicri.
a.g.e.
: Adı Geçen Eser.
c.c
: Celle Celalüh.
s:
: Sayfa.
c:
: Cilt.
yay.
: Yayınevi.
İst.
: İstanbul.
Ank.
: Ankara.
t.y
: Tarih yok.
y.y
: Yer yok.
b.
: İbn.
Mad.
: Maddesi.
Fak.
: Fakültesi.
VI
GİRİŞ
İslam denge dinidir. İslam dininde hiçbir konuda aşırılık tasvip edilmemiş,
insandan, dünya ve ahireti birlikte yürütmesi ve har iki alemde de mutlu olması
beklenmiştir. İnsanın bu dünya gönderiliş gayesi imtihan olduğu için, bu dengenin ona
sağlayacağı ilk ve en önemli fayda, şüphesiz ki imtihanı başarmasıdır.
Allah (c.c.) insanoğlunu ona verilmiş olan cüzi bir irade ile yaratmış ve ona
fiillerini seçme özgürlüğü bahşetmiştir. Bu sebeple kişi, sırf dünya için veya sırf ahiret
için çalışabileceği gibi, çalışmalarında dünya ve ahiret mutluluğunu da esas alabilir.
Nefis ve şeytanın galip geldiği kişi, sadece dünya için gayret sarf ederek ukbasını
tehlikeye sokmuş olur. Bunun aksini yapıp kendisine ve sorumluluğunu taşıdığı
kimselere bir nevi, zulüm ederek, ahiretini kazanmaya çalışan kişi ise dünyada mutlu
olamaz. Fakat Ayet ve Hadislerin işaret buyurduğu şekli ile yaşayıp ikisi arsında orta bir
yol tutan kimse ise hem bu dünyada mutlu, insanlara ve kendine faydalı bir şekilde
yaşar hem de ahirette, gerçek saadet olan ebedi mutluluğa erişir.
Müslüman kişinin, yaşamına tatbik etmesi gereken bu dengeli hayat tarzının
nasıl olması gerektiğini, Müslüman’ın el kitabı olan Kuran’ın en iyi şekilde
açıklayabileceği gerçeğinden hareketle, böyle bir çalışma yapmaya karar verdik. Bizlere
göre yaşayan Kur’an olan Hz. Peygamberin hadislerinden de yaralanmamız böylesi bir
konu için elzem olması hasebiyle, çalışmamızda Rasulullah’ın yaşantısından bolca
örnekler sunmaya çalıştık. Hadisleri kullanırken elimizden geldiğince Kütüb-i Tis’a
eserlerinden alıntı yaptık. Ayrıca Kur’an’ı
daha iyi anlayabilmemiz için yazılmış
tefsirlerin hem ilk dönem hem de son dönem yazılanlarından faydalanmayı uygun
gördük. Ayetlerin meallerinde ise, maksadı en güzel ifade ettiğini düşündüğümüze esere
göre farklı çağdaş alimlerimizin meallerini kullandık.
Kur’an’a göre dünya ahiret dengesi konusunun, bir Müslüman’ın hayatını
kapsayan tüm olayları içine alan geniş bir sahası olduğu için, konuyu bunların içerisinde
en önemlisi olarak gördüğümüz, çalışma ve ailevi hayatta Kur’an’daki denge ile
sınırladık. Bu çerçeve içerisinde tezimizi iki bölümde ele aldık. Birinci bölümde; genel
olarak çalışma hayatını ve bu hayat içerisinde Kuran’ın Müslüman'a çizmiş olduğu
rolü, ikinci bölümde ise; İslam öncesi dönemde aile hayatı ve kadının bu hayat içindeki
yeri ile İslam’ın aile hayatına getirdiği yeni düzen ile kadın ve erkeğe yüklemiş olduğu
görevlerin dengeli dağılımını araştırmaya gayret ettik.
Çalışma hayatı bölümünde, genel olarak çalışma düzeni, kazanç yolları,
tembellik ve dilenme ile zenginlikten bahsettik. Devamında dünya ve ahiret işlerinde
İslam’ın öngördüğü ölçünün nasıl olduğu, Kuran’ın dünyaya nasıl baktığı ve dünyayı ne
şekilde nitelediği, ahiret hayatına bakışı ile müminlerin ahireti tercih etmeleri
konusunda Kuran’ın uyarılarına yer verdik.
Ailevi hayat bölümünde ise; konunun daha iyi kavranabilmesi ve İslam dininin
getirmiş olduğu farklı düzenin açığa çıkması açısından ilk önce, İslam öncesinde ailevi
yaşantı ve kadının konumunu, bunun yanı sıra, yine aynı dönemde evlenme, boşanma
ve akitlerinin uygulanışını araştırdık. Daha sonra, İslam’ın gelişi ve getirdiği esaslarla
ailenin yeni yapısını, kadın-erkek dengesini, evlenme ve boşanmada taraflara tanınan
hakları, aile içerisinde, kadın ve erkeğin görev ve sorumluluklarını araştırdık
Araştırmamız boyunca hem iş hayatında hem aile hayatında davranışlarıyla
bizlere ışık tutan Hz. Peygamberimizin sahih hadislerini, konunun daha iyi
anlaşılabilmesi için örnek olarak getirdik. Faydalı olabilmesi adına uğraş verdiğimiz
çalışmamızın, hedefine ulaşması en büyük temennimizdir.
2
I.BÖLÜM
ÇALIŞMA HAYATI
A- GENEL OLARAK ÇALIŞMA HAYATI
İnsanoğlu doğası gereği tek başına yaşamaya elverişli olarak yaratılmamıştır1.
Bu sebeple ta ilk insandan günümüze insanlar, hayatlarını belli alanlarda iş bölümü
yapmak suretiyle idame ettirmişlerdir. Hatta semavi olsun insan kökenli olsun hiçbir
din, tek bir ferdi muhatap almamış, belli bir topluma hitabı esas almıştır. Bu açıdan
bakıldığında belki de tüm dinlerin ortak olduğu tek nokta, muhatabın fert değil toplum
olmasıdır.
İnsanoğlu, yaratılışından başlayarak, hayatının tüm evrelerinde, hatta olgunluk
ve ihtiyarlık çağında dahi, tabiatının sevkiyle geçinme vasıtalarına ve gıdaya muhtaçtır.2
Yüce Allah ayetinde: “Allah zengin, siz ise fakirlersiniz”3 buyurmuştur. Allah Teala
yeryüzündeki her şeyi insanların istifadesine sunmuş ve onlar için hazır hale getirmiştir.
Allah (c.c.) K. Kerim’de denizleri insanlara müsahhar kıldığını bildirmiş,4 insanlara
denize güç yetirebilme kudreti vermiş ve onlara ise bu yönde çalışmayı, gayret etmeyi
1
Hucurat 49/13.
İbn Haldun, Mukaddime, c:2, s:319, (Çev: Zakir Kadiri Ugan) M.E.B. Yay. İst. 1996.
3
Fatır 35/15.
4
İbrahim 14/32; Nahl 16/14.
2
3
bırakmıştır. Bunun gibi Allah Teala hayvanları, insanın emrine boyun eğdirdiğini,5
gemileri insanların emrine amade kıldığını6 belirterek, insanları onlara hükmedebilme
kudretiyle donattığını vurgulamak istemiştir.7
Bakara sûresinde Allah’ın (c.c.) belirttiği gibi, insanlar yeryüzünün halifesi
olarak yaratılmıştır. Halife olmak ise hükmetmeyi, idare altına almayı,8 kendine
müsahhar kılmayı icap ettirir. Bu ise insanın gayretini, gücünü kullanmasını gerektirir.
Alemde yaratılmış tüm varlıklar, insanlara aynı uzaklıktadır. Kim kudretini sarf edip
onu elde ederse artık o, onun tasarrufuna geçer ve onun mülkü olur. Başkaları ise ancak
karşılığının vererek bundan istifade edebilirler.9
İslam dini, dini hayat ile dünyevi hayatın girift olduğu, iki alana da hitap eden
bir dindir. İnsandaki asıl amacın Allah’a ibadet etmek10 olması yanında, bu ibadet
anlayışının çerçevesi çok geniş tutulmuş, insanın günlük çalışması, salih amel
bağlamında ibadet ve imanla birlikte anılmıştır11. İnsanın bu günlük meşgaleleri içinde,
İslam’ın, meşru ve gayri meşru kabul ettiği temel doneler mevcuttur.
1-) İslam’ın Çalışmaya Bakışı
Yüce Allah insanı yoktan var etmiş ve dünya nimetlerini onun emrine
müsahhar kılarak12 insanın rahat etmesine, mutlu olmasını sağlamış ve ona bir çok
nimetler lütfetmiştir. Allah (c.c.) insana, diğer canlıların üstünde bir değer vererek, onu
şerefli bir varlık olarak yaratmıştır. Ayeti Kerime’de: “Yemin olsun Biz,
Ademoğullarını üstün ve onurlu kıldık, karada ve denizde ulaşımlarını sağladık, temiz
besinlerle onları rızklandırdık ve onları yarattıklarımızın pek çoğundan üstün tuttuk”,13
buyurulmuştur. Yüce Allah’ın (c.c.) insana vermiş olduğu bu üstünlük şüphesiz ki
insanın, lütfedilen akıl nimetini gerektiği şekilde kullanması ve O’na kul olmanın bir
gereği olarak, rızasına uygun bir şekilde çalışıp, hayata hakim olmasıyla gerçekleşir.
İnsanı diğer varlıklardan üstün kılan en önemli iki özelliği; aklının olması ve bu aklı
5
Hac 22/37.
Casiye 45/12.
7
Haldun, a.g.e. c:2, s:320.
8
Bayraktar Bayraklı, Yeni Bir Anlayış Işığında Kuran Tefsiri, c:13 , s:294, Bayraklı Yay. İst. Eylül
2001.
9
Haldun, a.g.e. c:2, s:30.
10
Zariyat 51/56.
11
Fussilet 41/8; Şura 42/22-23; Casiye 45/21-30.
12
Lokman 31/20; Casiye 45/13.
13
İsra 17/ 70 .
6
4
gerektiği ve istendiği şekilde kullanabilmesidir. Zira bunu gerçekleştiremeyen
insanların, yine Kuran’ın ifadesiyle hayvanlardan daha aşağı olacağı açıktır.14
Allah(c.c.) Kur’an-ı Kerim’in bir çok yerinde gökleri, yeri ve üzerindekileri
insanın emrine amade kıldığını belirtmiş ve düşünen toplumlar için, bütün bu
yarattıklarında alınacak ibretler olduğunu vurgulamıştır.15 Yüce Allah (c.c.) insanların
yeryüzünü araştırmalarını, göklerin nimetlerini incelemelerini, bunlar hakkında
düşünmelerini,
bu
yönde
çalışmalarını
ve
bu
nimetlerden
gerektiği
faydalanmalarını insanlara öğütlemiştir.16 Bütün bunlara ulaşmanın
gibi
yolunun
çalışmaktan geçtiği de açıktır.
İnsanoğlu, yeryüzünün yegane hakimi ve halifesi olarak yaratılmıştır.17 İnsan,
Allah (c.c.) adına yeryüzünde bir çok şeyin sorumluluğunu yüklenmiştir. Muhammed
Esed, insanların yeryüzünün halifesi olduğunun belirtildiği ayette geçen: “Halife
yaratacağım” tabirine; yeryüzüne sahip çıkacak, yeryüzünün kendisine emanet edileceği
insan şeklinde anlam vermiştir.18 Halife kelimesinin Kuran’ın diğer yerlerindeki
kullanımına baktığımızda19 da bu şekildeki tercümenin en uygun tercüme olduğunu
görmekteyiz. İnsanın yeryüzüne sahip çıkıp, ona hükmetmesi de ancak bu uğurda
çalışma ve gayret göstermekle mümkün olabilecektir. Bu da insanın halife olmasına
vesile olacak yegane şeyin onun çalışması olduğunu göstermektedir.
İnsana Cenab-ı
Hakkın
yüklemiş
olduğu emanetler çok şerefli
ve
kaldırılabilmesi için gayretin gerekli olduğu ağır emanetlerdir. Kur’an’da: “Gerek şu ki,
biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunmuştuk ama (sorumluluğundan) korktukları için
onu yüklenmeyi reddettiler. O (emaneti) insan üstlendi. Zaten o daima haksızlığa ve
akılsızlığa son derece meyyaldir”20 buyurulmuştur. Bu ayette geçen emanet sözcüğüne
müfessirler farklı anlamlar yüklemişlerdir. İnsana yüklenen en önemli emanet şüphesiz
dini görevler ve şer'i mükellefiyetlerdir.21 Bunun yanı sıra Allah’ın insana lütfettiği
14
Furkan 25/44.
Casiye 45/12-13.
16
Bakara 2/198; A’raf 7/32-10; Yasin 36/71.
17
Bakara 2/30.
18
Muhammed Esed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, s:11-12, İşaret Yay. İst. 1999.
19
Enam 6/165; Neml 27/62;, Fatr 35/39.
20
Ahzap 33/77.
21
Vehbe Zuhayli, Tefsir’ul Münir, c:22, s:129, Dar’ül Fikr , Dımeşk , 1998.
15
5
beden en büyük emanetlerdendir.22 Bu emaneti dünya ve ahiretteki tehlikelere karşı
korumak insanın en büyük görevidir. Müfessirler, emanet kelimesinin bunlardan farklı
olarak, kişinin ailesi, eş ve çocukları, ana-baba ve akrabaları,23 çevresi, köyü, ilçesiyle,
toplumu ve vatanı gibi24 diğer tüm değerlerinin de gireceğini belirtmişlerdir.
Hadis-i
Şerif’te:
“Hepiniz
çobanlarsınız
ve
hepiniz
güttüklerinizden
mesulsünüz, onlara karşı sorumlusunuz”25 buyurulmuştur. İnsanın en yakınından
başlayarak en uzağına kadar tüm bu aşamalarda mesuliyeti söz konusudur ve insan bu
alanlardaki sorumluluğundan ancak sürekli bir gayret, çalışma ve çabayla kurtulabilir.
Bu çaba, dünyaya ve ukbaya bakan yönleriyle ifa edilmeli ve emanetin en büyüğü olan
dini yükümlülükler ve şer'i görevler26 unutulmamalıdır.
Hz. Peygamber (S.A.V) çalışmanın gerekliliği üzerinde durmuş, tembellik ve
dilenciliği de aynı derecede yermiştir. Hz. Peygamber: “Muhakkak ki Allah, çalışan,
gayret gösteren mümin kulunu sever”27 buyurmuştur. “Hiç kimse eli ile kazandığından
daha hayırlı bir yiyecek asla yememiştir. Allah’ın (c.c.) peygamberi Davut da kendi
elinin emeğini yerdi”28 buyuran Hz. Peygamber diğer bir hadis-i şerifte “yediğiniz en
temiz lokma kendi kazancınızdan olan lokmadır ve çocuklarınız da sizin kendi
kazancınızdandır”29 buyurmuşlardır. İnsanın el emeğinin, çalışmasının önemini belirten
bu hadislerde belirtildiği gibi Kur’an-ı Kerim’de de Cenab-ı Hak, Hz. Davut’un (a.s)
demircilik sanatına önem atfetmiş,30 bir peygamberin dahi çalışıp rızkını kazandığı,
başkalarına el açmadığı belirtilerek bu durum insanlara örnek gösterilmiştir.31
Geçimi sağlamak için çalışmanın, insanın günahlarını bağışlatacağı müjdesini32
verecek derecede çalışmaya önem atfeden Hz. Peygamber( S.A.V.) gerek kişisel ve
Ebi Abdillah Muhammed b. El-Ensari El-Kurtubi, El-Cami li Ahkam’il Kur’an, c:14 ,s:254 , Dar’u
İhya’it Türas’il Arabi, Beyrut 1985 .
23
Kurtubi a.g.e. c:14, s:254.
24
Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, c:6, s:342, Akçağ Yay. İst (T.y).
25
Ebi Abdillah Muhammed b. İsmail, El Buhari , Sahihi Buhari, Cuma 11 , Çağrı Yay. İst. 1992;
Hüseyin b. Müslim b Haccac , Sahihi Müslim, İmaret 5, Çağrı Yay. İst. 1992.
26
Zuhayli a.g.e. c:22, s:125.
27
Abdurrahman b. El Kemal Celalettin es Suyuti, Ed Durul Men’sur fit Tefsir’il Mes’ur, c:8, s:238
Dar’ul fikr, Beyrut, 1993 .
28
Buhari, Büyu 15.
29
El Hafız Ebi Abdillah Muhammed b. Yezid İbn Mace, Sünen-i İbn Mace, Ticarat 1, Çağrı Yay, İst.
1992 .
30
Sebe 34/10-11; Enbiya 21/80.
31
Buhari, Büyu 15.
32
Şemsettin Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed Ebu Sehl Es-Serahsi, El Mebsud, c:30, s:245,(30 Cilt)
Darul Marife, Beyrut (T.y.) .
22
6
gerekse toplumsal ihtiyaçların giderilmesi için çalışıp alın teri dökmeyi ve dünya malını
elde etmeyi teşvik etmiştir.33
İslam dininde, dinini kurtarmak için dağlara çıkıp ibadetle meşgul olan,34
evlenmeyen, toplumdan kopuk, hayatın her türlü sorumluluğundan soyutlanan kişiler
denebilecek ruhbanlık35 diye bir sınıf yoktur. Her ne kadar tarihi seyir içerisinde, İslam
toplumunun refah düzeyindeki artmaya paralel olarak oluşan, dünyaya meyyal bir
yaşam süren toplumsal kaymaya tepki niteliğinde, daha çok tasavvufi akımlarda bir
uzlet hayatı görülse de36 bu, toplumdan tamamen kopma mahiyetine bürünmemiştir. Hz.
Ömer dönemi ve sonrasında İslam devleti sınırlarının genişlemesi ve neticesinde elde
edilen ganimet ve zenginliklerin halkın yaşam kalitesini artırmasının doğal bir sonucu
olarak Müslümanların dünyevi meşgaleleri çoğalmıştır. Bu durum, İslam devletinin
temellerinin oluşumu ve şahlanışına, nice zorluk ve eziyetlere göğüs gererek vesile olan
bazı sahabelerde ve onları takiben tabii ve tebe-i tabiilerde, insanların İslam’dan
kopmaları ve dini hassasiyetlerinin gevşemesi endişesini doğurmuştur.37 Bu endişe
İslamın ilk devirlerinden itibaren farklı şekilleriyle vücut bulmuş, uhrevi hayata ağırlık
verilmesi, dünya meşgalelerinin azaltılarak terk edilmesine karşın ibadet hayatının
yozlaştırılması şeklinde tezahür etmiştir.38
Asıl olan ise Hz. Peygamber’in (S.A.V.) sahabelere çalışmalarını tavsiye
etmesi ve onların çalışmalarını övmesi biçiminde şekillenen yaşam şeklidir. “Hz.
Peygamber (S.A.V.) bir gün Şad b. Muaz ile tokalaşmış, ellerinin nasırlı olduğunu
görünce sebebini sormuş, Sad da çoluk çocuğumun geçimini sağlamak için kazma ve
kürek ile çalışıyorum cevabını vermiş bunun üzerine Hz. Peygamber (S.A.V.) ‘İşte
Allah’ın sevdiği eller’ buyurarak iki elini öpmüştür”.39
Ayrıca yine Kur’an-ı Kerim’de “Boş kaldığın zaman hemen başka bir işe
koyul”40 mealindeki ayetle Müslümanların boş vakti olamayacağı ve bu vakitlerin
muhakkak değerlendirilmesi vurgulanmıştır. Müslüman boş vakitlerinin hesabını
Muhammed El Meduv bi Abdirrauf El Münavi, Feyzul Kadir Şerh’u Cami is-Sağîr, c:1, s:162, Darül
Marife, Beyrut (t.y).
34
Süleyman Ateş, Kuran Ansiklopedisi, c:17, s:422, Kuba yay. İst. (t.y).
35
Ebu Nasr Serrac Tûsi, İslam Tasavvufu, s:486, (Çev: Hasan Kamil Yılmaz), Altınoluk Yay. İst. (T.y.).
36
Mahir İz, Tasavvuf, s:24, Kitabevi Yay. (5. baskı) İst. 1995.
37
Mahir iz , a.g.e. s:25; Ahmet Özalp, Tasavvuf Mad. c:6, s:125, Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil
Yay. İst. 1994
38
Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, s:58, İfav Yay. İst. 1994 .
39
Serahsi, a.g.e. c:30, s:246.
40
İnşirah 94/7.
33
7
verecek olduğunu bilme hassasiyetiyle hareket etmelidir. Zira boş duran kişinin,
şeytanın oyuncağı olacağı ve gayri meşru şeylere meyledeceği muhakkaktır. Müfessirler
bu
ayetin
tefsirinde,
Allah’ın
(c.c.)
kullarından
vakitlerinin
çalışarak
değerlendirmelerini istediğini ve Allah’ın, kulunun boş durmasını kerih gördüğünü ve
Salih amellerde sürekliliğin gerekli olduğunu söylemişlerdir.41 Müslüman kişinin boş
vakti olamayacağı ve bu vakitlerin ya dünya yada ahiret için harcanması gerektiği de
yine tefsirlerde belirtilmiştir.42 Bununla beraber bu ayete; bir ibadeti bitirince diğerine
başla şeklinde mana verenler de vardır. Fakat Hz. Ömer’in (R.A.) “Ben sizden birinizin
dünya veya ahiret işlerinde boş durmasını kerih görürüm”43 sözünün, Müslümanın
hayatının temel düsturu olacağı düşüncesindeyiz.
Yine Peygamber efendimizin boş vakit hususunda “İki nimet vardır ki
insanların çoğu bu ikisini gereği gibi kullanmada aldanmıştır. (Bunlar) Sıhhat ve boş
vakittir”44 buyurmuş ve Müslümanları sıhhatleri elde iken boş vakitlerini dolu dolu
kullanmaları konusunda uyarmıştır.
K. Kerim bütün Müslümanlara savaş tekniği bakımından üstün olacaka
seviyeye gelene kadar çalışmayı, düşmanı caydıracak ve mağlup edecek silah ve
teknolojiyi imal etmeyi adeta emretmiştir: “Ey insanlar! Düşmanlarınıza karşı, gücünüz
yettiği ölçüde kuvvetler ve savaş atları (araçları) hazırlayın ki, bunlarla Allah’ın
düşmanlarını, sizin düşmanlarınızı ve bunların dışında Allah’ın bilip de sizin
bilmediğiniz diğerlerini caydırırsınız”.45 Bu ayetin tefsirinde, Müslümanların çalışıp
teknolojiyi ürettiği zamanlarda zirvede olduğu, çalışmayı bırakıp lükse, israfa ve
tembelliğe daldığı zamanlarda ise bugün olduğu gibi geri kaldığı, zulüm gördüğü,
ezildiği ve zaman zaman düşmanlarınca inim inim inletildiği belirtilmiştir.46
Binaenaleyh Müslümanlıkta atalet, tembellik, medeni vasıta ve teknolojiden
mahrumiyet kesinlikle yasaklanmış,47 Müslümanların dünya barışına katkıda bulunmak
41
Zuhayli , a.g.e. c:15, s:298.
Muhammed Emin İbn Muhammed’il Muhtar el Cekeniyyi Eş Şenkiti, Evzaul Beyan fi İzah’il Kur’an
bil Kur’an, c:9, s:318, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire, 1992 .
43
Süleyman b. Ömer’ul Uceyli Eş Şafiî , El Futuhat’ül İlahiye bi Tevzihi Tefsir’ul Celaleyn, c:8,
s:354, Darul Kütüb’ül İlmiye, Beyrut ,1996.
44
Ebi İsa Muhammed b. İsa b. Sevde , Sünet’üt Tirmizi, Zühd 1, Çağrı Yay. İst. 1992 ; İbn Mace, Zühd
15.
45
Enfal 8-60.
46
Muhammed Cemaleddin Kasımî , Tefsir’ul Kasımî, c:4 ,s:58, Darû İhya’it Turas’il Arabi, Beyrut,
1994 .
47
Ömer Nasuhi Bilmen, K.Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, c:3, s:1205, Akçağ Yay. Ankara,
1991.
42
8
ve düşmanlarına karşı güçlü görünmek için boş durmayıp çalışmalarının gerektiği
vurgulanmıştır.
İnsanın gerek bu dünya gerekse öldükten sonraki uhrevi hayatında ancak
çalıştığının karşılığını göreceğine dair olan ayetlerde48 de görüldüğü üzere bu dünyada
miskince oturup en üstün millet olmayı beklemek bir hayalden öteye geçmeyecektir.
Ehli sünnet alimlerinin büyük çoğunluğuna göre zaruri ihtiyaçlarını giderecek
kadar çalışmak farzdır.49 Bunun gibi, çağımızda sürmekte olan teknolojik ve ekonomik
soğuk savaşta galip gelebilmek ve bu ileri teknoloji seviyesini yakalamış milletlerin
sömürgesine girmemek ve istediğimiz şekilde yaşayabilmek için çalışmak da bir farzdır.
Çünkü dini ve dünyevi işlerin rahatça yapılabilmesi özgürlüğe bağlıdır. İbadetlerin
yapılması ve kişinin zaruri ihtiyaçları için çalışması farz olduğuna göre bunu getirecek
yolların sağlanması da farz olur.
İnsanın rızk temini için çalışması farzdır ve ibadet sayılmıştır. Rızk temini için
çalışılan kazanç yolları çok çeşitlidir.
2-)Kazanç Yolları
Yeryüzündeki tüm canlılar kendilerinin ve ailelerinin yaşamlarını idame
ettirmek için bir gayret içindedirler. Bu gayret hayvanlarda içgüdüsel olarak
yerleştirilen avlanma, otlama yeteneğiyle sonuca ulaşır. İnsanlarda ise Allah’ın
kendilerine bahşettiği akıl nimetinin kullanılması sonucu değişik şekillerde tezahür ede
gelmiştir. İnsanların bu gayretlerinin temelinde, bir şeyler kazanıp kendinin ve
sorumluluğundaki kişilerin hal ve istikbalini garanti edebilmektir. Kişi zayıflık ve
acizlik evresini geçirerek varlıklardan istifade edebilecek kadar kuvvet kesb ettikten
sonra, geçinmesi ve ailesini geçindirebilmesi için kazanç temin etmeye başlar. Allah’ın
(c.c.) kendisine vermiş olduğu nimetlerden istifadeye koyularak ihtiyaçlarını tatmin
etmek üzere emek sarf eder.50 Yüce Allah bunu, kişiler üzerine görev olarak
yüklemiştir: “Yeryüzünü size boyun eğdiren O’dur. Öyleyse yerin sırtlarında dolaşın ve
Allah’ın verdiği rızktan yeyin, sonunda dönüş O’nadır”.51 Diğer bir Ayet’i Celile'de:
“Size rahmetini tattırması, buyruğu ile gemileri yürütmesi, lütfünden rızk istemeniz ve
Ebil Berekat Abdullah b. Ahmet b. Mahmut en Nesefi, Medarik’üt Tenzil ve Hakaik’ut Te’vil, c:1,
s:680, DaruL Kesir, Beyrut, 1999.
49
Serahsi, a.g.e. c:30, s:250.
50
Haldun a.g.e. c:2, s:320.
51
Mülk 67/15.
48
9
O’na
şükretmeniz
için
rüzgarları
müjdeciler
olarak
göndermesi,
O’nun
belgelerindendir” buyurarak verdiği lütuflardan insanların gayret ederek kazanması ve
neticesinde de Allah’a şükretmesi istenmiştir.
Allah Teala eğer yeryüzünü sert bir kaya parçası olarak yaratsaydı orada ekimdikim yapmak imkansız olur ve yaşanmazdı. Yine bunun gibi eğer demir, altın, gümüş
gibi sert bir madenden müteşekkil olarak yaratılsaydı geceleri olanca soğuk, gündüzleri
de o derece sıcak olur ne ölüleri ne dirileri içinde barındırmaz, üzerinde yürünmez, bina
yapılmaz kısaca yaşanmaz olurdu.52 Eğer böyle olsaydı, yeryüzü ölülerin defin
işleminin bile yapılamayacağı bir şekil alırdı. Mülk sûresinde yukarıdaki ayetteki emrin
ibaha manasında olduğu tefsirlerde belirtilmekle beraber,53 bu emirle ümmetin
çalışmaya teşvik edildiği, yönlendirildiği,54 gayrete getirilmeye çalışıldığı da açıktır.
Hatta burada, yeryüzünde çalışma ve kazanmanın emredildiğini söyleyenler de
olmuştur.55
İnsan, bazı varlıklardan, emek sarf etmeden istifade etmektedir. Bitki ve
hayvanlar için faydalı olan yağmurlar bu gruba girer. Fakat bunlar insanın geçimini
sağlaması için yardımcı unsurlardır. Bunun yanında insan, geçimini temin edebilmek
için emek sarf etmeye muhtaçtır. Bu kazandıklarından geçimini
temin edebilecek
derecede olana ‘geçimlik’, zaruri ihtiyacından fazlasına ise ‘servet’ denilir. Emek
vererek, kulun Allah’ın verdiklerinden ele geçirdiği mallara ise kazanç denilir.56
Kazanma ancak çalışmayla mümkün olur. Allah’a (c.c.) tevekkül edip
çalışmayı terk, hem tevekkülün manasına aykırı, hem de kazanca engeldir. Zira Hz.
Peygamber (SAV) bir gruba, ‘siz kimsiniz’ diye sorar. Onlar, ‘biz tevekkül edenleriz’
derler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (SAV) onlara, ‘siz mi tevekkül edenlersiniz. Oysa
tevekkül eden kişi, toprağa tohumu atan, sonra Allah’a (c.c.) tevekkül edendir’
buyurmuştur. Çalışmamak da kazanca engeldir. Çeşmelerden akan suyun ta kuyuların
dibini kazmakla çıkarıldığını, kazılmadan kendi haline bırakılırsa susuz kalınacağını,
hayvanların memelerini çektikçe sütün akacağını, aksi takdirde sütün gideceğini insanın
El Fahr’ur Razi, Et Tefsir’ul Kebir, c:10, s:591, Dar’u İhyai’t Turas’il Arabi, Beyrut, 2001.
Ahmet Mustafa Meraği, Tefsir’ul Meraği, c:10, s:154, Darul Kutubil İlmiye, Beyrut 1998- Kurtubi,
a.g.e. c:18, s:215.
54
Şenkıtî, a.g.e, c:8, s:404
55
Muhammed b. Yusuf Eş Şehid bi Ebi Hayan el Endulusi, Bahr’ül Muhit, c:3 s:295, Dar’ul Kütüb’il
İlmiye, Beyrut,1993
56
Haldun, a.g.e. c:2, s:321
52
53
10
çalışmasının gerekliliğine benzeten İbn Haldun bir şehrin bayındırlığını kaybetmesi
durumunda, suların çekilip kuruyacağını bunun da insanların çalışmalarının ne derece
önemli olduğunu gösterdiğini söylemektedir.57
İnsanları irşat etmek, hak yola yöneltmek için gönderilen peygamberler de
rızklarını çalışarak, emek sarf ederek kazanmışlardır. Hz. Adem, çiftçilikle geçinir, öküz
çifte koşar, buğday ekerdi.58 Şit’in (a.s) ilk hurma eken insan olduğu,59 İdris’in (a.s)
terzilik sanatı icra ederek rızkını kazandığı,60 Nuh’un (a.s) da yine çiftçilik yaptığı61
kaynaklarda belirtilmiştir. Hz. Musa’nın (a.s) çobanlık yaptığı,62 Hz. Davut’un (a.s)
demircilikle meşgul olup zırh ve savaş aletleri yaptığı Kur’an’da bizlere bildirilmiştir.63
Yine Ebu Hanife’nin, ticaret yaptığı aynı zamanda öğrencilere ders verdiği64 de
bilinmektedir. Ayrıca Hz. Muhammed’in (SAV), yaşamının bir kısmında çobanlık
yaptığı,65 bir kısmında ticaretle uğraştığı gerçeğine bakınca, dinin çalışma ve kendi
rızkını kazanmaya verdiği önem hakkında, genel bir fikrin oluşması mümkündür.
İnsanlardaki kazanma ve bir şeylere hakim olma hissi, fıtraten gelen bir arzudur. Bu
arzusunu inançlarıyla yemleyemeyen kişilerdeki kazanma arzusunun belli bir sınırı
yoktur. Bu kişilerde hak-hukuk kavramı ve adalet duygusunun yerini hırs ve tamah
duygusu almıştır. Bu husus Hz. Peygamber’in şu hadisinde varlığını bulmuştur: “Eğer
ademoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, ikinci bir vadisinin olmasını ister. Allah (c.c.)
tövbe edenin tövbesini kabul eder”66.
Dolayısıyla İslam dini kazanç yollarını temelde, haksız kazanç yolları ve helal
kazanç yolları olarak ikiye ayırmıştır. İslam hukuku karşılıksız, alın teri olmadan elde
edilmiş, içinde başkasının hakkı olan edinimleri kabul etmemiştir.67 Bunlarla beraber
helal kazanç olsa dahi Allah’tan uzaklaştıran ve Allah’ı anmama gafletine düşüren
57
Haldun a.g.e. c:2, s:324 -325.
Müinüd’din Muhammed Emin Hirevi, Mearic’ün Nübüvve s:131, (Çev: Muhammed b.Muhammed
Efendi) Berekat Yay. İst.(t.y) ; Abdullah Aydemir, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, s:35,
Türkiye Diyanet Vakfı Yay. Ank. 1992.
59
Hirevi a.g.e. s:143.
60
Hirevi a.g.e. s:143.
61
Tekvin 9/20.
62
Aydemir a.g.e. s:121.
63
Sebe 34/10-11.
64
Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife, (Çev: Osman Keskioğlu), s:41, DİB Yay. Ank. 1997.
65
İbn Mace, Ticarat 63-Ebu Davud Süleyman b. Eş’as ,Sünen’i Ebi Davut, Edep 17,Çağrı Yay. İst.
1992.
66
Müslim, Zekat 39; Buhari, Rikak 10, Tirmizi, Zühd 27.
67
Nisa 4/29.
58
11
kazançlar da zem edilmiştir.68 Yine başkalarını aldatarak,69 gasp edip malını çalarak,70
rüşvet v.s. gibi gayri meşru yollarla,71 tefecilik72 ve kumar yoluyla kazanç sağlama,73
malları stok ederek insanları sıkıntıya sokma,74 domuz eti, kan ,leş gibi İslam’ın mal
olarak kabul etmediği şeyleri satarak kazanç sağlama,75 hür insanların satımıyla para
kazanma76 gibi kazanç sahalarını da İslam, helal olmayan kazanç yolları olarak kabul
etmiştir.
Diğer taraftan insanların aralarında karşılıklı rıza ile yapılan akitler neticesinde
elde edilen kazançları,77 başkalarının haklarını suiistimal etmemek, onlara zulüm
yapmamak78 ve bunları ibadetlerin sınırlarına girmeden yapmak79 şartıyla helal
görmüştür. Ticaret, ziraat, zanaat, işçilik, memurluk v.s. gibi kazanç yolları, bu
noktalara uyulup uyulmamasına göre, insanı helal veya haram kazanca götürebilir.
a-)Zenginlik
İnsanların kendinin ve ailesinin geçimini sağlayacak derecede kazanması zaruri
kazanmadır. Bunun üzerinde kazandığı mal ve servet onun zenginleşmesine vesile olur.
İslam’da zenginlik sadece mal zenginliği değildir. Bunun yanı sıra evlat zenginliğinden
de bahsedilmiştir.
İslam tarihi boyunca bazı alimler zenginliği yermiş, zengin olmaktan kaçınmış,
fakirliği ve fakir bir yaşantıyı övmüş ve sırf uhrevi işler üzerinde çalışmıştır. Oysa Hz.
Muhammed (S.A.V.), zenginlik hakkında genel bir görüş bildirmemiş, bunun yerine
niteliğine vurgu yapmıştır. Bu niteliğine göre zenginlik; övülen ve yerilen zenginlik
olarak tarif edilmiştir.
Bazı İslam alimlerinin zenginliği yermesi ve müntesiplerini mal kazanmaktan
uzak tutmaya çalışması mal ve mülk kazanma hırsının insanda fıtraten var olması ve bu
hırsın insanı, ahiret hayatına yönelik ibadetlerden alıkoyup, dünyaya meyletmeye
68
Nur 24/37.
Mütaffifin 83/1-3.
70
Mümtehine 60/12.
71
Bakara 2/188.
72
Rum 30/39; Bakara 2/275-280; Ali İmran 3/130.
73
Bakara 2/219; Maide 5/90.
74
İbn Mace, Ticarat 7.
75
Maid e 5/173.
76
Buhari, Buyu 6.
77
Nisa 4/29.
78
İsra 17/35.
79
Cuma 62/9.
69
12
götürmesi sebebiyle olmuştur. Bu gerçeğe Hz. Peygamber’in (S.A.V.) “İnsanoğlu
yaşlanır fakat iki şeyi genç kalır. Biri mal hırsı, diğeri yaşama hırsıdır”80 sözü işaret
etmektedir. Hatta Kur’an’da mal kazanmanın bu şekilde bir hırs haline dönüşmesi
Karun kıssasında zecir edilmiş81 ve insanlara faydası olmadan sırf yığmak ve kendisiyle
böbürlenmek için kazanılan malın insana uhrevi açıdan fayda değil zarar vereceği
açıkça belirtilmiştir.82
Hz. Peygamber’in (S.A.V.) zenginliği yeren hadislerinin olması yanında,
destekleyen ve öven hadislerinin tahlilini, araştırmamızın ikinci bölümünde genişçe ele
alacağımız için burada sadece konuya değinmekle yetiniyoruz.
b-)Tembellik ve Dilenme
İnsanın çalışmasına ve başarısına engel olan en büyük düşman tembelliktir. Bu
sebeple Kur’an ve sünnette çalışmayı teşvik eden ve tembelliği yeren ifadelere
rastlamaktayız. Onurlu bir yaşam, başkalarına muhtaç olmadan, onlara el açmaksızın
çalışmak ve bu şekilde başkalarına da faydalı olunan bir hayattır. Çalışmak insanların
vazgeçilmez görevidir.
Hz. Peygamber (SAV) hadislerinde, çalışmanın gerekliliği üzerinde durmuş ve
başkalarına el açıp dilenmeyi yasaklamıştır. “Dilencilikle geçinen kimseler, kıyamet
günü yeryüzündeki etler kurumuş olarak dirilirler”83 buyuran Hz. Peygamber (S.A.V);
gücü, sıhhati yerinde olan kişinin başkalarına el açmasını yasaklamış, hatta zengin ve
orta halli kişilerin sadaka almasını da menetmiştir.84 Yine Asr-ı Saadet’te adamın biri
Peygamber Efendimizden bir şey istemiş, O’da ona istediğini vermiş, adam dışarı
çıkınca da “ Eğer dilenmenin günahını bilseydiniz, hiç biriniz bir şeyler istemek için bir
adım bile atmazdınız”85 buyurmuşlardır.
Rasulullah (SAV) dilenmeyi azami ölçüde yasaklamış, ancak istisnai
durumlarda buna cevaz vermiştir, şöyle buyurmuştur: “Şu üç insandan her biri müstesna
olmak üzere dilenmek, hiçbir kimseye helal değildir. Kefil olan kimseye, o malı tedarik
edinceye kadar dilenmek helaldir, sonra bunu bırakır. Bütün malını helak eden bir
felakete maruz kalana, geçim ihtiyacını giderene dek dilenmesi helaldir. Çevresindeki
80
Müslim, Zekat 115.
Kasas 28/78.
82
Kasas 28/78-83.
83
Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesai, Sünen’ün Nesai, Zekat 83. , Çağrı Yay. İst. 1992.
84
Tırmızî, Zekat 23.
85
Nesai, Zekat 83.
81
13
akıllı üç kişinin filan sahiden fakir oldu dedikleri kimsenin ihtiyacını giderene değin
dilenmesi helaldir”.86 Sınırlarının bu denli belirtilmiş alması ve bunun dışındakilere
dilenmenin kesin bir dille yasaklanmış olması, konunun önemi ve yasağın şümulü
açısından dikkat çekmektedir.
Rasulullah’ın (SAV) bile duasında “Allah’ım, acizlikten, tembellikten,
korkaklıktan, ihtiyarlıktan sana sığınırım”87 diyerek, tembelliğe dikkat çekmesi, bu
illetin ne derece önemli ve kaçınılması gereken, İslam toplumunun bir yarası olduğunu
ortaya koymaktadır.
Muhtaç olmamakla beraber ısrarla yüzsüzlük ederek dilenmek haramdır, helal
olmaz.88 Rasulullah (S.A.V.), “Her kim insanlardan malı daha çok artsın diye dilenirse,
kor ateş dileniyor” demektedir. “(Şimdi isterse) az ile yetinsin veya daha çok istesin”.89
Yine diğer bir hadise göre de yanında sabah-akşam yiyecek bir şey olmayanın
dilenebileceği belirtilmiştir.90 Konuyla ilgili tefsirlerde de geçen ifadeler ancak zorda
kalan kişinin dilenebileceği, aksi durumda olanın ise kesinlikle dilenmesinin doğru
olmadığı yönündedir.91
Yine Rasulullah “Üç şey üzere yemin ediyorum ve size bir söz söylüyorum onu
tutun: Sadakadan dolayı kulun malı azalmaz. Zulüm görüp sabreden kul yoktur ki Allah
izzetini arttırmasın. Dilencilik kapısı açan bir kul yoktur ki Allah ona fakirlik
vermesin.”92 “Kim dilenmez, müstağni olursa Allah onu müstağni kılar, kim iffet isterse
Allah onu iffetli kılar, kim Allah’tan kendine yetebilmeyi isterse, Allah onu kendine
yeterli kılar, kim yanında bir ukiyye (ölçü birimi) olduğu halde dilenirse zulmetmiş
olur.”93 “Sizden birinizin bir ip alıp odun toplayarak onu bir müd94 hurma karşılığında
satması, onun insanlardan dilenmesinden daha hayırlıdır”95 buyurmuştur. Rasulullah’ın
ashabından da dilenmenin kötülüğüne dair, bir çok söz söyleyen sahabe vardır. İbn
Mesud (r.a.): “Allah, iffetli olup dilenmeyen kimseleri sever. Küfürbaz, çirkin söz
86
Müslim Zekat 109; Ebu Davut, Zekat 26; Nesai, Zekat 80-86.
Buharî, Deavat 38; Müslim Zikir 73; Tirmizî, Deavat 13-116.
88
Kurtubî a.g.e. c:3, s:346; Zuhayli, a.g.e. c:2, s:80.
89
Müslim, Zekat 35; İbn Mace, Zekat 26; Ahmed b. Muhammed b.Hanbel, El-Müsned, 2/231, Çağrı
Yay. İst. 1992.
90
Ebi Davud , Zekat 24.
91
Kurtubî, a.g.e. c:3, s:347.
92
Tirmizi, Zühd 17.
93
Nesai, Zekat 89.
94
Iraklılara göre 832gr’lık bir ölçek.
95
Buharî, Zekat 50.
87
14
söyleyen ve ağzı bozuk olanları, çok verdiğinde methedip, az verdiğinde kınayan
ısrarkar ve yüzsüz dilencilere de buğz eder”96 demiştir.
Bunun yanı sıra K. Kerim’de Cenab-ı Hak da fakirliğine rağmen dilenmeyip,
iffetini koruyanları övmüş ve asil fakir olarak böyle şahsiyetli kişileri nitelemiş ve de
insanların onları bulup infak etmelerini istemiştir.97 Herkese çalıştığından bir hisse
olduğu da yine Kur’an’ı Kerim’de belirtilmiştir.98
Yine Kur’an’da İnşirah sûresinde Cenab-ı Allah (c.c.) Hz. Peygamber’e
(S.A.V.) hitapla; biz Müslümanlara boş kaldığınız zaman başka bir işe başlamamızı ve
boş durmamamızı emretmiş, çalışıp yorulmaya teşvik etmiştir.99
Kolaylık insanı tembelliğe sevk eder, ayette yorul denmesinden kasıt insanın
tembelliğe meyletmemesi, çalışmaya gayret etmesi ve bu şekilde bir artma ve
ilerlemenin meydana gelmesidir.100 İnsanın bir işi bitirip başka bir işle meşgul olması,
insana gönül hoşluğu ve huzur (göz aydınlığı) verir.101
Bunun yanında Rasulullah yeni Müslüman olan bazı kimselerden, Allah’a
inanıp yalnız O’na ibadet etmelerini ve namaza devam etmelerine ek olarak dilencilik
yapmayacaklarına dair biat alması,102 İslamın dilenciliğe bakışı açısından önemlidir.
Sahabeler, ayet ve hadislerin, dilenmeye karşı bu sert tutumları karşısında,
birinin kamçısı yere düşmesi halinde, diğerinden kendisine onu vermesini istememesi
derecesinde dilencilikten kaçınmaları103 da yine konunun anlaşılması açısından dikkate
şayandır.
İslam alimleri, dilenciliğin prensip olarak caiz görülmemesinin sebeplerini
şöyle sıralamışlardır:
1- Allah (c.c.), K. Kerim’de insanlar da dahil olmak üzere bütün canlıların
rızklarını vereceğini vaat etmiştir.104 Bundan dolayı ihtiyaç sahibi olan insan, bunu önce
96
Razi, a.g.e. c:3, s:69.
Bakara 2/273.
98
Nisa 4/32.
99
İnşirah 94/7.
100
Yazır, a.g.e. c:9 s:302.
101
Meraği a.g.e. c:10, s:451.
102
Müslim, Zekat 108; İbn Mace, Cihat 41; Ebu Davut, Zekat 27.
103
Ali Toksarı, Dilencilik mad., T.D.V.İ.A. c:9, s:298.
104
Hud 11/6.
97
15
Allah’a arz etmelidir. Şu halde başkalarına el açmak Allah’ın bütün canlılara verdiği
rızk garantisine güvenmeme anlamı taşır. Kölenin dilenmesi, nasıl ki efendisine hakaret
ise kulların başkalarına el açması da Allah’a karşı saygısızlıktır.
2- Bir Müslüman kendisini sadece Allah (c.c.) karşısında küçük görebilir. Bu
durum kulluk anlamına geldiği için zillet değil, izzettir. Dilenci ise sabırsızlık
göstererek, ihtiyacını Allah’tan başkasına arz ettiği için, kendisini küçük düşürmüştür.
3- Dilenciye yardım eden kişi her zaman samimi olmayabilir. Başka bir deyişle
insan bazen vermediği takdirde kendisine yapılacak tacizlerden utandığı, bazen de
gösterişten hoşlandığı için dilenciye yardım etmek durumunda kalabilir. Bu şekilde
gerçekleşen dilencilik, vereni bir bakıma psikolojik baskı altında tutma anlamı
taşıdığından zulüm ve eziyet olur.105
Dilencilik, bir meslek yada bir geçim yolu olarak kabul edilmemekle beraber
başlangıçtan beri İslam toplumunda çeşitli sebeplerle dilenenler ve bu yolla geçimini
sağlayanlar var olagelmiştir. Bunun sebepleri arasında, çalışma ve çaba göstermeden
para kazanma düşüncesi olduğu gibi bazı tasavvufi düşünce ve inanışlar da dilenmeye
sebep olmuştur.
İslam aleminde çaresiz kaldıkları için dilenenler olduğu gibi, bir meslek haline
getirenler, zengin olduğu ve dilenmeye muhtaç olmadığı halde dilenen zengin dilenciler
tarihte olduğu gibi günümüzde de mevcuttur. Geçinmek için veya zorunlu kaldığı için
kaldığı için, zaruret ölçüsünde dilenmekle, bu tür dilencilik yapanların eşit
tutulamayacağı açıktır.
Dilenciliğin İslam toplumunda yayılmasının diğer bir sebebi, bazı mutasavvıf
ve dervişlerdir. Gerekçe olarak, kimi zaman dünya hayatını terk etmek ve Allah’a
yaklaşmak için tüm malını tasadduk ettikten sonra, fakir bir yaşam sürmeye çalışan bazı
sofiler, geçimlerini sağlayabilmek için kimi zaman dilenmek zorunda kalmışlardır.106
Diğer bir sebep de bazı büyük sofilerin, müritlerin kibrini kırmak ve mütevazı
olmalarını sağlamak maksadıyla onları dilendirmeleri, melamet ehli ise kınanmak için
hem kendisinin dilenmesi hem de çevresinde toplananlara dilencilik yapmalarını
105
106
Ali Toksarı, a.g.e. c:9 s:299.
Süleyman Uludağ, Dilencilik mad.(Tasavvufta), T.D.V.İ.A. c:9. s:300.
16
emretmeleridir. Çünkü bir çok şeyh, tasavvuf yoluna girmek isteyenleri odun taşıtmak,
abdesthane temizletmek ve dilencilik yaptırmak suretiyle dener, çile çektirir ve bu
şekilde benliklerini kırardı.107
Başlangıçtan günümüze İslam aleminde çaresizlik ve mecburiyet sebebiyle
dilenenler olduğu gibi dilenciliği hazır para kapısı gibi görüp meslek edinenler de
mevcuttur. Bulduğu her ortamda dilenmek suretiyle büyük servet sahibi olan insanlar,
günümüzde bu işi ferdi olarak değil toplu olarak yapabilmektedirler. Bu iki grup insanın
aynı kefede tutulamayacağı açıktır. Bununla beraber yardımsever insanların iyi
duygularını köreltecek, insanların yardım ederken şüpheye düşmesine sebep olacak ve
neticesinde gerçek ihtiyaç sahiplerinin mağdur olmasına yol açacak olması sebebiyle
günümüzde Müslümanların bu gruptan olan insanlara karşı daha ihtiyatlı davranmaları
da bir zorunluluktur.
B-) DÜNYA AHİRET DENGESİ
1- Dünya İşlerinde Ölçü
İnsan dünya hayatında rahat ve huzurlu bir yaşam ve karşılığında da ahiret
hayatında da mutlu olmak isterse dünyalık işlerinde ölçülü olması ve uhrevi hayatını da
hesaba katmalıdır. İşlerini çoğaltır, çeşitlendirir ve himmetini sırf dünyalık elde etmeye
yöneltirse dünya hayatında tatmin olamayacağı gibi ahirette de amaçlanan bir yer elde
edemeyecektir.
Şüphesiz kişinin amacı kısa olan ömrünü en güzel şekilde değerlendirmek, çok
mal kazanma uğruna kendini ve çevresini stres ve sıkıntıya sokmamak ve kazancıyla
dünya ve ukbasını kurtarmaya yönelmek olmalıdır.
a-) Çalışmada Ölçü
Hz. Peygamber (S.A.V.) geçimini temin etmek için çalışmış, sahabeler de O’nu
örnek alarak çalışmışlardır.108 Kendi işlerinin işçileri olan bu nadide insanlar, bizzat
çalışır, terler, kazanırlar ama bu arada namaza gelirlerdi. Hatta bu halde camiye gelen
sahabelerin vücutlarında ter kokusu olur, Hz. Peygamber’de onlara “Keşke
yıkansaydınız” diye tavsiyede bulunurdu.109 Müslüman’ın çalışmasının gerekliliğine
Uludağ, a.g.e. c:9, s:300.
Buhari, Buyu 11.
109
Buhari, Buyu 15.
107
108
17
işaret eden bu hadisler, miskinlik ve tembelliğin asla bir Müslüman’ın özelliği
olamayacağını göstermektedir.
Kur’an meşru şekilde çalışmayı teşvik etmiş, Allah’ın rızk olarak verdiği temiz
gıdalardan israf etmeden yemeyi, içmeyi helal saymıştır.
“ Ey ademoğulları!her mescide gidişinizde güzel elbiselerinizi giyerek gidiniz.
Yeyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz. Allah israf edenleri sevmez. Ey Muhammed! De
ki: bunlar dünya hayatında inananlarındır. Kıyamet gününde de yalnız onlarındır. İşte
biz, bilen kimseler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.”110
Bu ayetlerde temiz ve güzel giyinmenin, israf etmeksizin yeyip içmenin helal
olduğu ve Allah’ın insanlara rızk olsun diye yarattıklarını kimsenin haram kılamayacağı
açıkça ifade edilmektedir. Bu da bunlar için çalışmanın gereğini ortaya koymaktadır.
Mü’min için dünyayı terk etmek de yasaklanmıştır. Hem dünya hem de ahiret için
çalışmanın gereği ayetlerde belirtilmiştir. “Allah’ın sana verdiği nimetlerde ahiret
yurdunu ara, dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana yaptığı iyilik gibi sen de iyilik
yap. Yeryüzünde bozgunculuk isteme, çünkü Allah bozguncuları sevmez.”111
Bu ayetlerde Müslümanların ilk önce Allah’ın verdiği nimetleri, O’nun rızasını
kazanma ve ahiret mutluluğunu elde etme yolunda sarf etmeleri istenmekte, bunu
yaparken de dünyanın terk edilmemesi öğütlenmektedir. Dünyadan nasip almak mubah
olan şeyleri yapmaktır ki,bunların başında çalışma gelir.bir mü’minin bunları kendine
yasaklaması söz konusu olamaz. Diğer bir ayeti kerimede “Namaz bitince yeryüzüne
dağılın ve Allah’ın lütfünden nasibinizi arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa
eresiniz.”112Buyrulmak
suretiyle
adeta
çalışma
emredilmiş
ve
boş
tevekkül
yasaklanmıştır.
Başka bir Ayette ; “kalp ve gözlerin altüst olacağı bir günden korkan nice
adamlar vardır ki, onları ne ticaretleri nede alışverişleri Allah’ı anmaktan ,namaz
kılmaktan ve zekat vermekten alıkoymaz.”113 Buyrulmuş ve ticaretin kendi vaktinde,
110
Araf 7/31-32.
Kasas 28/77.
112
Cuma 62/10.
113
Nur 24/37.
111
18
namaz ve ibadetin de kendi vakitlerinde yapılmasının gereğine dikkat çekilerek,
birbirlerinin sınırlarına girmekten mü’minler sakındırılmıştır.114
Çalışma ve ahiret hayatının dengesinin nasıl korunacağının sınırını şu Ayet
belirlemiştir: “Onlardan bazıları da ; Rabbimiz, bize dünyada iyilik, ahirette de iyilik
ver. Bizi cehennem azabından koru der. İşte onların kazandıklarından dolayı bir payları
vardır. Allah hesabı çabuk görür.”115
Müslüman kişi çalışırken dengeli ve ölçülü olmalı, insanı felakete
sürükleyebilecek olan mala karşı aşırı hırs tehlikesine karşı uyanık davranmalı,
çalışmasında hırs, öfke , kötülük, Rabbi unutma olmamalıdır116. Buna dikkati çeken
Rasulullah (S.A.V.) “Allah’a yemin ederim ki bundan sonra size fakirlik ve ihtiyaç
geleceğinden korkmam, fakat sizin için, sizden önceki ümmetlerin önüne dünya
nimetlerinin yayıldığı gibi sizin önünüze de yayılması, onların birbirlerine haset ettikleri
ve elde etme yarışına giriştikleri gibi sizin de mala karşı yarışa girmeniz ve bunun onları
helake götürdüğü gibi sizi de helake götürmesinden korkarım”117 buyurmuştur. Bu da
hırsına yenilerek helal haram demeksizin dünyalık elde etmenin bir Müslümanın
yapmaması gereken işlerden olduğunu göstermektedir.
Rasulullah insanın içindeki, doğuştan var olan mal mülk edinme arzusunu şu
şekilde bildirmiştir: “İnsanoğlunun bir vadi dolusu altını olsa, iki vadi dolusu daha
olmasını isterdi. Onun ağzını ancak toprak doldurur.Allah Tevbe edenlerin tövbesini
kabul eder.”118 Yine Rasulullah böyle bir hırstan korunmak için Allah’a (c.c.)
sığınmış119 ve “Müslüman olup da, kendisine yetecek kadar rızk verilen ve Allah’ın
verdiğine kanaat eden kimse kurtuluşa ermiştir”120 buyurarak hırs tehlikesinin
panzehirinin kanaat olduğunu göstermiştir.
İnsanoğlu ne kadar zengin olursa olsun, mal kazanma hırsının sona ermemesi
sebebiyle kendisini hiçbir safhada yeterli derecede zengin, mal sahibi göremeyecektir.
Buna da, mal çokluğunun gerçek zenginlik olmadığı, gerçek zenginliğin gönül
114
Münavi, a.g.e. c:1, s:162.
Bakara 2/201-202.
116
Münavi, a.g.e. c.1, s.162.
117
Buhari, Cizye 1, Magazi 12; Tirmizi, Kıyame 28; İbn Mace, Fiten 18.
118
Buhari, Rikak 10; Müslim, Zekat 116-119
119
Müslim, Zikir 73.
120
Müslim, Zekat 125; Tirmizi, Zühd 35.
115
19
zenginliği olduğunu söyleyen Hz. Peygamber (S.A.V.) işaret etmişlerdir.121 Müminlerin
fıtraten tüm insanlarda var olan bu mal hırsını nasıl yeneceğini de gösteren Rasulullah,
kişinin kendinden aşağıda olanlara bakıp yukarıda olanları örnek almamasını tavsiye
buyurmuş ve bunun insanı büyük görmemesinin yolu olduğunu vurgulamıştır.122
Kur’an-ı Kerim’de ‘Bizi doğru yola ulaştır’ dan maksadın ifrat ve tefrite
girmeden orta olan yol olduğu tefsirlerde zikredilmiştir.123 Yine Kur’an’da “Biz sizleri
orta (yolu tutan) bir ümmet kıldık”124 şeklinde var olan ayetler, bir müminin her işinde
ifrat ve tefritten uzak bir yol tutmasının gerektiğini göstermektedir. İnsanın yaşamında
en önemli yeri teşkil eden çalışma hayatında, bir müslümanın böyle davranması da esas
olmalıdır. Müslüman ne boş verip tembelliğe düşmeli ne de hayatında var olan diğer
önemli şeyleri işinin yoluna feda etmelidir. Müslüman çalışmalı, işini en güzel şekilde
yapmalı, fakat bu arada ailesini, çoluk çocuğunu, çevresini ve en önemlisi ibadetlerini
ihmal etmemeye özen göstermelidir. Zira Kur’an’da Allah Teala böyle kimseleri
övmüştür: “Kendilerini, alışverişin de ticaretin de Allah’ı aramaktan, namazı kılmaktan,
zekatı vermekten alıkoymadığı yiğitlerdir”125 buyurulmuştur.
b-) İsraf Etmemek
Dünya işlerinde ölçülü olmanın önemli şartlarından biri de ölçülü olmaktır.
Ölçülü olmayıp saçıp savurmak, müslümana yakışmayan davranışlardandır. Müslüman
kazanmış olduğu her şeyin hesabını verecek olduğu gibi bu kazandıklarını nerelere
harcadığının hesabını da vereceğinden hareketle davranışlarına dikkat etmelidir. Zira,
Ayet-i Kerime’de zerre miktarında da olsa her şeyin hesabının sorulacağı
belirtilmiştir.126 Rasulullah (S.A.V.) “İsraf etmeden ve gururlanmadan yeyin, için,
giyinin ve tasadduk edin”127 buyurmuşlar ve Allah’ın bizim israf yapmamızı kerih
gördüğünü haber vermişlerdir.128
Cenab-ı Hak Teala israf konusunda “İsraf etmeyin, zira Allah müsrifleri
sevmez”129 buyurmuştur. İsraf Allah yolu dışında hak yolda da olabilir. Kişi malının
Buhari, Rikak 15; Müslim, Zekat 120; İbn Mace, Zühd 9.
Tirmizi, Kıyame 58; İbn Mace, Zühd 9.
123
Razi, a.g.e. c:1, s:217-218.
124
Bakara 2/143.
125
Nur 24/37.
126
Zilzal 99/7-8.
127
Buhari, Libas 1;Nesai, Zekat 66;İbn Mace, Libas 23.
128
Buhari, Edep 6.
129
Enam 6/141.
121
122
20
hepsini sadaka olarak tutup verse bu da israf kabul edilir.130 Zaten İsra suresindeki
ayette de buna işaret edilmiş ve “Büsbütün eli açık da olma, sonra kınanır, pişmanlık
içinde kalırsın”131 buyurmuştur. Bu hükümde müslümanın tutumlu olmasının ve iktisadi
sefalete düşmemesinin gereğini göstermektedir.132
Yine diğer bir Ayet-i Kerime’de “Ey Ademoğulları! Mescide gittiğinizde güzel
elbiselerinizi giyinin. Yiyin için israf etmeyin. Kuşkusuz Allah israf edenleri
sevmez.”133 buyurulmuştur. Başka bir ayette “Yakın akrabaya hakkını ver. Yoksula ve
yolda kalmışa da hakkını ver. Malını saçıp savurma çünkü mallarını saçıp savuranlar
şeytanların dostları olmuşlardır.”134 buyurarak dünya nimetlerinden istifade eden
müminin bunu yaparken israf etmemeye özen göstermesi istenmiştir. Savurganların,
şeytanın kardeşleri olacağını söylemekle şeytanın kendilerine hoş gösterdiği şeyi
yaptıkları dolayısıyla israfın şeytanın emri olduğu gösterilmek istenmiştir.135
İsraf, kişinin kendi iktisadi düzenini bozduğu gibi toplumun yapısında da
olumsuz etkilere sahiptir. Zira günümüzde zenginlerin fakiri gözetmeksizin yaptıkları
israf, toplumsal barışı zedelemektedir. Bunun yanında israf manevi şeyleri de
kapsamaktadır. Toplumların geri kalış nedenlerinin başında, insanların zamanlarını boşa
geçirip işlerini ihmal etmeleri gelmektedir. Hz. Peygamber vaktin önemine vurgu
yaparak boşa geçirilmemesini tavsiye etmiştir.136
İsraf hakkında kurulacak dengeyi bizlere yine Allah (c.c.) bildirmektedir:
“Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma. Yoksa pişman
olur açıkta kalırsın”137 ayeti bir müslümanın harcama yaparken unutmaması gereken
dengeye vurgu yapmaktadır.
Kurtubi, a.g.e. c:7, s:110, Ebil Kasım Carullah Mahmud b. Ömer b. Muhammed Ez Zamahşeri, El
Kessaf , c:2 ,s:70, Darul Kütüb’il İlmiye, Beyrut, 1995 .
131
İsra 17/29.
132
Yazır, a.g.e. c:3, s:529.
133
Araf 7/31.
134
İsra 17/26-27.
135
Kurtubi,a.g.e. c:10, s:247.
136
Buhari, Rikak 1 ; Tirmizi, Zühd 1.
137
İsra 17/29.
130
21
c-) Tevekkül
Tevekkül, lügatte aczini bilip başkasına güvenmek olarak açıklanmıştır.138 Bir
işin olabilmesi için gerekli olan bütün sebepleri yerine getirerek sonucu Allah Teala’ya
bırakmak şeklinde anlaşılan tevekkül, dünya işlerinde ölçülü olmayı sağlayan önemli bir
husustur. Tevekkül, rızk Allah’tandır deyip beklemek değil bilakis Allah’ın vermiş
olduğu rızka talip olduğunu göstermek için çaba göstermek ve işin sonucunda Allah’a
güvenmektir. Bu hususa Peygamber Efendimiz şöyle işaret etmiştir: “Devemi bağlayıp
da mı yoksa bağlamadan mı Allah’a tevekkül edeyim sorusuna Rasulullah “Deveni
bağla sonra tevekkül et”139 şeklinde cevap vermiştir. Bu cevap bizlere tevekkülün asıl
manasının işin gereklerini yerine getirdikten sonra sonuca razı olmak ve ortaya çıkacak
duruma hazırlıklı olup isyan etmemek olduğunu göstermektedir.
Allah’ın ilahi yardımıyla tevekkül arasında da sıkı bir bağ vardır.140 Allah (c.c.)
gerekenleri yapmayı ve bundan sonra Allah’a tevekkül etmeyi ilahi yardımın gelmesine
şart koşmuştur.141 Yoksa hiçbir şey yapmadan tevekkül etmek diye bir anlayış İslam
düşünce sisteminde bulunmamaktadır.
Allah Teala’nın dünyayı elde etmek için güzel bir şekilde çalışın demesiyle
kul, çalışma ve rızk bir araya toplanmıştır ki, tevekküle dayanıp da çalışma terk
edilmesin ve böyle davranan kimse rızkının gecikmesi sebebiyle helak olmasın. Ayrıca
bunun başka bir sebebi de kişinin çalışıp kazanmayı kendine atfederek şirke düşmekten
korunmasıdır.142
Allah’a dayanmak, güvenmek demek olan tevekkül kalbe ait bir ameldir.
Sebeplere yapışmak ise bedensel bir iştir. Allah Teala “Yerin tepelerinde yürüyün,
Allah’ın rızkından yeyin”143 ayetiyle, kullarının yeryüzünde dolaşıp rızklarını
aramalarını, çalışmalarını istemiştir. Ayet, Yüce Allah’ın güç ve kudretine, ayrıca
çalışıp çabalamanın, sebeplere sarılmanın Yüce Allah’a tevekküle aykırı olmadığına,
ticaret ve kazanmanın teşvik edilmiş bir şey olduğuna delildir.144
İbn Munzır, Lisanül Arap (vkl maddesi) Dar’ul Mearif, Kahire, h:1119.
Tirmizi, Kıyame 60.
140
Âli İmran 3/159-160.
141
Bayraklı, a.g.e. c:4, s:435.
142
Münavi, a.g.e. c:1, s:162.
143
Mülk 67/15.
144
Zuhayli, a.g.e. c:30, s:22.
138
139
22
Diğer bir ayette Cenab-ı Hak düşmana karşı tedbir almayı, kuvvet hazırlamayı
Müslümanlardan
istemiş,145
onların
çalışmadan
Allah’a
tevekkül
etmelerini
istememiştir. Eğer tevekkül, çalışmayı bırakıp işin olmasını, rızkın gelmesini Allah’tan
beklemek anlamına gelseydi, Hz. Peygamber ve sahabeleri İslam’ın yayılması için o
kadar uğraş vermez, eziyetlere katlanmazlardı.146
Rasulullah bir hadislerinde “Siz hakkıyla Allah’a tevekkül etseydiniz O, kuşları
beslediği gibi sizi de beslerdi. Sabahleyin kursağı boş çıkan kuşlar akşamleyin tok
dönerler.”147 buyurmakta ve tevekkülün asıl manasının anlaşılmasına yardımcı
olmaktadır. Dikkat edilirse hadiste, kuşların yuvalarında oturarak rızklandırıldıklarından
bahsedilmemekte,
bilakis
rızklarını
aramak
üzere
yuvalarından
çıktıkları
zikredilmektedir. Allah, rızkını arayan yaratıklarına rızkını verir deniliyor.
Sonuç olarak tevekkül, Allah’a güvenmek, yapılan işlerin meyvesini Allah’ın
vermesini beklemektir. Yaptığı iş sonunda meyve vermese dahi bunu hayat memat
meselesi yapmayıp, veren de alan da bir deyip hayatına devam etmektir.
d-) Sabır
Dünya işlerinde ölçülü olabilmenin diğer bir şartı da sabır erdemini
kazanmaktır. Rasulullah’ın hayatı sabretmenin örnekleriyle doludur. Zira o müşriklerin,
hayatı boyunca yaptıkları eziyetlere sabırla göğüs germiştir.
Mümin olan kişi başına gelen olumlu şeylerde olduğu gibi olumsuzlukları da
metanetle karşılayan ve onlara sabırla göğüs germesini bilen kişidir. Zira mümin ayette
de belirtildiği gibi imtihan edilmek üzere bazen korkmak suretiyle, bazen aç kalmak,
bazen zarar edip malının elinden gitmesi gibi şeylerle denenecek148 ve karşılığında
cenneti kazanmayı hak edecektir. Karşılığında cennet olan büyük zorlukların aşılması
da şüphesiz sabırla mümkündür. Peygamber Efendimiz “Müminin haki hayrete
şayandır. Çünkü onun her halinde hayır vardır. Zira o başına iyi bir şey gelirse şükreder
bu onun için hayırdır. Başına bir bela geldiğinde de sabreder. Bu da onun için
hayırdır”149 buyurmuşlardır.
145
Enfal 8/60.
Süleyman Ateş, a.g.e. c:20, s:391.
147
İbn Mace, Zühd 14.
148
Bakara 2/155; Âli İmran 3/186.
149
Müslim, Zühd ver-Rekaik 64.
146
23
Cenab-ı Hak “Yoksa içinizden cihat edenleri ve sabredenleri belirlemeden
cennete gireceğinizi mi sanıyorsunuz”150 buyurarak Allah’ın insanları yaşamları
boyunca deneyeceğini belirtmiştir. Müslüman’a yakışan ise bu bilinci hayat düsturu
edinerek işlerinde karşılaştığı terslikleri olgunlukla karşılamasıdır. Bu, müslümana
dünyada mutlu bir yaşam sürmeyi, ahirette de karşılığını görmeyi kazandıracaktır.
Cenab-ı Hak başka bir ayette insana bir iyilik gelince sevinip, kötülük gelince
ümidini kaybetmenin ve sabretmemenin doğru olmadığını belirtmiş,151 katından imtihan
için bir iyilik verilince sevinip, rızkı daralttığında nankörlük eden insanların ilahi
imtihan uygun davranmadıkları vurgulanmıştır.152
İnsanın dünya hayatında mutlu olmasının yolu iyilikleri kabullendiği gibi
musibetleri de kabullenmesidir. Aksi takdirde huzurlu olamaz. Müslüman olmayan
kişinin, başına gelen musibetleri karşılığının olmadığı düşüncesiyle kabullenmesi zor
olduğu halde, mümin kişi musibetlerin karşılığının olduğu inancında olmalı ve
dünyasında huzuru, ahiret hayatında saadeti yakalamaya çalışmalıdır. Zira Hz.
Peygamber (SAV) müslümanın başına gelecek musibetlerin, ayağına bir diken
batmasına kadar, onun günahlarından bir kısmının affına vesile olacağı müjdesini
vermiştir.153 Yine Rasulullah “Allah Teala kime hayır murat ederse ona musibet
verir”154 buyurmuşlardır.
Mümin başına gelen fakirliğe de sabırla karşılık vermelidir. Zira malın
olmaması da Allah’ın bir imtihanıdır. Hz. Peygamber kendisinden bir şey isteyen
sahabeye elinde olanları vermiş sonra tekrar istediklerinde elinde bir şey olmayan
Rasulullah onlara şöyle demiştir: “Elimde bir mal bulunursa onu sizden saklamam. Her
kim iffetli olmak isterse Allah onu iffetli kılar. Kanaatkar olanı Allah zengin eder.
Hiçbir kimseye sabırdan daha geniş ve hayırlı bir ihsan verilmemiştir.”155 buyurarak
fakirliğe karşı sabırlı olmak gerektiğini haber vermiştir.
Gerçek Müslüman dünya işlerinde öfkesine yenilerek başkalarını kırmayan,
öfkesini gemlemesini bilen insandır. Bu konuda Hadis-i Şerif’te “Kuvvetli kimse,
Âli İmran 3/142.
Rum 30/36-37.
152
Fecr 89/15-16.
153
Buhari, Merda vet-Tıp 1.
154
Buhari, Merda vet-Tıp 2.
155
Müslim, Zekat 124; Tirmizi, Birr ves-Sıla 77.
150
151
24
güreşte başkasını yenen değildir. Esas güçlü ve kuvvetli olan öfkelendiği zaman
öfkesini yenendir.”156 “Bir kimse yerine getirmeye gücü yettiği halde öfkesini yenerse,
kıyamet günü bütün mahlukatın önünde Allah Teala onu çağıracak ve onu hurilerden
dilediğini almakta serbest kılacaktır”157 buyurulmuştur.
e-)Adaletli Olma
Adaletli olmak dünya işlerindeki ölçünün temelini oluşturur. Her hak sahibine
hakkını vermek olan adalet, toplumun düzenini sağlayan en önemli esastır. Karşıtı ise
zulüm yapmak, işkence yapmak, hakkı gizlemektir. Zulüm ile bir toplumun ayakta
kalması mümkün değildir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu sebepledir ki İslam
Dini adalete çok önem vermiş, Hz. Peygamber (S.A.V.) adalet konusunda çok titiz
davranmış, hiçbir zaman adaletsizlik yapmamıştır. Kıyamet günü arşın gölgesinde
gölgelenecek insanları sayarken de ilk önce adaletle hükmeden idareciyi zikretmiştir.158
Adaletle hükmedenleri öven Hz. Peygamber adaletten ayrılanları da yermiş ve
onların sonunu cehennem olarak göstermiştir.159
Kur’an’da adaletli olma ve ihsan emredilmiştir.160 Bu ayetteki adaleti Hz. Ali
(r.a.) insafla hareket etme, ihsanı ise lütufta bulunma olarak açıklamıştır. Sufyan b.
Uyeyne (r.a.) ise buradaki adaleti; insanın içinin dosdoğru olmasıdır diye tefsir
etmiştir.161 Allah Teala insanlara haksızlık yapmamayı emretmiş162 ve şöyle
buyurmuştur.: “Hiç şüphesiz Allah size, emanetleri ehline teslim etmenizi ve insanlar
arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder…”163 “Ey insanlar! Allah
için adaleti gözetip ayakta tutan şahitler olun. Bir topluluğa olan öfkeniz sizi
adaletsizliğe sürüklemesin, adil olun, bu, Allah’a karşı gelmekten sakınmaya daha
yakındır. Allah’tan sakının şüphesiz o işlediklerinizden haberdardır.”164
Bütün bu ayetler adaletin ne kadar önemli olduğunu, insanın öfkesinin onu
adaletsizliğe sürükleyebileceğini bu yüzden dikkatli olunması gerektiğini belirtmiştir.
Başkalarının gelişigüzel istek ve telkinlerinden etkilenmeden hükmedilmesi istenmiştir.
156
Buhari, Edep 76.
Ebu Davud, Edep 3; İbn Mace, Zühd 18.
158
Buhari, Zekat 16; Müslim, Zekat 91.
159
İbn Mace, Ahkam 3.
160
Nahl 16/90.
161
Kurtubi, a.g.e. c:10, s:165.
162
Âli İmran 3/161.
163
Nisa 4/58.
164
Maide 5/8.
157
25
“Ey inananlar! Kendiniz, ana-babanız ve yakınlarınızın aleyhine dahi olsa Allah için
şahit olarak adaleti gözetin. İster zengin ister fakir olsun Allah onlara daha yakındır.
Adaletinizde heveslere uymayın. Eğer yan çizer veya yüz çevirirseniz bilin ki Allah
işlediklerinizden haberdardır.”165
Adalet İslam ümmetinin ve İslam toplumunun ayırıcı vasıflarından biridir.
Bakara suresindeki ‘vasat ümmet’ tabirindeki vasat kelimesi bir çok müfessir tarafından
‘adalet’ manasında anlaşılmıştır.166 Buna göre İslam ahlakı, toplumsal olarak da
aşırılıklardan uzaklığı, dengeli ve uyumlu bir hayat biçimini benimsemiştir. Kur’an’da
adalet sıfatından yoksun olan kişi dilsiz, aciz ve hiçbir işe yaramayan bir köleye
benzetilerek böyle bir kimsenin adaletli bir kimseyle bir olamayacağı bildirilmiştir.167
Tüm bu emirler mümin bir şahsın dünyada aleyhine olsa dahi adaletten
ayrılamayacağını bunun ona ahirette yarayacağını göstermektedir.
Hz. Peygamber’den, hırsızlık yapan bir kadın hakkında sahabeden biri af
dilemesine karşın Rasulullah ona şöyle demiştir: “Sizden evvel gelip geçen ümmetleri
ancak şu halleri helak etmiştir. Onlar, içlerinde şerefli bir kimse hırsızlık yaptığı zaman,
onu cezalandırmazlardı. Fakat aralarında güçsüz olan kimseler çaldığında onlara ceza
verirlerdi. Allah Teala’ya yemin ederim ki, eğer Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık
etse hiç tereddüt etmeden muhakkak onun elini de keserdim.”168 İşte Rasulullah
(S.A.V.) böyle davrandığı için adaletin simgesi olmuştur. Hz. Peygamber’in ümmeti
olan müminlere de işte bu yaraşır.
2- Ahiret İşlerinde Ölçü
Ahiretin, dünyada kazanılması gereğiyle, Müslüman dünyada ibadetlerini
eksiksiz yapmak zorundadır. “Biz insanları ve cinleri ancak ibadet etsinler diye
yarattık”169 Ayet-i Celilesi bu gerçeği haber vermektedir. Bir Müslüman'ın bu gerçekten
hareketle dünyalık işlerinde de hedefi ahireti kazanmak olmalıdır. Dünya işlerinde
ölçünün tavsiye edilmiş olması da bu gayeye matuftur. Kişinin dünya işlerinde kendi ve
165
Nisa 4/135.
Mustafa Çağrıcı, Adalet mad. c:1, s:341, T.D.V.İ.A.
167
Nah 16/76.
168
Buhari, Enbiya 54.
169
Zariyat 51/56.
166
26
ailesinin rızkını kazanmak için çalışırken ölçüsü, bu çalışmanın, ayette de belirtildiği
gibi kendisini Allah’ın zikrinden alıkoymamasına dikkat etmesidir.170
Ahiret işleri derken bundan kasıt sadece ibadet değildir. İbadet dışında insanın
kalbi hayatı da bu çerçeve içine girer. Kalbi hayattaki ölçü ise farklıdır. Müslüman’ın
kalbi düşüncesi ve meylinde ölçüsüzlük olması gerektiği söylenebilir. Kalbin meyli
tamamen Allah’a olmalıdır. Rasulullah’ın (SAV), insanın içinde bir et parçasının
olduğu, o et parçasının iyi olmasıyla insanın iyi olacağı, onun bozulmasının insanın
bozulmasına sebep olacağını belirtmesi171 de kalbi koruma ve Allah’ın çizgisinden
çıkarmamaya dikkat etmenin gerektiği ortaya çıkacaktır.
Kalbin İslam dinindeki büyük önemi iman ve inkar mahalli olmasından
kaynaklanmaktaydı. Bütün İslam alimleri iman etmenin asıl şartının kalbin tasdiki
olduğu hususunda ittifak etmiştir. İman gibi inkar ve ret de kalbin bir fiilidir.172 İman ve
inkarının merkezinin kalp olması kalbe verilen önemin temelini oluşturur. Hatta İslam
dininin
kaynağında
kalp
vardır.
Çünkü
Kur’an
Hz.
Peygamber’in
kalbine
indirilmiştir.173
İmanın merkezinin kalp olması Allah Teala’nın nazargahının da aynı yer
olmasına vesile olmuştur. “Allah sizin şekliniz ve malınız değil, kalbinize bakar”174
hadisi de insanın maddi yönünün değil manevi yönünün önemli olduğunu
göstermektedir. Ayrıca Kur’an’da “O gün mal ve çocuklar fayda vermez. Sadece
Allah’a selim bir kalple gelmek fayda verir”175 buyurulması da bu görüşü destekler.
Zahitler ve ilk sofiler dini ve ahlaki açıdan kalbin önemi, kalp temizliği, bunun
sonucu olan ibadet ve iyi davranışlar üzerinde yoğunlaşmış, Allah’ın huzuruna kalbi
selimle çıkabilmenin şartının bu olduğunu vurgulamışlardır.176
Bütün bunlar ahiret hayatıyla alakalı dünyadaki fiillerin de bir Müslüman’ın
dünyaya, Allah’a ibadet yapmak üzere gönderildiğini unutmayıp farz ibadetlerini
kesinlikle terk etmemeye dikkat etmesi, bunun yanı sıra kalbin kötüleşmesine sebep
170
Nur 24/37.
Buhari, İman 39; Müslim, Müsakat 107.
172
Süleyman Uludağ, Kalp maddesi, c:24 , s:230, T.D.V.İ.A.
173
Bakara 2/97; Şuara 26/193-194.
174
Müslim, Birr 32; İbn Mace, Zühd 9.
175
Şuara 26/88-89.
176
Uludağ, Kalp mad. a.g.e. c:24, s:231.
171
27
olacak kin, haset, hırs, tamah, inançsızlık, küfür gibi hasletlere karşı kalbini koruması
gerekmektedir.
Kalbi fiillerde bir Müslüman’ın Allah’a bağlılık, dünyaya bağlanmama
şeklinde bir dengeyi kurması, ibadet hayatında ise belli bazı noktalara dikkat etmesi
gerekmektedir.
a-)Aşırıya Kaçmamak
Mümin olan bir insan her işinde ölçülü, tüm davranışlarında dengeli olmalıdır.
Ahiret hayatını süsleyecek olan ibadetlerinde de ölçüyü bırakmamalıdır. Dengeli
olmanın zıttı ifrat ve tefrittir ki bundan kaçınılmalıdır. İfrat sınırın ziyadelikte aşılması,
tefrit ise eksik olmada sınırın aşılmasıdır.
İbadetleri eksik yapmak bu manada tefrit olmaktadır. Kendini helak edecek
derecede nafile ibadetlerde aşırıya gitmek ise ifrat olur. İslam bu iki davranışı da yanlış
göstermektedir.
Rasulullah (S.A.V.) bizleri her türlü aşırılıktan men etmiş ve şöyle
buyurmuştur: “Haddi aşanlar (dini işlerde aşırı ince eleyip sıkı dokuyan), sözlerinde ve
fiillerinde haddi aşan, taşkınlık yapan kimseler helak olmuşlardır.”177 Böylece haddi
aşma ve her türlü taşkınlık hoş görülmemiş ve yasaklanmıştır.
Cabir b. Semure (r.a.) “Bütün namazlarımı Peygamber ile kılardım. O’nun
namazı da hutbesi de mutedil idi.”178 buyurmuştur. Hz. Peygamber insanlara meşakkat
vermemek, onları ibadetlerden soğutmamak için böyle yapar. Rabbiyle baş başa
kaldığında ise mesela gece namazlarında bazen ayakları şişinceye kadar kıyamda
dururdu.179
Abdullah b. Amr şöyle demiştir: “Peygamber bana ‘Senin geceleyin ibadet
yapıp gündüz oruç tuttuğun bana haber verildi’ dedi. Ben ‘Evet bunu yapıyorum’
dedim. Hz. Peygamber ‘Şüphesiz sen bunu yaptığın zaman gözlerin çöker, nefsin
yorulur. Şüphesiz nefsin için bir hak vardır ehlin için de bir hak vardır. Onun için bazen
oruç tut, bazen tutma, bazen namaz kıl bazen uyu’ buyurdu.”180
Müslim, İlim 7; Ebu Davud, Sünnet 6.
Müslim, Cuma 42- Tirmizi, Salat 364.
179
Buhari, Teheccüd 6.
180
Buhari, Teheccüd 20.
177
178
28
Hz. Peygamber’in (S.A.V.) zamanında cereyan etmiş şu örnek insanın ibadet
hayatının nasıl olması gerektiğini göstermesi açısından dikkat çekicidir: “Bir gün üç kişi
Hz. Peygamber’in hanımlarının evine geldiler ve Hz. Peygamber’in ibadetinden
sordular. Bunlara Peygamber’in ibadeti haber verilince ‘Biz nerede Peygamber nerede.
Muhakkak Allah Teala Peygamber’imizin geçmiş ve gelecek bütün günahlarını mağfiret
etmiştir’ dediler. İçlerinden biri ‘Ben geceleri daima namaz kılacağım’ dedi. Diğeri
‘Ben daima oruç tutacağım ve oruçsuz durmayacağım’ dedi. Üçüncüsü ise ‘Ben de
kadınlardan ayrı yaşayacağım. Hiç evlenmeyeceğim’ dedi. Onlar bunu söylerken
Rasulullah yanlarına geldi ve ‘Sizler şöyle şöyle diyenlersiniz. Dikkat edin! Allah’a
yemin ederim ki, Ben sizin Allah’tan en çok korkanınızım. Bunun yanında ben oruç
tutar bazen ise tutmam. Nafile kılar bazen uyurum. Kadınlarla da evlenirim. Kim benim
sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir’ buyurmuştur.”181 Dikkat edilirse Hadis-i
Şerif’te Rasulullah (S.A.V.) ibadetlerin sınırlarını zorlayan, kendilerine eziyet eden bu
insanların yanlışlığını dile getirmiş ve bu şekilde sınırı aşanların da O’na muhalefet
etmiş olacağının altını çizerek sert bir ikazda bulunmuşlardır.
Hıristiyanlar da kendilerine farz kılınmamışken ruhbanlık icat etmişler ve bunu
sırf Allah rızası için yaptıklarını iddia etmişlerdir. Daha sonra ayetlerde belirtildiği gibi
buna riayet etmemişler ve tarihi gerçekler de bunun yanlışlığını ispat etmiştir.
Yine Hz. Peygamber “Şüphesiz ki bu din kolaylıktır. Hiçbir kimse yoktur ki,
bu din konusunda amellerim tam olsun diye kendini zorlasın da din ona galebe
çalmasın. Öyleyken siz orta yolu tutun. (Eğer en kamili yapamazsanız, ona) yaklaşın,
(az olsa da devamlı amelden ötürü) sevinin. Sabah, akşam ve gecenin bir kısmında
yardım isteyin.”182 buyurarak ibadetlerde orta yolu tutmayı tavsiye etmişlerdir. İslam
ümmetinin orta yollu bir ümmet olması gerektiğine Kur’an’da işaret etmiştir: “Sizi
insanlara şahit ve örnek olmanız için vasat (orta yollu) Peygamber de size şahit ve
örnektir…”183 buyurulmuştur.
Talha b. Ubeydullah (r.a.) şöyle demiştir: “Necd ahalisinden saçı darmadağınık
bir kimse Rasulullah’a geldi. Uzaktan sesini zor duyuyor, fakat ne söylediğini
anlamıyorduk. Nihayet yaklaştı meğer İslam’ın ne olduğunu soruyormuş. Bu soruya
karşılık Rasulullah ‘Bir gün ve gecede beş vakit namaz’ buyurdu. O kişi ‘Bundan
181
Buhari, Nikah 1; Nesai, Nikah 4.
Buhari, İman 29.
183
Bakara 2/143.
182
29
başkasını yapmama gerekir mi?’ diye sordu. ‘Hayır, kendiliğinden kıldıkların var’
buyurdu. Sonra Rasulullah ‘Bir de Ramazan orucu’ buyurdu. O kişi ‘Bundan başkası
var mı?’ diye sordu. Rasulullah ‘Hayır, kendiliğinden tuttuğun hariç’ buyurdu.
Rasulullah zekatı da ona söyledi. O zat yine ‘Üzerime bundan başka borç var mı?’ dedi.
Rasulullah ‘Hayır, kendiliğinden verdiğin hariç’ cevabını verdi. Bunun üzerine o kişi
‘Vallahi bundan ne fazla ne eksik bir şey yapacak değilim’ diyerek arkasını dönüp gitti.
Bunu duyan Rasulullah ‘Eğer doğru söylüyorsa felah buldu gitti’ buyurdu.”184 Bu olay
da farz ibadetlerini yapan kişi görevini yerine getirmiş olur.bunun dışındaki nafile
ibadetler derecesini yükseltmesine vesile olur. Bunu yaparken dikkat etmesi gereken şey
ifrat ve tefrite girmemektir.
b-)Az da Olsa Devamlı İbadet
İbadetlerin en makbul olanı az da olsa devamlı yapılanıdır. İnsanın yaratılış
gayesinin Allah’a kulluk etmek olduğu hatırlandığında, insanın tüm hayatını Rabbi’ne
adaması gerekli olur.Ancak insan fıtratı bunu kaldıramayacak şekilde yaratılmıştır. Bu
sebeple Cenab-ı Hak bazı ibadetleri yıl içine (Ramazan orucu),bazı ibadetleri ay içine
(Cuma namazı gibi), bazı ibadetleri gün içine (Beş vakit namaz gibi) serpiştirmiştir.
Hatta zorluk derecesi fazla olan bazı ibadetleri imkan bulununca (zekat, kurban gibi)
yapılmasını emretmiş, diğer bazılarını ise ömürde bir kere olmak üzere farz
kılmıştır(hac gibi). Bu da Allah Teala’nın kullarına karşı rahmet ve şefkatinin bir
işaretidir.
Allah Teala, farz kılmış olduğu ibadetlerin ise sürekli yapılmasını istemiştir.
“Rabbini övgüyle an ve secde edenlerden ol. Ölünceye kadar rabbine kulluk et.”185 Emri
, ibadetin sürekli yapılmasının istendiğini göstermektedir.
İslamiyet dünya hayatı için ahiret hayatını, ahiret hayatı için de dünya hayatını
feda etmeyerek, hem dünya hem de ahiret mutluluğunun esas alındığı bir sistemdir.
Kur’an’ı Kerim’de ; “insanlardan kimileri vardır ki ‘ey Rabbimiz bize dünyada ver
derler.’ Böylelerinin ahirette hiçbir nasibi yoktur. İnsanlardan kimileri de vardır ki ; ‘Ey
Rabbimiz bize dünyada da güzellik ahirette de güzellik ver ve bizi cehennem azabından
koru’ derler. İşte onlar yaptıklarının karşılığını alacaklardır.”186 Buyurulmuş, sadece
Buhari, İman 34.
Hicr 15/98-99.
186
Bakara 2/200-201-202.
184
185
30
dünyayı isteyenler zem edilirken, sırf ahireti istemek de tavsiye edilmemiş, gereği
yapılarak ikisinin de arzu edilmesinin sonucunun kurtuluş olacağı belirtilmiştir.
Bu ilke gereği Hz. Peygamber , ümmetine dengeli ve itidalli bir dini hayat
tavsiye etmiş, devamlı yapılan ibadetlerin Allah nezdinde
amellerin en hayırlısı
olduğunu belirtmiş, ibadetlerde aşırıya gitmek isteyenleri uyarmış, kişinin üzerinde
kendi nefsinin ve aile fertlerinin de hakkı olduğunu, hak sahibine hakkını verilmesi
gerektiğini, kendisinin de yeyip, içip, istirahat eden ,cinsel hayatı olan bir kul olduğunu,
İslam’da ruhban hayatının olmadığını belirtmiştir.187
Mesruk b. Abdurrahman ; “Hz. Aişe’ye: Hangi amel Hz. Peygambere daha
sevimliydi diye sordum.Hz. Aişe: ‘Devamlı olan amel’ dedi.”188 Buyurmuştur. Yine Hz.
Aişe’ye (ra): “Ey Mü’minler'in annesi! Rasulullah’ın ibadetleri nasıldı. Günlerden
birine tahsis ettiği ibadet olur muydu?diye sorulduğunda O cevaben şöyle dedi: ‘Hayır
O’nun ameli devamlıydı.Rasulullah’ın gücünün yettiğine hanginizin gücü yeter ki.’
Cevabını vermiştir.”189 İşte bu iki hadiste, dünya-ahiret dengesi için ibadetin, az da olsa
devamlılığının gereğinden bahsedilmektedir.
Yine Rasulullah (SAV), Abdullah b. Amr el-As’a şöyle demiştir: “ Ya
Abdellah! Sen falanca kişi gibi olma. O, gecenin bir kısmında namaza kalkardı, sonra
ise gece namazını terk etti.”190
c-)Havf ve Reca (korku ile ümit) Arası Yaşama
Korku ve ümit insanın fıtratında var edilmiş hislerdendir. Bu hislere sahip
olmayan bir insan yoktur. Korku hissi insan hayatının muhafazası için yaratıcı
tarafından insana bahşedilmiştir.
İslam, insanı korku sebebiyle zalimlere boyun eğmekten kurtarabilmek için,
Allah Teala’dan korkmanın gerekliliğini esas almıştır. Çünkü, gerçek Allah korkusunun
bulunduğu bir kalbe, insan korkusu giremez. Böyle kimselerde dünyevi korkular
hakikaten değil mecazen mevcuttur ve bir nevi tedbirden öteye geçmez. Zira Cenab-ı
Hak bu gerçeğe Kur’an’da şöyle vurgu yapmıştır. “Dikkat edin! Hiç şüphe yok ki
Hanbel, Müsned 3/266; Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman Ed-Darimi, Sünen’üd Darimi,
Nikah 3, Çağrı Yay. İst. 1992.
188
Buhari, Teheccüd 7.
189
Müslim, Salat’ül Müsafirin 217.
190
Buhari, Teheccüd 19; Müslim, Sıyam 185.
187
31
Allah’ın dostları için bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.”191 Gönlüne
gerçek Allah inancını, sevgisini, korkusunu yerleştirmiş ve O Rahman’a dost olabilmiş
kimseler, O’nun gayrisinden korkmazlar. Kişinin korkusu sebebiyle inancından ve dini
hayatından ödün vermemesi ise bunun ölçüsüdür. Müslüman’ın asıl amacı, diğer
korkuları gönülden silecek olan Allah korkusunu gönlüne yerleştirebilmek olmalıdır.
Allah Teala : “Ey İnsanlar! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Babanın oğlu,
oğlun da babası için bir şey ödeyemeyeceği günden korkun. Allah’ın ahdi şüphesiz
gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek şeytan sizi
kandırmasın.”192buyurmuş, insanın hayatı boyunca şeytanın hilelerine karşı , ahiretin
dehşetini düşünerek sakınmasını istemiştir. Diğer bir Ayet bu Ayet’i destekler nitelikte
nazil olmuştur. “Doğrusu Rablerinin azabından kimse güvende değildir.”193
İnsan yaptığı güzel işler veya ibadetler sebebiyle kurtulacağını sanıp
şımarmamalıdır. Zira Allah Teala’nın “Eğer şükrederseniz artırırım, eğer nankörlük
ederseniz azabım çok şiddetlidir.”194 Ayetinde de belirtildiği gibi O’nun vermiş olduğu
en küçük bir nimetin şükrünü eda etmemize bu yaptıklarımız yetmeyecektir. Kendi
yaptığı iyiliklerin onu kurtaracağına güvenenin ahiretteki durumu da perişandır. Ayet’i
Kerime’de “De ki! Amellerin en fazla yazık olanını size haber vereyim mi? Onlar
dünyada amelleri boşa gitmiş olduğu halde iyi iş yaptıklarını sananlardır.”195
buyrulmuştur.
Bu haberler yanında Allah’ın rahmetinden ümit kesmenin bir Müslüman
alameti olmadığını, Allah’tan ümit kesilmemesi gerektiğini, umudunu ancak kafirlerin
keseceğini ve böyle kimseler için acıklı bir azap olduğunu söyleyen ayetlerde196
Müslüman’ın devamlı Allah’ın af ve mağfiretine karşı ümit içerisinde olması
gerektiğini haber vermektedir. Zira Hz. Peygamber’in en çok yaptığı dua şu olmuştur:
“Ey Rabbim! Bize dünyada da iyilik, Ahirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından
koru!”197 Peygamberimizin geçmiş ve gelecek bütün günahları affedilmiş olmasın
191
Yunus 10/62.
Lokman 31/33.
193
Mearic 70/28.
194
İbrahim 14/7.
195
Kehf 18/103-104.
196
Yusuf 12/87.
197
Buhari Deavat 55.
192
32
rağmen198 devamlı yapmış olduğu bu dua, bizim gibi günahkar kullar için bir ölçü
olmalıdır.
Allah (c.c) bizim O’ndan korkmamızı ama bu korkunun O’ndan ümidin
kesilmesine sebep olmamasını istemiş ve “Allah’a korkarak ve umutla yalvarın.
Doğrusu Allah’ın rahmeti iyi davrananlara yakındır.”199 Buyurmuştur. Yine ümitle ilgili
şu hadis-i şerifler bize ışık tutmaktadır: “Rasulullah Allah Tela’nın şöyle buyurduğunu
bildirdi: Rahmetim gazabımı geçmiştir.”200, “Allah Teala rahmeti yaratacağı gün yüz
rahmet yarattı, doksan dokuz rahmeti kendisi aldı, bir rahmeti de bitin yaratıklara
gönderdi. Eğer kafir Allah’ın rahmetinin tamamını bilseydi cennetten ümidini kesmezdi.
Eğer mü’min Allah’ın azabının tamamını bilseydi cehennem korkusundan emin
olmazdı.”201
“Rasulullah ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu
‘Kendini nasıl hissediyorsun?’ ‘Ey Allah’ın Resulü! Allah’tan ümidim var ancak
günahlarımdan korkuyorum’ dedi. Rasulullah ‘Bu durumda olan bir kulun kalbinde
(ümit ve korku) birleşti mi ,Allah o kulun ümit ettiği şeyi mutlak verir ve korktuğu
şeyden de onu emin kılar’ buyurdu.”202
“Allah korkusunda ağlayan bir adam sağılan sütün memeye geri dönmediği
gibi ateşe girmez.”203 Hadis-i şerif’inin müjdesine nail olabilmek için Allah’tan hakkı
ile korkan mümin, dünya işlerinde de bu korku ile hareket etmeli ve cenneti kazanmayı
ümit edebilmelidir.
3-) Kuran’ın Dünyaya Bakışı
a-)Dünya Hayatı Bir Oyun ve Eğlencedir
Allah Teala Kur’an’da dünyayı farklı şekillerde tasvir etmiştir. Bu tasvirler
bize Allah’ın dünyaya nasıl bakmamızı istediği konusunda bilgi vermektedir. Dünyaya
Allah’a kulluk etmek için yollanılan insan,204 yeryüzünü ahireti kazanma sahası kabul
etmediğinde, dünyasının boş bir eğlence olduğu belirtilmektedir.
198
Fetih 48/12.
Araf 7/56.
200
Müslim Tevbe 15;Hanbel Müsned 8/8112.
201
Buhari Rikak 19.
202
Tirmizi Cenaiz 11; İbn Mace Zühd 31.
203
Tirmizi Fezail ül-Cihad 8.
204
Zariyat 51/562.
199
33
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir.”205
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.”206
“Bu dünya hayatı eğlence ve oyundan başka bir şey değildir.”207
Bu ayetlerde dünyanın, asıl görevin unutulması halinde insanın daldığı ve onu
başka işler yapmaktan alıkoyan bir oyun ve eğlence olduğu belirtilmektedir.
b-) Dünya Hayatı Aldatıcı Bir Metadır
Dünya hayatının geçici olması oradaki zevk safa ve lezzetlerin de geçici
olduğunu gösterir. Kişi için kalıcı olan, ahirette ortaya çıkacak durumudur. Bu sebeple
insan dünyanın zevklerine dalmayıp ahiret mutluluğunu talep etmelidir. Ayette ;
“ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kişi, kurtuluşa ermiştir. Dünya hayatı ise aldatıcı
az bir metadan başka bir şey değildir.”208, “Ahirette şiddetli azap ve Allah’ın mağfiret
ve rızası vardır. Dünya hayatı ise aldatıcı bir maldan başka bir şey değildir.”209
Yine Kur’an bu aldatıcı dünya malının da ahiretle kıyaslandığında çok az
olduğunu belirtmekte, insan ömrünün kısa olduğu ve dünyanın faniliğini haber
vermektedir. “De ki! Dünya geçimliği azdır.”210, “Az bir geçim, sonra varacakları yer
cehennemdir.”211, “bu, az bir geçimdir. Sonra onlar için acı bir azap vardır.”212işte
dünyasına dalmış ve dünya için uzun planlar hazırlamış fakat ahiret için hiçbir
düşüncesi ve kaygısı olmayan insanın acı sonunu ayetler böyle açıklamaktadır. İnsan
nerede olursa olsun, ölüm onu bulacağına göre213, dünyanın fani ve zevklerinin geçici
olduğunu anlamakta bir zorluk olmasa gerektir.
Hz. Peygamber’in (sav)de dünyanın değersiz oluşu hakkında bir çok hadisleri
vardır.”Eğer dünya Allah katında sivrisineğin kanadına denk olsaydı, ondan dünyada
hiçbir kafire bir damla vermezdi.”214,“Ahiret karşısında dünyanın değeri, sizden
En’am 6/32 .
Muhammed 47/36.
207
Ankebut 29/64.
208
Al’i imran 3/185.
209
Hadid 57/20.
210
Nisa 4/27.
211
Al’i İmran 3/197.
212
Nahl 16 /117.
213
Nisa 4/78.
214
Tirmizi Zühd 79.
205
206
34
birinizin parmağını denize daldırmasına benzer. Parmağı ile aldığına bir baksın.”215
Görülüyor ki Hadis-i Şerifler ve Ayet-i Kerime’ler dünyanın geçiciliğine vurgu
yapmaktadır. Ahireti düşünmeksizin dünyaya dalmanın bedbahtlığı da ayetlerden açıkça
anlaşılmaktadır.
c-)Dünya Hayatının Aldatıcılığı ve İnsanların Buna Karşı Uyarılması
Dünyanın bir oyun ve eğlence olduğunu belirten ayetlerden216 de anlaşılacağı
gibi, oyun nasıl ki bir çocuğu aldatır, avutur, başka şeylerden alıkoyarsa, dünya da
insanoğlunu gerçeği görmekten, hakikati anlamaktan ve doğruya yönelmekten alıkoyar.
İnsan aldatıldığının ancak ölüm anında farkına varır. Hatta bu oyun ve eğlenceye aşırı
derecede dalarlar ve ahirete karşı dünyayı değiştirirler; “İşte onlar ahirete karşı, dünyayı
satın alanlardır. Azap onlardan
hafifletilmeyecek ve hiçbir şekilde
yardım
edilmeyeceklerdir.”217 Bu kimselerin daha da ileri giderek, dünya oyunlarına ahireti
katar, dinle dalga geçerler ve dünya hayatı onları böyle aldatır. “işte bu Allah’ın
ayetlerini alaya almanızdan ve dünya hayatının sizi aldatmış olmasından ötürüdür.”218,
“Onlar ki dinlerini bir oyun ve eğlence yerine koydular. İşte dünya hayatı onları
aldattı.”219, “Dünya hayatı kendilerini aldattı ve kendilerinin kafir olduklarına şahit
oldular.”220
İnsan yaratılışı gereği dünya malına karşı aşırı bir ilgi duymaktadır. Bu ilginin
gemlenememesi de onu ayetlerde belirtildiği gibi, ahiret hayatına karşı aldatır.dünya
hayatının süsü ve cazibesine kapılan insan, ahireti unutmakta ve tüm kötülükleri
yapmakta bir sakınca görmemektedir. Allah ise insanları bu tür davranışlara karşı
sakındırmaktadır.
“Ey insanlar! Allah’ın verdiği söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın dizi
aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek şeytan sizi kandırmasın.”221, “Allah’ın verdi
söz şüphesiz gerçektir. Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın. Allah’ın affına güvendirerek
İbn Mace Zühd 1376.
En’am 6/32; Muhammed 47/36; Ankebut 29/64.
217
Bakara 2/82.
218
Casiye 45/35.
219
Araf 7/1.
220
En’am 6/130.
221
Fatır 35/5.
215
216
35
sakın şeytan sizi kandırmasın.”222,
“Allah’ın emri gelene kadar dinde şüpheye
düştünüz. Sizi kuruntular aldattı. Şeytan Allah hakkında sizi kandırdı.”223
Tüm bu ayet ve hadisler dünya hayatının gelip geçici olduğunu insanın bu
hayat dalarak asıl kazanması gereken hayatı kaybetmemesi gerektiğini, dünya hayatının
amaç haline getirilmesinin doğuracağı ebedi sonuçları gözler önüne sermektedir.
4-) Kuran’ın Ahiret Hayatına Bakışı ve Ahiret Hayatını Tercih Etmesi
Kur’an dünya hayatını yağmurun bitirdiği bitkilere benzetmekte, bu bitkilerin
büyüyüp birbirine karışmasıyla yeryüzünün süslenip bezendiği ve sonunda Allah’ın
emri gelince hepsinin çerçöp olduğu bir hayata benzetmekte ve dünya yaşamının da bir
bitkini yeşerip sararması kadar kıs olduğuna dikkat çekilmektedir.224 Bu kadar kısa olan
dünya hayatına karşı Müslümanların ahirete yönelik çalışmalarının gerektiğine ve
bunun daha hayırlı olduğuna işaret edilmektedir.
“Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlencedir. Ahiret hayatı ise Allah’tan
korkanlar için daha hayırlıdır. Akletmiyor musunuz?”225, “Ahiret yurdu Allah’tan
sakınanlar için daha hayırlıdır. Düşünmüyor musunuz?”226, “Ahiret yurdu daha
hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir.”227
Yüce Allah , iyi kullarının ecrini hem dünyada hem de ahirette vereceğini, hiç
kimsenin sevabını zayi etmeyeceğini beyan etmektedir.228 Özellikle iman edip Allah’tan
korkanların ahiretteki mükafatlarının daha büyük olacağını, ahiret hayatının sürekliliği
ve nimetlerinin bolluğu ile dünya hayatından daha hayırlı olduğunu,229 dünya hayatını
tercih edip onunla yetinenlerin, huzur ve mutluluğu onda arayanların yanlış yolda ve
gaflete dalmış olduklarını230 haber vermektedir.
Hayat yalnız dünya hayatıdır deyip, dünyaya karşı ahiretlerini satanlar,
ayetlerle tehdit edilmiş, kınanmış ve sapıklıkla itham edilmişlerdir. “Bu güne
kavuşacağınızı unuttuğunuz gibi, biz de sizi unuttuk. Varacağınız yer cehennemdir.
222
Lokman 31/33.
Hadid 57/14.
224
Yunus 10/24.
225
En’am 6/32.
226
Araf 7/169.
227
Nahl 16/30.
228
Yusuf 12/56.
229
İnsan 76/12-22; Yusuf 12/57;- Nahl 16/41; İsra 17/21.
230
Yunus 10/7; A’la 86/16-17; Enfal 8/67; Tevbe 9/38.
223
36
Yardımcılarınız da yoktur.”231, “Onlar dünya hayatını ahirete tercih ederler. Allah’ın
yolundan alıkoyup onun eğriliğini isterler. İşte onlar derin bir sapıklık içindedir.”232
Dünyayı tercih edip yalnız dünya için çalışanlar, çalıştıklarının karşılığını
dünyada alırlar ve ahiretteki durumları iç açıcı değildir. “Ahiret kazancını isteyenin
kazancını artırırız. Dünya kazancını isteyene de ondan veririz ama onun ahirette bir payı
yoktur.”233 “dünyayı isteyenlerden istediğimize, dilediğimiz kadar veririz. Sonra ona
cehennemi hazırlarız. Kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer. Ahireti isteyip inanmış
olarak çalışanlara ise, çalışmalarının karşılığı verilir.”234
231
Casiye 45/34.
İbrahim 14/3.
233
Şura 42/20.
234
İsra 17/18-19.
232
37
II. BÖLÜM
AİLEVİ HAYAT
A-) GENEL OLARAK AİLE
Aile toplumun temel birimi olmasına rağmen, ailenin evrensel bir tanımını
yapmak imkansızdır. Tarih boyunca toplumlar nasıl değişikliklere uğramışlarsa aile de
hem boyutları hem yapısı hem de işlevi bakımından büyük dönüşümler geçirmiştir.
Aile kavramı, kuşkusuz çok genel bir kavramdır. Bu sebeple insanların dışında,
diğer
canlılarda
görülen
beraberlik
ve
ortaklıklar
da
aile
sözcüğü
ile
tanımlanabilmektedir. Aynı şekilde mesleki beraberlikler, bitki türleri, dil grupları,
statüleri farklı toplum sınıfları gibi bir çok farklı şey de aile olarak sınıflandırılmaktadır.
Ancak niteleme farklılıkları göz ardı edilince aile sözcüğü, insani beraberlikleri anlatan
evrensel bir kurumun karşılığı olarak anlaşılmaktadır.
Ailenin oluşumu hakkında batılı düşünürlerin farklı görüşleri vardır. Thomas
Hubbes, insanların eski devirlerde vahşi birer hayvan gibi fertler halinde yaşadığını,
insanların zamanla sosyalleştiğini, Emile Durkeim ise insanların fert olarak değil klan
yani insan sürüleri halinde yaşadıklarını ifade etmişlerdir.235 Halbuki sosyologların
ifade ettiği gibi, ilk aile biçimleri, insan içgüdüsü sonucu ve tesadüfi olarak meydana
Asaf Ataseven , ‘Nasıl Bir Aile’, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu 2, s:37, Ensar
Neşriyat İst. 1996 .
235
38
gelmemiştir. Zira ilk insan ve ilk peygamberin Hz. Adem (A.S.) olduğu ve tüm eşyanın
isimlerinin kendisine öğretildiği236 göz önüne alındığında ailenin teşekkülü hakkındaki
bu görüşlerin yanlışlığı ortaya çıkacaktır. İlk insan bir peygamber olarak Hz. Adem
olduğuna göre, ilk ailenin temeli, Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yeryüzüne indirilmesiyle
atılmıştır. Hz. Adem Allah’ın emrine muhatap bir peygamber olduğuna göre, kendisine
eşyanın isimleri yanı sıra kadın ve erkeğin birbiri üzerindeki hakları, ebeveynin
çocuklarına karşı sorumlulukları ve çocukları üzerindeki hakları gibi hususlar da Allah
tarafından kendisine öğretilmiş olmalıdır. Nitekim Kur’an’da Hz. Adem ve Hz.
Havva’nın maceralarından söz edildiği gibi ailenin tabii fertleri olan çocuklardan da söz
edilmektedir.237 Bütün bunlar insanın var oluşuyla birlikte ailenin de var ola geldiğinin
bir göstergesidir.
Aile sosyal bilim dallarının farklı bakış açılarının bir sonucu olarak değişik
şekillerde
tanımlana
gelmiştir.
Bu
sebeple
çok
farklı
aile
tanımlarıyla
karşılaşmaktayız.Örneğin; 1940’lı yıllarda Amerikalı sosyolog Kingsley Davis aileyi
şöyle tanımlıyordu: “Aralarındaki kan bağı sebebiyle birbirine akraba olan bir grup
insan.”238 Bunun yanında farklı aile tanımları da mevcuttur. Aile, evlenme, kan veya
evlat edinme bağlarıyla birbirine bağlanmış, aynı evde yaşayan, aynı geliri paylaşan,
oynadıkları çeşitli roller çerçevesinde (karı-koca, ana-baba, evlat, kardeş) birbirlerine
etki eden, kendilerine özgü bir görgüyü yaşatıp sürdüren insan topluluğudur.239 Bu
tanım, aile içi roller esas alınarak yapılmıştır. Aileye farklı bir yönden bakarak başka
tanımlamalar da olmuştur. Örneğin; ailenin biyolojik ve toplumsal yönünü göz önünde
tutarak “Aile, en az evli iki yetişkin insandan ve çocuklarından meydana gelen
kurumsallaşmış bir biyolojik-toplumsal gruptur”240 şeklinde aileyi tanımlayanlar da
olmuştur.
Bu kadar değişken bir kavram olan aile hakkında çeşitli tanımlar yapılmış, her
bir tanım ailenin bir yönünü ön plana çıkarmayı ve kendi sosyal bilimine uygun tanıma
ulaşmayı hedeflemiştir. Ancak şu husus bir gerçektir ki nüvesini teşkil etmiş ve bu
236
Bakara 2/31.
Musa Kazım Yılmaz, ‘ İslami Aile’, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi Sempozyumu, (1. Tebliğ), s:21,
İsav Yay. (T.y.) .
238
Aygen Erdentuğ, ‘ Çeşitli İnsan Topluluklarında Aile Tiplerİ’, s:319, Aile Yazıları/1,
T.C.B.A.A.K.1990 .
239
Seniha Hasipek , ‘Ailenin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısında Kadının Yeri ve Önemi’ ,s:365,
1.Aile Şurası Bildirileri, Reyhan Yay. Ank. 1990.
240
İsmail Kıllıoğlu,Aile mad., c:1, s:16-17 , Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yay. İst. 1990 .
237
39
özelliği asırlar boyunca devam etmiştir. Hiçbir sosyal sistem ve hayat tarzı da aileyi
ortadan kaldıramamıştır. Siyasi rejim ve düşünceleri ne olursa olsun her toplum aileye
büyük önem vermiş ve onun kurtuluşu için çalışmışlardır. Bunun sebebi de toplumu
oluşturan en önemli etkenin aile olması ve toplumun geleceğinin, ailenin salahiyetine
bağlı olmasıdır. Çükü aileye önem veren ve onu sağlam temellere oturtmayı başaran bir
toplum, kendi bünyesini sağlamlaştırmış, kendi geleceğini teminat altına almış ve kendi
gücüne güç katmış olacaktır.
Toplumlarda ailenin yerini hiçbir kurum ve oluşum tutamamaktadır. Çocuğu
yetiştirip terbiye etme ve topluma yararlı bir birey haline getirmede en etkili oluşum
ailedir. Yine kültürlerin nesilden nesile aktarımında da en etkili kurum aile olmuştur.
Toplumun sosyal değerlerinin kökleri ailedir. Aile esas itibariyle üç çeşit sorumluluğun
bir araya toplandığı bir organizasyondur. Önce karı-kocanın, ebeveyn ve çocukların
yakın akraba organizasyonudur. İkinci olarak aile, çoğu dini prensiplerde öğretilen ve
eğitilen, örf ve adetlere karşı daima yüksek derecede sorumluluk taşıyan bir kurumdur.
Üçüncüsü, aile hukuki ve idari bir vasıta olarak veya bir statü organizasyonu olarak
kullanılmaktadır.241
Bu açıklamalardan sonra genel tabiriyle aile, evlilik, kan yada evlat edinme
bağlarıyla birbirine bağlı, tek bir hane halkı tarafından oluşturulan, karı-koca, ana-baba,
çocuklar ve kardeşler olarak her biri kendi toplumsal konumu içinde birbirlerini
karşılıklı olarak etkileyen, ortak bir kültür yaratan, paylaşan ve sürdüren bireyler
grubuna verilen addır.242 Bununla birlikte aileyi teşkil eden fertler, devirlere, bölgelere,
sosyal ve iktisadi yapıya göre değişiklik arz etmektedir.243 İnsanlık tarihinde ilkel
klanlardan başlayıp günümüz modern aile yapısına gelene dek bir çok aile tipi
görülmektedir.244 Bu aileler hakimiyetin ana veya babadan olmasına göre anaerkil ve
ataerkil, eş sayısına göre tek eşli(monogami), ve çok eşli(poligami) olarak farklı
şekillerde var olmuşlardır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bazı sosyolog ve yazarlar ilkel
toplumlarda, başlangıçta cinsel olarak insanlar arasında keyifli ve karışık bir cinsel ilişki
dönemin var olduğunu ileri sürmüşlerse de bu görüşler yapılan antropolojik ve
etnoğrafik araştırmalarla bertaraf edilmiş ve bugün bu görüşü savunan kimse
İsmet Altıkardeş, Din ve Sosyal Bütünleşme, s:175, Rağbet Yay. İst. 2004 .
Ana Biritannica, Aile mad. c:1, s:228, Ana Yay. İst. 1993 .
243
Mehmet Akif Aydın, Aile mad. ,c:2, s:196 , T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst. 1989 .
244
Yılmaz, a.g.e; s:23.
241
242
40
kalmamıştır.245 Gerçekte, en basit hatta cinsel bakımdan geniş bir laubaliliğe imkan
veren toplumlarda da aile var olmuştur.246
Tarihten beri var olduğu ispatlanmış olan aile kurumu gelişim evrelerinde
farklı şekillerde var olmuştur. Ailenin gelişim aşamaları, farklı sosyologlarca kendi
düşünceleri çerçevesinde değişik şekillerde isimlendirilmiştir. Bunlardan bazıları totem
ailesi, anaerkil aile, babaerkil aile, pederî aile, soy ailesi, kök aile, büyük kent ailesi,
gecekondu ailesi, kasaba ve köy ailesi, sanayi öncesi ve sonrası ailesi şekillerinde bazen
otorite, çevre ve akrabalık ve mülkiyet ilişkilerine, bazen de hane halkı
komposizyonuna bağlı olarak şekillenen bir sosyal yapı içerisinde tanımlanmışlardır.247
Fakat genelde tarih içerisinde ve günümüzde aile, geniş aile ve çekirdek aile diye ikiye
ayrılmıştır.
Geniş aile, bir aile reisinin başkanlığında eş, çocuk, torun, gelin, damat, amca
dayı, hala ve teyzelerden oluşmaktadır. Diğer bir ifadeyle içinde büyük ana ve
babaların, dede ve torunların beraber yaşadıkları, evlenen erkek çocukların eşlerini aile
içine getirdikleri aile tipidir. Özellikle tarım ekonomisine dayanan toplumlarda
rastlanır.248 Geniş aile terimi bir hanede bir çok kuşağın bir arada yaşadığı bir aile
sistemini anlatır. Aynı aile birimi içinde birkaç kuşağın yatay, dikey yada hem yatay
hem dikey olarak genişlediği birden fazla evli çiftin bir arada yaşadığı bir aile
türüdür.249 Dar aile ise bir karı-koca ile çocuklardan oluşmaktadır.250 Çekirdek aile türü
genelde şehirlerde görülmesine karşılık, geniş aile daha çok kırsallarda yaşatılmaktadır.
Para ekonomisi, endüstri devrimi, modern teknoloji ve büyük kent ve metropollerin
doğuşu gibi çeşitli faktörlerin tesiriyle geniş ailenin durumu günümüzde esaslı bir
şekilde sarsılmıştır.251 Dar ailede akraba bağları zayıflamış, ile içi davranışlar daha
rasyonelleşmiştir. Bu anlamda islami aile, çekirdek aile değildir. Çünkü Kur’an’da on
Mehmet Birekul- Fatih Mehmet Yılmaz, Peygamber Günlerinde Sosyal Hayat ve Aile, s:107 ,
Yediveren Yay. Konya 2001.
246
Sulhi Dönmezer, Toplumbilim, s:196, Beta Yay. 11.Baskı İst. 1994.
247
Birekul-Yılmaz a.g.e. s:109-110.
248
Dönmezer a.g.e. s:201; Ömer Çaha, Sivil Toplum Aydınlar ve Demokrasi, s:123, İz Yay. İst. 1999 .
249
Birekul-Yılmaz a.g.e. s:112.
250
M. Akif Aydın a.g.e. c:2, s:196 ; Dönmezer a.g.e. s:201.
251
Yılmaz, a.g.e. s:24.
245
41
dört yerde akrabaya iyilik yapmak emredilmiştir.252 Bu da İslam’ın geniş anlamda aile
fertlerine verdiği önemi göstermektedir.
Bütün bunların yanında, insanın var oluşundan günümüze kadar varlığını tüm
toplumlarda sürdüre gelmiş olan aile kurumunu sarsan ciddi cereyanlar ortaya çıkmıştır.
Bunlar ferdiyetçilik, kadın hakları, feminizm, moda, zevke düşkünlük, evlilik dışı
ilişkiler ve bunları destekleme akımları, homoseksüel ilişkiler, kitle turizminin seks
turizmine dönüşmesi, komünizm, gazete, radyo, televizyon ve bunlara bağlı olarak
gelişen porno yayınları şeklinde özetlenebilir.253 Özellikle günümüz Tür Toplumunda
aile kitle iletişim araçlarıyla tehdit edilmekte ve ailenin vermesi gereken terbiyeyi artık
televizyon vermektedir.254
1- Tarihte Kadın
İslam dininin gelişiyle kadının statüsünde görülen değişikliği, kadınlara verilen
hak ve yetkilerin önemini anlamak şüphesiz İslam öncesi tarihsel yaşam boyunca
kadının durumunu ortaya koymak, bu dönemlerdeki kadının siyasi, hukuki, iktisadi ve
sosyal yönünü anlamak ve kadına verilen değeri görmekle mümkün olacaktır.
Eski Hin’de kadın, evlenme, miras ve diğer alanlarda hiçbir hakka sahip
değildir. Kadın, kötü eğilimlere, zayıf karaktere ve fena bir ahlaka sahip olduğundan
‘Manu’ kanunu onu, çocukluğunda babasına, gençliğinde kocasına, kocasının
vefatından sonra da oğluna veya kocanın akrabasından bir erkeğe bağlı olmaya mecbur
etmiştir. Veda’larda kadın, kasırgadan, ölümden, zehirden ve yılandan daha kötü bir
mahluk olarak tasvir edilir.255 Brahmanlarda ve Upanişadlarda söz konusu edilen
eğitimdeki ayrımcılık ve zahitlik anlayışı, bilgi ve kurtuluş yolunun sadece erkeklerin
tekelinde olduğu fikrini yerleştirmişti. Kadın kısır olur veya hep kız doğurursa kocası
onu bırakabilirdi.256
Budizm’in kurucusu Buda, önceleri kadınları dinine kabul etmiyordu. Yakın
dostu olan Anenda kendisine ‘kadınlara nasıl muamele edelim’ diye sorunca ‘Onlara hiç
bakmayacaksın’ cevabını vermiş.
Bakara 2/83; Nisa 4/ 8-36; Maide 5/106; Enam 6/153; Enfal 8/41; Tevbe 9/113; Nahl 16/90; İsra
17/26; Nur 24/32; Rum 30/38; Fatır 35/18; Şura42/ 23; Haşr 59/7.
253
Ataseven a.g.e. s:37.
254
Altıkardeş, a.g.e. s:174.
255
Bekir Topaloğlu, İslam’da Kadın , s:24, Rağbet Yay. İst. 2001.
256
Ömer Faruk Harman, Kadın mad. c: 24 ,s:83, T.D.V.İ.A.
252
42
-Fakat bakmaya mecbur kalırsak?
-Onlarla konuşmayacaksın!
-Konuşmaya mecbur kalırsak?
-O takdirde onlardan son derece sakınmalısın, demiştir.
Anenda’nın ısrarıyla Buda kadınları dinine kabul etmiş ve “Kadını dine kabul
etmeseydik Budizm saf ir şekilde uzun yıllar devam ederdi. Fakat artık kadın aramıza
girdikten sonra bu dinin uzun yaşayabileceğini sanmıyorum” demiştir.257 Yine
Konfüçyanizm’in ataerkil bir dini yapısı olması sebebiyle kadın ikinci sıradadır ve “Beş
Klasikler” denilen kutsal metinler kadınlara olumsuz yaklaşırlar.
İsrail hukukunda ailede erkek mutlak hakimdir. Yahudi kızları babalarının
evinde bile hizmetçi gibidirler. Baba onları satabilir. Boşama hakkı ise keyfi bir surette
kocaya aittir. Kızlar başka bir mirasçı olmadığı takdirde mirastan pay alabilirler.258
Yunan medeniyeti başlangıçta eşitsizlik temeli üzerinde kurulmuştu. M.Ö. 5.
yüzyıla kadar kadına miras kalmazdı. Kadın hiçbir hakka sahip değildi.259 Evlenmenin
en önemli amacı erkeğin zevkini tatmin etmek, erkek çocuk elde etmek, iyi bakılmak,
eve mal-mülk üzerine bir bekçi ve hizmetçi getirmekti.260 Hatta felsefenin kurucuları
kabul edilenlerden Aristo, kadının yaratılışta yarı kalmış bir erkek olduğunu söylemiş,
Eflatun ise kadının elden ele orta malı olarak gezmesi gerektiğini söylemiştir.261
Bununla beraber Aristo, köleliği ve kadının hukuki bakımdan erkekle eşit olmamasının
gerekliliğini savunmuştur. Demosthenes’e göre ise insan, meşru çocuklara sahip olmak
için bir kadınla evlenir, iyi bakılmak için evlilik dışı bir kadın alır ve sevişmenin tadını
çıkarmak için de kiralık kadınlara gider.262 Kadının hor görülmesinde Yunan medeniyeti
sınır tanımamıştır. Hatta haksız ve yanlış işler yapan erkeklerin dünyaya yeniden kadın
olarak geleceği inancı yaygındır.
Topaloğlu, a.g.e. s:25.
Topaloğlu, a.g.e. s:25.
259
Naci Yengin, Ailede Kadın, (Kadın mad.), c:3, s:275, Şamil İslam Ansiklopedisi, Genel Yönetim:
Ahmet Ağırakça, Şamil Yay. İst 1991.
260
Topaloğlu, a.g.e, s:26- Meydan Larousse, ( Kadın mad.), c:10, s:342,Yayımlayanlar:Safa Kılçlıoğlu,
Nezihe Araz, Hakkı Devrim, ,Sabah Gazetesi (Y.Y.) 1992 .
261
Topaloğlu, a.g.e. s:26.
262
Meydan Larousse, Kadın mad. c:10, s:343.
257
258
43
Eski Çin ve İngiltere’de de bunlara benzer olumsuz tavır, düşünce ve inanışlar
had safhada var olmuştur. Çin’de kadınların insan sayılmamasından ötürü onlara isim
verilemez, bir, iki, üç şeklinde sayıyla çağırılırlardı. İngiltere’de ise kadınlar murdar
kabul edildiğinden İncil’e el süremezlerdi.263 Ayrıca 1805 yılına kadar İngiltere
kanunları bir erkeğin kendi karısını satmasına müsaade etmiş, Fransızlar ise 586 yılında
düzenledikleri kongrede kadının erkeğe hizmet etmek için yaratıldığı ve bundan başka
bir işe yaramadığını kabul etmişlerdir.264
Yahudilikte kadının rolü var olan ataerkil yapıya göre şekillenmiş, sosyal
statüsü cinsiyetine göre tesis edilmiştir. “Kadın erkekten yaratılmıştır” inancının
neticesi olarak erkek ve kadının bir bütünün parçaları olmaları dolayısıyla kadının
parçanın bütüne bağlandığı gibi erkeğe tabî olması gereklidir. Kitab-ı Mukaddes
geleneğinde erkek kadının efendisidir. İbadetlerinde her gün sabah “Rabbim beni kadın
yaratmadığın için sana şükürler olsun” duası manidardır. Kadın kamuya ait bir göreve
tayin edilemez. Kocasının ellerini ve ayaklarını yıkama görevini yapmayan kadın
sopayla cezalandırılır.265
Hıristiyanlıkta kadın ilk dönemlerde İncil’lerde geçtiği gibi erkeklerle aynı
haklara sahiptir. İsa Mesih vasıtasıyla şifa bulmuş ve günahları bağışlanmıştır.266
Pavlus, evlenmemenin ideal olduğunu ancak hem zinadan kendini korumak hem de
çocuk yapmak için evlenilebileceğini söylemektedir.267 Ama genel olarak Hıristiyan
kültüründe kadın, yasak meyveyi Adem’e yedirmek suretiyle O’nun cennetten
kovulmasına ve insan neslinin günahkar bir şekilde doğmasına sebep olduğu için
kadınlara yönelik görüşler olumsuz olmuştur. Hatta ilk kilise babaları kadın cinsine
karşı ağır hakaretler içerecek derecede olumsuzluklar taşımıştır.268 Ortaçağ Hıristiyan
dünyasında kadın ve evliliğin yeri o derece kötüleşmiştir ki Macon Konsili’nde kadının
ruhu olup olmadığı tartışılmıştır. Buna bağlı olarak o dönemde kadının sosyal hayatı son
Topaloğlu, a.g.e. s:27.
Mahmud Mehdi İstanbuli, İslam’da Evlilik ve Cinsel Mutluluk, s:211, Çağrı Yay. İstanbul 1993.
(7.Baskı) (Eserde bu bilginin Mustafa Sibai’nin “El Mer’etü Beynel-Fıkhi vel-Kanun” adlı esrinden aldığı
belirtilmiştir).
265
Harman, a.g.e. c:24, s:84-85.
266
Matta 8/14-15.
267
Korintoslulara Birinci Mektup 7/1-7.
268
Harman, a.g.e, c:24, s:85.
263
264
44
derece kötüleşmiş, 10. asırdan itibaren pek çok kadın cinlerle ilişkisi olduğu iddiasıyla
yakılmış veya suda boğulmuştur.269
Cahiliye Arap toplumunda kadın adeta erkeğin şehvetini tatmin vasıtası olarak
görülür, kız çocuk ailede maddi bir külfet ve bir utanç vesilesi kabul edilirdi.270 Aile
idaresinde sınırsız yetkili olan baba kızını öldürmekte bir mahzur görmez ve diri diri
toprağa gömerdi.271 Bu durum Kur’an-ı Kerim’de “İçlerinden biri bir kız çocuğunun
doğumu ile müjdelendiğinde, nefretini sinesine çekerek, hiddetinden yüzü kapkara olur,
kendisine verilen kötü müjdeden dolayı herkesten saklanır, ‘Bunu ne yapayım, hakarete
katlanarak alıkoyayım mı yoksa toprağa mı gömeyim diye şaşırır kalır…”272 şeklinde
beyan buyurulmuştur. Diğer bir ayette ise “(Kıyamet günü diri diri gömülen kıza) Hangi
günahından dolayı öldürüldün (diye sorulur)”273 şekillerinde açıklanmıştır. Diğer
milletlerde olduğu gibi, diğer meselelere de erkeklerle beraber iştirak etmesi mümkün
değildi. Kadın evlenme, aile kurma ve boşanma düzeninden, miras hakkından
mahrumdu.274 Hatta adet zamanında Araplar bir kadınla aynı evde oturamaz, onlarla
beraber yiyip içmezlerdi. Kadın adet görünce evden çıkarılırdı. Kadınları boşadıktan
sonra bazen onları cezalandırmak için başkalarıyla evlenmelerine müsaade edilmezdi.275
Bu dönemde kadınların evlenme şekilleriyle ilgili var olan kuralsızlık ve ahlaksızlıkları
bir sonraki bölümde inceleyeceğiz.
2-) Tarihte Evlenme - Boşanma ve Cinsellik
a-) Evlilik ve Cinsellik
Evlenme sadece insanlarda değil bütün canlılarda görülen tabî bir durumdur.
Her çağda, her din ve medeniyetin itibar ettiği sosyal bir sistemdir.
Bir toplumun organize olmuş en küçük parçası olan aile birliğinin kurulması,
her toplumda belli şartlara ve yollara bağlanmıştır. Teşekkül süreci içerisinde aile için
en çok başvurulan yön ise evlilik olmuştur. Evlilik, cinsel birliktelik ihtiyacının, kadın
ve erkeğin yapmış olduğu akitle oluşan beraberlik neticesinde giderilmesidir.
269
Harman, a.g.e, c:24, s:86.
Süleyman Ateş, a.g.e. c:11, s:88.
271
Şemseddin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, s:118, Ankara Okulu Yay. Ank. 1997.
272
Nahl 16/58-59.
273
Tekvir 81/8-9.
274
Topaloğlu, a.g.e. s:27.
275
Günaltay, a.g.e. s:118 .
270
45
Ailenin hukuki şeklini oluşturan evlenme, ortaçağ toplumlarından beri aile
kurmak üzere uygulanan bir sözleşme özelliği taşımaktadır. Evlenme olmadan da aile
kurulabilmiştir ancak ailenin evlilik vasıtasıyla kurulması, toplum düzenine, ahlak
anlayışına ve aile geleneklerine en uygun olanıdır. Bunu içindir ki evlenme, bütün
dünya hukuklarında kanuni düzenleme ile belirlenmiştir.276 Hatta dünya medeniyetleri
içinde evlenme kurumunu kendi örf ve inanışlarına göre düzenlemiş hiçbir toplum
yoktur.277
Evliliğin tarih boyunca tüm medeniyetlerce kurumsallaştırılması ve kendisine
özel önem verilmesi yanında yine tarihi süreç içerisinde evlilik anlayışına ters
uygulamalar da görüle gelmiştir. Bu çirkin uygulamalar da Kuran’ın ifadesiyle ilk kez
Hz. Lut’un (a.s.) gönderildiği Sedom halkında görülmüştür.278 Kur’an-ı Kerim’de,
Lut’un (a.s) bu hayasızlığı işleyen kavmine “Sizden evvel alemlerden hiçbirinin
yapmadığı hayasızlığı mı yapıyorsunuz. Çünkü siz kadınları bırakıp da şehvetle
erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz haddi aşan bir kavimsiniz”279 söylediği beyan
edilmiştir. Diğer bir ayette de Lut kavminden “hebais: pis ve murdar iş” işleyenler diye
bahsedilmiştir.280 Hz. Lut
(a.s.), Sedom halkını bu kötü ve çirkin işi bırakmaları
hususunda her ne kadar uyardıysa da bu uyarıların karşılığı Sedom halkının isyanının
artması ve Peygamberlerini taşlayıp O’na hakaret etme olmuştur.281 Nihayetinde Allah’ı
Teala hak ettikleri cezayı onlara göndermiş ve gökten üzerlerine taş yağdırılmak
suretiyle helaklerin en kötüsüyle helak edilmişlerdir.282 Helaklerinin çok şiddetli olduğu
hususunda tefsirlerde geniş bilgiler mevcuttur.283 Bu helak edilen şehirlerin beş şehir
olduğu bunların Sodom, Gomoro, Daduma, Dauha ve Katem olduğu ve hepsinin göğe
kadar kaldırılıp sonra yere çevrilip üzerlerine taş yağdırıldığı bilgileri de tefsirlerde
mevcuttur.284
Birekul-Yılmaz , a.g.e. s:128.
Dönmezer a.g.e. s:98.
278
Muhammet Reşit Rıza, Tefsir’ül Kuran’ül Hakim (Tefsirül Menar), c:8, s:448, Dar’ül Kütüb’il
İlmiye, Beyrut, 1999.
279
Araf 7/80-81.
280
Enbiya 21/74.
281
Şuara 26/167.
282
Hud 11/82-83.
283
Razi, a.g.e. c:6, s:382-383 ; Kurtubi, a.g.e. c:9, s:81-81 ; El- Celil el-Hafız Îmad ed-Din Ebil Fida
İsmail İbn Kesir ed-Dimeşki, Tefsir’ul Kuran’il Azim, c:7, s:458-459, Mektebetü evlad’iş Şeyh litTüras, Kahire, 2000.
284
Kurtubi, a.g.e. c:9, s:81.
276
277
46
Kuran-ı Kerim’in eşcinsellik de denilen bu çirkin cinsi birliktelik hakkında Hz.
Peygamber’in de şiddetli ifadeleri mevcuttur. Bu fiili işleyen kimseye Allah’ın rahmet
nazariyle bakmayacağı bildirilerek285 livata yapanların Allah tarafından lanetleneceği
belirtilmiş286 ve bu işi yapan faillerin öldürülmesini istemiştir.287
Tarihte ve günümüzde var olan bu yanlış cinsi tercihler içinde sevicilik denen
ve kadınla kadının beraberliğini
ifade eden cinsel anlayışlar ve hayvanlarla cinsi
münasebet gibi sapıklıklar mevcuttur. Lut kavminde olduğu gibi günümüzde de bu
ahlaka ve fıtrata aykırı akımları körükleyen, özgürlük ve insan hakları gibi farklı
kılıflara bürümek suretiyle normalleştirmeye çalışan gruplar ve hukuki sistemler
mevcuttur. Bekir Topaloğlu’nun, kitabında genişçe yer vermiş olduğu 1965 yılına ait
İngiltere Lortlar Kamarası’na sunulan kanun tekliflerinde homoseksüelliğin meşru
sayılması gerektiği belirtilmiştir. Yine aynı kitapta A.B.D. ve İsveç gibi ülkelerde ve
1995 yılı itibariyle İngiltere’de söz konusu önergelerin kanunlaştığı da belirtilmiştir.288
Son yıllarda gazete manşetlerinde de bu tür hayasızlıkların farklı şekillerde, günümüzde
ilerici ve modern toplumlar diye gösterilen toplumlarda kanuni olarak meşru kabul
edildiği hatta bu şekilde yapılan evliliklere kanuni sonuçlar terettüp ettirildiği
görülmektedir.289
İlahi vahye dayalı olan dinlerde bu tür aynı cins arası evlilikler şiddetle
yasaklanmıştır. Erkekler arası var olan bu eşcinsel ilişki hemen her dönemde ve
toplumda cinsi bir sapkınlık olarak görülmüş, kınanmış ve dinlerin ortaklaşa mücadele
ettiği bir davranış olmuştur. Tevrat’ta da Sodom halkının rabbe karşı günahkar olduğu
ve cinsel sapkınlığın bu toplumda geliştiği ifade edilmiştir.290 Bu işi yapanların
cezasının da ölüm olduğu belirtilmiştir.291 Hıristiyanlıkta da bu tür sapkınlıkları
yapanlar şiddetle kınanmışlardır.292 Fakat tüm bu yasaklamaların ver olması yanında
batı dünyasını saran özgürlük hayalinin yanında şehvet ve menfaatlerin ötesinde bir
285
Tirmizi Rada 12.
Ahmed Müsned I/ 317.
287
Ahmed Müsned I/ 217.
288
Topaloğlu a.g.e. s:235-236.
289
Amerikan’ın Massachusetts eyaletinde eşcinsel evliliğe izin verildiği haberi ; Washington Post, New
York Times ve Los Angeles gazetelerinin 17 Mayıs 2004 tarihli yayınlarında duyurulmuştur. Aynı haber
Türk gazetelerinde 18 Mayıs’ta duyurulmuştur. (Sabah, Akşam gazeteleri) haberde Amerika’nın,
Belçika, Hollanda ve Kanada’dan sonra eş cinsel evliliğe izin veren dördüncü ülke olduğu belirtilmiştir.
290
Tekvin 13/13.
291
Levililer 18/22.
292
Romalılara Mektup 1/27.
286
47
değer tanımayanlar, dinlerinin emirlerine saygı göstermeyip bu uygulamaları kanunlarla
serbest bırakabilmişlerdir.
Bu cinsel sapkınlılar Hıristiyanlığın aslında var olmayan fakat kendilerinin
icatları olan ruhbanlığın neticesinde bizzat Hıristiyan din adamları (rahip-rahibe)
arasında ortaçağda alabildiğine artış göstermiş ve tüyler ürpertici hadiseler
yaşanmıştır.293
Cahiliye Arap Toplumu’nda ise evlenme şekilleri çok farklı şekillerde vuku
bulmuştur. Bunların içinde bizim bilmiş olduğumuz; erkek tarafının kızın babası,
kardeşi, amcası veya amca oğluna başvurarak iki aile arasında denkliği açıkladıktan
sonra kızı istemesi, karşı tarafın olur vermesi halinde kızın sadağının (mehri) ödenerek
evlenmeleri şeklindeki evlilik yer almaktadır. Cahiliye döneminde bir baba kızını
istediği
adamla
evlendirebilirdi.
Kızın
veya
erkeğin
rızasını
almaya
gerek
görülmezdi.294
Mehir şart koşulur, evliliğin muteber olması için gerekli görülür,295 mehirsiz
evlenme ayıp sayılır ve mehirsiz evlenen kadın odalık (metres) olarak telakki edilirdi.
Mehir İslam’da olduğunun aksine evlenen kıza değil velisine verilirdi. Bu açıdan bu
dönemde evlenme, bir tür satın alma anlamı taşımaktaydı. Bu mehir yerine kıza ‘sadak’
denilen bir hediye verilirdi.296
Araplarda çok farklı evlilik türleri vardı. İffet yaralayıcı ve onur kırıcı olan ve
İslam’ın yasaklamış olduğu bu evlilik türlerini kısaca şöyle sıralayabiliriz.
a-) İstibda Nikahı: Asil bir soydan evlat edinmek için kadının hayız dışı
döneminde kocasının rızasıyla başka biriyle beraber olmasıdır. Bu durumdaki kadın
hamile kalana dek kocasından uzak dururdu.297
b-) Bedel Nikahı:
İki erkeğin zevcelerini değiştirme adetidir.298
Topaloğlu a.g.e. s:200-201-202.
Günaltay a.g.e. s:122
295
Halil Cin, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, s:124, Selçuk Ün. Hukuk Fak. Yay. Konya 1998
(2.Baskı).
296
Ali Osman Ateş, ‘Asrı Saadette Dinler ve Gelenekler’ , c:2, s:247, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette
İslam, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994 .
297
Buhari Nikah 36; Ebu Davud Talak 32-33; Günaltay a.g.e, s:122.
298
Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:252.
293
294
48
c-) Hıdn Nikahı: Hür kadınların açıkça zina edememeleri karşısında gizlice
dost edinmeleridir.299
d-) Müşterek Nikah: On kişiden az olmak şartıyla bir grup erkeğin anlaşarak
bir kadınla evlenmesidir. Eğer kadın hamile kalırsa çocuğu istediğine nispet ederdi.300
e-) Biğa Nikahı: Bazı kadınların her erkeği kabul ettiğine dair kapılarına
bayrak asmalarına denir. Kadının hamile kalması durumunda bilirkişi çağrılır ve çocuk
birine nispet edilirdi.301
f-) Şigar Nikahı: Mehirden kurtulmak için kız ve kız kardeşlerin karşılıklı
değişilerek evlenilmesidir.302
g-) Makt Nikahı: Babası ölen adamın ölen annesini alması adetidir.303
h-) Mut’a Nikahı: Velilerin onayı olmaksızın belli bir süre için akdedilen
nikahtır. Kadın kendi klanında kalır. Kocasına bir mızrakla bir çadır verir. Kadın
nikahını sona erdirir ve doğan çocuklar kadına nispet edilirdi.304
ı-) Ortaklaşma Nikahı: Cahiliyede muahatlık yoluyla kardeş olan erkeklerin
gerek malları ve gerekse eşleri ortak kabul edilirdi.305
Bunun yanında çok evlilik kudret ve servetin, tek eşlilik ise fakirlik ve
zayıflığın sembolü haline gelmişti ve bunu iftihar vesilesi sayıyorlardı.306
Ayrıca Cahiliye Arap toplumunda kardeşin karısıyla evlenme adeti, dilediği
kadar kadınla evlenebilme adeti, hayızlı kadınlara arkadan yaklaşma veya onların bu
süre içerisinde evden çıkarılmaları, bazı ayların nikah ve zîfaf için uğursuz sayılması,
Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:252.
Günaltay, a.g.e. s:123.
301
Günaltay, a.g.e. s:123.
302
Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:251; Günaltay, a.g.e, s:123; Hayrettin Karaman, ‘Asrı Saadette İslam
Hukukunun Oluşumu’, Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, c:3, s:26, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan
Yay. İst. 1994 .
303
Günaltay, a.g.e, s:123; Karaman, a.g.e. c:3, s:26.
304
Ali Osman Ateş a.g.e. c:2 s:251.
305
Günaltay s:124.
306
Kemal Ali Kevser - Salim Öğüt, ‘Çok Evlilik Mad.’, c:8, s:316, T.D.V.İ.A.
299
300
49
loğusa olan hanımla beraber olma gibi İslam dininin reddettiği ve kesin olarak
yasakladığı adetler mevcut idi.307
b-) Boşanma
Cahiliye Araplarında evlenmede var olan aşırılıkların İslam gelene dek devam
ettiğini görmekteyiz. Bu aşırılıkların zulüm seviyesine geldiği ve yine bu maksatla
boşanmaların kullanıldığı da bir gerçektir. Evlilikte olduğu gibi boşamada da belli bir
hukuki kural yoktu. Erkek lehine bir kuralsızlık ve keyfe göre boşama uygulaması
yaygındı.308
Kadının toplumdaki değersizliği boşama uygulamalarına da yansımış, erkeğin
kadını kolaylıkla boşamayıp onun bir başkasıyla evlenmesini engellemesine ve ona
rahatlıkla eziyet etmesine olanak tanınmıştı. Kadının böyle uygulamalar karşısındaki tek
hakkı ise itaat etmek olmuştu.309 Bu dönemde erkeklerin çok eşli evliliklerinin şeref ve
kudretin nişanesi olduğu anlayışı bu tür evlilikleri çoğaltmış dolayısıyla bir çok erkeğin
bekar kalması sebebiyle fuhuş alabildiğine yayılmıştı.310
Kadına evlilik konusunda reva görülen ahlaksız uygulamalar, boşanmada da
kendini göstermiş, boşama hakkını, çok az istisnai durumlar hariç, elinde bulunduran
erkek iddeti bitmeden karısına dönüyor, sonra tekrar boşayıp onun evlenmesini
engellemek suretiyle kadına eziyet ediyordu. Çünkü bu dönemde iddet süresi içinde
dönmek şartıyla koca karısını sınırsız sayıda boşayabiliyordu.311
Cahiliye dönemindeki bu boşama uygulamalarında olduğu gibi tarihte de
benzer uygulamalar mevcuttur. Hamurabi kanunlarında, kadının kendi hatası sebebiyle
boşamaya sebebiyet verilmişse, koca hiçbir şey vermeksizin kadını terk eder veya onu
boşamayarak evinde hizmetçi gibi kullanır ve başka kadınla evlenirdi.312Kadın
boşanmak istediğinde ise haklı bir sebep göstermek zorundaydı. Aksi takdirde boşama
yetkisini gereksiz yere kullandığı için cezalandırılırdı. Cezası ise ya esir edilmek ya da
suda boğulmaktı.313 Yine eski Ahit’e göre kadınlardan biriyle evlenen erkek, onda
Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:248, 249, 250, 251.
Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:255.
309
Mustafa Aydın, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, s:199, Pınar Yay. İst. 1991; Nihat
Dalgın, İslam Hukukunda Boşama Yetkisi, s:19, Etüt Yay. Samsun, 1999.
310
Aydın, a.g.e, s:97.
311
Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:256; Dalgın, a.g.e, s:19 .
312
Topaloğlu, a.g.e. s:133.
313
Dalgın, a.g.e. s:19.
307
308
50
hoşlanmadığı bir şey görürse boş kağıdını yazıp eline verir ve hanesinden salıverirdi.314
Boşama hakkı yalnız kocanın olup kadının hiçbir şekilde böyle bir hakkı yoktu.315
Yeni Ahit’te ise boşanma daha sert ve katı bir uygulama şeklini almıştır.
Evlenen iki kişini tek beden olacağına ve karısını boşayıp tekrar evlenenin zina etmiş
olacağına inanılırdı.316 Aile yuvasının kutsal kabul edilmesi sebebiyle bu yuvanın
yıkılmaması tavsiye edilmiş, bunun Tanrı’nın emri doğrultusunda kurulmuş manevi bir
kurum olduğu inancı yayılmış ve böylece ailenin dağılmaması için boşama
zorlaştırılmıştır.317
3-) İslam Öncesi Dönemde Aile
İslam’ın aile verdiği önemin iyi anlaşılabilmesi öncelikle İslam öncesi ailenin
ve bu aile yapısını etkileyen din ve inançlardaki aile anlayışlarının bilinmesi doğru
olacaktır. Bu nedenle genel
hatlarıyla Yahudilik, Hıristiyanlık, ve cahiliye
toplumundaki aile ve özelliklerini aktarmaya çalışacağız. Böylece İslamî aile yapısını
anlamamız ve İslam’ın aileyi ne denli dönüştürüp işlevsel bir kurum haline getirdiğini
kavramamız kolaylaşacaktır.
a-)Yahudilikte Aile
İslam’ın gelmiş olduğu cahiliye toplumunun bir kültürler dünyasının ortasında
oluşu ve bu nedenle diğer kültürlerden direkt olmasa da dolaylı olarak etkilenmiş
olduğunu daha önceki bölümlerde belirtmiştik. Bu kültürler içerisinde bozulmuş bir
ilahi din olan Yahudilik, Arap yarımadasında yaygın olması bakımından önemli bir yer
tutmaktaydı. Bu nedenle Yahudilikte ailenin incelenmesi doğru olacaktır.
Yahudilik inanç esasları itibariyle, diğer ilahi dinlere benzer özellikler
taşımakla beraber kendine has niteliklere sahip bir dindir.Bu itibarla din tarihçileri,
dinlerin tasnifini yaparken onun yerini tayinde güçlük çekmektedirler.Yahudilikte din
ile ırk adeta özdeşleşmiştir. Bu görünüm Yahudi toplumunun her kesiminde kendini
hissettirmektedir. Dolayısıyla toplum esasını oluşturan aile de sosyal olduğu kadar dini
bir kurumdur. Bu nedenle, Tevrat’a göre hükümlerini tanzim eden Yahudi toplumu,
314
Tesniye, 24/1-4.
Ali Osman Ateş, c:2, s:285.
316
Matta 19/3-10; Markos 10/11-12; Luka 16/18.
317
Mustafa Erdem, Dinler ve Aile ,c:2, s:346, Türk Aile Ansiklopedisi, T.C.B.A.A.K., Ankara
1991.Dalgın, a.g.e. s:22.
315
51
aileyi dini prensiplere dayalı bir evlilikle kurmakta, onu neslin devamı ve çoğalması için
gerekli görmektedir.318
Yahudilikte aile sadece sosyal bir ihtiyaç veya olgunun getirmiş olduğu bir
topluluk değil asıl olarak dini bir oluşumdur. Aile, Yahudi anlayışta geleneksel ibadeti
muhafaza eden ve onu yeni nesillere aktarma görevini üstlenen ve onların hakimi olan
babadan oluşan, “aile kültü” denilen bir ibadet topluluğudur. Baba, ailede fısıh denilen
ve aile içerisinde icra eden bayrama başkanlık etmesi nedeniyle ruhani bir hüviyete ve
sınırsız bir otoriteye sahiptir.319 Bu yönüyle aile ataerkil bir yapı görüntüsü vermektedir.
İbrahim, İshak ve Yakup (A.S.) gibi şahsiyetler dini konularda olduğu kadar aile
konusunda da örnek kabul edilir ve taklit edilmeye çalışılırlar.320 Evlenmeyerek bekar
kalan kişi, bu ibadet kültünün ortadan kalkmasına sebep olacağı için günahkar kabul
edilmiştir. Zira Yahudilikte bekar kalmak büyük günahtır.321
Ataerkil olan bu ailede, evlenen kadın kocasının klanına geçer. Akrabalık,
kabile ilişkisi ve miras erkeğe göre belirlenir. Bu yüzden ailenin ve isminin devamı için
evlat oldukça önemlidir. Bunun bir gereği olarak da ailede erkek hakimiyeti görülür.322
Bu hakimiyet ilk insan Hz. Adem’in karısının (Havva) cennetteki itaatsizliği ve kocasını
yanıltması sebebine bağlanır.323
Ataerkil olan Yahudi ailesi, aynı zamanda geniş bir ailedir. Sadece kan ve sıhri
hısımlığı değil köle, cariye ve hizmetçileri de içine alır. Ailenin bu geniş yapısı İsrail
toplumunun sosyal, dini ve iktisadi yapısıyla ilgili olduğu kadar İsrail oğulları arasında
uygulanmış olan poligami (çok evlilik) ile de yakından ilgilidir.324 Zira bu uygulama
özellikle ilk dönemlerde oldukça yaygındır.325 Bunun sebepleri arasında birinci eşin
erkek çocuk doğuramaması, çok evlilikte sağlanan işgücü ve yengeyle evlenme
kuralı(levirat) gösterilebilir. Eski Ahit’te Hz. Davut’un (A.S.) birkaç kadınla evlendiği
zikredilir. Babanın malını oğullar arasında paylaşmada uyulacak esaslar anlatılırken de
318
Erdem, a.g.e. c:3, s:343.
M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2, s:196.
320
Erdem, a.g.e. s:344.
321
M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2, s:196.
322
Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:116.
323
Tekvin 3/16.
324
Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:116.
325
II. Samuel 5/13- I. Krallar 11/3; Ekrem Sarıkçıoğlu , Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, s:282,
Fakülte Kitabevi, Isparta 2002.
319
52
iki zevceden normal olarak bahsedilir, ayıplanmaz. Binaenaleyh, Musevilikte taaddüd-ü
zevcat mevcuttur.326
Çok evlilik aileyi annenin başkanlığında alt gruplara böler ve adeta baba
başkanlığındaki ataerkil aile, alt gruplarda anaerkil hale dönüşür. Bu ayrım sonucu ilk
dönemlerde
farklı
kadınlardan
olan
çocuklar
(babaları
aynı)
birbirleriyle
evlenebilirdi.327 Fakat bu uygulama daha sonra yasaklanmıştır.328
Yahudilikte kadına verilen özgürlükler açısından da çerçeve dardır. Kadın
kocasının mutlak hakimiyeti altındadır. Bu hakimiyet mal sahibinin alı üzerindeki
hakimiyetine benzer. On emirde kadın; ev, köle, cariye, öküz ve eşek gibi mallarla
beraber anılmış ve kocanın mal varlığı arasında sayılmıştır.329 Dolayısıyla kadının da
miras hakkı yoktur.330
İslam’ın gelmiş olduğu dönem öncesinde Yahudilerin evlilik gelenekleriyle
İslam’ın getirdiği esaslar bazı noktalarda benzerlikler içerdiği gibi, farklılıklar da içerir.
Örneğin; nikah esnasında Yahudi erkekler kadına ‘mahar’ adı verilen bir miktar mal
verirlerdi. Evlenmek için bu malı vermek mecburiydi. Hz. Musa’dan (A.S.) beri geçerli
olan bir geleneğe göre kocanın karısına vereceği mehiri “khetouba” adıyla
yaygınlaşmış, Mişna ve Telmud’a girmiştir. Buna göre khetouba, bakire kız için en az
iki yüz dinar, dul kadın için yüz dinar olarak tespit edilmişti. Nikah havrada kıyılır, iki
şahit huzurunda akit gerçekleştirildi.331
Tevrat’ın yasaklanması sebebiyle kan bağı bulunan kimselerle evlilik
yasaklanmıştı. Buna göre bir kimse; ana-babası, babasının karısı, kız kardeşi, torunu,
halası, teyzesi, amcası, amcasının karısı, gelini ve kayınvalidesiyle, ayrıca iki kız
kardeşle aynı anda evlenemezdi. Ölen kardeşin karısıyla evlenmek (levirat) ise gelenek
olarak devam ediyordu. Yine Yahudiler başka dinden olanlarla da evlenemezdi.332
Topaloğlu, a.g.e. s:104.
Tekvin 20/12.
328
M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2, s:197.
329
Çıkış 20/17.
330
M. Akif Aydın, Aile mad a.g.e. c:2, s:197.
331
Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:284.
332
Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:117.
326
327
53
Boşanma
meşru
bir
olay
olarak
kabul
edilirdi.333
Boşanma
hoş
karşılanmamasına rağmen334 Yahudilerde boşanma aşırılığı olduğu söylenebilir.335
Boşanma işlemleri hahamların huzurunda gerçekleşirdi. Haham huzurunda boşanmayan
kadının nikahı eski kocasına ait olup, kadının hiçbir şekilde böyle bir hakkı yoktu.336
Görüldüğü gibi Yahudilik tahrif edilmemiş şekli ile ilahi bir din olması
sebebiyle İslam’la paralel bazı unsurlar içermektedir.
b-)Hıristiyanlıkta Aile
Hıristiyan dininin esasen Hz. İsa öncesi şeraitleri lağvetmek için değil
tamamlamak üzere geldiği337 göz önüne alınırsa, Hıristiyan ailesinin Yahudi ailesinden
pek farklı olmayacağı anlaşılacaktır. Bunun yanı sıra bazı değişikliklerde söz
konusudur.
Hıristiyanlıkta
insan-Allah,
insan-İsa
ve
İsa-Kilise
arasında
kurulan
benzerliklerin neticesi olarak aile, iman ile Allah arasındaki ilişkiye benzetilmekte,
dolayısıyla ona bir kutsiyet atfedilmektedir.338 Aile fertleri arasındaki ilişki insanla
Allah arasındaki ilişkinin bir aynası ve insanın ruhi-manevi alandaki gelişiminin
vazgeçilmez bir unsurudur.339 Aynı benzerlik erkek olması ve dini cemaatin başı olması
sebebiyle insan-İsa ve kilise arasında da kendini göstermekte, erkek aile reisliğine layık
görülmektedir.340 İsa Mesih kilisenin başı olduğu gibi erkek de ailenin başıdır. Kadın
kocasına Rabbine tabî olacaktır.341 Dolayısıyla babanın hakimiyetine dayalı bir ataerkil
aile yapısı söz konusudur. Bu ailede kadının hakimiyeti yoktur. Zaten kadın da Hz.
Adem’e suç işletmiştir. Suç işlemeye sebep olan kadının hakimiyeti ise düşünülemez.
Tüm bunlara rağmen kadın Yahudilikte olduğu gibi kocasının mülkiyeti altındaki bir
mal da değildir.342
Yahudilikte olduğunun aksine evliliklerin tek eşli (monogam) olduğu
söylenebilir. Fakat bu kesin bir karar değildir. İlk dönem konsüllerinde böyle bir karar
Tensiye 24/1, Topaloğlu, a.g.e. s:134.
Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:284.
335
M. Akif Aydın, Aile mad, a.g.e. c:2, s:197.
336
Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:285.
337
Matta 5/17.
338
Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:118.
339
M. Akif Aydın ,Aile mad, a.g.e. c:2, s:197.
340
Mustafa Erdem, a.g.e. c:3, s:345.
341
Efoslular’a Mektup 5/22-23.
342
M. Akif Aydın, Aile mad ,a.g.e.c:2, s:197.
333
334
54
çıkmamış olması yanında ileri gelen bazı Hıristiyanlar ve bazı Hıristiyan mezhepleri
çok evliliği kabul etmektedirler. Çok evlenme yasağı daha sonra 16. asrın sonrasında
başlamıştır.343 Yeni Ahit’te birden fazla kadınla evlenmeyi yasaklayan bir madde
bulunmamaktadır.344
Hıristiyanlıkta aile kutsal bir birleşme sayılmıştır. Bu birleşmeyle eşler tek bir
beden haline gelerek ayrılma imkanı olmayan kutsal bir yuva kurduklarına inanılır.345
Bu sebeple eşler hayatta oldukları sürece boşanma ve tekrar evlenme söz konusu
değildir.346 Şayet boşama olmuşsa, manevi birliğin devam ettiği gerekçesiyle, boşanan
çiftin bir başkasıyla evlenmesi zina sayılmıştır.347 Matta İncil’inin kaydettiğine göre
Farisî’ler Hz. İsa’yı denemek amacıyla “Kişiye her sebeple karısını boşamak caiz
midir?” diye sormuşlar, o da şöyle cevap vermiş: “ Başlangıçta yaratan onları erkek ve
dişi yarattığını ve ikisinin bir beden olacağını okumadınız mı? Onlar artık iki değil fakat
bir bedendir. İmdi Allah’ın birleştirdiğini insan ayırmasın”. Ferisîler bu sefer “Öyle ise
Musa niçin boş vermeyi ve kadını boşamayı emretti?” deyince Hz. İsa “Yüreklerinizin
katılığından ötürü Musa, zevcelerinizi boşamanıza müsaade etti. Fakat başlangıçta öyle
olmamıştır. Ve ben size derim ki: Kim zinadan ötürü olmayıp karısını boşar ve
başkasıyla evlenirse zina eder, boşanmış olanla da evlenen zina eder” cevabını
vermiş.348 Bu duruma göre Hıristiyanlıkta boşanmak yasaktır. Yalnız Protestan
alimlerinin çoğu, koca zevceyi uzun zaman terk ederse eşler arasında ayrılmanın caiz
olabileceğini şuna istinaden ileri sürerler:349 “ Fakat evli olanlara ben değil ancak Rab
emrediyor: Karı kocasından ayrılmasın- fakat eğer ayrılırsa da kocasız kalmasın, yahut
kocasıyla barışsın ve koca karısını bırakmasın.350
İslam’da var olan mehir uygulaması Hıristiyanlıkta ‘drahoma’ adıyla biraz
değişmiş olarak mevcuttur. Yakın akraba ile evlilik Yahudilikte olduğu gibi
yasaklanmış, anne-baba, kardeş, süt kardeş, hala, teyze, baldız, üvey çocuk vs. ile
evlilik akdi yapılmamıştır.351
Topaloğlu, a.g.e. s:104.
M. Akif Aydın, a.g.e. c:2, s:198 ; Bekir Topaloğlu, a.g.e, s:104.
345
Markos 10/89.
346
Sarıkçıoğlu, a.g.e, s:349.
347
Matta 19/9; Markos 10/11-12; Luka 16/18; Mustafa Erdem, a.g.e. c:2, s:346.
348
Matta 19/3-10.
349
Bekir Topaloğlu, a.g.e. s:134 - 135.
350
Korintoslular’a Birinci Mektup 7/10-12.
351
Ali Osman Ateş, a.g.e. c:2, s:298.
343
344
55
c-)Cahiliye Toplumunda Aile
Cahiliye toplumunun aile yapısının bilinmesi bize, toplumun en eski
kurumlarından başlıcası olan ailenin İslam’ın gelişiyle nasıl bir değişikliğe uğradığı,
nasıl bir şekle büründüğü hususlarında ışık tutacaktır. İslam öncesi müşrik toplumunda
var olan cehalet, adaletsizlik, meşruiyet bunalımı, aile kurumu içerisinde de belirgin bir
şekilde görülmüştür. İslam’ın gerçekleştirdiği büyük ve esaslı devrimi etraflıca
kavrayabilmek için cahiliye toplumunun sosyal yaşamlarını ve aile kurumlarının İslam
öncesi yapısını bilmek önemlidir.
Tarih içinde geçirdiği evrimler ve her toplumun içinde barındırdığı kültür
özellikleri aileyi etkilemiş, değişik toplumlarda değişik tip ve öğeleri içermiştir.
Kendisinden önceki toplumda bulunan aile tipi günün aile tipinin esasını oluşturmuş, bu
tipolojiyi değiştirmek ya da geliştirmek suretiyle yeni aile şekilleri oluşturulmuştur.
Sosyolojik araştırmalar, ailenin toplumlarla beraber gelişmiş olduğunu göstermektedir.
Her toplum için doğal olan bu durumu Araplarda da görmekteyiz.
Cahiliye devri Araplarında ailenin müstakil bir varlığı olduğunu söylemek
güçtür. Arapların sosyal yaşamlarında göçebe bir yaşam tarzıyla beraber kabilecilik ve
onun ilkel hali olan klancılık yaygındı.352 Bu yaşantı şeklinin sonucu olarak bir ailenin
üyesi olmaktan çok bir kabilenin üyesi olmak değer taşımaktadır. Kabile adeta büyük
bir aile gibidir.353 Gerek dağınık bedevi şartları olsun, gerekse ona nispetle daha düzenli
olan kabile hayatı olsun düzenli bir ailenin var olmasına imkan sağlayacak potansiyele
sahip değildi.
Hz. Muhammed’in (S.A.V.) peygamberliğini ilan ettiği yıllara gelinceye dek
cahiliye devri Araplarında, sosyal hayatlarının tabî bir neticesi olarak düzenli bir aile
müessesinin olduğu söylenemez.354 Bu devirde görülen iki aile tipinden ilki soy
birliğine dayanan klan ailesi (toplumsal aile), ikincisi de evlilik yoluyla oluşan tabii aile
idi.355 Dini ve hukuki bir şekle sahip olan klan, toplumsal aile idi. Araplar bu tip aileleri
352
Günaltay, a.g.e. s:64.
M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2, s: 198.
354
Mücteba Uğur, ‘Asr-ı Saadette Sosyal Hayat’ Bütün Yönleriyle Asrı Saadette İslam, c:1, s:195.
355
M. Ali Kapar, Hz. Muhammed’in Müşriklerle Münasebetleri, s:76, Esra Yay. (1.Baskı), İst.1993;
Günaltay a.g.e, s:106.
353
56
falanca oğulları şeklinde ayırmaktaydı. Dini bir mahiyete sahip olmayan âl ve îyal356 de
tabî bir aile idi. Her âl çeşitli îyallerden, her klan ise çeşitli âllerden oluşmakta idi.357
Klan ailesi daha çok dini ve hukuki mahiyeti olan bir cemiyet tipini
andırıyor,358 tabî aile ise kabilenin gölgesinde kalmış onun küçük parçası olarak kıymet
ifade eden, çok fonksiyonu olmayan bir birim görünümü arz ediyordu. Cahiliye
evliliklerinde kadın ile erkeği birbirine bağlayan nikah, dini bir mahiyete sahip
olmadığından kadın, çocuk doğurmadan ölürse kocasına baş sağlığına gelinmezdi.359
Arap klanları insanlar arasındaki nesep bağına göre belirlenmezlerdi. Ağırlığı
ayrı nesep ve soy grubunu temsil etmesine karşın istihlak (katılma), muahat (kardeşlik),
ve hılf yoluyla aileye giren yabancılar da bulunurdu. Çünkü Araplarda bir adam istediği
bir yabancıyı kendi nesebine katarak, kendi ailesinden sayabilirdi. Buna istihlak denirdi.
Aileye katılan bu adam hür ise daî adı verilir, köle veya esir ise ilhak eden adamın
mevlası olursu.Araplar daîyi kendi ailelerinden bir öz evlat gibi düşünür, mirasa ortak
eder ve ona da varis olurlardı.360
Nesebin önemli olması sebebiyle akrabalık erkek akrabalar yoluyla oluyor,
bunun sonucu olarak da aile ataerkil bir özellik taşıyordu.361 Bazı sosyologların, eski
çağlarda klanların anaerkil olduklarını söylemelerine karşılık bilinen en eski
dönemlerden itibaren Araplarda ataerkil bir aile yapısının var olduğu görülmektedir.
Ad, Semud, Beni Mudar, Benu Haşim, Kureyş gibi kabile isimlerinin çoğu da bu
kabilelerin bir atadan geldiğini göstermektedir.362
B-) İSLAMDA AİLE ve İSLAMİ AİLEDE DENGE
1-) İslam’da Kadın
Kadının tarihteki konumuyla ilgili yapılan araştırmalardan da anlaşılacağı
üzere, İslamiyet’in doğuşuna kadının hemen hemen tüm toplumlarda önemsenecek bir
hakkı yoktu. Hatta kadının insan olup olmadığı bile bazı din adamları tarafından
tartışılmıştı. İslam gelinceye kadar kadın her toplumda horlanmıştır. Bu horlanma
âl: Aynı ev veya çadırda oturan dede, oğullar, torunlar ve bunların çocuklarından oluşan ailedir. iyâl:
Eş ve çocuklardan oluşan dar ailelerdir. (Günaltay, a.g.e. s:106).
357
Günaltay, a.g.e. s:106.
358
Mücteba Uğur, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, s:16, Çağrı Yay. İst. 1980.
359
Günaltay, a.g.e. s:106.
360
Günaltay, a.g.e. s:107.
361
Mustafa Erdem, a.g.e. c:1 s:349.
362
M. Akif Aydın,Aile mad. a.g.e. c:2 s:198.
356
57
İslam’ın doğmuş olduğu Arap toplumunda kadının varlığından utanma derecesine
varmış, daha önce de belirttiğimiz gibi, bu utanç ve horlanma sebebiyle doğan kız
çocukları diri diri toprağa gömülmüştür.
İslam’ın gelişi özellikle kadınlar açısından bir devrim ortaya koymuştur. Çünkü
insan olarak görülmeyip mal gibi alınıp satılabilen kadını, bulunduğu yerden alıp
toplumdaki asıl yeri olan erkeğin yanına koymuştur. Mağdur olan kadının imdadına
yetişen İslam, kadın-erkek bütün insanların soyu sopu ne olursa olsun bütün beşeriyetin
yaratılışta eşit haklara sahip olduğunu ilan etmiştir. “Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir
dişiden yarattık. Sizi, sırf birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık.
Şüphesiz Allah katında en üstün olanınız, takvaca en ileri olanınızdır.”363 ayetiyle kadın
ve erkeğin birbirlerini tamamladığını ve birisinin olmadığı takdirde diğerinin de
olamayacağını ve insan olmaları yönüyle aralarında hiçbir fark olmadığını
vurgulamıştır. İnsanların asıl itibariyle ve temelde tarağın dişleri gibi eşit olduğunu
çünkü herkesin bir ana ve bir babadan doğduğunu, insanların aynı zamanda kanuni hak
ve sorumluluklar açısından da aynı derecede olduğunu ayet vurgulamıştır.364
İslam dini gerek İslam öncesi Arap toplumundaki dini anlayış, gerekse
yerleşmiş olan örf ve adetlerde var olan kadının sosyal, ekonomik ve hukuki
konumunda ciddi değişiklikler yapmıştır. Bu açıdan bakıldığında Hıristiyanlıkta var
olan ve ilk kadın tarafından (Hz. Havva) işlenen ve erkeğin de günahkar olmasına yol
açan asli günah anlayışı gibi bir anlayış mevcut değildir. Kur’an-ı Kerim Hz. Adem’in
cennetten çıkarılması olayında Adem ve Havva’nın ikisinin de şeytan tarafından
kandırıldığını söyler.365 Hatta Kur’an’da Adem’in Rabbinin emrine karşı geldiği ve
yanıldığından bahsedilmektedir.366 Devamında ise Allah’ın ikisinin de tövbesini kabul
ettiği belirtilmektedir. Dolayısıyla İslam dininde her doğan kişi günahsız bir şekilde
doğmaktadır.
Yine dünyada kadının ruhunun olup olmadığının tartışıldığı bir ortamda kadını
erkeğin bir parçası sayan ve onun da kendi yaptıklarının karşılığını hem dünyada ve
hem de ahirette alacağını belirten şu ayet de önem arz etmektedir:” İster erkek ister
363
Hucurat 49/13.
Zuhayli, a.g.e. c:26, s:265.
365
Bakara 2/34-36; Taha 20/121.
366
Taha 20/121.
364
58
kadın kim inanarak yararlı bir iş yaparsa onu (dünyada) güzel bir şekilde yaşatırız,
(ahirette) yaptıklarının karşılığını en güzel bir şekilde veririz.367
İslam’da kadının müstesna bir yeri vardır. Hz. Muhammed (S.A.V.) İslam
dinini tebliğ etmeye başladığında ona ilk inanan kişi bir kadın olan Hz. Hatice idi. Hz.
Peygamber O’nun hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah bana Hatice’den daha hayırlı bir
kadın vermemiştir. Bütün insanlar inanmazken o bana inanmıştı. Herkes beni
yalanlarken O beni tasdik etmişti, insanlar benden kaçarken o beni malı ile desteklemişti
ve Allah bana başkalarından değil O’ndan çocuk ihsan etmişti.”368
Kur’an manevi olarak da kadınların erkeklere eşit olduğunu sorumluluklarının
aynı olduğunu belirtmiş, kadın-erkek, zengin-fakir, siyah-beyaz her ferdin kıyamet
gününde Allah’ın huzuruna tek başına ve bir kul olarak geleceğini belirtmiş ve bu
anlamda da hiçbir ayrımın olmadığını göstermiştir.369 Bununla beraber Kur’an’da
‘en-Nisa:Kadınlar’ isimli bir sure bulunduğu gibi ‘Meryem’ diye Hz. İsa’nın validesine
atfen müstakil bir başak sure daha vardır.
Bütün bunlarla beraber Kur’an-ı Kerim’de kadın ve erkek ayrımı yapılmaksızın
bir çok ayette iki cins birlikte anılmışlardır.370 Ayrıca Hz. Peygamber erkeklerden ayrı
olarak kadınlardan da bey’at alması, bu eşitliği en güzel şekilde yansıtmaktadır.
Erkeklere farz olan şeyler kadınlara da farz kılınmış yasak olan şeylerde de cins ayrımı
olmamıştır.
Arap toplumunda var olan erkeğin kadını dövme adetini Hz. Peygamber
ortadan kaldırmaya çalışmış ve eşini döven erkeklere kısas uygulamayı bile
düşünmüştür.371 Bunun üzerine, kadınların kocalara itaatsizliğe ve haksız yere huzur
çıkarmaya başlamalarıyla bu yasak kaldırılmıştır.372 Abdullah b. Ömer: “Muhammed
devrinde hakkımızda ayet iner korkusuyla kadınlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan
korkardık. Muhammed’den sonra elimizi ve dilimizi uzattık demiştir”373 demiştir. Bu
rivayet cahiliye devrindeki kadının erkek karşısındaki konumunun Hz. Peygamber
döneminde ne denli değiştiğine güzel bir örnektir.
367
Nahl 16/97.
Hanbel Müsned, 4/:117-118 .
369
Meryem 19/93-95.
370
Hucurat 49/13;Araf 7/189; Nahl 16/97; Âli İmran 3/195; Ahzap 33/35; Tevbe 9/67-68; Tevbe 9/71-72.
371
Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:147.
372
Birekul-Yılmaz, a.g.e. s:147.
373
Buhari, Nikah 80.
368
59
İslam hukuk anlayışında kadınların siyasi olarak tüm haklarının var olduğu
kabul edilir. İslam hukukçuları kadının devlet başkanlığı ve hakimlik dışında kamu
görevi
yapmasına
umumiyetle
karşı
çıkmamışlardır.374
Hz.
Ömer’in
(r.a.)
akrabalarından bir hanım olan Şifa bint Abdillah’ın İslam’dan önce okuma yazma bilen
aydın bir kadın olması hasebiyle Rasulullah kendisini bazı pazar işlerinde denetim
görevlisi olarak görevlendirdiği kaydedilmiştir.375 Hakimlik konusunda ise farklı
görüşler ileri sürülmüştür. Bazı mezhep imamlarının kadının hakimlik yapamayacağı
yönünde görüş bildirmesine karşın Hanefiler had ve kısası gerektiren suçlar dışındaki
davalarda kadının hakimliğinde bir beis görmemişlerdir.376 Devlet başkanlığı hususunda
da hakimliğe benzeterek benzer görüşler ortaya çıkmıştır.
İslam tarihinde farklı zaman ve mekanlarda günümüze değin bir çok kadın
devlet başkanının var olduğunu görmek mümkündür. Bunların en önemlisi sahabenin en
fazla hadis rivayet edeni ve Hz. Peygamber’in eşi olan Hz. Aişe’dir. Her ne kadar devlet
başkanlığı yapmamış olsa da Cemle savaşında orduyu yönetmesi, siyasi konuşmalarıyla
askerleri
yönlendirmesi,
‘kadının
devlet
başkanı
olamayacağını’
söylemeyi
engellemektedir. Bununla birlikte Suriye bölgesinde Melik Adil kızı Safiye (ö:640),
Gaziye Hatun (ö:656), Mısır’da Eladur Kerime (ö:762), Müskene, Yemen’de Hasan b.
Muhammed Ali binti Fatıma (ö:857) gibi daha bir çok kadın ülkelerindeki siyasi
karışıklığın sonucunda hükümdarlık ve devlet başkanlıkları yapmışlardır.377
İslam dininde kadınlara, evlenme esnasında mehir verilmesi, boşama yetkisi
(Tefvizü’t-Talak) gibi haklar verilmiştir. Boşama yetkisini kadıya başvurarak kullanma
hakkı sağlanmıştır.
Kadın, ölenin ardından mirasçı kabul edilmiş hatta bazı durumlarda erkeğin
payı (asabe olunca) düştüğü halde kadın farz sahiplerinden (ashabül feraiz) kabul
edilerek her durumda mirastan pay alması sağlanmıştır. Miras ayetlerine göre asıl miras
yollarında (ana-baba, karı-koca gibi) erkeğe iki kadına bir pay verilmiştir.378 Görünürde
adaletsizliğin var olduğu zannedilen ve kişiler tarafından İslam’a karşı kullanılmaya
çalışılan bu uygulamanın aslının, kadın ve erkeğin yükümlülükleriyle alakalı olduğu bir
M. Akif Aydın, İslam’da Kadın, Kadın mad, c:24, s:90, T.D.V.İ.A.
Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, c:2, s:935, İrfan Yay. İst. 1995.
376
Hamidullah, a.g.e. c:2, s:935; M.Akif Aydın, Kadın mad. a.g.e, c:24, s:90.
377
Süleyman Ateş, a.g.e. c:11, s:128-129.
378
Topaloğlu, a.g.e. s:176.
374
375
60
gerçektir.379 Zira kadının malına hiçbir şekilde erkek tarafından dokunulamayacağına,
kadının zengin olması halinde dahi geçim giderleri için harcama yapması
gerekmediğine, kadının kendine bakmak dahil tüm sorumluluklarının baba, oğul,
kardeş, amca gibi erkek tarafına yüklendiğine bakıldığında var olduğu iddia edilen
adaletsizliğin sözde kaldığı görülecektir. Bunlarla beraber erkek, boşanma durumunda
hanımının nafakasını temin etmek durumunda iken, kadının böyle bir mecburiyetinin
olmaması, erkeğin mehir vermek gibi bir mecburiyeti yanında kadının mehir alan taraf
olduğu, erkeğin kadın dahil çocuklarının geçimini, annesinin, kardeşinin, teyzesinin
geçimlerini380 (kimseleri yoksa) sağlamak mecburiyeti yanında kadının mali bir
sıkıntıya girmediğine bakıldığında kadına yapılan haksızlıklar bir tarafa kadın lehine
yaptırımların olduğu görülecektir.381
Miras paylaşımındaki ikili birli bu taksimat tüm hisselerde değil belli başlı bazı
hisselerdedir. Bunun sebebi İslam’da mirasın şahısların ihtiyaç ve sorumluluklarına
göre tabi tutulmuş olmasıdır. İnsanın neslini ve kurduğu düzenini devam ettiren erkek
evladın, belli bir süre sonra evlenerek başka bir alenin üyesi olacak olan kız evlat
karşısında ölenin bütün gayretleriyle kurduğu düzeni devam ettirecek olan erkeğin bir
misli pay alması daha uygun olacaktır.382
Daha önce de yer verildiği gibi İslam öncesinde hemen hemen dünyanın her
yerinde kadına, aşağılanmış ve sanki insan değilmiş gibi davranılıyordu. Kadınların
zaten çok az olan hakları erkeklerin merhametine kalmıştı. Bu durum medeniyetin
beşiği denilen bazı Avrupa ülkelerinde günümüzde bile kısmen de olsa böyledir. Mesela
İngiltere’de devlet işlerinde çalışan birçok kadın erkeklerden daha az maaş
almaktadır.383 İslam öncesinde dünyanın her yerinde kadına kötü muamelede
bulunulmuştur. O dönemlerde Hindistan’ın iç kısımlarında daima aşağılanan kadının,
kocası öldüğünde kendini yakması zorunlu idi.384 Böyle bir ortamda dünyayı
karanlıktan aydınlığa çıkarmak üzere gelen Kuran’ın şu ayetleri İslam dininde var olan
eşitliğin derecesini göstermektedir: “Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mümin
erkekler ve mümin kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, doğru erkekler ve
Topaloğlu, a.g.e. s:176.
Süleyman Ateş, a.g.e. c:11, s:139.
381
M. Akif Aydın,Kadın mad. a.g.e. c:24, s:90.
382
Topaloğlu, a.g.e. s:177.
383
Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, c:2, s:21 İnkilap Yay. İst. 1996.
384
Rahman, a.g.e. c:2 ,s:22.
379
380
61
doğru kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, muttaki erkekler ve muttaki
kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç
tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar, Allah’ı çok
zikreden erkekler ve Allah’ı çok zikreden kadınlar, işte Allah bunların hepsi için
bağışlama ve büyük bir mükafat hazırlamıştır.”385 Bu Ayet’i Kerime’de hitabın erkek ve
kadınlara her yönden eşit şekilde gelmiş olması, İslam’da kadın ve erkek arasındaki
dengeyi göstermesi açısından kayda değerdir.
Diğer taraftan Hz. Muhammed’in (S.A.V) kadınlar hakkındaki sözleri de
kadınlara verilen değeri göstermektedir. “Kim iki kız çocuğunu ergenlik çağına
ulaştırıncaya kadar besleyip büyütürse kıyamet gününde (iki parmağını birleştirerek)
şöylece beraber oluruz”386 “Müminlerin iman bakımından en kamili, ahlak bakımından
en güzel olanıdır. Sizin hayırlınız, kadınlarına hayırlı olanlarınızdır.”387 “Dünya bir
metadır. Dünya metaının en hayırlısı ise saliha kadınlardır.”388 gibi daha bir çok Hadis-i
Şerif, Rasulullah’ın kadınlara verdiği değeri gözler önüne sermektedir.
Sonuç olarak şu denilebilir: İslam dini, bulunduğu ortamın getirmiş olduğu
etkenler sebebiyle asli konumunu kaybedip mal haline sokulan kadına, bu gün bile bir
çok toplumda olmadığı derecede değer vermiş, onu erkekle aynı hitaba tabi tutmuştur.
Ekonomik alanda da kadına haklarını tevdi eden İslam, erkek ve kadının
sorumluluklarını göz önünde tutarak adalet ölçüsünde iki cinsi dengelemiştir. Bunun
yanında erkeklerin maddi ve fizyolojik özelliklerini de göz önünde tutarak ailede erkeği
(kavvam) ailenin reisi yapmış, kendisine buna bağlı bazı sorumluluklar vererek onu, bu
yönden kadından bir derece üstte tutmuştur.389 Allah’ın emirlerine muhatap olması
yönünde ise aralarında fark görmemiş ikisine de Allah’a kul olmaları sıfatıyla aynı
değer ve konumu vermiştir.
2-) İslam’da Evlenme ve Boşanma
İslam dini kadın ile erkeğin birbirlerine karşı kuvvetli bir temayülü olduğunu
kabul eder. İnsan fıtratında yaratılıştan var olan bu temayülün, insan neslinin devamı,
yeryüzünün imanı gibi bir çok faydaları vardır. Normal olan insanlarda bu temayülün
385
Ahzap 33/35.
Müslim, El Bir ves- Sıla, 149.
387
Tirmizi, Rada 11.
388
Müslim, Rada 64; İbn Mace, Nikah 5; Hanbel Müsned 2/166 .
389
Nisa 4/34.
386
62
olmaması söz konusu olamaz. Bu alemde her şeyin çiftiyle yaratıldığını390 ve insan çifti
olan erkeğin kadına meyyal olarak yaratıldığını391 Kur’an bizlere bildirmektedir.
İslam dini kadın ile erkeğin yaratılışında var olan karşı cins temayülünü çirkin
ve kötü görmeyip doğal karşılar. Bu temayülün İslam’ın emirlerine uygun şekilde
evlilik yoluyla giderilmesini teşvik eder. “Ashab’dan Osman b. Maz’un, dünya ve
kadından uzaklaşmak için Hz. Peygamber’den izin istemişti. Fakat Rasulullah ona izin
vermedi, eğer izin vermiş olsaydı biz kendimizi hadım ederdik” diyen Sa’d b.
Vakkas’ın bu sözü de bu gerçeği yansıtmaktadır.392 Yine Rasulullah (S.A.V.) “Dünya
bir yararlanma sahasıdır. Dünya nimetlerinin en hayırlısı da kadındır.” buyurmuştur.393
Cinsi tatminin meşru yolu evliliktir. Her insanda cinsi tatmin ihtiyacı vardır.
Bu meşru olarak giderilmezse insanı gayrı meşruya sevk eder. Bu sebeple de Kur’an’da
evlenme emredilmiştir: “İçinizden bekarları, köle ve cariyelerinizden durumları uygun
olanları evlendiriniz. Bunlar fakir olsalar da Allah onları lütfüyle zenginleştirir.”394
İslam hukukçuları kişinin durumuna göre, evlenmeyi farz, vacip, mubah, mekruh,
haram olan evlenmeler diye gruplandırmışlardır.395 Hz. Peygamber de ayette belirtildiği
gibi maddi zorluk sebebiyle evlenmeyenleri uyararak evlenmelerini, fakir olup
evlenenlere Allah’ın yardım edeceğini müjdelemiştir.396 Diğer bir hadislerinde “Nikah
benim sünnetimdir, kim benim sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir”397
buyurarak imkan bulan tüm müminlerin evlenmelerinin gerekliliğine işaret etmiştir.
Ayrıca evlenip çocuk sahibi olma, diğer peygamberlerin de bir sünneti olma özelliğini
taşımaktadır.398
İslam, evliliğin önemini sağlıklı nesiller yetiştirme ve ahlaki çöküntünün önüne
geçilmesinde görmüştür.399Bu bakımdan evlilik teşvik edilmiş hatta maddi sebeplerle
evlenemeyenleri evlendirme sorumluluğu topluma yüklenmiştir.400
390
Zariyat 51/49.
Âli İmran 3/14.
392
Buhari, Nikah 8.
393
Müslim, Rada 64.
394
Nur 24/32.
395
Kurtubi, a.g.e. c:12, s:239; Razi, a.g.e. c:8, s:369-370-371.
396
Tirmizi Fedail’ül Cihat 20; Nesai, Nikah 5, Cihad 12; İbn Mace, Itk 3.
397
Buhari, Nikah 1; Müslim, Nikah 5; Nesai, Nikah 4; Hanbel Müsned 2/ 158; İbn Mace, Nikah 1.
398
Ra’d 13/38.
399
Erdem, a.g.e. c:1, s:351.
400
Nur 24/32.
391
63
İslam’dan önceki tarihlerde ve cahiliye Arap toplumunda var olan sayısız
kadınla evlenebilme adetini İslam dini yasaklamış tek eşliliği teşvik etmekle beraber üst
sınır dört olmak kaydıyla çok evliliği sınırlandırmıştır.401 Çok eşlilik toplumdaki
dengelerin bozulduğu anlarda devreye giren bir tür ‘sosyal sigorta’ olarak
işletilmiştir.402 Zevcenin müzmin ve kalıcı bir hastalığa sahip olması, çocuk
yapamaması, savaşta erkeklerin azalmasıyla kadınların ortada kalması gibi durumlarda
kadınların evden dışarı atılmaktansa ikinci zevcenin getirilmesi ve aralarında adaletin
tesis edilmesi403 gibi durumlar göz önüne alındığında çok evliliğin gerekli olabileceği
bile görülecektir.404
Çok evlilik konusunda değinilmesi gereken diğer bir konu ise evlilik akdi
esnasında kadının, kocasına başka kimseyle evlenmemesi şartını koşabileceğidir. Kadın
nikah akdi kıyılırken erkekle eşit şartlara sahiptir. Bunun yanında kadın tek taraflı
boşanma hakkını da yine akit esnasında şart koşabilmektedir.405 Bu şartların hepsinin
hukuki anlamada bağlayıcılığı vardır. Rasulullah (S.A.V.) “İfa etmenize en çok layık
olan şart, kadınların namusunu helal edinirken koşmuş olduğunuz şarttır”406 buyurmak
suretiyle bu gibi şartların bağlayıcılığına işaret etmişlerdir.
Evlilikte kadına da erkekte olduğu gibi eş seçme hakkı verilmiş, istemediği bir
kimse ile evlenmeme hakkı tanınmıştır. Rızası ve tasdiki olmadan evlendirilemez. Hz.
Peygamber (S.A.V.) devrinde Ensar’dan Hansa adlı bir hanımı, babası, rızası olmadan
nikahlamış, dul olan Hansa Peygamber’e başvurarak nikahını bozdurmuştur.407
Evliliğin sağlam temeller üzerine kurulmasına önem veren İslam dini, evlilik
öncesi eşlerin birbirlerini görmelerini hoş karşılamış hatta tavsiye etmiştir. Evlenmek
isteyen bir kişiye Hz. Peygamber “Onu bir gör, zira bu evliliğin devamlılığına
vesiledir”408 buyurmuştur.
Eşler arasındaki anlaşmazlık dolayısıyla boşanan, erkeğinden ayrılan, hangi
sebeple olsun nikahı feshedilen veya dul kalan kadına Cahiliye de olduğu gibi
401
Nisa 4/3.
Kevser -Öğüt, a.g.e. c:8, s:368; Halil Cin, a.g.e, s:43-44.
403
Nesai İşaret’ün Nisa 2.
404
Topaloğlu, a.g.e. s:106,107; Hamidullah, a.g.e. c:2, s:667.
405
Hamidullah, a.g.e. c:2, s:667.
406
Buhari, Nikah 52.
407
Buhari, Nikah 42.
408
Nesai, Nikah 17.
402
64
zulmedilemez ve belli bir müddet (iddet miktarı)bekledikten sonra istediği erkekle
evlenebilir.409
İslam dini karı ile kocanın ayrılmasına iyi bir gözle bakmamaktadır. Eşeler
arasında vuku bulan tatsızlıkların nasihat yoluyla, anlaşarak halledilmesini istemekte ve
itaat etmeleri durumunda ise onları boşamak için farklı mazeretler uydurulmasına karşı
çıkmaktadır. “Başkaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara nasihat edin, (olmazsa)
yataklarınızı ayırın (o da olmazsa) onları (hafifçe) dövün. Eğer size itaat ederlerse
onların aleyhine başka bir yol aramayın.”410 Bu ayette görüldüğü gibi İslam’ın eşlerin
ayrılmasına iyi gözle bakmaması İslam’da evliliğe verilen önemi göstermektedir.
Ayetlerin en iyi uygulayıcısı olan Hz. Muhammed’in (S.A.V.), ailenin
dağılmaması için kadının dövülebileceğini belirten ayetlerdeki bu müeyyideyi kendi
ailesine asla uygulamaması ve ashabına tavsiye etmemesi de konunun bir başka
yönüdür. Halbuki O’nun hanımlarından da geçimsizlik gösteren ve bu sebeple
haklarında ayetler inen hanımları olmuştur.411 Sahabelere tavsiyelerinde şöyle
buyurmuştur: “Sizden hiçbiriniz kölesi imiş gibi hanımlarınızı dövmesin. Belki de
günün sonunda onunla cinsi ilişki de bulunacaktır.”412
Hz. Peygamber de (S.A.V.) boşanmayı hoş karşılamamış ve “Allah’a en
sevimsiz gelen helal, talaktır”413 buyurmuştur.
İslam dini evlilik müessesine bunca değer vermesi ve boşanmayı hoş
karşılamamasına karşın, bütün gayret ve iyi niyetlere rağmen eşler arasında ortaya çıkan
geçimsizliklerin bazen giderilemeyeceğini de göz önünde tutarak eşlerin boşanmasına
da cevaz vermiştir. Kur’an’da da eşlerin anlaşması metotlarından, hakem tayininden ve
ne yapmaları gerektiğinden bahsedildikten sonra şöyle buyurulmuştur: “Eğer karı ile
koca ayrılacak olurlarsa, Allah her birini kendi lütfüyle zenginleştirecektir. Allah’ın
lütfu geniştir ve hikmet sahibidir.”414 Bu ayet de bizlere tüm çarelere başvurulduktan
sonra
geçimsizlik
giderilemiyorsa
o
takdirde
boşanmanın
helal
olduğunu
göstermektedir. İslam’da var olan boşanma uygulaması boşamayı yozlaştıran Yahudi
409
Afzalurrahman, a.g.e. c:4, s:348.
Nisa 4/34.
411
Ahzap 33/28-34.
412
Buhari, Nikah 93.
413
Ebu Davud, Talak 3; İbn Mace, Talak 1.
414
Nisa 4/130.
410
65
uygulamasıyla, onu asla kabul etmeyen Hıristiyan tatbikatı arasında yer alan orta bir
görünüm arz etmektedir.415
Boşanma salahiyeti ise ağırlık erkekte olmak üzere eşlerin ikisine de
verilmiştir. Erkeğe verilen artı yetkilerin ise boşanmadan doğacak tüm külfetin kocaya
verilmiş olması sebebiyle, bu durumun kocayı boşanmadan önce başka tedbirler almaya
sevk edeceği düşüncesi olması muhtemeldir.416 Bununla beraber akit esnasında kadına
boşama hakkı verilmişse kadın da bu hakkını hoyratça kullanamaz. Hz. Peygamber bu
konuda “Hangi kadın zaruri bir durum olmadan kocasını boşamak isterse ona cennet
kokusu haram olur”417 buyurmuş olması da bu titizliğin gösterilmesinin istendiğine
delildir.
Kadınlar kötü muamele,kötü geçindirme, kocanın cinsel iktidarsızlığı gibi
sebeplerden ötürü, kocalarından ayrılmayı hakime başvurmak suretiyle isteyebilirler.
Kadının ileri sürdüğü deliller kuvvetli olmazsa mehrini kaybeder. Boşamayı isteyenin
koca olması durumunda ise kadının mehri, nafakası ve ona karşı bütün taahhütlerini
yerine getirme zorunluluğu vardır.418
Tüm bunların sonunda ortaya çıkan şudur: İslam öncesi istenildiği gibi
evlenilip adeta bir mal gibi terk edilebilen kadınlara, İslam’ın gelişiyle tarihte o zamana
kadar hiçbir toplumda verilmemiş haklar verilmiş ve bu haklar sağlam temeller
oturtulmuştur. Evliliğin, kişinin dünya ve ahiret hayatındaki mutluluğun esasını teşkil
etmesi sebebiyle evlilik müessesesi kutsal kabul edilmiş, zevke göre yıkılması
yasaklanmış ama devam etmesinin çok daha olumsuz neticeler doğuracağı göz önünde
tutularak bu gibi evliliklerin de tarafların haklarının çiğnenmemesi kaydıyla
sonlandırılmasının yolu açılmıştır.
3-) İslam’da Aile
İslam’da aile Hıristiyanlıktaki gibi tamamen dini bir kurum değilse bile bu
birliktelik ileri derecede önemsenmiş ve Müslümanların aile kurmaları teşvik edilmiştir.
İslam dini aileye, kişinin huzur bulacağı bir ortam olarak bakmış, eşlerin birbirlerine
karşı olan durumlarını da böyle yansıtmıştır. “İçinizden kendileriyle huzura
M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2 ,s:200.
M.Akif Aydın, Aile mad a.g.e. c:2 s:200.
417
Hanbel Müsned 5/:277.
418
Afzalurrahman, a.g.e. c:4 ,s:350.
415
416
66
kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda rahmet ve muhabbet var etmesi O’nun varlığının
belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır.”419
Bunun yanı sıra Rasulullah (S.A.V.) de evlenip aile kurmayı şiddetle teşvik
etmiştir. “Nikah benim sünnetimdir, kim benim sünnetimi yüz çevirirse o benden
değildir”420 buyurmuşlardır.
İslami toplum düzeninde aile, insanlığın ilk ve asıl birimidir ve medeniyeti
mümkün kılan yapıcı bir kuvvettir. İnsanları birleştirme gibi önemli bir fonksiyonu ifa
eder. Ailenin bu söz konusu öneminden dolayı İslam, aileyi ilgilendiren sosyal
meselelere özel ilgi göstermiş ve toplumun bu en küçük biriminin sağlam, kuvvetli ve
sağlıklı bir temel üzerine kurulması için büyük çaba göstermiş,421 aileyi oluşturan fertler
arasındaki ilişkilerin fıtri seyrinde cereyan etmesi, aile içindeki huzur ve mutluluğun
temin edilebilmesi için Allah tarafından insanlara gönderilen yasalarda bir takım
kurallar vazedilmiştir. Bunu, İslam’dan önceki devrede sistemli bir aile düzeninin
olmayışı, kadın ve çocuklara itibar edilmeyişi,422 aileyle ilgili hukuki ve sosyal
yaptırımların yok denecek kadar az oluşu gerekli kılmıştır.
İslam’ın oluşturduğu sosyal hayat içerisinde aile, sadece fiziki bir birliktelik
olarak algılanmamış, aynı zamanda sosyal bir öğe ve kurulması dinen gerekli bir kurum
olarak görülmüştür. Bu nedenle hadis ve ayetlerde evlilik teşvik edilirken bekarlık
kınanmıştır.423
Buna karın evlenmeye gücü yetmeyenler ve bekarlara iffetli olmaları tavsiye
edilmiş,424 evlilik dışı tüm ilişkiler yasaklanmış özellikle zina, aile yapısı ve toplum
yapısı üzerindeki yıkıcı etkisi sebebiyle büyük günahlardan sayılarak, buna başvuranlar
ağır ifadelerle kınanmıştır.425 Hatta zina tehlikesinin önemine binaen, değil bu çirkin
işin yapılması ona yaklaşılmaması yönünde nehiy ifade eden ayet nazil olmuştur.426
Ayrıca zina toplum içinde ortaya çıkmadan engellenilmeye çalışılmış ve bu nedenle
kadın ve erkeklere iffetli olmaları, kadınlara ziynetlerini toplum içinde sergilememeleri
419
Rum 30/21.
Buhari, Nikah 1; Müslim, Nikah 5; Nesai, Nikah 4; Hanbel Müsned 2/158; İbn Mace, Nikah 1.
421
Afzalurrahman, a.g.e. c:2, s:28.
422
Mücteba Uğur, Asrı Saadette Sosyal Hayat, c:1, s:195.
423
Nur 24/32; Nisa 4/3; İbn Mace, Nikah 1; Buhari, Nikah 1.
424
Nur 24/33.
425
Furkan 25/68; Nur 24/2.
426
İsra 17/32.
420
67
tavsiye edilmiş,427 kendilerine haram olan erkeklerle gereksiz yere konuşmamaları ve
onları ağırlamamaları uyarısında bulunulmuş,428 kadın ve erkelerin karışık olmaları
yasaklanmış429 ve kadınların açık saçık şekilde dışarı çıkmaları yasaklanarak bu halleri
ev içi ile sınırlandırılmıştır.430 İster kadın ister erkek olsun izinsiz olarak başkalarının
evlerine girmemeleri emredilmiş,431 müstehcenlik ve hayasızlığa yol açacak, fuhşun
yayılmasına sebep olacak propagandalar yasaklanmıştır.432 Böylece toplum sorumsuz
davranışlardan temizlenmiş ve aileyi bozan, ona zarar veren şeyler engellenmiştir.
İslam’ın
aileye
getirdiği
yenilikler
arasında
evlatlık
kurumuna
yer
verilmeyişidir. Evlatlık kurumu suni bir ilişki olarak algılanmış, kimsesiz çocukların
bakılıp büyütülmesi bütün Müslümanlara ve İslam devletine yüklenmiştir.433
Bir çok aile sisteminde olduğu gibi İslami aile de ataerkil bir yapıya sahiptir.
Fakat bu aile Yahudilik, Roma ve eski Arap toplumunda var olanlardan farklı bir
yapıdadır. İslami ailede, aile reisinin aileyi meydana getiren fertler üzerindeki yetkisi
öncekilere nispeten son derece sınırlı434 ve hakkaniyet kuralları çerçevesindedir.
Babanın hanımını satmak, istediği kadar boşayıp geri almak, üzerinde mala benzer
şekillerde tasarrufta bulunmak, çocukları gömebilecek düzeyde onlara sahip olmak,
onları satmak, onların mal varlıkları üzerinde istediği şekillerde tasarrufta bulunmak
gibi bir hakkı olmadı gibi eşine ve çocuklarına karşı bir çok görev ve sorumlulukla
yükümlü tutulmuştur. Eşlere birbirlerine karşı, çocuklara ebeveynlerine karşı,
ebeveynlere de çocuklarına karşı bir çok sorumluluk ve görev yükleyerek sağlam bir
toplum oluşturmanın temeli olan sağlam bir aile tesis etmeye çalışmıştır.
İslam iki cins arasındaki biyolojik ve psikolojik farklılıklar, günlük hayattaki
fonksiyonlarını ve onların faaliyet sahaları veya yaratılıştan gelen farklılıklarını kabul
eder. İslam kadın ve erkeğin asıl vazifelerini bu farklılık temeli üzerinde kurulan sosyal
sistem içindeki kendi görev ve yerlerini tespit eder.
427
Nur 24/30-31.
Ahzap 32/32.
429
Ahzap 32/59.
430
Ahzap 32/33.
431
Nur 24/27.
432
Nur 24/19.
433
M. Akif Aydın, Aile mad.a.g.e. c:2, s:200.
434
M. Akif Aydın, Aile mad. a.g.e. c:2, s:199.
428
68
İlk olarak İslam aile içindeki düzenin güzel ve huzurlu bir şekilde sürebilmesi
için erkeğin otoritesini kabul eder ve bu otoritenin dikkate alınması için kadına, erkeğe
itaati gerekli görür. İslam dini kadına da kendi vasıf ve konumunu dikkate alarak farklı
sorumluluk ve görevler yüklenmiştir. Erkek gibi olmak, erkekle aynı şeyleri yapmak
onun ne haklarından ne de vazifelerindendir.
İslam, kadını erkeğe eşit ve onların evlilik münasebetlerinde tam bir ortak
olarak tanır. Erkek, baba ve evin geçimini üstlenen kişi, kadın ise anne ve ev işlerinin
idarecisidir. Her ikisinin rolü insan medeniyetinin ilk ve esaslı kökü olan aile hayatının
başarılı işleyişi için eşit derecede lüzumludur.435
İslam dini aile içindeki dengeyi sağlam temellere oturtmak ve onu huzurla
yaşanabilir bir ortam haline getirmek için kadın ve koca için belli hak ve sorumluluklar
belirlenmiştir.
a-)Erkeğin ailenin reisi olması
Cenab-ı Hak Teala aile müessesesinde erkeklerin, kadınların reisleri olduğunu
belirtmiştir. “Erkeklerin kadınlar üzerinde meşru (hakları olduğu) gibi, kadınların da
(kocalar) üzerinde (hakları) vardır ama erkekler için kadınlar üzerine üstün bir derece
vardır. Allah güçlüdür, hakimdir.”436
“…Bundan dolayı iyi kadınlar itaatkar olup,
Allah’ın kendilerini korumalarına karşılık kendileri de gizliyi korurlar.”437 Bu ayetler
aile hayatının mutluluk içinde sürebilmesi için gerekli tedbirleri getirmektedir.
Bu ayetteki ‘kavvam’dan kasıt ise erkeklerin kadınları korumaları, nafakalarını
sağlamaları, himaye etmeleri ve yönetmeleri şeklinde anlaşılmıştır. Kadınların bedensel
özellikleri sebebiyle zayıf ve korunmaya muhtaç olmaları, erkeklerin ise hanımlara
nispetle kuvvetli ve yönetici vasfında olmaları da bunu gerekli kılar.438 Ayetin
devamında da kadınların aile içinde kocalarına itaat etmelerinin gereğinden bahsedilmiş
ve itaatkar kadın saliha kadın olarak vasıflandırılmıştır. Ayetin devamında ise erkeklere
de bir uyarı gelmekte ve kadınların aleyhine söz ve davranışta bulunmamaları
emredilmiştir. Bu uyarı ve emir kadınlara karşı zulmü kesin olarak yasaklamıştır.439
435
Afzalurrahman, a.g.e. c:2, s:31.
Bakara 2/228.
437
Nisa 4/34.
438
Kurtubi, a.g.e. c:5, s:168.
439
Kurtubi, a.g.e. c:5, s:173.
436
69
Erkeklerin ailede yönetici olmalarına birkaç sebep sayılabilir. Bunlar;bedenen
kuvvetli olması, ailenin geçiminden sorumlu olması, kadının aile içinde hiç bir mali
mükellefiyetinin olmaması, bir sorumlu olmamasının aileyi sokacağı kötü durum,
erkeğin ev kurmak ve muhafazasını sağlamak şeklinde görevlerinin olması gibi
sebepler, erkeğin bu konumunun gerekli olduğunu göstermektedir.440
Hz. Peygamber (SAV) de, kadının aile içerisinde erkeğe itaat etmesinin
gerekliliğine hadislerinde değinmişlerdir: “Eğer bir kimseye Allah’tan başka birine
secde etmesini emredecek olsam, kadınlara, kocalarına secde etmelerini emrederdim.
Bunun sebebi Allah’ın erkekler için kadınlar üzerine kıldığı haklardır.”441 Buyurmuştur.
Ailenin toplumun temeli olduğu ve bu sebeple de adeta küçük bir devlet olduğu
bir gerçektir. Tabiatla bu küçük devletin de bir yöneticisi olmalıdır. Bu kişi de yaratılışı,
sorumlulukları ve kendisine yüklenilen görevler itibariyle erkektir.
Şüphesiz İslam, erkeğin yöneticiliği esnasında ona, kadınına karşı böbürlenip
baskı ve zulüm yapması hakkını vermez. Yukarıda da değindiğimiz gibi, kadının itaati
halinde, erkeğin böyle bir hakkı olmadığı kesindir. İtaatsizlik olması halinde erkeğin
nasıl davranacağı ise belirlenmiş ve zulme mahal bırakılmamıştır. Çünkü kadınla erkek
bir bütünün parçaları durumundadırlar. Nitekim Ayette; ‘Allah erkekleri kadınlardan
üstün kıldığı için’ denmemiş, ‘Allah bazı insanları bazılarından üstün kıldığı için’
denmiştir. Bu da erkeğin toplum ve aile için ne kadar önemi varsa, kadın için de aynı
kıymetin söz konusu olduğunu, erkek ailede baş durumunda ise kadının da kalp
konumunda olduğunu gösterir.442
b-)Kocanın Uyması Gereken Kurallar (Hanımın Hakları)
b1-) Nafaka Temini:
Rasullah’a
(SAV), kadının kocası üzerindeki hakları sorulduğunda şöyle
buyurmuştur. “Yediğin zaman yedirmeli, giydiğin zaman giydirmelisin. Yaptığını asla
yüzüne vurmamalısın. Kendisi için asla çirkin dememelisin. Ev içinde bazı zamanlar
hariç ev dışında kendisiyle küsmemelisin.”443 Diğer bir hadislerinde de; “Onlara
Topaloğlu a.g.e. s:83.
İbn Mace Nikah 4.
442
Süleyman Ateş a.g.e. c:11, s:94.
443
İbn Mace Nikah 3; İbn Kesir a.g.e. c:2, s:339.
440
441
70
yediğinizden yedirin,
giydiğinizden giydirin,
onları
dövmeyin,
onlara
çirkin
davranmayın ve fena söz sarf etmeyin.”444 Buyurmuşlardır. Kadının maddi ihtiyaç ve
nafakasının erkeğe ait olduğu bu hadislerde görülmektedir. Kadının ihtiyaçları ise
kadının isteğiyle değil erkeğin mali gücü ile sınırlıdır.445
Bunun yanında kocanın kadına içinde oturabileceği bir ev sağlaması ve bu evi
gücü nispetinde, kadının rahat edebileceği bir yer haline getirmesi de erkeğin görevleri
arasındadır.446 Tüm bunlar erkeğin gücü nispetinde sorumlu olduğu şeylerdir. Çünkü
Allah Teala, kimseye gücünün üstünde yük yüklemeyeceğini belirtmiştir.447 Bunu
yaparken dikkat edilmesi gereken nokta, ifrat ve tefritin olmamasıdır.448
b2-)Kadına Darılmamak:
Hadis-i Şerif’te kadına darılmamak ve onu tek başına bırakmamak yer
almaktadır.449 Bunun yanı sıra iyi geçinme K. Kerim’de de emredilmiştir.
“Hoşlanmasanız da kadınlarınızla iyi geçinin. Olabilir ki sizin hoşlanmadığınız bir
şeyde Allah bir çok hayır takdir etmiştir.”450
Hz. Peygamber de kadınlar hakkında insanların birbirine hayrı tavsiye
etmesini,451 mümin bir erkeğin mümin bir kadına darılmaması gerektiğini452 belirterek
bu hususa önem vermiştir. Hz. Peygamber’in şu hadisi konunun önemini
özetlemektedir: “Müminlerin iman yönünden en kamilleri ahlaken en güzel olanlarıdır.
Sizin en hayırlınız kadınlara karşı güzel davrananızdır.”453
b3-)Hanımına Karşı Hoşgörülü Olmak:
Rasulullah (S.A.V.) “Kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır, doğrultmaya
kalkarsanız kırarsınız. Fakat hali üzere terk edersen, eğriliğine rağmen ondan istifade
edebilirsin”454 buyurmuşlardır. Bu hadisle Hz. Peygamber erkeklerin dikkatini çekmiş
444
Ebu Davut Nikah 40-41.
Topaloğlu a.g.e. s:87.
446
Muhammed Muhyiddin Abdülhamid, el-Ahval’üş Şahsiye fiş-Şeriat’il İslamiyye, s:119, Dar’ul
Kütüb’il Arabi, (t.y) (y.y).
447
Bakara 2/286, Talak 65/7.
448
Kurtubi a.g.e. c:3, s:163.
449
İbn Mace, Nikah 3.
450
Nisa 4/19.
451
Buhari, Nikah 80;Tirmizi, Rada 11-1162.
452
Müslim, Rada 61.
453
Tirmizi, Rada 11/1163.
454
Müslim, Rada 18.
445
71
ve kadınlara karşı hoşgörülü olmalarını tavsiye etmiştir. Bir insanın hatadan beri
olamayacağı, fahiş olmamak kaydıyla hataların karşılıklı hoşgörüyle giderilebileceği
belirtilmiştir.455
b4-)Kadını Dövmemek:
Rasulullah (S.A.V.) “Hiçbiriniz, kadınlarını kölesini dövermiş gibi dövmesin.
Gün sonunda belki de onunla münasebette bulunur”456 buyurmuştur. Diğer bir
Hadislerinde “Muhammed ailesine, kocalarından şikayet eden bir çok kadın
başvurmaktadır. Şunu bilin ki, hanımlarını dövenler asla sizin hayırlılarınızdan
değildir.”457 kadınlara zulmetmeyi yasaklamış, onlara gelişigüzel davranılamayacağını
belirtilmiştir. Nasıl ki onlar kocalarına zarar vermemekle yükümlü iseler kocaların da
onlara zarardan uzak durmaları gereklidir.458 Bir hadiste “Ona iyilik tavsiye et, öğütte
bulun. Şayet kendinde bir meleke varsa yapacaktır. Sakın hizmetçi imiş gibi eşini
azarlayıp dövmeyesin”.459buyrulmuştur.
b5-)Kadının Malına Dokunmamak:
Kadının kendi malında istediği gibi tasarruf etme hakkı vardır. Kocanın bu
mala müdahale etmesi söz konusu değildir.460 Hatta koca, verdiği mehri kadının rızası
olmadan alamaz, onda hak talep edemez.461
b6-)Kadının Eğlenmesini Temin Etmek:
Koca evde hanımıyla eğlenmek veya meşru bir eğlenceye götürerek
eğlenmesini sağlamak görevi vardır. Aişe validemiz, Rasulullah ile yolda yarışır bazen
o geçer bazen Rasulullah onu geçerdi. Habeşli yiğitler mescitte mızraklarıyla savaş
oyunları düzenlerken Peygamberimiz Hz. Aişe ile kapıdan seyrederlerdi.462 Hz.
Peygamber (S.A.V.) “Kişinin tüm oyunları boştur. Ancak yay ile ok atması, atını
çalıştırması ve eşi ile oynaması müstesna. Bunlar doğrudur.”463 buyurmuşlardır.
M. Zeki Duman, ‘Asrı Saadette Adab-ı Muaşeret’, c:5, s:276, Bütün Yönleriyle Asrı Saadette İslam.
İbn Mace Nikah 51.
457
Darimi, Nikah 34.
458
Kurtubi, a.g.e. c:3, s:124.
459
Hanbel Müsned , 4 /211.
460
Abdülhamid, a.g.e . s:120.
461
Nisa 4/4.
462
Müslim İdeyn 18-20.
463
Tirmizi Fedail’ül Cihad 11.
455
456
72
b7-)Kadının Yaptıklarına Karşılık Vermek:
Kadının erkeği için süslenmesi, ona kendini beğendirmek için hazırlanması
güzel olduğu gibi erkeğin de kadınına karşı süslenmesi ve dikkatli olması gereklidir.
Hz. Abbas (r.a.) “Üzerlerindeki hakları gibi maruf şekilde onların da hakları vardır”464
ayetini yorumlarken şöyle demiştir: “Karım benim için süslendiği gibi, ben de karım
için süslenirim. Ben onun üzerindeki bütün haklarımı tüketip de bu sefer onun benim
üzerimdeki haklarını almasının gerekmesi hoşuma gitmez. Çünkü yüce Allah ayetinde
böyle buyurmuş yani günah söz konusu olmaksızın süslenmek hakkı vardır
buyurmuştur.”465 Bu haklar hepsinin vazife taksimince olan haklardır. Biri yemek
hazırlıyor diye diğerinin hazırlaması, elbisesini yıkayınca diğerinin yıkaması buna
girmez. Bunlar dengi hakları kapsar.466
b8-)Kadının İffetini Koruması:
İhtiyaca uygun olarak eşlerden her birisinin diğerinin iffetini korumayı
gözetmesidir. Böylelikle eşler başkasına bakma ihtiyacından kurtulmuş olacaktır.
Eşlerden birinde diğerinin hakkını yerine getirmekten bir acizlik olacak olursa gereken
şekilde tedavi olması gereklidir.467
b9-)Eşinin Sırlarını İfşa Etmemek:
Eşlerin, özel hayatın sırlarını ifşa etmesi dini açıdan son derece sakıncalı
görülmüştür. Daha çok kadının haya hissini rencide eden bu hareketi Rasulullah
(S.A.V.) şöyle değerlendirmiştir: “Kıyamet gününde Allah nezdinde en kötü mevkide
bulunan insanlardan biri eşiyle münasebette bulunup onun sırrını ifşa eden kimsedir.”468
b10-)Ayıplarını Araştırmamak:
Rasulullah (S.A.V.) “Koca zevcesini sû-i zanna mevzu ederek ona baskı
yapmasın. Hanımını gizlice teftiş ve tetkik etmesin”469 buyurmuş ve bu durumun eşler
arası güveni sarsacağı ve aileyi huzursuzluğa götüreceği konusunda kocayı uyarmıştır.
464
Bakara 2/228.
Kurtubi, a.g.e. c:3, s:123.
466
Zamahşeri, a.g.e .c:1, s:268 .
467
Zuhayli, a.g.e. c:1, s:328.
468
Müslim, Nikah 124.
469
Müslim, İmaret 56.
465
73
b11-)Boşanma Hakkı:
Kadın kocasının kusurlu, hastalıklı olması, nafakasını temin edememesi,
kocasının hapsedilmesi, kocanın kadına karşı güvenilir olmaması(hayatına kastetmesi),
mehrini ödememesi, şart koşmuş olduğu halde eşi üzerine evlenmesi, kocanın akitteki
diğer şartlara muhalefet etmesi, şiddetli geçimsizlik gibi sebeplerden ötürü mahkemeye
müracaat edip boşanma hakkı vardır.470 Ayrıca akit esnasında kocasından boşama hakkı
almışsa (Tefviz-i Talak) veya bir bedel ödemek kaydıyla kocasıyla anlaşmışsa
(Muhalaa) yine kendi isteğiyle boşanma hakkı vardır.471
Tabi ki boşanma İslam dininde hoş görülmemiş bunu erkeğin veya kadının
yapması dışında mutlak olarak kerih görülmüştür. “Allah nezdinde en sevimsiz mubah
talak (boşama)dır”472 hadisi bu durumu göstermektedir. Yine kadınların boşama
konusunda dikkatli davranmalarını öğütlemek için de Rasulullah “Hangi kadın zaruri
bir durum olmadan boşanmak isterse ona cennet kokusu haram olur.”473 buyurarak
boşanmada kesinlikle keyfi davranılmaması gerektiğine dikkatleri çekmiştir.
c-) Hanımın Uyması Gereken Kurallar (Kocanın Hakları)
c1-)Kocaya İtaat:
Önceki konularda da anlatıldığı üzere koca eşinin ve çocuklarının yiyecek,
içecek, mesken ve diğer ihtiyaçlarını sağlamakla mükellef bulunan ailenin
sorumluluğunun üzerinde olduğu kişidir. Koca bu mesuliyetine mukabil ev reisidir. Ev
sahibi odur. Kadın buna mukabil meşru işlerde ona itaat eder. Evlilik birliğine dair
hususlarda istişare edip görüş birliğine varamadıkları konularda kocanın görüşü ağırlık
kazanır. “Erkekler kadınların yöneticileri ve koruyucularıdır”474 mealindeki ayet de bu
durumu göstermektedir.475
Hz. Peygamber (S.A.V.) konunun aile yapısı için bu denli önemli olmasına
binaen “Şayet insanın insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadının kocasına
secde etmesini emrederdim. Muhammed’in nefsi elinde olana yemin olsun ki, kadın
kocasının hakkını tam olarak yerine getirmedikçe, Rabbi’nin hakkını tam olarak ifşa
Dalgın, a.g.e. s:160-172.
Dalgın, a.g.e. s:80-88.
472
İbn Mace Talak 1.
473
Hanbel Müsned , 5/277.
474
Nisa 4/34.
475
Topaloğlu, a.g.e. s:92.
470
471
74
etmiş olamaz.”476 buyurmuştur. “Bir kadın, kocası kendinden razı olarak vefat ederse
cennete girer”477 buyurması da konunun önemini göstermektedir.
c2-)İffet ve Namusunu Korumak:
Kadın, kocasının evinde bir koruyucu ve muhafızdır. Ailenin malını,
çocuklarını muhafaza etmekle mükellef olduğu gibi namusu ve iffetini de haramdan
korumak zorundadır. Hz. Peygamber’in (S.A.V.) bir hadislerinde erkeklerin kadınlar
üzerindeki
haklarını
“yatağınızı
başkalarına
çiğnetmemeleri,
hoşlanmadığınız
kimselerin evlerinize girmelerine izin vermemeleri”478 diyerek belirlemiş ve hanımın,
kocasının evine sokmasını istemediklerini sokmamasını da bu haklar içinde zikretmiştir.
Kadın kocasının ardından o olmadığı
zamanlarda ailesinin mahremiyetini,
gizliliğini, özel hayatın eşlere has olması gerektiğini göz önünde bulundurarak
korumalı, bunların dini görevlerinin en büyüğü olduğunu unutmamalıdır. Kur’an-ı
Kerim’de de bu konuda şöyle bahsedilmiştir: “İyi kadınlar itaatli olanlardır. Allah kendi
haklarını nasıl korudu ise onlar da öylece gözle görünmeyenleri koruyanlardır”479
buyurulmuştur. Buradaki korunmasından bahsedilen görünmeyenlere, ailenin malı,
sırları, namusu, hatta kadının karnındaki çocuk dahildir. Kadının bunları muhafaza
etmesi, çocuğunu düşürmemesi lazımdır.480
c3-)Eşinin Cinsi Arzularına Olumlu Cevap Vermek:
Bu sorumluluk eşlerin birbirlerine karşı olan sorumluluğudur. İbn Abbas’ın
“Hanımım benim için süslendiği gibi ben de hanımım için hazırlanırım”481 sözü bunu
göstermektedir. Eşeler cinsi iktidar konusunda birbirini tanımalı ve ona göre hareket
etmelidir. Cinsi istek konusunda daha fazla istekli olanın koca olduğu düşünülecek
olursa bu görevin kadın için farklı bir boyut kazandığı açıktır. Bu sebeple Rasulullah
(S.A.V.) söyle buyurmuştur: “Koca, eşini yatağına çağırır da, meşru mazereti olmadığı
halde olumlu cevap vermeyen kadına sabaha kadar melekler lanet eder”482 buyurmuştur.
Yine sahabeden bir kadın Hz Peygamber’e gelerek ‘kocam benim orucu bozduruyor’
İbn Mace, Nikah 4-1853.
İbn Mace, Nikah 4-1854.
478
Tirmizi, Rada 11; İbn Mace Nikah 3.
479
Nisa 4/34.
480
Topaloğlu, a.g.e. s:93.
481
Kurtubi, a.g.e. c:3, s:123.
482
Buhari, Nikah 85; Müslim, Nikah 121-122.
476
477
75
diyerek şikayet etmiş, kocası ise ben genç bir kişiyim hanımım ise her gün oruç
tuttuğundan ben buna dayanamıyorum. (Beraber olmak istiyorum) deyince Rasulullah
kadının, kocasının izni olmadan nafile oruç tutamayacağını belirtmiştir.483
İslam dini kocanın da hanımına karşı bu yönden sorumlu olduğunu,
kadınlardan uzak kalmanın İslami açıdan bir fazilet olmadığını kabul eder. Rasulullah
(S.A.V.) “Allah’tan en çok korkanınız ve ona karşı gelmekten en çok sakınanınız
benim. Böyle iken bazen oruç tutar bazen tutmam. Kadınlarla evlenirim. Kim benim
sünnetimden yüz çevirirse o benden değildir”484 buyurmak suretiyle kadınlardan uzak
durmanın bir fazilet olamayacağına işaret etmiştir.
Sonuç olarak kadın, kocasının beraberlik isteğine hayız, nifas gibi engellerin
olmaması şartıyla olumlu cevap vermesi kocasına karşı olan bir görevidir.485
c4-)Aileyi Koruma Hakkı:
Kadın kurulmuş olan aile düzenini bozmaya çalışmamalıdır. Evliliği devam
ettirmeye imkan vermeyen durumlar bir yana, kadın kocasından boşanmak talebinde
bulunmamalıdır.486 Rasulullah (S.A.V.) “Zaruret olmaksızın kocasından boşanmak
isteyen kadına cennet kokusu haram kılınmıştır.”487 buyurarak kadının kocasına bağımlı
olmasının gereğine ve son ana kadar sile yuvasını kurtarmaya çaba göstermesinin
önemine işaret etmiştir.
c5.-)Çocukların Terbiyesi:
Bu görev eşlerden ikisinin asli görevidir. Ailenin kurulması ve evliliğin temeli
de hayırlı evlat yetiştirmektir. Eşlerden ikisinin de asli görevi olmasına karşın kadının
evin idarecisi olması, çoğu vaktini evde geçirmesi, çocuklarıyla ilişkisi kocaya göre
daha sıcak ve fazla olması sebebiyle çocukların eğitimi ve yetiştirilmesi kadını daha
fazla ilgilendirmektedir. Kadın ise bu görevini, çocuklarını okula öncesi dönemde
İslami eğitimle eğitmesi, okul döneminde bu anlayışa karşı dışarıdan gelebilecek
düşüncelere karşı uygun şekilde yetiştirmesidir. Kur’an-ı Kerim’de “Ey İnananlar!
483
Ebu Davud, Siyam 74.
Müslim, Nikah 5.
485
Abdülhamid, a.g.e. s:118.
486
Topaloğlu, a.g.e. s:93.
487
İbn Mace, Talak 21.
484
76
Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyunuz. Onun yakıtı insanlar ve
taşlardır.”488 buyurulmuştur.
488
Tahrim 66/6.
77
SONUÇ
Tezimizde Kuran’a göre dünya ve ahiret dengesini işlemeye çalıştık. Her
alanda dengeli olmayı öngören İslam dini Müslümanlardan da yaşamlarını dünya ve
ahiret dengesi üzerine kurmalarını istemiştir.
Bu dengeyi ilk önce Peygamberimiz (s.a.v.) olmak üzere ilk
Müslümanlar kurmuş ve bizlere bu konuda örnek olmuşlardır. Tek taraflı çalışmanın
dünya ve ahiret mutluluğuna yetmeyeceği içindir ki ikisini de birlikte yürütmeye ihtiyaç
vardır. Bu sebeple Kuran’ı Kerim’in ifade ettiği dünya ahiret dengesinin kurulması her
iki alemde de mutlu olmayı sağlayacaktır.
Dünya nimetlerinden faydalanmak için çalışmak gereklidir. Bu
çalışmanın hem maddi hem manevi faydaları vardır. İslamda tembelliğe yer yoktur.
Bunun en güzel örneğini Peygamberimiz (s.a.v.) bizzat kendi yaşamında uygulayarak
bizlere örnek olmuştur. Bu sebeple Müslüman’ın yaşantısı içerisinde çeşitli alanlarda
rızkını araması gerekir. Ancak tüm bu çalışmaları onu ibadet hayatından ve Allah’ı
anmaktan alıkoymamalıdır.
Ahirette mutlu olabilmek için ise en başta Allah’a iman ve taat gerekir.
İman ve itaatten sonra Müslüman’ın aklından çıkarmaması gereken şey dünyaya geliş
amacının mutlak olarak ibadet etmek olduğudur.
İslam’ın gelişi ile aile düzeni karşılıklı hak ve sorumluluklardan oluşan
bir temele oturtulmuştur. Ailede eşlerin birbirlerine karşı, çocuklarına karşı
yükümlülükleri vardır. Erkeğin aile reisi olması ve yöneticiliğin getirmiş olduğu bazı
yetkiler dışında kadın ve erkek eşit kabul edilmiştir. Her ikisinin ailede ki konumlarına
göre sorumlulukları vardır.
Kadının hiçbir hakkının olmadığı, ruhunun olup olmadığının tartışıldığı
ve mal gibi alınıp satıldığı bir ortamda gelen İslam dini kadına gerçek değerini vermiş
ve günümüzde bile ulaşılamayan bir seviye çıkarmıştır. Bu bakımdan kadın açısında
İslam dininin gelişi bir dönüm noktası kabul edilebilir. Demokrasi ve eşitlik olgularının
toplumların hedefi olduğu günümüz dünyasında her ne kadar bu olay olağanüstü olarak
nitelendirilemeyecek olsa bile o günün şartlarında bunun bir devrim olduğu açıktır.
78
BİBLİYOGRAFYA
Abdurrahman b. El Kemal Celalettin es Suyuti, Ed Durul Men’sur fit Tefsir’il
Mes’ur, Dar’ul fikr, Beyrut, 1993
Afzalur Rahman, Siret Ansiklopedisi, İnkılap Yay. İst. 1996
Ahmed b. Muhammed b.Hanbel, El-Müsned, Çağrı Yay. İst. 1992.
Ahmet Mustafa Meraği, Tefsir’ul Meraği, Darul Kutubil İlmiye, Beyrut 1998Altıkardeş İsmet, Din ve Sosyal Bütünleşme, Rağbet Yay. İst. 2004
Ana Biritannica, Ana Yay. İst. 1993
Ataseven Asaf , ‘Nasıl Bir Aile’, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi
Sempozyumu 2, Ensar Neşriyat İst. 1996
Ateş Ali Osman, ‘Asrı Saadette Dinler ve Gelenekler’, Bütün Yönleriyle Asr-ı
Saadette İslam, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994
Ateş Süleyman, Kuran Ansiklopedisi, Kuba yay. İst. (t.y)
Aydemir Abdullah, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler, Türkiye Diyanet
Vakfı Yay. Ank. 1992
Aydın Mehmet Akif, Aile mad. , T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst.
1989
Aydın Mehmet Akif, İslam’da Kadın, Kadın mad, T.D.V.İ.A Türkiye Diyanet
Vakfı Yay. İst. 2001
Aydın Mustafa, İlk Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yay. İst. 1991
79
Bayraklı Bayraktar, Yeni Bir Anlayış Işığında Kuran Tefsiri, Bayraklı Yay. İst.
Eylül 2001
Bilmen Ömer Nasuhi, K.Kerim’in Türkçe Meali Alisi ve Tefsiri, Akçağ Yay.
Ankara 1991
Birekul Mehmet - Yılmaz Fatih Mehmet, Peygamber Günlerinde Sosyal
Hayat ve Aile, Yediveren Yay. Konya 2001
Cin Halil, İslam ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Selçuk Ün. Hukuk Fak.
Yay. Konya 1998 (2.Baskı)
Çağrıcı Mustafa, Adalet mad. T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst.
1988
Çaha Ömer, Sivil Toplum Aydınlar ve Demokrasi, İz Yay. İst. 1999
Dalgın Nihat, İslam Hukukunda Boşama Yetkisi, Etüt Yay. Samsun, 1999
Dönmezer Sulhi, Toplumbilim, Beta Yay. 11.Baskı İst. 1994
Duman M. Zeki, ‘Asrı Saadette Adab-ı Muaşeret’, Bütün Yönleriyle Asr-ı
Saadette İslam, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994
Dumlu Ömer-Elmalı Hüseyin, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe anlamı, İzmir
İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İzmir, 2004.
Ebi Abdillah Muhammed b. El-Ensari El-Kurtubi, El-Cami li Ahkam’il
Kur’an, Dar’u İhya’it Türas’il Arabi, Beyrut 1985
Ebi Abdillah Muhammed b. İsmail, El Buhari , Sahihi Buhari, Çağrı Yay. İst.
1992
Ebil Berekat Abdullah b. Ahmet b. Mahmut en Nesefi, Medarik’üt Tenzil ve
Hakaik’ut Te’vil, Darul Kesir, Beyrut, 1999
Ebi İsa Muhammed b. İsa b. Sevde , Sünet’üt Tirmizi, Çağrı Yay. İst. 1992
Ebil Kasım Carullah Mahmud b. Ömer b. Muhammed Ez Zamahşeri, El
Keşşaf, Darul Kütüb’il İlmiye, Beyrut, 1995
80
Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb en-Nesai, Sünen’ün Nesai, Çağrı Yay. İst.
1992
Ebu Davud Süleyman b. Eş’as ,Sünen’i Ebi Davut, Çağrı Yay. İst. 1992
Ebu Muhammed Abdullah b. Abdurrahman Ed-Darimi, Sünen’üd Darimi, Çğrı
Yay. İst. 1992.
Ebu Nasr Serrac Tûsi, İslam Tasavvufu, (Çev: Hasan Kamil Yılmaz), Altınoluk
Yay. İst. (T.y.)
El- Celil el-Hafız Îmad ed-Din Ebil Fida İsmail İbn Kesir ed-Dimeşki, Tefsir’ul
Kuran’il Azim, Mektebetü evlad’iş Şeyh lit-Türas, Kahire, 2000
El Fahr’ur Razi, Et Tefsir’ul Kebir, Dar’u İhyai’t Turas’il Arabi, Beyrut, 2001
El Hafız Ebi Abdillah Muhammed b. Yezid İbn Mace, Sünen-i İbn Mace, Çağrı
Yay, İst. 1992
Eraydın Selçuk, Tasavvuf ve Tarikatlar, İfav Yay. İst. 1994
Erdem Mustafa, Dinler ve Aile , Türk Aile Ansiklopedisi, T.C.B.A.A.K.,
Ankara 1991
Erdentuğ Aygen, ‘ Çeşitli İnsan Topluluklarında Aile Tipleri’, Aile Yazıları/1,
T.C.B.A.A.K.1990
Esed Muhammed, Kur’an Mesajı Meal-Tefsir, İşaret Yay. İst. 1999
Günaltay Şemseddin, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, Ankara Okulu Yay.
Ank. 1997
Harman Ömer Faruk, Kadın mad., T.D.V.İ.A.Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
İst.2001.
Hasipek Seniha , ‘Ailenin Sosyo-Kültürel ve Ekonomik Yapısında Kadının Yeri
ve Önemi’ , 1.Aile Şurası Bildirileri, Reyhan Yay. Ank. 1990
Hüseyin b. Müslim b Haccac , Sahihi Müslim,Çağrı Yay. İst. 1992
81
İbn Haldun, Mukaddime, (Çev: Zakir Kadiri Ugan) M.E.B. Yay. İst. 1996
İbn Munzır, Lisanül Arap,Dar’ul Mearif, Kahire, h:1119
İz Mahir, Tasavvuf, Kitabevi Yay. (5. baskı) İst. 1995
Kapar M. Ali, Hz. Muhammed’in Müşriklerle Münasebetleri, Esra Yay.
(1.Baskı), İst.1993
Karaman Hayrettin, ‘Asrı Saadette İslam Hukukunun Oluşumu’, Bütün
Yönleriyle Asr-ı Saadette İslam, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994
Kevser Kemal Ali – Öğüt Salim, Çok, ‘Çok Evlilik Mad.’, T.D.V.İ.A. 1993
Kıllıoğlu İsmail, Aile mad., Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, Risale Yay. İst.
1990
Hamidullah Muhammed, İslam Peygamberi, (Çev: Salih Tuğ), İrfan Yay. İst.
1995
Mahmud Mehdi İstanbuli, İslam’da Evlilik ve Cinsel Mutluluk, Çağrı Yay.
İstanbul 1993, (7.Baskı)
Meydan Larousse, Yayımlayanlar:Safa Kılçlıoğlu, Nezihe Araz, Hakkı
Devrim, ,Sabah Gazetesi (Y.Y.) 1992
Muhammed b. Yusuf Eş Şehid bi Ebi Hayan el Endulusi, Bahr’ül Muhit,
Dar’ul Kütüb’il İlmiye, Beyrut,1993
Muhammed Cemaleddin Kasımî , Tefsir’ul Kasımî, Darû İhya’it Turas’il
Arabi, Beyrut, 1994
Muhammed Ebu Zehra, Ebu Hanife, (Çev: Osman Keskioğlu), DİB Yay. Ank.
1997
Muhammed El Meduv bi Abdirrauf El Münavi, Feyzul Kadir Şerhu Cami isSağîr, Darül Marife, Beyrut (t.y)
Muhammed Emin İbn Muhammed’il Muhtar el Cekeniyyi Eş Şenkiti, Evzaul
Beyan fi İzah’il Kur’an bil Kur’an, Mektebetü İbn Teymiyye, Kahire, 1992
82
Muhammed
Muhyiddin
Abdülhamid,
el-Ahval’üş
Şahsiye
fiş-Şeriat’il
İslamiyye, Dar’ul Kütüb’il Arabi, (t.y) (y.y)
Muhammet Reşit Rıza, Tefsir’ül Kuran’ül Hakim (Tefsirül Menar), Dar’ül
Kütüb’il İlmiye, Beyrut, 1999
Müinüd’din Muhammed Emin Hirevi, Mearic’ün Nübüvve, (Çev: Muhammed
b.Muhammed Efendi) Berekat Yay. İst.(t.y)
Özalp Ahmet, Tasavvuf Mad. Şamil İslam Ansiklopedisi, Şamil Yay. İst. 1994
Sarıkçıoğlu Ekrem , Başlangıçtan Günümüze Dinler Tarihi, Fakülte Kitabevi,
Isparta 2002
Süleyman b. Ömer’ul Uceyli Eş Şafiî ,
El Futuhat’ül İlahiye bi Tevzihi
Tefsir’ul Celaleyn, Darul Kütüb’ül İlmiye, Beyrut ,1996
Şemsettin Ebu Bekr Muhammed b. Ahmed Ebu Sehl Es-Serahsi, El Mebsud,
(30 Cilt) Darul Marife, Beyrut (T.y.)
Toksarı Ali, Dilencilik mad., T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst 1994
Topaloğlu Bekir, İslam’da Kadın ,Rağbet Yay. İst. 2001
Uğur Mücteba, Hicri Birinci Asırda İslam Toplumu, Çağrı Yay. İst. 1980
Uğur Mücteba, ‘Asr-ı Saadette Sosyal Hayat’ Bütün Yönleriyle Asr-ı Saadette
İslam, Editör: Vecdi Akyüz, ,Beyan Yay. İst. 1994
Uludağ Süleyman, Dilencilik mad.(Tasavvufta), T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet
Vakfı Yay. İst 1994
Uludağ Süleyman, Kalp maddesi, T.D.V.İ.A. Türkiye Diyanet Vakfı Yay. İst
2001
Yazır Muhammed Hamdi, Hak Dini Kuran Dili, Akçağ Yay. İst (T.y)
Yengin Naci, Ailede Kadın, (Kadın mad.), Şamil İslam Ansiklopedisi, Genel
Yönetim: Ahmet Ağırakça, Şamil Yay. İst 1991
83
Yılmaz Musa Kazım, ‘İslami Aile’, İslam’da Aile ve Çocuk Terbiyesi
Sempozyumu, (1. Tebliğ), İsav Yay. (T.y.)
Zuhayli Vehbe, Tefsir’ul Münir, Dar’ül Fikr , Dımeşk , 1998
84
Download