Çift Numaralı Öğrenciler ve 2.Öğretim Öğrencileri

advertisement
I. Genel Prensipler – Kanunlar İhtilafı Hukuku – Milletlerarası Usul Hukuku
Soru 1. Tarafların alacak davası sırasında sergiledikleri tutum ve davranışlardan yola
çıkarak taraflar arasında bir hukuk seçiminden söz edilebilir mi? Tartışınız. (7 puan)
Cevap: Sözleşmelere uygulanacak hukukun öncelikle tarafların karşılıklı anlaşması ile
belirlenmesi olanağı bulunmaktadır. Bu maddi hukuktaki irade serbestîsine paralel bir
düzenlemedir. MÖHUK madde 24 uyarınca, hukuk seçimi ya açık olmalı ya da sözleşme
hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde olmalıdır.
Dolayısıyla kanun koyucu hem açık hem de zımni hukuk seçimini kabul etmiştir
Olayda davacı (A)’nın, Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde Türk Borçlar Kanunu
uyarınca bir alacak davası açması ve davalının Türk Borçlar Kanunu’nun ilgili hükümleri
uyarınca davanın reddini istemesiyle tereddüde yer vermeyecek şekilde bir hukuk seçiminden
söz etmemiz mümkündür. Davada taraflarca mahkemeye sunulan dilekçelerdeki iddia ve
savunmaların sadece bir ülke hukukuna dayanılarak beyan edilmesi, halin şartlarından
tereddüde yer vermeyecek şekilde anlaşılabilen hukuk seçiminin yapıldığını göstermektedir.
Soru 2. Taraflar arasında bir hukuk seçimi bulunmadığı varsayımında; davacı (A) ile
davalı (B) arasındaki alacak davası hangi hukuka göre karara bağlanacaktır?
Açıklayınız. (7 puan)
Cevap: Davacı (A) ile davalı (B) arasındaki ihtilaf bir hisse satım sözleşmesinden
kaynaklanmaktadır. 5718 sayılı MÖHUK’ta hisse devir sözleşmelerinden doğan borç
ilişkilerine ilişkin özel bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle akdi borç ilişkileri
hakkındaki genel düzenleme niteliğinde olan MÖHUK md. 24 uygulama alanı bulacaktır. Bu
düzenlemeye göre taraflar arasında bir hukuk seçimi bulunmaması halinde 4. Fıkradaki
objektif bağlama kuralı uygulanacaktır. Bu kurala göre:
“Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları halinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o
sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun,
sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticari veya mesleki faaliyetler
gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde
yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu
sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak halin bütün
şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması halinde sözleşme, bu
hukuka tabi olur”.
Olayda ticari ve mesleki faaliyet kapsamına akdedilen bir sözleşme bulunmaktadır.
Sözleşmelerde karakteristik edim, sözleşmeye ağırlığını veren, adını veren ve çoğu kez para
ödemesi dışındaki edimdir. Hisse devir sözleşmesinde karakteristik edim borçlusu edimi para
ödemesi olmayan, hissesini devreden (A)’nin edimidir. Dolayısıyla hisse devir sözleşmesinin
ihlali konusunda (A)’nın işyeri/yerleşim yeri hukuku olan ABD hukuku uygulanacaktır. ABD
birden fazla bölgesel birime sahip olduğu için MÖHUK m. 2/5 gereği ABD hukukunun
gösterdiği eyaletin hukuku uygulanacaktır. Tarafların her ikisinin de Türk vatandaşı olmaları
sebebiyle daha sıkı ilişkili hukuk olarak Türk hukukunun uygulanacağı düşünülebilirse de,
tarafların her ikisinin de ABD’de ikamet etmeleri, devredilen hisselerin ait olduğu işletmenin
ABD’de olması, devir sözleşmesinin ABD’de akdedilmesi karşısında Türk hukukunun ABD
hukukuna kıyasla daha sıkı ilişkili hukuk olduğu söylenemez.
Soru 3. Davalı (B)’nin, 2007 tarihli sözleşme ile bağlı bulunmadığına ilişkin itirazı hangi
hukuka göre karara bağlanacaktır? Açıklayınız. (8 puan)
Cevap: Olayda verilen bilgiler ışığında, davalı (B) tarafından “kendisinin 2007 tarihli
sözleşmeyi imzaladığı esnada psikolojik sorunları sebebiyle Illinois Eyalet Mahkemesi
kararıyla kısıtlandığından yaptığı işlemle bağlı bulunmadığı” savunulmuştur. Olaya ilişkin
vasıflandırma yapıldığında davalı (B), hakkında Illinois Eyalet Mahkemesi tarafından verilen
kısıtlandığına ilişkin bir karar olduğunu ve bu karar neticesinde 2007 tarihli sözleşme ile bağlı
bulunmadığı hakkındaki savunması esas itibariyle fiil ehliyetinin bulunmadığına ilişkin bir
savunmadır. 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Milletlerarası Usul Hukuku Hakkında
Kanun (MÖHUK) m. 1’de “Yabancılık unsuru taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve ilişkilerde
uygulanacak hukuk, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, yabancı kararların tanınması
ve tenfizi bu Kanunla düzenlenmiştir” şeklindeki düzenleme ile içerisinde yabancılık unsuru
bulunan işlem ve ilişkilerde MÖHUK’un uygulanacağı belirtilmiştir. MÖHUK m. 2’de de
“Hâkim, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarını ve bu kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku
re'sen uygular” denilerek Türk hâkimine MÖHUK’ta belirtilen kanunlar ihtilafı kurallarını ve
bu kanunlar ihtilafı kurallarına göre belirlenen yabancı hukuku uygulaması re’sen bir
yükümlülük olarak belirtilmiştir.
Olayımıza dönecek olursak, tarafların birden fazla devlet vatandaşlıklarının bulunması,
kısıtlanmaya ilişkin verilen kararın yabancı bir devlet mahkemesi tarafından verilmesi,
uyuşmazlık konusu sözleşmenin ABD’nin Illinois Eyaleti’ndeki noter tarafından
düzenlenmesi, bahse konu sözleşmedeki restoranın yabancı bir devlette bulunması ve aynı
sözleşme uyarınca yapılan ödemenin yabancı para cinsinden yapılması vb. gibi nedenlerle
olayda birden fazla yabancılık unsuru yer almaktadır. Bu nedenle, MÖHUK’un âmir hükmü
doğrultusunda içerisinde yabancılık unsuru olan bu olayda, fiil ehliyetinden doğan
uyuşmazlıklara uygulanacak hususa ilişkin olarak MÖHUK’un ehliyete uygulanacak hukuk
hakkındaki kanunlar ihtilafı kuralının uygulanması gerekmektedir. MÖHUK’un hak ve fiil
ehliyetine uygulanacak hukuku düzenleyen 9. maddesinde; “(1) Hak ve fiil ehliyeti ilgilinin
millî hukukuna tâbidir. (2) Millî hukukuna göre ehliyetsiz olan bir kişi, işlemin yapıldığı ülke
hukukuna göre ehil ise yaptığı hukukî işlemle bağlıdır. Aile ve miras hukuku ile başka bir
ülkedeki taşınmazlar üzerindeki aynî haklara ilişkin işlemler bu hükmün dışındadır. (3)
Kişinin millî hukukuna göre kazandığı erginlik, vatandaşlığının değişmesi ile sona ermez”
şeklinde gerçek kişilerin hak ve fiil ehliyetlerine uygulanacak hukuku düzenleyen kurallar yer
almaktadır. Davalı (B)’nin de 2007 tarihli sözleşme yapıldığı sırada fiil ehliyetinin bulunup
bulunmadığı hususu 9. maddede belirtilen kurallara göre belirlenmelidir. Buna göre, davalı
(B)’nin fiil ehliyeti milli hukukuna göre belirlenecektir.
Olayda verilen bilgiler ışığında, davalı (B)’nin hem ABD hem de Türk vatandaşlığı
bulunduğundan, birden fazla milli hukuku bulunan (B)’nin hangi vatandaşlığının dikkate
alınacağı önem arz etmektedir. Uygulanacak hukukun vatandaşlık esasına göre tayin edildiği
hallerde, birden fazla vatandaşlığın söz konusu olması durumunda hangi vatandaşlığın dikkate
alınacağı hususu MÖHUK m. 4’te düzenlenmiştir. MÖHUK m. 4 uyarınca “Bu Kanun
hükümleri uyarınca yetkili olan hukukun vatandaşlık esasına göre tayin edildiği hâllerde, bu
Kanunda aksi öngörülmedikçe; a) Vatansızlar ve mülteciler hakkında yerleşim yeri,
bulunmadığı hâllerde mutad mesken, o da yok ise dava tarihinde bulunduğu ülke hukuku, b)
Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olanlar hakkında, bunların aynı zamanda Türk
vatandaşı olmaları hâlinde Türk hukuku, c) Birden fazla devlet vatandaşlığına sahip olup,
aynı zamanda Türk vatandaşı olmayanlar hakkında, daha sıkı ilişki hâlinde bulundukları
devlet hukuku, uygulanır.”
Sonuç olarak, olayda verilen bilgilerde davalı (B)’nin hem ABD, hem de Türk vatandaşlığı
bulunması nedeniyle ve MÖHUK m. 4 uyarınca uygulanacak hukukun vatandaşlık esasına
göre tayin edildiği hallerde; birden fazla devlet vatandaşlığı olanlar hakkında ve bu
vatandaşlıklardan bir tanesinin de Türk vatandaşlığı olması durumunda, Türk vatandaşlığının
dikkate alınması gerektiği açıkça düzenlendiğinden, Davalı (B)’nin 2007 tarihli sözleşme ile
bağlı bulunmadığına ilişkin itirazı Türk hukukuna göre karara bağlanacaktır.
Ek olarak, MÖHUK’un 2. maddesinin 3. bendinde “Uygulanacak yabancı hukukun kanunlar
ihtilâfı kurallarının başka bir hukuku yetkili kılması, sadece kişinin hukuku ve aile hukukuna
ilişkin ihtilâflarda dikkate alınır ve bu hukukun maddî hukuk hükümleri uygulanır” şeklinde
düzenlenen ve Milletlerarası Özel Hukuk’ta atıf (renvoi) olarak kabul edilen kural, her ne
kadar uyuşmazlık konusu şahsın hukukuna ilişkin olsa da, uygulanacak hukuk olarak Türk
hukuku belirlenmiş olması nedeniyle olayda dikkate alınmayacaktır.
MÖHUK’ta m. 9’da işlem güvenliği prensibi nedeniyle getirilmiş olan bir diğer düzenleme
ise ikinci bendde yer almaktadır. Buna göre milli hukukuna göre ehliyetsiz olan bir kişi,
işlemin yapıldığı yer hukukuna göre ehil ise yaptığı hukukî işlemle bağlıdır. Böylelikle,
Davalı (B)’nin milli hukuku olan Türk hukuku uyarınca ehliyetsiz olması durumunda, söz
konusu işlemin ABD’de yapılmış olması nedeniyle, ABD hukuku uyarınca (B), sözleşme
akdetme konusunda fiil ehliyetinin bulunması durumunda sözleşme ile bağlı olacaktır. Burada
ise, fiil ehliyetine uygulanacak olan hukukun, yabancı bir devlet hukuku olması nedeniyle atıf
prensibi dikkate alınacaktır.
Soru 4. Davacı (A) ile Davalı (B) arasındaki alacak davasına konu hisse devir
sözleşmesinin şeklen geçerliliği hangi hukuka göre belirlenecektir? Açıklayınız. (7 puan)
Cevap: Olay vasıflandırıldığında, alacak davasına konu ABD’nin Illinois Eyaleti’ndeki
noterde düzenlenen hisse devir sözleşmesinin şekline uygulanacak hukukun tespit edilmesi
söz konusudur. 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Milletlerarası Usul Hukuku
Hakkında Kanun (MÖHUK) m. 1’de “Yabancılık unsuru taşıyan özel hukuka ilişkin işlem ve
ilişkilerde uygulanacak hukuk, Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi, yabancı kararların
tanınması ve tenfizi bu Kanunla düzenlenmiştir” şeklindeki düzenleme ile içerisinde
yabancılık unsuru bulunan işlem ve ilişkilerde MÖHUK’un uygulanacağı belirtilmiştir.
MÖHUK m. 2’de de “Hâkim, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarını ve bu kurallara göre yetkili
olan yabancı hukuku re'sen uygular” denilerek Türk hâkimine MÖHUK’ta belirtilen kanunlar
ihtilafı kurallarını ve bu kanunlar ihtilafı kurallarına göre belirlenen yabancı hukuku
uygulaması re’sen bir yükümlülük olarak belirtilmiştir.
Olayımıza dönecek olursak, tarafların birden fazla devlet vatandaşlıklarının bulunması,
kısıtlanmaya ilişkin verilen kararın yabancı bir devlet mahkemesi tarafından verilmesi,
uyuşmazlık konusu sözleşmenin ABD’nin Illinois Eyaleti’ndeki noter tarafından
düzenlenmesi, bahse konu sözleşmedeki restoranın yabancı bir devlette bulunması ve aynı
sözleşme uyarınca yapılan ödemenin yabancı para cinsinden yapılması vb. gibi nedenlerle
olayda birden fazla yabancılık unsuru yer almaktadır. Bu nedenle, MÖHUK’un âmir hükmü
doğrultusunda içerisinde yabancılık unsuru olan bu olayda, alacak davasına konu hisse devir
sözleşmesine uygulanacak hukuka ilişkin olarak MÖHUK’un “Hukukî İşlemlerde Şekil”
başlıklı 7. maddesinin incelenmesi gerekmektedir. MÖHUK’un 7. maddesinde “Hukukî
işlemler, yapıldıkları ülke hukukunun veya o hukukî işlemin esası hakkında yetkili olan
hukukun maddî hukuk hükümlerinin öngördüğü şekle uygun olarak yapılabilir” şeklinde
kanunlar ihtilafı kuralı tesis etmiştir. Hisse devir sözleşmesi özelinde MÖHUK m. 7
uygulandığında, söz konusu sözleşmenin şeklen geçerliliği sözleşmenin yapıldığı yer veya
sözleşmenin esasına uygulanacak hukuka göre tayin edilecektir. Hisse devir sözleşmesi
ABD’nin Illinois Eyaletinde yapıldığından, ABD maddi hukukuna göre şeklen geçerli ise
Türk hukuku açısından da geçerli olacaktır. Ancak, ABD federal bir devlet olduğundan birden
fazla bölgesel birime ve her bir federe devlette de bağımsız hukuk sistemleri olduğundan
bölgelerarası kanunlar ihtilafı söz konusu olabilecektir. Bölgelerarası kanunlar ihtilafı ile ilgili
olarak MÖHUK’un 2. maddesinin son bendi “Hukuku uygulanacak devlet iki veya daha çok
bölgesel birime ve bu birimler de değişik hukuk düzenlerine sahipse, hangi bölge hukukunun
uygulanacağı o devletin hukukuna göre belirlenir. O devlet hukukunda belirleyici bir hükmün
yokluğu hâlinde ihtilâfla en sıkı ilişkili bölge hukuku uygulanır” şeklinde bölgelerarası
kanunlar ihtilafının söz konusu olduğu durumlarda uygulanması gereken prensibi
düzenlemiştir. Sonuç olarak, sözleşmenin şeklen geçerliliği ile ilgili uygulanacak hukuk ABD
hukuku olarak tespit edildikten sonra ve ABD’de birden fazla hukukun aynı anda geçerli
olması nedeniyle, öncelikle sözleşmenin geçerliliğine ilişkin hangi hukukun tespit edileceği
ABD hukukundaki bölgelerarası kanunlar ihtilafı kuralları uygulanarak belirlenir. Şayet ABD
hukukunda bölgelerarası kanunlar ihtilafı kuralının bulunmaması durumunda, sözleşmenin
Illinois Eyaleti’ndeki noterde düzenlenmiş olması, sözleşme konusu restoranın da aynı
eyalette bulunması gibi nedenlerden dolayı Illinois Eyaleti’nin en sıkı ilişkili bölge olması
nedeniyle bu eyaletin hukukunun uygulanması uygun olacaktır.
Hukukî işlemlerin şekline ilişkin olarak MÖHUK’ta düzenlenen kanunlar ihtilafı kuralında
belirtilen bir diğer bağlama noktası da hukukî işlemin esasına uygulanacak hukuktur. Buna
göre, sözleşmenin şeklen geçerliliği incelendiğinde uygulanacak hukuk olarak tespit edilen bir
diğer hukuk da sözleşmenin esasına uygulanacak hukuka göre belirlenecektir. Taraflar
arasındaki hisse devir sözleşmesinin esasına uygulanacak hukuka ilişkin olarak 1. ve 2. soruda
verilen cevaplar doğrultusunda tespit edilen hukuklara göre de hisse devir sözleşmesinin
şeklen geçerliliği belirlenecektir.
Soru 5. Yargıtay’ın uygulanacak hukukun tespiti ile ilgili olarak verdiği karar
sonucunda yerel mahkemenin bu hukuku yabancı bir devlet hukuku olarak tespit
etmesi durumunda yabancı hukukun temini bakımından Türk hâkimi hangi imkânlara
sahiptir? Açıklayınız. (7 puan)
Cevap: “Yabancı Hukukun Uygulanması” başlıklı MÖHUK’un 2. maddesi uyarınca “Hâkim,
Türk kanunlar ihtilâfı kurallarını ve bu kurallara göre yetkili olan yabancı hukuku re'sen
uygular. Hâkim, yetkili yabancı hukukun muhtevasının tespitinde tarafların yardımını
isteyebilir.” Maddede, Türk kanunlar ihtilafı kurallarına göre tespit edilen yabancı hukukun
“re’sen” uygulanacağı kabul edilmiştir. Böylelikle, Türk hukukunda yabancı hukukun
“hukuk” olarak uygulanması esası kabul edilmiştir. Yabancı hukukun içeriğini tespit etme
yükümlülüğü hâkime re’sen denilerek verilen asli bir görevdir. Muhakkak ki, hâkimin yabancı
hukuku Türk hukukunu bildiği kadar bilmesi beklenemeyecektir. Bu nedenle, MÖHUK’ta
hâkime tarafların yardımını isteyebilme imkânı verilmiştir. Esasen yabancı hukukun belirli bir
hükmüne dayanan tarafın, bu hükmü ve yabancı hukukta nasıl uygulandığını temin ederek
hâkime yardım etmesi doğaldır. Ancak hâkim tarafların bu getirdiği bilgiler, iddia ve ispatları
ile bağlı değildir. Ek olarak, tarafların yabancı hukukun içeriğinin ne olduğu konusunda
yapacakları anlaşma dahi hâkimi bağlamayacaktır. Hâkim kendi araştırmalarına dayanarak
hükmün doğruluğunu araştırır ve araştırmak da zorundadır. Yabancı hukukun içeriğinin temin
edilmesi konusunda uluslararası anlaşmalar bulunmaktadır. Hâkim örneğin, Türkiye’nin de
taraf olduğu Avrupa Konseyi üyesi devletler arasında imzalanan Yabancı Hukuk Hakkında
Bilgi Edinilmesi Hakkında Sözleşme’de belirlenen usuller çerçevesinde yabancı hukukun
içeriği hakkında bilgi edinebilir. Yine hâkim, yabancı ülkedeki Türkiye temsilciliklerine veya
Türkiye’de bulunan yabancı devlet temsilciliklerine başvurarak yabancı hukukun içeriğinin
teminini sağlayabilir. Ek olarak, hâkim yabancı hukukun içeriğinin temini için bu konularda
uzmanlaşmış resmi veya özel kurumlara, örneğin üniversitelerdeki hukuk fakültelerinin
milletlerarası özel hukuk, mukayeseli hukuk uzmanlarına veya enstitülerine başvurabilecektir.
Hâkim, bütün bu araştırmalarına rağmen yabancı hukukun içeriği hakkında bilgi edinememesi
durumunda ise Türk hukukunu uygulayacaktır (MÖHUK m. 2/II). Son olarak yabancı hukuk
hakkında bilgi verilmesi, yabancı ülkelerden delil toplanması ve ülkeler arası tebligat
yapılması konularında devletler arasında iki veya çok taraflı adli yardım anlaşmaları
yapılmaktadır. Bu çerçevede de yabancı hukukun temin edilmesi mümkündür.
Soru 6. Davalı (B)’nin alacak davasında Bakırköy Mahkemeleri’nin yetkisine ilişkin
itirazını tartışarak anlatınız. (7 puan)
Cevap: Türk mahkemelerinin yabancı unsurlu davalarda ne zaman yetkili olacağı meselesi
5718 sayılı MÖHUK’ta düzenlenmiştir. Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini
düzenleyen temel kanun olan MÖHUK’ta konuya ilişkin bir genel kural ve birden çok özel
kural vaz edilmiştir. Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisine ilişkin MÖHUK
kurallarının düzenleniş biçimi itibariyle, yabancılık unsuru taşıyan bir uyuşmazlıkta
milletlerarası yetkiye sahip bir Türk mahkemesi bulunup bulunmadığının belirlenmesinde,
öncelikle milletlerarası yetkiye ilişkin özel kurallara (MÖHUK m. 41-46) bakılması gerekir.
MÖHUK’taki özel yetki kurallarının kapsamına girmeyen uyuşmazlıklar bakımından ise,
MÖHUK m. 40’ta yer alan genel kural gereğince, “iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları”
devreye girecektir. Bu hüküm uyarınca, yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklarda Türk
mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder.
MÖHUK’un 40. maddesi ile milletlerarası yetkiyi de düzenleme görevi verilmiş bulunan iç
hukukumuzdaki yer itibariyle yetki kuralları, başta HMK, TMK ve İİK olmak üzere muhtelif
kanunlarda düzenlenmiştir. Somut olayda, milletlerarası yetkisi sorulan Bakırköy
Mahkemeleri’nde açılan dava bir alacak davasıdır. Davanın konusu olan alacak, (A) ile (B)
arasındaki satım sözleşmesinden kaynaklanmıştır. Dava konusu hukuki işlem Türk
mahkemelerinin milletlerarası yetkisinin özel olarak düzenlendiği MÖHUK’un 41 ila 46.
maddeleri kapsamına girmemektedir. Bu bakımdan Bakırköy Mahkemeleri’nin milletlerarası
yetkisinin, MÖHUK’un 40. maddesinde düzenlenen genel kural uyarınca, iç hukukun yer
itibariyle yetki kurallarına göre belirlenmesi gerekmektedir. Buna göre ilk olarak, HMK’nın
6. ve 9. maddelerinde düzenlenen genel yetki kurallarına bakılacaktır. HMK’nın 6. maddesi
uyarınca, yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklarla ilgili davalar, davalının davanın açıldığı
tarihteki Türkiye’deki yerleşim yeri mahkemesinde veya HMK’nın 9. maddesi uyarınca,
davalının yerleşim yeri belli değilse davalının Türkiye’de mutad meskeninin bulunduğu yer
mahkemesinde açılabilir. Somut olaydaki veriler incelendiğinde, davalı (B)’nin ABD’de
ikamet ettiği belirtilmiş ve davanın açıldığı tarihte Türkiye’de yerleşim yeri veya mutad
meskeni bulunduğuna ilişkin herhangi bir bilgi yer almamıştır. Bu bakımdan, Bakırköy
Mahkemeleri’nin milletlerarası yetkisi HMK’nın 6. ve 9. maddeleri uyarınca tesis
edilememektedir. Davanın konusu ile ilgili olarak bakılması gereken bir diğer yetki kuralı da,
HMK m. 10’da yer almaktadır. HMK’nın 10. maddesine göre, milletlerarası borç akitlerinden
doğan davalar, davalının davanın açıldığı tarihteki yerleşim yerinin yanı sıra, sözleşmenin
Türkiye’de ifa edileceği yer mahkemesinde de görülebilir. Burada sözleşmenin ifa edileceği
yerin tespiti önem taşımaktadır. Tarafların ifa yerini açık veya zımni olarak sözleşmede
kararlaştırmış olmaları halinde, dava taraflarca belirlenen ifa yerinin Türkiye’de bulunduğu
yer mahkemesinde görülebilecektir. İfa yeri taraflarca tayin edilmemişse, ifa yeri esasa
uygulanacak maddi hukuk tarafından belirlenecektir. Bu nedenle, taraflar arasındaki satım
sözleşmesi Türk hukukuna tabi bir sözleşme ise, akdin ifa yeri TBK’nın 89. maddesine göre
belirlenecektir. TBK m. 89’a göre, para borçları alacaklının ödeme zamanındaki yerleşim
yerinde ödeneceğinden, dava konusu para borcunun ifa yeri, alacaklının yerleşim yeri
olacaktır. Somut olayda, taraflarca satım sözleşmesinde ifa yeri kararlaştırılmış olduğuna dair
herhangi bir bilgi verilmemiştir. Taraflar arasındaki sözleşme Türk hukukuna tabi ise, dava
konusu borç para borcu olduğundan, TBK m. 89’a göre ifa yeri alacaklı olan davacı (A)’nın
yerleşim yeri olacaktır. Somut olayda, davacı (A)’nın ABD’de ikamet ettiği belirtilmiş ve
Türkiye’de yerleşim yeri veya mutad meskeni bulunduğuna ilişkin herhangi bir bilgi yer
almadığından, Bakırköy Mahkemeleri’nin milletlerarası yetkisi HMK’nın 10. maddesi
uyarınca da tesis edilememektedir. Taraflar arasındaki sözleşme ABD hukukuna tabi ise,
sözleşmenin ifa yeri ABD eyalet hukukuna göre belirlenecektir. Somut olayda, ABD eyalet
hukukuna göre ifa yerinin neresi olduğuna ilişkin herhangi bir bilgi de verilmemiştir.
Dolayısıyla eldeki veriler ışığında, Türk milletlerarası yetki kuralları uyarınca Türk
mahkemelerinin milletlerarası yetkisi tesis edilememektedir.
Diğer yandan, HMK’nın 19. maddesinde, Türk mahkemelerinin kesin yetkili olduğu haller
hariç olmak üzere, kendisine karşı yetkisiz bir mahkemede dava açılan kişi, en geç cevap
dilekçesinde yetki itirazında bulunmazsa, o mahkemenin yetkisini kabul etmiş sayılacağı
hüküm altına alınmıştır. Bu kural, usule lex forinin hakim olması nedeniyle, milletlerarası özel
hukuk kapsamına dahil davalar bakımından da geçerlidir. Bu nedenle, yetkisiz mahkemede
açılmış davaya karşı süresinde yetki itirazının yapılmamış olması keyfiyeti, HMK’nın 19.
maddesi uyarınca Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini de tesis etmektedir. Yetkisiz
mahkemede açılan davaya karşı en geç cevap dilekçesinde yetki itirazında bulunulmaması
halinde, yetki itirazı davanın ileriki safhalarında yapılamaz ve mahkemece re’sen dikkate
alınamaz. Ayrıca yetki itirazında bulunulurken yetkili mahkemenin gösterilmesi şartı,
milletlerarası yetki bakımından uygulama alanı da bulmamaktadır. Bu bilgiler ışığında somut
olaya bakıldığında, davalı (B)’nin, ilk itiraz süresini geçirerek duruşma sırasında sunduğu
dilekçede ileri sürdüğü yetki itirazı süresinde gerçekleştirilmediğinden mahkeme tarafından
dikkate alınmayacak ve yetkisiz dahi olsa Bakırköy Mahkemeleri alacak davası bakımından
yetkili hale gelecektir.
Soru 7. Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi ihtiyati haciz talebi bakımından
milletlerarası yetkiye sahip midir? Açıklayınız. Taraflarca alacak davasına konu hisse
devir sözleşmesinde Illinois Eyalet Mahkemeleri yetki sözleşmesi ile yetkilendirilmiş ve
ihtiyati haciz talebi alacak davasından önce yapılmış olsaydı, Bakırköy Mahkemesi
ihtiyati haciz kararı bakımından yetkili olur muydu? Tartışınız. (8 puan)
Cevap: Bir davanın uzun sürmesi halinde davalının dava konusu şeyi başkasına temlik etmesi
ya da sahip olduğu malvarlığını çeşitli yollarla kaçırması mümkün olduğundan, davacının
davayı kazanması halinde, dava konusu mala kavuşmasını daha dava sırasında ve hatta
davadan önce güvence altına almaya yarayan tedbirler ihtiyati tedbirler olarak
adlandırılmaktadır. İhtiyati tedbirler esas itibariyle, para alacaklarının teminine yarayan,
ihtiyati haciz (İİK m. 257 vd.) ve para dışındaki çekişmeli hakların muhafazasına, teminine
hizmet eden ihtiyati tedbirler (HMK m. 389 vd.) olmak üzere ikiye ayrılırlar.
İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararları bakımından Türk mahkemelerinin milletlerarası
yetkisine ilişkin olarak, MÖHUK’ta özel bir yetki kuralı bulunmadığından, genel kural olan
MÖHUK m. 40 uyarınca yer itibariyle yetki kurallarına başvurulacaktır. İhtiyati tedbir
kararları bakımından Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisi HMK m. 390’da
düzenlenmiştir. HMK m. 390 uyarınca; ihtiyati tedbir kararı, davanın iki tarafından birinin
talebi ile, davanın açılmasından önce esas hakkında yetkili olan mahkeme tarafından, davanın
açılmasından sonra ise ancak asıl davanın görüldüğü mahkeme tarafından verilebilir. İhtiyati
haciz kararları bakımından Türk mahkemelerinin yetkisi de, İİK m. 258’in İİK m. 50’ye
yaptığı atıfla düzenlenmiştir. İİK m. 50 uyarınca, ihtiyati haciz kararları bakımından
HMK’nın yetkiye dair hükümleri kıyas yolu ile uygulanacaktır.
Sorunun ilk bölümünde, Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin ihtiyati haciz talebi
bakımından milletlerarası yetkisinin incelenmesi gerekmektedir. Somut olayda davacı (A),
Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemesi’ne ihtiyati haciz talebini dava ile birlikte, yani dava
sırasında yönelmektedir. Buna göre, HMK m. 390 uyarınca söz konusu ihtiyati haciz talebi
bakımından, bu talep davanın açılmasından sonra ileri sürüldüğünden, asıl davanın görüldüğü
Türk mahkemeleri yetkili olabilecektir. Asıl dava Bakırköy Asliye Ticaret Mahkemesi’nde
görüldüğünden, dava sırasında ileri sürülen bu ihtiyati haciz talebi bakımından Bakırköy
Mahkemeleri milletlerarası yetkiye sahiptir.
Sorunun ikinci bölümünde, taraflarca alacak davasına konu hisse devir sözleşmesinde Illinois
Eyalet Mahkemeleri yetki sözleşmesi ile yetkilendirilmiş ve ihtiyati haciz talebi alacak
davasından önce yapılmış olsaydı, Bakırköy Mahkemesi’nin ihtiyati haciz kararı bakımından
yetkisi incelenmelidir. Bu ihtimalde HMK m. 390 uyarınca söz konusu ihtiyati haciz talebi
davanın açılmasından önce ileri sürüldüğünden, esas hakkında yetkili olan Türk mahkemeleri
yetkili olabilecektir. Ancak bu ihtimalde, tarafların dava konusu hisse devir sözleşmesinde
sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlıklar bakımından Illinois Eyalet Mahkemeleri’ni
yetkilendirdikleri bilgisi verilmiştir. Yabancılık unsuru içeren ihtilaflarda, taraflarca yabancı
bir ülke mahkemesinin yetki anlaşması ile yetkilendirilmesi halinde, MÖHUK m. 47
uyarınca, yetkilendirilen bu yabancı mahkemenin yetkisinin münhasır olduğu ve ancak bu
yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz görmesi veya Türk mahkemelerinde açılan davada
Türk mahkemesinin yetkisine söz konusu yetki anlaşmasına istinaden bir yetki itirazında
bulunulmaması hallerinde Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkili olabileceği hüküm
altına alınmıştır. Bu durumda, taraflarca alacak davasına konu hisse devir sözleşmesinde
Illinois Eyalet Mahkemeleri yetki sözleşmesi ile yetkilendirilmiş ve ihtiyati haciz talebi alacak
davasından önce yapılmış olması ihtimalinde, HMK m. 390 uyarınca Bakırköy 4. Asliye
Ticaret Mahkemesi esas hakkında yetkili mahkeme olmayacağından, Bakırköy
Mahkemesi’nin ihtiyati haciz kararı verme bakımından da milletlerarası yetkiye sahip
olmadığı sonucuna ulaşılacaktır.
Ancak HMK m. 390’da yer alan ve davanın açılmasından önce yapılan ihtiyati tedbir talepleri
bakımından esas hakkında yetkili olan mahkemenin yetkili olabileceğine ilişkin bu hüküm,
somut olaydaki gibi esas hakkında yetkili bir Türk mahkemesinin bulunmaması halinde Türk
mahkemelerinin ihtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kararı verme yetkisinin ortadan kaldırılmış
olması ve yabancı mahkemeler tarafından verilecek kesin hüküm kuvvetinde bulunmayan bu
geçici tedbir niteliğindeki kararların tanınması ve tenfizinin mümkün bulunmaması ve sonuçta
alacaklının alacağına kavuşma imkânının tehlikeye düşürülmesi sebebiyle eleştirilmektedir.
Doktrinde, HMK m. 390’nın milletlerarası usul hukukunun yetki sistemi, mantığı ve amacı
bakımından bu şekilde yorumlanması ve uygulanmasının hukuken doğru olmadığı ve bu
nedenlerle HMK m. 390 hükmünün, sadece ülke içi davalar bakımından uygulanması ve yetki
sözleşmesi ile yabancı bir devlet mahkemesinin yetkilendirildiği ve böylece Türk
mahkemelerinin yetkisinin kalktığı davalar bakımından, HMK m. 389 vd. düzenlenen
şartların oluşması halinde alacaklının, gerek yabancı devlet mahkemelerinden dava açmadan
önce gerek açıldıktan sonraki safhada Türk mahkemelerinin geçici tedbir kararları alabileceği
şeklinde eskiden beri var olan uygulamanın devam etmesi ve en kısa zamanda da
milletlerarası usul hukukunun mantığına ve uygulamasına uymayan bu HMK m. 390
hükmünün bu davalar bakımından değiştirilmesinin zorunlu olduğu savunulmaktadır.
Bu zorunlu yorumun neticesi olarak, HMK m. 397’nin “ihtiyati tedbir kararı dava
açılmasından önce verilmişse, tedbir talep eden, bu kararın uygulanmasını talep ettiği tarihten
itibaren iki hafta içinde esas hakkındaki davasını açmak ve dava açtığına ilişkin evrakı, kararı
uygulayan memura ibrazla dosyaya koydurtmak ve karşılığında bir belge almak zorundadır.
Aksi halde tedbir kendiliğinden kalkar” hükmü uyarınca, yetki sözleşmesi ile yabancı
mahkemenin yetkilendirildiği ihtilaflarda yetkili yabancı devlet mahkemesinde davasını
açmadan Türk mahkemelerinde ihtiyati tedbir kararı alan davacının, ihtiyati tedbir kararından
itibaren iki hafta içinde yetki sözleşmesi ile münhasır yetki kazanan ve ihtilaf konusu davada
esas yetkili olan yabancı mahkemede davasını açması ve dava açtığına ilişkin evrakı, kararı
uygulayan memura ibraz ederek dosyaya koydurtması ve karşılığında da bir belge alması
zorunludur. Münhasır yetkiye sahip yabancı devlet mahkemesinde asıl davanın iki hafta
içinde açılmaması halinde Türk mahkemesinin verdiği ihtiyati tedbir kararı kendiliğinden
kalkacaktır.
Soru 8. Illinois Eyalet noterliğince düzenlenen 2006 ve 2007 tarihli sözleşmelerin
Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesince Türk hukukuna göre “noter senedi” olarak
kabul edilebilmesi hangi şartlarla ve ne şekilde mümkündür? Açıklayınız. (6 Puan)
Cevap: Yabancı ülkede düzenlenen belgeler, belgeyi düzenleyen kişilerin sıfat ve görevlerine
göre “özel” veya “resmi” belge olmaktadır. Yabancı noterliklerce düzenlenen noter
senetlerinin Türk mahkemelerinde görülmekte olan bir davada “resmi belge” vasfını taşıması
ve “kesin delil” kuvvetine sahip olabilmesi, HMK’nın 224. Maddesinde veya Türkiye’nin de
taraf olduğu Yabancı Resmi Belgelerin Tasdik Mecburiyetinin Kaldırılmasına İlişkin 1961
tarihli La Haye Sözleşmesinde öngörülen usule göre tasdik edilmesiyle mümkündür. Yine, bu
sözleşme dışında Türkiye birçok devletle akdetmiş olduğu iki taraflı adli yardım anlaşmaları
akdetmiştir. Bu anlaşmalarda, diplomasi veya konsolosluk memurlarınca düzenlenen belgeler
tasdikten muaf tutulmuştur.
HMK m. 224’e göre, yabancı devlet makamlarınca düzenlenen resmi belgelerin Türkiye’de
resmi belge vasfına sahip olabilmesi ve Türk mahkemelerinde görülmekte olan davalarda
kesin delil olarak kullanılabilmesi için bu belgenin verildiği devletin yetkili makamı veya
ilgili Türk konsolosluğu tarafından onaylanması gerekmektedir.
1961 Tarihli La Haye Sözleşmesi, yabancı ülkelerde düzenlenen resmi belgelerin bu
ülkelerdeki Türk konsolosluk veya siyasi memurlarınca onaylanması mecburiyetini ortadan
kaldırmıştır. Sözleşmenin kapsamına giren belgelerin diğer âkit ülkelerde ispat vasıtası olarak
kullanılabilmesi için, düzenlendiği ülkenin yetkili makamı tarafından “apostille şerhi (tasdik
şerhi) gerekir. Bu şerh, HMK’nın 224. maddesindeki Türk konsolosluk makamının onayı
yerine geçmektedir. Sözleşmenin 1. maddesine göre noter senetleri de resmi belge
sayıldıklarından Illinois Eyalet noterliğince düzenlenen noter senetlerinin apostille şerhi ile
tasdik edilmesi mümkündür.
Bu iki usulden birine göre onaylanan Illinois Eyalet noterliğince düzenlenen senetlerin Türk
mahkemelerinde görülmekte olan bir davada ispat vasıtası olarak kullanılabilmesi için bu
onay işlemi veya apostille şerhi tek başına yeterli değildir. Söz konusu noter senetlerinin,
Türkiye’deki veya yurtdışındaki yeminli tercümanlar tarafından Türkçeye tercüme edilmesi
gerekmekte, ardından tercümelerin tercümanın bağlı bulunduğu noter tarafından veya
yurtdışında ise ilgili konsolosluk tarafından onaylanması gerekmektedir.
Illinois Eyalet noterliğince düzenlenen noter senetleri, yukarıdaki usulün izlenmesi kaydıyla
Türk hukukun bakımından da bir noter senedi vasfına sahip olabilir ve görülmekte olan
davada kesin delil olarak kullanılabilir.
Soru 9. Davalı (B)’nin, kısıtlandığına ilişkin sunduğu Illinois Eyalet Mahkemesi
kararının Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesince kesin delil olarak dikkate alınması
mümkün müdür? Açıklayınız. (7 Puan)
Cevap: Yabancı mahkeme kararlarının Türk hukukunda hüküm doğurması, yabancı kararın
niteliğine göre ya tanınmasına veya tenfizi ile mümkündür. Yabancı mahkeme kararlarının bir
Türk mahkemesi kararı gibi hüküm ve sonuç doğurabilmesi için yerel mahkemelerce tanıma
veya tenfiz kararı verilmesi mümkündür.
Genel olarak mahkeme kararları, kesin hüküm kuvveti ve icra edilebilirlik olmak üzere iki tür
sonuç doğurur.
Tanıma, yabancı bir mahkeme kararının kesin hüküm kuvvetinin yabancı bir ülkede de
kabulüdür. Bir hukuki ilişkinin veya hakkın varlığına veya yokluğuna ilişkin bir karar elde
etmek için açılan dava sonucunda verilen “tespit kararları” ve maddi hukuka ait bir durumun
kurulması, değiştirilmesi veya ortadan kaldırılması için ilgili kişilerin iradelerinin yeterli
olmaması ve dava yoluna başvurulmasının gerekli olduğu hallerde açılan dava sonucunda
verilen “inşaî (yenilik doğurucu) kararlar” niteliği itibariyle cebri icraya konu olmayan
kararlardandır. Bu tür bir yabancı mahkeme kararının Türk hukukunca kesin hüküm
kuvvetinin kabul edilmesi ve Türk mahkemelerinde görülmekte olan davalarda kesin delil
olarak dikkate alınabilmesi söz konusu kararın tanınmasıyla mümkündür.
Kesin hüküm kuvvetine sahip olmakla beraber aynı zamanda icra edilebilir nitelikte hükümler
ihtiva eden yabancı mahkeme kararının Türkiye’de icra edilebilmesi için tenfiz edilmesi
gerekmektedir. Özel hukuka ait bir talebin ileri sürülmesi sonucunda mahkemenin bir edimin
yerine getirilmesini, ifa edilmesini emretmiş olması halinde verilen kararlara Türk hukukunda
“eda kararları” denilmektedir. Yabancı mahkemece verilmiş karar, bir şeyin verilmesine,
yapılmasına veya yapılmamasına ilişkin bir eda kararı niteliğinde ise, yabancı mahkemece
ulaşılmış kesin hükmün tanınması tek başına yeterli değildir. Zira eda kararları, hem kesin
hüküm kuvveti hem icra edilebilirlik vasfı taşır ve bu tür kararların davacının hukuki
bakımdan tatmini için ayrıca icra edilmesi gerekmektedir. Bu da sadece tenfiz kararı ile
mümkündür.
Olaya dönecek olursak, Illinois Eyalet Mahkemesince verilen kısıtlılık kararı, davalı (B)’nin
fiil ehliyetinin sınırlandırılması sonucu doğuran bir karar niteliğindedir. Bu nedenle kısıtlıklık
kararı, maddi hukuka ait bir durumun kurulması veya değiştirilmesine ilişkin verilen inşai
(yenilik doğurucu) nitelikte bir karardır. Dolayısıyla, Illinois Eyalet mahkemesince verilen
kararın Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesinde görülmekte olan davada kesin delil olarak
kullanılabilmesi için, bu kararın tanınması gerekmektedir.
Soru 10. (A)’nın Bakırköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açtığı davada teminat
yatırma yükümlülüğü bulunmakta mıdır? Açıklayınız. (6 Puan)
Cevap: Yabancılık unsuru içeren davalarda teminat yatırma yükümlülüğüne ilişkin iki yasal
düzenleme bulunmaktadır. Bunlardan ilki MÖHUK m. 48 olup yabancı gerçek veya tüzel
kişilerin teminat gösterme yükümlülüğünü düzenlemektedir. İkincisi ise, Türkiye’de mutad
meskeni bulunmayan Türk vatandaşlarının teminat gösterme yükümlülüğünü düzenleyen
HMK’nın 84 vd. maddeleridir.
MÖHUK m. 48’e göre, Türk mahkemelerinde dava açan, davaya katılan veya icra takibinde
bulunan yabancı gerçek veya tüzel kişiler, yargılama ve takip giderleriyle karşı tarafın zarar
ve ziyanını karşılamak üzere mahkemenin belirleyeceği teminatı göstermek zorundadırlar.
HMK’nın 84/1-a maddesinde ise, Türkiye’de mutad meskeni olmayan Türk vatandaşının dava
açması, davacı yanında davaya müdahil olarak katılması veya takip yapması halinde, davalı
tarafın muhtemel yargılama giderlerini karşılamak üzere teminat yatırması gerektiği
belirtilmiştir.
Olaya dönecek olursak, dava açan (A), çifte vatandaşlığa sahiptir. Bu vatandaşlıklarından biri
de Türk vatandaşlığıdır. Dolayısıyla (A)’nın teminat gösterme yükümlülüğünün bulunup
bulunmadığı MÖHUK m. 48’e göre belirlenemeyecektir. Olaydaki verilerden hareket edecek
olursak, davacı (A) ABD’de ikamet etmektedir ve Tükiye’de mutad meskene sahip değildir.
Dolayısıyla (A)’nın teminat gösterme yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı HMK m. 84 vd.
hükümlerine göre belirlenecektir.
Teminat, dava şartları arasında sayılmıştır (HMK m. 114). Bu itibarla HMK m. 84’te
öngörülen teminatın davanın her aşamasında hâkim tarafından re’sen nazara alınacaktır.
II. Vatandaşlık Hukuku – Yabancılar Hukuku
Soru 1. Bay (A)’nın Türk vatandaşlığından kendi isteğiyle ayrılması mümkün müdür?
Şartları ile açıklayınız. (5 puan)
Cevap: Bay (A)’nın Türk vatandaşlığından kendi isteğiyle ayrılması için “çıkma izni” alması
gerekmektedir. Bay (A)’nın çıkma yoluna başvurması için ergin ve ayırt etme gücüne sahip
olması gerekmektedir. Buna ek olarak Bay (A), yabancı bir devlet vatandaşlığını kazanmış
olmalı veya kazanacağına ilişkin inandırıcı belirtiler bulunmalıdır. Ayrıca Bay (A),
Türkiye’de herhangi bir suç veya askerlik hizmeti nedeniyle aranan kişilerden olmamalı ve
hakkında herhangi bir mali veya cezai tahdit bulunmamalıdır.
Soru 2. Tekrar Türk vatandaşı olmak isteyen Bay (A), Türk vatandaşlığını en kolay
hangi hukuki yola başvurarak kazanabilir? Açıklayınız. (5 puan)
Cevap: Tekrar Türk vatandaşı olmak isteyen Bay (A) Türk vatandaşlığını en kolay “Türk
vatandaşlığının yeniden kazanılması yoluna” başvurarak kazanabilir. Türk Devletinden izin
almak suretiyle vatandaşlıktan çıkan eski Türk vatandaşları, yeniden vatandaşlığa dönmek
istemeleri halinde Türkiye’de ikamet etme şartı aranmaksızın İçişleri Bakanlığının kararı ile
yeniden Türk vatandaşlığına alınabilirler. Ancak Türk vatandaşlığına yeniden başvurmak
isteyen kişinin milli güvenlik bakımından herhangi bir engelinin bulunmaması gerekmektedir.
Soru 3. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 66. Maddesinde yer alan “Türk
vatandaşlığı” kavramını yorumlayınız. Soruyu kendi görüşleriniz doğrultusunda,
gerekçeli olmak kaydıyla, özgürce cevaplandırınız. Düzgün gerekçeyle savunulan her
görüşe tam puan verilecektir. (5 puan)
Cevap: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 66. maddesinde yer alan “Türk vatandaşlığı”
kavramını, kendi görüşleri doğrultusunda, gerekçeli olmak şartıyla, açıklayan herkese 5 puan
verilmiştir.
Soru 4. Bayan (B)’nin Türkiye’de hukuka uygun olarak kalabilmesi için alması gereken
iznin türü ve şartları nelerdir? Belirtiniz. (5 puan)
Cevap: Bayan (B) Aile İkamet İzni almalıdır. Aile ikamet izni, YUKK’un destekleyici sıfatı
verdiği kişilere bağlı olarak kazanılır. YUKK m. 34/1 uyarınca destekleyici sıfatını, Türk
vatandaşları, TVK m. 28 uyarınca çıkma izni alarak Türk vatandaşlığını kaybeden yabancılar,
ikamet izin türlerinden birine sahip yabancılar ile mülteci ve ikincil koruma statüsüne sahip
yabancılar haizdir. Aile ikamet izni destekleyicinin eşine, kendisinin veya eşinin ergin
olmayan çocuğuna, kendisinin veya eşinin bağımlı çocuğuna her defasında 2 yılı aşmayacak
şekilde verilebilir. Her hâlükârda destekleyicinin ikamet izni süresini aşamaz. YUKK m.
35’de destekleyicide aranan şartlar sayılmıştır. Bunlar, destekleyicinin toplam gelirinin asgari
ücretten az olmaması, Türkiye’de en az bir yıldır ikamet izniyle kalıyor olması (bu şart çıkma
izni ile Türk vatandaşlığını kaybeden yabancılar için aranmaz) ve aile üyelerinin destekleyici
ile birlikte yaşıyor olması veya birlikte yaşama niyeti taşıması gerekir.
Olayda Bay (A) çıkma izni ile Türk vatandaşlığından ayrılan bir yabancı olduğu için
destekleyici sıfatını haizdir. Ayrıca bu yabancılara bağlı olarak alınacak ikamet izinlerinde,
Türkiye’de bir yıldır ikamet ediyor şartı da aranmayacağı için, Bayan (B) eşine bağlı olarak
aile ikamet izni alabilir.
Bu soruda ayrıca kısa dönem ikamet izni yazan öğrencilere de cevaplarının gerekçeli ve
açıklamalı olmaları halinde puan verilmiştir.
Soru 5. Bayan (B)’nin Türkiye’de hukuka uygun olarak çalışabilmesi için başvurması ve
izlemesi gereken hukuki prosedürü açıklayınız. (5 puan)
Cevap: Yabancıların Türkiye’de kanunun kendilerine men etmediği işlerde hangi şartlarda
çalışabileceği 4817 sayılı Yabancıların Çalışma İzinleri Hakkında Kanun’da düzenlenmiştir.
YÇİHK m. 4 uyarınca Türkiye’nin taraf olduğu ikili ya da çok taraflı sözleşmelerde aksi
öngörülmedikçe, yabancıların Türkiye’de bağımlı ya da bağımsız çalışmaya başlamak için
izin almaları gerekmektedir.
Çalışma izni başvuruları yurtdışından veya yurtiçinden yapılabilir. YÇİHK m. 12’ye göre
yurtdışından yapılan başvurular, başvuranın bulunduğu ülkedeki Türkiye Cumhuriyeti
konsolosluklarına yapılır. Konsolosluk bu başvuruları doğrudan Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanlığı’na iletir. Bakanlık, ilgili mercilerin de görüşünü alarak YÇİHK m. 14 uyarınca
karar verir. Eğer çalışma izni verilirse bu aynı zamanda ikamet izni yerine de geçecektir.
Yabancı çalışma izninde belirtilen süre kadar Türkiye’de ikamet edip çalışabilir. Ayrıca
YUKK m. 12(b) uyarınca çalışma izni alan yabancılar, Türkiye’ye girişte vizeden muaf
tutulmuşlardır.
Çalışma izni başvurularının yurtiçinden de yapılması mümkündür. Ancak bunun için
yabancının en az 6 aylık geçerli bir ikamet izni bulunması ve ikamet izninin süresinin sona
ermemiş olması gerekir. Başvuru, yabancı veya işvereni tarafından doğrudan Çalışma ve
Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na yapılır. YUKK m. 27 uyarınca yurtiçinden çalışma izni almış
olan yabancıların da çalışma izinleri ikamet izni sayıldığından, çalışma izinleri süresince
tekrar ikamet izni almalarına gerek yoktur.
Olayda Bayan (B) eşine bağlı olarak aile ikamet izni ile Türkiye’de ikamet ettiği için bizzat
veya işvereni vasıtası ile yurtiçinden doğrudan çalışma izni almak üzere Çalışma ve Sosyal
Güvenlik Bakanlığı’na başvurabilecektir.
Soru 6. 6548 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu ve ilgili mevzuata göre,
sınır bölgelerimize gelen Suriye vatandaşlarının hukuki statüsünü değerlendiriniz. (5
puan)
Cevap: Geçici Koruma kapsamında değerlendirilebilir. YUKK m. 91/1’e göre, ülkesinden
zorla ayrılan ve geri dönemeyen ancak acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak
sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara sağlanan koruma, geçici korumadır.
Geçici korumanın uluslararası korumadan en önemli farkı, bu kişilerin kitlesel koruma
talebinde bulunması ve korumanın geçici olmasıdır. Geçici koruma, YUKK’da uluslararası
koruma olarak düzenlenmemiştir, sadece sayılan bu haller için ayrı bir statü olarak
düzenlenmiştir. Geçici koruma, uluslararası koruma talep edebilmek için gerekçe oluşturmaz.
Ayrıca bu kişiler Türkiye’de geçici olarak bulundukları için bu kişilerin Türkiye’de
bulundukları süre ileride YUKK’da yer alan ikamet izinlerinden birini talep etmelerinde bir
etkisi olmaz. Geçici koruma kapsamında Türkiye’de kalış süreleri, ikamet izni için geçiş
hakkı doğurmaz. Geçici korumadan yararlananların Türkiye’de çalışabilmeleri için çalışma
izni almaları zorunludur. Eğer çalışma izni alırlarsa bu izin ikamet izni yerine geçmemektedir.
(Geçici Koruma Yönetmeliği m. 29)
Download