yapısal toksik tesirler

advertisement
İLAÇLARIN TOKSİK TESİRLERİ
VE TOKSİKOLOJİNİN TEMEL
KAVRAMLARI
• İlaçların en önemli özelliklerinden birinin
selektiflikleridir.
• Ancak, hiçbir ilaç sadece istenilen etkiyi yapmaz.
• Klinik uygulama yönünden, pratik nedenlerle ilaçların
etkileri istenilen etkiler ve istenmiyen etkiler olarak
iki gruba ayrılırlar.
• İstenmiyen tesirlere ilacın yan tesirleri adı verilir.
• Bazen yan tesir, ilacın terapötik önemi olan esas tesiri
ile temelde aynıdır, başka bir deyişle onun doz artması
sonucu ortaya çıkan uzantısıdır; aralarında sadece
kantitatif fark vardır.
• Örneğin antihipertansif ilaçlarla tedavide ilacın
yükselmiş olan kan basıncını belirli sınırlara kadar
düşürmesi terapötik bir tesirdir: fakat aşırı derecede
düşürüp ortostatik hipotansiyon yapması bir yan
tesirdir. .
• Bazen de bir terapötik tesir, kendisi değişmeksizin
sadece ilacın kullanıldığı indikasyon değiştiği için yan
tesir olur.
• Örneğin kodein konstipasyon (kabızlık) yapıcı etkisi
nedeniyle ishali durdurmak için kullanılır, fakat
öksürüğü kesmek için kullanıldığı zaman yaptığı
konstipasyon bir yan tesir sayılır.
• Yan tesirlerin büyük bir bölümü, ilacın kullanıldığı
indikasyon ne olursa olsun belirgin derecede
zararlıdırlar; bunlara toksik tesirler adı verilir.
•
İlaçların ve diğer kimyasal etkenlerin toksik tesirleri
temel niteliklerine ve oluşma mekanizmalarına göre
5 kategoriye ayrılabilirler:
1. Yalın toksik tesirler.
2. Özel toksik tesirler,
3. İlaç alerjisi.
4. Dayanıksızlık reaksiyonları ve
5. İdiyosenkrazi ve genetik farklılığa bağlı reaksiyonlar.
1) YALIN TOKSİK TESİRLER
• Bunlar ilaç tarafından onun terapötik tesirlerine benzer
bir şekilde ve bazen aynı mekanizmalarla doğrudan
doğruya oluşturulan yan tesirlerdir.
• Genellikle doza bağımlı ve öngörülebilir bir biçimde
oluşurlar.
• Yalın toksik tesirler üç alt grupta toplanabilirler:
i) Fonksiyonel (farmakodinamik) toksik tesirler,
ii) Biyokimyasal toksik tesirler ve
iii) Yapısal toksik tesirler. Yapısal toksik tesirler yalın
toksik tesirlerin genellikle en ağır şeklidir;
1. FONKSiYONEL (FARMAKODİNAMİK)
TOKSİK TESİRLER
• Yalın toksik tesirlerin ilaç alan hastalarda en sık
görülen şeklidir.
• İlacın, hastanın yararı için etkilemesi öngörülen
fizyolojik fonksiyonu, doz fazlalığı sonucu veya
hastanın duyarlığının artmış olması sonucu aşırı
derecede etkilemesine veya diğer fizyolojik
fonksiyonları da etkilemesine bağlıdırlar.
• Bu tür toksik veya yan tesirlerin oluşmasında, ilacın
etki yerine reversibl bir şekilde bağlanması esastır;
kovalent bağlanma olmaz
2. BİYOKİMYASAL TOKSİK TESİRLER
• Klinik uygulamada biyokimyasal toksik tesir deyimi ile
kastedilen, ilaçların klinikte rutin olarak ölçülen
biyokimyasal göstergelerde yaptıkları istenmiyen
değişikliklerdir.
• Bu anlamda, bir biyokimyasal toksik tesir başlangıçta çoğu kez
bir yapısal toksik tesirin habercisi olarak ortaya çıkar.
• Örneğin plazma SGPT ve gamaglutamil transferaz
düzeyindeki artma karaciğer hücresindeki, SGOT düzeyindeki
artma ise karaciğer, myokard hücresi ve. şok halinde olduğu
gibi, diğer hücrelerdeki zedelenmenin bir belirtisidir.
• Plazma bilirubin ve alkalen fosfataz düzeyindeki belirgin bir
artma, safra akışındaki organik bir engelin veya safra
kanaliküllerindeki zedelenmenin göstergesidir.
• İlaçların yaptığı elektrolit (Na, K+, Ca+2 ve Cl- gibi)
düzeyindeki değişmeler, hiperglisemi ve hiperürisemi de
biyokimyasal toksik tesirlere örnek teşkil ederler; bunlar
genellikle farmakodinamik nitelikteki ilaç etkisine bağlıdırlar.
3. YAPISAL TOKSİK TESİRLER
•
•
•
İlaçların doku ve hücre düzeyinde yaptığı morfolojik
bozukluklarla kendini gösteren toksik tesirlerdir.
Yapısal toksik etkiler genellikle hücrelerin
yaşamında fonksiyonel önemi olan subselüler
yapıların veya makromoleküllerin (DNA, RNA'lar
ve enzimler gibi) ilaçlar ve diğer kimyasal etkenler
ya da onların metabolitleri tarafından irreversibl bir
şekilde bozulmasına bağlıdır.
Bu tür toksik etkiler 3 grupta toplanırlar
i) Kimyasal etkenin kendisine bağlı irreversibl
bozukluklar:
ii) Kimyasal etkenlerin biyotransformasyonu sonucu
oluşan reaktif metabolitlere bağlı irreversibl
bozukluklar: Kimyasal etkenlere bağlı irreversibl
yapısal bozuklukların çoğu bu gruba girer.
iii) Kimyasal etkenin hücrede aktif oksjjen radikalleri
oluşturan kimyasal reaksiyona katılmasına bağlı
indirekt irreversibl yapısal bozukluklar:
Hücresel zedelenme mekanizmaları ve hücrenin
cevabı:
• İlaçların direkt toksik etkisi altında hücrelerde çeşitli
temel yapısal değişiklikler meydana gelir. Bunların en
önemlileri aşağıdakilerdir:
i) Hücrenin hacim düzenlenmesinin bozulması
ii) Enerji metabolizmasının bozulması:
iii) Lizozomların parçalanması
iv) Lipid peroksidasyonu
v) Hücre içinde trigliserid birikimi
Organlarla ilgili toksisite:
• Yapısal toksik etkilerin en sık oluştuğu organlar karaciğer ve
böbreklerdir.
• Karaciğer hücresi biyotransformasyon olaylarının en yoğun
olduğu yer olması nedeniyle reaktif metabolitlere fazla maruz
kalır.
• Ayrıca mide-barsak kanalından absorbe edilen ilaçlara "ilk
geçişte'', nisbeten yüksek konsantrasyonda maruz kalır.
• Bazı ilaçlar safra içinde aktif transportla itrah edilip safrada
konsantre olduklarından, safra kanalliküllerini çeviren KC
hücrelerini yüksek konsantrasyondaki ilacın etkisine maruz
kılarlar
• Böbrek tubuluslarında. glomerüler filtrat içindeki ilaç veya
metabolitlerin yüz kereye yakın bir oranda konsantre olabilmesi,
tubulus ve toplayıcı kanal hücrelerinin, vücudun diğer hücrelerine
göre, çok daha yüksek konsantrasyondaki toksik etkene maruz
kalmasına yol açar.
• Karaciğer hücresinde bazı reaktif metabolitler indirgenmiş
glutation (GSH) ile konjüge edilmek suretiyle zararsız hale
getirilirler.
•
•
•
•
•
•
III. İLAÇ ALERJİSİ
İlaca karşı reaksiyon, immün sistemin aktive edilmesine bağlı ise
ilaç alerjisinden söz edilir.
İlaca karşı alerji oluşması için temel koşul; ilacın antijen özelliği
kazanmasıdır.
İlaçlar genellikle ufak moleküllü maddelerdir ve bu nedenle
gerçekte antijen değillerdir.
Vücutta ilaç veya, çoğu kez, ondan oluşan bir metabolit,
proteinlerle kovalent biçimde birleşir ve tam bir antijen haline
gelir.
Bu özelliği gösteren maddelere hapten veya yarım-antijen adı
verilir.
Pratik bakımdan önemli olan bir nokta, herhangi bir ilaç
müstahzarının alerjik etkisinin her zaman onun içindeki aktif
ilaca değil, fakat bazen farmasötik sekil içine konulan boya,
koruyucu vb. katkı maddelerine veya aktif ya da katkı
maddelerinin kontaminantlarına (bulaşmalarına) bağlı olmasıdır.
İlaca bağlı alerjik reaksiyonların diğer
istenmeyen etkilerden farkları
1) Alerjik reaksiyon kişinin ilaçla ilk temasında
ortaya çıkmaz Antikor yapılması veya dokuda
duyarlı kılınmış lenfositlerin oluşması için aşağı
yukarı 7-14 günlük bir sürenin geçmesi gerekir
2) Doza bağımlılık durumu: Alerjik reaksiyonların
insidensi veya kişideki şiddeti ilacın dozu ile ilişki
göstermez
3) İnsidens; İlaç yeterli dozda verildiğinde yalın
toksik etkinin tüm bireylerde oluşması
mümkündür. Alerjik reaksiyonlar, idiyosenkrazi ve
dayanıksızlık halleri gibi durumlar ise belirli bir
popülasyondaki kişilerin nisbeten ufak bir
kısmında görülür
4)
5)
6)
Moleküler etken: Alerjik reaksiyonda etkiyi
meydana getiren, direkt olarak ilaç değil, ilacın
veya metabolitinin oluşturduğu antijen ile antijenin
oluşturduğu antikorun yaptığı komplekstir.
Alerjik zeminin katkısı
Patognomonik belirtiler: Cilt ve kan tablosu ile
ilgili bazı belirtiler (örneğin ürtiker, kaşıntı,
anjiyoödem, çeşitli vaskülitik lezyonlar ve kanda
eozinofili gibi) alerjik reaksiyona sıklıkla eşlik
ederler ve mevdana gelen olayın alerjik nitelikte
olduğunu hatırlatırlar.
Hapten ve antjjenik determinant
• Antijen oluşturmak üzere proteinle birleşen madde,
çoğu kez ilacın kendisi değil, fakat ondan vücutta
oluşan bir metabolitidir.
• Örneğin penisilin protein ile birleşecek kadar reaktif
bir madde değildir; fakat onun vücutta veya vücut
dışında yıkılmasıyla oluşan penisiloik asid reaktif bir
madde olup gerçek hapteni temsil eder. Haptenprotein kompleksine tam antijen adı verilir.
• Belirli bir ilacın yaptığı alerjik reaksiyonda rol
oynayan esas maddeye (ilacın kendisi veya
metaboliti), alerjik veya antijenik determinant adı
verilir.
• Alerjik reaksiyondan ilacın birden fazla metaboliti
sorumlu ise, alerjik belirtilerin çoğundan sıklıkla
sorumlu olan determinanta, majör determinant
diğerlerine ise minör determinant adı verilir. Örneğin
penisilin alerjisinde majör determinant, penisiloik
asiddir.
• Çapraz-alerji: Molekülünde aynı antijenik
determinant gruba sahip olan veya vücutta o
determinant grubu içeren maddeye dönüşebilen, fakat
aralarında bunlar dışında başka bir kimyasal yakınlık
bulunmayan, bir dizi ilaçtan birine karşı alerjisi olan
bir kişi, o dizideki diğer ilaçlara karşı da alerjik
reaksiyon gösterir. Buna çapraz alerji denir.
Sistemik anaflaksi ve anaflaktik şok:
• Duyarlı kılınmış kimselerde ilaca tekrar maruz kalma
durumunda 10-20 dakika içinde ortaya çıkar. İlaç i.v.
verilmişse bu süre 1-2 dakikaya iner.
• Hafif bir "fenalık" duyumsama ve bulantıdan kısa
zamanda ölümle biten dolaşım şokuna kadar değişen
şiddette olur.
• Ağır şekline kan basıncında düşme, hipovolemi, şok,
bronkospazm, larinks ödemi, asfiksi, aritmiler ve
bilinç kaybı gibi ciddi belirtiler eşlik eder. Ürtiker,
anjiyoödem, kaşıntı ve hiperperistaltizm de
gelişebilir.
Lokal anaflaksi:
• Esas itibariyle aşağıdaki dört belirtiden birinin veya
birkaçının ortaya çıkması ile kendini gösterir ve
yukarıdaki gibi çabuk oluşur:
i) Ciltte Ürtiker tipinde döküntü ve kaşınma,
ii) Anjiyoödem
iii) Bronkospazm ve
iv) Rinore, hapşırma, burun tıkanıklığı ve nazal
prutitus.
• Anjiyoödemin sık olarak meydana geldiği yerler göz
kapağı, yüz ve dudaklardır; nadir olarak larenkste
olur ve trakeostomi yapılmasını gerektirebilir.
IV. DAYANIKSIZLIK (AŞIRI-DUYARLIK)
REAKSİYONLARI
• Kişide varolan bir hastalık hali nedeniyle; onun, ilacın
belirli etkilerine normal kişilerden daha fazla duyarlı
bulunması sonucu ortaya çıkan istenmiyen
reaksiyonlardır.
• Bronşiyal astmalıların histamin, histamin salıvericiler,
kolinerjik ilaçlar ve beta-adrenerjik blokörler gibi
bronkokonstriktör ilaçlara karşı gösterdikleri
dayanıksızlık ve buna bağlı olarak ortaya çıkan astma
krizi bu tür reaksiyonların bir örneğini oluşturur.
• Sigara tiryakilerinin beta-blokör ilaçların
bronkokonstriktör etkilerine sigara içmeyenlere göre
daha duyarlı oldukları da saptanmıştır.
V. İDİYOSENKRAZİ VE GENETiK FARKLILIĞA
BAĞLI REAKSİYONLAR
• İlacın yan tesirleri yukarıda sayılan gruplardan birine
sokulamıyorsa ve belirlenmiş bir genetik yatkınlıkla
ilgili görülmüyorsa idiyosenkrazi tipinde bir reaksiyon
olarak kabul edilir.
• Başka türlü söylemek gerekirse, bu tür reaksiyonların
doğasının ne olmadığı bellidir, fakat ne olduğu
bilinmemektedir. İdiyosenkrazi şeklindeki reaksiyona
bir örnek beta-adrenerjik reseptör blokörü olan
proktalol yaptığı "göz-mukoza-deri" sedromudur.
• Bu ilacı kullanan hastaların bazılarında oluşan bu
sendromda anılan yerlerde ülserasyona kadar giden
ciddi lokal lezyonlar oluşur.
İLAÇ TOKSİSİTESİNİN DENEYSEL OLARAK ÖLÇÜMÜ
VE TEDAVİ İNDEKSİ
• Toksik etkiler, ilaçlar normal tedavi dozlarında verildikleri
zaman da meydana gelebilirler.
• Bu bakımdan, bir hastaya ilaç uygularken o ilacın tedavi edici
özelliğinin sağlayacağı yarar ile ilacın toksik etkilerinin neden
olacağı zararı kıyaslamak gereklidir.
• Eğer sağlanacak yarar, toksik etkileri makul gösterecek kadar
fazla ve önemli ise ilacın uygulanması uygun olur.
• İlaçların akut toksisitesini deney hayvanlarında değerlendirmek
için kullanılan nicel bir gösterge medyan (ortanca) letal doz
(LD50) dir.
• Medyan letal doz bir grup deney hayvanına uygulandığı zaman
bu gruptaki hayvanların % 50'sini öldüren dozdur.
• Fare, sıçan, kobay, tavşan ve gerekirse köpek gibi çeşitli deney
hayvanlarında saptanan LD50 değerlerine bakarak yeni bir
ilacın insandaki toksik dozu hakkında kabaca bir fikir
edinilebilir.
• Medyan letal dozdan başka, deney hayvanlarında çeşitli toksik
belirtilerden her biri için medyan toksik doz (TD50)
saptanabilir.
• Örneğin, incelenecek toksik tesir uyku oluşumu ise, uyku
meydana getirme şeklindeki toksik tesir için medyan toksik
doz deney hayvanlarının %50'sinde uyuma yapan dozu ifade
eder.
• Bir ilacın güvenilir bir ilaç oluşunda rol oynayan faktör, tek
başına medyan letal doz veya medyan toksik doz değildir.
• Bu bakımdan önem taşıyan esas gösterge, tedavi indeksi
(terapötik indeks) diye adlandırılan değerdir.
• Tedavi indeksi hayvan deneylerinde medyan letal
dozun (LD50), medyan tedavi edici (etkin) doza
(ED50'ye) oranıdır:
• Tedavi indeksine, güvenlik indeksi adı da verilir.
• Tedavi indeksi olarak, medyan toksik dozun
(TD50'nin) medyan tedavi dozuna (ED50) oranı da
kullanılabilir
• Tedavide erişilmesi istenilen ideal durum hiçbir
hastada toksik etki oluşturmaksızın ya da çok az
sayıda kaçınılmaz olarak toksik etki oluşmasına
karşılık bütün hastaları tedavi etmektir.
• Bundan dolayı tedavi indeksi olarak TD1/ED99 oranı
yukarıdaki oranlardan daha yararlı olabilir.
• İlaçlar, hastalık tedavisi veya diğer tıbbi amaçlarla
çoğu zaman yinelenen dozlar halinde ve uzun bir süre
kullanıldıklarından bunların subakut (subkronik) ve
kronik toksisiteleri de incelenmelidir.
• Subakut testler için ilaç deney hayvanının ortalama
ömrünün genellikle altıda birine eşit bir süre (sıçan ve
farelerde 90 gün) hergün ve mutad olarak ağızdan
verilir.
• Kronik toksisite incelemeleri aynı şekilde, fakat ilacın
hayvan türünün ömrüne yaklaşık olarak eşit bir süre
(sıçan ve farelerde 2 yıl) vermek suretiyle yapılır
Download