SIRET SEMPOZYUMU TURKIYE`DE SIRET YAZlCILlGI

advertisement
İSLAM T ARİHÇİLERİ
TDV İSLAM AŞTIRMALARI
DERNEGİ
MERKEZi
,...
SIRET SEMPOZYUMU
-I.
"
TURKIYE'DE SIRET YAZlCILlGI
..
'-'
İSAM KONFEREANS SALONU
16-17 EKİM 2010
Yayma Hazırlayan:
Yard. Doç. Dr. Tahsin KOÇYİGİT.
Ankara - 2012
Siret Sempozyumu 1381
4.0TURUM
Prof. Dr. Hüseyin Algül (Oturum Başkanı): Muhterem
dinleyenler. Kıymetli dostlar. Siret Sempozyumumuzun ilk gününün
sonuncu oturumunu açıyorum. Bu otorumun çerçeve adı "Siret
Eleştirisi".
Ancak
ondanönce
sempozyumun
Yazıcılığının
organizasyonunda emeği geçen sayın Prof. Dr. Mehmet Şeker' e ve
sayın Yard.Doç.Dr. Tahsin Koçyiğit' e kardeşime teşekkür ediyorum.
Ayrıca TDV ve İSAM yetkililerine de şükranlarımı arz ediyorum. İlk
tebliğci hocamız Sayın Doç. Dr. Mustafa Demirci. Tebliğinin başlığı
"Hz. Peygamberin Nübüvvet Öncesi Hayatının Anlatırnma Eleştirel
Bir Yaklaşım". Diğer tebliğeilerimiz Yard. Doç. Dr. Bekir Zakir
Çoban ve Prof. Dr. M. Ali Büyükkara hocamız onu izieyecek Süreniz
yirmişer dakika.
Daha az tutariarsa memnun oluruz. Hem
konuşmacılanmız hem de dinleyiciler açısından zihin yorgunluğu
oldu. Bu yüzden insaniann sabnnı fazla zorlamamak ve sözü
uzatillamak adına derhal sözü Mustafa bey kardeşime bırakayım.
Evvel Allah Mustafa bey tebliğini on beş dakikada tamamlar.
Buyurun!
HZ. PEYGAMBER'İN NÜBÜVVET ÖNCESi HAYATININ
ANLATlMINA ELEŞTiREL BİR YAKLAŞlM
Doç. Dr. Mustafa Demirci*
Hz. Peygamber'in Nübüvvet öncesi hayatına ilişkin anlatılan
hemen bütün olaylar, mucizevf bir olağanüstülük içinde
sunulmaktadır. Öyle ki Peygamber olduktan sonra sanki bu mucizevf
olaylar azalmış gibidir. Medine devri hayatında bu tür olaylar
mucizeler ile sınırlıdır. Nesebi, dedesi ve babası ile ilgili anlatılanlar,
müşrik Mekke toplumunda değil de bir peygamberin mucizeleri
• Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü- Konya.
382 1Siret Sempozyumu -1-
gibidir. Doğduğu gece vuku bulduğu rivayet edilen olayların hepsi
simgesel bir anlatım ve edebi bir metin olmasına rağmen, bizim Siyer
yazımında gerçek olaylarmış gibi yerleşmiştir. Hz. Peygamber 'in
çocukluk yıllarına dair anlatılan göğsünün yarılması, Rahip Bahfrii
olayı da tarihçiZilik bakımından ispatı zor konu/ardır. Muhtemelen
daha sonraki dönemdeki dinler arasındaki tartışmalar içinde
kurgulanmış o/aylardır.
Bu tebliğde Türkiye 'de yazılmış siyer kitaplarından örnekler
verilerek, siyer yazımının ve bunun üzerinden kurulan dini söylemin
bir eleştirisi yapılacaktır. Ayrıca hem akademik standartlardan ödün
vermeden, hem de geniş kitlelerin· an!ayabileceği daha gerçekçi bir
siyer yazımının imkanları tartışılacaktır.
Siyer kaynaklannda ve muasır Siyer kitaplannda Hz.
Peygamber'in nübüvvet öncesi hayatına dair aktanlan rivayetlerin
tamamında
olağanüstü
olaylar geçmektedir. Özellikle Hz.
Peygamber'in olağanüstülüğünü vurgulamak amacıyla aktanlan
rivayetler sahanın uzmanlan arasında eskiden beri tartışma konusu
olagelmiştir. Öyle ki Hz. Peygamber'in atalan, dedesi, babası gibi
İslam öncesinde yaşamış insanlara dair olaylar dahi aynı şekilde
olağanüstülükler içinde sunulmuştur. Halbuki Risalet geldikten
sonraki hayatı daha beşeri ve insani yönü öne çıkan unsurlardan
oluşur. Bu dönemde Hz. Peygamber'in gösterdiği mucizeleri ise zaten
herkes tarafindan mucize olarak görülmüş, bunun dışında bir insan
olarak karşımıza çıkar. Hz. Peygamber'in peygamberliğinden dolayı
kazandığı "ismet" sıfatı ile ilgili özellikler, Risaletin verildiği tarihten
itibaren başlatınak yerine, "doğıımundan itibaren, hatta babasının
alnında bir nur vardı, evlendikten sonra bu nur Arnine'ye geçti"
türünden ifadelere ve nesebi ile ilgili rivayetlere bakılırsa,
dağlımundan önce başlamış görünüyor. Elbette Peygamberlerin
Risalet öncesinde de isınet sıfatını taşıyıp-taşımadıklan konusunda
İslam kelamcılannın farklı görüşleri bulurımaktadır. Ancak bu 1
özelliğin her zaman ve her olayda, etrafindakiler tarafindan rahatça
Siret Sempozyumu 1383
fark edilecek derecede, nübüvvet alametlerinin zahir olduğunu
söyleyebilmek için, en azından tarih biliminin ispat metoduna bağlı
sağlam ve güvenilir verilere dayanmak gerekir. Bu tebliğimizde Hz.
Peygamber'in ''Risalet" öncesi dönemine ilişkin anlahlan rivayetleri
tarih metodolojisinin ilkelerine bağlı kalarak metin tenkidine tabi
tutacağız.
A-Siyer Yazımının
Gelişimini
Belirleyen Dinamikler:
ilk asırdan itibaren gelişimi takip
ilerledikçe konu başlıklarının muhtevasında bir
genişleme ve zenginleşme olduğu dikkat çeker. Bu genişleme yeni
bilgilerin ortaya çıkması kadar, içinden geçilen şartlara bağlı da
artmaktadır. Mesela; Hz. Peygamber'in doğduğu gece vuku bulduğu
söylenen olaylar İbn Hişam'da sadece Hz. Peygamber'in annesinin
gördüğü rüya ile sınırlı iken, İbn Sa'd'da alh olağanüstü olay
sıralanmakta, XI. Asırda eser yazan Şaı:nl'ye gelindiğinde bu sayı 19'a
çıkmaktadır (Özdemir, 2007, 135). Bu durunı zorunlu olarak bizleri
Siyer edebiyalının gelişimini dikkatlice incelemeye ve bu süreci
belirleyen dinamikleri ortaya koymayı gerekli kılmaktadır.
Siyer
yazımında konularının
edildiğinde, yüzyıllar
İlk devir Siyer yazımı müstakil bir disiplin olarak değil, daha çok
bir yan sektörü olarak gelişti; hadisçilecin
ile ilgili derlemeleri Siyer yazıcılığının
temelini oluşturdu. Ayrıca Hadisçiler tarafından rivayet bakımından
zayıf bulunan fakat ihtiva ettiği haberlerin tarihi öneminden dolayı
siyer ve tarih yazımında kullamlmakta beis görülmeyen rivayetlerin de
kullamlması ile gelişnıiştir. Dolayısıyla işin başından itibaren siyer
yazıcılığı kendi geliştirdiği metotlara bağlı işleyen müstakil bir
disiplin olarak değil, daha sonraki gelişim aşamalarında da olduğu gibi
Hadis, Kelam gibi bilimlerin etkisinde gelişnıiştir. Siyer kitaplarında
kullamlan bilgilerin her ne kadar rivayet tenkidi yapılmış görünse de,
ciddi anlamda rivayet ve metin tenkidinden geçmemiş malzemelerden
oluşturulmuş bir literatür ortaya çıkmıştır. Bu edebi formun
şekillenmesinde Cahiliye Arapları arasında yaygın olan "Eyyiimu '!Hadis
derlemeciliğinin
"Meğazi"
ve "Siyer"
konuları
384 1 S iret Sempozyumu -I-
Arab" ve "Kıssa" geleneği de etkili olmuştur. Nitekim İbn İshak
nübüvvet öncesi olaylan anlatırken sık sık kıssa kelimesini kullanması
bu etkileşimi gösterir. Bu gelenek, konulan cazip kılmak için doğru
yanlış dikkat etmeden pek çok şiire ye,r verir. İbn İshak bu haberlerin
sahihliği konusunda kendisi de şüphe içinde olduğunu vurgulamak
için "Ff ma yez 'imiine" "Gfle" "Vallahu A '/em" gibi ifadelerle
şüphesini dışa vurmuştur (Horovitz, 87). İbn Hişam, İbn-i İshak'ın
eserlerinden faydalanırken, bu yüzden sert eleştiriler alan ve tenkide
uğrayan bu şiir ve İsrailiyyat türü haberleri elemeye tabi tutmuştur
(Özdemir, 133).
Siyer yazımını etkileyen ikinci aşama ise İbn Sa' d ile başlar. Bu
dönem İslam dünyasının farklı din, mezhep ve felsefi akırnla
yüzleştiği ve aralannda dini ve felsefi akımlann meydana geldiği bir
devirdir. Özellikle tannyı kabul edip, nübüvveti gereksiz gören
Brahmanlar, Deistler ve Hz. Muhammed'in Peygamberliğini reddeden
değişik dini gruplar ile Müslümanlar arasında tartışınalann
yoğunlaştığı bir dönemdir. Nübüvvetin ispatı konusu Müslümanlar
için hayati bir prqblem haline geldi. Bu meydan okumalar karşısında
Müslüman çevrelerden nübüvvetin ispatı için iki türlü tavır gelişti; ilki
Peygamberlik müessesesini akli temellere dayandırarak ispatlamaya
çalışan eserler yazıldı. Bu eserler daha çok kelam ve felsefi metodu
kullanır. Bu eserler Hicri II.NIII. yüzyılın ikinci yansında başlayıp
IILI IX. ve IV./ X. yüzyıllarda etkisini sürdürdüğü kabul edilen
zındıklık ve ilhiid hareketlerine karşı yazılmıştır.
İkincisi Peygamberin ta başından beri zaten sıra dışı ve
olağanüstü
özellikleri olan birisi olduğunu ve onun Peygamberliğini
mucizeler ve olağanüstü olaylar ile ispatlamaya çalışan
eserlerdir. Böylece şeytan, cin ve melekler gibi konulann bolca yer
aldığı Delail, Şernail haberlerine öncelik veren biı:. siyer ortaya
çıkmıştır. Bu edebiyatın ana maksadı bir peygamberin bizzat
gösterdiği veya pe.ıgamberliğine ala:met olmak üzere kendisi dışınd/i
meydana gelen tabiarnstü olaylan, peygamberin getirdiği ilkeleri ilıni
gösterdiği
Siret Sempozyumu 1385
tahlillere tabi tutarak bunlann ilahi kaynaklı olduğunu, dolayısıyla o
peygamberin de hak peygamber olduğunu ispatlamaktır.
Peygamberlerin gerçekleştirdiği tabiatüstü olaylar, benzerlerini
meydana getirme açısından muhataplarını aciz bıraktıkları için
mucize, nübüvveti kanıtladıkları için de delil-delail diye adlandırılır.
İslam alirnleri, mutlak olarak nübüvvet müessesesini ve özellikle Hz.
Peygamber'in nübüvvetini ispatlamak amacıyla yazdıkları bu tür
eseriere A 'ltimü'n-niibiivve yanında Deltiilü'n-nübüvve adını verirken;
kutsal kitaplarda veya o devride yaşamış bir takım keşişlere doğan
ilhamlarda Hz. Muhammed'in geleceğini müjdeleyen rivayetleri
derleyen eseriere Beştiirü'n-niibüvve denilmiştir. Ancak bu eserler
tarihi olayları aniatınasma rağmen tarih disiplini içinde düşünülmenıiş
ve yazılmamış, daha çok nübüvvetin ispatı ve Hz. Muharnıned'in
peygamberliğini savunma amacıyla yazılmıştır. Kelam ilminin
metodanna bağlı kalınarak yazılmış olup; tarih ve hadis bilimlerinin
kullandığı rivayet ve metin tenkidi metoduna bağlı kalmamaları
problenıin temelini oluştunnuştur. Sonuçta, aslında tarihi bir olaya
dair bilgileri tarih tenkit metoduna tabi tutınadan derleyen bir literatür
ortaya çıkmıştır. Daha çok Selefiyye'ye bağlı hadisçiler tarafından
kaleme alınan bu grubun en meşhur eserleri, Ebu Nuaym elİsfahani'nin (ö.430/1038) ve Ebu Bekir el-Beyhaki'nin (ö.458/1066)
Deltiilii'n-niibüvve adını taşıyan kitaplandır. ("Delailu'n-Nübüvve",
DİA).
Siyer yazımında üçüncü aşama ise XITI. yy' a doğru tasavvufun
etkisinin artmasına bağlı olarak, İslami bilgi epistemolojisinin daha
akli ve metodolojik süreçlere bağlı bilgi sunan "burhanf'' ve "beytinf''
bilgi sistemlerinin yerini "iiftinf'' bilgi sisteminin alması ve irfani bilgi
sisteminin gücünü artırması olmuştıır. (Cabiri, 2001) Bu dönemde
tasavvufta önemli bir yer tutan gayb1 ve kalbi bilginin muteber olduğu
ve bu tür bilgiye dayalı üretilen "kıssa" ve "menılkıb" tarzının siyer
yazımını da etkilerneye başladığı dikkat çeker. Özellikle İbn
Seyyidinnas (ö. 734/1334)'ın Uyunu'l~Eser fi Fununi'l-Meğtizf ve'sSiyer'i İbn Kayyim el-Cevziyye (ö. 751/135l)'nin Ztidii'l-Metid fi
386 1Siret Sempozyumu -1-
Hedyi Hayri'l-İbtid'ı, Kastallani'nin (ö. 923/1517)'nin Meviihibu'lLedünniyye' si, eş-Şilırıl'nin Sübülü '1-Hüdii ve 'r-Reşiid fi Sfreti
Hayri '1-İbtid'ı, Diyarbekrl'nin Tarihu '/- Hamfs'i, Halebi (ö.
1044/1635)'nin İnsiinu'l-Uyun'u, gibi XIII. asır ve sonrasında yazılan
eserler bu şekilde ortaya çıktı. Dikkat edilirse bu eserlerin tamamı
XIV. Yüzyıl sonrasında yaşamış müellifler tarafından yazılmıştır.
Hz. Peygamber'in aıılatımında süregelen bu tavra karşı elbette ilk
tepki modern zamaıılarda ortaya çıkmadı; bu tür eleştiri, kaygı ve tavır
alışların geçmişte de aynen yaşanmış; keyfi bir şekilde aıılatılan bu tür
yazariara karşı başta Halife b. Hayat, Zehebi, olmak üzere İbn Kayyım
ve İbn Hacer gibi alimler hem senet hem metin tenkidi yaparak karşı
koymuşlardır. Mesela Halife b. Hayat, eserini hadis usulündeki cerh
ve ta'dil metodunu kullanarak yazdığından, tarihinde Hz.
Peygamber'in nübüvvet öncesi hayatı sadece üç sahife aıılatılmış, bu
üç sahifede de Hz. Peygamber'in doğum tarihi, nübüvvetin
gönderilişi, gizli ve açık davet konularıyla ilgili rivayetleri sıralamıştır.
(Halife b. Hayat, 2001, 76-79) Zehebi, Rahib Balıira olayı ile ilgili
geniş bir metin tenkidi yapar. İbn Kayyım el-Cevziyye'de, rivayet ve
metin bakımından şüpheli konuları ele almamıştır. Kısacası bu gibi
alimierin ilgili eserleri bu hususta günümüzde Hz. Muhammed'in
biyogra:fisini yazacak olaııların önüne geniş bir tenkit tecrübesi ortaya
koymaktadır. (Özdemir, 157).
İlk siyer müellifleri daha çok rivayet eksenli çalıştıklarından,
şüpheli buldukları ya da rivayet zincirini oluşturamadıkları
durumlarda, aktardıkları bilginin anonim ve söylenti kabilinden
olduğunu vurgulamak için, bu tür rivayetleri "kfle" (denildi), ''yu ka/u"
(denilir), "zu'ime" (iddia edildi), ''.fi mii yez'umune" (iddia edildiğille
göre), "ze'amu" (iddia ettiler) kalıplarını kullanırlar. İbn İshak, ondan
da önce Zühri, aslında bu tür tarihi kesinliği olmayan rivayetlerin
başların~ bu kalıpları getirmişlerdir. İbn Hişam ise b~ konuda daha
dikkatli davranmıştır. (Horovitz, 2002, 87) Mesela; Hz. Peygamber'4ı
doğduğu gece vuku bulan olayları aıılatırken, "kfle" ''fi ma yez 'imune"
Siret Sempozyumu 1387
ifadesini kullanır. Aynı şekilde Abdulmuttalib'in zemzem kuyusunu
kazarken yaptığı nezir, Abdullah'ın Abdulmuttalib'in en sevgili oğlu
olduğu, Abdullah'ın alnındaki nur, Balıira'nın Hz. Muhammed'in
gelecek peygamber olduğıınu bilmesi, ikinci Suriye seyahati esnasında
Hz. Muhammed'i iki meleğin gölgelendirmesine temas eden
rivayetlerin hepsinde "iddia ettiklerine göre" kalıbını kullanmıştır.
Dolayısıyla bu tavrıyla, bu türden bilgileri havi rivayetlerin müellif
nazarında zaten meşkuk haberler kapsamında yer aldığına dikkat
çekmişlerdir. Muahhar siyer müellifleri de ilk müelliflerin bu
hassasiyetlerini rivayetleri naklederken aynen muhafaza etmişlerdir.
Buna karşılık günümüzde İslam dünyasında telif edilen .Hz.
Muhammed biyografilerinin çoğıında, bu gibi önemli ipuçları hiç
dikkate alınmadan, söz konusu rivayetler, kusursuz tarihsel malumat
olarak sunulabilmektedir. Daha müşahhas olarak mesela Hz.
Peygamber'in on-on iki yaşlarında Suriye'de Rahip Balıira ile
karşılaşmasına dair İbn İshak'ta yer alan rivayetle, olayın Cevdet
Paşa'nın Peygamber Efendimiz, ve Ali Himmet Berki-Osman
Kesicioğlu'nun Hazreti Muhammed adlı eserlerinde anlatılış biçimleri
karşılaştırılabilir.
Sonuç olarak siyer yazunındaki üslup ve yaklaşım değişimini
görmek için ilk dönem siyer kitapları ile daha sonra gelişen DeliHI,
Hasais edebiyatı, özellikle de XIII. yüzyıldan sonraki siyer kitapları
karşılaştırıldığında, gerek yaklaşım bakunından, gerekse muhteva
zenginleşmesi bakunından değişimi açıkça görmek mümkündür.
Mesela, İbn Hişam'da Hz. Peygamber'in doğduğu gece vuku bulan
olağanüstü olaylar bir iken, İbn-i Sa' d' da bu olayların sayısı altıya, eş­
Şami de ise yirmiye çıkmaktadır. Siyer malzemesinde en fazla
genişlemenin Hz. Peygamber'in nesebi, peygamberlik öncesi hayatı,
irhasat haberleri, mucizeler ve Şernail konularında gerçekleştiği
görülmektedir.(Özdemir, 2007, 135) Daha sonraki dönemde yazılan
eserlerde Hz. Peygamber'in hayatı anlatılırken, özellikle Nübüvvet
öncesi konular, Nübüvvet sonrasına göre daha bir olağanüstülükler ve
mucizevilik içinde sunulur. Bu anlatılanlara bakılırsa sanki Hz.
388 1S iret Sempozyumu -I-
Peygamber' e Nübüvvet verildikten sonra hayatındaki
azalmış gibidir.
olağanüstülükler
B- Nübüvvet Öncesi Bazı Rivayetlerin Metin ve Muhteva
bakımından Eleştirisi
1- Hz. Peygamber'in Soyu İle ilgili Rivayetler:
Hz. Peygamber'in nesebi ile ilgili iki nokta öne çıkar. Birincisi
Hz. Peygamber'in atalannın en güçlü, en yakışıklı, en temiz, en soylu,
en cömert ve en temiz kimseler olduğudur. Öyle ki dedesi ve babası
ile ilgili anlatılanlar, müşrik Mekke toplumunda değil de bir
peygamberin mucizeleri gibidir. HiUbuki uzak dedeleri arasında ismi
sayılan isimler arasında Menat putuna nispetle Abdumenaf, Uzza
putuna nispetle Abduluzza, güneşe nispetle de Abduşems isimlerine
rastlanmaktadır.
Dedesi Abdulmuttalib, amcası Ebu Tiilib'e
Abdumenaf ismimi vermişti. Bu isimler açıkça bu kimselerin
putperest olduğunu gösterir. İbnu'l-Kelbi, Hz. Peygamber'in 500
büyük annesinin hiç birinin zinaya bulaşmadığını aktanr. Burada
öylesi abartılı bir yaklaşım var ki sözü edilen 500 annesini ve bunann
özel hayatlarını nereden ve nasıl tespit ettiğini bilmek oldukça güçtür.
İbn Sa'd da bu bilgiyi hiçbir sorgulamaya tabi tutmadan aktarır (İbn
Sa'd, I, 61). Halbuki Hz. Peygamber'in tespit edilebilen en eski atası
yirminci göbek dedesidir. İkincisi Hz. Peygamber'in nesebini
umumiyede siyer müellifleri Hz. İbrahim'e kadar ulaştınrlar. Hz.
İbrahim'in yaşadığı dönem tahmini olarak M.Ö 1600-1800 arası. Hz.
Peygamber ile arasında en az 2300 yıl var. Tespit edilen 20 dedesinin
zincirleme 50 yıl ömrü olduğunu hesap edersek en fazla (20X50=)
1000 yıl öncesine kadar geri gider. Geride 1300 yıllık kronolojik bir
boşluk kalıyor. Burada Hz. Peygamber ile Hz. İbrahim arasında
doğrudan kan bağına dayalı bir atalıktan bahsedilemez, belki Hz.
İbrahim'in çizgisini takip ettiği için manevi\ bir atalıktan
bahsedilebilir. Nitekim bu tür rivayetleri değerlendirirken Zehebi de
benzer bir yorum yapmaktadır (Zehebi, 1991, I, 57). İbn-i Kayyım elCevzi de Hz. Peygamber'in nesebinin Adnan'a kadar gittiğini, ancak
Siret Sempozyumu 1389
ondan sonrasının ihtilaflı olduğunu, Adnan'ın İsmail'in evlatlanndan
oluğunun da şüpheli olduğunu söyler (el-Cevzi, 1989, I, 97).
Kur'iini bir bakış açısıyla baktığımızda böyle bir tezkiyeye gerek
yoktur. Çünkü Kur'an'ı Kerim'de kısa hikayeleri anlatılan pek çok
peygamberin birinci derece yakınlan, en amansız tevhit ve nübüvvet
düşmanı kimseler olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette bu siyer
müelliflerini böyle bir tavra zorlayan sosyal ve siyasi saikler vardı.
İslam'ın yayılışından sonra siyasi ve sosyal bir kimlik kazanan
kabilecilik, özellikle de Adanariiier-Kahtanilar (Kays-Kelb) rekabeti,
diğer kabileler arasında Hz. Peygamber'in soyunu, ailesini, kabilesini
üstün gösterme gayreti içine girmiştir. Eş'as b. Kays'ın Sıffin
savaşında hakemleri belirlerken, Abdullah ibn Abbas'ı hakem olarak
göndermek isteyen Hz. Ali'ye karşı söylediği şu sözler bu havayı
gözler önüne serer: "Peygamber Mudar'dan, Ebu Bekir Mudar'dan,
Ömer Mudar'dan, Osman Mudar'dan, sen de Mudar'dansın. Biz ne
oluyoruz. Bu defa bizim dediğimiz olacak!" Yakübi, ). Dolaysıyla
nesep ile ilgili rivayetler, Kahtiini ve diğer Arap kabilelerinin Hz.
Peygamber ve ailesini de ilzam edecek şekildeki eleştirilerine karşı,
Hz. Peygamber ve ailesini koruma güdüsü içinde gelişmiş olabilir.
Aynca cahiliye Araplanndaki yaygın olan "Eyyiimu '1-Arab"
edebiyatında kullanılan abartılı argüman ve üslubun siyerde de
kullanılmasına neden olmuş olabilir (Özdemir, 2007, 136-137).
2-Babasının
Kurban Edilmesi ve Alnındaki Nur:
Hz. Peygamber'in derlesi Abdülmuttalib, zemzem kuyusunu
yeniden ortaya çıkanp onarması sırasında Kureyş kabilesinin diğer
eşrafı tarafından rencide edilmiş ve o tarihte Haris'ten başka oğlu
olmadığı için müdafaasız kalmıştı. Bu sebeple, on erkek çocuğa sahip
olduğu takdirde birini kurban etmeyi adanııştı. Bu arzusu
gerçekleştikten sonra gördüğü bir rüya üzerine nezrini hatırlanıış,
kurban edilecek çocuğu belirlemek maksadıyla oğullan arasında kura
çekmiş, kura o günkü oğullarının (veya aynı anadan doğanların) en
küçüğü olan Abdullah'a çıkmıştı. Abdülmuttalib oğlu Abdullah'ı
390 1Siret Sempozyumu -I-
kendi kızlan, diğer bir rivayete göre ise
veya Kureyş'in ileri gelenleri bu olaya şiddetli
tepki göstermişler ve böyle bir şey yaptığı takdirde bunun kendisinden ·
sonra kötü bir adet haline gelebileceğini hatırlatmışlar, aynca adak
borcundan kurtulmak için Abdullah'ın yerine deve kurban etmenin
daha uygun olacağını söylemişlerdir. Kaynakların çoğu, bu çözümün
Medineli bir arrafe tarafindan teklif edildiğini kaydeder.
Abdülmuttalib, o günkü örfe göre diyet olarak kabul edilen on deve
getirtmiş, Abdullah ile develer arasında kura çektirmiş, fakat kura
Abdullah'a çıknuş; deve sayısını onar onar artırarak kuraya devanı
etıniş, sayı yüze ulaŞınca kura develere çıknuştır. Bunun üzerine yüz
deveyi kurban ederek çok sevdiği oğlu Abdullah'ı kurtarmıştır (İbn
Hişfun, I, 125-129).
kurban etmeye
kalkışınca
Abdullah'ın dayılan
Bazı
kurban edilmesiyle ilgili bu meşhur
rivayetin doğru olmadığını iddia etınişlerdir. Çünkü bu rivayet içinde
Abdullah'ın, babasının en küçük oğlu olduğu ifade edilmekte, halbuki
Hamza ile Abbas'ın ondan küçük olduğu bilinmektedir. Muhaddisler
bu hadisin salıili olduğu kanaatindedirler. Abdullah'ın, babasının en
küçük oğlu olmadığı rivayetine gelince, bu onun kurban edilmek
istendiği sırada yaşayan kardeşlerinin en küçüğü olmasıyla çelişmez.
Çünkü bazı kaynaklar Abdulmuttalib'in on değil, on üç oğlunun
bulunduğıınu kaydeder. Aslında Abdullah'ın, kurban edileceği sırada
"Babasının en küçük oğlu olduğu" tarzında İbn İshak'tan gelen rivayet
için Süheyli "Gayri maruf' demekte ve tercih edilecek rivayetin
"annesinin en küçük oğlu" tarzında olabileceğini söylemektedir. (Bkz.
"Abdullah" DİA).
yazarlar.
Abdullah'ın
Bu rivayeri bir metin tenkidine tabi tuttuğumuz zaman, bazı
noktalar dikkat çekmektedir. Öncelikler bu rivayette olay sanki Hz.
İbrahim'in rüyası, adağı ve İsmail'i Kurban edişine o kadar
benzemektedir ki Hz. İsmail'in kurban edilişinin yeni bir versiyonu
gibidir. Böylece Hz. İbrahim'in geleneği Abdulmuttalib ve Abdullah
eliyle yeniden diriltilmekte ve Hz. Peygamber'in doğumu ve
Siret Sempozyumu 1391
gönderilişi
böylesi kutsal bir olayın üzerine oturtulmaktadır. Ancak
hikaye o günkü Mekke toplumunun pagan inançlannın mantığına
bağlı kalınarak tasarlanmıştır. Burada dikkat edilirse Hubel putu,
kurbanlar lOO'e ulaşıncaya kadar Abdullah'ın diyetini kabul
etmemektedir. Hikaye Hubel' e Mekkelilerin yüklediği ilahilik
özelliklerini ve doğru karar verdiğine dair inançlannı açıkça ortaya
koymaktadır. Fakat bütün unsurlan paganist bir hikaye olan bu rivayet
anlatılırken adeta Hz. Peygamber'in nübüvvetine delil olarak
sunulması, büyük bir çelişkidir. Siyer müelliflerinin bu hikayenin
putperest bir hikaye olduğuna dikkat çekmeleri gerekmektedir.
Hz. Peygamber'in babası ile ilgili anlatılan bir diğer rivayette ise
Abdullah' ın, aleranlan arasında çok beğenilen yakışıklı bir genç olduğu
rivayet edilmektedir. Yüzünde diğer gençlerde bulunmayan bir
güzellik ve parlaklık vardı. Siyer müellifleri bunun daha sonra
Arnine'ye intikal eden ''Nübüvvet nuru" olduğunu kabul eder.
Abdullah, Varaka b. Nevfel'in kız kardeşi de dahil olmak üzere çeşitli
kadınlardan aldığı evlenme tekliflerini reddetıniş, nihayet babasının
teşebbüsü üzerine Vehb kızı Arnine ile evlenmiştir. Evliliğinin ilk üç
günü Arnine'nin evinde geçıniştir.
Fakat geç dönem siyer kaynaklarında bir takım kadınların Hz.
Peygamber'in babası ile birlikte olmak istedikleri, Abdullah'ın da
ertesi gün bu teklife olumlu cevap vermek için onların yanına gitliğine
dair rivayetler aktarırlar. Bu hikayeler bazen öyle abartılır ki bu
teklifierin aslında bir zina teklifi olduğu anlaşılıyor. Sebep olarak da
Abdullah'ın alnında parlayan bir nur gördükleri gösterilir. Peki, bu
kadınlar bu halleri ile Abdullah'ın alnındaki nurunasıl görebiliyorlar?
Dolayısıyla
bu rivayetler kendi içinde bir dizi çelişkiyi
barındırmaktadır.
392 1Siret Sempozyumu -13-Doğduğu
Gece Vuku
Bulduğu
Rivayet Edilen
Olağanüstü
Olaylar:
Hz. Peygamber dünyaya gelmed~n önce onun geleceğine dair
din mensuplan arasında ve Mekke çevresinde sanki yaygın bir
beklenti olduğuna ilişkin bilgiler var. İbn Sa'd, Medine çevresindeki
Yahudilerin Hz. Peygamber'in sıfatlan konusunda hayli malumata
sahip olduklannı bildirmektedir(İbn Sa'd, I, 126-127; İbn Hişam, I,
131). Özellikle Yahudi, Hıristiyan din adamlannın Hz. Peygamber'in
geleceğine ya da peygamber olacağına dair irhasat türünden
kehanetlen, iki sebebe bağlı olarak gelişmiş olmalıdır. İlki
peygamberin gönderileceğille dair İncil ve Tevrat'ta yazılı olduğunun
Kur'an'da bildirilmesi, Müslümanlarm bu argümanı onlann ağzından
kullanmalanna yol açmış görünüyor. Bir başka ifadeyle Müslümanlar,
Kur'an'daki bu bilgilerin içeriğini doldurmak için harekete
geçrnişlerdir. Yahudi halıarnların Hz. Peygamber'in ana rahmine
düştüğünü ve onun ileride peygamber olarak görevlendirileceğini
bilmeleri, rahip Balıira ya da Nasti'ıra'nın bir takım alametlerden
hareketle Hz. Peygamber'in geleceğin peygamberi olduğunu
keşfetmeleridir. Bize göre böyle bir yaklaşımın tarihi şartlan içinde
makul mazeretleri olabilir. Ama bu gün için bunlan kalıcı hale
getinDenin bir anlamı yoktur. İslam kendi gerçekliğini ve
Peygamberinin hak olduğunu ispatlamak için cinlerin gayb!
haberlerine, kim olduğu ve tarihte gerçekten yaşayıp-yaşamadığı bile
meçhul papaz, kahin ve halıarnlarm görülerine ve kehanetlerine
ihtiyacı yoktur. Kahinliği batıl ilan eden bir din nasıl oluyor da onlan
kendi varlığı için delil kabul eder. İslam kendi gerçekliğini ispat etmek
için öncelikle vahiye, akıla, hayatın realitelerine ve tarihin şahadetine
değişik
başvurur.
Bu tür rivayetlerin gelişmesinde ikinci bir boyut~ muhtemelen
Yahudi ve Hıristiyanlar ile girişilen polemiklerde, muanzlannı kendi
delilleriyle çürütmek maksadı ile bazı iddialan onlann ağzından dile
getirilmektedir. Yani Yahudi muarıza karşı, hahamların; Hıristiyan
Siret Sempozyumu 1 393
muanza
karşı
"itiraflar"ını
da rahiplerin Hz. Peygamber'in geleceğine dair
veya "keşifler"ini kullanma yoluna gitmiştir.
Hz. Peygamber'in doğum anı ve hamilelik süreci ile ilgili olarak
kaynaklar, birçok olağanüstü olaydan bahsederler. Annesine daha
hamilelik esnasında adının Muhammed olarak koymasının
bildirilmesi, doğum esnasında her yeri bir nur kaplaması, yıldızların
yeryüzüne yaklaşarak aydınlatması, Bursa ve Şam' aydınlatan bir
nurun yükselmesi, Yalındi bir halıamın gökyüzüne bakarak "bu gün
Ahmed'in yıldızı doğdu", "artık Peygamberlik İsrail oğullarından
alındı" demesi vs. Bir de bazı şeyler mecazi vurgulardır, fakat bu
mecazlar gerçeğe dönüştürülerek sunulmaktadır. Ayrıca doğum
anındaki olayı en iyi görebilecek kimse, bizzat annesidir. O da Hz.
Peygamber küçük yaşta iken vefat etmiştir. Doğum esnasında yanında
kimler bulunduğtı da kesin olarak bilinmemektedir. Dolayısıyla Hz.
Peygamber'in d6ğumundan bir asır sonra bu hatıraları çok iyi
derecede hatırlayacak kimsenin kaldığına ihtimal vermiyoruz. Kaldı ki
bu konu ile ilgili ne Kur'an'da, ne de muteb'er hadis kaynaklarında da
sağlam bilgi bulunmamaktadır (Erul, s.36). Ancak burada diğer dinler
karşısında kendi peygamberlerinin daha büyük olduğunu ispatlamak
için, diğer Peygamberlerin gösterdiği mucizelerin kendi peygamberleri
tarafından da gösterildiğini ortaya koymaya çalışan bir çaba vardır.
Özellikle Hz. Peygamber'in daha ana rahminde iken, doğarken ve
çocukluk dönemlerindeki olaylannın mucizev1 bir şekilde anlatılması;
muhtemelen Hz. İsa'nın babasız ve daha doğarken Peygamberlikle
ilgili alametler göstermesine misilierne olarak Müslümanlar da
Hıristiyanlara karşı kendi peygamberlerini benzer şekilde anlatarak,
onun da nübüvvet gelmeden evvel peygamber olduğunu göstermeye
çalışmışlardır.
Res·filullah'ın doğduğu
gece vuku
bulduğu
söylenen olaylar ise
On dört tane
balkonu çöktü. Sava, gölü çekilip kurudu. İran'ın (Meclisi dininin
söndürülmeden yakılan) ateşi söndü. Bundan önce bin yıldır hiç
şunlardır: İran kralı Kisra'nın sarayı\eyvanı sarsıldı.
394 1Siret Sempozyumu -I-
sönmemişti.
Sava gölü kurudu, Semave vadisi taşh. Ateşperest
liderleri (rüyalannda) cins Arap atlannı çekip götüren çetin develer
görmüşlerdi.
Bu rivayet ne İbn İshak'ta, ne de Thn Hişam'da geçmektedir. Bu
rivayerin en eski kaynağı şimdilik Taberi görünüyor ( Taberi, II, 166168). Ondan sonra Bu rivayetlerin değişik versiyonlan farklı
kaynaklarda aktanlmaktadır. Zehebi:, "İşte bu haber hadis iilimlerince
kabul edilmeyen garib bir hadistir" demektedir (Zehebi:, 1992, II,
271). İbn Kesir, bu rivayerin devrin kitaplannda aslı yoktur, senedi de
yoktur" hükmünü verir(İbn Kesir, II, 291-292). Ayrıca bu haberleri
rivayet ve dirayet bakımından tahkik eden müelliflerin hiç biri salıih
olduğıınu söylemiyor.
Bu rivayeri metin yönünden bir tenkide tabi tuttuğumuz zaman,
kendi içinde birçok çelişkiyi hanndırdığı ve gerçek olmadığı
kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
1-Bu olayın Hz. Peygamber'in doğduğu gece meydana geldiği
iddia edilmektedir; Peki, hangi yılın, hangi ayının hangi gecesinde
meydana gelmiştir? Çünkü Hz peygamberin doğum tarihi ile ilgili
ihtilaflar var. Muhaddisler ile tarihçiler, Eshiib-ul Fil (yani Ebrehe'nin
Mekke'ye yürümesi ve perişan olması) vak'asının Muharrem ayında
meydana geldiği hususunda ittifak ehnişlerdir. Hz. Muhammed (a.s.)
ise bunu müteakip Rebiülevvel ayında dünyaya teşrif etliler. Veladet-i
Mübarek pazartesi günü oldu ve bunu bizzat Hz. Peygamber (a.s.) bir
Arap vatandaşıyla konuşması sırasında belirhnişti. (Bk: Sahilı-i
Müslim, Katade'nin rivayeti), Hz. Muhammed (a.s.)'in doğumunun
Rebiülevvel ayının hangi tarihinde olduğu konusunda ihtilaf vardır.
Fakat İbn Ebi: Şeybe, Hz. Abdullah bin Abbas ile Hz. Cabir bin
Abdullah'a dayanarak doğum tarihinin 12 Rebiüleyvel olduğıınu
belirtmiştir. Muhammed bin İshak da bu tarihin dÜ'ğru olduğıınu
yazmış ve ulema ile tarihçilerlu büyük bir çoğıınluğu da bunu böyle
. kabul ehniştir. Eshiib-ul Fil vak'ası ile Hz. Peygamber (a.s.)'iiı
doğumu arasındaki kesin süre ne kadardı? Bu konuda da ihtilafvardır.
Siret Sempozyumu 1395
Rivayetlerin çoğu, bu sürenin 50 gün olduğunu göstermektedir.
Aslında bu ihtilaf değişik takvimler arasındaki farktan doğmuştur.
Bilindiği gibi karneri ve şemsi takvimleri dengelemek zor bir iştir ve
bu bakımdan şemsi takvime göre kati doğum tarihinin ne olduğunu
söylemeyiz. .Genellikle Hz. Peygamber (a.s.)'in doğum yılının miladi
570 veya 571 olduğu belirtiliyor. Süheyli "Ravd~ 'l-Ünf' adlı eserinde
doğum tarihini 20 Nisan olarak göstermiş, ancak seneyi yazmamıştır.
Bazılan doğum tarihinin şemsi takvime göre 23 Nisan 571'e rast
geldiğine işaret etmişlerdir. Mahmud Paşa Astronomik hesaplarla 20
Nisan 571 olduğunu belirtmiştir ve bunun karneri takvime göre 9
Rebiülevvel'e rast geldiğini kaydetmiştir. Causun De Perceval ise
"Arap Tarihi" adlı eserinde doğum tarihinin 20 Ağustos 570
olabileceğini yazarken, Philip K. Hitti doğum yılının 571 dolaylarında
olabileceğine işaret etmiştir. Diğer bazı şarkiyatçılar iki yıl daha
geriye giderek doğum yılını 569 olarak tespit etmişlerdir. Hz.
Muhammed'in mübarek doğumunun sabahın erken saatinde olduğu
bildirilmiştir (Mevdı1di, 1983, II, 236). Konuyla ilgili olarak
Muhammed Hamidullah, cahiliye Araplarındaki nesi uygulamasına
dikkat çekerek Hz. Peygamber'in doğum tarihinin 17 haziran 569 yılı
olabileceğini ileri sürer (Hamidullah, 1990, II,788 ).
2-Bu rivayetlerde anlatılan olağanüstü olayların meydana geldiği
yerler geniş bir alanı kaplar. O günün iletişim ve ulaşım imkanlan
içinde bu olayların aynı gecede meydana geldiğini haber alınak
imkansızdır. Her bir olay mahalli ile diğeri arasında aylarca sürecek
yolculuk mesafeleri var. Bu bakımdan bu olayların aynı gecede
meydana geldiğinin o günkü iletişim imkanlan içinde tespitinin
imkarn yoktur. Bu ancak olaylara ilişkin bilgilerin zaman içinde
toplanması ile bütün bunların aynı gecede meydana geldiği birisi
tarafından fark edilerek ortaya konabilir. Ama bunun için de en
azından bu olaylara dair kayıtların olınası lazım gelir ki şimdiye kadar
buna dair hiçbir kayıttan bahsedilınemiştir.
396 1 Siret Sempozyumu -1-
3- Rivayette zikri geçen olaylarm hemen her biri o günkü bir
siyasi ya da dini merkezi sembolize etmektedir. Sasfuıi sarayının
yıkılan 14 balkonu, Sasfuıi devletini ve 14 hükümdannı; Zerdüşderin
yanan ateşi Zerdüştlüğü, Kabe'deki 'putlann yüz üstü düşmeleri
Mekke putperesdiğini vs. burada aslında bir tarihi bilgiden çok edebi
bir metin var ve bu metin Hz. Peygamber'in dünyaya gelişi ile bu
dinlerin ve siyasi merkezlerin artık sonunun geldiğini, böyle
mecazlada anlatmaktadır. Hz. Peygamber'in gelişi ve İslam'ı dünya
tarihine dahil oluşunun yaratacağı etkileri kısa ve özlü bir şekilde bu
kinayelerle anlatmaya çalışmaktadır. Ne var ki bu mecazi anlatım
biçimi zaman içinde avami kültürün içinde hakikat olarak
anlaşılmıştır.
Aslında
uzunca bir süre siyer müellifleri burada mecazi bir
Hz. Peygamber'in doğıımu,
daha sonraki gelişmeler ile kendini ortaya koymuştur ki tüm dünyayı
değiştiren bir olaydır. Bu metinde daha sonra gerçekleşen olaylar Hz.
Peygamber'in doğıımu ile irtibat kurarak temsili bir surette
aniahimaya çalışilnııştır. Bir anlamda Hz. Peygamber'in dünyaya
gelişi ile birlikte artık putperestliğin sonunun geldiği, Kabe'deki
putlarm yüz üstü düşmeleri ile Sasaııi devletinin 14 hükümdar
geçtikten sonra yıkılacağı 14 balkonunun çökmesi ile 1000 yıllık bir
geçmişe sahip olan Zerdüştlüğüiı İslam karşısında yok olacağı,
ateşlerinin sönmesi ile anlatmak istenmiştir. Ortada aslında olanlan
haber veren tarihi bir metin yok, büyük bir tarihi dönüşümü
mecazlada anlatan edebi bir metin var. Modem siyer yazarianna
gelindiğinde bu mecazlar gerçeğe dönüştürülerek gerçek bir olay gibi
sunulmuştur. Bu yönüyle modem siyer yazarlığı eskilerin gerisine
düşmüştür. Bu sebeple söz konusu mecazlar gerçek olarak
algılandığından, bunun gerçekliği ve imkanı tartışma konusu olmuştur.
anlatımdan bahsedildiğinin farkındaydılar.
Siret Sempozyumu 1397
4- Göğsünün Yarılması
Olayı:
Hz. Peygamber'in nübüvvet öncesi hayatı hakkında en çok
tartışılan konulanndan biri de "Şakk:.ı Sadr" olayıdır. Enes b. Malik'e
nispet edilen bir rivayete göre, Rasillullah sütannesi Halime'nin
yanında bulunduğu üç veya dört yaşlannda iken, Cebrail beyaz
elbiseler içinde gelmiş, onu yatırmış, göğsünü yararak kalbini
çıkarmış, içindeki kan pıhtısını çıkararak "işte bu sendeki şeytanın
nasibidir" dedikten sonra, kalbini altın bir tasın içinde kar ile
yıkadıktan sonra tekrar yerine koymuştur. Hz. Peygamber'in sırtına
nübüvvet mührünü basıp, kalbine "seldne" yerleştirdikten sonra
gitmişlerdir. Bu olayı aktaran başka bazı rivayetlerde kuş şekline
girmiş iki meleğin gelip bu işlemi yaptığı anlatılır. Daha geç
rivayetlerde Hz. Peygamber'i ümmetinden bin kişi ile tarttıklan ve
kendisinin ağır geldiği de rivayet edilir. Bu olayı gören sütkardeşleri
koşarak Muhammed'i öldürüyorlar diye annesi Halime'ye haber
vermişler, Halime geldiğinde Hz. Muhammed benzi solmuş halde
yerde yatıyormuş. Çocuğun başına bir şey gelmesinden korkan Halime
annesine teslim etıneye gider ve yaşananlan anlattığında, annesi
Arnine çocuğunda bir takım olağanüstülükler olduğunu bildiğini, ona
hamile iken gördüğü bir rüyada kendisinden bir nur çıktığını ve bütün
Şam'ı, doğudan batıya bütün yeryüzünü aydınlattığını anlatır. (İbn
Hişam, I, 134-135; İbn-i Sa' d, I, 113, 150; Müslim, iman 261).
Burada anlatılan rivayeri metiııin muhtevası bakımından bir
tenkide tabi tuttuğumuz zaman şu eleştirileri yapabiliriz.
1- Bu olayın görgü tanıklan henüz 3-4 yaşlanndaki çocuklardır.
Bu yaştaki çocuklarm daha ileriki yaşlannda yaşadıklan bir olayı bu
netlikte hatıriamalan ne kadar mümkün olur? Aynca tek tanığı
çocuklar olan bir olaya ne kadar güvenebiliriz? Bu kadar küçük
yaştaki çocuklar, bu barikulade olayı haber verecek yaşta değildir(
Ceatanı, 1924, I, 259).
2- Burada manevi bir aruımada bahsedilmektedir. Halbuki
rivayetteki kalbinin açılması, içinden kan pıhtısının çıkması, kar ve ya
398 1Siret Sempozyumu -1-
zemzem ile yıkanınası gibi olaylann tamamı maddi bir operasyondan
bahsetmektedir. Aynı şekilde Enes b. Malik'in ifadelerinde geçen
"ben onun göğsündeld dikiş izlerini gördüm" ifadesi de bu ameliyatın
fiziki bir ameliyat olduğunu gösterir. Eğer bu olay gerçekten manevi
ameliyat ise, bu kadar büyük bir mucizenin geride maddi bir iz de
bırakmaması lazım gelir (EbU Zelıra, 1,126-127). Bu dikiş izlerini
hanımlannın görmemiş ve ya zikretmemiş olması da dikkat çekicidir.
Ayrıca da manevi bir temizlik için anialıldığı gibi böyle maddi bir
müdahaleye gerek yoktur. Manevi bir temizlik yine manevi tarzda
olması gerekir.
3- Buna benzer doğu kültüründe yaygın olarak bilinmektedir.
Gerek Araplar arasında, gerekse Hıristiyan ve Zerdüştler arasında
benzer hikayelerin yaygın olarak anialıldığı görülür. Mesela Hz.
Yahya ve Hz. İsa çocukluklarında böyle bir ameliyat yaşamışlardır.
İncillerde Hz. Yahya'nın su ile Tanrının ise Kutsal ruh ile Hz. İsa'nın
da vaftiz edildiği anialılır (Erul, s.39'dan naklen Yuhanna 1, Markos
1, Matta 3). Benzer bir hikaye de Zerdüşt için anlahlmaktadır. Benzer
bir hikaye de Mekke cahiliye şairlerinden Ümeyye b. Salt için
anlalılmaktaydı. Hz. Peygamber'in muasırı olan bu şalıısın şairlik
yeteneğinin rüyasında iki akbaba şekline girmiş bir cin tarafından
gogsunun yanlarak ıçme doldurolması suretiyle verildiğine
inanılıyordu. Kısacası bu dönemde göğsün yarılarak hikmet verilmesi
ve arınma gibi hikayeler siyer edebiyatının yazıldığı coğrafya da
bilinen bir olaydır. Bu rivayette benzer bir rivayet Hz. Peygamber'e
uyarlanarak anialılınış olabilir. (Sarıçam, 61-64).
4- Konuyla ilgili muteber hadis kaynaklanndaki rivayetler de
ciddi bir cerh ve ta' dil'den geçirilmesi gerekir. Bu konuda Bünyamin
Erul konuyla ilgili rivayetleri değerlendirilikten sonra bu rivayetlerin
"Doğunun.
kültüründe var olan, Arapların da yabancısı olmadığı
mitolojik bir rivayettir. Senedi itibari ile birkaç sahabi ve birçok
kaynakta nakledilen "Şakk-ı sadr" rivayetinin aslında bir "şerh-i 1
sadr" olduğu kanaatindeyiz" diyerek burada sembolik bir anialım
Siret Sempozyumu 1399
olduğu, sahih olmadığı sonucuna varmaktadır (Erul s.44). İnşirah
suresinde geçen "senin
göğsünü genişletmedik
yarılınası değil, genişletilınesi,
mi?" ayeti ise göğsün
yani rahatlahlması anlamındadır.
sadr" olayı Oryantalistlerin de dikkatini çekmiş, bazı
müsteşrikler (W. Muir, Nicolson), bu rivayetlerden hareketle bu olayı
Hz. Peygamber'in çocukluktan itibaren sara hastalığına yakalandığına
delil olarak göstermektedirler. Emil Dermneghem ise bunun çok
bilinen felsefi bir menkıbe olduğunu; henüz çocuk yaşta birisinin
kalbindeki kan pıhtılarının çıkarılınası ile aniatılmak istenen şeyi,
rivayetin ana temasını oluşturduğunu söyler. Hıristiyanlık
ilahiyatındaki insanın kalbindeki "ilk günah" ya da "asli günah'ın
temizlenmesidir. Meryem ile İsa da bu günahtan arınmıştır. Zahidfuıe
bir hayat için bu günahtan arınmak gerekmektedir. Hikaye aslında
böyle bir zihni arka plan üzerine oturmaktadır (Dermenhem, s.54).
5-
"Şakk-ı
Öyle anlaşılıyor ki diğer rivayetlerde olduğu gibi burada da
mecazi bir anlatım gerçekmiş gibi algılanmıştır. Rivayetin bu denli
yaygınlık kazanmasında İnşirah suresi ile irtibatlandırılınası ve rekabet
halinde olunan inanç çevrelerine yönelik argüman geliştirme ihtiyacı
etkili olmuş görünüyor.
İbn Hacer "Şakk-ı sadr olayını "hariku '1-tide" bir olay olduğu,
teslim olma gerektiği, Allah 'ın kudreti içinde yetkisidir, imkansız da
değildir" demektedir( İbn Hacer, XV, 52/3778). Elbette biz bu olayları
bir ilahiyat probleıni olarak almıyoruz. Bunların İslam ilahiyatı
mantığı içinde herhangi bir sorun teşkil etmediği, Allah'ın kudreti
dahilinde mümkün olduğu konusunda hiçbir şüphemiz yoktur. Fakat
değil,
tarihi
bakımından
biz
konuyu
ilahiyat yönüyle
incelediğiınizden, tarih biliminin metotlarına bağlı kalarak böyle bir
mucizenin gerçekte olup-olmadığını, metin ve kaynak eleştirisi ile
ortaya koymak niyetindeyiz.
400 1Siret Sempozyumu -I-
5-Bahira Olayı:
Bazı siyer ve İslam tarihi kaynaklannda Hz. Peygamber'in henüz
rivayete göre dokuz) yaşında iken amcası EbU T1Uib
tarafından bir Kureyş ticaret kervam ile' Suriye'ye götürüldüğü rivayet
edilir. Kafile her zamanki gibi Busra'da, Bahlra diye bilinen münzevi
rahibin manastın yanında konaklamıştı. Yine rivayete göre Balıira'nın
yaşadığı bu küçük manastırda eskiden beri bir kitap bulunuyor ve
bunu okuyan her rahip Hıristiyanların en bilgili din adamı oluyordu.
İbnü'n-Nedim, Bahirii'mn elindeki dini metinlerin suhuf tercümeleri
olabileceğini söyler(İbnu'n-Nediın, 1988, 24). Bahlrii dışan bakarken
kervanda bulunan Hz. Muhamıned'i bir bulutıın gölgelendirdiğini, bir
ağacın altında otıırduğu zaman dallannın onun üzerine eğildiğini
gördü. Bunun üzerine hemen bir sofra hazırlayıp kafile mensuplanm
yemeğe davet etti. Kureyşliler o güne kadar kendileriyle hiç
ilgilenmeyen Balıira'nın bu davetini biraz da hayretle kabul ettiler ve
yaşı küçük olduğu için Hz. Muhamıned'i kervanın yanında bırakıp
lJlanastıra gittiler. Ancak Balıira yemeğe onun da gelmesini istedi ve
kendisiyle bizzat ilgilendi, ona çeşitli sorular sordu, sırtına bakarak
peygamberlik mührünü (hatın-i nübüvvet*) gördü. Bahlra daha sonra
Ebı1 Talib'e Muhammed'in kimin oğlu olduğunu sordu. Yetim kaldığını öğı·enince ona iyi bakmasını ve yahudilerden korumasını
tavsiye etti. Bunun üzerine Ebı1 Tiilib Suriye'deki işlerini hemen bitirip
onu Mekke'ye götürdü. Bu rivayetin sonunda, Ehl-i kitap'tan üç kişinin
Hz. Muhamıned'i görünce ona kötülük yapmak istedikleri, ancak
Bahira'mn buna engel olduğu da zikredilir. Aynca Hz. Peygamber'in
yirmi beş yaşlannda iken Hz. Hatice'nin ticaret kervanıyla Suriye'ye
yaptığı ikinci seyahatte Bahlrii'yı bir daha ziyaret ettiğine dair
rivayetler bulunduğunu zikreder(İbn İshak, 53-57; İbn Hişam, I, 180183; İbn Sa'd, I, 121, 153-155; Taberi, et-Tdrfh (Ebü'!-Fazl), IT, 277278). Halebi ise Hz. Muhammed'in Ebı1 Bekir ile Biliii'in de bulunduğu bu ikinci seyahatte karşılaştığı rahibin Bahlrii değil onun
halefi Nestı1rii olduğunu, bazı kaynaklann bu iki hadiseyi kanştınp bl.r
on iki (bir
başka
Siret Sempozyumu 1401
vakı'a
gibi zikrettiklerini iddia eder(Haleb1, 1320, I, 191-199;
Sağman, 1959).
Bu konula ilgili Zeheb1'nin ilginç bir metin tenkirli var: "Bu
gerçekten münker bir hadistir. O zaman EbU Bekir nerede idi.? O on
yaşında bir çocuktu. Çünkü Rasulullah'tan iki buçuk yaş daha
küçüktü. O zaman Bi/al nerde idi. Çünkü Ebu Bekir onu ta
Peygamberlik'ten sonra satın almıştı. O zaman Bi/al henüz doğma­
mıştı. Hem madem peygamberin üzerinde kendini gölgeleyen bir bulut
geziyordu da bu durumda ağacın gölgesinin ona doğru kayması diye
bir şey nasıl düşünülebilir? Çünkü bulutun gölgesi altında konakladığı
ağaç gölgesini ortadan kaldıracaktır. Hem Efendimizin bu papazın
sözünü EbU Talibe hatıriattığını asla hiç bir yerde görmüyoruz.
Kureyş 'ten de bunu ona anlatan olmamıştır. Hem bu yolculukta
bulunanlardan da bunu nakleden kimse yoktur. Halbuki bu tür
hikfiyeleri anlatmaya aşırı derecede önem veren bir toplum idiler.
Eğer böyle bir olay gerçekten olmuş olsaydı onlar arasında çok
meşhur olması gerekirdi. Üstelik Peygamberimiz (s. a.v) 'in aklında ta
o günlerden beri kendinin peygamber olacağına dair bir his
bulunurdu. Hıra mağarasındaki Vahyin ilk gelişini tanıyamayıp aklına
bir şey oldu korkusuyla Hz. Hatice'ye gelmiş olamaz ve kendini
aşağıya atmak için dağların başlarına asla çıkmazdı. Ayrıca eğer bu
korkıt Ebu Talib üzerinde bir etki yapıp da Muhammed (s.a.v.)i geri
çevirmiş olsaydı Hz. Hatice'nin ortağı olarak daha sonra Şam'a
ticarete gitmesine gönlü nasıl razı olabilirdi... Hem bu hadisin
lafız/arında da miinker taraflar vardır.
Tıpkı falcı laflarını
andırıyor... (Zeheb1, I, 57.)
İsHim kaynaklannda bu şekilde nakledilen Bahlra hadisesi
Hıristiyanlar tarafından
bir tarzda değerlendirilmiştir. XIXII. yüzyıllarda İsö'yab adında birisinin yazdığı iddia edilen Bahlra
apokalİpsinde bu olaya çok geniş bir şekilde yer verilmiştir. Bir
nüshası Arapça, bir nüshası Süryanice olan bu kitabın asıl metni ile
İngilizce tercümesini birlikte neşreden Gottheil, bu metinlerin, İslam
çok
değişik
402 1Siret Sempozyumu -I-
tarihi rivayetlerin nasıl tahrif
edildiğini gösteren dikkat çekici birer delil olduklarını söylemiştir
sonucuna varır (Gottlıeil, 2008, s.S).
dinine
karşı düşmanlık maksadıyla
Bazı müsteşriklerde
Ehl-i kitap'ıİl Hz. Muhammed'in peygamber
olacağını daha önce kendi kitaplarından öğrenmiş olduklarına dair
rivayetleri Hristiyanlık'tan dönen Müslümanların uydurduklarını ve
bunun bir efsaneden ibaret olduğunu iddia ederler. Caetani ise bu
konuda Batı'da yapılan çalışmaları özetledikten, Hirschfeld'in Babira
hadisesinin bir Alıd-i Atik fıkrasının adaptasyonu (I. Samuel, 16/2-13)
olduğu sonucuna ulaştığı çalışmasını zikredip bu rivayetlerin uydurma
olduğunu ısrarla belirttikten sonra, Hz. Peygamber'in ilham aldığı
kaynağın I:iıristiyanlık'ta değil Arabistan'daki Yahudiler arasında
aranması gerektiğini ileri sürer (Ceatani, 1924, I, 3 12). Babira'nın
zaten Teyma Yahudilerinden olduğu ve sonradan Hıristiyanlaştığı
dikkate alınırsa bu ihtimali de göz önüne almak gerekir. (Fayda
"Bahira" DİA).
Müslüman alimler Babira hadisesine ait rivayetin sahih
olmadığını, senedinin mürsel* olduğunu, ravilerinden hiçbirisinin
olayı görmediğini, bunlardan Abdurrahman b. Gazvan'ın "münker" hadisler rivayet ettiğini, olayı naklettiği ileri sürülen sahabi EbU Musa elEş'ari"-nin bu olayı görmesine imkan bulunmadığı gibi hadiseyi
kimden duyduğunu da söylemediğini, ayrıca o sıralarda henüz çocuk ·
yaşta olan Hz. Peygamber'in Babira ile kısa görüşmesinden,
Hıristiyanların iddia ettikleri gibi, İslam dininin esaslarına ait bazı
şeyler öğrenmesinin akıl ve mantığa ters düştüğünü belirterek bu
hadiseyi ya tamamen reddetınişler veya üzerinde durmaya ve
reddetıneye bile değer bulmamışlardır(F ayda, "Balıira"D İA).
ismi etrafında şekillenen rivayetler maalesef
süslenip değiştirilerek, asıl içeriğfu.'den tamamen
uzaklaştırılmıştır. İyi niyetli ama safbazı tarih yazarlan, Resülullah'ın
Peygamberliğini çocukluk dönemlerine de taşımanın çabatarıhı
yürütürlerken, O'nu yüceltıne sevdasıyla, Ralıip Balıira olayını bir
Rahip
çok fazla
Balıira'nın
Siret Sempozyumu 1403
yığın olağanüstü
olaylarm yer aldığı bir masala dönüştürmüşlerdir.
üzerinde yer alan ve onu sürekli gölgeleyen bulut, sırtında
yer alan peygamberlik mührü gibi aklın ve tarihin kabul ederneyeceği
hayal ürünü şeylerden hareketle, Balıira'nın o küçük çocuğun
geleceğin peygamberi
olacağını
anladığım
ifade etmişlerdir.
Rivayetlerdeki gariplikler sadece bunlarla da kalmamaktadır. Yine
aynı kaynaklardan bazılannda geçtiği üzere, EbU Talib, Balıira'nın
tavsiyesi üzerine yeğenini Ebu Bekir ve Bilal ile birlikte Mekke'ye
göndermiştir. Bu hiçbir şekilde gerçeği yansıtmayan bir rivayettir.
Çünkü kesinlikle biliyoruz ki, EbU Bekir, Resülullah'tan iki yaş
küçüktü. Dolayısıyla bu olay sırasında EbU Bekir, Resulullah'a
koruyuculuk yapamayacak kadar küçüktü. Bilal ise henüz doğmamıştı.
Zaten söi konusu rivayetler, rivayet tekniği açısından 'mürsel olma
özelliğine sahiptir. Yani bu haberlerin rivayet zincirinde çok ciddi
problemler vardır. Bir rivayetin mürsel olma nedeni, rivayeti yapan
kişinin kaynağını belirtmeden doğrudan Resulullah'tan dinlemiş gibi
nakilde bulunmasıdır. Mürsel rivayetler dinde delil olmadığı gibi, tarili
açısından da itimat edilir nitelikte değildir.
Balıira'nın,
Rivayet ve hadisler dürüst, hatırı sayılır, muteber ve ilmi dehaları
tartışılmaz pek muhterem zevata aittir. Fakat bunlar pek çok yönden
nazar-ı dikkate alınamaz ve doğru sayılamaz. Bir kere, bu rivayet ve
hadisler Kur'an-ı Kerim'in talimatina ve ruhuna aykırıdır. Çünkü
Kur'an-ı Kerim'de Resul-ü Ekrem (a.s.)'e şöyle hitap edilmiştir: "Sen,
bu kitabın sana vahyolunacağını ummuyordun" (Kasas; 86), "Sen
Kitap nedir, iman nedir bilmezdin". (Şura; 52). Bu ayet-i kerimeler
gösteriyor ki peygamberlik payesine yükselmeden önce Hz.
Muhammed(a.s.) kendisinin peygamber olacağını bilmiyordu. Ve
bunu başka kimse değil, bizzat Cenab-ı Hak söylemektedir. Şayet Hz.
Peygamber (a.s.) henüz 12 yaşında iken peygamber olacağını
öğrenmiş ve 25 yaşında iken bu bilgisi yenilenmiş olsaydı, kendisine
bir Kitab'ın geleceğini ve insanların kendisine iman edeceğini de
umabilirdi (Mevdudi; 1983, 251). Esasen Balıira olayını kabul veya
404 1Siret Sempozyumu -I-
reddetmenin Hz. Peygamber'in şahsiyeri ve İslfun dini bakımından
herhangi bir önemi de yoktur.
Sonuç:
Hz. Peygamber'in nübüvvet öncesine dair anlatılan olaylarda
esas maksat, Hz. Peygamber'in doğuştan itibaren Allah'ın
gözetiminde olduğu ya da Nübüvvete hazırlık için bu olayların
meydana geldiği mantığı hiikimdir. Ancak olayların kurgulanmasında
ve şekillenmesinde yerleşik kalıplar ve figürler kullanılarak diğer
dinlerin ve peygamberlerin menkıbeleri ve mucizeleri model alınarak
hikaye edilmiştir.
·
Hz. Peygamber'in Nübüvvet öncesine dair anlatılan bütün
olayların bir yerinde mutlaka bir olağanüstülük bulunmaktadır. Bu
durum, siyer yazımının şekillenmesi sürecinde karşılaşılan dinlerin ve
felsefelerin meydan okumasına bir cevap niteliğinde geliştiğini, bu tür
rivayetlerin Hz. Peygamber'in hayatını ortaya koymak kadar
muarızlarına onun büyüklüğünü, mucizelerini ve nihai anlamda da
peygamberliğini ispat çabalarının bir ürünü olarak çıktığını ortaya
koymaktadır. Dolayısıyla bu rivayetler daha çok siyer edebiyatı içinde
değil, Delail, Hasais ve Şernail edebiyatı içinde geliştirilmiş, daha
sonra da siyer içinde yer almıştır. Başlangıçta daha basit ve beşeri
yönleri ağırlık kazanan rivayetler gittikçe zenginleşmiş ve olağanüstü
vurgular da buna bağlı artmıştır. Bu bakımdan ilk devir siyer
kaynaklan ile daha geç devir siyer kaynaklannın sistemli ve konu
bazında mutlaka karşılaştınlması, konu anlatımlarının gelişlim süreci
ortaya konması bir zorunluluktur. İslami bilimlerin her biri gelişmiş
sistem ve metotlara bağlı kalınarak bilgilerini üretmelerine rağmen,
Siyer alanında bu yönüyle bir boşluk olduğu dikkat çekmekte, eskiden
beri metodolajik süreçlere ve ilmi tenkitlere bağlı siyer yazınıının
gelişemediği görülmektedir. Bu durum modem zamanlarda da devam
' turulmadığı
etınektedir. Bu süreç ilmi bir zemine ve tenkide tabi
sürece Siyer, bir bilim değil, efsane ve menkıbelerle kurgulanınış bir
halk kültürü olarak inandıncılığı her zaman tartışmalı bir alan olmaya
devam edecektir.
Siret Sempozyumu 1405
anlatımında onemli bir nokta da
anlatmak için yazılan bir takım
mecazi anlatıınlar, zamanla halk kültürü içinde mecazi anlamından
kopanlarak gerçek tarihi olaylar gibi algılanmaya başlanmıştır. Hz.
Peygamber'in doğduğu gece vuku bulduğu söylenen olaylar bunun en
güzel misalidir. Bu sebeple Nübüvvet önce olaylarm birçoğunu tarihi
gerçekler olarak değil, o dönemin algısının bir yansıması olarak
yorumlamakta fayda vardır.
Nübüvvet öncesi rivayetlerin
Hz. Peygamber'in
büyüklüğünü
sunulmaya çalışması ya da yüksek
bir duygusaliılda anlatılması, insaniann gönlünü ve ruhunu tatmin
edebilir. Diğer yandan böyle bir yaklaşım Hz. Peygamber'in
ömekliğini, Kur'fuıl bakış açısını ve tarihi gerçekliğini yok eder.
Aynca da O'nun hayatına ilişkin sahih ve gerçek rivayetlerin ve
olaylarm üzerine de gölge düşürür. Nitekim müsteşriklerin Hz.
Peygamber'le ilgili olumsuz iddialannın birçoğunda bu tür ispatı zor,
mesnetsiz, gerçekliği tartışmalı bilgiler temel teşkil etmiştir.
Hz. Peygamber'in
abartılarak
406 1Siret Sempozyumu -I-
Bibliyografya ·
Ahatlı,
Erdinç,
Peygamberlik
ve
Hz.
Muhammed'in
Peygamberliği,
Ahmet Cevdet Paşa, Peygamber Efendimiz, tre. Mahir İz,
İstanbul2007.
Avcı Casim, Muhammedü'l- Emin, İstanbul2008.
Bekir Topaloğlu, "Abdullah", DİA.
Buhl, F. "Abdullah", İA.
Cabiri, Muhammed Abid, Arap-İslam Kültürünün Akıl Yapısı,
tre. B.Köroğlu-E. Demirli-H. Hacak, İstanbul2001.
Ceatani, Leon, İslam Tarihi, I-II, tre. H. Cahit, İstanbul1924.
Eınil Derınenhem,
Hz. Muhammed ve Risaleti, tre. A.
Ağırakça,
İstanbul1997.
Erul Bünyaınin, "Hz. Peygamber'in Risalet Öncesi Hayatına
Farklı Bir Yaklaşım", Diyanet İ/mi Dergi (Özel Sayı) Ankara 2000.
Erul, Bünyaınin, " Hz. Peygamber'in Risalet Öncesi Hayatına
Farklı Bir Yaklaşım", Diyanet İ1ıni Dergi (Özel Sayı).
Fayda, Mustafa, "Bahira", DİA.
'Gottheil, Richard James Horatio, Bir Hiristiyan Bahira Efsanesi,
tre ve notlandıran F. Zelıra Kamacı, İstanbul2008.
Halebi, İnsanu '!-Uyun, I, Beyrut 1320.
Halife b. Hayat, Tarih, tre. A.
Ralık Bakır,
Ankara 2001.
Haınidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, I-II, tre. Salih Tuğ,
İstanbul1990.
İbn Kesir, İslam Tarihi, N, tre. M. Keskin, İstanbul-1994.
•
•
1
Ibn Hişam, es- Siratu 'n- Nebeviye, Thk. M. Saka- I. Ebyeri, (IN), Beyrut 1995.
Siret Sempozyumu 1407
İbn Sa'd, Tabakatü 'l Kübra, nşr. İhsan Abbas, Beyrut 1968.
İbnu'l-Kayyım el-Cevzi, Zadu 'l-Me 'ad, tre. Mehmet Can, I-VI,
İstanbul 1989.
İbnü'n-Nedim, el-Fihrist, s. 24.
Mevdudi, Tevhid Mücadelesi, tre. Ahmed Asrar, İstanbul 1993.
Özdemir, Mehmet, "Siyer Yazıcılzğı Üzerine", Mil'el ve Nihai,
eilt 4, sayı 3, Eylül- Aralık 2007, s. 129-162
Sağman, Ali Rıza, İslam Tarihinde Rahip Bahfra Meselesi,
İstanbul1959.
Sançam, İbrahim, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, Ankara
2003.
Şaınl,
Sübülü 'l-Huda ve 'r-Reşad,
nşr.
M.Abdulvahid, I, Beyrut
1975.
Taberi, Ebu Cezir Muhammed, Tarihu 'r- Rusul Ve 'l Mu lük,
Ebu'l Fazi İbrahim, I-IX, Beyrut.
Zehebi, Tarihu '!-İslam, tre. Muzaffer Can, İstanbul1992.
Nşr.
Download