T.C. A D A L E T B A K A N L I Ğ I EĞĠTĠM DAĠRESĠ BAġKANLIĞI

advertisement
T.C.
ADALET BAKANLIĞI
EĞĠTĠM DAĠRESĠ BAġKANLIĞI
YARGI MEVZUATI BÜLTENĠ
Bültenin Kapsadığı Tarihler
01-15 Nisan 2013
Yayımlandığı Tarih
15 Nisan 2013
Sayı
2013-07
ĠÇĠNDEKĠLER
-
-
-
-
-
Adalet Bakanlığı Memur Sınav-Atama ve Nakil Yönetmeliğinde DeğiĢiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606)
Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelikte DeğiĢiklik Yapılmasına
Dair Yönetmelik
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606)
Ekmek Ġsrafını Önleme Kampanyası ile Ġlgili 2013/3 Sayılı BaĢbakanlık
Genelgesi
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606)
Türk Gıda Kodeksi Buğday Unu Tebliği (Tebliğ No: 2013/9)
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606)
Türk Gıda Kodeksi Ekmek ve Ekmek ÇeĢitleri Tebliği (Tebliğ No:
2012/2)‘nde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Tebliğ No: 2013/10)
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606)
Yüksek Seçim Kurulunun 16/3/2013 Tarihli ve 97 Sayılı Kararı
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606)
Adalet Bakanlığından Münhal Noterlik Ġlanları
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606)
Anayasa Mahkemesinin E: 2011/59, K: 2012/34 Sayılı Karar
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer)
Anayasa Mahkemesinin E: 2012/54, K: 2012/188 Sayılı Karar
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer)
Anayasa Mahkemesinin E: 2011/106, K: 2012/192 Sayılı Karar
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer)
Anayasa Mahkemesinin E: 2012/102, K: 2012/207 Sayılı Karar
(R.G. 02 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer)
Akreditasyon Uzmanlığı Yönetmeliği
(R.G. 03 Nisan 2013 – 28607)
Alkol ve Alkollü Ġçki Tesislerinin Haiz Olmaları Gereken Teknik ġartlar,
Kurulmaları, ĠĢletilmeleri ve Denetlenmelerine ĠliĢkin Usul ve Esaslar
Hakkında Yönetmelikte DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 04 Nisan 2013 – 28608)
Adalet Bakanlığından Ġhalelere Katılmaktan Yasaklama Kararı
(R.G. 04 Nisan 2013 – 28608)
-
-
-
-
-
-
-
-
Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğinde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair
Yönetmelik
(R.G. 05 Nisan 2013 – 28609)
Gümrük Yönetmeliğinde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 05 Nisan 2013 – 28609)
Ġdari Bağlılığın DeğiĢtirilmesi Kararı
(R.G. 06 Nisan 2013 – 28610)
Vakıf Kültür Varlıklarının Restorasyon veya Onarım KarĢılığı Kiraya
Verilmesi ĠĢlemlerinin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelikte DeğiĢiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 06 Nisan 2013 – 28610)
Kurumsal Yönetim Ġlkelerinin Belirlenmesine ve Uygulanmasına ĠliĢkin
Tebliğ (Seri:IV, No:56)‘de DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri: IV,
No: 64)
R.G. 06 Nisan 2013 – 28610)
Anayasa Mahkemesinin Siyasi Parti Mali Denetimi ile Ġlgili Kararlar
(R.G. 06 Nisan 2013 – 28610)
Anayasa Mahkemesinin Bireysel BaĢvurular ile Ġlgili Kararlar
(R.G. 06 Nisan 2013 – 28610)
Gemi Adamları ĠaĢe Bedeli Tespit Kurulu Kararı
(R.G. 07 Nisan 2013 – 28611)
IĢkolu Tespit Kararı (No: 2013/14)
(R.G. 07 Nisan 2013 – 28611)
Kredi Garanti Kurumlarına Sağlanacak Hazine Desteğine ĠliĢkin Usul ve
Esaslar Hakkında Kararda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair 2013/4485 Sayılı
Karar
(R.G. 08 Nisan 2013 – 28612)
Ankara-Sivas Hızlı Tren Projesinin Yerköy-Sivas Etabi Kapsamında Ġkmale
Kalan Kesimlerde (Ġkmal 1-2-3) Bulunan Bazı TaĢınmazlar ile Üzerindeki
Muhdesatın Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları IĢletmesi Genel
Müdürlüğü Tarafindan Acele KamulaĢtırılması Hakkında 2013/4538 Sayılı
Karar
(R.G. 08 Nisan 2013 – 28612)
Kocaeli Ġli, Darıca Ġlçesi, Cami Mahallesinde Bulunan Baızı TaĢınmazların
Darıca Belediyesi Tarafindan Acele KamulaĢtırılması Hakkında 2013/4541
Sayılı Karar
(R.G. 09 Nisan 2013 – 28613)
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulnun 20/3/2013 Tarihli ve
280 Sayılı Kararı
(R.G. 09 Nisan 2013 – 28613)
Verici Tesis ve ĠĢletim ġirketi ile Multipleks ĠĢletmecileri Hakkında
Yönetmelik
(R.G. 09 Nisan 2013 – 28613)
ÖzelleĢtirme Ġdaresi BaĢkanlığının 8/4/2013 Tarinli ve 2013/ÖĠB-K-22
Sayılı Kararı
(R.G. 09 Nisan 2013 – 28613)
Yüksek Seçim Kurulunun 5/4/2013 Tarihli ve 110 Sayılı Kararı
(R.G. 09 Nisan 2013 – 28613)
Ġzmir Ġli, Bergama Ġlçesinde Tesis Edilecek Ege Yıldızı Ġzmir Çandarlı
Doğalgaz Kombine Çevrim Santralinin Yapımı Amacıyla Bazı
TaĢınmazların Hazine Adına Tescil Edilmek Üzere Enerji Piyasasi
Düzenleme Kurumu Tarafindan Acele KamulaĢtırılması Hakkında
2013/4488 Sayılı Karar
(R.G. 10 Nisan 2013 – 28614)
Adana Ili, Seyhan Ilçesi, Barbaros ve Bey Mahalleleri Sınırlari Içerisinde
Bulunan Alanın Kentsel DönüĢüm ve GeliĢim Proje Alani Ġlan Edilmesi
-
-
-
-
-
-
-
-
Hakkında 2013/4491 Sayılı Kararı
(R.G. 10 Nisan 2013 – 28614)
6136 Sayılı AteĢli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun
2478 Sayılı Kanunla DeğiĢik 2 nci Maddesi Gereğince Yurda Sokulmasına
Ġzin Verilecek Silahlara ĠliĢkin Yönetmeliğin Yürürlükten Kaldırılmasına
Dair Yönetmelik
(R.G. 10 Nisan 2013 –
28614)
6136 Sayılı Kanun Kapsamına Giren Bıçak ve Diğer Aletler ile
Benzerlerinden Bir Sanat veya Mesleğin İcrası için Kullanılması Zorunlu
Bulunanların Yapım, Kullanım ve Nakline Dair Yönetmeliğin Yürürlükten
Kaldırılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 10
Nisan 2013 – 28614)
Yivli ve Yivsiz Av Tüfekleri, Nişan Tüfek ve Tabancaları, Bunların Aksamı
ile Mermilerinin Yurda Geçici Olarak Sokulmasına İlişkin Yönetmeliğin
Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 10 Nisan 2013 – 28614)
Gümrük Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
Değişiklik Yapılmasına Dair 6455 Sayılı Kanun
(R.G. 11 Nisan 2013 – 28615)
Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu
(R.G. 11 Nisan 2013 – 28615)
Yozgat Ġli Sorgun Ġlçesi Karakız Beldesinin Ġsminin ―Yeniyer‖ Olarak
DeğiĢtirilmesi Hakkında Karar
(R.G. 11 Nisan 2013 – 28615)
Türk Gıda Kodeksi Distile Alkollü Ġçkiler Analiz Metotları Tebliği (Tebliğ
No: 2013/11)
(R.G. 11 Nisan 2013 – 28615)
Adalet Bakanlığından ÇeĢitli Ġlanlar
(R.G. 11 Nisan 2013 – 28615)
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunun 4/4/2013 Tarihli ve
338 Sayılı Karar
(R.G. 12 Nisan 2013 – 28616)
Klinik Araştırmalar Hakkında Yönetmelik
(R.G. 13 Nisan 2013 – 28617)
Çerçeve Anlaşma İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 13 Nisan 2013 – 28617)
Danışmanlık Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik
Yapılmasına Dair Yönetmelik
(R.G. 13 Nisan 2013 – 28617)
Hizmet Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Yönetmelik
(R.G. 13 Nisan 2013 – 28617)
Mal Alımı İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair
Yönetmelik
(R.G. 13 Nisan 2013 – 28617)
Yapım İşleri İhaleleri Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına
Dair Yönetmelik
(R.G. 13 Nisan 2013 – 28617)
Kamu İhale Genel Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ
(R.G. 13 Nisan 2013 – 28617)
YÖNETMELĠKLER
Adalet Bakanlığından:
ADALET BAKANLIĞI MEMUR SINAV-ATAMA VE NAKĠL
YÖNETMELĠĞĠNDE DEĞĠġĠKLĠK YAPILMASINA
DAĠR YÖNETMELĠK
MADDE 1 – 10/7/2003 tarihli ve 25164 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Adalet
Bakanlığı Memur, Sınav-Atama ve Nakil Yönetmeliğinin 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının
(16) numaralı bendinin (a) alt bendi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ ve (18) numaralı bendinde
yer alan ―ve yardım merkezi Ģube‖ ibaresi yürürlükten kaldırılmıĢtır.
―a) En az dört yıllık lisans eğitimi veren fakülte ve yüksekokullardan veya bunlara
denkliği Yükseköğretim Kurulunca kabul edilen yabancı fakülte veya yüksekokullardan
mezun olmak.‖
MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesine aĢağıdaki fıkra eklenmiĢtir.
―Birinci ve ikinci fıkraya göre belirlenen nihaî baĢarı listesinde puanların eĢit olması
halinde; sırasıyla merkezi sınav puanı, sözlü sınav puanı ve diploma notu yüksek olan aday
sıralamada üstte yer alır.‖
MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 16 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―üç‖
ibaresi ―on‖ olarak değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 22 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan ―ve
yardım merkezi Ģube‖ ibaresi yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 24 üncü maddesinde yer alan ―, öğrenim durumu‖
ibaresi yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 27 nci maddesi yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin 28 inci maddesinin ikinci fıkrasının birinci paragrafı
aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―Ceza infaz kurumu ve tutukevi ile denetimli serbestlik müdürlüğü personeli için kurum
müdürü, kurumdan sorumlu Cumhuriyet savcısı ile Cumhuriyet baĢsavcısının gerekçeli
yazıları,‖
MADDE 8 – Aynı Yönetmeliğin 30 uncu maddesinin birinci fıkrasının (5) numaralı
bendinde yer alan ―ve yardım merkezi Ģube‖ ibaresi yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 9 – Aynı Yönetmeliğin 31 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (6)
numaralı alt bendi, (b) bendinin (7) numaralı alt bendi, (d) bendinin (5) numaralı alt bendi ve
(e) bendinin (5) numaralı alt bendinde yer alan ―ve yardım merkezi Ģube‖ ibaresi ile (c) bendi
yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 10 – Aynı Yönetmeliğin 33 üncü maddesinin birinci fıkrası aĢağıdaki Ģekilde
değiĢtirilmiĢtir.
―Ceza infaz kurumları ve tutukevleri müdürleri, denetimli serbestlik müdürleri, müdür
yardımcıları, saymanlar ile infaz ve koruma baĢmemurları Ek-4‘te gösterilen birinci, ikinci ve
üçüncü bölgelerdeki müdürlük teĢkilâtı olan ceza infaz kurumları ve denetimli serbestlik
müdürlüklerine naklen atanarak bölge esasına göre çalıĢırlar. Ġnfaz ve koruma baĢmemurları,
müdürlük teĢkilâtı olmayan ceza infaz kurumlarında da çalıĢabilirler. Yukarıda sayılanlar
dıĢındaki memurların naklen atanmalarında bölge esası uygulanmaz.‖
MADDE 11 – Aynı Yönetmeliğin 34 üncü maddesinin birinci, onbirinci ve onikinci
fıkraları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―Ceza infaz kurumları ve tutukevleri müdürleri, denetimli serbestlik müdürleri, müdür
yardımcıları, saymanlar ile infaz ve koruma baĢmemurları için en az hizmet süreleri; üçüncü
bölgede dört, ikinci bölgede altı, birinci bölgede sekiz yıldır. Ġnfaz ve koruma
baĢmemurlarının müdürlük teĢkilatı bulunmayan ceza infaz kurumlarındaki görev süresi,
üçüncü bölgedeki hizmet süresinden sayılır.‖
―Ġdare memuru kadrosuna açıktan atamalar, ikinci veya üçüncü bölgedeki ceza infaz
kurumları ve tutukevlerine yapılır. Ġhtiyaç halinde birinci bölgelerdeki cezaevlerine de atama
yapılabilir. Atandıkları yerde en az iki yıl görev yapan idare memurları, ihtiyaç durumuna
göre müdürlük teĢkilâtı bulunmayan ilçe ceza infaz kurumu ve tutukevlerine atanabilirler.‖
―Ceza infaz kurumu ve tutukevi ikinci müdürlüğünden ilk defa birinci müdür olarak
atamalar ve denetimli serbestlik müdürlüklerine, 5402 sayılı Denetimli Serbestlik Hizmetleri
Kanununun geçici 1 inci maddesinin ikinci fıkrası hariç olmak üzere müdür olarak atamalar
üçüncü bölgelere yapılır. Ġhtiyaç halinde baĢarısı tespit edilen ve alt bölgelerdeki hizmetini
tamamlayarak birinci ve ikinci bölgelerde görev yapan ikinci müdürler, ikinci bölgedeki
birinci müdürlük görevine atanabilirler. Birinci bölgelerdeki birinci müdürlük ve denetimli
serbestlik müdürlükleri görevlerine, ilk defa birinci müdür ve denetimli serbestlik müdürü
olarak atama yapılamaz.‖
MADDE 12 – Aynı Yönetmeliğin 35 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi
aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―a) Ceza infaz kurumları ve tutukevleri veya denetimli serbestlik müdürlüklerinde en az
on yıl müdür veya müdür yardımcısı olarak görev yapmıĢ olmak,‖
MADDE 13 – Aynı Yönetmeliğin 36 ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―ve
yardım merkezi Ģube‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 14 – Aynı Yönetmeliğin 41 inci maddesinin baĢlığı ile birinci ve ikinci
fıkralarında yer alan ―ve yardım merkezi Ģube‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 15 – Aynı Yönetmeliğin ekinde yer alan
―Ek-4‖ ekteki Ģekilde
değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 16 – Aynı Yönetmeliğe aĢağıdaki geçici 2 nci madde eklenmiĢtir.
“GeçiĢ hükmü
GEÇĠCĠ MADDE 2 – 33 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen bölge esası, bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihte görevde bulunan saymanlar ile infaz ve koruma
baĢmemurları yönünden 1/4/2016 tarihine kadar uygulanmaz.‖
MADDE 17 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 18 – Bu Yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı yürütür.
Eki için tıklayınız.
[R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ]
—— • ——
Çevre ve ġehircilik Bakanlığından:
KIYI KANUNUNUN UYGULANMASINA DAĠR YÖNETMELĠKTE
DEĞĠġĠKLĠK YAPILMASINA DAĠR YÖNETMELĠK
MADDE 1 – 3/8/1990 tarihli ve 20594 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Kıyı
Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 4 üncü maddesindeki ―Sahil ġeridi‖
tanımının ikinci paragrafı aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, ―Su Ürünlerini Üretim ve YetiĢtirme
Tesisi‖, ―Rekreaktif Alanlar‖, ―Tersane‖, ―Yat Limanı‖, ―Balıkçı Barınağı‖, ―Çekek Yeri‖ ve
―Sosyal ve Teknik Altyapı Tesisleri‖ tanımları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, aynı maddenin
sonuna aĢağıdaki ―Denize ĠniĢ Rampaları‖, ―Tekne Ġmal ve Bakım Yeri‖ tanımları eklenmiĢ,
aynı maddedeki ―Yat çekek yeri‖ tanımı yürürlükten kaldırılmıĢtır.
―Ġki bölümden oluĢan sahil Ģeridi kullanım amacı, topoğrafya ve doğal eĢiklere göre
uygulama imar planı kararı ile belirlenir. Sahil Ģeridinde yapılacak yapılar kıyı kenar çizgisine
en fazla 50 metre yaklaĢabilir. Yapı yaklaĢma mesafesi içerisinde kalan alanlar uygulama
imar planı ile gezinti alanları, dinlenme ve bu Yönetmelikte tanımlanan rekreaktif alanlar ve
yaya yolları olarak düzenlenebilir.‖
―Su Ürünlerini Üretim ve YetiĢtirme Tesisi: Su ürünleri kaynaklarının ekonomik olarak
kullanımı ve üretiminin artırılması amacıyla deniz ve iç sularda, deniz, göl yüzeyi ile karada,
kuluçkahaneli ve kuluçkahanesiz oluĢuna göre alan büyüklüğü değiĢen üretim ve yetiĢtirme
faaliyeti gösteren ve soğuk hava deposu, paketleme ünitesi, yem ve malzeme deposu gibi
karada ihtiyaç duydukları alt ve üst yapılara sahip kıyı yapılarıdır.‖
―Rekreaktif Alanlar: Halkın eğlence ve dinlenme gereksinimlerini karĢılamaya dönük,
açık olarak düzenlenen oturma ve yemek yerleri, yemek piĢirme yerleri, çeĢmeler, açık
havuzlar, oyun ve açık spor alanları, açık gösteri alanları, yeĢil bitki örtüsü ve kıyı yapısının
elverdiği yerlerde denize iniĢ rampaları bulunan kamu ya da özel alanlardır.‖
―Tersane: Her cins ve boyutlarda gemi ve su araçlarının inĢası, bakım-onarım ve
tadilatlarından biri veya birkaçının yapılmasına imkân sağlayan en az elli metre deniz
cephesine sahip ve gemi inĢa kapasitesi belirlenmiĢ, teknik ve sosyal alt yapısı, yönetim,
destek, bakım, onarım ve depolama birimleri de bulunan kıyı yapılarıdır.‖
―Yat Limanı: Yatlara güvenli bir bağlama ve her yata doğrudan yürüyerek çıkılmasına
imkân sağlayan, yeterli derinlikte su bulunan ve yatlara teknik ve sosyal altyapı, yönetim,
destek, konaklama, bakım ve onarım hizmetlerini sunan, rüzgâr ve deniz tesirlerinden
korunmuĢ, iĢletme izin belgesi almıĢ, turizm iĢletmesi belgeli kıyı yapılarıdır. Yat
limanlarında konaklama tesisi yapılması halinde, bu tesislerin yükseklikleri 6.50 metreyi (2
kat) ve emsali toplam emsalin %20‘sini geçmeyecek Ģekilde yapılaĢma koĢulları imar planı
kararı ile belirlenir. Yat limanlarında tüm üst yapılarda kot, her binanın köĢe kotlarının
aritmetik ortalaması alınarak bulunur. Bodrum katlar yapı yüksekliğine ve emsale dâhildir.‖
―Balıkçı Barınağı: Balıkçı teknelerine hizmet vermek amacıyla dalgakıranla korunmuĢ,
yöre balıkçılarının ihtiyacına yetecek kadar havuz ve geri sahaya sahip, bağlama rıhtımları ile
suyu, elektriği, ağ kurutma sahası, çekek yeri, emsali kara alanının %2‘sini, yüksekliği 6.50
metreyi (2 katı) aĢmayan ve takılıp sökülebilir elemanlarla inĢa edilen yönetim birimi, deniz
ürünlerine geçici depolama ve satıĢ üniteleri bulunan kıyı yapılarıdır.‖
―Çekek Yeri: Tam boyu altmıĢ metreye kadar her türlü gemi veya su araçlarına bakımonarım, kıĢlatma ile teknik altyapı ve yönetim hizmeti veren tesistir.‖
―Sosyal ve Teknik Altyapı Tesisleri: Kıyıda yapılması zorunlu olan yapı ve tesislere
hizmet veren ve kıyının kamu yararına kullanılmasını sağlayan, dalgakıran, kontrol kulesi,
deniz feneri, trafo, su deposu, çekek rampası, biyolojik ve kimyevî arıtma sistemi, pis su ve
sintine boĢaltma istasyonu, elektrik, su, sağlık ünitesi, PTT, Fax, TV teçhizatı, yağ ve çöp
toplama konteynerleri, yangın Ģebekesi veya itfaiye tesisi, lift sistemi, saniter üniteleri,
otopark, yaya yolları, meydan, yeĢil alan, çocuk bahçesi ve park ve benzeri altyapı
tesisleridir.‖
―Denize ĠniĢ Rampaları: Halkın denizde sportif, eğlence ve gezi amacıyla, amatör ve
özel teknelerini, römork kullanarak denize indirip, denizden çekebilecekleri, yol ile bağlantısı
olan ve geri sahasında taĢıt ve römork otopark yeri bulunan rampa düzeneğidir.‖
―Tekne Ġmal ve Bakım Yeri: Boy sınırlaması olmaksızın ahĢap yat imalatı ile tam boyu
yetmiĢ beĢ metreye kadar veya UlaĢtırma, Denizcilik ve HaberleĢme Bakanlığınca yapılan
inceleme sonucuna göre kara ve denizdeki fiziksel Ģartların uygun bulunması halinde yüz
yirmi beĢ metreye kadar her türlü gemi ve su araçlarının inĢa, tadilat ve bakım-onarım
hizmetlerinden biri veya birkaçının yapılmasına imkân sağlayan teknik ve sosyal altyapılara
sahip tesistir.‖
MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi
aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, aynı maddenin üçüncü fıkrasından sonra gelen (b) bendinin
(5) numaralı alt bendinin sonuna aĢağıdaki cümle eklenmiĢtir.
―Ancak il, ilçe, belediye ve mücavir alan sınırına rastlayan alanlarda pafta bütününde
geçirilme Ģartı aranmaz.‖
―Ġl, ilçe, belediye ve mücavir alan sınırına rastlayan alanlarda pafta bütününde aktarma Ģartı
aranmaz.‖
MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 9 uncu maddesinin baĢlığı ―Kıyı Kenar Çizgisinin
Onayı ve Ġlanı‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ ve aynı maddenin sonuna aĢağıdaki fıkralar eklenmiĢtir.
―Yürürlüğe giren kıyı kenar çizgisi, belediye ve mücavir alan sınırları içinde
belediyelerce, bu sınırlar dıĢında valiliklerce tespit edilen ilan yerlerinde bir ay süreyle ilan
edilir.
Kıyı kenar çizgisine, ilan süresi içinde kamu kurum ve kuruluĢları ve ilgilileri itiraz
edebilir. Ġtirazlar valiliğine yapılır. Ġtirazlar, Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca onbeĢ
gün içinde incelenir. Ġnceleme sonuçlarını ve gerekçeli görüĢlerini içeren komisyon raporu
değerlendirilmek üzere Bakanlığa gönderilir. Bakanlık itirazı, komisyon raporunu da dikkate
alarak inceleyip karara bağlar.
Ġtiraz ve yapılan inceleme neticesinde düzeltilmesine karar verilen kıyı kenar çizgisinin
tespiti, onayı ve ilanı hakkında da yukarıdaki hükümler uygulanır.
Onaylı kıyı kenar çizgileri;
a) Kıyı kenar çizgisinin suya düĢmesi,
b) Mükerrer kıyı kenar çizgisinin bulunması,
c)
Kıyı kenar çizgilerinin kenarlaĢmaması,
ç) Yargı organlarınca kıyı kenar çizgisinin iptali ya da ikinci bir kıyı kenar çizgisinin
tespit edilmesi,
d) Daha evvel kıyı özelliği göstermediği halde, malzeme alımı sonucunda oluĢan su
alanları nedeniyle, bu alanları kıyıda bırakacak Ģekilde tespit edilen kıyı kenar çizgileri, bu su
alanlarının deniz, göl veya akarsu ile doğrudan bağlantılı olmadığının Kıyı Kenar Çizgisi
Tespit Komisyonunca belirlenmesi,
halleri dıĢında değiĢtirilemez.
Kıyı kenar çizgisinin mahkeme kararları ile parsel veya parseller bazında iptal edilmesi
halinde, bu alanlardaki kıyı kenar çizgisi tespitlerinde kıyı kenar çizgisinin bütünlüğünü ve
sürekliliğini sağlayacak Ģekilde bitiĢiğindeki onaylı kıyı kenar çizgisi ile birlikte
değerlendirilerek, üçüncü kiĢilerin kazanılmıĢ haklarına hâlel getirmeyerek yeni tespit
yapılabilir.
Mahkeme kararlarının uygulanması sonucunda tespit edilerek onaylanan kıyı kenar
çizgisinin bitiĢiğindeki onaylı kıyı kenar çizgisi ile uyum sağlamaması halinde ise Kıyı Kenar
Çizgisi Tespit Komisyonunca bu alanda mahkeme kararlarının gerekçeleri dikkate alınarak ve
üçüncü kiĢilerin kazanılmıĢ haklarına hâlel getirmeyerek yeniden kıyı kenar çizgisi tespiti
yapılabilir.‖
MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin
birinci paragrafı aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, aynı maddenin ikinci fıkrasına aĢağıdaki
cümle eklenmiĢtir.
―Faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıdan baĢka yerde yapılmaları mümkün olmayan yapı
ve tesisler: Tersane, gemi söküm yeri, tekne imal yeri, su ürünlerini üretim ve yetiĢtirme
tesisleri, denize iniĢ rampaları, yat limanı, kruvaziyer liman, balıkçı barınağı ve çekek yeri.‖
―Hangar, atölye, kontrol kulesi ve deniz feneri gibi bakım-onarım ve teknik altyapı yapılarının
yükseklikleri ve yapılaĢma Ģartları, teknik gerekçeler ve uluslararası standartlar gözetilerek
imar planı kararları ile belirlenir. Ancak taban alanı 6 metrekareyi geçmeyen kontrol kulesi ve
deniz fenerleri için yapının fenni ve teknik sorumluluğu ilgili idaresinde olmak kaydıyla imar
planı aranmaz.‖
MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 17 nci maddesinin sekizinci ve dokuzuncu fıkraları
yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğe aĢağıdaki madde eklenmiĢtir.
“EK MADDE 1 – Aynı alanda birbirinden farklı tarihlerde onaylanmıĢ kıyı kenar
çizgilerinin bulunması halinde, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce; onaylı 1/1000
ölçekli uygulama imar planı bulunan alanlarda, Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca
planda esas alındığı belirlenen kıyı kenar çizgisi, 1/1000 ölçekli uygulama imar planı
bulunmayan alanlarda ise Kıyı Kenar Çizgisi Tespit Komisyonunca yapılan inceleme
sonucunda uygun görülen ve Bakanlıkça onanan kıyı kenar çizgisi geçerlidir.‖
MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin ekindeki ―Dicle Nehri‖ ve ―Fırat Nehri‖ tanımları
aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ ve ―Dalyan Kanalı‖ tanımı eklenmiĢtir.
―7- Dicle Nehri: Dicle Nehri ana kolunun Bismil ilçesi ile Türkiye-Suriye Irak sınır
arasındaki kesimi.
8- Fırat Nehri: Ana kolunun Keban Barajı ile Türkiye-Suriye sınırı arasındaki kesimi.‖
―17- Dalyan Kanalı: Köyceğiz Gölü ile Akdeniz arasındaki kesimi.‖
MADDE 8 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 9 – Bu Yönetmelik hükümlerini Çevre ve ġehircilik Bakanı yürütür.
[R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ]
—— • ——
GENELGE
BaĢbakanlıktan:
Konu : Ekmek Ġsrafını Önleme Kampanyası.
GENELGE
2013/3
Toplumumuzun nimet bildiği ve kutsal bir değer atfettiği ekmekle ilgili üretim, tüketim,
israf ve tüketici alıĢkanlıkları konularında; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının ilgili
kuruluĢu Toprak Mahsulleri Ofisi (TMO) Genel Müdürlüğü tarafından yurt çapında yaptırılan
bir araĢtırmada; ülkemizde günde 6 milyon, yılda 2,1 milyar ekmeğin israf edildiği sonucu
ortaya çıkmıĢtır. Söz konusu ekmek israfının bugünkü parasal karĢılığı; 1,5 milyar TL olup bu
rakam Hükümetimiz döneminde dünya sıralamasında ilk sıralarda olduğumuz un ihracatından
elde ettiğimiz bir yıllık gelire eĢdeğerdir.
Bu üzücü sonuçlar; ekmek israfının önlenmesine yönelik tedbirlerin ivedilikle
alınmasını gerekli kılmıĢ, bu doğrultuda Hükümetimizce 17.01.2013 tarihinde ―Ekmek
Ġsrafını Önleme Kampanyası‖ baĢlatılmıĢtır.
Kampanya ile israf konusunda toplumsal duyarlılık oluĢturulması, israfın üretim ve
tüketim aĢamalarında önlenmesi, ekmeğin uygun yöntemler ile muhafazasının sağlanması,
bayat veya ihtiyaç fazlası ekmeğin yine insan gıdası olarak değerlendirilmesi konularında
toplumun bilinçlendirilmesi ve tam buğday ekmeği tüketiminin yaygınlaĢtırılması
amaçlanmaktadır.
Bu çerçevede;
1. Kampanyanın toplumun tüm kesimlerine ulaĢabilecek boyutta sürdürülebilmesi için
bu kapsamda alınan tedbir ve yürütülen faaliyetlerin uygulama süreçleri ile sonuçlarının
izlenmesi ve değerlendirilmesi amacıyla ilgili kuruluĢlar arasında gerekli iĢbirliği ve
koordinasyonu sağlamak üzere; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ve ilgili kuruluĢu
TMO Genel Müdürlüğü görevlendirilmiĢtir.
2. Bakanlıklar, valilikler, belediyeler, üniversiteler ile diğer kamu kurum ve kuruluĢları;
alacakları tedbirler ve yapacakları faaliyetlerle kampanyayı destekleyecekler, tüm yurtta etkin
bir biçimde yürütülecek olan çalıĢmalarla israfın önlenmesi hususunda toplumsal bir bilinç ve
farkındalık oluĢturulmasına azami ölçüde katkıda bulunacaklardır.
3. Kampanyanın amacına ulaĢabilmesi için toplumun her kesimine yönelik
bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetleri düzenlenecek; halkımız, sivil toplum kuruluĢları,
özel sektör ve meslek kuruluĢları ile iĢbirliği yapılacaktır.
4. Toplumun temelini oluĢturan aile ve kadınların rolünü dikkate alan sosyal politikalar
geliĢtirilecek, özellikle çocuklarımızın ve gençlerimizin kampanyaya katılmalarını özendiren
projeler oluĢturularak uygulamaya konulacaktır.
5. Ġlgili kuruluĢlar tarafından konuya iliĢkin eğitim, seminer, panel, konferans ve
toplantı gibi organizasyonlar tertiplenecek ve söz konusu etkinliklerde; araĢtırma sonuçlarına,
ekmek israfının önlenmesine ve tam buğday ekmeği tüketiminin faydalarına iliĢkin bilgiler
verilecek ve bu kampanya kapsamında hazırlanacak kamu spotu, film ve animasyon gibi
çalıĢmalar gösterilecektir.
6. Bu kapsamda, bakanlık ve kuruluĢlarca temin edilebilecek yazılı ve görsel
malzemeler medya ve diğer iletiĢim araçları kullanılarak toplumun her kesimine ulaĢtırılmaya
çalıĢılacak; özellikle gar, istasyon, durak, metro, havaalanı, kara yolu, liman, toplu taĢıma
araçları ve benzeri kamuya açık yerlerde yazılı ve görsel bilgilendirme çalıĢmaları
yapılacaktır.
7. Ġlgili bakanlık ve kurumlarca; ambalaj, gramaj, kalite, hijyen, üretim, dağıtım ve satıĢ
gibi konularda ekmek israfının önlenmesine ve tam buğday ekmeği tüketiminin
yaygınlaĢtırılmasına katkı sağlayacak mevzuat düzenlemeleri ile bu kapsamda gerekli
denetimlerin yapılması sağlanacaktır.
8. Ġnternet sitelerinde, www.ekmekisrafetme.com adresine link verilerek, orada yer alan
―Türkiye‘de Ekmek Ġsrafı AraĢtırması‖ sonuçlarının değerlendirilmesi ve uygulamaya
konulacak tedbir ve faaliyetlerin bu değerlendirmeler çerçevesinde planlanmasına önem
verilecektir.
9. Toplu tüketim yapılan kamu kurum ve kuruluĢlarında bulunan yemekhanelerde;
menüye göre ekmek çıkarılması, ekmeğin ince dilimlenmiĢ olarak, paketli rol ekmeğin ise
düĢük gramajlı olarak sunulması, tam buğday ekmeği bulundurulmasının sağlanması ve
tüketiminin yaygınlaĢtırılması amacıyla gerekli tedbirler alınacaktır.
10. Belediyeler ve il özel idarelerince ekmek fırınları düzenli olarak denetlenecek,
gerekli sağlık ve mevzuat Ģartlarını sağlayamayan fırınların üretim yapmasına izin
verilmemesi amacıyla ĠçiĢleri Bakanlığınca gerekli düzenlemeler yapılacaktır.
11. Üretici ve tüketicileri teĢvik edecek tedbirlerin alınması, ekmek üretim ve satıĢ
noktalarında istihdam edilen kiĢiler ile restoran, fırın, otel ve turizm sektörü çalıĢanlarının
eğitilmesi için meslek odalarıyla iĢbirliği yapılması hususlarında; Gıda, Tarım ve Hayvancılık
Bakanlığınca gerekli çalıĢmalar yapılacaktır.
12. Sağlıklı beslenme de dâhil olmak üzere eğitici program, etkinlik ve yarıĢmalar
düzenlenecek ve bu konuların temel eğitim ders müfredatı içerisine dâhil edilmesi için gerekli
tedbirler Milli Eğitim Bakanlığınca alınacaktır.
13. Sağlıklı ve dengeli beslenme amacıyla tam buğday ekmeği tüketiminin teĢvik
edilmesi için toplum sağlığı alanında gerekli çalıĢmalar Sağlık Bakanlığınca yapılacaktır.
14. Kampanya konularının; desteklenen ve kaynak aktarılan film ve tiyatro dâhil her
türlü sahne sanatı senaryoları ve projelerde uygun bir Ģekilde iĢlenmesi, film ve projelere gizli
veya açık spotlar yerleĢtirilmesi ve konu ile ilgili özel sektörün teĢvik edilmesi için gerekli
tedbirler Kültür ve Turizm Bakanlığınca alınacaktır.
15. Kampanya konularıyla ilgili olarak halkı bilinçlendirme çalıĢmalarına Diyanet ĠĢleri
BaĢkanlığınca gerekli katkı sağlanacaktır.
16. Televizyon ve radyo programlarında kampanyaya iliĢkin kamu spotlarının
yayınlanması amacıyla gerekli çalıĢmalar ilgili kurum ve kuruluĢlarca yapılacaktır.
Ekmek Ġsrafını Önleme Kampanyası, tam buğday ekmeğini yaygınlaĢtırma amacını da
içine alacak Ģekilde, tüm kurum ve kuruluĢlarca iĢbirliği içerisinde ve kararlılıkla yürütülerek
takip edilecek, ekmeğin israf edilmemesi bilincinin tüm fertlerimiz için bir yaĢam biçimi
haline gelmesi özendirilecektir.
Kamu kurum ve kuruluĢlarının yanı sıra; halkımız, sivil toplum kuruluĢları, memur, iĢçi
ve iĢveren kuruluĢları, meslek oda ve birlikleri, ulusal ve yerel basın ile özel sektörün, çok
önemli bir insanlık görevi olan bu kampanyaya gönüllü olarak her türlü destek ve yardımı
sağlayacaklarına inancımız tamdır.
Bilgilerini ve gereğini önemle rica ederim.
Recep Tayyip ERDOĞAN
BaĢbakan
[R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ]
—— • ——
TEBLĠĞLER
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından:
TÜRK GIDA KODEKSĠ BUĞDAY UNU TEBLĠĞĠ
(TEBLĠĞ NO: 2013/9)
Amaç
MADDE l – (1) Bu Tebliğin amacı; buğday ununun tekniğine uygun ve hijyenik Ģekilde
üretilmesi, hazırlanması, iĢlenmesi, depolanması, nakledilmesi ve piyasaya arz edilmesi
aĢamalarında taĢıması gereken özelliklerini belirlemektir.
Kapsam
MADDE 2 – (1) Bu Tebliğ; Triticum aestivum (ekmeklik buğday), Triticum
compactum (bisküvilik buğday) ve Triticum durum buğdaylarından (makarnalık buğday) ayrı
ayrı veya karıĢtırılarak üretilen buğday unlarını kapsar. Vitamin ve minerallerce
zenginleĢtirilmiĢ buğday ununu kapsamaz.
Dayanak
MADDE 3 – (1) Bu Tebliğ, 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî
Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğine dayanılarak hazırlanmıĢtır.
Tanımlar
MADDE 4 – (1) Bu Tebliğde geçen;
a) Buğday unu: Yabancı maddelerden temizlenmiĢ ve tavlanmıĢ buğdayların tekniğine
uygun olarak öğütülmesiyle elde edilen unları,
b) Gıda amaçlı kullanılan buğday kepeği: Yabancı maddelerden temizlenmiĢ ve
tavlanmıĢ buğdayın, öğütme iĢlemi sonrası elde edilen unların ayrılmasından sonra arta kalan
kısımlarını,
c) Ekmeklik buğday unu: 4/1/2012 tarihli ve 28163 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan
Türk Gıda Kodeksi Ekmek ve Ekmek ÇeĢitleri Tebliği (Tebliğ No: 2012/2) kapsamında
tanımlanan ekmeğin üretiminde kullanılan unu,
ç) Özel amaçlı buğday unu: Türk Gıda Kodeksi Ekmek ve Ekmek ÇeĢitleri Tebliği
(Tebliğ No: 2012/2) kapsamında tanımlanan ekmek hariç olmak üzere ekmek çeĢitleri, diğer
ekmek çeĢitleri, ekĢi hamur ekmekleri ile baklava, börek, bisküvi, kek, pasta, yufka, pide,
Ģebit, bazlama, simit, pizza, hamburger, karıĢık tahıllı ekmek gibi ürünler ile katkılı unlar,
özel iĢlem görmüĢ unlar ve irmik altı unu gibi amaca yönelik mamullerin üretiminde
kullanılan unu,
d) Tam buğday unu: Yabancı maddelerden temizlenmiĢ buğdayların, tavlanarak veya
tavlanmadan, buğday tanesinin bütün anatomik kısımlarını içerecek Ģekilde tekniğine uygun
olarak öğütülmesiyle elde edilen unu,
e) Yabancı madde: Buğday unu dıĢındaki böcek ve böcek parçaları ile kalıntıları,
hayvansal atık ve kalıntıları, yabancı ot tohumları gibi organik maddeler ile taĢ, kum, toprak
ve metal gibi inorganik maddeleri,
ifade eder.
Ürün özellikleri
MADDE 5 – (1) Bu Tebliğ kapsamındaki ürünlerin özellikleri aĢağıdaki gibidir:
a) Buğday unu yabancı tat ve koku içermez.
b) Un içerisinde yabancı madde bulunmaz.
c) Buğday unları kendine özgü renk ve görünüĢte olur.
ç) Bu Tebliğ kapsamındaki ürünlerin kimyasal özellikleri ek-1‘e uygun olur.
d) Tam buğday unu hariç olmak üzere buğday unlarının en az % 98‘i 212 mikronluk
elekten geçer.
e) Buğday, çavdar veya arpadan hazırlanmıĢ enzim aktivitesi yüksek malt unu veya
diğer malt ürünleri ile vital buğday gluteni teknolojik amaçlarla buğday ununa gerektiği kadar
katılabilir.
f) Net un ağırlığı %14,5 nem esasına göre hesaplanır.
g) Özel amaçlı buğday unlarına baklagil unları teknolojik amaçlarla gerektiği kadar
katılabilir.
Katkı maddeleri
MADDE 6 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerde kullanılan katkı maddeleri,
29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda
Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri Yönetmeliğinde yer alan hükümlere uygun olur.
BulaĢanlar
MADDE 7 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerdeki bulaĢanların miktarları,
29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda
Kodeksi BulaĢanlar Yönetmeliğinde yer alan hükümlere uygun olur.
Pestisit kalıntıları
MADDE 8 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerdeki pestisit kalıntı miktarları,
29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda
Kodeksi Pestisitlerin Maksimum Kalıntı Limitleri Yönetmeliğinde yer alan hükümlere uygun
olur.
Hijyen
MADDE 9 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünler; 17/12/2011 tarihli ve 28145
sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Gıda Hijyeni Yönetmeliği ve 29/12/2011 tarihli ve 28157
üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Mikrobiyolojik
Kriterler Yönetmeliğinde yer alan hükümlere uygun olur.
Ambalajlama
MADDE 10 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerin ambalajında kullanılan
malzeme, 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan
Türk Gıda Kodeksi Gıda ile Temas Eden Madde ve Malzemeler Yönetmeliğine uygun madde
ve malzemelerden oluĢur. Ambalaj malzemesinin polipiropilen olması durumunda
polipiropilen ambalajın dokuma sıklığı cm‘de 5 adet ve ağırlığı en az 80 gr/m2 olur.
(2) Bu Tebliğ kapsamında dökme olarak satıĢa arz edilen ürünlerin taĢımasında ve
depolamasında kullanılan un tankeri ve silolarının buğday unu ile temas eden yüzeyleri, Türk
Gıda Kodeksi Gıda ile Temas Eden Madde ve Malzemeler Yönetmeliğine uygun, yeterli
temizlik ve dezenfeksiyona izin veren madde ve malzemeden yapılır.
Etiketleme
MADDE 11 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerin etiketi; 29/12/2011 tarihli
ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Etiketleme
Yönetmeliğinde yer alan hükümlere ilave olarak aĢağıdaki hükümlere de uygun olur.
a) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerin adları, 4 üncü maddenin (b), (c), (ç) ve (d)
bentlerine uygun olarak etikette belirtilir.
b) Özel amaçlı buğday unlarında unun hangi amaçla kullanılacağı etikette belirtilir.
c) Özel amaçlı buğday unlarının etiketi üzerinde maksimum kül (%Kül Km‘de (m/m))
ve minimum protein miktarları (%Protein Miktarı, Km‘de) belirtilir.
ç) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlere, 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü
mükerrer sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda Katkı Maddeleri
Yönetmeliğinde izin verilen katkılardan hiç biri katılmaz ise ürün adı ile birlikte ―katkısız‖
ifadesi kullanılabilir.
TaĢıma ve depolama
MADDE 12 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerin taĢınması ve
depolanmasında, Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğinin ―Gıdaların TaĢınması ve Depolanması‖
bölümündeki kurallara uyulur.
Numune alma ve analiz metotları
MADDE 13 – (1) Bu Tebliğ kapsamında yer alan ürünlerden numune alınması ve
analizleri, Türk Gıda Kodeksi Yönetmeliğine uygun olur.
Ġdari yaptırım
MADDE 14 – (1) Bu Tebliğe aykırı davrananlar hakkında 11/6/2010 tarihli ve 5996
sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanununun ilgili maddelerine göre
idari yaptırım uygulanır.
Yürürlükten kaldırılan tebliğ
MADDE 15 – (1) 17/2/1999 tarihli ve 23614 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk
Gıda Kodeksi Buğday Unu Tebliği (Tebliğ No: 99/1) yürürlükten kaldırılmıĢtır.
Uyum zorunluluğu
GEÇĠCĠ MADDE 1 – (1) Bu Tebliğin yayımı tarihinden önce faaliyet gösteren gıda
iĢletmecileri 1/7/2013 tarihine kadar bu Tebliğ hükümlerine uymak zorundadır.
(2) Bu Tebliğ kapsamında faaliyet gösteren gıda iĢletmecileri bu Tebliğ hükümlerini
karĢılayana kadar 17/2/1999 tarihli ve 23614 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda
Kodeksi Buğday Unu Tebliği hükümlerine uymak zorundadır.
Yürürlük
MADDE 16 – (1) Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Yürütme
MADDE 17 – (1) Bu Tebliğ hükümlerini Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı yürütür.
Eki için tıklayınız.
[R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ]
—— • ——
Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığından:
TÜRK GIDA KODEKSĠ EKMEK VE EKMEK ÇEġĠTLERĠ TEBLĠĞĠ
(TEBLĠĞ NO: 2012/2)’NDE DEĞĠġĠKLĠK YAPILMASINA
DAĠR TEBLĠĞ (TEBLĠĞ NO: 2013/10)
MADDE 1 – 4/1/2012 tarihli ve 28163 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda
Kodeksi Ekmek ve Ekmek ÇeĢitleri Tebliği (Tebliğ No: 2012/2)‘nin 5 inci maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi ile (ç) bendinin (3) ve (4) numaralı alt bentleri aĢağıdaki Ģekilde
değiĢtirilmiĢtir.
―a) Bu Tebliğ kapsamında tanımı yapılan ekmek, sadece 2/4/2013 tarihli ve 28606 sayılı
Resmî Gazete‘de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Gıda Kodeksi Buğday Unu Tebliği
(Tebliğ No: 2013/9)‘nde yer alan ekmeklik buğday unu ve/veya tam buğday unlarından
yapılır.‖
―3) Bu Tebliğ kapsamında tanımlanan ürünlerden 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (e)
bendi dıĢındaki ürünlerin ambalajlı üretilmeleri durumunda bu ürünler 100 grama kadar ve
250 gramdan sonra muhtelif ağırlıklarda üretilir. 100 ila 250 gram arasındaki ağırlıklarda
üretilmez.
4) Bu Tebliğ kapsamında ambalajsız olarak piyasaya arz edilen ürünler ağırlıkça ― - %
3, +% 8‖ tolerans değeri ile üretilir. Ancak ağırlık kontrolü amacı ile yapılan resmi
denetimlerde, alınan numunelerin ortalama ağırlığı, denetime konu olan ürünün bu Tebliğ
kapsamında üretimine izin verilen ağırlığından en fazla % 2 kadar eksik olabilir.‖
MADDE 2 – Aynı Tebliğin ekinde yer alan ek-1ekteki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 3 – Aynı Tebliğin ekinde yer alan ek-2‘nin 5 ve 6 ncı maddeleri aĢağıdaki
Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―5. Bu Tebliğ kapsamında ambalajsız olarak piyasaya arz edilen ürünler; satıĢ yerlerinde
alıcının el değmesini engelleyecek Ģekilde ekmek dolabında veya tezgâhında muhafaza
edilerek gıda iĢletmecisinin kontrolünde satılır veya gıda iĢletmecisi, tüketicinin bu ürünleri
eldiven ile almasını sağlar. Gıda iĢletmecisi, bu Tebliğ kapsamında ambalajsız olarak
piyasaya arz edilen ürünleri; 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer sayılı Resmî
Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Gıda ile Temas Eden Madde ve Malzemeler
Yönetmeliğinde yer alan hükümlere uygun bir ambalaj malzemesine sararak veya içine
koyarak tüketiciye arz eder veya bu ürünler için söz konusu Yönetmelikte yer alan hükümlere
uygun bir ambalaj malzemesinin ekmek dolabında veya tezgâhında alıcının ulaĢabileceği bir
Ģekilde bulundurmasını sağlar. Bu Tebliğ kapsamında ambalajsız olarak piyasaya arz edilen
ürünlerin satıĢa sunulduğu ekmek dolapları veya tezgâhları açıkta bırakılmayacak Ģekilde
kapalı bir ortama konulur.
6. Bu Tebliğ kapsamında ambalajsız olarak piyasaya arz edilen ürünlerin muhafaza
edildiği ekmek dolabında veya tezgâhında; 29/12/2011 tarihli ve 28157 üçüncü mükerrer
sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Türk Gıda Kodeksi Etiketleme Yönetmeliğinin 13 üncü
maddesinin üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkralarında belirtilen zorunlu etiket bilgilerine ilave
olarak ürünün net miktarının yer aldığı etiketin alıcının rahatlıkla görebileceği büyüklükte yer
alması zorunludur.‖
MADDE 4 – Aynı Tebliğe aĢağıdaki geçici madde eklenmiĢtir.
“Uyum zorunluluğu
GEÇĠCĠ MADDE 1 – (1) Bu maddenin yayımı tarihinden önce faaliyet gösteren gıda
iĢletmecileri, 1/7/2013 tarihine kadar Tebliğin bu madde ile birlikte yürürlüğe giren
hükümlerine uymak zorundadır.
MADDE 5 – Bu Tebliğ yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 6 – Bu Tebliğ hükümlerini Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı yürütür.
Eki için tıklayınız.
[R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ]
—— • ——
YÜKSEK SEÇĠM KURULU KARARI
Yüksek Seçim Kurulu BaĢkanlığından:
Karar No : 97
-KARARKonak 1. Ġlçe Seçim Kurulu BaĢkanlığınca Kurulumuz BaĢkanlığına gönderilen
16/1/2013 tarih ve (25) sayılı yazıda; 5174 sayılı Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği ile Odalar
ve Borsalar Kanunu gereğince; Ġzmir Ticaret Odası, Ege Bölgesi Sanayi Odası, Ġzmir Ticaret
Borsası ve Deniz Ticaret Odasının meslek komiteleri ile yönetim, disiplin ve birlik genel
kurulu asıl ve yedek üyelikleri seçimleri için baĢkanlıklarına müracaatta bulunulduğu,
yapılacak olan organ seçimlerinin, kendi içerisinde özel uygulamaları bulunması nedeniyle
görevlendirilecek sandık kurulu baĢkan ve üyelerine toplu olarak eğitim verilmesinin zorunlu
olduğu, üye sayısı ve meslek gruplarının fazla olması, düzenlenen seçim takvimine göre itiraz
süreleri, seçim öncesi itirazların incelenip karara bağlanması için Cumartesi ve Pazar günleri
de çalıĢılacağı, seçim sonrası yapılan itirazlar ile seçim iĢ ve iĢlemlerinin geç saatlere kadar
devam edecek olması göz önüne alındığında, yaklaĢık 1,5 ay boyunca baĢta seçim kurulu
baĢkanı ve seçmen kütük bürosu personeli olmak üzere sandık kurulu görevlileri ile yoğun bir
çalıĢma döneminin gerçekleĢeceği, açıklanan nedenlerle, Yüksek Seçim Kurulunun 7/6/2008
tarih ve 2008/197 sayılı kararı ile belirlenen gündelik sayısının az olacağı düĢünüldüğünden,
konunun Yüksek Seçim Kurulunca yeniden değerlendirilmesi istenilmiĢ ve görevlendirilen
komisyon çalıĢmasını tamamlamıĢ olmakla, konu ve komisyonca hazırlanan rapor birlikte
incelenerek;
GEREĞĠ GÖRÜġÜLÜP DÜġÜNÜLDÜ:
Kurulumuzun 29/1/2013 tarih ve 2013/32 sayılı kararı ile Yüksek Seçim Kurulu Üyesi
Muharrem COġKUN BaĢkanlığında, Üyeler Mehmet KÜRTÜL ve Ġlhan HANAĞASI‘ndan
oluĢturulan komisyon çalıĢmasını tamamlayarak, sonrasında bir rapor düzenlemiĢtir.
Düzenlenen ve Kurulumuza sunulan 16/03/2013 tarihli ―Komisyon Raporu‖nda;
―Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘nın 79 uncu maddesi ile 298 ve 2820 sayılı
Kanun‘larda; Siyasi Partilerin; kendi kanun ve tüzüklerinde de bir kısım kuruluĢların organ
seçimlerinin, yargı organlarının genel yönetim ve denetimi altında yapılacağı öngörülmüĢ
bulunmaktadır.
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesinin birinci fıkrası, siyasi
partilerin il ve ilçe organları seçimleri ile il kongresi ve büyük kongre delegelerinin
seçimlerinin yargı gözetimi altında yapılacağı hükmünü içermektedir.
Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, ilçede birden fazla ilçe seçim kurulunun bulunması
halinde görevin birinci ilçe seçim kurulunca yerine getirileceği öngörülmüĢtür. Kanun‘un bu
emredici hükmüne uyulması zorunludur. Kanun‘un sözü edilen maddesinde bir ilçede birden
ziyade ilçe seçim kurulunun varlığı halinde görevin birinci ilçe seçim kuruluna ait olduğu
vurgulandığına göre, siyasi parti organ ve delege seçimlerinin birinci ilçe seçim kurulu
baĢkanının gözetimi ve denetimi altında yapılması gerekeceği açıktır.
Anayasa‘nın 135 inci maddesinde sözü edilen, kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluĢları ile özel kanunlarda düzenleme bulunan sendikalar, sulama birlikleri ve benzeri
kuruluĢların, organ seçimlerinin de yargı gözetimi altında yapılacağı öngörülmüĢ ve bu
seçimlerin hangi ilçe seçim kurulu baĢkanının denetimi altında yapılması gerektiği ilgili
kanunlarda belirtilmiĢtir. Nitekim, yargı gözetimi altında yapılan meslek kuruluĢları ile
benzeri kuruluĢların organ seçimlerine iliĢkin ilgili yasalarda, bir yerde birden fazla ilçe seçim
kurulunun bulunması halinde görevli hâkimin Yüksek Seçim Kurulunca belirleneceği
öngörülmektedir.
Kurulumuzun bugüne kadarki yerleĢik uygulamalarına göre;
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesinin birinci fıkrasına göre, siyasi
partilerin il ve ilçe organları seçimleri ile il kongresi ve büyük kongre delegelerinin
seçimlerinin, ilçede birden ziyade ilçe seçim kurulu bulunduğu takdirde birinci ilçe seçim
kurulu baĢkanının gözetimi ve denetimi altında yapılması,
Ġlçede birden ziyade ilçe seçim kurulu varsa, meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve
benzeri kuruluĢlarının organ seçimlerinde görevin meslek kuruluĢunun iĢ merkezinin
bulunduğu yer ilçe seçim kurulu baĢkanına ait olması gerektiği,
yönünde seçim kurullarına görüĢ bildirilmiĢtir.
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesinde, ilçe seçim kurulu baĢkanı
ve seçim sandık kurulu baĢkan ve üyelerine 298 sayılı Kanun‘da belirtilen esaslara göre ücret
ödeneceği belirtilmiĢtir. Kurulumuz 298 sayılı Kanun‘un değiĢik 182 nci maddesi gereğince;
seçimlerde görevlendirileceklere ve bu iĢlerde mesai içinde ve dıĢında çalıĢtırılacak memur ve
hizmetlilere yapılacak ödeme esaslarını ve ücret miktarlarını saptayıp ilgili yerlere
bildirmekte ve yapılan harcamalar kontrol edilmektedir.
Bu uygulama, siyasi partilerle birlikte yargı denetim ve gözetimi altında yapılan tüm
meslek kuruluĢları, sendikalar ve birlik organ seçimlerinde de geçerli bulunmaktadır.
Bu çerçevede;
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesinin ilgili fıkraları ile Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası‘nın 135 inci maddesinde sözü edilen ve yargı gözetimi altında yapılan
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların
organ seçimlerinin yapılmasına iliĢkin ilgili kanun hükümlerine göre;
1- Siyasi parti organ seçimleri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢları,
sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinde sandık kurulu bir baĢkan ve iki
üyeden oluĢur. Üyelerin 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesi ile meslek,
sendika ve birlik gibi kuruluĢlarının tabi olduğu özel kanunlarında belirtilen ilkelere göre
belirlenmesi esastır.
2- Siyasi parti organ seçimlerinde ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢları,
sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinde, ilgili kanunlarında özel olarak
düzenlenen; bir sandıkta oy kullanacak seçmen sayıları esas alınarak, sandık ya da sandıklar
teĢekkül ettirildiğinde, (Örneğin; 5362 sayılı Kanun‘un 49 uncu maddesinin sekizinci fıkrası
gereği bir sandıkta oy kullanacak seçmen sayısı: 1000 kiĢi; 3568 sayılı Kanunun 40 ıncı
maddesi gereği bir sandıkta oy kullanacak seçmen sayısı: 400 kiĢi olacak Ģekilde) ilçe seçim
kurulu baĢkanına mesai saati içinde veya hafta sonu çalıĢmalarında; 1-3 sandık için (4)
gündelik, 4-6 sandık için (6) gündelik, 7-9 sandık için (8) gündelik, 10-12 sandık için (10)
gündelik, 13-15 sandık için (12) gündelik, 16-30 sandık için (14) gündelik, sandık sayısının
30‘u geçmesi halinde ise (16) gündelik ödenir.
3- Seçmen Kütük Büro personeline, mesai saati içinde yapılan siyasi parti kongre ve
meslek kuruluĢları ile sendika ve birlik organ seçimleri çalıĢmalarında gündelik
ödenmeyecektir. ÇalıĢmanın mesai saatini aĢması halinde (1) gündelik ödenir.
a) Siyasi parti organ seçimlerinde, büro personelinin, resmî tatil günlerinde değiĢimli
olarak görev yapmaları esas olmakla birlikte, görev alan büro personeline sadece resmî tatil
günlerinde yapacakları çalıĢmalardan dolayı gündelik ödenecektir.
b) Hafta sonu yapılan siyasi parti kongre veya meslek kuruluĢu organ seçimleri için
büro personeline çalıĢılan gün için (1) gündelik ödenir. (ÇalıĢmanın sekiz saati aĢması halinde
ilave (1) gündelik ödenir.)
Aynı hafta sonu (Cumartesi ve Pazar) yapılan iki veya daha fazla siyasi parti kongre
veya meslek kuruluĢu, sendika ya da birlik organ seçimi için büro personeline Cumartesi (1),
Pazar (1)‘er gündelik ödenecektir.
c) Ancak, (a) ve (b) bentlerinde belirtilen çalıĢmaların gece saat: 24.00'ten sonraya
kalması durumunda ise, ilçe seçim kurulu baĢkanının takdirinde olmak üzere, sandık kurulu
baĢkan ve üyelerine ilave (1) gündelik ödenebilir.
4- Siyasi parti kongreleri ile meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri
kuruluĢların organ seçimlerinde çoğunluk sağlanamayıp kongrenin, meslek kuruluĢunun,
sendikanın ya da birlik organ seçiminin bir baĢka tarihe ertelenmesi halinde; ilçe seçim kurulu
baĢkanına, büro personeline, sandık kurulu baĢkanı ve üyelerine ertelemeden dolayı, seçmen
sayısı 2000'e kadar olan seçimlerde (1)‗er gündelik, seçmen sayısı 2000'den fazla olan
seçimlerde ise, (2)'Ģer gündelik ödenir. Hafta içi, aynı gün mesai saati içinde yapılan
ertelemeler ile aynı hafta sonuna yapılan ertelemeler için büro personeline gündelik ödenmez.
Hafta sonu yapılması gerekirken, baĢka bir hafta sonuna ertelenen siyasi parti kongre
veya meslek kuruluĢu, sendika ya da birlik organ seçimi için seçmen sayısı 2.000‘den az olan
seçimlerde ertelemenin yapıldığı ilk hafta sonu için (1), ertelenen ikinci haftadaki çalıĢmalar
için (2) olmak üzere toplam (3) gündelik, seçmen sayısı 2.000‘den fazla olduğu takdirde, ilk
hafta için (2), ikinci hafta için (2) olmak üzere toplam (4) gündelik ödenir.
5- Siyasi partilerin, 2820 sayılı Kanun‘un 21 inci maddesinde tanımlanan her türlü
organ seçimleri ile Türkiye Cumhuriyeti Anayasası‘nın 135 inci maddesinde sözü edilen
kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢları ile sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların
organ seçimlerinde, sandık kurulu baĢkan ve memur üyesine (2)'Ģer, diğer üyelerine (1)‘er
gündelik ödenecektir.
Ancak, meslek kuruluĢları ile sendika, birlik ve benzeri kuruluĢların yargı gözetimi
altında yapılan organ seçimlerinde, özel kanunları gereği ilgili oda, sendikalar ve birlikler
tarafından sandık kuruluna yeterli miktarda üye verilmesi zorunlu olduğundan, bu
düzenlemeye mutlak suretle uyulması, meslek kuruluĢuna ait oda veya sendikalar ya da
birliklerin özel kanunları gereği sandık kuruluna verecekleri üyelerinin ücret ödemesinin
seçim kurullarınca değil, meslek kuruluĢuna ait oda veya sendika ya da birliklerce
karĢılanması gerekmektedir.
6- Yargı gözetimi altında yapılan meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri
kuruluĢların organ seçimleri ile siyasi parti kongre seçimleri nedeniyle il seçim kurulu
baĢkanlıklarına yapılan itirazları incelemek üzere toplanan il seçim kurulu baĢkanı ve fiilen
görev yapan il seçim kurulu üyelerine, yapılan iĢlerin günlük ücret gerektirecek nitelikte ve
yoğunlukta olması halinde yaptıkları çalıĢmalardan dolayı genel bütçeden (seçim
ödeneğinden) en fazla (2) gündelik ödenecektir.
7- Sandık kurullarının; 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nun 21 inci maddesine ve
meslek kuruluĢları ile sendikalar ve benzeri kuruluĢların özel kanunlarında yer alan
hükümlere göre ilçe seçim kurulu baĢkanınca oluĢturulduğuna, itirazların iki gün içinde ilçe
seçim kurulu baĢkanınca incelenip karara bağlandığına, seçimin iptaline ilçe seçim kurulu
baĢkanınca karar verildiğine ve sair iĢlerinde resen ilçe seçim kurulu baĢkanınca yapıldığı
dikkate alındığında, bu iĢlerde görevi olmayan ilçe seçim kurulu üyelerine gündelik
ödenmeyecektir.
Ancak; sulama birlikleri organ seçimlerinde, yapılacak itirazlar, kanun gereği kurul
olarak incelenip, karara bağlandığından, ilçe seçim kurulu üyelerine, yapılan iĢin nitelik ve
yoğunluğuna göre en çok (2) gündelik ödenecektir.
8- Siyasi parti kongrelerinde askıya çıkarılan parti delege listeleri ile meslek kuruluĢları,
sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerine iliĢkin hazırun listeleri için askı
yeri görevlisi görevlendirileceğine dair ilgili kanunlarda bir hüküm yer almadığından, bu
organ seçimlerinde askı yeri için görevli belirlenmeyecektir. Bu iĢler büro personeli
tarafından asli görev olarak yerine getirilecektir. Ancak, çalıĢmanın resmî tatil gününe
rastlaması halinde, büro personeline çalıĢılan gün için ücret ödenecektir.
9- Siyasi parti kongreleri ile meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri
kuruluĢların organ seçimlerinde büro personeline, sandık kurulu ve büro görevlisi olarak aynı
gün ifa ettikleri her iki görevden dolayı ayrı ayrı ücret ödemesi yapılmayacaktır.
10- Yapılan siyasi parti kongresi hangi partiye ait ise, parti adı ile seçimin yapıldığı
tarihin (gün – ay – yıl olarak) 104 No.lu harcama çizelgesinde belirtilmesi ve ayrıca, yapılan
seçimlere iliĢkin sarf kararı ile seçimlerin iptal ya da ertelenmesi durumunda, buna dair
kararların da mutlaka gönderilmesi gerekmektedir.
11- Siyasi parti organ seçimleri dıĢında oda, meslek kuruluĢları ile sendika ve birlik gibi
benzeri kuruluĢların organ seçimlerinin giderleri kuruluĢ veya özel kanunları gereğince kendi
bütçelerinden karĢılanacağından, genel bütçeden (seçim ödeneğinden) kesinlikle harcama
yapılmayacaktır.
12- Oda ve kongre organ seçimleri sonuçlarına yapılacak itirazlar hâkim tarafından aynı
gün incelenip kesin olarak; sulama birlikleri organ seçimlerine yapılacak itirazların ise, ilçe
seçim kurulu tarafından en geç itirazın yapıldığı tarihten sonraki ikinci gün incelenip karara
bağlanması gerektiğinden, büro personeline itirazlarla ilgili olarak herhangi bir gündelik
ödenmeyecektir. Ancak, bu yönde yapılan çalıĢmanın hafta sonuna rastlaması durumunda,
seçmen kütük bürosunun açık tutulup büro personelinin de görevli olması halinde, sadece
görev yapan seçim personeline çalıĢtığı günler için gündelik ödenecektir.
13- Adli teĢkilatı kapatılan ilçelerin iĢ ve iĢlemleri, bağlı oldukları seçmen kütük bürosu
personelleri tarafından yürütüldüğünden, meslek, sendika, birlik ve benzeri kuruluĢlar ile
siyasi parti kongre organ seçimleri de aynı Ģekilde bu büro personelleri tarafından yerine
getirileceğinden, aynı hafta sonuna isabet eden seçimler ve çalıĢmalar nedeniyle büro
personeline sadece çalıĢtıkları hafta sonu için gündelik ödenecek ve ilçelere göre ayrı ayrı
ücret tahakkuk ettirilmeyecektir.
14- CumhurbaĢkanı, milletvekili, mahalli idareler, muhtarlık ve ihtiyar meclisi - heyeti
üyeliği seçimi ile halkoylaması (plebisit) seçim takvimi içerisinde yer alan meslek kuruluĢları,
sendikalar ile birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimleri ve siyasi parti kongre
seçimlerinde seçmen kütük bürosu personeline ayrıca ücret ödenmeyecektir.
15- Meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢlar ile siyasi parti organ
seçimlerinde, her türlü kayıt ve defter üzerinde inceleme görevi yapan seçmen kütük bürosu
personeline iĢin niteliği ve çalıĢma Ģartına göre sadece hafta sonuna isabet eden günler esas
alınarak ücret ödenecektir.
16- Siyasi parti kongreleri ile meslek kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri
kuruluĢların organ seçimlerinde Ģoför görevlendirilmesi durumunda, sadece seçimin yapıldığı
gün için (1) gündelik ödenecektir.
17- 24/01/2007 tarih ve 26413 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanan Seçmen Kütük
Bürolarının Adalet MüfettiĢleri Tarafından Denetlenmesine Dair Yönetmeliğin 6 ncı
maddesinin ikinci fıkrasının (1) numaralı bendi kapsamında, siyasi parti kongreleri ile meslek
kuruluĢları, sendikalar, birlik ve benzeri kuruluĢların organ seçimlerinde; genel bütçeden
gönderilen seçim ödenekleri ile yapılacak organ seçimleri için diğer kuruluĢlarca büroların
hesaplarına yatırılan paraların gelir gider uygunluğu, Adalet MüfettiĢlerince denetlenecektir.‖
Ģeklinde görüĢ bildirilmiĢtir.
Bu nedenle, komisyon çalıĢması sonrası düzenlenen 16/3/2013 tarihli raporun
Kurulumuzca uygun görüldüğüne ve komisyon raporunun ilke kararı haline dönüĢtürülerek
genelge olarak tüm teĢkilata gönderilmesine karar verilmelidir.
S O N U Ç:
Açıklanan nedenlerle;
1- Komisyon çalıĢması sonrası düzenlenen 16/3/2013 tarihli raporun Kurulumuzca
uygun görüldüğüne ve komisyon raporunun ilke kararı haline dönüĢtürülmesine,
2- Kurulumuzun 7/6/2008 tarih ve 2008/197 sayılı kararının yürürlükten kaldırılmasına,
3- Karar örneğinin Resmî Gazete‘de yayımlanmasına,
4- Karar örneğinin
a) Adalet Bakanlığı TeftiĢ Kurulu BaĢkanlığına,
b) Kurulumuz Ġdari ve Mali ĠĢler Dairesi BaĢkanlığı ile Yüksek Seçim Kurulunun
internet sitesi www.ysk.gov.tr adresinde yayınlanması ve il ve ilçe seçim kurulu
baĢkanlıklarına iç-mail olarak gönderilmek üzere Seçmen Kütüğü Genel Müdürlüğüne,
gönderilmesine,
16/3/2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
BaĢkan
Sadi GÜVEN
BaĢkanvekili
Turan KARAKAYA
Üye
Muharrem COġKUN
Üye
Mehmet KÜRTÜL
Üye
Nilgün ĠPEK
Üye
Ünal DEMĠRCĠ
Üye
Ali KAYA
Üye
Ġlhan HANAĞASI
Üye
Ġbrahim ZENGĠN
Üye
Zeki YĠĞĠT
[R.G. 2 Nisan 2013– 28606 ]
—— • ——
Adalet Bakanlığından :
MÜNHAL NOTERLĠK
2009 yılı tahmini gayrisafi geliri 500.000.-TL. olan, Çilekli Caddesi ile Ebulula Mardin
Caddesinin Çilekli Caddesi ile kesiĢtiği yerden baĢlayarak, Ülgen Sokak ile kesiĢtiği yere
kadar olan bölümünün BeĢiktaĢ Onaltıncı Noterliğinin ihdas bölgesinden çıkartılarak, Levent
Semtinde, Çilekli Caddesi ile Ebulula Mardin Caddesinin Çilekli Caddesi ile kesiĢtiği yerden
baĢlayarak, Ülgen Sokak ile kesiĢtiği yere kadar olan bölümü üzerinde ve Çilekli Caddesine
açılan Cadde ve Sokakların 100 metre derinliklerinde, diğer noterliklerle rekabet ortamı
yaratmayacak uygun bir yerde ihdas bölgesi bulunan muhdes BĠRĠNCĠ SINIF BEġĠKTAġ
YĠRMĠDOKUZUNCU Noterliği münhaldir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF
noterlerden bu noterliğe atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay içinde
Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları
gerekmektedir.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler baĢvuru süresi içinde
Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde nazara alınmaz.
Ġlan olunur.
2712/1-1
—————
MÜNHAL NOTERLĠKLER
2009 yılı tahmini gayrisafi gelirleri 250.000.-TL. olan, aĢağıda isimleri yazılı bulunan
muhdes ĠKĠNCĠ SINIF noterlikler münhaldir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF
VE ĠKĠNCĠ SINIF noterlerden bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden
itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına
baĢvurmaları gerekmektedir.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler baĢvuru süresi içinde
Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde nazara alınmaz.
Ġlan olunur.
1 - Biga Ġkinci Noterliğinin; Kıbrıs ġehitleri Caddesinin Bandırma Caddesi ile kesiĢtiği
yerden Kevser Ozangil Caddesi ile kesiĢtiği yere kadar olan kısmının güney tarafında ve bu
güney tarafa açılan cadde ve sokakların 100 metre derinliklerinde, diğer noterlikle rekabet
ortamı yaratmayacak uygun bir yerde,
2 - Çerkezköy BeĢinci Noterliğinin; FevzipaĢa Caddesi üzerinde ve bu caddeye açılan
cadde ve sokakların 50 metre derinliklerinde, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak
uygun bir yerde,
3 - Ereğli (Zonguldak) BeĢinci Noterliğinin; Suphi Konak Caddesinin ġehit Rıdvan
Caddesi ile kesiĢtiği yerden baĢlayarak, devamında 1.Abalı Sokak, 2.Abalı Sokak ve 2.Abalı
Sokağın Abalı Cami ile kesiĢtiği köprünün bulunduğu yere kadar olan kısımda ve Suphi
Konak Caddesi ve 2.Abalı Sokağına açılan cadde ve sokakların 50 metre derinliklerinde,
diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir yerde,
4 - ÖdemiĢ Üçüncü Noterliğinin; Ġstasyon Caddesinin KarĢıyaka Caddesi ile kesiĢtiği
yerden baĢlamak kaydıyla Cumhuriyet Caddesi, Saraçoğlu Caddesinin tamamı ve Saraçoğlu
Caddesine açılan sokak ve caddelerin 50 metre derinliklerinde Kiraz-AlaĢehir, Birgi-Salihli
çıkıĢına kadar olan cadde ve sokaklarda, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak
uygun bir yerde,
5 - Salihli Dördüncü Noterliğinin; Belediye Caddesinin 18.Sokak ile kesiĢtiği yerden
2.Sokak ile kesiĢtiği yere kadar olan kısmının Salihli Ġkinci Noterliğinin ihdas bölgesinden
çıkartılarak, Belediye Caddesinin 18.Sokak ile kesiĢtiği yerden 2.Sokak ile kesiĢtiği yere
kadar olan kısmı ile 2.Sokaktan yukarıya doğru Abay Bulvarına kadar olan kısımda, Abay
Bulvarında ve Site Caddesinde, diğer noterliklerle rekabet ortamı yaratmayacak uygun bir
yerde,
6 - Van Sekizinci Noterliğinin; Hacıbekir Caddesinin ġabaniye ve Doğu Caddesiyle
kesiĢtiği yerden Esen ve Meteoroloji Sokak ile kesiĢtiği yere kadar olan kısmında ve caddenin
bu kısmına açılan cadde ve sokakların 50 metre derinliklerinde, diğer noterliklerle rekabet
ortamı yaratmayacak uygun bir yerde,
2713/1-1
—————
MÜNHAL NOTERLĠKLER
AĢağıda 2012 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı olan BĠRĠNCĠ SINIF
NOTERLĠKLER münhaldir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF
NOTERLERDEN BU NOTERLĠKLERE atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren
bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları
gerekmektedir.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler baĢvuru süresi içinde
Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde nazara alınmaz.
Ġlan olunur.
SIRA NO : NOTERLĠĞĠN ADI : 2012 YILI GAYRĠSAFĠ GELĠRĠ
1- ADANA ALTINCI NOTERLĠĞĠ
1.131.244,22.-TL.
2- ANKARA DÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ
889.488,66.-TL.
3- BAKIRKÖY OTUZUNCU NOTERLĠĞĠ 1.122.116,18.-TL.
4- BAKIRKÖY OTUZBEġĠNCĠ NOTERLĠĞĠ1.043.108,96.-TL.
5- BEYOĞLU OTUZDÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ1.764.992,01.-TL.
6- GAZĠOSMANPAġA ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ 866.583,69.-TL.
7- KONYA BEġĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
744.627,00.-TL.
8- MALATYA DÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ
769.614,83.-TL.
2714/1-1
—————
MÜNHAL NOTERLĠKLER
AĢağıda 2012 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı olan ĠKĠNCĠ SINIF noterlikler
münhaldir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF
VE ĠKĠNCĠ SINIF noterlerden bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden
itibaren bir ay içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına
baĢvurmaları gerekmektedir.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler baĢvuru süresi içinde
Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde nazara alınmaz.
Ġlan olunur.
SIRA NO: NOTERLĠĞĠN ADI : 2012 YILI GAYRĠSAFĠ GELĠRĠ
1- AKHĠSAR ÜÇÜNCÜ NOTERLĠĞĠ
366.125,88.-TL.
2- AKSARAY DÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 292.353,87.-TL.
3- AKYAZI NOTERLĠĞĠ
489.813,15.-TL.
4- ALĠAĞA ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
443.090,73.-TL.
5- BĠLECĠK NOTERLĠĞĠ
603.926,59.-TL.
6- BOLU ÜÇÜNCÜ NOTERLĠĞĠ
382.677,47.-TL.
7- ÇORLU DÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ
424.019,54.-TL.
8- EDĠRNE ÜÇÜNCÜ NOTERLĠĞĠ
356.271,25.-TL.
9- GEMLĠK BĠRĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
310.258,80.-TL.
10- ĠNEGÖL ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
426.702,44.-TL.
11- KARACABEY ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
318.825,95.-TL.
12- KARS ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
323.305,17.-TL.
13- KÖRFEZ ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
341.093,40.-TL.
14- ORDU DÖRDÜNCÜ NOTERLĠĞĠ
363.057,57.-TL.
15- SAFRANBOLU NOTERLĠĞĠ
426.112,60.-TL.
16- SARAY (TEKĠRDAĞ) NOTERLĠĞĠ
316.400,59.-TL.
17- TURHAL ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
326.326,67.-TL.
18- UġAK BĠRĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
355.179,23.-TL.
2715/1-1
—————
MÜNHAL NOTERLĠKLER
AĢağıda 2012 yılı gayrisafi gelirleri ve isimleri yazılı olan ÜÇÜNCÜ SINIF noterlikler
münhaldir.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF,
ĠKĠNCĠ SINIF, ÜÇÜNCÜ SINIF NOTERLERDEN VE NOTERLĠK BELGESĠ
SAHĠPLERĠNDEN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay
içinde ve istekli oldukları her noterlik için ayrı dilekçe vermek suretiyle Bakanlığımıza veya
bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları gerekmektedir.
BaĢvuruda bulunan ve belge numarası 9000‘in altında olan belge sahiplerinin baĢvuru
dilekçelerine 1512 sayılı Noterlik Kanununun 23 üncü maddesi gereğince sabıka kaydı, sağlık
raporu, mal bildirimi, kayıtlı olunan barodan hakkında soruĢturma ya da disiplin cezası olup,
olmadığına iliĢkin belge, vukuatlı nüfus kayıt örneği ve Cumhuriyet BaĢsavcılıklarından
temin edilebilecek beyannameyi eklemeleri gerekmektedir. Eksik belgelerini ilan tarihinden
itibaren bir ay içinde tamamlamayan kiĢilerin istemi dikkate alınmaz.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler ve ekleri baĢvurma
süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde dikkate alınmaz.
Aynı kanunun değiĢik 30 uncu maddesi uyarınca, atanma emrinin tebellüğünden sonra
vazgeçme halinde noterlik belgesi sahipleri de noterler gibi istifa etmiĢ sayılacaktır.
Ġlan olunur.
SIRA NO: NOTERLĠĞĠN ADI : ĠLĠ: 2012 YILI GAYRĠSAFĠ GELĠRĠ
1- ALAÇAM NOTERLĠĞĠ
SAMSUN
145.667,55.-TL.
2- ARPAÇAY NOTERLĠĞĠ
KARS
35.971,80.-TL.
3- AYDINCIK NOTERLĠĞĠ
YOZGAT
20.880,30.-TL.
4- BAYRAMĠÇ NOTERLĠĞĠ
ÇANAKKALE 171.447,11.-TL.
5- BEġĠKDÜZÜ NOTERLĠĞĠ TRABZON
147.089,57.-TL.
6- BOĞAZKALE NOTERLĠĞĠ ÇORUM
13.597,91.-TL.
7- ÇAĞLAYANCERĠT NOTERLĠĞĠ
KAHRAMANMARAġ
36.257,61.-TL.
8- ÇATALPINAR NOTERLĠĞĠ ORDU
38.204.23.-TL.
9- ÇAY NOTERLĠĞĠ
AFYONKARAHĠSAR156.463,95.-TL.
10- ÇAYIRLI NOTERLĠĞĠ
ERZĠNCAN
49.153,39.-TL.
11- ÇAYKARA NOTERLĠĞĠ TRABZON
64.884,85.-TL.
12- ÇERKEġ NOTERLĠĞĠ
ÇANKIRI
127.160,46.-TL.
13- ESPĠYE NOTERLĠĞĠ
GĠRESUN
214.994,03.-TL.
14- GÜNYÜZÜ NOTERLĠĞĠ ESKĠġEHĠR
17.099,62.-TL.
15- HĠLVAN NOTERLĠĞĠ
ġANLIURFA 115.562,26.-TL.
16- HĠZAN NOTERLĠĞĠ
BĠTLĠS
60.762,97.-TL.
17- KORKUTELĠ ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
ANTALYA
250.682.32.-TL.
18- KULA BĠRĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
MANĠSA
294.723,57.-TL.
19- MUġ ĠKĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
276.711,89.-TL.
20- OLUR NOTERLĠĞĠ
ERZURUM
24.386,02.-TL.
21- PÜLÜMÜR NOTERLĠĞĠ
TUNCELĠ
6.949,36.-TL.
22- SULUSARAY NOTERLĠĞĠ TOKAT
24.147,61.-TL.
23- YAHYALI NOTERLĠĞĠ
KAYSERĠ
187.288,16.-TL.
24- YALVAÇ BĠRĠNCĠ NOTERLĠĞĠ
ISPARTA
168.459,09.-TL.
25- YENĠCE NOTERLĠĞĠ
ÇANAKKALE 163.148,88.-TL.
2716/1-1
—————
MÜNHAL NOTERLĠKLER
1512 sayılı Noterlik Kanununun 4 üncü maddesinin 6 ncı fıkrası uyarınca 2013 yılında
dördüncü sınıf noterlikten üçüncü sınıfa yükseltilen ve aĢağıda 2012 yılı gayrisafi gelirleri ve
isimleri yazılı bulunan ÜÇÜNCÜ SINIF noterlikler münhaldir.
1512 Sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF,
ĠKĠNCĠ SINIF, ÜÇÜNCÜ SINIF NOTERLERDEN VE NOTERLĠK BELGESĠ
SAHĠPLERĠNDEN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay
içinde ve istekli oldukları her noterlik için ayrı dilekçe vermek suretiyle Bakanlığımıza veya
bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları gerekmektedir.
BaĢvuruda bulunan ve belge numarası 9000‘in altında olan belge sahiplerinin baĢvuru
dilekçelerine 1512 Sayılı Noterlik Kanununun 23 üncü maddesi gereğince sabıka kaydı,
sağlık raporu, mal bildirimi, kayıtlı olunan barodan hakkında soruĢturma ya da disiplin cezası
olup, olmadığına iliĢkin belge, vukuatlı nüfus kayıt örneği ve Cumhuriyet BaĢsavcılıklarından
temin edilebilecek beyannameyi eklemeleri gerekmektedir. Eksik belgelerini ilan tarihinden
itibaren bir ay içinde tamamlamayan kiĢilerin istemi dikkate alınmaz.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler ve ekleri baĢvurma
süresi içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde dikkate alınmaz.
Aynı kanunun değiĢik 30 uncu maddesi uyarınca, atanma emrinin tebellüğünden sonra
vazgeçme halinde noterlik belgesi sahipleri de noterler gibi istifa etmiĢ sayılacaktır.
Ġlan olunur.
SIRA NO: NOTERLĠĞĠN ADI :
ĠLĠ: 2012
YILI
GAYRĠSAFĠ GELĠRĠ
1- MAZGĠRT NOTERLĠĞĠ TUNCELĠ
7.647,64.-TL.
2- NAZIMĠYE NOTERLĠĞĠ TUNCELĠ
6.007,39.-TL.
3- SARAY NOTERLĠĞĠ
VAN
14.459,24.-TL.
2717/1-1
—————
MÜNHAL NOTERLĠKLER
AĢağıda 2012 yılı gayri safi gelirleri ve isimleri yazılı olan birinci sınıf Konya
Onüçüncü Noterliği 1 Haziran 2013 ve Beyoğlu Altıncı Noterliği 2 Haziran 2013 tarihlerinde
yaĢ tahdidi nedeniyle boĢalacaktır.
1512 sayılı Noterlik Kanununun 22 ve müteakip maddeleri gereğince BĠRĠNCĠ SINIF
NOTERLERDEN bu noterliklere atanmaya istekli olanların ilan tarihinden itibaren bir ay
içinde Bakanlığımıza veya bulundukları yer Cumhuriyet BaĢsavcılıklarına baĢvurmaları
gerekmektedir.
Posta ile doğrudan doğruya Bakanlığa gönderilmiĢ olan dilekçeler baĢvurma süresi
içinde Bakanlığa gelmediği takdirde atama iĢleminde nazara alınmaz.
Keyfiyet Noterlik Kanununun 22 nci maddesinin 2 nci fıkrası uyarınca ilan olunur.
SIRA NO: NOTERLĠĞĠN ADI : 2012 YILI GAYRĠSAFĠ GELĠRLERĠ
1 - BEYOĞLU ALTINCI NOTERLĠĞĠ
978.875,40.-TL.
2 - KONYA ONÜÇÜNCÜ NOTERLĠĞĠ 1.083.754,12.-TL.
2718/1-1
[R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 ]
—— • ——
ANAYASA MAHKEMESĠ KARARLARI
Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığından:
Esas Sayısı: 2011/59
Karar Sayısı: 2012/34
Karar Günü: 1.3.2012
ĠPTAL DAVASINI AÇAN : Anamuhalefet Partisi (Cumhuriyet Halk Partisi) Grubu
adına Grup BaĢkanvekilleri M.Akif HAMZAÇEBĠ ve Muharrem ĠNCE
ĠPTAL DAVASININ KONUSU : 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un;
1- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan “…veya yaptırmak”
sözcüklerinin,
2- 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan “…yapıyor…”
sözcüğünün,
3- 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendinin 3. sırasında yer alan
“…Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya
dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak” bölümünün,
4- 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinin,
5- 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinin,
6- 14. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin,
7- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinin,
8- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan “…BaĢkanın izniyle…”
sözcüklerinin,
9- 16. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin,
10- 16. maddesinin (5) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesinin,
11- 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…Genel Kurulun…”
sözcüklerinin,
12- 22. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…komisyonların…” sözcüğünün,
13- 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesinin,
14- 33. maddesinin,
15- 34. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “…Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan
657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine,
mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı
kadrolarına atanabilirler” bölümünün,
16- 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, ―teklif‖ sözcüğünün yanında yer alan
“…çoğunluğuna…” sözcüğünün; “…ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün…” ve
“…kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp
çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup
bulunmadığı” bölümlerinin,
17- 39. maddesinin (4) numaralı fıkrasının,
18- 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “…idari ve yargısal…”
sözcüklerinin,
19- 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasının,
20- 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin,
21- 47. maddesinin (6) numaralı fıkrasında yer alan “…yazı iĢleri…” sözcüklerinin,
22- 49. maddesinin (2) numaralı fıkrasının,
23- 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasının,
24- 55. maddesinin (2) numaralı fıkrasının son cümlesinin,
25- 55. maddesinin (3) numaralı fıkrasının,
26- 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin,
27- Geçici 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan
“…görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer” sözcükleri ile ikinci cümlesinde yer
alan “…ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında…” sözcüklerinin; (2) numaralı fıkrasında yer alan
“…birinci fıkrada sayılanlar hariç …” sözcüklerinin,
28- 77. maddesinin,
Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 7., 9., 36., 69., 74., 125., 128., 138., 140., 146., 148. ve
149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptallerine ve yürürlüklerinin durdurulmasına
karar verilmesi istemidir.
I- ĠPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠNĠN GEREKÇESĠ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü Ģöyledir:
―1) 6216 Sayılı Yasanın 3 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendinde Yer
Alan ―… veya yaptırmak‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı
6216 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinde, Mahkemenin görev ve yetkileri sıralanmıĢ, (1)
numaralı fıkranın (e) bendinde, ―siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin
kanuna uygunluğunun denetimini yapmak veya yaptırmak‖ Mahkemenin görev ve yetkileri
arasında sayılmıĢtır.
Anayasanın 69 uncu maddesinde, ―siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve
giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimi‖ hüküm altına alınırken, yasaya uygunluğun
tespitinin, denetim yöntemlerinin ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımların yasada
gösterileceği belirtilmiĢ olmasıyla birlikte, anayasal temel unsurlar da gösterilmiĢtir. Buna
göre, yasaya uygunluğun tespiti, denetim ve yaptırımlar ―Anayasa Mahkemesince‖
yapılacaktır. Anayasa Mahkemesince yapılacak bu denetimin, yaptırılması konusunda
Anayasayla bir görevlendirme ve yetkilendirme yapılmamıĢtır. Anayasada yer alan
düzenleme, denetimi yaptırmak değil, sadece ―SayıĢtay‘dan yardım‖ sağlamaktır. Yardım
sağlamak ile yaptırmak aynı Ģeyler değildir. Anayasa gereği, bu denetim görevinin, Anayasa
Mahkemesi dıĢında baĢka bir kurum ya da kuruluĢa yaptırılması olanaklı değildir. Anayasanın
148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesine, ―Anayasa ile verilen diğer görevleri‖ yerine
getirme öngörülürken, yasalarla görev verilmesi de engellenmiĢtir.
Dava konusu kuralda ―yaptırır‖ sözcüğü, genel anlamda kullanılmıĢtır. Anayasanın 69
uncu maddesinde, siyasal partilerin mali denetim yetkisi Anayasa Mahkemesine verilmiĢ ve
bu denetim sırasında SayıĢtay‘dan da yardım alabilmesine olanak sağlanmıĢtır. Dava konusu
kuraldaki ―yaptırır‖ sözcüğünün SayıĢtay‘dan yardım sağlama ile bağlantısı da
bulunmamaktadır. Bir an için, 6216 sayılı Yasanın 55 inci ve 56 ncı maddeleriyle bağlantı
kurulsa bile, SayıĢtay‘dan yardım sağlama anayasal bir süreç olmakla birlikte, inceleme görev
ve yetkisinin tümüyle SayıĢtay‘a bırakılması, Anayasanın 69 uncu maddesiyle
bağdaĢmamaktadır. Çünkü denetim bir bütündür ve inceleme sürecini de kapsamaktadır.
Yardım sağlama sözcükleri karĢısında, denetimin SayıĢtay‘a yaptırılması da olanaklı değildir.
SayıĢtay‘ın, TBMM adına denetim yapması ve TBMM‘de temsil edilen parti sayısı göz
önünde bulundurulduğunda, siyasi partilerin mali denetiminin, o dönem TBMM‘de bulunan
partilerin, diğer partiler üzerindeki tahakkümüne dönüĢmesi kuĢkusu bile demokratik hukuk
devletini zedelenmiĢ olacaktır. Siyasi partiler, bir dönem için seçilerek parlamentoya giren
partilerin oluĢturduğu çoğunluk adına değil, Türk Ulusu adına denetlendiği takdirde,
demokratik hukuk devletinin, demokratik toplum düzeninin ve çoğulcu demokrasinin
gerekleri yerine getirilmiĢ olur.
Anayasa Mahkemesine Anayasayla verilen görev ve yetki, yasalarla daraltılamayacağı
gibi, yasalarla geniĢletilemez.
Yasa koyucu, uygulama yasasını çıkarırken, Anayasaya ve özellikle de Anayasanın
konuyla ilgili özgün maddelerine uymak zorundadır. Anayasa ile belirlenen görev ve
yetkilendirmenin yasa ile geniĢletilmesi ya da devri mümkün değildir.
Öte yandan, dava konusu ―yaptırmak‖ sözcüğü, soyut ve belirsizdir. Kimlere, neyin,
nasıl yaptırılacağı, denetimin hangi sürecinin ―yaptırmayı‖ içerdiği de belli değildir. Bu
Ģekliyle, Anayasa Mahkemesine, hukuk devletine aykırı olarak, belirsiz, sınırsız ve soyut bir
yetki verilmiĢtir.
Yaptırmak ve yardım sağlamak sözcüklerinin anlamları ve hukuksal sonuçları aynı
değildir. Yaptırmak sözcüğü, yardım sağlamaktan farklı olarak, yetki devrini de içermektedir.
Bu devirle birlikte yapılacak denetim sırasında hukuksal sorunlarla karĢılaĢılması halinde
denetimi üstlenen kurumun sorumluluğu ve/veya hukuksal sonuçları da olacaktır. Kaldı ki,
siyasi partiler, Anayasa gereğince, denetim yaptırılacak kuruma hesap vermek, istenilen bilgi
ya da belgeleri göndermek zorunda da değildir; Anayasa Mahkemesine karĢı sorumludur.
Denetim yapan kurumla siyasi partiler arasında, denetim sırasında ortaya çıkabilecek sorunlar
da hukuksal kargaĢa yaratacaktır. 6216 sayılı Yasanın 55 inci ve 56 ncı maddelerinde mali
denetimin usul ve esaslarının ayrıca düzenlenmiĢ olması, ―yaptırmak‖ sözcüğünün Anayasaya
aykırılığını ortadan kaldırmaz.
(e) bendinde yer alan ―yaptırmak‖ sözcüğü, Anayasadaki ―yardım sağlar‖ sözcüklerini,
belirsiz ve sınırsız Ģekilde yasayla geniĢleten ve mali denetim yönünden yetki devrini içeren
niteliktedir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e)
bendinde yer alan ―… veya yaptırmak‖ sözcükleri Anayasanın 2 nci, 69 uncu ve 148 inci
maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
2) 6216 Sayılı Yasanın 6 ncı Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinde Yer
Alan ―… yapıyor …‖ Sözcüğünün Anayasaya Aykırılığı
Anayasada, 5982 sayılı Yasayla yapılan 2010 değiĢikleriyle birlikte, uyum yasası olarak
çıkarılan 6216 sayılı Yasanın ―Mahkemenin kuruluĢu ve üyelerin seçilme yeterliği‖ baĢlıklı 6
ncı maddesinde, Anayasa değiĢikliğine koĢut düzenleme yapılmıĢtır. Maddenin (2) numaralı
fıkrasında, Mahkeme üyeliğine seçilebilmek için sahip olunması gereken nitelikler sayılmıĢtır.
Fıkranın (b) bendinde, ―Mahkemede asgarî beĢ yıldır raportör olarak görev yapıyor olmak‖
Mahkeme raportörleri arasından üye seçilebilmenin niteliği olarak gösterilmiĢtir.
Anayasanın 5982 sayılı Yasayla değiĢik 146 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında,
CumhurbaĢkanının, ―dört üyeyi, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim
ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından‖
seçeceği öngörülmüĢtür. Anayasadaki, ―raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri‖
sözcükleri, fiilen raportörlük yapıyor olup olmadığına bakılmaksızın, en az baĢ yıl raportörlük
yaptığı halde çeĢitli nedenlerle raportörlük görevinden ayrılanları da kapsar. Oysa 6216 sayılı
Yasada yer alan, ―Mahkemede asgarî beĢ yıldır raportör olarak görev yapıyor olmak‖
sözcükleri, üye seçilme sırasında, fiilen raportör olanları kapsar. Yasadaki ―yapıyor‖ sözcüğü,
sadece fiilen görev yapan raportörlerin üye seçilebilmesine olanak sağlarken, Anayasadaki
―yapmıĢ‖ sözcüğü, en az beĢ yıl raportörlük yaptığı halde çeĢitli nedenlerle raportörlük
görevinden ayrılanların da üye seçilebilmesine olanak sağlar. Yasa kuralı, Anayasaya aykırı
olarak, en az beĢ yıl raportörlük yaptığı halde çeĢitli nedenlerle raportörlük görevinden
ayrılanların da üye seçilebilmesi yolunu kapatmıĢtır.
Nitekim 6216 sayılı Yasanın 7 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasında, CumhurbaĢkanı
―dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az
beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer‖ denilerek,
―yapmıĢ‖ sözcüğü kullanılmak suretiyle, Anayasanın 146 ncı maddesine uygunluk
sağlanmıĢtır. Ancak, Yasanın 6 ncı ve 7 nci maddeleri arasındaki bu farklılık, belirsizlik ve
çeliĢki yaratacağı gibi, 6 ncı maddenin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde yer alan ―…
yapıyor …‖ sözcüğünün Anayasaya aykırılığını ortadan kaldırmaz. Kaldı ki 6 ncı madde,
üyelerin seçilme yeterliliğini, 7 nci madde ise üyelerin seçimini düzenlemektedir. 6 ncı
maddedeki dava konusu sözcük ile raportörler arasından üye seçilme yeterliliği
sınırlandırılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 6 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b)
bendinde yer alan ―… yapıyor …‖ sözcüğü Anayasanın 146 ncı maddesine aykırı olup iptali
gerekmektedir.
3) 6216 Sayılı Yasanın 6 ncı Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (c) Bendinin 3 üncü
Sırasında Yer Alan ―…Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim
kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali
olmak‖ Bölümünün Anayasaya Aykırılığı
6 ncı maddenin (2) numaralı fıkrasının (c) bendinin 3 üncü sırasında, kırkbeĢ yaĢını
doldurmuĢ, yükseköğrenim görmüĢ olması ve hâkimlik mesleğine alınmaya engel bir hâlinin
bulunmaması kaydıyla; en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalıĢmıĢ üst kademe
yöneticileri arasından seçilecek üye için ―Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir
yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi
veya vali olmak‖ koĢulu getirilmiĢtir.
Anayasanın 5982 sayılı Yasayla değiĢik 146 ncı maddesinin üçüncü fıkrasında,
CumhurbaĢkanının, ―dört üyeyi, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim
ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından‖
seçeceği öngörülmüĢtür. Aynı maddenin beĢinci maddesinde de, kırkbeĢ yaĢın doldurulmuĢ
olması kaydıyla, üst kademe yöneticilerinin yükseköğretim görmüĢ ve en az yirmi yıl kamu
hizmetinde fiilen çalıĢmıĢ olması Ģartı getirilmiĢtir.
Üst kademe yöneticileri, Anayasada sayılmamıĢtır. Yasalarda da farklı yöneticilerin üst
kademe yönetici olarak gösterildiği görülmektedir. Anayasada bir sınırlama da
bulunmamaktadır. Oysa, 6216 sayılı Yasada, Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilecek üst
kademe yöneticileri daraltılmıĢtır. Yasaya göre, ancak, YÖK BaĢkan ve üyeleri, rektörler,
dekanlar, müsteĢarlar, müsteĢar yardımcıları ve valiler, üst kademe yönetici kontenjanından
üye seçilebileceklerdir.
Üst kademe yöneticilerin yasa koyucunun takdirine bırakılması, yasa koyucunun, bu
yöneticileri dar ya da geniĢ tutma konusunda sınırsız bir takdir hakkına sahip olduğu anlamına
gelmez. Yasa koyucu, Anayasa Mahkemesinin Anayasayla belirtilen niteliğine, görev ve
yetkilerine uygun tercih yapmak zorundadır. Ancak, dava konusu kuralda, bu yönde bir
nitelendirme yapılmıĢtır. Üst kademe yöneticileri arasından seçim, doğrudan CumhurbaĢkanı
tarafından yapılacağı için, nitelendirmenin CumhurbaĢkanı tarafından yapılması da
beklenemez. Seçimi yapacak makama, üst kademe yöneticiliği dıĢında belirsiz ve sınırsız bir
takdir hakkı tanınması hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz.
Öte yandan, yükseköğretim kurumlarından öğretim üyeleri arasından yapılacak seçimde
―hukuk, iktisat ve siyasal bilimler‖ dallarında görev yapmak koĢulu aranırken, üst kademe
yöneticileri için bu koĢulun aranmaması da hukuk devleti ve Anayasa Mahkemesinin anayasal
nitelikleri yönlerinden sorun oluĢturmaktadır. Öğretim üyeleri için getirilen nitelendirmenin,
aynı kaynaktan gelen YÖK baĢkanı, üyeleri ile rektör ve dekanlar için getirilmemesi de
anayasal sorunu pekiĢtirmektedir.
Anayasa koyucunun amacı bu kadar açıkken, bu bilim dallarıyla ilgisi bulunmayan
YÖK BaĢkan ve üyeleri ile rektör ve dekanlara dolaylı yoldan Anayasa Mahkemesi üyeliği
yolunun açılması anayasaya uygun düĢmemektedir.
Aslında bu durum, diğer üst kademe yöneticileri için de söz konusudur. Bir yandan üst
kademe yöneticileri yasayla sınırlamak, diğer yandan da Anayasa Mahkemesi için gerekli
nitelikleri aramamak çeliĢkili bir yol olarak gözükmektedir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 6 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c)
bendinin 3 üncü sırasında yer alan ―…Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir
yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi
veya vali olmak‖ bölümü Anayasanın 2 nci ve 146 ncı maddelerine aykırı olup iptali
gerekmektedir.
4) 6216 Sayılı Yasanın 13 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a) Bendinin
Anayasaya Aykırılığı
13 üncü maddede, Anayasa Mahkemesi BaĢkanının görev ve yetkileri gösterilmiĢtir.
Maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, ―Genel Kurulun ve gerektiğinde bölümlerin
gündemini belirlemek‖ BaĢkanın görev ve yetkileri arasında sayılmıĢtır.
Anayasanın, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri ile çalıĢma ve yargılama
usulünü belirleyen 148 inci ve 149 uncu maddelerinde, Anayasa Mahkemesi BaĢkanına,
―Genel Kurul‖un Mahkeme BaĢkanının veya belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında
toplanması dıĢında, özel bir görev ve yetki verilmemiĢtir. Anayasa, Anayasa Mahkemesine
verilen görev ve yetkiler ile çalıĢma ve yargılamanın, hiyerarĢik esasa ve yetki geniĢliğine
dayalı baĢkanlık esasına göre değil, eĢgüdüme dayalı ―kurul, bölüm ya da komisyon‖ esasına
göre yürütülmesini öngörmektedir. Anayasada geçen, Anayasa Mahkemesi ifadesi, 146 ncı
maddenin birinci fıkrasında ―onyedi üyeden‖ kurulu mahkeme olarak tanımlanmaktadır.
Anayasa, onyedi üyeden kurulu Mahkemeyi tanımladıktan sonra, Genel Kurulla birlikte, ―iki
bölüm‖ ve ―bireysel baĢvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar‖dan oluĢan
bir iĢbölümünü de öngörmektedir.
Bu iĢbölümü içinde, Yasayla, Anayasa Mahkemesi BaĢkanına ya da baĢkanvekillerine
kimi eĢgüdüm görevleri verilmekle birlikte, bu görevler, temel anayasal görev ve yetkileri
içinde Anayasa Mahkemesinin yerine geçemez. Aksi halde, ―Kurul ya da bölümler‖ yerine,
Anayasanın öngörmediği Ģekilde, ―BaĢkan‖ ağırlıklı Mahkeme ortaya çıkmıĢ olur. Anayasada
yer alan ―Anayasa Mahkemesi‖ Genel Kurul ile özdeĢleĢmek yerine, BaĢkan ile
özdeĢleĢtirilmiĢ olur.
Öte yandan, gündemin BaĢkan tarafından belirlenmesinin, uygulamada çeĢitli sorunlara
ve Mahkemeye güvensizliğe kadar giden tartıĢmalara neden olduğu bilinmektedir.
Mahkemeye güvensizlik, hukuk devletinin temel ilkelerinden olan ―hukuk güvenliği‖ ilkesini
zedeler.
Dava konusu kuralla, ilkesel ve genel bir çalıĢma yöntemi yerine, BaĢkanın tercihine
bağlı bireysel çalıĢma yöntemi uygulanmakta, Genel Kurul gündemine hakim olamamaktadır.
Gündem, Anayasa Mahkemesinin çalıĢması için en temel belge ve programdır. Kurul
çalıĢmaları, ―ortak irade kullanımı‖nı gerektirir. Ortak irade kullanımında, ortak iradenin
çalıĢma programı olan gündemin de ortak irade ile yapılması gerekir. Kurulun gündemine
hakim olması demokratik hukuk devleti gereğidir. Kurula ve bölümlere ait karar yetkisinin,
hukuka aykırı olarak BaĢkan tarafından kullanılması, Kurulun ve bölümlerin karar yetkilerinin
sınırlandırılması sonucunu doğurur.
Anayasada yer alan ―Anayasa Mahkemesi‖nin Genel Kurul ile özdeĢleĢmek yerine,
BaĢkan ile özdeĢleĢtirilmesi, ―Genel Kurulun ve gerektiğinde bölümlerin gündemini
belirlemek‖ görev ve yetkisinin, Genel Kurul ve bölümler dıĢlanarak BaĢkana bırakılması
Anayasa ile uyuĢmaz.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 13 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(a) bendi Anayasanın 2 nci, 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali
gerekmektedir.
5) 6216 Sayılı Yasanın 13 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (d) Bendinin
Anayasaya Aykırılığı
13 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (d) bendinde, ―Mahkeme yönetmeliklerini
onaylamak‖ BaĢkanın görev ve yetkileri arasında sayılmıĢtır.
Mahkeme yönetmelikleri, doğrudan Anayasa Mahkemesinin çalıĢma ve yargılama
usulüyle olsun, yönetimle ilgili olsun, her durumda, Anayasa Mahkemesinin Anayasayla
kendisine verilen görev ve yetkilerle bağlantılıdır.
Yukarıda, 4 üncü baĢlık altında, 13 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine
iliĢkin gerekçede de anlatıldığı gibi, Anayasa Mahkemesi, ―Kurul‖ esasına dayalı bir
Mahkemedir; ―BaĢkan‖ esasına dayalı değildir. Anayasa, Mahkeme BaĢkanına, ne
Mahkemenin görev ve yetkileriyle ne de çalıĢma yargılama usulüne yönelik özel bir görev ve
yetki vermemiĢtir. Diğer deyiĢle, BaĢkanın merkezinde olduğu ya da üstün olduğu bir çalıĢma
usulü benimsenmemiĢtir. Durum böyle iken, Anayasa Mahkemesinin bütününü ilgilendiren
Mahkeme yönetmeliklerinin, Genel Kurul yerine BaĢkan tarafından onaylanması yönündeki
yasa kuralı Anayasaya uygun düĢmez. Anayasa, güçlü yetkilerle donatılan, tek yetkili BaĢkan
tarafından yönetilen bir mahkeme öngörmemiĢtir.
Yukarıda ve 4 üncü baĢlık altında, 13 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine
iliĢkin gerekçede açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 13 üncü maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (d) bendi Anayasanın 2 nci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali
gerekmektedir.
6) 6216 Sayılı Yasanın 14 üncü Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin
Anayasaya Aykırılığı
14 üncü maddenin, (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde, ―BaĢkanı oldukları bölümün
gündemini belirlemek‖ baĢkanvekillerinin görev ve yetkileri arasında gösterilmiĢ, bölümlerin
gündemine hakim olması engellenmiĢtir.
Yukarıda 4 üncü baĢlık altında, 13 üncü maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine
iliĢkin gerekçede açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 14 üncü maddesinin (2) numaralı
fıkrasının (b) bendi Anayasanın 2 nci, 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali
gerekmektedir.
7) 6216 Sayılı Yasanın 15 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (ç) Bendinin
Anayasaya Aykırılığı
15 inci maddede Anayasa mahkemesi üyelerinin yükümlülükleri gösterilmiĢtir.
Maddenin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde, üyelerin ―hâkimlik mesleğinin vakar ve
Ģerefine uygun hareket etmek‖ zorunda oldukları, ―görevleriyle bağdaĢmayan herhangi bir
faaliyette‖ bulunamayacakları, (c) bendinde ―Mahkemede görüĢülmekte olan konularda görüĢ
ve düĢüncelerini‖ açıklayamayacakları belirtildikten sonra, (ç) bendinde ―oturumun ve
oylamanın gizliliğini muhafaza ederler‖ denilmiĢtir.
Anayasa Mahkemesi üyeliği, sıradan bir görev değildir. Nitelikleri, kariyeri, seçimi,
görev, yetki ve sorumlulukları Anayasada gösterilen ve anayasal güvence altında bulunan bir
görevdir. Anayasa Mahkemesi üyelerine, Anayasanın 148 inci maddesi gereğince, ―Anayasa
ile verilen‖ görevler dıĢında yasayla görev de verilemez. Anayasanın 138 inci ve 140 ıncı
maddelerindeki bağımsızlık ve güvence ile evrensel yargı etiği ilkeleri, Anayasa Mahkemesini
olduğu gibi Anayasa Mahkemesi üyelerini de kapsar. Böylesine özel ve özgün niteliklere
sahip üyelerin, yasayla bir takım sınırlamalara ve baskılara tabi tutulması, Anayasanın 138
inci ve 140 ıncı maddeleriyle 146 ncı, 147 nci ve 148 inci maddeleri birlikte
değerlendirildiğinde kabul edilemez. Kaldı ki, 6216 sayılı Yasanın 44 üncü maddesinde
―Mahkemenin müzakereleri gizli‖ olduğu zaten belirtilmiĢtir. Hal böyle iken, üyeleri ayrıca
gizlilik baskısı altında tutmak, yasa koyucunun amacını aĢar.
Yasa koyucunun, yasal düzenlemeleri yaparken, Anayasanın öngördüğü özel ve özgün
niteliklere uyması ve bu konuda özen göstermesi gerekir. Yargıçlık mesleğinin vakar ve
Ģerefine uygun hareket etmek zorunda olan Anayasa Mahkemesi üyelerini ―oturumun ve
oylamanın gizliliğini muhafaza‖ yükümlülüğü altında tutmak, onları baskı altında tutmak
anlamına gelir. Üyelere, oturum ve oylamanın gizliliğini koruma yükümlülüğü verilmesi,
meslek ahlakı ile açıklansa da, üyenin özgür iradesini kısıtlama yönünde yasal baskı
niteliğindedir. Oturum ve oylama iĢinin doğasında olan ―gizlilik‖ zaten meslek etiğidir.
Konunun takdiri ve özel durumlara göre değiĢiklik göstermesi ise oturumda bulunan BaĢkan
ve üyelere aittir. Yasa koyucunun müdahalesi, özgür iradeleriyle karar verecek olan üyelerin
ve Anayasa Mahkemesinin bağımsızlığını zedeler.
Öte yandan, ―oturum ve oylamanın gizliliği‖ sözcükleri belirsizlik içermektedir.
Oturumun, baĢka kimse katılmadan gizli yapılmasını mı, oturumdaki görüĢmelerin,
tartıĢmaların açıklanmamasını mı içermektedir? Oylamada hangi üyenin hangi yönde oy
kullandığının açıklanmasının mı, oylama sırasında gizliliği mi içermektedir. Bu gizlilik ne
zaman baĢlar ve ne zamana kadar sürer? Kural bu soruların yanıtını açık olarak
vermemektedir. Gizliliğin kime karĢı olduğu da belli değildir. Kısa karar, gerekçesi yazılıp
Resmi Gazetede yayımlanmadan önce iptal davasını açan ya da itiraz baĢvurusunda bulunan
tarafa gönderilmektedir. Burada da oylama gizliliği uygulanacak mıdır? Kaldı ki, Gerekçeli
kararlar kısa sürede yazılıp Resmi Gazetede yayımlanmaktadır. Bu kararlarda karĢı oylar, oy
sahipleri ve gerekçeleriyle birlikte ortaya konmaktadır. O zaman gizlilik ortadan
kalkmaktadır. Tüm bu sorun ve sorular, dava konusu kuralın, üyeleri baskı altında
tutmasından öte Anayasanın hukuk devleti ilkesi yönünden belirsizliği de içermektedir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 15 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(ç) bendi Anayasanın 2 nci, 138 inci ve 140 ıncı maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
8) 6216 Sayılı Yasanın 15 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendinde Yer
Alan ―… BaĢkanın izniyle …‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı
15 inci madenini (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde, üyelerin görevleri dıĢında resmî
veya özel hiçbir görev alamayacakları, davet olundukları ulusal ve uluslararası kongre,
konferans ve benzeri bilimsel toplantılara BaĢkanın izniyle katılabilecekleri belirtilmiĢtir.
Yukarıda, (7) numaralı bölümde de açıklandığı gibi, Anayasa Mahkemesi üyeleri,
nitelikleri, görev ve yetkileri Anayasayla güvence altına alınan özel ve özgün nitelikli yüksek
yargıçlardır. Anayasa, Anayasa Mahkemesi BaĢkanına özel olarak hiyerarĢik bir görev ve
yetki vermemiĢtir. Anayasa Mahkemesi, BaĢkan ağırlıklı bir sistemle çalıĢmamaktadır.
Anayasal güvence altında olan, özel ve özgün niteliklere sahip Anayasa Mahkemesi
üyelerinin, ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara katılması,
özgün iradelerinin olduğu kadar mesleki geliĢmenin de gereğidir. ―Ġzin‖ ile eĢgüdüm
nedeniyle bilgilendirme ya da çalıĢma programı nedeniyle iĢ planlaması aynı anlama gelmez.
Ġzin, verilip verilmemesi tamamıyla BaĢkanın takdirine bağlı ve sınırlandırıcı ve önleyici bir
iĢlemdir. Bilimsel toplantı gibi sıradan olmayan bir hakkın kullanılmasının BaĢkanın iznine
bağlanması, Anayasa Mahkemesi üyeliğini sıradan ve hiyerarĢik bir kamu görevliliğine
indirger. Sınırsız bir takdir yetkisine bağlanan izin, yüksek yargının ve üyelerinin konumu
yönünden çok tartıĢma götürür, kuĢku yaratır ve bağımsızlığı zedeler. Ayrıca, BaĢkanın üyeler
üzerindeki tahakkümünü ortaya çıkarır ki, bu durumun ―bağımsızlık‖ ilkesiyle bağdaĢtırılması
da mümkün değildir.
Öte yandan, Anayasanın 2 nci ve 7 nci maddeleri gereğince, yasal düzenlemelerin hem
kiĢiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde
açık, net, anlaĢılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal
güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve
olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi
müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu durumda kendisine düĢen
yükümlülükleri öngörebilir ve davranıĢlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların
öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını
gerekli kılar. Yasa kuralı, ilgili kiĢilerin mevcut Ģartlar altında belirli bir iĢlemin ne tür
sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak Ģekilde
düzenlenmelidir.
Dava konusu kuralda, Anayasayla güvence altına alınan bağımsızlık, özel ve özgün
nitelik zedelenirken, BaĢkana ―izin‖ verip vermeme konusunda da sınırsız bir takdir yetkisi
verilmiĢ, izin verme ya da vermeme, bazı üyeler izin verip bazılarına vermeme gibi takdirlerin
dahi önlemi alınmamıĢtır.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 15 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(e) bendinde yer alan ―… BaĢkanın izniyle …‖ sözcükleri Anayasanın 2 nci, 7 nci, 138 inci,
140 ıncı ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
9) 6216 Sayılı Yasanın 16 ncı Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Ġkinci Tümcesinin
Anayasaya Aykırılığı
BaĢkan ve üyeler hakkında inceleme ve soruĢturmanın düzenlendiği 16 ncı maddenin
(2) numaralı fıkrasında, ―BaĢkan, müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız,
adressiz yahut belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar
ve Ģikâyetleri iĢleme koymaz. Ancak, bu ihbar ve Ģikâyetlerin somut delillere dayanması
durumunda konu hakkında gerekli inceleme ve araĢtırma yapılır‖ denilmiĢtir.
Genel olarak kamu hizmeti ve kamu görevlileriyle ilgili olduğu gibi, Anayasa
Mahkemesi BaĢkan ve üyeleriyle ilgili ihbar ve Ģikâyetler, Anayasanın 36 ncı maddesi
kapsamında hak arama yoluna baĢvurulmadığı sürece, Anayasanın 74 üncü maddesi
kapsamında siyasal haktır. 74 üncü maddede, vatandaĢların ve karĢılıklılık esası gözetilmek
kaydıyla Türkiye‘de ikamet eden yabancıların kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve
Ģikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve TBMM‘ye yazı ile baĢvurma hakkına sahip
oldukları belirtilmiĢtir.
Anayasa bu hakkı vatandaĢlara tanıdığına göre, ihbar ve Ģikâyeti yapan kiĢinin, kimlik,
imza ve adresiyle somut olarak belirlenmesi gerekir. Aksi halde bilinmeyen, soyut bir isimle
ya da isimsiz yapılan ihbar ve Ģikâyetler Anayasal kapsamda anlam kazanmaz. Bununla
birlikte, belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve
Ģikâyetler de hukuksal nitelik taĢımadığından anlam kazanmaz. Bu iki koĢul, hukuk devletinin
vazgeçilmez ilkesi ―belirlilik‖le birlikte değerlendirilmek zorundadır. KoĢullardan biri
olmazsa, hukuksal sakatlık doğar. Nitekim 16 ncı maddenin (2) numaralı fıkrasının birinci
tümcesinde, ―BaĢkan, müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz yahut
belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve Ģikâyetleri
iĢleme koymaz‖ denilmek suretiyle tüm koĢulların birlikte değerlendirildiği bir düzenleme
yapılmıĢtır.
Ancak, (2) numaralı fıkranın ikinci tümcesinde, ―bu ihbar ve Ģikâyetlerin somut delillere
dayanması durumunda konu hakkında gerekli inceleme ve araĢtırma yapılır‖ denilmek
suretiyle, ―müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz‖ iĢlem ve
Ģikâyetlerin iĢleme konulmasının yolu açılmak suretiyle, hukuk devletinin ve ihbar ve Ģikâyet
hakkının gerekleri ihlal edilmiĢtir. Bu tür ihbar ve Ģikâyetlerin, ―somut delillere dayanması‖,
koĢullar tam olarak yerine gelmediğinden bu ihlali ortadan kaldırmaz.
Burada bir baĢka önemli konu da, somut delil durumunun takdire bırakılmasıdır.
Dilekçe BaĢkana verileceğine göre, bu konudaki takdir yetkisi de belirsiz ve koĢulsuz olarak
BaĢkana bırakılmıĢ olmaktadır. Böylece, BaĢkana, Anayasada öngörülmeyen yetkilerden biri
daha, geniĢ ve belirsiz bir takdir yetkisiyle, Yasayla verilmiĢ olmaktadır.
Anayasanın 7 nci maddesindeki ―Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisi‘nindir. Bu yetki devredilemez‖ kuralına göre, yasa koyucunun temel ilkeleri
koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı,
yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Yasa ile yetkilendirme Anayasanın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Yasa koyucu, gerektiğinde
sınırlarını belirlemek koĢuluyla bazı konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir.
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkeleri de 7 nci maddenin bu Ģekilde
değerlendirilmesini ve uygulamaya geçilmesini gerektirir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 16 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasının
ikinci tümcesi Anayasanın 2 nci, 7 nci ve 74 üncü maddelerine aykırı olup iptali
gerekmektedir.
10) 6216 Sayılı Yasanın 16 ncı Maddesinin (5) Numaralı Fıkrasının Üçüncü
Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı
16 ncı maddesinin (5) numaralı fıkrasında, Genel Kurulca, soruĢturma açılmasına karar
verildiği takdirde, Genel Kurulun, üyeler arasından üç kiĢiyi SoruĢturma Kurulunu
oluĢturmak üzere seçeceği belirtilmiĢ, SoruĢturma Kurulu, ―4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanununun (CMK) Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkilere sahip‖
kılınmıĢtır.
Böylece, SoruĢturma Kurulunda görev alacak Anayasa Mahkemesi üyeleri, Anayasada
verilmeyen bir yetkiyle, 5271 sayılı CMK‘ye göre iĢlem yapma ve Cumhuriyet savcısına
tanınan tüm yetkileri kullanma yetkisiyle donatılmıĢtır.
Anayasanın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesi BaĢkan ve üyelerinin, Yüce
Divan Sıfatıyla Anayasa Mahkemesince yargılanacağı, Yüce Divanda, savcılık görevini
Cumhuriyet BaĢsavcısı veya C. BaĢsavcıvekilinin yapacağı belirtilmiĢ, 149 uncu maddede de
BaĢkan, baĢkanvekilleri ve üyelerin disiplin iĢleri yasaya bırakılmıĢtır.
SoruĢturma Kurulu ile CMK‘ye göre iĢlem yapma ve Cumhuriyet savcısına tanınan tüm
yetkileri kullanmayı karıĢtırmamak gerekir. SoruĢturma Kurulu, ―mahkemelerin bağımsızlığı
ve hakimlik teminatı‖ esaslarına göre çalıĢan yargısal nitelikte değildir. CMK‘ye göre yapılan
iĢlemler ve Cumhuriyet savcısına tanınan yetkiler ise yargısal niteliktedir. SoruĢturma
Kurulunun üyeler arasından atanması, onların savcılık görevini yapmalarını gerektirmez.
CMK‘nin Cumhuriyet savcılarına verdiği yetki, dinleme, izleme, arama, gözaltına alma,
tutuklamayı isteme gibi geniĢ bir yetkidir.
Anayasa Mahkemesinin de birçok kararında belirttiği gibi, Anayasanın 2 nci
maddesinde, Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına dayanan,
bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her
alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, hukuk güvenliğini
gerçekleĢtiren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde Anayasanın ve yasa
koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu
bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk
ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür. Hukukun üstünlüğünün egemen olduğu
bir devlette, hukuk güvenliğinin sağlanması hukuk devleti ilkesinin olmazsa olmaz koĢuludur.
Anayasanın, BaĢlangıç‘ında belirtilen kuvvetler ayrılığı ilkesi, 2 nci maddesinde
belirtilen hukuk devleti ilkeleriyle, 9 uncu maddesinde belirtilen yargı yetkisi; Anayasanın 36
ncı maddesinde yerini bulan ve herhangi bir sınırlamaya tabi kılınmayan ―hak arama
hürriyeti‖nin yaĢama geçmesinin ilkelerini vermekte ve bu bağlantı, hakimlik ve savcılık
mesleğinin güvence altına alındığı 140 ıncı maddeyle tamamlanmaktadır. 36 ncı maddedeki
hak arama özgürlüğü, ―iddia, savunma ve adil yargılanma hakkı‖ ile bütünlük içindedir. Bu üç
hak bir arada kullanılmadıkça hak arama özgürlüğünden söz edilemez. Anayasanın 37 nci
maddesindeki ―kanuni hakim güvencesi‖ de bu yargısal bütünlükle birlikte anlam kazanır.
Nasıl savunma hakkı, yargılamanın olmazsa olmazı ise ―iddia‖ da yargılamanın olmazsa
olmazıdır ve Anayasa da teminat altına alınan ―savcılık‖ mesleği ve bu mesleğin çalıĢma usul
ve esaslarını gösteren yasal düzenlemeye bağlı olarak yerine getirilir. Ġddia hakkının, bu
yargısal bütünlük dıĢına çıkarılarak, Cumhuriyet savcısı dıĢında, üyeler tarafından yerine
getirilmesi hukuk güvenliğini sarsar ve Anayasanın öngördüğü yargısal bütünlüğe uygun
düĢmez.
Avrupa Ġnsan Hakları Avrupa SözleĢmesinin 6 ncı maddesi ile birlikte değerlendirilmesi
gereken Anayasanın 36 ncı maddesinde tanınan hak arama özgürlüğü, Ġnsan Hakları Avrupa
Mahkemesini de belirttiği gibi, sadece mahkemedeki yargılama sürecine uygulanmaz. Bu
süreçten önceki ve sonraki aĢamalarda da uygulanır. AĠHS‘nin 6 ncı ve Anayasanın 36 ncı
maddelerinin, yargılamayı bir bütün olarak kapsadığı kesindir. Savcılık görevi, sadece
yargılama sırasında mahkemede bulunma olarak da algılanamaz. Bu durum, Anayasanın 148
inci maddesindeki Yüce Divan yargılaması için de geçerlidir.
Dava konusu tümceyle, hak arama özgürlüğü ve yargı yetkisi ile bütünlük içinde olan
Cumhuriyet savcısı yetkisi ve bu yetkinin usul ve esaslarını gösteren yasaya göre yapılacak
iĢlemler, Anayasaya aykırı olarak Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından seçilen üç kiĢilik
kurula bırakılmıĢtır.
KovuĢturma ve soruĢturmada izlenen usul, ilgili yargıç ve savcıya sağlanan savunma
hakları, diğer bir deyiĢle ―adil yargılanma hakkı‖, sonucun da adil olmasının güvencesidir.
Usul bakımından yeterli güvencelerin olmaması, anayasal teminat altında olan savcıların
yetkilerinin devri, yargı üzerinde ―baskı‖ yaratılmasına ve keyfi uygulamalara neden olabilir.
Yasa koyucunun bu önlemi almaması, yeterli güvenceyi sağlamaması, yargı bağımsızlığı
önündeki tehditleri ve her türlü baskıyı artırabilir. Savcının sorumluluğu sonucu ortaya çıkan
güvence ile üyenin sorumluluğu sonucu ortaya çıkan güvence yargı bağımsızlığı yönünde
farklılık gösterir. Ġnceleme ve soruĢturma geçirenlerin ya da geçirecek olanların bu tehdit ve
baskıyı hissetmemeleri gerekir. Aksi halde soruĢturma geçirecek üyenin hak arama özgürlüğü
ve adil yargılanma hakkı ihlal edilmiĢ olur.
Hukuk devletinin olmazsa olmaz koĢulu olan ―bağımsız yargı‖, yargının olmazsa olmaz
koĢulu olan ―sav – savunma – karar‖ üçgeninden oluĢur ve bu bütünlükle anlam kazanır.
Adaletli bir yargılamanın varlığı, ancak iddia ve savunmanın etkin katılımıyla sağlanabilir.
Ġddianın önemi ve özelliği nedeniyle bu temel öğenin Cumhuriyet savcılığı müessesesine
bağlı kılınması, hukuk devletinin ve adil yargılanma hakkının gereğidir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 16 ncı maddesinin (5) numaralı fıkrasının
üçüncü tümcesi Anayasanın 2 nci, 9 uncu, 36 ncı, 140 ıncı, 148 inci ve 149 uncu maddelerine
aykırı olup, iptali gerekmektedir.
11) 6216 Sayılı Yasanın 19 uncu Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ―…
Genel Kurulun …‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı
19 uncu maddenin (1) numaralı fıkrasında, BaĢkan ve üyelerin, asli görevleri dıĢında
resmî veya özel bir görev almaları ya da yaptıkları yeminle veya üyeliğin vakar ve Ģerefi ile
bağdaĢmayan, hizmetin aksamasına yol açan hâl ve hareketlerinin sabit görülmesi hâlinde,
eylemin niteliğine göre, uyarma, kınama ya da üyelikten çekilmeye davet edilme cezalarından
birisine karar verileceği belirtilmiĢ, (2) numaralı fıkrasında da ―üyelikten çekilmeye davet
edilme cezasına karar verilebilmesi için Genel Kurulun üçte iki oy çokluğu aranır‖
denilmiĢtir. Böylece, üyelikten seçilmeye davet edilme cezası için, yerinde olarak, nitelikli
çoğunluk aranmıĢtır.
Anayasanın 149 uncu maddesinde, Genel Kurulun en az oniki üye ile toplanacağı,
kararlarını salt çoğunlukla alacağı belirtilmiĢtir. Genel Kurulun üye tam sayısı ise 17‘dir.
Genel Kurul, 12, 17 veya bu sayılar arasında üye katılımla toplanabilecektir. Anayasada,
kararların özelliğine göre salt ya da nitelikli çoğunluk belirlenirken, nitelikli çoğunluğun ―üye
tamsayısına‖ ya da ―toplantıya katılan üyelerin sayısına‖ bağlı olacağı gösterilmiĢtir. 146 ncı
maddede, BaĢkan ve baĢkanvekillerinin seçiminde, ―üye tam sayısının salt çoğunluğu‖; 147
nci maddede, üyeliğin, görevini sağlık bakımından yerine getirmeyeceğinin kesin olarak
anlaĢılması halinde, ―üye tam sayısının salt çoğunluğu‖; 149 uncu maddede, Anayasa
değiĢikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yosun
bırakılmasına karar verilebilmesi için ―toplantıya katılan üyelerin üçte iki çoğunluğu‖
öngörülmüĢtür.
Anayasa koyucunun böylesine özenli davrandığı bir konuda, yasa koyucunun da özenli
davranması gerekir. ―üyelikten çekilmeye davet edilme cezası‖ gibi önemli konuda, yasa
koyucu, herhangi bir nitelendirme yapmadan ―Genel Kurulun‖ sözcüklerini kullanmakla
yetinmiĢtir. Genel Kurul sözcükleri, ―üye tam sayısı‖ ya da ―toplantıya katılan üyeler‖
nitelendirmesi yapılmadan soyut ve belirsizdir. Ġki nitelendirme arasındaki sayı farkı, alınacak
kararı etkileyecek niteliktedir. 12 ve 17 dahil kaç üye ile toplantı yapılacağı ve sayısal katılım
yöntemi Yasada açıklığa kavuĢturulmayarak, çekilmeye davet edilen üyeye göre katılım gibi
keyfi bir yöntem belirlenmiĢ ve katılım sayısı BaĢkanın inisiyatifine bırakılmıĢtır. Bu durum
hukuk devletinin temeli olan ―belirlilik‖ ilkesini ihlal edecek niteliktedir. Hakkında karar
alınacak üye bakımından da ―öngörülebilir‖ ve ―güvenli‖ değildir.
Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri
belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır, uygulanabilir ve
nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesi
de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir
kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun
bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu
durumda kendisine düĢen yükümlülükleri öngörebilir ve davranıĢlarını ayarlar. Hukuk
güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Yasa kuralı, ilgili kiĢilerin mevcut Ģartlar altında belirli bir iĢlemin ne tür sonuçlar
doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak Ģekilde düzenlenmelidir.
Öngörülebilirlik Ģartı olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin
kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden
koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kiĢilerin hukuk güvenliğini korumakla
birlikte idarede istikrarı da sağlar.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 19 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrasında
yer alan ―… Genel Kurulun …‖ sözcükleri Anayasanın 2 nci ve 149 uncu maddelerine aykırı
olup, iptali gerekmektedir.
12) 6216 Sayılı Yasanın 22 nci Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ―…
komisyonların …‖ Sözcüğünün Anayasaya Aykırılığı
22 nci maddede bölümler ve komisyonlar düzenlenmiĢtir. Maddenin (1) numaralı
fıkrasında, ―Mahkemede, bireysel baĢvuruları karara bağlamak üzere bir baĢkanvekili
baĢkanlığında yediĢer üyesi olan iki bölüm bulunur. Bölümler, bir baĢkanvekilinin
baĢkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır‖ denilmek suretiyle bölümlerin kaç kiĢiden
oluĢup, kimin baĢkanlığına kaç kiĢiyle toplanacağı, Anayasanın 149 uncu ve 6216 sayılı
Yasanın 65 inci maddelerinde de bölümlerin kararlarının salt çoğunlukla alacağı belirtilmiĢtir.
22 nci maddenin (2) numaralı fıkrasında ise bölümlerle ilgili söz konusu yasal
düzenlemelerle birlikte, oluĢum ve iĢ bölümüyle ilgili hususlar, Anayasanın 149 uncu
maddesine koĢut olarak, Ġçtüzüğe bırakılmıĢtır.
Ancak, ―bireysel baĢvuru‖ gibi, temel hak ve özgürlükleri çok yakından ilgilendiren
baĢvuruların, ―kabul edilebilirlik‖ incelemesini yapacak olan ve kararları kesin olan
―komisyonlar‖ için Yasada herhangi bir belirleme yapılmamıĢtır. Konu doğrudan Ġçtüzüğe
bırakılmıĢtır.
Anayasanın 149 uncu maddesinde, komisyonların oluĢumu ve iĢbölümünün Ġçtüzüğe
bırakılmıĢ olması yasallık ilkesini ortadan kaldırmaz. Kaldı ki, Anayasanın 148 inci
maddesinde ―bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esaslar‖ın yasayla düzenleneceği belirtilerek,
yasayla oluĢturulacak hukuksal güvenlik öngörülmüĢtür. Ġçtüzük, yasayla belirlenen konuların
teknik açılımını yapacaktır. Zaten, Anayasanın 149 uncu maddesindeki ―Ġçtüzük‖ yetkisini,
Anayasa Mahkemesinin kendine özgü anayasal yapısıyla özdeĢleĢtirmek gerekir. Ancak bu
yetki yasal güvencenin önüne geçemez.
Komisyonlar, kaç tane olacak, kaçar kiĢiden oluĢacak, kaç üye kaç raportörden
oluĢacak, toplantı sayıları ne olacak, raportörlerin görevlendirilmesi halinde oy hakları olacak
mı gibi hususlar yasal güvence altında olmadıkça, bireysel baĢvuru sahipleri için yasal
güvence sağlanmıĢ olmaz. 6216 sayılı Yasanın 2 nci maddesindeki tanımlarda bile bu
güvence sağlanmamıĢtır.
Kabul edilebilirlik incelemesi, bireysel baĢvurunun en temel iĢidir. Kabul edilmeyen
baĢvurular incelemeye tabi tutulmayacaktır. BaĢvurunun kabul edilebilirliği ya da
edilemezliği bir karara bağlanacaktır. Yasanın 48 inci maddesine göre, kabul edilemezlik
kararları kesindir ve ilgililere tebliğ edilecektir. Yerinde bir tanımlamayla, kabul edilemezlik
kararları, Anayasa Mahkemesi kararı olacaktır.
Anayasanın 7 nci maddesindeki ―Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisi‘nindir. Bu yetki devredilemez‖ kuralına göre, yasa koyucunun temel ilkeleri
koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı,
yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Yasa ile yetkilendirme Anayasanın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Yasa koyucu, gerektiğinde
sınırlarını belirlemek koĢuluyla bazı konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir.
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkeleri de 7 nci maddenin bu Ģekilde
değerlendirilmesini ve uygulamaya geçilmesini gerektirir. Anayasanın 148 inci ve 149 uncu
maddelerindeki bireysel baĢvuru düzenlemeleri birlikte değerlendirildiğinde, Ġçtüzük ile
yapılması gereken düzenlemelerin de yasayla çizilen temel ilke ve çerçeveye uygun olması
gerekir. Yasadaki, komisyonlarla ilgili belirsizlik ve öngörülemezlik, baĢvuru sahiplerinin
hukuksal güvenliklerini sarsar. Bireysel baĢvurunun özü temel hak ve özgürlük ihlalidir.
Böylesine önemli bir konuda hukuk güvenliğinin sağlanmaması Anayasaya uygun düĢmez.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 22 nci maddesinin (2) numaralı fıkrasında
yer alan ―… komisyonların …‖ sözcüğü Anayasanın 2 nci, 7 nci, 148 inci ve 149 uncu
maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
13) 6216 Sayılı Yasanın 27 nci Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Son Tümcesinin
Anayasaya Aykırılığı
27 nci maddede, raportör yardımcıları ve adayları düzenlenmiĢtir.
Maddenin (3) numaralı fıkrasında, giriĢ sınavının, yazılı sınav ve mülakattan oluĢacağı
belirtilmiĢ, (4) numaralı fıkrada ise mülakatın, adayın;
a) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü,
b) Liyakati, temsil kabiliyeti, davranıĢ ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu,
c) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,
ç) Genel yetenek ve genel kültürü,
d) Bilimsel ve teknolojik geliĢmelere açıklığı,
yönlerinden değerlendirilerek, ayrı ayrı puan verilmek suretiyle gerçekleĢtirileceği,
adayların, komisyon tarafından yukarıdaki bentlerde yazılı özelliklerin her biri için yirmiĢer
puan üzerinden değerlendirileceği ve verilen puanların ayrı ayrı tutanağa geçirileceği
belirtildikten sonra, son tümcede ―Bunun dıĢında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi
kullanılmaz‖ denilmiĢtir.
Yazılı sınav ile mülakatın, adayların seçilmesi ve bu sistemin denetlenebilmesi
yönlerinden farkları yoktur. Sadece yapılıĢ Ģekilleri farklıdır. Bu farklılık, mülakatın açık ve
belirgin olarak hiçbir sınırlama olmaksızın denetlenebilmesini engellememelidir. Denetime
açık olan her alan denetime uygun olmalıdır.
Birçok seçme ve yerleĢtirme sınavında, ―mülakat‖ sorun olarak ortaya çıkmıĢ ve
güvensiz bir sistem olarak tescillenmiĢtir. Sınavlarla ilgili yargısal denetimde, yargıyı da en
çok meĢgul eden konu mülakat olmuĢtur. Mülakata iliĢkin davalarda yargıyı uğraĢtıran ve
birçok yargı kararında dile getirilen konu, mülakat sisteminin denetime uygun olmamasıdır.
Kural koyucuların ve özelliklede yasa koyucunun bu hukuksal sorunu çözmeleri gerekir. Hele
hele anayasal yargı ile görevli ve yetkili bir kurum olan Anayasa Mahkemesinin hukuksal
sorunları çözme konusundaki çabası göz önünde bulundurulduğunda, mülakatta kayıt
sisteminin engellenmesi ve sınırlandırılması düĢünülemez.
Mülakat için getirilen yasal engel ve sınırlamanın kamu yararına olduğu da ileri
sürülemez.
Anayasanın 2 nci maddesinde ilkeleri belirtilen hukuk devletinin en temel özelliği
iĢlemlerin denetime, özellikle de yargı denetimine açık olmasıdır. Anayasanın 36 ncı
maddesindeki hak arama özgürlüğü, tüm hak ve özgürlüklerin gerçekleĢmesi için zorunlu ve
herhangi bir sınırlamaya tabi tutulmamıĢ özgürlüktür. ĠĢlemlerin sadece denetimlerinin
engellenmemesi yeterli değildir; denetime elveriĢli olmaları da gerekir. Denetime elveriĢli
olmayan iĢ ve iĢlemler hak arama ve adil yargılanma özgürlüğünü sınırlandırmıĢ olurlar. Yasa
koyucu bu konuda gerekli önlemleri almalı ve yargı kararlarını ortadan kaldırmamalıdır.
Yargı kararları yasama organını da bağlayıcı niteliktedir. Yargının, bu konuda birçok kararı
var iken, Anayasa Mahkemesi gibi ―güvenlik‖ simgesi Kurumun dava konusu düzenlemeye
tabi tutulması, mülakata girenlerin hukuksal güvenlikleri kadar, Anayasa Mahkemesine olan
güveni de sarsar.
Dava konusu tümce, adayların hukuk güvenliğini ortadan kaldırmakta, adil yargılanma
hakkını kısıtlamakta; idari iĢlemin tüm unsurlarıyla yargı denetimine tabi olmasını sınırladığı
için Anayasanın 125 inci maddesindeki yargı denetimini de sınırlamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 27 nci maddesinin (4) numaralı fıkrasının
son tümcesi Anayasanın 2 nci, 36 ncı ve 125 inci maddelerine aykırı olup, iptali
gerekmektedir.
14) 6216 Sayılı Yasanın 33 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
―Hizmet satın alma‖ baĢlıklı 33 üncü maddede, ―BaĢkan, Mahkemenin ihtiyaç duyduğu
alanlarda projelerin hazırlanması, gerçekleĢtirilmesi, iĢletilmesi ve iĢlerliği için Ģart olan
zaruri ve istisnai hâllere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisi ve ihtisasını gerektiren
iĢlerde hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırmaya yetkilidir‖ denilmiĢtir.
Düzenlemeyle; ―ihtiyaç duyulan alan‖, ―proje hazırlama, gerçekleĢtirme, iĢletme ve
ilerliği‖, ―zaruri ve istisnai haller‖, ―özel bir meslek bilgisi ve ihtisasını gerektiren iĢ‖ gibi
soyut ve belirsiz alanlarda ―hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırma‖ gibi
geniĢ, sınırsız, belirsiz ve keyfi uygulamalara neden olacak takdir yetkisi BaĢkana
verilmektedir.
Kuralda, bir takım nitelendirmelerin yapılmıĢ olması bu belirsizliği ortadan
kaldırmamaktadır. Çünkü soyut nitelendirmelerin somutlaĢtırılarak uygulamaya geçirilmesi,
tamamıyla BaĢkanın takdirine bırakılmıĢtır.
Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri
belirliliktir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır, uygulanabilir ve
nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesi
de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir
kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun
bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Ancak bu
durumda kendisine düĢen yükümlülükleri öngörebilir ve davranıĢlarını ayarlar. Hukuk
güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete
güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Yasa kuralı, ilgili kiĢilerin mevcut Ģartlar altında belirli bir iĢlemin ne tür sonuçlar
doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak Ģekilde düzenlenmelidir.
Öngörülebilirlik Ģartı olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin
kapsamı ve uygulama yöntemi bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden
koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kiĢilerin hukuk güvenliğini korumakla
birlikte idarede istikrarı da sağlar.
Anayasanın 7 nci maddesindeki ―Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisi‘nindir. Bu yetki devredilemez‖ kuralına göre, yasa koyucunun temel ilkeleri
koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı,
yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Yasa ile yetkilendirme Anayasanın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Yasa koyucu, gerektiğinde
sınırlarını belirlemek koĢuluyla bazı konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir.
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkeleri de 7 nci maddenin bu Ģekilde
değerlendirilmesini ve uygulamaya geçilmesini gerektirir.
Öte yandan, Anayasanın 9 uncu maddesi uyarınca, ―Türk Milleti adına bağımsız
mahkemelerce‖ kullanılan yargı yetkisinin gerektirdiği, yargı ve bunun tamamlayıcısı adalet
hizmeti, Anayasanın 128 inci maddesi kapsamında, devletin ―genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü olduğu‖ ―asli ve sürekli görev‖dir. Bu görevin kimler eliyle görüleceği
ve nitelikleri; idari nitelikli adalet hizmetleri için 128 inci maddede, yargısal nitelikli
hizmetler için de 138 inci, 139 uncu ve 140 ıncı maddeleriyle birlikte yüksek yargı
organlarına iliĢkin özel maddelerde düzenlenmiĢtir. Adalet hizmetlerinin bu maddelerin
bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekir. Yargı yetkisinin kullanılmasında, bu hizmetle
bütünleĢen ve koparılamayacak olan, yargı hizmetinin tamamlayıcı niteliğinde olan
hizmetlerin Anayasanın 128 inci maddesi kapsamında yerine getirilmesi zorunludur. Dava
konusu kuralda, ―hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırma‖ yetkisinin doğrudan
ve koĢulsuz BaĢkana tanınması 128 inci maddeye de aykırılık oluĢturur.
Kaldı ki, Anayasa Mahkemesi gibi, anayasal nitelikli yüksek yargı organının, sadece
Anayasayla kendisine verilen hizmetleri yerine getirirken, bu hizmetle bütünleĢen idari
hizmetler içinde, BaĢkanın takdiriyle belirlenecek bir bölümünün, Anayasanın 47 nci maddesi
kapsamında değerlendirilmesi de olanaklı değildir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 33 üncü maddesi Anayasanın 2 nci, 7 nci ve
128 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
15) 6216 Sayılı Yasanın 34 üncü Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının ―… Mahkemenin
hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve
BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık
merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler‖ Bölümünün Anayasaya Aykırılığı
―Ġdarî personelin Adalet Bakanlığı kadrolarına atanması‖ baĢlıklı 34 üncü maddede, ―27
nci maddenin birinci fıkrasına göre atananlar hariç, Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan
657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine,
mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı
kadrolarına atanabilirler‖ denilmiĢtir.
Kurala göre, yargısal ve idari çalıĢmalara yardımcı olmak üzere atanan raportör
yardımcıları hariç, Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel,
mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığının merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına
atanabileceklerdir. Atama, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine,
Adalet Bakanlığı tarafından yapılacaktır.
Anayasanın 128 inci maddesinde, ―Devletin, kamu iktisadî teĢebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkiĢilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük iĢleri kanunla düzenlenir‖ denilmiĢtir.
Anayasanın bu hükmü, memurların ve diğer kamu görevlilerinin anayasal ve yasal
güvence altına alınması amacını taĢımaktadır. Atamaların dahi yasayla düzenlenmesi, görevin
asli ve sürekliliği ile birlikte, keyfi ve takdiri atamaları önlemek, yasayla belirlenen ölçütlere
uygun davranmaktır. Sırf yönetici istedi diye, anayasal güvence altındaki kamu görevlilerinin
kurumlarını ve -taĢra atamaları düĢünüldüğünde- yerlerini değiĢtirmek 128 inci maddeyle
bağdaĢmayacağı gibi, hukuk devletiyle de bağdaĢmaz. Yasayla düzenleme yapılmasına
rağmen tüm yetki geniĢ, sınırsız ve belirsiz Ģekilde Genel Sekreterin teklifi üzerine BaĢkanın
uygun görmesine bağlanmıĢtır. Bu sınırsız takdir yetkisi, keyfiliğe varacak derecede geniĢ
tutulmuĢtur. Hizmetin gereğini, kamu yararını ve bunların dayanacağı haklı nedenleri, yasanın
açık ve net Ģekilde güvence altına alması gerekir. Aksi halde atama, hizmetin gereğini, kamu
yararını ve hukuksal güvenceyi aĢarak sadece BaĢkanın takdirine ve taĢra atamalarıyla birlikte
sürgüne dönüĢür. Dava konusu kural, 657 sayılı Yasayla getirilen yasal güvenceyi de hukuka
aykırı olarak ortadan kaldırmaktadır.
Yasa kuralı, ilgili kiĢilerin mevcut Ģartlar altında belirli bir iĢlemin ne tür sonuçlar
doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak Ģekilde düzenlenmelidir.
Öngörülebilirlik Ģartı olarak nitelendirilen bu ilkeye göre yasanın uygulanmasında takdirin
kapsamı ve uygulama yöntemi, bireyleri keyfi ve öngöremeyecekleri müdahalelerden
koruyacak düzeyde açıklıkla yazılmalıdır. Belirlilik, kiĢilerin hukuk güvenliğini korumakla
birlikte idarede istikrarı da sağlar.
Anayasanın 7 nci maddesindeki ―Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük
Millet Meclisi‘nindir. Bu yetki devredilemez‖ kuralına göre, yasa koyucunun temel ilkeleri
koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı,
yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir. Yasa ile yetkilendirme Anayasanın
öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Yasa koyucu, gerektiğinde
sınırlarını belirlemek koĢuluyla bazı konuların düzenlenmesini idareye bırakabilir.
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkeleri de 7 nci maddenin bu Ģekilde
değerlendirilmesini ve uygulamaya geçilmesini gerektirir.
Dava konusu kuralla, Anayasanın 128 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince yasayla
düzenlenmesi zorunlu olan idarî personelin, yüksek yargı organının kadrosundan yürütme
organının merkez ve taĢra teĢkilatlarına atamaları öngörülmekte ve buna iliĢkin tüm yetki
sınırsız ve belirsiz Ģekilde BaĢkana bırakılmaktadır. Anayasanın 7 nci maddesi gereğince yasa
koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye yetki vermemesi,
sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerekir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 34 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının
―… Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel
Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet
Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler‖ bölümü Anayasanın
2 nci, 7 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
16) 6216 Sayılı Yasanın 36 ncı Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının, ―teklif‖
Sözcüğünün Yanında Yer Alan ―… çoğunluğuna …‖ Sözcüğünün; ―… ve Türkiye Büyük
Millet Meclisi Ġçtüzüğünün …‖ ve ―… kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda
öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu
üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı‖ Bölümlerinin Anayasaya Aykırılığı
36 ncı maddede ―Ģekil bakımından iptal davası ve sınırı‖ düzenlenmiĢtir. Maddenin (1)
numaralı fıkrasına göre Ģekil bakımından denetim;
a) Anayasa değiĢikliklerinde teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna ve ivedilikle
görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı;
b) Kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün son oylamasının öngörülen
çoğunlukla yapılıp yapılmadığı;
c) Kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp
çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup
bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak yapılacaktır.
Anayasanın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesinin;
(i) Anayasa değiĢikliklerini,
(ii) Kanunları,
(iii) Kanun hükmünde kararnameleri,
(iv) TBMM Ġçtüzüğünü,
ġekil bakımından denetleyip karara bağlayacağı belirtilmiĢtir.
Aynı maddede bu denetimin nasıl yapacağı ve sınırları da gösterilmiĢtir. Buna göre Ģekil
bakımından denetleme;
(i) Anayasa değiĢikliklerinde, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle
görüĢülemeyeceği Ģartlarına uyulup uyulmadığı,
(ii) Kanunlarda, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı,
Hususlarıyla sınırlı olarak yapılabilecektir.
Görüldüğü gibi, Anayasada, Kanun hükmünde kararnameler ile TBMM Ġçtüzüğünün
Ģekil bakımından denetimi için herhangi bir sınırlama getirilmemiĢtir.
Anayasanın bu hükümleri karĢısında, dava konusu kurallar incelendiğinde Ģu
değerlendirmeler ortaya çıkmaktadır.
a) Anayasada, Anayasa değiĢikliklerinde, ―teklif ve oylama çoğunluğu‖ ifadesi geçtiği
halde, Yasada bu ifade değiĢtirilerek, ―teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna‖ Ģekline
getirilmiĢtir. Böylece, teklif de oylama da ―çoğunluğa‖ bağlanmıĢtır.
Anayasadaki ―teklif ve oylama çoğunluğu‖ ifadesi, Anayasa Mahkemesi tarafından
yorumlanarak karar altına alınmıĢ, ―teklif‖, ―teklif çoğunluğu‖ndan farklı ve bağımsız olarak
değerlendirilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi, Anayasayı yorumlamakla yetkili tek kurum olup
kararları, yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarını, gerçek ve tüzelkiĢileri
bağlar. Yasa koyucu, Anayasaya uygun davranmak zorundadır, Anayasanın koyduğu
hükümleri değiĢtirip sınırlayamaz.
Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan
almayan bir Devlet yetkisini kullanamayacağı öngörülmüĢtür ve ―yasama yetkisi‖ de bu
maddede belirtilen yetkidir. Yasama yetkisini kullanan TBMM de kaynağını Anayasadan
almayan Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasa hükümleri, diğer organ, kurum kuruluĢ ve kiĢiler
gibi yasama organını da bağlayan temel hukuk kurallarıdır.
Anayasa Mahkemesinin, 05.06.2008 günlü, E.2008/16, K.2008/116 sayılı kararında da
belirtildiği gibi, Anayasanın 148 inci maddesindeki, Anayasa değiĢikliklerinde Ģekil
denetiminin ―teklif ... Ģartına uyulup uyulmadığı‖ hususlarıyla sınırlı olduğunu ifade eden
hüküm, ―geçerli teklif‖ koĢulunun bulunup bulunmadığına yönelik olarak yapılacak bir
denetimi de içerir.
Dava konusu kuralda, ―teklif‖ yerine ―teklif çoğunluğuna‖ sözcükleri kullanılmak
suretiyle, Anayasa Mahkemesinin Ģekle iliĢkin denetim yetkisi, Anayasaya aykırı biçimde
sınırlanmakta, Anayasa Mahkemesi kararı da yok sayılmaktadır.
b) Anayasada, kanunların Ģekil bakımından denetlenmesinin, son oylamanın, öngörülen
çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususuyla sınırlı olarak yapılabileceği belirtildiği, kanun
hükmünde kararnameler ile TBMM Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından denetimi için herhangi bir
sınırlama getirilmediği halde, Yasada her iki düzenleme için de yasayla denetim sınırlaması
getirilmiĢ, böylece Anayasa Mahkemesinin kanun hükmünde kararnameler ile TBMM
Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından denetimi, Anayasada sınırlama olmadığı halde Yasayla
sınırlanmıĢtır.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 36 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
a) ―teklif‖ sözcüğünün yanında yer alan ―… çoğunluğuna …‖ sözcüğü,
b) ―… ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün …‖ bölümü,
c) ―…kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde
çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup
bulunmadığı‖ bölümü,
Anayasanın 148 inci maddesine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
17) 6216 Sayılı Yasanın 39 uncu Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Anayasaya
Aykırılığı
―Eksikliklerin tamamlattırılması ve görüĢ bildirme‖ baĢlıklı 39 uncu maddenin (4)
numaralı fıkrasında, iptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi
hâlinde, dava dilekçesi ile eklerinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi BaĢkanlığı, BaĢbakanlık
ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına gönderileceği; dava dilekçesi ve ekleri
gönderilen bu makamların, iptal davasıyla ilgili yazılı görüĢlerini değerlendirilmek üzere
Mahkemeye bildirebilecekleri belirtilmiĢtir.
Ġptal davaları, Anayasanın 150 nci maddesi gereğince, CumhurbaĢkanı, iktidar ve
anamuhalefet partisi Meclis grupları ile TBMM üye tamsayısının en az beĢte biri tutarındaki
üyeler tarafından açılmaktadır. Dava konusu fıkrada, bu dava dilekçesi ve eklerinin, iptal
davasını açan taraf dıĢındaki makamlara gönderilmesi öngörülmektedir.
Yasal zorunluluk kazandırılan bu durum, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı
ilkeleriyle bağdaĢmamaktadır. TBMM zaten yasama faaliyeti denetlenen organdır.
BaĢbakanlık ise yürütme organının siyasal kanadıdır; tasarı sunma ve çoğunluk esası yoluyla
yasama sürecini etkileme gücüne sahiptir.
Ġptal davası, açılmasıyla birlikte, artık Anayasanın BaĢlangıç bölümünde belirtilen
kuvvetler ayrılığı ilkesine göre, Anayasanın 9 uncu maddesi gereğinde ―Türk Milleti‖ adına
yargı yetkisi kullanan ―bağımsız‖ mahkemenin görev ve yetki alanına girmektedir. Davanın
açılmasıyla birlikte, bu davanın sonuçlanmasına kadar geçecek tüm süreç, Anayasanın 138
inci maddesindeki ―mahkemelerin bağımsızlığı‖ ilkesinin koruma ve güvencesi altındadır.
Hiçbir organ, makam, merci veya kiĢi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve
yargıçlara emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Dava konusu fıkradaki ―iptal davasıyla ilgili yazılı görüĢ‖ de bu kapsamdadır. Düzenlemedeki
―değerlendirilmek üzere‖ ifadesi, bu aykırılığı daha da pekiĢtirmektedir. Tasarı,
değerlendirmek üzere görüĢ sormayı zorunlu hale getirmekte ve yargı bağımsızlığına
müdahale etmektedir.
Yazılı görüĢ istenilmesi öngörülen makamlar, yasama organı ve yürütme organı
içindedir. Davayla ilgili değerlendirmelerin yapılmasında, yasama ya da yürütme
organlarından görüĢ istemek yargı bağımsızlığını zedeler. Kaldı ki, iptal davasının konusunu
oluĢturan yasalar, kanun hükmünde kararnameler ve TBMM Ġçtüzüğü zaten yasama ve
yürütme organının faaliyetleri sonucu ortaya çıkan hukuk metinleridir.
Öte yandan Anayasanın ne 148 inci ne de 149 uncu maddelerinde, dava konusu kuralda
yer alan makamlardan görüĢ alma konusunda bir yetki, bağımsızlık ilkesinin gereği olarak,
öngörülmemiĢtir. 149 uncu madde gereğince, Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla
baktığı davalar dıĢında kalan iĢleri dosya üzerinden inceleyecektir. 149 uncu maddede
Anayasa Mahkemesine tanınan yetki, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek
üzere ―ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları‖ çağırabilme yetkisidir. Anayasa koyucu,
burada da bağımsızlık ilkesini titizlikle korumuĢ, ―ilgililer ve konu üzerinde bilgisi olanlar‖
sözcüklerini kullanmak suretiyle, bakılan davadaki ve iptal yetkisine sahip olduğu belgelerin
tarafı olabilecek makamlar yerine konuyla ilgili ve konu üzerindeki bilgisi olanları tercih
etmiĢtir. Anayasa Mahkemesinin, anayasal yargılama sürecinde zaten, tüm kurum ve
kurullardan bilgi ve belge isteme, ilgilileri dinleme yetkisi bulunmaktadır. Bu yetki, yargı
faaliyetinin doğal sonucudur ve gerektiğinde kullanılır.
Mahkemenin elinde böylesine geniĢ ve bağımsızlığı etkilemeyecek bir anayasal yetki
var iken, yasa koyucu tarafından dava konusu kuralda yer alan düzenlemenin yapılması,
kaynağını Anayasadan almayan bir yetkinin kullanılması niteliğindedir.
Düzenleme erkler ayrılığı ilkesiyle de uyumlu değildir. Çünkü Anayasada her organ,
kendi alanında yetkili kılınmıĢ; birbirlerinin yetki alanına girmeleri önlenmiĢtir. Hukuk
devleti ilkesi ve evrensel hukuk, yargının yasama ve yürütme karĢısında tam bağımsızlığını
gerektirir. Nasıl bir yasa tasarısı hazırlanıp görüĢülürken Anayasa Mahkemesinden görüĢ
alınmıyorsa, alınmaması gerekirse, yargı evresinde de yasama ve yürütme organlarından
görüĢ alınması, kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun düĢmez. Ayrıca, TBMM görüĢmeleri
tutanakta, BaĢbakanlık görüĢü de yasa tasarısı gerekçesinde vardır; yasama sürecince birçok
kurum ve kuruluĢun görüĢüne baĢvurulmaktadır ve anayasal yargılama evresinde kuĢkusuz
bunlardan yararlanmaktadır.
Anayasa yargısına dava hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesinin güvencesi altındadır. Adil
yargılanma hakkının, yasayı hazırlama sürecine katılan ve hazırlayan taraflarda olduğu gibi,
yasaların genelliği ve kamu yararı amacı gereği tüm toplumda hissedilmesi, anayasal
denetimde en ufak kuĢkunun bulunmaması gerekir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 39 uncu maddesinin (4) numaralı fıkrası
Anayasanın BaĢlangıç‘ında yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesi ile 2 nci, 9 uncu, 36 ncı, 138 inci,
148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
18) 6216 Sayılı Yasanın 45 inci Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ―… idari
ve yargısal …‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı
45 inci maddede, ―Bireysel baĢvuru hakkı‖ düzenlenmiĢ, dava konusu sözcüklerin yer
aldığı (2) numaralı fıkrada da ―Ġhlale neden olduğu ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal için
kanunda öngörülmüĢ idari ve yargısal baĢvuru yollarının tamamının bireysel baĢvuru
yapılmadan önce tüketilmiĢ olması gerekir‖ denilmiĢtir.
Bireysel baĢvuru, 5982 sayılı Yasayla yapılan Anayasa değiĢikliğiyle hukuk ve yargı
sistemimize monte edilmiĢ, bireysel baĢvuruları karar bağlama yetkisi de Anayasanın 148 inci
maddesiyle Anayasa Mahkemesine verilmiĢtir.
Bireysel baĢvurunun anayasal ilkeleri 148 inci maddede; ―Herkes, Anayasada güvence
altına alınmıĢ temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
baĢvurabilir. BaĢvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiĢ olması Ģarttır.
Bireysel baĢvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz‖
Ģeklinde gösterilmiĢ ve ―bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir‖
denilmiĢtir.
Yasa koyucu, bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esasları düzenlerken, Anayasanın
çizdiği çerçeveye ve koyduğu ilkelere aykırı olmamak koĢuluyla, usul ve esasları
belirleyecektir.
Bireysel baĢvurunun temel ilke ve koĢullardan biri, ―olağan kanun yollarının tüketilmiĢ
olması‖dır. Olağan kanun yolları tüketilmedikçe bireysel baĢvuruda bulunulamayacaktır.
Anayasadaki ―olağan kanun yolları‖ sözcükleri, 6216 sayılı Yasanın 45 inci maddesinin
(2) numaralı fıkrasında, ―kanunda öngörülmüĢ idari ve yargısal baĢvuru yollarının tamamı‖
Ģeklinde gösterilmiĢtir. ―Olağan kanun yolu sözcükleri‖ ―idari ve yargısal‖ olmak üzere ikili
ayrıma tabi tutulmuĢtur. Böylece, ―yargısal‖ baĢvuru yolundan bağımsız olarak ―idari‖
baĢvuru yolu da tüketilmiĢ olmak koĢuluyla bireysel baĢvurunun yolunu açabilecektir.
―Ġdari ve yargısal‖ sözcükleri, ―olağan kanun yolu‖ sözcüklerini açık ve net olarak
açmamakta, aksine, baĢvuru için, soyut, kuĢkuya ve anlam karıĢıklığına neden olacak
belirsizlik içermektedir. Ġdari baĢvuru yolunun ne zaman nerede tüketileceği açık ve net
değildir. Buradaki belirsizlik, ―ve yargısal‖ sözcükleriyle yargısal baĢvuru yoluna da
yansımaktadır. Anayasanın 36 ncı ve 125 inci maddelerinde yargısal baĢvuru yolları için
sınırlama yapılmadığına göre, tüm idari baĢvuru yollarının, yargı denetimine açık olması
Anayasa hükmü ve güvencesi altındadır. Hal böyle iken, idari baĢvuru yollarının her hal ve
durumda yargı yoluna açık olduğu göz önünde bulundurulduğunda, bu belirsizlik ve kargaĢa
daha net olarak ortaya çıkmaktadır.
Hukuk devleti, belirsizliği, kargaĢayı kabul etmez. Ġsteyen istediği baĢvuruyu yapsın,
baĢvuruları karara bağlayacak Anayasa Mahkemesi bunun içinden ayıklama yapar yaklaĢımın
da hukuk devletinde kabul edilemez. Yasa kuralları, herkesin anlayacağı, kuĢkuya
düĢmeyeceği açıklık ve netliği, belirliliği içermelidir. Ġdari ve yargısal sözcükleri, toplumun
değiĢik kesimleri tarafından farklı yorumlanmakta, hatta hukukçular arasında dahi fikir birliği
oluĢmamaktadır. Bir yandan da Anayasa Mahkemesinin, Anayasanın 125 inci maddesi
kapsamında, idari yargının yerine geçmesi de anlaĢılabilmektedir. Ġhlale neden olan idari
iĢlem ya da eylem, Anayasanın 125 inci maddesi uyarınca idari yargının görev alanına
girmektedir. Ġdari eylem ve iĢlemin baĢvuru hakkı kapsamında baĢvuru yolu içine alınması,
Anayasa Mahkemesine idari yargı yetkisi vermiĢ olacağından, Anayasanın 125 inci
maddesine de aykırıdır.
Birçok hukukçu nezdinde, söz konusu düzenlemeden ne anlaĢıldığı sorulmuĢ, farklı
yorumlar alınmıĢtır. Türk hukuk sistemine ilk kez giren ―bireysel baĢvuru‖nun, temel hak ve
özgürlük ihlalini saptama özelliği göz önünde bulundurulduğunda, hem Anayasada yer alan
bireysel baĢvuru ilkeleri hem de hukuk devleti yönlerinden sorunlar ve belirsizlikler
olmamalıdır. Hak aramanın yolu belirsiz olursa, hak arama özgürlüğü ortadan kalkar.
Anayasada, olağan kanun yolu, geniĢ anlamda kullanılmıĢ olmakla birlikte, ―idari‖
baĢvuru yolları açık ve net olarak gösterilmemiĢtir. Olağan kanun yolunun tanımı da
yapılmamıĢtır. Burada, usul yasaları ve diğer yasalarda yer alan ―olağan‖ sözcüğü mü, yoksa
tüm kanun yollarının mı kastedildiği anlaĢılmamakta ya da okunduğunda farklı anlamalara
neden olmaktadır. Yasa koyucu, usul ve esasları düzenlerken, bu farklı anlamaları çözmek
yerine, kendisi daha belirsiz hale getirmiĢtir. Anayasada yer alan ―olağan kanun yolu‖
sözcüklerinin tanımı açık ve net olarak yapılmadıkça bu kargaĢa sürecektir. Yasadaki
―yargısal baĢvuru yolu‖nun, mevcut yasalardaki olağan yolları mı kapsadığı, olağanüstü
kanun yollarını kapsayıp kapsamadığı da açık değildir.
Öte yandan, idari baĢvuru yolunun ayrıca belirtilmesi ve bunun açılmayarak soyut
olarak kullanılması, baĢvurucular yönünden kargaĢaya yol açarken Mahkemenin de yükünü
gereksiz yere artıracaktır. Asıl önemlisi, yargısal kanun yolu tüketilmeden verilen bu baĢvuru
hakkı, Anayasada dayanağını bulmadığı gibi, Anayasanın 36 ncı ve 125 inci maddeleri
yönünden de sorun yaratacak ve idari yargı yerine geçen yeni bir yolu açmıĢ olacaktır. ―Ġdari‖
sözcüğü ile amaçlanan, yargısal baĢvuru yolunun olmadığı iĢlem ise, bu ancak Anayasa ile
sınırlamayı gösterir ki, Anayasanın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemler zaten bireysel
baĢvuru konusu olamayacaktır. Geriye, yargıya baĢvurunun süre ile sınırlandırıldığı alanlar
kalmaktadır ki, burada da, bireysel baĢvuru süresi olan 30 gün karĢımıza çıkmaktadır. Bu
belirsizlikler, uygulama sonrası içtihatlara da bırakılamaz.
Ġdari kanun yolundan kasıt, Avrupa Ġnsan Hakları Avrupa Mahkemesinin (AĠHM) de
kabul ettiği, ―etkin baĢvuru yolunun yokluğu‖ ya da ―yerleĢmiĢ olağan baĢvuru yollarından
etkili sonuç alınamama‖ gibi nedenlere dayanıyorsa bunlar da yasada açık olarak gösterilmeli
ya da sayılmalı, belirsizlik giderilmelidir. Ayrıca, bu tür bireysel baĢvurulardan sonra ortaya
çıkabilecek ―değiĢen hukuksal durum‖ ya da ―yeni yargı yolu‖ gibi sorunlar da açıklığa
kavuĢturulmalıdır. Bu tür belirsizlikler, öngörülebilirliği de engelleyeceğinden iç kargaĢanın
artmasına, özellikle yargılamanın uzamasına ve AĠHM baĢvurularına yansımasına neden
olacaktır. Sonuçta, adil yargılanma hakkı, makul süre içinde yargılama, mümkün olan süratte
yargılama ilkeleri zedelenecek, bireysel baĢvuru amacına ulaĢılamayacaktır.
Anayasadaki ―olağan kanun yollarının‖ itiraz ve temyiz dahil, kullanılabilecek tüm
yollar olduğu düĢünüldüğünde, tasarıda, ―idari‖ sözcükleri kullanılmak suretiyle, Anayasa
Mahkemesinin inceleme alanı geniĢletilmektedir. Bir yandan da, Anayasada ―bireysel
baĢvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz‖ denilerek,
anayasal sınırlama yapılmaktadır. GeniĢleme ve sınırlama bir arada değerlendirildiğinde,
bireysel baĢvuruda tüm inisiyatifi Anayasa Mahkemesine bırakan bir esneklik
öngörülmektedir. Bunun anlamı, bireysel baĢvuruyu istediği Ģekilde kullanma yetkisine sahip
bir Anayasa Mahkemesidir ki bu durum da hukuk devletiyle bağdaĢmaz.
Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 45 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasında
yer alan ―… idari ve yargısal …‖ sözcükleri Anayasanın 2 nci, 36 ncı, 125 inci ve 148 inci
maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
19) 6216 Sayılı Yasanın 45 inci Maddesinin (3) Numaralı Fıkrasının Anayasaya
Aykırılığı
45 inci maddenin (3) numaralı fıkrasında, aleyhine doğrudan bireysel baĢvuru
yapılamayacak iĢlemler;
(i) yasama iĢlemleri ve
(ii) düzenleyici idari iĢlemler olarak;
Bireysel baĢvurunun konusu olamayacak iĢlemler ise;
Anayasa Mahkemesi kararları ve
Anayasanın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemler olarak gösterilmiĢtir.
Anayasanın 148 inci maddesinde, bireysel baĢvuru için herhangi bir iĢlem sınırlaması
getirilmemiĢtir. Anayasa hükmüne göre, ―Anayasada güvence altına alınmıĢ temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu
gücü tarafından ihlal‖ edilmesi bireysel baĢvuru için yeterlidir. Burada temel iĢlem, kamu
gücü tarafından ihlaldir. Anayasa koyucu, ihlalin hangi iĢlemle yapılacağı konusunda bir
ayrım yapmadığı gibi, sınırlama da yapmamıĢtır. Diğer deyiĢle, bireysel baĢvuru
yapılamayacak iĢlemler Anayasada gösterilmemiĢtir; istisna getirilmemiĢtir. Anayasada kamu
gücü konusunda bir sınırlama getirilmemiĢtir.
Yasa koyucu, Anayasada öngörülmeyen bir sınırlamayı, kendi takdiri ile belirleyemez;
sınırlama varsa geniĢletemez.
Benzer Ģekilde, Anayasa, bireysel baĢvuru konusunda kamu gücüne dayalı tüm iĢlemler
için doğrudan ya da dolaylı baĢvuru yöntemi ayrımı yapmadığından, yasayla böyle bir ayrıma
da gidilemez. Gidildiği takdirde baĢvuruda sınırlama yapılmıĢ olur. Yasama iĢlemleri ve
düzenleyici idari iĢlemler aleyhine doğrudan bireysel baĢvuru yapılamaması, söz konusu
iĢlemler için sınırlama anlamına gelir.
Bireysel baĢvuru, temel hak ve özgürlük ihlallerinin önlenmesi için getirilen ―kendine
özgü‖ bir müessesedir. Tıpkı, Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi baĢvuruları gibi, evrensel
hukuk ilkelerinin uygulanması gereken bir müessesedir. Hukuk devleti, yasaların Anayasaya
olduğu gibi, evrensel hukuk ilkelerine de uygunluğu gerektirir. Temel hak ve özgürlükler,
Anayasanın ve evrensel hukukun belirlediği esaslara bağlı olarak sınırlandırılsa bile, bu hak
ve özgürlüklerin en temel koruyucusu olan ―hak arama özgürlüğü‖ sınırlandırılamaz. Nitekim,
Anayasanın 36 ncı maddesinde herhangi bir sınırlama öngörülmemiĢtir. Konu temel hak ve
özgürlüğün ihlali karĢısında hakkın aranması olunca, Anayasayla getirilen sınırlamalar bile
anlamını kaybeder. Kimi konularda, Anayasayla yargı denetimi dıĢında tutulan iĢlemler, eğer
temel hak ve özgürlükleri ihlal ediyorsa, bu konuda yapılacak baĢvurunun dıĢında kalamazlar.
Aksi halde, Anayasa, temel hak ve özgürlükleri güvence altına alan değil, bu hak ve
özgürlükleri sınırlayıp engelleyen bir temel belge olur ki, hukuk devleti ilkesi bunu kabul
etmez. Anayasadaki sınırlama sınırı, ancak ve ancak temel hak ve özgürlük kullanımının
önündeki engellerin kaldırılması, herkesin hak ve özgürlükleri eksiksiz kullanımı için vardır.
Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 45 inci maddesinin (3) numaralı fıkrası
Anayasanın 2 nci, 36 ncı ve 148 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
20) 6216 Sayılı Yasanın 46 ncı Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Birinci Tümcesinin
Anayasaya Aykırılığı
Bireysel baĢvuru hakkına sahip olanların düzenlendiği 46 ncı maddenin (2) numaralı
fıkrasında, ―kamu tüzel kiĢileri bireysel baĢvuru yapamaz‖ denilmiĢtir. Böylece, ihlale yol
açtığı ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kiĢisel bir hakkı doğrudan
etkilenen kamu tüzel kiĢilerinin bireysel baĢvuru hakları, yasa koyucu tarafından
engellenmiĢtir.
Anayasanın 148 inci maddesinde, kimlerin bireysel baĢvuru hakkına sahip olduğu
hususunda herhangi bir ayrım yapılmamıĢtır. Maddede; ―Herkes, Anayasada güvence altına
alınmıĢ temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi kapsamındaki
herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine
baĢvurabilir‖ denilmiĢ ve yasa koyucuya da ―herkes‖ tarafından kullanılması gereken bu
hakkın istisnası konusunda bir takdir hakkı verilmemiĢtir. Bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve
esasların yasayla düzenlenmesi, bireysel baĢvuru sahipleri hakkında bir seçme yapma hakkını
yasa koyucuya vermez. Anayasanın düzenlediği alan içinde öngörülmeyen bir hak kullanımı
yasağı, yasa koyucu tarafından kullanılamaz. Anayasaya göre bireysel baĢvuru, herkes
tarafından yapılabilecektir.
Anayasanın 36 ncı maddesinde de hiçbir ayrım yapılmaksızın ―herkes‖ sözcüğü
kullanılmıĢtır.
Öte yandan, kamu tüzelkiĢisi sözcükleri geniĢ bir kavramdır. Anayasanın 123 üncü
maddesine göre, yasayla veya yasanın açıkça verdiği yetkiye dayanılarak kurulan kamu
tüzelkiĢiliği, Anayasanın 135 inci maddesindeki kamu kurumu niteliğindeki meslek
kuruluĢlarını ve bunların üst kuruluĢlarını da kapsamaktadır. Genel idare esaslarına göre
çalıĢan kamu tüzelkiĢisi olduğu gibi, iĢleme ve ticari esaslara göre çalıĢan kamu tüzelkiĢisi de
bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 46 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasının
birinci tümcesi Anayasanın 36 ncı ve 148 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
21) 6216 Sayılı Yasanın 47 nci Maddesinin (6) Numaralı Fıkrasında Yer Alan ―… yazı
iĢleri …‖ Sözcüklerinin Anayasaya Aykırılığı
―Bireysel baĢvuru usulü‖ 47 nci maddede altı fıkra halinde gösterilmiĢtir. BaĢvuru
dilekçesinde bulunması gereken bilgi ve konular ile dilekçeye eklenmesi gereken belgeler
sayıldıktan sonra, (6) numaralı fıkrada, ―BaĢvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması
hâlinde, Mahkeme yazı iĢleri tarafından eksikliğin giderilmesi için baĢvurucu veya varsa
vekiline onbeĢ günü geçmemek üzere bir süre verilir ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu
sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda baĢvurunun reddine karar verileceği bildirilir‖
denilmiĢtir.
―Yazı iĢleri‖, müdürlük olarak, 6216 sayılı Yasanın 29 uncu maddesinde, Mahkemenin
―hizmet birimleri‖ arasında sayılmıĢtır. Mahkemenin idari teĢkilatı içinde, idari personel
tarafından oluĢan, idari birimdir. Bu kapsamda, 47 nci maddenin (6) numaralı fıkrasına göre
yapılan eksikliğin giderilmesi iĢinin de idari nitelikte olduğu ortaya çıkmaktadır.
Anayasanın 148 inci maddesinde, bireysel baĢvuruların, Anayasa Mahkemesi tarafından
karara bağlanacağı belirtilmiĢtir. Bir mahkemenin karara bağlayacağı iĢler, Ģekil ve esas
olmak üzere bütündür. BaĢvuru evrakları ya da dava dilekçeleri Ģekil kapsamında olup, bu
bütünlükten soyutlanamaz. Buna bağlı olarak, baĢvuru evrakında eksikliğin bulunup
bulunmadığının saptanması, eksiklik varsa giderilmesi için iĢlem yapılması ve eksikliği
tamamlayacak tarafa süre verilmesi, idari iĢlem değil, Mahkeme iĢlemidir. Mahkeme iĢlemi
ise, idari birimler tarafından yapılamaz. Eksikliklerin saptanması ve süre verilmesi konusu, bir
kararla belirlendikten sonraki iĢlemler ancak hizmet birimleri tarafından yapılabilir.
Nitekim, Anayasanın 149 uncu maddesinde de bireysel baĢvuruların ―kabul
edilebilirlik‖ incelemesi, hizmet birimlerine bırakılmamıĢ, ―komisyonlara‖ bırakılmıĢtır.
BaĢvuru evraklarındaki eksiklik saptaması ise baĢvuruların kabul edilebilirlik incelemesi
kapsamındadır. Yazı iĢleri, komisyon yerine geçemez.
Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 47 nci maddesinin (6) numaralı fıkrasında
yer alan ―… yazı iĢleri …‖ sözcükleri Anayasanın 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı
olup iptali gerekmektedir.
22) 6216 Sayılı Yasanın 49 uncu Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Anayasaya
Aykırılığı
―Esas hakkındaki inceleme‖ baĢlıklı 49 uncu maddenin (2) numaralı fıkrasında,
―Bireysel baĢvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, baĢvurunun bir örneği
bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüĢünü
yazılı olarak Mahkemeye bildirir‖ denilmiĢtir.
Bireysel baĢvuru, bir dava olmamakla birlikte, Anayasanın 36 ncı maddesi kapsamında,
kendine özgü bir hak arama yoludur. Tüm hak ve özgürlüklerin eksiksiz yaĢama
geçirilmesinde karĢılaĢılan sorunlar, diğer deyiĢle hakkın ihlalinin tespiti, hak arama yoluyla
çözüm bulur. Hak arama ise Anayasanın BaĢlangıç‘ı, 9 uncu ve 138 inci maddeleri bütünlüğü
içinde, kuvvetler ayrılığı ilkesi kapsamında, ―Türk Milleti‖ adına bağımsız mahkemelerce
yerine getirilir. Mahkemelerin bağımsızlığı, yargılamanın her aĢamasında, mahkemeye ve
yargıca gelecek her türlü baskıyı ve kuĢkuyu reddeder. Hukuk devletinin olmazsa olmazı
―bağımsız yargı‖nın özellikle yürütme organı karĢısındaki bağımsızlığı evrensel hukukun da
önemle koruduğu bir alandır.
Dava konusu kuralda geçen Adalet Bakanlığı, yürütme organı içinde bir bakanlıktır.
Bilgi için de olsa, dava dosyası niteliğindeki bireysel baĢvurunun bir örneğinin Adalet
Bakanlığına gönderilmesi, yargı bağımsızlığını zedeler. BaĢvuru sahiplerinin olduğu kadar
toplumun da, adil yargılama konusunda en ufak kuĢkusu olmamalıdır. Belgelerin Adalet
Bakanlığına gönderilmesinin yasa koyucu tarafından öngörülmesi, daha uygulama aĢamasına
gelmeden, bireysel baĢvuru müessesesine olan güveni sarsıcı niteliktedir.
Anayasanın 148 inci ve 149 uncu maddelerinde de öngörülmeyen bu tür düzenleme,
dava konusu fıkranın ikinci tümcesiyle daha da güvensiz hale gelmiĢtir. Adalet Bakanlığının
gerekli gördüğü hallerde görüĢ bildirmesi, görüĢ bildirme iĢlemini, Bakanlığın sınırsız
takdirine bırakmakla belirsiz, soyut ve keyfi uygulamalara açık hale getirir. GörüĢ bildirip
bildirmeme, Mahkemenin bu görüĢü bekleyip beklememe gibi belirsizlikler, öngörülebilirlik
ilkesinin de ihlali niteliğindedir.
Kaldı ki, dava konusu kuralın yer aldığı 49 uncu maddenin (3) numaralı fıkrasında,
komisyonlar ve bölümlerin bireysel baĢvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip
edilmediğine yönelik her türlü araĢtırma ve incelemeyi yapabileceği, BaĢvuruyla ilgili gerekli
görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden isteyebileceği öngörülmüĢtür. (4) numaralı fıkraya
göre, Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla birlikte, gerekli görürse duruĢma
yapılmasına da karar verebilecektir. (3) ve (4) numaralı fıkralardaki bu uygulamalar,
tamamıyla Mahkemenin bağımsızlığı çerçevesinde bir inisiyatifle yürütülecek iken, yasa
koyucunun bağımsızlık ilkesi dıĢına çıkarak düzenleme yapması Anayasa ile bağdaĢmaz.
Dava konusu fıkradaki gibi belirsizlikler, bireysel baĢvuru yoluyla hak ihlali tespiti
konusunda çözüm yerine kaos yaratacak ve AĠHM baĢvurularını geciktirme dıĢında asıl
amacına ulaĢamayacaktır. Bireysel baĢvuru hakkının etkili bir iç hukuk yolu sayılması için,
Anayasa Mahkemesinin bu tür belirsizlikler içine itilmesi yerine makul bir süre içinde karar
vermesi için önlemlerin alınması gerekir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 49 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrası
Anayasanın BaĢlangıç‘ı ile 2 nci, 9 uncu, 36 ncı, 138 inci, 148 inci ve 149 uncu maddelerine
aykırı olup iptali gerekmektedir.
23) 6216 Sayılı Yasanın 50 nci Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Anayasaya
Aykırılığı
―Kararlar‖ baĢlıklı 50 nci maddenin (1) numaralı fıkrasında, Esas inceleme sonunda,
baĢvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verileceği, ihlal kararı
verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere
hükmedileceği belirtildikten sonra, (2) numaralı fıkrada, ―Tespit edilen ihlal bir mahkeme
kararından kaynaklanmıĢsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama
yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki
yarar bulunmayan hâllerde baĢvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü
mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan
kaldıracak Ģekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir‖ denilmiĢtir.
(2) numaralı fıkranın birinci tümcesinde, tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından
kaynaklanmıĢsa, ―ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak
üzere‖ dosyanın ilgili mahkemeye gönderileceği belirtilmiĢtir. Tümce iki yönüyle Anayasaya
aykırılık taĢımaktadır. Birincisi, Anayasanın 148 inci maddesinde, Anayasa Mahkemesinin
bireysel baĢvuruyla ilgili yetkisinin, insan hakları ihlallerinin ―tespitiyle‖ sınırlı olduğu;
Anayasada, bireysel baĢvuru kararlarıyla ilgili bir düzenleme yapılmadığı halde, Yasayla
kaynağını Anayasadan almayan bir yetki kullanılmasıdır. Bu yetkide, ―ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak‖ gibi kesin ve mutlak bir sonuca bağlılık öz konusudur. Böylece, Anayasa
Mahkemesine, mahkemelerin üzerinde, bu mahkemelerin kararlarını değiĢtirme yönünde bir
yetki verilirken, mahkemelere de Anayasanın 138 inci maddesine aykırı olarak yasayla emir
ve talimat verilmektedir. Ġkincisi, yeniden yargılamanın yasa koyucu tarafından dikte
ettirilmesi ve dayatılmasıdır. Oysa yeniden yargılama da, Anayasanın 36 ncı maddesi
kapsamında bir hak aramadır. Bu hakkın aranması, 36 ncı maddede hakkı ihlal edilenlere,
diğer deyiĢle taraflara tanınmıĢtır. Mahkemeler, yargılamanın yenilenmesi hususunda bir
baĢvuru olduğu takdirde yargılama yapacaklardır. Yargılamanın yenilenmesini istemek bir
haktır. Bu hak yasa koyucu tarafından Anayasa Mahkemesine bırakılamaz. Anayasa
Mahkemesine yasayla böyle bir görev verilemez. Yasayla böyle bir görevlendirme yapılması,
bağımsız yargı üzerinde, bağımsızlık ilkesine aykırı bir denetim kurumu yaratır. Yargı
bağımsızlığı, yasama, yürütme yanında yargının kendi içinde bağımsızlığını da içerir. Yargıda
hiyerarĢi değil, itiraz ve temyiz müesseseleri, diğer deyiĢle iĢlevsel bir görev ve yetki dağılımı
söz konusudur. Temyiz müesseseleri ise alt derece mahkemelerin kararlarını bozsa bile
onların yerine geçerek karar veremez. Birinci tümce, Anayasanın 36 ncı maddesiyle birlikte
138 inci ve 148 inci maddelerine aykırılık taĢımaktadır.
(2) numaralı fıkranın ikinci tümcesinde, ―yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde baĢvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde
dava açılması yolu gösterilebilir‖ denilmek suretiyle tamamen belirsiz ve öngörülemeyen bir
düzenleme yapılmıĢtır. Hangi hallerde tazminata hükmedileceği, hangi hallerde genel
mahkemelerde dava açılması yolu gösterileceği belirsizdir. Anayasada, yukarıda da
belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesinin bireysel baĢvuruyla ilgili yetkisi, insan hakları
ihlallerinin ―tespitiyle‖ sınırlıdır. Bir ihlal durumunda, Anayasa Mahkemesinin tazminata
hükmedebileceğinin öngörülmesi, Anayasa Mahkemesinin yetkilerine ve konumuna aykırıdır.
Örneğin, mülkiyet hakkının ihlal edilmesi durumunda, Mahkemenin tazminata karar
verebilmesi için birinci derece mahkemesi gibi çalıĢmasına, bilirkiĢi atayarak taĢınmazın
değerini saptamasına, dosyanın ayrıntılarına girmesine gerek vardır. Oysa Mahkemenin ne
iĢlevi ne de yapısı buna uygundur, Anayasada da Anayasa Mahkemesi için böyle bir görev ve
yetki bulunmamaktadır.
Fıkranın son tümcesinde ise, birinci tümceye bağlı olarak, yeniden yargılama yapmakla
yükümlü mahkemenin, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldıracak Ģekilde mümkünse dosya üzerinden karar vereceği belirtilerek, yeniden
yargılamayı yapmakla yükümlü mahkemenin vereceği karara, bağımsızlık ilkesine aykırı
olarak doğrudan yasa koyucu tarafından müdahale edilmiĢtir. Bir baĢka anlatımla, ihlal ve
sonuçlarını ortadan kaldırma, yasa koyucu tarafından zaten karara bağlanmıĢ, yeniden
yargılama yapacak mahkemelere buna uyma yükümlülüğü getirilmiĢtir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 50 nci maddesinin (2) numaralı fıkrası
Anayasanın 2 nci, 36 ncı, 138 inci ve 148 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
24- 25) 6216 Sayılı Yasanın 55 inci Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Son
Tümcesinin ve (3) Numaralı Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
Siyasi partilerin mali denetiminin düzenlendiği 55 inci maddenin (1) numaralı
fıkrasında, Anayasanın 69 uncu maddesine koĢut olarak, Mahkemenin siyasi partilerin mal
edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimi için SayıĢtay‘dan yardım
sağlayacağı, (2) numaralı fıkranın birinci tümcesinde de, siyasi partilerin, karara bağlanarak
birleĢtirilmiĢ bulunan kesin hesap ile parti merkez ve bağlı ilçeleri de kapsayan iller
teĢkilatının kesin hesaplarının onaylı birer örneğini haziran ayı sonuna kadar 2820 sayılı
Kanuna uygun olarak, Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığına göndereceği belirtilmiĢtir.
Ancak, maddede, Anayasa Mahkemesinin bu belgeler üzerinde yapacağı inceleme
düzenlenmemiĢ, bunun yerine (2) numaralı fıkranın son tümcesinde, ―Mahkeme kendisine
gönderilmiĢ olan bu belgeleri incelenmek üzere SayıĢtay BaĢkanlığına gönderir‖; (3) numaralı
fıkrada da, ―SayıĢtay‘ca düzenlenen incelemeye iliĢkin raporlar karara bağlanmak üzere
Mahkemeye gönderilir‖ denilmek suretiyle, mali denetim incelemesi tamamıyla SayıĢtay
BaĢkanlığına bırakılmıĢ, Anayasa Mahkemesine yalnızca, SayıĢtay‘ca düzenlenen raporlarda
yer verilen konuları karara bağlama görev ve yetkisi verilmiĢtir.
SayıĢtay tarafından hazırlanan raporların Anayasa Mahkemesince karara bağlanıyor
olması, Anayasanın 69 uncu maddesinin öngördüğü ve Anayasa Mahkemesine verilen mali
denetim yetkisinin, Anayasa mahkemesince yapılıyor olması anlamına gelmez. Anayasada
belirtilen ―yardım sağlama‖ da denetimin fiilen SayıĢtay BaĢkanlığı tarafından yapılması
anlamına gelmez.
Anayasanın 69 uncu maddesinde, siyasal partilerin mali denetim yetkisi Anayasa
Mahkemesine verilmiĢ ve bu denetim sırasında SayıĢtay‘dan da yardım alabilmesine olanak
sağlanmıĢtır. SayıĢtay‘dan yardım sağlama anayasal bir süreç olmakla birlikte, inceleme ve
raporlama görev ve yetkisinin tümüyle SayıĢtay‘a bırakılması, Anayasanın 69 uncu
maddesiyle bağdaĢmamaktadır. Çünkü denetim bir bütündür ve inceleme sürecini de
kapsamaktadır.
Öte yandan, Yasada, SayıĢtay BaĢkanlığının hangi yöntem ve yetkilerle, nasıl inceleme
yapacağı, incelemesi yapılan siyasi partilerle hangi yetkilerle nasıl bağlantı kuracağı da belli
değildir. Bu belirsizlik hukuk devleti yönünden ciddi sıkıntılar doğuracak niteliktedir.
Anayasa Mahkemesi ile mali denetim bağlantısının yalnızca ―raporlar‖ üzerinden kurulması,
diğer bir deyiĢle, SayıĢtay raporda ne yazarsa Anayasa Mahkemesinin onu denetleyecek
olması, mali denetimin, karar sürecine kadar SayıĢtay‘a terk edilmesi anlamına gelmektedir
ki, bunu hukuk devleti ilkesiyle ve Anayasanın 69 uncu maddesiyle bağdaĢtırmaya olanak
yoktur. Yasa, SayıĢtay‘ın inceleme ve raporlama süreciyle ilgili belirsizlik taĢıdığı gibi
Anayasa Mahkemesinin inceleme sürecine müdahalesi ve bu sürece de hakim olması
hususlarında önlem de içermemektedir.
Dava konusu kurallar, siyasi partilerin mali denetimlerinin Anayasa Mahkemesince
yapılmasını düzenlemek yerine, bu denetimi SayıĢtay BaĢkanlığına devrederek,
engellemektedir. Anayasanın 148 inci maddesi karĢısında, Anayasa Mahkemesine, Anayasa
ile verilen görev ve yetkilerin, yasa koyucu tarafından devredilmesi mümkün değildir.
Konu bu yönüyle, bu dilekçenin III – GEREKÇE bölümünün (1) numaralı baĢlığı
altında, 6216 sayılı Yasanın 3 üncü maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan
―… veya yaptırmak‖ sözcüklerinin Anayasaya aykırılığı incelenirken de, kapsamlı Ģekilde
açıklanmıĢtır.
Yukarıda ve bu dilekçenin III – GEREKÇE bölümünün (1) numaralı baĢlığı altında
açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 55 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının son
tümcesi ve (3) numaralı fıkrası Anayasanın 2 nci, 69 uncu ve 148 inci maddelerine aykırı olup
iptalleri gerekmektedir.
26) 6216 Sayılı Yasanın 65 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Ġkinci Tümcesinin
Anayasaya Aykırılığı
65 inci maddenin (1) numaralı fıkrasında, Genel Kurul ve bölümlerin, kararlarını
katılanların salt çoğunluğuyla alacağı belirtildikten sonra, ―oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın
bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olur‖ denilmiĢtir. Böylece, oyların
eĢitliği halinde BaĢkana, Anayasada öngörülmeyen bir güç yüklenmiĢ, iki oy gücü tanınmıĢtır.
Anayasanın 149 uncu maddesinde, ―Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt
çoğunlukla alır‖ denilmiĢ ve karar çoğunluğu Anayasa ile belirlenmiĢtir. Anayasanın nitelikli
çoğunluk öngördüğü kararlar dıĢında, Mahkemenin salt çoğunlukla karar vereceği, anayasal
kural ve güvencedir. Anayasa ile belirlenen kuralın, yasayla değiĢtirilmesi, bu kurala farklı
anlamlar yükletilmesi olanaklı değildir. Karar yeter sayısını Anayasa belirlediğinden, yasayla
yeni bir karar sayısı getirilemez.
Salt çoğunluk, genel bir hukuk kuralıdır ve katılanların yarısının bir fazlasıdır. Anayasa
Mahkemesi, 14.05.1996 günlü, E.1996/19, K.1996/13 sayılı kararında, ―Bakanlar Kurulu‘nun
güvenoyu aldığına iliĢkin dâva konusu karar, oylamaya katılan 544 milletvekilinin salt
çoğunluğuna ulaĢamayan 207 red, 80 çekimser oya karĢı 257 kabul oyu ile alınmıĢtır. Oysa,
Bakanlar Kurulu‘nun güvenoyu almıĢ sayılabilmesi için toplantıya katılan 544 üyenin
yarısının bir fazlası olan 273 kabul oyu gerekirdi‖ demek suretiyle bu durumu karar altına
almıĢtır. 14.10.1987 günlü, E.1987/3 (DeğiĢik ĠĢler), K.1987/3 sayılı kararda da aynı tanım
yapılmıĢtır.
Bu durumda, oyların eĢitliği hali salt çoğunluğun oluĢmadığı anlamına gelir. Salt
çoğunluk oluĢmadıkça da karar yeter sayısı oluĢmaz. Oysa dava konusu kuralda, eĢitlik
halinde BaĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verileceği öngörülerek,
BaĢkana iki oy hakkı tanınmıĢ, güç kazandırılmıĢtır. Bunun, yasa kuralı olarak yazılması,
Anayasadaki üstün ―salt çoğunluk‖ kavramı karĢısında mümkün değildir. Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı, yasa koyucunun Anayasaya uygun davranmasını gerektirir.
Anayasa, karar çoğunluğu konusunu yasaya bırakmamıĢ, bizzat kendisi düzenlemiĢtir.
BaĢkana oyların eĢitliği halinde iki oy niteliği taĢıyan bir güç verilmesi, kaynağını
Anayasadan almayan bir yetki olduğu gibi, hukuk devletinin adaletli hukuk düzeni ilkesiyle
de uyuĢmaz. Oy eĢitlik ilkesi, demokratik hukuk devletinin de en temel unsurudur. Oy eĢitliği
herkesin bir oy hakkına sahip olması anlamına gelir. Anayasa, Anayasa Mahkemesi
BaĢkanına oy eĢitliğini bozma, üstün oy kullanma yönünde bir güç vermemiĢtir.
Açıklanan nedenlerle, 6216 Sayılı Yasanın 65 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ikinci tümcesi Anayasanın 2 nci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
27) 6216 Sayılı Yasanın Geçici 1 inci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Birinci
Tümcesinde Yer Alan ―… görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer‖ Sözcükleri ile
Ġkinci Tümcesinde Yer Alan ―… ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında …‖ Sözcüklerinin; (2)
Numaralı Fıkrasında Yer Alan ―… birinci fıkrada sayılanlar hariç …‖ Sözcüklerinin
Anayasaya Aykırılığı
GeçiĢ hükümlerinin düzenlendiği geçici 1 inci maddenin (1) numaralı fıkrasında,
―Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığında; Genel Sekreter Yardımcısı, Yazı ĠĢleri Müdürü, Basın
ve Halkla ĠliĢkiler Müdürü, Kararlar Müdürü, Özel Kalem Müdürü, ArĢiv Müdürü, Mali ĠĢler
Müdürü, Bilgi ĠĢlem Müdürü, Ġkmal Müdürü, Personel ve Eğitim Müdürü, Yayın ĠĢleri
Müdürü, Kütüphane Müdürü, Ġdarî ĠĢler Müdürü, Müdür, Ayniyat Saymanı ve Sivil Savunma
Uzmanı kadro unvanlı görevlerde bulunanların görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona
erer. Bunlar en geç altı ay içinde Mahkemede ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında derece ve
kademelerine uygun kadrolara atanırlar. Atama iĢlemi yapılıncaya kadar BaĢkanlıkça
durumlarına uygun iĢlerde görevlendirilebilirler. Bunlar, yeni bir kadroya atanıncaya kadar,
eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali haklarını
almaya devam ederler. Söz konusu personelin, atandıkları yeni kadroların aylık, ek gösterge,
her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali haklar toplamı, eski kadrolarına ait aylık, ek
gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali hakları net tutarından az olması
hâlinde, aradaki fark, farklılık giderilinceye kadar, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece
herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir‖ hükmü getirilmiĢtir. (2)
numaralı fıkrada da, ―Bu Kanunun yayımı tarihinde BaĢkanlığa ait kadrolarda bulunanlardan,
birinci fıkrada sayılanlar hariç kadro ve görev unvanı değiĢmeyenler BaĢkanlığa ait aynı
unvanlı kadrolara atanmıĢ sayılırlar denilmiĢtir.
Anayasa Mahkemesi kadrolarında değiĢiklikler hiçbir ihtiyaç belirtilmeden ve gerekçe
gösterilmeden yapılmıĢ, Anayasa değiĢikliklerine koĢut düzenlemeler yapılması gerekirken,
mevcut Kurumun yeniden düzenlenmesi yoluna da gidilmiĢtir. Ancak, Kurumun
birleĢtirilmesi ya da tasfiyesi gibi bir değiĢiklik olmadığından, kadroların iptalini gerektiren
bir durum yoktur. Sırf yeni yasa bahane edilerek kimi görevlerin sona erdirmesi, boĢalan
görevlere yeni atamalar yapılarak kadrolaĢma amacını taĢıdığı anlaĢılmaktadır. Hizmetin
gereklerinin ve kamu düzeninin esas alınmadığı bir tasfiye ve bu tasfiye sonucu kadroları iptal
edilenlere de sadece Mahkemede değil, yürütme organı içindeki Adalet Bakanlığında, derece
ve kademelerine uygun kadrolara atanması öngörülmüĢtür.
Kamu kurumlarında organizasyon değiĢikliği ilk kez olmamaktadır. Bugüne kadar
çeĢitli kamu kurumlarının merkez ve taĢra teĢkilatlarında değiĢiklikler yapılmıĢ, yeni
yapılanmalar ortaya çıkmıĢtır. Ancak, organizasyonel değiĢiklik gerekçesiyle görev baĢındaki
yöneticilerin görevlerine son verilmesi hukuk devleti ilkesiyle uyuĢmamaktadır. 6216 sayılı
Yasada böyle bir zorunluluk da yoktur; devir, birleĢme ya da tasfiye de söz konusu değildir.
Yeni düzenlemeyle sadece unvan değiĢikliği yapılarak kadro iptali ve kadroları iptal
edilen personelin baĢka kuruma ve kadroya atanması kamu yararı gözetilmeden kadrolaĢma
amacıyla getirilmiĢ bir düzenlemedir. Kamu yararı amacı taĢımayan yasaların, amaç öğesi
yönünden Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırı düĢeceği açıktır.
Anayasada yer alan hukuk devleti ilkesi, Anayasanın temel ilkelerinden biridir. Hukuk
devleti, yönetilenlere hukuk güvenliği sağlayan, adaletli bir hukuk sistemine dayanan devlet
düzeninin adıdır. Anayasanın 128 inci maddesi, memurları anayasal güvence altına almıĢtır.
Bunların, atama, yer değiĢtirme ve özlük iĢlerinin yasayla düzenlenmesine rağmen, yasa
koyucunun hizmetin gereğine ve kamu yararına dayanmadan kadro iptali ve yeni kadrolara
atama yapması, anayasal güvenceye uygun düĢmez, toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi
ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.
Hukuk devletinin unsurlarından bir diğeri olan hukuk güvenliği, diğer bir ifadeyle
―güvenin korunması ilkesi‖ de ilgilinin hukuki durumunun süreceğine olan güveni dolayısıyla
hayal kırıklığına uğratılmaması anlamına gelir. Güvenin korunması, her zaman mevcut bir
hukuki durumun dokunulmazlığı anlamında olmasa da, her düzenleme değiĢikliğinde yasa
koyucunun göz önünde bulundurması gereken bir husustur. Halkın devlete olan güveninin
korunması da ancak hukuk güvenliğinin sağlanmasıyla mümkündür.
Bu yönüyle, hukuk devletinin önemli bir unsuru olarak hukuk güvenliği, yalnızca hukuk
düzeninin değil, aynı zamanda belirli sınırlar içinde, bütün devlet davranıĢlarının, az çok,
önceden öngörülebilir olması anlamını taĢır. Hukuki güvenlik sadece bireylerin devlet
faaliyetlerine duyduğu güven değil, aynı zamanda yürürlükteki mevzuatın süreceğine duyulan
güveni de içerir. Sadece yasa değiĢtiği için, kadroların kaybedilmesi hukuk devletine güveni
sarsar.
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri
hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren,
Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen
kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık,
yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın
bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda, hukuk devletinde yasa koyucu, yasaların
yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Görevden alınması gerekenler var ise bunlar yasa koyucu tarafından değil, kamu yararı
ve hizmetin gerekleri gözetilerek ve gerekçeli olarak, hukuka ve usulüne uygun iĢlemle
görevden alınmalı, baĢka kuruma ani atamalar önlenmelidir. Yasayla yapılan ―öngörülmeyen‖
düzenlemeler hukuk devleti ilkesi ile çeliĢir. Kadro iptalinde ve baĢka kuruma atamada,
yasada haklı bir gerekçe bulunmamaktadır.
(2) numaralı fıkrada yer alan ―… birinci fıkrada sayılanlar hariç …‖ sözcükleri de (1)
numaralı fıkrada Anayasaya aykırı olan sözcüklere bağlı olarak Anayasaya aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın Geçici 1 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının birinci tümcesinde yer alan ―… görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer‖
sözcükleri ile ikinci tümcesinde yer alan ―… ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında …‖
sözcüklerinin; (2) numaralı fıkrasında yer alan ―… birinci fıkrada sayılanlar hariç …‖
sözcükleri Anayasanın 2 nci ve 128 inci maddelerine aykırı olup iptali gerekmektedir.
28) 6216 Sayılı Yasanın 77 nci Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
―Yürütme‖ baĢlıklı 77 nci maddede, ―Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür‖
denilerek, anayasal bir yüksek yargı kurumu olan Anayasa Mahkemesinin Yasasının
yürütmesi, yürütme organı içindeki bir Kurul olan Bakanlar Kuruluna bırakılmıĢtır.
Anayasayla kurulan, üyeleri ve nitelikleri Anayasayla belirlenen, görev ve yetkileri, çalıĢma
ve yargılama usulü ile kararları Anayasada gösterilen, anayasal denetimle birlikte Yüce Divan
sıfatıyla da görev yapan, yargı bağımsızlığı esasına göre çalıĢan Anayasa Mahkemesi,
―yürütme organı‖ içinde bir kurum değildir. Anayasa ile verilen görevler dıĢında görev
verilemeyen bir anayasal bir kurumdur.
Anayasanın 146 - 153 üncü maddeleri arasındaki kurallara ve tamamıyla ―kuvvetler
ayrılığı‖ ilkesine göre çalıĢan Kurumun, kadroları ve bütçesi de kendine özgüdür.
Anayasanın BaĢlangıç‘ında ve maddelerinde, ―kuvvetler ayrılığı‖ ilkesi benimsenmiĢ, 6
ncı maddesinde, Türk Milletinin egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili
organlar eliyle kullanacağı, hiçbir kimse veya organın kaynağını Anayasadan almayan bir
Devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiĢtir. Anayasanın 8 inci maddesinde tanımlanan
yürütme yetkisi ve görevi, Anayasa ve Kanunlara uygun olarak kullanılacaktır. Yargı yetkisi
ise 9 uncu maddeye göre, Türk Milleti adına ―bağımsız mahkemelerce‖ kullanılacaktır.
Anayasa Mahkemesi de, Anayasanın yargı bölümünde, ―bağımsız mahkemeler‖ arasında yer
alan kendine özgü bir yüksek yargı organıdır.
Anayasada, anayasal güvence altındaki Anayasa Mahkemesine bu özgün nitelik
verilirken, yürütme organının ve Bakanlar Kurulunun görev ve yetkileri de ayrıca
gösterilmiĢtir. Bakanlar Kurulunun görev ve yetkileri Anayasa ve buna uygun yasalarla
sınırlıdır. Bakanlar Kurulu, görev ve yetkisini, ―Türk Milleti‖ adına değil Anayasa ve yasalara
uygun olarak kullanır ve yerine getirir. Anayasada Bakanlar Kuruluna, Anayasa
Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Kanununu yürütmek, daha yerinde anlatımla,
Anayasa mahkemesinin kuruluĢ, görev ve yetkileriyle, iĢleyiĢiyle ilgili görev ve yetki
üstlenmek yetkisi verilmemiĢtir. Yasaların yürütülmesi; uygulama, yönetim, yetki ve
sorumluluktur. Nasıl, TBMM Genel Sekreterliği TeĢkilat Kanununu Bakanlar Kurulu
yürütemezse Anayasa Mahkemesi Kanununu da Bakanlar Kurulu yürütemez. Görevlerini
yerine getirirken ve yetkilerini kullanırken bağımsız olan, hiçbir organ, makam, merci veya
kiĢi tarafında emir ve talimat verilemeyen Mahkemenin Kanununun Bakanlar Kurulu
tarafından yürütülmesi hukuk devletiyle bağdaĢmaz.
Yürütme içindeki Bakanlar Kurulu, görev ve yetkisini Türk Ulusu adına
kullanmamakta, Anayasaya ve kanunlara uygun olarak kullanıp yerine getirmektedir.
Bakanlar Kurulunun görev, yetki ve sorumluluk çerçevesi de Anayasa ve kanunlarla
çizilmiĢtir. Bu çerçeve içinde, bağımsız yargı organına iliĢkin olan alan ve yetki de yine
Anayasada gösterilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi, yürütme organı içinde, siyasi sorumlu olarak
bir bakana ya da BaĢbakana bağlı ―idare‖ değildir.
Kuvvetler ayrımının, hukuk devletinin, yargı bağımsızlığının ve evrensel hukukun
gereği olarak, mahkemelere ve yüksek yargıya iliĢkin yasa çalıĢmalarının bile, TBMM‘ne,
Bakanlar Kurulunun taslağı olarak değil, ―halkın temsilcileri olan‖ milletvekillerinin teklifi
olarak gelmesi, iĢin özünün gereği iken, Türk Milleti adına yetki kullanamayan bir organın,
yargıyı siyaseten de olsa Ģekillendirmesi, bağımsızlık ilkesini zedeler iken, yürürlüğe girmiĢ
bir yüksek mahkeme yasasının Bakanlar Kurulu tarafından yürütülmesi, söz konusu anayasal
ilkelerle hiç bağdaĢmaz.
Yasayı yürüten organ, aynı zamanda, hukuksal yetki ve sorumluluğu üstlenen organdır.
Anayasada, Bakanlar Kuruluna, Anayasa Mahkemesinin, görev, yetki, çalıĢma ve yargılama
alanıyla ilgili bir yetki ve sorumluluk da verilmemiĢtir. Hal öyle iken, 6126 sayılı Yasanın
―yürütme‖ maddesine, ―Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür‖ hükmünün
yazılması, soyut, belirsiz, öngörülemez, yaĢama geçmesi ve uygulanması olanaklı olmayan bir
düzenlemenin yapılması anlamına gelir ki, hukuk devletinde böyle bir yasa kuralı kabul
edilemez.
Ulus adına yetki kullanamayan bir organın, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik
teminatı esaslarına göre kurularak görev ve yetki üstlenen Anayasa Mahkemesi‘nin Kanununu
yürütmesi bağımsızlık ilkesini zedeler, Anayasanın 148 inci ve 149 uncu maddelerine de
aykırılık oluĢturur.
Açıklanan nedenlerle, 6216 sayılı Yasanın 77 nci maddesi Anayasanın BaĢlangıç‘ı ile 2
nci, 9 uncu, 148 inci ve 149 uncu maddelerine aykırı olup, iptali gerekmektedir.
YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA ĠSTEMĠNĠN GEREKÇESĠ
Hukuk devletine aykırı olan, temel hak ve özgürlükleri ölçüsüzce sınırlandıran, yargı
bağımsızlığını zedeleyen ve Anayasaya açıkça aykırı olan bir düzenlemelerin, uygulanması
halinde, sonradan giderilmesi olanaksız zararlara yol açacağı çok açıktır.
Öte yandan, anayasal düzenin en kısa sürede hukuka aykırı kurallardan arındırılması,
hukuk devleti sayılmanın da gereğidir. Anayasaya aykırılığın sürdürülmesinin, bir hukuk
devletinde sübjektif yararların üstünde, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini
de zedeleyeceği kuĢkusuzdur. Hukukun üstünlüğü ilkesinin sağlanamadığı bir düzende, kiĢi
hak ve özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesinin hukuk
devleti yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacağında duraksama
bulunmamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanununun,
Anayasanın hükümlerine açıkça aykırılık taĢıyan yukarıdaki kurallarının uygulamaya geçmesi
durumunda, evrensel hukuk ilkeleri, kuvvetler ayrılığı ve mahkemelerin bağımsızlığı
ilkelerinin ihlali ve Anayasa Mahkemesinin Anayasaya aykırı kurallarla çalıĢması
nedenleriyle telafisi imkansız zararlar doğacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan
iptali istenen hükümlerin, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması
istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıĢtır.‖
II- YASA METĠNLERĠ
A- Ġptali Ġstenilen Yasa Kuralları
30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun‘un dava konusu kuralları da içeren maddeleri Ģöyledir:
―MADDE 3- (1) Mahkemenin görev ve yetkileri Ģunlardır:
a) Kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Ġçtüzüğünün veya bunların belirli madde veya hükümlerinin Ģekil ve esas bakımından,
Anayasa değiĢikliklerinin ise sadece Ģekil açısından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla açılan
iptal davalarına bakmak.
b) Anayasanın 152 nci maddesine göre mahkemelerce itiraz yoluyla kendisine intikal
ettirilen iĢleri karara bağlamak.
c) Anayasanın 148 inci maddesi uyarınca yapılan bireysel baĢvuruları karara bağlamak.
ç) CumhurbaĢkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi BaĢkanını, Bakanlar Kurulu
üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, DanıĢtay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek Ġdare
Mahkemesi baĢkan ve üyelerini, baĢsavcılarını, Cumhuriyet BaĢsavcıvekilini, Hâkimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu ve SayıĢtay baĢkan ve üyelerini, Genelkurmay BaĢkanı, Kara, Deniz
ve Hava Kuvvetleri komutanları ile Jandarma Genel Komutanını görevleri ile ilgili suçlardan
dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılamak.
d) Siyasi partilerin kapatılmasına ve Devlet yardımından yoksun bırakılmasına iliĢkin
davalar ile ihtar baĢvuruları ve dağılma durumunun tespiti istemlerini karara bağlamak.
e) Siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun
denetimini yapmak veya yaptırmak.
f)
Milletvekillerinin
yasama
dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına
veya
milletvekilliklerinin düĢmesine ya da milletvekili olmayan bakanların dokunulmazlıklarının
kaldırılmasına Türkiye Büyük Millet Meclisince karar verilmesi hâllerinde, ilgili milletvekili
veya bir diğer milletvekilinin Anayasa, kanun veya Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü
hükümlerine aykırılık iddiasına dayanan iptal istemlerini karara bağlamak.
g) Mahkeme üyeleri arasından Anayasa Mahkemesi BaĢkanı ve baĢkanvekilleri ile
UyuĢmazlık Mahkemesi BaĢkanı ve BaĢkanvekilini seçmek.
ğ) Anayasada kendisine verilen diğer görevleri yerine getirmek.
MADDE 6- (1) Mahkeme onyedi üyeden kurulur.
(2) Mahkeme üyeliğine seçilebilmek için aĢağıdaki bentlerde sayılan niteliklerden birine
sahip olmak gerekir:
a) Yargıtay, DanıĢtay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek Ġdare Mahkemesi veya
SayıĢtayda baĢkan ya da üye olmak.
b) Mahkemede asgarî beĢ yıldır raportör olarak görev yapıyor olmak.
c) KırkbeĢ yaĢını doldurmuĢ, yükseköğrenim görmüĢ olması ve hâkimlik mesleğine
alınmaya engel bir hâlinin bulunmaması kaydıyla;
1) Yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat veya siyasal bilimler dallarında profesör
veya doçent unvanını kazanmıĢ olmak,
2) En az yirmi yıl fiilen serbest avukatlık yapmıĢ olmak,
3) En az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalıĢmıĢ üst kademe yöneticileri arasından
seçilecek üye için Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim
kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya
vali olmak,
4) Birinci sınıf hâkim ve savcılar için adaylık dâhil en az yirmi yıl çalıĢmıĢ olmak.
MADDE 13- (1) BaĢkanın görev ve yetkileri Ģunlardır:
a) Genel Kurulun ve gerektiğinde bölümlerin gündemini belirlemek.
b) Genel Kurula ve Yüce Divana baĢkanlık etmek; gerekli gördüğü takdirde kendi
yerine bu görevleri ifa etmek üzere baĢkanvekillerinden birini görevlendirmek.
c) Genel Sekreter ve Genel Sekreter yardımcılarını görevlendirmek ve görevden almak.
ç) Mahkemeyi temsil etmek.
d) Mahkeme yönetmeliklerini onaylamak.
e) Harcamaların Mahkeme bütçesine uygunluğunu denetlemek.
f) Bölümlerden birinin fiilî ya da hukuki imkânsızlık nedeniyle toplanamaması hâlinde
diğer bölümden üye görevlendirmek.
g) Mahkeme personelinin atamasını yapmak.
ğ) Mahkemenin verimli ve düzenli çalıĢmasını sağlamak ve bu amaçla uygun göreceği
tedbirleri almak.
h) Gerekli gördüğü takdirde basına ve kamuoyuna Mahkemeyle ilgili bilgi ve demeç
vermek veya bu maksatla baĢkanvekili, üye veya raportör görevlendirmek.
BaĢkanvekillerinin görev ve yetkileri
MADDE 14- (1) BaĢkana ait görev ve yetkiler, BaĢkanlığın boĢ olması hâlinde kıdemli
baĢkanvekili; BaĢkanın mazeretli veya izinli olması hâllerinde ise BaĢkan tarafından
belirlenen baĢkanvekilince yerine getirilir. BaĢkanvekillerinin de bulunmaması durumunda
Mahkemeye en kıdemli üye baĢkanlık eder.
(2) BaĢkanvekillerinin görev ve yetkileri Ģunlardır:
a) Bölümlere ve BaĢkanın gerekli gördüğü hâllerde Genel Kurul ya da Yüce Divana
baĢkanlık etmek.
b) BaĢkanı oldukları bölümün gündemini belirlemek.
c) Bölüm içinden oluĢturulacak komisyonlarda üyelerin dönüĢümlü olarak görev
yapmalarını sağlamak.
ç) Bu Kanunla verilmiĢ diğer görevler ile BaĢkan tarafından tevdi edilen iĢleri yapmak.
Üyelerin yükümlülükleri
MADDE 15- (1) Üyeler;
a) Hâkimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun hareket etmek zorundadırlar;
görevleriyle bağdaĢmayan herhangi bir faaliyette bulunamazlar,
b) Geçerli bir mazeretleri olmadıkça oturumlara katılırlar,
c) Mahkemede görüĢülmekte olan konularda görüĢ ve düĢüncelerini açıklayamazlar,
ç) Oturumun ve oylamanın gizliliğini muhafaza ederler,
d) Oylamalarda çekimser oy kullanamazlar,
e) Görevleri dıĢında resmî veya özel hiçbir görev alamazlar; davet olundukları ulusal ve
uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara BaĢkanın izniyle katılabilirler.
(2) Sportif, sosyal ve kültürel amaçlı derneklerde yönetim ve denetim kurullarında
görev almamak koĢuluyla üyelik hâli görev olarak nitelendirilemez.
BaĢkan ve üyeler hakkında inceleme ve soruĢturma
MADDE 16- (1) BaĢkan ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında
iĢledikleri iddia edilen suçları, kiĢisel suçları ve disiplin eylemleri için soruĢturma açılması
Genel Kurulun kararına bağlıdır. Ancak, ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü
hâllerinde, soruĢturma genel hükümlere göre yürütülür.
(2) BaĢkan, müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz yahut belli
bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve dayanakları gösterilmeyen ihbar ve Ģikâyetleri
iĢleme koymaz. Ancak, bu ihbar ve Ģikâyetlerin somut delillere dayanması durumunda
konu hakkında gerekli inceleme ve araĢtırma yapılır.
(3) BaĢkan gereken hâllerde, iĢi Genel Kurula götürmeden önce üyelerden birine ön
inceleme yaptırabilir. SoruĢturma açılmasına yer olup olmadığının belirlenmesiiçin gerekli
incelemeyi yapmak üzere görevlendirilen üye, incelemesini tamamladıktan sonra, durumu bir
raporla BaĢkana bildirir.
(4) Konu, BaĢkan tarafından gündeme alınarak Genel Kurulda görüĢülür. Hakkında
iĢlem yapılan üye görüĢmeye katılamaz. Genel Kurulca, soruĢturma açılmasına yer
olmadığına karar verildiği takdirde, karar ilgili üye ile ihbar ve Ģikâyette bulunanlara tebliğ
edilir.
(5) SoruĢturma açılmasına karar verildiği takdirde, Genel Kurul, üyeler arasından üç
kiĢiyi SoruĢturma Kurulunu oluĢturmak üzere seçer. Kıdemli üye SoruĢturma Kuruluna
baĢkanlık eder. SoruĢturma Kurulu, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkilere sahiptir. Kurulun soruĢturma ile
ilgili yapılmasını istediği iĢlemler, mahallinde yetkili adli makamlar tarafından derhâl
yerine getirilir.
(6) Ön inceleme yaptırılmasına, SoruĢturma Kurulu üyelerinin seçilmesine,
soruĢturmanın yapılmasına ve gereken diğer kararların verilmesine dair esaslar Ġçtüzükle
düzenlenir.
(7) BaĢkanın yukarıda yazılı hâl ve hareketlerinin görülmesi veya öğrenilmesi hâlinde,
BaĢkan tarafından yapılması gereken iĢlemler kıdemli baĢkanvekilince yürütülür.
MADDE 19- (1) BaĢkan ve üyelerin, asli görevleri dıĢında resmî veya özel bir görev
almaları ya da yaptıkları yeminle veya üyeliğin vakar ve Ģerefi ile bağdaĢmayan, hizmetin
aksamasına yol açan hâl ve hareketlerinin sabit görülmesi hâlinde, eylemin niteliğine göre,
uyarma, kınama ya da üyelikten çekilmeye davet edilme cezalarından birisine karar verilir.
(2) Üyelikten çekilmeye davet edilme cezasına karar verilebilmesi için Genel Kurulun
üçte iki oy çokluğu aranır.
(3)Disiplin cezasına iliĢkin Genel Kurul kararına karĢı ilgili, kararın kendisine tebliğ
tarihinden itibaren on gün içinde Genel Kurula yeniden inceleme baĢvurusunda bulunabilir.
Genel Kurulca yapılacak yeniden inceleme sonucunda verilen karar kesindir. Genel Kurul
kararı BaĢkan tarafından ilgiliye tebliğ edilir ve yerine getirilir.
(4) Hakkında üyelikten çekilmeye davet cezası verilen üye, tebliğ tarihinden itibaren bir
ay içinde buna uymazsa istifa etmiĢ sayılır ve bu süre içinde izinli kabul edilir.
MADDE 22- (1) Mahkemede, bireysel baĢvuruları karara bağlamak üzere bir
baĢkanvekili baĢkanlığında yediĢer üyesi olan iki bölüm bulunur. Bölümler, bir
baĢkanvekilinin baĢkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır.
(2) Bölüm ve komisyonların oluĢumu ve iĢ bölümü ile ilgili hususlar Ġçtüzükle
düzenlenir.
MADDE 27- (1) Mahkemede, yargısal ve idari çalıĢmalara yardımcı olmak üzere yeteri
kadar raportör yardımcısı atanır.
(2) Hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, iĢletme, iktisadî ve idari bilimler alanlarında en az
dört yıllık yükseköğrenim yapmıĢ veya bunlara denkliği kabul edilmiĢ yabancı öğretim
kurumlarından mezun olanlar ya da yabancı bir hukuk fakültesini bitirip de Türkiye‘deki
hukuk fakülteleri programlarına göre eksik kalan derslerden sınava girip baĢarı belgesi almıĢ
bulunanlar arasından açılacak giriĢ sınavını kazananlar, BaĢkan tarafından raportör
yardımcılığına aday olarak atanır. Sınava girebilmek için askerlik hizmetini tamamlamıĢ,
erteletmiĢ veya askerlik hizmetinden muaf olmak, giriĢ sınavının yapıldığı yılın ocak ayının
son günü itibarıyla, lisans ve lisansüstü öğrenimini yapmıĢ olanlar için otuz, doktora
öğrenimini tamamlamıĢ olanlar için otuzbeĢ yaĢını bitirmemiĢ olmak, 14/7/1965 tarihli ve 657
sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel nitelikleri taĢımak
Ģarttır.
(3) GiriĢ sınavı, yazılı sınav ve mülakattan oluĢur.
(4) Mülakat adayın;
a) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü,
b) Liyakati, temsil kabiliyeti, davranıĢ ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu,
c) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,
ç) Genel yetenek ve genel kültürü,
d) Bilimsel ve teknolojik geliĢmelere açıklığı,
yönlerinden değerlendirilerek, ayrı ayrı puan verilmek suretiyle gerçekleĢtirilir.
Adaylar, komisyon tarafından yukarıdaki bentlerde yazılı özelliklerin her biri için yirmiĢer
puan üzerinden değerlendirilir ve verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilir. Bunun dıĢında
mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.
(5) Raportör yardımcıları ve raportör yardımcı adayları 657 sayılı Kanundaki genel
idare hizmetleri sınıfına dâhil olup, raportörlük sınıf ve derecelerine dâhil değildirler. Bunlara
657 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.
(6) Raportör yardımcılarının raportörlüğe atanabilmeleri için adaylık süresi hariç olmak
üzere bu görevde fiilen en az beĢ yıl çalıĢmıĢ olmaları, hazırlayacakları meslekî nitelikteki
tezin kabul edilmesi Ģarttır. Bu koĢulları taĢıyanlar, kadro durumu da gözetilerek Genel
Sekreterin teklifi ve BaĢkanın onayı ile raportörlüğe atanabilirler.
(7) Raportör yardımcılığı adaylığına giriĢ sınavı usul ve esasları, adaylık eğitiminin
Ģekli ve Ģartları, adaylık süresi sonunda yapılacak sınavın usul ve esasları, raportör
yardımcılarının hazırlayacakları tezlerin Ģekil ve kapsamı ile diğer hususlar yönetmelikle
düzenlenir.
MADDE 33- (1)BaĢkan, Mahkemenin ihtiyaç duyduğu alanlarda projelerin
hazırlanması, gerçekleĢtirilmesi, iĢletilmesi ve iĢlerliği için Ģart olan zaruri ve istisnai
hâllere münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisi ve ihtisasını gerektiren iĢlerde
hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırmaya yetkilidir.
Ġdarî personelin Adalet Bakanlığı kadrolarına atanması
MADDE 34- (1) 27 nci maddenin birinci fıkrasına göre atananlar hariç, Mahkemenin
hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve
BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca
Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler.
MADDE 36- (1) ġekil bakımından denetim; Anayasa değiĢikliklerinde teklif
çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup
uyulmadığı; kanunların ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün son oylamasının
öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki
kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve
Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlıdır.
(2) Anayasa değiĢikliklerine karĢı iptal davaları yalnız Ģekil bakımından aykırılık iddiası
ile açılabilir.
(3) ġekil bozukluğuna dayanan iptal davaları Mahkeme tarafından öncelikle incelenerek
karara bağlanır.
(4) ġekil bozukluğuna dayanan Anayasaya aykırılık iddiası mahkemeler tarafından ileri
sürülemez.
MADDE 39- (1) Mahkemece, dava dilekçesinin, 38 inci maddede gösterilen Ģartları
taĢıyıp taĢımadığı, kayıt tarihinden itibaren on gün içinde incelenir. BaĢvuru dilekçesinde
eksiklikler varsa kararla saptanarak onbeĢ günden az olmamak üzere verilecek süre içinde
tamamlanması ilgililere tebliğ olunur.
(2) Dava, Türkiye Büyük Millet Meclisinin üye tam sayısının en az beĢte biri oranındaki
milletvekilleri tarafından açılmıĢsa, eksikliklerin tamamlanmasına iliĢkin tebligat, baĢvuru
dilekçesinde tebligatların yapılacağı belirtilen milletvekillerine, dilekçede bu husus
belirtilmemiĢse dilekçenin en baĢında ad ve soyadları yazılı olan iki üyeye yapılır.
(3) Birinci fıkrada belirtilen süre içinde eksikliklerin tamamlanmaması hâlinde Genel
Kurulca iptal davasının açılmamıĢ sayılmasına karar verilir. Bu karar, ilgililere tebliğ olunur.
(4) Ġptal davalarında Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi hâlinde,
dava dilekçesi ile ekleri Türkiye Büyük Millet Meclisi BaĢkanlığı, BaĢbakanlık ile iptal
davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına gönderilir. Bu makamlar, iptal davasıyla
ilgili yazılı görüĢlerini değerlendirilmek üzere Mahkemeye bildirebilirler.
Bireysel baĢvuru hakkı
MADDE 45- (1) Herkes, Anayasada güvence altına alınmıĢ temel hak ve
özgürlüklerinden, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi ve buna ek Türkiye‘nin taraf olduğu
protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla
Anayasa Mahkemesine baĢvurabilir.
(2) Ġhlale neden olduğu ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüĢ
idari ve yargısal baĢvuru yollarının tamamının bireysel baĢvuru yapılmadan önce tüketilmiĢ
olması gerekir.
(3) Yasama iĢlemleri ile düzenleyici idari iĢlemler aleyhine doğrudan bireysel
baĢvuru yapılamayacağı gibi Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasanın yargı
denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemler de bireysel baĢvurunun konusu olamaz.
Bireysel baĢvuru hakkına sahip olanlar
MADDE 46- (1) Bireysel baĢvuru ancak ihlale yol açtığı ileri sürülen iĢlem, eylem ya
da ihmal nedeniyle güncel ve kiĢisel bir hakkı doğrudan etkilenenler tarafından yapılabilir.
(2) Kamu tüzel kiĢileri bireysel baĢvuru yapamaz. Özel hukuk tüzel kiĢileri sadece
tüzel kiĢiliğe ait haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel baĢvuruda bulunabilir.
(3) Yalnızca Türk vatandaĢlarına tanınan haklarla ilgili olarak yabancılar bireysel
baĢvuru yapamaz.
Bireysel baĢvuru usulü
MADDE 47- (1) Bireysel baĢvurular, bu Kanunda ve Ġçtüzükte belirtilen Ģartlara uygun
olarak doğrudan ya da mahkemeler veya yurt dıĢı temsilcilikler vasıtasıyla yapılabilir.
BaĢvurunun diğer yollarla kabulüne iliĢkin usul ve esaslar Ġçtüzükle düzenlenir.
(2) Bireysel baĢvurular harca tabidir.
(3) BaĢvuru dilekçesinde baĢvurucunun ve varsa temsilcisinin kimlik ve adres
bilgilerinin, iĢlem, eylem ya da ihmal nedeniyle ihlal edildiği ileri sürülen hak ve özgürlüğün
ve dayanılan Anayasa hükümlerinin, ihlal gerekçelerinin, baĢvuru yollarının tüketilmesine
iliĢkin aĢamaların, baĢvuru yollarının tüketildiği, baĢvuru yolu öngörülmemiĢse ihlalin
öğrenildiği tarih ile varsa uğranılan zararın belirtilmesi gerekir. BaĢvuru dilekçesine,
dayanılan deliller ile ihlale neden olduğu ileri sürülen iĢlem veya kararların aslı ya da
örneğinin ve harcın ödendiğine dair belgenin eklenmesi Ģarttır.
(4) BaĢvurucu bir avukat tarafından temsil ediliyorsa, vekâletnamenin sunulması
gerekir.
(5) Bireysel baĢvurunun, baĢvuru yollarının tüketildiği tarihten; baĢvuru yolu
öngörülmemiĢse ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren otuz gün içinde yapılması gerekir. Haklı
bir mazereti nedeniyle süresi içinde baĢvuramayanlar, mazeretin kalktığı tarihten itibaren
onbeĢ gün içinde ve mazeretlerini belgeleyen delillerle birlikte baĢvurabilirler. Mahkeme,
öncelikle baĢvurucunun mazeretinin geçerli görülüp görülmediğini inceleyerek talebi kabul
veya reddeder.
(6) BaĢvuru evrakında herhangi bir eksiklik bulunması hâlinde, Mahkeme yazı iĢleri
tarafından eksikliğin giderilmesi için baĢvurucu veya varsa vekiline onbeĢ günü geçmemek
üzere bir süre verilir ve geçerli bir mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması
durumunda baĢvurunun reddine karar verileceği bildirilir.
MADDE 49- (1) Kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel baĢvuruların esas
incelemesi bölümler tarafından yapılır. BaĢkan iĢ yükünün bölümler arasında dengeli bir
Ģekilde dağıtılması için gerekli önlemleri alır.
(2) Bireysel baĢvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, baĢvurunun
bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü
hâllerde görüĢünü yazılı olarak Mahkemeye bildirir.
(3) Komisyonlar ve bölümler bireysel baĢvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal
edilip edilmediğine yönelik her türlü araĢtırma ve incelemeyi yapabilir. BaĢvuruyla ilgili
gerekli görülen bilgi, belge ve deliller ilgililerden istenir.
(4) Mahkeme, incelemesini dosya üzerinden yapmakla birlikte, gerekli görürse duruĢma
yapılmasına da karar verebilir.
(5) Bölümler, esas inceleme aĢamasında, baĢvurucunun temel haklarının korunması için
zorunlu gördükleri tedbirlere resen veya baĢvurucunun talebi üzerine karar verebilir. Tedbire
karar verilmesi hâlinde, esas hakkındaki kararın en geç altı ay içinde verilmesi gerekir. Aksi
takdirde tedbir kararı kendiliğinden kalkar.
(6) Bölümlerin, bir mahkeme kararına karĢı yapılan bireysel baĢvurulara iliĢkin
incelemeleri, bir temel hakkın ihlal edilip edilmediği ve bu ihlalin nasıl ortadan
kaldırılacağının belirlenmesi ile sınırlıdır. Bölümlerce kanun yolunda gözetilmesi gereken
hususlarda inceleme yapılamaz.
(7) Bireysel baĢvuruların incelenmesinde, bu Kanun ve Ġçtüzükte hüküm bulunmayan
hâllerde ilgili usul kanunlarının bireysel baĢvurunun niteliğine uygun hükümleri uygulanır.
(8) Esas hakkında incelemenin usul ve esasları ile ilgili diğer hususlar Ġçtüzükle
düzenlenir.
MADDE 50- (1) Esas inceleme sonunda, baĢvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da
edilmediğine karar verilir. Ġhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan
kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir. Ancak yerindelik denetimi yapılamaz,
idari eylem ve iĢlem niteliğinde karar verilemez.
(2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmıĢsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan
hâllerde baĢvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava
açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak
Ģekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.
(3) Bölümlerin esas hakkındaki kararları gerekçeleriyle birlikte ilgililere ve Adalet
Bakanlığına tebliğ edilir ve Mahkemenin internet sayfasında yayımlanır. Bu kararlardan
hangilerinin Resmî Gazetede yayımlanacağına iliĢkin hususlar Ġçtüzükte gösterilir.
(4) Komisyonlar arasındaki içtihat farklılıkları, bağlı oldukları bölümler; bölümler
arasındaki içtihat farklılıkları ise Genel Kurul tarafından karara bağlanır. Buna iliĢkin diğer
hususlar Ġçtüzükle düzenlenir.
(5) Davadan feragat hâlinde, düĢme kararı verilir.
MADDE 55- (1) Mahkeme siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin
kanuna uygunluğunun denetimi için SayıĢtaydan yardım sağlar.
(2) Siyasi partiler, karara bağlanarak birleĢtirilmiĢ bulunan kesin hesap ile parti merkez
ve bağlı ilçeleri de kapsayan iller teĢkilatının kesin hesaplarının onaylı birer örneğini haziran
ayı sonuna kadar 2820 sayılı Kanuna uygun olarak, Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığına
gönderirler. Mahkeme kendisine gönderilmiĢ olan bu belgeleri incelenmek üzere SayıĢtay
BaĢkanlığına gönderir.
(3) SayıĢtayca düzenlenen incelemeye iliĢkin raporlar karara bağlanmak üzere
Mahkemeye gönderilir.
MADDE 65- (1) Genel Kurul ve bölümler kararlarını katılanların salt çoğunluğuyla alır.
Oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar
verilmiĢ olur.
(2) Anayasa değiĢikliklerinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet
yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki
oy çokluğu aranır.
(3) Oylamaya en kıdemsiz üyeden baĢlanır.
GEÇĠCĠ MADDE 1- (1) Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığında; Genel Sekreter
Yardımcısı, Yazı ĠĢleri Müdürü, Basın ve Halkla ĠliĢkiler Müdürü, Kararlar Müdürü, Özel
Kalem Müdürü, ArĢiv Müdürü, Mali ĠĢler Müdürü, Bilgi ĠĢlem Müdürü, Ġkmal
Müdürü,Personel ve Eğitim Müdürü, Yayın ĠĢleri Müdürü, Kütüphane Müdürü, Ġdarî ĠĢler
Müdürü, Müdür, Ayniyat Saymanı ve Sivil Savunma Uzmanı kadro unvanlı görevlerde
bulunanların görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona erer. Bunlar en geç altı ay
içinde Mahkemede ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında derece ve kademelerine uygun
kadrolara atanırlar. Atama iĢlemi yapılıncaya kadar BaĢkanlıkça durumlarına uygun iĢlerde
görevlendirilebilirler. Bunlar, yeni bir kadroya atanıncaya kadar, eski kadrolarına ait aylık, ek
gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali haklarını almaya devam ederler. Söz
konusu personelin, atandıkları yeni kadroların aylık, ek gösterge, her türlü zam ve tazminatları
ile diğer mali haklar toplamı, eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve
tazminatlar ile diğer mali hakları net tutarından az olması hâlinde, aradaki fark, farklılık
giderilinceye kadar, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece herhangi bir kesintiye tabi
tutulmaksızın tazminat olarak ödenir.
(2) Bu Kanunun yayımı tarihinde BaĢkanlığa ait kadrolarda bulunanlardan, birinci
fıkrada sayılanlar hariç kadro ve görev unvanı değiĢmeyenler BaĢkanlığa ait aynı unvanlı
kadrolara atanmıĢ sayılırlar.
(3) Bu Kanuna göre yeniden düzenleme ve atamalar yapılıncaya kadar Mahkemenin
değiĢen veya yeniden kurulan birimlerine verilen görevler daha önce bu görevleri yapmakta
olan birimler tarafından yapılmaya devam edilir. BaĢkanlık, teĢkilatını ve kadrolarını en geç
altı ay içinde bu Kanuna uygun hâle getirir. Bu çerçevede kadro değiĢiklikleri 190 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesinin son fıkrası hükmü uygulanmaksızın
anılan Kanun Hükmünde Kararnamenin hükümlerine göre yürütülür.
(4) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte görevde bulunan BaĢkan ve BaĢkanvekili,
seçildikleri tarihte geçerli olan süreyi tamamlar.
(5) Bu Kanunda öngörülen Ġçtüzük ve yönetmelik BaĢkanlıkça en geç altı ay içerisinde
hazırlanarak yürürlüğe konulur. Ġçtüzük ve yönetmelik yürürlüğe girinceye kadar, mevcut
Ġçtüzük ve yönetmeliğin bu Kanuna aykırı olmayan hükümlerinin uygulanmasına devam
olunur.
(6) Mevzuatta 10/11/1983 tarihli ve 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanuna yapılmıĢ olan atıflar, bu Kanuna aykırı hükümleri hariç,
bu Kanuna yapılmıĢ sayılır.
(7) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce gerçekleĢtirilen tedavi giderleri
hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan 2949 sayılı Kanunun 14 üncü maddesi hükümleri
esas alınır.
(8) Mahkeme, 23/9/2012 tarihinden sonra kesinleĢen nihai iĢlem ve kararlar aleyhine
yapılacak bireysel baĢvuruları inceler.
MADDE 77- (1) Bu Kanun hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.‖
B- Dayanılan ve Ġlgili Görülen Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 7., 9., 36., 69., 74., 125., 128., 138.,
140., 146., 148. ve 149. maddelerine dayanılmıĢ, 91. maddesi ise ilgili görülmüĢtür.
III- ĠLK ĠNCELEME
Anayasa Mahkemesi Ġçtüzüğü‘nün 8. maddesi uyarınca HaĢim KILIÇ, Osman
Alifeyyaz PAKSÜT, Serruh KALELĠ, Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO,
Serdar ÖZGÜLDÜR, Zehra Ayla PERKTAġ, Recep KÖMÜRCÜ, Alparslan ALTAN,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECĠPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz
AKINCI ve Erdal TERCAN‘IN katılımlarıyla 16.6.2011 gününde yapılan ilk inceleme
toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından iĢin esasının incelenmesine, yürürlüğü
durdurma isteminin esas inceleme aĢamasında karara bağlanmasına OYBĠRLĠĞĠYLE karar
verilmiĢtir.
IV- ESASIN ĠNCELENMESĠ
Dava dilekçesi ve ekleri, iĢin esasına iliĢkin Raportör Ahmet KIRTEPE tarafından
hazırlanan esas inceleme raporu, iptali istenilen Yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen
Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten
sonra gereği görüĢülüp düĢünüldü:
A- Kanun’un 3. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendinde Yer Alan
“…veya yaptırmak…” Ġbaresi ve 55. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Son Cümlesi
ile (3) Numaralı Fıkrasının Ġncelenmesi
1- Açıklama
Ġptali istenen ibare Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 3.
maddesinde yer almaktadır. Ġbarenin yer aldığı (e) bendinde, siyasi partilerin mal edinimleri
ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimini yapmak veya yaptırmak
Mahkemenin görevleri arasında sayılmıĢtır. Siyasi partilerin mali denetiminin nasıl
yaptırılacağına iliĢkin hükümler ise Kanun‘un 55. maddesinde belirtilmiĢtir. Bu maddenin (1)
numaralı fıkrasında, Mahkemenin siyasi partilerin mali denetiminde SayıĢtay‘dan yardım
alacağı, (2) ve (3) numaralı fıkralarında ise ―Siyasi partiler, karara bağlanarak birleĢtirilmiĢ
bulunan kesin hesap ile parti merkez ve bağlı ilçeleri de kapsayan iller teĢkilatının kesin
hesaplarının onaylı birer örneğini haziran ayı sonuna kadar 2820 sayılı Kanuna uygun
olarak, Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığına gönderirler. Mahkeme kendisine gönderilmiĢ olan
bu belgeleri incelenmek üzere SayıĢtay BaĢkanlığına gönderir. Belgelerin incelenmesi
sonucunda SayıĢtayca düzenlenen incelemeye iliĢkin raporlar karara bağlanmak üzere
Mahkemeye gönderilir.‖ kuralına yer verilmiĢtir.
Yukarıda yer verilen kuraldan da anlaĢılacağı üzere Kanun‘un 3. maddesinde, Anayasa
Mahkemesinin görevleri arasında sayılan siyasi partilerin mali denetimini yaptırmak iĢinin
usul ve yöntemi Kanun‘un 55. maddesinde açıklığa kavuĢturulmuĢtur. Ġptal baĢvurusunda, 3.
maddede yer alan ve siyasi partilerin mali denetimiyle ilgili “…veya yaptırmak…” ibaresinin
yanı sıra, Kanun‘un 55. maddesinin yukarıda yer verilen (2) numaralı fıkrasının son cümlesi
ile (3) numaralı fıkrasının da iptali istenilmiĢ, baĢvuru dilekçesinde aynı gerekçelerle
kuralların Anayasaya aykırılığı ileri sürülmüĢtür. Bu nedenle, iptali istenen 3. maddedeki
ibare ile 55. maddedeki cümle ve fıkra arasındaki hukuki bağlantı nedeniyle bu ibare, cümle
ve fıkraya yönelik incelemenin aynı baĢlık altında, birlikte değerlendirilmesi gerekmiĢtir.
2- Anayasaya Uygunluk Denetimi
Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 69. maddesinde, siyasi partilerin mal edinimleri ile
gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetiminin Anayasa Mahkemesince yapılacağı,
denetime iliĢkin yöntemlerin ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımların kanunda
gösterileceği, Mahkemenin denetim görevini yerine getirirken SayıĢtay‘dan yardım
sağlayacağının belirtildiği, Anayasa‘da Mahkemeye denetimin baĢka bir kuruma yaptırılması
konusunda herhangi bir görev ve yetki verilmediği, Anayasa‘da yer alan düzenlemenin,
denetimi yaptırmak değil, sadece “SayıĢtay‟dan yardım” sağlamayı kapsadığı, Anayasa
gereği, bu denetim görevinin, Anayasa Mahkemesi dıĢında baĢka bir kurum ya da kuruluĢa
yaptırılmasının mümkün olmadığı belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 2., 69. ve 148.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 69. maddesinin üçüncü fıkrasında, Anayasa Mahkemesince siyasi
partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun
denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımların kanunla düzenleneceği
belirtilmiĢ ve Anayasa Mahkemesinin bu denetim görevini yerine getirirken SayıĢtay‘dan
yardım sağlayacağı kuralına yer verilmiĢ, maddenin son fıkrasında da siyasi partilerin kuruluĢ
ve çalıĢmalarının, denetlenmelerinin maddede yer verilen esaslar çerçevesinde kanunla
düzenleneceği belirtilmiĢtir.
Anayasa‘nın 148. maddesinde ise “Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer
görevleri yerine getirir.” kuralı yer almaktadır. Bu kural gereğince Anayasa‘nın 69.
maddesinde siyasi partilerin mali denetimi ile ilgili görev Anayasa Mahkemesine verilmiĢtir.
Kanun koyucu, Anayasa‘nın 69. maddesinin üçüncü ve son fıkralarındaki yetkiye
dayanarak siyasi partilerin mali denetimlerinin nasıl yapılacağına iliĢkin usul ve esaslara hem
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu‘nda hem de 6216 sayılı Kanun‘da yer vermiĢtir. 2820
sayılı Kanun‘da siyasi partilerin mali denetimine iliĢkin daha ayrıntılı kurallara yer
verildiğinden 6216 sayılı Kanun‘da bu konuda ayrıntıya girilmeden Mahkemece yapılacak
denetimlerin 2820 sayılı Kanun hükümlerine uygun olarak yapılması gereği belirtilmiĢ ve
SayıĢtay‘dan sağlanacak yardımın usul ve kapsamına iliĢkin düzenlemelere yer verilmiĢtir.
6216 sayılı Kanun‘da yer alan düzenlemelere göre Anayasa Mahkemesinin siyasi
partilerin mali denetimleriyle ilgili olarak SayıĢtay‘dan alacağı yardım, kesin hesaplara iliĢkin
belgeleri inceleyerek rapor düzenlemek Ģeklinde bir yardımdır. Kanun‘un 55. maddesinin (2)
numaralı fıkrasının son cümlesi ile (3) numaralı fıkrasında SayıĢtay‘dan sağlanacak yardımın
kapsamı ve niteliği açıkça belirtilmiĢtir. Anayasa Mahkemesi aynı yardımı 2820 sayılı
Kanun‘un 75. maddesinin ikinci fıkrasına göre, mahallin en kıdemli adli veya idari yargı
hâkimi kontrolünde yaptıracağı inceleme ve araĢtırmalarla yerel hâkimlerden alabileceği gibi
bu amaçla, yeminli bilirkiĢi dahi görevlendirerek rapor hazırlattırabilir.
Mahkemelerin kanunun uygulanması dıĢında uzmanlık gerektiren konularda bilirkiĢiye
baĢvurması adil yargılanma hakkının gereği olarak değerlendirilmelidir.
Siyasi partilerin karara bağlanarak birleĢtirilmiĢ kesin hesaplarını Mahkemeye
gönderdikten sonra Mahkemenin hesap denetiminde uzman bir kurum olan ve Anayasa‘da
mali denetim konusunda zorunlu olarak yardım alınması gerektiği belirtilen SayıĢtay‘dan,
kesin hesapların ve bağlı belgelerinin incelenmek üzere gönderilerek bu konuda rapor
istenmesi Ģeklinde çerçevesi çizilen bir yardımın, yetki devri niteliğinde olmadığı açıktır.
Kanunlarda yer alan bir ibarenin, bağlantılı olduğu diğer hükümlerden koparılarak
öncesi ve sonrasından bağımsız, sırf sözlükteki anlamı ile değerlendirilmemesi ve kanun
koyucunun bu noktadaki amaç ve iradesinin ortaya çıkarılarak yoruma muhtaç ibare ile bu
ibarenin bağlantılı olduğu diğer kurallar birlikte değerlendirilerek ortaya çıkan anlama göre
Anayasa‘ya aykırılık değerlendirmesi yapılması gerekir.
Dava dilekçesinde iptali istenen “…veya yaptırmak” ibaresi, siyasi partilerin mali
denetiminin Anayasa Mahkemesince baĢka bir kuruma devredilmek suretiyle yaptırılması
Ģeklinde anlamlandırılarak Anayasaya aykırılığı ileri sürülmüĢtür. Ancak Kanun‘un 55. ve 56.
maddeleri ile bu maddelerin yollamasıyla 2820 sayılı Kanun‘un 74. ve 75. maddelerindeki
düzenlemeler karĢısında, bu ibare dava dilekçesinde belirtildiği Ģekilde anlaĢılamaz.
Bu nedenle 6216 sayılı Kanun‘un 55. ve 56. maddelerinde mali denetim konusunda
SayıĢtay‘dan alınacak yardım ve bu yardımın kapsamı ile 3. maddesinde yer alan “…veya
yaptırmak” ibaresinin Anayasa‘nın 69. maddesinde yer alan “SayıĢtay‟dan yardım sağlar”
Ģeklindeki Anayasa Mahkemesine verilen görevin kapsamında değerlendirilmesi gerekir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 69. ve 148. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralların, Anayasa‘nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
Fulya KANTARCIOĞLU ile Mehmet ERTEN bu görüĢe, “…veya yaptırmak” ibaresi
yönünden katılmamıĢlardır.
B- Kanun’un 6. Maddesinin Ġncelenmesi
1- Maddenin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinde Yer Alan “…yapıyor…”
Ġbaresinin Ġncelenmesi
Dava
dilekçesinde,
Anayasa‘nın
146.
maddesinin
üçüncü
fıkrasında,
CumhurbaĢkanının, ―dört üyeyi, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hakim
ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından‖
seçeceğinin öngörüldüğü, Anayasa‘daki, ―raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi
raportörleri‖ sözcüklerinin, fiilen raportörlük yapıyor olup olmadığına bakılmaksızın, en az
beĢ yıl raportörlük yaptığı halde çeĢitli nedenlerle raportörlük görevinden ayrılanları da
kapsadığı oysa, 6216 sayılı Kanun‘da yer alan, ―Mahkemede asgarî beĢ yıldır raportör olarak
görev yapıyor olmak‖ kuralı, üye seçilme sırasında, fiilen raportör olanları kapsadığı,
Kanun‘daki ―yapıyor‖ sözcüğü, sadece fiilen görev yapan raportörlerin üye seçilebilmesine
imkan sağlarken, Anayasa‘daki ―yapmıĢ‖ sözcüğü, en az beĢ yıl raportörlük yaptığı halde
çeĢitli nedenlerle raportörlük görevinden ayrılanların da üye seçilebilmesine imkan tanıdığı
belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 146. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘da, 5982 sayılı Kanunla yapılan değiĢikle birlikte, Anayasa Mahkemesinin üye
sayısı on yediye çıkarılmıĢ ve Mahkemede raportör olarak görev yapmıĢ olanların da üye
seçilmelerine imkan tanınmıĢtır. Anayasa‘nın 146. maddesindeki düzenlemede,
CumhurbaĢkanının, dört üyeyi, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim
ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından
seçebileceği belirtilmiĢtir.
6216 sayılı Kanun‘un 6. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin kuruluĢu ve üyelerinin
seçilme yeterliliği düzenlenmiĢtir. Bu maddenin ikinci fıkrasının (b) bendinde, Mahkeme
üyeliğine seçilebilmek için Mahkemede ―asgari beĢ yıldır raportör olarak görev yapıyor
olmak‖ kuralına yer verilmiĢtir. Ayrıca Kanun‘un 7. maddesinde de üyelerin seçimi
düzenlenmiĢ ve burada Anayasa‘nın 146. maddesindeki konuya iliĢkin düzenleme aynen
aktarılarak CumhurbaĢkanının dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci
sınıf hâkim ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri
arasından seçeceği belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 146. maddesi ve 6216 sayılı Kanun‘un 6. ve 7.
maddelerindeki düzenlemeler birlikte dikkate alındığında bir kiĢinin raportör kontenjanından
Mahkeme üyeliğine seçilebilmesi için Mahkemede en az beĢ yıl raportör olarak görev yapmıĢ
olmasının yeterli olduğu, seçilme anında halen bu görevi yapıyor olması gibi ek bir koĢulun
aranmadığı açıktır. Bu nedenle iptali istenen ibare, Kanun'daki diğer düzenlemeler ile birlikte
değerlendirildiğinde Anayasa‘nın 146. maddesinde yer verilen ―en az beĢ yıl raportörlük
yapmıĢ‖ Anayasa Mahkemesi raportörlerini de kapsadığından dava konusu kuralın,
Anayasa‘ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 146. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
2- Maddenin (2) Numaralı Fıkrasının (c) Bendinin (3) Numaralı Alt Bendinin
“…Yükseköğretim Kurulu Başkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör
veya dekanı ya da müsteşar, müsteşar yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak…”
Bölümünün Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 146. maddesinde Anayasa Mahkemesine seçilecek üst
kademe yöneticilerinin kimler olduğunun belirtilmediği, bu konuda kanun koyucuya takdir
hakkı tanındığı ancak, kanun koyucuya tanınan hakkın, bu yöneticileri dar ya da geniĢ tutma
konusunda sınırsız bir yetki içermediği, kanun koyucunun 6216 sayılı Kanun‘un 6.
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendinin (3) numaralı alt bendinde yaptığı belirleme ile
Anayasa Mahkemesinin Anayasayla belirtilen niteliğine, görev ve yetkilerine uygun bir tercih
olmadığı, dolayısıyla kuralın Anayasa‘nın 2. ve 146. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 5982 sayılı Kanunla değiĢik 146. maddesinin üçüncü fıkrasında,
CumhurbaĢkanının, ―dört üyeyi, üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim
ve savcılar ile en az beĢ yıl raportörlük yapmıĢ Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından‖
seçeceği öngörülmüĢtür. Aynı maddenin beĢinci fıkrasında da, kırkbeĢ yaĢını doldurulmuĢ
olması kaydıyla, üst kademe yöneticilerinin yükseköğretim görmüĢ ve en az yirmi yıl kamu
hizmetinde fiilen çalıĢmıĢ olması Ģartı getirilmiĢtir.
6216 sayılı Kanun‘un 6. maddesi, Mahkemenin kuruluĢu ve üyelerinin seçilme
yeterliliğini düzenleyen kurallar içeren bir maddedir. Bu maddede Yargıtay, DanıĢtay, Askeri
Yargıtay, Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi ve SayıĢtay‘dan gelecek üyelerin seçilme
yeterliliklerinin yanında CumhurbaĢkanı tarafından doğrudan seçilecek üst kademe
yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile Anayasa Mahkemesi
raportörlerine iliĢkin ölçütler de belirlenmiĢtir. Bu kapsamda olmak üzere Anayasa‘nın 146.
maddesinde açıkça belirtilmediği için kimlerin üst kademe yöneticisi olduğu hususu da
Kanun‘un 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (c) bendinin (3) numaralı alt bendinde
belirtilmiĢtir. Bu düzenlemeye göre ―…Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir
yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi
veya vali olmak…‖ üst kademe yöneticisi sayılmıĢ ve bu kiĢilerin en az yirmi yıl kamu
hizmetinde çalıĢmıĢ olmak kaydıyla Anayasa Mahkemesine üye olarak seçilebilecekleri
belirtilmiĢtir.
Öğretide kimlerin üst kademe yöneticisi sayılmaları gerektiği konusunda bir birlik
bulunmadığı gibi birçok kanunda da üst kademe yöneticilerinin kimlerden oluĢtuğu yönünde
yeknesaklık bulunmamaktadır. ―Kamu politikasının oluĢumuna katılma‖, ―seçimle
gelmemekle birlikte etkin bir otoriteye sahip olma‖, ―kuruluĢunun en üst düzeyinde bulunan‖,
―kuruluĢ amacının gerçekleĢmesinden önemli yetki ve sorumluluklarla donatılmıĢ, kuruluĢun
planlama, örgütlenme, personel ve kadrolarını yönetme, denetim ve temsil gibi iĢlevlerin bir
bölümünü görev olarak yerine getiren‖ biçiminde ölçütler kullanıldığı anlaĢılmıĢtır.
Anayasa Mahkemesine üye seçilecek üst kademe yöneticileri Anayasa‘da sayılmamıĢ
ve bu yöneticilerin niteliklerine iliĢkin Anayasa‘nın 146. maddesinin beĢinci fıkrasında
belirtilen kırkbeĢ yaĢını doldurmuĢ, yüksek öğrenim görmüĢ ve en az yirmi yıl kamu
hizmetinde çalıĢmıĢ olma koĢulları dıĢında herhangi bir düzenlemeye yer verilmeyerek bu
konu kanun koyucunun takdirine bırakılmıĢtır.
Kanun koyucu, Anayasa‘da düzenleme bulunmayan konularda yasama yetkisinin
genelliği ilkesinin gereği olarak 6216 sayılı Kanun‘un 6. maddesindeki dava konusu kuralda
―Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya
dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı, büyükelçi veya vali‖ olarak üst kademe
yöneticilerini belirlemiĢtir. Belirlenen bu kiĢilerin niteliği dikkate alındığında kanun
koyucunun Anayasa Mahkemesinin Anayasayla belirtilen görev ve yetkilerine uygun bir
tercih yaptığı, bu nedenle diğer kanunlarda üst kademe yöneticisi olarak sayılanlara 6216
sayılı Kanun‘da yer verilmemesinin takdir alanı içinde kaldığı açıktır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 146. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
C- Kanun’un 13. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (a) ve (d) Bentlerinin
Ġncelenmesi
1- Fıkranın (a) Bendinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri ile çalıĢma ve yargılama
usulünü belirleyen Anayasa‘nın 148. ve 149. maddelerinde, Anayasa Mahkemesi BaĢkanına,
―Genel Kurulun Mahkeme BaĢkanının veya belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında
toplanması‖ dıĢında özel bir görev ve yetki verilmediği, Anayasa‘da geçen, Anayasa
Mahkemesi ifadesinin, 146. maddenin birinci fıkrasında ―onyedi üyeden‖ kurulu mahkeme
olarak tanımlandığı, Genel Kurulla birlikte, ―iki bölüm‖ ve bireysel baĢvuruların kabul
edilebilirlik incelemesi için komisyonlardan oluĢan bir iĢ bölümünün de öngörüldüğü, bu
nedenle Genel Kurulun ve gerektiğinde bölümlerin gündeminin BaĢkan tarafından
belirlenmesinin Anayasa‘nın 2., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 149. maddesinin birinci fıkrasında, bölümlerin baĢkanvekili baĢkanlığında,
genel kurulun ise BaĢkanın veya BaĢkanın belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında
toplanacağı belirtilmiĢ, maddenin beĢinci fıkrasında da ―Anayasa Mahkemesinin kuruluĢu,
genel kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, BaĢkan, baĢkanvekilleri ve üyelerin disiplin
iĢleri kanunla; mahkemenin çalıĢma esasları, bölüm ve komisyonların oluĢumu ve iĢbölümü
kendi yapacağı içtüzükle düzenlenir.‖ kuralına yer verilmiĢtir.
6216 sayılı Kanun‘un 13. maddesinde, Anayasa‘da yapılan değiĢiklikler de dikkate
alınarak BaĢkanın görev ve yetkileri düzenlenmiĢtir. Maddedeki düzenlemeye göre;
a- Genel Kurulun ve gerektiğinde bölümlerin gündemini belirlemek,
b- Genel Kurula ve Yüce Divana baĢkanlık etmek, gerekli gördüğü takdirde kendi
yerine bu görevleri ifa etmek üzere baĢkanvekillerinden birini görevlendirmek,
c- Genel Sekreter ve Genel Sekreter yardımcılarını görevlendirmek ve görevden almak,
d- Mahkemeyi temsil etmek,
e- Mahkeme yönetmeliklerini onaylamak,
f- Harcamaların Mahkeme bütçesine uygunluğunu denetlemek,
g- Bölümlerden birinin fiilî ya da hukuki imkânsızlık nedeniyle toplanamaması hâlinde
diğer bölümden üye görevlendirmek,
h- Mahkeme personelinin atamasını yapmak,
ı- Mahkemenin verimli ve düzenli çalıĢmasını sağlamak ve bu amaçla uygun göreceği
tedbirleri almak,
j- Gerekli gördüğü takdirde basına ve kamuoyuna Mahkemeyle ilgili bilgi ve demeç
vermek veya bu maksatla baĢkanvekili, üye veya raportör görevlendirmek,
BaĢkanın görev ve yetkileri arasında sayılmıĢtır.
Mülga 2949 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun‘da, BaĢkanın görev ve yetkileri açık olarak bir madde baĢlığı altında düzenlenmemiĢ,
bu konuya kısmen mülga Anayasa Mahkemesi içtüzüğü‘nde yer verilmiĢtir. Nitekim anılan
Ġçtüzüğün 28. maddesinde, ―Toplantıların gününü belli etmek ve gündemi düzenlemek
BaĢkanlığa aittir.‖ denilerek bu konunun BaĢkanın görevi olduğu belirtilmiĢtir.
6216 sayılı Kanun‘da ise kanun koyucu BaĢkanın görev ve yetkilerini açık bir Ģekilde
sayarak düzenlemiĢ ve önceden içtüzük‘te yer alan BaĢkanın gündemi belirleme görevi,
maddenin (a) bendinde yer almıĢtır.
Maddede sayılan tüm görev ve yetkiler, niteliği itibariyle bir kurumun düzenli, verimli
ve uyum içinde çalıĢması için, o kurumu temsil eden ve baĢkanlık yapan kiĢilere tanınan,
yapılan görevin gereği olarak nitelendirilecek görev ve yetkilerdir.
Genel Kurulun ve bölümlerin gündeminin belirlenmesi, idari niteliği olan bir iĢ olup bu
görevin Kurul veya bölümler tarafından yerine getirilmesi, dava dilekçesinde ileri sürüldüğü
gibi Kurulun ve bölümlerin karar yetkilerinin sınırlandırılması sonucunu doğurmaz. Aksine
bu kurulların uyum içerisinde hızlı ve verimli çalıĢmasına katkı sağlar.
Diğer taraftan, bir konunun Anayasa‘da düzenlenmemiĢ olması kanunla
düzenlenmesine engel değildir. Yasama yetkisinin genelliği ilkesi gereğince kanun koyucu,
Anayasada yer almayan konuları kanunla düzenleyebilir. Bu nedenle Anayasa‘da Mahkeme
BaĢkanına Genel Kurul ve Bölümlerin gündemini belirleme görevi verilmemiĢ olması, bu
hususun kanuni düzenlemeye konu yapılmasını Anayasa‘ya aykırı hale getirmez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasanın 149. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 148. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
2- Fıkranın (d) Bendinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde Anayasa Mahkemesinin, ―Kurul‖ esasına dayalı bir Mahkeme
olduğu, ―BaĢkan‖ esasına dayalı olmadığı, Anayasa‘nın, Mahkeme BaĢkanına Mahkemenin
görev, yetki, çalıĢma ve yargılama usulüne yönelik özel bir görev ve yetki vermediği,
BaĢkanın merkezde olduğu ya da üstün olduğu bir çalıĢma usulünün benimsenmediği, bu
nedenle Mahkemenin bütününü ilgilendiren Mahkeme yönetmeliklerinin, Genel Kurul yerine
BaĢkan tarafından onaylanması yönündeki kuralın, Anayasanın 2. ve 149. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 149. maddesinin beĢinci fıkrasında ―Anayasa Mahkemesinin kuruluĢu,
genel kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, baĢkan, baĢkanvekilleri ve üyelerin disiplin
iĢleri kanunla; mahkemenin çalıĢma esasları, bölüm ve komisyonların oluĢumu ve iĢbölümü
kendi yapacağı içtüzükle düzenlenir.‖ kuralına yer verilmiĢtir.
6216 sayılı Kanun‘un 13. maddesinde, Anayasa‘da yapılan değiĢiklikler de dikkate
alınarak BaĢkanın görev ve yetkileri düzenlenmiĢ, Mahkeme yönetmeliklerini onaylamak da
bu kapsamda sayılarak, Kanunla BaĢkana verilen görevler arasında yer almıĢtır. Yukarıda
fıkranın (a) bendi incelenirken ifade edildiği gibi mülga 2949 sayılı Kanun‘da BaĢkanın görev
ve yetkileri bir baĢlık altında belirtilmemiĢ, anılan Kanun‘un değiĢik maddelerinde bu konuya
yeri geldikçe değinilmiĢ ve ilgili maddede düzenlenen görevin BaĢkan tarafından yerine
getirileceği belirtilmiĢtir. Ancak yönetmeliklerin BaĢkan tarafından onaylanacağına ne mülga
2949 sayılı Kanun‘da ne de mülga içtüzük‘te yer verilmiĢtir. Buna karĢın uygulamada iĢin
doğası gereği olarak Mahkemenin idari faaliyetlerinin düzenlendiği yönetmelikler Mahkeme
BaĢkanları tarafından onaylanmıĢtır.
Anayasa‘nın 149. maddesinin beĢinci fıkrasında, Anayasa koyucu hangi konuların
kanunla veya içtüzükle düzenleneceğini saymak suretiyle belirlemiĢtir. Mahkemenin
kuruluĢu, Genel kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, BaĢkan, baĢkanvekilleri ve üyelerin
disiplin iĢlemleri kanunla; Mahkemenin çalıĢma esasları, bölüm ve komisyonların oluĢumu ve
iĢ bölümü kendi yapacağı iç tüzükle düzenlenecektir. Anayasa‘nın kanunla ve içtüzükle
düzenleneceğini belirttiği konular dikkate alındığında, bu konuların Anayasa‘da kanunla
düzenlenmesi zorunlu olan hususlar ile Mahkemenin yargısal iĢlemleriyle ilgili faaliyetlerini
kapsadığı açıktır. Yönetmelikle belirlenecek konular ise 6216 sayılı Kanun‘un 23., 27., 28.,
29. ve 44. maddelerinde belirtilmiĢtir. Anılan maddelerde yönetmeliğe bırakılan konular
incelendiğinde bu konuların Mahkemenin yönetimi, Genel Sekreterliğe bağlı birimlerin
çalıĢma esasları, aday memurların sınav usulü, adaylık süreleri, eğitimi, hizmet birimlerinin
görev ve sorumlulukları gibi Mahkemenin idari faaliyetlerini kapsadığı anlaĢılmaktadır.
Mahkemenin temsili ve yönetimi BaĢkana aittir. Temsil ve yönetim kapsamında kalan
ve idari faaliyet alanını düzenleyen yönetmeliklerin onayının da yönetim görevi içinde
değerlendirilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 149. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
D- Kanun’un 14. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının (b) Bendinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine iliĢkin
baĢvuru gerekçesinde belirtilen nedenlerle kuralın, Anayasa‘nın 2., 148. ve 149. maddelerine
aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Kanun‘un 14. maddesinde, baĢkanvekillerinin görev ve yetkileri düzenlenmiĢtir. Bu
maddenin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde, ―BaĢkanı oldukları bölümün gündemini
belirlemek‖ baĢkanvekillerinin görev ve yetkileri arasında sayılmıĢtır.
Kanun‘un 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine yönelik Anayasa‘ya
aykırılık incelenmesinde yer verilen gerekçelerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 149.
maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 148. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
E- Kanun’un 15. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (ç) Bendi ile (e) Bendinde
Yer Alan “…Başkanın izniyle…” Ġbaresinin Ġncelenmesi
1- Fıkranın (ç) Bendinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 138. ve 140. maddelerindeki bağımsızlık ve güvence
ile evrensel yargı etiği ilkelerinin, Anayasa Mahkemesini olduğu gibi Anayasa Mahkemesi
üyelerini de kapsadığı, Anayasa‘da belirtilen özel ve özgün niteliklere sahip üyelerin, kanunla
bir takım sınırlamalara ve baskılara tabi tutulmasının Anayasa‘nın 138. ve 140. maddeleriyle
146., 147. ve 148. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde kabul edilemez olduğu, Kanun‘un
44. maddesinde "Mahkemenin müzakereleri gizlidir." kuralına yer verildiği, bu kuralın
varlığına rağmen üyeleri ayrıca gizlilik baskısı altında tutmanın kanun koyucunun amacını
aĢan bir nitelik taĢıdığı, hâkimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun hareket etmek zorunda
olan Anayasa Mahkemesi üyelerini ―oturumun ve oylamanın gizliliğini muhafaza‖
yükümlülüğü altında tutmanın, onları baskı altında tutmak anlamına geldiği, diğer taraftan
―oturum ve oylamanın gizliliği‖ sözcüklerinin belirsizlik içerdiği belirtilerek kuralın,
Anayasa‘nın 2., 138. ve 140. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 138. maddesinde, hâkimlerin görevlerinde bağımsız oldukları ve vicdani
kanaatlerine göre hüküm verecekleri; 140. maddesinin ikinci fıkrasında ise hâkimlerin
mahkemelerin bağımsızlığına ve hâkimlik teminatına göre görev ifa edecekleri belirtilmiĢtir.
Dava konusu (ç) bendinin de yer aldığı Kanun‘un 15. maddesinde, Anayasa Mahkemesi
üyelerinin yükümlülükleri düzenlenmiĢtir. Anılan maddenin (1) numaralı fıkrasının (a)
bendinde, üyelerin hâkimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun hareket etmek zorunda
oldukları, görevleriyle bağdaĢmayan herhangi bir faaliyette bulunamayacakları; (b) bendinde,
geçerli bir mazeretleri olmadıkça oturumlara katılmalarının gerektiği; (c) bendinde,
Mahkemede görüĢülmekte olan konularda görüĢ ve düĢüncelerini açıklayamayacakları; dava
konusu kural olan (ç) bendinde ise üyelerin oturumun ve oylamanın gizliliğini muhafaza
edecekleri belirtilmiĢtir.
Anayasa Mahkemesi üyeliği, Anayasa‘nın 139., 140. ve 147. maddelerinde belirtilen
bağımsızlık ve güvencelerden yararlanan, nitelikleri, kariyeri, seçimi, görev, yetki ve
sorumlulukları Anayasa‘da gösterilen ve anayasal güvence altında bulunan bir görevdir.
Anayasa Mahkemesi üyeleri sahip oldukları anayasal ve kanuni statü ve güvencelerle birlikte
ayrıca baktıkları dava ve iĢler ile ilgili olarak Kanun‘da yer alan kurallar ile evrensel yargı
etiği ilkelerine uygun olarak davranmak zorundadır. Bu zorunluluk yazılı kurallarla birlikte
yazılı olmayan ve hâkimlik mesleğinin gereği olarak kabul edilen toplumsal değer yargılarıyla
belirlenmektedir.
Dava konusu kuralda belirtilen ―oturum ve oylamanın gizliliğini muhafaza etme‖
yükümlülüğü, üyelerin etki altında kalmadan, güven ortamında serbestçe ifade edilen görüĢ ve
düĢüncelerinin dıĢarıya yansımasını önlemeye dönük bir düzenlemedir. Bu nedenle bu tür bir
yükümlülüğe Kanun‘da yer verilmesi Anayasa Mahkemesi üyelerine baskı Ģeklinde
değerlendirilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 138. ve 140. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 2. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
2- Fıkranın (e) Bendinde Yer Alan “…Başkanın izniyle…” Ġbaresinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde,
üyelerin davet olundukları ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel
toplantılara katılabilmelerinin BaĢkanın iznine bırakılmasının üyelerin bağımsızlıkları ile
bağdaĢmadığı ayrıca, Anayasa‘da, Mahkeme BaĢkanına özel olarak hiyerarĢik bir görev ve
yetki verilmediği, ―izin‖ verip vermeme konusunda da BaĢkana sınırları belirsiz bir takdir
yetkisi verildiği, yetkinin belirsizlik içermesi nedeniyle hukuk güvenliği ilkesinin zedelendiği
belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 7., 138., 140. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 138. maddesinin birinci fıkrasında, hâkimlerin görevlerinde bağımsız
oldukları belirtilmiĢ; ikinci fıkrasında, hiçbir organ, makam, merci veya kiĢinin yargı
yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği kural
altına alınmıĢtır. Anayasa‘nın 140. maddesinin ikinci fıkrasında ise hâkimlerin mahkemelerin
bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre görev ifa edecekleri belirtilmiĢtir.
Kanun‘un 15. maddesinde Anayasa Mahkemesi üyelerinin yükümlülükleri
düzenlenmiĢtir. Kanun koyucu bu kuralda, hâkimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun
hareket etmeyi, görevleriyle bağdaĢmayan herhangi bir faaliyette bulunmamayı, geçerli bir
mazeretleri olmadıkça oturumlara katılmayı, Mahkemede görüĢülmekte olan konularda görüĢ
ve düĢüncelerini açıklamamayı ve görevleri dıĢında resmî veya özel hiçbir görev almamayı
üyelerin yükümlülükleri arasında saymıĢtır.
Kanun koyucu, Anayasa‘nın 146. maddesinin son fıkrasındaki düzenlemeye paralel
olarak ayrıca, dava konusu kuralın yer aldığı 15. maddenin (1) numaralı fıkrasının (e)
bendinde, üyelerin resmî veya özel hiçbir görev alamayacaklarını belirttikten sonra bilimsel
kongre ve konferansları bu kapsamın dıĢında tutarak bu gibi toplantılara davetleri hâlinde
katılabileceklerini belirtmiĢ ancak, Mahkemedeki yargısal faaliyetlerin aksamaması için
katılımı izin koĢuluna bağlamıĢtır.
Anayasa‘nın 148. maddesinde yer verilen ve Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri
arasında sayılan, Genel Kurul, bölümler ve komisyonların gündeminde olan konuları
görüĢerek sonuca bağlamak, üyelerin asli görevleri olup öncelikli olarak yerine getirilmesi
zorunludur.
Anayasa Mahkemesinin, Anayasa‘da belirtilen görevlerini aksatmadan yerine
getirebilmesi, üyelerinin özverili çalıĢmalarının yanında bu çalıĢmaların koordinasyonu ve
Mahkemedeki asli görevlerinin sürekliliği ile doğrudan ilgilidir. Bu nedenle üyelerin
Mahkeme dıĢı ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel faaliyetlere
katılımlarının gerek Genel Kurul gerekse bireysel baĢvuruları inceleyecek bölümlerin asıl
görevlerini ifada herhangi bir soruna yol açmaması, bu toplantılara katılımın Mahkemeyi
temsil ve idare yetkisi bulunan BaĢkan tarafından koordine edilmesiyle mümkündür.
Ayrıca, dava konusu kuralda yer alan ―izin‖, Mahkemedeki yargısal faaliyetlerin
zamanında yerine getirilmesi ile Mahkemenin verimli ve uyumlu çalıĢmasının gereği olarak
idari iĢlemler için BaĢkana verilmiĢ bir yetki olarak kabul edilmelidir. Bu nedenle üyelerin
bilimsel toplantılara katılmaları yargısal faaliyet kapsamında değerlendirilemeyeceğinden bu
toplantılara katılımın BaĢkanın iznine bağlanmıĢ olması Anayasa‘da yer alan hâkimlik
teminatı ve mahkemelerin bağımsızlığı ilkelerine aykırılık oluĢturmaz.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 138. ve 140. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 2., 7. ve 149. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüĢe
katılmamıĢlardır.
F- Kanun’un 16. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Ġkinci Cümlesi ile (5)
Numaralı Fıkrasının Üçüncü Cümlesinin Ġncelenmesi
1- (2) Numaralı Fıkranın Ġkinci Cümlesinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 16. maddesinin (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde,
isimsiz ve imzasız veya adressiz olarak yapılan ancak, somut delile dayanan ihbar ve
Ģikayetlerin değerlendirmeye alınarak konu hakkında gerekli inceleme ve araĢtırma
yapılmasının, ―müstear adla yapılan veya yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz‖ Ģikâyetlerin
iĢleme konulmasının yolunu açacağı, bu durumun hukuk devletinin ve ihbar ve Ģikâyet
hakkının gereklerini ihlal ettiği ayrıca, somut delil durumunun değerlendirmesinin BaĢkanın
takdirine bırakılmasının BaĢkana, Anayasa‘da öngörülmeyen geniĢ ve belirsiz bir takdir
yetkisi verdiği, bu durumun yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu belirtilerek kuralın,
Anayasa‘nın 2., 7. ve 74. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir
hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasa‘ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Kanun‘un 16. maddesinde, BaĢkan ve üyeler hakkında yapılan Ģikayetlerin disiplin
iĢlemleri ile bu iĢlemlerin inceleme ve soruĢturma usulü düzenlenmiĢtir. Anılan maddenin (1)
numaralı fıkrasında, BaĢkan ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında
iĢledikleri iddia edilen suçları, kiĢisel suçları ve disiplin eylemleri için soruĢturma açılmasının
Genel Kurulun kararına bağlı olduğu; (2) numaralı fıkrasında ise müstear adla yapılan veya
yapıldığı anlaĢılan imzasız, adressiz yahut belli bir olayı ve nedeni içermeyen, delilleri ve
dayanakları gösterilmeyen ihbar ve Ģikayetlerin baĢkan tarafından iĢleme konulmayacağı,
ancak bu ihbar ve Ģikâyetlerin somut delillere dayanması durumunda konu hakkında gerekli
inceleme ve araĢtırmanın yapılacağı belirtilmiĢtir.
Bir kiĢi hakkında ceza veya disiplin soruĢturması yapılmasının en önemli unsuru somut
delilin varlığıdır. Somut delile dayanan bir iddia kim tarafından ileri sürülmüĢ olursa olsun,
disiplin veya ceza kovuĢturması açılmasının ön Ģartı niteliğindedir. Kanun koyucu birinci
cümlede somut delile dayanmamakla birlikte ayrıca isimsiz ve imzasız, belli bir olayı ve
nedeni içermeyen Ģikâyetlerin hukuken dikkate alınmayacağını belirtmiĢtir. ġikâyetin
hukuken dikkate alınmamasının sebebi, iddianın somut bir delile dayanmaması veya belirli bir
olayı içermemesidir.
Somut bir delil veya belirli bir olayı içeren iddiaların ispatlanabilir olması nedeniyle
kanun koyucu bu nitelikleri taĢıyan Ģikâyetlerin ciddiye alınması gereğini belirterek konu
hakkında gerekli inceleme yapılmasını kurala bağlamıĢtır. Kanun koyucu, BaĢkan tarafından
iĢleme konulacak Ģikâyetlerde özellikle soyut nitelikli iddia yerine kanuni bir terim olan
―somut delil‖ kavramını kullanmıĢtır. Somut delile dayanan ihbar ve Ģikâyetler kim tarafından
yapıldığına bakılmaksızın hukuki nitelik taĢırlar. Hukuk devletinin gereği olan adil bir hukuk
düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdürme görevi, hukuka aykırı fiil ve davranıĢları hakkında
somut delil bulunan kiĢilerle ilgili gerekli soruĢturma veya incelemenin yapılarak, hukuka
aykırı fiillere gerekli yaptırımların uygulanması ile mümkündür. Bu nedenle adaletli bir
hukuk düzeninin devamını sağlayıcı nitelikteki kuralın hukuk devleti ilkesine aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
Ayrıca, Anayasa‘da kanunla düzenlenmesi yasak olan konular dıĢında yasama
yetkisinin genelliği ilkesi gereğince her konu kanun koyucu tarafından kanunla
düzenlenebilir. Bu nedenle somut delile dayanan ve hukuki bir nitelik taĢıyan ihbar ve
Ģikâyetlerin Mahkeme BaĢkanı tarafından iĢleme konulması, Anayasa‘da yer verilmeyen bir
yetkinin kanunla Mahkeme BaĢkanına tanınması anlamını taĢımaz. Diğer taraftan, dava
konusu kural bir kanun hükmü olup bu konuda idareye düzenleyici iĢlem yapma yetkisi
vermediğinden yasama yetkisinin devrinden de söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 7. ve 74. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
2- (5) Numaralı Fıkranın Üçüncü Cümlesinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 16. maddenin (5) numaralı fıkrasında, Genel Kurulca,
soruĢturma açılmasına karar verildiği takdirde, Genel Kurulun, üyeler arasından üç kiĢiyi
SoruĢturma Kurulunu oluĢturmak üzere seçeceğinin belirtildiği, dava konusu kuralla da
SoruĢturma Kuruluna, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu‘nun (CMK) Cumhuriyet
savcısına tanıdığı bütün yetkilerin verildiği belirtilerek bu durumun SoruĢturma Kurulunda
görev alacak Anayasa Mahkemesi üyelerine, Anayasa‘da yer verilmeyen bir yetki tanıma
anlamına geleceği, SoruĢturma Kurulunun, ―mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı‖
esaslarına göre çalıĢan yargısal nitelikte bir kurum olmadığı, CMK‘ya göre yapılan iĢlemler
ile Cumhuriyet savcısına tanınan yetkilerin yargısal nitelikte olduğu, iddia hakkının, yargısal
bütünlük dıĢına çıkarılarak, Cumhuriyet savcısı dıĢında, üyeler tarafından yerine
getirilmesinin hukuk güvenliğini sarsan ve Anayasa‘nın öngördüğü yargısal bütünlüğe uygun
düĢmeyen bir yaklaĢım olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 9., 36., 140., 148. ve 149.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 149. maddesinin beĢinci fıkrasında, BaĢkan, baĢkanvekilleri ve üyelerinin
disiplin iĢlerinin kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir. Bu çerçevede Kanun‘un ikinci kısmının
ikinci bölümünde yer alan 16 ila 19. maddelerinde disiplin, suç ve cezai iĢler düzenlenmiĢtir.
Kanun‘un 16. maddesi, Anayasa Mahkemesi BaĢkanı ve üyeleri hakkında disiplin
iĢlemleri ile suç ve cezalara iliĢkin inceleme ve soruĢturma usulünü düzenleyen bir kuraldır.
Maddedeki düzenlemeye göre ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü halleri hariç
Mahkeme baĢkan veya üyeleri hakkında suç iĢlediklerine dair iddiaların inceleme ve
soruĢturulması, genel hükümlerden ayrık tutularak Kanun‘un 16. ve devamı maddelerinde
düzenlenmiĢtir.
Dava konusu kuralda ise BaĢkan veya üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri
sırasında iĢledikleri iddia edilen suçları, kiĢisel suçları ve disiplin eylemleri nedeniyle
haklarında soruĢturma açılmasına Genel Kurulca karar verilmesi halinde, soruĢturmayı
yapacak olan ve Genel Kurulca seçilen üç kiĢilik SoruĢturma Kurulunun CMK‘nın
Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkilere sahip olduğu belirtilmiĢtir.
Yüksek yargı organlarının baĢkan ve üyelerinin görevleri sırasında iĢledikleri iddia
edilen suçlar ile kiĢisel suçları yönünden genel hükümlerden farklı soruĢturma ve kovuĢturma
usulüne tabi tutulmaları, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının gereğidir.
Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, yargı bağımsızlığı ve hâkimlik
teminatını göz önünde bulunduran, kiĢi güvenliğini sağlayarak her alanda adaletli bir hukuk
düzeni kurup bunu sürdüren devlettir.
SoruĢturma Kurulunun, etkin ve teknik anlamda bir soruĢturma yapabilmesi, bu
Kurulun CMK‘nın Cumhuriyet savcılarına tanıdığı yetkileri kullanmalarına bağlıdır. Gerek
CMK‘da olsun gerek diğer özel kanunlarda olsun Cumhuriyet savcılarına verilen yetkiler
görevleriyle bağlı, diğer bir ifade ile etkin bir soruĢturma yapmalarını temin içindir. Bu
yetkiler Anayasa‘da yer alan hukuk devleti ve adil yargılanma hakkı çerçevesinde suçun ve
suçlunun belirlenmesi ve mahkeme önüne çıkarılması amacıyla verilmiĢ yetkilerdir.
Dolayısıyla, bu yetkilerin aynı görevi yapacak olan SoruĢturma Kuruluna verilmesi
Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan ve adaletli bir hukuk düzeni kurmayı amaçlayan hukuk
devletinin gereğidir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 9., 36., 140. ve 148. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
G- Kanun’un 19. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…Genel
Kurulun…” Ġbaresinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, 19. maddenin (2) numaralı fıkrasında ―üyelikten çekilmeye davet
edilme cezasına karar verilebilmesi için Genel Kurulun üçte iki oy çokluğu aranır‖ denilerek,
üyelikten çekilmeye davet edilme cezası için, yerinde olarak, nitelikli çoğunluğun arandığı
ancak, Anayasa‘nın 149. maddesinde Genel Kurulun en az 12 üye ile toplanacağının
belirtildiği, üye tam sayısının 17 olduğu, Kanun‘da herhangi bir niteleme yapılmadan ―Genel
Kurul‖ sözcükleri kullanmakla yetinildiği, bu sözcüklerin ―üye tam sayısı‖ ya da ―toplantıya
katılan üyeler‖ nitelendirmesi yapılmadığı için soyut ve belirsiz olduğu belirtilerek kuralın,
Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Kanun‘un 19. maddesinin (1) numaralı fıkrasında kanun koyucu, BaĢkan ve üyelerin,
asli görevleri dıĢında resmî veya özel bir görev almaları ya da yaptıkları yeminle veya
üyeliğin vakar ve Ģerefi ile bağdaĢmayan, hizmetin aksamasına yol açan hâl ve hareketlerinin
sabit görülmesi hâlinde, eylemin niteliğine göre, uyarma, kınama ya da üyelikten çekilmeye
davet edilme cezalarından birisine karar verileceğini belirtmiĢ; (2) numaralı fıkrasında ise
―Üyelikten çekilmeye davet edilme cezasına karar verilebilmesi için Genel Kurulun üçte iki oy
çokluğu aranır.‖ kuralına yer vermiĢtir.
Anayasa‘nın 146. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin 17 üyeden kurulacağı, 149.
maddesinde ise Genel Kurulun BaĢkan veya BaĢkanın görevlendirdiği baĢkanvekilinin
baĢkanlığında en az oniki üye ile toplanacağı, kararlarını salt çoğunlukla alacağı belirtilmiĢtir.
Anayasa‘da, kararların özelliğine göre salt ya da nitelikli çoğunluk belirlenirken, nitelikli
çoğunluğun ―üye tamsayısına‖ ya da ―toplantıya katılan üyelerin sayısına‖ bağlı olacağı
gösterilmiĢtir. Anayasa‘nın 146. maddesinde, BaĢkan ve baĢkanvekillerinin seçiminde, ―üye
tam sayısının salt çoğunluğu‖; 147. maddesinde, üyeliğin, görevini sağlık bakımından yerine
getirmeyeceğinin kesin olarak anlaĢılması halinde, ―üye tam sayısının salt çoğunluğu‖; 149.
maddesinde, Anayasa değiĢikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet
yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için ―toplantıya katılan üyelerin üçte
iki çoğunluğu‖ öngörülmüĢtür. Anayasa‘da belirtilen bu ayrık durumlar dıĢında Genel Kurul,
Mahkeme BaĢkanının veya BaĢkanın belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında oniki üye
ile toplanacak ve katılanların salt çoğunluğu ile karar alacaktır.
Anayasa‘nın 149. maddesinde, Genel Kurula verilen görevleri yapmak üzere toplantı
yeter sayısı ile toplanan heyet ―Genel Kurul‖ olarak ifade edilmiĢtir. Dava konusu kuralda da
Genel Kurulun en az toplantı yeter sayısı ile toplanmıĢ olması ve toplananların üçte ikisi ile
karar almıĢ olması kuralına yer verilmiĢtir. Bu nedenle, Anayasa‘nın 149. maddesinin üçüncü
fıkrasında yer alan ―toplantıya katılanların üçte iki oy çokluğu‖ kuralı ile dava konusu kuralın
yer aldığı fıkrada belirtilen ―genel kurulun üçte iki oy çokluğu‖ kuralı arasında anlam ve
sonuç bakımından herhangi bir fark bulunmamaktadır.
Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri
belirliliktir. Bu ilkeye göre, kanuni düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır ve
uygulanabilir olması gereklidir. Kuralda belirtilen oylama basit bir matematik hesabıyla
anlaĢılabilir olduğundan dava konusu kuralın hukuk devleti ilkesine aykırı bir yönü
bulunmamaktadır.
Açıklanana nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
H- Kanun’un 22. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan
“…Komisyonların…” Sözcüğünün Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 22. maddesinin (1) numaralı fıkrasında bölümlerin kaç
kiĢiden oluĢup, kimin baĢkanlığında kaç kiĢiyle toplanacağı, 65. maddesinde de bölümlerin
kararlarını salt çoğunlukla alacağının belirtildiği ancak, ―bireysel baĢvuru‖ gibi temel hak ve
özgürlükleri çok yakından ilgilendiren baĢvuruların, ―kabul edilebilirlik‖ incelemesini
yapacak olan ve kararları kesin olan ―komisyonlar‖ için Kanun‘da herhangi bir düzenleme
yapılmaksızın konunun doğrudan içtüzüğe bırakıldığı, bu durumun yasama yetkisinin devri
niteliğinde olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 7., 148. ve 149. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüĢtür.
Kanun‘un 2. maddesinin (g) bendinde, komisyonun tanımı, ―Bireysel baĢvuruların
kabul edilebilirlik incelemesini yapmak üzere oluĢturulan kurul‖ olarak belirtilmiĢ ve
Kanun‘un diğer maddelerinde de doğrudan olmamakla birlikte dolaylı olarak komisyonların
görev ve yetkileri ile ilgili bazı düzenlemelere yer verilmiĢtir.
Anayasa‘nın 149. maddesinin birinci fıkrasının son cümlesinde, ―Bireysel baĢvuruların
kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluĢturulabilir,‖; beĢinci fıkrasının son
cümlesinde ise ―Mahkemenin çalıĢma esasları, bölüm ve komisyonların oluĢumu ve iĢbölümü
kendi yapacağı içtüzükle düzenlenir.‖ kuralı yer almaktadır. Anayasa‘nın 149. maddesindeki
düzenlemeye göre komisyonların kurulması kanun koyucunun takdirine bırakılırken bu
komisyonların oluĢumu ile kendi aralarındaki iĢ bölümü doğrudan Mahkemenin yapacağı
içtüzüğe bırakılmıĢtır.
Kanun koyucu, Anayasa‘da yer alan bu düzenlemeyi aynen Kanun‘a aktarmak suretiyle
Anayasa koyucunun iradesine bağlı kalarak komisyonların oluĢumu ve iĢbölümü ile ilgili
düzenlemeleri içtüzüğe bırakmıĢtır. Komisyonlarla ilgili Kanun‘da yer alan düzenlemeler
incelendiğinde kanun koyucunun bilinçli olarak diğer bir ifade ile Anayasa‘ya bağlı kalarak
hareket ettiği anlaĢılmaktadır. Dolayısıyla, dava konusu kural, Anayasa‘nın 149. maddesinin
beĢinci fıkrasının son cümlesinin doğrudan yasaya aktarılmasından ibarettir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 149. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 2., 7. ve 148. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
I- Kanun’un 27. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Son Cümlesinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, yazılı sınav ile mülakatın, adayların seçilmesi ve bu sistemin
denetlenebilmesi yönünden herhangi bir farkının bulunmadığı, bu nedenle mülakatın da yazılı
sınav gibi açık ve belirgin olarak hiçbir sınırlama olmaksızın denetlenebilmesinin gerektiği,
ancak birçok yargı kararında mülakat sisteminin denetime uygun olmadığının belirtildiği,
kanun koyucunun bu sorunu çözmesi gerekirken dava konusu kuralla mülakatta kayıt
sisteminin engellendiği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 36. ve 125. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüĢtür.
Kanun‘un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasında, raportör yardımcısı adaylığı
mülakatında, mülakat komisyonu üyelerince adayların Kanun‘da belirtilen nitelikleri taĢıyıp
taĢımadıkları ayrı ayrı puan verilmek suretiyle değerlendirileceği ve bu fıkranın her bir
bendinde yazılı özelliklerin her biri için yirmiĢer puan üzerinden değerlendirme yapılarak
verilen puanların tutanağa geçirileceği, mülakatta bu tutanak haricinde herhangi bir kayıt
sisteminin kullanılamayacağı belirtilmiĢtir.
Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun,
insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir
hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasa‘ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa‘nın 70. maddesinde, her Türkün kamu hizmetlerine girme hakkının bulunduğu;
128. maddesinin ikinci fıkrasında ise memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük
haklarının kanunla düzenleneceği ifade edilmiĢtir.
Devlet memurluğuna giriĢte yapılacak sınavların türü, biçimi ve usulleri hakkında
kanun koyucunun takdir yetkisinin bulunduğu ve bu yetkiyi kullanırken kamu yararını
gözeteceği açıktır. Anayasa Mahkemesi herhangi bir kuralla ilgili olarak Anayasa‘ya
uygunluk denetimi yaparken o kuralın kamu yararını gerçekleĢtirip gerçekleĢtirmeyeceği veya
kanun koyucunun iptali istenen kuralda amaçladığı kamu yararı anlayıĢının isabetli olup
olmadığını değil, incelenen kuralın kamu yararı dıĢında belli bireylerin ya da grupların
çıkarları gözetilerek kanunlaĢtırılmıĢ olup olmadığını incelemesi gerekir.
Dava konusu kuralda öngörülen düzenlemenin, herkes için geçerli, soyut ve genel
hükümler içerdiği, Kanun‘da mülakat komisyonu üyelerinin adayı değerlendirirken esas
alacakları kriterlerin ayrı ayrı gösterildiği ve her bir aday için yapılacak değerlendirmede,
mülakat komisyonu üyelerinin her birinin verdikleri puanların aritmetik ortalamasının
alınacağının belirtildiği dikkate alındığında kuralın, kamu yararı amacıyla getirildiği açıktır.
Anayasa‘nın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve iĢlemlerine karĢı yargı
yolunun açık olduğu, yargı yetkisinin, idari eylem ve iĢlemlerin hukuka uygunluğunun
denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi Ģeklinde kullanılamayacağı,
yürütme görevinin kanunlarda gösterilen Ģekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini
kısıtlayacak, idarî eylem ve iĢlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı
kararı verilemeyeceği kurala bağlanmıĢtır.
Dava konusu kural, mülakat sırasında herhangi bir kayıt sistemi kullanılamayacağını
hükme bağlamaktadır. Kimi yargı kararlarında yer alan mülakat veya sözlü sınavların
kamerayla kayıt altına alınması ve böylece yargısal denetimin daha kolay bir Ģekilde
yapılabilmesine imkân tanınması yönündeki değerlendirmelerin, anayasal denetimde
bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Kuralda, idari yargı yolunu kapatan veya zorlaĢtıran bir
hükme yer verilmediğinden, Anayasa‘nın 125. maddesine aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 125. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın Anayasa‘nın 36. maddesiyle de ilgisi görülmemiĢtir.
Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra
Ayla PERKTAġ bu görüĢe katılmamıĢlardır.
J- Kanun’un 33. Maddesinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, dava konusu kural ile ―ihtiyaç duyulan alan‖, ―proje hazırlama,
gerçekleĢtirme, iĢletme ve iĢlerliği‖, ―zaruri ve istisnai haller‖, ―özel bir meslek bilgisi ve
ihtisasını gerektiren iĢ‖ gibi soyut ve belirsiz alanlarda ―hizmet alımı yoluyla yerli ve yabancı
uzman çalıĢtırma‖ konusunda Mahkeme BaĢkanına geniĢ, sınırsız, belirsiz ve keyfi
uygulamalara neden olacak Ģekilde takdir yetkisi tanındığı, kuralda bir takım
nitelendirmelerin yapılmıĢ olmasının bu belirsizliği ortadan kaldırmayacağı belirtilerek
kuralın, Anayasa‘nın 2., 7. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri
belirliliktir. Bu ilkeye göre, kanuni düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden
herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır,
uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karĢı
koruyucu önlem içermesini ifade eder. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup
bireyin, kanundan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal
yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini verdiğini
bilmesidir.
Anayasa‘nın 7. maddesinde, yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği belirtilmiĢtir.
5982 sayılı Kanunla Anayasa‘nın 148. maddesinde yapılan değiĢiklik sonucu Anayasa
Mahkemesine bireysel baĢvuruları inceleme görevi verilmiĢtir. Mahkemenin bireysel
baĢvuruları inceleme görevi ile diğer görevlerini göz önünde bulunduran kanun koyucu, yargı
hizmetlerinin daha hızlı ve daha verimli yürütülebilmesi amacıyla gerek akademik gerek diğer
alanlarda projelerin hazırlanması ve yürütülmesi için Kanun‘un dava konusu olan 33.
maddesinde, Mahkeme BaĢkanına, Mahkemenin ihtiyaç duyduğu alanlarda projelerin
hazırlanması, gerçekleĢtirilmesi, iĢletilmesi ve iĢlerliği için Ģart olan zaruri ve istisnai hâllere
münhasır olmak üzere özel bir meslek bilgisi ve ihtisasını gerektiren iĢlerde, hizmet alımı
yoluyla yerli ve yabancı uzman çalıĢtırma yetkisi tanımaktadır. Kanun koyucunun dava
konusu kural ile tanıdığı yetkinin sınırlarını hem konu hem de kiĢi yönünden oldukça
daraltarak istisnai bir düzenleme yaptığı görülmektedir. Bu nedenle dava konusu kuralda
Mahkeme BaĢkanına verilen yetkinin, sınırları, çerçevesi ve kapsamı kanunla açıkça
belirlenmiĢ olduğundan yetki devrinden söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 7. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 128. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
K- Kanun’un 34. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının “...Mahkemenin hizmet
birimlerinde çalışan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve Başkanın
uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık
merkez ve taşra teşkilatı kadrolarına atanabilirler” Bölümünün Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, idari çalıĢmalara yardımcı olmak üzere atanan raportör yardımcıları
hariç, idari personelin Adalet Bakanlığı kadrolarına atanmasının Anayasa‘nın 128. maddesine
uygun olarak Kanunla düzenlenmesine karĢın bu konuda tüm yetki geniĢ, sınırsız ve belirsiz
Ģekilde Genel Sekreterin teklifi üzerine BaĢkanın uygun görmesine bağlandığı, ayrıca kuralda
hukuk devletinin gereği olan belirlilik ilkesine aykırı düzenleme yapıldığı ve Anayasa‘nın 7.
maddesi gereğince kanun koyucunun temel ilkeleri koymadan, çerçeveyi çizmeden yürütmeye
yetki vermemesi, sınırsız, belirsiz bir alanı, yönetimin düzenlemesine bırakmaması gerektiği
belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 7. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Kanun‘un 34. maddesi, idari personelin Adalet Bakanlığı kadrolarına atanmasını
düzenlemektedir. Bu kurala göre, Kanun‘un 27. maddenin (1) numaralı fıkrasına göre
atananlar hariç, Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan 657 sayılı Kanun‘a tabi personel,
Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak
Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez veya taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler.
Kuralda, Adalet Bakanlığı kadrolarına atanacak personelin mali ve diğer haklarında
herhangi bir kayıp olmaması için mükteseplerine uygun olarak atamalarının yapılacağı
belirtilmiĢtir. Kamu hizmetlerinin verimli olarak yürütülmesinin Ģartlarından biri de
çalıĢanların ödüllendirilmesi, çalıĢmayan veya verim alınamayan personelin de rotasyona tabi
tutularak çalıĢtığı birimin veya yerin değiĢtirilmek suretiyle verimliliğinin artırılmasıdır.
ÇalıĢanların rotasyona tabi tutulmaları taĢra teĢkilatı olan kurumlar açısından kurum içi
rotasyon Ģeklinde yapılırken, Anayasa Mahkemesi gibi taĢra teĢkilatı olmayan kurumlarda, bu
personelin yine adalet hizmetlerinde istihdamı için Adalet Bakanlığının merkez veya taĢra
teĢkilatlarında değerlendirilmesi Ģeklinde olmaktadır.
TaĢra teĢkilatı bulunmayan kurumlar açısından personel verimliliğini artırmak için
yapılacak rotasyonda, personelin bir baĢka kurum kadrolarına atanmaları bir zorunluluktan
kaynaklanmaktadır.
Anayasa‘nın 128. maddesinin ikinci fıkrasında, ―Memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük iĢleri kanunla düzenlenir.‖ denilmiĢtir. Anayasanın bu hükmü,
memurların ve diğer kamu görevlilerinin anayasal ve kanuni güvence altına alınması amacını
taĢımaktadır. Memurların Anayasa‘da belirtilen diğer hak ve yükümlülükleri ile birlikte
atamalarının da Kanunla düzenlenmesi, bu konunun idari tasarruflara konu yapılmasını
önleme amacı taĢımaktadır. Kanun koyucu kamu personel rejimi anlayıĢının gereği olarak
Mahkeme‘de görülen kamu hizmetinin verimliliğini artırmak amacıyla Anayasa‘nın 128.
maddesine uygun olarak bu konuyu Kanunla düzenlemiĢtir.
Ayrıca, dava konusu kuralda atama iĢleminin Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın
onayıyla yapılacağı belirtilmiĢtir. Anayasa Mahkemesinin idari teĢkilatlanmasında Genel
Sekreter ve BaĢkanın, kurumun idari yapısında sıralı en üst karar mercii oldukları, bu nedenle
kanun koyucunun bu konudaki takdirinin Anayasa‘nın 128. maddesinde memurlara ve kamu
görevlilerine sağlanan güvenceleri ihlal eder nitelikte bulunmadığı açıktır.
Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti kavramının temel gereklerinden
birisi de hukuk güvenliği ilkesidir. Hukuk güvenliği bireyin hukukî durumunun süreceği
yönündeki beklentilerinin belli koĢullar içinde güvence altına alınması anlamına gelir. Ancak
hukuk güvenliği ilkesi zaman içinde değiĢen Ģartlara ve geliĢen ihtiyaçlara göre kanunlarda
değiĢiklik yapılmasına engel değildir. Bir hukuk sisteminin değiĢen ihtiyaçlara uyum
sağlayabilecek esnekliğe sahip olması gerekir. Aksi takdirde hukuk sisteminin durağanlaĢması
ve toplumun dinamik yapısına uyum sağlayamayarak ihtiyaçlara cevap veremez hale gelmesi
kaçınılmazdır. Bu nedenle kanun koyucu Anayasa‘da öngörülen koĢullar çerçevesinde diğer
alanlarda olduğu gibi kamu görevlilerinin durumları ile ilgili olarak da kamu yararı amacıyla
bazı değiĢiklikler yapabilir. Dava konusu kuralda yer alan ―memurların atama iĢlemi‖ niteliği
itibarıyla dokunulmaz bir hukuki durum olmadığından kuralın hukuk devleti ilkesine aykırı
bir yönü bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural, Anayasa‘nın 2. ve 128. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 7. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
L- Kanun’un 36. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının “Teklif” Sözcüğünün
Yanında Yer Alan “Çoğunluğuna” Sözcüğünün Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 148. maddesinde, Anayasa değiĢikliği ile ilgili olarak
Ģekil denetiminin ―teklif ve oylama çoğunluğu‖ Ģeklinde ifade edildiği ancak, Kanun‘da bu
ifade değiĢtirilerek, ―teklif çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna‖ Ģekline dönüĢtürüldüğü ve
teklif de oylama da ―çoğunluğa‖ bağlandığı, Anayasa Mahkemesinin Anayasada yer alan
―teklif ve oylama çoğunluğu‖ ifadesini, yorumlayarak ―teklif‖ ibaresini ―teklif
çoğunluğu‖ndan farklı ve bağımsız olarak değerlendirdiği, Anayasa Mahkemesi kararlarının,
yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamları, gerçek ve tüzelkiĢileri bağladığı,
kanun koyucunun da bu kurala uyması gerektiği, yasama yetkisi kullanan TBMM‘nin de
kaynağını Anayasa‘dan almayan Devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilerek kuralın,
Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Kanun‘un 36. maddesinde, Ģekil bakımından iptal davası ve sınırları düzenlenmiĢtir.
Maddenin (1) numaralı fıkrasında, Anayasa değiĢikliklerinde Ģekil denetimi teklif
çoğunluğuna, oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı
ile sınırlandırılmıĢtır. Anayasa değiĢikliklerinin Ģekil denetiminin nasıl yapılacağına iliĢkin
36. maddedeki düzenleme oldukça açık ve yoruma ihtiyaç duymayacak bir düzenlemedir.
Kanun koyucu bu kural ile Anayasa değiĢikliklerinin Ģekil denetiminde göz önünde
bulundurulması gereken ―teklif‖ edilebilme Ģartına Anayasa‘nın 175. maddesindeki gibi
sayısal bir anlam yükleyerek bu maddedeki düzenlemeye paralel bir kurala yer vermiĢtir.
Anayasa‘nın 175. maddesinde, Anayasa‘yı değiĢtirme yetkisinin TBMM‘ye ait olduğu,
Meclisin bu yetkisini üye tamsayısının üçte bir çoğunluğunun yazılı teklifi ve beĢte üç
çoğunluğunun kabul oyuyla kullanabileceği öngörülmektedir.
Anayasa koyucu kanunların hem Ģekil hem de esas açısından Anayasa‘ya uygunluğunun
denetimini öngörmüĢ ancak Anayasa değiĢikliklerinde sadece Ģekil denetimine yer vererek,
yasalaĢma sürecini tamamlamıĢ ve Anayasa maddeleri arasında yerini almıĢ bir normun,
Anayasa‘nın diğer maddelerine aykırılığının teorik olarak mümkün olmadığını öngörerek,
Anayasa değiĢikliklerinin esas bakımından denetimi ile ilgili Anayasa‘nın 148. maddesinde
herhangi bir düzenleme yapmamıĢtır. Bu nedenle Anayasa değiĢikliklerinin esas yönünden
denetimine iliĢkin Anayasada herhangi bir düzenlemeye yer verilmemiĢtir.
Anayasa‘nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında, Anayasa değiĢikliklerinde Ģekil
bakımından denetimin ―teklif ve oylama çoğunluğuna, ivedilikle görüĢülemeyeceği‖ Ģartına
uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olduğu belirtilmiĢtir. Fıkrada ifade edilen ―teklif ve
oylama çoğunluğu‖ ibaresindeki ―çoğunluk‖ lafzı dil bilgisi kuralları dikkate alındığında
sadece oylama kavramına münhasır olmayıp aynı zamanda teklif kavramıyla da ilgilidir. Bu
nedenle Anayasa‘nın 148. maddesinde Anayasa değiĢikliklerinin esas yönünden denetimine
yer verilmediği gibi bunların biçim yönünden denetimleri de, teklif çoğunluğuna, oylama
çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı
tutulmuĢtur.
Ayrıca, dava konusu kuralın yer aldığı 36. maddedeki düzenlemenin Anayasa‘nın 148.
ve 175. maddelerindeki düzenlemelerle aynı olduğu ve bu maddelerde sayma yöntemiyle
belirlenen koĢullardan eksik veya farklı bir denetim koĢuluna yer verilmediği açıktır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasanın 148. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
M- Kanun’un 36. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının “…ve Türkiye Büyük Millet
Meclisi İçtüzüğünün…” Bölümünün Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa‘da, TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetimi için
herhangi bir sınırlama getirilmediği halde, dava konusu kural ile bu konuda denetim
sınırlaması getirilerek Anayasa hükmüne aykırı düzenleme yapıldığı belirtilerek kuralın,
Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Kanun‘un 36. maddesinde, Ģekil bakımından iptal davası ve sınırı düzenlenmiĢ,
maddenin (1) numaralı fıkrasında, TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil denetiminin tıpkı kanunlarda
olduğu gibi son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı ile sınırlı tutulmuĢtur.
Anayasa‘nın 148. maddesinde anayasa koyucu, Anayasa değiĢiklikleri ile kanunların Ģekil
denetiminin nasıl yapılacağını Anayasa‘da belirlemesine karĢın, KHK‘ler ile TBMM
Ġçtüzüğü‘nün Ģekil denetiminin kapsamı ve sınırları hakkında herhangi bir düzenlemeye yer
vermemiĢtir.
KuĢkusuz Anayasa‘da bu konuda bir düzenlemenin bulunmaması TBMM Ġçtüzüğü‘nün
sınırsız bir Ģekil denetimine tabi tutulacağı veya Anayasa‘da bu konu düzenlenmediğine göre
Kanunla da düzenlenemez gibi yasama yetkisinin asliliği ve genelliği ilkelerine tamamen
aykırı bir yaklaĢım ileri sürülemez. Anayasa değiĢiklikleri ile kanunların Ģekil denetiminin
Anayasa‘da düzenlenip, TBMM Ġçtüzüğü‘nün Anayasa‘da yer almaması tamamen anayasa
koyucunun tercihidir.
Yasama yetkisinin genelliği ve asliliği ilkesi gereğince kanun koyucu Anayasa‘nın 148.
maddesinde, TBMM Ġçtüzüğü için öngörülen Ģekil denetiminin kapsamını belirlemek
amacıyla Kanun‘da dava konusu kurala yer vermiĢtir.
Anayasa‘nın 6. maddesinin son fıkrası gereği yasama, yürütme ve yargı organları da
dahil olmak üzere hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa‘dan almayan bir devlet yetkisi
kullanamaz. Ancak burada kullanılacak devlet yetkisinin kaynağının Anayasa olması
zorunluluğu, yasama fonksiyonunun kanun yapma özelliği dikkate alındığında yasama organı
için farklı bir anlam ihtiva etmektedir. Öncelikle yasama organı için kullanılacak devlet
yetkisinin Anayasa‘dan kaynaklanması gereği, yasama organınca çıkarılacak her bir kanun
için ayrıca yetkilendirilme zorunluluğu olarak yorumlanamaz. Aksi bir yorum, yasama
yetkisinin asli bir yetki olmaktan çıkarılıp bağlı yetki haline getirilmesi anlamına gelir.
Dolayısıyla, kullanılacak devlet yetkisinin Anayasa‘dan kaynaklanması gereğinin yasama
organı açısından anlamı, yasama fonksiyonun baĢka herhangi bir organ tarafından değil
sadece TBMM tarafından kullanılabilecek bir yetki olarak anlaĢılması ve Anayasa‘da
yasaklanmamıĢ her alanın düzenlenebileceğini ifade eder. Bu durumda gözetilmesi gereken
tek sınır, o konuda izin verici değil yasaklayıcı herhangi bir hükmün olup olmadığı hususudur.
Dolayısıyla, Kanun‘un 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla, TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil
bakımından denetiminde Anayasa‘da yer almayan düzenlemelere yer verilmesi, kaynağı
Anayasa‘da yer almayan bir devlet yetkisi kullanımı olarak değil, yasama yetkisinin genelliği
ve asliliği ilkelerinin doğal bir sonucu olarak görülmelidir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Serruh KALELĠ, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ile Zehra Ayla
PERKTAġ bu görüĢe katılmamıĢlardır.
N- Kanun’un 36. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının “…kanun hükmünde
kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile
Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı … ”
Bölümünün Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Anayasa‘da, kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil bakımından
denetimi için herhangi bir sınırlama getirilmediği halde dava konusu kural ile Anayasa
hükmüne aykırı düzenleme yapıldığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı
olduğu ileri sürülmüĢtür.
Kanun‘un 36. maddesinde, Ģekil bakımından iptal davası ve sınırı düzenlenmiĢ,
maddenin (1) numaralı fıkrasında kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil denetiminin yetki
kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar
Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı hususları ile sınırlı tutulmuĢtur.
Anayasa‘nın 148. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin, Anayasa değiĢikliklerini,
kanunları, kanun hükmünde kararnameleri, TBMM Ġçtüzüğü‘nü, Ģekil bakımından denetleyip
karara bağlayacağı belirtilmiĢtir. Maddenin (2) numaralı fıkrasında, Anayasa değiĢiklikleri ile
kanunların denetiminin nasıl yapılacağı ve sınırları da gösterilmiĢ ancak kanun hükmünde
kararnameler ile TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetimi için herhangi bir
düzenlemeye veya yasaklamaya yer verilmemiĢtir.
6216 sayılı Kanun‘un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle kural Anayasa‘nın 91.
maddesi yönünden de incelenmiĢtir.
Anayasa‘nın 91. maddesinde, sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere,
Anayasa‘nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kiĢi hakları
ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiĢ; ikinci fıkrasında ise ―Yetki kanunu, çıkarılacak
kanun hükmünde kararnamenin, amacını, kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süre
içerisinde birden fazla kararname çıkarılıp çıkarılamayacağını gösterir.‖ kuralına yer
verilmiĢtir.
Kanun koyucunun, Anayasa‘nın 148. maddesi gereğince kanun hükmünde
kararnamelerin Ģekil denetiminin kapsamını belirlerken Anayasa‘nın 91. maddesinde yer alan
ilkeleri de gözeteceği açıktır. Dava konusu kuralda, kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil
denetiminin yetki kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı
ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlandırılması
Anayasa‘nın 91. maddesinde yer alan ve kanun hükmünde kararnamelerin taĢıması gereken
anayasal nitelikleri denetim dıĢında bırakmaktadır. Kanun koyucunun, dava konusu kuralda,
KHK‘ların Ģekil denetiminin kapsamını belirlerken Anayasa‘nın 91. maddesindeki ilkeleri
dikkate almadan denetimin kapsamının daraltılması Anayasa‘ya aykırılık oluĢturur.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 91. maddesine aykırıdır. Ġptali
gerekir.
Mehmet ERTEN bu görüĢe farklı gerekçeyle katılmıĢtır.
O- Kanun’un 39. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 39. maddesinin (4) numaralı fıkrasıyla iptal davalarında
Mahkemece esasın incelenmesine karar verilmesi hâlinde dava dilekçesi ile eklerinin, TBMM
BaĢkanlığı, BaĢbakanlık ile iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına gönderileceği ve
bu makamların iptal davasıyla ilgili değerlendirilmek üzere yazılı görüĢ bildireceklerinin
düzenlendiği, Kanun‘da yer verilen bu düzenlemenin kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı
ilkeleriyle bağdaĢmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 9., 36., 138., 148.
ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasa‘ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa‘nın 36. maddesinde, herkesin adil yargılanma hakkına sahip olduğu; 138.
maddesinde ise hiçbir organ, makam, merci veya kiĢinin yargı yetkisi kullanan mahkemelere
ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde
bulunamayacağı belirtilmiĢtir.
Kanun‘un ―Eksikliklerin tamamlattırılması ve görüĢ bildirme‖ baĢlıklı 39. maddesinin
(1), (2) ve (3) numaralı fıkralarında, iptal davasında Ģekil Ģartları yönünden yapılacak
incelemenin kapsamı ve varsa tespit edilen eksikliklerin tamamlattırılması usulü belirtildikten
sonra, maddenin (4) numaralı fıkrasında, esas bakımından incelenmesine karar verilen
davalarda, dava dilekçesi ile eklerinin bir anlamda davanın tarafı sayılabilecek TBMM
BaĢkanlığına, BaĢbakanlığa ve iptal davası açmaya yetkili siyasi parti gruplarına gönderilmesi
ve bu makamların davayla ilgili olarak varsa yazılı görüĢlerini Mahkemeye bildirebilecekleri
kurala bağlanmıĢtır.
Dava konusu düzenleme, iptal davalarıyla sınırlı olarak uygulanacak bir kural olmakla
birlikte, belirtilen kurumlar açısından görüĢ bildirme bir zorunluluk olmayıp bu konu
kurumların isteğine bırakılmıĢtır. Kuralda yazılı görüĢ bildirme yetkisi tanınan kurumlar bir
kanunun yasalaĢma sürecine katkısı ve ilgisi olan kurumlardır. Kanun koyucu soyut norm
denetiminde sadece bazı kurumlara dava ile ilgili yazılı görüĢlerini bildirme hakkı tanımamıĢ
ayrıca, Mahkemenin tam bir anayasallık denetimi yapabilmesi için gerekli gördüğü hallerde
sözlü açıklamalarda bulunmak üzere ilgilileri ve konu hakkında bilgisi olanları çağırıp
dinleyebileceğini de Kanun‘un 43. maddesinin (1) numaralı fıkrasında belirtmiĢtir. Dava
konusu kuralda yer alan düzenlemeler etkili ve adil bir yargılama yapılmasını kolaylaĢtıran
yargılama usulüne ait haklardır. Usul kanunlarında davanın taraf veya ilgililerine davaya katkı
sağlamaya yönelik bazı haklar tanınması adaletli bir hukuk düzeni kurup, sürdürmeyi ilke
edinen hukuk devletinin gereği olarak görülmelidir.
Diğer taraftan, bir davanın tarafı veya ilgilisi konumunda bulunan kurum veya kiĢilere
görülmekte olan davanın konusuyla ilgili olarak görüĢlerinin sorulması ve bu kiĢilere bazı
usuli haklar tanınması, Anayasa‘nın 138. maddesinde düzenlenen ―Hiçbir organ, makam veya
kiĢi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez;
genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.‖ Ģeklindeki kuralın kapsamında
değerlendirilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2., 36. ve 138. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 9., 148. ve 149. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
P- Kanun’un 45. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “...idari ve
yargısal...” Sözcükleri ile (3) Numaralı Fıkrasının Ġncelenmesi
1- (2) Numaralı Fıkrada Yer Alan “...idari ve yargısal...” Sözcüklerinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasında, ihlale neden
olduğu ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal için Kanun‘da öngörülmüĢ idari ve yargısal
baĢvuru yollarının tamamının bireysel baĢvuru yapılmadan önce tüketilmiĢ olması
gerektiğinin, Anayasa‘nın 148. maddesinde ise baĢvuruda bulunabilmek için olağan kanun
yollarının tüketilmiĢ olmasının gerektiğinin belirtildiği, Anayasa‘da yer alan ―Olağan kanun
yolu‖ ifadesinin Kanun‘da ―idari ve yargısal‖ olmak üzere ikili ayrıma tabi tutularak ―idari‖
baĢvuru yolunun da tüketilmiĢ olması Ģartı getirildiği, bu durumun belirsizliğe ve karıĢıklığa
neden olacağı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 36., 125. ve 148. maddelerine aykırı olduğu
ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 148. maddesinin üçüncü fıkrasının son cümlesinde, bireysel baĢvuruda
bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiĢ olmasının Ģart olduğu, beĢinci fıkrasında
ise bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir.
Kanun‘un 45. maddesinde, bireysel baĢvuru hakkının kapsamı belirlenmiĢtir. Kanun
koyucu, maddenin (1) numaralı fıkrasında, herkesin, Anayasa‘da güvence altına alınmıĢ temel
hak ve özgürlüklerinden, Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi ve buna ek Türkiye‘nin taraf
olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiği
iddiasıyla Anayasa Mahkemesine baĢvurabileceği; dava konusu kuralın da yer aldığı (2)
numaralı fıkrasında ise bireysel baĢvuruda bulunabilmenin ön koĢulu olarak ihlale neden
olduğu ileri sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal için Kanun‘da öngörülmüĢ idari ve yargısal
baĢvuru yollarının tamamının bireysel baĢvuru yapılmadan önce tüketilmiĢ olması gerektiği
belirtilmiĢtir.
Bireysel baĢvuru yolu bir istinaf veya temyiz yolu olmadığı gibi adli, idari veya askeri
yargı yollarında gözetilmesi gereken hukuka aykırılıkların giderilmesinin talep edileceği yeni
bir yargı yolu da değildir. Bireysel baĢvuru, kamu gücü tarafından anayasal bir hakkı ihlal
edilen kiĢilerin bu ihlalin ortadan kaldırılmasını talep edecekleri bir hak arama yoludur. Ġdare
ve yargı mercileri insan hakları ihlallerinin önlenmesinde daha etkin bir konuma sahip
olmaları nedeniyle bu ihlallerin önlenmesi açısından öncelikli görev, tüm idari ve yargı
mercilerine aittir. Bu nedenle söz konusu Ģikâyetlerin Anayasa Mahkemesi önüne
getirilmeden önce ilgili mercilerden bu ihlallerin giderilmesi yoluna baĢvurulması bir
zorunluluk olarak Anayasa‘nın 148. ve Kanun‘un 45. maddelerinde belirtilmiĢtir. Ayrıca,
bireysel baĢvurunun olağanüstü bir hak arama yolu olması nedeniyle, temel hak ihlallerinin
idari ve yargısal baĢvuru yolları tüketilmesine rağmen giderilememesi halinde Anayasa
Mahkemesine baĢvuru yapılabileceği kural altına alınmıĢtır.
Kanun‘da yer verilen yargısal baĢvuru yollarıyla birlikte öncelikle idari baĢvuru
yolunun da tüketilmiĢ olması gereği aslında olağan kanun yolunda gözetilmesi gereken bir
sırayı ifade etmektedir. Kanun yoluna baĢvurmadan önce idari yollara baĢvurarak ihlalin
giderilmesinin istenmesi, sürecin doğal yapısının gereği olduğu açıktır.
Ayrıca, anayasal hükümler, doğası gereği genel ve soyut hükümler olup kanunlar
aracılığı ile somutlaĢtırılmaları gerekmektedir. Anayasa‘nın 148. maddenin üçüncü fıkrasıyla
bireysel baĢvuru öncesi yerine getirilmesi gereken ―olağan kanun yollarının tüketilmesi‖ Ģartı,
kanun koyucu tarafından Kanun‘un 45. maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla açıklığa
kavuĢturulmuĢ; Anayasa‘da yer verilen ―olağan kanun yollarından‖ anlaĢılması gerekenin
―kanunlarda öngörülen idari ve yargısal yollar‖ olduğu belirtilmiĢtir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 2., 36. ve 125. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
2- (3) Numaralı Fıkranın Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 45. maddesinin (3) numaralı fıkrasında, yasama iĢlemleri
ile düzenleyici idari iĢlemler aleyhine doğrudan bireysel baĢvuru yapılamayacağı gibi
Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasa‘nın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemlerin de
bireysel baĢvuru konusu olamayacağının belirtildiği ancak Anayasa‘nın 148. maddesinin
üçüncü fıkrasında kamu gücü tarafından kullanılan iĢlemler açısından herhangi bir ayrımın
yapılmadığı, kanun koyucunun Anayasa‘da öngörülmeyen bir sınırlamayı, kendi takdiri ile
belirlemek suretiyle bazı sınırlamalar getirdiği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 36. ve 148.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren ve hak arama özgürlüğünün önündeki
engelleri kaldıran devlettir.
Anayasa‘nın 36. maddesinde, herkesin, meĢru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkında sahip olduğu belirtilmiĢ; 148. maddesinde ise Anayasa Mahkemesinin görev ve
yetkilerine yer verilmiĢtir.
Kanun‘un 45. maddesinin dava konusu olan (3) numaralı fıkrasında, bireysel baĢvuru
konusu yapılamayacak iĢlemler belirlenmiĢtir. Fıkradaki düzenlemeye göre, yasama iĢlemleri
ile düzenleyici idari iĢlemler aleyhine doğrudan bireysel baĢvuru yapılamayacağı gibi
Anayasa Mahkemesi kararları ile Anayasa‘nın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemler de
bireysel baĢvuru konusu yapılamayacaktır.
Yasama iĢlemleri ile düzenleyici idari iĢlemlerin doğrudan bireysel baĢvuru konusu
yapılamaması, tamamen bireysel baĢvuru hakkının niteliği ile ilgili olduğu gibi bu iĢlemlerin
uygulanmadıkları sürece bireylerin herhangi bir hakkının ihlaline yol açabilecek niteliğe sahip
bulunmamalarından da kaynaklanmaktadır. Yasama iĢlemleri soyut veya somut norm
denetimi yoluyla Anayasa Mahkemesi‘nin denetimine tabi olduğu gibi uygulanmaları bir hak
ihlaline yol açmıĢ ise bu iĢlem nedeniyle hakkı ihlal edilen kiĢi Anayasa Mahkemesine
baĢvuru imkânına sahip bulunmaktadır. Aynı Ģekilde düzenleyici idari iĢlemler de doğrudan
DanıĢtay denetimine tabi olmakla birlikte uygulanmaları bir hak ihlaline neden olmuĢ ise
hakkı ihlal edilen açısından Anayasa Mahkemesine baĢvuru imkânı bulunmaktadır. Diğer bir
ifade ile baĢvurucuya somut bir olayda henüz uygulanmamıĢ kanun veya düzenleyici idari
iĢlemin sadece hukuk düzeninde var olması, kural olarak bireysel bir hakkın ihlaline neden
olmayacağı, dolayısıyla da bu iĢlemlerin doğrudan bireysel baĢvuru konusu yapılamayacağı
açıktır.
Anayasa‘nın yargı denetimi dıĢında bıraktığı iĢlemlerin bireysel baĢvuru konusu
yapılamaması Anayasa gereğidir. Kanun koyucunun dava konusu kuralda bu Ģekilde bir
düzenlemeye yer vermesi tamamen Anayasa‘nın bu konudaki hükümlerinden
kaynaklanmaktadır.
Dava konusu kuralda ayrıca, Anayasa Mahkemesi kararlarının da bireysel baĢvuru
konusu olamayacağı belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 149. maddesinin birinci fıkrası gereğince
Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalıĢan bir Mahkemedir. Maddenin
ikinci fıkrasında, bireysel baĢvurular hariç diğer davaların Genel Kurul tarafından görüleceği,
bireysel baĢvuruların ise bölümlerce karara bağlanacağı belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 148.
maddesinin dokuzuncu fıkrası ile 153. maddesinin birinci fıkrasında ise Anayasa
Mahkemesinin kararlarının kesin olduğu belirtilmiĢtir.
Kanun koyucu yukarıda belirtilen Anayasa hükümleri ile Anayasa Mahkemesinin
çalıĢma ve yargılama usulüne iliĢkin 149. maddesini göz önünde bulundurarak Genel Kurul
tarafından verilen ve Anayasa gereği kesin olan kararların, bölümler tarafından yapılacak bir
incelemenin konusu olamayacağını belirlemiĢtir. Bu nedenle, Anayasa Mahkemesi Genel
Kurulu tarafından verilen ve Anayasa‘nın 148. ve 153. maddeleri hükmü gereğince kesin olan
kararlar aleyhine bireysel baĢvuru yapılamaması hak arama özgürlüğünün sınırlandırılması
olarak değerlendirilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2., 36. ve 148. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
R- Kanun’un 46. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinin
Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, dava konusu kuralda, kamu tüzel kiĢilerinin bireysel baĢvuru
yapamayacağının belirtildiği, dolayısıyla bir idari iĢlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel
ve kiĢisel hakkı doğrudan etkilenen kamu tüzel kiĢilerinin bireysel baĢvuru haklarının kanun
koyucu tarafından engellendiği ancak, Anayasa‘nın 148. maddesinde ―herkes‖ denilmek
suretiyle her hangi bir sınırlama yapmadığı, Anayasa‘nın 36. maddesinde de hiçbir ayrım
yapılmaksızın ―herkes‖ sözcüğünün kullanıldığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 36. ve 148.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 36. maddesinde, herkesin, meĢru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle
yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu; 148. maddesinin beĢinci fıkrasında ise bireysel baĢvuruya iliĢkin usul
ve esasların kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir.
Kanun‘un 46. maddesinde, bireysel baĢvuru hakkına sahip olanlar belirtilmiĢtir.
Maddenin (1) numaralı fıkrasında, bireysel baĢvuru hakkının ancak ihlale yol açtığı ileri
sürülen iĢlem, eylem ya da ihmal nedeniyle güncel ve kiĢisel bir hakkı doğrudan etkilenenler
tarafından kullanılacağı belirtildikten sonra (2) numaralı fıkrasında kamu tüzel kiĢilerinin
bireysel baĢvuru yapamayacağı, özel hukuk tüzel kiĢilerinin ise sadece tüzel kiĢiliğe ait
haklarının ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel baĢvuru yapabilecekleri belirtilmiĢtir.
Anayasalar genel ve soyut düzenlemeler içeren metinlerdir. Anayasa‘nın 148.
maddesinde bireysel baĢvuruda bulunma hakkı herkese tanınmıĢ bir hak olarak gözükmekle
birlikte, Anayasa‘da yer alan ―herkes‖ ibaresinin kapsamında aynı zamanda kiĢilerin
niteliğinden kaynaklanan nedenlerle bazı kısıtlamaları da içinde barındırdığının, kabulü
gerekir.
Anayasa‘nın 148. maddesinde yer alan ―herkes‖ ibaresinin, kamu gücü kullanan kamu
tüzel kiĢilerini de kapsadığı Ģekilde anlaĢılmaya elveriĢli olmadığı, bu konuda kanun
koyucunun bireysel baĢvuruda bulunma ile ilgili hak sahipleri yönünden takdir hakkının
bulunduğunun da kabulü gerekir.
Bireysel baĢvuru yolu, Anayasa‘da yer alan bütün hak ve özgürlüklerin korunması için
kabul edilmiĢ bir yol olmadığı gibi genel bir hak arama yolu da değildir. Bu nedenle
Anayasa‘nın 36. maddesinde yer alan hak arama özgürlüğünden de farklı bir niteliğe sahiptir.
Anayasa‘nın 36. maddesinde yer alan hak arama özgürlüğü genel mahkemelerin koruma
iĢlevini düzenlerken, bireysel baĢvuru yolu daha özel, istisnai ve ikincil bir hak arama yolu
olarak düzenlenmiĢtir. Bu nedenle 36. maddede yer alan ―herkes‖ ibaresi ile 148. maddede
yer alan ―herkes‖ ibaresinin her iki maddede düzenlenen hak arama yollarının niteliğine
uygun olarak yorumlanması gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 36. ve 148. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
S- Kanun’un 47. Maddesinin (6) Numaralı Fıkrasında Yer Alan “…yazı işleri …”
Sözcüklerinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 47. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel baĢvuru
dilekçelerinde herhangi bir eksikliğin bulunması hâlinde mahkeme yazı iĢleri tarafından
eksikliğin giderilmesi için baĢvurucu veya vekiline 15 günden az olmamak üzere süre
verileceğinin belirtildiği, yazı iĢlerinin müdürlük olarak mahkemenin idari hizmet birimleri
arasında sayıldığı, Anayasa‘nın 148. maddesinde bireysel baĢvuruların Anayasa Mahkemesi
tarafından karara bağlanacağının hükme bağlandığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 148. ve
149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 148. maddesinin beĢinci fıkrasında, bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve
esasların kanunla düzenleneceği; 149. maddesinde ise bireysel baĢvuruların kabul edilebilirlik
incelemesi için komisyonlar kurulabileceği öngörülmüĢtür.
Kanun‘un 47. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bireysel baĢvuruların Kanun ile
içtüzükte belirtilen Ģartlara uygun olarak doğrudan ya da mahkemeler veya yurtdıĢı
temsilcilikler vasıtasıyla yapılacağı belirtildikten sonra devamı fıkralarda baĢvuru
dilekçesinde bulunması gereken hususlar ile baĢvuruya iliĢkin bazı usul kurallarına yer
verilmiĢtir.
Dava konusu kuralın da bulunduğu (6) numaralı fıkrada ise baĢvuru evraklarında
herhangi bir eksiklik bulunması halinde mahkeme yazı iĢleri tarafından bu eksikliğin
giderilmesi için baĢvurucuya onbeĢ günü geçmemek üzere bir süre verileceği ve geçerli bir
mazereti olmaksızın bu sürede eksikliğin tamamlanmaması durumunda baĢvurunun reddine
karar verileceğinin bildirileceği belirtilmiĢtir.
Kanun‘un 47. maddesine göre, yazı iĢleri tarafından yapılacak olan bildirim iĢlemi,
Kanun ve Ġçtüzükte belirtilen ve baĢvuru dilekçesinde bulunması gereken zorunlu unsurlarla
ilgili varsa bir eksikliğin tespit ve tebliğinden ibaret olup yargısal nitelik taĢımayan idari bir
iĢlemdir. Ayrıca, dava konusu kuralın yer aldığı fıkrada, eksikliğin giderilmemesi hâlinde
evrakı inceleyip baĢvurunun reddine karar vermesi Ģeklinde yazı iĢlerine verilmiĢ bir yetki de
bulunmamaktadır. BaĢvuruların kabul edilebilirlik Ģartları ve incelenmesi Kanun‘un 48.
maddesinde düzenlenmiĢ ve bu konuda yetkinin komisyonlara ait olduğu belirtilmiĢtir. Bu
nedenle 47. maddenin (6) numaralı fıkrasında yazı iĢlerine verilen yetki, idari bir iĢlem olup
yargısal faaliyet kapsamında değerlendirilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 148. ve 149. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
T- Kanun’un 49. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 49. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan ―Bireysel
baĢvurunun kabul edilebilirliğine karar verilmesi hâlinde, baĢvurunun bir örneği bilgi için
Adalet Bakanlığına gönderilir. Adalet Bakanlığı gerekli gördüğü hâllerde görüĢünü yazılı
olarak Mahkemeye bildirir.‖ Ģeklindeki kuralın yargı bağımsızlığını zedelediği ayrıca bilgi
için dahi olsa dava dosyası niteliğindeki baĢvurunun bir örneğinin Adalet Bakanlığına
gönderilmesinin baĢvuru sahipleriyle birlikte toplumu da adil yargılanma konusunda kuĢkuya
sevk edeceği ve bireysel baĢvuru müessesesine olan güveni sarsacağı belirtilerek kuralın,
Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 9., 36., 138., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasa‘ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Anayasa‘nın 36. maddesinde, herkesin, adil yargılanma hakkına sahip olduğu; 138.
maddesinde, hiçbir organ, makam, merci veya kiĢinin yargı yetkisi kullanan mahkemelere ve
hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde
bulunamayacağı belirtilmiĢ; 148. maddesinin beĢinci fıkrasında, bireysel baĢvuruya iliĢkin
usul ve esaslar; 159. maddesinde ise Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usullerinin kanunla
düzenleneceği kural altına alınmıĢtır.
Kanun‘un 49. maddesinde, kabul edilebilirliğine karar verilen bireysel baĢvuruların esas
incelemesinin bölümler tarafından yapılacağı, kabul edilebilirliğine karar verilen baĢvuruların
bir örneğinin bilgi için Adalet Bakanlığına gönderileceği ve Bakanlığın gerekli gördüğü
hallerde görüĢünü yazılı olarak Mahkemeye bildireceği belirtilmiĢtir.
Kanun koyucu, Kanun‘un 49. maddesinde, komisyonların ve bölümlerin bireysel
baĢvuruları incelerken bir temel hakkın ihlal edilip edilmediğine yönelik her türlü araĢtırma
ve incelemeyi yapabileceği, baĢvuruyla ilgili gerekli görülen bilgi, belge ve delilleri
ilgililerden isteyebileceği Ģeklinde bir düzenleme getirerek, varsa bir ihlalin ortaya çıkarılması
için gerekli usul kurallarına yer vermiĢtir. Ayrıca, kanun koyucu aynı maddede, Mahkemenin
gerekli görmesi halinde duruĢma yapabileceği, gerekli tedbirleri alabileceği, Kanun ve
Ġçtüzükte hüküm bulunmayan hallerde, ilgili usul kanunlarının bireysel baĢvurunun niteliğine
uygun olan hükümlerinin uygulanabileceğini belirtmiĢtir.
Bireysel baĢvuruda, davanın bir tarafında hakkı ihlal edildiğini ileri süren ―baĢvurucu‖
varken, diğer tarafta bu ihlale neden olduğu ileri sürülen kamu otoritesi bulunmaktadır. Bu
niteliği ile bireysel baĢvuru yolu Anayasa yargısından, diğer bir ifade ile soyut veya somut
norm denetiminden ayrılmaktadır.
Bu nedenle, kanun koyucunun bireysel baĢvuruların incelenmesi aĢamasında varsa bir
ihlalin ortaya çıkarılması için dava konusu kuralda olduğu gibi bazı usul hukuku araçlarına
yer vermesi, adil yargılamanın gereği olmakla birlikte mahkemelerin bağımsızlığına
müdahale ve mahkemelere verilen emir veya talimat olarak da değerlendirilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2., 36., 138. ve 149. maddelerine
aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 9. ve 148. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
U- Kanun’un 50. Maddesinin (2) Numaralı Fıkrasının Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasıyla Anayasa
Mahkemesine yeniden yargılama yapılmasını isteme yetkisi verildiği, Anayasa‘nın 148.
maddesinde Mahkemenin bireysel baĢvurularda yetkisinin sadece insan hakları ihlallerinin
tespitiyle sınırlı olduğu, Anayasa‘da, bireysel baĢvuru kararlarıyla ilgili bir düzenleme
yapılmadığı halde Kanunla kaynağını Anayasa‘dan almayan bir yetki tanınarak Anayasa
Mahkemesine, diğer mahkemelerin üzerinde, Anayasanın 138. maddesine aykırı olarak
Kanunla emir ve talimat verme yolunun açıldığı ayrıca yeniden yargılamanın kanun koyucu
tarafından dikte ettirildiği ve dayatıldığı, oysa yeniden yargılamanın da Anayasanın 36.
maddesi kapsamında bir hak arama yolu olduğu ve bu hakkın kullanılmasının 36. maddede
hakkı ihlal edilen taraflara tanındığı, bu nedenle kanun koyucu tarafından bu hakkın Kanunla
Anayasa Mahkemesine bırakılamayacağı, Kanunla Mahkemeye böyle bir görevin
verilemeyeceği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 36., 138. ve 148. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüĢtür.
Dava konusu kuralın da yer aldığı Kanun‘un 50. maddesinde, Anayasa Mahkemesince
esastan incelenen bireysel baĢvuru davaları sonunda verilecek kararlar ve bu kararların niteliği
belirtilmiĢtir. Kanun koyucu, maddenin (1) numaralı fıkrasında, Mahkemenin esastan
inceleme sonunda, baĢvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar
verebileceği, ihlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için
yapılması gerekenlere de hükmedeceğini belirlemiĢtir.
Maddenin (2) numaralı fıkrasında da tespit edilen ihlal, bir mahkeme kararından
kaynaklanmıĢ ise ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak
üzere dosyanın ilgili mahkemeye gönderileceği, yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar
bulunmayan hâllerde baĢvurucu lehine tazminata hükmedilebileceği veya genel
mahkemelerde dava açılması yolunun gösterilebileceği belirtilmiĢtir. Fıkranın üçüncü
cümlesinde ise yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkemelerin Anayasa Mahkemesinin
ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak Ģekilde mümkünse dosya
üzerinden karar vereceği kural altına alınmıĢtır.
Anayasa‘nın 148. maddesinde yapılan değiĢiklik sonucu bireysel baĢvuruları inceleyip
karara bağlamak Anayasa Mahkemesinin görevleri arasına eklenmiĢ, maddenin beĢinci
fıkrasında da bireysel baĢvuruya iliĢkin usul ve esasların kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir.
Anayasa‘nın 148. maddesinde yer verilen bireysel baĢvuru yolu, dava dilekçesinde
belirtildiği gibi sadece bir hakkın ihlal edilip edilmediğinin tespiti davası değil, bireylerin
temel hak ve özgürlüklerinin kamu gücü tarafından ihlalinin önlenmesi ve bir ihlal tespiti
durumunda da bu ihlalin sonuçlarını ortadan kaldıracak veya meydana gelen zararı giderecek
Ģekilde hukuki sonuçlar doğuran bir dava niteliğindedir. Bu nedenle, kanun koyucu bireysel
baĢvurunun niteliğine uygun gerekli usul hükümlerine Kanun‘da yer vererek, Anayasa
Mahkemesinin görevinin sadece hak ihlallerinin tespiti değil, bu ihlali ortadan kaldıracak
nitelikte kararlar verebilmesine imkân tanıması olduğu açıktır.
Ayrıca, dava dilekçesinde belirtildiği gibi Anayasa‘nın 148. maddesinde Anayasa
Mahkemesinin bireysel baĢvurularda yetkisinin sadece bir hak ihlalinin tespitiyle sınırlı
olduğu yönünde bir kural bulunmamaktadır. Yasama yetkisi genel ve asli bir yetki olup kanun
koyucunun bir konuda düzenleme yapabilmesi için Anayasa tarafından özel olarak
yetkilendirilmiĢ olmasına ihtiyaç yoktur. Bu nedenle kanun koyucu Anayasa‘da açıkça
yasaklanmamıĢ her alanda düzenleme yapabilir. Dava konusu kuralda yer alan düzenlemelerin
de bu kapsamda değerlendirilmesi gerekir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasa‘nın 2., 36. ve 138. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
V- Kanun’un 65. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Ġkinci Cümlesinin
Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, 65. maddenin (1) numaralı fıkrasında, Genel Kurul ve bölümlerin,
kararlarını katılanların salt çoğunluğuyla alacağı belirtildikten sonra, ―Oyların eĢitliği hâlinde
baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olur.‖ denilerek, oyların
eĢitliği halinde BaĢkana, Anayasa‘da öngörülmeyen iki oy niteliği taĢıyan bir güç verildiği, oy
eĢitlik ilkesinin hukuk devletinin en temel unsuru olduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2.
ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Kanun‘un 65. maddesinde, kanun koyucu, Mahkemenin toplantılarda oylama Ģekli ve
karar nisabının nasıl uygulanması gerektiğine iliĢkin kurala yer vererek, bölümlerin ve Genel
Kurulun, kararlarını katılanların salt çoğunluğu ile alacağı, dava konusu kuralda da oyların
eĢitliği halinde Mahkeme BaĢkanının bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ
olacağı belirlenmiĢtir.
Oyların eĢitliği halinde BaĢkanın oyunun bulunduğu tarafa üstünlük tanınması
yönteminin diğer bazı yüksek mahkeme kanunlarında olduğu gibi, mukayeseli hukuk
açısından da uygulanan ve benimsenen bir usul olduğu görülmektedir. Ġç hukukta benzer
düzenlemelerin diğer yüksek mahkeme kanunlarında da yer aldığı, mukayeseli hukukta ise
aynı yöntemin Ġtalya, Fransa, Ġspanya, Portekiz, Çek Cumhuriyeti ve Macaristan gibi ülkeler
tarafından da kabul edilmiĢ bir uygulama olduğu görülmektedir.
Anayasa‘nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir hukuk devleti
olduğu; 149. maddesinde, Mahkemenin iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalıĢacağı,
bölümlerin baĢkanvekilinin baĢkanlığında dört üye ile toplanacağı, Genel Kurulun ise BaĢkan
veya BaĢkanın belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında oniki üye ile toplanacağı, Genel
Kurul ve bölümlerin kararlarını salt çoğunlukla alacağı belirtilmiĢtir.
Anayasa koyucu, toplantı yeter sayısını en az onüç olarak belirlemekle birlikte, Genel
Kurulun 14 veya 16 üye ile toplanması durumunda, oyların eĢitliği halinde kararın hangi
yönde verildiğine iliĢkin bir düzenlemeye Anayasa‘da yer vermemiĢtir. Dolayısıyla, bu
konuda kanunla bir düzenleme yapılmasının gerekliliği açıktır.
Yasama yetkisinin asliliği ve genelliği ilkesi gereğince kanun koyucu bu alandaki
boĢluğu Kanun‘un 65. maddesindeki dava konusu kural ile düzenlemiĢtir. Anayasa‘da
düzenlenmemiĢ bir alanın kanun koyucunun takdirine bırakıldığı, Anayasa‘nın temel ilkeleri
ile yasaklayıcı hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, bu konudaki tercihin kanun koyucunun
takdiri kapsamında kaldığı kabul edilmelidir.
Anayasa‘da düzenlenmediği için uygulamada belirsizliğe yol açacak bir alanın,
öngörülebilir ve uygulanabilir Ģekilde kanunla düzenlenmesi, Anayasa‘nın 2. maddesinde
belirtilen hukuk devletinin gereğidir. Bu nedenle, Anayasa‘da yer verilmeyen Mahkeme
Genel Kurulunun çift sayıyla toplanması durumunda oyların eĢitliği sonucu ortaya çıkan
belirsizliği kanun koyucunun kanunla düzenlemesi hukuk devletine aykırılık oluĢturmaz.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra
Ayla PERKTAġ bu görüĢe katılmamıĢlardır.
Y- Geçici 1. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan
“…görevleri, bu kanunun yayımı tarihinde sona erer” Ġbaresi ve Ġkinci Cümlesinde Yer
Alan “…ya da Adalet Bakanlığı teşkilatında…” Ġbaresi ile (2) Numaralı Fıkrasında Yer
Alan “…birinci fıkrada sayılanlar hariç…” Ġbaresinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, geçiĢ hükümlerinin düzenlendiği geçici 1. maddenin (1) numaralı
fıkrasında, Mahkeme bünyesinde yer alan müdürlükler ile uzman kadrosunda bulunan
personelin kanunla görevlerine son verilerek Adalet Bakanlığı teĢkilatında baĢka bir kadroya
atandıkları, yapılan bu değiĢikliklerin hiçbir ihtiyaç belirtilmeden ve gerekçe gösterilmeden
yapıldığı, kurum birleĢmesi ve tasfiyesi gibi bir değiĢiklik olmadan yapılan bu değiĢikliğin
boĢalan görevlere yeni atamalar yapılarak kadrolaĢma amacını taĢıdığı, hizmetin gereklerinin
ve kamu düzeninin esas alınmadığı bir tasfiye öngörüldüğü belirtilerek kuralların,
Anayasa‘nın 2. ve 128. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 148. ve devamı maddelerinde yapılan değiĢiklik sonucu Mahkemenin
yapısı, üye sayısı ile görev ve yetkilerinde önemli değiĢiklikler yapılmıĢ, Mahkemeye diğer
görevlerinin yanında bireysel baĢvuruları da inceleme görevi verilmiĢtir. Anayasa‘da yapılan
değiĢikliklere paralel olarak Kanun ile Mahkemenin teĢkilat yapısında değiĢiklik yapılarak,
verimli olmayan müdürlükler tek çatı altında birleĢtirilmiĢ, bazı birimlere ise Kanun‘da yer
verilmeyerek, on sekiz olan müdürlük sayısı sekize düĢürülmüĢtür
Mahkemenin daha dinamik bir yapıya kavuĢturularak, idari iĢleyiĢiyle ilgili hızlı ve
yerinde karar almasını sağlayarak kamu hizmetinde verimi artırmak amacıyla yapılan bu
değiĢiklik sonucu kadrosu bulunmayan ancak, müdür olarak görev yapan personelin
durumlarının belirsizlikten kurtarılması amacıyla da Kanun‘un geçici 1. maddesinde bazı
kurallar belirlenmiĢtir. Maddenin dava konusu kuralların da yer aldığı (1) numaralı fıkrasında,
―Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığında; Genel Sekreter Yardımcısı, Yazı ĠĢleri Müdürü, Basın
ve Halkla ĠliĢkiler Müdürü, Kararlar Müdürü, Özel Kalem Müdürü, ArĢiv Müdürü, Mali ĠĢler
Müdürü, Bilgi ĠĢlem Müdürü, Ġkmal Müdürü, Personel ve Eğitim Müdürü, Yayın ĠĢleri
Müdürü, Kütüphane Müdürü, Ġdarî ĠĢler Müdürü, Müdür, Ayniyat Saymanı ve Sivil Savunma
Uzmanı kadro unvanlı görevlerde bulunanların görevleri, bu Kanunun yayımı tarihinde sona
erer. Bunlar en geç altı ay içinde Mahkemede ya da Adalet Bakanlığı teĢkilatında derece ve
kademelerine uygun kadrolara atanırlar. Atama iĢlemi yapılıncaya kadar BaĢkanlıkça
durumlarına uygun iĢlerde görevlendirilebilirler. Bunlar, yeni bir kadroya atanıncaya kadar,
eski kadrolarına ait aylık, ek gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali haklarını
almaya devam ederler. Söz konusu personelin, atandıkları yeni kadroların aylık, ek gösterge,
her türlü zam ve tazminatları ile diğer mali haklar toplamı, eski kadrolarına ait aylık, ek
gösterge ve her türlü zam ve tazminatlar ile diğer mali hakları net tutarından az olması
hâlinde, aradaki fark, farklılık giderilinceye kadar, atandıkları kadrolarda kaldıkları sürece
herhangi bir kesintiye tabi tutulmaksızın tazminat olarak ödenir.‖ hükmü yer almaktadır.
Maddenin (2) numaralı fıkrasında ise BaĢkanlığa ait kadrolarda bulunanlardan, (1)
numaralı fıkrada sayılanlar hariç kadro ve görev unvanları değiĢmeyenlerin baĢkanlığa ait
aynı unvanlı kadrolara atanmıĢ sayılacakları kuralına yer verilmiĢtir. Maddenin (2) numaralı
fıkrasında yer alan ―birinci fıkrada sayılanlar hariç‖ Ģeklindeki ibarenin de iptali talep
edilmiĢtir.
Anayasa‘nın 2. maddesindeki ―hukuk devleti‖ ilkesi gereğince, yasama iĢlemlerinin
kiĢisel yararları değil kamu yararını gerçekleĢtirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir
kuralın Anayasa‘ya aykırılık sorunu çözümlenirken ―kamu yararı‖ konusunda Anayasa
Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp
yapılmadığı ile sınırlıdır.
Mahkemenin idari teĢkilat olarak daha dinamik bir yapıya kavuĢturulması amacıyla bazı
müdürlüklerin birleĢtirilmesi sonucu bu kadrolarda görev yapan personelin kadrosuzluktan
dolayı baĢka görevlere veya Adalet Bakanlığı kadrolarına atanmalarını öngören kuralın kamu
yararı amacı taĢıdığı açıktır.
Hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden birisi kazanılmıĢ haklara saygı
gösterilmesidir. KazanılmıĢ haklara saygı, hukuk güvenliği ilkesinin bir sonucudur.
KazanılmıĢ hak, kiĢinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiĢ ve kendisi yönünden
kesinleĢmiĢ ve kiĢisel alacak niteliğine dönüĢmüĢ haktır. Ġptali istenilen kurallarda kiĢilerin
bulunduğu statülerden doğan, tahakkuk etmiĢ ve kendileri yönünden kesinleĢmiĢ ve kiĢisel
alacak niteliğine dönüĢmüĢ haklara yönelik bir düzenleme öngörülmediğinden dava konusu
kuralın kazanılmıĢ hakları ihlal ettiği söylenemez.
Anayasa‘nın 128. maddesi gereğince memurlar ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri,
atanmaları görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ile diğer özlük
iĢlerinin kanunla düzenleneceği belirtilmiĢtir.
Kanun koyucu tarafından dava konusu kuralda, Mahkemenin teĢkilat yapısındaki
değiĢiklik nedeniyle kadrosu kaldırılan personelin görevlerinin, yasanın yürürlüğe girdiği
tarihte sona ermesini ve bu kiĢilerin en geç altı ay içinde Mahkemede ya da Adalet Bakanlığı
teĢkilatında derece ve kademelerine uygun kadrolara atanmaları öngörülmüĢtür.
Düzenlemenin emredici nitelikte olması ve dava konusu kural kapsamında bulunan
memurların atama ve özlük iĢleriyle ilgili hükümlerin kanunla düzenlendiği açıktır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 2. ve 128. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Z- Kanun’un 77. Maddesinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, Kanun‘un 77. maddesinde, ―Bu Kanun hükümlerini Bakanlar
Kurulu yürütür.‖ denilerek, Anayasa Mahkemesi Kanunu‘nun yürütmesinin, yürütme organı
olan Bakanlar Kuruluna bırakıldığı, Anayasayla kurulan, üyeleri ve nitelikleri Anayasayla
belirlenen, görev ve yetkileri, çalıĢma ve yargılama usulü ile kararları Anayasa‘da gösterilen,
Anayasa Mahkemesinin, yürütme organı içinde bir kurum olmadığı, Kanun‘u yürüten
organın, aynı zamanda, hukuksal yetki ve sorumluluğu üstlenen organ olduğu, Anayasa‘da,
Bakanlar Kuruluna, Anayasa Mahkemesinin, görev, yetki, çalıĢma ve yargılama alanıyla ilgili
bir yetki ve sorumluluk verilmediği, bu nedenle dava konusu kuralın soyut, belirsiz,
öngörülemez, yaĢama geçmesi ve uygulanması olanaklı olmayan bir düzenleme anlamına
geldiği, hukuk devletinde böyle bir kuralının kabul edilemeyeceği belirtilerek kuralın,
Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 9., 148. ve 149. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 148. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkileri; 149.
maddesinde, çalıĢma ve yargılama usulleri düzenlenmiĢ, maddenin beĢinci fıkrasında ise
Mahkemenin kuruluĢu, genel kurul ve bölümlerin yargılama usullerinin kanunla
düzenleneceği belirtilmiĢtir.
Kanun koyucu, 6216 sayılı Kanun‘u yaparak yasalaĢtırmıĢ ve 77. maddesinde Kanun‘un
yürütmesinin Bakanlar Kurulu tarafından yerine getirileceğini belirlemiĢtir.
Anayasa‘nın 109. maddesinde, Bakanlar Kurulu‘nun, BaĢbakan ve bakanlardan
oluĢacağı; 112. maddesinde ise BaĢbakan‘ın, Bakanlar Kurulu‘nun baĢkanı olarak, bakanlıklar
arasında iĢbirliğini sağlayacağı ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceği,
Bakanlar Kurulu‘nun da bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumlu olacağı
öngörülmüĢtür.
Bakanlar Kurulu, genel yürütme yetkisine sahip tek organdır. Bu nedenle Anayasa‘da
ve kanunlarda bu Kurulun görev ve yetkileri tek tek sayma yöntemiyle belirtilmemiĢtir.
Anayasa‘nın ve kanunların kendisine verdiği görevleri yerine getirdiği gibi kanunların
uygulanması ile ilgili bütün görevleri de yerine getirir. Bir kanunun bakanlar kurulu
tarafından yürütüleceğini belirtmek, o kanunun içerisinde düzenlenen her görevin yürütme
tarafından yerine getirileceği anlamı taĢımamaktadır. Kanunlarda yer verilen yürütme
maddesi soyut, genel ve bir anlamda sembolik bir yetkiyi içermektedir. Bu nedenle 6216
sayılı Kanun‘un yürütülmesi görevinin Bakanlar Kuruluna bırakılması, Mahkeme‘nin faaliyet
alanına yürütmenin müdahalesi olarak değerlendirilemez.
Diğer taraftan, mahkemelerin teĢkilat kanunları ile diğer kanunlar arasında bir
bağlantının bulunduğu, özellikle personel ve mali haklar, atama emeklilik ve sosyal haklarla
ilgili kanunların yürütülmesinde siyasi sorumluluğun Bakanlar Kuruluna ait olduğu,
dolayısıyla yargısal faaliyetlerin dıĢında kalan alanların yürütülmesi iĢleminin Bakanlar
Kurulunun genel yürütme yetkisi kapsamında kalan idari bir görev olarak değerlendirilmesi
gerektiği açıktır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2., 148. ve 149. maddelerine
aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralın, Anayasanın BaĢlangıç‘ı ve 9. maddesi ile ilgisi görülmemiĢtir.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠ
30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun‘un:
A- 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “…kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki
kanununda öngörülen süre içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar
Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup bulunmadığı … ” bölümüne iliĢkin yürürlüğün
durdurulması isteminin, koĢulları oluĢmadığından REDDĠNE,
B- 1- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan “… veya yaptırmak”
sözcüklerine,
2- 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının, (b) bendinde yer alan “… yapıyor …”
sözcüğüne ve (c) bendinin (3) numaralı alt bendinin “… Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya
üyesi ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar
yardımcısı, büyükelçi veya vali olmak” bölümüne,
3- 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerine,
4- 14. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendine,
5- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, (ç) bendine ve (e) bendinde yer alan “…
BaĢkanın izniyle …” sözcüklerine,
6- 16. maddesinin, (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesi ile (5) numaralı fıkrasının
üçüncü cümlesine,
7- 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “… Genel Kurulun …” sözcüklerine,
8- 22. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “… komisyonların …” sözcüğüne,
9- 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesine,
10- 33. maddesine,
11- 34. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “… Mahkemenin hizmet birimlerinde çalıĢan
657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun görmesi üzerine,
mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve taĢra teĢkilatı
kadrolarına atanabilirler” bölümüne,
12- 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının, “teklif” sözcüğünün yanında yer alan “…
çoğunluğuna …” sözcüğü ile ”… ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün …” bölümüne,
13- 39. maddesinin (4) numaralı fıkrasına,
14- 45. maddesinin, (2) numaralı fıkrasında yer alan “… idari ve yargısal …”
sözcükleri ile (3) numaralı fıkrasına,
15- 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesine,
16- 47. maddesinin (6) numaralı fıkrasında yer alan “… yazı iĢleri …” sözcüklerine,
17- 49. maddesinin (2) numaralı fıkrasına,
18- 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasına,
19- 55. maddesinin, (2) numaralı fıkrasının son cümlesi ile (3) numaralı fıkrasına,
20- 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesine,
21- Geçici 1. maddesinin;
a- (1) numaralı fıkrasının, birinci cümlesinde yer alan “… görevleri, bu Kanunun
yayımı tarihinde sona erer” ibaresi ile ikinci cümlesinde yer alan “… ya da Adalet Bakanlığı
teĢkilatında …” ibaresine,
b- (2) numaralı fıkrasında yer alan “… birinci fıkrada sayılanlar hariç …” ibaresine,
22- 77. maddesine,
yönelik iptal istemleri, 1.3.2012 günlü, E.2011/59, K.2012/34 sayılı kararla
reddedildiğinden, bu madde, fıkra, bent, cümle, bölüm, ibare ve sözcüklere iliĢkin yürürlüğün
durdurulması isteminin REDDĠNE,
1.3.2012 gününde OYBĠRLĠĞĠYLE karar verilmiĢtir.
VI- SONUÇ
30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu Ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun‘un:
1- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan “… veya yaptırmak”
sözcüklerinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Fulya
KANTARCIOĞLU ile Mehmet ERTEN‘in karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- 6. maddesinin (2) numaralı fıkrasının;
a- (b) bendinde yer alan “… yapıyor …” sözcüğünün Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
b- (c) bendinin (3) numaralı alt bendinin “… Yükseköğretim Kurulu BaĢkan veya üyesi
ya da bir yükseköğretim kurumunun rektör veya dekanı ya da müsteĢar, müsteĢar yardımcısı,
büyükelçi veya vali olmak” bölümünün Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin
REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
3- 13. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) ve (d) bentlerinin Anayasa‘ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
4- 14. maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve
iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
5- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a- (ç) bendinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
b- (e) bendinde yer alan “… BaĢkanın izniyle …” sözcüklerinin Anayasa‘ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN ile
Osman Alifeyyaz PAKSÜT‘ün karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
6- 16. maddesinin;
a- (2) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
b- (5) numaralı fıkrasının üçüncü cümlesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
7- 19. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “… Genel Kurulun …” sözcüklerinin
Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
8- 22. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan “… komisyonların …” sözcüğünün
Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
9- 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına
ve iptal isteminin REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Osman Alifeyyaz
PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAġ‘ın karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
10- 33. maddesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
11- 34. maddesinin (1) numaralı fıkrasının “… Mahkemenin hizmet birimlerinde
çalıĢan 657 sayılı Kanuna tabi personel, Genel Sekreterin teklifi ve BaĢkanın uygun
görmesi üzerine, mükteseplerine uygun olarak Adalet Bakanlığınca Bakanlık merkez ve
taĢra teĢkilatı kadrolarına atanabilirler” bölümünün Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
12- 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
a- “teklif” sözcüğünün yanında yer alan “… çoğunluğuna …” sözcüğünün Anayasa‘ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
b- ”… ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün …” bölümünün Anayasa‘ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Serruh KALELĠ, Fulya KANTARCIOĞLU,
Mehmet ERTEN ile Zehra Ayla PERKTAġ‘ın karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
c- “…kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde
çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının
bulunup bulunmadığı …” bölümünün Anayasa‘ya aykırı olduğuna ve ĠPTALĠNE,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
13- 39. maddesinin (4) numaralı fıkrasının Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
14- 45. maddesinin;
a- (2) numaralı fıkrasında yer alan “… idari ve yargısal …” sözcüklerinin Anayasa‘ya
aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
b- (3) numaralı fıkrasının Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
15- 46. maddesinin (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinin Anayasa‘ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
16- 47. maddesinin (6) numaralı fıkrasında yer alan “… yazı iĢleri …” sözcüklerinin
Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
17- 49. maddesinin (2) numaralı fıkrasının Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
18- 50. maddesinin (2) numaralı fıkrasının Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
19- 55. maddesinin;
a- (2) numaralı fıkrasının son cümlesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal
isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
b- (3) numaralı fıkrasının Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
20- 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin Anayasa‘ya aykırı
olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN,
Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla PERKTAġ‘ın karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
21- Geçici 1. maddesinin;
a- (1) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “… görevleri, bu Kanunun yayımı
tarihinde sona erer” ibaresinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
b- (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “… ya da Adalet Bakanlığı
teĢkilatında …” ibaresinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
c- (2) numaralı fıkrasında yer alan “… birinci fıkrada sayılanlar hariç …” ibaresinin
Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
22- 77. maddesinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
1.3.2012 gününde karar verildi.
BaĢkan
HaĢim KILIÇ
BaĢkanvekili
Serruh KALELĠ
BaĢkanvekili
Alparslan ALTAN
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
Üye
Mehmet ERTEN
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye
Zehra Ayla PERKTAġ
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Burhan ÜSTÜN
Üye
Engin YILDIRIM
Üye
Nuri NECĠPOĞLU
Üye
Hicabi DURSUN
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
Üye
Erdal TERCAN
KARġIOY
Anayasa‘nın 148. maddesi, Anayasa Mahkemesinin;
1) Kanunları,
2) Kanun Hükmünde Kararnameleri,
3) Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü‘nün,
ġEKĠL ve ESAS bakımından uygunluk denetimini yapacağını
ġEKĠL bakımından denetiminin ise;
1) Kanunlarda; son oylamanın öngörülen çoğunlukta yapılıp yapılmadığı,
2) Anayasa değiĢikliklerinde;
- Teklif ve oylama çoğunluğuna
- ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına
Uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlı olduğunu YAZMIġTIR.
Kalan denetlenebilen mevzuat için ise bir açıklama, sınırlama ya da KANUNLA
düzenlenebileceği gibi anayasal bir ifade YOKTUR. Bu ifade olmadıkça da denetime
müdahale sayılacak kural ile getirilen 6216 sayılı Yasa‘nın 36 maddesinin birinci fıkrasında
yer alan sınırlamanın yasal dayanağı var sayılamaz.
Yasama yetkisinin genelliği ve asliliği ilkesi yasa koyucuya ilk ELDEN ve doğrudan
―MADDE 36- (1) ġekil bakımından denetim; Anayasa değiĢikliklerinde teklif çoğunluğuna,
oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı; kanunların
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün son oylamasının öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı‖ Ģeklindeki düzenleme alanı serbestisi getiriyorsa da yetkisinin kaynağının
meĢruluğu ve varlık nedeninin bulunmuĢ olması da kaçınılmaz olacaktır. Mahkemenin
denetim alanını ve niteliğini belirleyen Anayasa‘nın 148. maddesindeki normatif düzenleme,
Ģekil denetiminde son oylamanın öngörülen çoğunlukta yapılıp yapılmadığına iliĢkin denetim
Ģartını iç tüzük değiĢikliklerinde kanun Hükmünde Kararnameler gibi alan dıĢında bırakmıĢ
onu (Ġçtüzüğü) kanunlar ile aynı kategoride değerlendirmemiĢtir.
Bu hali ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü Ģekil denetiminde herhangi bir sınıra
uymadan denetlenebilecek iken iptali istenen kuralda getirilen sınırlama ile, (örneğin, kanun
tasarı ve tekliflerinin görüĢülme usulüne tabii bir iç tüzük değiĢikliği sırasında, toplantı ya da
karar yeter sayısı eksikliği uyarısı ve sayımı istemini dikkate almaksızın tümü oylanmıĢ bir iç
tüzük değiĢikliği teklifinde sonuca müessir bir usulü eksiklik görmezden gelindiğinde,)
denetlenebilecek alanın yalnızca sadece son oylama çoğunluğunun varlığını aramaya yönelik
olması halinde görmezden gelinen eksiklik yönünden Ġçtüzük değiĢiklikleri içinde olası
hukuksuzluklar barındırabilecektir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi iç tüzüğünün 81. maddesinin ikinci fıkrasında ki gibi
talebe rağmen açık oy yerine iĢaretle yapılan oylamada son oylamanın öngörülen çoğunluğa
eriĢtiğinin denetimi nasıl yapılabilecek, sadece bu fiilin tespit ve varlığına indirgenmiĢ
denetim yapılmıĢ olabilecekmidir. Çok çeĢitli uygulama sorunlarını da beraberinde getiren
kural bu gibi haklı nedenler ile Anayasa koyucu tarafından 148. maddesinde kanunlardan
farklı kategoride ele alınmıĢ ve denetimine sınırlama getirilmemiĢtir. Bu halde iç tüzük
denetiminde yasa ile düzenleme yapıp Anayasa‘ya aykırı bir Ģekilde Anayasa Mahkemesinin
görev alanı sınırlandırılamaz.
Anayasa ilgili maddesinde yer almayan sınırlama ilkelerini geniĢletip takdir hakkı
kapsamında kurala taĢıyan ve yasa koyucu tarafından yasaklanmamıĢ alanların
düzenlenebilmesinde sınırsız serbestlik anlayıĢını yansıtan çoğunluk görüĢüne
katılınmamıĢtır. Kural Anayasa‘nın 148. maddesine aykırıdır iptali gerekir.
BaĢkanvekili
Serruh KALELĠ
KARġIOY GEREKÇESĠ
I- Yasa‘nın 3. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendinde Yer Alan ―veya
yaptırmak‖ Sözcükleri Yönünden
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun‘un 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde, ―siyasi partilerin mal edinimleri
ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetimini yapmak veya yaptırmak‖ Anayasa
Mahkemesi‘nin görev ve yetkileri arasında sayılmıĢ, bu bende yönelik iptal istemi ise ―veya
yaptırmak‖ sözcükleriyle sınırlı tutulmuĢtur.
Anayasa‘nın 69. maddesinin üçüncü fıkrasında, ―Siyasi partilerin gelir ve giderlerinin
amaçlarına uygun olması gereklidir. Bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir. Anayasa
Mahkemesince siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun
tespiti, bu hususun denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunla
gösterilir. Anayasa Mahkemesi, bu denetim görevini yerine getirirken SayıĢtay‘dan yardım
sağlar. Anayasa Mahkemesi‘nin bu denetim sonunda vereceği kararlar kesindir.‖
denilmektedir. Buna göre, siyasi partilerin mali denetimini yapmak, münhasıran Anayasa
Mahkemesi‘ne ait bir görev olup, söz konusu denetimin baĢka bir kurum veya kuruluĢa
yaptırılması olanaklı değildir. SayıĢtay‘dan sağlanacak yardımın ise ―yaptırmak‖ kapsamında
olmadığı açıktır. 6216 sayılı Yasa‘nın siyasi partilerin mali denetiminin düzenlendiği 55. ve
56. maddelerinde yer alan kurallardan, yapılacak mali denetimin Anayasa ile uyumlu olarak
Anayasa Mahkemesi‘nin görev ve sorumluluğu içinde kaldığı anlaĢılmaktadır. Ancak, bu
durumun, Mahkeme‘ye Anayasa ile belirlenen görev sınırlarını aĢacak biçimde yetki veren
dava konusu sözcüklerin, Anayasa‘ya aykırılığı sorununu ortadan kaldırmayacağı açıktır.
Belirtilen nedenlerle Anayasa‘ya aykırı olan dava konusu sözcüklerin, iptal edilerek;
yasa kuralının her türlü duraksamayı önleyecek bir içeriğe kavuĢturulması gerekirken
yorumlu ret kararı ile belirtilen sözcüklerin geçerliliğini sürdürmesine izin verilmesi
Anayasa‘nın üstünlüğü ve anayasal denetimin amaçları ile bağdaĢmamaktadır.
II- Yasa‘nın 15. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendinde Yer Alan ―BaĢkanın
izniyle‖ Sözcükleri Yönünden
6216 sayılı Yasa‘nın 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde üyelerin, davet
olundukları ulusal ve uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara BaĢkanın
izniyle katılabilecekleri öngörülmüĢ, dava dilekçesinde, Kural‘da yer alan ―baĢkanın izniyle‖
sözcüklerinin Anayasa‘ya aykırılığı nedeniyle iptali istenmiĢtir.
Dava konusu kuralla üyelerin her türlü bilimsel toplantıya konuĢmacı veya izleyici
olarak katılımları BaĢkan‘ın iznine bağlanmıĢtır.
Anayasa‘nın 26. maddesine göre, herkes, düĢünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya
baĢka yollarla tek baĢına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet
resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak, ya da vermek serbestliğini
de kapsar. Bu özgürlüğün, maddede sayılan nedenlerle sınırlanabilmesi olanaklı ise de
üyelerin bilimsel toplantılara katılabilmeleri, sınırlamaya esas alınacak konular arasında yer
almamaktadır. Üyelerin bilimsel toplantılara katılarak bilgi alıĢ veriĢinde bulunmalarının,
bunun sonucu olarak karar verme sürecinde bilimsel verilerden de yararlanmalarının
yargılama faaliyetlerinin daha ileri noktalara taĢınmasındaki önemi yadsınamaz.
Mahkeme‘nin çalıĢma düzenini gözeterek, bilgi ve deneyimleri çerçevesinde hangi toplantıya
konuĢmacı ya da izleyici olarak katılacağı her üyenin kendi takdir ve değerlendirmesi içinde
kalan bir husustur.
Açıklanan nedenlerle dava konusu sözcüklerin hizmetin gerekleriyle bağdaĢmadığı gibi,
Anayasa ile de uyum içinde olmadığı sonucuna varılmıĢtır.
III- Yasa‘nın 27. Maddesinin (4) Numaralı Fıkrasının Son Tümcesi Yönünden
6216 sayılı Yasa‘nın 27. Maddesinin, Mahkeme‘ye raportör yardımcısı olarak
atanacakların, giriĢ sınavlarında yapılacak mülâkatı düzenleyen (4) numaralı fıkrasının son
cümlesinde, ―Bunun dıĢında mülâkat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılamaz.‖
denilerek, bu konuda sınırlayıcı bir kural getirilmiĢtir.
Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun
olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren tüm eylem ve
iĢlemlerini objektif esaslara bağlayarak yargı denetimine açan, adil yargılanma hakkını
sağlayan devlettir. Yasa koyucunun, bu doğrultuda düzenlemeler yaparak hukuk devletini
yaĢama geçirmekle yükümlü olduğu gözetildiğinde idarenin, personel alımında uyguladığı
mülâkatta, yargısal denetimi kolaylaĢtırmak amacıyla kayıt sistemi ya da baĢka bir yöntemi
uygulamasının engellenmesi, öncelikle hukuk devleti anlayıĢının özümsenemediğinin
göstergesidir. Kamu hizmetinin özelliğine göre istihdam edilecek kiĢilerde hangi vasıfların
aranacağının ve göreve alınmada nasıl bir yöntem uygulanacağının objektif esaslara göre
belirlenmesi ve hiçbir kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde sonuca ulaĢılmasının sağlanması
idarenin sorumluluğu altındadır. Bu sorumluluğun, gereği gibi yerine getirebilmesi için
idarenin takdir yetkisini kullanarak belirleyeceği yöntemlere yasa ile müdahale edilmesi,
hukuk devleti olma iddiasından vazgeçildiği anlamına geleceğinden, Anayasa ile bağdaĢmaz.
Hukuk devletinde, getirilen bir yasaklama ile idarenin takdir yetkisi kaldırılıyorsa, bunun
Ģeffaflığı ve objektifliği engelleyerek yargısal denetim alanını daraltmak değil, aksine
geniĢletmek amacıyla yapılması gerekir.
Öte yandan, Anayasa‘nın 70. maddesine göre, her Türk, kamu hizmetlerine girme
hakkına sahiptir; Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden baĢka hiçbir ayırım
gözetilemez. Bu ilkenin uygulamaya yansıtılmasının en etkili yolunun, hizmete alınacakların
niteliklerinin saptanmasında, objektif yöntemlerin uygulanması olduğu kuĢkusuzdur.
Ġdarelerin kamu personelinin atanmasını bu çerçevede gerçekleĢtirmeleri, hizmetin gerekli
kıldığı özellikler dıĢında öznel değerlendirmelere yol açacak ya da bu izlenimi verecek
davranıĢlardan kaçınmaları Anayasa‘nın 70. maddesinin gereğidir. Kamu hizmetine alınmada
objektif esasların uygulanmasını engelleyen kuralların ise bu ilkeyle bağdaĢmadığı açıktır.
Belirtilen nedenlerle dava konusu Kural Anayasa‘ya aykırıdır.
IV- Yasa‘nın 36. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının ―ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Ġçtüzüğünün‖ ve ―kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde
çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının bulunup
bulunmadığı‖ Bölümleri Yönünden
6216 sayılı Yasa‘nın 36. maddesinin (1) numaralı fıkrası ile Türkiye Büyük Millet
Meclisi Ġçtüzüğü ve kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil yönünden denetiminde bazı
sınırlamalar getirilmiĢtir.
Anayasa‘nın 148. maddesinin ilk fıkrasında, Anayasa Mahkemesi‘nin kanunların, kanun
hükmünde kararnamelerin (KHK) ve Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Ġçtüzüğü‘nün
Anayasa‘ya Ģekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetleyeceği, ikinci fıkrasında da
kanunların Ģekil bakımından denetlenmesinin, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı Ģartına uyulup uyulmadığı hususu ile sınırlı olduğu belirtilmiĢtir. KHK‘ler ile
TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetiminde ise bir sınırlama öngörülmediği gibi, bu
hususun kanunla düzenleneceğine iliĢkin bir kurala da yer verilmemiĢtir. Buna göre,
KHK‘lerin ve TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetimi konusunda yasa ile düzenleme
yapılarak Anayasa Mahkemesinin görev alanının sınırlandırılması olanaklı değildir. Anayasa
koyucunun arzu etmesi durumunda kanunlar ve Anayasa değiĢikliklerinde olduğu gibi
KHK‘ler ve TBMM Ġçtüzüğü‘nün Ģekil bakımından denetiminde de sınırlama getirmesine
engel bulunmadığı halde bu yola baĢvurulmamıĢ olması, bu tür bir sınırlamaya gerek
duyulmadığını göstermektedir. Bu nedenle KHK ve TBMM Ġçtüzüğü‘ne iliĢkin dava konusu
düzenlemeler Anayasa‘nın 148. maddesine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasa‘nın KHK çıkarma yetkisinin kapsamı ve sınırlarını belirleyen 91.
maddesi, denetimle ilgili bir kural içermediğinden, bu maddenin KHK‘lerin Ģekil bakımından
denetiminin Anayasal dayanağını oluĢturamayacağı açık olup, kararın anılan maddenin esas
alındığı KHK‘lerle ilgili gerekçesine bu madde yönünden katılmak mümkün değildir.
V- Yasa‘nın 65. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının Ġkinci Tümcesi Yönünden
6216 sayılı Yasa‘nın ―oylama Ģekli ve karar nisabı‖ baĢlıklı 65. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının ilk tümcesinde, Genel Kurul ve bölümlerin, kararlarını katılanların salt
çoğunluğuyla alacağı dava konusu ikinci tümcesinde ise oyların eĢitliği halinde baĢkanın
bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olacağı hükme bağlanmaktadır.
Anayasa‘nın 149. maddesinin ilk fıkrasında, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla ilgili
olarak bölümler ve Genel Kurul‘un kararlarını salt çoğunlukla alacağı belirtilmektedir. Salt
çoğunluk, oylamaya katılanların yarısından bir fazla sayıdaki çoğunluğu ifade ettiğinden,
oyların eĢitliği halinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢüne ağırlık verilerek oluĢturulan
kararın salt çoğunlukla alındığı kabul edilemez.
Öte yandan, Yüce Divan‘da yapılan ceza yargılamasında, oyların eĢitliği halinde iki oy
etkisi yaratacak biçimde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ
sayılmasıyla, beraat ya da mahkûmiyet konusunda, kurul yerine baĢkanın iradesi belirleyici
olacak, böylece kurul halinde yargılama yapılması ile korunması amaçlanan hukuki yarar
gerçekleĢemeyecektir. Bu durumda, sanıklar yönünden yargılama güvencelerinden biri
geçerliliğini yitirerek, adil yargılanma hakkı zedelenecektir.
Dava konusu kuralın yol açabileceği söz konusu uygulamaların, Anayasa‘nın 36 ve 149.
maddeleri ile bağdaĢtırılması olanaksızdır.
Açıklanan nedenlerle Yasa‘nın belirtilen kurallarının Anayasa‘ya aykırı olduğu ve iptali
gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk görüĢüne katılmıyorum.
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
KARġIOY VE FARKLI GEREKÇE
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun‘un:
I- 3. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenilen “veya yaptırmak” ibaresini de
içeren e) bendinde;
“Siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun
denetimini yapmak veya yaptırmak” denilmektedir.
Kural, siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin Kanun‘a uygunluğunun
denetimini yapma görevini Anayasa Mahkemesi‘nin görev ve yetkileri arasında saymıĢ,
“veya yaptırmak” ibaresiyle de bu görevini baĢka bir kurum ya da kuruluĢa
yaptırılabileceğini hüküm altına almıĢtır.
Anayasa‘nın 148. maddesinin son fıkrasındaki “Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile
verilen diğer görevleri de yerine getirir‖ Ģeklindeki kural ile 69. maddesinin üçüncü
fıkrasında yer alan “Siyasî partilerin gelir ve giderlerinin amaçlarına uygun olması
gereklidir. Bu kuralın uygulanması kanunla düzenlenir. Anayasa Mahkemesince siyasî
partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun tespiti, bu hususun
denetim yöntemleri ve aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar kanunda gösterilir. Anayasa
Mahkemesi, bu denetim görevini yerine getirirken SayıĢtaydan yardım sağlar. Anayasa
Mahkemesinin bu denetim sonunda vereceği kararlar kesindir” biçimindeki düzenlemeden,
siyasi partilerin mal edinimleri ile gelir ve giderlerinin kanuna uygunluğunun denetim
görevinin sadece Anayasa Mahkemesi‘ne ait olduğu ve bunun devredilmesine olanak
tanınmadığı anlaĢılmaktadır.
Ġptali istenilen ibare, Anayasa‘nın, Anayasa Mahkemesi dıĢında baĢka bir kurum ya da
kuruluĢça yerine getirilmesine izin vermediği denetim görevini ihtiyaç halinde bir baĢka
kurum ya da kuruluĢa devrederek, o kurum ya da kuruluĢun denetim yapmasına olanak
sağlamaktadır. Bu durum, yoruma ihtiyaç duyulmayacak ve değiĢik bir anlam
yüklenemeyecek Ģekilde, açıktır.
Öte yandan, 6216 sayılı Kanun‘un 55. maddesindeki düzenlemeler baĢka kurum ya da
kuruluĢa denetim yaptırmayla bir ilgi olmayıp, Mahkeme‘nin yapacağı denetimde
SayıĢtay‘dan alacağı yardımı ifade etmektedir.
Bu nedenle kural, Anayasa‘nın, Anayasa Mahkemesi dıĢında baĢka bir kurum ya da
kuruluĢça yerine getirilmesine izin vermediği denetim görevinin devredilebilmesine imkân
sağladığından, Anayasa‘nın 69. maddesine aykırıdır. Ġptali gerekir.
II- 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenilen “Başkanın izniyle” ibaresini
de içeren e) bendinde;
“Görevleri dıĢında resmî veya özel hiçbir görev alamazlar; davet olundukları ulusal ve
uluslararası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara Başkanın izniyle
katılabilirler” hükmü yer almaktadır.
Kural, diğer yükümlülüklerinin yanı sıra, üyelerin kongre, konferans ve benzeri bilimsel
toplantılara katılabilmeleri için baĢkandan izin almalarını da bir yükümlülük olarak
öngörmektedir.
Anayasa Mahkemesi üyeleri nitelikleri, kariyeri, seçimi, görev, yetki ve sorumlulukları
Anayasa maddelerinde özel olarak düzenlenen, kendi alanlarında uzman, yüksek yargı
görevini yerine getirmek için gerekli birikime sahip, Anayasa‘nın 138. ve 139. maddelerinde
belirtilen hâkim bağımsızlığı ve hâkimlik teminatından yararlanan, bu anlamda
bağımsızlıkları ve teminatları anayasal güvence altında bulunan seçkin kiĢilerdir. Onların bu
nitelikleri, yargı bağımsızlığının ve yargıya olan güven duygusunun oluĢmasında önemli bir
yer tutmaktadır. Üyelerin, görevleri dıĢında resmî veya özel hiçbir görev alamamaları,
hiyerarĢik sistem içinde çalıĢtırılmalarının mümkün olmaması, bağımsız olarak yargı görevini
yerine getirmeleri gereğinden kaynaklanmaktadır.
Kuralda yer alan “BaĢkanın izniyle” Ģeklindeki ibare, en yüksek Mahkeme‘de görev
alan üyelerin, Anayasal güvence ile korunan hâkim bağımsızlığından yoksun astlık üstlük
iliĢkisi içinde görev yapan hâkimler olduğu görünümünü vermekte ve toplum nezdinde
bağımsız yargıya olan güven duygusunu zedelemektedir. Hâkimin bağımsız olması kadar
bağımsız görünmesi de yargı bağımsızlığı bakımından önemlidir. Onlar, izinlerini
baĢkanlardan değil kanunlarla yapılacak düzenlemelerden almalıdırlar. Bu nedenle yasa
koyucunun yasal düzenlemeleri yaparken Anayasa‘nın öngördüğü güvenceleri gözetmesi ve
yargı bağımsızlığına zarar verecek düzenlemeleri yapmaktan kaçınması gerekir. Söz konusu
güvencelere zarar veren düzenlemeler Anayasa‘da öngörülen yargı bağımsızlığını ihlâl eder.
Ayrıca, kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara katılma bilimsel geliĢme
sağlamak bakımından Anayasal bir haktır. Böyle bir hakkın kullanılmasının engellenmesine
imkân veren ibarenin bilimi öğrenme hakkına zarar verdiği de açıktır.
Öte yandan, 6216 sayılı Kanun‘un Anayasa Mahkemesi BaĢkanı‘na verdiği yetkiler ve
15. maddenin (1) numaralı fıkrasının diğer bentleri ile (2) numaralı fıkrasında yer alan
yükümlülüklerin, Mahkemedeki yargısal faaliyetlerin zamanında yerine getirilmesi,
Mahkeme‘nin verimli ve uyumlu çalıĢmasını sağlamak için yeterli olduğu gözetildiğinde söz
konusu ibarenin Mahkeme‘nin verimli ve uyumlu çalıĢmasını sağlamak için baĢkana verilmiĢ
bir yetki olarak değerlendirilmesi doğru bir yaklaĢım olarak kabul edilemez.
Bu nedenle ibare, yargı bağımsızlığına ve bilimi öğrenme hakkına zarar verdiğinden
Anayasa‘nın 138. ve 27. maddelerine aykırıdır. Ġptali gerekir.
III- 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının iptali istenilen son cümlesinde;
“Bunun dışında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.” kuralına
yer verilmiĢtir.
Anayasa Mahkemesi‘nin 23.7.2011 – 28003 sayılı Resmî Gazete‘ de yayımlanan
14.04.2011 günlü, E.2009/63 ve K.2011/66 sayılı kararının KARġIOY GEREKÇESĠ
bölümünün I) numaralı bendinde belirttiğim gerekçe uyarınca, kuralın iptali gerektiğinden
çoğunluk görüĢüne katılmadım.
IV- 36. maddesinin iptali istenilen bölümleri de içeren (1) numaralı fıkrasında;
“ġekil bakımından denetim; Anayasa değiĢikliklerinde teklif çoğunluğuna, oylama
çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı; kanunların ve
Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün son oylamasının öngörülen çoğunlukla yapılıp
yapılmadığı; kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde
çıkarılıp çıkarılmadığı ile Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının
bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlıdır‖ düzenlemesi yer almaktadır.
Kural, Anayasa değiĢikliklerinin, kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi
Ġçtüzüğü‘nün ve kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil bakımından denetimini
düzenlemektedir.
Anayasa’nın 148. maddesinin birinci fıkrasında “Anayasa Mahkemesi, kanunların,
kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün Anayasaya
Ģekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel baĢvuruları karara bağlar.
Anayasa değiĢikliklerini ise sadece Ģekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü
hallerde, sıkıyönetim ve savaĢ hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin Ģekil ve
esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz”,
ikinci fıkrasında da “Kanunların Ģekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen
çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değiĢikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna
ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. ġekil
bakımından denetleme, CumhurbaĢkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin
beĢte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten
sonra, Ģekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def‟i yoluyla da ileri sürülemez”
denilmektedir.
Anayasa‘nın 148. maddesinin birinci fıkrasında, Anayasa Mahkemesi tarafından
kanunların, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü‘nün ve kanun hükmünde kararnamelerin
Ģekil ve esas bakımından, Anayasa değiĢikliklerinin ise sadece Ģekil bakımından incelenip
denetlenebileceği öngörülmüĢ, ikinci fıkrasında ise istisnaî olarak Anayasa değiĢiklikleri ile
kanunlar için Ģekil bakımından yapılacak denetimle ilgili sınırlama getirilmiĢ, ancak, Türkiye
Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü ile kanun hükmünde kararnameler bu istisnaya dâhil
edilmeyerek Ģekil bakımından yapılacak denetimde sınırlama yapılması öngörülmemiĢtir.
Ġptali istenilen bölümlerin yer aldığı kuralda, Anayasa‘da öngörülmemiĢ olmasına
rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü‘nün son oylamasının öngörülen çoğunlukla
yapılıp yapılmadığı, kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre
içinde çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının
bulunup bulunmadığı hususlarıyla sınırlı olarak Ģekil bakımından denetim yapılabileceği
düzenlenmiĢtir.
Anayasa koyucunun, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü ile kanun hükmünde
kararnameler için de Ģekil bakımından yapılacak denetime sınırlama getirmesi mümkün iken
getirmemiĢ olması, bunlarla ilgi Ģekil denetiminin sınırsız olarak yapılmasını arzu ettiğini
göstermektedir. Kanun koyucu, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü ile kanun hükmünde
kararnameler için Anayasa‘da öngörülmeyen bir sınırlamaya yer vererek Anayasa‘yı ihlâl
etmiĢlerdir.
Bu nedenle;
-―Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü’nün‖ bölümü Anayasa‘nın 148. maddesine
aykırı olması ve iptal edilmesi gerektiği için bu konudaki redde iliĢkin çoğunluk görüĢüne,
-―Kanun hükmünde kararnamelerin ise yetki kanununda öngörülen süre içinde
çıkarılıp çıkarılmadığı ile CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu üyelerinin imzalarının
bulunup bulunmadığı” bölümünün ise Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı olduğu için iptal
edilmesi gerekirken farklı gerekçe ile iptal edildiğinden çoğunluğun bu konudaki iptal
gerekçesine,
katılmadım.
V- 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenilen ikinci cümlesinde
“Oyların eşitliği hâlinde başkanın bulunduğu tarafın görüşü doğrultusunda karar
verilmiş olur” denilmektedir.
Ġptali istenilen cümlenin yer aldığı kuralda, Genel kurul ve bölümlerin kararlarını
katılanların salt çoğunluğu ile alacağı, oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın
görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ sayılacağı ifade edilmektedir.
Anayasa’nın 149. maddesinin ilk üç fıkrasında;
“Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalıĢır. Bölümler, baĢkanvekili
baĢkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. Genel Kurul, Mahkeme BaĢkanının veya
BaĢkanın belirleyeceği baĢkanvekilinin baĢkanlığında en az oniki üye ile toplanır. Bölümler
ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır. Bireysel baĢvuruların kabul edilebilirlik
incelemesi için komisyonlar oluĢturulabilir.
Siyasî partilere iliĢkin dava ve baĢvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan
sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır, bireysel baĢvurular ise bölümlerce
karara bağlanır.
Anayasa değiĢikliğinde iptale, siyasî partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından
yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu
Ģarttır” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi‘nin çalıĢma usul ve esaslarının düzenlendiği Anayasa‘nın 149.
maddesinde Genel kurul ve bölümlerin salt çoğunlukla karar alabilecekleri, Yüce Divan
sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurul‘ca bakılacağı belirtilmiĢ oyların eĢitliği
hâlinde alınacak kararın ne olacağı gösterilmemiĢtir.
Anayasa‘da belirtilen salt çoğunluğun, oylamada, yarıdan bir fazla üye sayısının oyuyla
sağlanan çoğunluk olduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır. Buna göre, oyların
eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verileceğine iliĢkin
düzenleme, Anayasa‘da öngörülen salt çoğunlukla karar alınmasına iliĢkin kuralla
örtüĢmemektedir. Oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda
karar verileceğine iliĢkin kural, yarıdan bir fazla oy sayısını saptarken üye sayısının esas
alınması gerektiğine iliĢkin Anayasadaki hüküm değil Anayasa‘nın öngörmediği baĢkanlık
sıfatı esas alınmaktadır. Bu durumun ise Anayasa‘nın kabul ettiği salt çoğunluk kavramına,
dolayısıyla da Anayasa‘ya aykırılık oluĢturduğu açıktır.
Ayrıca, Anayasa‘da Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurul‘ca
bakılacağı belirtilmektedir. Buna göre, iptali istenilen kuralın Yüce Divan sıfatıyla verilecek
kararlarda da uygulanacağında tereddüt bulunmamaktadır. Toplu mahkeme sıfatıyla ceza
yargılaması yapan Yüce Divan‘ın, her bir üyesinin yargılama sürecinde toplanan kanıtları tek
baĢına değerlendirip, vicdani kanaatine göre kullanacakları oylara göre sonuç kararı
belirlemesi gerekir. Toplu mahkemelerin kuruluĢlarındaki temel amacın maddi gerçeğe
hatasız ulaĢılmayı sağlamak olduğu ve her bir üyenin bu maksatla bağımsız değerlendirmede
bulunmasına ihtiyaç duyulduğu ve bunun aynı zamanda adil yargılanmayı tesis etmek için
gerekli olduğu da gözetildiğinde, oyların eĢitliği hâlinde baĢkanın bulunduğu tarafın görüĢü
doğrultusunda karar verileceğine iliĢkin kuralın toplu mahkemeden beklenen adil
yargılanmayı sağlayamayacağı, dolayısıyla kural bu bakımdan da Anayasa‘ya aykırıdır.
Bu nedenle Anayasa‘nın 149. ve 36 maddelerine aykırı olan kuralın iptali gerekir.
Üye
Mehmet ERTEN
KARġIOY YAZISI
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun‘un bazı maddelerinin aĢağıdaki nedenlerle Anayasa‘ya aykırı olduğu
düĢüncesindeyim.
I- Kanun’un 15. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendinde yer alan
“…BaĢkanın izniyle…” ibaresi :
Ġptali istenen kuralda, Anayasa Mahkemesi üyelerinin davet olundukları ulusal ve
uluslar arası kongre, konferans ve benzeri bilimsel toplantılara katılabilmelerinin BaĢkanın
izniyle mümkün olabileceği öngörülmektedir. Buna göre, BaĢkanın izni alınmadan bilimsel
bir toplantıya katılmak, hakimlik mesleğinin vakar ve Ģerefine uygun olmayan bir harekette
bulunmak gibi, disiplin iĢlemi gerektirebilecek bir davranıĢ olarak kabul edilmiĢtir.
Bilimsel toplantılara katılmak, Anayasanın 27. maddesinde düzenlenen bilim ve sanat
hürriyeti kapsamındaki bir temel haktır. Maddenin birinci fıkrasında herkesin bilim ve sanatı
serbestçe öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araĢtırma hakkına
sahip olduğu belirtilmektedir.
Anayasa‘nın 13. maddesine göre temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın
yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla
sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin
gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.
Ġptali istenen kurala iliĢkin, Anayasa‘nın 27. maddesinde öngörülmüĢ her hangi bir
sınırlama nedeni bulunmamaktadır.
Ġptal isteminin reddine iliĢkin çoğunluk gerekçesinde bilimsel toplantılara katılımın
BaĢkan‘ın iznine bağlanması, üyelerin mahkemedeki görevleri baĢından ayrılarak yargısal
faaliyetlerin aksatılmaması ihtiyacı ile açıklanmaya çalıĢılmıĢ ise de izinlerin nasıl
kullanılacağı Kanun‘un 70. maddesinde açıklanmıĢ olup, diğer herhangi bir nedenle de
üyelerin mahkeme toplantılarına katılımının BaĢkan tarafından belli bir düzen içinde
sağlanması gerekeceği açıktır. Ancak bilimsel toplantılara katılımın iptali istenen kuralla
ayrıca BaĢkan‘ın iznine bağlanmasının, yargısal faaliyetlerin aksatılmaması gibi genel bir
gerekçeyle açıklanamayacağı anlaĢılmaktadır. Bu nedenle kuralın BaĢkana, üyelerin bilimsel
faaliyetleri üzerinde bir denetim hakkı sağlamayı amaçladığı, bunun da Anayasa‘nın 27.
maddesine aykırı olduğu sonucuna varılmaktadır.
Ġptali istenen kural BaĢkan‘a üyeler üzerinde adeta bir denetim ve vesayet yetkisi
sağlamakla, Anayasa‘nın 138. maddesinde yer alan hakimlerin görevlerinde bağımsızlığı ve
140. maddesinde hüküm altına alınan hakimlik teminatı ilkeleri muvacehesinde en azından
görüntü olarak hoĢ olmayan, hiyerarĢik bir iliĢkinin varlığı izlenimi yaratmaktadır. Yargı
bağımsızlığının sadece gerçek anlamda bağımsızlığı değil, hakimlerin bağımsız görüntüsünün
de korunmasını içerdiğinde kuĢku yoktur. Ġptal istemine konu kural ise bu görüntüye ters
düĢtüğünden Anayasa‘nın 138 ve 140. maddelerine aykırıdır.
II- Kanun’un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesi :
Ġptali istenen kural, Raportör Yardımcılığı sınavlarında yapılacak mülakat sırasında
herhangi bir kayıt sistemi kullanılamayacağını hükme bağlamaktadır.
Sınav ve mülakatla alınan görevlere iliĢkin tüm benzeri düzenlemelerde de yer alan
kuralın, mülakata giren adayların haksızlıklara uğradıkları düĢüncesiyle yargı yoluna
gitmeleri halinde iddialarını kanıtlamalarını engellemek amacıyla yasalaĢtırıldığı açıktır.
Anayasa‘nın 36. maddesindeki hak arama hürriyeti sadece mahkemelere eriĢimi değil,
mahkeme önünde savını kanıtlayabilmeyi ve bu amaçla kanıtlara ulaĢabilmeyi de içerir. Bu
yönüyle hak arama hürriyetine aykırı olan kural, diğer yönüyle de bu tür bir uygulamayı
yapmak istemeyecek, hukuka saygılı idare kuruluĢlarının yapacakları mülakatlarda kayıt
sistemi kullanmak yönünde olabilecek takdir haklarını da ölçüsüz biçimde sınırlamakta
olduğundan Anayasanın kuvvetler ayrılığı ilkesine de aykırıdır. Kuralın Anayasa‘nın 2 ve 36.
maddelerine aykırı olması nedeniyle iptali gerekir.
III- Kanun’un 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesi :
Ġptali istenen kuralda Genel Kurul ve Bölümlerde oyların eĢitliği halinde baĢkanın
bulunduğu tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olacağı öngörülmüĢtür.
Anayasa‘nın 149. maddesinde “Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla
alır” denilmektedir. Bu genel kuralın istisnası olan karar alma yöntemlerine ise ilgili
maddelerinde ayrıca yer verilmiĢtir. Bu kapsamda 146. maddede BaĢkan ve
BaĢkanvekillerinin “üye tamsayısının salt çoğunluğu ile” seçilebileceği, 147. maddede bir
üyenin sağlık bakımından görevini yerine getiremeyecek olması nedeniyle üyeliğinin “üye
tamsayısının salt çoğunluğunun kararı ile” sona erdirilebileceği, 149. maddede Anayasa
değiĢikliğinde iptale, siyasi partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun
bırakılmasına karar verilebilmesi için “toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu”
gerekeceği öngörülmüĢtür.
Anayasa‘nın karar nisabına iliĢkin düzenlemelerinden, bu konuda kanun koyucuya
takdir alanı bırakılmadığı, itiraz ve iptal davaları dahil karar nisabının özel olarak konulmuĢ
hükümler dıĢında ―salt çoğunluk‖ olması esasının benimsendiği açıkça anlaĢılmaktadır.
Oyların eĢitliği halinde karar verilebilmesini sağlamak için bir kural getirilmesi gerektiği,
bunun da yasa koyucunun takdir alanı içinde bulunduğu Ģeklindeki bir düĢünceye katılmak
mümkün değildir. Zira yukarıda açıklandığı üzere Anayasa‘nın kendisinin düzenlediği bir
alanda yasa koyucunun takdir hakkı yoktur. Bu nedenle bölümler ve genel kurulda oyların
eĢitliği nedeniyle salt çoğunluğun oluĢmadığı hallerde BaĢkanın oyunun çift sayılması
Anayasa‘ya aykırıdır.
BaĢkanın oylarının çift sayılması çağdaĢ bir düĢünce ürünü değildir. 1876 tarihli
Osmanlı Kanun-u Esasisinde de Meclisi Umumi‘de oyların mütesavi çıkması halinde Reisin
reyinin belirleyici olması esası kabul edilmiĢtir. Demokrasinin henüz filizlendiği bir dönemin
düĢüncesini yansıtan kuralın, tarihinde uzun imparatorluk, krallık veya faĢizm deneyimi
bulunan kimi ülkelerde bugün de kullanımda olmasına mukayeseli hukuk yönünden bakılarak
hukukumuzda da örnek alınması, Anayasa‘nın açık hükümleri karĢısında geçerli bir red
nedeni olamaz. Bunun yerine Anayasa‘ya uygun baĢka çözümler aranması, iptal ve itiraz
davalarında oyların eĢitliği halinde yasaların anayasaya uygunluğu karinesi de gözetilerek,
iptale karar verilemediğine yani talebin reddine karar verilmesi, diğer durumlarda karar
alınmayarak genel kurul veya bölümün tek sayıdan oluĢan heyetle baĢka bir gün yeniden iĢi
görüĢerek karar vermesi, heyetin tek sayıya inmesi amacıyla en kıdemsiz üyenin oylamadan
çekilmesi gibi, diğer ülke uygulamalarında da görülen farklı düzenlemeler yapılması
olanaklıdır. Hal böyle iken eĢitlikçi ve demokratik olmayan bir yaklaĢımla BaĢkana iki oy
hakkı tanınması Anayasa‘nın 2. ve 149. maddelerine aykırıdır.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
KARġIOY GEREKÇESĠ
30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri
Hakkında Kanun‘un;
1) 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesinin incelenmesi;
Ġptali istenilen ―Bunun dıĢında mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.‖
cümlesinin yer aldığı (4) numaralı fıkra Ģöyledir.
―(4) Mülakat adayın;
a) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü,
b) Liyakati, temsil kabiliyeti, davranıĢ ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu,
c) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,
ç) Genel yetenek ve genel kültürü,
d) Bilimsel ve teknolojik geliĢmelere açıklığı,
yönlerinden değerlendirilerek, ayrı ayrı puan verilmek suretiyle gerçekleĢtirilir.
Adaylar, komisyon tarafından yukarıdaki bentlerde yazılı özelliklerin her biri için yirmiĢer
puan üzerinden değerlendirilir ve verilen puanlar ayrı ayrı tutanağa geçirilir. Bunun dıĢında
mülakat ile ilgili herhangi bir kayıt sistemi kullanılmaz.”
Madde hükmü ile Anayasa Mahkemesinde görev yapacak raportör yardımcısı adaylığı
yazılı sınavından sonra yapılacak sözlü sınavda, Ģeffaflığı ve objektifliği sağlayacak ve
herhangi bir uyuĢmazlık çıkması halinde kanıt olabilecek bir kayıt sisteminin kullanılması
yasaklanmıĢtır.
Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti eylem ve iĢlemleri hukuka uygun,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, tüm eylem ve
iĢlemlerini objektif esaslara bağlayarak yargı denetimine açan devlettir.
Anayasa‘nın ―kamu hizmetlerine girme hakkı‖nı düzenleyen 70. maddesinde ―Her Türk
kamu hizmetine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden
baĢka hiçbir ayırım gözetilemez‖ denilmiĢ olup, buna göre hizmete alınmada hizmetin gerekli
kıldığı nitelikler dıĢında öznel değerlendirmelere yol açabilecek davranıĢlardan kaçınmak
gerekmektedir.
Bu durumda dava konusu kural hizmete alınmada objektifliği ve Ģeffaflığı engellediği
gibi, uyuĢmazlık çıkması halinde kanıt olabilecek bir kayıt sisteminden kaçınılması suretiyle
idari iĢlemlerde yargısal denetim alanını da daraltmaktadır.
Açıklanan nedenle kural Anayasa‘nın 2. ve 70. maddelerine aykırı olup iptali
gerekmektedir.
2) 36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ―…ve Türkiye Büyük Millet Meclisi
Ġçtüzüğünün…‖ bölümünün incelenmesi;
Ġptali istenilen bölümün yer aldığı ―ġekil bakımından iptal davası ve sınırı‖ baĢlıklı
maddede; Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından incelenmesinin son
oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususuyla sınırlı olarak yapılacağı
belirtilmektedir.
Anayasa‘nın 148. maddesinde Anayasa Mahkemesinin Anayasa değiĢikliklerini,
Kanunları, Kanun Hükmünde Kararnameleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünü Ģekil
bakımından denetleyip karara bağlayacağı belirtildikten sonra, maddede bu denetimin nasıl
yapılacağı ve sınırları da gösterilmiĢtir. Buna göre maddede; Anayasa değiĢiklerinde teklif ve
oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüĢülemeyeceği Ģartlarına uyulup uyulmadığı,
kanunlarda son oylamanın öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususlarıyla sınırlı olup,
Kanun Hükmünde Kararnameler ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün Ģekil
bakımından denetimi için herhangi bir sınırlama getirilmemiĢtir.
Bu durumda Anayasa‘da Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından
denetimi için herhangi bir sınırlama getirilmediği halde, iptali istenilen kuralda Türkiye
Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğünün Ģekil bakımından incelemesinin son oylamanın öngörülen
çoğunlukla yapılıp yapılmadığı hususuyla sınırlı olarak yapılacağı Ģeklindeki bölümü,
Anayasa‘nın 148. maddesine aykırı olup iptali gerekmektedir.
3) 65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin incelenmesi;
Ġptali istenilen cümlenin yer aldığı (1) numaralı fıkrada ―Genel kurul ve bölümler
kararlarını katılanların salt çoğunluğuyla alır. Oyların eĢitliği halinde baĢkanın bulunduğu
tarafın görüĢü doğrultusunda karar verilmiĢ olur.‖denilmektedir.
Anayasa‘nın 149. maddesinde; ―Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla
alır.‖ hükmü yer almaktadır. Buna göre; Anayasa‘nın nitelikli çoğunluk öngördüğü kararlar
dıĢında Mahkemenin salt çoğunlukla karar vermesi kuraldır.
Bu durumda Anayasa ile belirlenen kararların salt çoğunlukla alınacağı kuralının, yasa
ile yapılan bir yorumla değiĢtirilmesi suretiyle karar yeter sayısı belirlenmesine iliĢkin
düzenleme Anayasa‘nın 149. maddesine aykırıdır ve iptali gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle 30.3.2011 günlü, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 27. maddesinin (4) numaralı fıkrasının son cümlesi,
36. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ―ve Türkiye Büyük Millet Meclis Ġçtüzüğü‖ bölümü,
65. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ikinci cümlesinin iptali gerektiği düĢüncesiyle
çoğunluk kararına katılmıyorum.
Üye
Zehra Ayla PERKTAġ
[R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer]
—— • ——
Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığından:
Esas Sayısı: 2012/54
Karar Sayısı: 2012/188
Karar Günü: 29.11.2012
ĠTĠRAZ YOLUNA BAġVURAN : Ankara 9. Ġdare Mahkemesi
ĠTĠRAZIN KONUSU : 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların
Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında
Kanun‘un 4. maddesine, 3.7.2003 günlü, 4916 sayılı ÇeĢitli Kanunlarda ve Maliye
Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede DeğiĢiklik
Yapılması Hakkında Kanun‘un 3. maddesiyle eklenen fıkrada yer alan ―…küçük sanayi sitesi
yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler…‖ ve ―…doğrudan satılabilir…‖
ibarelerinin, Anayasa‘nın 2., 5., 10. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülerek iptallerine
karar verilmesi istemidir.
I- OLAY
Mülkiyeti Hazineye ait taĢınmazın, 4706 sayılı Kanun‘un 4. maddesi uyarınca doğrudan
satıĢ yöntemi ile satılmasına iliĢkin iĢlemin iptali istemiyle açılan davada, itiraz konusu
kuralların Anayasa‘ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptalleri için baĢvurmuĢtur.
II- ĠTĠRAZIN GEREKÇESĠ
BaĢvuru kararının gerekçe bölümü Ģöyledir:
―4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer
Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanununun 4. maddesine 03.07.2003
tarihli ve 4916 sayılı Kanunun 3. maddesiyle eklenen Ek fıkrada; ―Hazineye ait taĢınmazlar,
plan kararlarına uyulmak kaydıyla; organize hayvancılık yapacaklar ile kamu kurum ve
kuruluĢlarına, küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler ile kamu
kurum ve kuruluĢlarına, borsa yapılmak üzere ticaret borsalarına, serbest bölge olarak
kullanılmak üzere, bu amaçla tahsis edilmiĢ taĢınmazlarda dahil, kamu kurum ve kuruluĢları
ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢlarına, teknoloji geliĢtirme bölgelerinde yönetici
Ģirkete, üzerinde en az onmilyon ABD Doları karĢılığı Türk Lirası tutarında ve en az yüz kiĢi
istihdam sağlayacak sınai yatırım yapacaklara, toplu konut üretmek amacıyla Toplu Konut
Ġdaresi BaĢkanlığına, 492 sayılı Harçlar Kanununun 63 üncü maddesinde yer alan harca esas
değer üzerinden doğrudan satılabilir. Bu yerlerin amacı dıĢında kullanılamayacağına dair
tapu kütüğüne Ģerh konulur‖ hükmü yer almıĢtır.
Hukuk devletinin bütün faaliyetlerinde hukukun genel ilkeleri ile bağlayıcılığı ve
üstünlüğü olan Anayasa hükümlerine uygun hareket etmek zorunda olduğu tartıĢmasızdır.
Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesinde, ―Türkiye
Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanıĢma ve adalet anlayıĢı içinde, insan haklarına
saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, baĢlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan,
demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.‖ hükmü düzenlenmiĢ, 10. maddesinde ise;
―Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düĢünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri
sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eĢittir. Kadınlar ve erkekler eĢit haklara
sahiptir. Devlet, bu eĢitliğin yaĢama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kiĢiye, aileye,
zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün
iĢlemlerinde kanun önünde eĢitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.‖
hükmüne yer verilmiĢtir.
Anayasanın ―Devletin Temel Amaç ve Görevleri‖ baĢlıklı 5. maddesinde; ―Devletin
temel amaç ve görevleri, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kiĢilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamak; kiĢinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet
ilkeleriyle bağdaĢmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri
kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının geliĢmesi için gerekli Ģartları hazırlamaya
çalıĢmaktır.‖ hükmü düzenlenerek, ―Anayasanın Bağlayıcılığı ve Üstünlüğü‖ baĢlıklı 11.
maddesinde ise; ―Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare
makamlarını ve diğer kuruluĢ ve kiĢileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.‖ hükmü
düzenlenmiĢtir.
Yasa Koyucunun, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve
Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunun 1. maddesinde
belirtilen, Hazineye ait taĢınmazların daha kısa sürede ekonomiye kazandırılması amacı
doğrultusunda Kanun düzenleyebileceği tabii olmakla birlikte bu amacın gerçekleĢtirilmesine
yönelik olarak çıkarılan Kanun hükümlerinde kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli
kullanılmasını sağlamak ve gerekli denetim mekanizmalarını oluĢturarak buna uygun
düzenlemeleri yapmak zorunda olduğu tartıĢmasızdır.
Bu doğrultuda, yukarıda değinilen 4706 sayılı Kanunun 4. maddesindeki; Hazineye ait
taĢınmazların, plan kararlarına uyulmak kaydıyla; küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu
amaçla kurulmuĢ kooperatiflere doğrudan satılabileceği yolunda getirilen hüküm ile Hazineye
ait taĢınmazları satmakla yetkili olan idareye geniĢ bir takdir hakkı verildiği ve uyuĢmazlık
konusu olayda olduğu gibi aynı taĢınmazı almak isteyen birden fazla tüzel kiĢinin bulunması
durumunda bu hakkın talep edenler arasında objektif ve eĢit olarak kullanıldığını kanıtlayacak
denetim mekanizmasının yetersiz olduğu, bu çerçevede söz konusu taĢınmazların satımının
doğrudan satılabileceği yönündeki hüküm ile taĢınmaz satımının 4734 sayılı Kamu Ġhale
Kanunu ve 2886 sayılı Devlet Ġhale Kanunu hükümleri dıĢında tutularak kooperatifler
açısından herhangi bir ihale veya pazarlık usulü öngörülmediği, ancak bu durumun, 4706
sayılı Kanunun, Hazineye ait taĢınmazların daha kısa sürede ekonomiye kazandırılması
amacının gerçekleĢtirilmesi doğrultusunda kooperatiflere yapılan satımların taĢınmazın
hakettiği değerinin altında kalması sonucunu doğurabileceğinden, kamu yararına, eĢitlik,
rekabet ve kamu kaynaklarının verimli kullanılması ilkesine uygun olmadığı sonucuna
varıldığından, anılan hükümlerin Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 2. maddesinde değinilen
Hukuk Devleti ilkesine, 10. maddesinde değinilen eĢitlik ilkesine, 5. maddesinde değinilen
Devletin temel amaç ve görevlerine ve ―Anayasanın Bağlayıcılığı ve Üstünlüğü‖ baĢlıklı 11.
maddesine aykırı olduğu kanaatine varılmıĢtır.
Açıklanan nedenlerle, Mahkememizce bakılmakta olan davada uygulanması gereken
4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi
Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunun 4. maddesine 03.07.2003 tarihli ve 4916
sayılı Kanunun 3. maddesiyle eklenen Ek fıkradaki; ―küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu
amaçla kurulmuĢ kooperatifler‖ ve ―doğrudan satılabilir.‖ hükmünün Anayasa‘nın 2., 5., 10.
ve 11. maddelerine aykırı olduğu kanaatine ulaĢıldığından, Anayasa‘nın 152. ve 2949 sayılı
Anayasa Mahkemesinin KuruluĢ ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 28. maddeleri
uyarınca söz konusu ibarenin iptali istemiyle itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesi‘ne
baĢvurulmasına 06/04/2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.‖
III- YASA METĠNLERĠ
A- Ġtiraz Konusu Yasa Kuralı
29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve
Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un dava konusu
kuralları da içeren 4. maddesi Ģöyledir:
“Hazineye ait taĢınmaz mallar;
a) KarĢılıklı olmak, DıĢiĢleri Bakanlığının olumlu görüĢü alınmak ve diplomatik
amaçlarla kullanılmak kaydıyla yabancı devletlere,
b) (DeğiĢik: 3/7/2003-4916/3 md.) Üzerinde çeĢitli amaçlarla kiĢiler lehine sınırlı ayni
hak tesis edilmiĢ ise, zemini ile üzerindeki bina ve tesislerin Hazineye geçmesi gereken kısmı,
talep edilmesi halinde hak lehdarlarına,
c) (DeğiĢik: 3/7/2003-4916/3 md.) Hisse oranı yüzde kırkı veya hisse miktarı uygulama
imar planı sınırları içinde dörtyüz, dıĢında ise dörtbin metrekareyi aĢmamak kaydıyla talepte
bulunan hissedarlarına,
d) Belediye ve mücavir alan sınırları dıĢında, köy ve mezraların yerleĢme alanı içinde
bulunan ve yüzölçümü beĢ bin metre kareye kadar olan Hazineye ait taĢınmaz mallar
kullanıcılarına,
e) 3294 sayılı Sosyal YardımlaĢma ve DayanıĢmayı TeĢvik Kanununa göre kurulan
vakıflara
f) (DeğiĢik: 3/7/2003-4916/3 md.) KuruluĢ amaçlarında kullanılmak ve ticari faaliyete
konu edilmemek üzere; kanunla kurulmuĢ kurum ve kuruluĢlar ile kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluĢlarına,
g) (Ek: 3/7/2003-4916/3 md.) Tapu kayıtlarında tapu fazlalıklarının Hazineye ait
olduğuna iliĢkin Ģerh bulunan taĢınmazlardaki fazlalıklar, tapu malikine veya mirasçılarına,
h) (Ek: 3/7/2003-4916/3 md.) Serbest bölge olarak kullanılmak üzere, bu amaçla tahsis
edilmiĢ taĢınmazlar da dahil, gerçek veya özel hukuk tüzel kiĢilerine,
i) (Ek: 16/7/2004-5228/51 md.)Toplu konut amaçlı olarak kullanılmak üzere,
düzenlenecek protokolle belediyelere,
(DeğiĢik cümle: 3/7/2003-4916/3 md.) Rayiç bedel üzerinden doğrudan satılabilir.
(DeğiĢik ikinci fıkra: 16/7/2004-5228/51 md.) Üzerinde münhasıran eğitim veya sağlık
amaçlı sınırlı aynî hak tesis edilmiĢ taĢınmazlarda (b) bendine göre yapılan satıĢlarda, hak
sahibinin vakıf üniversitesi veya Bakanlar Kurulunca vergi muafiyeti tanınan vakıf olması
halinde satıĢ bedeli, 492 sayılı Harçlar Kanununun 63 üncü maddesinde yer alan harca esas
değerin yarısıdır. (d) bendindeki taĢınmazları satın alacakların veya bunların kanunî ve akdi
haleflerinin, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, taĢınmazın bulunduğu köy nüfusuna
kayıtlı olmaları veya 31.12.2000 tarihinden beri o köyde ikamet etmeleri Ģarttır. Bu fıkra
hükümlerine göre satılan yerler ile (e), (f) ve (i) bentlerine göre satılan yerlerin satıĢ amacı
dıĢında kullanılmayacağı hususunda tapu kütüğünün beyanlar hanesine Ģerh konulur. (i)
bendine göre satılan taĢınmazlarla ilgili olarak yapılacak imar uygulaması sonucunda kamu
hizmet alanlarına ayrılan yerler, bedelsiz ve müstakil parsel olarak Hazine adına resen tescil
edilir.
(Ek fıkra: 3/7/2003-4916/3 md.) Hazineye ait taĢınmazlar; küçük sanayi sitesi
yapılmak üzere bu amaçla kurulmuş kooperatifler ile kamu kurum ve kuruluĢlarına, borsa
yapılmak üzere ticaret borsalarına, serbest bölge olarak kullanılmak üzere, bu amaçla tahsis
edilmiĢ taĢınmazlar da dahil, kamu kurum ve kuruluĢları ile kamu kurumu niteliğindeki
meslek kuruluĢlarına, teknoloji geliĢtirme bölgelerinde yönetici Ģirkete, toplu konut üretmek
amacıyla Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanlığına, 492 sayılı Harçlar Kanununun 63 üncü
maddesinde yer alan harca esas değer üzerinden doğrudan satılabilir. Bu yerlerin amacı
dıĢında kullanılamayacağına dair tapu kütüğüne Ģerh konulur.
(Ek fıkra: 23/7/2010-6009/32 md.) Hazineye ait tarım arazilerinin satıĢında 5403 sayılı
Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunundaki kısıtlamalara tabi olan taĢınmazlar bu
maddenin birinci fıkrasının (c) bendindeki kısıtlamalara tabi olmaksızın hissedarına
doğrudan veya birden fazla hissedar olması halinde hissedarlar arasında pazarlık usulüyle
satılabilir.‖
B- Dayanılan ve Ġlgili Görülen Anayasa Kuralları
BaĢvuru kararında, Anayasa‘nın 2., 5., 10. ve 11. maddelerine dayanılmıĢ, 171. madde
ise ilgili görülmüĢtür.
IV- ĠLK ĠNCELEME
Anayasa Mahkemesi Ġçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince HaĢim KILIÇ, Serruh
KALELĠ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Serdar
ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAġ, Recep KÖMÜRCÜ,
Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECĠPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz
AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL ve Zühtü ARSLAN’ın katılımıyla 17.5.2012
gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından iĢin
esasının incelenmesine OYBĠRLĠĞĠYLE karar verilmiĢtir.
V- ESASIN ĠNCELENMESĠ
BaĢvuru kararı ve ekleri, Raportör Canbulut ġAġMAZ tarafından hazırlanan iĢin
esasına iliĢkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralları, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa
kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüĢülüp düĢünüldü:
BaĢvuru kararında, Hazineye ait taĢınmazların herhangi bir ihale ve pazarlık usulü
öngörülmeksizin kooperatiflere doğrudan satıĢa çıkarılmasının taĢınmazın hak ettiği değerinin
altında satılması sonucunu doğurduğu, bu durumun kamu yararına aykırı olduğu, aynı
taĢınmazı almak isteyen birden fazla tüzel kiĢinin bulunması hâlinde bu hakkın talep edenler
arasında objektif ve eĢit olarak kullanılmasını sağlayacak denetim mekanizmasının olmadığı
belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 5., 10. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında
Kanun‘un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle itiraz konusu kural, Anayasa‘nın 171. maddesi
yönünden de incelenmiĢtir.
Kanun‘un itiraz konusu kuralın da yer aldığı 4. maddesinde, Hazineye ait taĢınmazların,
küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler ve kamu kurum ve
kuruluĢlarına, borsa yapılmak üzere ticaret borsalarına, serbest bölge olarak kullanılmak
üzere, bu amaçla tahsis edilmiĢ taĢınmazlar da dahil, kamu kurum ve kuruluĢları ile kamu
kurumu niteliğindeki meslek kuruluĢlarına, teknoloji geliĢtirme bölgelerinde yönetici Ģirkete,
toplu konut üretmek amacıyla Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanlığına, 492 sayılı Harçlar
Kanunu‘nun 63. maddesinde yer alan harca esas değer üzerinden doğrudan satılabileceği ve
bu yerlerin amacı dıĢında kullanılamayacağına dair tapu kütüğüne Ģerh konulacağı
öngörülmüĢtür.
Anayasa‘nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasa‘ya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık olan devlettir.
Kanunların kamu yararının sağlanması amacına yönelik olması, genel, objektif, adil
kurallar içermesi ve hakkaniyet ölçütlerini gözetmesi hukuk devleti olmanın gereğidir. Bu
nedenle kanun koyucunun hukuki düzenlemelerde kendisine tanınan takdir yetkisini anayasal
sınırlar içinde adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ölçütlerini göz önünde tutarak kullanması
gerekir.
Anayasa‘nın 171. maddesinde ise ―Devlet, milli ekonominin yararlarını dikkate alarak,
öncelikle üretimin artırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin
geliĢmesini sağlayacak tedbirleri alır.” kuralına yer verilmiĢtir. Kooperatiflerin kendine özgü
yapısı ve önemi nedeniyle Anayasa‘ya özel bir madde konularak kooperatiflere verilen değer
vurgulanmak istenmiĢtir.
Kooperatifçilik, günümüzde Dünyanın birçok çok ülkesinde olduğu gibi ülkemizde de
önemli bir ekonomik ve sosyal hareket olarak kabul edilmekte, ekonomik ve sosyal kalkınma
ve geliĢmede sıkça kullanılmaktadır. Kooperatifler, ticaret Ģirketleri ile benzerlik
göstermesine rağmen, sosyal ve ekonomik ihtiyaçları karĢılıklı yardım, dayanıĢma ve kefalet
suretiyle sağlayıp koruma amacıyla kurulan, değiĢir sermayeli olmak üzere kiĢilerin bir araya
gelmeleri ile oluĢan kendine özgü yapısı olan teĢekküllerdir.
Kanun‘un gerekçesinden, kanun koyucunun anılan düzenleme ile Hazineye ait taĢınmaz
malların satıĢını hızlandırmayı ve kolaylaĢtırmayı, bu malların yönetim ve
değerlendirilmesindeki bürokratik formalitelerin azaltılmasını, ülke kalkınmasında önemli yer
tutan küçük sanayi sitelerinin, ticaret borsalarının, teknoloji geliĢtirme bölgelerinin ve serbest
bölgelerin kurulmasını ve toplu konut üretiminin teĢvik edilmesini amaçladığı
anlaĢılmaktadır.
Hazineye ait ve bir kamu hizmeti için tahsisli olmayan taĢınmazlar ile tahsisli olup da
adem-i tahsis kararı alınan taĢınmazlar hem izlenen ekonomi politikası hem de bütçeye gelir
kaydedilmesi açısından satılabilmektedir.
Küçük sanayi sitelerinin kurulmasıyla, plansız ve denetimsiz bir Ģekilde yapılaĢmıĢ,
çevre kirliliği ve plansız kentleĢmeye neden olan dağınık Ģekildeki iĢyerlerinin bir araya
toplanması ve böylece çevre sağlığına ve Ģehrin planlı geliĢmesine katkıda
bulunulması; benzer iĢ kollarında çalıĢan iĢletmelerin aynı site içinde toplanmasıyla,
verimliliğin ve kâr artıĢının sağlanması, ihtiyaçların daha ekonomik karĢılanması
amaçlanmaktadır.
Anayasa‘nın 171. maddesiyle Devlete, milli ekonominin yararları doğrultusunda
öncelikle üretimin artırılması ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin
geliĢmesini sağlayacak tedbirleri alma görevi verilmiĢtir. Bu göreve uygun olarak
kooperatifçiliğin geliĢtirilmesi, desteklenip yönlendirilmesi, küçük üreticilerin korunması
sosyal hukuk devletinin önemli görevleri arasındadır.
Ġtiraz konusu kuralda yer alan “…küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla
kurulmuĢ kooperatifler…” ibaresi ile Hazineye ait taĢınmazların küçük sanayi sitesi kurmak
üzere oluĢturulmuĢ kooperatiflere harca esas değer üzerinden doğrudan satıĢına izin
verilmektedir. Üretim ve istihdam artıĢı ile kooperatifçiliğin geliĢtirilmesi ve teĢvik edilmesi
amacıyla getirildiği anlaĢılan kuralda kamu yararına aykırılık bulunmadığı gibi düzenlemeyle
kanun koyucunun Anayasa‘nın 171. maddesiyle Devlete yüklenen görevi yerine getirdiği
açıktır.
Dolayısıyla, itiraz konusu kuralda yer alan “…küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu
amaçla kurulmuĢ kooperatifler…” ibaresinde, Anayasa‘ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Öte yandan dava dilekçesinde itiraz konusu kuralda yer alan ―…doğrudan satılabilir…‖
ibaresinin de iptali istenmektedir.
Ülke sanayisinin geliĢmesinde önemli bir yer tutan küçük sanayi siteleri ile organize
sanayi bölgelerinde yapılacak yatırımlar için gerekli fonların büyük bir bölümü arsa temini
için ayrılmakta, bunun sonucu olarak da alt ve üst yapı tesisleri kısa sürede
tamamlanamadığından üretimin, istihdamın ve ihracatın artırılması olumsuz yönde
etkilenebilmektedir. Bu nedenle, itiraz konusu kuralla, sürdürülebilir kalkınmanın lokomotifi
olan, küçük ve orta ölçekli yatırımcı ve sanayicilere teĢvik amaçlı olarak Hazineye ait
taĢınmazların harca esas değer üzerinden doğrudan satılabileceği düzenlenmiĢtir.
Genel olarak Hazineye ait taĢınmazların satıĢına iliĢkin kurallar, 2886 sayılı Devlet
Ġhale Kanunu ile bu Kanun‘un 74. maddesine istinaden çıkarılan Hazine TaĢınmazlarının
Ġdaresi Hakkında Yönetmelikte yer almaktadır. Yine bir çok kanunda Hazineye ait
taĢınmazların satıĢına yönelik özel düzenlemelerin de yer aldığı görülmektedir.
4706 sayılı Kanun‘un 4. maddesinde, harca esas değer üzerinden doğrudan satılabilecek
Hazineye ait taĢınmazlar açıklanmıĢtır. Harca esas değer kavramı ise, 492 sayılı Harçlar
Kanunu‘nun 63. maddesinde tanımlanmıĢtır. Bu maddeye göre, Kanun‘da sözü edilen kayıtlı
değer veya emlâk vergisi değeri deyimi; 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanunu‘nun 29.
maddesine göre belirlenen vergi değerini ifade etmektedir.
Buna göre, Hazineye ait taĢınmazların herhangi bir ihale ve pazarlık usulü
öngörülmeksizin kooperatiflere doğrudan satıĢa çıkarılmasının, taĢınmazın hak ettiği
değerinin altında satılması sonucunu doğurduğu ileri sürülmekte ise de; satıĢa çıkarılacak olan
taĢınmazın değeri 1319 sayılı Emlâk Vergisi Kanunu‘nda öngörülen esas ve usuller
çerçevesinde belirleneceğinden esasen idarenin satıĢa çıkardığı taĢınmazın değerini belirleme
konusunda takdir yetkisi bulunmamaktadır.
Ġtiraz konusu kural ile sağlanmak istenen nihai amaç Hazineye ait taĢınmazları en
yüksek bedelle satmak değil, ülke kaynaklarının etkili ve verimli kullanılmasını sağlamak,
yatırımları özendirmek, ülke kalkınmasında önemli yer tutan küçük sanayi sitelerinin
kurulmasını ve kooperatifçiliğin geliĢtirilmesini teĢvik etmek olduğundan, bu taĢınmazların
herhangi bir ihale süreci öngörülmeksizin harca esas değer üzerinden doğrudan satıĢ yöntemi
ile kooperatiflere satılmasında kamu yararına aykırı bir yön görülmemiĢtir.
Dolayısıyla, itiraz konusu kuralda yer alan, “…doğrudan satılabilir…‖ ibaresinde,
Anayasa‘ya aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kurallar, Anayasa‘nın 2. ve 171. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Kuralların, Anayasa‘nın 5., 10. ve 11. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
Ġtiraz konusu kuralda yer alan, “…doğrudan satılabilir…‖ ibaresinin “küçük sanayi
sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler” yönünden Anayasa‘ya aykırı
olmadığı görüĢüne Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla
PERKTAġ katılmamıĢlardır.
VI- SONUÇ
29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve
Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un 4. maddesine,
3.7.2003 günlü, 4916 sayılı ÇeĢitli Kanunlarda ve Maliye Bakanlığının TeĢkilât ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un 3.
maddesiyle eklenen fıkrada yer alan;
1- “…küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler …”
ibaresinin Anayasa‘ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
2- “doğrudan satılabilir” ibaresinin, “küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu
amaçla kurulmuş kooperatifler” yönünden Anayasa‟ya aykırı olmadığına ve itirazın
REDDĠNE, Fulya KANTARCIOĞLU, Osman Alifeyyaz PAKSÜT ile Zehra Ayla
PERKTAġ‟ın karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
29.11.2012 gününde karar verildi.
BaĢkan
HaĢim KILIÇ
BaĢkanvekili
Serruh KALELĠ
BaĢkanvekili
Alparslan ALTAN
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
Üye
Mehmet ERTEN
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye
Zehra Ayla PERKTAġ
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Burhan ÜSTÜN
Üye
Engin YILDIRIM
Üye
Nuri NECĠPOĞLU
Üye
Hicabi DURSUN
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
Üye
Erdal TERCAN
Üye
Muammer TOPAL
Üye
Zühtü ARSLAN
KARġIOY GEREKÇESĠ
29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve
Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un, 4. maddesine
3.7.2003 günlü, 4916 sayılı Kanun‘la eklenen fıkra ile hazineye ait taĢınmazların küçük
sanayi sitesi yapılmak amacıyla kurulmuĢ kooperatiflere 492 sayılı Harçlar Kanunu‘nun 63.
maddesinde yer alan harca esas değer üzerinden doğrudan satılabileceği belirtilerek idareye
satıĢ konusunda takdir yetkisi verilmiĢtir.
Anayasa‘nın 171. maddesinde, Devletin, milli ekonominin yararlarını dikkate alarak,
öncelikle üretimin artırılmasını ve tüketicinin korunmasını amaçlayan kooperatifçiliğin
geliĢmesini sağlayacak tedbirleri alacağı; 173. maddesinde de esnaf ve sanatkârları koruyucu
ve destekleyici tedbirleri alacağı belirtilmiĢtir. 4706 sayılı Yasa‘nın itiraz konusu ibarelerin de
yer aldığı 4. maddesinin, Anayasa‘nın söz konusu kurallarını uygulamaya geçirmek amacıyla
getirildiği anlaĢılmaktadır.
Anayasa‘nın 8. maddesine göre, yürütme yetkisi ve görevi Anayasaya ve kanunlara
uygun olarak kullanılacak ve yerine getirilecek olan sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir
yetkidir. Anayasa‘nın 123. maddesinde de idarenin kanuniliği ilkesine yer verilmiĢtir. Bu
nedenle yasayla düzenleme yapılmayan bir alanda idarenin yetki kullanması olanaklı değildir.
Herhangi bir konunun yasayla düzenlenmiĢ olduğunun kabulü için, yetki veren yasada temel
ilkelerin konulması, çerçevenin çizilmesi, belirsiz, geniĢ bir alanın yürütmeye bırakılmaması
gerekir. Düzenleme yetkisinin bu kapsamda kullanılması, hakkaniyete uygun adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu sürdürmekle yükümlü olan hukuk devletinde, kiĢilerin hukuk
güvenliğinin sağlanması için de önemlidir. Yargısal denetimin gereği gibi yapılması da
idarenin sınırları belli olan alanlarda yetki kullanmasına bağlıdır.
Ġtiraz konusu kuralla idareye hazineye ait taĢınmazları, ilgili kooperatiflere doğrudan
satma yetkisi verilirken bunları satıp, satmama, birden fazla istekli varsa dilediğine satma
konusunda hukuk devleti ve idarenin kanuniliği ilkesiyle bağdaĢmayacak biçimde geniĢ bir
takdir yetkisi tanınmıĢtır.
Açıklanan nedenlerle itiraz konusu ―doğrudan satılabilir‖ ibaresinin, Anayasa‘nın 2., 8.
ve 123. maddelerine aykırı olduğu ve iptali gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk görüĢüne
katılmıyorum.
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
KARġIOY YAZISI
4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi
Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un 4. maddesine 4916 sayılı Kanun‘un 3.
maddesiyle eklenen fıkrada, Hazineye ait taĢınmazların küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu
amaçla kurulmuĢ kooperatiflere doğrudan satılabileceği öngörülmüĢtür.
Ġptali istenen kurallar “… küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ
kooperatifler…” ve “… doğrudan satılabilir…” ibareleridir.
Kuralda, aynı taĢınmazı almak isteyen aynı yasa kapsamındaki birden fazla tüzel kiĢinin
bulunması halinde Ġdarenin bu hakkı talep sahiplerinden hangisi lehinde kullandıracağı
hakkında herhangi bir açıklık bulunmamaktadır. Hazineye ait taĢınmazın doğrudan
satılmasına iliĢkin kural, satıĢın Kamu Ġhale Kanunu veya Devlet Ġhale Kanunu gibi, talipler
arasında eĢitliği sağlayacak usullerin uygulanmasına olanak vermediği gibi bu konuda nesnel
ölçütlere dayalı ve idari yargının denetimini olanaklı kılan alt düzenlemeler yapılmasını da
engellemektedir.
Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin baĢlıca gerekleri arasında,
yasaların açık, anlaĢılabilir, öngörülebilir ve eĢitlikçi olması, devletin kendisini de hukukla
bağlı sayması ve bunun denetlenebilmesini sağlaması gibi hususlar da bulunmaktadır.
Hazineye ait taĢınmazların doğrudan satıĢını öngören kural hukuk devleti gerekleriyle
bağdaĢmamaktadır. Anayasa‘nın 2. maddesine aykırı olan “doğrudan satılabilir” ibaresinin
küçük sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler yönünden iptali gerekir.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
KARġIOY GEREKÇESĠ
29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Hazineye Ait TaĢınmaz Malların Değerlendirilmesi ve
Katma Değer Vergisi Kanununda DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un 4. maddesine
3.7.2003 günlü, 4916 sayılı Kanun‘un 3. maddesiyle eklenen fıkrada yer alan ―küçük sanayi
sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatifler…‖ ve ―…doğrudan satılabilir.‖
ibarelerinin iptali istenilmektedir.
Ġptali istenilen ibarelerin yer aldığı maddede hazineye ait taĢınmazların herhangi bir
ihale ve pazarlık usulü öngörülmeksizin, bazı kamu kurum ve kuruluĢları yanında ―küçük
sanayi sitesi yapılmak üzere bu amaçla kurulmuĢ kooperatiflere‖ de doğrudan satılabileceği
hükme bağlanmaktadır.
Anayasa‘nın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devleti olduğu
belirtilmiĢtir. Buna göre Devletin tüm organları Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile
bağlıdır. Hukuk devleti devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan
hukuksal alt yapıyı oluĢturmak suretiyle aynı zamanda istikrarı da sağlamaktır. Bu istikrarın
özü hukuki güvenlik ve öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik
sağlanabilmesi ise kuralların genel, eĢit ve nesnel olmalarına bağlıdır.
Ġtiraza konu ibarelerin yer aldığı kural, hazineye ait taĢınmazların küçük sanayi sitesi
yapılmak üzere kurulan kooperatiflere 4734 sayılı Kamu Ġhale Kanunu ve 2886 sayılı Devlet
Ġhale Kanunu hükümleri dıĢında tutulması suretiyle doğrudan satılabileceğini düzenlemekte
olup, bu haliyle idareye keyfi uygulamalara neden olabilecek geniĢ bir takdir yetkisi verildiği
gibi, aynı durumda bulunan baĢvurucular yönünden de hukuki güvenlik ve öngörülebilirliği
sağlamaktan öte objektif olmadığı ve belirsizliğe neden olduğu açıktır.
Bu nedenle kural Anayasa‘nın 2. maddesine aykırıdır.
Açıklanan nedenle 29.6.2001 günlü, 4706 sayılı Kanun‘un 4. maddesine 3.7.2003
günlü, 4916 sayılı Kanun‘un 3. maddesi ile eklenen fıkrada yer alan ―doğrudan satılabilir‖
ibaresinin kooperatifler yönünden iptali gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk kararına
katılmıyorum.
Üye
Zehra Ayla PERKTAġ
[R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer]
—— • ——
Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığından:
Esas Sayısı: 2011/106
Karar Sayısı: 2012/192
Karar Günü: 29.11.2012
ĠPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri M. Akif
HAMZAÇEBĠ ve Emine Ülker TARHAN ile birlikte 115 milletvekili
ĠPTAL DAVASININ KONUSU : 8.8.2011 günlü, 648 sayılı Çevre ve ġehircilik
Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname‘nin;
A- Tümünün ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eki (1) sayılı cetvelin ve (1), (2) ve (3)
sayılı listelerinin,
B- 1. maddesiyle;
1- DeğiĢtirilen 29.6.2011 günlü, 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
(ç) bendinde yer alan “… Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile…” ve “…mülkiyeti
kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler,
askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri…” ibarelerinin,
2- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
eklenen (h) bendinin,
C- 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin;
1- 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendinin,
2- 7. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen “mülkiyeti kamuya ait arsa ve
araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,” ibaresinin,
D- 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A
maddesinin;
1- (1) numaralı fıkrasının,
a - (a) bendindeki “…sulak alanlar…” ibaresinin,
b- (b) bendinin,
c- (c) bendindeki “…doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgesi…”
ibaresinin,
d- (ç), (d) ve (e) bentlerinin,
2- (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesindeki “…ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit
alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının…” ile ikinci cümlesindeki
“…Ancak Bakanlıkça…” ibaresinin,
E- 12. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 25. maddesine eklenen
(2) numaralı fıkranın,
F- 15. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen ek 1. maddenin,
G- 17. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen geçici 6.
maddenin (1) ve (3) numaralı fıkralarının,
H- 19. maddesinin,
I- 20. maddesinin,
J- 23. maddesiyle 3.5.1985 günlü, 3194 sayılı Ġmar Kanunu‘na eklenen ek 4. maddenin
birinci fıkrasının,
K- 32. maddesiyle 29.6.2011 günlü, 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 19. maddesine eklenen (2) numaralı
fıkranın,
L- 36. maddesiyle değiĢtirilen 9.8.1983 günlü, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu‘nun 5.
maddesinin birinci fıkrasındaki “onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak
projelerin” ibaresinin,
M- 40. maddesiyle değiĢtirilen 13.12.1978 günlü, 178 sayılı Maliye Bakanlığının
TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 13. maddesinin birinci
fıkrasının (r) bendindeki, “Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler
kapsamında;”, “ …ve Devlet‟in hüküm ve tasarrufu altında bulunan…” ibareleri,
“…kamulaĢtırma…” sözcüğü ve ikinci fıkrasının,
N- 41. maddesinin “21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanununda yer alan „Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‟ ibareleri
„Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‟ Ģeklinde ve „kültür ve tabiat varlıklarını koruma
bölge kurulu‟ ile „Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‟ Ġbareleri „Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‟ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ …” bölümü ile (13) numaralı alt
bendinin,
O- 42. maddesiyle değiĢtirilen 21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu‘nun 17.
maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü
paragraflarının,
P- 47. maddesinin,
R- 49. maddesinin,
S- 50. maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanun‘un 61. maddesinin ikinci fıkrasındaki
“… Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde …” ibaresinin,
T- 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin,
U- 52. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen geçici 9. ve geçici 10.
maddelerinin,
V- 63. maddesinin,
Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 5., 6., 7., 8., 10., 11., 35., 43., 45., 46., 56., 57., 63., 87.,
90., 91., 117., 123., 127. ve 169. maddelerine aykırılıkları ileri sürülerek iptallerine ve iptal
davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I- ĠPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠNĠN GEREKÇESĠ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü Ģöyledir:
“…
II. GEREKÇELER
1) 08.08.2011 Tarihli ve 648 Sayılı “Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilât ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname”nin; Tümünün ve Ayrı Ayrı Tüm Maddeleri ile Eki (1) Sayılı Cetvel, (1)
Sayılı Liste, (2) Sayılı Liste ve (3) Sayılı Listenin Anayasaya Aykırılığı
a) Esasa Girmeden Usulden Anayasaya Aykırılığı
…
Parlamenter demokrasi ve kuvvetler ayrılığı ilkesini kabul eden Anayasanın 7
nci maddesinde “yasama yetkisi”, Türk Ulusu adına TBMM‟ne verilmiĢ ve bu yetkinin
devredilemeyeceği açıkça belirtilmiĢtir. Bunun tek istisnası, Anayasanın 91 inci
maddesinde Bakanlar Kurulu‟na kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi
verilmesidir. Bu istisnai yetkinin “yetki devri” niteliğine bürünmemesi için, Anayasa
Mahkemesi‟nce de belirtildiği üzere, KHK çıkarma yetkisinin “önemli, ivedi ve zorunlu”
durumlarda verilmesi, ayrıca bu koĢulların birlikte gerçekleĢmesi gerekmektedir.
Siyasal iktidarın sayısal çoğunluğa dayalı olarak yasama organına egemen olduğu,
Ġçtüzük uyarınca muhalefetin yeterince konuĢamadığı ve dolayısıyla yasaların 3-5 gün içinde
çıkarılabildiği bir ortamda, Bakanlar Kurulu‘na KHK çıkarma yetkisi verilmesi, anayasal
kuralın amacı ve özüyle bağdaĢmamaktadır.
648 sayılı KHK, 6 Nisan 2011 günlü, 6223 sayılı Yetki Yasası‘na dayanılarak Bakanlar
Kurulu‘nca kabul edilmiĢtir. 6223 sayılı Yetki Yasası, 3 Mayıs 2011 günlü Resmi Gazete‘de
yayımlanarak yürürlüğe girmiĢtir. Anamuhalefet Partisi (CHP) TBMM Grubu tarafından, bu
Yetki Yasası‘nın iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi‘ne dava
açılmıĢtır.
Anayasa Mahkemesi, dayandığı yetki yasası Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilen
KHK‘leri, haklarında dava açılması durumunda, içeriğine girmeden, salt yetki yasaları iptal
edildiği için, aĢağıdaki gerekçeyle iptal etmiĢtir.
―Olağanüstü hal KHK‘leri dayanaklarını doğrudan doğruya Anayasadan (m. 121)
alırlar. Bu tür KHK‘lerin bir yetki yasasına dayanması gerekli değildir. Buna karĢılık olağan
dönemlerdeki KHK‘lerin bir yetki yasasına dayanması zorunludur. Bu nedenle, KHK‘ler ile
dayandıkları yetki yasası arasında çok sıkı bir bağ vardır.
...
KHK‘nin Anayasaya uygun bir yetki yasasına dayanması, geçerliliğinin önkoĢuludur.
Bir yetki yasasına dayanmadan çıkartılan veya dayandığı yetki yasası iptal edilen bir
KHK‘nin kurallarının, içerikleri yönünden Anayasaya aykırılık oluĢturmasalar bile Anayasaya
uygunluğundan söz edilemez.
…
Bir yetki yasasına dayanmadan çıkartılan veya yetki yasasının kapsamı dıĢında kalan ya
da dayandığı yetki yasası iptal edilen KHK‘lerin anayasal konumları birbirinden farksızdır.
Böyle durumlarda, KHK‘ler anayasal dayanaktan yoksun bulunduklarından, içerikleri
Anayasaya aykırı bulunmasa bile, dava açıldığında iptalleri gerekir.
Bu nedenlerle, iptaline karar verilen bir yetki yasasına dayanılarak çıkarılan KHK‘lerin,
Anayasanın BaĢlangıcı‘ndaki ‗hiçbir kiĢi ve kuruluĢun, bu Anayasada gösterilen hürriyetçi
demokrasi ve bunun icaplarıyla belirlenmiĢ hukuk düzeni dıĢına çıkamayacağı‘, 2 nci
maddesindeki ‗hukuk devleti‘ ilkeleriyle 6 ncı maddesindeki ‗Hiç kimse veya organ kaynağını
Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz‘ kuralı ve KHK çıkarma yetkisine iliĢkin
91 inci maddesiyle bağdaĢtırılmaları olanaksızdır.‖
Anayasa Mahkemesi, yukarıda yer verilen gerekçelerle, dayandıkları 4588 sayılı Yetki
Yasası 05.10.2000 günlü, E.2000/45, K.2000/27 sayılı kararla iptal edilen 606, 608, 609, 610,
611, 612, 613, 615, 616, 617, 618, 619, 621, 623, 624, 626, 628, 629 sayılı KHK‘leri;
içeriklerine girmeden, salt anayasal dayanaktan yoksun kaldıkları için, Anayasanın baĢlangıcı
ile 6 ncı ve 91 inci maddelerine aykırı duruma geldiklerini belirterek iptal etmiĢtir. (Sırasıyla
kararlar: K.2000/29, K.2000/45, K.2000/37, K.2000/40, K.2000/42, K.2000/44, K.2000/39,
K.2000/46, K.2000/38, K.2000/36, K.2000/35, K.2000/34, K.2000/43, K.2000/41, K.2000/33,
K.2000/32, K.2000/30, K.2000/31)
Bu itibarla, 6223 sayılı Yetki Yasası iptal edildiğinde 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname, yasal dayanaktan yoksun kalacağından, 08.08.2011 tarihli ve 648 sayılı ―Çevre ve
ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun
Hükmünde Kararname‖nin; esasa girmeden usulden tümünün ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile
eklerinin Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
b) Esastan Anayasaya Aykırılığı
…
Anayasanın BaĢlangıç kısmının dördüncü fıkrasında, ―Kuvvetler ayırımının, Devlet
organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli Devlet yetkilerinin
kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iĢbölümü ve iĢbirliği olduğu ve
üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu;‖ belirtildikten sonra 2 nci maddesinde
Cumhuriyetin nitelikleri arasında ―hukuk devleti‖ ilkesine yer verilmiĢ; 6 ncı maddesinde, hiç
kimse ve hiçbir organın kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağı; 7
nci maddesinde, Yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet meclisine ait
olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci maddesinde, yürütme yetkisi ve görevinin
CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasa ve yasalara uygun olarak yerine
getirileceği kuralları getirilmiĢ; 87 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna ―belli konularda‖
KHK çıkarma yetkisi verilmesi TBMM‘nin görevleri arasında sayılmıĢ; 91 inci maddesinin
ikinci fıkrasında ise, yetki kanununun, çıkarılacak kanun hükmünde kararnamenin, amacını,
kapsamını, ilkelerini, kullanma süresini ve süresi içinde birden fazla kararname çıkarılıp
çıkarılmayacağını göstereceği hükme bağlanmıĢtır.
Anayasa Mahkemesinin 05.10.2000 tarih ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı Kararında da
vurgulandığı üzere, Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 91 inci maddelerinin birlikte
değerlendirilmesi sonucunda, yasama yetkisinin genel ve asli bir yetki olması, TBMM‘ye ait
bulunması ve devredilememesi karĢısında KHK çıkarma yetkisinin kendine özgü ve ayrık bir
yetki olduğu anlaĢılabilmektedir. Dolayısıyla yetki yasalarının, yasama yetkisinin devri
anlamına gelecek ya da bu izlenimi doğuracak biçimde yaygınlaĢtırılıp genelleĢtirilmemesi
gerekir. KHK‘ler ancak ivedilik gerektiren belli konularda, kısa süreli yetki yasaları temel
alınarak etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe konulmak durumundadır.
Maddenin DanıĢma Meclisi‘nde görüĢülmesi sırasında KHK çıkarabilmesi için
hükümete yetki verilmesinin nedeni, ―... çok acele hallerde hükümetin elinde uygulanacak bir
seri kural olmadığı için, acele olarak çıkarılıp ve hemen olayın üstüne gidilmesi gereken
hallerde çıkarılması için bu düzenleme getirilmiĢtir ...‖ biçiminde açıklanırken; Anayasa
Komisyonu BaĢkanınca da, ―Kanun hükmünde kararname, yasama meclisinin acil bir
durumda, kanun yapmak için geçecek sürede çıkaracağı kanun ihtiyacı, halledilmesi gereken
meseleyi çözemeyeceğine; o zaman çok geç kalınacağı endiĢesinden kaynaklanan bir
müessesedir ve bu müessese bunun için kurulmuĢtur.‖ denilerek aynı doğrultuda görüĢ
bildirilmiĢtir.
Yetki yasasında Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin ―amaç‖, ―kapsam‖ ve ―ilkeleri‖nin
belirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar Kurulunun neleri gerçekleĢtirebileceğinin
açıklığa kavuĢturulmasıdır. KHK‘nin, amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniĢ içerikli,
her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve genel anlatımlarla gösterilmemeli, değiĢik biçimlerde
yorumlamaya elveriĢli olmamalıdır. Verilen yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden
belirgin duruma getirilmesi, baĢka bir anlatımla somutlaĢtırılması, yürürlüğe konulacak
KHK‘lerin yetki yasası kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen
yasak alana girip girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip
düzenlenmediklerinin saptanabilmesi yönünden gereklidir.
Anayasa Mahkemesinin 1990‘lardan bu yana verdiği kararlarda, TBMM‘nin Bakanlar
Kuruluna KHK çıkarma yetkisi vermesi için, ―ivedilik, ―zorunluluk‖ ve ―önemlilik‖ gibi üç
koĢulun birlikte bulunması gerekeceğine yönelik içtihat oluĢturduğu gözlenmektedir
(06.02.1990 günlü ve E.1988/62, K.1990/3). Yüksek Mahkeme, 16.10.1993 günlü ve
E.1993/26, K.1993/28 sayılı kararında ise, ―KHK‘lar, ancak ivedilik isteyen belli konularda,
kısa süreli yetki yasaları temel alınarak etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeler için yürürlüğe
konur.‖ demiĢtir. Ġvedilik koĢulu ile etkin önlemler ve zorunlu düzenlemeleri taĢımayan
hususlarda KHK çıkarma yetkisi verilmesinin yasama yetkisinin devri anlamına geleceği
açıktır.
Nitekim, Yüksek Mahkeme; Anamuhalefet (Fazilet) Partisi TBMM Grubu Adına Grup
BaĢkanı Mehmet Recai KUTAN tarafından, 29.06.2000 günlü, 4588 sayılı ―Kamu Kurum ve
KuruluĢlarının TeĢkilât, Görev ve Yetkilerine ĠliĢkin Konularla Kamu Personeli Arasındaki
Ücret Dengesizliklerinin Giderilmesi ve Kamu Malî Yönetiminde Disiplinin Sağlanması Ġçin
Yapılacak Düzenlemeler Hakkında Yetki Kanunu‖nun, Anayasanın BaĢlangıç‘ının dördüncü
paragrafı ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 11 inci, 87 nci, 91 inci ve 153 üncü maddelerine aykırılığı
savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle açtığı davaya iliĢkin 05.10.2000 tarih
ve E.2000/45, K.2000/27 sayılı Kararında;
―Anayasanın 87 nci maddesine göre, ancak, belli konularda KHK çıkarma yetkisi
verilmesi gerekirken dava konusu Yasa‘yla her konuyu kapsayacak biçimde genel bir yetki
verilmiĢtir. Bakanlar Kurulu, ayrık tutulan iki kurum dıĢında tüm kamu kurum ve
kuruluĢlarını yeniden örgütleyebilecek, bunların görev ve yetkilerini yeniden
düzenleyebilecek, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin ücret, aylık, disiplin ve cezaları ile
emeklileri hakkında kanun ve KHK‘lerde değiĢiklik yapabilecek, Devletin gelirleri ve
harcamalarına iliĢkin tüm mevzuatı ‗kamu malî yönetimi‘ kavramı içinde değerlendirerek
yeni kurallar getirebilecektir. Sınırları geniĢ ve belirsiz konularda düzenleme yapmak üzere
Bakanlar Kurulu‘na KHK çıkarma yetkisi verilmesi, Anayasanın 87 nci maddesinde belirtilen
‗belli konu‘larda verilen yetki olarak değerlendirilemez.
Öte yandan, yasa, Anayasanın 91 inci maddesinde belirtilen öğeleri de içermemektedir.
Yasa‘nın 1 inci maddesinde çıkarılacak KHK‘lerin ―kapsam‖ ve konusu içiçe girmiĢ,
kapsamının çok geniĢ ve sınırsız olması nedeniyle de verilen yetkinin 91 inci maddede
öngörülen yasak alana girip girmediğinin denetimi olanaksız hale gelmiĢtir. Konu ve
kapsamdaki bu sınırsızlık ve belirsizlik, TBMM‘ne ait olan yasama yetkisinin yürütme
organına devri anlamına gelir. Amaç, konu, ilke ve kapsamla ilgili sınırların belirli olması
gerekirken bunlara uyulmadan KHK çıkarma yetkisi verilmesi Anayasanın 7 nci maddesine
aykırılık oluĢturur.
Yasa‘nın 2 nci maddesinde, Bakanlar Kuruluna verilen yetkinin ivedi ve zorunlu
hallerde kullanılması gerektiği belirtilmiĢtir. Yetkinin ―önemli, ivedi ve zorunlu‖ durumlarla
sınırlandırılması, dava konusu Yetki Yasası‘nda olduğu gibi bunun takdirinin Bakanlar
Kuruluna bırakılmasıyla değil, amacın, kapsamın ve konunun içeriği yönünden ivedi ve
zorunlu olduğunun yasakoyucu tarafından saptanmasıyla olanaklıdır. Niteliği itibariyle uzun
süreli ve çok yönlü çalıĢmayı gerektiren düzenlemeler ivedi ve zorunlu olarak
nitelendirilemez. Dava konusu Yasa‘nın amaç ve kapsamındaki geniĢlik ve sınırsızlık, verilen
yetkinin önemli, ivedi ve zorunlu durumları içerip içermediğinin tespitine imkan
vermemektedir.
Açıklanan nedenlerle Yetki Yasası‘nın 1 inci maddesiyle 2 nci maddesinin birinci
fıkrası Anayasanın BaĢlangıç‘ının dördüncü paragrafı ile 2 nci, 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerine aykırıdır . Ġptali gerekir.‖ demiĢtir.
Dava konusu hukuki olayda ise, Türkiye Büyük Millet Meclisinin 03.03.2011 tarihli 73
ncü BirleĢiminde, Genel Seçim tarihinin öne alınarak, Genel Seçimin 12 Haziran 2011
tarihinde yapılmasına karar verilmiĢtir. Bundan 25 gün sonra, Yetki Yasasına iliĢkin ―Yasa
Tasarısı‖ BaĢbakanlıkça 28.03.2011 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi BaĢkanlığına
sunulmuĢtur. BaĢka bir anlatımla Yetki Yasa Tasarısı, Genel Seçime 2,5 ay kala TBMM‘ye
sevk edilmiĢ; siyasal iktidarın TBMM‘deki sayısal çoğunluğuna dayalı olarak da 06.04.2011
tarihinde kabul edilmiĢtir. TBMM‘de 06.04.2011 tarihinde kabul edilen Yetki Yasası, 14 gün
TBMM‘de bekletildikten sonra CumhurbaĢkanlığına 19.04.2011 tarihinde sunulabilmiĢtir.
6223 sayılı Yetki Yasasının çıkarılmasındaki öncelikli anayasal sorun, ―ivedilik‖ ile
ilgilidir. Ġvedilik, ―önemli ve zorunlu‖ konunun KHK yoluyla düzenlenmesinin olmazsa
olmaz koĢuludur ve yasama dahil bütün süreçleri kapsamaktadır. Yasama organı çıkardığı
yasanın ivediliğine inanıyorsa, söz konusu yasanın ivedi olarak yürürlüğe girmesi için
gereğini yerine getirmek durumundadır. TBMM Genel Kurulunda 06.04.2011 tarihinde kabul
edilen 6223 sayılı Yasa, 14 gün TBMM‘de bekletilmiĢ ya da unutulmuĢ, ancak 19.04.2011
tarihinde CumhurbaĢkanlığına gönderilebilmiĢtir. Bu durum, Yetki Yasası ile düzenlenecek
konuların ―ivedi‖ olmadığının açık kanıtıdır.
Ortada, KHK‘lerle düzenlemelere gidilmesi yönünde, ―önemli, zorunlu ve ivedi durum‖
yok ve yasama organının ve dolayısıyla yürütme organının yenilenmesine karar verilmiĢ iken,
hem mevcut Bakanlar Kurulunu hem de seçimden sonra kurulacak Bakanlar Kurulunu
kapsayacak ve aynı zamanda da gelecek yasama organını ipotek altına alacak Ģekilde,
Bakanlar Kuruluna 6 ay süreyle, KHK çıkarma yetkisi verilmesi, Anayasanın demokratik
hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı gibi yasama yetkisinin devri anlamına da gelmektedir. 6
aylık sürenin uzunca bir bölümü, henüz kurulu olmayan ve ne zaman kurularak göreve
baĢlayacağı belli olmayan bir Bakanlar Kurulunu kapsamaktadır ki burada da, hukuk
devletinin ―belirlilik‖ ve ―öngörülebilirlik‖ ilkeleriyle birlikte, KHK‘lere iliĢkin ―önemli,
zorunlu ve ivedi durum‖ ilkesinin ihlali söz konusudur.
6223 sayılı Yetki Yasasının ―Amaç ve kapsam‖ baĢlıklı 1 inci maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde, ―Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden
belirlenerek;‖ denildikten sonra;
(1) numaralı alt bendinde, mevcut bakanlıkların birleĢtirilmesine veya kaldırılmasına,
yeni bakanlıklar kurulmasına, anılan bakanlıkların bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢlarıyla
hiyerarĢik iliĢkilerine; (2) numaralı alt bendinde, mevcut bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların
bağlılık ve ilgilerinin yeniden belirlenmesine veya bunların mevcut, birleĢtirilen veya yeni
kurulan bakanlıklar bünyesinde hizmet birimi olarak yeniden düzenlenmesine; (3) numaralı
alt bendinde, mevcut bakanlıklar ile birleĢtirilen veya yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki,
teĢkilat ve kadrolarının düzenlenmesine, taĢrada ve yurt dıĢında teĢkilatlanma esaslarına; (b)
bendinde ise, kamu kurum ve kuruluĢlarında istihdam edilen memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli
personel ile diğer kamu görevlilerinin çalıĢmalarında etkinliği artırmak üzere, bunların
atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk
edilme usul ve esaslarına; ―iliĢkin konularda düzenlemelerde bulunmak üzere Bakanlar
Kuruluna kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi vermektir.‖ gibi belirsiz ve sınırsız
ifadelere yer verilerek Yetki Yasasının amacı ortaya konmak istenmiĢtir.
Aynı maddenin (2) numaralı fıkrasında ise, Yetki Yasasının kapsamına iliĢkin olarak,
―Bu Kanuna göre çıkarılacak kanun hükmünde kararnameler;‖ denilip, (a) bendinde, ―Kamu
hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine iliĢkin olarak;‖
ifadesinden sonra, 19 alt bent halinde 19 yasa ve KHK sayılmıĢ ve (20) numaralı alt bendinde,
―Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taĢra ve yurt dıĢında
teĢkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların bağlılık ve ilgilerine iliĢkin
hükümlerinde,‖ denilerek adeta tüm kamu kurum ve kuruluĢları kapsama alınmak istenmiĢ;
(b) bendinde ise, ―Kamu kurum ve kuruluĢlarında istihdam edilen memurlar, iĢçiler,
sözleĢmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme,
terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin olarak;‖
denildikten sonra 6 alt bent halinde 5 yasa ve 1 KHK sayılmıĢ ve (7) numaralı alt bendinde
ise, ―Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli personel
ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirme, seçilme, terfi, yükselme, görevden
alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin hükümlerinde‖ ifadesiyle de
neredeyse tüm kamu personeli hakkında Bakanlar Kuruluna her türlü düzenlemede bulunma
yetkisi verilmesi hedeflenmiĢtir.
Oysa yetki yasalarının, Anayasanın belirlediği ögeleri belli bir içeriğe kavuĢturarak
somutlaĢtırması ve verilen yetkiyi hiçbir tartıĢmaya yol açmayacak açıklıkta belirleyerek
Bakanlar Kurulu‘na çerçeveyi çizmesi ve niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü çalıĢmayı
gerektiren düzenlemeleri kapsamaması gerekmektedir.
Çünkü, Yetki Yasası‘nda Bakanlar Kurulu‘na verilen yetkinin ―amaç‖, ―kapsam‖ ve
―ilkeleri‖nin belirlenmesinden amaç, bu yetki ile Bakanlar Kurulu‘nun neleri
gerçekleĢtirebileceğinin açıklığa kavuĢturulmasıdır. Ancak, 6223 sayılı Yetki Yasasının,
amacı, kapsamı ve ilkeleri de konusu gibi geniĢ içerikli, her yöne çekilebilecek, yuvarlak ve
genel anlatımlarla gösterilerek, her okuyanın değiĢik Ģekillerde yorumlamasına açık hale
getirilmiĢtir. Verilen yetkinin konu, amaç, kapsam ve ilkeler yönünden belirgin duruma
getirilmesi, baĢka bir anlatımla somutlaĢtırılması, yürürlüğe konulacak KHK‘lerin yetki yasası
kapsamı içinde kalıp kalmadıklarının, 91 inci maddede belirlenen yasak alana girip
girmediklerinin, önemli, ivedi ve zorunlu bir durum için düzenlenip düzenlenmediklerinin
saptanabilmesi yönünden gereklidir.
Herhangi bir yetki yasasının Anayasaya aykırı olmaması için Anayasadaki öge ve
ölçütlere, Anayasa Mahkemesi kararları ile getirilen yorumlara uygun olması gerekir.
Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesi kararlarda açıklanan gerekçelerin göz
önünde bulundurulmasını zorunlu kılar.
Bakanlar Kurulu tarafından 6223 sayılı Yetki Yasasına dayanılarak bu güne kadar;
- 632 sayılı Devlet Memurları Kanununun 4 üncü Maddesinin (B) Fıkrası ile 4924 sayılı
Kanun Uyarınca SözleĢmeli Personel Pozisyonlarında ÇalıĢtırılanların Memur Kadrolarına
Atanması Amacıyla Devlet Memurları Kanununda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair KHK,
- 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında
KHK,
- 634 sayılı Avrupa Birliği Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK,
- 635 sayılı Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında
KHK,
- 636 sayılı Çevre, Orman ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında
KHK;
- 637 sayılı Ekonomi Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK,
- 638 sayılı Gençlik ve Spor Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK,
- 639 sayılı Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında
KHK,
- 640 sayılı Gümrük ve Ticaret Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK,
- 641 sayılı Kalkınma Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK,
- 642 sayılı Doğu Anadolu Projesi Bölge Kalkınma Ġdaresi ile Konya Ovası Projesi
Bölge Kalkınma Ġdaresi BaĢkanlıklarının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK,
- 643 sayılı 3046 Sayılı Kanun ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
DeğiĢiklik Yapılmasına Dair KHK,
- 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK,
- 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK,
- 646 sayılı Vergi Denetim Kurulu BaĢkanlığının Kurulması Amacıyla Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair KHK,
- 647 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair
KHK,
- 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik
Yapılmasına Dair KHK,
Olmak üzere 17 adet KHK çıkarılmıĢtır. Yazılı ve görsel medyada yer alan haberlerden
Bakanlar Kurulunun hızını alamadığı ve dolayısıyla bunlara yenilerini ekleyeceği
anlaĢılmaktadır.
Öyle ki, yukarıdaki KHK‘lerin içeriğine girmeden isimlerinden de anlaĢılacağı üzere,
KHK‘lerden bazıları daha bir ay yürürlükte kalmadan değiĢikliğe uğramıĢtır. Bunlardan en
ilginci, Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığının birleĢtirilmesiyle
oluĢturulan Çevre, Orman ve ġehircilik Bakanlığının baĢına gelmiĢtir.
06.04.2011 tarihli ve 6223 sayılı Yetki Kanunu‘na dayanılarak Bakanlar Kurulunca
hazırlanan, 03.06.2011 tarihli ve 636 sayılı Çevre, Orman ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname, 08.06.2011 tarihli ve 27958 Mükerrer
sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiĢ; bir ay dahi yürürlükte kalmadan
Çevre, Orman ve ġehircilik Bakanlığı bu defa, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı - Orman ve Su
ĠĢleri Bakanlığı Ģeklinde ikiye bölünerek yine 6223 sayılı Yetki Kanununa dayanılarak
Bakanlar Kurulunca, 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının
TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile 29.06.2011 tarihli ve 645
sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname çıkarılarak KHK‘ler 04.07.2011 tarihli ve 27984 Mükerrer sayılı Resmi Gazetede
yayımlanmıĢtır. Bunu, 17.08.2011 tarih ve 28028 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 648
sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına
Dair Kanun Hükmünde Kararname izlemiĢtir.
Diğer KHK‘lerin baĢına da benzer Ģeylerin geldiği göz önüne alındığında, TBMM‘nin
Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisi verebilmesi için, ―ivedilik‖, ―zorunluluk‖ ve
―önemlilik‖ gibi üç Anayasal koĢulun birlikte bulunması Ģartının gerçekleĢmesi Ģöyle dursun,
Bakanlar Kurulunun yönetmelikle kurallaĢtırmanın dahi asgari gerekleri olan araĢtırma,
inceleme, ihtiyaçları tespit etme ve giderme yollarını belirleme gibi ciddi hiçbir hazırlığının
olmadığını ortaya koymaktadır. Bu durum, niteliği itibariyle uzun süreli ve çok yönlü
çalıĢmayı gerektiren yasal düzenlemelerin KHK‘lere konu oluĢturamayacağının en açık,
belirgin ve tartıĢmasız göstergesidir.
Bakanlar Kurulunun ülkemize yaĢattığı kelimenin tam anlamıyla bir tür ―yap-boz
oyunu‖dur. Yap-boz oyunu olmadığını kimse ileri süremez. Ancak, yap-boz oyunları, okul
öncesi çocukların eğlenerek öğrenmesini sağlamak için geliĢtirilmektedir. Yap-boz oyunları
ile okul öncesi çocukların, anlamsız parçaları zihinsel çaba göstererek anlamlı bütünlere
dönüĢtürmeleri ve dolayısıyla zihinlerinde kurguladıkları bütüne ulaĢabilmeleri için de her
defasında yeniden deneyerek düĢünme ve çözüm yolları üretme yetilerini geliĢtirmeleri
amaçlanmaktadır.
Bakanlar Kurulu ise, 6223 sayılı Yasayla aldığı yetkiye dayanarak, yap-boz oyununu
Türkiye‘nin hukuk sistemi üzerinde oynamaktadır. Uzun süreli ve çok yönlü çalıĢmayı
gerektiren alanlarda hiçbir hazırlığa dayalı olmadan kural koymakta, daha koyduğu kuralı
uygulama ve sonuçlarını izleme ve değerlendirme aĢamalarına geçmeden değiĢtirmekte;
durmamakta, değiĢtirdiğini de değiĢtirmektedir. Hiçbir hukuksal öngörülebilirlik olmadığı
için de değiĢtirdiği değiĢikliği değiĢtirdiğinin üzerinde yarın baĢka bir değiĢikliğe gitmeyeceği
de belirsizliğini korumaktadır.
Çünkü, 648 sayılı KHK, Sayın Erdoğan Bayraktarın Çevre ve ġehircilik Bakanlığına
atanmasından sonra hazırlanmıĢtır. Türkiye, hukuksal düzenlemelerin toplumun ihtiyaçlarına
göre belirlendiği demokratik ve sosyal hukuk devletinden, Bakanlar Kurulu eliyle bakanın
kiĢisel özellik ve ihtiraslarına göre Ģekillendirildiği despotik bir devlete doğru
sürüklenmektedir. YaĢananlar, Çevre ve ġehircilik Bakanının değiĢmesi durumunda, yeni bir
KHK ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığının teĢkilat ve görevlerinin de değiĢeceğini ortaya
koymaktadır.
Bakanlar Kurulunun hukuksal öngörülebilirliği ortadan kaldırması ve hukuksal
belirsizlik yaratarak, demokratik devlet ve hukuk devleti ilkelerine aykırı uygulamalar içine
girmesini sağlayan ise, Anayasanın 7 nci maddesiyle Türk Milleti adına TBMM‘ye verilen
devredilemez nitelikteki yasama yetkisini kullanıyor olmaktan kaynaklanmaktadır.
Parlamento, Fransızca ―parler‖, Ġtalyanca ―parlare‖ yani ―konuĢmak‖ mastarlarından
türetilmiĢ bir sözcüktür ve ―konuĢulan yer‖ anlamına gelmektedir. Demokrasilerde yasalar,
uzun süreli ve çok yönlü araĢtırma, inceleme ve değerlendirmelere dayalı olarak ihtiyaçlar ve
çözüm yolları, ilgili kurum ve kuruluĢlar ile etkilenen toplumsal kesimlerin ve bunların
temsilcisi örgütlerin görüĢlerini alınıp tespit edildikten sonra parlamentoların komisyon ve alt
komisyonları ile genel kurulunda konuĢularak, tartıĢılarak ve üzerinde asgari mutabakat
sağlanmaya çalıĢılarak yasalaĢmaktadır.
Kaldı ki, Anayasa yasama yetkisini Türk Milleti adına TBMM‘ye vermiĢ ve bu yetkiye
-Anayasanın 91 inci maddesindeki ayrık ve spesifik durum hariç- devredilmezlik atfetmiĢtir.
Anayasanın öngördüğü ―ivedilik‖, ―zorunluluk‖ ve ―önemlilik‖ gibi üç koĢulun birlikte
bulunması Ģartının gerçekleĢmediği alanlarda 6223 sayılı Yasayla Bakanlar Kuruluna konu ve
kapsamı sınırsızlık ve belirsiz bir düzenleme yetkisi verilmesi ve Bakanlar Kurulunun da bu
yetkiyi ―yap-boz oyunu‖ oynar gibi kullanması, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayanan
parlamenter demokratik sisteme karĢı giriĢilmiĢ örtülü bir yürütme organı darbesidir. Bu
örtülü darbenin siyasal iktidarın yasama organındaki sayısal üstünlüğüne dayalı olarak
yasama organının bilgisi ve ilgisi dahilinde yapılıyor olması, yapılanın Anayasanın özü ve
sözüyle bağdaĢmayan siyasal bir darbe olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
648 sayılı KHK bu göstergelerinden birini oluĢturmaktadır. 08.08.2011 tarihli ve 648
sayılı ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına
Dair Kanun Hükmünde Kararname‖ ile;
- 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede;
- 19.10.1989 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına
Dair KHK‘de;
- 10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda;
- 27.06.1989 sayılı ve 375 sayılı KHK‘de;
- 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununda;
- 29.06.2001 tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunda;
- 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında KHK‘de;
- 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanununda;
- 13.12.1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında
KHK‘de;
- 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kanununda;
- 16.04.2003 tarihli ve 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanunda,
- 31.10.1985 tarihli ve 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğünün TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında KHK‘nin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında Kanunda,
- 26.01.2011 tarihli ve 6107 sayılı Ġller Bankası Kanununda,
- 02.03.1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununda,
Doğrudan değiĢiklikler yapılır ve ek fıkra ve maddeler eklenirken; 03.07.2005 tarihli ve
5393 sayılı Belediye Kanunu, 10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı BüyükĢehir Belediyesi
Kanunu ve 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanununda örtülü değiĢiklikler
yapılmıĢ; Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmıĢ; Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kurulu ise, Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna dönüĢtürülmüĢtür.
Yukarıda sıralanan 17 adet yasa ve yasa gücünde kararnameden, 29.06.2011 tarihli ve
644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname, 19.10.1989 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı
Kurulmasına Dair KHK, 10.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanunu, 29.06.2001 tarihli ve 4708 sayılı
Yapı Denetimi Hakkında Kanunu, 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri
Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK, 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli
Parklar Kanunu, 13.12.1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında KHK, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Kanunu, 16.04.2003 tarihli ve 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun, 31.10.1985 tarihli ve 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğünün TeĢkilat ve
Görevleri Hakkında KHK‘nin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında Kanun, 26.01.2011 tarihli ve
6107 sayılı Ġller Bankası Kanunu, 02.03.1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu ile
03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu, 10.07.2004 tarihli ve 5216 sayılı
BüyükĢehir Belediyesi Kanunu ve 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu
olmak olmak üzere 16 adedinin, 6223 sayılı Yetki Yasasının ―Amaç ve kapsam‖ baĢlıklı 1
inci maddesinin kapsama iliĢkin (2) numaralı fıkrasında 19 alt bent halinde tek tek sayılan
yasa ve yasa gücünde kararnameler arasında sayılmadığı açıktır.
Maddenin (2) numaralı fıkrasının (a) bendinde, ―Kamu hizmetlerinin bakanlıklar
arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine iliĢkin olarak‖ denildiği ve (20) numaralı alt
bendinde ise, ―Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin görev, yetki, merkez, taĢra ve
yurt dıĢında teĢkilatlanma esasları, kadrolar, bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların bağlılık ve
ilgilerine iliĢkin hükümlerinde,‖ ifadesine yer verildiği ve yukarıda sıralanan 17 adet yasa ve
yasa gücünden kararnameden 644 ve 645 sayılı KHK‘ler hariç 15 adedinde yapılan
değiĢikliklerin kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine
iliĢkin olmadığı gibi, görev, yetki, merkez, taĢra ve yurt dıĢında teĢkilatlanma esasları,
kadrolar, bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların bağlılık ve ilgilerine iliĢkin hükümlerinde de
yapılmadıkları ortada olduğundan madenin (2) numaralı fıkrasının (a) bendi ile (a) bendine
iliĢkin (20) numaralı alt bendin kapsamında olmadığı da çok açıktır.
Öte yandan, yukarıda sıralanan 17 adet yasa ve yasa gücünde kararnameden 16 adedi,
6223 sayılı Yetki Yasasının 1 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde 6 alt bent
halinde sayılan 6 adet yasa ve yasa gücünde kararname içinde de sayılmadığı ve (7) numaralı
alt bendinde de, ―Diğer kanun ve kanun hükmünde kararnamelerin memurlar, iĢçiler,
sözleĢmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirme, seçilme, terfi,
yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin hükümlerinde‖
denildiğinden, 16 adet yasa ve yasa gücünde kararnamede yapılan değiĢiklikler, maddedeki
esaslar çerçevesinde sayılamayacağından, yukarıda sıralanan 16 adet yasa ve yasa gücünde
kararnamenin 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmadığı yeterince açık bir husustur.
Ayrıca, yukarıda sıralı 21 adet yasa ve yasa gücünde kararnamede yapılan değiĢiklikler,
6223 sayılı Yetki Yasasının ―Ġlkeler ve yetki süresi‖ baĢlıklı 2 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasında ―Bakanlar Kurulu bu Kanuna göre verilen yetkiyi kullanırken;‖ denilerek (a)
bendinde, ―Kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine
iliĢkin olarak‖ ifadesinden sonra dokuz alt bent halinde sayılan ilkeler içinde sayılamayacağı
gibi; (b) bendinde üç alt bent halinde sayılan ilkeler içinde de değerlendirilemez.
Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan yargısal denetimde KHK‘nin, öncelikle yetki
yasasına sonra da Anayasaya uygunluğu sorunlarının çözümlendiği bilinmektedir. Her ne
kadar, Anayasanın 148 inci maddesinde KHK‘lerin yetki yasalarına uygunluğunun
denetlenmesinden değil, yalnızca Anayasaya biçim ve esas bakımlarının uygunluğunun
denetlenmesinden söz edilmekte ise de, Anayasaya uygunluk denetiminin içerisine öncelikle
KHK‘nin yetki yasasına uygunluğunun denetimi girer. Çünkü, Anayasanın 91 inci
maddesinde, Bakanlar Kurulu‘na ancak yetki yasasında belirtilen sınırlar içerisinde KHK
çıkarma yetkisi verilmesi öngörülmüĢtür. Yetkinin dıĢına çıkılması, KHK‘yi Anayasaya aykırı
duruma getirir. Böylece, KHK‘nin yetki yasasına aykırı olması Anayasaya aykırı olmasıyla
özdeĢleĢir.
Bir yetki yasasına dayanmadan çıkartılan veya yetki yasasının kapsamı dıĢında kalan ya
da dayandığı yetki yasası iptal edilen KHK‘lerin anayasal konumları birbirinden farksızdır.
Böyle durumlarda, KHK‘ler anayasal dayanaktan yoksun bulunduklarından, içerikleri
Anayasaya aykırı bulunmasa bile, dava açıldığında iptalleri gerekir.
Bu bağlamda, Bakanlar Kurulunun 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan
alanlarda ilkeleriyle uyuĢmayan hukuksal tasarruflara giriĢerek yasal düzenlemelerde
bulunması, Anayasanın BaĢlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 91 inci
maddelerindeki kurallara aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 91 inci maddesinin birinci fıkrasında, sıkıyönetim ve
olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci
bölümlerinde yer alan temel haklar, kiĢi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan
siyasi haklar ve ödevlerin kanun hükmünde kararname ile düzenlenemeyeceği kuralı
getirilmiĢ; Anayasanın Ġkinci Kısmının ―KiĢinin Hakları ve Ödevleri‖ baĢlıklı Ġkinci
Bölümünün ―YerleĢme ve seyahat hürriyeti‖ baĢlıklı 23 üncü maddesinin ikinci fıkrasında,
devletin ―sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi gerçekleĢtirmek‖ görevinden söz edilirken; 35 inci
maddesinde ise mülkiyet hakkı düzenlenmiĢtir.
648 sayılı KHK‘de ise, yerleĢme ve kentleĢmeye yönelik düzenlemeler yanında, Hazine
ile diğer kamu kurum ve kuruluĢlarının mülkiyetindeki araziler; Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerler; mera, yaylak ve kıĢlaklar ile ormanlara; doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel
sitlere; milli park, tabiat parkı, koruma alanları ve sulak alanlara ve bunların hukuki rejimleri
ile yerleĢime açılmalarına iliĢkin düzenlemeler yapılmıĢtır.
648 sayılı KHK ile yapılan düzenlemeler, Anayasanın Ġkinci Kısmının Ġkinci
Bölümündeki, Devletin sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi sağlama görevi ile mülkiyet hakkı
kapsamında olduğundan; Anayasanın 91 inci maddesinde belirtilen KHK ile düzenleme
yasağı alanına girmekte ve dolayısıyla sağlıklı ve düzenli kentleĢme ile mülkiyet hakkını konu
alan imar ve çevre düzenlemeleri kanunla yapılacağından, kanun hükmünde kararname ile
düzenlenmesi Anayasanın 91 inci maddesindeki kurala, bu açıdan da aykırılık
oluĢturmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 08.08.2011 tarihli ve 648 sayılı ―Çevre ve ġehircilik
Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname‖nin tümü ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eki (1) Sayılı Cetvel, (1) Sayılı Liste, (2)
Sayılı Liste ve (3) Sayılı Liste, Anayasanın BaĢlangıcının dördüncü fıkrası ile 2 nci, 6 ncı, 7
nci ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
2) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci Maddesiyle DeğiĢtirilen
29.06.2011 Tarihli ve 644 Sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (ç)
Bendinde Yer Alan ―… Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile …‖ Ġbaresi ile ―…
mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair
tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri …‖ Ġfadesinin ve
4 üncü Maddesi ile 644 Sayılı KHK‘nin 7 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının (j) Bendine
Eklenen ―mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,‖ Ġbaresinin
Anayasaya Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesiyle değiĢtirilen 29.06.2011
tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde, her tür ve
ölçekteki fiziki planlara ve bunların uygulanmasına yönelik temel ilke, strateji ve standartları
belirlemek ve bunların uygulanmasını sağlamak ile merkezi idarenin yetkisi içindeki kamu
yatırımları ve enerji ve telekomünikasyon tesislerine ek olarak, Bakanlar Kurulunca
yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü
yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel
güvenlik bölgelerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve
uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak,
onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma
yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek ile Çevre ve ġehircilik
Bakanlığı yetkilendirilmekte; 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen
mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı ibaresi ile ise her tür
ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve
değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak ve onaylamakla Bakanlığın Mekansal Planlama
Genel Müdürlüğü görevlendirilmektedir.
648 sayılı KHK‘nin 1 inci maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (ç) bendiyle, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının görevlerinin
düzenlenmesi görüntüsü altında, 3194 sayılı Ġmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu,
5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik
Bölgeleri Kanununda örtülü değiĢiklikler yapılmaktadır.
Oysa, 3194 sayılı Ġmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5302 sayılı Ġl özel
Ġdaresi Kanunu ile 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu, 6223
sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan
alanlarda, 648 sayılı KHK ile düzenlemeler yapılması, Anayasanın 91 inci maddesine
aykırıdır.
Öte yandan (c) bendinde, ―Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile‖ denilmekle
yetinilmiĢ; Bakanlar Kuruluna verilecek yetkinin amacı ve ilkeleri belirtilmediği gibi kapsamı
ve çerçevesi çizilmemiĢ; amacı olmayan, kapsamı sınırsız ve ilkeleri belirsiz bir alanla ilgili
olarak Çevre ve ġehircilik Bakanlığı her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar
planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve
baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde
resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek ile yetkilendirilmiĢtir.
Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir
duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. Bakanlar
Kurulunu yasa ile yetkilendirme, Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme
anlamına gelmez. Bakanlar Kurulunun Çevre ve ġehircilik Bakanlığını hangi alanlarda hangi
projeleri gerçekleĢtirmek için, ne Ģekilde ve hangi Ģartlarla yetkilendireceği, yetkinin kapsamı,
amacı ve ilkelerinin ne olduğunun yasada açıkça belirtilmesi gerekir. Aksine düzenleme,
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz.
Öte yandan, Bakanlar Kuruluna, hiçbir ölçü getirilmeden, amacı ve temel ilkeleri ortaya
konulmadan, kapsamı ve çerçevesi çizilmeden, yürütmenin düzenleme yetkisinin sınırlı,
tamamlayıcı ve bağımlı bir yetki olduğu gözetilmeden, sınırsız ve belirsiz bir alanı belirleme
yetkisi verilmesi, yasama yetkisinin devri sonucunu doğurmakta ve bu yanıyla Anayasanın 2
nci maddesine ek olarak 6 ncı, 7 nci ve 87 nci maddelerine de aykırılık oluĢturmaktadır.
Mekansal planlamadaki yetkilerin merkezi idare ile yerel yönetimler arasındaki
paylaĢımı tarihsel olarak incelendiğinde, 648 sayılı KHK ile yapılan yukarıdaki
düzenlemelerin, Türkiye‘de 1985 yılından bu yana mekansal planlamada yerel yönetimlerin
yetkisini artıran süreçten gerekçesiz bir kopuĢu ve 1985 öncesinin de gerisine düĢüĢü ortaya
koyduğu anlaĢılmaktadır.
09.07.1956 tarihli ve 6785 sayılı Ġmar Yasasının 26 ncı ve 29 uncu maddelerinde,
Belediye Meclislerince kabul edilen imar ve yol istikamet planlarını aynen veya değiĢtirerek
onama ya da değiĢtirilmek üzere geri çevirme Bakanlığın yetkisine verilmiĢ; 20.07.1972
tarihli ve 1605 sayılı Yasa ile yapılan değiĢiklikle Bakanlığın bu konudaki yetkisi biraz daha
geniĢletilmiĢti.
Yerel yönetimlere iliĢkin olarak 1982 Anayasasının 123 üncü maddesinin ikinci
fıkrasındaki, idarenin kuruluĢ ve görevlerinin merkezden yönetim ve yerinden yönetim
esaslarına dayanacağı kuralının, yerel yönetimlerin düzenlendiği 127 nci maddesinin ikinci
fıkrasında ――Mahalli idarelerin kuruluĢ ve görevleri ile yetkileri yerinden yönetim ilkesine
uygun olarak kanunla düzenlenir.‖ Ģeklinde 1961 Anayasasının 116 ncı maddesinden farklı
olarak bir yerel yönetim ilkesi haline getirilmesiyle birlikte, yerel düzeydeki mekansal
planlama, mahalli müĢterek ihtiyaçlar kategorisinde değerlendirilerek, merkezi idarenin
yetkileri, yerel yönetimler lehine sınırlandırılmaya baĢlanmıĢtır.
Anayasanın 127 nci maddesinin birinci fıkrasında sözü edilen mahalli müĢterek ihtiyaç
kavramının, herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde yaĢayan kiĢi, aile, zümre ya
da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı yörede birlikte yaĢamaktan doğan eylemli durumların
yarattığı, yoğunlaĢtırdığı ve güncelleĢtirdiği, özünde yerel ve kamusal hizmet karakterinin
ağır bastığı ortak ihtiyaç ve beklentileri ifade ettiği göz önüne alındığında, yerelde
uygulanacak imar planları ile parselasyon planlarının, birlikte yaĢamaktan ve hemĢerilik
iliĢkisinden doğan mahalli müĢterek bir hizmet olduğu göz ardı edilemez.
Bunun içindir ki, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanunu ile birlikte, merkezi
idarenin yereldeki mekansal planlama konusundaki yetkileri, çağdaĢ demokratik sistemdeki
evrimin, katılımcı demokrasi anlayıĢının küresel düzeyde yerleĢmesinin ve Anayasamızdaki
―yerinden yönetim‖ ilkesinin gereği olarak, merkezi idareye göre katılımcı süreçlere daha açık
olan yerel yönetimlere geçmeye baĢlamıĢ; 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi
Kanunu ve 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile süreç tamamlanmıĢtır.
Mekansal planlama konusunda yürürlükteki yasalarımızda, bölgesel düzeyde ―bölge
planı‖ ile ―çevre düzeni planı‖; yerel düzeyde ise, ―il çevre düzeni planı‖ ile ―(nazım ve
uygulama) imar planı‖ öngörülmektedir.
Bölge planları, 3194 sayılı Ġmar Kanununa göre (md. 8/1-a), sosyo-ekonomik geliĢme
eğilimlerini, yerleĢmelerin geliĢme potansiyelini, sektörel hedefleri, faaliyetlerin ve
altyapıların dağılımını belirlemek üzere gerekli gördüğü hallerde Devlet Planlama TeĢkilatı
(Ģimdi Kalkınma Bakanlığı) tarafından yapılacak veya yaptırılacak;
Çevre düzeni planları, 2872 sayılı Çevre Kanununa göre (md. 9), çevre kirliliğini
önlemek ve nazım ve uygulama imar palanlarına esas teĢkil etmek üzere bölge ve havza
bazında 1/50.000-1/100.000 ölçekli olarak Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığı (Ģimdi Çevre ve
ġehircilik Bakanlığı) tarafından yapılacak, yaptırılacak ve onaylanacak;
Ġl çevre düzeni planları, 5393 sayılı Belediye Kanununa göre (md. 18/c), belediye
sınırları il sınırı olan BüyükĢehir Belediyelerinde ilgili BüyükĢehir Belediyesi tarafından
yapılacak ve doğrudan belediye meclisi tarafından onaylanacak; diğer illerde ise valinin
koordinasyonunda, il belediyesi ve il özel idaresi ile birlikte yapılacak ve belediye meclisi ile
il genel meclisi tarafından onaylanacak;
Ġmar planları ( nazım ve uygulama) ise, 5393 sayılı Belediye Kanununa göre (md. 14/1a ve 18/1-c) belediye sınırları içinde ilgili belediye tarafından hazırlanıp belediye meclisinin
onayıyla, 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanununa göre (md. 6/1-a ve 10/1-c), ilgili il özel
idaresince hazırlanıp il genel meclisinin kararıyla yürürlüğe girecektir.
Bu merkez ile yerel arasındaki yetki paylaĢımına yönelik genel düzenlemelere ek
olarak, 3621 sayılı Kıyı Kanununda (md. 7), kıyıda doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan
arazilerin imar planlarının doldurma ve kurutmayı yapan ilgili idare tarafından hazırlanması
ve Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığı tarafından onaylanması; 2634 sayılı Turizmi TeĢvik
Kanunu kapsamında kalan alanlardaki planların ise Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından
yapılıp onaylanması öngörülmüĢ; 2634 sayılı Turizmi TeĢvik Kanununda ise (md. 7), kültür
ve turizm koruma ve geliĢim bölgeleri ile turizm merkezleri içindeki her ölçekte planların
yapılması, yaptırılması ve resen onaylanmasında Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkili
kılınmıĢtır.
Bu bağlamda, mekansal planlamanın bölgesel boyutunda merkezi idare, yerel
boyutunda ise yerel yönetimler yetkilendirilmiĢtir.
Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler
üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel
sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre
düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen
yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce
ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni verme yetkilerinin
Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi, yerel yönetimlerin yetkilerine Anayasa ile
bağdaĢmayan açık, geliĢigüzel ve ölçüsüz bir müdahale olmanın yanında, kaynağını
Anayasadan almayan bir yetki gaspı anlamına da gelmektedir.
Yerel yönetimlerin yetkisi içinde bulunan yerel düzeydeki nazım ve uygulama imar
planlarının, merkezi idarenin yetkisi içinde olması gereken ülke ve bölge düzeyindeki
planlarla, çevresel ve varsa metropoliten alan planlamalarıyla bütünleĢik, onlara uygun ve
onlarla uyum içinde olması gerekeceğinde kuĢku yoktur. Ancak, Bakanlar Kurulunca
yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü
yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel
güvenlik bölgelerine iliĢkin olarak, her tür ve ölçekteki planlardan parselasyon planlarına ve
hatta inĢaat ruhsatı ve yapı kullanma izinlerine kadar yerel yönetimlere yasalarla verilen yerel
planlama ve ruhsatlandırma yetkilerinin hiçbir ölçü ve sınırlama getirilmeksizin süresiz olarak
merkezi idare tarafından kullanılmasının öngörülmesi, yerel yönetimlerin yasaların verdiği
yerel planlama yetkilerini, bir yandan yerel gereksinimlere göre kullanmalarını olanaksız hale
getirirken, diğer yandan yerel planlamanın ilkesel düzeyde olmazsa olmazı kabul edilen
planlama dengesini bozmakta ve plan bütünlüğünü ortadan kaldırmaktadır.
Her yerleĢim yerinin fiziki, coğrafi, yer bilimsel ve tarihsel özellikleri yanında, sosyoekonomik geliĢme eğilimleri, geliĢme potansiyeli, geliĢme aksı ve sektörel hedefleri
birbirinden farklılık gösterir. YerleĢim yerlerinin bu özellikleri bağlamında yerleĢime iliĢkin
imar planlarının yerel özellik taĢıdığı ve yerel yönetimler tarafından yapılması gerekeceği
açıktır. Hukuksal zorunluluklar bir yana, ülke ve bölge bazındaki üst ölçekli mekansal
planların merkezi idare tarafından yapılması ne kadar doğru ve yerinde ise, yerel düzeydeki
imar planlarının yerel yönetimler tarafından yapılması da aynı derecede doğru ve yerindedir.
Yerel düzeydeki imar planları, merkezi idare tarafından da yapılabilir; tercih nedenidir.
Ancak, bu durumda sadece Anayasanın 127 nci maddesinin birinci, ikinci ve beĢinci
fıkralarına aykırılıktan söz edilebilirken; yasalarla yerel yönetimlere verilen yerel planları
yapma yetkisinin, merkezi idareye verilen yetkiler bağlamında yerel gereksinimlere göre
kullanılmasının olanaksız hale getirilmesi ve plan dengesi ve bütünlüğünün bozulması
durumunda ise, Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine de aykırılık söz konusu olur.
Anayasanın 2 nci maddesinde ―hukuk devleti‖ ilkesi Cumhuriyetin temel nitelikleri
arasında sayılmıĢtır. Hukuk devleti ilkesi, yönetimin yetkilerinin belirsizliğe ve sınırsızlığa
yol açmayacak açıklıkta düzenlenmesi yanında, düzenlemelerin kamu yararına olmasını da
gerekli kılar. Yerel yönetimlerin, yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin yetkilerine merkezi idarenin
ayrımsız ve dilediğince el koyması, yerleĢimlerin plan bütünlüğünden ayrıĢık biçimde, parsel
ölçeğinde plan kararı üretmesi ve yapılaĢma kararı vermesi, yerleĢme planlarında var olan
dengenin ve bütünlüğün bozulmasına yol açacaktır. YerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin planlama
ve ruhsatlandırmada merkezi idareye verilen sınırsız ve süresiz yetki ile yerel yönetimlerin
yasal yetkilerini kullanmalarının ortadan kaldırılmasının hukuk devleti ilkesine aykırılığı
açıktır. Öte yandan aynı yetki ile imar planlarının dengesinin ve bütünlüğünün bozulmasının
ise kamu yararı ilkesiyle bağdaĢmazlığı da ortadadır.
Bilindiği üzere, Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını
Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiĢtir. Oysa iptali istenen
düzenleme, merkezi idareyi Anayasa ile kendisine verilen idari vesayeti aĢan yetkilerle
donatmaktadır. Bu durumda, merkezi yönetimce kullanılan yetkinin kaynağını Anayasadan
aldığı ileri sürülemeyeceğinden, Anayasanın 6 ncı maddesine açık bir aykırılığın varlığını
kabul etmek gerekecektir.
Öte yandan, 18.12.1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik
Bölgeleri Kanununa göre, askeri yasak bölgeler, Genelkurmay BaĢkanlığının istemi üzerine
Bakanlar Kurulu kararı ile (md.2); askeri güvenlik bölgeleri, Genelkurmay BaĢkanlığınca;
kamu ve özel kuruluĢların çevresindeki özel güvenlik bölgeleri ise, Genelkurmay
BaĢkanlığının istemi veya Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğinin veya ĠçiĢleri
Bakanlığının göstereceği lüzum üzerine Genelkurmay BaĢkanlığının uygun görmesi üzerine
Bakanlar Kurulunca kuruluyor veya kaldırılıyor (md. 3); askeri yasak bölgeler ve askeri
güvenlik bölgeleri ile özel güvenlik bölgelerinin kurulması hakkındaki kararlara ekli uygun
ölçekli haritalar ve koordinat listelerinde bu bölgelerin sınırları belirtiliyor (md. 4); birinci ve
ikinci derece kara askeri yasak bölgelerin ve içindeki askeri tesislerin fotoğraf ve filminin
çekilmesi, harita, resim ve krokisinin yapılması, not alınması veya harita uygulaması gibi
faaliyetlerde bulunulması, bölgenin savunma ve güvenlik tedbirlerini aksatacak, bozacak ve
açıklayacak cihazlar kullanılması, bu amaçla görevlendirilmiĢ olanlar ile Genelkurmay
BaĢkanlığı tarafından izin verilmiĢ olanlar dıĢındakilere yasaklanmıĢ (md. 7/1-e ve 9/1-h);
birinci derece kara ve deniz askeri yasak bölgesi olarak ilan edilmeyen Silahlı Kuvvetlere ait
kıĢla, kıta, karargah, kurum, ordugah ve tesisler ile sualtı ve su üstü tesislerinin, her türlü
patlayıcı, yanıcı, akaryakıt ve gizlilik dereceli maddelerin konmasına tahsis edilmiĢ sabit ve
seyyar depo ve cephaneliklerle, bu gibi maddeleri dolduran, boĢaltan tesisler ve atıĢ
poligonlarının çevresinde; bu yerlerin dıĢ sınırlarından itibaren en fazla dörtyüz metreye kadar
geçen noktaların birleĢtirilmesi ile tespit edilecek askeri güvenlik bölgelerinin Genelkurmay
BaĢkanlığınca tesis edilebileceği; bu bölgelerin çevresinin iĢaretlenmesine iliĢkin esasların
yönetmelikte gösterileceği hüküm altına alınmıĢ (20/1-b); askeri yasak bölge ve güvenlik
bölgesi ilan edilecek yerlerin harita plan ve krokilerinin talepte bulunan Kuvvet
Komutanlıkları ile Jandarma Genel Komutanlığı tarafından yapılacağı 17.01.1983 tarih ve
83/5949 sayılı BKK ile yürürlüğe giren (RG: 30.04.1983/18033) Askeri Yasak Bölgeler ve
Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliğinde belirtilmiĢ ve 22.04.1925 tarihli ve 657 sayılı Harita
Genel Komutanlığı Kanununun 4 üncü maddesi ile yurdun savunması için gerekli bütün harita
ve planları yapma görevi anılan komutanlığa verilmiĢ iken;
Yurt savunması için birinci derecede önemli olan ve gizlilik taĢıyan milli güvenliğe dair
tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin
etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını,
parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru
tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen
ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkilerinin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesini
hukuken anlamak ve hukuk içinde kalarak açıklamak mümkün değildir.
Çünkü, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel
güvenlik bölgelerinin kurulması, kaldırılması, harita ve planlarının çıkarılmasındaki görev ve
yetkililer, özel yasayla düzenlenmiĢ ve söz konusu yasa yürürlükte iken, anılan yerler
herhangi bir yermiĢ gibi her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarının
yapılmasının Çevre ve ġehircilik Bakanlığı görevlilerine ve ―yaptırmak‖ ibaresi üzerinden de
özel kiĢi ve firmalara açılması, yurt savunmasının gereği olan gizliliği ortadan kaldırmakta;
yurdumuzun milli güvenliğe dair tesisleri, askeri yasak bölgeleri, genel sığınak alanları ve
özel güvenlik bölgelerini yol geçen hanına çevirerek milli güvenliğimizi tehdit etmektedir.
Anayasanın 5 inci maddesinde, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak Devletin temel amaç ve görevleri
arasında sayılmıĢ; 117 nci maddesinin ikinci fıkrasında ise, milli güvenliğin sağlanmasından
ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine
karĢı Bakanlar Kurulunun sorumlu olduğu belirtilmiĢtir.
Bakanlar Kurulunun hazırladığı 648 sayılı KHK‘nin 1 inci maddesiyle değiĢtirilen 644
sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendiyle milli güvenliğe dair
tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin
etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını,
parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru
tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen
ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkilerinin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesine
iliĢkin hükümler, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini,
Cumhuriyeti ve demokrasiyi tehdit ettiği için Anayasanın 5 inci maddesine; Bakanlar
Kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisine karĢı olan milli güvenliğin sağlanması ve Silahlı
Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanması sorumluluğuyla bağdaĢmadığı için de Anayasanın
117 nci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları ve
özel güvenlik bölgelerinin anılan statüleri devam ettiği sürece, her tür ve ölçekteki harita, etüt,
plan ve parselasyon planlarına konu oluĢturması ve dolayısıyla yapılaĢmaya açılması hukuken
olanak dıĢıdır. Anılan yerlerin, her tür ve ölçekteki planların yapılmasına iliĢkin esasların
belirlemesi ile bunlara iliĢkin her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarının
gerektiğinde yapılması, yaptırılması ve onanması iĢlemlerine konu oluĢturabilmesi için,
öncelikle 2565 sayılı Kanun veya çıkarılacak baĢka bir yasa hükümlerine göre hukuki
statülerinin değiĢtirilmesi ve dolayısıyla milli güvenliğe dair tesis, askeri yasak bölge, genel
sığınak alanı ve özel güvenlik bölgesi statülerinden arındırılmaları gerekir. Arındırıldıklarında
da ortada milli güvenliğe dair tesis, askeri yasak bölge, genel sığınak alanı ve özel güvenlik
bölgesi kalmayacağı ve dolayısıyla özelliksiz herhangi bir yer olacakları için KHK‘de anılan
ifadelerin yer almaması veya anılan ifadelerle nitelendirilmemeleri gerekir.
Bakanlar Kurulu, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak
alanları ve özel güvenlik bölgelerinin kentlerin merkezlerinde kaldığından hareketle büyük bir
rant kapısı oluĢturduğunu düĢünüyor ve buraları kent merkezlerinin dıĢına taĢıyıp, arazilerini
satarak kent rantlarını nakte çevirmeyi planlıyorsa, Kararname hükümlerini niyetlendiği planı
açık ve belirgin bir biçimde ortaya koyacak Ģekilde düzenlemeli ve hukuki belirsizlik,
karmaĢa, kargaĢa ve yetki çatıĢması yaratmaktan kaçınmalıdır.
Ġptali istenen bentteki, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak
alanları, özel güvenlik bölgeleri ile ilgili her tür ve ölçekteki planların yapılmasına iliĢkin
esasları belirlemek, bunlara iliĢkin her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon
planlarını gerektiğinde yapmak, yaptırmak ve resen onaylamak yetkilerinin, Çevre ve
ġehircilik Bakanlığına verilmesine iliĢkin düzenleme, milli güvenliğin gerekleriyle
bağdaĢmadığı için kamu yararına sonuç doğurmayacağı gibi, adalet anlayıĢıyla
bağdaĢmamakta ve makul da bulunmamaktadır. Hukuki karmaĢa, yetki çatıĢması ve hukuki
belirsizlik yaratarak hukuk güvenliğini ortadan kaldırmaktadır.
Hukuk güvenliği, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin en önemli
unsurlarından biridir. Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik gerektirir.
Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanması da yönetimin görev ve yetkilerinin yasalarda
açıkça gösterilmesinden geçmektedir. Bu itibarla söz konusu düzenleme, hukuki karmaĢa,
kargaĢa, belirsizlik ve yetki çatıĢması yarattığı ve kamu yararına sonuç doğurmayacağı için
Anayasanın 2 nci maddesine de aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci
maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç)
bendindeki, ―… Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile …‖ ibaresi ile ―… mülkiyeti
kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler,
askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri …‖ ifadesi ve 4 üncü
maddesi ile 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen
―mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,‖ ibaresi, Anayasanın
2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci, 91 inci, 117 nci ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan
iptali gerekir.
3) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘nin 2
nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasına Eklenen (h) Bendi ile 4 üncü Maddesiyle 644 Sayılı
KHK‘nin 7 nci Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasına Eklenen (e) Bendinin Anayasaya
Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 1 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 2 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya kuruluĢlarına ya da kiĢilere ait olan
taĢınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara iliĢkin olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya
hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve
ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve
değiĢikliklerini ilgili idarelerin baĢvurusu üzerine yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru
tarihinden itibaren üç ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen
ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkileri Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilirken;
4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen
(e) bendi ile ise, 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde belirtilen konularla ilgili
olarak 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak
veya yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüĢüm, yenileme ve transfer
alanları geliĢtirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel
tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu çerçevede paylı mülkiyetleri
ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek,
kamulaĢtırma ve gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaĢtırma yoluna gitmek, yapı
ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak
yetkileri, Bakanlığın Mekansal Planlama Genel Müdürlüğüne verilmektedir.
644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendindeki
hükümler ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığının görevlerinin düzenlenmesi görüntüsü altında,
3194 sayılı Ġmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu, 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu,
2634 sayılı Turizmi TeĢvik Kanunu ve 3621 sayılı Kıyı Kanununda; 7 nci maddesinin (1)
numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi ile de 5393 sayılı Belediye Kanunu, 775 sayılı
Gecekondu Kanunu ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununda örtülü değiĢiklikler
yapılmaktadır.
Oysa, 3194 sayılı Ġmar Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu ve 5302 sayılı Ġl özel
Ġdaresi Kanunu, 2634 sayılı Turizmi TeĢvik Kanunu, 3621 sayılı Kıyı Kanunu ve 775 sayılı
Gecekondu Kanunu ile 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu 6223 sayılı Yetki Yasasının
kapsamında değildir. 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında olmayan alanlarda, Bakanlar
Kurulunun 648 sayılı KHK ile düzenlemeler yapılması, Anayasanın 91 inci maddesine
aykırıdır.
Öte yandan, 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h)
bendi ile yatırımcılar lehine Anayasanın 10 uncu maddesine aykırı bir ayrımcılık yapılarak
sermaye kesimine imtiyaz tanınmaktadır.
Yatırımlar, sermaye kesimi tarafından yapıldığına ve yatırımlar ya kiĢilere ait
taĢınmazlar ya da Devletçe sağlanan teĢvikler bağlamında Devletin hüküm ve tasarrufu
altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum veya kuruluĢlarına ait olan taĢınmazlar
üzerine yapılacağına göre, söz konusu taĢınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara iliĢkin
olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce/yerel
yönetimlerce üç ay içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni,
nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini ilgili idarelerin
baĢvurusu üzerine yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren üç ay içinde
yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni
vermek yetkilerinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi, sermaye sınıfına tam
anlamıyla bir imtiyaz sağlanması anlamına gelmektedir.
Çünkü, ilgili idareler yani yerel yönetimler sermayedarların yapacakları yatırımlar için
hazırladıkları veya hazırlattıkları etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve
uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini onaylamıyorlar ise,
onaylanmak üzere sunulan planlar, ya ilgili idareler tarafından hazırlanan yerel planlara (il
çevre düzeni planı ile nazım ve uygulama imar planı) aykırı olduğu veya plan dengesini veya
bütünlüğünü bozduğu için ya da keyfi olarak onaylamıyorlardır. Yine aynı Ģekilde ilgili yerel
yönetimler, baĢvuru tarihinden itibaren üç ay içinde inĢaat ruhsatı ve yapı kullanma izni
vermiyorlar ise, ya keyfi davrandıklarından ya da planın hatalı, yanlıĢ, onaylanmamıĢ
olmasından dolayı inĢaat ruhsatını, yapının plana aykırı olmasından dolayı da yapı kullanma
iznini vermiyorlardır. BaĢka olasılık yoktur.
Onaylanmama veya ruhsatlandırmama sebebi ne olursa olsun, Anayasanın 125 inci
maddesine göre, idarenin her türlü eylem ve iĢlemlerine karĢı yargı yolu açık ve 36 ncı
maddesine göre de herkes, meĢru araç ve yollardan yararlanmak suretiyle yargı mercileri
önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip
olduğuna göre, planı onaylanmayan veya inĢaat ruhsatı veya yapı kullanma izni verilmeyen
yatırımcıların, planı onaylanmayan veya ruhsatını alamayan tüm yurttaĢlar gibi, idarenin
hukuka aykırı iĢlemine karĢı dava açmaları ve idarenin hukuka aykırı iĢlemini iptal ettirerek
yatırımlarını yapmaları gerekir.
Yargı, ilgili idarenin iĢlemini iptal etmiyor ise, bu durum yatırımcının yaptığı yada
yaptırdığı planın ilgili idarenin planına aykırı olduğunu veya plan dengesini veya bütünlüğünü
bozduğunu ortaya koymaktadır ki, ilgili idarenin planlarına aykırı olan veya plan dengelerini
yada bütünlüğünü bozan yatırımlara iliĢkin planların da uygulanmaması hukuk devleti
olmanın asgari gereğidir. Aynı Ģeyler ruhsatlandırma için de geçerlidir.
Sermaye sınıfının, ilgili idarelerin mekansal planlarına aykırı olan planlarını Çevre ve
ġehircilik Bakanlığı üzerinden uygulanabilir kılmak için ilgili yerel yönetimlerin devre dıĢı
bırakılmasını ve hukuksal sonuç doğuran onaylamama kararlarının bertaraf edilmesini
amaçlayan söz konusu düzenlemeler, kamu gücü ve otoritesini kullanarak sermaye sınıfına
imtiyaz tanınmasını amaçladığı ve imtiyazla sonuçlandığı için Anayasanın 10 uncu maddesine
aykırıdır. Aynı aykırılık ruhsatlandırma için de geçerlidir.
Öte yandan, sermaye sınıfına sağlanan imtiyaz, ilgili yerel yönetimlerin planlarına
aykırı olan, plan dengesini veya bütünlüğünü bozan ve bu yönleriyle de hukuka aykırı olan
planları ile plana aykırı yapılarına, hukuka aykırı olarak hukuksallık kazandırmayı ve kamu
yararını bertaraf etmeyi amaçladığı için Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesiyle de bağdaĢmamaktadır. Bir yasa kuralının konulmasında kamu yararının
bulunduğunun kabulü için yasanın yalnızca özel çıkar veya belli kiĢilere yarar sağlamayı
değil, toplumun geneline yönelik yararlar sağlamayı amaçlaması gerekir. Bunun için de Çevre
ve ġehircilik Bakanlığının, yerel yönetimlerin yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin planlarına
aykırı olan, plan dengelerini veya bütünlüğünü bozan hukuka aykırı planlar için devreye
girmesi gerekiyor ise, sadece yatırımcı sermaye sınıfı için değil, tüm yurttaĢlar için girmesi
gerekir.
YerleĢmeye ve yapılaĢmaya iliĢkin yerel planların Anayasanın 127 nci maddesinde sözü
edilen mahalli müĢterek ihtiyaç kapsamında olduğu ve yerinden yönetim ilkesinin gereği
olarak yerel yönetimlerce hazırlanıp onaylanarak yürürlüğe girmesi gerektiğinde kuĢku
yoktur.
Nitekim, 5393 sayılı Belediye Kanununda (md. 18/c), il çevre düzeni planlarının,
belediye sınırları il sınırı olan BüyükĢehir Belediyelerinde ilgili BüyükĢehir Belediyesi
tarafından yapılması ve belediye meclisi tarafından onaylanması; diğer illerde ise valinin
koordinasyonunda, il belediyesi ve il özel idaresi ile birlikte yapılarak belediye meclisi ile il
genel meclisi tarafından birlikte onaylanması hüküm altına alınmıĢtır. Ġmar planlarının ise
belediye sınırları içinde ilgili belediye tarafından hazırlanıp belediye meclisinin onayıyla (md.
14/1-a ve 18/1-c); belediye ve mücavir alan dıĢında kalan yerlerin imar planlarının ise 5302
sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanununa göre (md. 6/1-a ve 10/1-c), ilgili il özel idaresince hazırlanıp il
genel meclisinin kararıyla yürürlüğe girmesi öngörülmüĢtür.
Yerel yönetimlerce hazırlanan yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin planlara aykırı veya
planların dengesini yada bütünlüğünü bozan hukuka aykırı planlara, Çevre ve ġehircilik
Bakanlığı üzerinden hukuksallık kazandırılması ve böylece yerel yönetimlerce hazırlanan
planların dengesinin ve bütünlüğünün bozulması, Anayasanın 127 nci maddesine de aykırıdır.
648 sayılı KHK‘nin 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1)
numaralı fıkrasına eklenen (e) bendinde, 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde
belirtilen konularla ilgili olarak 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi
çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmaktan söz edilmektedir.
Göndermede bulunulan 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendi, yukarıda incelendiği
üzere, kiĢilere ait taĢınmazlar ile Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti
Hazineye, kamu kurum veya kuruluĢlarına ait olan taĢınmazlar üzerine yapılacak yatırımlarla
ilgilidir. 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi ise, yatırımları değil,
gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya iyileĢtirilerek yeniden kazanımına yönelik olarak
geliĢtirilecek gecekondu dönüĢüm projelerini konu almaktadır. Bu bağlamda, (e) bendiyle
göndermede bulunulan 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde belirtilen konular ile
2985 sayılı Kanunun ek 7 nci maddesinde düzenlenen konular arasında tutarsızlığa dayalı açık
bir belirsizlik vardır (Söz konusu belirsizlik, 23.08.2011 tarihli ve 653 sayılı KHK‘nin 6 ncı
maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (h) bendi
ile daha da belirgin hale gelmiĢtir. Bu bağlamda, Yüksek Mahkemenin değerlendirmelerini,
653 sayılı KHK‘nin 6 ncı maddesiyle değiĢik (h) bendine göre yapması uygun olacaktır).
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaĢlara hukuk güvenliği sağlanmasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda belirlilik ve
öngörülebilirlik gerektirir. Belirlilik, hukuksal kuralların anlamının açık olmasıyla sağlanır.
Hukuk devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin
sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur. Bu bağlamda, 648 sayılı KHK‘nin 4
üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e)
bendi, Anayasanın 2 nci maddesine aykırıdır.
Gecekonduların ıslahı, tasfiyesi ve gecekondu dönüĢüm projelerinin hayata geçirilmesi
amacına yönelik olarak yürürlükte 20.07.1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu,
02.03.1985 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu bulunmanın yanında, bu konuda
03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 73 üncü maddesinde hükümler
bulunmaktadır.
Gecekonduların ıslahı, tasfiyesi, gecekondu ve kentsel dönüĢüm projelerinin
gerçekleĢtirilmesi ile ilgili görev ve yetkiler, 775 sayılı Gecekondu Kanununda belediyeler ile
Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanlığına; 2985 sayılı Toplu Konut Kanununda, Kanunun ek 1 inci
maddesine göre BaĢbakanlığa bağlı bir tüzel kiĢilik olarak kurulan Toplu Konut Ġdaresi
BaĢkanlığına ve 5393 sayılı Belediye Kanununda ise belediyelere verilmiĢtir.
648 sayılı KHK‘nin 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1)
numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi ile ise, 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde
belirtilen konularla ilgili olarak 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi
çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel
dönüĢüm, yenileme ve transfer alanları geliĢtirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve
imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu
çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar
hakkı transfer etmek, kamulaĢtırma ve gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaĢtırma
yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve
tescilini sağlamak yetkileri, Bakanlığın Mekansal Planlama Genel Müdürlüğüne
verilmektedir.
Ancak, Toplu Konut Ġdaresi (TOKĠ) BaĢkanlığının kuruluĢunu düzenleyen 2985 sayılı
Kanunun ek 1 inci maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendine göre, gecekondu alanlarının
dönüĢümüne yönelik uygulamalar yapmak görevi de verilen TOKĠ BaĢkanlığına aynı
Kanunun 4 üncü maddesinin 24.07.2008 tarihli ve 5793 sayılı Kanunun 7 nci maddesiyle
değiĢik birinci fıkrasında;
―BaĢkanlık, gecekondu dönüĢüm projesi uygulayacağı alanlarda veya mülkiyeti
kendisine ait arsa ve arazilerde veya valiliklerce toplu konut iskan sahası olarak belirlenen
alanlarda çevre ve imar bütünlüğünü bozmayacak Ģekilde her tür ve ölçekteki planlar ile imar
planlarını yapmaya, yaptırmaya ve tadil etmeye yetkilidir. Bu planlar; büyükĢehir belediye
sınırları içerisinde kalan alanlar için büyükĢehir belediye meclisi tarafından, il ve ilçe belediye
sınırları ile mücavir alanları içerisinde kalan alanlar için ilgili belediye meclisleri tarafından,
beldelerde ve diğer yerlerde ilgili valilik tarafından, planların belediyelere veya valiliğe
intikal ettiği tarihten itibaren üç ay içerisinde aynen veya değiĢtirilerek onaylanır. Belediyeler
ve valilik tarafından üç ay içerisinde onaylanmayan planlar BaĢkanlık tarafından re‘sen
onaylanır. Belediyeler, valilik veya BaĢkanlık tarafından onaylanan bu planlar; askı, ilan ve
itiraza dair kararlar da dahil olmak üzere 3194 sayılı Ġmar Kanunu hükümlerine göre
belediyeler ve ilgili kamu kurumları tarafından yapılacak tüm iĢlemler BaĢkanlık tarafından
re‘sen yapılmak suretiyle yürürlüğe konur.‖
denilirken;
Göndermede bulunulan 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesinde ise;
―BaĢkanlık gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya iyileĢtirilerek yeniden kazanımına
yönelik olarak gecekondu dönüĢüm projeleri geliĢtirebilir, inĢaat uygulamaları ve finansman
düzenlemeleri yapabilir. Bu amaçla gecekondu bölgelerinde, gerçek kiĢilerin ve özel hukuk
tüzel kiĢilerinin mülkiyetinde bulunan gayrimenkuller ile 24.2.1984 tarihli ve 2981 sayılı Ġmar
ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı ĠĢlemler ve 6785 Sayılı Ġmar
Kanununun Bir Maddesinin DeğiĢtirilmesi Hakkında Kanuna göre hak sahibi olan kiĢilerin
haklarına konu gayrimenkullerin değeri BaĢkanlık tarafından tespit edilir ve BaĢkanlık bu
kiĢilerle proje çerçevesinde anlaĢmalar yapabilir. Bu anlaĢmaların usul ve esaslarını
belirlemeye BaĢkanlık yetkilidir.
Gecekondu DönüĢüm Projesi çerçevesinde idare tarafından yapımı gerçekleĢtirilen
konutların bedelleri proje uygulamalarının yapıldığı illerdeki mevcut ekonomik durum, doğal
afetler, konut rayiç bedelleri ve gecekondu bölgesindeki kiĢilerin gelir durumu göz önünde
bulundurularak gerekli görüldüğünde kamuoyuna ilân edilerek yapım maliyetlerinin altında
tespit edilebilir. Bu madde uyarınca konut bedellerini, ödeme Ģeklini ve süresini belirlemeye
Toplu Konut Ġdaresi BaĢkanının önerisi üzerine BaĢkanlığın bağlı bulunduğu Bakan yetkilidir.
(Ek fıkra: 24/7/2008-5793/10 md.) BaĢkanlık, yukarıda belirtilen hükümler kıyas
yoluyla uygulanmak suretiyle depremle ilgili dönüĢüm projeleri de gerçekleĢtirebilir. Bu
projelere dair iĢlemlerin usul ve esaslarını belirlemeye BaĢkanlık yetkilidir.‖
denilmiĢtir.
Konut ve arsa üretimi ve kredilendirme ile gecekondu dönüĢüm projeleri uygulamak
üzere özel olarak kurulmuĢ TOKĠ BaĢkanlığının uygulayacağı gecekondu dönüĢüm projeleri
için yapacağı planlarda, çevre ve imar bütünlüğünü bozmama kaydı getirilir ve yaptığı
planların aynen veya değiĢtirilerek onaylanması yetkisi yerel yönetimlere verilirken; Çevre ve
ġehircilik Bakanlığının kuruluĢ, görev, yetki ve sorumluluklarını düzenleyen 644 sayılı
KHK‘nin 7 nci maddesine, 648 sayılı KHK‘nin 4 üncü maddesiyle eklenen (d) bendinde,
Çevre ve ġehircilik Bakanlığı tarafından gerçekleĢtirilecek kentsel dönüĢüm projeleri için
yapılacak planlara iliĢkin olarak yerleĢim yerlerinin yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin mevcut
planlarının, ―çevre ve imar bütünlüğünü bozmama‖ kaydı dahil hiçbir sınırlama getirilmemesi
ve yaptığı planların Anayasal düzeyde yetkili olan yerel yönetimlerin onayına tabi olmak bir
yana bilgisine dahi sunulmadan ve koordinasyon sağlanmadan yürürlüğe girmesi, hukuken
anlaĢılabilir olmanın uzağındadır.
Bu anlayıĢ, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı, Türkiye belediyesidir ve belediye sınırları da
Türkiye Cumhuriyeti kara sınırlarıdır demekle eĢdeğerdir.
Anayasanın, 123 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, idarenin kuruluĢ ve görevlerinin
merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanacağı; 126 ncı maddesinin birinci
fıkrasında, Türkiye‘nin merkezi idare kuruluĢu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik
Ģartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre illere, illerin de diğer kademeli bölümlere
ayrılacağı; 127 nci maddesinin ilk fıkrasında, mahalli idarelerin, il, belediye veya köy halkının
mahalli müĢterek ihtiyaçlarını karĢılamak üzere kuruluĢ esasları kanunla belirtilen ve karar
organları kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluĢturulan kamu tüzel kiĢileri
oldukları; ikinci fıkrasında ise, mahalli idarelerin kuruluĢ ve görevleri ile yetkilerinin yerinden
yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği kuralları getirilmiĢtir.
Bu hükümlere göre, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı, Bakanlar Kurulunca çıkarılan 644 ve
648 sayılı KHK‘lerdeki düzenlemelerin aksine, Türkiye‘nin mahalli idare değil, merkezi idare
kuruluĢudur.
Gecekondu veya kentsel dönüĢüm projelerini gerçekleĢtirerek sağlıklı, düzenli ve
çevreyle uyumlu bir kentleĢmeyi sağlama görevinin, belediyeler ve TOKĠ BaĢkanlığı yanında
ayrıca Çevre ve ġehircilik Bakanlığına da verilmesi, kaynak savurganlığına sebep olmakla
birlikte Yasakoyucun yetkisindedir. Ancak, en azından yetkilendirilen kurum ve kuruluĢlar ile
yerel yönetimler arasında iĢbirliği ve koordinasyonun sağlanması da kamu yararının gereğidir.
ĠĢbirliği ve koordinasyon sağlanmak bir yana, yerel yönetimlerin yasal yetkileri
bağlamında yerleĢimlerin özellikleri ve çevre Ģartlarına göre hazırladıkları yerleĢme ve
yapılaĢmaya iliĢkin planların dengesi ve bütünlüğü gözetilmeden, yapı ruhsatı ile yapı
kullanma izni verme yetkilerinin yerel yönetimlere ait olduğu dikkate alınmadan, Çevre ve
ġehircilik Bakanlığına, 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde
uygulama yapmak veya yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüĢüm,
yenileme ve transfer alanları geliĢtirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar
uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu çerçevede
paylı mülkiyetleri ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı
transfer etmek, kamulaĢtırma ve gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaĢtırma
yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve
tescilini sağlamak yetkilerinin verilmesi, Anayasanın 127 nci maddesine aykırıdır.
Anayasanın 23 üncü maddesinde, Devlete sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi
gerçekleĢtirme görevi verilmiĢ; 56 ncı maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaĢama hakkından söz edilerek çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre
kirlenmesini önlemek devlete ve vatandaĢlara ödev olarak yüklenmiĢ; 57 nci maddesinde ise,
Devletin Ģehirlerin özelliklerini ve çevre Ģartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut
ihtiyacını karĢılayacak önlemleri alacağı, toplu konut teĢebbüslerini destekleyeceği
belirtilmiĢtir.
Anayasanın 91 inci maddesinde, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci
bölümlerinde yer alan temel haklar ve kiĢi hakları ve ödevlerinin, kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı getirildiğinden, kentsel dönüĢüm projeleri yoluyla
sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi esas alan, 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesine, 648 sayılı
KHK‘nin 4 ncü maddesiyle eklenen (d) bendi, Anayasanın 91 inci maddesindeki yasak alan
kapsamına girdiğinden yasa ile düzenlenmesi gerekmekte olup, kanun hükmünde kararname
ile düzenlenmesi Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, çevreyi geliĢtirmek, Devletin Anayasal görevi olduğuna ve Devletin
Anayasal görevi olan konut ihtiyacını, Ģehirlerin özelliklerini ve çevre Ģartlarını gözeten bir
planlama çerçevesinde karĢılayacak önlemleri alması gerekeceğine göre, belediyeler ile TOKĠ
BaĢkanlığına ek olarak ayrıca Çevre ve ġehircilik Bakanlığına da kentsel dönüĢüm projesi
uygulama görevi verilecek ise, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı tarafından yapılacak planların,
yerel yönetimlerce kentlerin özelliklerine ve çevre Ģartlarına göre yapılmıĢ yerleĢme ve
yapılaĢmaya iliĢkin planlarına uygun olması, mevcut planlarının dengesini ve bütünlüğünü
bozmaması ve bu uygunluğun sağlanması için de yerel yönetimlerin yetkili organlarının
onayına tabi tutulması, Anayasanın 56 ncı ve 57 nci maddelerinin zorunlu sonucudur. Aksine
düzenlemeler, Anayasanın 56 ncı ve 57 nci maddelerine aykırıdır.
Ayrıca, söz konusu (e) bendiyle Çevre ve ġehircilik Bakanlığına, ―paylı mülkiyetleri
ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek,‖ gibi
Anayasanın 35 inci maddesinde güvence altına alınan ―mülkiyet hakkı‖nı hiçe sayan ―Bolu
Beyi Yetkileri‖ verilmektedir. Anayasanın 35 inci maddesine aykırı olan söz konu düzenleme,
hukuk devleti ilkesi ile de bağdaĢmamaktadır.
Mülkiyet hakkı, Anayasanın ikinci kısmının ikinci bölümünde kiĢinin hakları ve
ödevleri içinde yer aldığından, kanun hükmünde kararname ile düzenleme yasağı alanına
girmekte ve aksine düzenleme Anayasanın 91 inci maddesine aykırılık oluĢturmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin; 1 inci
maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi,
Anayasanın 10 uncu, 91 inci ve 127 nci maddelerine; 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin
7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına eklenen (e) bendi ise, Anayasanın 2 nci, 35 inci, 56
ncı, 57 nci, 91 inci ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
4) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘ye
Eklenen 13/A Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (b), (ç), (d) ve (e) Bentleri ile (a)
Bendindeki ―… sulak alanlar …‖, (c) Bendindeki ―… doğal sit alanları, sulak alanlar …‖
Ġbareleri ile ―özel çevre koruma bölgeleri …‖ ibaresinin; (2) Numaralı Fıkrasının Ġlk
Cümlesindeki ―… ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların
koruma alanlarının …‖ Ġbaresi ile Ġkinci Cümlesindeki ―… Ancak Bakanlıkça …‖ Ġbaresinin
ve 63 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye
eklenen 13/A maddesinde, yeni kurulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün
görevleri düzenlenmektedir.
Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğüne verilen görevler incelendiğinde, Genel
Müdürlüğün;
- 09.08.1983 tarihli ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanununda düzenlenen, ―milli park‖,
―tabiat parkı‖, ―tabiat anıtı‖ ve ―tabiatı koruma alanı‖nın tespiti ve belirlenmesine, ―milli park
geliĢme planı‖ ile imar planlarına, iliĢkin olarak Tarım ve Orman Bakanlığı/Çevre ve Orman
Bakanlığına verilen görevleri;
- 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda
düzenlenen ―tabiat varlıkları‖ ile ―doğal, sit alanları‖nın tespit, tescil, koruma amaçlı imar
planı ve yönetimine iliĢkin olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Koruma Bölge Kurullarına verilen görevleri;
- 19.10.1983 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına
Dair KHK ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurulu BaĢkanlığının 2872 sayılı Çevre
Kanununun 9 uncu maddesine göre ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ olarak ilan edilen ve
edilecek alanlara iliĢkin koruma, koruma ve kullanma esaslarını belirleme, imar planlarını
yapma vb. görevleri;
Yapmakla görevlendirildiği; bu görevleri yapabilmesi için de 383 sayılı KHK ile Çevre
Bakanlığına bağlı tüzel kiĢiliğe sahip olarak kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı
kapatılırken; 2863 sayılı Kanuna göre kurulan ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu‖ Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kuruluna, ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu‖ ise Kültür Varlıkların Koruma Bölge Kuruluna dönüĢtürülerek ―tabiat
varlıkları ve doğal sitler‖in anılan kurulların görev alanından çıkarıldığı ve 51 inci maddesiyle
2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesiyle Çevre ve ġehircilik Bakanlığı bünyesinde
oluĢturulan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Komisyonlarına verildiği anlaĢılmaktadır.
Bu bağlamda, 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının;
- (a) bendinde, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak
alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve
esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil etmek;
- (b) bendinde, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin
tespit, tescil, onay, değiĢiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların
sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak;
- (c) bendinde, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal
sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan
diğer alanların kullanma ve yapılaĢmaya yönelik ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve
ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiĢtirmek,
uygulamak veya uygulanmasını sağlamak;
- (ç) bendinde, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma
statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili
bakanlıkların görüĢünü alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi
idarelerce yönetileceğine karar vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama
imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak;
- (d) bendinde, orman alanları dıĢında yer alan korunması gerekli taĢınmaz tabiat
varlıkları, koruma alanları ve doğal sit alanlarının Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına,
onaylanan planlara uygun olarak kullanılmak üzere tahsisini gerçekleĢtirmek, uygulamaların
tahsis Ģartlarına uygun olarak gerçekleĢmesini izlemek ve denetlemek;
- (e) bendinde, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerine
iliĢkin olarak; hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen projeleri yapmak, yaptırmak ve
onaylamak, her türlü araĢtırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek, eğitim ve
bilinçlendirme çalıĢmaları yürütmek, kullanım yasağı getirilen alanların kamulaĢtırma veya
benzer yollarla kamunun eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve denetim yapmak, gerekli
görülen alanların korunması ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım yapmak veya ilgili
idarelerin yatırım projelerini desteklemek, bu alan ve bölgelerde Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki yerlere iliĢkin her türlü tasarrufta bulunmak, iĢletmek, iĢlettirmek ve kullanım
izinlerini vermek, korunan alanlara iliĢkin insan ve finansman kaynağı sağlamak;
- (f) bendinde, Bakan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak,
Görevleri, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıkları Koruma Genel
Müdürlüğüne verilmekte;
- (2) numaralı fıkrasında ise, orman ve orman rejimine tabi olmayan yerlerde Orman ve
Su ĠĢleri Bakanlığınca tespit edilen veya ettirilen tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma
alanları, sulak alanlar ve benzeri diğer koruma alanları ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit
alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilanı Bakanın onayı ile
yapılacağı; ancak Bakanlıkça yapı yasağı önerilen tabiat varlıkları ve doğal sit alanları dahil
orman rejimine tabi olmayan bütün koruma alanlarının Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve
ilan edileceği; uygulama imar planı kararı ile yapı yasağı getirilen özel mülkiyete konu
alanlara iliĢkin arazi ve arsa düzenlemesi ve trampa veya kamulaĢtırma iĢlemlerinin ise, bu
alanların yönetimi ve iĢletmesini üstlenen kuruluĢlarca veya Bakanlıkça gerçekleĢtirileceği
hüküm altına alınmaktadır.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye
eklenen 13/A maddesinde, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanunu, 09.08.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu, 09.08.1983 tarihli ve 2873
sayılı Milli Parklar Kanunu ve 19.10.1983 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığı Kurulmasına Dair KHK‘de örtülü değiĢiklikler yapılmıĢtır.
Ancak, kaynağını Anayasadan alan ve düzenledikleri alana iliĢkin temel kanun
niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 2872 sayılı Çevre
Kanunu, 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığı Kurulmasına Dair KHK, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir.
Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile
düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 23 üncü maddesinde, Devlete sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi
gerçekleĢtirme görevi verilmiĢ; 56 ncı maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaĢama hakkından söz edilerek çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre
kirlenmesini önlemek devlete ve vatandaĢlara ödev olarak yüklenmiĢ; 57 nci maddesinde,
Devletin Ģehirlerin özelliklerini ve çevre Ģartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut
ihtiyacını karĢılayacak önlemleri alacağı belirtilmiĢ; 63 üncü maddesinde ise, Devletin tarih,
kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlayacağı kuralına yer verilmiĢtir.
Sağlıklı ve düzenli kentleĢmenin ana bileĢenlerinden biri, Devletin, çevreyi, sulak
alanları, ormanları, tarih, kültür ve tabiat varlıklarını koruyup geliĢtirerek vatandaĢların
sağlıklı ve dengeli bir çevrede beden ve ruh sağlığı içinde yaĢamalarının sağlanmasıdır.
Anayasanın 91 inci maddesinde, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci
bölümlerinde yer alan temel haklar ve kiĢi hakları ve ödevlerinin, kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı getirildiğine göre, sağlıklı ve düzenli kentleĢmenin
ana bileĢenlerinden biri olan çevrenin, sulak alanların, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının
korunmasını esas alan kuralların, KHK ile düzenlenmesi, Anayasanın 91 inci maddesindeki
yasak alan kapsamına girdiğinden, söz konusu düzenlemeler Anayasanın 91 inci maddesine
aykırıdır.
Anayasanın 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaĢama hakkına sahip olduğu; ikinci fıkrasında ise, çevreyi geliĢtirmek, çevre
sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaĢların ödevi olduğu
belirtilmiĢ;
madde gerekçesinde de,
―VatandaĢın korunmuĢ çevre Ģartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaĢamasını
sürdürmesini sağlamak Devletin ödevidir.
…
SanayileĢen toplumların son yıllarda karĢılaĢtıkları önemli sorunlardan biri çevre
kirlenmesidir. SanayileĢme ve bununla geliĢen kırsak kesimlerden Ģehirlere göç, tabiatı
kaldıramayacağı bir yükle karĢılaĢtırmıĢ, sonuçta tabiattaki insan – tabii bitki örtüsü ve su
iliĢkilerindeki dengeler bozulmuĢtur. Flora değiĢmeye baĢlamıĢ, tabiat, sular, topraklar ve
hava o derece kirlenmiĢtir ki, artık bu üç ortamdan hayat çekilmeye ve insanlar için büyük
tehlikeler oluĢturmaya baĢlamıĢtır.
Eskiden hissedilmeyen fakat son yıllarda hissedilen çevre kirlenmesi Ģimdi dengeli ve
sağlıklı çevre bilincini yaratmıĢtır. (…)
Çevreyi koruyan mevzuat kadar eğitim ve Devlet denetimi de gereklidir.
Çevreyi koruyucu fiili tedbirler ve faaliyetler de gereklidir. Suların temizlenmesi,
atıkların değerlendirilmesi veya örtülmesi, hava kirliliği için filtreleme, ağaçlandırma ve
benzeri tedbirler böyledir.
Çevre korunmasının bu önemi ve son yıllarda kazandığı boyutlar, ferde Devlete karĢı
dengeli ve sağlıklı çevrede yaĢama yolunda bir sosyal hak tanınmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu sebeple Devlet hem kirlenmeyi önlemeli hem de tabii çevrenin korunması ve
geliĢtirilmesi, bu arada ağaçlandırılması için gereken tedbirleri almalıdır.‖
denilmiĢtir.
1982 Anayasasını yapan kurucu iktidarın ilk defa, artan nüfus, sanayileĢme, kentleĢme
ve modern tarım teknikleri ile birlikte ortaya çıkan çevre sorunlarına karĢı, dengeli ve sağlıklı
çevrede yaĢama hakkına Anayasal sosyal bir hak statüsü kazandırması ve Devlete ve
yurttaĢlara, ―çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek‖
ödevini yüklemesi ile birlikte, yasakoyucu da Anayasanın öngördüğü ödevin gereği yasal
düzenlemeleri yapmıĢtır.
Bu bağlamda, 09.08.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanununun ―Çevrenin
korunması‖ baĢlıklı 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının;
- (a) bendinde, doğal çevreyi oluĢturan biyolojik çeĢitlilik ile bu çeĢitliliği barındıran
ekosistemin korunmasının esas olduğu; biyolojik çeĢitliliği koruma ve kullanım esaslarının,
yerel yönetimlerin, üniversitelerin, sivil toplum kuruluĢlarının ve ilgili diğer kuruluĢların
görüĢleri alınarak belirleneceği;
- (b) bendinde, ülke fizikî mekânında, sürdürülebilir kalkınma ilkesi doğrultusunda,
koruma-kullanma dengesi gözetilerek kentsel ve kırsal nüfusun barınma, çalıĢma, dinlenme,
ulaĢım gibi ihtiyaçlarının karĢılanması sonucu oluĢabilecek çevre kirliliğini önlemek amacıyla
nazım ve uygulama imar plânlarına esas teĢkil etmek üzere bölge ve havza bazında 1/50.0001/100.000 ölçekli çevre düzeni plânlarının Bakanlıkça yapılacağı, yaptırılacağı ve
onaylanacağı ile bölge ve havza bazında çevre düzeni plânlarının yapılmasına iliĢkin usûl ve
esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmelikle belirleneceği;
- (c) bendinde, ulusal mevzuat ve taraf olduğumuz uluslararası sözleĢmeler ile koruma
altına alınarak koruma statüsü kazandırılmıĢ alanlar ve ekolojik değeri olan hassas alanların
her tür ölçekteki plânlarda gösterilmesinin zorunlu olduğu ile koruma statüsü kazandırılmıĢ
alanlar ve ekolojik değeri olan alanların, plân kararı dıĢında kullanılamayacağı;
- (d) bendinde, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan, çevre kirlenmeleri ve
bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını, biyolojik çeĢitliliğin, doğal kaynakların ve
bunlarla ilgili kültürel kaynakların gelecek kuĢaklara ulaĢmasını emniyet altına almak üzere
gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve
ilan etmeye, bu alanlarda uygulanacak koruma ve kullanma esasları ile plân ve projelerin
hangi bakanlıkça hazırlanıp yürütüleceğini belirlemeye Bakanlar Kurulunun yetkili olduğu;
- (e) bendinde, sulak alanların doğal yapılarının ve ekolojik dengelerinin korunmasının
esas olduğu; sulak alanların doldurulması ve kurutulması yolu ile arazi kazanılamayacağı; bu
hükme aykırı olarak arazi kazanılması halinde söz konusu alan faaliyet sahibince eski haline
getirileceği;
Hüküm altına alınmıĢtır.
19.10.1983 tarihli ve 383 sayılı KHK ile de 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu
maddesinin birinci fıkrasının (d) bendine göre, Bakanlar Kurulunca ―Özel Çevre Koruma
Bölgesi‖ ilan edilen ve edilecek alanların sahip olduğu çevre değerlerini korumak ve mevcut
çevre sorunlarını gidermek için tüm önlemleri almak, bu alanların koruma ve kullanma
esaslarını belirlemek, imar planlarını yapmak, mevcut her ölçekteki plan ve plan kararlarını
revize etmek ve re‘sen onaylamak üzere Çevre Bakanlığına bağlı tüzel kiĢiliğe sahip Özel
Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kurulmuĢtur.
648 sayılı KHK‘nin 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1 inci
maddesiyle ise, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmakta ve 383 sayılı KHK‘nin
10 uncu, 12 nci ve 13 üncü maddelerinde BaĢkanlığa verilen görevlerden 10 uncu ve 12 nci
maddelerindekilerden bir kısmı, 648 sayılı KHK‘nin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye
eklenen 13/A maddesinde, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğüne verilmektedir.
Anayasanın Devlete yüklediği ödevleri yerine getirecek teĢkilatı istediği biçimde kurma,
yasakoyucunun yetkisindedir. Ancak, söz konusu teĢkilatı kurarken, Anayasanın Devlete
yüklediği ödevin önemini ve özelliğini göz önünde bulundurması ve Anayasal görevleri
Anayasanın öngördüğü Ģekilde yerine getirebilecek teĢkilatı kurması, hukuk devleti olmanın
da gereğidir.
Devlet tüzel kiĢiliğinden ayrı tüzel kiĢiliğe sahip özerk kurumlar, yürütme görev ve
yetkisinin yatay düzlemde dağıtılarak, Devlete yüklenen Anayasal görevlerin, güncel siyasal
çatıĢma ve çekiĢmelerden bağımsız, tarafsız ve teknik gereklerine uygun bir Ģekilde yerine
getirilmesi amacıyla kurulmuĢlardır.
Piyasaları düzenlemek için kurulan düzenleyici ve denetleyici özerk kurumların
Türkiye‘nin gündeminde olmadığı 1980‘lerde, 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu
maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen
yerlerin, çevre değerlerini koruma, çevre sorunlarını giderme, koruma ve kullanma esaslarını
belirleme gibi teknik görevlerin, Çevre Bakanlığının bir genel müdürlüğüne değil de Çevre
Bakanlığına bağlı ayrı tüzel kiĢiliğe sahip özerk kurum Ģeklinde kurulan ―Özel Çevre Koruma
Kurumu BaĢkanlığı‖na verilmesinin nedeni, Anayasada sosyal bir hak statüsü kazandırılan,
―sağlıklı ve dengeli çevrede yaĢama hakkı‖nın gereği olan Devletin ―çevreyi geliĢtirmek,
çevre sağlığını korumak ve kirlenmesini önlemek‖ ödevinin gereği gibi yerine getirilmesini
sağlamaktır.
Çünkü, çevrenin Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunması ve geliĢtirilmesi için, 56 ncı
maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere ―Devlet denetimi de gereklidir.‖ Denetim ise,
doğası gereği bağımsız ve tarafsız bir faaliyettir. Bağımsızlığın ve tarafsızlığın sağlanmasının
yolu da öncelikle teĢkilatlanmanın bunu sağlayacak Ģekilde yapılandırılmasından
geçmektedir.
Bu bağlamda, Çevre Bakanlığına bağlı ayrı tüzel kiĢiliğe sahip Özel Çevre Koruma
Kurulu BaĢkanlığının kapatılması ve bu kurula verilen görevlerin tamamı yerine bir kısmının
Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesi,
Anayasanın 56 ncı maddesiyle bağdaĢmamaktadır.
Öte yandan, tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının iç içe olması ve çoğu
zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü nedeniyle korunması, değerlendirilmesi ve
desteklenmesi Anayasada tek bir maddede düzenlenmiĢ ve Anayasal görevlere iliĢkin tek bir
yasa çıkarılarak bütüncül bir koruma anlayıĢı benimsenmiĢtir. Nitekim, Anayasanın 63 üncü
maddesinin birinci fıkrasında, ―Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin
korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirleri alır.‖ denilirken; taĢınır
ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına ve değerlendirilmesine iliĢkin Devlete
yüklenen Anayasal görevler bağlamında, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu çıkarılmıĢtır.
TaĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit (doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel)
alanları ve ören yerlerinin iç içeliği ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü
gerçeği, 2863 sayılı Kanunun ―Tanımlar ve Kısaltmalar‖ baĢlıklı 3 üncü maddesi ile
10.12.1987 tarih ve 19660 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Korunması Gerekli TaĢınmaz
Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik‘in 3 üncü maddesinde
yapılan tanımlardan da açık bir Ģekilde anlaĢılmaktadır.
648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunda yer alan ―Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ ile ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu‖ ibarelerinin sırasıyla ―Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ ve ―Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ Ģeklinde değiĢtirilip; kültür varlıklarının, tabiat varlıkları,
sit alanları ve ören yerlerinden ayrılarak, 2863 sayılı Kanunda taĢınır ve taĢınmaz kültür
varlıkları ile kentsel, arkeolojik ve tarihi sitlere iliĢkin görevlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı
ile koruma kurulları tarafından yürütülmesi sağlanırken; taĢınmaz tabiat varlıkları ile doğal sit
alanlarına iliĢkin olarak ise, 2863 sayılı Kanunda yer alan düzenlemeler de dikkate
alınmaksızın, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğünün görevlerinin düzenlendiği 13/A maddesine sıkıĢtırılması, Anayasanın 63 üncü
maddesiyle bağdaĢmamaktadır.
Bu itibarla, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı
KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (ç), (d) ve (e) bentleri ile (a)
bendindeki ―… sulak alanlar …‖, (c) bendindeki ―… doğal sit alanları, sulak alanlar …‖
ibareleri ile ―… özel çevre koruma bölgeleri …‖ ibaresi; (2) numaralı fıkrasının ilk
cümlesindeki ―… ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların
koruma alanlarının …‖ ibaresi ile ikinci cümlesindeki ―… Ancak Bakanlıkça …‖ ibaresi ve
yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddesi, Anayasanın 56 ncı ve 63 üncü maddelerine aykırıdır.
2872 sayılı Çevre Kanununun ―Çevrenin korunması‖ baĢlıklı 9 uncu maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendinde, ülke ve dünya ölçeğinde ekolojik önemi olan, çevre kirlenmeleri ve
bozulmalarına duyarlı toprak ve su alanlarını, biyolojik çeĢitliliğin, doğal kaynakların ve
bunlarla ilgili kültürel kaynakların gelecek kuĢaklara ulaĢmasını emniyet altına almak üzere
gerekli düzenlemelerin yapılabilmesi amacıyla, Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve
ilan etmeye, Bakanlar Kurulu yetkili kılınmıĢtır.
Oysa, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevlerinin düzenlendiği 13/A
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde ―sulak alanların‖ sınırlarını tescil etmek; (b)
bendinde ise, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit,
tescil, onay, değiĢiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek yanında bu alanların
sınırlarını tespit ve tescil etmek görevleri, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne
verilerek Bakanlar Kurulu devre dıĢı bırakılmaktadır.
Bakanlar Kurulunun herhangi bir alanı Özel Çevre Koruma Bölgesi olarak tespit ve
ilanı, o alanın sınırlarının haritalar üzerinde belirlenmesini ve tescilini de içermektedir. Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü, sulak alanlar ile özel çevre koruma bölgelerinin
sınırlarını tespit ederek özel kütüğüne kaydedip resmileĢtirecek yani tescil edecek ise, o alan
sınırları da belirlenmiĢ bir Ģekilde resmi olarak özel çevre koruma bölgesi statüsüne kavuĢmuĢ
olacağından, Bakanlar Kurulunun tespit ve ilan yetkisi fiili ve hukuki olarak sonlandırılmıĢ
demektir. Aksine, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilen sulak alanlar ile
özel çevre koruma bölgelerinin sınırlarını tespit ve tescil etme görevleri, Bakanlar Kurulunun
o alanı özel çevre koruma bölgesi olarak tespit ve ilan edebilmesi için idare tarafından
yapılması gereken ön hazırlık iĢlemleri ise, kurallaĢtırmanın anlatılmak istendiği Ģekilde
yazılması gerekir.
Öte yandan, tabiat varlıkları ile sit alanlarının sınırlarının tespit ve tescili, yönetilmesi ve
yönetilmesinin sağlanmasına iliĢkin kurallar, 21.07.1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ile bu Kanuna göre hazırlanmıĢ Korunması Gerekli
TaĢınmaz Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik‘te
düzenlenmiĢtir.
2863 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin birinci fıkrasında, korunması gerekli taĢınmaz
kültür ve tabiat varlıklarının ve sit alanlarının tespitinin Kültür ve Turizm Bakanlığının
koordinatörlüğünde ilgili ve faaliyetleri etkilenen kurum ve kuruluĢların görüĢü alınarak
yapılacağı; üçüncü fıkrasında ise yapılan tespitlere dayalı olarak koruma bölge kurulu kararı
ile tescil olunacağı hüküm altına alınmıĢ ve 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında da taĢınmaz
kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri almak, aldırmak ve
bunların her türlü denetimini yapmak veya kamu kurum ve kuruluĢları ile belediyeler ve
valiliklere yaptırmak Kültür ve Turizm Bakanlığının yetkisine verilmiĢtir.
2863 sayılı Kanunun 7 nci ve 10 uncu maddeleri halen yürürlükte ve değiĢtirilmemiĢ
iken; 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile tabiat
varlıkları ve doğal sit alanlarının tespit, tescil, onay, değiĢiklik ve ilanına dair usul ve esasları
belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini
sağlamak görevleri, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğüne verilmesi Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle
bağdaĢmamaktadır.
2863 sayılı Kanunun birinci fıkrasının (a) bendinin;
- (8) numaralı alt bendinde, koruma amaçlı imar planı, ―bu Kanun uyarınca belirlenen
sit alanlarında, alanın etkileĢim-geçiĢ sahasını da göz önünde bulundurarak, kültür ve tabiat
varlıklarının sürdürülebilirlik ilkesi doğrultusunda korunması amacıyla arkeolojik, tarihi,
doğal, mimarî, demografik, kültürel, sosyo-ekonomik, mülkiyet ve yapılaĢma verilerini içeren
alan araĢtırmasına dayalı olarak; hali hazır haritalar üzerine, koruma alanı içinde yaĢayan hane
halkları ve faaliyet gösteren iĢ yerlerinin sosyal ve ekonomik yapılarını iyileĢtiren, istihdam
ve katma değer yaratan stratejileri, koruma esasları ve kullanma Ģartları ile yapılaĢma
sınırlamalarını, sağlıklaĢtırma, yenileme alan ve projelerini, uygulama etap ve programlarını,
açık alan sistemini, yaya dolaĢımı ve taĢıt ulaĢımını, alt yapı tesislerinin tasarım esasları,
yoğunluklar ve parsel tasarımlarını, yerel sahiplilik, uygulamanın finansmanı ilkeleri uyarınca
katılımcı alan yönetimi modellerini de içerecek Ģekilde hazırlanan, hedefler, araçlar, stratejiler
ile plânlama kararları, tutumları, plân notları ve açıklama raporu ile bir bütün olan nazım ve
uygulama imar plânlarının gerektirdiği ölçekteki plânlardır.‖;
- (9) numaralı alt bendinde çevre düzenleme projesi, ―ören yerlerinin arkeolojik
potansiyelini koruyacak Ģekilde, denetimli olarak ziyarete açmak, tanıtımını sağlamak,
mevcut kullanım ve dolaĢımdan kaynaklanan sorunlarını çözmek, alanın ihtiyaçlarını çağdaĢ,
teknolojik geliĢmelerin gerektirdiği donatılarla gidermek amacıyla her ören yerinin kendi
özellikleri göz önüne alınarak hazırlanacak 1/500, 1/200 ve 1/100 ölçekli düzenleme
projeleridir.‖;
- (10) numaralı alt bendinde yönetim alanı, ―sit alanları, ören yerleri ve etkileĢim
sahalarının doğal bütünlüğü içerisinde etkin bir Ģekilde korunması, yaĢatılması,
değerlendirilmesi, belli bir vizyon ve tema etrafında geliĢtirilmesi, toplumun kültürel ve
eğitsel ihtiyaçlarıyla buluĢturulması amacıyla, plânlama ve koruma konusunda yetkili merkezî
ve yerel idareler ile sivil toplum kuruluĢları arasında eĢgüdümü sağlamak için oluĢturulan ve
sınırları ilgili idarelerin görüĢleri alınarak Bakanlıkça belirlenen yerlerdir.‖;
- (11) numaralı alt bendinde yönetim plânı, ―yönetim alanının korunmasını,
yaĢatılmasını, değerlendirilmesini sağlamak amacıyla, iĢletme projesini, kazı plânı ve çevre
düzenleme projesi veya koruma amaçlı imar plânını dikkate alarak oluĢturulan koruma ve
geliĢim projesinin, yıllık ve beĢ yıllık uygulama etaplarını ve bütçesini de gösteren, her beĢ
yılda bir gözden geçirilen plânlardır.‖;
ġeklinde açıklanmıĢ;
8 inci maddesinin birinci fıkrasında, 7 nci maddeye göre tescil edilen korunması gerekli
kültür ve tabiat varlıklarının korunma alanlarının tesbiti ve bu alanlar içinde inĢaat ve tesisat
yapılıp yapılamayacağı konusunda karar alma yetkisinin Koruma Kurullarına ait olduğu;
Koruma Kurullarının kararına karĢı 61 inci maddenin ikinci fıkrasına göre itiraz edilebileceği
hüküm altına alınmıĢ;
Koruma Kurullarının Görev, Yetki ve ÇalıĢma ġekli baĢlıklı 57 nci maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendinde, Kültür ve Turizm Bakanlığınca tespit edilen veya ettirilen korunması
gerekli kültür ve tabiat varlıklarının tescilini yapmak; (c) bendinde, sit alanlarının tescilinden
itibaren üç ay içinde geçiĢ dönemi yapı Ģartlarını belirlemek; (d) bendinde, koruma amaçlı
imar planları ile bunların her türlü değiĢikliklerini inceleyip karar almak; (e) bendinde,
korunması gerekli taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının koruma alanlarının tespitini yapmak,
görev ve yetkileri Koruma Kurullarına verilmiĢtir.
Söz konusu yasal düzenlemeler yürürlükte ve değiĢtirilmemiĢ iken; 644 sayılı KHK‘ye
eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendinde ―doğal sit alanları‖nın
kullanma ve yapılaĢmaya yönelik ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre
düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiĢtirmek, uygulamak veya
uygulanmasını sağlamak; (ç) bendinde, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel
sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma
esaslarını ilgili bakanlıkların görüĢünü alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya
tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni,
nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak; (d) bendinde, orman
alanları dıĢında yer alan korunması gerekli taĢınmaz tabiat varlıkları, koruma alanları ve doğal
sit alanlarının Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına, onaylanan planlara uygun olarak
kullanılmak üzere tahsisini gerçekleĢtirmek, uygulamaların tahsis Ģartlarına uygun olarak
gerçekleĢmesini izlemek ve denetlemek; (e) bendinde, tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile
özel çevre koruma bölgelerine iliĢkin olarak, hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen
projeleri yapmak, yaptırmak ve onaylamak, her türlü araĢtırma ve inceleme yapmak,
yaptırmak, izlemek, eğitim ve bilinçlendirme çalıĢmaları yürütmek, kullanım yasağı getirilen
alanların kamulaĢtırma veya benzer yollarla kamunun eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve
denetim yapmak, gerekli görülen alanların korunması ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım
yapmak veya ilgili idarelerin yatırım projelerini desteklemek, bu alan ve bölgelerde Devletin
hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere iliĢkin her türlü tasarrufta bulunmak, iĢletmek,
iĢlettirmek ve kullanım izinlerini vermek, korunan alanlara iliĢkin insan ve finansman kaynağı
sağlamak görev ve yetkileri Çevre ve Ģehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğüne verilmekte;
(2) numaralı fıkrasında ise, orman ve orman rejimine tabi olmayan yerlerde Orman ve
Su ĠĢleri Bakanlığınca tespit edilen veya ettirilen tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma
alanları, sulak alanlar ve benzeri diğer koruma alanları ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit
alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilanının Bakanın onayı ile
yapılacağı; ancak Bakanlıkça yapı yasağı önerilen tabiat varlıkları ve doğal sit alanları dahil
orman rejimine tabi olmayan bütün koruma alanlarının Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve
ilan edileceği hükmü getirilmektedir.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri de,
vatandaĢlara hukuk güvenliği sağlamasıdır. Hukuk güvenliği, kurallarda ―belirlilik‖ ve
öngörülebilirlik gerektirir. Kurallarda belirlilik, yönetimin görev ve yetkilerinin, çeliĢkili,
tutarsız, görev ve yetki çatıĢmasına yol açacak nitelikte olmamasını, sınırının açıkça
gösterilmesini ve herkesin anlayacağı açıklıkta kurallaĢtırılmasını gerektirir. Hukuk
devletinde yargı denetiminin sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının
yasalarda açıkça gösterilmesi bir zorunluluktur.
Oysa, 2863 sayılı Kanunda korunması gerekli taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile
tarihi, arkeolojik, doğal ve kentsel sitlere ve ören yerlerine iliĢkin kurallar yürürlükte ve
değiĢtirilmeden, iptali istenen düzenlemelerin yasalaĢtırılarak hukuk sistemine girmesi,
hukuksal çeliĢki, tutarsızlık ve yetki çatıĢmalarına yol açarak hukuki belirsizlik yarattığı ve
―belirlilik‖ özelliği taĢımadığı için yasama yetkisinin amacına uygun biçimde kullanılmasına
elveriĢli olmadığı gibi, hukuk devleti ilkesi ile de bağdaĢmamaktadır.
Maddenin (ç) bendinde, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile
koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili
bakanlıkların görüĢünü alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi
idarelerce yönetileceğine karar vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama
imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak görevlerinin Çevre ve ġehircilik
Bakanlığının Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğüne verilmesi anlaĢılabilir olmanın
uzağındadır.
2863 sayılı Kanunda, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile
koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esasları
belirlenmiĢtir ve bu alanların Kültür ve Turizm Bakanlığınca yönetileceği hüküm altına
alınmıĢtır. 2863 sayılı Kanun yürürlükte değilmiĢçesine, ―bu alanların kısmen veya tamamen
hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek‖ yetkisinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığının
Tabiat Varlıkları Genel Müdürlüğüne verilmesi, Kültür ve Turizm Bakanlığını söz konusu
genel müdürlüğün Ģube müdürlüğü konumuna indirgemekte ve söz konusu genel müdürlüğü
yasama organının üzerine çıkarmaktadır.
Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin görev ve yetkilerinin kanunla düzenlenmesini
gerektirir. Hiçbir ölçü getirilmeden, korunması gereken hangi alanların hangi durumlarda
hangi idarelerce yönetileceğinin esas ve usulleri ile ilkeleri belirlenmeden, Tabiat Varlıkları
Genel Müdürlüğüne, tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma
statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde bu alanların kısmen veya tamamen hangi
idarelerce yönetileceğine karar vermek yetkisinin tanınması, idarenin kanuniliği ilkesiyle
bağdaĢmadığı gibi, yasama yetkisinin idareye devri anlamına da gelmektedir. Bu itibarla söz
konusu düzenleme, Anayasanın 7 nci, 87 nci ve 123 ncü maddelerine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında, ―Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir Ģekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya
engelleyecek... biçimde kullanılamaz‖ denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez
öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal
giriĢimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düĢüncesinin yasalara egemen
olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal, tarihsel ve kültürel kaynaklarından olan ve
Anayasal güvence altında bulunan çevrenin, sulak alanların, kültür ve tabiat varlıkları ile
doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitlerin Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunup,
değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılması için yasa koyucunun bu esası gözardı
etmemesi ve yasalara bunu en iyi Ģekilde yansıtması zorunludur.
Yasama erkinin kamu yararı amacına yönelik olarak kullanılmaması halinde yasama
yetkisinin saptırılması olayı ortaya çıkar. Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını
gerçekleĢtirmek için kanunla yapılacak olan düzenleme, kanun koyucunun yapacağı tercihlere
göre Ģekillenecektir; yani kanun koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını
gerçekleĢtirmek için getireceği çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun
koyucuya aittir.
Fakat kanun koyucunun, Anayasanın gösterdiği amacın veya kamu yararının dıĢında
kiĢisel, siyasal ya da saklı amaç güttüğü; bir baĢka amaca ulaĢmak için bir konuyu kanunla
düzenlediği durumlarda, ‗yetki saptırması‘ adı verilen durum ortaya çıkar ve bu durum,
kuĢkusuz, Anayasa Mahkemesi‘nin denetim alanına girer. Anayasa Mahkemesi, denetlediği
kanunun kamuya yararlı olup olmadığını değil; fakat, gerçekten kamu yararını
gerçekleĢtirmek için yapılıp yapılmadığını denetleyebilir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, 2863 sayılı Yasada yer alan düzenlemelerde kullanılan
dil, üslup, anlatım ve ifadeler ile kurulan sistemler, korunması gerekli taĢınmaz kültür ve
tabiat varlıkları ile sit alanlarını, Anayasanın öngördüğü Ģekilde korumaya, değerlendirmeye
ve gelecek kuĢaklara aktarmaya yönelik sofistike bir zihniyetin; 648 sayılı KHK‘dekilerin ise
tabiat varlıkları ile sit alanlarını koruyup, değerlendirerek gelecek kuĢaklara aktarmak yerine,
imara açarak pazarlamaya yönelik müflis tüccar zihniyetinin eseri olduğu yukarıda yer verilen
yasa maddelerini okuyan herkesin anlayabileceği açıklıktadır.
Kanun koyucu, takdirine bırakılmıĢ konularda, düzenleme yetkisini kullanırken,
kuĢkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun
genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır. (E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980;
E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Bu durum,
Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine
bırakmadığı emredici kuralları için ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 56 ncı ve 63
üncü maddelerinin gerektirdiği Anayasal bir zorunluluktur.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu
maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (ç), (d)
ve (e) bentleri ile (a) bendindeki ―… sulak alanlar …‖, (c) bendindeki ―… doğal sit alanları,
sulak alanlar …‖ ibareleri ile ―… özel çevre koruma bölgeleri …‖ ibaresi; (2) numaralı
fıkrasının ilk cümlesindeki ―… ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları
ve bunların koruma alanlarının …‖ ibaresi ile ikinci cümlesindeki ―… Ancak Bakanlıkça …‖
ibaresi ve yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 56 ncı ve 63 üncü, 87
nci ve 123 ncü maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
5) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci Maddesi ile 644 Sayılı KHK‘nin
25 inci Maddesine Eklenen (2) Numaralı Fıkrası ile 32 nci Maddesiyle 29.06.2011 Tarihli ve
645 Sayılı KHK‘nin 19 uncu Maddesine Eklenen (2) Numaralı Fıkrasının Anayasaya
Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci maddesi ile 644 sayılı KHK‘nin 25
inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrası ile 32 nci maddesiyle 29.06.2011 tarihli ve 645
sayılı KHK‘nin 19 uncu maddesine eklenen (2) numaralı fıkrasında, Bakanlık MüĢavirlerinin,
Bakanın uygun göreceği merkez veya taĢra teĢkilatına ait birimlerde çalıĢtırılabileceği hükmü
getirilmektedir.
Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığının Bayındırlık Ġl Müdürü ve üstü kadrolarında görev
yapanlar, 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında
KHK‘nin geçici 3 üncü maddesiyle görevlerinden alınarak halen bulundukları kadro
derecesiyle Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Bakanlık MüĢaviri kadrolarına; Çevre ve Orman
Bakanlığının Çevre ve Orman Ġl Müdürü ve üstü kadrolarında görev yapanlar ise, 645 sayılı
Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK‘nin geçici 3 üncü
maddesiyle görevlerinden alınarak halen bulundukları kadro derecesiyle Orman ve Su ĠĢleri
Bakanlığının Bakanlık MüĢaviri kadrolarına atanmıĢlar; CHP ise söz konusu yasayla
görevden almaların iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesine
dava açmıĢtı.
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun kariyer ve liyakat ilkelerine ve atanmalarındaki
usule göre Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığı ile Çevre ve Orman Bakanlığının il müdürü ve
üzeri daire baĢkan yardımcısı, daire baĢkanı, genel müdür yardımcısı, genel müdür, müsteĢar
yardımcısı, müsteĢar gibi hiyerarĢik kadro görev unvanlarına atanan kamu görevlilerinin
atanmalarındaki usulün aksine tamamının Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile bir günde
görevlerinden alınarak ihdas edilen Bakanlık MüĢavirliği kadrolarına atanmalarındaki
hukuksuzluğa ek olarak Ģimdi de Bakanın uygun göreceği merkez veya taĢra teĢkilatına ait
birimlerde çalıĢtırılabileceği hükmünün getirilmesi, yürütme organının haksızlık, hukuksuzluk
ve adaletsizlikte sınır tanımadığını ortaya koymaktadır.
3046 sayılı Bakanlıkların KuruluĢ ve Görev esasları Hakkında Kanunun 27 nci
maddesinde, bakanlıklarda, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda bakanlık makamına
yardımcı olmak üzere özel yeteneği olanlardan bakanlık müĢaviri atanabileceği ve bakanlık
müĢavirlerinin bakanlık makamına bağlı olduğu hükmüne yer verilmiĢ ve aynı hüküm 644
sayılı KHK‘nin 25 inci ve 645 sayılı KHK‘nin 19 uncu maddesinde benzer ifadelerle yer
almıĢtır.
Söz konusu bakanlıklarda il müdürü ve üstü görev yapan kamu görevlileri hukuka aykırı
olarak da olsa Bakanlık MüĢavirliği kadrolarına atanmıĢlardır. 3046 sayılı Kanun ile 644 ve
645 sayılı KHK‘lerde Bakanlık MüĢavirlerinin, bakanlık makamına yardımcı olmak üzere
bakanlık makamına bağlı çalıĢacağı hüküm altına alınmıĢtır.
657 sayılı Kanunda ise, memuriyet kadroları; kadro unvanı, görev unvanı, hizmet sınıfı
ve mesleki kariyerlerine göre sınıflandırılmıĢ; 33 üncü maddesinde kadrosuz memur
çalıĢtırılamayacağı; 39 uncu maddesinde, 657 sayılı Kanuna tabi kurumlarda sınıflar dıĢında
memurluk kadroları ihdas edilemeyeceği; 45 inci maddesinde ise hiçbir memurun sınıfının
dıĢında ve sınıfının içindeki derecesinin altında bir derecenin görevinde çalıĢtırılamayacağı
kurallarına yer verilmiĢtir.
Hukuksuz bir biçimde, Bakanlık MüĢavirliği kadrolarına atanmıĢ bulunanların,
Bakanlığın merkez ve taĢra teĢkilatındaki hizmet sınıfları ile meslek kariyerlerinden unvanlı
veya unvansız hangi kadrolara ait hangi görevleri yürüteceği de belirtilmeden, Bakanın uygun
göreceği gibi sınırsız bir yetki kapsamında, Bakanın uygun göreceği birimlerde
çalıĢtırılabileceği gibi belirsiz bir görevlendirmeye tabi tutulmaları, Anayasa ve Ġdare
Hukukunun genel ilkeleri bir yana mantıkla da bağdaĢmamaktadır.
Bakana tanınan söz konusu yetki bağlamında Bayındırlık Bakanlığı MüsteĢarı iken, 644
sayılı KHK ile Bakanlık MüĢavirliğine atanan mühendis kariyerli kamu görevlisi, örneğin,
Çevre ve ġehircilik Bakanlığı Manisa Ġl Müdürlüğünün kontrolünde yapılan Salihli Ġlçesi
Çaypınar Köyü sağlık ocağı inĢaatının kontrol teĢkilatında çalıĢtırılabilecektir.
Yasa koyucu, Anayasanın 128 inci maddesi uyarınca, memurların ve diğer kamu
görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük iĢlerini kanunla düzenlerken, Anayasanın 11 inci maddesi
gereğince, Anayasanın diğer hükümlerine de uygun hareket etmek zorundadır.
Böyle bir düzenlemede Anayasanın gözetilmesi gereken hükümlerinden birisi de, 2 nci
maddesi ve bu maddede yer alan hukuk devleti ilkesidir.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti‘nin sosyal bir hukuk devleti olduğu
belirtilmiĢtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir.
Sosyal hukuk devleti, toplum ve çalıĢma yaĢamında adalete ve eĢitliğe dayalı bir hukuk
düzeni kurmak; kazanılmıĢ hakları korumak durumundadır. Hukukta kazanılmıĢ hakların
korunması, hukuki güvenliğin kanıtı, uygunluğun ölçüsüdür.
Hukuk devletinin temel unsurları arasında ―kazanılmıĢ haklara saygı‖ yer almaktadır.
Bu nedenle 128 inci maddenin ikinci fıkrası uyarınca yapılacak tüm düzenlemelerin,
memurların ve kamu görevlilerinin kazanılmıĢ haklarını koruması gerekir. Aksine düzenleme,
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci
maddesi ile 644 sayılı KHK‘nin 25 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrası ile 32 nci
maddesiyle 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı KHK‘nin 19 uncu maddesine eklenen (2)
numaralı fıkrası, Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
6) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 15 inci Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘ye
Eklenen Ek 1 inci Maddesi ile 19 uncu, 20 nci ve 63 üncü Maddelerinin Anayasaya Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye
eklenen ek 1 inci maddesinin (1) numaralı fıkrası ile 383 sayılı KHK ile kurulan Özel Çevre
Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmakta; (2) numaralı fıkrası ile 383 sayılı KHK‘de
belirtilen iĢ ve iĢlemlerin, Bakan tarafından uygun görülen Çevre ve ġehircilik Bakanlığının
birimlerince yürütüleceği; (3) numaralı fıkrası ile, kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığına ait her türlü taĢınır, taĢıt, araç, gereç ve malzeme ile borç ve alacak, hak ve
yükümlülük, her türlü kayıt ve dokümanın hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın Çevre ve
ġehircilik Bakanlığına devredilmiĢ sayılacağı; mülkiyeti Hazineye ait veya devletin hüküm ve
tasarrufundaki, taĢınmazlardan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığına tahsis edilmiĢ
olanların hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın tahsis amacında kullanılmak üzere Bakanlığa
devredilmiĢ sayılacağı; (4) numaralı fıkrasında, kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığının harcamalarının, 6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa
istinaden Maliye Bakanlığınca yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, Özel Çevre Koruma
Kurumu BaĢkanlığının 2011 yılı bütçesinde yer alan ödeneklerden karĢılanacağı; (5) numaralı
fıkrasında, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığında Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanı,
BaĢkan Yardımcısı, I. Hukuk MüĢaviri ve Daire BaĢkanı kadrosunda bulunanların, ekli (3)
sayılı liste ile ihdas edilen Bakanlık MüĢaviri kadrolarına, Özel Çevre Koruma Müdürü ve
Özel Çevre Koruma Müdür Yardımcısı kadrolarında bulunanların, bulundukları illerdeki
Çevre ve ġehircilik Ġl Müdürlüğünün Ģube müdürü kadrolarına halen bulundukları kadro
dereceleriyle atanmıĢ sayılacakları; geçici 3 üncü maddenin beĢinci fıkrası hükümleri bunlar
hakkında da uygulanacağı; bu madde uyarınca ihdas edilen Bakanlık MüĢaviri kadrolarının,
herhangi bir sebeple boĢalması halinde hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın iptal edilmiĢ
sayılacağı; bunlar dıĢında kalan personelin, hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın kadro ve
pozisyonlarıyla birlikte Çevre ve ġehircilik Bakanlığına devredildiği; devredilen personele ait
kadroların, baĢka bir iĢleme gerek kalmaksızın devir tarihi itibarıyla ihdas edilerek 190 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnamenin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına ait bölümüne eklenmiĢ ve
devredilen sözleĢmeli pozisyonların aynı Bakanlığa vize edilmiĢ sayılacağı;
19 uncu maddesinde, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun eki (II)
sayılı cetvelin ―B) Özel Bütçeli Diğer Ġdareler‖ bölümünde yer alan ―31) Özel Çevre Koruma
Kurumu BaĢkanlığı‖ sırasının yürürlükten kaldırıldığı;
20 nci maddesinde, 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3 üncü maddesinin
birinci fıkrasında yer alan ―Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı,‖ ve sekizinci fıkrasında
yer alan ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığı,‖ ibarelerinin yürürlükten kaldırıldığı;
63 üncü maddesinde ise 648 sayılı KHK‘nin yayımı tarihinde yürürlüğe gireceği;
Hüküm altına alınmıĢtır.
Anayasanın 56 ncı maddesinin birinci fıkrasında, herkesin sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaĢama hakkına sahip olduğu; ikinci fıkrasında ise, çevreyi geliĢtirmek, çevre
sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemenin Devletin ve vatandaĢların ödevi olduğu
belirtilmiĢ;
madde gerekçesinde de,
―VatandaĢın korunmuĢ çevre Ģartlarında beden ve ruh sağlığı içinde yaĢamasını
sürdürmesini sağlamak Devletin ödevidir.
…
Çevreyi koruyan mevzuat kadar eğitim ve Devlet denetimi de gereklidir.
…
Çevre korunmasının bu önemi ve son yıllarda kazandığı boyutlar, ferde Devlete karĢı
dengeli ve sağlıklı çevrede yaĢama yolunda bir sosyal hak tanınmasını zorunlu kılmaktadır.
Bu sebeple Devlet hem kirlenmeyi önlemeli hem de tabii çevrenin korunması ve
geliĢtirilmesi, bu arada ağaçlandırılması için gereken tedbirleri almalıdır.‖
denilmiĢtir.
1982 Anayasasını yapan kurucu iktidarın ilk defa, artan nüfus, sanayileĢme, kentleĢme
ve modern tarım teknikleri ile birlikte ortaya çıkan çevre sorunlarına karĢı, dengeli ve sağlıklı
çevrede yaĢama hakkına Anayasal sosyal bir hak statüsü kazandırması ve Devlete ve
yurttaĢlara, ―çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek‖
ödevini yüklemesi ile birlikte, yasakoyucu da Anayasanın öngördüğü ödevin gereği yasal
düzenlemeleri yapmıĢtır.
Bu bağlamda, 09.08.1983 tarihli ve 2872 sayılı Çevre Kanunu çıkarılmıĢ; 19.10.1983
tarihli ve 383 sayılı KHK ile de
2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendine göre, Bakanlar Kurulunca ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen ve
edilecek alanların sahip olduğu çevre değerlerini korumak ve mevcut çevre sorunlarını
gidermek için tüm önlemleri almak, bu alanların koruma ve kullanma esaslarını belirlemek,
imar planlarını yapmak, mevcut her ölçekteki plan ve plan kararlarını revize etmek ve re‘sen
onaylamak üzere Çevre Bakanlığına bağlı tüzel kiĢiliğe sahip Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığı kurulmuĢtur.
648 sayılı KHK‘nin 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1 inci
maddesiyle ise, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmakta ve 383 sayılı KHK‘nin
10 uncu, 12 nci ve 13 üncü maddelerinde BaĢkanlığa verilen görevlerden 10 uncu ve 12 nci
maddelerindekilerden bir kısmı, 648 sayılı KHK‘nin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye
eklenen 13/A maddesinde, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma
Genel Müdürlüğüne verilmektedir.
Kaynağını Anayasadan alan ve düzenledikleri alana iliĢkin temel kanun niteliğinde olan
2872 sayılı Çevre Kanunu ile 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına
Dair KHK, 6223 sayılı Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine
verilen yetki içinde bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci
maddesine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 23 üncü maddesinde, Devlete sağlıklı ve düzenli kentleĢmeyi
gerçekleĢtirme görevi verilmiĢ; 56 ncı maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede
yaĢama hakkından söz edilerek çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre
kirlenmesini önlemek devlete ve vatandaĢlara ödev olarak yüklenmiĢ; 57 nci maddesinde,
Devletin Ģehirlerin özelliklerini ve çevre Ģartlarını gözeten bir planlama çerçevesinde, konut
ihtiyacını karĢılayacak önlemleri alacağı belirtilmiĢ; 63 üncü maddesinde ise, Devletin tarih,
kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlayacağı kuralına yer verilmiĢtir.
Sağlıklı ve düzenli kentleĢmenin ana bileĢenlerinden biri, Devletin, çevreyi, sulak
alanları, ormanları, tarih, kültür ve tabiat varlıklarını koruyup geliĢtirerek vatandaĢların
sağlıklı ve dengeli bir çevrede beden ve ruh sağlığı içinde yaĢamalarının sağlanmasıdır.
Anayasanın 91 inci maddesinde, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci
bölümlerinde yer alan temel haklar ve kiĢi hakları ve ödevlerinin, kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı getirildiğine göre, sağlıklı ve düzenli kentleĢmenin
ana bileĢenlerinden biri olan çevrenin, sulak alanların, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının
korunmasını esas alan kuralların, KHK ile düzenlenmesi, Anayasanın 91 inci maddesindeki
yasak alan kapsamına girdiğinden, iptali istenen söz konusu düzenlemeler Anayasanın 91 inci
maddesine bu açıdan da aykırılık oluĢturmaktadır.
Anayasanın Devlete yüklediği ödevleri yerine getirecek teĢkilatı istediği biçimde kurma,
yasakoyucunun yetkisindedir. Ancak, söz konusu teĢkilatı kurarken, Anayasanın Devlete
yüklediği ödevin önemini ve özelliğini göz önünde bulundurması ve Anayasal görevleri
Anayasanın öngördüğü Ģekilde yerine getirebilecek teĢkilatı kurması, hukuk devleti olmanın
da gereğidir.
Devlet tüzel kiĢiliğinden ayrı tüzel kiĢiliğe sahip özerk kurumlar, yürütme görev ve
yetkisinin yatay düzlemde dağıtılarak, Devlete yüklenen Anayasal görevlerin, güncel siyasal
çatıĢma ve çekiĢmelerden bağımsız, tarafsız ve teknik gereklerine uygun bir Ģekilde yerine
getirilmesi amacıyla kurulmuĢlardır.
Piyasaları düzenlemek için kurulan düzenleyici ve denetleyici özerk kurumların
Türkiye‘nin gündeminde olmadığı 1980‘lerde, 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu
maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen
yerlerin, çevre değerlerini koruma, çevre sorunlarını giderme, koruma ve kullanma esaslarını
belirleme gibi teknik görevlerin, Çevre Bakanlığının bir genel müdürlüğüne değil de Çevre
Bakanlığına bağlı ayrı tüzel kiĢiliğe sahip özerk kurum Ģeklinde kurulan ―Özel Çevre Koruma
Kurumu BaĢkanlığı‖na verilmesinin nedeni, Anayasada sosyal bir hak statüsü kazandırılan,
―sağlıklı ve dengeli çevrede yaĢama hakkı‖nın gereği olan Devletin ―çevreyi geliĢtirmek,
çevre sağlığını korumak ve kirlenmesini önlemek‖ ödevinin gereği gibi yerine getirilmesini
sağlamaktır.
Çünkü, çevrenin Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunması ve geliĢtirilmesi için, 56 ncı
maddenin gerekçesinde de belirtildiği üzere ―Devlet denetimi de gereklidir.‖ Denetim ise,
doğası gereği bağımsız ve tarafsız bir faaliyettir. Bağımsızlığın ve tarafsızlığın sağlanmasının
yolu da öncelikle teĢkilatlanmanın bunu sağlayacak Ģekilde yapılandırılmasından
geçmektedir.
Bu bağlamda, Çevre Bakanlığına bağlı ayrı tüzel kiĢiliğe sahip Özel Çevre Koruma
Kurulu BaĢkanlığının kapatılması ve bu kurula verilen görevlerin tamamı yerine bir kısmının
Çevre ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesi,
Anayasanın 56 ncı maddesiyle bağdaĢmamaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti‘nin sosyal bir hukuk devleti olduğu
belirtilmiĢtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında, ―Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir Ģekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya
engelleyecek... biçimde kullanılamaz‖ denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez
öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal
giriĢimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düĢüncesinin yasalara egemen
olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal kaynaklarından olan ve Anayasal güvence
altında bulunan çevrenin ve sulak alanların Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunup,
değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılması için yasa koyucunun bu esası gözardı
etmemesi ve yasalara bunu en iyi Ģekilde yansıtması zorunludur.
Yasama erkinin kamu yararı amacına yönelik olarak kullanılmaması halinde yasama
yetkisinin saptırılması olayı ortaya çıkar. Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını
gerçekleĢtirmek için kanunla yapılacak olan düzenleme, kanun koyucunun yapacağı tercihlere
göre Ģekillenecektir; yani kanun koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını
gerçekleĢtirmek için getireceği çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun
koyucuya aittir.
Fakat kanun koyucunun, Anayasanın gösterdiği amacın veya kamu yararının dıĢında
kiĢisel, siyasal ya da koruma altında bulunan çevresel değerleri satmak gibi saklı amaç
güttüğü; bir baĢka amaca ulaĢmak için bir konuyu kanunla düzenlediği durumlarda, ‗yetki
saptırması‘ adı verilen durum ortaya çıkar ve bu durum, kuĢkusuz, Anayasa Mahkemesi‘nin
denetim alanına girer. Anayasa Mahkemesi, denetlediği kanunun kamuya yararlı olup
olmadığını değil; fakat, gerçekten kamu yararını gerçekleĢtirmek için yapılıp yapılmadığını
denetleyebilir.
Üzülerek belirtmek gerekir ki, 2863 sayılı Yasada yer alan düzenlemelerde kullanılan
dil, üslup, anlatım ve ifadeler ile kurulan sistemler, korunması gerekli çevresel değerleri ve
sulak alanları, Anayasanın öngördüğü Ģekilde korumaya, değerlendirmeye ve gelecek
kuĢaklara aktarmaya yönelik sofistike bir zihniyetin; 648 sayılı KHK‘dekilerin ise çevresel
değerler ile sulak alanları koruyup, değerlendirerek gelecek kuĢaklara aktarmak yerine, imara
açarak pazarlamaya yönelik müflis tüccar zihniyetinin eseri olduğu, 383 sayılı KHK ile
kurulan ―Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı‖nın yasal statüsü, görevleri ve görevlerini
yerine getiriĢ biçimi ile 648 sayılı KHK ile kurulan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğünün statüsü, görevleri ve görevlerini yerine getiriĢ biçiminin karĢılaĢtırılmasından
anlaĢılabilecek açıklıktadır.
Kanun koyucu, takdirine bırakılmıĢ konularda, düzenleme yetkisini kullanırken,
kuĢkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun
genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır. (E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980;
E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Bu durum,
Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine
bırakmadığı emredici kuralları için ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 56 ncı ve
maddelerinin gerektirdiği Anayasal bir zorunluluktur.
Bu itibarla, iptali istenen düzenlemelerde kamu yararı bulunmadığı, hukuk devleti
ilkesiyle bağdaĢmadığı, Devlete yüklenen Anayasal görevleri karĢılamadığı için Anayasanın 2
nci ve 56 ncı maddelerine aykırıdır.
Öte yandan, ek 1 inci maddenin (2) numaralı fıkrasında, 383 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname‘de belirtilen iĢ ve iĢlemlerin, Bakan tarafından uygun görülen Çevre ve ġehircilik
Bakanlığının birimlerince yürütüleceği kuralı getirilmiĢtir.
Bu düzenlemeye göre, 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar
Kurulu Kararıyla ―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen yerlerin, çevre değerlerini
koruma, çevre sorunlarını giderme, koruma ve kullanma esaslarını belirleme gibi teknik
görevler, Bakanın uygun görmesi üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığının örneğin, Destek
Hizmetleri Dairesi BaĢkanlığı veya DıĢ ĠliĢkiler Dairesi BaĢkanlığı veya Mesleki Hizmetler
Genel Müdürlüğü tarafından görülebilecektir.
Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir
duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. Bakanın yasa ile
yetkilendirilmesi, Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. 2872
sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla ―Özel Çevre
Koruma Bölgesi‖ ilan edilen yerler için, 383 sayılı KHK‘de belirtilen iĢ ve iĢlemlerin Çevre
ve ġehircilik Bakanlığının hangi birimleri tarafından yürütüleceğinin yasada açıkça
belirtilmesi gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesiyle bağdaĢmaz.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 15 inci
maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1 inci maddesi ile buna dayalı olarak 19 uncu, 20
nci ve yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddeleri Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 91 inci maddelerine
aykırı olduklarından iptali gerekir.
7) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘ye
Eklenen Geçici 6 ncı Maddesinin (1) Numaralı Fıkrası ile (3) Numaralı Fıkrasının ve 41 inci
Maddesindeki ―21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununda yer alan ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ģeklinde ve ‗kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge
kurulu‘ ile ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu‘ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ …‖ Ġfadesi ile 41 inci Maddesiyle 2863 Sayılı
Kanunun 3 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendine Eklenen (13) Numaralı Alt
Bendin ve 63 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye
eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile geçici 6 ncı maddenin yürürlüğe
girdiği tarihte, doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve tescil edilmiĢ alan ve varlıklara
iliĢkin her türlü belgenin, bu alan ve varlıkların statülerinin yeniden değerlendirilmesi için en
geç altı ay içinde Bakanlığa devredileceği ve tabiat varlıkları ve doğal sitlerle ilgili yeni
değerlendirme yapılıncaya kadar bu alanlara iliĢkin olarak kültür ve tabiat varlıklarını koruma
bölge kurullarınca alınmıĢ kararların geçerli olacağı; (3) numaralı fıkrasında ise, Bakanlık
tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacak komisyonca yeniden tespit edilen statülerin
Çevre ve ġehircilik Bakanının onayı ile, yapı yasağı öngörülen statülerin ise Bakanlar
Kurulunca onaylandıktan sonra tescil edileceği; bu alanlar ile varlıkların yeni statüsüne, ören
yerlerinin ise mevcut statüsüne uygun koruma-kullanma esaslarına göre yetkili idarelerce
yönetileceği hüküm altına alınmaktadır.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye
eklenen geçici 6 ncı maddesi ve 644 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 21.07.1983 tarihli ve
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda örtülü değiĢiklikler
yapılmaktadır.
Ancak, kaynağını Anayasadan alan ve düzenlediği alana iliĢkin temel kanun niteliğinde
olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 6223 sayılı Yetki Yasasının
kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan
alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Anayasanın 63 üncü maddesinin birinci fıkrasında, Devletin tarih, kültür ve tabiat
varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlayacağı; bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici
önlemleri alacağı kuralına yer verilmiĢ; Anayasanın bu emredici kuralının gereği olarak da
yasa koyucu, korunması gerekli taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili
tanımları belirlemek, yapılacak iĢlem ve faaliyetleri düzenlemek, bu konuda gerekli ilke ve
uygulama kararlarını alacak teĢkilatın kuruluĢ ve görevlerini tespit etmek üzere 21.07.1983
tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çıkarmıĢtır.
Tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının ve sit alanlarında kendi içinde iç içe
olması ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü nedeniyle de gerek Anayasa
da gerek 2863 sayılı Kanunda bütüncül bir koruma anlayıĢı benimsenmiĢtir. Nitekim, taĢınır
ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit (doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel) alanları ve
ören yerlerinin iç içeliği ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü gerçeği,
2863 sayılı Kanunun ―Tanımlar ve Kısaltmalar‖ baĢlıklı 3 üncü maddesi ile 10.12.1987 tarih
ve 19660 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Korunması Gerekli TaĢınmaz Kültür ve Tabiat
Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik‘in 3 üncü maddesinde yapılan
tanımlardan da açık bir Ģekilde anlaĢılmaktadır.
648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunda yer alan ―Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ ile ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Kurulu‖ ibarelerinin sırasıyla ―Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ ve ―Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ Ģeklinde değiĢtirilip; kültür varlıkları ile tarihi, arkeolojik
ve kentsel sit alanlarının, tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarından ayrılarak, 2863 sayılı
Kanunda kültür varlıklarına iliĢkin görevlerin Kültür ve Turizm Bakanlığı ile koruma
kurulları tarafından yürütülmesine devam edilirken; tabiat varlıkları ve doğal sit alanlarına
iliĢkin olarak ise, 2863 sayılı Kanunda yer alan düzenlemeler de dikkate alınmaksızın, Çevre
ve ġehircilik Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü
görevlendirilmektedir.
Bu düzenleme, Anayasanın 63 üncü maddesinde bütüncül bir koruma anlayıĢı
benimsenmesi ve bilimsel olarak da tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının ve sit
alanlarının da kendi içinde iç içe olması ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı
bütünlüğünden dolayı bütüncül bir koruma anlayıĢını zorunlu kılması nedeniyle Anayasanın
63 üncü maddesiyle bağdaĢmamaktadır.
Öte yandan, doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve tescil edilmiĢ alan ve
varlıklar, yürürlükte bulunan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunundaki
esas ve usullere göre, 58 inci maddesindeki üyelerden oluĢan Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulları tarafından 3 üncü maddesindeki tanımlar ile 7 nci ve 57 nci
maddesindeki esaslar çerçevesinde tespit ve tescil edilmiĢlerdir.
Tabiat varlığı ve doğal sit alanı olarak tespit ve tescili yapılan alanların statülerinin
yeniden değerlendirmeye alınabilmesi için fiilen iki koĢuldan en azından birinin değiĢmesi
gerekir. Bunlardan birincisi, tabiat varlığı ve sit alanları tanımlarının değiĢmesi; ikincisi ise,
değerlendirmeyi yapacak kurulun değiĢmesi. Bakanlar Kurulu 648 sayılı KHK ile 2863 sayılı
Kanunun 3 üncü maddesinde düzenlenen ―kültür varlıkları‖, ―tabiat varlıkları‖, ―sit‖ ve ―ören
yeri‖ tanımlarında bir değiĢiklik yapmadan, 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863
sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine (13) numaralı ―Doğal (tabii)
sit‖ tanımını eklemiĢ ve 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddenin (3) numaralı
fıkrası ile de tabiat varlığı ve doğal sit alanlarının statülerini yeniden belirleyecek komisyonun
Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacağı hükmünü getirmiĢtir. Böylece
tanımlarda dolaylı, komisyonda ise esaslı değiĢiklik yapmıĢtır.
Ancak, Bakanlar Kurulu tarafından yapılan ―Doğal (tabii) sit‖ tanımı, hukuksal çeliĢki
ve tutarsızlık yanında bilimsel açıdan da sorunludur.
ġöyle ki:
2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde halen;
Tabiat varlıkları tanımı; ―jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup
ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde,
yer altında veya su altında bulunan değerlerdir.‖
Sit tanımı ise; ―tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeĢitli medeniyetlerin ürünü
olup, yaĢadıkları devirlerin sosyal, ekonomik mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve
kent kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaĢama konu olmuĢ veya
önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmıĢ tabiat özellikleri ile
korunması gerekli alanlardır.‖
ġeklinde iken;
Bakanlar Kurulunun 648 sayılı KHK ile yaptığı,
―Doğal (tabii) sit tanımı, ―jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle
olağan üstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması
gerekli alanlardır.‖
ġeklindedir.
Yukarıdaki tanımlar incelendiğinde kentsel sit, tarihi sit, arkeolojik sit gibi genel ―sit‖
statüsünün alt unsuru veya çeĢidi olan ―Doğal (tabii) sit‖ için Bakanlar Kurulu tarafından
yapılan tanımın, 2863 sayılı Kanundaki ―Sit‖ tanımıyla hiçbir ilgisi olmamanın ötesinde,
kapsamının daraltılarak ―tabiat varlıkları‖ tanımıyla örtüĢtürülmeye çalıĢıldığı görülmektedir.
2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde yapılan sit tanımının, ―doğal sit‖ alanına
karĢılık gelen ifadesi, ―tarih öncesinden günümüze kadar gelen … tabiat özellikleri ile
korunması gerekli alan‖ Ģeklindedir. Oysa, 648 sayılı KHK de yapılan ―doğal (tabii) sit‖
tanımında, ―tarih öncesinden günümüze kadar gelen‖ zaman periyodu, ―jeolojik devirlere ait
olmak‖ ile sınırlandırılmıĢ; ―tabiat özelliği‖ne dayanan niteliği ise, ―ender bulunmaları
nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip‖ mertebesine yükseltilmiĢtir. Bu bağlamda, 2863
sayılı Kanundaki doğal sit tanımıyla, 648 sayılı KHK‘deki doğal sit tanımı arasında hiçbir ilgi
ve bağlantı bulunmamaktadır.
Öte yandan, 648 sayılı KHK‘deki ―doğal (tabii) sit‖ tanımda, ―tabiat varlıkları‖ esas
alınmasına rağmen, 2863 sayılı Kanunda yapılan tabiat varlıkları tanımındaki, ―jeolojik
devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait‖ olmaya iliĢkin zaman periyodu, 648 sayılı
KHK‘deki doğal sit tanımında ―jeolojik devirlere ait‖ olmak ile sınırlandırılır ve dolayısıyla
tarih öncesi ve tarihi devirler kapsam dıĢı bırakılır iken; ―ender bulunmaları veya özellikleri
ve güzellikleri bakımından korunması gerekli‖ niteliği ise, ―ender bulunmaları nedeniyle
olağan üstü özellikler sahip olması‖ Ģeklinde daraltılmıĢtır.
Türkiye‘nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılması uygun bulunan ve
23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanan (R.G. 14.02.1983
tarih ve 17959 sayılı) Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesinin 1 inci
maddesindeki, ―Sitler: Tarihsel, estetik, etnolojik veya antropolojik bakımlardan istisnaî
evrensel değeri olan insan ürünü eserler veya doğa ve insanın ortak eserleri ve arkeolojik
sitleri kapsayan alanlar.‖
ġeklindeki tanım ve 2 nci maddesindeki,
―Bu SözleĢmeye göre aĢağıdaki eserler ‗doğal miras‘ sayılacaktır:
Estetik veya bilimsel açıdan istisnaî evrensel değeri olan, fiziksel ve biyolojik
oluĢumlardan veya bu tür oluĢum topluluklarından müteĢekkil doğal anıtlar.
Bilim veya muhafaza açısından istisnaî evrensel değeri olan jeolojik ve fizyografik
oluĢumlar ve tükenme tehdidi altındaki hayvan ve bitki türlerinin yetiĢtiği kesinlikle
belirlenmiĢ alanlar,
Bilim, muhafaza veya doğal güzellik açısından istisnaî evrensel değeri olan doğal sitler
veya kesinlikle belirlenmiĢ doğal alanlar.‖
ġeklindeki hüküm dikkate alındığında, 648 sayılı KHK‘de yapılan ―doğal (tabii) sit‖
tanımının, 2863 sayılı Kanundaki tanımlarla hukuksal çeliĢki yaratan, ―doğal sit‖ alanını
daraltan ve Türkiye‘nin taraf olduğu uluslararası sözleĢme hükümleriyle bağdaĢmayan yanı
bütün yönleriyle açığa çıkmaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devletinin unsurlarından biri hukuk
güvenliğidir. Hukuk güvenliği, kurallarda ―belirlilik‖ ve ―öngörülebilirlik‖ gerektirir.
Kurallarda belirlilik, yönetimin görev ve yetkilerinin, çeliĢkili, tutarsız, görev ve yetki
çatıĢmasına yol açacak nitelikte olmamasını, sınırının açıkça gösterilmesini ve herkesin
anlayacağı açıklıkta kurallaĢtırılmasını gerektirir. Hukuk devletinde yargı denetiminin
sağlanabilmesi için yönetimin görev ve yetkilerinin sınırının yasalarda açıkça gösterilmesi bir
zorunluluktur.
648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendine (13) numaralı alt bent ile eklenen ve korunması gerekli doğal sit
alanlarını daraltmayı amaçlayan ―Doğal (tabii) sit‖ tanımını, 2863 sayılı Kanunun 3 üncü
maddesindeki ―sit‖ tanımının alt unsuru içinde değerlendirilemeyeceği gibi iki tanım
arasındaki çeliĢik ve tutarsız yapı hukuki belirsizlik yaratmakta ve hukuk güvenliğini ihlal
ettiğinden, Anayasanın 2 nci maddesine aykırılık oluĢturmaktadır.
Anayasanın 90 ıncı maddesinin beĢinci fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuĢ
milletlerarası andlaĢmaların kanun hükmünde olduğu ve bunlar hakkında Anayasaya aykırılık
iddiası ile Anayasa Mahkemesine baĢvurulamayacağı kuralı getirilmiĢtir.
648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendine (13) numaralı alt bent ile eklenen ―Doğal (tabii) sit‖ tanımını,
Türkiye‘nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılması uygun bulunan ve 23.05.1982
tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanan Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın
Korunması SözleĢmesinin 1 inci maddesindeki sit tanımı ve 2 nci maddesinde sıralanan doğal
miras statüsü ile bağdaĢmadığından, iptali istenen düzenleme Anayasanın 90 ıncı maddesine
de aykırıdır.
Yürürlükteki yasalara ve uluslararası sözleĢmelere göre tespit ve tescili yapılmıĢ tabiat
varlıkları ile doğal sit alanlarının, çeliĢkili ve tutarsız bir ―doğal (tabii) sit‖ tanımı üzerinden,
yeniden belirlenecek olması, hukuk güvenliğini ihlal ettiğinden, 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1)
numaralı fıkrası, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmamaktadır.
Öte yandan, 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesinde, Koruma Kurullarının oluĢumu
düzenlenmiĢ ve birinci fıkrasının (a) bendinde, ―Arkeoloji, sanat tarihi, hukuk, mimari ve
Ģehir plancılığı konularında uzmanlaĢmıĢ kiĢiler arasından Bakanlıkça seçilecek beĢ temsilci‖;
(b) bendinde, ―Yükseköğretim Kurulunca, kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık,
Ģehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak üzere iki öğretim üyesi‖ denilmiĢ; (c), (d),
(e), (f), (g) bentlerinde, görüĢülecek konuya göre ilgili kamu kurum ve kuruluĢlarından Kurula
katılacak üyelere yer verilmiĢ; ikinci ve üçüncü fıkralarında ise oy kullanmamak üzere
Kurul‘da yer alacak temsilciler düzenlenerek, Kurul üyelerinin kompozisyonu, ―kültür ve
tabiat varlıkları ile sit alanları‖nın tespitinin gerektirdiği bilgi ve uzmanlık alanlarına dayalı
olarak Yasada açık bir Ģekilde belirlenmiĢtir.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye
eklenen geçici 6 ncı maddesinin (3) numaralı fıkrasında ise, doğal sit alanı ve tabiat varlığı
olarak tespit ve tescil edilmiĢ olan alan ve varlıkları yeniden tespit edecek komisyonun,
Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacağı hüküm altına alınmaktadır.
Konunun uzmanları kimlerdir? 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesi örtülü Ģekilde
değiĢtirildiğine göre, 58 inci maddede sayılanların olmayacağı kesindir. Bu bağlamda, tabiat
varlıkları ve doğal (tabii) sitlerin statüsünü tespit edecek komisyon içinde konunun uzmanı
oldukları bilim dünyasında genel kabul gören arkeolog ve sanat tarihçileri olmayacaktır.
Çünkü, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna
eklenen ek 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasıyla oluĢturulan Tabiat Varlıklarını Koruma
Merkez Komisyonu ile Bölge Komisyonlarının, biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman
ve su ürünleri mühendisleri ile hukukçulardan oluĢacağı belirtilmiĢ ve komisyon içinde
arkeolog ve sanat tarihçilerine yer verilmemiĢtir. Geriye, inĢaat sektöründe yapıların statik
hesabını yapan inĢaat mühendisleri, estetize eden mimarlar, yerleĢim alanını düzenleyen Ģehir
plancıları, çevre düzenlemesini yapan peyzaj mimarları, Türkiye ĠnĢaat Sanayi ĠĢverenler
Sendikası ve emlakçilerin temsilcileri ile modern tarımsal üretim uzmanı ziraat mühendisleri
ile su ürünleri üretimi uzmanı su ürünleri mühendisleri kalmaktadır.
Bu durumda da jeolojik devirlerle tarihsel çağlardan miras tabiat varlıkları ile doğal sit
alanlarını, en baĢarılıları en günceli takip eden ve baĢarı ölçütleri de günümüzün en son
teknolojilerini hayata taĢımak olan meslek gruplarından oluĢturulacak komisyon tespit ve
tescil edecektir.
Özel Yasanında ―jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender
bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer
altında veya su altında bulunan değerlerdir.‖ Ģeklinde tanımlanan tabiat varlıkları ile ―tarih
öncesinden günümüze kadar gelen çeĢitli medeniyetlerin ürünü olup, yaĢadıkları devirlerin
sosyal, ekonomik mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent kalıntıları, kültür
varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaĢama konu olmuĢ veya önemli tarihi
hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmıĢ tabiat özellikleri ile korunması gerekli
alanlardır.‖ biçiminde tanımlanan sitlerin, sözü edilen meslek grupları tarafından tespit ve
tescil edilecek olması, Türk dilini, Türk tarihini ve Türklerin tarih boyunca iliĢkide
bulundukları ulusların tarihlerini, dil ve edebiyatlarını derinlemesine araĢtırmak; ülkemizin
yer altı ve yer üstü değerlerini ortaya çıkarmak amacıyla 14.06.1935 tarihli ve 2795 sayılı
Yasayla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini kuran Türkiye için her açıdan tam anlamıyla bir
garabettir.
Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir
duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. Çevre ve
ġehircilik Bakanlığını yasa ile yetkilendirme, Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile
düzenleme anlamına gelmez. Çevre ve ġehircilik Bakanlığının oluĢturacağı komisyonun kaç
üyeden ve hangi meslek gruplarından oluĢacağı, seçimlerinin kimler arasından nasıl
yapılacağının yasada açıkça belirlenmesi gerekir. 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin
17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesin (3) numaralı fıkrasındaki
aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz.
Öte yandan, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına, hiçbir ölçü getirilmeden, amacı ve temel
ilkeleri ortaya konulmadan, kapsamı ve çerçevesi çizilmeden, yürütmenin düzenleme
yetkisinin sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetki olduğu gözetilmeden, Anayasal koruma
altındaki tabiat varlıkları ve doğal sit alanlarını belirleyecek komisyonu oluĢturma yetkisi
verilmesi, yasama yetkisinin devri sonucunu doğurmakta ve bu yanıyla Anayasanın 2 nci
maddesine ek olarak 6 ncı, 7 nci ve 87 nci maddelerine de aykırılık oluĢturmaktadır.
Türkiye‘de koruma altında olan alanların büyük bir kısmı, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu çerçevesinde ilan edilen doğal sit alanı statüsüne sahip
alanlardan oluĢmaktadır. Doğal sit alanları, Türkiye‘de biyolojik çeĢitlilik alanlarını ve doğal
yaĢamı korumanın en etkili aracıdır. Örneğin, önemli kuĢ alanlarının yüzde 46‘lık dilimi
doğal sit statüsüyle korunmakta ve bunların yüzde 25‘lik kısmının doğal sitten baĢka hiçbir
koruma statüsü bulunmamaktadır. Dolayısıyla, doğal sit alanlarının statüsünün yeniden
belirlenmesine yönelik her giriĢim önemli kuĢ alanlarının en az yüzde 25‘ini tehlike altına
sokacaktır.
BirleĢmiĢ Milletler Eğitim ve Kültür Organizasyonu‘na (UNESCO) üye ülkelerle
birlikte ülkemizin de 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla kabul ettiği ―Dünya Kültürel ve
Doğal Mirasının Korunması SözleĢmesi‖ hükümlerine göre taraf devletler toprakları
dahilindeki kültürel ve doğal varlıkların korunmasını taahhüt etmiĢtir.
Bu bağlamda, Göreme Ulusal Parkı ve Kapadokya Kaya ġehirleri (1985), Divriği Ulu
Camii ve DarüĢĢifası (1985), Ġstanbul‘un Tarihi Merkezi (1985), Boğazköy-HattuĢaĢ (1986),
Nemrut Dağı (1987), Pamukkale-Hierapolis (1988), Xanthos-Letoon (1988), Safranbolu
(1994) ve Troya Arkeolojik Alanı (1998) UNESCO Dünya Mirası Listesi‘ne alınmıĢtır.
2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 7 nci maddesine göre
ülkemizde bu güne kadar 8182 adet sit alanı ve 74.523 adet taĢınmaz kültür varlığı (anıt)
tespit ve tescil edilmiĢtir. 8182 sit alanının 1234‘ü doğal sittir ve bunların büyük bir
bölümünün Ġskenderun Körfezinden Saroz Körfezine kadar olan Akdeniz ve Ege kıyı
Ģeridinde yoğunlaĢtığı gözlenmektedir.
Söz konusu 1234 doğal sit alanının statüsünün, hukuken çeliĢkili, tutarsız ve belirsiz,
bilimselliği ise tartıĢmalı bir ―doğal (tabii) sit‖ tanımına dayalı olarak, içlerinde konunun
uzmanları arkeologlar ile sanat tarihçilerinin olmayacağı kesin olan ve Bakanlıkça kimler
arasından ve nasıl belirleneceği de belli olmayan komisyonlar tarafından yeniden belirlenecek
olmasının tek amacı, bir kısmının doğal sit statüsüne son vermek, bir kısmının ise derecelerini
değiĢtirmek suretiyle daraltmak ve bu alanları yerleĢmeye ve yapılaĢmaya açmaktır. Bunun
devamında karĢılıklılık Ģartı aranmadan yabancılara mülk satıĢı yasalaĢtırılacak ve buradan
gelecek döviz kazancı ile de cari açık kapatılacaktır. Hesap budur.
Yaptığı hesapsız özelleĢtirmelerle Türkiye‘nin koruma altındaki sahil Ģeridi
arazilerinden baĢka satacak değerini bırakmayan Siyasal Ġktidar/Bakanlar Kurulu, izlediği
yanlıĢ iktisat politikalarının sonucu olan cari açığın çözümünü, Anayasanın 166 ncı ve 167 nci
maddelerindeki kuralları iĢletmekte aramak yerine, 63 üncü maddesini ihlal etmekte
bulmaktadır.
Bakanlar Kurulunun, 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3
üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı ek bentteki, bilimsel
olarak tartıĢmalı, hukuken ise çeliĢkili, tutarsız ve belirsiz ―doğal (tabii) sit‖ tanımına dayalı
olarak, 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (3) numaralı fıkrasındaki
kimlerden oluĢacağı belirsiz bir komisyon marifetiyle (1) numaralı fıkrasına göre, 2863 sayılı
Kanundaki esas ve usullere göre tespit ve tescili yapılmıĢ tabiat varlıkları ile doğal sit
alanlarının statülerini yeniden belirlemesi, Anayasanın 63 üncü maddesinde Devlete yüklenen
tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla
destekleyici ve teĢvik edici önlemleri alma yükümlülüğü ile bağdaĢmamaktadır. Söz konusu
düzenlemeler Türkiye‘nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla kabul ettiği ―Dünya
Kültürel ve Doğal Mirasının Korunması SözleĢmesi‖ hükümleriyle taahhüt altına girdiği
yükümlülüklerle de uyuĢmadığından Anayasanın 90 ıncı maddesine de aykırılık
oluĢturmaktadır.
Anayasaya aykırılığı açık olan düzenlemelerin yürürlüğe girmesi, ise hukuk devleti
ilkesiyle bağdaĢmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesiyle 2863 sayılı
Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı ek bendi ve
41 inci maddesindeki ―21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununda yer alan ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ģeklinde ve ‗kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge
kurulu‘ ile ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını
Koruma Bölge Kurulu‘ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ …‖ ifadesi ile 17 nci maddesiyle 644 sayılı
KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı fıkrası ile (3) numaralı fıkrası ve 63
üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 63 üncü, 87 nci, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine
aykırı olduğundan iptali gerekir.
8) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü Maddesiyle 03.05.1985 Tarihli
ve 3194 Sayılı Ġmar Kanununa Eklenen Ek 4 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının Anayasaya
Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve
3194 sayılı Ġmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında, mera, yaylak ve
kıĢlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleĢme yeri olarak uygun görülen
kısımlarının valilikçe bu amaçla kurulacak bir komisyon tarafından tespit edileceği; bu
yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiĢtirilerek tapuda Hazine adına tescillerinin
yapılacağı; bu taĢınmazların, bu madde kapsamında kullanılmak ve değerlendirilmek üzere,
belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalanların ilgili belediyelerine, diğer alanlarda
kalanların ise il özel idarelerine veya özel kanunlarla belirlenen ilgili idarelere tahsis
edileceği; özel kanunlar kapsamı dıĢında kalan alanlarda belediyesince veya il özel idaresince
geçici yerleĢme alanının vaziyet planının ve yapılaĢma Ģartlarının hazırlanıp, onaylanacağı; bu
taĢınmazlardan kamu hizmetleri için gerekli olanların dıĢındakilerin, il özel idaresince veya
belediyesince ve özel kanunlarla belirlenmiĢ alanlarda ilgili idarece kadastro verileri iĢlenmiĢ
hâlihazır haritalar üzerine yapılmıĢ vaziyet planına veya onaylı imar planına uygun olarak
talep sahiplerine bedeli karĢılığında yirmidokuz yıla kadar tahsis edilebileceği; bu yerlerde
umumi ve kamusal yapılar hariç, inĢa edilecek yapıların kat adedinin bodrum hariç olmak
üzere ikiyi, yapı inĢaat alanının ise 200 metrekareyi geçemeyeceği; bu yapıların yöresel
mimariye uygun ve yöresel malzeme kullanılmak suretiyle yapılmasının zorunlu olduğu; bu
fıkranın uygulanmasına ve bu fıkra kapsamında tahsis edilecek mera, yaylak ve kıĢlakların il
genelindeki toplam mera, yaylak ve kıĢlakların binde beĢini geçmemek üzere oranının
belirlenmesine, bu yerlerin kiralanmak ve irtifak hakkı tesis edilmek suretiyle tahsisine, tahsis
sürelerine, tahsis bedellerine, tahsil edilen bedellerin kullanım Ģekline, tahsis süresinin sona
ermesine, komisyonun teĢkiline ve diğer konulara iliĢkin esas ve usullerin, ĠçiĢleri Bakanlığı,
Maliye Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı ile
Kültür ve Turizm Bakanlığının uygun görüĢleri alınarak Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle
belirleneceği hüküm altına alınmaktadır.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve
3194 sayılı Ġmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddenin birinci fıkrası ile 3194 sayılı Ġmar
Kanununda doğrudan, 25.02.1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera Kanununda ise dolaylı Ģekilde
değiĢiklik yapılmaktadır.
Ancak, kaynağını Anayasadan alan ve düzenledikleri alana iliĢkin temel kanun
niteliğinde olan 3194 sayılı Ġmar Kanunu ile 4342 sayılı Mera Kanunu, 6223 sayılı Yetki
Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde
bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Anayasanın 45 inci maddesinde, Devlete, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dıĢı
kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak
bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraĢanların iĢletme
araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaĢtırma görevi verilmiĢtir.
Devlete yüklenen Anayasal görevin gereği olarak da 25.02.1998 tarihli ve 4342 sayılı Mera
Kanunu yasalaĢtırılmıĢtır.
4342 sayılı Mera Kanununun ―Tanımlar‖ baĢlıklı 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının
(d) bendinde mera, ―hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya
kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri‖; (e) bendinde yaylak, ―çiftçilerin hayvanları ile
birlikte yaz mevsimini geçirmeleri, hayvanlarını otlatmaları ve otundan yararlanmaları için
tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri‖; (f) bendinde kıĢlak, ―hayvanların
kıĢ mevsiminde barındırılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden
beri bu amaçla kullanılan yeri‖ ve (ı) bendinde tahsis, ―çayır, mera, yaylak ve kıĢlakların
kullanımlarının verimlilik ve sosyal adalet ilkelerine uygun Ģekilde düzenlenerek, münferiden
ya da müĢtereken yararlanılmak üzere bir veya birkaç köy ya da belediyeye bırakılmasını‖;
Ġfade eder Ģeklinde tanımlanmıĢ;
4 üncü maddesinde ise, mera, yaylak ve kıĢlakların kullanma hakkının bir veya birden
çok köy veya belediyeye ait olduğu; bu yerlerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunduğu; mera, yaylak ve kıĢlakların, özel mülkiyete geçirilemeyeceği, amacı dıĢında
kullanılamayacağı, zaman aĢımı uygulanamayacağı ve sınırlarının daraltılamayacağı; ancak,
kullanım hakkının kiralanabileceği; amaç dıĢı kullanılmak suretiyle vasıfları bozulan mera,
yaylak ve kıĢlakları tekrar eski konumuna getirmek amacı ile yapılan masrafların sebebiyet
verenlerden tahsil edileceği hüküm altına alınmıĢtır.
Bu hükümlere göre, mera, yaylak ve kıĢlakların kullanımı, verimlilik ve sosyal adalet
ilkelerine uygun Ģekilde düzenlenerek, çiftçilerin hayvanlarını otlatmak ve otundan
yararlanmak üzere bir veya birkaç köy ya da belediyeye bırakılması ile sınırlıdır. Anayasanın
45 inci maddesi ile 4342 sayılı Mera Kanununun amacı, kamu yararını gerçekleĢtirmektir.
Kamu yayarını gerçekleĢtirmek için, bir yandan mera, yaylak ve kıĢlaklar korunurken, diğer
yandan hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için çiftçilere tahsis yoluyla
hayvansal üretimin artırılması sağlanmaktadır. Koruma tahsisten geçmekte; tahsis hayvansal
üretimi artırmaktadır. Nitekim 4342 sayılı Kanunun 19 uncu maddesinde, muhtarlar ve
belediye baĢkanları; mera, yaylak ve kıĢlakların ve sınır iĢaretlerinin korunmasından ve ayrıca
tahsis amacına göre en iyi Ģekilde kullanılmasının sağlanmasından sorumlu tutulmuĢlardır.
Mera, yaylak ve kıĢların tahsis amacının değiĢtirilmesi, ancak daha üstün bir kamu
yararını gerçekleĢtirmek amacıyla olabilmektedir.
Daha üstün kamu yararını gerçekleĢtirecek faaliyet, proje ve zorunluluklar, 4342 sayılı
Kanunun 14 üncü maddesinin birinci fıkrasında (a)‘dan (h)‘ye dokuz bent halinde tek tek
sayılmıĢtır. Bunlar;
- Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanlığının talebiyle yapılan arama faaliyetleri sonunda
rezervi belirlenen maden ve petrol faaliyetleri için zorunlu olan,
- Kültür ve Turizm Bakanlığının talebi üzerine, turizm yatırımları için zorunlu olan,
- Kamu yatırımları yapılması için gerekli bulunan,
- Köy yerleĢim yeri ile uygulama imar plânı veya uygulama plânlarına ilave imar
plânlarının hazırlanması, toprak muhafazası, gen kaynaklarının korunması, millî park ve
muhafaza ormanı kurulması, doğal, tarihî ve kültürel varlıkların korunması, sel kontrolü,
akarsular ve kaynakların düzenlenmesi, bu kaynaklarda yapılması gereken su ürünleri üretimi
ve termale dayalı tarımsal üretim faaliyetleri için ihtiyaç duyulan,
- 442 sayılı Köy Kanununun 13 üncü maddesindeki köylünün mecburi iĢleri ve 14 üncü
maddesindeki isteğe bağlı iĢleri kapsamındaki kamu hizmetleri için ihtiyaç duyulan,
- Ülke güvenliği ve olağanüstü hal durumlarında ihtiyaç duyulan,
- Doğal afet bölgelerinde yerleĢim yeri için ihtiyaç duyulan,
- Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun talebi üzerine, petrol iletim faaliyetleri ile
elektrik ve doğal gaz piyasası faaliyetleri için gerekli bulunan,
- Jeotermal kaynaklı teknolojik seralar için ihtiyaç duyulan,
Yerler ile sınırlıdır.
Daha üstün kamu yararını gerçekleĢtirecek yukarıda sayılan zorunluluklar dıĢında mera,
yaylak ve kıĢlakların tahsis amacı değiĢtirilememekte ve anılan Kanunun ―ĠnĢaat Yasağı‖
baĢlıklı 20 nci maddesinde belirtildiği üzere, yaylak ve kıĢlaklarda, 442 sayılı Köy
Kanununda öngörülen inĢaatlar ile valiliklerden izin alınmak suretiyle imar mevzuatına göre
yapılacak kullanma amacına uygun mandıra, suluk, sundurma ve süreklilik göstermeyen
barınak ve ağıllar ile Turizm Bakanlığının talebi üzerine turizme açılması uygun görülen
bölgelerde ahĢap yapılar dıĢında, ev, ahır ve benzeri inĢaatlar yapılamamaktadır.
4342 sayılı Kanunun 22 nci maddesindeki;
―Çiftçi ailelerinin bir mera, yaylak ve kıĢlaktan yararlanabilmeleri için, bu yerin
bulunduğu köy veya belediye sınırları içinde, tahsisin yapıldığı tarihte en az altı aydan beri
ikamet ediyor olmaları gerekir. Ancak, Devletçe naklen yerleĢtirilenler için bu Ģart aranmaz.
Köy ve belediye sınırları içinde arazisi olmakla birlikte tahsis kararı kapsamına
girmeyen çiftçi aileleri, o köy veya belediyeye tahsis edilen mera, yaylak ve kıĢlaktan
yararlanamazlar.
BaĢka yere yerleĢme amacı ile bulundukları yeri terkeden çiftçi aileleri, yararlanma
hakkını kaybeder. Ancak, bunların sürekli ikamet amacıyla geri dönmeleri halinde, bu hak
komisyon kararı ile tanınabilir.‖
Hükmü dikkate alındığında, mera, yaylak ve kıĢlaklarda, 442 sayılı Köy Kanununda
öngörülen inĢaatlar ile valiliklerden izin alınmak suretiyle imar mevzuatına göre yapılacak
kullanma amacına uygun mandıra, suluk, sundurma ve süreklilik göstermeyen barınak ve
ağılları yapabilecek olanlar, mera, yaylak ve kıĢlakların tahsis edildiği köy ve belediye
sınırları içinde yaĢayan ve mera, yaylak ve kıĢlaktan yararlanma hakkı olan çiftçi aileleridir.
Bu bağlamda, mera, yaylak ve kıĢlakların tahsis edildiği köy ve belediye sınırları içinde
yaĢayan ve mera, yaylak ve kıĢlaktan yararlanma hakkı olan çiftçi aileleri, hayvanlarını
otlattıkları ve otundan yararlandıkları mera, yaylak ve kıĢlaklara yaĢayacakları konut ve
ahırlar ile kullanma amacına uygun mandıra, suluk, sundurma ve süreklilik göstermeyen
barınak ve ağıllar yapabileceklerdir. Mera, yaylak ve kıĢlaklarda hayvanlarını otlatan ve
buraların otundan yaralanan çiftçi ailelerinin yaĢamaları ve hayvanlarının barınması için
zorunlu olan yapıları yapmalarında, herhangi bir hukuki sorun olmadığı gibi, Anayasal bir hak
olan ―sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaĢama hakkı‖ bağlamında üstün kamu yararı da
bulunmaktadır.
Ancak, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü maddesiyle 03.05.1985
tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrası, tahsisli
mera, yaylak ve kıĢlakların, korunurken hayvansal üretimin artırılmasını değil; tam tersine,
imara açılarak toplumun varsıl kesimlerinin yaĢam kalitelerinin yükseltilmesi,
renklendirilmesi ve çeĢitlendirilmesi için, ―geçici yerleĢme yeri olarak‖ amaç dıĢı kullanılması
yoluyla tahrip edilmesini amaçlamaktadır.
Amaç dıĢı kullanılacak alan, ―ne olacak ki canım, o il genelindeki toplam mera, yaylak
ve kıĢlakların binde beĢini aĢmayacak ve inĢa edilecek yapıların kat adedi bodrum hariç iki
katı ve 200 metrekareyi geçmeyecek‖ Ģeklinde tahribatı önemsizleĢtiren bir gerekçeyle
geçiĢtirilemez. Çünkü, Anayasal denetim niceliğe değil, niteliğe odaklanır ve nicelik de
olduğu gibi yerinde kalmayacak, bir kez baĢladı mı her iktidar döneminde artıĢ gösterecektir.
Ġmara ve yapılaĢmaya açılan mera, yaylak ve kıĢlakların her metrekaresi, bir veya daha fazla
köy ya da belediyeye tahsis edilmiĢ hayvan otlatılacak alanı tahrip ederek daraltacak, bu da
çiftçilerin gelirlerinde ve hayvansal üretimde azalmayla sonuçlanacaktır.
Öte yandan, iptali istenen düzenleme, ―tahsis yirmidokuz yıl ile sınırlı, nasıl olsa
yirmidokuz yıl sonra tahsis kaldırılacak ve tahsisli yerler eski statüsüne kavuĢacak‖ denilecek
türden de değildir. Çünkü, imara ve dolayısıyla yapılaĢmaya açılan yerlere, sağlıklı ve dengeli
bir çevre de yaĢama hakkının gereği olarak yol, su, kanalizasyon, elektrik, telefon gibi kamu
alt yapı hizmetleri de götürülmek durumunda kalınacak; bunlara tahsis edilecek kamu
kaynakları bir yana, mera, yaylak ve kıĢlaklarda bunların yol açacağı tahribat kalıcı olmanın
yanında, yirmidokuzyıl sonra bunlarla beraber yapılmıĢ yapılar da yerlerinde sabit
kalacağından, tahsis süresi istenmese de uzatılmak durumunda kalınacaktır.
Anayasanın 2 nci maddesinde, sosyal hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin nitelikleri
arasında sayılmıĢ; 45 inci maddesinde ise, Devlete, tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç
dıĢı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak
bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak görevleri verilmiĢtir.
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli
bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan
kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında, ―Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir Ģekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya
engelleyecek... biçimde kullanılamaz‖ denilmiĢtir.
Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez
öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal
giriĢimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düĢüncesinin yasalara egemen
olması ve özellikle bir ülkenin en önemli doğal kaynaklarından olan ve Anayasal güvence
altında bulunan mera, yaylak ve kıĢlakların, bir yandan Anayasanın öngördüğü Ģekilde
korunup, değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılırken,diğer yandan hayvansal üretimin
artırılması amacını, yasa koyucunun gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi Ģekilde
yansıtması zorunludur.
Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleĢtirmek için yasayla yapılacak
olan düzenleme, yasakoyucunun tercihlerine göre Ģekillenecektir; yani yasakoyucu,
Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleĢtirmek için getireceği çözümü
serbestçe seçecektir. Burada takdir yetkisi yasakoyucuya aittir.
Ancak Anayasa Mahkemesi, denetlediği kanunun kamuya yararlı olup olmadığını değil;
fakat, gerçekten kamu yararını gerçekleĢtirmek için yapılıp yapılmadığını denetleyebilir.
Yasakoyucu, takdirine bırakılmıĢ konularda, düzenleme yetkisini kullanırken, kuĢkusuz,
Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve hukukun genel
ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır. (E.1980/1, K.1980/25, K.t.29.04.1980; E.1963/124,
K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi Kararları) Bu durum, Anayasanın
üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak, Anayasanın takdirine bırakmadığı
emredici kuralları için yapacağı düzenlemeleri ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile birlikte 45
inci maddesindeki kurallara uygun yapması Anayasal bir zorunluluktur.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 23 üncü
maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununa eklenen ek 4 üncü maddesinin
birinci fıkrası, kamu yararı ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı ve Devlete yüklenen
Anayasal görevleri ortadan kaldırmayı amaçladığı için Anayasanın 2 nci ve 45 inci
maddelerine ve ayrıca 91 inci maddesine aykırı olduğundan iptali gerekir.
9) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı Maddesiyle DeğiĢtirilen 2873
Sayılı Kanunun 5 inci Maddesinin Birinci Fıkrasındaki, ―onaylı uygulama imar planına göre
hazırlanacak projelerin‖ Ġbaresinin Anayasaya Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı maddesi ile 2873 sayılı Kanunun
―KamulaĢtırma‖ baĢlıklı 5 inci maddesindeki ―hazırlanacak planın‖ ibaresi, ―onaylı uygulama
imar planına göre hazırlanacak projelerin‖ Ģeklinde değiĢtirilerek; maddenin ―Milli park,
tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel
kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesisler, hazırlanacak planın gerçekleĢmesi için,
gerekli görüldüğünde, 6830 sayılı Ġstimlak Kanunu hükümlerine göre, Tarım ve Orman
Bakanlığınca kamulaĢtırılır.‖ Ģeklindeki mevcut hükmü, ―Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı
ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz
mallar ile her türlü tesisler, onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin
gerçekleĢmesi için, gerekli görüldüğünde, 6830 sayılı Ġstimlak Kanunu hükümlerine göre,
Tarım ve Orman Bakanlığınca kamulaĢtırılır.‖ biçimine dönüĢtürülmektedir.
Kaynağını Anayasanın 169 uncu maddesinden alan ve düzenlediği alana iliĢkin temel
kanun niteliğinde olan 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu 6223 sayılı Yetki Yasasının
kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde bulunmayan
alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 35 inci maddesinde, herkesin mülkiyet haklarına sahip olduğu
ve bu hakların ancak, kamu yararı amacıyla kanunla sınırlanabileceği kuralına yer verilmiĢtir.
Anayasanın 91 inci maddesinde ise, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci
bölümlerinde yer alan temel haklar ile kiĢi hakları ve ödevlerinin, kanun hükmünde
kararnamelerle düzenlenemeyeceği kuralı getirildiğine ve 648 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 36 ncı maddesi ile 2873 sayılı Kanunun ―KamulaĢtırma‖ baĢlıklı 5 inci
maddesinde yapılan değiĢiklikle, milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı
sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü
tesislerin, onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin gerçekleĢmesi için,
kamulaĢtırılacağı öngörüldüğüne göre, Anayasal güvence altındaki mülkiyet hakkının
kamulaĢtırılmasına iliĢkin düzenlemelerin KHK ile yapılması, Anayasanın 91 inci
maddesindeki yasak alan kapsamına girdiğinden, iptali istenen söz konusu düzenleme,
Anayasanın 91 inci maddesine bu açıdan da aykırılık oluĢturmaktadır.
Anayasanın 35 inci maddesinin ikinci fıkrasında, mülkiyet haklarının ancak kamu yararı
amacıyla kanunla sınırlanabileceği; 46 ncı maddesinin birinci fıkrasında, kamulaĢtırmanın
ancak kamu yararının gerektirdiği hallerde yapılabileceği kurallarına yer verilmiĢ; 169 uncu
maddesinde ise, Devletin, ormanların korunması ve sahalarının geniĢletilmesi için gerekli
yasaları koyacağı ve önlemleri alacağı; bütün ormanların gözetimi görevinin Devlete ait
olduğu; Devlet ormanlarının mülkiyetinin devrolunamayacağı, kanuna göre devletçe yönetilip
iĢletileceği, bunların zamanaĢımı yoluyla mülk edinilemeyeceği, kamu yararı dıĢında irtifak
hakkına konu olamayacağı ve ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade
edilemeyeceği hüküm altına alınmıĢtır.
Öte yandan, 2873 sayılı Milli Parklar Kanununun ―Planlama‖ baĢlıklı 4 üncü
maddesinde;
―Bu Kanun hükümlerine göre milli park olarak belirlenen yerlerin özellik ve nitelikleri
gözönünde tutularak, koruma ve kullanma amaçlarını gerçekleĢtirmek üzere, kuruluĢ,
geliĢtirme ve iĢletilmelerini kapsayan geliĢme planı, ilgili bakanlıkların olumlu görüĢleri ve
gerektiğinde fiili katkılarıyla, Tarım ve Orman Bakanlığınca hazırlanır ve yürürlüğe konur.
GeliĢme planı uyarınca iskan ve yapılaĢmaya konu olacak yerler için, imar mevzuatına
göre imar uygulama planları, milli park geliĢme planı hüküm ve kararlarına uygun olarak
hazırlanır veya hazırlattırılarak Ġmar ve Ġskan Bakanlığının onayı ile yürürlüğe konulur.
3 üncü madde hükümleri uyarınca tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı olarak
belirlenen yerler için gerekli ―planlar‖, Kültür ve Turizm Bakanlığının görüĢü alınarak Tarım
ve Orman Bakanlığınca hazırlanır ve yürürlüğe konur.
Bu Kanun kapsamına giren yerlerdeki turizm bölge, alan ve merkezlerinde, turizm
yatırımlarına iliĢkin plan kararları Tarım ve Orman Bakanlığının görüĢü alınarak
sonuçlandırılır.‖
denilmiĢtir.
Bu bağlamda 4 üncü maddede sözü edilen geliĢme planı, milli park olarak belirlenen
yerlerin özellik ve nitelikleri gözönünde tutularak, koruma ve kullanma amaçlarını
gerçekleĢtirmek üzere hazırlanacak ve kuruluĢ, geliĢtirme ve iĢletilmelerini kapsayacaktır.
GeliĢme planı uyarınca iskan ve yapılaĢmaya konu olacak yerler için, hazırlanacak imar
uygulama planları ise, milli park geliĢme planı hüküm ve kararlarına uygun olarak
hazırlanacaktır.
Kanunun 5 inci maddesinde belirtilen, ―Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı
koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile
her türlü tesisler, hazırlanacak planın gerçekleĢmesi için‖ ifadesindeki ―planın‖ ibaresi,
―geliĢme planı‖dır.
Çünkü, Anayasanın 35 inci maddesine göre, mülkiyet hakları ancak kamu yararı ile
sınırlandırılabileceğine ve 46 ncı maddesine göre de sadece kamu yararının gerektirdiği
hallerde kamulaĢtırma yapılabileceğine göre; milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı
koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile
her türlü tesisler, ancak söz konusu yerlerin koruma ve kullanma amaçlarını gerçekleĢtirmek
üzere kuruluĢ, geliĢtirme ve iĢletilmesi gibi kamu yararı bulunan hedefleri içeren geliĢme
planı kapsamında kamulaĢtırılabilirler. Çünkü, geliĢme planı, söz konusu yerlerin koruma ve
kullanma amaçları yanında kuruluĢ, geliĢtirme ve iĢletmelerini de kapsamakta, geliĢme planı
içinde kalan gerçek ve tüzel kiĢilere ait yerlerin koruma ya da kullanma veya geliĢtirme ve
iĢletme alanlarından hangisi içinde yer alacağı ve nasıl değerlendirileceği geliĢme planı
aĢamasında belirsizliğini korumaktadır.
Ancak, geliĢme planı uyarınca geliĢme planı hüküm ve kararlarına göre hazırlanacak
imar uygulama planı aĢamasında ise, gerçek ve tüzel kiĢilere ait arazilerin, koruma alanı kullanma alanı ve geliĢtirme alanı – iĢletme alanından hangileri içinde yer aldığı belirgin hale
gelmekte; ―Onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak proje‖ aĢamasında ise, yapılacak
yapı veya tesislerin kendisinin ve oturacağı arazinin bütün ayrıntıları bilinmektedir.
Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan
yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz malların, koruma ve geliĢtirme amacıyla değil
de kullanma ve iĢletme amacıyla kullanılacağı ile üzerine yapılacak yapı ve tesislerin bütün
ayrıntıları biliniyor ise, buraların kamulaĢtırılmasıyla Devlet kamu yararını gerçekleĢtirmeyi
değil, kamu gücünü kullanarak arazi ticareti yapmayı ve arazi sahiplerinden yatırımcılara imar
rantı transfer etmeyi amaçlıyor demektir. Bu durumun, Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk
devleti ilkesi ile 35 inci ve 46 ncı maddelerindeki kurallarla bağdaĢmazlığı apaçıktır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 36 ncı maddesi
ile 2873 sayılı Kanunun ―KamulaĢtırma‖ baĢlıklı 5 inci maddesindeki ―hazırlanacak planın‖
ibaresini değiĢtiren, ―onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin‖ ifadesi,
Anayasanın 2 nci, 35 inci, 46 ncı ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
10) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 40 ıncı Maddesi ile DeğiĢtirilen
13.12.1978 Tarihli ve 178 Sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin 13 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (r) Bendindeki, ―Bakanlar
Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında …‖ ve ― … ve Devletin
hüküm ve tasarrufu altında bulunan …‖ Ġfadeleri ile ―… kamulaĢtırma …‖ Ġbaresinin ve
Ġkinci Fıkrasının Anayasaya Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 40 ıncı maddesi ile değiĢtirilen 178 sayılı
Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13
üncü maddesinin birinci fıkrasının (r) bendinde, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve
esasları belirlenen projeler kapsamında; Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan taĢınmazları geliĢtirmek, değerlendirmek, kiĢilerin mülkiyetinde
bulunan taĢınmazları satın almak, trampa etmek, kamulaĢtırma ve toplulaĢtırma yapmak
görevleri Milli Emlak Genel Müdürlüğüne verilmekte; ikinci fıkrasında ise, (r) bendi
kapsamındaki tüm taĢınmazlara iliĢkin her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları,
imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının Maliye Bakanlığının talebi üzerine Çevre ve
ġehircilik Bakanlığınca yapılacağı ve onaylanarak yürürlüğe konulacağı hüküm altına
alınmaktadır.
Maddenin (r) bendinde, ―Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen
projeler kapsamında‖ denilmekle yetinilmiĢ; ancak, söz konusu projelerin hangi tür projeler
olacakları, neleri gerçekleĢtirmeyi amaçlayacakları vb. hususlar açıklanmamıĢtır.
Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir
duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. Bakanlar
Kuruluna yasa ile içeriği belirsiz projelerin uygulama usul ve esaslarını belirleme yetkisi
verilmesi, Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme anlamına gelmez. Bakanlar
Kurulunun usul ve esaslarını belirleyeceği projelerin, neler ve hangi tür projeler olduklarının
ve bu projelerle nelerin amaçlandığının yasada açıkça belirtilmesi gerekir. Aksine düzenleme,
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz.
Öte yandan, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler
kapsamında; değerlendirilecek ve geliĢtirilecek alanlar içine Hazinenin özel mülkiyetindeki
yerlere ek olarak Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler de dahil edilmiĢtir.
Bendin düzenleniĢi ile ikinci fıkrasındaki hükümlerden, değerlendirme ve geliĢtirmenin,
söz konusu taĢınmazları satıĢa hazır hale getirmek için değerini/bedelini yükseltmeye yönelik
arsa ve arazi spekülasyonu çalıĢmaları olduğu anlaĢılmaktadır.
22.11.2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 715 inci maddesinin birinci
fıkrasında, sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların Devletin hüküm ve tasarrufu altında
olduğu; ikinci fıkrasında ise aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler,
dağlar, buzullar gibi tarıma elveriĢli olmayan yerlerin ve bunlardan çıkan kaynakların
kimsenin mülkiyetinde olmadığı ve hiçbir Ģekilde mülkiyete konu olamayacağı hüküm altına
alınmıĢtır.
Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere iliĢkin bu genel düzenlemeye ek olarak
Anayasada ve özel kanunlarda da hükümler bulunmaktadır.
Bu bağlamda, Anayasanın 43 üncü maddesinin birinci fıkrasında kıyıların devletin
hüküm ve tasarrufu altında olduğu kurala bağlanmıĢ ve 3621 sayılı Kıyı Kanununun 5 inci
maddesinde bu kural yinelenirken; 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında kıyıda denizden
doldurma suretiyle elde edilecek arazilerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu ve
özel mülkiyete konu oluĢturmayacağı hüküm altına alınmıĢtır. 4342 sayılı Mera Kanununun 4
üncü maddesinin birinci fıkrasında, mera, yaylak ve kıĢlakların devletin hüküm ve tasarrufu
altında olduğu belirtilmiĢtir. Öte yandan, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanunu ve 2873 sayılı Milli Parklar Kanunu kapsamındaki taĢınmazlar ile 6381 sayılı Orman
Kanunu kapsamındaki Devlet ormanları da bu kapsamdadır.
Kamu yararına özgülenen ve mülkiyete konu oluĢturmayan Devletin hüküm ve tasarrufu
altındaki kıyılar, denizden doldurma suretiyle edinilen araziler, dağlar, tepeler, mera, yaylak
ve kıĢlaklar ile Devlet ormanları ve içindeki milli park, tabiat parkı, tabiat varlığı ve benzerler,
―Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan‖ ifadesi üzerinden Bakanlar Kurulunca
uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında geliĢtirilecek ve değerlendirilecek
araziler arasına dahil edilerek, maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen Çevre ve ġehircilik
Bakanlığı tarafından yapılacak yapılaĢma ve yerleĢmeye iliĢkin her türlü planın kapsamı içine
alınmaktadır. Daha özlü bir anlatımla, bu düzenlemeyle dağların, tepelerin, kıyıların, kıyıda
denizden doldurma yoluyla elde edilen arazilerin, mera, yaylak ve kıĢlaklar ile Devlet
ormanları ve içindeki koruma altında bulunan alanların, yerleĢme ve yapılaĢmaya açılması
hedeflenmektedir.
Bu durum, Anayasanın 43 üncü, 45 inci, 63 üncü ve 169 uncu maddeleriyle
bağdaĢmamaktadır.
Diğer yandan, Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler
kapsamında; taĢınmazları geliĢtirmek ve değerlendirmek için, Milli Emlak Genel
Müdürlüğüne kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazları kamulaĢtırma yetkisi verilmektedir.
Öncelikle, mülkiyet hakkının Anayasanın Ġkinci kısmının ikinci bölümünde
düzenlendiğini ve kanun hükmünde kararname ile düzenleme yasağı kapsamında
bulunduğundan, düzenlemenin Anayasanın 91 inci maddesine aykırı olduğunu belirtmek
gerekir.
Anayasanın 35 inci maddesinde herkesin mülkiyet haklarına sahip olduğu ve bu
hakların ancak kamu yararı amacıyla kanunla sınırlandırılabileceği; 46 ncı maddesinde ise,
kamulaĢtırmanın kamu yararının gerektirdiği hallerde yapılabileceği kurallarına yer
verilmiĢtir.
Milli Emlak Genel Müdürlüğüne (r) bendiyle, arazi değerlendirmesi ve geliĢtirmesi
yapmak için verilen kiĢilerin mülkiyetindeki taĢınmazları kamulaĢtırma yetkisi ile ikinci
fıkrasında Çevre ve Ģehircilik Bakanlığına verilen yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin her türlü
planlama yetkisi birlikte değerlendirildiğinde, Milli Emlak Genel Müdürlüğüne verilen
kamulaĢtırma yetkisinin, kamu yararını gerçekleĢtirmeyi amaçlamak yerine, arazi ticareti ile
arazi ve arsa spekülasyonu yaparak yaratılan imar rantlarına el koymayı hedeflediği
görülmektedir. Oysa Devlete arazi ve arsa spekülasyonu yapmak değil, tam tersine
Anayasanın 57 nci maddesinde, konut ihtiyacını karĢılayacak önlemleri alma ve bu bağlamda
arsa üretme görevleri verilmiĢtir.
Bu itibarla, maddenin (r) bendinde yer alan ―kamulaĢtırma‖ ibaresi Anayasanın 2 nci,
35 inci, 46 ncı ve 57 nci maddelerine aykırıdır.
Maddenin ikinci fıkrasında, (r) bendi kapsamındaki tüm taĢınmazlara iliĢkin her tür ve
ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının Maliye
Bakanlığının talebi üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca yapılacağı ve onaylanarak
yürürlüğe konulacağı hüküm altına alınmaktadır.
Anayasanın 123 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, idarenin kuruluĢ ve görevlerinin
merkezden yönetim ve yerinden yönetin esaslarına dayanacağı; 127 nci maddesinin birinci
fıkrasında, mahalli idarelerin, il, belediye ve köy halkının mahalli müĢterek ihtiyaçlarını
karĢılamak üzere kuruluĢ esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda
gösterilen seçmenler tarafından seçilerek oluĢturulan kamu tüzel kiĢileri oldukları; ikinci
fıkrasında ise, mahalli idarelerin kuruluĢ ve görevleri ile yetkilerinin yerinden yönetim
ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği kurallarına yer verilmiĢtir.
Anayasanın 127 nci maddesinin birinci fıkrasında sözü edilen mahalli müĢterek ihtiyaç
kavramının, herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde yaĢayan kiĢi, aile, zümre ya
da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı yörede birlikte yaĢamaktan doğan eylemli durumların
yarattığı, yoğunlaĢtırdığı ve güncelleĢtirdiği, özünde yerel ve kamusal hizmet karakterinin
ağır bastığı ortak ihtiyaç ve beklentileri ifade ettiği göz önüne alındığında, yerelde
uygulanacak imar planları ile parselasyon planlarının, birlikte yaĢamaktan ve hemĢerilik
iliĢkisinden doğan mahalli müĢterek bir hizmet olduğu göz ardı edilemez.
Bunun içindir ki, 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanunu ile birlikte, merkezi
idarenin yereldeki mekansal planlama konusundaki yetkileri, çağdaĢ demokratik sistemdeki
evrimin, katılımcı demokrasi anlayıĢının küresel düzeyde yerleĢmesinin ve Anayasamızdaki
―yerinden yönetim‖ ilkesinin gereği olarak, merkezi idareye göre katılımcı süreçlere daha açık
olan yerel yönetimlere geçmeye baĢlamıĢ; 22.02.2005 tarihli ve 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi
Kanunu ve 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanunu ile süreç tamamlanmıĢtır.
Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında;
Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazlara ek
olarak satın alma, trampa etme, kamulaĢtırma ve toplulaĢtırma yoluyla kiĢilerin mülkiyetinde
bulunan taĢınmazların, her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan
tadilatları ve imar uygulamalarının yapılması ve onaylanması yetkilerinin Maliye
Bakanlığının talebi üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi, yerel yönetimlerin
yetkilerine Anayasa ile bağdaĢmayan açık, geliĢigüzel ve ölçüsüz bir müdahale olmanın
yanında, kaynağını Anayasadan almayan bir yetki gaspı anlamına da gelmektedir.
Yerel yönetimlerin yetkisi içinde bulunan yerel düzeydeki nazım ve uygulama imar
planlarının, merkezi idarenin yetkisi içinde olması gereken ülke ve bölge düzeyindeki
planlarla, çevresel ve varsa metropoliten alan planlamalarıyla bütünleĢik, onlara uygun ve
onlarla uyum içinde olması gerekeceğinde kuĢku yoktur. Bakanlar Kurulunca uygulama usul
ve esasları belirlenen projeler kapsamında; Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm
ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazlara ek olarak satın alma, trampa etme, kamulaĢtırma ve
toplulaĢtırma yoluyla kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazların, her tür ve ölçekteki etüt,
harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının yapılması ve
onaylanmasına kadar, yerel yönetimlere yasalarla verilen yerel planlama ve ruhsatlandırma
yetkilerinin hiçbir ölçü ve sınırlama getirilmeksizin süresiz olarak merkezi idare tarafından
kullanılmasının öngörülmesi, yerel yönetimlerin yasaların verdiği yerel planlama yetkilerini,
bir yandan yerel gereksinimlere göre kullanmalarını olanaksız hale getirirken, diğer yandan
yerel planlamanın ilkesel düzeyde olmazsa olmazı kabul edilen planlama dengesini bozmakta
ve plan bütünlüğünü ortadan kaldırmaktadır.
Her yerleĢim yerinin fiziki, coğrafi, yer bilimsel ve tarihsel özellikleri yanında, sosyoekonomik geliĢme eğilimleri, geliĢme potansiyeli, geliĢme aksı ve sektörel hedefleri
birbirinden farklılık gösterir. YerleĢim yerlerinin bu özellikleri bağlamında yerleĢime iliĢkin
imar planlarının yerel özellik taĢıdığı ve yerel yönetimler tarafından yapılması gerekeceği
açıktır. Hukuksal zorunluluklar bir yana, ülke ve bölge bazındaki üst ölçekli mekansal
planların merkezi idare tarafından yapılması ne kadar doğru ve yerinde ise, yerel düzeydeki
imar planlarının yerel yönetimler tarafından yapılması da aynı derecede doğru ve yerindedir.
Yerel düzeydeki imar planları, merkezi idare tarafından da yapılabilir; tercih nedenidir.
Ancak, bu durumda sadece Anayasanın 127 nci maddesinin birinci, ikinci ve beĢinci
fıkralarına aykırılıktan söz edilebilirken; yasalarla yerel yönetimlere verilen yerel planları
yapma yetkisinin, merkezi idareye verilen yetkiler bağlamında yerel gereksinimlere göre
kullanılmasının olanaksız hale getirilmesi ve plan dengesi ve bütünlüğünün bozulması
durumunda ise, Anayasanın 2 nci ve 6 ncı maddelerine de aykırılık söz konusu olur.
Anayasanın 2 nci maddesinde ―hukuk devleti‖ ilkesi Cumhuriyetin temel nitelikleri
arasında sayılmıĢtır. Hukuk devleti ilkesi, yönetimin yetkilerinin belirsizliğe ve sınırsızlığa
yol açmayacak açıklıkta düzenlenmesi yanında, düzenlemelerin kamu yararına olmasını da
gerekli kılar. Yerel yönetimlerin, yerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin yetkilerine merkezi idarenin
ayrımsız ve dilediğince el koyması, yerleĢimlerin plan bütünlüğünden ayrıĢık biçimde, parsel
ölçeğinde plan kararı üretmesi ve yapılaĢma kararı vermesi, yerleĢme planlarında var olan
dengenin ve bütünlüğün bozulmasına yol açacaktır. YerleĢme ve yapılaĢmaya iliĢkin planlama
ve ruhsatlandırmada merkezi idareye verilen sınırsız ve süresiz yetki ile yerel yönetimlerin
yasal yetkilerini kullanmalarının ortadan kaldırılmasının hukuk devleti ilkesine aykırılığı
açıktır. Öte yandan aynı yetki ile imar planlarının dengesinin ve bütünlüğünün bozulmasının
ise kamu yararı ilkesiyle bağdaĢmazlığı da ortadadır.
Bilindiği üzere, Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını
Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı belirtilmiĢtir. Oysa iptali istenen
düzenleme, merkezi idareyi Anayasa ile kendisine verilen idari vesayeti aĢan yetkilerle
donatmaktadır. Bu durumda, merkezi yönetimce kullanılan yetkinin kaynağını Anayasadan
aldığı ileri sürülemeyeceğinden, Anayasanın 6 ncı maddesine açık bir aykırılığın varlığını
kabul etmek gerekecektir.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 40 ıncı maddesi
ile değiĢtirilen 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (r) bendindeki, ―Bakanlar
Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında …‖ ve ― … ve Devletin
hüküm ve tasarrufu altında bulunan …‖ ifadeleri ile ―… kamulaĢtırma …‖ ibaresi ve ikinci
fıkrası, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 35 inci, 43 üncü, 45 inci, 46 ncı, 57 nci, 63 üncü, 91 inci, 127
nci ve 169 uncu maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
11) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 42 nci Maddesiyle DeğiĢtirilen 2863
Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 17 nci Maddesinin (a) Fıkrasının
Ġkinci ve Üçüncü Paragrafları ile 63 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
…
2863 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının ikinci paragrafındaki;
―Koruma amaçlı imar plânı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay
içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları belirlenir. Belediyeler, valilikler ve
ilgili kurumlar söz konusu alanda ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plândan
etkilenen hemĢerilerin katılımı ile toplantılar düzenleyerek koruma amaçlı imar plânını
hazırlatıp, incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere koruma bölge kuruluna vermek zorundadır.
Ġki yıl içinde koruma amaçlı imar plânı yapılmadığı takdirde, geçiĢ dönemi koruma esasları ve
kullanma Ģartlarının uygulanması, koruma amaçlı imar plânı yapılıncaya kadar durdurulur.‖
Ģeklindeki hüküm, 648 sayılı KHK‘nin 42 nci maddesiyle;
―Koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay
içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları belirlenir. Belediyeler, valilikler ve
ilgili kurumlar söz konusu alanda üç yıl içinde koruma amaçlı imar planı hazırlatıp
incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere koruma bölge kuruluna vermek zorundadır. Üç yıllık
süre içinde zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde koruma bölge kurulunca gerekçeli
olarak bu süre uzatılabilir. Uzatılan süre içerisinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma
Ģartları uygulanır.‖
Ģeklinde;
Üçüncü paragrafındaki,
―Bu iki yıllık süre içinde zorunlu nedenlerle plân yapılamadığı takdirde koruma bölge
kurulunca bu süre bir yıl daha uzatılabilir.‖
Ģeklindeki hüküm ise,
―Sit alanlarına iliĢkin tüm ölçeklerde yapılmıĢ; koruma bölge kurullarının uygun görüĢü
alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal
edilmesi halinde ilgili koruma bölge kurulunca geçiĢ dönemi yapılanma Ģartları yeniden
belirlenir.‖
Ģeklinde,
DeğiĢtirilmektedir.
Ġkinci paragrafta yapılan değiĢiklikte dikkatlerden kaçmayan birinci husus, Belediyeler,
valilikler ve ilgili kurumlar tarafından hazırlanacak koruma amaçlı imar planı hazırlama
sürecinden, ―ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plândan etkilenen hemĢerilerin‖
katılımının dıĢlanmasıdır.
―Mahallî idareler, temsilî demokraside halkın yerel kamusal menfaatlerinin teminatıdır.
Diğer taraftan, demokratik sistemin önemli bir unsuru olarak çoğulculuğun, katılımın
sağlanmasında, yerel ve ulusal menfaatlerin uzlaĢtırılmasında, halkın tercihleri ile talep ve
beklentilerinin yönetime yansıtılmasında, mahallî idarelerin önemli rolleri bulunmaktadır.
Mahallî idareler, halkın katılımını sağlamada merkezî idareye göre çok daha fazla imkân ve
yeteneklere sahiptir ve böylece tüm sistemin yönetim kapasitesini de güçlendirmektedir.
Mahallî idareler vatandaĢlara ilave seçme ve seçilme imkânı sağlamakta, sivil toplum
örgütleri de dahil olmak üzere onlara daha fazla katılım imkânı vermektedir. Böylece adeta
demokrasi için eğitim merkezleri iĢlevini görmektedir.‖
Yukarıdaki ifadeler, mahalli idareleri konu alan herhangi bir kitap veya makaleden ya
da yargı kararından alınmamıĢtır. Yukarıdaki ifadeler, 648 sayılı KHK‘yi çıkaran Siyasal
Ġktidar tarafından yasalaĢtırılan, 03.07.2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun ―Genel
Gerekçe‖sinden alınmıĢtır.
5393 sayılı Kanunun Genel Gerekçesine yukarıdaki ifadeleri koyan Siyasal Ġktidar için,
―Demokrasi bir tramvaydır; gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz.‖ den ibaret olmalı ki,
beĢ yıl sonra koruma amaçlı imar planı hazırlama sürecinden, ―ilgili meslek odaları, sivil
toplum kuruluĢları ve plândan etkilenen hemĢerilerin‖ katılımına son verilmiĢtir.
Anayasanın 2 nci maddesinde ―demokratik devlet‖ Cumhuriyetin temel nitelikleri
arasında sayılmıĢtır. Demokrasi, kavramsal olarak halkın kendi kendini yönettiği rejimdir.
Temsili demokrasi ise, temsil edenin temsil yetkisini seçmenin rızası ve onayından almasıdır.
Temsili demokrasi seçimlere dayanır; ancak seçimlere indirgenemez. Çağımızın temsili
demokrasileri gücünü, sadece seçimlerden değil, çoğulculuğa ve katılımcılığa dayanmasından
alır.
Yerel yönetimler, katılımcılığın sağlanmasında, merkezi idareye göre daha uygun
ölçekler sunar.
Öte yandan, mahallin yerleĢme ve yapılaĢmasına iliĢkin planlar, mahalli müĢterek
ihtiyaçların prototipini oluĢturur. Çünkü, yerleĢim yerinin fiziki, coğrafi, jeolojik ve tarihsel
özelliklerine göre, sosyo-ekonomik geliĢme eğilimi, geliĢme aksı, sektörel hedefleri, nüfus ve
yapılaĢma yoğunluğu imar planları ile belirlenir. Koruma amaçlı imar planları ise daha
fazlasını içerdiğinden, yerleĢme yerinde yaĢayanları, ekonomik, sosyal ve kültürel yönden
doğrudan etkilemektedir.
Kaldı ki, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının sadece Devlet tarafından korunması ve
değerlendirilmesi, etkin bir koruma için yetmez; bu sürece halkın katılımının sağlanarak
sahiplenme duygusunun geliĢtirilmesi de gerekir.
Nitekim, 2863 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının ikinci paragrafında,
belediyeler, valilikler ve ilgili kurumlar tarafından hazırlanacak koruma amaçlı imar planının
hazırlama sürecinde, ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plândan etkilenen
hemĢerilerin‖ katılımının sağlanmasının gerekçesinde bu olgular yatmaktadır.
Bu gerekçeler ortada dururken, koruma amaçlı imar planının hazırlanma sürecinden,
―ilgili meslek odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plândan etkilenen hemĢerilerin‖ katılımının
dıĢlanması, Anayasanın 2 nci, 63 üncü ve 127 nci maddeleri ile bağdaĢmaz.
Öte yandan, sit alanı olarak ilan edilen yerler için, koruma bölge kurulları tarafından
koruma amaçlı imar planı değil, koruma amaçlı imar planı hazırlanıncaya kadar ki süreçte
geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları belirlendiği için, yetkili yerel yönetimler
tarafından süresi içinde koruma amaçlı imar planının yapılamaması durumunda, yerel
yönetimleri görevlerini yapmaya zorlamak amacıyla, paragrafta koruma amaçlı imar planı
yapılıncaya kadar geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının durdurulması esası
benimsenerek sit alanının plansız kalması üzerinden yapılaĢma durdurulmuĢtur.
Yapılan değiĢiklikte ise, ―Üç yıllık süre içinde zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı
takdirde koruma bölge kurulunca gerekçeli olarak bu süre uzatılabilir. Uzatılan süre içerisinde
geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları uygulanır.‖ denilerek; bir yandan, iki yıllık
koruma amaçlı imar planı yapılma süresi iki yıldan üç yıla çıkarılır ve üç yıl içinde
yapılamaması durumunda verilecek ek süreye sınırlama getirilmez iken, diğer yandan uzatılan
geçiĢ süresi içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının uygulanacağı
belirtilmektedir. Böylece koruma esaslı imar planı yapılmayan/yapılmak istenmeyen
yerleĢimlerde, plansız yapılaĢmanın önü süresiz olarak açılırken; tabiat varlıkları ve sitlerin
korunması, geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarına terkedilmektedir.
Devlete, Anayasanın 57 nci maddesinde, Ģehirlerin özelliklerini ve çevre Ģartlarını
gözeten planlama yapma; 63 üncü maddesinde, kültür ve tabiat varlıklarını ve değerlerini
koruma ve bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici önlemleri alma; 127 nci maddesinde ise
yerel yönetimlere mahalli müĢterek ihtiyaçları yerinden yönetim ilkesi gereği karĢılama
görevleri verilmiĢ; belediye ve mücavir alan sınırları içinde imar planlarını yapma yetkisi,
5393 sayılı Belediye Kanununda belediyelere; il çevre düzeni planını yapma yetkisi ise 5302
sayılı Ġl Özel Ġdaresi Kanunu ile il özel idarelerine verilmiĢtir.
Koruma amaçlı imar planının üç yıllık süre içinde yapılamaması durumunda, yapılma
süresinin sınırsız bir Ģekilde uzatılmasını ve bu süre içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve
kullanma Ģartlarının uygulanmasını öngören düzenleme, plansız yapılaĢmayı teĢvik ettiği;
korunması gerekli tabiat varlıkları ile sitlerin etkin korumasını içermediği ve yerel
yönetimlerin yerleĢme planı yapma yetkisini, koruma kurulları kararları ile ikame ettiği için
Anayasanın 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddeleriyle bağdaĢmamaktadır.
17 nci maddenin (a) fıkrasının üçüncü paragrafında yapılan değiĢiklikle ise, sit
alanlarına iliĢkin tüm ölçeklerde yapılmıĢ; koruma bölge kurullarının uygun görüĢü alınarak
yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi
halinde ilgili koruma bölge kurulunca geçiĢ dönemi yapılanma Ģartlarının yeniden
belirlenmesi öngörülmektedir.
Bu düzenleme ile koruma amaçlı imar planlarının, yargı kararları ile iptal edilmesi
halinde, sit alanlarının plansız kalmamasını sağlamak amaçlanmamaktadır. Çünkü, yeni bir
koruma amaçlı imar planı hazırlanıncaya kadar, geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma
Ģartlarının olmaması, korunması gerekli tabiat varlıkları ve sitler için tehdit oluĢturmamakta;
tam tersine, yeni yapılaĢmaları ve mekanın düzenlenmesi giriĢimlerini, koruma amaçlı imar
planı yapılıncaya kadar ertelemektedir. Getirilen değiĢiklik ile söz konusu yerler için yargı
kararı ile duran yeni yapılaĢma ve mekan düzenleme uygulamalarının, yeni yapılacak geçiĢ
dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları bağlamında kesintiye uğramaksızın devamının
sağlanması amaçlanmaktadır.
Oysa, koruma amaçlı imar planları da 3194 sayılı Ġmar Kanununda düzenlenen imar
planlarının bir türü olduğundan, imar planlarının iptali halinde süreç nasıl iĢliyor ise, koruma
amaçlı imar planının iptali halinde de aynı sürecin iĢlemesi gerekir. Hatta, Anayasanın 63
üncü maddesi bağlamında bu bir zorunluluktur.
Gerek geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları, gerek koruma amaçlı imar
planları, hem korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarına, hem de yeni
yerleĢme ve yapılaĢmalara iliĢkin kurallar getirmektedir. Dolayısıyla yeni yapılaĢmanın
amaçlandığı durumlarda, yapılaĢmayı kolaylaĢtırıcı ve korumayı zorlaĢtırıcı düzenlemeler
getirmek, Anayasal koruma ve değerlendirme ilkesiyle bağdaĢmamaktadır. Bu düzenleme ile
koruma amaçlı imar planı ile düzenlenmesi gereken yeni yerleĢme, yapılaĢma ve mekânsal
düzenleme süreçlerinin, plana gerek kalmaksızın süresiz bir Ģekilde münferit kararlarla
yönetilmesi amaçlanmaktadır.
Yasaların öngördüğü süre içinde ilgili idarelerce hazırlanması gereken koruma amaçlı
imar planlarının, ―koruma ve kullanma‖ süreçlerini yönetmesi gerekirken, bu sürecin münferit
kararlarla sürdürülmesine yasallık kazandırılması, evrensel koruma ilkeleriyle de
uyuĢmamaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, korunması gerekli kültür ve tabiat varlıkları ile sitleri
korumayı, değerlendirmeyi ve gelecek kuĢaklara aktarmayı değil, plansız yapılaĢma ve
yerleĢmenin önünü açan söz konusu değiĢiklik Anayasanın 57 nci, 63 üncü ve 127 nci
maddelerine aykırıdır.
Söz konusu KHK‘nin yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddesi de aynı gerekçelerle
Anayasanın 2 nci, 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 42 nci
maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 17 nci
maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragrafları ile 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci,
57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
12) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 47 nci ve 49 uncu Maddeleri ile 50 nci
Maddesiyle DeğiĢtirilen 2863 Sayılı Kanunun 61 inci Maddesinin Ġkinci Fıkrasındaki ―…
Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde …‖ Ġbaresinin ve 63 üncü
Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 47 nci maddesi ile 2863 sayılı Kanunun 55
inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan ―ve Yükseköğretim Kurulunca‖
ibareleri yürürlükten kaldırılmakta; 49 uncu maddesi ile, 2863 sayılı Kanunun 58 inci
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan ―beĢ‖ ibaresi ―yedi‖ Ģeklinde
değiĢtirilmekte, aynı fıkranın (b) bendi yürürlükten kaldırılmakta ve üçüncü fıkrası ―Koruma
bölge kurulunun gündemiyle ilgili meslek odaları, koruma bölge kurulu müdürlüğünün
davetiyle toplantılara gözlemci olarak katılabilir.‖ Ģeklinde değiĢtirilmekte; 50 nci maddesiyle
değiĢtirilen 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci fıkrasında, ―Koruma bölge
kurullarınca alınan kararlara kamu kurum ve kuruluĢları ile gerçek ve tüzel kiĢilerce yapılan
itirazlar, Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde Koruma Yüksek Kurulu
gündemine alınır.‖ denilmekte ve 63 üncü maddesinde ise 648 sayılı KHK‘nin yayımı
tarihinde yürürlüğe gireceği belirtilmektedir.
Kaynağını Anayasanın 163 üncü maddesinden alan ve düzenlediği alana iliĢkin temel
kanun niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu 6223 sayılı
Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde
bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
648 sayılı KHK‘nin 41 inci maddesi ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Kanununda yer alan ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ġbareleri
‗Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ģeklinde ve ‗kültür ve tabiat varlıklarını koruma
bölge kurulu‘ ile ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ; 10 uncu maddesi ile 648 sayılı
KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi ile 2863 sayılı Kanunun
kapsamındaki tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının tespit ve tescilini sağlamak Kültür ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarının yetkisinden alınarak, Tabiat Varlıklarını
Koruma Genel Müdürlüğüne verilmiĢ; 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6
ncı maddenin (3) numaralı fıkrası ile 2863 sayılı Kanuna göre de tespit ve tescili yapılmıĢ
tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının ikinci defa tespitini yapma görevi Çevre ve ġehircilik
Bakanlığı tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacak komisyona verilmiĢtir. Bu
bağlamda, 2863 sayılı Kanunun 57 nci maddesinde Koruma Kurullarına verilen görevler,
tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının dıĢında kalan görevlerdir.
648 sayılı KHK‘nin 49 uncu maddesi ile ise 2863 sayılı Kanunun ―Koruma Kurullarının
OluĢumu‖ baĢlıklı 58 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendindeki, ―Arkeoloji, sanat
tarihi, hukuk, mimari ve Ģehir plancılığı konularda uzmanlaĢmıĢ kiĢiler arasından Bakanlıkça
seçilen beĢ temsilci‖ ifadesindeki ―beĢ‖ ibaresi, ―yedi‖ Ģeklinde değiĢtirilmekte; (b)
bendindeki, ―Yükseköğretim Kurulunca, kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık,
Ģehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak üzere iki öğretim üyesi‖ ifadesi yürürlükten
kaldırılmakta ve bunun sonucu olarak da 47 nci maddesi ile 2863 sayılı Kanunun 55 inci
maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında yer alan ―ve Yükseköğretim Kurulunca‖ ibareleri
yürürlükten kaldırılmaktadır.
Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları, 2863 sayılı Kanunun 57 nci maddesine
göre, kültür varlıklarının tescilini yapmak; korunması gerekli kültür varlıklarının
gruplandırılmasını yapmak; doğal sit alanı dıĢındaki tarihi, kentsel ve arkeolojik sit alanlarının
tescilinden itibaren üç ay içinde geçiĢ dönemi yapı Ģartlarını belirlemek; korunması gerekli
taĢınmaz kültür varlıklarının koruma alanlarının tespitini yapmak; korunması gerekli taĢınmaz
kültür varlıklarından özelliklerini kaybetmiĢ olanların tescil kaydını kaldırmak; korunması
gerekli taĢınmaz kültür varlıkları ile tarihi, kentsel ve arkeolojik sit alanlarına iliĢkin
uygulamaya yönelik kararlar almak görevlerini yürütecektir.
Bu görevlerin yürütülmesi, arkeoloji, sanat tarihi, mimari ve Ģehircilik bilim
dallarındaki en son geliĢmeleri ve dünya uygulamaları ile uluslararası kuruluĢlardaki anlayıĢ
ve uygulama değiĢimlerini izlemeyi gerektirmektedir. Bunu en iyi Ģekilde takip ederek analiz
edecek olanların da söz konusu bilim dallarıyla akademik düzeyde ilgilenen öğretim üyeleri
olacağını teorik olarak kabul etmek gerekir. Çünkü, üniversiteler, bilimin ve bilimsel
geliĢmelerin evrensel düzeyde takip edildiği ve üretildiği merkezlerdir. Nitekim, 2863 sayılı
Kanunun 51 inci maddesinin birinci fıkrasında, ―Yurtiçinde bulunan ve bu Kanun kapsamına
giren korunması gerekli taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile ilgili hizmetlerin bilimsel
esaslara göre yürütülmesini sağlamak üzere …‖ denilerek bilimselliğe özel bir vurgu
yapılmıĢtır.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti‘nin sosyal bir hukuk devleti olduğu
belirtilmiĢtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında, ―Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir Ģekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya
engelleyecek... biçimde kullanılamaz‖ denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez
öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal
giriĢimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düĢüncesinin yasalara egemen
olması ve özellikle bir ülkenin en önemli varlık ve değerlerinden olan ve Anayasal güvence
altında bulunan tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin Anayasanın öngördüğü
Ģekilde korunup, değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılması için yasa koyucunun bu esası
gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi Ģekilde yansıtması zorunludur.
Anayasada belirtilen amacı ya da kamu yararını gerçekleĢtirmek için kanunla yapılacak
olan düzenleme, kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre Ģekillenecektir; yani kanun
koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleĢtirmek için getireceği
çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun koyucuya aittir.
Bununla birlikte yasakoyucu, takdirine bırakılmıĢ konularda, düzenleme yetkisini
kullanırken, kuĢkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve
hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır (E.1980/1, K.1980/25,
K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi
Kararları). Yasakoyucunun kamu yararının dıĢında bir amaç gütmesi Anayasaya aykırılık
oluĢturur. Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak,
Anayasanın takdirine bırakmadığı emredici kurallar için ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile
birlikte 63 üncü maddesinin gerektirdiği düzenlemeleri yapmak Anayasal bir zorunluluktur.
Öte yandan, 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesinin üçüncü fıkrasındaki, ―Ġlgili meslek
odaları koruma bölge kurulu toplantılarına gözlemci olarak katılabilirler.‖ hükmü, 648 sayılı
KHK‘nin 48 inci maddesi ile ―Koruma bölge kurulunun gündemiyle ilgili meslek odaları,
koruma bölge kurulu müdürlüğünün davetiyle toplantılara gözlemci olarak katılabilir.‖
Ģeklinde değiĢtirilmektedir.
Böylece, koruma bölge kurulu toplantılarına katılacak ―ilgili meslek odaları‖, ―kurumun
gündemiyle ilgili meslek odaları‖ Ģeklinde daraltılırken; meslek odalarının koruma bölge
kurulu toplantılarına koĢulsuz katılmaları da ―koruma bölge kurulu müdürlüğünün davetiyle‖
katılma Ģartına bağlanmaktadır. Bu bağlamda, korunması gerekli tarih ve kültür varlıklarıyla
tarihi, kentsel ve arkeolojik sitlerin görüĢüldüğü ve bağlayıcı kararların alındığı toplantılara,
koruma bölge kurulu müdürlüğü lütfedip davetiye gönderirse, davetiye gönderilen meslek
odaları katılabilecek; lütfetmez ise hiçbir meslek odası katılamayacak ve o yerdeki yerleĢik
hemĢeriler yanında tüm Dünyayı ilgilendiren görüĢme ve kararlar kapalı kapılar ardında
gizlice alınacaktır. Koruma Bölge Kurulu toplantılarına sivil alanı temsil eden meslek
odalarının katılımı engellemeyi amaçlayan düzenleme, kamu yararıyla bağdaĢmadığı gibi
günümüzün katılımcı demokrasi anlayıĢıyla da örtüĢmemektedir.
Bu itibarla, Kültür Varlıklarını Koruma Kurullarına, Yükseköğretim Kurulunca,
kurumların arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, Ģehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak
üzere iki öğretim üyesi seçiminin yürürlükten kaldırılarak, iki üyenin Bakanlıkça seçilecek
beĢ üyeye ilave edilip yediye çıkarılarak Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurullarının tüm
üyelerinin Bakanlık tarafından seçiminin sağlanması ile koruma kurulu toplantılarına meslek
odalarının katılımının Ģarta bağlanmasında, kamu yararı bulunmadığı, demokratik hukuk
devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı ve Devlete yüklenen Anayasal görevleri karĢılamadığı için, söz
konusu düzenlemeler Anayasanın 2 nci ve 63 üncü maddelerine aykırıdır.
Öte yandan, 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki, ―Planlama
yetkisi bulunan kamu kurum ve kuruluĢları ile valilik ve belediyeler, kurullarca alınmıĢ ve
alınacak sit alanı, derecelendirilmesi, sit geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları,
koruma amaçlı imar planları ve revizyonlarına iliĢkin kararlara karĢı altmıĢ gün içerisinde
Koruma Yüksek Kuruluna itiraz edebilirler.‖ hükmü, 648 sayılı KHK‘nin 50 nci maddesiyle,
―Koruma bölge kurullarınca alınan kararlara kamu kurum ve kuruluĢları ile gerçek ve tüzel
kiĢilerce yapılan itirazlar, Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde Koruma
Yüksek Kurulu gündemine alınır.‖ Ģeklinde değiĢtirilmektedir.
Koruma Bölge Kurulu kararlarına karĢı itirazlar Koruma Yüksek Kuruluna
yapılmaktadır ve itirazları karara bağlama yetkisi de Koruma Yüksek Kuruluna aittir.
Bakanlığa, yapılan itirazları değerlendirme ve uygun gördüğünü Koruma Yüksek Kurulu
gündemine alma yetkisi verilmesi, Bakanlığı bir karar alma merci haline getirmektedir.
Koruma Bölge Kurulları, Bakanlığın taĢradaki Ģube müdürlükleri değildir ve verdiği kararlar
da Ģube müdürlüklerinin hiyerarĢik denetime bağlı idari kararları değil, bir kurul kararı
olduğundan, kurul kararlarının değerlendirilmesi de ancak daha yüksek bir kurul tarafından
yapılabilir. Kaldı ki Bakanlığa böylesine bir yetki verilirken, Bakanlığının bu değerlendirmeyi
hangi uzman birimi eliyle, hangi ölçütlere göre, ne Ģekilde ve ne amaçla yapacağı maddede
belirlenmemiĢtir.
Ġdarenin kanuniliği ilkesi, idarenin ve organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir
duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla düzenlenmesini gerekli kılar. Kültür ve Turizm
Bakanlığını yasa ile yetkilendirme, Anayasanın öngördüğü biçimde yasa ile düzenleme
anlamına gelmez. Kültür ve Turizm Bakanlığının Çevre ve ġehircilik Bakanlığının yapılan
itirazları değerlendirme ve gerekli görülenleri Yüksek Kurulun gündemine getirme yetkisini
hangi uzman birimi eliyle, hangi ölçütlere göre, ne Ģekilde ve hangi amaçlara ulaĢmak için
yürüteceğinin yasada açıkça belirlenmesi gerekir. Aksine düzenleme, Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmaz.
Koruma Yüksek Kurulunun neleri görüĢüp neleri görüĢemeyeceğine Bakanlığın karar
vermesi ve Yüksek Kurulun gündeminin Bakanlık tarafından belirlenmesi, Yüksek Kurulu
iĢlevsiz kılarak göstermelik bir kurul haline getirir. Kamu yararıyla bağdaĢmayan bu durum
Anayasanın 2 nci maddesine bu açıdan da aykırılık oluĢturur.
Öte yandan, Bakanlığa böylesine ölçüsüz ve sınırsız bir yetki verilmesi, bir yandan
Bakanlığı Koruma Bölge Kurulu kararlarının temyiz mercii haline getirir ve Kurul
kararlarının bağımsızlığı ve tarafsızlığını ortadan kaldırarak bilimselliğini tartıĢmalı kılarken;
diğer yandan, Bakanlığa, itirazın konusuna, itirazın yapıldığı mahalle ve itirazı yapanlara göre
ayrımcılık yapma olanağı sunar. Aynı konuda (A) Belediyesinin yaptığı itirazı Kurul
gündemine alma, B Belediyesininkini ise almama gibi sonuçlar doğurmaya olanak sunan söz
konusu düzenleme, Anayasanın 10 uncu maddesindeki eĢitlik ilkesiyle de bağdaĢmaz.
648 sayılı KHK‘nin yürürlüğe iliĢkin 63 üncü maddesi de aynı gerekçelerle Anayasanın
2 nci, 10 uncu ve 63 üncü maddelerine aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 47 nci ve 49
uncu maddeleri ile 50 nci maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin
ikinci fıkrasındaki ―… Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde …‖ ibaresi ve
63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 63 üncü ve 91 inci maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
13) 648 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci Maddesiyle 2863 Sayılı Kanuna
Eklenen Ek 4 üncü Maddesi ile 52 nci Maddesiyle 2863 Sayılı Kanuna Eklenen Geçici 9 uncu
ve Geçici 10 uncu Maddelerin ve 63 üncü Maddesinin Anayasaya Aykırılığı
…
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna
eklenen ek 4 üncü maddesinin;
Birinci fıkrasında, taĢınır tabiat varlıkları hariç tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve
bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak bu Kanunda öngörülen iĢ, iĢlem ve kararlar
bakımından görevli ve yetkili bakanlığın Çevre ve ġehircilik Bakanlığı olduğu;
Ġkinci fıkrasında, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile
ilgili hususlarda karar almak ve bu Kanunda öngörülen diğer iĢ ve iĢlemlerde Çevre ve
ġehircilik Bakanlığına yardımcı olmak üzere; Çevre ve ġehircilik Bakanlığı merkez teĢkilatı
bünyesinde Çevre ve ġehircilik Bakanlığı MüsteĢarının veya ilgili MüsteĢar Yardımcısının
baĢkanlığında, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların ve alanların
özelliklerine göre konusunda uzmanlaĢmıĢ biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su
ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca uygun görülecek
uzmanlardan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve taĢrada Çevre ve ġehircilik
Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında, aynı meslek alanlarından yeterli sayıda uzmanın
katılması suretiyle yeteri kadar Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu oluĢturulacağı;
bu komisyonların iĢ, iĢlem ve kararları konusunda, bu Kanunun Koruma Yüksek Kurulu ve
koruma bölge kurulları ile ilgili hükümlerinin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca alınan ilke
kararları çerçevesinde kıyasen uygulanacağı;
Üçüncü fıkrasında, bu Kanunda Koruma Yüksek Kurulunca alınması öngörülen
kararların, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları bakımından
Koruma Merkez Komisyonunca, koruma bölge kurullarınca alınması öngörülen kararların ise
koruma bölge komisyonlarınca alınacağı ve Çevre ve ġehircilik Bakanlığının onayıyla
yürürlüğe konulacağı;
Dördüncü fıkrasında, bu Kanunda ve diğer mevzuatta tabiat varlıkları, doğal sit alanları
ve bunlara iliĢkin koruma alanları bakımından Koruma Yüksek Kuruluna ve koruma bölge
kurullarına yapılan atıfların ilgisine göre Koruma Merkez Komisyonuna ve koruma bölge
komisyonlarına yapılmıĢ sayılacağı ve ilgili maddelerde geçen Koruma Yüksek Kurulundan
Koruma Merkez Komisyonu ve koruma bölge kurullarından koruma bölge komisyonlarının
anlaĢılacağı;
BeĢinci fıkrasında, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları
ile ilgili iĢ, iĢlem ve kararlara iliĢkin usul ve esaslar ile bu konularda görev yapacak
komisyonların teĢkili ile çalıĢma usul ve esaslarının Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca
hazırlanan yönetmelikle düzenleneceği;
Hükümlerine yer verilmiĢ;
52 nci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen;
Geçici 9 uncu maddesinde, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma
alanları ile ilgili olarak Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca hazırlanması öngörülen
yönetmelikler yürürlüğe girinceye kadar, bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce yürürlüğe
girmiĢ olan yönetmeliklerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olmayan hükümlerinin
uygulanmasına devam edileceği;
Geçici 10 uncu maddesinde, koruma bölge kurullarının mevcut üyelerinin görevlerinin
bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sona ereceği;
63 üncü maddesinde ise, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinde
yürürlüğe gireceği;
Hüküm altına alınmıĢtır.
Kaynağını Anayasanın 163 üncü maddesinden alan ve düzenlediği alana iliĢkin temel
kanun niteliğinde olan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, 6223 sayılı
Yetki Yasasının kapsamında değildir. Bakanlar Kurulunun kendisine verilen yetki içinde
bulunmayan alanlarda, KHK ile düzenleme yapması, Anayasanın 91 inci maddesine aykırıdır.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna
eklenen ek 4 üncü maddesinin birinci fıkrasında, taĢınır tabiat varlıkları hariç tabiat varlıkları,
doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak bu Kanunda öngörülen iĢ,
iĢlem ve kararlar bakımından görevli ve yetkili bakanlığın Çevre ve ġehircilik Bakanlığı
olduğu belirtilmiĢtir.
Tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sit alanlarının iç
içe olması ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü nedeniyle korunması,
değerlendirilmesi ve desteklenmesi Anayasada tek bir maddede düzenlenmiĢ ve Anayasal
görevlere iliĢkin tek bir yasa çıkarılarak bütüncül bir koruma anlayıĢı benimsenmiĢtir.
Nitekim, Anayasanın 63 üncü maddesinin birinci fıkrasında, ―Devlet, tarih, kültür ve tabiat
varlıklarının ve değerlerinin korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici
tedbirleri alır.‖ denilirken; taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıklarının korunmasına ve
değerlendirilmesine iliĢkin Devlete yüklenen Anayasal görevler bağlamında, 21.07.1983
tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu çıkarılmıĢtır.
TaĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile sit (doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel)
alanları ve ören yerlerinin iç içeliği ve çoğu zaman aynı alanda çakıĢmasına dayalı bütünlüğü
gerçeği, 2863 sayılı Kanunun ―Tanımlar ve Kısaltmalar‖ baĢlıklı 3 üncü maddesi ile
10.12.1987 tarih ve 19660 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Korunması Gerekli TaĢınmaz
Kültür ve Tabiat Varlıklarının Tespit ve Tescili Hakkında Yönetmelik‘in 3 üncü maddesinde
yapılan tanımlardan da açık bir Ģekilde anlaĢılmaktadır.
2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt
bendinde tabiat varlıkları, ―jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender
bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer
altında veya su altında bulunan değerlerdir.‖ Ģeklinde tanımlanırken; (3) numaralı alt
bendinde ise sit, ―tarih öncesinden günümüze kadar gelen çeĢitli medeniyetlerin ürünü olup,
yaĢadıkları devirlerin sosyal, ekonomik mimari ve benzeri özelliklerini yansıtan kent ve kent
kalıntıları, kültür varlıklarının yoğun olarak bulunduğu sosyal yaĢama konu olmuĢ veya
önemli tarihi hadiselerin cereyan ettiği yerler ve tespiti yapılmıĢ tabiat özellikleri ile
korunması gerekli alanlardır.‖ Ģeklinde tanımlanmıĢtır.
Bakanlar Kurulunun tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarına iliĢkin görev yetkileri Çevre
ve ġehircilik Bakanlığına vermek amacıyla 648 sayılı KHK ile yaptığı bilimsellikle ilgisi
olmayan ve hukukla bağdaĢmayan çeliĢkili ―Doğal (tabii) sit tanımı ise, ―jeolojik devirlere ait
olup, ender bulunmaları nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya
su altında bulunan korunması gerekli alanlardır.‖ Ģeklindedir.
Yukarıdaki tanımlar incelendiğinde, taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile
doğal, kentsel, tarihi ve arkeolojik sitlerin bütünlüğü ve içiçeliği kendiliğinden ortaya
çıkmaktadır.
Nitekim, 648 sayılı KHK‘yi hazırlayan irade de bu gerçeğin bilincinde olmalı ki, 648
sayılı KHK‘nin 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1)
numaralı fıkrasının (ç) bendinde, ―Tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler
ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını
ilgili bakanlıkların görüĢünü alarak belirlemek‖ ten söz edilmiĢtir.
TaĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, kentsel, arkeolojik ve tarihi
sitlerin bütünlüğü ve içiçeliği yadsınamaz bilimsel bir gerçek olmanın yanında, Anayasanın
63 üncü maddesinde, ―Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlar, bu
amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirleri alır.‖ kuralı ile bütüncül bir koruma anlayıĢı
benimsenmiĢ iken; bilimsel gerçekliği ve Anayasal kuralı yok sayarak içiçeliğe dayalı
bütünlüğün bozulması ve tabiat varlıkları ile doğal sitlere iliĢkin görev ve yetkilerin, Çevre ve
ġehircilik Bakanlığına verilerek, kültür varlıkları ile tarihi, kentsel ve arkeolojik sitlere iliĢkin
görev ve yetkilerin ise Kültür ve Turizm Bakanlığına bırakılması, Anayasanın 63 üncü
maddesindeki bütüncül koruma ve değerlendirme ilkesiyle bağdaĢmamaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasında ise, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin
koruma alanları ile ilgili hususlarda karar almak ve bu Kanunda öngörülen diğer iĢ ve
iĢlemlerde Çevre ve ġehircilik Bakanlığına yardımcı olmak üzere; Çevre ve ġehircilik
Bakanlığı merkez teĢkilatı bünyesinde Çevre ve ġehircilik Bakanlığı MüsteĢarının veya ilgili
MüsteĢar Yardımcısının baĢkanlığında, Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz
konusu varlıkların ve alanların özelliklerine göre konusunda uzmanlaĢmıĢ biolog, peyzaj
mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve ġehircilik
Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu
ve taĢrada Çevre ve ġehircilik Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında, aynı meslek alanlarından
yeterli sayıda uzmanın katılması suretiyle yeteri kadar Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge
Komisyonu oluĢturulacağı belirtilmekte; bu komisyonların iĢ, iĢlem ve kararları konusunda,
bu Kanunun Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili hükümlerinin, Çevre
ve ġehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararları çerçevesinde kıyasen uygulanacağı hüküm
altına alınmaktadır.
Yasal tanımı, ―jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender
bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer
altında veya su altında bulunan değerlerdir.‖ Ģeklinde olan tabiat varlıkları ile bilimselliği
bulunmayan ve hukuksal olarak da çeliĢkili olan, ―jeolojik devirlere ait olup, ender
bulunmaları nedeniyle olağan üstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında
bulunan korunması gerekli alanlardır.‖ Ģeklindeki doğal (tabii) sitlerin, tespit ve tescili ile
korunmasına ve gelecek kuĢaklara aktarılmasına iliĢkin kararları içlerinde uzman olarak,
peyzaj mimarı ile ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendislerinden oluĢan komisyonların
verecek olması, Aziz Nesin öykülerinde dahi rastlanmayan ―komik‖ liğin ötesinde, tam
anlamıyla bir ―trajedi‖ dir.
Çünkü;
Peyzaj mimarları, inĢa edilmiĢ veya edilecek olan bir binanın veya bina gruplarının
içinde, dıĢında veya çevresinde yer alan alanları estetik bir tasarımla düzenleme iĢini yaparlar.
Bu tasarlama sürecinde ağaç, çalı, çiçek vb. canlı bitkiler yanında, doğal yada yapay taban
döĢeme malzemeleri, heykel, sütun vb cansız malzemeleri kullanırlar. Peyzaj mimarlığı,
bugüne, Ģimdiye ait bir mühendislik dalıdır. Jeolojik, tarih öncesi veya tarihi devirlerle ilgisi
ve akademik bilgisi, çevre düzenleme iĢinde bu devirlerde oluĢmuĢ mermer, bazalt, andezit
vb. doğal malzemelerden hangisini, ne Ģekilde ve nereye kullanacağı ile sınırlıdır.
Ziraat mühendisleri, tarla bitkileri, endüstri bitkileri, çayır ve meralar, meyvecilik,
sebzecilik, bağcılık, tohumculuk, fidancılık, ekolojik tarım, bitki hastalıkları ve zararlıları ile
bunlara karĢı mücadele yöntemleri, tarımsal yapıların projelendirilmesi ve geliĢtirilmesi,
sulama, drenaj, toprak ve su muhafaza sistemlerinin projelendirilmesi ve planlanması, bitki
besleme ve gübreleme, tarım alet ve makinaları, arıcılık, popülasyon genetiği, tarım
ekonomisi, tarım politikası, tarımsal yayım alanlarında faaliyette bulunurlar. Bütün dertleri ve
uğraĢları, Ģimdi ve Ģu anda yaĢayan nüfusun dengeli, düzenli, yeterli ve sağlıklı beslenmesini
sağlayacak bitkisel üretimi gerçekleĢtirmektir.
Çevre mühendisleri, doğal kaynakların kullanımı ve çevrenin insan sağlığına uygun hale
getirilmesi alanında çalıĢırlar. Genel olarak baĢlıca çalıĢma ve uzmanlık alanları; su ve atık su
arıtma, hava kirliliği kontrolü, katı atık bertarafı, toprak kirliliği vb. dir. Bu bağlamda, evsel
ve sanayi atık su arıtma tesislerinin tasarımı, inĢası ve iĢletilmesi, su Ģebekeleri, içme suyu
arıtımı, atık suların geri çevrimi ve yeniden kullanılması, isale hatları, kanalizasyon
tesislerinin tasarımı ve inĢası, çevresel etkilerin değerlendirilmesi raporu hazırlanması, hava
ve toprak kirliliği, tesis içi proses kontrolu ve temiz üretim teknolojilerinin araĢtırılması gibi
alanlarda hizmet üretirler.
Orman mühendisleri, genel olarak orman alanlarının saptanması, sınırlandırılması,
ağaçlandırılması, korunması, iĢletilmesi ve geliĢtirilmesi gibi konularda hizmet yürütürler. Bu
bağlamda, orman ağaç ve florasına uygun tohum üretimi, aĢılama, tohum ve ağaç ıslahı,
fidanlık ve sertifikasyon faaliyetleri, ağaçlandırma, erozyonla mücadele, orman amenajman,
yaban hayatı, orman iĢletme ve koruma faaliyetlerini yaparlar.
Su ürünleri mühendisleri, denizlerde, göllerde ve akarsularda yaĢayan ve besin olarak
yararlanılabilecek hayvan ve bitkilerin yaĢamlarının incelenmesi, üreme ve av dönemlerinin
belirlenmesi, balık biyolojisi, sürdürülebilir balıkçılık, balık hastalıkları, balık ve yem üretimi
ve pazarlanması ve tüketimin son halkası olan iĢleme teknolojileri ve besin değerinin
korunması faaliyetlerini yürütürler.
Bu mesleklerin tamamı, Ģimdiye, Ģu ana aittir. Faaliyetleri ve uzmanlık alanları
insanların Ģu andaki biyolojik, barınma ve çevresel ihtiyaçlarını karĢılamaktır.
Buna karĢın, Arkeoloji, Eski Yunancada ―arkheos/eski‖ ile ―logos/bilim‖ sözcüklerinin
birleĢtirilmesinden türetilmiĢtir ve ―eskinin bilimi‖ anlamına gelmektedir. Arkeologlar, tarihi
ve kültürel eserlerle tabiat varlıklarını ortaya çıkarma, tarihsel, kültürel ve sanatsal yönden
inceleme ve eserleri insanlığın kültürel geçmiĢi, kültürlerin değiĢimi ve birbirleriyle iliĢkileri
bağlamında irdeleme faaliyetlerinde bulunurlar. Arkeologlar, yazılı tarihten önce ve sonra
yaĢamıĢ insanlara ait araç, gereç, eĢya ve kalıntıları inceleyerek bunların hangi uygarlığa ait
olduklarını ve insanların hangi fizyolojik Ģartlarda nasıl yaĢadıklarını ortaya koymaya
çalıĢırlar.
Sanat tarihçileri ise, görsel sanatların evrimini inceler ve sanattaki değiĢimlere bir
sistem çerçevesinde yaklaĢarak, sanat yapıtlarını sınıflandırmayı, Ģekillendirilmelerini
anlamayı ve yorumlamayı amaç edinir. Bunun yapılabilmesi de yapıtı üreten sanatçının içinde
yaĢadığı ve çalıĢtığı tarihsel, kültürel ve fiziksel ortamın ayrıntılarıyla bilinmesini ve
sanatçının düĢünce, esin ve kavrayıĢlarını yönlendiren etmenlerin anlaĢılmasını gerekli kılar.
Peyzaj mimarları ile ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendislerinin jeolojik
devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait tabiat varlıkları ve jeolojik dönemlere ait doğal
sit alanları ile ilgileri, ele geçirdikleri haritalarla hazine arayan hayalperestlerin kahve
sohbetlerine kulak misafiri olan okey oyuncuları kadar, bilgi ve uzmanlıkları da yaĢayan
insanların Ģu andaki beslenme, barınma ve çevresel ihtiyaçlarını karĢılamak üzerine iken;
arkeologlar ile sanat tarihçilerinin ilgi, bilgi ve uzmanlık alanları, jeolojik devirlerle tarih
öncesi ve tarihi devirlere ait taĢınır ve taĢınmaz kültür ve tabiat varlıkları ile doğal, tarihi,
kentsel ve arkeolojik sitler üzerinedir.
Bu eğilip bükülemeyecek apaçık gerçeklere rağmen, tabiat varlıkları ile doğal sit
alanlarının, tespit ve tescili ile koruma amaçlı imar planı ve koruma ve yapılaĢmaya iliĢkin
ilke kararlarını yapacak Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonunun, Çevre ve
ġehircilik Bakanlığı MüsteĢarının veya ilgili MüsteĢar Yardımcısının baĢkanlığında, Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürü ile biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su
ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca uygun görülecek
uzmanlardan; Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonlarının ise Çevre ve ġehircilik
Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında, aynı meslek alanlarından yeterli sayıda uzmanın
katılması suretiyle oluĢturulması ve söz konusu komisyonlarda 6863 sayılı Kanunun 58 inci
maddesinde düzenlenen koruma kurullarında yer alan arkeolog ve sanat tarihçilerine bilinçli
olarak yer verilmemesi, gerçek anlamda bir trajedidir.
Amaçlananın, tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarını ve bunlara iliĢkin koruma
alanlarını, Anayasanın 63 üncü maddesinde belirtildiği Ģekilde korumak, değerlendirmek ve
gelecek kuĢaklara aktarmak değil; yerleĢme ve yapılaĢmaya açmak olduğu apaçık bir
gerçekliktir. Yasaların amaç öğesindeki sakatlık, baĢlıbaĢına Anayasaya aykırılık nedeni
oluĢturur.
Anayasanın 2 nci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti‘nin sosyal bir hukuk devleti olduğu
belirtilmiĢtir. Hukuk devleti, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni
kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku
tüm devlet organlarına egemen kılan devlettir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin E.1985/1, K.1986/4 sayılı Kararında, ―Yasa
koyucuya verilen düzenleme yetkisi, hiçbir Ģekilde kamu yararını ortadan kaldıracak veya
engelleyecek... biçimde kullanılamaz‖ denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı üzere, hukuk devletinin vazgeçilmez
öğeleri içinde yer alan yasaların kamu yararına dayanması ilkesiyle bütün kamusal
giriĢimlerin temelinde bulunması doğal olan kamu yararı düĢüncesinin yasalara egemen
olması ve özellikle bir ülkenin en önemli varlık ve değerlerinden olan ve Anayasal güvence
altında bulunan tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile bunlara iliĢkin koruma alanlarının ve
değerlerinin Anayasanın öngördüğü Ģekilde korunup, değerlendirilerek gelecek kuĢaklara
aktarılması için yasa koyucunun bu esası gözardı etmemesi ve yasalara bunu en iyi Ģekilde
yansıtması zorunludur.
Yasal düzenlemeler, kanun koyucunun yapacağı tercihlere göre Ģekillenecektir; yani
kanun koyucu, Anayasada belirtilen amacı veya kamu yararını gerçekleĢtirmek için getireceği
çözümü seçmekte serbesttir. Burada takdir yetkisi kanun koyucuya aittir.
Bununla birlikte yasakoyucu, takdirine bırakılmıĢ konularda, düzenleme yetkisini
kullanırken, kuĢkusuz, Anayasa kuralları ile kamu yararının ve kamu düzeninin gereklerine ve
hukukun genel ilkelerine de bağlı kalmak durumundadır (E.1980/1, K.1980/25,
K.t.29.04.1980; E.1963/124, K.1963/243, K.t.11.10.1963 sayılı Anayasa Mahkemesi
Kararları). Yasakoyucunun kamu yararının dıĢında bir amaç gütmesi Anayasaya aykırılık
oluĢturur. Çünkü, yasaların amaç öğesindeki sakatlık baĢlıbaĢına bir aykırılık ve iptal
nedenidir. Bu durum, Anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesinin gereğidir. Ancak,
Anayasanın takdirine bırakmadığı emredici kurallar için ise, Anayasanın 2 nci maddesi ile
birlikte 63 üncü maddesinin gerektirdiği düzenlemeleri yapmak, yasakoyucu için Anayasal bir
zorunluluktur.
Türkiye‘nin 14.04.1982 tarih ve 2658 sayılı Kanunla katılması uygun bulunan ve
23.05.1982 tarih ve 8/4788 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla onaylanan (R.G. 14.02.1983
tarih ve 17959 sayılı) Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesinin;
1 inci maddesinde,
―Bu sözleĢmenin amaçları bakımından aĢağıdakiler ―kültürel miras‖ sayılacaktır:
Anıtlar: Tarih, sanat veya bilim açısından istisnaî evrensel değerdeki mimari eserler,
heykel ve resim alanındaki Ģaheserler, arkeolojik nitelikte eleman veya yapılar, kitabeler,
mağaralar ve eleman birleĢimleri.
Yapı toplulukları: Mimarileri, uyumlulukları veya arazi üzerindeki yerleri nedeniyle
tarih, sanat veya bilim açısından istisnaî evrensel değere sahip ayrı veya birleĢik yapı
toplulukları.
Sitler: Tarihsel, estetik, etnolojik veya antropolojik bakımlardan istisnaî evrensel değeri
olan insan ürünü eserler veya doğa ve insanın ortak eserleri ve arkeolojik sitleri kapsayan
alanlar.‖
2 nci maddesinde;
―Bu SözleĢmeye göre aĢağıdaki eserler ―doğal miras‖ sayılacaktır:
Estetik veya bilimsel açıdan istisnaî evrensel değeri olan, fiziksel ve biyolojik
oluĢumlardan veya bu tür oluĢum topluluklarından müteĢekkil doğal anıtlar.
Bilim veya muhafaza açısından istisnaî evrensel değeri olan jeolojik ve fizyografik
oluĢumlar ve tükenme tehdidi altındaki hayvan ve bitki türlerinin yetiĢtiği kesinlikle
belirlenmiĢ alanlar,
Bilim, muhafaza veya doğal güzellik açısından istisnaî evrensel değeri olan doğal sitler
veya kesinlikle belirlenmiĢ doğal alanlar.‖
DenilmiĢ;
3 üncü maddesinde; ―Yukarıda 1 inci ve 2 nci maddelerde belirtilen ve kendi toprakları
üzerinde bulunan çeĢitli varlıkları saptayıp belirlemek bu SözleĢmeye taraf olan her devlete
ait bir sorumluluktur.‖ hükmüne yer verilirken; 4 üncü maddesi ise, ―Bu SözleĢmeye taraf
olan devletlerden her biri 1 inci ve 2 nci maddelerde sözü edilen ve topraklarında bulunan
kültürel ve doğal mirasın saptanması, korunması, muhafazası, teĢhiri ve gelecek kuĢaklara
iletilmesinin sağlanması görevinin öncelikle kendisine ait olduğunu kabul eder. Bunun için
kaynaklarını sonuna kadar kullanarak ve uygun olduğunda özellikle mali, sanatsal, bilimsel ve
teknik alanlarda her türlü uluslararası yardım ve iĢbirliği sağlayarak elinden geleni
yapacaktır.‖ Ģeklinde hüküm altına alınmıĢtır.
SözleĢmenin 1 inci maddesindeki ―kültürel miras‖ ile 2 nci maddesindeki ―doğal
miras‖ın, 3 üncü maddesinde öngörüldüğü Ģekilde saptanıp belirlenmesi ve 4 üncü
maddesindeki belirtildiği gibi saptanması, korunması, muhafazası, teĢhiri ve gelecek
kuĢaklara aktarılmasının sağlanması görevlerinin yapılabilmesi için, öncelikle bu görevleri
yürütecek komisyonlarda görev alacakların, bu görevlerin gerektirdiği bilgi ve uzmanlığa
sahip olmaları gerekmektedir.
Anayasanın 90 ıncı maddesinin beĢinci fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe konulmuĢ
milletlerarası andlaĢmaların kanun hükmünde olduğu ve bunlar hakkında Anayasaya aykırılık
iddiası ile Anayasa Mahkemesine baĢvurulamayacağı kuralı getirilmiĢtir.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna
eklenen ek 4 üncü maddesinin ikinci fıkrasındaki komisyon, Dünya Kültürel ve Doğal
Mirasın Korunması SözleĢmesinin 1 inci ve 2 nci maddelerinde kültürel ve doğal mirası,
SözleĢmenin 3 üncü ve 4 üncü maddelerinde öngörüldüğü Ģekilde saptanması, korunması ve
gelecek kuĢaklara aktarılması görevlerini yapacak bilgi ve uzmanlığa sahip olmadığı için
2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddenin ikinci fıkrası, Anayasanın 90 ıncı maddesine
aykırıdır.
Öte yandan fıkrada, Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ile Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonlarının iĢ, iĢlem ve kararları konusunda, bu Kanunun
Koruma Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili hükümlerinin, Çevre ve ġehircilik
Bakanlığınca alınan ilke kararları çerçevesinde kıyasen uygulanacağı hüküm altına alınarak,
ilke kararları yasal düzenlemelerin üzerine çıkarılmaktadır.
Bakanlığın alacağı ilke kararları, yasal düzenlemelere uygun olacak iken, yasal
düzenlemelerin ilke kararları doğrultusunda kıyasen uygulanacağını öngören söz konusu
düzenleme, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci ve 8 inci maddelerine aykırıdır.
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna
eklenen ek 4 üncü maddesinin üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkraları ile 52 nci maddesiyle
2863 sayılı Kanuna eklenen geçici 9 uncu ve geçici 10 uncu maddeleri ve yürürlüğe iliĢkin 63
üncü maddesi yukarıda açıklanan aynı gerekçelerle Anayasanın 2 nci, 63 üncü ve 90 ıncı ve
91 inci maddelerine aykırılık oluĢturmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 51 inci
maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesi ile 52 nci maddesiyle 2863 sayılı
Kanuna eklenen geçici 9 uncu ve geçici 10 uncu maddeleri ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2
nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 63 üncü, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
III. YÜRÜRLÜĞÜ DURDURMA ĠSTEMĠNĠN GEREKÇESĠ
1) 6223 sayılı Yetki Yasasının iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Yüce
Mahkemenizde Anamuhalefet Partisi (CHP) olarak dava açmıĢ olduğumuzdan, 6223 sayılı
Yetki Yasanının yürürlüğünün durdurulmasına veya iptaline karar verilmesi durumunda 648
sayılı KHK yasal dayanaktan yoksun kalacağı; 648 sayılı KHK ile yapılan düzenlemelerin
6223 sayılı Yetki Kanununun kapsamında olmaması ve Anayasanın öngördüğü ―ivedilik‖,
―zorunluluk‖ ve ―önemlilik‖ Ģartlarını taĢımaması nedenleriyle 648 sayılı KHK‘nin
yürürlüğünün durdurulmasına karar verilmesi gerekeceği değerlendirilmektedir.
2) Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler
üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel
sığınak alanları ve özel güvenlik bölgelerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre
düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen
yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce
ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek görev ve
yetkilerinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci,
87 nci, 91 inci, 117 nci ve 127 nci maddelerine aykırıdır. Yasalarla yerel yönetimlere verilen
yerel planları yapma yetkisinin, merkezi idareye verilen yetkiler bağlamında yerel
gereksinimlere göre kullanılmasının olanaksız hale getirilmesi ve plan dengesi ve
bütünlüğünün bozulması yerleĢim yerlerinin geleceği açısından ileride telafisi mümkün
olmayan zararlara yol açacaktır.
3) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum
veya kuruluĢlarına ya da kiĢilere ait olan taĢınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara iliĢkin
olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce üç ay
içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar
planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini ilgili idarelerin baĢvurusu üzerine
yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren üç ay içinde yetkili idarelerce
ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek yetkileri
Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi, Anayasanın 10 uncu, 91 inci ve 127 nci
maddelerine aykırıdır. Bakanlığın bu yetkileri kullanması durumunda, sermaye kesimi lehine
düzenlemeler yapılacak ve yerleĢim yerlerinin çevre ve imar bütünlüğü ileride telafi
edilemeyecek derecede bozulacaktır. Öte yandan, Bakanlığa verilen, 2985 sayılı Toplu Konut
Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya yaptırmak, bu
uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüĢüm, yenileme ve transfer alanları geliĢtirmek, bu
alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım projelerini yapmak,
yaptırmak ve onaylamak, bu çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak, birleĢtirmek, arsa ve arazi
düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaĢtırma ve gerektiğinde usulüne
uygun olarak acele kamulaĢtırma yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerini
vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak yetkileri de Anayasanın 2 nci, 35 inci, 56
ncı, 57 nci, 91 inci ve 127 nci maddelerine aykırıdır. Bakanlığın söz konusu yetkiler
bağlamında yürüteceği faaliyetlerle, yerleĢim yerlerinin çevre ve imar dengesi ve bütünlüğü
bozulmanın yanında mülkiyet haklarına ileride telafisi olmayan zararlar verilecektir.
4) 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda düzenlenen ―tabiat
varlıkları‖ ile ―doğal sit alanları‖nın tespit, tescil, koruma amaçlı imar planı ve yönetimine
iliĢkin olarak Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek
Kurulu ve Koruma Bölge Kurullarına verilen görevler ile 383 sayılı Özel Çevre Koruma
Kurumu BaĢkanlığı Kurulmasına Dair KHK ile kurulan Özel Çevre Koruma Kurulu
BaĢkanlığının 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre ―Özel Çevre Koruma
Bölgesi‖ olarak ilan edilen ve edilecek alanlara iliĢkin koruma, koruma ve kullanma esaslarını
belirleme, imar planlarını yapma vb. görevlerin Çevre ve Ģehircilik Bakanlığının Mekansal
Planlama Genel Müdürlüğüne verilmesi, Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 63 üncü maddelerine
aykırıdır. Yapılan düzenleme, Anayasal düzeyde koruma altında olan tabiat varlıkları, doğal
sit alanları ve özel çevre koruma bölgelerini korumayı, değerlendirmeyi ve gelecek kuĢaklara
aktarmayı değil, yerleĢmeye ve yapılaĢmaya açmayı amaçladığından, söz konusu yerlerin
yerleĢme ve yapılaĢmaya açılması, ileride telafisi mümkün olmayan zararlar ortaya çıkacaktır.
5) Bakanlık MüĢavirlerinin, Bakanın uygun göreceği merkez veya taĢra teĢkilatına ait
birimlerde çalıĢtırılabilecek olması Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerine aykırıdır.
Bakanın söz konusu yetkisini kullanması durumunda, kamu görevlileri mağdur edilecek ve
ileride telafisi mümkün olmayan kayıplara yol açılacaktır.
6) 2872 sayılı Çevre Kanununun 9 uncu maddesine göre Bakanlar Kurulu Kararıyla
―Özel Çevre Koruma Bölgesi‖ ilan edilen yerlerin, çevre değerlerini koruma, çevre
sorunlarını giderme, koruma ve kullanma esaslarını belirleme görevlerini yürüten ―Özel Çevre
Koruma Kurumu BaĢkanlığı‖nın kapatılarak söz konusu görevlerin Çevre ve ġehircilik
Bakanlığının Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesi, Anayasanın 2 nci, 56
ncı ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Söz konusu düzenleme çevreyi korumayı, geliĢtirmeyi ve
kirlenmesini önlemeyi değil, yerleĢme ve yapılaĢmaya açılmasını amaçlamaktadır. Bakanlığın
amaçlananları gerçekleĢtirmesi durumunda, çevrede, çevre sağlığında ve insanların sağlıklı ve
dengeli bir çevrede yaĢama haklarında telafisi olmayan zararlar ortaya çıkacaktır.
7) 2863 sayılı Kanun hükümlerine göre yetkili kurullarca tespit ve tescili yapılmıĢ tabiat
varlıkları ile doğal sit alanlarının, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca kimlerden oluĢturulacağı
belirsiz bir komisyon tarafından tekrar incelenerek karara bağlanacak olması, Anayasanın 2
nci, 6 ncı, 7 nci, 63 üncü, 87 nci, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Bakanlığın
amaçlananı gerçekleĢtirmesi durumunda Anayasal koruma altında olan tabiat varlıkları ile
doğal sit alanlarının korunması değerlendirilmesi ve gelecek kuĢaklara aktarılması
gerçekleĢmeyecektir.
8) 4342 sayılı Mera kanununa göre mera, yaylak ve kıĢlak olarak tescil edilmiĢ yerlerin
geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleĢme yeri olarak tespit edilmesi; vaziyet planının ve
yapılaĢma Ģartlarının hazırlanıp, onaylanması ve onaylı imar planına uygun olarak talep
sahiplerine bedeli karĢılığında yirmidokuz yıla kadar tahsis edilmesi, Anayasanın 2 nci, 45
inci ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Mera, yaylak ve kıĢlakların tahribatıyla sonuçlanacak bu
durumun ileride telafisi olmayan zararlara yol açacağı aĢikardır.
9) Milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan
yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesislerin, onaylı uygulama
imar planına göre hazırlanacak projelerin gerçekleĢmesi için, 6830 sayılı Ġstimlak Kanunu
hükümlerine göre, Tarım ve Orman Bakanlığınca kamulaĢtırılacak olması Anayasanın 2 nci,
35 inci, 46 ncı ve 91 inci maddelerine aykırıdır. Gerçek kiĢilerle özel hukuk tüzel kiĢilerinin
mülkiyetinde olan milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde
kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesislerin, koruma ve
geliĢtirme amacıyla kamulaĢtırılması yerine yerleĢme ve yapılaĢmaya açılmak için
kamulaĢtırılması, korunup, değerlendirilerek gelecek kuĢaklara aktarılması gereken milli park,
tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanlarına ileride telafisi olmayan zararlar
verecektir.
10) Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında;
Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazları geliĢtirmek, değerlendirmek;
kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazları ise satın almak, trampa etmek, kamulaĢtırmak
yoluyla toplulaĢtırmak ve sonrasında da Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca söz konusu
taĢınmazlara iliĢkin her tür ve ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve
imar uygulamalarını yapmak yoluyla devletin arsa ve arazi spekülasyonculuğuna soyunması,
Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 35 inci, 43 üncü, 45 inci, 46 ncı, 57 nci, 63 üncü, 91 inci, 127 nci ve
169 uncu maddelerine aykırıdır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kıyılar, çayır,
mera, yaylak ve kıĢlaklar ile ormanlar ve orman sınırı dıĢına çıkarılan yerlerin yerleĢme ve
yapılaĢmaya açılması koruma altındaki söz konusu yerlerde ileride telafisi mümkün olmayan
tahribatlara yol açacaktır.
11) Koruma amaçlı imar planı hazırlama sürecinden, ―ilgili meslek odaları, sivil toplum
kuruluĢları ve plândan etkilenen hemĢerilerin‖ katılımının dıĢlanması ve sit alanlarına iliĢkin
koruma amaçlı imar planlarının iptal edilmesi durumunda yargı kararını bertaraf ederek
yerleĢme ve yapılaĢmanın kesintisiz devam etmesini amaçlayan düzenleme Anayasanın 2 nci,
57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine aykırıdır. Koruma amaçlı imar planının aleniyetliğinin
ortadan kaldırılması ve yargı kararına rağmen yerleĢme ve yapılaĢmanın devam edecek
olması, sit alanlarının tahribatını hızlandırarak ileride telafisi olmayan zararlara yol açacaktır.
12) Kültür Varlıklarını Koruma Kurullarına, Yükseköğretim Kurulunca, seçilecek iki
öğretim üyesinin yürürlükten kaldırılarak tüm üyelerin bakanlıkça seçiminin sağlanması;
koruma kurulu toplantılarına meslek odalarının katılımının davete bağlanması ve koruma
bölge kurulunca alınan kararlara itirazlardan Bakanlıkça uygun görülenlerin Yüksek Kurul
gündemine alınması, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 63 üncü ve 91 inci maddelerine aykırıdır.
13) Tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili iĢ,
iĢlem ve kararlara iliĢkin görev ve yetkilerin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesi;
koruma kurullarından arkeolog ve sanat tarihçilerinin çıkarılarak komisyonun biolog, peyzaj
mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçulardan oluĢturulması ve
Çevre ve Ģehircilik Bakanlığınca alınan ilke kararlarına yasa hükümlerinden daha üstün bir
statü tanınması, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 63 üncü, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine
aykırıdır. Tabiat varlıkları ile doğal sitlerin, Anayasanın öngördüğü biçimde korunması,
geliĢtirilmesi ve gelecek kuĢaklara aktarılması yerine yerleĢme ve yapılaĢmaya açılmasını
amaçlayan söz konusu düzenleme, tabiat varlıkları ile doğal sitlere ileride telafisi mümkün
olmayan zararlar verecektir.
Öte yandan, Anayasal düzenin hukuka aykırı kural ve düzenlemelerden en kısa sürede
arındırılması, hukuk devleti sayılmanın en önemli gerekleri arasında sayılmaktadır.
Anayasaya aykırılıkların sürdürülmesi, özenle korunması gereken hukukun üstünlüğü ilkesini
de zedeleyecektir. Hukukun üstünlüğünün sağlanamadığı bir düzende, kiĢi hak ve
özgürlükleri güvence altında sayılamayacağından, bu ilkenin zedelenmesi hukuk devleti
yönünden giderilmesi olanaksız durum ve zararlara yol açacaktır.
Bu zarar ve durumların doğmasını önlemek amacıyla, Anayasaya açıkça aykırı olan ve
iptali istenen hükümlerin iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin de durdurulması
istenerek Anayasa Mahkemesine dava açılmıĢtır.
IV. SONUÇ VE ĠSTEM
17.08.2011 tarihli ve 28028 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 08.08.2011 tarihli ve
648 sayılı ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun
Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik
Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‖nin;
1) Tümü ve ayrı ayrı tüm maddeleri ile eki (1) Sayılı Cetvel, (1) Sayılı Liste, (2) Sayılı
Liste ve (3) Sayılı Liste; Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci ve 91 inci
maddelerine;
2) 1 inci maddesiyle değiĢtirilen 29.06.2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik
Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan ―… Bakanlar Kurulunca
yetkilendirilen alanlar ile …‖ ibaresi ile ―… mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde
yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak
alanları, özel güvenlik bölgeleri …‖ ifadesi ve 4 üncü maddesi ile 644 sayılı KHK‘nin 7 nci
maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen ―mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler
üzerinde yapılacak her türlü yapı,‖ ibaresi, Anayasanın 2 nci, 5 inci, 6 ncı, 7 nci, 87 nci, 91
inci, 117 nci ve 127 nci maddelerine;
3) 1 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasına
eklenen (h) bendi ve 4 üncü maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7 nci maddesinin (1) numaralı
fıkrasına eklenen (e) bendi, Anayasanın 2 nci, 35 inci, 56 ncı, 57 nci, 91 inci ve 127 nci
maddelerine;
4) 10 uncu maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b), (ç), (d) ve (e) bentleri ile (a) bendindeki ―… sulak alanlar …‖, (c) bendindeki
―… doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgesi …‖ ibareleri; (2) numaralı
fıkrasının ilk cümlesindeki ―… ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları
ve bunların koruma alanlarının …‖ ibaresi ile ikinci cümlesindeki ―… Ancak Bakanlıkça …‖
ibaresi ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 7 nci, 56 ncı, 63 üncü, 87 nci ve 123 ncü
maddelerine;
5) 12 nci maddesi ile 644 sayılı KHK‘nin 25 inci maddesine eklenen (2) numaralı
fıkrası ve 32 nci maddesiyle 29.06.2011 tarihli ve 645 sayılı KHK‘nin 19 uncu maddesine
eklenen (2) numaralı fıkrası; Anayasanın 2 nci ve 11 inci maddelerine;
6) 15 inci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1 inci maddesi ile 19 uncu, 20 nci
ve 63 üncü maddeleri, Anayasanın 2 nci, 56 ncı ve 91 inci maddelerine;
7) 17 nci maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6 ncı maddesinin (1) numaralı
fıkrası ile (3) numaralı fıkrası ve 41 inci maddesindeki ―21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda yer alan ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‘ Ģeklinde ve
‗kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu‘ ile ‗Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Bölge Kurulu‘ Ġbareleri ‗Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ …‖
ifadesi ile 41 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a)
bendine eklenen (13) numaralı alt bendi ve 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci,
63 üncü, 87 nci, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine;
8) 23 üncü maddesiyle 03.05.1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununa eklenen ek 4
üncü maddesinin birinci fıkrasının; Anayasanın 2 nci ve 45 inci ve 91 inci maddelerine;
9) 36 ncı maddesiyle değiĢtirilen 2873 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin birinci
fıkrasındaki, ―onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin‖ ibaresi, Anayasanın
2 nci, 35 inci, 46 ncı ve 91 inci maddelerine;
10) 40 ıncı maddesi ile değiĢtirilen 13.12.1978 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının
TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinin birinci
fıkrasının (r) bendindeki, ―Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler
kapsamında …‖ ve ― … ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan …‖ ifadeleri ile ―…
kamulaĢtırma …‖ ibaresi ve ikinci fıkrası, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 35 inci, 43 üncü, 45 inci,
46 ncı, 57 nci, 63 üncü, 91 inci, 127 nci ve 169 uncu maddelerine;
11) 42 nci maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü paragrafları ile 63 üncü
maddesi, Anayasanın 2 nci, 57 nci, 63 üncü ve 127 nci maddelerine;
12) 47 nci ve 49 uncu maddeleri ile 50 nci maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanunun
61 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki ―… Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü
takdirde …‖ ibaresi ile 63 üncü maddesi, Anayasanın 2 nci, 10 uncu, 63 üncü ve 91 inci
maddelerine;
13) 51 inci maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen ek 4 üncü maddesi ile 52 nci
maddesiyle 2863 sayılı Kanuna eklenen geçici 9 uncu ve geçici 10 uncu maddeleri ve 63 üncü
maddesi, Anayasanın 2 nci, 6 ncı, 7 nci, 8 inci, 63 üncü, 90 ıncı ve 91 inci maddelerine;
aykırı olduklarından iptallerine ve uygulanmaları halinde giderilmesi güç ya da
olanaksız zarar ve durumlar olacağı için, iptal davası sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin
durdurulmasına karar verilmesine iliĢkin istemimizi saygı ile arz ederiz.‖
II- YASA METĠNLERĠ
A- Ġptali Ġstenilen Kanun Hükmünde Kararname Kuralları
8.8.2011 günlü, 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin iptali istenen
kuralları ile eki (1) sayılı cetvel ve (1), (2) ve (3) sayılı listeleri Ģöyledir:
MADDE 1- 29/6/2011 tarihli ve 644 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (b)
ve (ç) bentleri aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, (e) bendinde yer alan ―özel ihtisas iĢleri hariç‖
ibaresinden sonra gelmek üzere ―talepleri halinde‖ ibaresi eklenmiĢ, (ğ) bendinden sonra
gelmek üzere aĢağıdaki bentler eklenmiĢ ve mevcut bentler buna göre teselsül ettirilmiĢtir.
―b) Çevrenin korunması, iyileĢtirilmesi ile çevre kirliliğinin önlenmesine yönelik
prensip ve politikalar tespit etmek, standart ve ölçütler geliĢtirmek, programlar hazırlamak; bu
çerçevede eğitim, araĢtırma, projelendirme, eylem planları ve kirlilik haritalarını oluĢturmak,
bunların uygulama esaslarını tespit etmek ve izlemek, iklim değiĢikliği ile ilgili iĢ ve iĢlemleri
yürütmek.‖
―ç) Her tür ve ölçekteki fiziki planlara ve bunların uygulanmasına yönelik temel ilke,
strateji ve standartları belirlemek ve bunların uygulanmasını sağlamak, Bakanlar Kurulunca
yetkilendirilen alanlar ile merkezi idarenin yetkisi içindeki kamu yatırımları, mülkiyeti
kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler,
askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri, enerji ve
telekomünikasyon tesislerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve
uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapmak, yaptırmak,
onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma
yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek.‖
―h) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan veya mülkiyeti Hazineye, kamu kurum
veya kuruluĢlarına ya da kiĢilere ait olan taĢınmazlar üzerinde yapılacak yatırımlara iliĢkin
olarak ilgilileri tarafından hazırlanan veya hazırlattırılan ancak yetkili idarelerce üç ay
içerisinde onaylanmayan etüt, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar
planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini ilgili idarelerin baĢvurusu üzerine
yapmak, yaptırmak, onaylamak ve baĢvuru tarihinden itibaren üç ay içinde yetkili idarelerce
ruhsatlandırma yapılmaması halinde resen ruhsat ve yapı kullanma izni vermek.
ı) Depreme karĢı dayanıksız yapılar ile imar mevzuatına, plan, proje ve eklerine aykırı
yapıların ve bunların bulunduğu alanların dönüĢüm projelerini ve uygulamalarını yapmak
veya yaptırmak.‖
MADDE 2- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan ―dört‖ ibaresi ―beĢ‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 3- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 6 ncı maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, (f) bendinden sonra gelmek üzere
aĢağıdaki bent eklenmiĢ ve mevcut bentler buna göre teselsül ettirilmiĢtir.
―d) Altyapı Hizmetleri Genel Müdürlüğü.‖
―g) Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü.‖
MADDE 4- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 7 nci maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bent eklenmiĢ, mevcut bentler buna
göre teselsül ettirilmiĢ ve (j) bendinde yer alan ―kamu yatırımları,‖ ibaresinden sonra gelmek
üzere ―mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı,‖ ibaresi
eklenmiĢtir.
―e) 2 nci maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde belirtilen konularla ilgili olarak 2985
sayılı Toplu Konut Kanununun ek 7 nci maddesi çerçevesinde uygulama yapmak veya
yaptırmak, bu uygulamalara yönelik olarak kentsel dönüĢüm, yenileme ve transfer alanları
geliĢtirmek, bu alanların her ölçekteki imar planı ve imar uygulamalarını, kentsel tasarım
projelerini yapmak, yaptırmak ve onaylamak, bu çerçevede paylı mülkiyetleri ayırmak,
birleĢtirmek, arsa ve arazi düzenlemeleri yapmak, imar hakkı transfer etmek, kamulaĢtırma ve
gerektiğinde usulüne uygun olarak acele kamulaĢtırma yoluna gitmek, yapı ruhsatı ve yapı
kullanma izinlerini vermek ve kat mülkiyeti tesis ve tescilini sağlamak.‖
MADDE 5- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesinin birinci
fıkrasının (ğ), (ı), (j) ve (l) bentleri aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, (m) bendinden sonra
gelmek üzere aĢağıdaki bentler eklenmiĢ, mevcut bentler buna göre teselsül ettirilmiĢ ve (k)
bendinde yer alan ―ölçütleri belirlemek‖ ibaresinden sonra gelmek üzere ―, uygulanmasını
sağlamak‖ ibaresi eklenmiĢtir.
―ğ) Yeraltı ve yerüstü sularının, denizlerin ve toprağın korunması, kirliliğin önlenmesi
veya bertaraf edilmesi maksadıyla kirletici unsurlar ile kirliliğin giderilmesi ve kontrolüne
iliĢkin usul ve esasları tespit etmek ve uygulamayı sağlamak, acil müdahale planları yapmak
ve yaptırmak, çevrenin korunması maksadıyla uygun teknolojileri belirlemek ve bu maksatla
kurulacak tesislerin vasıflarını tespit etmek ve bu çerçevede gerekli tedbirleri almak ve
aldırmak.‖
―ı) Atıksu arıtma tesislerinin tasarım esaslarını ve kriterlerini belirlemek, onay
iĢlemlerini yürütmek.‖
―j) Ġlgili kurum ve kuruluĢlarla iĢbirliği içinde atıkların taĢınması ile tehlikeli atıkların
taĢınma lisanslarına iliĢkin esasları belirlemek, uygulanmasını sağlamak, izlemek, atık ve
kimyasallarla kirlenmiĢ alanların mevcut kirlilik durumlarını tespit etmek, çevre ve insan
sağlığına yönelik risklere ve kirlenmiĢ alanların iyileĢtirilmesine iliĢkin çalıĢmaları yapmak ve
yaptırmak.‖
―l) Ulusal çevre stratejisi ve eylem planlarını hazırlamak, yürütmek ve koordinasyonu
sağlamak.‖
―n) Mahalli çevre kurullarının çalıĢmalarını takip etmek ve yönlendirmek.
o) YerleĢik alanlarda bina ve sair yapılarda görüntü kirliliğine yol açan uygulamaları
önleyici tedbirler almak.‖
MADDE 6- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesinin birinci
fıkrasının (b), (c) ve (i) bentleri aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, (ç), (d), (f), (ğ) ve (k) bentleri
yürürlükten kaldırılmıĢ, mevcut bentler buna göre teselsül ettirilmiĢ ve (ı) bendinde yer alan ―,
tespit ve kalite ölçütlerini‖ ibaresi ―ve analiz ölçütlerini belirlemek,‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir.
―b) Çevre kirliliğini önleme ve çevre kalitesini iyileĢtirmeye yönelik her türlü faaliyet
ve tesisi izlemek, gerekli tedbirleri almak ve aldırmak, denetlemek, çevre izni ve lisansı
vermek.
c) Çevre kirliliğine neden olan faaliyet ve tesislerin emisyon, deĢarj ve atıklar ile arıtma
ve bertaraf sistemlerini izlemek ve denetlemek.‖
―i) Her türlü atık bertaraf tesisine lisans vermek, bunları izlemek ve denetlemek.‖
MADDE 7- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 10 uncu maddesinin birinci
fıkrasının (f), (g) ve (ğ) bentleri yürürlükten kaldırılmıĢ ve aynı maddenin ikinci fıkrasında
yer alan ―(ç)‖ ibaresi ―(c)‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 8- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 11 inci maddesinin baĢlığı
―Altyapı Hizmetleri Genel Müdürlüğü‖ Ģeklinde ve birinci fıkrasında yer alan ―Ġmar ve
Kentsel Altyapı Genel Müdürlüğünün‖ ibaresi ―Altyapı Hizmetleri Genel Müdürlüğünün‖
Ģeklinde değiĢtirilmiĢ, aynı maddenin birinci fıkrasının (f) bendinden sonra gelmek üzere
aĢağıdaki bent eklenmiĢ ve mevcut (g) bendi (ğ) bendi olarak teselsül ettirilmiĢtir.
―g) 2 nci maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendi kapsamındaki uygulamalara iliĢkin her
türlü altyapı, katlı ve köprülü kavĢak gibi yapıların proje ve uygulamalarını yapmak,
yaptırmak, bu alanlarda mülk sahiplerinden altyapı katılım bedellerini tahsil etmeye dönük
düzenlemeler yapmak.‖
MADDE 9- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 12 nci maddesinin birinci
fıkrasına (l) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bentler eklenmiĢ ve mevcut (m) bendi
(o) bendi olarak teselsül ettirilmiĢtir.
―m) Yapılarda kullanılacak malzemelerin kullanım amacına uygunluğuna dair esasları
belirlemek, koordinasyon ve yetkilendirme çalıĢmalarını yürütmek, yapı malzemelerine
iliĢkin standartların hazırlanıp yayımlanmasını sağlamak.
n) Yapı malzemelerinin üretim, satıĢ, nakil ve kullanma safhalarında her türlü mekânda
ve ortamda gözetim ve denetimini yapmak, yapı malzemesi numunelerinin test ve deneylerini
ilgili standarda göre yapmak, yaptırmak ve laboratuvar altyapısını geliĢtirmek.‖
MADDE 10- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye 13 üncü maddesinden sonra
gelmek üzere aĢağıdaki madde eklenmiĢtir.
―Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü
MADDE 13/A- (1) Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünün görevleri
Ģunlardır:
a) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve
benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları
belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil etmek.
b) Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil,
onay, değiĢiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve
tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak.
c) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları,
sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların
kullanma ve yapılaĢmaya yönelik ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre
düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiĢtirmek, uygulamak veya
uygulanmasını sağlamak.
ç) Tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan
diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüĢünü
alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar
vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak,
yaptırmak ve onaylamak.
d) Orman alanları dıĢında yer alan korunması gerekli taĢınmaz tabiat varlıkları, koruma
alanları ve doğal sit alanlarının Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına, onaylanan planlara
uygun olarak kullanılmak üzere tahsisini gerçekleĢtirmek, uygulamaların tahsis Ģartlarına
uygun olarak gerçekleĢmesini izlemek ve denetlemek.
e) Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerine iliĢkin olarak;
hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen projeleri yapmak, yaptırmak ve onaylamak, her
türlü araĢtırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek, eğitim ve bilinçlendirme çalıĢmaları
yürütmek, kullanım yasağı getirilen alanların kamulaĢtırma veya benzer yollarla kamunun
eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve denetim yapmak, gerekli görülen alanların korunması
ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım yapmak veya ilgili idarelerin yatırım projelerini
desteklemek, bu alan ve bölgelerde Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere iliĢkin her
türlü tasarrufta bulunmak, iĢletmek, iĢlettirmek ve kullanım izinlerini vermek, korunan
alanlara iliĢkin insan ve finansman kaynağı sağlamak.
f) Bakan tarafından verilen benzeri görevleri yapmak.
(2) Orman ve orman rejimine tabi olmayan yerlerde Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca
tespit edilen veya ettirilen tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar
ve benzeri diğer koruma alanları ile Bakanlıkça tespit edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları
ve bunların koruma alanlarının tescil ve ilanı Bakanın onayı ile yapılır. Ancak Bakanlıkça
yapı yasağı önerilen tabiat varlıkları ve doğal sit alanları dahil orman rejimine tabi olmayan
bütün koruma alanları Bakanlar Kurulu kararı ile tescil ve ilan edilir. Uygulama imar planı
kararı ile yapı yasağı getirilen özel mülkiyete konu alanlara iliĢkin arazi ve arsa düzenlemesi,
trampa veya kamulaĢtırma iĢlemleri, bu alanların yönetimi ve iĢletmesini üstlenen
kuruluĢlarca veya Bakanlıkça gerçekleĢtirilir.‖
MADDE 11- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 16 ncı maddesinin dördüncü
fıkrasının birinci cümlesi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―Yüksek Fen Kurulu, en az üçte iki çoğunluk ile toplanır ve toplantıya katılanların
çoğunluğu ile karar alır; oyların eĢitliği halinde, BaĢkanın taraf olduğu görüĢ çoğunlukta
sayılır.‖
MADDE 12- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 25 inci maddesine aĢağıdaki
fıkra eklenmiĢtir.
―(2) Bakanlık MüĢavirleri, Bakanın uygun göreceği merkez veya taĢra teĢkilatına ait
birimlerde çalıĢtırılabilir.‖
MADDE 13- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 32 nci maddesine aĢağıdaki
fıkra eklenmiĢtir.
―(2) Bakanlık, 2 nci maddenin birinci fıkrasının (i) bendinde belirtilen görevlerden bir
kısmını veya tamamını, talepleri üzerine, yeterli teknik teĢkilatı olduğu kabul edilen kamu
kurum ve kuruluĢlarına devredebilir.‖
MADDE 14- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye 36 ncı maddesinden sonra
gelmek üzere aĢağıdaki madde eklenmiĢtir.
―SözleĢmeli personel çalıĢtırılması
MADDE 36/A- (1) 2 nci maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendi kapsamında Bakanlar
Kurulunca belirlenen projelerde, proje ve uygulama süresini aĢmamak kaydıyla 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunu ile diğer kanunların sözleĢmeli personel çalıĢtırılmasına dair
hükümlerine bağlı kalınmaksızın, özel bilgi ve ihtisas gerektiren konularda sözleĢmeli
personel çalıĢtırılabilir. Bu suretle çalıĢtırılacakların unvanı, sayısı, ücretleri ile diğer hususlar,
Bakanlar Kurulunca yürürlüğe konulacak hizmet sözleĢmesi esaslarına göre tespit edilir.‖
MADDE 15- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye aĢağıdaki ek madde
eklenmiĢtir.
―EK MADDE 1- (1) 19/10/1989 tarihli ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname ile kurulan Özel Çevre Koruma
Kurumu BaĢkanlığı kapatılmıĢtır.
(2) 383 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede belirtilen iĢ ve iĢlemler, Bakan tarafından
uygun görülen Çevre ve ġehircilik Bakanlığının birimlerince yürütülür.
(3) Bu Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığına ait her türlü taĢınır, taĢıt, araç, gereç ve malzeme, borç ve alacaklar, hak ve
yükümlülükler, yazılı ve elektronik ortamdaki her türlü kayıtlar ve dokümanlar Çevre ve
ġehircilik Bakanlığına hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın devredilmiĢ sayılır. Mülkiyeti
Hazineye ait veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taĢınmazlardan Özel Çevre Koruma
Kurumu BaĢkanlığına tahsis edilmiĢ olanlar hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın tahsis amacında
kullanılmak üzere Bakanlığa tahsis edilmiĢ sayılır.
(4) Kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının harcamaları, 6091 sayılı 2011
Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa istinaden Maliye Bakanlığınca yeni bir düzenleme
yapılıncaya kadar, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının 2011 yılı bütçesinde yer alan
ödeneklerden karĢılanır.
(5) Kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığında Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanı, BaĢkan Yardımcısı, I. Hukuk MüĢaviri ve Daire BaĢkanı kadrosunda bulunanlar, ekli
(3) sayılı liste ile ihdas edilen Bakanlık MüĢaviri kadrolarına, Özel Çevre Koruma Müdürü ve
Özel Çevre Koruma Müdür Yardımcısı kadrolarında bulunanlar, bulundukları illerdeki Çevre
ve ġehircilik Ġl Müdürlüğünün Ģube müdürü kadrolarına halen bulundukları kadro
dereceleriyle atanmıĢ sayılır. Geçici 3 üncü maddenin beĢinci fıkrası hükümleri bunlar
hakkında da uygulanır. Bu madde uyarınca ihdas edilen Bakanlık MüĢaviri kadroları,
herhangi bir sebeple boĢalması halinde hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın iptal edilmiĢ sayılır.
Bunlar dıĢında kalan personel, hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın kadro ve pozisyonlarıyla
birlikte Çevre ve ġehircilik Bakanlığına devredilmiĢtir. Devredilen personele ait kadrolar,
baĢka bir iĢleme gerek kalmaksızın devir tarihi itibarıyla ihdas edilerek 190 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına ait bölümüne eklenmiĢ ve
devredilen sözleĢmeli pozisyonlar aynı Bakanlığa vize edilmiĢ sayılır.‖
MADDE 16- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 2 nci maddesine
aĢağıdaki fıkralar eklenmiĢtir.
―(7) Bu Kanun Hükmünde Kararname ile Bakanlığa verilen görevlerle ilgili iĢ ve
iĢlemlerden dolayı Çevre ve Orman Bakanlığınca taraf olunan iĢlem ve sözleĢmelerde
Bakanlık taraf olur ve Çevre ve Orman Bakanlığı leh ve aleyhine açılmıĢ olan davalar ile
baĢlatılmıĢ olan takiplerde Bakanlık kendiliğinden taraf sıfatını kazanır. Söz konusu görevlere
iliĢkin olarak bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce Çevre ve Orman Bakanlığınca
yapılmıĢ iĢ ve iĢlemler sebebiyle açılacak davalar Bakanlığa yöneltilir. Tabiat varlıkları ile
ilgili iĢ ve iĢlemlerden dolayı Kültür ve Turizm Bakanlığının taraf olduğu iĢlem, sözleĢme,
dava ve takipler hakkında da bu fıkra hükmü uygulanır.
(8) Yedinci fıkrada belirtilenler hariç olmak üzere bu maddenin yayımı tarihinden önce,
Çevre ve Orman Bakanlığı ile Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığına iliĢkin iĢ ve iĢlemler
sebebiyle adı geçen Bakanlıkların leh ve aleyhine açılmıĢ olan davalar ile baĢlatılmıĢ
takiplerde Çevre ve Orman Bakanlığınca tesis edilmiĢ iĢlemler için husumet Orman ve Su
ĠĢleri Bakanlığına; Bayındırlık ve Ġskan Bakanlığınca tesis edilmiĢ iĢlemlerde ise husumet
Çevre ve ġehircilik Bakanlığına yöneltilir.‖
MADDE 17- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameye aĢağıdaki geçici madde
eklenmiĢtir.
―Mevcut statülerin değerlendirilmesi
GEÇĠCĠ MADDE 6- (1) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte, doğal sit alanı ve tabiat
varlığı olarak tespit ve tescil edilmiĢ alan ve varlıklara iliĢkin her türlü belge, bu alan ve
varlıkların statülerinin yeniden değerlendirilmesi için en geç altı ay içinde Bakanlığa
devredilir. Tabiat varlıkları ve doğal sitlerle ilgili yeni değerlendirme yapılıncaya kadar bu
alanlara iliĢkin olarak kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca alınmıĢ kararlar
geçerlidir.
(2) Devir sürecinde arkeolojik, kentsel, tarihi sitlerin ve kültür varlıklarının bulunduğu
alanların doğal sitler, tabiat varlıkları ile benzeri diğer koruma statüsünde bulunan alanlarla
çakıĢması durumunda bu alanlara iliĢkin konular mevcut doğal sit statüsü de gözönüne
alınarak kültür varlıklarını koruma bölge kurullarınca değerlendirilir ve Kültür ve Turizm
Bakanlığının talebi üzerine bu alanların adı geçen Bakanlıkça kısmen veya tamamen
yönetilmesine Çevre ve ġehircilik Bakanı ile Kültür ve Turizm Bakanınca birlikte karar
verilir.
(3) Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacak komisyonca yeniden
tespit edilen statüler Çevre ve ġehircilik Bakanının onayı ile, yapı yasağı öngörülen statüler
ise Bakanlar Kurulunca onaylandıktan sonra tescil edilir. Bu alanlar ve varlıklar yeni
statüsüne, ören yerleri ise mevcut statüsüne uygun koruma-kullanma esaslarına göre yetkili
idarelerce yönetilir.
(4) Bu Kanun Hükmünde Kararnamenin yayımı tarihinden önce ilan edilmiĢ olan milli
parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve sulak alanlardaki kamuya ait
alanların mevcut halleriyle yönetilmesine ve iĢletilmesine iliĢkin iĢ ve iĢlemler, Bakanlıkça
onaylanan her tür ve ölçekteki çevre düzeni planı ile nazım ve uygulama imar planı
kararlarına uygun olarak Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca yürütülür.‖
MADDE 18- 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin
―MüsteĢar Yardımcısı‖ baĢlıklı sütununa ―MüsteĢar Yardımcısı‖ sırası eklenmiĢ, ―Hizmet
Birimleri‖ baĢlıklı sütununun 5 inci sırası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, 7 nci sırasından
sonra gelmek üzere aĢağıdaki sıra eklenmiĢ ve mevcut sıralar buna göre teselsül ettirilmiĢtir.
―5) Altyapı Hizmetleri Genel Müdürlüğü‖
―8) Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü‖
MADDE 19- 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol
Kanununun eki (II) sayılı cetvelin ―B) ÖZEL BÜTÇELĠ DĠĞER ĠDARELER‖ bölümünde yer
alan ―31) Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı‖ sırası yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 20- 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 3 üncü
maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı,‖ ve sekizinci
fıkrasında yer alan ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığı,‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 21- 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı Ġmar Kanununun 8 inci maddesinin birinci
fıkrasının (b) bendinin dördüncü cümlesi ve ikinci fıkrasının üçüncü cümlesi aĢağıdaki Ģekilde
değiĢtirilmiĢtir.
―Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye baĢkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde
ve ilgili idarelerin internet sayfalarında bir ay süreyle eĢ zamanlı olarak ilan edilir.‖
―Onay tarihinden itibaren valilikçe tespit edilen ilan yerinde ve ilgili idarelerin internet
sayfalarında bir ay süreyle eĢ zamanlı olarak ilan edilir.‖
MADDE 22- 3194 sayılı Kanunun 27 nci maddesi baĢlığı ile birlikte aĢağıdaki Ģekilde
değiĢtirilmiĢtir.
―Köylerde yapılacak yapılar ve uyulacak esaslar
MADDE 27- Belediye ve mücavir alanlar dıĢında köylerin köy yerleĢik alanlarında,
civarında ve mezralarda yapılacak konut, entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar planı
gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapılar ile köyde oturanların ihtiyaçlarını
karĢılayacak bakkal, manav, berber, köy fırını, köy kahvesi, köy lokantası, tanıtım ve teĢhir
büfeleri ve köy halkı tarafından kurulan ve iĢletilen kooperatiflerin iĢletme binası gibi yapılar
için yapı ruhsatı aranmaz. Ancak etüt ve projelerinin valilikçe incelenmesi, muhtarlıktan
yazılı izin alınması ve bu yapıların yöresel doku ve mimari özelliklere, fen, sanat ve sağlık
kurallarına uygun olması zorunludur. Etüt ve projelerin sorumluluğu müellifi olan mimar ve
mühendislere aittir. Bu yapılar valilikçe ulusal adres bilgi sistemine ve kadastro planlarına
iĢlenir. Köy yerleĢik alan sınırları dıĢında kalan ve entegre tesis niteliğinde olmayan ve imar
planı gerektirmeyen tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların yapı ruhsatı alınarak inĢa edilmesi
zorunludur. Tarım ve hayvancılık amaçlı yapıların denetimine yönelik fenni mesuliyet 28 inci
madde hükümlerine göre mimar ve mühendislerce üstlenilir.
Onaylı üst kademe planlarda aksine hüküm bulunmadığı hallerde köy yerleĢik alan
sınırları içinde, jeolojik açıdan üzerinde yapı yapılmasında sakınca bulunan alanlar ile köyün
ana yolları ve geniĢlikleri, hâlihazır harita veya kadastro paftaları üzerinde il özel idarelerince
belirlenir. Belirlenen yollar, ifraz ve tevhit suretiyle uygulama imar planı kararı aranmaksızın
kamu yararı kararı alınarak oluĢturulur.
Köy yerleĢik alan sınırı içerisinde, 3/7/2005 tarihli ve 5403 sayılı Toprak Koruma ve
Arazi Kullanımı Kanunu hükümleri uygulanmaz.
Köy yerleĢik alan sınırlarının parselleri bölmesi durumunda yerleĢik alan sınırı 5403
sayılı Kanun hükümlerine tabi olmaksızın ifraz hattı olarak kabul edilir.
Ġl çevre düzeni planında açıkça belirtilmediği takdirde, ihtiyaç duyulması halinde,
köyün geliĢme potansiyeli ve geliĢme düzeyi de dikkate alınarak köy yerleĢik alan sınırları ve
özel kanunlara iliĢkin hükümler saklı kalmak kaydıyla bu alanlarda yapılaĢma kararı ve ifraz
Ģartları belediye sınırı il sınırı olan yerlerde büyükĢehir belediye meclisi, diğer yerlerde il
genel meclisi kararı ile belirlenir. Tespitler kadastro paftasına iĢlenerek tapu sicilinde
belirtilir. Ġhtiyaç duyulması halinde mevcut köy yerleĢik alan sınırları il genel meclislerince
yeniden belirlenebilir.
Ġmar planı olmayan köy yerleĢik alanı sınırları içerisinde köyün ihtiyacına yönelik
olarak ilk ve orta öğretim tesisi, ibadet yeri, sağlık tesisi, güvenlik tesisi gibi yapılar için imar
planı Ģartı aranmaz. Ancak yer seçimi, valilikçe oluĢturulan bir komisyonca hâlihazır harita
veya kadastro paftaları üzerinde kesin sınırları ile belirlenir. Bu yapı ve tesislere uygulama
projelerine göre ilgili yatırımcı kamu kurum ve kuruluĢu adına yapı ruhsatı ve yapı kullanma
izni verilir.
Bu maddenin uygulanmasına iliĢkin hususlar Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle
belirlenir.‖
MADDE 23- 3194 sayılı Kanuna aĢağıdaki ek madde eklenmiĢtir.
―EK MADDE 4- Mera, yaylak ve kıĢlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici
yerleĢme yeri olarak uygun görülen kısımları valilikçe bu amaçla kurulacak bir komisyon
tarafından tespit edilir. Bu yerlerin ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiĢtirilerek tapuda
Hazine adına tescilleri yapılır. Bu taĢınmazlar, bu madde kapsamında kullanılmak ve
değerlendirilmek üzere, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalanlar ilgili belediyelerine,
diğer alanlarda kalanlar ise il özel idarelerine veya özel kanunlarla belirlenen ilgili idarelere
tahsis edilir. Özel kanunlar kapsamı dıĢında kalan alanlarda belediyesince veya il özel
idaresince geçici yerleĢme alanının vaziyet planı ve yapılaĢma Ģartları hazırlanır ve onaylanır.
Bu taĢınmazlardan kamu hizmetleri için gerekli olanların dıĢındakiler, il özel idaresince veya
belediyesince ve özel kanunlarla belirlenmiĢ alanlarda ilgili idarece kadastro verileri iĢlenmiĢ
hâlihazır haritalar üzerine yapılmıĢ vaziyet planına veya onaylı imar planına uygun olarak
talep sahiplerine bedeli karĢılığında yirmidokuz yıla kadar tahsis edilebilir. Bu yerlerde
umumi ve kamusal yapılar hariç, inĢa edilecek yapıların kat adedi bodrum hariç olmak üzere
ikiyi, yapı inĢaat alanı 200 metrekareyi geçemez. Bu yapıların yöresel mimariye uygun ve
yöresel malzeme kullanılmak suretiyle yapılması zorunludur. Bu fıkranın uygulanmasına, bu
fıkra kapsamında tahsis edilecek mera, yaylak ve kıĢlakların il genelindeki toplam mera,
yaylak ve kıĢlakların binde beĢini geçmemek üzere oranının belirlenmesine, bu yerlerin
kiralanmak ve irtifak hakkı tesis edilmek suretiyle tahsisine, tahsis sürelerine, tahsis
bedellerine, tahsil edilen bedellerin kullanım Ģekline, tahsis süresinin sona ermesine,
komisyonun teĢkiline ve diğer konulara iliĢkin esas ve usuller, ĠçiĢleri Bakanlığı, Maliye
Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı ile Kültür ve
Turizm Bakanlığının uygun görüĢleri alınarak Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.
Mera, yaylak ve kıĢlakların 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi TeĢvik Kanunu
uyarınca ilan edilen turizm merkezleri ile kültür ve turizm geliĢim bölgeleri kapsamında kalan
kısımları, ot bedeli alınmaksızın tahsis amacı değiĢtirilerek tapuda Hazine adına tescil edilir
ve bu yerler, 2634 sayılı Kanun çerçevesinde kullanılmak ve değerlendirilmek üzere Kültür ve
Turizm Bakanlığına tahsis edilir.‖
MADDE 24- 29/6/2001 tarihli ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanunun 1 inci
maddesinin ikinci fıkrası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―Bu Kanun;
a) 3194 sayılı Ġmar Kanununun 26 ncı maddesinde belirtilen kamuya ait yapı ve tesisler
ile 27 nci maddesinde belirtilen ruhsata tabi olmayan yapılar,
b) Bodrum katı dıĢında en çok iki katlı ve yapı inĢaat alanı toplam 200 metrekareyi
geçmeyen müstakil yapılar,
c) Entegre tesis niteliğinde olmayan tarım ve hayvancılık amaçlı yapı ve tesisler,
d) Köy yerleĢik alanlarında, belediye ve mücavir alan sınırları içinde olmayan iskân dıĢı
alanlarda ve nüfusu 5000‘in altında olan belediyelerin belediye ve mücavir alan sınırları
içinde bodrum katı ve çatı arası dıĢında en çok iki katlı ve yalnızca bir bodrum katın inĢaat
alanı hesaba katılmaksızın toplam inĢaat alanı 500 metrekareyi geçmeyen konut yapıları ile
bunların kömürlük, otopark, depo gibi müĢtemilatı,
hariç olmak üzere, belediye ve mücavir alan sınırları içinde ve dıĢında kalan yerlerde
yapılacak yapıların denetimini kapsar. Ruhsata tabi olup, bu Kanun hükümlerine tabi olmayan
yapılarda denetime yönelik fenni mesuliyet 3194 sayılı Ġmar Kanununun 26 ncı ve 28 inci
maddelerine göre mimar ve mühendislerce üstlenilir. Birden fazla müstakil yapının bulunduğu
parsellerde, bütün yapıların toplam yapı inĢaat alanının 200 metrekareyi geçmesi halinde de
bu Kanun uygulanır. Yalnızca bir bodrum katın inĢaat alanı hesaba katılmaksızın toplam
inĢaat alanı 500 metrekareyi geçmeyen yapılarda geçici yapı müteahhidi yetki belgesi almak
ve mimar veya mühendis unvanlı Ģantiye Ģefi bulundurmak, yapı müteahhitliğine iliĢkin bütün
sorumlulukları üstlenmek Ģartıyla parsel maliki kendi yapısını inĢa edebilir. Ancak bu
yapılarda da mimar veya mühendis unvanlı Ģantiye Ģefi bulundurulması zorunludur. Parsel
malikinin veya hissedarlardan birinin mimar veya mühendis olması halinde ayrıca Ģantiye Ģefi
aranmaz.‖
MADDE 25- 4708 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin üçüncü fıkrası ve 7 nci maddesi
yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 26- 4708 sayılı Kanunun 4 üncü maddesi baĢlığı ile birlikte aĢağıdaki Ģekilde
değiĢtirilmiĢtir.
―Yapı denetim komisyonları ve görevleri
MADDE 4- Bu Kanunun uygulanması ile ilgili Bakanlık iĢ ve iĢlemlerinin
yürütülmesini sağlamak üzere, Bakanlık merkezinde Merkez Yapı Denetim Komisyonu ve
illerde Ġl Yapı Denetim Komisyonları kurulur. Ġl Yapı Denetim Komisyonları, yapı denetim
kuruluĢlarına izin belgesi verilmesi hariç Kanunda belirtilen diğer görevleri yapar.
Merkez Yapı Denetim Komisyonu, konu ile ilgili Bakanlık personeli arasından, biri
baĢkan olmak üzere Bakanlıkça görevlendirilecek toplam yedi üyeden oluĢur ve Bakanlıkça
uygun görülen birimin bünyesinde faaliyetlerini yürütür. Bakanlık; gerek görülen konular
hakkında çalıĢmada bulunmak üzere, ilgili kamu kurum ve kuruluĢları ile meslek ve sivil
toplum kuruluĢlarının temsilcilerini Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikte belirtilen usul ve
esaslar çerçevesinde Komisyonda görevlendirebilir.
Ġl Yapı Denetim Komisyonu, Çevre ve ġehircilik Ġl Müdürlüğünün teklifi üzerine, biri
baĢkan olmak üzere Merkez Yapı Denetim Komisyonunca görevlendirilecek toplam beĢ
üyeden oluĢur.‖
MADDE 27- 4708 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin dördüncü ve yedinci fıkraları
yürürlükten kaldırılmıĢ, beĢinci ve altıncı fıkraları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―Yapı denetimi hizmeti için yapı denetim kuruluĢuna ödenecek hizmet bedeli, yapı
denetimi hizmet sözleĢmesinde belirtilir. Bu bedel, yapı yaklaĢık maliyetinin % 1,5‘inden az
olamaz. Hizmet bedeli oranı, yapım süresi iki yılı aĢan iĢ için yıllık % 5 artırılır ve yapım
süresi iki yıldan daha az olan iĢler için yıllık % 5 azaltılır. Bu bedele, katma değer vergisi ile
yapı denetim kuruluĢu tarafından talep edilen ve taĢıyıcı sisteme iliĢkin olmayan malzeme ve
imalâtlar konusunda yapı müteahhidince yaptırılacak olan laboratuvar deneylerinin masrafları
dâhil değildir. Yapı denetim kuruluĢu, yapı sahibinden baĢka bir ad altında, ayrıca hiçbir
bedel talebinde bulunamaz.
Yapı denetim hizmet bedeli, yapı denetim kuruluĢlarının hizmet bedellerinin
ödenmesinde kullanılmak üzere yapı sahibince il muhasebe birimlerinde açılacak emanet
nitelikli hesaba yatırılır. Yatırılan tutarların % 1‘i ruhsatı veren idarenin, % 1‘i Bakanlık
bünyesinde bulunan döner sermaye iĢletmesinin hesabına aktarılır.‖
MADDE 28- 4708 sayılı Kanunun 12 nci maddesinin ikinci fıkrası aĢağıdaki Ģekilde
değiĢtirilmiĢtir.
―Ġlgili idarelerin bu Kanunda belirtilen hususlara iliĢkin görevleri ile çalıĢma usul ve
esasları; yapı denetim kuruluĢları ve Ģubelerinin sınıflandırılması, kuruluĢlar arasında adaletli
iĢ dağılımını temin etmek üzere bir ilde faaliyet gösterebilecek olan yapı denetim kuruluĢu
sayısının belirlenmesi ile kuruluĢ safhasında sahip olunması gereken asgarî nitelikler; yapı
denetim kuruluĢları ve laboratuvar kuruluĢlarının görevleri ile çalıĢma usul ve esasları;
denetçi belgesi verilmesine iliĢkin usul ve esaslar ile yapı denetim ve laboratuvar
kuruluĢlarında görev alacak personelde aranacak nitelik, tecrübe ve bunların istihdam Ģartları
ile görev ve sorumlulukları; diğer yapı sorumlularının nitelikleri, görevleri ile çalıĢma usul ve
esasları; Merkez ve Ġl Yapı Denetim Komisyonunun görevleri ile çalıĢma usul ve esasları;
yapı denetimi hizmet sözleĢmesinin esasları, asgarî hizmet bedelinin belirlenmesi ve hizmet
bedelinin ödenmesi, bu Kanun uyarınca denetlenerek inĢa edilen yapılara sertifika verilmesi
ve düzenlenecek meslek içi eğitimlere iliĢkin usul ve esaslar Bakanlıkça hazırlanan
yönetmelikle düzenlenir.‖
MADDE 29- 29/6/2011 tarihli ve 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında
yer alan ―üç‖ ibaresi ―dört‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ ve aynı Kanun Hükmünde Kararnamenin
eki (I) sayılı cetvelin ―MüsteĢar Yardımcısı‖ baĢlıklı sütununa ―MüsteĢar Yardımcısı‖ sırası
eklenmiĢtir.
MADDE 30- 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 8 inci maddesinin birinci
fıkrasının (a) bendi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ, (g) bendinden sonra gelmek üzere
aĢağıdaki bent eklenmiĢ ve mevcut (ğ) bendi (h) bendi olarak teselsül ettirilmiĢtir.
―a) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları ve sulak alanların
tespiti, bunlardan Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca tescil edilenlerin korunması, geliĢtirilmesi,
tanıtılması, yönetilmesi, iĢletilmesi ve iĢlettirilmesi ile ilgili iĢleri yürütmek ve denetlemek.‖
―ğ) Orman ve orman rejimine tabi yerlerde tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma
alanları ile sulak alanları ve benzeri koruma alanlarının tescil ve ilanını yapmak.‖
MADDE 31- 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 9 uncu maddesinin birinci
fıkrasının (ğ) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki bentler eklenmiĢ ve mevcut (h) bendi
(i) bendi olarak teselsül ettirilmiĢtir.
―h) Su kirliliği açısından hassas alanları ve nitrata duyarlı hassas alanları tespit etmek ve
izlemek.
ı) Ġklim değiĢikliğinin su kaynaklarına etkisi ile ilgili çalıĢmalar yapmak.‖
MADDE 32- 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 19 uncu maddesine aĢağıdaki
fıkra eklenmiĢtir.
―(2) Bakanlık MüĢavirleri, Bakanın uygun göreceği merkez veya taĢra teĢkilatına ait
birimlerde çalıĢtırılabilir.‖
MADDE 33- 9/8/1983 tarihli ve 2873 sayılı Millî Parklar Kanununun 3 üncü maddesi
aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―MADDE 3- Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca millî park karakterine sahip olduğu tespit
edilen alanlar, Millî Savunma Bakanlığının olumlu görüĢü, Enerji ve Tabiî Kaynaklar
Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı ile diğer ilgili bakanlıkların görüĢü de alınarak
Çevre ve ġehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararı ile millî park olarak
belirlenir.
Orman ve orman rejimine tabi yerlerde tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma
alanları Orman ve Su ĠĢleri Bakanının onayı ile belirlenir.
Orman ve orman rejimi dıĢında kalan yerlerde tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma
alanı belirlenmesine veya Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca belirlenmiĢ olanların iĢlemlerinin
tamamlanması için gerekli yerlerin orman rejimine alınmasına ilgili bakanlıkların görüĢü
alınarak Çevre ve ġehircilik Bakanlığının teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca karar verilir ve
bu alanlar Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca tescil edilir.‖
MADDE 34- 2873 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin baĢlığı ―ĠĢletme:‖, ikinci
fıkrasında yer alan ―Ġmar ve Ġskan Bakanlığının‖ ibaresi ―Çevre ve ġehircilik Bakanlığının‖,
üçüncü fıkrasında yer alan ―planlar‖ ibaresi ―projeler‖ ve dördüncü fıkrasında yer alan ―Tarım
ve Orman Bakanlığının‖ ibaresi ―Çevre ve ġehircilik ile Orman ve Su ĠĢleri Bakanlıklarının‖
Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 35- 2873 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarında, 5
inci maddesinin birinci fıkrasında, 7 nci maddesinin birinci fıkrasında, 8 inci maddesinin
birinci fıkrasında, 9 uncu maddesinin birinci fıkrasında, 11 inci maddesinin ikinci fıkrasında,
12 nci maddesinin birinci fıkrasında, 13 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, 15 inci
maddesinin ikinci fıkrasında ve 22 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan
―Tarım ve Orman Bakanlığınca‖ ibareleri ―Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca‖ Ģeklinde
değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 36- 2873 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan
―hazırlanacak planın‖ ibaresi ―onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin‖
Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 37- 2873 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde ve 9
uncu maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―Tarım ve Orman Bakanlığının‖ ibaresi ―Orman
ve Su ĠĢleri Bakanlığının‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 38- 2873 sayılı Kanunun 16 ncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ―Çevre
ve Orman Bakanlığı‖ ibaresi ―Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 39- 2873 sayılı Kanunun 22 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer
alan ―Ġmar ve Ġskan‖ ibaresi ―Çevre ve ġehircilik‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 40- 13/12/1983 tarihli ve 178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 13 üncü maddesinin birinci fıkrasının (r) bendi ve
ikinci fıkrası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―r) Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında;
Hazinenin özel mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazları
geliĢtirmek, değerlendirmek, kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazları satın almak, trampa
etmek, kamulaĢtırma ve toplulaĢtırma yapmak.
Birinci fıkranın (r) bendi kapsamındaki tüm taĢınmazlara iliĢkin her tür ve ölçekteki
etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamaları Bakanlığın talebi
üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca yapılır ve onaylanarak yürürlüğe konulur.‖
MADDE 41- 21/7/1983 tarihli ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kanununda yer alan ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ ibareleri ―Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu‖ Ģeklinde ve ―kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge
kurulu‖ ile ―Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ ibareleri ―Kültür
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ ve aynı Kanunun 3 üncü
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine aĢağıdaki alt bentler eklenmiĢtir.
―(13) ―Doğal (tabii) sit‖; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle
olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması
gerekli alanlardır.
(14) ―TaĢınır tabiat varlıkları‖; jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle
olağanüstü özelliklere sahip yer üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması
gerekli taĢınır tabii değerlerdir.
(15) ―Sokak sağlıklaĢtırma proje ve uygulamaları‖; kentsel sit alanları ve koruma
alanlarında, korunması gerekli taĢınmaz kültür varlıkları ile sokaktaki diğer yapıların özgün
sokak dokusunu tanımlayan tüm öğelerle birlikte korunması ve belgelenmesine yönelik
rölöve, restitüsyon, restorasyon, kentsel tasarım projeleri ile mühendislik dallarında yapılması
gereken her türlü proje ve bunların uygulamalarıdır.
(16) ―EtkileĢim-geçiĢ sahası‖; korunması gerekli kültür varlıklarını ve sit alanlarını
doğrudan etkileyen, sit bölgeleriyle bütünlük gösteren, daha önceden sit sınırları içindeyken
sit sınırları dıĢına çıkarılmıĢ veya sit sınırları dıĢında tutulmuĢ korunacak sokak, meydan, yapı
grupları ve benzerlerinin yer aldığı, sit bölgeleri arasında kalmıĢ, sitleri doğrudan etkileyen
veya koruma amaçlı imar planlarının hazırlanma aĢamasında gözönünde bulundurulması
gereken alanlardır.‖
MADDE 42- 2863 sayılı Kanunun 17 nci maddesinin (a) fıkrasının birinci paragrafında
yer alan ―etkileĢim çevresine iliĢkin‖ ibaresi ―etkileĢim-geçiĢ sahası‖ Ģeklinde, ikinci, üçüncü,
beĢinci, sekizinci ve dokuzuncu paragrafları aĢağıdaki Ģekilde, (c) fıkrasının sekizinci
paragrafında yer alan ―Bayındırlık ve Ġskân‖ ibaresi ―Çevre ve ġehircilik‖ Ģeklinde
değiĢtirilmiĢtir.
―Koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay
içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları belirlenir. Belediyeler, valilikler ve
ilgili kurumlar söz konusu alanda üç yıl içinde koruma amaçlı imar planı hazırlatıp
incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere koruma bölge kuruluna vermek zorundadır. Üç yıllık
süre içinde zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde koruma bölge kurulunca gerekçeli
olarak bu süre uzatılabilir. Uzatılan süre içerisinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma
Ģartları uygulanır.
Sit alanlarına iliĢkin tüm ölçeklerde yapılmıĢ; koruma bölge kurullarının uygun görüĢü
alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal
edilmesi halinde ilgili koruma bölge kurulunca geçiĢ dönemi yapılanma Ģartları yeniden
belirlenir.‖
―Ġlgili idareler, koruma amaçlı imar planını en geç iki ay içinde görüĢür ve varsa
değiĢmesini istediği hususları koruma bölge kuruluna bildirir. Koruma bölge kurulunda bu
hususlar değerlendirilir ve kurul tarafından uygun görülen haliyle planlar ilgili idarelere
onaylanmak üzere gönderilir. Planlar koruma bölge kurulunun uygun gördüğü Ģekliyle ilgili
idarelerce altmıĢ gün içinde onaylanmak zorundadır. Bu süre içinde görüĢülmeyen ya da
onaylanmayan planlar kesinleĢerek yürürlüğe girer. Koruma amaçlı imar planının yürürlüğe
girmesiyle geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartları ayrıca karar almaya gerek
kalmadan ortadan kalkar.‖
―Koruma amaçlı imar planları, müellifi Ģehir plancısı olmak üzere alanın konumu, sit
statüsü ve özellikleri gözönünde bulundurularak ilgili meslek gruplarından Bakanlıkça
belirlenecek uzmanlar tarafından hazırlanır.
Koruma amaçlı imar planları ve çevre düzenleme projelerinin hazırlanması, gösterimi,
uygulanması, denetimi, koruma amaçlı imar planı değiĢiklikleri, plan müellifleri ile planlama
ekibinin niteliği ve yeterliliği ile görev, yetki ve sorumluluklarına iliĢkin usul ve esaslar,
Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.‖
MADDE 43- 2863 sayılı Kanunun 18 inci maddesine aĢağıdaki fıkra eklenmiĢtir.
―Sokak sağlıklaĢtırma proje ve uygulamalarına iliĢkin usul ve esaslar Bakanlıkça
hazırlanan yönetmelikle belirlenir.‖
MADDE 44- 2863 sayılı Kanunun 48 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan
―Kültür ve Turizm Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü‖ ibaresi ―Kültür ve
Turizm Bakanlığı‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 45- 2863 sayılı Kanunun 51 inci maddesinin ikinci fıkrasına aĢağıdaki bent
eklenmiĢ, üçüncü ve dördüncü fıkraları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―d) Bakanlıklarca Koruma Yüksek Kurulunda görüĢülmesi talebiyle gönderilen ve
gündeme alınan konularda karar vermek.
Mahalli idareler ile diğer kamu kurum ve kuruluĢları Koruma Yüksek Kurulunda
görüĢülmesini istedikleri hususları bağlı, ilgili veya iliĢkili oldukları bakanlıklar aracılığıyla
bildirir. Koruma Yüksek Kurulunca karar verilen konular ilgili koruma bölge kurulunca tekrar
görüĢülmez.
Koruma Yüksek Kurulunun gündemi Bakanlıkça belirlenir. Gündemin belirlenmesini
müteakip Koruma Yüksek Kurulu toplantıya çağırılır. Toplantı sayısına bir sınırlama
getirilmez. Koruma Yüksek Kurulu salt çoğunlukla toplanır, toplantıya katılan üyelerin salt
çoğunluğu ile karar verir.‖
MADDE 46- 2863 sayılı Kanunun 53 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (4), (5), (6) ve
(9) numaralı bentleri ile üçüncü ve dördüncü fıkraları aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―(4) Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü,
(5) Yatırım ve ĠĢletmeler Genel Müdürü,
(6) Çevre ve ġehircilik Bakanlığının ilgili Genel Müdürü,‖
―(9) Koruma bölge kurulları üyelerinden Bakanlıkça seçilecek altı üye,‖
―Koruma Yüksek Kurulunun baĢkanı, Bakanlık MüsteĢarıdır. Bakan, gerekli gördüğü
takdirde Kurula baĢkanlık eder, ancak oy kullanmaz.
MüsteĢar bulunmadığı zaman görevlendireceği MüsteĢar Yardımcısı Kurula baĢkanlık
eder.‖
MADDE 47- 2863 sayılı Kanunun 55 inci maddesinin ikinci ve dördüncü fıkralarında
yer alan ―ve Yükseköğretim Kurulunca‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 48- 2863 sayılı Kanunun 57 nci maddesinin dördüncü fıkrasının ikinci
cümlesi aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢ ve aynı maddenin yedinci fıkrasından sonra gelmek
üzere aĢağıdaki fıkra eklenmiĢtir.
―Ancak karar yeter sayısı dörtten az olamaz.‖
―Koruma, Uygulama ve Denetim Bürosu kurulmamıĢ yerlerde taĢınmaz kültür
varlıkları, bunların koruma alanları ve sit alanlarında, 3194 sayılı Ġmar Kanununun 21 inci
maddesi kapsamına giren ruhsata tabi olmayan tadilat ve tamiratlar koruma bölge kurulu
müdürlüğünün izin ve denetiminde yapılır.‖
MADDE 49- 2863 sayılı Kanunun 58 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde
yer alan ―beĢ‖ ibaresi ―yedi‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ, aynı fıkranın (b) bendi yürürlükten
kaldırılmıĢ ve üçüncü fıkrası aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―Koruma bölge kurulunun gündemiyle ilgili meslek odaları, koruma bölge kurulu
müdürlüğünün davetiyle toplantılara gözlemci olarak katılabilir.‖
MADDE 50- 2863 sayılı Kanunun 61 inci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları
aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―Koruma bölge kurullarınca alınan kararlara kamu kurum ve kuruluĢları ile gerçek ve
tüzel kiĢilerce yapılan itirazlar, Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde
Koruma Yüksek Kurulu gündemine alınır.
Bu itirazlar, Koruma Yüksek Kurulunca incelenir ve en geç üç ay içinde karara
bağlanır. Koruma Yüksek Kurulunda görüĢülen itiraz konuları ayrıca koruma bölge kurulu
gündemine alınmaz. Koruma Yüksek Kuruluna yapılacak itirazlarla ilgili usul ve esaslar
Bakanlıkça hazırlanan yönetmelikle belirlenir.‖
MADDE 51- 2863 sayılı Kanuna aĢağıdaki ek madde eklenmiĢtir.
―EK MADDE 4- TaĢınır tabiat varlıkları hariç tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve
bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak bu Kanunda öngörülen iĢ, iĢlem ve kararlar
bakımından görevli ve yetkili bakanlık, Çevre ve ġehircilik Bakanlığıdır.
Tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili hususlarda
karar almak ve bu Kanunda öngörülen diğer iĢ ve iĢlemlerde Çevre ve ġehircilik Bakanlığına
yardımcı olmak üzere; Çevre ve ġehircilik Bakanlığı merkez teĢkilatı bünyesinde Çevre ve
ġehircilik Bakanlığı MüsteĢarının veya ilgili MüsteĢar Yardımcısının baĢkanlığında, Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların ve alanların özelliklerine göre
konusunda uzmanlaĢmıĢ biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su ürünleri
mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca uygun görülecek
uzmanlardan Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ve taĢrada Çevre ve ġehircilik
Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında, aynı meslek alanlarından yeterli sayıda uzmanın
katılması suretiyle yeteri kadar Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Komisyonu teĢkil edilir. Bu
komisyonların iĢ, iĢlem ve kararları konusunda, bu Kanunun Koruma Yüksek Kurulu ve
koruma bölge kurulları ile ilgili hükümleri, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca alınan ilke
kararları çerçevesinde kıyasen uygulanır.
Bu Kanunda Koruma Yüksek Kurulunca alınması öngörülen kararlar, tabiat varlıkları,
doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları bakımından Koruma Merkez
Komisyonunca, koruma bölge kurullarınca alınması öngörülen kararlar koruma bölge
komisyonlarınca alınır ve Çevre ve ġehircilik Bakanlığının onayıyla yürürlüğe konulur.
Bu Kanunda ve diğer mevzuatta tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin
koruma alanları bakımından Koruma Yüksek Kuruluna ve koruma bölge kurullarına yapılan
atıflar ilgisine göre Koruma Merkez Komisyonuna ve koruma bölge komisyonlarına yapılmıĢ
sayılır ve ilgili maddelerde geçen Koruma Yüksek Kurulundan Koruma Merkez Komisyonu
ve koruma bölge kurullarından koruma bölge komisyonları anlaĢılır.
Tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili iĢ, iĢlem
ve kararlara iliĢkin usul ve esaslar ile bu konularda görev yapacak komisyonların teĢkili,
çalıĢma usul ve esasları Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle
düzenlenir.‖
MADDE 52- 2863 sayılı Kanuna aĢağıdaki geçici maddeler eklenmiĢtir.
―GEÇĠCĠ MADDE 9- Tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma
alanları ile ilgili olarak Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca hazırlanması öngörülen
yönetmelikler yürürlüğe girinceye kadar, bu maddenin yürürlüğe girmesinden önce yürürlüğe
girmiĢ olan yönetmeliklerin bu Kanun Hükmünde Kararnameye aykırı olmayan hükümlerinin
uygulanmasına devam edilir.
GEÇĠCĠ MADDE 10- Koruma bölge kurullarının mevcut üyelerinin görevleri bu
maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sona erer.‖
MADDE 53- 16/4/2003 tarihli ve 4848 sayılı Kültür ve Turizm Bakanlığı TeĢkilât ve
Görevleri Hakkında Kanunun 9 uncu maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yer alan
―2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‖ ibaresi ―21/7/1983 tarihli ve 2863
sayılı Kanun‖ Ģeklinde değiĢtirilmiĢ ve aynı Kanunda yer alan ―ve tabiat‖ ibareleri ile ―ve
Tabiat‖ ibareleri yürürlükten kaldırılmıĢtır.
MADDE 54- 31/10/1985 tarihli ve 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü TeĢkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında
Kanunun 19 uncu maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki
bent eklenmiĢ ve mevcut (ç) bendi (d) bendi olarak teselsül ettirilmiĢtir.
―ç) Orman Harita ve Uzaktan Algılama Dairesi BaĢkanlığı,‖
MADDE 55- 3234 sayılı Kanuna 22 nci maddesinden sonra gelmek üzere aĢağıdaki
madde eklenmiĢtir.
―Orman Harita ve Uzaktan Algılama Dairesi BaĢkanlığı
MADDE 22/A- Orman Harita ve Uzaktan Algılama Dairesi BaĢkanlığının görevleri
Ģunlardır:
a) Genel Müdürlüğün, uydu görüntüleri, hava ve yer fotoğrafları, harita ve koordinat
bilgilerine iliĢkin iĢlemlerini yapmak ve yaptırmak,
b) Coğrafi bilgi sistemleri ve uzaktan algılama ile ilgili faaliyetleri yürütmek,
c) Ormancılıkla ilgili haritaların hazırlanmasına iliĢkin iĢ ve iĢlemleri yapmak veya
yaptırmak,
ç) Genel Müdürlükçe verilecek benzeri görevleri yapmak.‖
MADDE 56- 3234 sayılı Kanuna aĢağıdaki geçici madde eklenmiĢtir.
―GEÇĠCĠ MADDE 6- 645 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Orman Genel
Müdürlüğüne verilen görevlerle ilgili iĢ ve iĢlemlerden dolayı Çevre ve Orman Bakanlığınca
taraf olunan iĢlem ve sözleĢmelerde Orman Genel Müdürlüğü taraf olur ve Çevre ve Orman
Bakanlığı leh ve aleyhine açılmıĢ olan davalar ile baĢlatılmıĢ olan takiplerde adı geçen Genel
Müdürlük kendiliğinden taraf sıfatını kazanır. Söz konusu görevlere iliĢkin olarak bu
maddenin yürürlüğe girmesinden önce Çevre ve Orman Bakanlığınca yapılmıĢ iĢ ve iĢlemler
sebebiyle açılacak davalar Orman Genel Müdürlüğüne yöneltilir.
Çevre ve Orman Bakanlığından Orman Genel Müdürlüğüne devredilen görev ve
hizmetlere iliĢkin dava ve icra takip dosyaları Maliye Bakanlığı ile Orman Genel
Müdürlüğünce müĢtereken belirlenecek esaslara göre bu Kanun Hükmünde Kararnamenin
yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde adı geçen Genel Müdürlüğe devredilir. Bu
Ģekilde devredilen dava ve icra takipleri ile ilgili olarak devir tarihine kadar yapılmıĢ her türlü
iĢlem ilgili idareler adına yapılmıĢ sayılır.‖
MADDE 57- 3234 sayılı Kanunun eki (1) sayılı cetvel ekteki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
MADDE 58- 26/1/2011 tarihli ve 6107 sayılı Ġller Bankası Anonim ġirketi Hakkında
Kanunun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasına aĢağıdaki bentler eklenmiĢtir.
―h) Bakanlık tarafından talep edilen özel projeler ve kentsel altyapı projeleri ile yapım
iĢlerini yapar veya yaptırır.
ı) Bankaya kaynak temin etmek üzere, proje kaynağı için herhangi bir borç ve Ģartlı
yükümlülük altına girmemek kaydıyla kâr amaçlı gayrimenkul yatırım projeleri ile
uygulamalar yapar veya yaptırır.‖
MADDE 59- 6107 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin birinci ve ikinci fıkraları aĢağıdaki
Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―(1) Yönetim Kurulu, Genel Kurula karĢı sorumlu karar organıdır. Yönetim Kurulu
Genel Müdür dahil yedi üyeden oluĢur.
(2) Yönetim Kurulunun dört üyesi Bakanlık tarafından atanır; iki üyesi de belediyeleri
ve il özel idarelerini temsil etmek üzere Genel Kurula katılan belediye baĢkanları ve il özel
idare temsilcileri arasından ĠçiĢleri Bakanlığı tarafından önerilen iki kat aday arasından Genel
Kurul tarafından seçilir. Yönetim Kurulu yemin törenini izleyen ilk toplantıda, aralarından
birer üyeyi baĢkan ve baĢkan vekili olarak seçer.‖
MADDE 60- 6107 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi
aĢağıdaki Ģekilde değiĢtirilmiĢtir.
―Genel Müdür, Bakanın teklifi üzerine BaĢbakan tarafından atanır.‖
MADDE 61- 2/3/1984 tarihli ve 2985 sayılı Toplu Konut Kanununun ek 3 üncü
maddesinin ikinci fıkrasında yer alan ―müĢterek kararname ile,‖ ibaresinden sonra gelmek
üzere ―BaĢkan Yardımcıları BaĢkanlığın bağlı bulunduğu Bakan tarafından,‖ ibaresi
eklenmiĢtir.
MADDE 62- Ekli (1) sayılı listede yer alan kadrolar iptal edilerek 190 sayılı Kanun
Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvelin Çevre ve ġehircilik Bakanlığı, Kültür ve
Turizm Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğü bölümlerinden çıkarılmıĢ ve ekli (2) sayılı
listede yer alan kadrolar ihdas edilerek aynı cetvelin Çevre ve ġehircilik Bakanlığı, Kültür ve
Turizm Bakanlığı, Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı ve Orman Genel Müdürlüğüne ait
bölümlerine eklenmiĢtir.
Bu Kanun Hükmünde Kararname ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığı merkez ve taĢra
teĢkilatında kullanılmak üzere ihdas edilen ikiyüze kadar kadroya, 6091 sayılı 2011 Yılı
Merkezi Yönetim Bütçe Kanunundaki sınırlamalara tabi olmadan açıktan ve naklen atama
yapılabilir.
MADDE 63- Bu Kanun Hükmünde Kararname yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 64- Bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
Genel
Müdür
Genel
Müdür
(1) SAYILI CETVEL
ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ MERKEZ TEġKĠLATI
Genel Müdür
DanıĢma ve
Yardımcı
Hizmet Birimleri
Yrd.
Denetim Birimleri
Birimler
1) Orman Zararlılarıyla
1) Personel
Genel Müdür
1) TeftiĢ Kurulu
Mücadele Dairesi
Dairesi
Yrd.
BaĢkanlığı
BaĢkanlığı
BaĢkanlığı
2) Ġdari ve
2) Orman Yangınlarıyla
Genel Müdür
2) Hukuk
Mali ĠĢler
Mücadele Dairesi
Yrd.
MüĢavirliği
Dairesi
BaĢkanlığı
BaĢkanlığı
3) DıĢ
ĠliĢkiler,
3) Strateji
Genel Müdür 3) Kadastro ve Mülkiyet
Eğitim ve
GeliĢtirme Dairesi
Yrd.
Dairesi BaĢkanlığı
AraĢtırma
BaĢkanlığı
Dairesi
BaĢkanlığı
Genel Müdür
4) Orman Ġdaresi ve
4) Orman
Yrd.
Planlama Dairesi
BaĢkanlığı
Genel Müdür
Yrd.
5) ĠĢletme ve Pazarlama
Dairesi BaĢkanlığı
Harita ve
Uzaktan
Algılama
Dairesi
BaĢkanlığı
5) Bilgi
ĠĢlem
Dairesi
BaĢkanlığı
6) Ağaçlandırma
Dairesi BaĢkanlığı
7) Toprak Muhafaza ve
Havza Islahı Dairesi
BaĢkanlığı
8) Silvikültür Dairesi
BaĢkanlığı
9) Orman ve Köy
ĠliĢkileri Dairesi
BaĢkanlığı
10) ĠnĢaat ve Ġkmal
Dairesi BaĢkanlığı
11) Odun DıĢı Ürün ve
Hizmetler Dairesi
BaĢkanlığı
12) Fidanlık ve Tohum
ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı
(1) SAYILI LĠSTE
KURUMU
: ÇEVRE VE ġEHĠRCĠLĠK BAKANLIĞI
TEġKĠLATI: MERKEZ
ĠPTAL EDĠLEN KADROLARIN
Serbest Kadro
Sınıfı
Unvanı
Derecesi
Adedi
GĠH
Uzman
1
37
Veri Hazırlama ve Kontrol
GĠH
3
30
ĠĢletmeni
TH
Arkeolog
1
4
TH
Arkeolog
2
1
TH
Teknisyen
3
20
YH
Hizmetli
7
15
YH
Hizmetli
12
10
TOPLAM
117
Toplam
37
30
4
1
20
15
10
117
KURUMU
: KÜLTÜR VE TURĠZM BAKANLIĞI
TEġKĠLATI: TAġRA
ĠPTAL EDĠLEN KADROLARIN
Sınıfı
Unvanı
Derecesi
Serbest
Kadro
Toplam
Adedi
GĠH
TH
TH
TH
Koruma Bölge Kurulları Koordinasyon
Müdürü
Mühendis
Mimar
ġehir Plancısı
TOPLAM
1
1
1
6
6
6
2
1
1
5
2
1
1
5
KURUMU
: ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
TEġKĠLATI: TAġRA
ĠPTAL EDĠLEN KADROLARIN
Sınıfı
Unvanı
GĠH
GĠH
Fotogrametri Müdürü
Fotogrametri Müdür Yardımcısı
TOPLAM
Derecesi
1
1
Serbest
Kadro
Adedi
1
1
2
Toplam
1
1
2
(2) SAYILI LĠSTE
KURUMU
: ÇEVRE VE ġEHĠRCĠLĠK BAKANLIĞI
TEġKĠLATI: MERKEZ
ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN
Sınıfı
Unvanı
GĠH
GĠH
GĠH
GĠH
TH
TH
TH
TH
SH
MüsteĢar Yardımcısı
Genel Müdür
Genel Müdür Yardımcısı
Daire BaĢkanı
Mühendis
ġehir Plancısı
Jeolog
Jeomorfolog
Biolog
TOPLAM
Derecesi
1
1
1
1
5
5
5
5
5
Serbest
Kadro
Adedi
1
1
2
8
55
15
5
5
30
122
Toplam
1
1
2
8
55
15
5
5
30
122
KURUMU
: ÇEVRE VE ġEHĠRCĠLĠK BAKANLIĞI
TEġKĠLATI: TAġRA
ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN
Sınıfı
GĠH
Unvanı
Derecesi
ġube Müdürü
TOPLAM
KURUMU
: KÜLTÜR VE TURĠZM BAKANLIĞI
1
Serbest
Kadro
Adedi
81
81
Toplam
81
81
TEġKĠLATI: MERKEZ
ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN
Sınıfı
GĠH
GĠH
TH
TH
TH
TH
TH
TH
TH
TH
TH
TH
TH
TH
TH
TH
TH
Unvanı
Bilgisayar ĠĢletmeni
Memur
Mimar
Mimar
Mimar
Mühendis
Mühendis
Mühendis
ġehir Plancısı
ġehir Plancısı
ġehir Plancısı
Arkeolog
Arkeolog
Arkeolog
Müze AraĢtırmacısı
Müze AraĢtırmacısı
Müze AraĢtırmacısı
TOPLAM
Derecesi
7
9
1
3
6
1
3
6
1
3
6
1
3
6
1
3
6
Serbest
Kadro
Adedi
2
6
2
2
2
2
2
2
1
1
3
2
2
2
2
2
2
37
KURUMU
: KÜLTÜR VE TURĠZM BAKANLIĞI
TEġKĠLATI: TAġRA
ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN
Serbest Kadro
Sınıfı
Unvanı
Derecesi
Adedi
GĠH
Bilgisayar ĠĢletmeni
3
8
GĠH
Bilgisayar ĠĢletmeni
5
8
GĠH
Bilgisayar ĠĢletmeni
7
8
GĠH
Bilgisayar ĠĢletmeni
9
10
GĠH
Memur
7
2
GĠH
Memur
9
4
GĠH
Memur
10
4
GĠH
Memur
11
7
GĠH
Memur
12
8
TH
Mimar
1
7
TH
Mimar
3
10
TH
Mimar
6
21
TH
Mühendis
1
6
TH
Mühendis
3
8
TH
Mühendis
6
20
TH
ġehir Plancısı
1
3
TH
ġehir Plancısı
3
5
TH
ġehir Plancısı
6
10
TH
Arkeolog
1
3
TH
Arkeolog
3
5
Toplam
2
6
2
2
2
2
2
2
1
1
3
2
2
2
2
2
2
37
Toplam
8
8
8
10
2
4
4
7
8
7
10
21
6
8
20
3
5
10
3
5
TH
TH
TH
TH
Arkeolog
Müze AraĢtırmacısı
Müze AraĢtırmacısı
Müze AraĢtırmacısı
TOPLAM
6
1
3
6
10
3
5
10
185
KURUMU
: ORMAN VE SU ĠġLERĠ BAKANLIĞI
TEġKĠLATI: MERKEZ
ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN
Serbest Kadro
Sınıfı
Unvanı
Derecesi
Adedi
GĠH
MüsteĢar Yardımcısı
1
1
TOPLAM
1
10
3
5
10
185
Toplam
1
1
KURUMU
: ORMAN VE SU ĠġLERĠ BAKANLIĞI
TEġKĠLATI: TAġRA
ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN
Unvanı
Sınıfı
GĠH
ġube Müdürü
TOPLAM
Derecesi
1
Serbest
Toplam
Kadro Adedi
30
30
30
30
KURUMU
: ORMAN GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
TEġKĠLATI: MERKEZ
ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN
Sınıfı
GĠH
Unvanı
Derecesi
Orman Harita ve Uzaktan Algılama
Daire BaĢkanı
TOPLAM
1
Serbest
Toplam
Kadro Adedi
1
1
1
1
(3) SAYILI LĠSTE
KURUMU
: ÇEVRE VE ġEHĠRCĠLĠK BAKANLIĞI
TEġKĠLATI: MERKEZ
ĠHDAS EDĠLEN KADROLARIN
Sınıfı
GĠH
Unvanı
Bakanlık MüĢaviri
TOPLAM
Derecesi
1
Serbest
Toplam
Kadro Adedi
7
7
7
7
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 5., 6., 7., 8., 10., 11., 35., 43., 45.,
46., 56., 57., 63., 87., 90., 91., 117., 123., 127. ve 169. maddelerine dayanılmıĢtır.
III- ĠLK ĠNCELEME
Anayasa Mahkemesi Ġçtüzüğü‘nün 8. maddesi uyarınca HaĢim KILIÇ, Serruh KALELĠ,
Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar
ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin
YILDIRIM, Nuri NECĠPOĞLU, Hicabi DURSUN ve Celal Mümtaz AKINCI‘nın
katılımlarıyla yapılan ilk inceleme toplantısında;
1- Dosyada eksiklik bulunmadığından iĢin esasının incelenmesine,
2- Yürürlüğü durdurma isteminin esas inceleme aĢamasında karara bağlanmasına,
27.10.2011 gününde OYBĠRLĠĞĠYLE karar verilmiĢtir.
IV- ESASIN ĠNCELENMESĠ
Dava dilekçesi ve ekleri, Raportör Ayhan KILIÇ tarafından hazırlanan iĢin esasına
iliĢkin rapor, iptal davasına konu Kanun Hükmünde Kararname kuralları, dayanılan Anayasa
kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği
görüĢülüp düĢünüldü:
A- Kanun Hükmünde Kararnamelerin Yargısal Denetimi Hakkında Genel
Açıklama
Anayasa‘nın 91. maddesinde düzenlenen kanun hükmünde kararnameler, iĢlevsel
yönden yasama iĢlemi niteliğinde olduğundan yargısal denetimlerinin yapılması görev ve
yetkisi Anayasa‘nın 148. maddesi ile Anayasa Mahkemesine verilmiĢtir. Yargısal denetimde
kanun hükmünde kararnamenin, öncelikle yetki kanununa sonra da Anayasa‘ya uygunluğu
sorunlarının çözümlenmesi gerekir. Her ne kadar, Anayasa‘nın 148. maddesinde kanun
hükmünde kararnamelerin yetki kanunlarına uygunluğunun denetlenmesinden değil, yalnızca
Anayasa‘ya biçim ve esas bakımlarından uygunluğunun denetlenmesinden söz edilmekte ise
de Anayasa‘ya uygunluk denetiminin içerisine öncelikle kanun hükmünde kararnamenin yetki
kanununa uygunluğunun denetimi de girer. Çünkü Anayasa‘da, Bakanlar Kuruluna ancak
yetki kanununda belirtilen sınırlar içerisinde kanun hükmünde kararname çıkarma yetkisi
verilmesi öngörülmüĢtür. Yetkinin dıĢına çıkılması, kanun hükmünde kararnameyi
Anayasa‘ya aykırı duruma getirir.
Dayanaklarını doğrudan doğruya Anayasa‘dan alan olağanüstü hal kanun hükmünde
kararnamelerinden farklı olarak, olağan dönemlerdeki kanun hükmünde kararnamelerin bir
yetki kanununa dayanması zorunludur. Bu nedenle, kanun hükmünde kararnameler ile
dayandıkları yetki kanunu arasında çok sıkı bir bağ vardır. Kanun hükmünde kararnamenin
yetki kanunu ile olan bağı, kanun hükmünde kararnameyi aynen ya da değiĢtirerek kabul eden
kanun ile kesilir. Kanun hükmünde kararnamenin Anayasa‘ya uygun bir yetki kanununa
dayanması, geçerliliğinin ön koĢuludur. Bir yetki kanununa dayanmadan çıkartılan veya
dayandığı yetki kanunu iptal edilen kanun hükmünde kararnamelerin içeriği Anayasa‘ya
aykırılık oluĢturmasa bile bunların Anayasa‘ya uygunluğundan söz edilemez.
Kanun hükmünde kararnamelerin Anayasa‘ya uygunluk denetimi, kanunların
denetiminden farklıdır. Anayasa‘nın 11. maddesinde, ―Kanunlar Anayasaya aykırı olamaz.‖
denilmektedir. Bu nedenle kanunların denetiminde, onların yalnızca Anayasa kurallarına
uygun olup olmadıkları saptanır. Kanun hükmünde kararnameler ise konu, amaç, kapsam ve
ilkeleri yönünden hem dayandıkları yetki kanununa hem de Anayasa‘ya uygun olmak
zorundadırlar.
Anayasa‘da kimi konuların kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenmesi
yasaklanmaktadır. Anayasa‘nın 91. maddesinin birinci fıkrasında, ―Sıkıyönetim ve olağanüstü
haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan
temel haklar, kiĢi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümde yer alan siyasî haklar ve
ödevler...‖in kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemeyeceği belirtilmiĢtir. Bu kural
gereğince, Türkiye Büyük Millet Meclisi, ―Bakanlar Kurulu‖na ancak kanun hükmünde
kararnameyle düzenlenmesi yasaklanmıĢ alana girmeyen konularda kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi verebilir.
Anayasa‘nın herhangi bir maddesinde kanunla düzenleneceği öngörülen bir konunun,
Anayasa‘nın 91. maddesinin birinci fıkrasının açıkça yasakladığı hükümler ile ilgili
olmadıkça ya da Anayasa‘nın 163. maddesinde olduğu gibi kanun hükmünde kararname
çıkarılamayacağı açıkça belirtilmedikçe kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesi
Anayasa‘ya aykırılık oluĢturmaz.
B- KHK’nin Tümünün Anayasa’ya Aykırılığı Ġddiasının Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, KHK‘nin dayanağı olan 6.4.2011 günlü, 6223 sayılı Yetki
Kanunu‘nun Anayasaya aykırı olduğu ve iptali gerekeceği, iptal edilmesi halinde ise
KHK‘nin dayanaktan yoksun kalacağı belirtilerek KHK‘nin tümünün Anayasa‘nın
BaĢlangıç‘ı ile 2., 6., 7., 87. ve 91. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa Mahkemesinin 27.10.2011 günlü, E.2011/60, K.2011/147 sayılı kararı ile 6223
sayılı Yetki Kanunu‘nun Anayasa‘ya aykırılığı iddiasına dayalı iptal isteminin reddine karar
verildiğinden KHK‘nin tümüne yönelik Anayasa‘ya aykırılık iddiası dayanaksız kalmıĢtır.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
C- KHK’nin Ayrı Ayrı Tüm Maddeleri ve Eki (1) Sayılı Cetvel ile (1), (2) ve (3)
Sayılı Listelerin 6223 Sayılı Yetki Kanunu Kapsamında Olup Olmadığının Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, KHK‘nin ayrı ayrı tüm maddelerinin ve eki (1) sayılı cetvel ile (1),
(2) ve (3) sayılı listelerin 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olmadığı ve acil, ivedi,
önemli ve zorunlu konuları düzenlemediği belirtilerek Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 6., 7. ve
91. maddelerine aykırı oldukları ileri sürülmüĢtür.
1- KHK’nin 1. Maddesiyle 644 Sayılı KHK’nin 2. Maddesinin (1) Numaralı
Fıkrasına Eklenen (h) Bendi
KHK‘nin 1. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
eklenen (h) bendi, 23.8.2011 günlü, 653 sayılı Ekonomi Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin 6.
maddesiyle değiĢtirildiğinden konusu kalmayan (h) bendine iliĢkin iptal istemi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
2- KHK’nin 4. Maddesiyle 644 Sayılı KHK’nin 7. Maddesinin (1) Numaralı
Fıkrasına Eklenen (e) Bendi
KHK‘nin 4. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 7. maddesinin (1) numaralı fıkrasına
eklenen (e) bendi, 16.5.2012 günlü, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların
DönüĢtürülmesi Hakkında Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ile
değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bende iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar vermek gerekir.
3- KHK’nin 5. Maddesiyle DeğiĢtirilen 644 Sayılı KHK’nin 8. Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasının (ı) Bendi
KHK‘nin 5. maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı KHK‘nin 8. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (ı) bendi, 11.10.2011 günlü, 662 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının
TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin
14. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendiyle, bentte yer alan “kriterlerini” ibaresinden sonra
gelmek üzere “Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığı ile birlikte” ibaresi eklenerek değiĢtirildiğinden,
konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına
karar vermek gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
4- KHK’nin 7. Maddesiyle 644 Sayılı KHK’nin 10. Maddesinin (2) Numaralı
Fıkrasında Yer Alan (ç) Ġbaresinin (c) ġeklinde DeğiĢtirilmesi
KHK‘nin 7. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer
alan ve (c) Ģeklinde değiĢtirilen (ç) ibaresi, 6306 sayılı Kanun‘un 19. maddesinin birinci
fıkrasının (ç) bendi ile yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan değiĢikliğe iliĢkin
hükmün iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
5- KHK’nin 8. Maddesi
KHK‘nin 8. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 11. maddesinde yapılan değiĢiklikler, 6306
sayılı Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi ile değiĢtirildiğinden, konusu
kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar
vermek gerekir.
6- KHK’nin 10. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının (e) Bendi
KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendi, 662 sayılı KHK‘nin 14. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendiyle, bentte
yer alan “değiĢtirmek,” ibaresinden sonra gelmek üzere “onaylamak,” ibaresi eklenerek
değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine
yer olmadığına karar vermek gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
7- KHK’nin 13. Maddesi
KHK‘nin 13. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 32. maddesine eklenen (2) numaralı fıkra,
23.8.2011 günlü, 653 sayılı KHK‘nin 7. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu
kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar
vermek gerekir.
8- KHK’nin 20. Maddesi
KHK‘nin 20. maddesiyle yürürlükten kaldırılan, 27.6.1989 günlü, 375 sayılı 657 Sayılı
Devlet Memurları Kanunu, 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanunu, 2802 Sayılı
Hakimler ve Savcılar Kanunu, 2914 Sayılı Yükseköğretim Personel Kanunu, 5434 Sayılı T.C.
Emekli Sandığı Kanunu ile Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
DeğiĢiklik Yapılması, Devlet Memurları ve Diğer Kamu Görevlilerine Memuriyet Taban
Aylığı ve Kıdem Aylığı ile Ek Tazminat Ödenmesi Hakkında Kanun Hükmünde
Kararname‘nin ek 3. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığı,” ve sekizci fıkrasında yer alan “Çevre ve ġehircilik Bakanlığı,” ibareleri,
11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kamu Görevlilerinin Mali Haklarının Düzenlenmesi Amacıyla
Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun
Hükmünde Kararname‘nin 1. maddesiyle 375 sayılı KHK‘ye eklenen ek madde 12‘nin (1)
numaralı fıkrasının (m) bendiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu maddeye
iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
9- KHK’nin 21. Maddesi
KHK‘nin 21. maddesiyle, 3194 sayılı Ġmar Kanunu‘nun “Planların hazırlanması ve
yürürlüğe konulması” baĢlıklı 8. maddesinin (b) bendinin birinci paragrafının dördüncü
cümlesi ile ikinci paragrafının üçüncü cümlesinde, değiĢtirilerek onaylanan imar planlarının
belediye baĢkanlıkları ile valilikler tarafından tespit edilen ilan yerleriyle birlikte ilgili
idarelerin internet sayfalarında da ilan edilmesi öngörülmüĢtür. 3194 sayılı Ġmar Kanunu‘nun
8. maddesine göre, imar planlarının hazırlanması ve yürürlüğe konulmasında yetkili idareler,
belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde belediyeler; belediye ve mücavir alan sınırları
dıĢında ise il özel idareleridir. Dolayısıyla dava konusu kural ile yapılan değiĢiklik, belediye
ve il özel idarelerinin görevine iliĢkindir.
6223 sayılı Yetki Kanunu‘nun amaç ve kapsamını düzenleyen 1. maddesinde Kanun‘un
amacı, kamu hizmetlerinin düzenli, süratli, etkin, verimli ve ekonomik bir Ģekilde
yürütülmesini sağlamak olarak belirlenmiĢ ve yetkinin kapsamı iki baĢlık altında tespit
edilmiĢtir. Yetkinin kapsamına ilk olarak kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki
dağılımının yeniden belirlenmesi girmektedir. Bu çerçevede gerekli görülmesi halinde yeni
bakanlıklar kurulması, var olan bakanlıkların birleĢtirilmesi, bakanlıkların bağlı, ilgili ve
iliĢkili kuruluĢlarının yeniden belirlenmesi için KHK çıkarma yetkisi verilmiĢtir. Bu amaçla;
1- Mevcut bakanlıkların birleĢtirilmesine veya kaldırılmasına, yeni bakanlıklar
kurulmasına, anılan bakanlıkların bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢlarıyla hiyerarĢik iliĢkilerine,
2- Mevcut bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların bağlılık ve ilgilerinin yeniden
belirlenmesine veya bunların mevcut, birleĢtirilen veya yeni kurulan bakanlıklar bünyesinde
hizmet birimi olarak yeniden düzenlenmesine,
3- Mevcut bakanlıklar ile birleĢtirilen veya yeni kurulan bakanlıkların görev, yetki,
teĢkilat ve kadrolarının düzenlenmesine, taĢrada ve yurt dıĢında teĢkilatlanma esaslarına,
iliĢkin kanun hükmünde kararname çıkarılabilecektir.
Ġkinci olarak kamu kurum ve kuruluĢlarında istihdam edilen memurlar, iĢçiler,
sözleĢmeli personel ile diğer kamu görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme,
terfi, yükselme, görevden alınma ve emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin olarak
değiĢiklikler ve yeni düzenlemeler yapılması için KHK çıkarma yetkisi verilmiĢtir.
6223 sayılı Yetki Kanunuyla kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının
yeniden belirlenmesi amacına yönelik olarak Bakanlar Kuruluna verilen kanun hükmünde
kararname çıkarma yetkisi, Bakanlıklar ile bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢları kapsamakta olup
Bakanlık veya bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢ niteliğinde olamayan kamu kurum ve kuruluĢları
kapsamına almamaktadır. Bakanlar Kurulunun, 6223 sayılı Yetki Kanunu‘na dayanarak
bakanlık veya bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢ niteliğinde olamayan kamu kurum ve
kuruluĢlarının görev, yetki, teĢkilat ve kadrolarına iliĢkin düzenleme yapması mümkün
değildir.
Anayasa‘nın 127. maddesi uyarınca belediyeler ve il özel idareleri mahallî idare
kuruluĢu niteliğindedirler. Merkezî idare, mahallî idareler üzerinde vesayet yetkisine sahip
olmakla birlikte bu durum, mahallî idareleri merkezi idarenin bağlı, ilgili veya iliĢkili
kuruluĢu haline getirmemektedir. Bu itibarla, belediye ve il özel idarelerinin görevinde
değiĢiklik öngören dava konusu kural, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında değildir. Ġptali
gerekir.
10- KHK’nin 22. Maddesi
KHK‘nin 22. maddesiyle, 3194 sayılı Ġmar Kanunu‘nun 27. maddesi baĢlığıyla birlikte
değiĢtirilmiĢtir. Anılan maddede, köylerde yapılacak yapıların ruhsata bağlanmasına iliĢkin
olarak yetkili idarelerce uygulanacak usul ve esaslar düzenlenmiĢtir. Kuralda sözü edilen
yetkili idareler, 3194 sayılı Kanun‘un 21. maddesine göre yapı ruhsatı verme yetkisini haiz
olan belediyeler ve il özel idareleridir. Dolayısıyla dava konusu kuralla, belediyeler ve il özel
idarelerinin göreviyle ilgili düzenleme yapıldığı anlaĢılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, belediyeler ve il özel idarelerinin görevine iliĢkin düzenleme
içeren dava konusu kural, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında değildir. Ġptali gerekir.
11- KHK’nin 23. Maddesi
KHK‘nin 23. maddesi ile 3194 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin birinci fıkrasıyla,
mera, yaylak ve kıĢlakların geleneksel kullanım amacıyla geçici yerleĢme yeri olarak
kullanılmasına olanak sağlayan düzenlemeler yapılmıĢtır. Bu amaçla valilikler bünyesinde bir
komisyon oluĢturulması ve söz konusu komisyon tarafından il genelindeki toplam mera,
yaylak ve kıĢlakların binde beĢini geçmemek üzere belirlenen alanların geçici yerleĢme yeri
olarak tahsis edilmesi öngörülmüĢtür. Mera, yaylak ve kıĢlakların tahsis amacı değiĢtirilen
kısımlarının, hazine adına kaydedileceği belirtilmiĢtir. Bu Ģekilde geçici yerleĢim yeri olarak
belirlenerek tahsis amacı değiĢtirilen alanların, belediye ve mücavir alan sınırları içinde kalan
kısımlarının ilgili belediyelere; diğer kısımlarının ise il özel idarelerine veya özel kanunlarla
belirlenen ilgili idarelere tahsis edilmesi gerektiği kurala bağlanmıĢ; bu alanlardan, kamu
hizmetlerinde kullanılacak bölümlerin dıĢında kalan yerlerin talep sahiplerine bedeli
karĢılığında yirmi dokuz yıla kadar tahsis edilmesi öngörülmüĢtür. Ayrıca fıkranın devamında
bu yerlerde yapılacak yapılara iliĢkin çeĢitli kurallar getirilmiĢtir.
Maddenin ikinci fıkrasında ise mera, yaylak ve kıĢlakların 12.3.1982 günlü, 2634 sayılı
Turizmi TeĢvik Kanunu uyarınca ilan edilen turizm merkezleri ile kültür ve turizm geliĢim
bölgeleri kapsamında kalan kısımlarının, tahsis amacı değiĢtirilmek suretiyle Hazine adına
tescili ve bu alanların Kültür ve Turizm Bakanlığına tahsisi öngörülmüĢtür.
Mera, yaylak ve kıĢlakların kullanımı ve bunların tahsis amacının değiĢtirilmesine
iliĢkin düzenlemenin kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden
belirlenmesi ile bir ilgisinin bulunmadığı açıktır. Diğer taraftan, mera, yaylak ve kıĢlakların
kullanımı ve bunların tahsis amacının değiĢtirilmesine iliĢkin kural, kamu kurum ve
kuruluĢlarında istihdam edilen memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli personel ile diğer kamu
görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve
emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin düzenleme olarak da nitelendirilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında
değildir. Ġptali gerekir.
12- KHK’nin 24. Maddesi
KHK‘nin 24. maddesiyle 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun‘un 1. maddesinin,
anılan Kanun‘un kapsamını düzenleyen ikinci fıkrası değiĢtirilmiĢtir.
4708 sayılı Kanun; can ve mal güvenliğini teminen, imar planına, fen, sanat ve sağlık
kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak
ve yapı denetimine iliĢkin usul ve esasları düzenlemek amacıyla çıkarılmıĢtır. Proje ve yapı
denetimi görevi, 3194 sayılı Kanun‘a göre belediye ve il özel idarelerine ait bir görev
olduğundan, bu Kanun‘un uygulamasından sorumlu idareler de belediyeler ve il özel
idareleridir. Belediyeler ve il özel idarelerinin yapı denetimine iliĢkin görev ve yetkilerini
kullanabileceği alanlar, 4708 sayılı Kanun‘un kapsam maddesinde belirtilmiĢtir. Bu itibarla,
4708 sayılı Kanun‘un kapsam maddesinde değiĢiklik yapılması, belediye ve il özel
idarelerinin 4708 sayılı Kanun‘dan kaynaklanan görevlerinde değiĢiklik yapılması anlamını
taĢır.
Her ne kadar 4708 sayılı Kanun‘da yapı denetim kuruluĢlarının denetimi ve bu
kuruluĢlarca uyulacak usul ve esasların belirlenmesi hususunda Çevre ve ġehircilik
Bakanlığına bazı yetkiler verilmiĢ ise de Bakanlığın yetkileri daha çok düzenleme ve
denetlemeyle sınırlı olup, 4708 sayılı Kanun‘u doğrudan uygulama yetkisi belediyeler ve il
özel idarelerindedir.
Açıklanan nedenlerle, belediye ve il özel idarelerinin görevine iliĢkin düzenleme içeren
dava konusu kural, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında değildir. Ġptali gerekir.
13- KHK’nin 27. Maddesiyle DeğiĢtirilen 4708 Sayılı Kanun’un 5. Maddesinin
BeĢinci Fıkrası
4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin, değiĢtirilen beĢinci fıkrası, yapı sahibi tarafından
yapı denetim kuruluĢuna ödenmesi gereken hizmet bedelinin belirlenmesine iliĢkin usul ve
esasları düzenlemektedir.
Sözü edilen düzenlemenin, bir özel hukuk sözleĢmesi olan yapı hizmet sözleĢmesinin
hükümlerine (bedeline) iliĢkin olduğu açıktır. Yapı hizmet sözleĢmesinin hükümlerine iliĢkin
düzenleme yapılmasının kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden
belirlenmesi ile bir ilgisi bulunmadığı gibi söz konusu düzenleme kamu kurum ve
kuruluĢlarında istihdam edilen memurlar, iĢçiler, sözleĢmeli personel ile diğer kamu
görevlilerinin atanma, nakil, görevlendirilme, seçilme, terfi, yükselme, görevden alınma ve
emekliye sevk edilme usul ve esaslarına iliĢkin düzenleme olarak da nitelendirilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında
değildir. Ġptali gerekir.
14- KHK’nin 27. Maddesiyle DeğiĢtirilen 4708 Sayılı Kanun’un 5. Maddesinin
Altıncı Fıkrası
KHK‘nin 27. maddesiyle değiĢtirilen 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin altıncı fıkrası,
662 sayılı KHK‘nin 16. maddesiyle, fıkrada yer alan “%1‟i” ibarelerinin “% 3‟ü” olarak
değiĢtirilmesi nedeniyle konusu kalmayan bu fıkraya iliĢkin iptal istemi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT bu görüĢe katılmamıĢlardır.
15- KHK’nin 51. Maddesiyle 2863 Sayılı Kanun’a Eklenen Ek 4. Maddenin Ġkinci
Fıkrası
KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin ikinci fıkrasının
birinci cümlesinde yer alan “…Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu
varlıkların ve alanların özelliklerine göre konusunda uzmanlaĢmıĢ biolog, peyzaj mimarı,
ziraat, çevre, orman ve su ürünleri mühendisleri…” ibaresi, 662 sayılı KHK‘nin 15.
maddesiyle ile değiĢtirildiğinden; “…Çevre ve ġehircilik Bakanlığı temsilcisinin
baĢkanlığında,..” ibaresi ise 662 sayılı KHK‘nin 15. maddesiyle ile yürürlükten
kaldırıldığından konusu kalmayan ikinci fıkraya iliĢkin iptal istemi hakkında karar
verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
16- KHK’nin 54. Maddesi
KHK‘nin 54. maddesiyle 31.10.1985 günlü, 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü
TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeğiĢtirilerek Kabulü
Hakkında Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç) bendi, 657 sayılı Orman ve
Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname‘nin 12. maddesiyle değiĢtirildiğinden; mevcut (ç) bendinin (d) bendi olarak
teselsül ettirilmesi, 657 sayılı KHK‘nin 12. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından konusu
kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar
vermek gerekir.
17- KHK’nin 55. Maddesi
KHK‘nin 55. maddesiyle 3234 sayılı Kanun‘a eklenen 22/A maddesi, 657 sayılı
KHK‘nin 13. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin
iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek gerekir.
18- KHK’nin 61. Maddesi
KHK‘nin 61. maddesiyle 2.3.1984 günlü, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu‘nun ek 3.
maddesinin ikinci fıkrasına “müĢterek kararname ile,” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “BaĢkan Yardımcıları BaĢkanlığın bağlı bulunduğu Bakan tarafından,” ibaresi,
24.10.2011 günlü, 661 sayılı KHK‘nin 25. maddesiyle değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan
bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermek
gerekir.
19- KHK’nin Diğer Kuralları
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde yapılan inceleme sonucunda; KHK‘nin, 6223
sayılı Yetki Kanunu kapsamında olmadığı gerekçesiyle iptal edilen kuralları ile hakkında
karar verilmesine yer olmadığına karar verilenler dıĢında kalan diğer kurallarının 6223 sayılı
Yetki Kanunu‘nun kapsamında olduğu anlaĢıldığından bu maddelere, fıkralara, bentlere,
bölümlere, cetvele ve listelere iliĢkin iptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU, 4708 Kanun‘un 5. maddesinin dördüncü fıkrasının
yürürlükten kaldırılmasına iliĢkin bölümü ile 41. maddesiyle 2863 sayılı Kanun da yapılan
ibare değiĢikleri ve aynı Kanun‘un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13),
(14), (15) ve (16) numaralı alt bentler yönünden bu görüĢe katılmamıĢtır.
D- Kanun Hükmünde Kararname’nin Tüm Maddelerinin Anayasa’nın 91.
Maddesi Yönünden Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, 648 sayılı KHK‘nin ayrı ayrı tüm maddelerinin ve eki (1) sayılı
cetvel ile (1), (2) ve (3) sayılı listelerin Anayasa‘nın 91. maddesinin birinci fıkrasında kanun
hükmünde kararnameyle düzenlenmesi yasaklanmıĢ alanlara iliĢkin düzenleme içerdiği, bu
nedenle Anayasa‘nın 2., 6. 7. ve 91. maddelerine aykırı oldukları ileri sürülmüĢtür.
1- KHK’nin 62. Maddesinin Ġkinci Fıkrası
648 sayılı KHK‘nin 62. maddesinin ikinci fıkrasında, bu KHK ile Çevre ve ġehircilik
Bakanlığı merkez ve taĢra teĢkilatında kullanılmak üzere ihdas edilen iki yüze kadar kadroya,
6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu‘ndaki sınırlamalara tabi olmadan
açıktan ve naklen atama yapılabileceği hükme bağlanmıĢtır.
Anayasa‘nın 161. maddesinde, Devletin ve kamu iktisadi teĢebbüsleri dıĢındaki kamu
tüzel kiĢilerinin harcamalarının “yıllık bütçelerle” yapılacağı ve bütçenin “kanunla”
düzenleneceği belirtilmiĢtir. Anayasa‘nın 163. maddesinde bütçelerde değiĢiklik yapılmasının
esasları düzenlenmiĢ, maddenin üçüncü cümlesinde ise “Bakanlar Kuruluna kanun hükmünde
kararname ile bütçede değiĢiklik yapmak yetkisi verilemez.” hükmüne yer verilmiĢtir.
KHK‘nin 62. maddesinin ikinci fıkrasıyla, 648 sayılı KHK ile Çevre ve ġehircilik
Bakanlığının merkez ve taĢra teĢkilatında kullanılmak üzere ihdas edilen iki yüze kadar
kadroya, 6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunundaki sınırlamalara tabi
olmadan açıktan ve naklen atama yapılabilmesinin olanaklı kılınması, 6091 sayılı Bütçe
Kanunu‘nun 22. maddesinin (1) numaralı fıkrasında öngörülen sınırlamaların, Çevre ve
ġehircilik Bakanlığının merkez ve taĢra teĢkilatına tahsis edilen iki yüz kadro yönünden
uygulanmaması sonucunu doğurduğundan bu durum, bütçe kanununda değiĢiklik yapılması
anlamı taĢımaktadır.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 163. maddesine aykırıdır. Ġptali
gerekir.
2- KHK’nin Diğer Kuralları
KHK‘nin 62. maddesinin ikinci fıkrası ile 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında
bulunmadıkları gerekçesiyle iptal edilenler ve ayrıca hakkında karar verilmesine yer
olmadığına karar verilenler dıĢında kalan diğer kurallarında Anayasa‘nın 91. maddesinin
birinci fıkrası uyarınca kanun hükmünde kararname ile düzenlenmesi yasaklanmıĢ alanlara
iliĢkin herhangi bir düzenlemeye yer verilmediği anlaĢıldığından bu maddelere, fıkralara,
bentlere, bölümlere, cetvele ve listelere iliĢkin iptal isteminin reddi gerekir.
E- Kanun Hükmünde Kararname’nin Ġçerik Yönünden Ġncelenmesi
1- KHK‘nin 1. Maddesiyle DeğiĢtirilen 644 Sayılı KHK‘nin 2. Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasının (ç) Bendinde Yer Alan “…Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar
ile…” ve “…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli
güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik
bölgeleri…” Ġbareleri
Dava dilekçesinde, dava konusu kuralların Anayasa‘nın 2., 5., 6., 7., 87., 117. ve 127.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
a- Anayasa’nın 7. ve 87. Maddeleri Yönünden Ġnceleme
Dava dilekçesinde, hiçbir ölçü getirilmeden ve çerçevesi çizilmeden Bakanlar Kuruluna
mahallî idarelere ait bir görev olan planlama hizmetlerini Bakanlığa devretme yetkisi
verilmesinin, yasama yetkisinin devri niteliğinde olduğu belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın
7. ve 87. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Dava konusu kuralların da yer aldığı 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (ç) bendinde, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına, Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen
alanlar ile mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli
güvenliğe dair tesisler, askerî yasak bölgeleri, genel sığınak alanları ve özel güvenlik
bölgelerine iliĢkin etütleri, harita, her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar
planlarını, parselasyon planlarını ve değiĢikliklerini resen yapma, yaptırma, onaylama,
baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içinde yetkili idarelerce ruhsatlandırma yapılmaması halinde
resen ruhsat ve yapı kullanma izni verme görev ve yetkisi verilmiĢtir.
Anayasa‘nın 7. maddesinde, “Yasama yetkisi Türk Milleti adına Türkiye Büyük Millet
Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.” denilmektedir. Öte yandan, Anayasa‘nın 87.
maddesinde “kanun koyma” yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait bir görev olduğu
açıklığa kavuĢturulmuĢtur. Buna göre, Anayasa‘da kanun ile düzenlenmesi öngörülen
konularda yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi
olanaklı değildir.
Farklı koĢul ve durumlara göre sık sık değiĢik önlemler alma, bunları kaldırma ve süratli
biçimde hareket etme zorunluluğunun bulunduğu alanlarda, yasama organının temel kuralları
saptadıktan sonra, uzmanlık ve teknik konulara iliĢkin hususları yürütmeye bırakması, yasama
yetkisinin devri olarak yorumlanamaz.
Dava konusu kuralları da içeren (ç) bendinde, Bakanlığın, Bakanlar Kurulunca
belirlenen alanlarda ne tür yetkiler kullanabileceği açıkça düzenlenmek suretiyle konunun
çerçevesi çizilmiĢtir. Bakanlığın, bu yetkileri kullanılacağı alanların belirlenmesi, idari ve
teknik bir mesele olup geliĢen koĢul ve durumlar dikkate alınarak süratli bir Ģekilde karar
alınabilmesini sağlamak amacıyla bu konudaki yetkinin Bakanlar Kuruluna bırakılması
yasama yetkisinin devri anlamına gelmez.
Açıklanan nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa‘nın 7. ve 87. maddelerine aykırı
değildir.
b- Anayasa’nın 2. ve 5. Maddeleri Yönünden Ġnceleme
Dava dilekçesinde, ülke güvenliği açısından önemli olan ve gizlilik taĢıyan milli
güvenliğe dair tesisler, askerî yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri ile
ilgili plan ve projelerin Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Harita Genel
Komutanlığınca yapılacağı mevzuatta yer almıĢ iken bu alanlardaki planların yapım esaslarını
belirleme ve bu planları gerektiğinde bizzat yapma yetkisinin Mekânsal Planlama Genel
Müdürlüğüne verilmesinin, yetki karmaĢasına yol açacağı gibi anılan Genel Müdürlüğün
bunları özel kiĢilere de yaptırabildiği gözetildiğinde milli güvenliği tehdit ettiği belirtilerek
kuralların, Anayasa‘nın 2. ve 5. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik
ilkesi”dir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kiĢiler hem de idare yönünden herhangi
bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık, net, anlaĢılır ve uygulanabilir
olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesi
gerekir.
Anayasa‘nın 5. maddesinde, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin
bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kiĢilerin ve toplumun refah, huzur ve
mutluluğunu sağlamanın Devletin temel amaç ve görevlerinden olduğu belirtilmiĢtir. Buna
göre Devlet, ülke güvenliğini sağlamak amacıyla her türlü tedbiri almakla yükümlüdür.
Millî güvenliğe dair tesisler, askerî yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik
bölgelerinde her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarını yapma yetkisi, bu
konuda ayrıksı bir düzenleme bulunmadığından 3194 sayılı Kanun‘daki genel kural uyarınca
belediye ve il özel idarelerindedir. Dava konusu kurallarla, mahallî idarelere ait olan planlama
yetkisinin belirtilen alanlarla sınırlı olmak üzere Çevre ve ġehircilik Bakanlığı tarafından
kullanılmasına olanak tanınmıĢtır. Dolayısıyla belirsizliğe yol açan herhangi bir durum söz
konusu değildir.
Öte yandan, 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu ve bu
Kanun‘a dayanılarak çıkarılan ikincil mevzuatla, bu bölgelerdeki yapılaĢmalar için ruhsat
verilmeden önce yetkili komutanlığın izninin alınması zorunlu kılınmak suretiyle anılan
komutanlıklara, bölgenin savunma gücü ve gizliliği yönünden sakıncalı olabilecek yapıların
inĢasını önleme olanağı tanınmıĢtır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 2. ve 5. maddelerine aykırı
değildir.
c- Anayasa’nın 127. Maddesi Yönünden Ġnceleme
Dava dilekçesinde, yerel düzeyde uygulanacak planların yapımı görevinin merkezî
idareye bırakılması kanun koyucunun takdirinde olmakla birlikte yerel yönetimlerin bu
süreçten tamamen dıĢlanmasının imar planlarındaki uyumu bozacağı belirtilerek kuralların,
Anayasa‘nın 127. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Mahallî idarelere iliĢkin Anayasa‘nın 127. maddesinin birinci fıkrasında, bunların il,
belediye veya köy halkının mahallî müĢterek ihtiyaçlarını karĢılamak üzere kuruluĢ esasları
kanunla belirtilen ve karar organları kanunda gösterilen seçmenler tarafından seçilerek
oluĢturulan kamu tüzelkiĢileri oldukları, ikinci fıkrasında yerel yönetimlerin kuruluĢ ve
görevleri ile yetkilerinin, yerinden yönetim ilkesine uygun olarak kanunla düzenleneceği
belirtilmiĢtir. Maddenin beĢinci fıkrasında ise merkezî idarenin, mahallî idareler üzerinde,
mahallî hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun Ģekilde yürütülmesi, kamu
görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahallî ihtiyaçların gereği
gibi karĢılanması amacıyla kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet
yetkisine sahip olduğu belirtilmektedir.
Anayasa‘da imar planlarına iliĢkin yetkinin merkezi idare ya da yerel yönetimlere ait
olduğu konusunda bir kural yer almamakta olup ihtiyaçlara göre bu hususun belirlenmesi
yetkisi kanun koyucunun takdirindedir.
Mahallî müĢterek ihtiyaç, herhangi bir yerel yönetim biriminin sınırları içinde yaĢayan
kiĢi, aile, zümre ya da sınıfın özel çıkarlarını değil, aynı yörede birlikte yaĢamaktan doğan
somut durumların yarattığı, yoğunlaĢtırdığı ve sürekli güncelleĢtirdiği, özünde etkinlik, ölçek
ve sağladığı yarar bakımından yerel sınırları aĢmayan, bölünebilir ve rekabet konusu olabilen
yerel ve kamusal hizmet karakterinin ağır bastığı ortak beklentileri ifade etmektedir.
Anayasa‘da il, belediye ya da köy halkının yerel ortak ihtiyaçlarının neler olduğu
belirlenmemiĢ, bunun saptanması hususu kanun koyucuya bırakılmıĢtır. Bu durumda kanun
koyucu, kamu yararını gözeterek, anayasal sınırları içinde merkezî yönetimle yerel yönetim
arasındaki görev sınırlarını belirleyebilir. Ġdarenin bütünlüğü ilkesinden hareketle
düzenlemenin yerel yönetimleri ortadan kaldırma ya da etkisiz kılma amacına yönelik
olmaması, belirli alanlar bakımından belirli koĢullara bağlı ve yerel yönetimlere bir yük ya da
borç getirmeden kimi görev ve yetkilerin merkezî yönetim birimine bırakılması mümkündür.
Ġmar planlarının yapımı ve değiĢtirilmesi, temelde belediyelerden baĢlayıp merkezî
yönetime kadar çeĢitli düzeylerdeki karar verme süreci sonunda tamamlanır. Yerel ölçekteki
gereksinimlere getirilen çözümlerin aynı zamanda ülkenin genel ihtiyaçlarıyla da uyumlu
olması gerekmektedir. Bu nedenle söz konusu planlar, merkezî yönetimin vesayet yetkilerini
kullanarak yerel yönetimlerle birlikte gerçekleĢtirdiği siyasal, hukuki ve teknik belgelerdir.
Bu planların yapımı, merkezî yönetim ile yerel yönetimler arasında anayasal, yasal ve teknik
düzeyde iĢbirliği ve uyumu gerektirebilir.
Bakanlar Kurulunca kamu yararı gözetilerek belirlenen projeler kapsamında kalan
alanlar ile ülke güvenliği için büyük önem taĢıyan milli güvenliğe dair tesisler, askerî yasak
bölgeler, genel sığınak alanları ve özel güvenlik bölgeleriyle ilgili etütleri, harita, her tür ve
ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını, parselasyon planlarını yapma görev
ve yetkisinin Bakanlığa verilmesi kanun koyucunun takdiri kapsamındadır. Kurallarda
belirtilen alanların dıĢında kalan yerlerde imar planlarını yapma yetkisi yerel yönetimlerde
kalmaya devam ettiğinden, düzenlemenin yerel yönetimleri ortadan kaldırmayı ve etkisiz
kılmayı amaçladığı söylenemez. Kaldı ki, bu alanlardaki planlama yetkisi Çevre ve ġehircilik
Bakanlığına verilmekle birlikte ruhsatlandırma yetkisi yerel yönetimlerde bırakılarak yerel
yönetimlerin imar ve yapılaĢma sürecinden tamamen dıĢlanması engellenmiĢtir.
Kurallarda belirtilen alanlarla ilgili mahallî idarelerin baĢvuru tarihinden itibaren iki ay
içinde ruhsatlandırma yapmaması halinde ruhsat ve yapı kullanma izninin resen Çevre ve
ġehircilik Bakanlığınca verileceğinin öngörülmesi, mahallî idarelerin bu görevlerini ifadan
kaçınmalarını engelleme amacına yönelik olup yerel yönetimlerin bu husustaki yetkilerinin
takdire bağlı olarak kaldırılması Ģeklinde nitelendirilemez. Nitekim Anayasa Mahkemesi
kararlarında da vurgulandığı gibi, yerinden yönetim kuruluĢlarının kanunla kendilerine verilen
görevleri hiç yapmaması veya kanunun öngördüğü Ģekilde yapmaması gibi kamu yararının
zorunlu kıldığı durumlarda kanunla öngörülmek kaydıyla, merkezî idareye yerinden yönetim
kuruluĢunun yerine geçerek karar alma yetkisi tanınabilir. Buna göre dava konusu kurallarda
belirtilen alanlarda inĢaat ruhsatı ve oturma izni vermekle yetkilendirilen mahallî idarelerin
baĢvuru tarihinden itibaren iki ay içerisinde bu görevlerini yapmaması durumunda Bakanlığın,
bu idarelerin yerine geçerek resen bu iĢlemleri yapmasında Anayasa‘ya aykırılık
bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, dava konusu kurallar, Anayasa‘nın 127. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
Kuralların, Anayasa‘nın 6. ve 117. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
2- KHK‘nin 4. Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘nin 7. Maddesinin (1) Numaralı Fıkrasının
(j) Bendine Eklenen “mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü
yapı,” Ġbaresi
Dava dilekçesinde, yerel düzeyde uygulanacak planların yapımı görevinin merkezî
idareye bırakılması kanun koyucunun takdirinde olmakla birlikte yerel yönetimlerin bu
süreçten tamamen dıĢlanmasının imar planlarındaki uyumu bozacağı belirtilerek kuralın,
Anayasa‘nın 127. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Dava konusu kuralla, mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü
yapı ile ilgili her tür ve ölçekteki planların yapılmasına iliĢkin esasları belirleme ve bunlara
iliĢkin her tür ve ölçekteki harita, etüt, plan ve parselasyon planlarını gerektiğinde yapma,
yaptırma ve resen onaylama görev ve yetkisi Çevre ve ġehircilik Bakanlığının bir birimi olan
Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğüne verilmiĢtir.
Dava konusu kural, 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç)
bendiyle Bakanlığa verilen ve yukarıda incelenen görevin, Bakanlığın bir birimi olan
Mekânsal Planlama Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirileceğinin ifadesinden ibarettir.
644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) yer alan “…Bakanlar
Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile…‖ ve ―…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde
yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak
alanları, özel güvenlik bölgeleri…” ibarelerine iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava
konusu kural, Anayasa‘nın 127. maddesine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
3- KHK’nin 10. Maddesiyle 644 Sayılı KHK’ye Eklenen 13/A Maddesinin (1)
Numaralı Fıkrasının (a) Bendinde Yer Alan “…sulak alanlar…” Ġbaresi ile (b), (ç), (d)
ve (e) Bentleri
KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine
yönelik olarak ileri sürülen iddialar dava konusu kuralların bütününe yönelik olduğundan
kurallar birlikte incelenmiĢtir.
a- Kuralların Anlam ve Kapsamı
KHK‘nin genel gerekçesinden, KHK‘nin esas amacının, kültür varlıklarının
korunmasına iliĢkin hizmetlerle tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin hizmetlerin
birbirinden ayrıĢtırılarak tabiat varlıklarının korunması ve kullanılmasına iliĢkin iĢ ve
iĢlemlerin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı bünyesinde münhasıran bu iĢ için kurulmuĢ bir
teĢkilat tarafından yürütülmesini sağlamak ve 383 sayılı Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığı Kurulmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnameyle kurulan Özel Çevre Koruma
Kurumu BaĢkanlığı kapatılarak bu Kuruma ait yetki, görev ve sorumlulukların Çevre ve
ġehircilik Bakanlığına verilmesi olduğu anlaĢılmaktadır.
Bu amaç doğrultusunda KHK‘nin 15. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1.
maddeyle, Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılarak bu Kurum tarafından yerine
getirilen iĢ ve iĢlemlerin, Çevre ve ġehircilik Bakanlığının birimlerince yürütülmesi
öngörülmüĢtür. Ayrıca, KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4.
maddeyle, taĢınır tabiat varlıkları hariç tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin
koruma alanları ile ilgili olarak anılan Kanun‘da öngörülen iĢ, iĢlem ve kararlar bakımından
görevli ve yetkili bakanlığın, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı olduğu belirtilerek tabiat
varlıklarının korunması iliĢkin hizmetler Kültür ve Turizm Bakanlığının sorumluluk alanından
çıkarılmıĢtır.
Bu değiĢikliklere paralel olarak KHK‘nin 10. maddesi ile 644 sayılı KHK‘ye eklenen
13/A maddesiyle, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına bağlı Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğü kurulmuĢ ve daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Özel Çevre Koruma
Kurumu BaĢkanlığınca ifa edilen kimi görev ve yetkiler anılan Genel Müdürlüğe verilmiĢtir.
Anılan 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının iptali istenen bent ve ibareleriyle,
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne Ģu görevler verilmiĢtir:
- Sulak alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların
sınırlarını tescil etmek.
- Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil,
onay, değiĢiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve
tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak.
- Tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan
diğer alanların çakıĢtığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüĢünü
alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar
vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak,
yaptırmak ve onaylamak.
- Orman alanları dıĢında yer alan korunması gerekli taĢınmaz tabiat varlıkları, koruma
alanları ve doğal sit alanlarının Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına, onaylanan planlara
uygun olarak kullanılmak üzere tahsisini gerçekleĢtirmek, uygulamaların tahsis Ģartlarına
uygun olarak gerçekleĢmesini izlemek ve denetlemek.
- Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerine iliĢkin olarak,
hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen projeleri yapmak, yaptırmak ve onaylamak, her
türlü araĢtırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek, eğitim ve bilinçlendirme çalıĢmaları
yürütmek, kullanım yasağı getirilen alanların kamulaĢtırma veya benzer yollarla kamunun
eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve denetim yapmak, gerekli görülen alanların korunması
ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım yapmak veya ilgili idarelerin yatırım projelerini
desteklemek, bu alan ve bölgelerde Devlet‘in hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere iliĢkin her
türlü tasarrufta bulunmak, iĢletmek, iĢlettirmek ve kullanım izinlerini vermek, korunan
alanlara iliĢkin insan ve finansman kaynağı sağlamak.
b- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
Dava dilekçesinde, Anayasayla Devlete yüklenen çevre sağlığını koruma ve çevrenin
kirlenmesini önleme ödevinin beraberinde etkin bir Devlet denetimi gerektirdiği, doğası
gereği tarafsız ve bağımsız olarak yerine getirilmesi gereken denetim faaliyetinin ayrı tüzel
kiĢiliği haiz Özel Çevre Koruma Kurumu yerine Devlet tüzel kiĢiliği içerisinde yer alan
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından yürütülmesinin çevre koruma
güvencelerini zayıflatacağı, tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının iç içe olması
nedeniyle bunlara iliĢkin olarak bütüncül bir koruma anlayıĢının benimsenmesi gerektiği,
kültür varlıkları ile tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin yetki ve sorumlulukların farklı
idarelere verilmesinin, bu alanların etkili bir Ģekilde korunamaması sonucunu doğuracağı,
2872 sayılı Çevre Kanunu ile 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‘nun,
sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ile tabiat varlıklarına iliĢkin olarak Bakanlar
Kuruluna, Kültür ve Turizm Bakanlığına ve kültür varlıklarını koruma kurullarına yetki
tanıyan hükümleri yürürlükte olduğu halde aynı yetkilerin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına ve
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmesinin belirsizlik yarattığı belirtilerek
kuralların, Anayasa‘nın 2., 56. ve 63. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Anayasa‘nın 56. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında, “Herkes, sağlıklı ve dengeli
bir çevrede yaĢama hakkına sahiptir. Çevreyi geliĢtirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre
kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaĢların ödevidir.” kuralına yer verilmiĢ; 63.
maddesinin birinci fıkrasında ise “Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin
korunmasını sağlar, bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirleri alır.” hükmü yer
almıĢtır.
Bu hükümlere göre, çevrenin geliĢtirilmesi, çevre sağlığının korunması ve çevre
kirlenmesinin önlenmesine; tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korunmasına
yönelik her türlü tedbiri almak Devletin temel ödevlerindendir. Bu amaçla Devlet, çevrenin ve
kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlamak için etkili bir maddi hukuk düzeni
oluĢturmak ve öngörülen maddi hukuku uygulamak üzere gereken teĢkilatı kurmakla
yükümlüdür. Anayasa‘da bu görevleri yürütmek amacıyla oluĢturulacak teĢkilatın niteliğiyle
ilgili herhangi bir belirleme yapılmamıĢ, bu konuda kanun koyucuyu sınırlandıran herhangi
bir hükme yer verilmemiĢtir. Bu nedenle çevrenin geliĢtirilmesi, çevre sağlığının korunması
ve çevre kirlenmesinin önlenmesine; tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin
korunmasına yönelik olarak oluĢturulacak teĢkilatın türünü, yapısını ve niteliğini belirlemek
kanun koyucunun takdirindedir. Kanun koyucu, bu görevlerin merkezî idare teĢkilatı
içerisinde yer alan bir kamu kurumu tarafından yerine getirilmesini öngörebileceği gibi bu
görevi merkezi idare teĢkilatı dıĢında yer alan özerk bir kamu kurumuna da tevdi edebilir.
Bu itibarla, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve tabiat varlıklarının tescili,
onayı, ilanı, planlanması, yönetilmesi ve iĢletilmesi ile ilgili kimi görevlerin merkezi idare
içerisinde teĢkilatlandırılan Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğüne verilmiĢ olması,
kanun koyucunun takdir yetkisi kapsamındadır. Bu alanların korunmasına yönelik görevlerin
Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünce yürütülmesinin olumlu sonuç doğurup
doğurmayacağı anayasallık denetiminin kapsamı dıĢında kalmaktadır.
Öte yandan, KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddeyle, söz
konusu Kanun‘da Kültür ve Turizm Bakanlığı ile bu Bakanlık bünyesinde kurulan Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve kültür varlıklarını koruma bölge kurullarınca yerine
getirilmesi öngörülen iĢ ve iĢlemlerin tabiat varlıklarına iliĢkin olan bölümünün, Çevre ve
ġehircilik Bakanlığı ile bu Bakanlık bünyesinde oluĢturulan Tabiat Varlıklarını Koruma
Merkez Komisyonu ve tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonları tarafından yerine
getirileceği hükme bağlanmak suretiyle tabiat varlıklarıyla ilgili iĢ ve iĢlemler yönünden
yetkili idareler açıklığa kavuĢturulmuĢtur. Ayrıca, 2872 sayılı Kanun‘un 9. maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendine göre, özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil ve ilan yetkisi
Bakanlar Kuruluna ait olup dava konusu kural ile Tabiat Varlıklarını Koruma Genel
Müdürlüğüne verilen görev, Bakanlar Kurulu kararına esas olmak üzere gereken hazırlık
iĢlemlerini yapmaktır. Dolayısıyla dava konusu kurallarla belirsizlik yaratıldığından söz
edilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 2., 56. ve 63. maddelerine
aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
4- KHK’nin 10. Maddesiyle 644 Sayılı KHK’ye Eklenen 13/A Maddesinin (2)
Numaralı Fıkrasının Birinci Cümlesinde Yer Alan “…ile Bakanlıkça tespit edilen doğal
sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının…” Ġbaresi ile Ġkinci
Cümlesinde Yer Alan “…Ancak Bakanlıkça…” Ġbaresi
Dava dilekçesinde, KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b),
(ç), (d) ve (e) bentlerine yönelik olarak ileri sürülen gerekçelerle kuralların, Anayasa‘nın 2.,
56. ve 63. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesin (2) numaralı
fıkrasının birinci cümlesinin dava konusu bölümüyle, Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca tespit
edilen doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının tescili ve ilanının
Çevre ve ġehircilik Bakanının onayı ile yapılması kurala bağlanmıĢtır. Aynı fıkranın ikinci
cümlesiyle bu kurala bir istisna getirilerek Bakanlıkça yapı yasağı önerilen tabiat varlıkları ve
doğal sit alanları dâhil orman rejimine tabi olmayan bütün koruma alanlarının, Bakanlar
Kurulu kararı ile tescil ve ilan edilmesi öngörülmüĢtür.
KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine
iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 2. ve 56. ve 63.
maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
5- KHK‘nin 12. Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘nin 25. Maddesine Eklenen (2) Numaralı
Fıkra
Dava dilekçesinde, bakan müĢavirlerinin kurum içinde ihtiyaç duyulan hizmetlerde
görevlendirilmelerine olanak tanıyan düzenlemenin, kazanılmıĢ hakların ihlali sonucunu
doğurduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüĢtür.
644 sayılı KHK‘nin 25. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bakanlık müĢavirlerinin
Bakanlıkta özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak üzere
çalıĢtırılacakları; 3046 sayılı Kanun‘un 27. maddesinde ise bakanlık müĢavirlerinin
Bakanlıklarda, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda bakanlık makamına yardımcı olmak
üzere çalıĢtırılacakları hükme bağlanmıĢtır. Söz konusu düzenlemelere göre bakanlık
müĢavirlerinin görevlerinin, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak
olduğu anlaĢılmaktadır.
Dava konusu kuralla, bakanlık müĢaviri kadrosunda görev yapan kamu görevlilerinin,
özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak dıĢında da, Bakan tarafından
uygun görülen merkez ve taĢra teĢkilatına ait birimlerde çalıĢtırılmaları olanaklı kılınmıĢtır.
Anayasa‘nın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden birisi
kazanılmıĢ haklara saygı gösterilmesidir. KazanılmıĢ haklara saygı, hukuk güvenliği ilkesinin
bir sonucudur. KazanılmıĢ hak, kiĢinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiĢ ve kendisi
yönünden kesinleĢmiĢ ve kiĢisel alacak niteliğine dönüĢmüĢ haktır.
Çerçevesi kanunla belirlenmek kaydıyla kamu görevlilerinin çalıĢma koĢullarının ve
görevlerinin değiĢtirilmesi her zaman mümkündür. Bu nedenle bir memuriyet kadrosuna
bağlanan görevlerde değiĢiklik yapılması, o kadroda görev yapan memurların kazanılmıĢ
haklarının ihlali olarak değerlendirilemez. Diğer bir ifadeyle kamu görevlileri, atandıkları
tarih itibarıyla mevzuatta öngörülen görevlerle sınırlı olarak çalıĢtırılabilecekleri yolunda bir
kazanılmıĢ hakka sahip değillerdir. Dava konusu kuralla, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı
müĢavirlerinin çalıĢma koĢullarında ve görevlerinde değiĢiklik yapılmıĢ olup bu kiĢilerin
bulundukları statülerden doğan, tahakkuk etmiĢ ve kendileri yönünden kesinleĢmiĢ ve kiĢisel
alacak niteliğine dönüĢmüĢ haklara yönelik bir düzenleme öngörülmediğinden kazanılmıĢ
hakların ihlalinden söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural, Anayasa‘nın 2. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
Kuralın, Anayasa‘nın 11. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
6- KHK‘nin 15. Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘ye Eklenen Ek 1. Madde
Dava dilekçesinde, Anayasayla Devlete yüklenen çevre sağlığını koruma ve çevrenin
kirlenmesini önleme ödevinin beraberinde etkin bir Devlet denetimi gerektirdiği, doğası
gereği tarafsız ve bağımsız olması gereken denetim faaliyetinin ayrı tüzel kiĢiliği haiz Özel
Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı yerine Devlet tüzel kiĢiliği içerisinde yer alan Tabiat
Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü tarafından yerine getirilmesinin çevre koruma
güvencelerini zayıflatacağı, öte yandan 383 sayılı KHK‘de belirtilen iĢ ve iĢlemlerin hangi
birim tarafından yerine getirileceğinin kanunla belirlenmeyip Bakan tarafından uygun görülen
birimlerce yürütülmesinin öngörülmesinin “belirlilik” ve “idarenin kanuniliği” ilkelerine
uygun düĢmediği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 56. maddelerine aykırı olduğu ileri
sürülmüĢtür.
Dava konusu kuralın (1) numaralı fıkrasıyla, 19.10.1989 günlü, 383 sayılı KHK ile
kurulan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığı kapatılmıĢtır.
Maddenin (2) numaralı fıkrasıyla, 383 sayılı KHK uyarınca Özel Çevre Koruma
Kurumu BaĢkanlığına verilen görev ve yetkiler, Çevre ve ġehircilik Bakanlığına devredilmiĢ
ve bunların, Bakan tarafından uygun görülen Çevre ve ġehircilik Bakanlığının birimlerince
yürütülmesi öngörülmüĢtür.
Maddenin (3) numaralı fıkrasında, kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığına
ait her türlü taĢınır, taĢıt, araç, gereç ve malzeme, borç ve alacaklar, hak ve yükümlülükler,
yazılı ve elektronik ortamdaki her türlü kayıtlar ve dokümanların Çevre ve ġehircilik
Bakanlığına hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın devredilmiĢ sayılacağı, mülkiyeti hazineye ait
veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taĢınmazlardan Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığına tahsis edilmiĢ olanların hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın tahsis amacında
kullanılmak üzere Bakanlığa tahsis edilmiĢ sayılacağı belirtilmiĢtir.
Maddenin (4) numaralı fıkrasında, kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının
harcamalarının, 6091 sayılı 2011 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanununa istinaden Maliye
Bakanlığınca yeni bir düzenleme yapılıncaya kadar, Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığının 2011 yılı bütçesinde yer alan ödeneklerden karĢılanması öngörülmüĢtür.
Maddenin son fıkrasında ise Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının kaldırılması
sonucu açığa çıkan yönetici personelin durumu düzenlenmektedir. Buna göre, Özel Çevre
Koruma Kurumu BaĢkanlığında görev yapan bazı üst düzey kamu görevlilerinin, bu
görevlerinin sona ermesi ve Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanı, BaĢkan Yardımcısı, I.
Hukuk MüĢaviri ve Daire BaĢkanı kadrosunda bulunanların, bakanlık müĢaviri kadrolarına;
Özel Çevre Koruma Müdürü ve Özel Çevre Koruma Müdür Yardımcısı kadrolarında
bulunanların ise bulundukları illerdeki Çevre ve ġehircilik Ġl Müdürlüğünün Ģube müdürü
kadrolarına halen bulundukları kadro dereceleriyle atanmıĢ sayılmaları öngörülmüĢtür. Bu
madde uyarınca ihdas edilen bakanlık müĢaviri kadrolarının herhangi bir sebeple boĢalması
halinde hiçbir iĢleme gerek kalmaksızın iptal edilmiĢ sayılacakları belirtilmiĢtir. Diğer
taraftan, bakanlık müĢaviri kadroları ile Ģube müdürü kadrolarına atananların eski mali
haklarının korunması ve kendi istekleri ile baĢka kadro veya kurumlara geçenlere fark
ödenmesinin sona ermesi öngörülmüĢtür. Bunlar dıĢında kalan personelin, hiçbir iĢleme gerek
kalmaksızın kadro ve pozisyonlarıyla birlikte Çevre ve ġehircilik Bakanlığına devredildiği
kurala bağlanmıĢtır.
KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine
iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 56. maddesine aykırı
değildir.
383 sayılı KHK‘ye göre yürütülmesi gereken iĢ ve iĢlemlerin 648 sayılı KHK‘nin
yürürlüğe girdiği tarihten sonra Çevre ve ġehircilik Bakanlığı tarafından yerine getirileceği
hususunda herhangi bir tartıĢma ve belirsizlik söz konusu değildir. Bakanlığa devredilen söz
konusu iĢ ve iĢlemlerin Bakanlığın uzmanlık ve teknik yönden uygun olan birimine
verileceğinde kuĢku bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 56. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
7- KHK‘nin 17. Maddesiyle 644 Sayılı KHK‘ye Eklenen Geçici 6. Maddenin (1) ve (3)
Numaralı Fıkraları
Dava dilekçesinde, 2863 sayılı Kanun‘daki esas ve usullere göre tespit ve tescili
yapılmıĢ tabiat varlıkları ile doğal sit alanlarının statülerinin, kimlerden oluĢacağı belirsiz bir
komisyon marifetiyle yeniden belirlemesinin, Anayasa ve Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın
Korunması SözleĢmesiyle Devlete yüklenen tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin
korunmasını sağlama ödeviyle bağdaĢmadığı, kaç üyeden ve hangi meslek gruplarından
oluĢacağı, seçiminin nasıl yapılacağı kanunla belirlenmeden anayasal koruma altındaki tabiat
varlıklarını ve doğal sit alanlarını belirleyecek komisyonu oluĢturma yetkisinin Çevre ve
ġehircilik Bakanlığına verilmesinin, yasama yetkisinin devri anlamına geldiği ve ayrıca
belirlilik ilkesine aykırılık oluĢturduğu belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 2., 6., 7., 63., 87.
ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
KHK‘nin 17. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6. maddenin (1) numaralı
fıkrasıyla, daha önceki mevzuata göre doğal sit alanı ve tabiat varlığı olarak tespit ve tescil
edilmiĢ alan ve varlıkların, bu niteliklerini koruyup korumadıkları yolunda yeniden
değerlendirme yapılması öngörülmüĢtür. Bu amaçla doğal sit alanları ile kültür varlıklarına
iliĢkin her türlü belgenin en geç altı ay içinde Bakanlığa devredilmesi zorunlu kılınmıĢtır.
Tabiat varlıkları ve doğal sitlerle ilgili yeni değerlendirme yapılıncaya kadar bu alanlara
iliĢkin olarak kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurullarınca alınmıĢ kararların geçerli
olacağı açıklığa kavuĢturulmuĢtur.
Aynı maddenin (3) numaralı fıkrasında ise daha önce Kültür ve Tabiat Varlıklarını
Koruma Yüksek Kurulunca yapılan tanım dikkate alınarak “doğal sit alanı” olarak belirlenen
yerlerin, Bakanlık tarafından konunun uzmanlarından oluĢturulacak komisyonca KHK‘nin 41.
maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13)
numaralı alt bent ile getirilen “doğal sit alanı” tanımı çerçevesinde yeniden değerlendirmeye
tabi tutulması öngörülmüĢtür. Yeniden tespit edilen statülerin Çevre ve ġehircilik Bakanının
onayı ile; yapı yasağı öngörülen statülerin ise Bakanlar Kurulunca onaylandıktan sonra tescil
edileceği düzenlenmiĢtir.
Bakanlık tarafından oluĢturulacak komisyonun tabiat varlıkları ve doğal sit alanı
statüleri yeniden değerlendirmek ve tespit etmekle görevli olduğu kuralda açıkça
belirlenmiĢtir. Öte yandan, statüler yeniden tespit edilirken 2863 sayılı Kanun‘da yapılan
tanımların esas alınacağı hususunda kuĢku bulunmamaktadır. Söz konusu komisyonun görev,
yetki ve sorumlulukları kanunla belirlendikten sonra üyelerinin kimlerden oluĢacağının
Bakanlık tarafından belirlenmesi, yasama yetkisinin devri olarak nitelenemez.
Ayrıca, statülerin yeniden değerlendirilmesi görevinin Bakanlık tarafından konunun
uzmanlarından oluĢturulacak bir komisyonca yerine getirileceği ve bu görevin Anayasa‘nın
63. maddesi, Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesi ve 2863 sayılı
Kanun‘da belirlenen esaslar çerçevesinde ifa edileceği hususunda herhangi bir tartıĢma
bulunmadığından kurallarda, belirsizlik ve hukuk devleti ilkesine de aykırılık
bulunmamaktadır. Kaldı ki bu komisyon kararlarının yargı denetimine tabi olduğu da açıktır.
Açıklanan nedenle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 2., 7., 63. ve 87. maddelerine
aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
Kuralların, Anayasa‘nın 90. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
8- KHK‘nin 19. Maddesi
Dava dilekçesinde, KHK‘nin 15. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1. maddeye
yönelik olarak ileri sürülen gerekçelerle kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 56. maddelerine aykırı
olduğu ileri sürülmüĢtür.
Dava konusu kuralla, KHK‘nin 15. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1. madde
hükmü gereğince kapatılan Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının, 5018 sayılı Kanun‘a
ekli ve özel bütçeli idareleri gösteren II sayılı cetvelden çıkarılması öngörülmektedir.
Özel Çevre Koruma Kurumu BaĢkanlığının kapatılmasına bağlı olarak 5018 sayılı
Kanun‘da Ģekli değiĢiklik yapılmasını öngören dava konusu kural, KHK‘nin 15. maddesiyle
644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1. maddeye iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle Anayasa‘nın
2. ve 56. maddelerine aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
9- KHK‘nin 32. Maddesiyle 645 Sayılı KHK‘nin 19. Maddesine Eklenen (2) Numaralı
Fıkra
Dava dilekçesinde, KHK‘nin 12. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 25. maddesine
eklenen (2) numaralı fıkraya yönelik olarak ileri sürülen gerekçelerle kuralın, Anayasa‘nın 2.
ve 11. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
645 sayılı KHK‘nin 19. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bakanlık müĢavirlerinin
Bakanlıkta özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak üzere
çalıĢtırılacakları; 3046 sayılı Kanun‘un 27. maddesinde ise bakanlık müĢavirlerinin
bakanlıklarda, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda bakanlık makamına yardımcı olmak
üzere çalıĢtırılacakları hükme bağlanmıĢtır. Söz konusu düzenlemelere göre bakanlık
müĢavirlerinin görevlerinin, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı olmak
olduğu anlaĢılmaktadır.
Dava konusu kuralla Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığında bakanlık müĢaviri kadrosunda
görev yapan kamu görevlilerinin, özel önem ve öncelik taĢıyan konularda Bakana yardımcı
olmak dıĢında da, Bakan tarafından uygun görülen merkez ve taĢra teĢkilatına ait birimlerde
çalıĢtırılmaları olanaklı kılınmıĢtır.
KHK‘nin 12. maddesiyle 644 sayılı KHK‘nin 25. maddesine eklenen (2) numaralı
fıkrasına iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 2. maddesine
aykırı değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
Kuralın, Anayasa‘nın 11. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
10- KHK‘nin 36. Maddesiyle DeğiĢtirilen 2873 Sayılı Kanun‘un 5. Maddesinin Birinci
Fıkrasında Yer Alan “onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin” Ġbaresi
Dava dilekçesinde, milli park, tabiat parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları
içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel kiĢilere ait taĢınmaz malların, uygulama imar planına
göre hazırlanacak proje kapsamında kamulaĢtırılmasına olanak tanınmasının,
kamulaĢtırmanın kamu yararı amacıyla değil, arazi sahiplerine ve yatırımcılara imar rantı
transfer edilmesi amacıyla yapılması sonucunu doğurduğu belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın
2., 35. ve 46. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
2873 sayılı Kanun‘un 5. maddesinde, Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığına, milli park, tabiat
parkı, tabiat anıtı ve tabiatı koruma alanı sınırları içinde kalan yerlerdeki gerçek ve tüzel
kiĢilere ait taĢınmaz mallar ile her türlü tesisleri kamulaĢtırma yetkisi verilmektedir. Dava
konusu kuralla, anılan maddede yer alan “hazırlanacak planın” ibaresi, “onaylı uygulama
imar planına göre hazırlanacak projelerin” Ģeklinde değiĢtirilmek suretiyle Bakanlığın
kamulaĢtırma yetkisi, onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak projelerin
gerçekleĢmesi amacına münhasır kılınmıĢtır. Dolayısıyla, kuralın önceki halinden farklı
olarak Bakanlığın bu alanlarda kamulaĢtırma yapabilmesi için “milli park geliĢme planı”nın
hazırlanmıĢ olması yetmemekte, bunun yanında uygulama imar planının ve bu plana uygun
projenin de hazırlanmıĢ olması gerekmektedir.
Anılan Kanun‘un 12. maddesinde, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları ve tabiatı
koruma alanlarındaki planların gerektirdiği her türlü hizmet ve faaliyetler ile koruma,
yönetim, iĢletme, tanıtım, sportif, eğlenme ve dinlenme hizmetleri için gerekli alt yapı, üst
yapı ve diğer tesislerin Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığınca yapılacağı veya yaptırılacağı,
yönetileceği veya iĢletileceği hükme bağlandığından Bakanlığın kamulaĢtırma yetkisinin, bu
faaliyetler kapsamında üretilen projelerin gerçekleĢmesi amacına yönelik olarak
kullanılabileceği anlaĢılmaktadır.
Anayasa‘nın 35. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına
sahiptir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıĢtır. Birey özgürlüğü ile
doğrudan ilgili olan mülkiyet hakkı bireye emeğinin karĢılığına sahip olma ve geleceğe
yönelik planlar yapma olanağı tanıyan temel bir haktır. Anayasa‘nın 35. maddesinde mülkiyet
hakkı sınırsız bir hak olarak düzenlenmemiĢ, kamu yararı amacıyla ve kanunla
sınırlandırılabileceği öngörülmüĢtür. Ayrıca, mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum
yararına aykırı olamayacağı da belirtilmiĢtir. Anayasa‘da mülkiyet hakkının kapsamı diğer
bazı maddelerde yer alan hükümlerle de çerçevelenmiĢtir. Bu bağlamda kıyılara iliĢkin 43.,
toprak mülkiyetine iliĢkin 44., kamulaĢtırmayı düzenleyen 46., tarih, kültür ve tabiat
varlıklarının korunmasına iliĢkin 63., tabii servet ve kaynaklara iliĢkin 168., ormanlara iliĢkin
169. ve 170. maddelerde Anayasa‘nın 35. maddesinde düzenlenen mülkiyet hakkı
güvencesinin çerçevesini belirleyen kurallar yer almaktadır.
Anayasa‘nın 46. maddesinde öngörülen ve temel unsurunun “kamu yararı” olduğu
kabul edilen kamulaĢtırma, bir taĢınmaz üzerindeki özel mülkiyet hakkının, malikin rızası
olmaksızın, kamu yararı için ve karĢılığı ödenmek koĢuluyla Devlet tarafından sona
erdirilmesidir. KamulaĢtırmayı düzenleyen 46. maddenin birinci fıkrasında, “Devlet ve kamu
tüzelkiĢileri, kamu yararının gerektirdiği hallerde, karĢılıklarını peĢin ödemek Ģartıyla, özel
mülkiyette bulunan taĢınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve
usullere göre, kamulaĢtırmaya ve bunlar üzerinde idari irtifaklar kurmaya yetkilidir”
denilmektedir. Kamu yararı bulunması, kamulaĢtırma kararının kanunda gösterilen esas ve
usullerine uyulması, gerçek karĢılığın peĢin ve nakden ödenmesi kamulaĢtırmanın anayasal
unsurlarıdır.
Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları ve tabiatı koruma alanlarındaki planların
gerektirdiği her türlü hizmet ve faaliyetler ile koruma, yönetim, iĢletme, tanıtım, sportif,
eğlenme ve dinlenme hizmetleri için gerekli alt yapı, üst yapı ve diğer tesislerin yapımında
kamu yararı bulunduğu tartıĢmasızdır. KamulaĢtırılan alanlarda anılan Kanun‘un 8. maddesi
uyarınca turistik amaçlı bina ve tesislerin yapımı için özel hukuk kiĢileri lehine intifa hakkı
tesis edilebilmesi de kamu yararının varlığını ortadan kaldırmamaktadır. Kaldı ki, dava
konusu kuralla, kamulaĢtırılacak alanların kullanım amacına iliĢkin olarak herhangi bir
değiĢiklik yapılmamıĢtır. Kuralda öngörülen değiĢiklik, kamulaĢtırma koĢullarına iliĢkindir.
Buna göre, kamulaĢtırma yapılabilmesi için “milli park geliĢme planı”nın hazırlanmıĢ olması
yeterli iken dava konusu kuralla yapılan değiĢiklikten sonra somut projelerin hazırlanmıĢ
olması Ģartı getirilmiĢ ve bu suretle mülkiyet hakkına kamulaĢtırma yoluyla müdahale
edilmesi daha katı koĢullara bağlanmıĢtır. Dolayısıyla, dava konusu kuralla yapılan değiĢiklik
sonucu mülkiyet hakkı zayıflatılmamıĢ, aksine mülkiyet hakkının sınırlandırılmasına iliĢkin
usuli güvenceler güçlendirilmiĢtir.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa‘nın 2., 35. ve 46. maddelerine aykırı değildir. Ġptal
isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
11- KHK’nin 40. Maddesiyle DeğiĢtirilen 178 Sayılı KHK’nin 13. Maddesinin
Birinci Fıkrasının (r) Bendinde Yer Alan “Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve
esasları belirlenen projeler kapsamında;” ve “…ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan…” Ġbareleri ile “…kamulaştırma…” Sözcüğü ile Ġkinci Fıkrası
a- Anlam ve Kapsam
KHK‘nin 40. maddesiyle, 10.7.2011 günlü, 27990 sayılı Resmî Gazete‘de yayımlanarak
yürürlüğe giren 646 sayılı KHK‘nin 1. maddesiyle 178 sayılı KHK‘nin 13. maddesinin birinci
fıkrasına eklenen (r) bendi ve yine aynı kuralla eklenen ikinci fıkrasında değiĢiklikler
yapılmıĢtır. DeğiĢtirilen (r) bendiyle, Maliye Bakanlığı Milli Emlak Genel Müdürlüğüne,
Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında; hazinenin özel
mülkiyetinde ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazları geliĢtirme,
değerlendirme, kiĢilerin mülkiyetinde bulunan taĢınmazları ise satın alma, trampa etme,
kamulaĢtırma ve toplulaĢtırma yapma yetkisi verilmiĢtir. DeğiĢiklikle, bendin önceki halinde
yer alan ve bu alanlardaki imar planlarının yapımı ve imar uygulamalarını gerçekleĢtirme
yetkisini Milli Emlak Genel Müdürlüğüne tanıyan ibareler metinden çıkartılmıĢtır.
Buna paralel olarak, Milli Emlak Genel Müdürlüğünce yapılan, yaptırılan veya tadil
edilen planların ilgili mahallî idarelerce üç ay içinde onaylanmaması durumunda Genel
Müdürlük tarafından resen onaylanacağını ve onay sürecine iliĢkin diğer iĢlemlerin anılan
Genel Müdürlükçe yapılacağını öngören ikinci fıkra değiĢtirilerek Bakanlar Kurulunca
belirlenen projeler kapsamındaki tüm taĢınmazlara iliĢkin her tür ve ölçekteki etüt, harita,
plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamaları Bakanlığın (Maliye
Bakanlığının) talebi üzerine Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca yapılması ve onaylanarak
yürürlüğe konulması öngörülmüĢtür.
KHK‘nin 40. maddesinin gerekçesinde, değiĢikliğin amacının Milli Emlak Genel
Müdürlüğünün görevlerine iliĢkin hükmün, 644 sayılı KHK hükümleri ile uyumlu hale
getirilmesi olduğu belirtilmiĢtir. 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç)
bendiyle, Bakanlar Kurulunca belirlenen projeler kapsamında kalan alanlardaki imar
planlarının yapımı ve diğer imar uygulama iĢlemlerinin gerçekleĢtirilmesi yetkisi Çevre ve
ġehircilik Bakanlığına verilmiĢtir. 178 sayılı KHK‘nin 13. maddesinde yapılan değiĢiklikle,
644 sayılı KHK‘nin anılan kurallarıyla uyum sağlanması amaçlandığına göre, her iki kuralda
belirtilen Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanların aynı alanlar olduğu anlaĢılmaktadır.
Bu durumda, Bakanlar Kurulunca belirlenen projelerin arazi temini ve düzenlemesine iliĢkin
kısmını Maliye Bakanlığı, projenin yapımı ve diğer imar iĢlemlerine iliĢkin kısmını ise Çevre
ve ġehircilik Bakanlığı gerçekleĢtirecektir.
b- Anayasa’ya Aykırılık Sorunu
Dava dilekçesinde, Bakanlar Kurulunun usul ve esaslarını belirleyeceği projelerin, neler
ve hangi tür projeler olduklarının ve bu projelerle nelerin amaçlandığının kanunda açıkça
belirtilmemesinin, hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı, düzenlemeyle dağların, tepelerin,
kıyıların, kıyıda denizden doldurma yoluyla elde edilen arazilerin, mera, yaylak ve kıĢlaklar
ile Devlet ormanları ve içindeki koruma altında bulunan alanların, yerleĢme ve yapılaĢmaya
açılmasının amaçlandığı, Milli Emlak Genel Müdürlüğüne verilen kamulaĢtırma yetkisiyle
kamu yararını gerçekleĢtirmek yerine imar rantı yaratılmak istendiği, Bakanlar Kurulunca
uygulama usul ve esasları belirlenen projeler kapsamında bulunan taĢınmazların, her tür ve
ölçekteki etüt, harita, plan, imar planları, imar plan tadilatları ve imar uygulamalarının
yapılması ve onaylanması yetkilerinin Çevre ve ġehircilik Bakanlığına verilmesinin, yerel
yönetimlerin yetkilerine müdahale niteliği taĢıdığı belirtilerek kuralların, Anayasa‘nın 2., 6.,
35., 43., 45., 46., 57., 63., 127. ve 169. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
KHK‘nin 1. maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı KHK‘nin 2. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (ç) bendinde yer alan “…Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar ile…” ve
“…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli güvenliğe
dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik bölgeleri…”
ibarelerine iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 127.
maddesine aykırı değildir.
Anayasa‘nın 2. maddesindeki “hukuk devleti” ilkesi gereğince, yasama iĢlemlerinin
kiĢisel yararları değil kamu yararını gerçekleĢtirmek amacıyla yapılması zorunludur. Bir
kuralın Anayasa‘ya aykırılık sorunu çözümlenirken “kamu yararı” konusunda Anayasa
Mahkemesinin yapacağı inceleme yalnızca kanunun kamu yararı amacıyla yapılıp
yapılmadığı ile sınırlıdır. Kanun ile kamu yararının ne kadar gerçekleĢip gerçekleĢmeyeceğini
denetlemenin anayasa yargısıyla bağdaĢmayacağı açıktır.
Dava konusu kural ile dağınık halde bulunan hazine arazileri ile Devletin hüküm ve
tasarrufu altında bulunan arazilerin, Bakanlar Kurulunca belirlenen özel projelerde
kullanmaya elveriĢli hale getirilmesinin amaçlandığı anlaĢılmaktadır. Bu suretle tarımsal
yatırımlar ve sanayi yatırımları için uygun arazi parçalarının elde edilmesi hedeflenmektedir.
Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazların yanında özel mülkiyette bulunan
taĢınmazların da bu projeler kapsamında geliĢtirmesine ve değerlendirmesine olanak
sağlanmıĢtır. Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taĢınmazlar, ayrıca bir tahsise
gerek olmaksızın, doğal niteliklerinin bir sonucu olarak doğrudan doğruya kamunun ortak
kullanımına açık olan kayalar, tepeler, dağlar, tarıma el veriĢli olmayan araziler, kaynaklar,
akarsu yatakları, Devlet ormanları, kıyılar, meralar, yaylaklar ve kıĢlaklar gibi taĢınmazlardır.
Devletin, sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait yerler üzerindeki üzerinde sahip olduğu
mülkiyet hakkı özel mülkiyetten farklı olup “kamu mülkiyeti” olarak nitelendirilmektedir.
Devlet, hüküm ve tasarrufu altında bulunan bu taĢınmazlar üzerinde, kamu yararını gözetmek
ve Anayasa‘nın özel maddelerinde yer alan güvence hükümlerini de dikkate almak kaydıyla
üstün yetkilerini kullanarak istediği hukuki düzeni kurabilir. Dava konusu kuralla, sahipsiz
yerler ile yararı kamuya ait yerlerde bulunan taĢınmazların Bakanlar Kurulunca belirlenen
projeler çerçevesinde geliĢtirilmesi ve değerlendirilmesinin öngörülmüĢ olması, Devletin bu
yerler üzerinde sahip olduğu “kamu mülkiyeti” hakkı kapsamında yapılan bir tasarruftur.
Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki bu yerlerin Bakanlar Kurulunca belirlenen
projeler kapsamında geliĢtirilip değerlendirilmesinde ve çeĢitli yatırım projelerinde
kullanılabilir hale getirilmesinde kamu yararı bulunduğu anlaĢılmaktadır. Bu nedenle, bu
hedefe yönelik olarak Bakanlar Kurulunca belirlenen projeler kapsamında kalan özel
mülkiyetteki taĢınmazların kamulaĢtırılabilmesi amacıyla Maliye Bakanlığı Milli Emlak
Genel Müdürlüğüne yetki tanınmasının, Anayasa‘ya aykırı bir yönü bulunmamaktadır.
Dava dilekçesinde, Anayasa‘nın 43., 45., 63. ve 169. maddeleriyle koruma altına alınan
kıyı, kültür ve tabiat varlıkları, orman, mera, yaylak ve kıĢlaklar ile bunların koruma
alanlarının yerleĢme ve yapılaĢmaya açılmasına olanak sağlandığı ileri sürülmüĢ ise de
Anayasa ve ilgili kanunlarla koruma altına alınan bu gibi taĢınmazların, özel kanunlarında
öngörülen usule uygun olarak statüleri değiĢtirilmeden dava konusu kuralda belirtilen projeler
kapsamına alınmaları mümkün değildir.
Ayrıca, söz konusu projelerin usul ve esaslarının Bakanlar Kurulunca belirleneceği ve
Milli Emlak Genel Müdürlüğünün bu projeler kapsamında kalan alanlarda ne tür görevler ifa
edeceği hususu dava konusu kuralda açık, net ve anlaĢılır bir biçimde düzenlendiğinden,
hukuk devleti ilkesine aykırılık söz konusu değildir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural, Anayasa‘nın 2., 35. ve 46. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
Kuralın, Anayasa‘nın 6., 43., 45., 57., 63. ve 169. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
12- KHK’nin 41. Maddesiyle 2863 Sayılı Kanun’da Yapılan Ġbare DeğiĢiklikleri ile
2863 Sayılı Kanun’un 3. Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendine Eklenen (13)
Numaralı Alt Bendi
a- 2863 Sayılı Kanun’da Yapılan Ġbare DeğiĢiklikleri
Dava dilekçesinde, tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının iç içe olması
nedeniyle bunlara iliĢkin olarak bütüncül bir koruma anlayıĢının benimsenmesi gerektiği,
kültür varlıkları ile tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin yetki ve sorumlulukların farklı
idarelere verilmesinin Anayasa‘nın 63. maddesine aykırı olacağı ileri sürülmüĢtür.
KHK‘nin genel gerekçesinde de açıklandığı üzere, KHK‘nin esas amaçlarından biri,
tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin tüm görev ve yetkilerin Çevre ve ġehircilik
Bakanlığında toplanmasını sağlayacak yasal alt yapıyı oluĢturmaktır. Bu amaçla Bakanlık
bünyesinde Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü kurulmuĢtur. Buna bağlı olarak
2863 sayılı Kanun‘da önemli değiĢikliklere gidilerek kültür varlıklarını koruma hizmetleriyle
tabiat varlıklarını koruma hizmetleri birbirinden ayrıĢtırılmıĢ; kültür varlıklarını koruma
hizmetleri Kültür ve Turizm Bakanlığının, tabiat varlıklarını koruma hizmetleri ise Çevre ve
ġehircilik Bakanlığının görev alanına bırakılmıĢtır.
Buna paralel olarak 648 sayılı KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek
4. maddeyle, bu görevler yönünden Çevre ve ġehircilik Bakanlığına yardımcı olmak üzere;
Çevre ve ġehircilik Bakanlığı merkez teĢkilatı bünyesinde Tabiat Varlıklarını Koruma
Merkez Komisyonu ve taĢrada tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonlarının teĢkil
edilmesi ve taĢınmaz tabiat varlıklarına iliĢkin olarak Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma
Yüksek Kurulunca yapılması gereken iĢ ve iĢlemlerin Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez
Komisyonunca, kültür ve tabiat varlıklarını koruma kurullarınca yapılması gerekenlerin ise
tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonları tarafından yerine getirilmesi öngörülmüĢtür.
Dava konusu kural ile taĢınmaz tabiat varlıklarıyla ilgili görevlerine son verilen “Kültür
ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu” ile “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma
Kurulları”nın isimleri de, söz konusu düzenlemelerle uyum sağlanması amacıyla “Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” ve “Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulları”
Ģeklinde değiĢtirilmiĢtir.
KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine
iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kural, Anayasa‘nın 63. maddesine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
b- 2863 Sayılı Kanun’un 3. Maddesinin Birinci Fıkrasının (a) Bendine Eklenen
(13) Numaralı Alt Bendi
Dava dilekçesinde, dava konusu kural ile getirilen sit alanı tanımının, 2863 sayılı
Kanun‘un 3. maddesinde halen yer alan “tabiat varlıkları” ve “sit” tanımlarıyla çeliĢtiği,
“jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait” olmaya iliĢkin zaman periyodunun
“jeolojik devirlere ait” olmak ile sınırlandırılmasının ve “ender bulunmaları veya özellikleri
ve güzellikleri bakımından korunması gerekli” niteliğinin “ender bulunmaları nedeniyle
olağan üstü özelliklere sahip olması” Ģeklinde daraltılmasının, Anayasayla ve Dünya Kültürel
ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesiyle bağdaĢmadığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın
2., 63. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
2863 sayılı Kanun‘da “jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup ender
bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli, yer üstünde, yer
altında veya su altında bulunan değerler” Ģeklinde tanımlanan “tabiat varlıkları” için çeĢitli
koruma önlemleri öngörülmüĢtür. Bunun yanında “sit” olarak nitelenen bir kısım kültür ve
tabiat varlıkları için genel koruma hükümlerinin yanında özel nitelikte bazı koruma hükümleri
de sevk edilmiĢtir. Ancak, anılan Kanun‘da, kentsel, arkeolojik, tarihi ve doğal sit Ģeklinde
dört ayrı türü bulunan sit alanlarının her biri için ayrı ayrı tanım getirilmemiĢ, bu boĢluk,
Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından çıkarılan ilke kararıyla
doldurulmuĢtur. Dava konusu kuralla, sitlerin bir türü olan “doğal (tabii) sit” yönünden bu
boĢluk giderilmiĢ ve anılan kavram doğrudan kanunla tanımlanmıĢtır. Buna göre doğal (tabii)
sit, “jeolojik devirlere ait olup, ender bulunmaları nedeniyle olağanüstü özelliklere sahip yer
üstünde, yer altında veya su altında bulunan korunması gerekli alanları” ifade etmektedir.
Anayasa‘nın 63. maddesinin birinci fıkrasında, Devlete, tabiat varlıklarının ve
değerlerinin korunmasını sağlama ve bu amaçla destekleyici ve teĢvik edici tedbirleri alma
ödevi yüklenmekle birlikte, bu korumanın Ģekli ve kapsamıyla ilgili herhangi bir belirleme
veya sınırlama yapılmamıĢtır. Anayasa, korunmaya değer tabiat varlıkları ve değerlerinin
belirlenmesi ve bunlar için uygulanacak koruma yöntemlerinin saptanması hususunda kanun
koyucuya takdir yetkisi tanımıĢtır. Buna göre, kanun koyucu farklı tabiat varlıkları arasında
bir derecelendirme ve sınıflandırma yaparak farklı koruma yöntemleri öngörebilir.
Dava konusu kuralda “tabiat varlıkları”nın özel bir türü olan “doğal sit alanı”
tanımlanarak, genel koruma önlemlerinden farklı olarak özel hükümlerle korunan alanların
kapsamı belirlenmiĢtir. Yapılan tanıma göre sit alanı olarak özel koruma görecek yer üstü, yer
altı veya su altı alanların “jeolojik devirlere ait olması” ve “ender bulunmaları nedeniyle
olağanüstü özelliklere sahip olması” gerekmektedir. Söz konusu tanımda, tabiat varlığının
ender bulunmasına vurgu yapılarak özel koruma görmemesi halinde geri dönüĢü imkânsız bir
Ģekilde yok olma riski taĢıyan tabiat varlıkları sit alanı kapsamına alınmıĢtır. Olağanüstü
özelliklere sahip olma koĢuluyla da çok önemli özelliklere sahip bulunmayan tabiat
varlıklarının doğal sit alanı kapsamı dıĢında tutulması sağlanmıĢtır.
Bu tanımın Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunması SözleĢmesi‘ne de uygun
olduğu anlaĢılmaktadır. Zira anılan SözleĢmenin 2. maddesinin doğal sitlere iliĢkin üçüncü
fıkrasında doğal sit alanlarının “doğal güzellik açısından istisnai olma”sına vurgu yapılmıĢtır.
Ġstisnai olma durumunun, iptali istenen kuralda yer alan “ender bulunmaları nedeniyle
olağanüstü özelliklere sahip olması” unsuruyla aynı anlama geldiği açıktır.
Öte yandan ,“doğal sit” tanımının yapılmıĢ olması, bu kapsama girmeyen tabiat
varlıklarının korunmayacağı anlamına gelmemektedir. 2863 sayılı Kanun‘da doğal sit alanı
kapsamına girmeyen tabiat varlıklarına iliĢkin genel koruma hükümleri öngörülmüĢtür. Doğal
sit alanları, diğer tabiat varlıklarından farklı olarak özel koruma rejimine tabi tutulmuĢtur.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 63. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
Kuralın, Anayasa‘nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
13- KHK‘nin 42. Maddesiyle DeğiĢtirilen 2863 Sayılı Kanun‘un 17. Maddesinin (a)
Fıkrasının Ġkinci ve Üçüncü Paragrafları
Dava dilekçesinde, koruma amaçlı imar planının hazırlanma sürecinden, ilgili meslek
odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plandan etkilenen hemĢerilerin katılımının dıĢlanmasının,
demokratik devlet ilkesiyle bağdaĢmadığı, koruma amaçlı imar planının üç yıllık süre içinde
yapılamaması durumunda, yapılma süresinin sınırsız bir Ģekilde uzatılmasının ve bu süre
içinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının uygulanmasının, plansız
yapılaĢmayı teĢvik edeceği ve korunması gerekli tabiat varlıkları ile sitlerin etkin
korunamaması sonucunu doğuracağı, ayrıca yerel yönetimlerin yerleĢme planı yapma
yetkisinin bu yolla koruma kurullarına devredildiği belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 56.,
63. ve 127. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Dava konusu kuralları da içeren 2863 sayılı Kanun‘un 17. maddesinde, sit alanlarında
uygulanacak olan koruma amaçlı imar planlarının yapılması ve geçiĢ dönemi koruma esasları
ve kullanım Ģartlarının belirlenmesine iliĢkin usul ve esaslar düzenlenmektedir. Koruma
amaçlı imar planları, yerleĢim bölgeleri ve diğer yapılaĢma alanlarıyla çakıĢan kültürel ve
doğal varlıkların özel olarak korunması ihtiyacı nedeniyle ortaya çıkan plan türleri olup, hızla
değiĢen yaĢam koĢulları, hızlı kentleĢme, nüfus artıĢı, sanayileĢme ve teknik geliĢmelerle
doğal ve kültürel varlıkların yok olmadan korunması, bakım ve günümüz yaĢamıyla
bütünleĢtirilerek kullanılabilmesi amacı ile yapılmaktadır.
2863 sayılı Kanun‘un 17. maddesinin (a) fıkrasının iptali istenen ikinci paragrafında,
koruma amaçlı imar planı yapılıncaya kadar, koruma bölge kurulu tarafından üç ay içinde
geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının belirlenmesi öngörülmüĢtür. Paragrafın
devamında belediyelerin, valiliklerin ve ilgili kurumların söz konusu alanda üç yıl içinde
koruma amaçlı imar planı hazırlatıp incelenmek ve sonuçlandırılmak üzere koruma bölge
kuruluna vermek zorunda oldukları belirtilmiĢtir. Yetkili idarelere tanınan üç yıllık plan
hazırlama süresi içinde, zorunlu nedenlerle plan yapılamadığı takdirde, koruma bölge
kurulunca gerekçeli olarak bu sürenin uzatılabilmesine olanak tanınmıĢtır. Kuralın önceki
haline göre yetkili idarelere tanınan süre iki yıl olup zorunlu nedenlerle bu sürenin en fazla bir
yıl daha uzatılabilmesi mümkün iken değiĢiklikten sonra yetkili idarelere tanınan süre üç yıla
çıkarılmıĢ uzatma ile ilgili herhangi bir süre sınırı öngörülmemiĢtir. Önceki düzenlemeden
farklı olarak koruma amaçlı imar planlarının hazırlık safhasına ilgili meslek odaları, sivil
toplum kuruluĢları ve plandan etkilenen hemĢerilerin katılımı Ģartı da kaldırılmıĢtır. Öte
yandan, uzatılan süre içerisinde geçiĢ dönemi koruma esasları ve kullanma Ģartlarının
uygulanacağı öngörülmüĢtür.
Ġkinci paragrafta sit alanlarına iliĢkin tüm ölçeklerde yapılan ve koruma bölge
kurullarının uygun görüĢü alınarak yürürlüğe giren planların yargı kararları ile uygulamasının
durdurulması veya iptal edilmesi halinde ilgili koruma bölge kurulunca geçiĢ dönemi
yapılanma Ģartlarının yeniden belirlenmesi öngörülmüĢtür.
Koruma amaçlı imar planlarının yapımı görevi, merkezi idarenin bir organı olan koruma
bölge kurulları/komisyonlarının olumlu görüĢünün alınması koĢuluyla mahallî idarelere
bırakılmakla birlikte bu planların yapımı için öngörülen ve zorunlu nedenlerle uzatılması
olanaklı kılınan üç yıllık geçiĢ döneminde uygulanacak koruma esasları ve kullanma
Ģartlarının belirlenmesi yetkisi, koruma bölge kurulları/komisyonlarına verilmiĢtir. Mahallî
idareleri, kanunda belirlenen süre içerisinde koruma amaçlı imar planlarını hazırlamaya
zorlamak ve geçiĢ döneminde sit alanlarının plansız kalmasını önlemek amacıyla, kanunda
belirlenen süre içinde koruma amaçlı imar planlarını hazırlamaması durumunda bu
alanlardaki yapılaĢmaların, merkezi idarece (koruma bölge kurullarınca/komisyonlarınca)
belirlenen koruma esasları ve kullanım koĢullarına göre yürütülmesinin öngörülmesi, kanun
koyucunun takdirinde olup mahallî idarelerin görev alanına müdahale olarak yorumlanamaz.
Koruma bölge kurulları/komisyonları, Anayasa‘nın 63. maddesinin Devlete yüklediği
ödevin bir gereği olarak münhasıran tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin
korunmasını sağlama amacına yönelik olarak kurulan idari birimler olup mahallî idarelerin ve
ilgili diğer kurum ve kuruluĢlarının kültür ve tabiat varlıklarıyla ilgili iĢlemleri üzerinde bir
denetim mekanizması olarak iĢlev görmeleri öngörülmüĢtür. Bu itibarla mahallî idarelerce
koruma amaçlı imar planlarının yapılmasına kadar, sit alanlarındaki yapılaĢmalarda, koruma
bölge kurullarınca/komisyonlarınca belirlenen koruma esasları ve kullanım koĢullarının
geçerli olması, sit alanlarına yönelik özel koruma güvencelerini zayıflatan değil, aksine
güçlendiren bir unsurdur.
Öte yandan, koruma bölge kurullarının uygun görüĢü alınarak yürürlüğe konulan
planların, yargı kararları ile uygulamasının durdurulması veya iptal edilmesi durumunda, ilgili
koruma bölge kurulunca/komisyonunca geçiĢ dönemi yapılanma Ģartlarının yeniden
belirlenmesi öngörülmekle, idari yargı kararına uygun yeni bir planın yapılmasına kadar
geçecek sürede ilgili sit alanının plansız kalmasının önlenmesi amaçlanmıĢtır. Dolayısıyla, sit
alanlarının korunmasına yönelik olduğu anlaĢılan düzenlemede, Anayasa‘nın 63. maddesine
aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Anayasa‘nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, millî
dayanıĢma ve adalet anlayıĢı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı,
baĢlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devleti
olduğu vurgulanmıĢtır.
Anayasayla devletin nitelikleri arasında sayılan demokratik devlet ilkesi, demokrasiyi
seçimlere katılma ve oy verme hakkına indirgeyen klasik temsili demokrasi anlayıĢının
ötesinde, toplumsal sorunların, tüm tarafların aktif olarak katılımıyla çözümlenmesini öngören
katılımcı demokrasi anlayıĢını ifade etmektedir. Katılımcı demokrasi, tüm vatandaĢların
görüĢlerini açıklama hakkına sahip olduğu, kendi yaĢamlarını etkileyen çevresel, ekonomik,
sosyal ya da politik karar alma süreçlerine çeĢitli araçlarla katılabildiği bir sistemi
öngörmektedir.
Dava konusu kural ile koruma amaçlı imar planlarının hazırlık safhasına, ilgili meslek
odaları, sivil toplum kuruluĢları ve plandan etkilenen hemĢerilerin katılımı koĢulu karar alma
sürecinin hızlandırılması amacıyla sonlandırılmakla birlikte, diğer demokratik katılım
araçlarıyla düĢüncelerini ifade edebilme olanağı ortadan kaldırılmamıĢtır. Koruma amaçlı
imar planından menfaati etkilenen kiĢi veya kuruluĢların, idari ve yargısal baĢvuru yollarını
iĢleterek karar alma ve kararların uygulanması sürecine etki etmeleri mümkündür. Bu nedenle
dava konusu kuralın, demokratik devlet ilkesiyle çeliĢtiğinden söz edilemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2., 63. ve 127. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
Kuralın, Anayasa‘nın 56. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
14- KHK‘nin 47. ve 49. Maddeleri
Dava dilekçesinde, Bakanlık tarafından Kültür Varlıklarını Koruma Kurullarına
seçilecek üye sayısının beĢten yediye çıkarılması ve Yükseköğretim Kurulunca, kurumların
arkeoloji, sanat tarihi, mimarlık, Ģehircilik bilim dallarından aynı daldan olmamak üzere iki
öğretim üyesi seçilmesi olanağının ortadan kaldırılması ile koruma kurulu toplantılarına
meslek odalarının katılımının Ģarta bağlanmasında kamu yararı bulunmadığı, düzenlemenin
demokratik hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmadığı ve Devlete yüklenen kültür ve tabiat
varlıklarını koruma görevlerini karĢılamadığı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2. ve 63.
maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
KHK‘nin 49. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘un koruma bölge kurullarının oluĢumunu
düzenleyen 58. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yapılan değiĢiklikle, arkeoloji,
sanat tarihi, hukuk, mimari ve Ģehir plancılığı konularında uzmanlaĢmıĢ kiĢiler arasından
Bakanlıkça seçilmesi öngörülen temsilci sayısı beĢten yediye yükseltilmiĢ; koruma bölge
kurullarının iki üyesinin Yükseköğretim Kurulunca, kurumlarının arkeoloji, sanat tarihi,
mimarlık, Ģehircilik bilim dallarında görev yapan öğretim üyelerinden seçilmesini öngören (b)
bendi yürürlükten kaldırılarak Yükseköğretim Kurumu tarafından koruma bölge kurullarına
temsilci seçilmesi uygulamasına son verilmiĢtir. Buna paralel olarak KHK‘nin 47.
maddesiyle, 2863 sayılı Kanun‘un koruma bölge kurulu üyelerinin görevi süresini,
görevlerinin sona ermesini ve huzur hakkını düzenleyen 55. maddesinin ikinci ve dördüncü
fıkralarında yer alan “…ve Yükseköğretim Kurumunca…” ibareleri yürürlükten kaldırılarak
iki madde birbiriyle uyumlu hale getirilmiĢtir.
Ayrıca KHK‘nin 49. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘un 58. maddesinin üçüncü fıkrası
değiĢtirilerek, ilgili meslek odalarının koruma bölge kurulu toplantılarına gözlemci olarak
katılımı, koruma bölge kurulu müdürlüğünün daveti Ģartına bağlanmıĢtır.
Meslek odalarının, kendi görev alanlarıyla ilgili koruma bölge kurulu kararlarına karĢı
idari ve yargısal baĢvuru yollarını iĢleterek kararların alınması ve uygulanması sürecine etki
etmeleri mümkündür. Meslek odalarının, kendi görev alanlarıyla ilgili meselelerin
görüĢüldüğü her türlü koruma bölge kurulu toplantısına gözlemci sıfatıyla katılmaları,
katılımcı demokrasi anlayıĢı bakımından yerinde bir tercih olmakla birlikte, anayasal bir
zorunluluk olarak yorumlanması mümkün değildir. Katılımcı demokrasi anlayıĢı, meslek
odaları veya diğer sivil toplum örgütlerinin her türlü idari karar alma sürecine doğrudan
katılımlarını zorunlu kılmamaktadır. Demokrasi açısından önemli olan, bu örgütlerin siyasal
karar alma sürecine etkide bulunmalarının yollarının açık tutulmasıdır.
Öte yandan, kültür varlıklarının ve değerlerinin korunmasına iliĢkin olarak 2863 sayılı
Kanun‘da öngörülen maddi hukuk çerçevesinde gereken kararları almakla görevli ve yetkili
kılınan koruma bölge kurullarının kimlerden teĢekkül edeceğinin belirlenmesi kanun
koyucunun takdirindedir. Koruma bölge kurullarının üye yapısının ideal olup olmadığı ve
öngörülen amacı gerçekleĢtirmeye elveriĢli olup olmadığı ise anayasallık denetiminin kapsamı
dıĢında kalmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 63. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
15- KHK‘nin 50. Maddesiyle 2863 Sayılı Kanun‘un 61. Maddesinin DeğiĢtirilen Ġkinci
Fıkrasında Yer Alan “…Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde…” Ġbaresi
Dava dilekçesinde, Koruma Yüksek Kurulunun neleri görüĢüp neleri
görüĢemeyeceğine Kültür ve Turizm Bakanlığının karar vermesinin ve Yüksek Kurulun
gündeminin Bakanlık tarafından belirlenmesinin kamu yararı amacıyla bağdaĢmadığı,
yapılan itirazları değerlendirme ve gerekli görülenleri Yüksek Kurulun gündemine
getirme yetkisinin Kültür ve Turizm Bakanlığının hangi uzman birimi eliyle, hangi
ölçütlere göre, ne Ģekilde yerine getirileceğinin kanunda açıkça belirtilmemesinin hukuk
devleti ilkesiyle çeliĢtiği, öte yandan Bakanlığa böylesine ölçüsüz ve sınırsız bir yetki
verilmesinin, Bakanlığa, itirazın konusuna, itirazın yapıldığı mahalle ve itirazı
yapanlara göre ayrımcılık yapma olanağı sunduğu belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 2.
ve 10. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Dava konusu kuralla, koruma bölge kurulu kararlarına karĢı yapılan itirazların, Kültür
ve Turizm Bakanlığınca değerlendirilerek uygun görüldükten sonra Koruma Yüksek
Kurulunun gündemine alınması öngörülmüĢtür.
Anayasa‘nın 125. maddesinin birinci fıkrasında, idari iĢlemlere karĢı yargısal baĢvuru
yollarının açık tutulması ve etkin yargısal baĢvuru yolları oluĢturulması zorunlu kılınmakla
birlikte, Anayasa‘da, idari itiraz yolu ihdas edilmesi zorunluluğuna iĢaret eden herhangi bir
hüküm yer almamaktadır. Bu nedenle idari itiraz yolu ihdas edip etmemek kanun koyucunun
takdirindedir. Kanun koyucu, herhangi bir iĢleme karĢı idari itiraz yolu ihdas etmekte takdir
yetkisine sahip olduğuna göre, kanun koyucunun, bu yola baĢvurulabilmesi veya itirazın
karara bağlanabilmesi için belli koĢullar öngörebileceğinin evleviyetle kabulü gerekir. Bu
itibarla, koruma bölge kurulu kararlarına karĢı öngörülen bir idari itiraz yolu olan Koruma
Yüksek Kuruluna yapılan baĢvurunun Kurul gündemine alınmasının Bakanlığın uygun
görmesi Ģartına bağlanmasında Anayasa‘ya aykırı bir yön bulunmamaktadır.
Öte yandan, koruma bölge kurulu kararlarına yapılan itirazları değerlendirme ve
kurulun gündemine getirme görevinin Bakanlığın hangi birimi tarafından yerine getirileceği
hususu, Bakanlığın iç iĢleyiĢine iliĢkin bir iĢbölümü meselesidir. ĠĢbölümüne iliĢkin kuralların
idari düzenleyici iĢlemlerle belirlenmesi, idarenin kanuniliği ilkesine aykırılık oluĢturmaz.
Kaldı ki, koruma bölge kurulu kararlarına yapılan itirazlardan hangilerinin Yüksek Kurul
gündemine alınması gerektiğinin kararlaĢtırılması, belli bir değerlendirme yapılmasını ve
takdir kullanılmasını gerektirmektedir. Bakanlığın bu takdirini ne Ģekilde ve hangi yönde
kullanılacağının önceden kanunlarla belirlenmesi mümkün değildir.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. maddesine aykırı değildir.
Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
Kuralın, Anayasa‘nın 10. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
16- KHK‘nin 51. Maddesiyle 2863 Sayılı Kanun‘a Eklenen Ek 4. Maddenin Birinci,
Üçüncü, Dördüncü ve BeĢinci Fıkraları
Dava dilekçesinde, tarih, kültür ve tabiat varlıkları ile sit alanlarının iç içe olması
nedeniyle bunlara iliĢkin olarak bütüncül bir koruma anlayıĢının benimsenmesi gerektiği,
kültür varlıkları ile tabiat varlıklarının korunmasına iliĢkin yetki ve sorumlulukların farklı
idarelere verilmesinin, bu alanların etkili bir Ģekilde korunamaması sonucunu doğuracağı,
yasal düzenlemelerin ilke kararları doğrultusunda kıyasen uygulanmasının, yasal
düzenlemelerin altında yer alan ve yasal düzenlemelere uygun olması gereken Bakanlık ilke
kararlarını yasal düzenlemelerin üzerine çıkaracağı belirtilerek kuralın, Anayasa‘nın 2., 6., 7.,
8., 63. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Dava konusu kuralın birinci fıkrasıyla, taĢınır tabiat varlıkları hariç, tabiat varlıkları,
doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili olarak 2863 sayılı Kanun‘da
öngörülen iĢ, iĢlem ve kararlar yönünden, Çevre ve ġehircilik Bakanlığı görevli ve yetkili
kılınmıĢtır. Dolayısıyla, 2863 sayılı Kanun‘un uygulanması sorumluluğu, kültür varlıkları ve
taĢınır tabiat varlıkları yönünden Kültür ve Turizm Bakanlığına, taĢınmaz tabiat varlıkları
yönünden ise Çevre ve ġehircilik Bakanlığına aittir.
Buna paralel olarak kuralın ikinci fıkrasıyla, tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve
bunlara iliĢkin koruma alanları ile ilgili hususlarda karar almak ve anılan Kanun‘da öngörülen
diğer iĢ ve iĢlemlerde Çevre ve ġehircilik Bakanlığına yardımcı olmak üzere Tabiat
Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonunun ve tabiat varlıklarını koruma bölge
komisyonlarının kurulması öngörülmüĢ ve bu komisyonların oluĢumları düzenlenmiĢtir.
Ayrıca, bu komisyonların iĢ, iĢlem ve kararları konusunda, 2863 sayılı Kanun‘un Koruma
Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurulları ile ilgili hükümlerinin, Çevre ve ġehircilik
Bakanlığınca alınan ilke kararları çerçevesinde kıyasen uygulanacağı belirtilmiĢtir.
Kuralın üçüncü fıkrasıyla 2863 sayılı Kanun uyarınca taĢınmaz tabiat varlıklarına iliĢkin
olarak Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulunca alınması gereken kararların, Tabiat
Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu; kültür varlıklarını koruma bölge kurullarınca
alınması gereken kararların ise tabiat varlıklarını koruma bölge komisyonları tarafından
alınması ve Çevre ve ġehircilik Bakanlığının onayıyla yürürlüğe konulması öngörülmüĢtür.
Kuralın dördüncü fıkrasında, 2863 sayılı Kanun‘da ve diğer mevzuatta tabiat varlıkları,
doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin koruma alanları bakımından Koruma Yüksek Kuruluna ve
koruma bölge kurullarına yapılan atıfların, ilgisine göre Koruma Merkez Komisyonuna ve
koruma bölge komisyonlarına yapılmıĢ sayılacağı ve ilgili maddelerde geçen Koruma Yüksek
Kurulundan, Koruma Merkez Komisyonunun, koruma bölge kurullarından ise koruma bölge
komisyonlarının anlaĢılacağı belirtilerek muhtemel tartıĢmaların önü kapatılmıĢtır.
Kuralın beĢinci ve son fıkrasıyla tabiat varlıkları, doğal sit alanları ve bunlara iliĢkin
koruma alanları ile ilgili iĢ, iĢlem ve kararlara iliĢkin usul ve esaslar ile bu konularda görev
yapacak komisyonların teĢkili, çalıĢma usul ve esaslarının düzenlenmesi hususu Çevre ve
ġehircilik Bakanlığınca hazırlanacak yönetmeliğe bırakılmıĢtır.
Tabiat Varlıklarını Koruma Merkez Komisyonu ile tabiat varlıklarını koruma bölge
komisyonlarının oluĢumunu ve hangi hükümlere göre karar alacaklarını düzenleyen ikinci
fıkra hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verildiğinden, dava dilekçesinde bu
fıkraya yönelik olarak öne sürülen iddialar incelenmemiĢtir.
KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine
iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci
fıkralar Anayasa‘nın 63. maddesine aykırı değildir.
Kuralda sözü edilen ilke kararlarının iĢlevi, 2863 sayılı Kanun‘da yer alan Koruma
Yüksek Kurulu ve koruma bölge kurullarının iĢ, iĢlem ve kararları ile ilgili hükümlerin,
Koruma Merkez Komisyonu ve koruma bölge komisyonlarına ne Ģekilde uyarlanacağının
gösterilmesinden ibarettir. Bakanlıkça alınacak ilke kararlarıyla, 2863 sayılı Kanun‘da yer
alan hükümlerden farklı kurallar ihdas edilmesi söz konusu olmayıp, anılan Kanun
hükümlerinin nasıl uygulanacağı açıklanmaktadır. Dolayısıyla dava konusu kuralla, Bakanlık
ilke kararlarına, kanunun üzerinde hukuksal bir güç tanındığı ileri sürülemez.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kurallar Anayasa‘nın 2. ve 63. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
Kuralın, Anayasa‘nın 6., 7., 8. ve 90. maddeleriyle ilgisi görülmemiĢtir.
17- KHK‘nin 52. Maddesiyle 2863 Sayılı Kanun‘a Eklenen Geçici 9. ve Geçici 10.
Maddeleri
Dava dilekçesinde, KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4.
maddenin birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkralarına yönelik öne sürülen gerekçelerle
dava konusu kuralların, Anayasa‘nın 63. ve 90. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
6216 sayılı Kanun‘un 43. maddesi uyarınca, ilgisi nedeniyle dava konusu kural
Anayasa‘nın 2. maddesi yönünden de incelenmiĢtir.
KHK‘nin 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin birinci fıkrasıyla,
kültür varlıklarını koruma hizmetleri ile tabiat varlıklarını koruma hizmetleri birbirinden
ayrıĢtırılarak tabiat varlıklarını koruma hizmetleri Çevre ve ġehircilik Bakanlığının görev
alanına bırakılmıĢ ve son fıkrasıyla da bu çerçevede 2863 sayılı Kanun‘un tabiat varlıklarına
yönelik olarak çıkarılması öngörülen yönetmelikleri çıkarma yetkisi Çevre ve ġehircilik
Bakanlığına verilmiĢtir. Dava konusu kural ile Çevre ve ġehircilik Bakanlığınca Kanun‘da
öngörülen yönetmelikler çıkarılana kadar bir hukuksal boĢluk oluĢmaması için 648 sayılı
KHK‘den önce yürürlüğe girmiĢ olan yönetmeliklerin bu KHK‘ye aykırı olmayan
hükümlerinin uygulanmasına devam edilmesi öngörülmüĢtür.
Öte yandan, 2863 sayılı Kanun‘a eklenen geçici 10. maddede, kültür varlıklarını koruma
bölge kurullarının mevcut üyelerinin görevlerinin bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte sona
ereceği belirtilmiĢtir.
KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç), (d) ve (e) bentlerine
iliĢkin gerekçede belirtilen nedenlerle dava konusu kurallar, Anayasa‘nın 63. maddesine
aykırı değildir.
Anayasanın 2. maddesinde yer alan hukuk devleti ilkesinin temel gereklerinden birisi
kazanılmıĢ haklara saygı gösterilmesidir. KazanılmıĢ haklara saygı, hukuk güvenliği ilkesinin
bir sonucudur. KazanılmıĢ hak, kiĢinin bulunduğu statüden doğan, tahakkuk etmiĢ ve kendisi
yönünden kesinleĢmiĢ ve kiĢisel alacak niteliğine dönüĢmüĢ haktır.
2863 sayılı Kanun‘da kültür varlıklarını koruma bölge kurulu üyelerinin görev süresine
iliĢkin olarak herhangi bir hüküm yer almamaktadır. Ġptali istenen kuralın yürürlüğe girdiği
tarihte yürürlükte bulunan “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ve Koruma
Bölge Kurulları ÇalıĢmaları ile Koruma Yüksek Kuruluna Yapılacak Ġtirazlara Dair
Yönetmelik”in 10. maddesinde koruma bölge kurullarının Yükseköğretim Kurulu ve
Bakanlıkça seçilen üyelerinin görev süresi üç yıl olarak belirlenmiĢ ise de idari düzenleyici
iĢlemle belirlenen bu sürenin kazanılmıĢ hak teĢkil etmesi mümkün olmadığından, 2863 sayılı
Kanun‘a eklenen geçici 10. maddede hukuk devleti ilkesine aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa‘nın 2. ve 63. maddelerine aykırı
değildir. Ġptal isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
Kuralın, Anayasa‘nın 90. maddesiyle ilgisi görülmemiĢtir.
18- KHK‘nin 63. Maddesinin Ġncelenmesi
Dava dilekçesinde, 648 sayılı KHK‘nin 63. maddesine iliĢkin olarak bağımsız bir iptal
gerekçesi öne sürülmemiĢ, 648 sayılı KHK‘nin 10. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen
13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile
(b), (ç), (d) ve (e) bentleri, 15. maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen ek 1. maddesi, 17.
maddesiyle 644 sayılı KHK‘ye eklenen geçici 6. maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları, 19.
maddesi, 20. maddesi, 41. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘da yapılan ibare değiĢiklikleri ile
aynı Kanun‘un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13) numaralı alt bent, 42.
maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanun‘un 17. maddesinin (a) fıkrasının ikinci ve üçüncü
paragrafları, 47.maddesi, 49. maddesi, 50. maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanun‘un 61.
maddesinin ikinci fıkrasındaki “… Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde
…” ibaresi, 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddesi, 52. maddesiyle 2863
sayılı Kanun‘a eklenen geçici 9. ve geçici 10. maddeler için açıklanan gerekçelerle kuralın,
Anayasa‘ya aykırı olduğu ileri sürülmüĢtür.
Dava konusu kural, KHK‘nin yürürlülük maddesi olup yayımı tarihinden itibaren
yürürlüğe girmesini öngörmektedir. 648 sayılı KHK, 17.8.2011 günlü, 28028 sayılı Resmi
Gazete‘de yayımlanmıĢ ve 17.8.2011 tarihinde yürürlüğe girmiĢtir.
Anılan madde, fıkra, bent, cümle, bölüm ve ibarelerin Anayasa‘ya uygun olduğuna ve
bunlara yönelik iptal isteminin reddine karar verildiğinden aynı gerekçelerle dava konusu
kuralın da iptali isteminin reddi gerekir.
Fulya KANTARCIOĞLU bu görüĢe katılmamıĢtır.
V- YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠ
8.8.2011 günlü, 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin:
A) 6.4.2011 günlü, 6223 sayılı Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli Bir
ġekilde Yürütülmesini Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve KuruluĢlarının TeĢkilat, Görev ve
Yetkileri ile Kamu Görevlilerine ĠliĢkin Konularda Yetki Kanunu‘nun iptal edilmesi halinde
dayanaksız hale geleceği yönünden ileri sürülen iptal istemi, 29.11.2012 günlü, E. 2011/106,
K. 2012/192 sayılı kararla reddedildiğinden, Kararname‘nin tümünün yürürlüğünün
durdurulması isteminin REDDĠNE,
B) Kapsam yönünden;
1- a- 1. maddesiyle 29.6.2011 günlü, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (h) bendi
dıĢındaki bölümünün, 2., 3. maddeleri, 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname‘nin 7. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (e)
bendi dıĢındaki bölümünün, 5. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 8.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, (ı) bendi dıĢındaki bölümünün, 6.
maddesi, 7. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 10. maddesinin (2)
numaralı fıkrasında yer alan (ç) ibaresinin (c) Ģeklinde değiĢtirilmesi dıĢındaki değiĢikliklerin,
9. maddesi, 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi dıĢında kalan bölümü ile (2) numaralı fıkrası,
11., 12., 14., 15., 16., 17., 18., 19., 25., 26. maddeleri, 27. maddesiyle, 29.6.2001 günlü,
4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun‘un 5. maddesinin dördüncü ve yedinci
fıkralarının yürürlükten kaldırılmasına iliĢkin bölümünün, 28., 29., 30., 31., 32., 33., 34., 35.,
36., 37., 38., 39., 40., 41., 42., 43., 44., 45., 46., 47., 48., 49., 50. maddeleri, 51. maddesiyle,
21.7.1983 günlü, 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu‘na eklenen ek
madde 4‘ün birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkraları, 52., 53., 56., 57., 58., 59. ve 60.
maddeleri, 62. maddesinin birinci fıkrası, 63., 64. maddeleri ile eki (I) Sayılı Cetvel‘i, (1), (2)
ve (3) sayılı listelere yönelik iptal istemleri, 29.11.2012 günlü, E. 2011/106, K. 2012/192
sayılı kararla reddedildiğinden, bu maddelere, fıkralara, bölümlere, değiĢikliklere, cetvele ve
listelere iliĢkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDĠNE,
b- 21. maddesiyle değiĢtirilen, 3.5.1985 günlü, 3194 sayılı Ġmar Kanunu‘nun 8.
maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin dördüncü cümlesi ile ikinci fıkrasının üçüncü
cümlesinin,
c- 22. maddesiyle değiĢtirilen, 3194 sayılı Kanun‘un baĢlığı ile birlikte değiĢtirilen 27.
maddesinin,
d- 23. maddesiyle, 3194 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin,
e- 24. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun‘un 1. maddesinin ikinci fıkrasının,
f- 27. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin beĢinci fıkrası,
yürürlüğünün durdurulmasına iliĢkin iptal hükmünün yürürlüğe girmesinin ertelenmesi
nedeniyle, bu maddelerin, fıkraların ve cümlelerin YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASI
ĠSTEMĠNĠN REDDĠNE,
2- 1. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi,
3- 4. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7. maddesinin birinci
fıkrasına eklenen (e) bendi,
4- 5. maddesiyle değiĢtirilen, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 8.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi,
5- 7. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 10. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan (c) Ģeklinde değiĢtirilen (ç) ibaresi,
6- 8. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 11. maddesinde yapılan
değiĢiklikler,
7- 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (c) bendi,
8- 13. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 32. maddesine eklenen
(2) numaralı fıkra,
9- 20. maddesiyle yürürlükten kaldırılan, 27.6.1989 günlü, 375 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname‘nin ek 3. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Özel Çevre Koruma Kurumu
BaĢkanlığı,” ve sekizci fıkrasında yer alan “Çevre ve ġehircilik Bakanlığı,” ibareleri,
10- 27. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun‘un 5.
maddesinin altıncı fıkrası,
11- 51. maddesiyle, 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin ikinci fıkrası,
12- 54. maddesiyle, 31.10.1985 günlü, 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü TeĢkilat ve
Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında
Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasına eklenen (ç) bendi ve mevcut (ç) bendinin (d) bendi
olarak teselsül ettirilmesi,
13- 55. maddesiyle, 3234 sayılı Kanun‘a eklenen 22/A maddesi,
14- 61. maddesiyle, 2.3.1984 günlü, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu‘nun ek 3.
maddesinin ikinci fıkrasına “müĢterek kararname ile,” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “BaĢkan Yardımcıları BaĢkanlığın bağlı bulunduğu Bakan tarafından,” ibaresi,
hakkında, 29.11.2012 günlü, E.2011/106, K.2012/192 sayılı kararla karar verilmesine
yer olmadığına karar verildiğinden, bu maddeye, fıkralara, bentlere, ibarelere, değiĢikliklere
ve teselsüle iliĢkin yürürlüğün durdurulması istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER
OLMADIĞINA,
C) Anayasa‘nın 91. maddesinin birinci fıkrası yönünden;
1- 1. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (h) bendi dıĢındaki
bölümünün, 2., 3. maddeleri, 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7.
maddesinin birinci fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (e) bendi dıĢındaki
bölümünün, 5. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 8. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, (ı) bendi dıĢındaki bölümünün, 6. maddesi, 7.
maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 10. maddesinin (2) numaralı
fıkrasında yer alan (ç) ibaresinin (c) Ģeklinde değiĢtirilmesi dıĢındaki değiĢikliklerin, 9.
maddesi, 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi dıĢında kalan bölümü ile (2) numaralı fıkrası,
11., 12., 14., 15., 16., 17., 18., 19., 25., 26. maddeleri, 27. maddesiyle 4708 sayılı Kanun‘un
5. maddesinin dördüncü ve yedinci fıkralarının yürürlükten kaldırılmasına iliĢkin bölümünün,
28., 29., 30., 31., 32., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39., 40., 41., 42., 43., 44., 45., 46., 47., 48.,
49., 50. maddeleri, 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin birinci,
üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkraları, 52., 53., 56., 57., 58., 59., 60., 62. maddesinin birinci
fıkrası, 63., 64. maddeleri ile eki (1) sayılı cetveli, (1), (2) ve (3) sayılı listelere yönelik iptal
istemleri, 29.11.2012 günlü, E.2011/106, K.2012/192 sayılı kararla reddedildiğinden, bu
maddelere, fıkralara, bölümlere, değiĢikliklere, cetvele ve listelere iliĢkin yürürlüğün
durdurulması isteminin REDDĠNE,
2- 62. maddesinin ikinci fıkrasına iliĢkin iptal hükmünün yürürlüğe girmesinin
ertelenmesi nedeniyle, bu fıkranın YÜRÜRLÜĞÜNÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠNĠN
REDDĠNE,
D) Ġçerikleri itibariyle Anayasa‘ya aykırılığı ileri sürülen;
1- 1. maddesiyle değiĢtirilen, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan “…Bakanlar Kurulunca
yetkilendirilen alanlar ile…” ve “…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak
her türlü yapı, milli güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel
güvenlik bölgeleri…” ibarelerine,
2- 4. maddesiyle değiĢtirilen, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7.
maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen “mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler
üzerinde yapılacak her türlü yapı,” ibaresine,
3- 10. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A
maddesinin;
a- (1) numaralı fıkrasının (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç),
(d) ve (e) bentlerine,
b- (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ile Bakanlıkça tespit edilen
doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının…” ibaresi ile ikinci
cümlesinde yer alan “…Ancak Bakanlıkça…” ibaresine,
4- 12. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 25. maddesine eklenen
(2) numaralı fıkraya,
5- 15. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen ek 1. maddeye,
6- 17. maddesiyle, 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen geçici 6.
maddenin (1) ve (3) numaralı fıkralarına,
7- 19. maddesine,
8- 32. maddesiyle, 29.6.2011 günlü, 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 19. maddesine eklenen (2) numaralı
fıkraya,
9- 36. maddesiyle değiĢtirilen, 9.8.1983 günlü, 2873 sayılı Millî Parklar Kanunu‘nun 5.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak
projelerin” ibaresine,
10- 40. maddesiyle değiĢtirilen, 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Maliye Bakanlığının
TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 13. maddesinin birinci
fıkrasının (r) bendinde yer alan “Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve esasları belirlenen
projeler kapsamında;”, “… ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan…” ibareleri ile
“…kamulaĢtırma…” sözcüğüne ve ikinci fıkrasına,
11- 41. maddesiyle;
a- 2863 sayılı Kanun da yer alan;
aa- “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” ibaresinin “Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” Ģeklinde,
bb- “kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu” ile “Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu” ibarelerinin “Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu”
Ģeklinde,
değiĢtirilmesine,
b- 2863 sayılı Kanun‘un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13)
numaralı alt bende,
12- 42. maddesiyle değiĢtirilen, 2863 sayılı Kanun‘un 17. maddesinin (a) fıkrasının
ikinci ve üçüncü paragraflarına,
13- 47. ve 49. maddelerine,
14- 50. maddesiyle, 2863 sayılı Kanun‘un 61. maddesinin değiĢtirilen ikinci fıkrasında
yer alan “…Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde…” ibaresine,
15- 51. maddesiyle, 2863 sayılı Kanun‘a eklenen ek 4. maddenin birinci, üçüncü,
dördüncü ve beĢinci fıkralarının,
16- 52. maddesiyle, 2863 sayılı Kanun‘a eklenen geçici 9. ve geçici 10. maddelere,
17- 63. maddesine,
yönelik iptal istemleri, 29.11.2012 günlü, E.2011/106, K.2012/192 sayılı kararla
reddedildiğinden, bu maddelere, fıkralara, bentlere, alt bende, bölüme, ibarelere, sözcüğe,
paragraflara ve değiĢikliklere iliĢkin yürürlüğün durdurulması isteminin REDDĠNE,
29.11.2012 gününde OYBĠRLĠĞĠYLE karar verilmiĢtir.
VI- ĠPTAL HÜKMÜNÜN YÜRÜRLÜĞE GĠRECEĞĠ GÜN SORUNU
Anayasa‘nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasında, ―Kanun, kanun hükmünde kararname
ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Ġçtüzüğü ya da bunların hükümleri, iptal kararlarının Resmî
Gazetede yayımlandığı tarihte yürürlükten kalkar. Gereken hallerde Anayasa Mahkemesi
iptal hükmünün yürürlüğe gireceği tarihi ayrıca kararlaĢtırabilir. Bu tarih, kararın Resmî
Gazetede yayımlandığı günden baĢlayarak bir yılı geçemez‖ denilmekte, 6216 sayılı Anayasa
Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 66. maddesinin (3)
numaralı fıkrasında da bu kural tekrarlanmaktadır.
8.8.2011 günlü, 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin 21.
maddesiyle değiĢtirilen, 3194 sayılı Kanun‘un 8. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin
dördüncü cümlesi ile ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinin, 22. maddesiyle, 3194 sayılı
Kanun‘un baĢlığı ile birlikte değiĢtirilen 27. maddesinin, 23. maddesiyle, 3194 sayılı Kanun‘a
eklenen ek 4. maddenin, 24. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun‘un 1. maddesinin
ikinci fıkrasının, 27. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin beĢinci
fıkrasının ve 62. maddesinin ikinci fıkrasının iptal edilmeleri nedeniyle doğacak hukuksal
boĢluk kamu yararını ihlal edecek nitelikte görüldüğünden, Anayasa‘nın 153. maddesinin
üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun‘un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu
maddelere iliĢkin iptal hükmünün, kararın Resmî Gazete‘de yayımlanmasından baĢlayarak altı
ay sonra yürürlüğe girmesi uygun görülmüĢtür.
VII- SONUÇ
8.8.2011 günlü, 648 sayılı Çevre ve ġehircilik Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri
Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname‘nin:
A) 6.4.2011 günlü, 6223 sayılı Kamu Hizmetlerinin Düzenli, Etkin ve Verimli Bir
ġekilde Yürütülmesini Sağlamak Üzere Kamu Kurum ve KuruluĢlarının TeĢkilat,
Görev ve Yetkileri ile Kamu Görevlilerine ĠliĢkin Konularda Yetki Kanunu’na yönelik
iptal istemi, 27.10.2011 günlü, E. 2011/60, K. 2011/147 sayılı kararla reddedildiğinden,
Kararname’nin tümüne yönelik iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
B) 1- a- 1. maddesiyle 29.6.2011 günlü, 644 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu
fıkraya eklenen (h) bendi dıĢındaki bölümünün, 2., 3. maddeleri, 4. maddesiyle 644 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’nin 7. maddesinin birinci fıkrasında yapılan
değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (e) bendi dıĢındaki bölümünün, 5. maddesiyle 644
sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8. maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan
değiĢikliklerin, (ı) bendi dıĢındaki bölümünün, 6. maddesi, 7. maddesiyle 644 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname’nin 10. maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan (ç)
ibaresinin (c) Ģeklinde değiĢtirilmesi dıĢındaki değiĢikliklerin, 9. maddesi, 10. maddesiyle
644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (c) bendi dıĢında kalan bölümü ile (2) numaralı fıkrası, 11., 12., 14., 15., 16.,
17., 18., 19., 25., 26. maddeleri, 27. maddesiyle, 29.6.2001 günlü, 4708 sayılı Yapı
Denetimi Hakkında Kanun’un 5. maddesinin yedinci fıkrasının yürürlükten
kaldırılmasına iliĢkin bölümünün, 28., 29., 30., 31., 32., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39., 40.,
42., 43., 44., 45., 46., 47., 48., 49., 50. maddeleri, 51. maddesiyle, 21.7.1983 günlü, 2863
sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na eklenen Ek Madde 4’ün
birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkraları, 52., 53., 56., 57., 58., 59., 60., 62.
maddesinin birinci fıkrası, 63., 64. maddeleri ile eki (1) Sayılı Cetvel’i, (1), (2) ve (3)
sayılı listeleri, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olduğundan Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve bu maddelere, fıkralara, bölümlere, değiĢikliklere, cetvele ve listelere
iliĢkin iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
b- 21. maddesiyle değiĢtirilen, 3.5.1985 günlü, 3194 sayılı Ġmar Kanunu’nun 8.
maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinin dördüncü cümlesi ile ikinci fıkrasının üçüncü
cümlesi, 6223 sayılı Kanun kapsamında olmadığından, bu cümlelerin Anayasa’ya aykırı
olduğuna ve ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
c- 22. maddesiyle 3194 sayılı Kanun‘un baĢlığı ile birlikte değiĢtirilen 27. maddesi,
6223 sayılı Kanun kapsamında olmadığından, bu maddenin Anayasa‘ya aykırı olduğuna ve
ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
d- 23. maddesiyle 3194 sayılı Kanun‘a eklenen Ek Madde 4, 6223 sayılı Kanun
kapsamında olmadığından, bu maddenin Anayasa‘ya aykırı olduğuna ve ĠPTALĠNE,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
e- 24. maddesiyle değiĢtirilen 4708 sayılı Kanun‘un birinci maddesinin ikinci fıkrası,
6223 sayılı Kanun kapsamında olmadığından, bu fıkranın Anayasa‘ya aykırı olduğuna ve
ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
f- 27. maddesiyle, 4708 Kanun’un 5. maddesinin dördüncü fıkrasının yürürlükten
kaldırılmasına iliĢkin bölümü, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olduğundan
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve bu değiĢikliğe iliĢkin iptal isteminin REDDĠNE, Fulya
KANTARCIOĞLU’nun karĢıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
g- 27. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin beĢinci fıkrası, 6223
sayılı Kanun kapsamında olmadığından, bu fıkranın Anayasa‘ya aykırı olduğuna ve
ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
h- 41. maddesiyle 2863 sayılı Kanun da yapılan ibare değiĢikleri ile aynı Kanun’un
3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13), (14), (15) ve (16) numaralı alt
bentler, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olduğundan Anayasa’ya aykırı
olmadığına ve bu ibare değiĢiklikleri ile alt bentlere iliĢkin iptal isteminin REDDĠNE,
Fulya KANTARCIOĞLU’nun karĢıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
2- a- 21. maddesiyle değiĢtirilen 3194 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci
fıkrasının (b) bendinin dördüncü cümlesi ile ikinci fıkrasının üçüncü cümlesinin,
b- 22. maddesiyle 3194 sayılı Kanun’un baĢlığı ile birlikte değiĢtirilen 27.
maddesinin,
c- 23. maddesiyle 3194 sayılı Kanun’a eklenen Ek Madde 4’ün,
d- 24. maddesiyle değiĢtirilen 4708 sayılı Kanun’un birinci maddesinin ikinci
fıkrasının,
e- 27. maddesiyle değiĢtirilen, 4708 sayılı Kanun’un 5. maddesinin beĢinci
fıkrasının,
iptal edilmeleri nedeniyle, Anayasa’nın 153. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216
sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası gereğince bu maddelere, fıkralara
ve cümlelere iliĢkin ĠPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE
YAYIMLANMASINDAN BAġLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE
GĠRMESĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
3- 1. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesinin (1)
numaralı fıkrasına eklenen (h) bendi, 23.8.2011 günlü, 653 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin 6. maddesiyle değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin
iptal
istemi
hakkında
KARAR
VERĠLMESĠNE
YER
OLMADIĞINA,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
4- 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7. maddesinin birinci
fıkrasına eklenen (e) bendi, 16.5.2012 günlü, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların
DönüĢtürülmesi Hakkında Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ile
değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR
VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE,
5- 5. maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi, 11.10.2011 günlü, 662 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname’nin 14. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendiyle, bentde yer
alan “kriterlerini” ibaresinden sonra gelmek üzere “Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile
birlikte” ibaresi eklenerek değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal
istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, Fulya
KANTARCIOĞLU’nun karĢıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
6- 7. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 10. maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan (c) Ģeklinde değiĢtirilen (ç) ibaresi, 6306 sayılı Kanun‘un 19. maddesinin
birinci fıkrasının (ç) bendi ile yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan değiĢikliğe
iliĢkin hükmün iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
7- 8. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 11. maddesinde yapılan
değiĢiklikler, 6306 sayılı Kanun‘un 19. maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi ile
değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR
VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE,
8- 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen 13/A
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi, 662 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’nin 14. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendiyle, bentte yer alan
“değiştirmek,” ibaresinden sonra gelmek üzere “onaylamak,” ibaresi eklenerek
değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu bende iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR
VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU’nun karĢıoyu ve
OYÇOKLUĞUYLA,
9- 13. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 32. maddesine eklenen
(2) numaralı fıkra, 23.8.2011 günlü, 653 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 7.
maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi
hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE,
10- 20. maddesiyle yürürlükten kaldırılan, 27.6.1989 günlü, 375 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname‘nin Ek 3‘üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Özel Çevre
Koruma Kurumu BaĢkanlığı,” ve sekizci fıkrasında yer alan “Çevre ve ġehircilik Bakanlığı,”
ibareleri, 11.10.2011 günlü, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 1. maddesiyle 375
sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen Ek Madde 12‘nin (1) numaralı fıkrasının (m)
bendiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi
hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE,
11- 27. maddesiyle değiĢtirilen 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin altıncı fıkrası, 662
sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 16. maddesiyle, fıkrada yer alan “%1‟i” ibarelerinin
“% 3‟ü” olarak değiĢtirilmesi nedeniyle konusu kalmayan bu fıkraya iliĢkin iptal istemi
hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, Fulya KANTARCIOĞLU ile
Osman Alifeyyaz PAKSÜT‘ün karĢıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA,
12- 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen Ek Madde 4‘ün ikinci fıkrasının birinci
cümlesinde yer alan;
a- “…Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürü, söz konusu varlıkların ve alanların
özelliklerine göre konusunda uzmanlaĢmıĢ biolog, peyzaj mimarı, ziraat, çevre, orman ve su
ürünleri mühendisleri…” ibaresi, 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 15. maddesiyle
ile değiĢtirildiğinden,
b- “…Çevre ve ġehircilik Bakanlığı temsilcisinin baĢkanlığında,..” ibaresi 662 sayılı
Kanun Hükmünde Kararname‘nin 15. maddesiyle ile yürürlükten kaldırıldığından,
konusu kalmayan ikinci fıkraya iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE
YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE,
13- 1- 54. maddesiyle, 31.10.1985 günlü, 3234 sayılı Orman Genel Müdürlüğü TeĢkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin DeğiĢtirilerek Kabulü Hakkında
Kanun‘un 19. maddesinin,
a- Birinci fıkrasına eklenen (ç) bendi, 657 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 12.
maddesiyle değiĢtirildiğinden,
b- Mevcut (ç) bendinin (d) bendi olarak teselsül ettirilmesi, 657 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname‘nin 12. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından,
konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE
YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE,
14- 55. maddesiyle 3234 sayılı Kanun‘a eklenen 22/A maddesi, 657 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname‘nin 13. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığından, konusu kalmayan bu
maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA,
OYBĠRLĠĞĠYLE,
15- 61. maddesiyle, 2.3.1984 günlü, 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu‘nun Ek 3‘üncü
maddesinin ikinci fıkrasına “müĢterek kararname ile,” ibaresinden sonra gelmek üzere
eklenen “BaĢkan Yardımcıları BaĢkanlığın bağlı bulunduğu Bakan tarafından,” ibaresi,
24.10.2011 günlü, 661 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 25. maddesiyle
değiĢtirildiğinden, konusu kalmayan bu maddeye iliĢkin iptal istemi hakkında KARAR
VERĠLMESĠNE YER OLMADIĞINA, OYBĠRLĠĞĠYLE,
C) 1- 1. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (h) bendi dıĢındaki
bölümünün, 2., 3. maddeleri, 4. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin
7. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, bu fıkraya eklenen (e) bendi
dıĢındaki bölümünün, 5. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 8.
maddesinin (1) numaralı fıkrasında yapılan değiĢikliklerin, (ı) bendi dıĢındaki
bölümünün, 6. maddesi, 7. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 10.
maddesinin (2) numaralı fıkrasında yer alan (ç) ibaresinin (c) Ģeklinde değiĢtirilmesi
dıĢındaki değiĢikliklerin, 9. maddesi, 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde
Kararname’ye eklenen 13/A maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi dıĢında kalan
bölümü ile (2) numaralı fıkrası, 11., 12., 14., 15., 16., 17., 18., 19., 25., 26. maddeleri, 27.
maddesiyle 4708 sayılı Kanun’un 5. maddesinin yedinci fıkrasının yürürlükten
kaldırılmasına iliĢkin bölümünün, 28., 29., 30., 31., 32., 33., 34., 35., 36., 37., 38., 39., 40.,
41., 42., 43., 44., 45., 46., 47., 48., 49., 50. maddeleri, 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun’a
eklenen Ek Madde 4’ün birinci, üçüncü, dördüncü ve beĢinci fıkraları, 52., 53., 56., 57.,
58., 59., 60., 62. maddesinin birinci fıkrası, 63., 64. maddeleri ile eki (1) Sayılı Cetvel’i,
(1), (2) ve (3) sayılı listelerin, Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrası uyarınca
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve bu maddelere, fıkralara, bölümlere, değiĢikliklere,
cetvele ve listelere iliĢkin iptal isteminin REDDĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
2- 62. maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa’nın 91. maddesinin birinci fıkrası
uyarınca Anayasa’ya aykırı olduğuna ve ĠPTALĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
3- 62. maddesinin ikinci fıkrasının iptal edilmesi nedeniyle, Anayasa’nın 153.
maddesinin üçüncü fıkrasıyla 6216 sayılı Kanun’un 66. maddesinin (3) numaralı fıkrası
gereğince bu fıkraya iliĢkin ĠPTAL HÜKMÜNÜN, KARARIN RESMÎ GAZETE’DE
YAYIMLANMASINDAN BAġLAYARAK ALTI AY SONRA YÜRÜRLÜĞE
GĠRMESĠNE, OYBĠRLĠĞĠYLE,
D) Ġçerikleri itibariyle Anayasa’ya aykırılığı ileri sürülen;
1- 1. maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 2. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (ç) bendinde yer alan “…Bakanlar Kurulunca yetkilendirilen alanlar
ile…” ve “…mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler üzerinde yapılacak her türlü yapı, milli
güvenliğe dair tesisler, askeri yasak bölgeler, genel sığınak alanları, özel güvenlik
bölgeleri…” ibarelerinin,
2- 4. maddesiyle değiĢtirilen 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 7.
maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine eklenen “mülkiyeti kamuya ait arsa ve araziler
üzerinde yapılacak her türlü yapı,” ibaresinin,
3- 10. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen 13/A
maddesinin;
a- (1) numaralı fıkrasının, (a) bendinde yer alan “…sulak alanlar…” ibaresi ile (b), (ç),
(d) ve (e) bentlerinin,
b- (2) numaralı fıkrasının birinci cümlesinde yer alan “…ile Bakanlıkça tespit edilen
doğal sit alanları, tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarının…” ibaresi ile ikinci
cümlesinde yer alan “…Ancak Bakanlıkça…” ibaresinin,
4- 12. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 25. maddesine eklenen
(2) numaralı fıkranın,
5- 15. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘ye eklenen Ek Madde 1‘in,
6- 17. maddesiyle 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’ye eklenen Geçici
Madde 6’nın (1) ve (3) numaralı fıkralarının,
7- 19. maddesinin,
8- 32. maddesiyle, 29.6.2011 günlü, 645 sayılı Orman ve Su ĠĢleri Bakanlığının TeĢkilat
ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 19. maddesine eklenen (2) numaralı
fıkranın,
9- 36. maddesiyle değiĢtirilen, 9.8.1983 günlü, 2873 sayılı Millî Parklar Kanunu‘nun 5.
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “onaylı uygulama imar planına göre hazırlanacak
projelerin” ibaresinin,
10- 40. maddesiyle değiĢtirilen, 13.12.1983 günlü, 178 sayılı Maliye Bakanlığının
TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname‘nin 13. maddesinin;
a- Birinci fıkrasının (r) bendinde yer alan “Bakanlar Kurulunca uygulama usul ve
esasları belirlenen projeler kapsamında;” ve “… ve Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan…” ibareleri ile “…kamulaĢtırma…” sözcüğünün ,
b- Ġkinci fıkrasının
11- 41. maddesiyle;
a- 2863 sayılı Kanun‘da yer alan;
aa- “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” ibaresinin “Kültür
Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu” Ģeklinde değiĢtirilmesinin,
bb- “kültür ve tabiat varlıklarını koruma bölge kurulu” ile “Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu” ibareleri “Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu”
Ģeklinde değiĢtirilmesinin,
b- 2863 sayılı Kanun‘un 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen (13)
numaralı alt bendin,
12- 42. maddesiyle değiĢtirilen 2863 sayılı Kanun‘un 17. maddesinin (a) fıkrasının
ikinci ve üçüncü paragraflarının,
13- 47. ve 49. maddelerinin,
14- 50. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘un 61. maddesinin değiĢtirilen ikinci fıkrasında
yer alan “…Bakanlıkça değerlendirilerek gerekli görüldüğü takdirde…” ibaresinin,
15- 51. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen Ek Madde 4‘ün birinci, üçüncü,
dördüncü ve beĢinci fıkralarının,
16- 52. maddesiyle 2863 sayılı Kanun‘a eklenen Geçici Madde 9 ve Geçici Madde
10‘un,
17- 63. maddesinin,
Anayasa’ya aykırı olmadığına ve iptal isteminin REDDĠNE, Fulya
KANTARCIOĞLU’nun karĢıoyu ve OYÇOKLUĞUYLA,
29.11.2012 gününde karar verildi.
BaĢkan
HaĢim KILIÇ
BaĢkanvekili
Serruh KALELĠ
BaĢkanvekili
Alparslan ALTAN
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
Üye
Mehmet ERTEN
Üye
Serdar ÖZGÜLDÜR
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
Üye
Zehra Ayla PERKTAġ
Üye
Recep KÖMÜRCÜ
Üye
Burhan ÜSTÜN
Üye
Engin YILDIRIM
Üye
Nuri NECĠPOĞLU
Üye
Hicabi DURSUN
Üye
Celal Mümtaz AKINCI
Üye
Erdal TERCAN
Üye
Muammer TOPAL
Üye
Zühtü ARSLAN
KARġIOY
2011/106 sayılı dava dosyasının yapılan ilk incelemesinde Mahkememiz çoğunluğu
dosyanın esasa geçilerek incelenmesi yönünde karar vermiĢ ise de, iptal davası açan dava
dilekçesi incelendiğinde dava konusunun 8.8.2011 tarih ve 648 sayılı ―Çevre ve ġehircilik
Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile Bazı Kanun ve
Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde
Kararname‖nin tümünün ve birçok değiĢtirilen maddelerinin iptali istemine iliĢkin olduğu,
iptal istemli dilekçe de, iptal konusunun Anayasa‘nın hangi maddelerine aykırı olduğunu
anlatan gerekçe bölümünde iptali istenen her madde kapsamında bir ünlü edebiyatçının
Ģiirlerinden dizeler ya da mısralar yazmak suretiyle konuyla ilintisini açıklamadan, teamüle,
mahkemeye yapılacak dilekçe üslup ve etiğine aykırı beyanlarda bulunduğu görülmüĢtür.
Konu bağlantısı verilmeyen, zorlama yorumlara mahkemeyi itecek, mahkeme mehabeti
ile bağdaĢmayan, içinde konu dıĢı bulunmaması gereken unsur taĢıyan dilekçenin usulüne
uygun olarak düzeltilerek geri gönderilmesinin istenmesi gerekirken, bir baĢka dilekçe de
dava konusundan ilgisiz ifadelerinde yer almasına yol açacak uygulama ile mahkemenin
dosyayı iade etmeden esasa geçmesine karar verilmesine katılınamamıĢtır.
BaĢkanvekili
Serruh KALELĠ
KARġIOY GEREKÇESĠ
1- 11.10.2011 günlü, 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin Etkilediği
Kurallar Yönünden :
8.8.2011 günlü, 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK)‘nin, bazı maddelerinin
iptali istemiyle 14.10.2011 tarihinde açılan davadan sonra anılan KHK‘de, 662 sayılı KHK ile
yapılan değiĢikliklerin, ilgili oldukları dava konusu kuralların tümünü etkilediği gerekçesiyle
bu maddeler hakkındaki incelemenin esasına girilmesine gerek görülmeyerek ―karar
verilmesine yer olmadığı‖ yolunda karar verilmiĢtir.
Anayasa Mahkemesine yapılan iptal baĢvurularının konusunu oluĢturan kuralların
tümüyle yasal değiĢikliğe uğramaları halinde, iptal davalarının doğrudan soyut norm
denetimine iliĢkin oldukları da gözetildiğinde, söz konusu baĢvurular hakkında esastan karar
verilmesinde, hukuki yarar bulunmamakta ise de yapılan değiĢikliğin, dava konusu kuralın bir
bölümüne yönelik olması ve özünü de etkilememesi durumunda, kalan bölüm hakkında
incelemenin sürdürülmesi gerekir. Aksi halde dava konusu kurallarda, daha sonraki yasal
düzenlemelerle yapılacak en küçük değiĢiklikler o kuralların, iptal davası yoluyla Anayasal
denetiminin engellenmesi sonucunu doğurur. Böyle bir sonucu, Anayasa yargısının amacı ve
iĢleviyle bağdaĢtırmak olanaksızdır.
Açıklanan nedenlerle 648 sayılı KHK‘nin tümü değiĢtirilmeyerek sadece bazı
sözcüklerde değiĢiklik ve ekleme yapılan kurallarının kalan bölümlerinin Anayasa‘ya
uygunluk denetiminin yapılarak esas hakkında karar verilmesi gerektiği düĢüncesiyle
çoğunluk görüĢüne katılmıyorum.
2- 6223 sayılı Yetki Kanunu’nun Kapsamı Yönünden :
Dava konusu 648 sayılı KHK‘nin 41. maddesiyle 2863 sayılı Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu‘nun 3. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen alt
bentlerle Kanun‘da adı geçen ―doğal sit‖, ―taĢınır tabiat varlıkları‖, ―sokak sağlıklaĢtırma
proje ve uygulamaları‖ ve ―etkileĢim-geçiĢ sahası‖nın tanımları yapılmıĢtır.
Anayasa‘nın 91. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, yetki kanunda çıkarılacak
KHK‘nin amacının, kapsamının, ilkelerinin, kullanma süresinin ve süresi içinde birden fazla
KHK çıkarılıp çıkarılmayacağının gösterilmesi gerekir. Buna göre bir KHK‘nin Anayasa‘ya
uygun olduğunun kabulü, öncelikle dayandığı yetki yasasının kapsamı içinde kalmasına
bağlıdır.
6.4.2011 günlü, 6223 sayılı Yetki Yasası‘nın 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasının,
kamu hizmetlerinin bakanlıklar arasındaki dağılımının yeniden belirlenmesine iliĢkin (a)
bendi ile (2) numaralı fıkrasının da, (a) bendinde, Bakanlar Kurulu‘na görev, yetki, merkez,
taĢra ve yurt dıĢındaki teĢkilatlanma esaslarıyla ilgili olmayan konularda düzenleme yapma
yetkisi verilmediğinden 648 sayılı KHK‘nin 41. maddesiyle, 2863 sayılı Yasa‘nın 3.
maddesinin birinci fıkrasının (a) bendine eklenen alt bentlerle yapılan ve tümüyle özel bir
alana ait olan tanımlamaların Yetki Kanunu‘nun kapsamı dıĢında kaldığı açık olup, dava
konusu KHK kuralı Anayasa‘ya aykırıdır; iptali gerektiği düĢüncesiyle çoğunluk görüĢüne
katılmıyorum.
3- Yürütme Yetkisinin GeniĢletilmesi Yönünden :
Dava konusu 648 sayılı KHK‘nin iptal istemi reddedilen kurallarının, idarenin KHK‘ler
konusundaki yetkisinin sınırlı olduğu, yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesiyle
bağdaĢmayacak biçimde geniĢ bir düzenleme yetkisi kullanamayacağına iliĢkin E: 2011/113;
K: 2012/108 sayılı karardaki karĢıoy gerekçesi doğrultusunda iptali gerektiği düĢüncesiyle
çoğunluk görüĢüne katılmıyorum.
Üye
Fulya KANTARCIOĞLU
KARġIOY YAZISI
648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname‘nin 27. maddesiyle, 4708 sayılı Yapı Denetimi
Hakkında Kanun‘un 5. maddesinin beĢinci ve altıncı fıkraları değiĢtirilmiĢ, bu değiĢikliğe
göre beĢinci fıkrada yapı denetimi hizmeti için yapı denetimi kuruluĢuna ödenecek hizmet
bedelinin hesaplanma Ģekli düzenlenmiĢ, altıncı fıkrada ise alınacak bedellerin yapı sahibince
il muhasebe birimlerinde açılacak emanet nitelikli hesaba yatırılması, yatırılan bu tutarların
%1‘inin ruhsatı veren idarenin, %1‘inin Bakanlık bünyesinde kurulan döner sermaye
iĢletmesinin hesabına aktarılması öngörülmüĢtür.
KHK‘nin 27. maddesiyle değiĢtirilen 4708 sayılı Kanun‘un 5. maddesinin beĢinci
fıkrasındaki düzenleme, 6223 sayılı Yetki Kanunu kapsamında olmadığından iptal edilmiĢ ise
de Kanunun 5. maddesinin altıncı fıkrası hükümleri hakkında, daha sonra 662 sayılı KHK‘nin
16. maddesiyle değiĢtirildikleri ve iptal isteminin konusu kalmadığı gerekçesiyle ―karar
verilmesine yer olmadığına‖ karar verilmiĢtir.
Kanun‘un altıncı fıkrasındaki düzenleme, iptal edilen beĢinci fıkradaki düzenlemenin
devamı niteliğinde olup, 662 sayılı KHK‘nin 16. maddesiyle yapılan değiĢiklik sadece
oranlara (%1 yerine %3) iliĢkindir. Altıncı fıkranın değiĢiklikten önce veya sonra tek baĢına
anlam ifade etmesi mümkün değildir. Bu nedenle değiĢik altıncı fıkra hakkında iptal isteminin
konusu kalmadığı kabul edilse bile fıkranın tek baĢına uygulanması söz konusu olmadığından,
6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun‘un 43.
maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince iptali gerekir.
Bu gerekçeyle fıkra hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararına katılmamaktayım.
Üye
Osman Alifeyyaz PAKSÜT
[R.G. 2 Nisan 2013 – 28606 - Mükerrer]
—— • ——
Anayasa Mahkemesi BaĢkanlığından:
Esas Sayısı: 2012/102
Karar Sayısı: 2012/207
Karar Günü: 27.12.2012
ĠPTAL DAVASINI AÇAN : Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri M. Akif
HAMZAÇEBĠ ve Ali Rıza ÖZTÜRK ile birlikte 121 milletvekili
ĠPTAL DAVASININ KONUSU : 4.7.2012 günlü, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun‘un;
1- 3. maddesiyle, 26.4.1961 günlü, 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen
Kütükleri Hakkında Kanun‘un 180. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ―iki yıl‖ ibaresinin
―altı ay‖ Ģeklinde değiĢtirilmesinin ve bu maddeyle sınırlı olmak üzere yürürlüğe iliĢkin 89.
maddesinin,
2- 5. maddesiyle, 17.7.1963 günlü, 278 sayılı Türkiye Bilimsel ve Teknolojik
AraĢtırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanun‘un 2. maddesinin birinci fıkrasının
değiĢtirilen;
a- (d) bendinde yer alan “…bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak,
kurulmuĢ Ģirketlere ortak olmak;” ibaresinin,
b- (e) bendinde yer alan, “…ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket
kurmak, kurulmuĢ Ģirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak; …” ibaresinin,
3- 22. maddesiyle değiĢtirilen, 20.2.2001 günlü, 4628 sayılı Elektrik Piyasası
Kanunu‘nun 2. maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin sekizinci paragrafının beĢinci
cümlesinde yer alan “… veya yetkilendireceği denetim Ģirketlerine hizmet satın almak
suretiyle …” ibaresi ile son cümlesinin,
4- 23. maddesiyle, 18.4.2001 günlü, 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanunu‘nun geçici
3. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde yapılan değiĢikliklerin,
5- 31. maddesiyle değiĢtirilen, 10.5.2005 günlü, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji
Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına ĠliĢkin Kanun‘un 6/C
maddesinin altıncı fıkrasının “…veya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak üzere
EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK
tarafından yaptırılabilir. Denetim Ģirketleri ile ilgili uygulamaya iliĢkin usul ve esaslar,
Bakanlık görüĢü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
bölümünün,
6- 34. maddesiyle, 1.7.2005 günlü, 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun‘un;
a- Geçici 2. ve geçici 3. maddelerinde yer alan “yedi yıl” ibarelerinin “sekiz yıl”
Ģeklinde değiĢtirilmesinin,
b- Geçici 3. maddesine eklenen;
aa- Ġkinci fıkranın üçüncü cümlesinin,
bb- Üçüncü fıkranın ilk cümlesinde yer alan “Sürenin bitiminden itibaren …”
ibaresinin,
7- 45. maddesiyle, 3.12.2010 günlü, 6085 sayılı SayıĢtay Kanunu‘nun 35. maddesine
eklenen (2) numaralı fıkranın (a) bendinin ikinci ve üçüncü cümleleri ile (b), (c), (ç) ve (d)
bentlerinin,
8- 46. maddesiyle, 17.2.2011 günlü, 6114 sayılı Ölçme, Seçme ve YerleĢtirme Merkezi
BaĢkanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında Kanun‘un 3. Maddesinin;
a- Ġkinci fıkrasına eklenen (j) bendinin,
b- Dördüncü fıkrasının ikinci cümlesinde yer alan “BaĢkanlık” ibaresinin “BaĢkanlık
ile BaĢkanlığın kuracağı veya iĢtirak edeceği Ģirketler” Ģeklinde değiĢtirilmesinin,
9- 47. maddesiyle, 6114 sayılı Kanun‘un 4. maddesinin onbirinci fıkrasına eklenen (ğ)
bendinin,
10- 48. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendiyle 6114 sayılı Kanun‘un 5. maddesine
eklenen (5) numaralı fıkranın,
11- Geçici 1. maddesinin ikinci fıkrasının “Ödemesi devam edenlerden bu madde
çerçevesinde yapılacak hesaplamaya göre fazla ödeme yapmıĢ olanlar ile bu maddenin
yürürlüğe girdiği tarihten önce ödemesini tamamlamıĢ olanlara geri ödeme yapılmaz.”
biçimindeki üçüncü cümlesinin,
12- Geçici 2. maddesinin,
Anayasa‘nın BaĢlangıç‘ı ile 2., 5., 6., 7., 10., 11., 27., 36., 56., 67., 87., 90., 112., 123.,
125., 128., 136. ve 160. maddelerine aykırılığı ileri sürülerek iptallerine ve iptal davası
sonuçlanıncaya kadar yürürlüklerinin durdurulmasına karar verilmesi istemidir.
I- ĠPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI ĠSTEMĠNĠN GEREKÇESĠ
Dava dilekçesinin gerekçe bölümü Ģöyledir:
“…
1) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 3 üncü Maddesi ile Bu
Maddeyle Sınırlı Olmak Üzere Yürürlüğe ĠliĢkin 89 uncu Maddesinin Anayasaya
Aykırılığı
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesi ile 26.04.1961 tarihli ve 298 sayılı
Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 180 inci
maddesinin birinci fıkrasında yer alan “iki yıl” ibaresi “altı ay” Ģeklinde değiĢtirilmekte
ve böylece seçim suçlarına iliĢkin kamu davası açma süresi, seçimin bittiği tarihten
itibaren iki yıl iken, altı aya düĢürülmektedir.
Söz konusu düĢürmenin gerekçesi Genel Gerekçe‟de, “Hukukun temel
ilkelerinden biri, cezalardaki „orantılılık‟ ilkesidir. Bu maksatla, seçim yasaklarını ihlal
edenlere verilen hapis cezası adli para cezasına dönüĢtürülebilmektedir. Bilgi ve
iletiĢim çağının özellikleri dikkate alındığında bilgi ve belgeye eriĢebilmenin çok daha
hızlı ve kısa sürede gerçekleĢtiği bilinmektedir. Buna göre de seçimlerin bittiği
tarihten itibaren 2 yıl gibi uzun sürenin korunması bu gerçekliğe, ceza yargılamasının
genel ilkelerine uygun düĢmemektedir. Yargının hızlandırılması temel amaç ve
hedeftir. Bütün bu gerekçelerle 298 sayılı Kanunun 180 inci maddesinin birinci
fıkrasındaki dava açma süresi olarak öngörülen 2 yıllık süre 6 ay‟a düĢürülmektedir.”
biçiminde ifade edilmiĢtir.
Bu ifadelere göre seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı aya
indirilmesi;
- Cezalarda orantılılık ilkesi,
- Seçim suçlarında verilen hapis cezalarının adli para cezasına çevrilmesi,
- Bilgi ve iletiĢim çağında bilgi ve belgeye eriĢim süresinin kısalması,
- Yargının hızlandırılması amaç ve hedefi,
ile gerekçelendirilmektedir.
Öncelikle belirtilmelidir ki düzenleme, cezaların miktarı ile ilgili değil dava açma
süresine iliĢkin olduğundan, yapılan düzenlemenin suç ve cezalarda “orantılılık” ilkesi
ile herhangi bir iliĢkisi bulunmamaktadır.
Öte yandan, 298 sayılı Kanunun 133 – 178 inci maddelerinde düzenlenen
seçim suçlarına iliĢkin cezalar, adli para cezalarından daha çok hapis cezalarını
içermekte ve hapis cezalarının tamamı da adli para cezasına çevrilememektedir.
Kaldı ki, hapis cezalarının adli para cezasına çevrilebilmesi suçun kamu düzenini
ihlalinin ağırlığıyla ilgili olup, dava açma süresiyle doğrudan bir iliĢkisi de
bulunmamaktadır.
Çağımızın bilgi ve iletiĢim çağı olarak nitelendirildiği ise bir gerçektir. Bilgi ve
iletiĢim çağında bilgisayar teknolojilerindeki geliĢmenin bilgiye eriĢimi hızlandırdığı ve
süresini kısalttığı da genel olarak doğrudur. Ġnternette istediğiniz bilgiye -eğer
aradığınız bilgi birileri tarafından sanal ortama yüklenmiĢ/konulmuĢ ise- bir tuĢa
basarak saniyeler içinde ulaĢabilir; bir bilgiyi elektronik posta ile saniyeler içinde bir
baĢkasına gönderebilir; yetkili iseniz herhangi bir sanığın adli sicil kaydına eriĢebilir;
UYAP programından Yüksek Mahkeme kararlarına ulaĢabilirsiniz.
Ancak, bilgi ve iletiĢim çağının “hukuksal değer taĢıyan belge”ye eriĢimi
hızlandırdığı her zaman ve her koĢulda geçerli olmadığı gibi eriĢme süresi eriĢilecek
bilgi ve belgenin türü, Ģekli, niteliği, içeriği ve kullanım amacına göre değiĢmektedir.
Örneğin, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink‟in öldürülmesine
iliĢkin olarak Ġstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin Telekomünikasyon ĠletiĢim
BaĢkanlığından istemiĢ olduğu iletiĢim kayıtları Mahkemeye yaklaĢık 5 ay sonra
01.12.2011 tarihinde ulaĢabilmiĢtir. Ayrıca yaĢanan bazı olaylar belgeye eriĢim
süresinin ardında baĢka saiklerin de olabileceğini ortaya koymaktadır.
Bir baĢka örnek ise, Odatv Davasından verilebilir. 14 sanıklı Odatv Davası,
Ġstanbul Özel Yetkili Savcılığının hazırladığı Ġddianameyi Ġstanbul 16. Ağır Ceza
Mahkemesinin 09 Eylül 2011 tarihinde kabul etmesiyle baĢlamıĢtır. Sanıklar, dava
konusu “dijital belgelerin” bilgisayar virüsü yoluyla bilgisayarlarına gönderilmiĢ
olduğunu iddia ederek suçlamaları kabul etmemiĢler ve nitekim sanıkların istemiyle
Yıldız Teknik Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi ve Boğaziçi Üniversitesi ile
ABD‟de yerleĢik adli biliĢim Ģirketi Data Devastation gibi dört farklı kuruluĢtan oluĢan
dört farklı bilirkiĢi heyeti dijital belgeleri “bilgisayar korsanlığı ürünü virüslü belge”
olarak nitelemiĢlerdir. Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığının Ġddianamenin yazımından
önce yaptırmadığı bilirkiĢi incelemesini, Ġstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesi davanın
açılmasından dört ay sonra Ocak 2012‟de suç delili dijital belgeleri Mahkeme BaĢkanı
Sayın Mehmet Ekinci‟nin ifadesiyle, “raporun en hızlı Ģekilde hazırlanması” talebiyle
TÜBĠTAK‟a göndermiĢ; bir kamu kurumu olan TÜBĠTAK ise aradan yedi ay geçtikten
sonra bilirkiĢi raporunu Ġstanbul 16. Ağır Ceza Mahkemesine gönderebilmiĢtir.
Bu bağlamda, dijital suç belgeleri yaratılmasına ve ihbar üzerine bunlara çok
kısa süreler içinde ulaĢılmasına olanak sağlayan bilgi ve iletiĢim çağı, dijital belgenin
gerçek niteliğine ulaĢımını ise, değil dava açma süresi, yargılama aĢamasında
Mahkeme BaĢkanının özel talebine rağmen hızlandıramamıĢtır. BilirkiĢi incelemesi
soruĢturma aĢamasında yaptırılsa, belki de dava açılmayacak; açılsa da yargılama
aĢamasında geçecek süre soruĢturma aĢamasında geçeceğinden ve dolayısıyla
yargılama daha hızlı yapılacağından sanıkların tutuklulukta geçen mağduriyetleri söz
konusu olmayabilecekti.
Söz konusu örnekler çoğaltılabilir. Çoğaltılması istisna olma niteliklerini ortadan
kaldırmayabilir. Ancak, hukuksal düzenlemeler, özellikle ceza hukukuna iliĢkin ise,
istisnai durumları da gözeterek hazırlanmak durumundadır ki, toplumsal yaĢamda
suç zaten niteliği itibariyle istisnai bir durumdur.
Kaldı ki 298 sayılı Kanunun 179 uncu maddesinde seçim suçu, “Bu kanuna
göre seçim suçundan maksat, seçim iĢlerinde bu kanun hükümleri uyarınca
görevlendirilmiĢ bulunan kimselerin bu görevleri dolayısiyle iĢlemiĢ oldukları fiil ve
hareketlerle her kim tarafından iĢlenirse iĢlensin bu kanuna aykırı bulunan fiil ve
hareketlerdir.” Ģeklinde tanımlanmıĢ ve seçim suçu ve cezaları ise aynı Kanunun 133
– 178 inci maddeleri arasında 45 ayrı madde halinde düzenlenmiĢtir.
298 sayılı Yasada yer alan seçim suçları arasında, hileli faaliyetlerle veya
herhangi bir Ģekil ve surette cebir ve Ģiddet kullanarak Kanunda yazılı seçim
kurullarının toplanmalarına veya görevlerinin ifasına mani olma (md. 133; iki yıldan
beĢ yıla kadar hapis cezası, en az biri silahlı en az üç kiĢi tarafından iĢlenirse faillere
beĢ yıl ile onbeĢ yıl arası hapis cezası); seçmen kütüğüne müteallik evrak ve
vesikaları gereği gibi düzenlememe ve muhafaza etmeme veya gereken mercie
vermeme (md. 141; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası); seçmen kütüğüne yazılma
hakkı olmayan bir seçmeni yazma, yazılma hakkı olan bir seçmeni yazmama veya
yazılı olup da silinmesi gereken seçmeni silmeme ya da silinmemesi gerekeni silme
(md. 142; bir yıldan iki yıla kadar hapis cezası); seçmen yeterliliği olmayanı seçmen
kütüğüne kaydetme, kaydedilenlerin silinmesine engel olma veya seçmen olanı
kütükten silme (md. 143; altı aydan iki seneye kadar hapis; bu fiiller cebir veya tehdit
veya Ģiddet ya da nüfuz veya tesir icrası suretiyle yapılırsa bir yıldan beĢ yıla kadar
hapis cezası); seçmen kütüğüne kendini veya baĢkasını bilerek birden fazla
kaydettirme (md. 144; altı aydan iki yıla kadar hapis cezası); tamamen veya kısmen
sahte seçmen listesi tanzim etme, bozma, çalma veya yok etme (md. 148; TCK
belgede sahtecilik suçuna iliĢkin cezanın yarı oranında artırımı); kendine veya bir
baĢkasına oy verilmesi veya verilmemesi için bir veya daha fazla seçmene menfaat
temin etme (md. 152; bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası); oy kullanmayı engelleme
(md. 153; bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası); seçme yeterliliği olmadığını bildiği
halde oy kullanma ya da baĢkasının adını kullanarak oy kullanma (md. 160; iki yıldan
beĢ yıla kadar hapis cezası); oy sandığının yerini değiĢtirme, yerinden kaldırma,
çalma veya tahrip etme, içinden çıkan oy zarflarını alma, çalma veya değiĢtirme (md.
160; üç yıldan beĢ yıla kadar hapis); siyasi partilerin veya bağımsız adayların oy
pusulalarını zapt ve imha etme veya bozma ya da oy verme yerine götürülmelerine
veya dağıtılmalarına engel olma (md. 162; bir yıldan üç yıla kadar hapis) gibi
demokratik hukuk devleti ilkesi ile kamu düzeni açısından çok önemli suç ve cezalar
yer almaktadır.
Söz konusu suçların tespit edilip delilleriyle birlikte ortaya konarak bir
iddianameye dönüĢtürülmesi uzun süreli ve ayrıntılı araĢtırma, inceleme ve
soruĢturmaları gerektirmektedir. En önemlisi de söz konusu suçlara iliĢkin bilgi ve
belgelere eriĢim süresinde, dava açma süresinin 2839 sayılı Yasanın 61 inci
maddesiyle iki yıl olarak belirlendiği 10.06.1983 tarihinden bu yana kayda değer
hiçbir değiĢme ve geliĢme olmamıĢtır. Söz konusu suçlara iliĢkin bilgi ve belgelere
eriĢim, 1983 yılında hangi yol ve usullerle yapılıyor ise, günümüzde de aynı yol ve
usuller izlenerek yapılmak durumundadır.
Yargının hızlandırılması amaç ve hedefi ise, dava açma süresiyle değil, açılan
davaların sonuçlandırılması ile ilgilidir. Dava açma süresinin iki yıldan ¾ oranında
kısaltılarak altı aya düĢürülmesi, seçim suçlarına iliĢkin davaların objektif kanıtlarıyla
Ġddianameye dönüĢtürülemeden açılmasına ve dolayısıyla mahkemede suçlamaya
iliĢkin bilgi ve belgeler (deliller) tartıĢılıp değerlendirilerek bir karara varılması
gerekirken; suça iliĢkin nesnel bilgi ve belgelerin mahkeme aĢamasında
toplanmasına yol açarak tam tersine Odatv Davası örneğinde olduğu üzere
yargılamayı gereksiz yere uzatacaktır. Oysa, yargının hızlandırılmasından amaç,
dava açma süresinin kısalması değil, açılmıĢ davalara iliĢkin yargılama süresinin
kısalarak adaletin en kısa süre içinde tecelli etmesinin sağlanmasıdır.
Bu bağlamda, seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı aya
düĢürülmesinin, maddeye iliĢkin Genel Gerekçede yer almayan baĢka amaç ve
hedefleri vardır.
Anayasanın BaĢlangıç‟ının üçüncü fıkrasında, egemenliğin kayıtsız Ģartsız Türk
Milletine ait olduğu, egemenliği millet adına kullanmaya yetkili kılınan hiçbir kiĢi ve
kuruluĢun Anayasada gösterilen hürriyetçi demokrasi ve bunun gerekleriyle
belirlenmiĢ hukuk düzeni dıĢına çıkamayacağı temel bir ilke olarak yer almıĢ; 2 nci
maddesinde demokratik hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında
sayılmıĢ; 36 ncı maddesinde, herkesin meĢru vasıta ve yollardan faydalanarak yargı
mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma
hakkına sahip olduğu kurallaĢtırılmıĢ; 67 nci maddesinin birinci fıkrasında, demokratik
devlet ilkesinin uzantısı olarak vatandaĢların kanunda gösterilen Ģartlara uygun
olarak, seçme, seçilme ve bağımsız olarak veya bir siyasi parti içinde siyasi faaliyette
bulunma ve halkoylamasına katılma hakkı düzenlenmiĢ; ikinci fıkrasında, seçimler ile
halkoylamasının serbest, eĢit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm
esaslarına göre yargı denetimi altında yapılacağı kurallaĢtırılmıĢ ve dördüncü
fıkrasında ise seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma haklarının kullanılmasının
yasayla düzenleneceğine yer verilmiĢtir.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, insan haklarına dayanan,
bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan,
her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, hukuk
güvenliğini sağlayan, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm
devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve yasalarla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık olan devlettir.
Seçim suçlarına iliĢkin dava açma süresini belirleme yetkisi, Anayasadaki
kurallara bağlı kalmak; adalet, hakkaniyet ve kamu yararı ilkelerini gözetmek
koĢuluyla yasa koyucunun takdirindedir. Yasa koyucu, seçim suçlarına iliĢkin kamu
davalarında dava açma süresine iliĢkin hükümleri düzenlerken hukuk devleti ilkesinin
bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise “elveriĢlilik”, “gereklilik” ve
“orantılılık” olmak üzere üç alt bileĢenden oluĢmaktadır. “ElveriĢlilik”, getirilen kuralın
ulaĢılmak istenen amaç için elveriĢli olmasını, “gereklilik”, getirilen kuralın ulaĢılmak
istenen amaç bakımından gerekli olmasını ve “orantılılık” ise getirilen kural ve
ulaĢılmak istenen amaç arasında var olması gereken ölçüyü ifade etmektedir.
298 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde, CumhurbaĢkanı, milletvekili, il genel
meclisi üyeliği, belediye meclisi üyeliği, muhtarlık, ihtiyar meclisi ve ihtiyar heyeti
iyeliği seçimleri ile Anayasa değiĢikliklerine iliĢkin kanunların halkoyuna sunulmasının
kanunun kapsamında olduğu belirtilmiĢ; 3 üncü maddesinde her ilin seçim çevresi; 4
üncü maddesinde, her muhtarlığın seçim bölgesi; 5 inci maddesinde ise her seçim
bölgesinin gerektiği kadar sandık bölgesine ayrılacağı belirtilmiĢtir.
Temsili demokrasi seçime dayanmakta ve mahalle muhtarlığı seçiminden
CumhurbaĢkanlığı seçimine kadar tüm seçimlerin 298 sayılı Kanunda belirlenmiĢ
kurallara uygun yapılması ve seçim suçlarının gereği gibi kovuĢturulması demokratik
rejim ile demokratik devlet ilkesinin özünü oluĢturmanın yanında, seçim suçları
hakkında dava açılmasında kamu yararı olduğunda hiçbir Ģüphe bulunmamaktadır.
Ceza yargılamasının temel amacı ise, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır ve
maddi gerçeğin ortaya çıkarılarak suçluların cezalandırılması ve suçsuzların ise
aklanmasında toplumsal yarar bulunmaktadır.
Seçim suçlarının kompleks bir yapı taĢıması; birçoğunun gizli, çoğu zaman
örgütlü, örtülü, birçok sandık ve seçim bölgesi ile seçim çevresini ve hatta ülke
düzeyini kapsayabilmesi; ortaya çıkarılabilmesinin çoğu zaman ikrarı ve tanık
beyanlarını gerektirmesi; ikrar ve tanık beyanları için de seçim sürecinin ateĢinin
sönmesi ve dolayısıyla belli bir zamanın geçmiĢ olması gerekmektedir. Kaldı ki
örgütlü, örtülü ve birden fazla sandık ve seçim bölgesi ile seçim çevresini kapsayan
seçim suçlarının soruĢturmasının zaman alacak olması ve yetkili soruĢturma mercileri
arasında koordinasyonu gerektireceği de açıktır.
Ölçülülük ilkesi, yasa koyucuyu, dava açma süresini sınırlamadan beklenen
kamu yararı ile demokratik sistemin ve demokratik devlet ilkesinin özünü oluĢturan
toplumsal yarar arasında adil bir dengeyi sağlama yükümlülüğü altına sokmaktadır.
Bu nedenle yasa koyucu bir yandan temsili demokrasinin özünü oluĢturan seçimlerin
belirlenmiĢ kurallara uygun yapılmasını sağlayarak demokratik sistemi yaĢatmak için
seçim suçu iĢleyenleri yetkili mahkemeler karĢısına çıkarmak, diğer yandan da seçim
suçu iĢleyenlerin uzun süre dava tehdidi altında kalmalarını önlemek için makul bir
süre belirlemek ve böylece çatıĢan yararlar arasında adil, makul ve hakkaniyetli bir
denge kurmak durumundadır.
Seçim suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı aya düĢürülmesi, çatıĢan
yararlar arasındaki adil, makul ve hakkaniyete uygun dengeyi ortadan kaldırmakta ve
suçun ve soruĢturmanın doğasından kaynaklanan zorunlu nedenlerle altı ay içinde
dava açılamaması seçim suçundan zarar görenlerin zararına yol açar ve temsili
demokratik sistemin özünü ortadan kaldırırken; hak düĢürücü süre nedeniyle gerekli
ve yeterli araĢtırma ve inceleme yapılmadan, suç delilleriyle ortaya konmadan dava
açılması ise, delillerin yargılama aĢamasında toplanmasına ve dolayısıyla davaların
uzayarak kiĢilerin adil yargılanma haklarının ihlaliyle sonuçlanacaktır. Öte yandan,
seçim suçlarında dava açma süresinin altı ay ile sınırlandırılması, birden fazla seçim
çevresini ve giderek tüm ülkeyi kapsayan örgütlü ve örtülü seçim suçlarını,
soruĢturmanın uzun süreli, ayrıntılı ve koordinasyonu gerektirmesi üzerinden teĢvik
eder bir nitelik taĢımaktadır.
Bu itibarla, hukuksal ve fiilen geçerli bir gerekçeye dayanmaksızın seçim
suçlarında dava açma süresinin iki yıldan altı aya düĢürülmesi, Anayasanın 2 nci
maddesindeki hukuk devleti ve demokratik devlet ilkeleriyle bağdaĢmadığı gibi,
Anayasanın BaĢlangıcı ile 36 ncı ve 67 nci maddelerine aykırılık oluĢturmaktadır.
6353 sayılı Kanunun yürürlüğe iliĢkin 89 uncu maddesi de bu maddeyle sınırlı
olmak üzere aynı gerekçelerle Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci, 36 ncı ve 67 nci
maddelerine aykırıdır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesi ile
bu maddeyle sınırlı olmak üzere yürürlüğe iliĢkin 89 uncu maddesi, Anayasanın
BaĢlangıcı ile 2 nci, 36 ncı ve 67 nci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
2) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 5 inci Maddesiyle DeğiĢtirilen
17.07.1963 Tarihli ve 278 Sayılı Türkiye Bilimler ve Teknolojik AraĢtırma Kurumu
Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci Maddesinin Birinci Fıkrasının (d) Bendindeki
“…bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlere ortak
olmak;” ibaresi ile (e) Bendindeki, “…ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine
Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak; …” Ġbaresinin
Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun 15 nci maddesiyle değiĢtirilen 278 sayılı Türkiye Bilimler
ve Teknolojik AraĢtırma Kurumu Kurulması Hakkında Kanunun 2 nci maddesinin
birinci fıkrasının (d) bendiyle, “Kurum bünyesinde araĢtırma ve geliĢtirme faaliyetlerini
yapan merkezlerde, enstitülerde ve birimlerde geliĢtirilen teknolojilerin üretimde ve
ihtiyaç duyulan alanlarda kullanılmasını, tanıtılmasını veya bunlardan daha kolay
yararlanılmasını sağlamak için gerekli ortamları ve yönetim yöntemlerini hazırlamak
ve bu teknolojilerin ülke ekonomisine, sınaî ve sosyal geliĢmeye katkıda bulunacak
ticari değerlere dönüĢmesini sağlamak,” ve “bu amaçla ilgili Bakanın
onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlere ortak olmak;” yetkisi verilir iken; (e)
bendiyle ise, “Kamu ve özel sektörün teknolojik araĢtırma, geliĢtirme ve yenilik
faaliyetlerine etkin katılımını sağlayacak teĢvik ve destek sistemlerini geliĢtirmek ve
uygulamak; erken aĢamadaki geliĢme potansiyeli olan buluĢların ticarileĢtirilmesi
amacıyla faaliyet gösteren tüzel kiĢi ve fonları desteklemek,” ve “ayrıca bu amaçla
ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlerde imtiyazlı pay sahibi
olmak;” yetkisi verilmektedir.
278 sayılı Kanunun “KuruluĢ amacı” baĢlıklı 1 inci maddesinde, TÜBĠTAK‟ın
kuruluĢ amacı, “Türkiye'nin rekabet gücünü ve refahını artırmak ve sürekli kılmak için;
toplumun her kesimi ve ilgili kurumlarla iĢ birliği içinde, ulusal öncelikler
doğrultusunda bilim ve teknoloji politikaları geliĢtirmek, bunları gerçekleĢtirecek alt
yapının ve araçların oluĢturulmasına katkı sağlamak, araĢtırma ve geliĢtirme
faaliyetlerini özendirmek, desteklemek, koordine etmek, yürütmek; bilim ve teknoloji
kültürünün geliĢtirilmesinde öncülük yapmak” Ģeklinde ortaya konmuĢtur.
Bu bağlamda, TÜBĠTAK‟ın kuruluĢ amacı, Türkiye'nin ekonomik rekabet gücünü
ve refahını artırmak ve sürekli kılmak için; bilim ve teknoloji politikaları geliĢtirmek,
bunları gerçekleĢtirecek alt yapının ve araçların oluĢturulmasına katkı sağlamak,
araĢtırma ve geliĢtirme faaliyetlerini özendirmek, desteklemek, koordine etmek,
yürütmek; bilim ve teknoloji kültürünün geliĢtirilmesine öncülük yapmaktır.
ġirketin temel güdüsü, ilkesi ve amacı ise karlılıktır. ġirket bu amaç
doğrultusunda verili piyasa koĢullarında karını maksimize etmeye çalıĢır. Bunu
gerçekleĢtirmek için, fiyatlama politikasını piyasa Ģartlarına göre belirlemek;
tüketicileri kendi ürününe yönlendirmek; maliyetlerini düĢürmek, mevcut ürünü yeni
teknolojilerle üretmek, piyasaya yeni bir ürün sürmek vb. faaliyetlerde bulunur. Bu
faaliyetleri sonucunda karını artırırken; sermayesini de büyütür. Küresel rekabet
Ģartlarında, Ģirketlerin var olabilmeleri ve varlıklarını sürdürebilmeleri; maliyetlerini
düĢürebilmeleri, mevcut ürünü yeni teknolojilerle üretebilmeleri ve piyasaya yeni
ürünler sürebilmeleri ile mümkün olur. Bunları sağlamanın yolu da AraĢtırmaGeliĢtirme (Ar-Ge) faaliyetlerinde bulunmaktan geçer. Bunun içindir ki Ģirket
bünyelerinde, Ar-Ge birimi/merkezleri kurulur. TÜBĠTAK ise, firmalar bünyelerinde
kurulan Ar-Ge merkezlerini ülkenin genel bilim ve teknoloji politikaları bağlamında
yönlendirir; mali ve teknik yollarla destekler, ortak projeler yürütür, geliĢtirdiği
teknolojileri firmaların kullanımına sunar.
Bu bağlamda, TÜBĠTAK‟ın “bünyesinde araĢtırma ve geliĢtirme faaliyetlerini
yapan merkezlerde, enstitülerde ve birimlerde geliĢtirilen teknolojilerin üretimde ve
ihtiyaç duyulan alanlarda kullanılmasını, tanıtılmasını veya bunlardan daha kolay
yararlanılmasını sağlamak için gerekli ortamları ve yönetim yöntemlerini hazırlamak
ve bu teknolojilerin ülke ekonomisine, sınaî ve sosyal geliĢmeye katkıda bulunacak
ticari değerlere dönüĢmesini sağlamak,” görevi ayrı Ģeydir; “bu amaçla ilgili Bakanın
onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlere ortak olmak” ise bambaĢka bir
Ģeydir. 278 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde yazılı kamusal amacı gerçekleĢtirmek
için kurulan ve kamu gelirleriyle finanse edilen TÜBĠTAK‟ın geliĢtirdiği teknolojilerin
üretimde ve ihtiyaç duyulan alanlarda kullanılmasını ve ticari değerlere dönüĢmesini
sağlamak için, ticari Ģirket kurması ve geliĢtirdiği teknolojileri metalaĢtırarak piyasa
koĢullarında değerlendirmesi/satması, TÜBĠTAK‟ın kuruluĢ amacıyla ve 2 nci
maddesindeki görevleriyle bağdaĢmamakta; çeliĢki oluĢturmaktadır.
Ayrıca, TÜBĠTAK‟ın “Kamu ve özel sektörün teknolojik araĢtırma, geliĢtirme ve
yenilik faaliyetlerine etkin katılımını sağlayacak teĢvik ve destek sistemlerini
geliĢtirmek ve uygulamak; erken aĢamadaki geliĢme potansiyeli olan buluĢların
ticarileĢtirilmesi amacıyla faaliyet gösteren tüzel kiĢi ve fonları desteklemek”
faaliyetlerinde bulunması kuruluĢ amacının gereği iken; “ayrıca bu amaçla ilgili
Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak”
yetkisi ise yine aynı Ģekilde bambaĢka bir Ģeydir. TÜBĠTAK‟ın “Kamu ve özel
sektörün teknolojik araĢtırma, geliĢtirme ve yenilik faaliyetlerine etkin katılımını
sağlayacak teĢvik ve destek sistemlerini geliĢtirmek ve uygulamak; erken aĢamadaki
geliĢme potansiyeli olan buluĢların ticarileĢtirilmesi amacıyla faaliyet gösteren tüzel
kiĢi ve fonları desteklemek” görevini kurumsal kimliği ile yapması olağan ve hukuka
uygun olanıdır. Kamusal bir görev ve faaliyet olan teĢvik ve destekleme faaliyetlerini,
ticari bir faaliyete dönüĢtürerek Ģirket aracılığı ile piyasalaĢtırarak karlılık güdüsüne
endekslemesi, TÜBĠTAK‟ın kuruluĢ amacı ve görevleriyle bağdaĢmadığı gibi bunlarla
açık bir çeliĢki oluĢturmaktadır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri
hukuka uygun olan, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup
güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren,
Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da uyması
gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğunun bilincinde olan devlettir.
Anayasa Mahkemesinin 29.04.2003 günlü ve E.2003/30, K.2003/38 sayılı
Kararında, “Hukuk devleti, siyasal iktidarı hukukla sınırlayarak ve devlet etkinliklerinin
düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt yapıyı oluĢturarak aynı
zamanda istikrara da hizmet eder. Bu istikrarın özü hukuki güvenlik ve
öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik sağlanabilmesi ise, kuralların
genel, soyut, açık ve anlaĢılabilir olmalarına bağlıdır.” denilirken; 22.02.2012 günlü ve
E.2011/53, K.2012/27 sayılı kararında ise, “Hukuk güvenliği ilkesi hukuk normlarının
birbirleriyle çeliĢmeyecek biçimde açık, anlaĢılabilir ve öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar.” denilmiĢtir.
TÜBĠTAK‟ın
kuruluĢ
amacının
gereği
olan
kamusal
görevlerinin
ticarileĢtirilmesini ve piyasa Ģartlarında değerlendirilmesini öngören iptali istenen
düzenlemeler, kuruluĢ amacı ve görevleriyle açık bir çeliĢki içinde olduğundan
Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesiyle bağdaĢmamaktadır. Ayrıca,
TÜBĠTAK‟ın kuruluĢ amacı ve görevleri bağlamında geliĢtirdiği teknolojiler ile
buluĢları icari bir meta haline dönüĢtürerek Ģirketleri eliyle piyasalaĢtırmasında kamu
yararı da bulunmadığından, Anayasanın 2 nci maddesine bu açıdan da aykırılık
oluĢturmaktadır.
Öte yandan, Anayasanın 27 nci maddesinde, herkesin bilim ve sanatı serbestçe
öğrenme ve öğretme, açıklama, yayma ve bu alanlarda her türlü araĢtırma hakkına
sahip olduğu kuralına yer verilmiĢtir.
Bir kamu kurumu olan ve kamusal kaynaklarla finanse edilen TÜBĠTAK‟ın,
geliĢtirdiği teknolojiler ile buluĢları kuracağı Ģirketler eliyle ticarileĢtirerek
piyasalaĢtırması, bilim ve teknolojinin serbestçe yayılmasına engel oluĢturduğundan,
Anayasanın 27 nci maddesine de aykırılık oluĢturmaktadır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 5 inci maddesiyle değiĢtirilen
278 sayılı Türkiye Bilimler ve Teknolojik AraĢtırma Kurumu Kurulması Hakkında
Kanunun 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (d) bendindeki “…bu amaçla ilgili Bakanın
onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ Ģirketlere ortak olmak;” ibaresi ile (e)
Bendindeki, “…ayrıca bu amaçla ilgili Bakanın onayı üzerine Ģirket kurmak, kurulmuĢ
Ģirketlerde imtiyazlı pay sahibi olmak; …” ibaresi, Anayasanın 2 nci ve 27 nci
maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
3- a) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 22 nci Maddesiyle DeğiĢtirilen
20.01.2001 Tarihli ve 4628 Sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 2 nci Maddesinin
Dördüncü Fıkrasının (c) Bendinin Sekizinci Paragrafının BeĢinci Tümcesindeki “…
veya yetkilendireceği denetim Ģirketlerine hizmet satın almak suretiyle …” Ġbaresi ile
Son Tümcesinin Anayasaya Aykırılığı
20.02.2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 4 üncü
maddesinin (1) numaralı fıkrasıyla, 4628 sayılı Kanunla verilen görevleri yerine
getirmek üzere kamu tüzel kiĢiliğini haiz, idari ve mali özerkliğe sahip Enerji Piyasası
Düzenleme Kurumu kurulmuĢ; 5 inci maddesinin (6) numaralı fıkrasında Kurulun
görevleri tek tek sayılarak (i) bendinde “Piyasada faaliyet gösteren tüzel kiĢilerin
eĢitlik ve Ģeffaflık standartlarına uymalarını sağlamak için faaliyetlerini,
uygulamalarını ve ilgili lisans hüküm ve Ģartlarına uyup uymadıklarını denetlemek.”
görevine de yer verilmiĢ; (7) numaralı fıkrasında Kurulun yetkileri düzenlenmiĢ ve (d)
bendinde, “Kurul onaylı talep tahminlerine dayanarak, Türkiye Elektrik Ġletim Anonim
ġirketi tarafından hazırlanan üretim kapasite projeksiyonu ve iletim yatırım planı ile
bu planlarla uyumlu olarak mülkiyeti kamuda olan dağıtım tesislerini iĢleten dağıtım
Ģirketleri tarafından hazırlanan dağıtım yatırım planlarını onaylamak, gerektiğinde
revize edilmesini sağlamak ve onay verdiği yatırım planlarının uygulanmalarını
denetlemek.” denilirken; (j) bendinde ise, “Piyasada faaliyet gösteren tüzel kiĢilerin
denetlenmiĢ mali tablolarını incelemek veya incelettirmek.” denilmiĢtir.
Öte yandan aynı Kanunun “Kurum personelinin statüsü, atanma usulü ve özlük
hakları” baĢlıklı 9 uncu maddesinin (2) numaralı fıkrasında “Kurum hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler, idari hizmet sözleĢmesi ile sözleĢmeli olarak
istihdam edilen personel eliyle yürütülür. Kurum personeli ücret ve mali haklar
dıĢında 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabidir.” denilirken; (3) numaralı
fıkrasında Kurumun görevlerinin “uzman”lar eliyle yürütüleceği belirtilmiĢtir.
6353 sayılı Kanunun 22 nci maddesiyle değiĢtirilen 20.01.2001 tarihli ve 4628
sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 2 nci maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin
sekizinci paragrafının beĢinci tümcesinde yapılan değiĢiklikle ise, 4628 sayılı Elektrik
Piyasası Kanununda tanımlanan elektrik dağıtım Ģirketlerinin her türlü denetiminin
Bakanlık tarafından yapılacağı belirtildikten sonra, Bakanlığın bu denetimi bu konuda
ihtisas sahibi olan kamu kurum ve kuruluĢlarına yetki devri vermek suretiyle veya
yetkilendireceği denetim Ģirketlerine hizmet satın almak suretiyle yaptırabileceği; bu
kapsamda düzenlenecek denetim raporlarının Kuruma bildirileceği; denetim raporu
sonucuna göre gerekli yaptırım ve iĢlemlerin Kurul tarafından karara bağlanacağı ve
Denetim Ģirketlerinin nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim Ģirketleri ve
denetime tabi Ģirketlerin hak ve yükümlülüklerine iliĢkin usul ve esaslar Bakanlık
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği kuralları getirilmiĢtir.
Bu bağlamda, 4628 sayılı Kanuna göre, Kurulun yetkisinde olan ve Kurum
tarafından istihdam edilen “uzman”lar eliyle yürütülen denetim yetkisine iliĢkin
hükümler yürürlüklerini devam ettirirken, 6353 sayılı Kanunun 22 nci maddesiyle
4628 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin dördüncü fıkrasının (c) bendinin sekizinci
paragrafının beĢinci tümcesinde yapılan değiĢiklikle bu defa Bakanlığa verilmekte;
Bakanlığın denetimi yetkilendireceği denetim Ģirketlerinden hizmet satın almak
suretiyle yaptırabileceği öngörülmekte ve denetim Ģirketlerinin nitelikleri,
yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim Ģirketleri ve denetime tabi Ģirketlerin hak ve
yükümlülüklerine iliĢkin usul ve esasların Bakanlık tarafından çıkarılacak yönetmelikle
düzenleneceği belirtilmektedir.
Anayasanın 128 inci maddesinin birinci fıkrasında Devletin ve kamu iktisadi
teĢebbüsleri ile diğer kamu tüzelkiĢilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle
yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerin, memurlar
ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütüleceği kuralına yer verilmiĢtir.
4628 sayılı Kanun kapsamında tanımlanan ve 4628 sayılı Kanunun (6) numaralı
fıkrasının (i) bendi ile (7) numaralı fıkrasının (d) bendine Kurulun yetkisinde bulunan
ve 9 uncu maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkrasına göre Kurum personeli eliyle
yürütülen “elektrik dağıtım Ģirketlerinin her türlü denetiminin, kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevler kapsamında bulunduğu ve dolayısıyla memurlar
ve diğer kamu görevlileri eliyle yürütülmesi gerekeceğinde kuĢku bulunmamaktadır.
Söz konusu denetimin Bakanlık tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketlerinden
hizmet satın alınması yoluyla gördürülmesini öngören düzenleme, Anayasanın 128
inci maddesindeki kuralla bağdaĢmamaktadır.
Öte yandan Anayasanın 123 üncü maddesinin birinci fıkrasında, idarenin
kuruluĢ ve görevleriyle bir bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği kuralına yer
verilmiĢtir. Bu bağlamda idarenin kanuniliği ilkesi, idarenin kuruluĢ ve görevlerinin
hiçbir
duraksamaya
yer
vermeyecek
Ģekilde
kanunla
düzenlenmesini
gerektirmektedir. Hiçbir ölçü getirmeden, çerçeve çizilmeden, kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevlerden olan denetim görevine iliĢkin denetim
Ģirketlerinin nitelikleri, yetkilendirilmesi, seçimi, yetkili denetim Ģirketleri ve denetime
tabi Ģirketlerin hak ve yükümlülüklerine iliĢkin usul ve esasların Bakanlık
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek olması Anayasanın 123 üncü
maddesine aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 22 nci maddesiyle değiĢtirilen
20.01.2001 tarihli ve 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanununun 2 nci maddesinin
dördüncü fıkrasının (c) bendinin sekizinci paragrafının beĢinci tümcesindeki “… veya
yetkilendireceği denetim Ģirketlerine hizmet satın almak suretiyle …” ibaresi ile son
tümcesi, Anayasanın 123 üncü ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
b) 31 inci Maddesiyle DeğiĢtirilen 10.05.2005 Tarihli ve 5346 Sayılı Yenilenebilir
Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına ĠliĢkin Kanunun 6/C
Maddesinin Altıncı Fıkrasındaki “…veya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak
üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketlerinden hizmet satın alınarak
EPDK tarafından yaptırılabilir. Denetim Ģirketleri ile ilgili uygulamaya iliĢkin usul ve
esaslar, Bakanlık görüĢü alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle
düzenlenir.” Bölümünün Anayasaya Aykırılığı
Yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amaçlı kullanımı, kamu
düzeni ve yararına iliĢkindir. 5346 sayılı Kanun, “yenilenebilir enerji kaynaklarının
elektrik enerjisi üretimi amaçlı kullanımının yaygınlaĢtırılması, bu kaynakların
güvenilir, ekonomik ve kaliteli biçimde ekonomiye kazandırılması, kaynak çeĢitliliğinin
artırılması, sera gazı emisyonlarının azaltılması, atıkların değerlendirilmesi, çevrenin
korunması ve bu amaçların gerçekleĢtirilmesinde ihtiyaç duyulan imalat sektörünün
geliĢtirilmesi” amacıyla çıkarılmıĢtır. Bu amaca yönelik hizmetlerin, devletin, kamu
iktisadi teĢebbüsleri ve diğer kamu tüzelkiĢilerinin dıĢında, gerçek ve tüzelkiĢilerce
yaptırılması Anayasaya ve genel hükümlere göre yürütülmesi mümkün olmakla
birlikte, 5346 sayılı Kanun kapsamındaki üretim tesisleri ile elektrik üretim ve dağıtımı
yapılan diğer tesislerin lisansı kapsamındaki denetiminin genel idare esaslarına göre
yürütülmesi gereken kamu hizmeti olduğunda kuĢku bulunmamaktadır.
Kamu hizmetleri, devletin, kamu iktisadi teĢebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkiĢilerinin dıĢında, gerçek ve tüzelkiĢilerce yürütülse bile, bunların hukuka
uygunluk denetiminin aslî ve sürekli bir kamu görevi olduğu hususunda duraksamaya
yer yoktur. Bu durum karĢısında, bu hizmetin ancak memurlar ve diğer kamu
görevlileri eliyle yürütülmesi gerekir. Esasen Anayasanın 128 inci maddesi ile
benimsenen ilke de bu doğrultudadır. Enerji hizmetinin hukuki niteliği ve bunun
sonucu olarak bu hizmetin ancak memurlar ve diğer kamu görevlileri tarafından
yürütülebileceğinin kabulü, bu iĢin denetimini yürütecek denetim Ģirketlerinin ve
denetim elemanlarının hukuki statüsünün belirlenmesini gerektirmektedir. Memur
olmadıkları konusunda duraksamaya yer bulunmayan denetim Ģirketi elemanları
bakımından önemli olan ve açıklığa kavuĢturulması gereken husus, Anayasanın 128
inci maddesinde sözü edilen diğer kamu görevlilerinden sayılıp sayılmayacaklarıdır.
EPDK tarafından yapılacak denetimin gerektiğinde masrafları ilgililerine ait
olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketlerinden hizmet satın
alınarak yaptırılabileceğine iliĢkin hüküm bu tespiti yapmak için gerekli, açık ve net
değildir. Ne yetkilendirmenin niteliği ve kuralları, ne de denetim Ģirketlerinin niteliği ve
statüsü yasada gösterilmemiĢtir. Denetim Ģirketleri, merkezi idarenin gözetim ve
denetimi altında onun bir birimi durumunda olan kuruluĢlar değildir. Denetim Ģirketleri
ile idare arasında statüter bir iliĢki de yoktur.
EPDK tarafından yapılacak denetimin gerektiğinde masrafları ilgililerine ait
olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim Ģirketleri tarafından yapılacak
denetim hizmetinin, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü olunan kamu
hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevlerden olduğu, bu itibarla söz konusu
denetim Ģirketi elemanlarının, Anayasanın 128 inci maddesinde nitelikleri belirtilen
“kamu görevlileri” deyimi kapsamına girmediği anlaĢılmaktadır.
Öte yandan, denetim Ģirketleri ile ilgili uygulamaya iliĢkin usul ve esasların,
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı görüĢü alınmak kaydıyla EPDK tarafından
çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiĢ olması da, Anayasanın 128 inci
maddesinin, “kanunla düzenleme” gereğinin yerine getirilmediği anlamına
gelmektedir. Kaldı ki, Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devletinin temel
ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kiĢiler hem de
idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuĢkuya yer vermeyecek Ģekilde açık,
net, anlaĢılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karĢı koruyucu önlem içermesi de gereklidir.
Anayasanın 7 nci maddesinde yasama yetkisinin Türk Milleti adına Türkiye
Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin devredilemeyeceği; 8 inci
maddesinde ise yürütme yetki ve görevinin CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu
tarafından, Anayasaya ve yasalara uygun olarak kullanılacağı ve yerine getirileceği
öngörülmüĢtür. Buna göre, Anayasada yasayla düzenlenmesi öngörülen konularda
yürütme organına genel ve sınırları belirsiz bir düzenleme yetkisinin verilmesi olanaklı
değildir. Yürütmenin düzenleme yetkisi, sınırlı, tamamlayıcı ve bağımlı bir yetkidir. Bu
nedenle, Anayasada öngörülen ayrık durumlar dıĢında, yasalarla düzenlenmemiĢ bir
alanda, yasa ile yürütmeye genel nitelikte kural koyma ve yasayla konulan kuralları
değiĢtirme yetkisi verilemez. Yasal düzenlemeler ancak yasa koyucu tarafından
kaldırılabilir ya da değiĢtirilebilir.
Kaldı ki aynı amaca yönelik olarak 29.12.2010 tarihli ve 6094 sayılı Kanunun 4
üncü maddesiyle, 5346 sayılı Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi
Üretimi Amaçlı Kullanımına ĠliĢkin Kanunun 6 ncı maddesinden sonra gelmek üzere
eklenen 6/C maddesinin son fıkrasının birinci tümcesindeki “…veya gerektiğinde
masrafları ilgililerine ait olmak üzere EPDK tarafından yetkilendirilecek denetim
Ģirketlerinden hizmet satın alınarak EPDK tarafından yaptırılabilir” bölümü ile
“Denetim Ģirketleri ile ilgili uygulamaya iliĢkin usul ve esaslar, Bakanlık görüĢü
alınmak kaydıyla EPDK tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir” Ģeklindeki
ikinci tümcesi Anayasa Mahkemesinin E.2011/27 ve K.2012/101 ve 5 Temmuz 2012
günlü kararı ile iptal edilmiĢtir.
Yukarıda açıklandığı üzere söz konusu düzenleme, açıkça Anayasanın 2 nci, 7
nci ve 128 inci maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
4) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un
a) 23 üncü Maddesinin Tamamının Anayasaya Aykırılığı
4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun geçici 3 üncü maddesinin birinci
fıkrasına, 25.05.2007 tarihli ve 5669 sayılı Kanunun 1 inci maddesiyle eklenen (e)
bendiyle, Anakara BüyükĢehir Belediyesi EGO Genel Müdürlüğünün mülkiyet
ve/veya iĢletmesinde bulunan doğal gazın Ģehir içi dağıtımı ile ilgili tüm altyapı
tesislerinin, varlık, taĢınır ve taĢınmazlarının hak, alacak ve borçlarının, leh ve aleyhe
açılmıĢ olan davalar ile icra takipleri ve iĢ mevzuatına tabi personelin; Ankara
BüyükĢehir Belediyesi tarafından 6762 sayılı Kanuna göre kurulacak Ģirkete
devredilmesi; Ģirkete Kurul tarafından otuz yıl süreli dağıtım lisansı verilmesi; lisansın
geçerlilik süresinin ilk on yılında dağıtım Ģirketinin birim hizmet ve amortisman
bedelinin 0,05555 ABD Dolar/m3 karĢılığı YTL, taĢıma bedelinin 0,0077 ABD
Dolar/m3 karĢılığı YTL olarak uygulanması; on birinci yıl ve sonrası bu bedellerin
Ģirketin teklifi ve Kurulun onayı ile belirlenmesi; Ģirketin asgari yüzde seksen
hissesinin Ankara BüyükĢehir Belediyesi tarafından iki yıl içinde özelleĢtirilmesi; iki yıl
içinde özelleĢtirilemez ise, dağıtım Ģirketinin hisselerinin yüzde 80‟inin ÖzelleĢtirme
Ġdaresi BaĢkanlığı tarafından özelleĢtirilmesi ve elde edilen gelirlerden, ÖzelleĢtirme
Ġdaresi BaĢkanlığınca özelleĢtirme giderleri düĢüldükten ve kurumlara ödemeler
yapıldıktan sonra arta kalan tutarın Ankara BüyükĢehir Belediyesine aktarılması;
Belediyenin bu gelirinin öncelikle 4046 sayılı Kanunun 21 inci ve 26 ncı maddelerinde
belirtilen, özelleĢtirme uygulaması sonucu doğabilecek iĢ kaybı nedeniyle yapılacak
tazminat ödemeleri ile devam eden Ankara Metrosu ve Ankara BüyükĢehir trafik,
ulaĢım, su, kanalizasyon ve bunlarla ilgili alt yapı yatırımları için kullanılması
öngörülmüĢtür.
Bu bağlamda EGO Genel Müdürlüğünün doğal gaz dağıtım faaliyetinin bütün
varlıklarıyla birlikte kurulacak bir özel hukuk tüzel kiĢisi üzerinden özelleĢtirilmesinin
gerekçesini, EGO Genel Müdürlüğü‟nün BOTAġ‟a ödemediği doğal gaz alım borç ve
fer‟ileri ile doğal gaz altyapısı için Hazine garantili kullandığı dıĢ kredileri
ödememesinden dolayı Hazineye olan borçları ve Ankara Metrosunun finansmanıdır.
EGO‟nun BOTAġ ve Hazine MüsteĢarlığına olan borçlarının faiz ve fer‟ileri ile
cezaları, bir sonraki bentte gerekçeleriyle ortaya konacağı üzere söz konusu borçları
yasal süresi içinde ödemeyen yasal sorumlularının Ģahıslarında kiĢiselleĢerek,
EGO‟nun kurumsal borcu olmaktan hukuken çıkmıĢtır.
Ankara Ana UlaĢım Planı, 1994 yılında Ankara BüyükĢehir Belediye Meclisi
tarafından kabul edilmiĢ; bu Planda Ankara‟nın geliĢme bölgelerine metro yapılması
öngörülerek Kızılay- Çayyolu güzergahı da metro kapsamına alınmıĢ ve metro
yapılacağı gerekçesiyle de imara ve nüfus yoğunluğuna açılmıĢtır.
Bu tarihten sonra Bilkent Üniversitesi, BaĢkent Üniversitesi, Çankaya
Üniversitesi yanında Hazine MüsteĢarlığı, SayıĢtay BaĢkanlığı, Halkbank, Diyanet
ĠĢleri BaĢkanlığı, Atatürk AraĢtırma Hastanesi, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı,
DanıĢtay BaĢkanlığı, Tarım Bakanlığı ve daha birçok kamu kurum ve kuruluĢu bu
güzergaha taĢınmıĢ; Ankara‟nın geliĢim aksı EskiĢehir yönüne yönlendirilerek nüfus
yoğunluğu bu yöne kaydırılmıĢ ve Kızılay- Çayyolu Metrosunun tüm zemin etüdleri de
buna göre yapılmıĢtır.
1994 yerel seçimleri sonrası Belediye BaĢkanının değiĢmesiyle, proje rafa
kalkarak her yıl Kızılay-Çayyolu karayolunun geniĢletilmesi, orta refüjlerinin
daraltılması, yeĢillendirilmesi için ihaleler açılmıĢ; ancak sorun halledilememiĢtir.
2000 yılında ise, BüyükĢehir Belediye Meclisi, Ankaray hattının AġTĠ‟den
Çayyolu‟na uzatılması kararını almıĢ; ancak Ankaray‟ın nüfus yoğunluğunu taĢımaya
yetmeyeceği anlaĢılınca bu projeden de vaz geçilmiĢtir.
Nihayet Kızılay-Çayyolu metrosu ihale edilerek 2001 yılından sonra BatıkentSincan, Ulus-Keçiören hatlarıyla birlikte kaba inĢaatına baĢlanmıĢ; ancak bu kez de
finansman sorunu yaĢandığından metro inĢaatları durma noktasına gelmiĢtir.
Metro inĢaatlarına kaynak yaratmak amacıyla 5669 sayılı Kanunun 1 inci
maddesiyle kurulan BaĢkent Doğalgaz Dağıtım A.ġ. üç kez özelleĢtirme ihalesine
çıkarılmıĢ; üç milyar ABD Dolar‟ı gelir beklenen ihalelerde verilen en yüksek teklifin 1
milyar 610 milyon ABD Doları olması ve bedellerin ödenmemesi nedeniyle
özelleĢtirme gerçekleĢtirilememiĢtir. Bunun üzerine 25.10.2010 tarihli Bakanlar
Kurulu Kararıyla Ankara Metrosu inĢaatlarının UlaĢtırma Bakanlığına devredilmesi
kararlaĢtırılmıĢ; UlaĢtırma Bakanlığıyla 25.04.2011 tarihinde yapılan protokol ile
Ankara BüyükĢehir Belediyesi, Ankara Metrosunun yapımını UlaĢtırma Bakanlığı‟na
devretmiĢtir. Böylece Ankara Metrosunun yaklaĢık 3 milyar ABD Doları tutarındaki
maliyetini UlaĢtırma Bakanlığı üstlenmiĢtir.
Bu bağlamda, BaĢkent Doğalgaz Dağıtım Anonim ġirketinin özelleĢtirme
gerekçesi kalmamıĢtır.
Ancak, Siyasi Ġktidar, bir yandan, özelleĢtirme sonrası uygulanacak tarifeyi
(birim hizmet ve amortisman bedeli 0,05555 ABD Dolar/m3 karĢılığı YTL, taĢıma
bedelinin 0,0077 ABD Dolar/m3 karĢılığı YTL), on yıldan sekiz yıla indirirken; diğer
yandan kalan yüzde 20 hissenin de özelleĢtirme kapsamına alınarak BaĢkent
Doğalgaz Dağıtım Anonim ġirketinin % 100 hissesinin özelleĢtirilmesini hüküm altına
almıĢtır.
Doğalgaz dağıtım hizmetleri, beledi görevlerdendir. 5393 sayılı Belediye
Kanununun “Belediyenin yetkileri ve imtiyazları” baĢlıklı 15 inci maddesinin birinci
fıkrasının (d) bendinde, “… özel hukuk hükümlerine göre tahsili gereken doğal gaz,
su, atık su ve hizmet karĢılığı alacakların tahsilini yapmak veya yaptırmak”
belediyenin yetki ve imtiyazları arasında sayılmıĢtır.
Doğal gaz dağıtım bedeli belediyeler, özellikle de Ankara BüyükĢehir Belediyesi
için çok önemli bir gelir kaynağıdır. Diğer illerimizdeki belediyelerin doğal gaz satıĢ
bedeli, 2,5 – 3 cent aralığında değiĢirken; Ankaralı tüketiciler ise doğalgazı 5,2
cent‟ten kullanmaktadırlar.
Dahası, doğalgaz dağıtımının sayaç okuma, faturalandırma, faturaları adreslere
postalama gibi maliyet unsurları olmadığı gibi tahsilatı geç yapma, tahsilatı
yapamamadan dolayı ek maliyetlere katlanma gibi külfetleri de yoktur. Tüketiciler,
doğalgazı doğalgaz satıĢ noktalarından bedelini peĢin ödeyerek elektronik kartlara
yüklettikten sonra kullanmakta ve dolayısıyla belediyeler ayrıca dolaylı faiz geliri elde
etmektedirler.
BaĢkent Doğalgaz Dağıtım Anonim ġirketinin % 100 hissesinin özelleĢtirilmesi,
Ankara BüyükĢehir Belediyesini çok önemli bir gelir kaynağından mahrum ederek
gelir kaybına uğratmak yanında, özelleĢtirildikten sekiz yıl sonra doğalgaz satıĢ
fiyatındaki kamu kontrolünün tamamen ortadan kalkması sonucunda, Ġstanbul
BüyükĢehir Belediyesi‟nin ĠDO A.ġ. özelleĢtirmesinde olduğu üzere tüketiciler,
bütünüyle dağıtımcı firmanın tekel gücünden kaynaklanan fiyatlama politikalarıyla
karĢı karĢıya kalarak istismar edileceklerdir. Bu durum tüketicileri kat ve sıvı yakıt
kullanmaya yöneltecek ve Ankara‟da 1980‟lerin sonlarında sokağa çıkma yasağı
önlemlerine baĢvurulmasına yol açan hava kirliliği tekrar gündeme gelecektir.
Anayasanın 2 nci maddesinde sosyal hukuk devleti ilkesine yer verilmiĢtir.
Sosyal hukuk devleti, insan haklarına dayanan, kiĢilerin huzur, refah ve mutluluk
içinde yaĢamalarını güvence altına alan, kiĢi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı
arasında adil bir denge kuran, Ekonomik ve sosyal ve yaĢama devlet müdahalesini
meĢru ve gerekli gören, millî gelirin adalete uygun biçimde dağıtılması için gereken
önlemleri alan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren,
güçsüzleri güçlüler karĢısında koruyarak sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri
gözeten devlettir.
Öte yandan, Anayasanın 5 inci maddesinde, kiĢilerin ve toplumun refah, huzur
ve mutluluğunu sağlamak; kiĢinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve
adalet ilkeleriyle bağdaĢmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal
engelleri kaldırmak; insanın maddi ve manevi geliĢmesi için gerekli Ģartları
hazırlamaya çalıĢmak Devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılmıĢtır.
Ankara‟da doğalgaz dağıtım tekelini elinde bulunduran Ankara BüyükĢehir
Belediyesi‟nin ticari Ģirketi BaĢkent Doğalgaz Dağıtım Anonim ġirketinin, tüketicileri
koruyucu hiçbir önlem alınmadan özelleĢtirilmesini öngören ve özelleĢtirilmesinden
itibaren sekizinci yılın sonunda, dağıtımcı firmanın karlılık beklentilerine terk eden
iptali istenen düzenlemeler, Anayasanın 2 nci maddesindeki sosyal hukuk devleti
ilkesiyle ve Anayasanın 5 inci maddesinde yer alan Devletin temel amaç ve
görevleriyle bağdaĢmamaktadır.
Öte yandan, Anayasanın 56 ncı maddesinde, herkesin sağlıklı ve dengeli bir
çevrede yaĢama hakkına sahip olduğu belirtilmiĢ ve çevreyi geliĢtirmek, çevre
sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devlete ve vatandaĢlara ödev
olarak verilmiĢtir.
Ankara BüyükĢehir Belediyesinin tekel gücüne sahip doğalgaz dağıtım Ģirketinin
tüm hisselerinin, tüketicileri koruyucu hiçbir önlem içermeden özelleĢtirilmesi ve
sekizinci yılın sonunda tüketicilerin bütünüyle firmanın tekelci fiyatlama politikasıyla
karĢı karĢıya bırakılması, Ankara‟da çevre felaketleri yaĢanmasına yol açacak yakın
bir tehlikedir. Bu yönüyle iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 56 ncı maddesine
de aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 23 üncü maddesinin tamamı,
Anayasanın 2 nci, 5 inci ve 56 ncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
b) 23 üncü Maddesi ile DeğiĢtirilen 18.04.2001 Tarihli ve 4646 Sayılı Doğal Gaz
Piyasası Kanununun Geçici 3 üncü Maddesinin Birinci Fıkrasının (e) Bendinin
DeğiĢik Üçüncü Paragrafındaki, “BOTAġ Genel Müdürlüğünün alacağını oluĢturan
tüm bu borçlara ait faizler ile fer‟ileri ve cezaları silinir.” ġeklindeki Ġkinci Tümcesi ile
“Ödemenin yapılmasını takiben Hazinenin bu kredilere iliĢkin faiz ve gecikme cezaları
ile fer‟ileri ve cezalardan kaynaklanan alacakları, bütçenin gelir ve gider hesapları ile
iliĢkilendirilmeksizin terkin edilir.” ġeklindeki Dördüncü Tümcesinin Anayasaya
Aykırılığı
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 23 üncü maddesiyle değiĢtirilen 18.04.2001 tarihli ve
4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun geçici 3 üncü maddesinin birinci
fıkrasının (e) bendinin üçüncü paragrafı ile BaĢkent Doğalgaz Dağıtım
Anonim ġirketine ait yüzde yüz oranındaki hissenin özelleĢtirilmesine dair hisse
satıĢ sözleĢmesi ile elde edilecek gelirden ÖzelleĢtirme Ġdaresi BaĢkanlığınca
yapılan özelleĢtirme giderleri düĢüldükten sonra kalan tutardan; öncelikle EGO Genel
Müdürlüğünün 25.05.2007 tarihine kadar olan doğal gaz alım anapara borçları
BOTAġ Genel Müdürlüğüne ödeneceği; BOTAġ Genel Müdürlüğünün alacağını
oluĢturan tüm bu borçlara ait faizler ile fer‟ileri ve cezaların silineceği; BOTAġ Genel
Müdürlüğüne ödemenin yapılmasını müteakip kalan tutardan, Hazine Garantisi
altında ve dıĢ borcun ikrazı sureti ile EGO Genel Müdürlüğüne doğal gaz uygulama
projeleri kapsamında sağlanan dıĢ kredilerden, anlaĢmalar çerçevesinde Hazine
MüsteĢarlığı tarafından kreditörlere ödenen tutarların, kreditörlere yapılan ödeme
döviz cinsleri üzerinden ödemenin yapılacağı tarihte geçerli olan Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası döviz satıĢ kuru esas alınarak Hazineye ödeneceği; ödemenin
yapılmasını takiben Hazinenin bu kredilere iliĢkin faiz ve gecikme cezaları ile fer‟ileri
ve cezalardan kaynaklanan alacakları, bütçenin gelir ve gider hesapları ile
iliĢkilendirilmeksizin terkin edileceği kuralları getirilmiĢtir.
20.12.2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun
“Kapsam” baĢlıklı 2 nci maddesinde, merkezi yönetim kapsamındaki kamu idareleri,
sosyal güvenlik kurumları ve mahalli idarelerden oluĢan genel yönetim kapsamındaki
kamu idarelerinin mali yönetim ve kontrolünün 5018 sayılı Kanunun kapsamı içinde
olduğu belirtilmiĢ; “Tanımlar” baĢlıklı 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (e)
bendinde, mahallî idare, “Yetkileri belirli bir coğrafi alan ve hizmetlerle sınırlı olarak
kamusal faaliyet gösteren belediye, il özel idaresi ile bunlara bağlı veya bunların
kurdukları veya üye oldukları birlik ve idareleri” Ģeklinde ve (h) bendinde kamu gideri
ise, “Kanunlarına dayanılarak yaptırılan iĢ, alınan mal ve hizmet bedelleri, sosyal
güvenlik katkı payları, iç ve dıĢ borç faizleri, borçlanma genel giderleri, borçlanma
araçlarının iskontolu satıĢından doğan farklar, ekonomik, malî ve sosyal transferler,
verilen bağıĢ ve yardımlar ile diğer giderleri” biçiminde tanımlanırken; “Hesap verme
sorumluluğu” baĢlıklı 8 inci maddesinde, “Her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve
kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve
hukuka
uygun
olarak
elde
edilmesinden,
kullanılmasından,
muhasebeleĢtirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli
önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili kılınmıĢ mercilere hesap vermek
zorundadır.” denilmiĢtir.
Bu hükümlere göre EGO Genel Müdürlüğü, Ankara BüyükĢehir Belediyesine
bağlı bir kamu idaresi olarak 5018 sayılı Kanunun kapsamındadır ve yapabileceği
kamu giderleri 16.12.1942 tarihli ve 4325 sayılı Ankara Elektrik ve Havagazı ve
Adana Elektrik Müesseselerinin Ġdare ve ĠĢletmeleri Hakkında Kanun ile 03.07.2005
tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununda yer alan görevlere iliĢkin olarak 5018 sayılı
Kanunun (3/1-h) maddesine göre, “Kanunlarına dayanılarak yaptırılan iĢ, alınan mal
ve hizmet bedelleri, sosyal güvenlik katkı payları, iç ve dıĢ borç faizleri, borçlanma
genel giderleri, borçlanma araçlarının iskontolu satıĢından doğan farklar, ekonomik,
malî ve sosyal transferler, verilen bağıĢ ve yardımlar ile diğer giderler”den oluĢmakta
ve 8 inci maddesine göre de EGO Genel Müdürlüğünde her türlü kamu kaynağının
elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanların yetkili kılınmıĢ mercilere
karĢı hesap verme sorumluluğu bulunmaktadır.
Ankara BüyükĢehir Belediyesine bağlı özel bütçeli ve kamu tüzel kiĢiliğine sahip
bir kamu kurumu olan EGO Genel Müdürlüğü, Boru Hatları ile Petrol TaĢıma A.ġ.
(BOTAġ)‟den veresiye olarak satın aldığı doğalgazı, alıĢ fiyatına genel giderler ve kar
marjı ekleyerek abonelerine daha tüketim gerçekleĢmeden elektronik kartlarla ön
satım suretiyle peĢin bedelle satmıĢ; ancak abonelerine daha tüketmeden peĢin
bedelle sattığı doğalgazın alıĢ bedelini ise yasal süreleri içinde BOTAġ‟a
ödememiĢtir. BOTAġ‟ın EGO Genel Müdürlüğünden alacaklarını alamaması
BOTAġ‟ı çok yüksek mali yüklerle karĢı karĢıya bırakmıĢ ve zararları Hazine
tarafından karĢılanmak durumunda kalınmıĢtır. BOTAġ Genel Müdürlüğü de EGO
Genel Müdürlüğünden olan doğalgaz alacaklarına, satıĢ sözleĢmelerinde yer alan
hükümlere göre faiz ve fer‟ileri ile gecikme cezası yürütmüĢtür.
EGO Genel Müdürlüğünün BOTAġ Genel Müdürlüğüne olan faiz ve fer‟ileri ile
ceza borçları, tüketicilere kullanımdan önce peĢin sattığı doğalgaz alım bedellerini
süresi içinde ödememesinden kaynaklandığından 5018 sayılı Kanunun (3/1-h)
maddesine göre, kanunlara dayanılarak yapılan iç ve dıĢ borç faizleri kapsamına
girmemekte ve bu nedenle de hukuken kamu gideri sayılmamaktadır.
Anayasanın 160 ıncı maddesine göre, merkezi yönetim kapsamındaki kamu
idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını TBMM
adına denetlemek ve sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlamak ile
mahalli idarelerin hesap ve iĢlemlerinin denetimi ve kesin hükme bağlanması
görevlerini yapan ve mali mevzuatı yorumlama yetkisi bulunan SayıĢtay, kanunlara
dayanılarak yapılmayan faiz ödemeleri ve fer‟ileri ile cezaları kamu gideri olarak
değerlendirmemekte ve 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununun 7 nci
maddesindeki, “Devlet masarifi, bütçe dahilinde Devlet namına ifa edilen veya bir
kanunu mahsus ile ifası taahhüt olunan bir hizmet ve hususat karĢılığı olmak üzere
Devlet zimmetinde tahakkuk eden borçtur.” Hükmü ile 6085 sayılı Kanunun yukarıda
yer verilen hükümlerine göre sorumlularına tazmin hükmetmektedir.
Nitekim, 17.12.2011 tarihli ve 28245 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
SayıĢtay Denetim Yönetmeliğinin “Sorumlular ve sorumluluk halleri” baĢlıklı 11 inci
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendinde sorumluların, “Kamu idaresinin
yükümlülüklerinin mevzuatına uygun bir Ģekilde yerine getirilmemesi nedeniyle kamu
idaresine faiz, tazminat, gecikme zammı, para cezası gibi ek mali külfet
getirilmesinden,” sorumlu oldukları belirtilmiĢtir.
Bu bağlamda;
Dicle Üniversitesi Merkez Örgütüne Bağlı KuruluĢlar Döner Sermaye
Saymanlığı 1993 yılı hesabının SayıĢtay 2. Dairesinde yargılanması sonucunda
düzenlenen 13.06.1996 tarih ve 31489 nolu kararda, “Tasarrufu TeĢvik Kanunu
gereği Ģahıslardan kesilen ve devlet katkısı eklendikten sonra Ziraat Bankasının ilgili
Ģubesine yatırılması gereken Tasarrufu TeĢvik Kesintisi tutarının bankaya zamanında
yatırılmaması sebebiyle tahakkuk ettirilen gecikme faizinin gecikmeye sebebiyet
veren sayman tarafından tek baĢına ödenmesi gerekirken döner sermaye
bütçesinden ödenmesinin mümkün olmadığına”;
Araç Belediyesi Saymanlığı 1997 yılı hesabının SayıĢtay 2. Dairesinde
yargılanması sonucunda düzenlenen 22.06.2000 tarih ve 32586 Nolu kararda, “1996
yılında ödenmesi gereken Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu payının 1997
yılında ödenmesi sonucunda yersiz ödenen gecikme cezası ve temerrüt faizine yol
açan sorumluların tespiti ile bunlardan tahsilinin sağlanması için konunun ĠçiĢleri
Bakanlığına yazılmasına”;
Aydın Belediyesi Saymanlığı 2003 yılı hesabının SayıĢtay 2. Dairesinde
yargılanması sonucunda düzenlenen 28.03.2006 tarihli ve 33574 nolu Kararda,
“Otopark alanının imar değiĢikliği yapılarak ticaret alanına dönüĢtürülmesine iliĢkin
belediye meclisi kararına karĢı açılan davalar iptal ile sonuçlandığı halde, mahkeme
kararının gereğini yerine getirmeyip tazminat davası açılmasına ve bunun sonucunda
tazminat, faiz ve yargılama gideri ödenmesine sebebiyet verenlerin tespit edilerek
haklarında rücu davası açılması için konunun ĠçiĢleri Bakanlığına yazılmasına”;
Denizli Merkez Belediye Saymanlığı 1998 yılı hesabının SayıĢtay 3. Dairesinde
yargılanması sonucunda düzenlenen 06.05.2003 tarih ve 184 nolu kararda, “1475
sayılı ĠĢ Kanununda yer alan açık hükümlere rağmen, emekli olan iĢçilerin çalıĢırken
kullanmadıkları yıllık izin paralarının bir neden olmaksızın ödenmemesi sonucu,
iĢçilerin yargı yoluna baĢvurduğu ve yargı kararı sonucu belediyenin izin paraları
yanında yasal faiz ve masrafları da ödemek durumunda kaldığı anlaĢılmıĢtır. 1475
sayılı Kanun hükümlerine aykırı bir Ģekilde hak sahibi iĢçilere yıllık ücretli izin
paralarının ödenmemesi sonucu belediyeyi ek masrafa sokan sorumlulara fazla
ödeme tutarının ödettirilmesine”;
Trabzon Belediye Saymanlığı 2002 yılı hesabının SayıĢtay 7. Dairesinde
yargılanması sonucunda düzenlenen 03.05.2005 tarih ve 9620 nolu kararda,
“Belediyeden emekli olan iĢçilerin kendilerine ait tasarruf kesintileri ile nemalarını
yaptıkları baĢvuruya rağmen belediyeden alamamaları nedeniyle açtıkları davaların
sonucunda; belediye bütçesinden ana tutar haricinde ödenmek zorunda kalınan faiz,
gider ve vekalet ücretleri toplamının sorumluluğu üstlenen Belediye BaĢkanı ve
BaĢkan Yardımcısına ödettirilmesine”;
Bartın Orman ĠĢletmesi Döner Sermaye Saymanlığı 1996 yılı hesabının
SayıĢtay 8. Dairesinde yargılanması sonucunda düzenlenen 09.03.1999 tarih ve
4136 nolu Kararda, “Ayrıca, tahsil edilen Katma Değer Vergileri ĠĢletmenin ödeneği
veya karı olmayıp Vergi Dairesine yatırılmak üzere emaneten tahsil edildiğinden kasa
ya da banka mevcutlarının son ödeme gününde yeterli bakiyeyi verecek Ģekilde nakit
hareketlerinin düzenlenmesi sorumluların görevidir. Açıklanan nedenlerle gecikme
cezasının bütçeden ödenmesinin mümkün olmadığına”;
karar vermiĢtir.
Bu bağlamda, EGO Genel Müdürlüğünün doğalgaz borçlarının yasal süreleri
içinde BOTAġ‟a ödenmemesinden kaynaklanan borç faizi ve fer‟ileri ile cezaları,
1050 ve 5018 sayılı Kanunlara göre hukuksal anlamda bir kamu gideri değil, borçları
yasal süreleri içinde ödemeyerek faiz ve ferileri ile cezalara neden olan Ankara
BüyükĢehir Belediye BaĢkanı ile EGO Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluĢan yasal
sorumluların Ģahıslarında kiĢiselleĢmiĢ özel borçtur ve SayıĢtay‟ın yerleĢmiĢ
içtihatlarına göre de sorumluları söz konusu kiĢisel borçları BOTAġ‟a ödemekle
yükümlüdür. Dolayısıyla, bir kamu kurumu olan ve zararları Hazine tarafından
karĢılanıp, kârları Hazineye devredilen BOTAġ‟ın EGO Genel Müdürlüğünden olan
alacaklarının zamanında ödenmemesinden kaynaklanan faiz ve fer‟ileri ile cezaların
silinmesi EGO Genel Müdürlüğünün değil, hukuksal olarak yasal sorumlularının
Ģahıslarında kiĢiselleĢmiĢ borçlarının silinmesi anlamına gelmektedir. Bu bağlamda,
Hazine‟nin gelir kaybına uğratılması yerine, BOTAġ alacaklarının EGO‟nun
özelleĢtirme geliri üzerinden BOTAġ‟a ödenmesi ve ödendikten sonra da borç faizi ve
fer‟ileri ile cezalara neden olan yasal sorumlularına rücu edilmesi gerekeceği her türlü
tartıĢmanın dıĢındadır.
Yine aynı Ģekilde, EGO Genel Müdürlüğünün doğal gaz uygulama projeleri
kapsamında dıĢ kreditörlerden temin ettiği Hazine garantili borçları zamanında
ödememesi nedeniyle Hazine tarafından ödenmesi sonucu, Hazinenin bu kredilere
iliĢkin faiz ve gecikme cezaları ile fer‟ilerden kaynaklanan alacakları da aynı
mahiyettedir. Dolayısıyla, 70 milyonu ilgilendiren Hazine alacağının bütçenin gelir ve
gider hesapları ile iliĢkilendirilmeksizin terkin edilmesi değil, özelleĢtirme gelirinden
tahsil edilmesi ve tahsil edildikten sonra da dıĢ kredi borçlarını zamanında ödemeyen
sorumlularına rücu edilmesi gerekir.
EGO Genel Müdürlüğünün doğalgaz tüketicilerinden peĢin olarak topladığı
paraları, doğalgaz ve kredi borçlarına ödemek yerine, görevi olmayan alanlarda
harcamalarda bulunması, Ankara BüyükĢehir Belediyesi bütçesini ilgilendiren
mevzuata aykırı, hukuken sorunlu ve savurgan harcamalarını, SayıĢtay denetiminden
kaçırmak için EGO Genel Müdürlüğü bütçesinden ödemesi, sorumluların
sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.
Anayasanın 2 nci maddesinde hukuk devleti, 10 uncu maddesinde ise yasa
önünde eĢitlik ilkelerine yer verilmiĢtir.
Cumhuriyetin nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına
dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka
uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren,
Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da bozamayacağı temel hukuk
ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir.
Hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında “yasaların kamu yararına dayanması”
ilkesi bulunmaktadır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı düĢüncesi olmaksızın, baĢka bir
deyimle yalnızca belli kiĢilerin yararına olarak herhangi bir yasa kuralının
konulamayacağıdır. Dolayısıyla çıkarılması için kamu yararı bulunmayan bir yasa
kuralı Anayasanın 2 nci maddesine aykırı olur ve iptali gerekir.
SayıĢtay‟ın yerleĢmiĢ içtihadına göre, Ankara BüyükĢehir Belediye BaĢkanı ile
EGO Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluĢan yasal sorumluların Ģahıslarında
kiĢiselleĢmiĢ bulunan BOTAġ ve Hazine‟ye faiz ve fer‟ileri ile ceza borçlarının
silinmesi ve terkin edilmesini öngören düzenlemede kamu yararı olmadığı ve yasal
sorumlularının yararına buna karĢın toplumun zararına sonuç doğurduğu açık
olduğundan, iptali istenen kurallar Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti
ilkesiyle bağdaĢmamaktadır.
Hukuk Devletinin bir baĢka unsuru ise yasalarda "genellik" ilkesine uyulmasıdır.
Anayasa Mahkemesinin 20.11.1996 günlü ve E.1996/58, K.1996/43 sayılı kararında
da vurgulandığı üzere “yasaların genelliği ilkesi”, özel, aktüel ve geçici bir durumu
gözetmeyen, belli bir kiĢi ya da kiĢileri hedef almayan, aynı durum ve statüde olan
herkesi kapsayan kuralların getirilmesini zorunlu kılar.
Ġptali istenen düzenlemenin gerçek amacı, EGO Genel Müdürlüğünün BOTAġ‟a
olan borç ödemeleri ile doğal gaz uygulamaları için kullandığı Hazine garantili dıĢ
borç anapara ödemelerini yasal süreleri içinde ödememesinden dolayı BOTAġ ile
Hazinenin yürüttüğü faiz ve fer‟ileri ile cezaların silinmesi ve terkin edilmesidir.
BOTAġ‟tan sadece Ankara BüyükĢehir Belediyesine bağlı EGO Genel
Müdürlüğü doğal gaz satın almamakta ve doğal gaz uygulamaları ya da baĢka
ihtiyaçlar için sadece EGO Genel Müdürlüğü Hazine garantili dıĢ borç
kullanmamaktadır. Diğer belediyelerin doğalgaz dağıtım kurumları da BOTAġ‟tan
doğal gaz satın alır ve Hazine garantili dıĢ borç kullanır ve doğal gaz bedelleri ile dıĢ
borç ödemelerini yasal süreleri içinde öderlerken; Ankara BüyükĢehir Belediyesinin
borçlarını yasal süresi içinde ödememesi yetmezmiĢ gibi bir de borçlara iliĢkin
tahakkuk etmiĢ bulunan faiz ve fer‟ileri ile cezaların silinmesini öngören yasal
düzenleme, silinmesi öngörülen borç ister SayıĢtay içtihatlarında belirtildiği üzere
yasal sorumluların uhdesinde ĢahsileĢmiĢ kiĢisel borç, ister kurumsal borç olsun,
yasa koyucunun kiĢiye özgü bir düzenleme gerçekleĢtirerek yasaların genelliği
ilkesinden ayrılmıĢ olduğunu ortaya koyar. Bu durum, Anayasanın 2 nci maddesinde
ifade edilen “hukuk devleti” ilkesi ile bu açıdan da bağdaĢmadığı gibi Anayasanın 10
uncu maddesindeki yasa önünde eĢitlik ilkesine de aykırılık oluĢturur.
Anayasa Mahkemesinin pek çok kararında vurgulandığı üzere yasa önünde
eĢitlik ilkesi, herkesin her yönden aynı kurallara bağlı olacağı anlamına gelmemekle
birlikte, yasaların uygulanmasında birbirinin aynı durumda olanlara aynı, farklı
durumlarda olanlara farklı kuralların uygulanmasını ve böylece ayrıcalıklı kiĢi ve
toplumların yaratılmasını engellemeyi içermektedir. BaĢka bir anlatımla, kiĢisel
durumları ve nitelikleri özdeĢ olanlar arasında, konulan kurallarla değiĢik
uygulamaların yapılmaması gerekmektedir. BOTAġ‟tan doğal gaz alan ve Hazine
garantili dıĢ borç kullanan diğer belediyelerin faiz ve fer‟ileri ile ceza borçları silinmez
ve terkin edilmezken; EGO Genel Müdürlüğünün yasal sorumluları uhdesinde
kiĢiselleĢerek ĢahsileĢmiĢ borçlarının yasayla silinmesi ve terkin edilmesi, “kanun
önünde eĢitlik” ilkesine aykırılık oluĢturmaktadır.
Hukuk devleti ilkesinin diğer bir unsuru ise hukukun evrensel ilkelerine
bağlılıktır. Hukukun evrensel ilkeleri arasında “sözleĢmeye bağlılık” ilkesi de
bulunmaktadır ve nitekim hukukumuzda sözleĢmeye bağlılık (Ahte Vefa – Pacta
Sund Servanda) ve sözleĢme serbestliği ilkeleri kabul edilmiĢtir. Bu ilkelere göre
sözleĢme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalı; sözleĢme koĢulları borçlu için
sonradan ağırlaĢmıĢ, edimler dengesi sonradan çıkan olaylar nedeni ile değiĢmiĢ
olsa bile borçlu sözleĢmedeki edimini aynen ifa etmelidir.
BOTAġ Genel Müdürlüğü ile Hazine MüsteĢarlığı söz konusu faiz ve fer‟ileri ile
cezaları EGO Genel Müdürlüğü ile yapmıĢ oldukları sözleĢme hükümlerine göre
tahakkuk ettirdiklerine ve sözleĢmelerin yapıldığında karĢılıklı edimler arasında olan
denge sonradan Ģartların olağanüstü değiĢmesiyle büyük ölçüde EGO Genel
Müdürlüğü aleyhine katlanılamayacak derecede değiĢmediğine göre, sözleĢme
hükümlerine göre tahakkuk ettirilen BOTAġ ve Hazine alacaklarının yasa ile silinerek
BOTAġ ve Hazinenin ve dolayısıyla kamunun, Ankara BüyükĢehir Belediye BaĢkanı
ile EGO Genel Müdürlüğü yetkililerinden oluĢan yasal sorumlular lehine zarara
uğratılması “sözleĢmeye bağlılık” ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesiyle bu açıdan da
bağdaĢmaz.
Faiz ve fer‟ileri ile cezaların silinmesine ve terkin edilmesine iliĢkin hükümlerin
18.04.2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası Kanununun geçici 3 üncü
maddesinde önceden de yer alıyor olması, önceden yer alanın Anayasaya uygun
olduğu anlamına gelmeyeceği gibi, Ģimdikini de Anayasaya aykırılıktan kurtaramaz.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 Sayılı Bazı Kanun ve Kanun
Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanunun 23 üncü
maddesiyle değiĢtirilen 18.04.2001 tarihli ve 4646 sayılı Doğal Gaz Piyasası
Kanununun geçici 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinin üçüncü
paragrafındaki, “BOTAġ Genel Müdürlüğünün alacağını oluĢturan tüm bu borçlara ait
faizler ile fer‟ileri ve cezaları silinir.” Ģeklindeki ikinci tümcesi ile “Ödemenin
yapılmasını takiben Hazinenin bu kredilere iliĢkin faiz ve gecikme cezaları ile fer‟ileri
ve cezalardan kaynaklanan alacakları, bütçenin gelir ve gider hesapları ile
iliĢkilendirilmeksizin terkin edilir.” Ģeklindeki dördüncü tümcesi Anayasanın 2 nci ve
10 uncu maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
5) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 34 üncü Maddesiyle
01.07.2005 Tarihli ve 5378 Sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunun Geçici 2 nci ve 3 üncü
Maddelerinde Yer Alan “yedi yıl” Ġbarelerini “sekiz yıl” ġeklinde DeğiĢtiren Ġbare ile
Geçici 3 üncü Maddesine Eklenen Ġkinci Fıkrasının Üçüncü Tümcesi ve Üçüncü
Fıkrasının Ġlk Tümcesinin BaĢlangıcındaki, “Sürenin bitiminden itibaren …” Ġbaresinin
Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun 34 üncü maddesiyle geçici 2 nci ve geçici 3 üncü
maddelerinde değiĢiklik öngörülen 01.07.2005 tarihli ve 5378 sayılı Özürlüler ve Bazı
Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanun
07.07.2005 tarihli ve 25868 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiĢtir.
Anılan Kanunun 6353 sayılı Kanunun 34 üncü maddesiyle değiĢtirilmeden
önceki geçici 2 nci ve geçici 3 üncü maddeleri;
“GEÇĠCĠ MADDE 2 - Kamu kurum ve kuruluĢlarına ait mevcut resmî yapılar,
mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeĢil alanlar, spor alanları ve benzeri
sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile gerçek ve tüzel kiĢiler tarafından yapılmıĢ ve
umuma açık hizmet veren her türlü yapılar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten
itibaren yedi yıl içinde özürlülerin eriĢebilirliğine uygun duruma getirilir.”
“GEÇĠCĠ MADDE 3- BüyükĢehir belediyeleri ve belediyeler, Ģehir içinde
kendilerince sunulan ya da denetimlerinde olan toplu taĢıma hizmetlerinin özürlülerin
eriĢilebilirliğine uygun olması için gereken tedbirleri alır. Mevcut özel ve kamu toplu
taĢıma araçları, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi yıl içinde özürlüler
için eriĢilebilir duruma getirilir.”
Ģeklinde hüküm altına alınmıĢtır.
07.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren Kanunda öngörülen yedi yıllık süre
08.07.2012 tarihinde dolmuĢtur.
Aradan geçen yedi yıl içinde Yasada öngörülen engellilerin eriĢimine iliĢkin
dönüĢümü sağlayamayan Siyasal Ġktidar, 04.07.2012 tarihli ve 6353 Kanunun 34
üncü maddesiyle 5378 sayılı Kanunun geçici 2 nci ve 3 üncü maddelerindeki yedi
yıllık süreyi bir yandan sekiz yıla çıkarırken, diğer yandan iki yıl ek süreyle on yıla
uzatmayı öngören değiĢiklikler yapmıĢtır.
5378 sayılı Kanunun geçici 2 nci ve geçici 3 üncü maddelerinde sözü edilen
“eriĢilebililik” kavramı, engelli kimselerin fiziki çevreye, ulaĢım hizmetlerine, bilgi ve
iletiĢim teknolojileri ve sistemlerine (ICT), ve diğer imkân ve hizmetlere baĢkalarıyla
aynı Ģartlarda eriĢebilmesini ifade eder.
EriĢilebilirlik sosyal, kültürel ve ekonomik yaĢama katılabilmenin ve Anayasada
tanınan tüm hak ve özgürlüklerden yararlanabilmenin önkoĢuludur. Engellilerin
eriĢilebilirlik sorunun çözülmediği bir ülkede, en temel insan haklarından eğitim
hakkının, sağlık hakkının, sosyal ve kültürel yaĢama katılma hakkının ve seyahat
özgürlüğünün engellilere tanınmadığı ve engellilerin özgürlüklerinin ihlal edildiği bir
gerçektir.
Engelli bireylerin yaĢama tam ve etkin katılımı için ön koĢul, karĢılaĢtıkları
engellerin kaldırılmasıdır. Engellerin kaldırılmasının da ilk basamağını eriĢebilirlik
oluĢturmaktadır.
Zira, engelli bireyin yaĢama tam ve etkin katılabilmesi için öncelikle yaĢadığı
konutun dıĢına çıkabilmesi gerekir. Konut dıĢı kamuya açık alan, kamu hizmeti
verilen alan engellilerin eriĢebilirliğine uygun değilse, engelliler açısından temel insan
haklarından yaralanma süreci de iĢleyemez. Kaldırım, okul, park, bahçe, sinema,
adliye binası, vergi dairesi, stad, spor salonu, toplu taĢıma aracı v.b. engelliler için
eriĢilebilir değilse, engelli bireylerin temel hak ve hürriyetlerden ve anayasa ile
güvence altına alınan diğer haklardan yararlandıkları ileri sürülemez.
Ülkemiz engellilerinin, engelli olmayan bireylerle kıyaslandığında okur yazarlık
dahil, eğitim oranlarının çok düĢük olduğu, iĢsizlik oranının engelli bireylerde Türkiye
ortalamasının çok üstünde olduğu ve ülkemiz nüfusunun yüzde onu engelli olmasına
rağmen, görünür olmadıkları kamuoyunun malumudur. Bu durum, engellilerin temel
insan hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğinin açık kanıtıdır.
Anayasanın BaĢlangıcının altıncı fıkrasında, her Türk vatandaĢının
Anayasadaki temel hak ve özgürlüklerden eĢitlik ve sosyal adalet ilkeleri gereklerince
yararlanarak milli kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme
ve maddi ve manevi varlığını bu yönde geliĢtirme hak ve yetkisine sahip olduğu
kuralına yer verilmiĢ; 2 nci maddesinde sosyal hukuk devleti Cumhuriyetin temel
nitelikleri arasında sayılmıĢ; 5 inci maddesinde Devletin temel amaç ve görevlerinin,
kiĢilerin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle
bağdaĢmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya,
insanın maddi ve manevi varlığının geliĢmesi için gerekli Ģartları hazırlamaya
çalıĢmak olduğu belirtilmiĢ ve 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında kanun önünde
eĢitlik ilkesine yer verildikten sonra, üçüncü fıkrasında ise çocuklar, yaĢlılar, özürlüler,
harp ve vazife Ģehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak önlemlerin
eĢitlik ilkesine aykırı sayılmayacağı hüküm altına alınmıĢtır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen sosyal hukuk devleti, insan haklarına
dayanan, kiĢilerin huzur, refah ve mutluluk içinde yaĢamalarını güvence altına alan,
kiĢi hak ve özgürlükleriyle kamu yararı arasında adil bir denge kurabilen, engellilerin
de ekonomik, sosyal ve kültürel hayata katılmaları, eğitim ve istihdam olanaklarından
yararlanarak kendilerini gerçekleĢtirebilmeleri için önlemler alan, onların insan
onuruna uygun hayat sürdürmelerini sağlayan, güçsüzleri güçlüler karĢısında
koruyarak sosyal adaleti ve toplumsal dengeleri gözeten devlettir. ÇağdaĢ devlet
anlayıĢı sosyal hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla Anayasanın özüne ve
ruhuna uygun biçimde kurularak iĢletilmesini, bu yolla tüm bireylerin refah, huzur ve
mutluluğunun sağlanmasını gerekli kılar.
5378 sayılı Kanunun geçici 2 nci ve geçici 3 üncü maddelerinde yer alan resmî
yapıları, mevcut tüm yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeĢil alanlar, spor alanları ve
benzeri sosyal ve kültürel alt yapı alanları ile toplu taĢıma araçlarını yedi yıl içinde
engellilerin eriĢebilirliğine ve dolayısıyla yaralanmasına açma yükümlülüğü, Siyasi
iktidarın yönetimi altındaki merkezi idare ile idari vesayet yetkisine sahip olduğu
belediyelere verilmiĢtir.
Yasanın yürürlüğe girdiği 2005 yılında yeni doğan engelliler, ilköğretim çağına;
ilköğretim çağında olanlar ortaöğretim çağına, ortaöğretim çağında olanlar ise yüksek
öğrenim sonrası çalıĢma yaĢamına atılma çağına gelmiĢler; ancak, Siyasal iktidarın
yasa ile yükümlülük altına girdiği görevlerini yapmamasından dolayı, engellilerin
büyük bir çoğunluğu engel grubuna göre en temel eğitim ve öğretim hakkından
yararlanamamıĢlar; sosyal, kültürel ve ekonomik yaĢama katılamamıĢlar ve
kendilerini gerçekleĢtirme olanaklarına eriĢememiĢlerdir. Anayasanın BaĢlangıcı ile 2
nci ve 5 inci maddelerinde Devlete yüklenen görevleri, Siyasal Ġktidar yerine
getirmemiĢtir.
Yedi yılın dolduğu, 08.07.2012 tarihinin bir yıl ertelenmesini ve idari kararlarla iki
yıl daha ertelenme olanağı getirilerek, engellilerin yaĢama katılmalarının üç yıl
ötelenmesini öngören iptali istenen düzenlemeler, Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci ve
5 inci maddelerine aykırıdır.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında belirtildiği üzere hukuk devleti, insan
haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri
hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek
sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet
organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı
sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da bozamayacağı
temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda,
hukuk devletinde yasakoyucu, yasaların yalnız Anayasaya değil, evrensel hukuk
ilkelerine de uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Evrensel hukuk ilkeleri ya da hukukun genel ilkeleri denildiğinde, hakkın kötüye
kullanılmaması, iyi niyet, sözleĢmeye bağlılık, ayrımcılık yapılmaması, ölçülülük,
kazanılmıĢ hakları saygı, haklı beklentilerin korunması, yasaların geriye yürümezliği,
hukuk güvenliği, adalet, eĢitlik, yasallık, belirlilik ve öngörülebilirlik gibi evrensel
düzeyde kabul gören hukukun üstün kuralları anlaĢılmaktadır.
5378 sayılı Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde
DeğiĢiklik Yapılması Hakkında Kanunla, Türkiye Cumhuriyetinde yaĢayan engelli
vatandaĢlara, engelsiz yurttaĢların eriĢebildiği temel hak ve özgürlüklere eriĢimin
sağlanabilmesinin fiziksel Ģartlarının yedi yıl içinde yaratılması öngörülerek Devlet
yükümlülük altına sokulmuĢ ve bu durum engelli yurttaĢlar tarafından sevinçle
karĢılanarak haklı bir beklenti içine sokulmuĢlardır. 12.09.2010 tarihli ve 5982 sayılı
Kanunun 1 inci maddesiyle Anayasanın 10 uncu maddesine eklenen üçüncü fıkra,
engellilerin haklı beklentilerini pekiĢtirmiĢtir.
2005 yılında yürürlüğe girmiĢ bir yasanın gereklerini 7 yıl içinde yerine
getirmeyen yürütme organı ile idari makamların görev ihmalinin sonuçlarını gidermek
yasama organının görevleri arasına girmemelidir. Yedi yıllık geçiĢ süreci içinde yasal
yükümlülüklerini yerine getirmeyen siyasal iktidarın yedi yılın dolduğu 08.07.2012
tarihinin bir yıl ertelenmesini ve idari kararlarla iki yıl daha ertelenme olanağı
getirilerek, engellilerin yaĢama katılmalarının üç yıl ötelenmesini öngören yasal
düzenleme, engellilerin haklı beklentilerini ortadan kaldırmakta ve yasama
yetkisinin/hakkının kötüye kullanımı anlamına geldiğinden Anayasanın 2 nci
maddesine bu açıdan da aykırılık oluĢturmaktadır.
Anayasanın 10 uncu maddesinde yer verilen yasa önünde eĢitlik ilkesi hukuksal
durumları aynı olanlar için söz konusudur ve bu ilke ile eylemli değil, hukuksal
eĢitlik öngörülmüĢtür. EĢitlik ilkesinin amacı, aynı durumda bulunan kiĢilerin yasalar
karĢısında aynı iĢleme bağlı tutulmalarını sağlamak, ayrım yapılmasını ve ayrıcalık
tanınmasını önlemektir. Bu ilkeyle, aynı durumda bulunan kimi kiĢi ve topluluklara
ayrı kurallar uygulanarak yasa karĢısında eĢitliğin ihlali yasaklanmıĢtır. Engellilerin
engelleri, Anayasa ile tanınan haklardan yararlandırılmayacağı anlamına gelmediği
gibi, bu haklardan eĢitlik ilkesi gereğince yararlanabilmeleri için engelliler için
alınacak önlemler eĢitlik ilkesine aykırı sayılmaz. Yedi yıllık geçiĢ süreci içinde
engellilerin eriĢebilirliğinin sağlanmaması ve nihayetinde eriĢebilirliğin sağlanmasının
üç yıl ötelenmesi, Anayasanın 10 uncu maddesine aykırı düĢer.
BirleĢmiĢ Milletler (BM)‟in 13 Aralık 2006 tarihli oturumunda oylamasız kabul
edilen Engellilerin Haklarına ĠliĢkin SözleĢme‟yi Türkiye 30.03.2007 tarihinde New
York‟ta imzalamıĢ ve 03.12.2008 tarihli ve 5825 sayılı Kanun ile onaylanmasını
uygun bulmuĢ; Engellilerin Hakları SözleĢmesi‟nin Ġhtiyari Protokolü ise Bakanlar
Kurulu‟nun 27.05.2009 tarih ve 2009/15137 sayılı kararıyla onaylanmıĢtır.
Engellilerin Hakları SözleĢmesi, bir bütün olarak engellilerin insan hak ve
özgürlüklerinin tümünden diğerleriyle eĢit biçimde yararlanmalarının sağlanmasını
amaçlamaktadır. Doğal ve insan eliyle yaratılan fiziksel çevrenin, bu çevrelerde
verilen hizmetlerin engelli olmayan insanlara göre tasarlanmasının engelliler üzerinde
doğurduğu olumsuz sonuçların ortadan kaldırılmasına yönelik alınacak devlet
önlemleri, SözleĢme‟nin pek çok hükmünde ayrıntılı olarak yer almıĢtır. SözleĢme‟nin
4 üncü maddesinde tüm hak ve özgürlüklere iliĢkin devlet yükümlülükleri sıralanmıĢ,
bunun yanı sıra “EriĢebilirlik” (md. 9), “Bağımsız yaĢayabilme ve topluma dahil olma”
(md. 19), “KiĢisel hareketlilik” (md. 20), “DüĢünce ve ifade hürriyeti ve bilgiye eriĢim”
(md. 21), “Siyasal ve toplumsal yaĢama katılım” (md. 29), “Kültürel yaĢama,
dinlenme, boĢ zaman aktiviteleri ve spor faaliyetlerine katılım”(md. 30) haklarını
düzenleyen hükümlerde özel olarak alınması gereken tedbirlere yer verilmiĢtir.
Eğitim, sağlık, çalıĢma gibi haklarla ilgili hükümlerde de fiziksel anlamda eriĢebilirlik
ile verilen hizmetlere eriĢim ayrıca vurgulanmıĢtır.
Türkiye, SözleĢme‟ye taraf olmakla birlikte engellilerin eriĢebilirliği konusunda
yasal, idari, yargısal ve diğer her türlü önlemin alınması çalıĢmalarını baĢlatma,
bundan önce baĢlatılan iyileĢtirme ve hizmetleri hızlandırma yükümlülüğü altına
girmiĢ; fakat SözleĢme‟nin onaylanmasından bu yana geçen 3 yıllık sürede sınırlı bir
takım iyileĢtirmeler dıĢında önemli bir geliĢme ortaya konmamıĢtır. Bu yasal
düzenlemeyle de engellilerin SözleĢme düzeyine varacak kadar ileriye taĢınması
gereken hakları geriletilmektedir. Türkiye‟nin Engelli Hakları Komitesi‟ne henüz teslim
etmediği, fakat yakın tarihte verilmesi gereken ülke raporuna iliĢkin Komite
değerlendirmelerinde bu düzenlemenin sorun yaratacağı açıktır. Çünkü, devletin bir
takım plan ve programlara bağlı olarak yerine getirebileceği bu tür önlem ve
uygulamaların aĢamalı olarak yapılmasının anlamı, sürekli ertelemelerle devlete vakit
kazandırmak ve geriye gidiĢi temsil eden düzenlemelere geçit vererek engellilerin
hayata katılımlarını daha da ötelemek anlamına gelmektedir.
Anayasanın 90 ıncı maddesinin beĢinci fıkrasında, usulüne göre yürürlüğe
konulmuĢ milletlerarası anlaĢmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında
Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine dava açılamayacağı ve temel
hak ve özgürlüklere iliĢkin milletlerarası anlaĢmalarla kanunların aynı konuda farklı
hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuĢmazlıklarda anlaĢma hükümlerinin esas
alınacağı kurallarına yer verilmiĢtir.
SözleĢmenin onaylanmasından üç buçuk yıl geçmesine rağmen, engellilerin
eriĢebilirliğinin sağlanmaması ve nihayetinde yasayla öngörülen eriĢebilirliğin
sağlanmasının üç yıl ötelenmesi, Anayasanın 90 ıncı maddesine de aykırıdır.
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 34 üncü maddesiyle 01.07.2005 tarihli ve 5378 sayılı
Özürlüler ve Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılması
Hakkında Kanunun geçici 2 nci ve 3 üncü maddelerinde yer alan “yedi yıl” ibarelerini
“sekiz yıl” Ģeklinde değiĢtiren ibare ile geçici 3 üncü maddesine eklenen ikinci
fıkrasının üçüncü tümcesi ve üçüncü fıkrasının ilk tümcesinin baĢlangıcındaki,
“Sürenin bitiminden itibaren …” ibaresi, Anayasanın BaĢlangıcı ile 2 nci, 5 inci, 10
uncu ve 90 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali gerekir.
6) 04.07.2012 Tarihli ve 6353 Sayılı “Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde
Kararnamelerde DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 45 inci Maddesiyle
03.12.2010 Tarihli ve 6085 Sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci Maddesine Eklenen
(2) Numaralı Fıkrasının;
a) (a) Bendinin Ġkinci ve Üçüncü Tümcelerinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde DeğiĢiklik
Yapılmasına Dair Kanunun 45 inci maddesiyle 03.12.2010 tarihli ve 6085 sayılı
SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrasında, “Denetimin
yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aĢağıdaki hususlara uyulur:” denildikten
sonra birinci tümcesinde, “Düzenlilik denetimi, kamu idarelerinin gelir, gider ve
malları ile bunlara iliĢkin mali nitelikteki tüm hesap ve iĢlemlerinin kanunlara ve diğer
hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespitini kapsayacak Ģekilde yapılır.”
denilmiĢ; devamında ise, “Söz konusu hesap ve iĢlemler dıĢında kalan diğer iĢlem ve
faaliyetler düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemez. Yapılan düzenlilik
denetiminin kapsamına iliĢkin denetlenen kamu idaresi ile ortaya çıkan görüĢ
farklılıklarının nasıl giderileceği hususu SayıĢtay tarafından çıkarılacak yönetmelikle
düzenlenir.” hükümlerine yer verilmiĢtir.
6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkrada “Denetimin
yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aĢağıdaki hususlara uyulur:” denildiğine ve
(a) bendi de “Düzenlilik denetimi” ibaresiyle baĢladığına göre, (a) bendindeki hüküm
SayıĢtayın hem parlamentoya düzenlilik denetimi kapsamında sunacağı “SayıĢtay
raporları”nı, hem de Anayasanın 160 ıncı maddesi ile 6085 sayılı Kanunun 48 inci
maddesine göre düzenleyeceği, “Yargılamaya esas rapor”ları kapsamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83, K.2010/121 sayılı
Kararına göre, bütçe ilkeleri; bütçenin hazırlanması, görüĢülüp oylanması,
uygulanması ve denetlenmesi ile ilgilidir ve bunlar devlet bütçesinin temel özellikleri
ve amaçlarının gerçekleĢmesi için uyulması zorunlu olan ulusal ve uluslararası
alanda kabul görmüĢ ilkelerdir.
Bütçelerin; ekonomide fiyat istikrarının sağlanması, gelir dağılımının
düzeltilmesi, yatırımların teĢvik edilmesi, ekonomik büyümenin sağlanması gibi
hedeflere ulaĢmada iĢlevini görebilmesi için, hazırlanması, görüĢülmesi, uygulanması
ve denetiminde bütçe ilkelerine uyulmasını zorunlu kılmaktadır.
5018 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinde, bütçelerin kurumsal, iĢlevsel ve
ekonomik sonuçların görülmesini sağlayacak, gelir ve giderlerin ekonomik ve mali
analizinin yapılmasına imkan verecek, hesap verilebilirliği ve saydamlığı sağlayacak
Ģekilde Maliye Bakanlığınca uluslararası standartlara uyumlu olarak belirlenen
sınıflandırma sistemine göre hazırlanacağı ve uygulanacağı hüküm altına alınmıĢtır.
Bu çerçevede oluĢturulan Analitik Bütçe Sınıflandırması; giderlerin kurumsal,
fonksiyonel, finansman tipi ve ekonomik sınıflandırmasına dayanmaktadır.
Bütçenin temelini oluĢturan fonksiyonel sınıflandırma, kamusal faaliyetleri esas
almakta ve devlet faaliyetlerinin türünü göstermektedir.
Fonksiyonel sınıflandırma, dört düzeyli bir kod grubundan oluĢmaktadır. I.
düzey, kamu faaliyetlerini on ana fonksiyona ayırmaktadır. Ana fonksiyonlar, II.
düzeyde alt fonksiyonlara bölünmektedir. III. düzey kodlar, nihai hizmetleri
göstermekte; boĢ bırakılan IV. Düzey ise, özel olarak izlenmesi gereken kamusal
projeler için tahsis edilmiĢ bulunmaktadır.
Devletin bir faaliyette bulunabilmesi, söz konusu faaliyete bütçe ile ödenek
tahsis edilmesinden geçmekte; ödenek tahsis edilmeyen, personel, hizmet binası,
demirbaĢ malzeme vb. özgülenmeyen hiçbir kamu faaliyetinin yürütülmesi mümkün
olmamaktadır. Nitekim, 5018 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin (n) bendinde
“Kamu hizmetleri, bütçelere konulacak ödeneklerle, mevzuatla belirlenmiĢ yöntem,
ilke ve amaçlara uygun olarak gerçekleĢtirilir.” denilirken; (o) bendi, “Bütçelerde,
ödenekler belirli amaçları gerçekleĢtirmek üzere tahsis edilir.” hükmüne yer
verilmiĢtir.
Kamusal faaliyetlere ödenek tahsis etmek, parlamentonun bütçe hakkının
kapsamında olduğundan, kamusal faaliyetler ile faaliyetleri yürütmek için yapılan
iĢlemleri denetlemek de bütçe hakkının kapsamındadır. Bu bağlamda, kamu
idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin mali nitelikteki tüm hesap ve
iĢlemlerinin dıĢında kalan diğer iĢlem ve faaliyetlerin düzenlilik denetimi kapsamında
değerlendirilemeyeceğine iliĢkin düzenleme, doğrudan parlamentonun bütçe hakkına
yapılmıĢ açık bir saldırıdır.
Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83, K.2010/121 sayılı
Kararında vurgulandığı üzere, bütçenin denetlenmesi ile ilgili uyulması zorunlu olan
ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüĢ bütçe ilkeleri vardır. Nitekim, 5018 sayılı
Kanunda SayıĢtay denetiminin düzenlendiği 68 inci maddenin ikinci fıkrası, “DıĢ
denetim, genel kabul görmüĢ uluslararası denetim standartları dikkate alınarak;”
Ģeklinde baĢlarken; 6085 sayılı Kanunun “Denetimin genel esasları” baĢlıklı 35 inci
maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde, “Denetim genel kabul görmüĢ
uluslararası denetim standartlarına uygun olarak yürütülür.” kuralına yer verilmiĢtir.
Parlamentonun “bütçe hakkı” kapsamında SayıĢtaylar tarafından yapılacak
denetimlere iliĢkin göndermede bulunulan uluslararası denetim standartları ile ifade
edilen SayıĢtaylar açısından INTOSAI Denetim Standartlarıdır.
INTOSAI Denetim Standartlarının (DS);
1.0.38 Nolu DS: “SayıĢtay denetiminin kapsamı düzenlilik ve performans
denetimini içerir.”
Ģeklinde iken;
1.0.38 Nolu DS: “Düzenlilik denetimi Ģunları içerir:
a) Sorumlu kurumların mali hesap verme sorumluluklarının, mali kayıtların
incelenmesi, değerlendirilmesi ve mali tablolar hakkında kanaat (görüĢ) belirtilmesi
de dahil olmak üzere doğrulanması (tasdik edilmesi);
b) Bir bütün olarak devlet yönetiminin mali hesap verme sorumluluğunun
doğrulanması;
c) Mali sistemlerin ve iĢlemlerin ilgili kanun ve düzenlemelere uygunluğunun
değerlendirilmesi de dahil olmak üzere denetimi;
d) Ġç denetimin ve iç kontrol fonksiyonlarının denetimi;
e) Denetlenen kuruluĢlarca alınan idari kararların doğruluk ve uygunluğunun
denetimi;
f) Denetimden doğan veya denetimle ilgili olan ve SayıĢtayca açıklanması
gerekli görülen konuların rapor edilmesi;”
biçiminde düzenlenmiĢ;
6085 sayılı SayıĢtay Kanununun “SayıĢtay denetimi” baĢlıklı 36 ncı maddesi
ise,
“(1) SayıĢtay denetimi, düzenlilik denetimi ve performans denetimini kapsar.
(2) Düzenlilik denetimi;
a) Kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin hesap ve
iĢlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti,
b) Kamu idarelerinin mali rapor ve tablolarının, bunlara dayanak oluĢturan ve
ihtiyaç duyulan her türlü belgelerin değerlendirilerek, bunların güvenilirliği ve
doğruluğu hakkında görüĢ bildirilmesi,
c) Mali yönetim ve iç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesi,
suretiyle gerçekleĢtirilir.
(3) Performans denetimi; hesap verme sorumluluğu çerçevesinde idarelerce
belirlenen hedef ve göstergelerle ilgili olarak faaliyet sonuçlarının ölçülmesi suretiyle
gerçekleĢtirilir.
(4) Bu denetimler sonucunda denetimle ilgili olan veya denetimden kaynaklanan
ve açıklanması gerekli görülen diğer hususlar da rapor edilebilir.”
Ģeklinde kurallaĢtırılmıĢtır.
Ġptali istenen, “Söz konusu hesap ve iĢlemler dıĢında kalan diğer iĢlem ve
faaliyetler düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemez.” tümcesinin;
INTOSAI‟nin düzenlilik denetimi kapsamında gördüğü ve standart hale getirdiği, “Ġç
denetimin ve iç kontrol fonksiyonlarının denetimi; Denetlenen kuruluĢlarca alınan idari
kararların doğruluk ve uygunluğunun denetimi ve Denetimden doğan veya denetimle
ilgili olan ve SayıĢtayca açıklanması gerekli görülen konuların rapor edilmesi;”
standartları ile 6085 sayılı Kanunun 36 ncı maddesi kapsamında SayıĢtayın düzenlilik
denetimi yapmasını sınırlandırmak üzerinden parlamentonun yürütme organı ile
idarenin kamu kaynaklarının kullanımına iliĢkin hesapverme sorumluluğunu
görüĢmesini engellemeyi amaçladığı çok açıktır.
Bu itibarla, iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 7 nci ve 87 nci maddeleri ile
112 nci maddesinin ikinci fıkrasına aykırıdır.
Öte yandan, iptali istenen düzenlemeler, yargılamaya esas rapor üzerinden
SayıĢtayın sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlama yetkisini de
sınırlandırmaktadır. Örneğin, Anayasa Mahkemesine yeni hizmet binası yapılmıĢ ve
bedeli hakediĢlerle bütçeden ödenmiĢtir.
Dar anlamıyla hesap ve iĢlem, giderin ödemeye bağlandığı ödeme emri belgesi
ve ekindeki hakediĢ raporları ile muhasebe belge ve kayıtlarını ve muhasebe
kayıtlarından üretilen mali tabloları içermektedir. Ancak, hizmet binası yapılmasına
iliĢkin faaliyet, yer seçiminden, seçilen yerin imar durumuna, yaklaĢık maliyetin
hazırlanmasından iĢin ihalesine, yer tesliminden iĢe baĢlanmasına, iĢ programından
ödenek dilimlerine, süre uzatım kararlarından fiyat farkı ödemelerine, hak ediĢ
belgesindeki
imalat
miktarlarının
metrajlarından
kübaj
hesaplamalarına,
ataĢmanlardan yeĢil defterlere ve kesin hesaba kadar bir yoğun iĢ, iĢlem, idari karar
ve faaliyeti kapsamaktadır.
Ġptali istenen düzenlemeyle, örneğin, binanın yapıldığı yerin bataklık veya
imarsız olması ya da yüklenicinin iĢ programının değiĢtirilmesi gibi idari kararlar,
kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin mali nitelikteki tüm hesap ve
iĢlemlerinin dıĢında kalan diğer iĢlem ve faaliyetler kapsamındadır Ģeklinde
değerlendirmeye açık hususlardır. Oysa, inĢaatın yapılacağı yerin bataklık veya
imarsız olması ya da yüklenicinin iĢ programının idari kararla değiĢtirilmesi, hukuki
niteliğine göre yükleniciye ödenecek tutarı değiĢtirerek bütçe giderini doğrudan
etkilemektedir. Bütçe giderinin mevzuata göre ödenmesi gerekenden fazla olması
ise, SayıĢtaya Anayasanın 160 ıncı maddesi ile verilen sorumluların hesap ve
iĢlemlerini kesin hükme bağlama görevi kapsamındadır.
Bunun içindir ki INTOSAI‟nin 1.0.38 Nolu DS: “Denetlenen kuruluĢlarca alınan
idari kararların doğruluk ve uygunluğunun denetimi;” Ģeklindedir. Bu bağlamda, iptali
istenen düzenleme Anayasanın 160 ıncı maddesine de aykırıdır.
Yapılan düzenlilik denetiminin kapsamına iliĢkin denetlenen kamu idaresi ile
ortaya çıkan görüĢ farklılıklarının nasıl giderileceği hususu, nasıl olsa SayıĢtay
tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek ve dolayısıyla SayıĢtay
hazırlayacağı yönetmeliği tüm bu hususları gözeterek çıkarsın denilebilir.
Düzenlemenin kendisi Anayasaya aykırı iken, yönetmelikle yapılacak
düzenleme, yasanın Anayasaya aykırılığını ortadan kaldırılamaz. Çünkü, hukuk
hiyerarĢisinde yönetmelik yasaya uygun olmak durumundadır.
Kaldı ki, Anayasanın 160 ıncı maddesinin birinci fıkrasında SayıĢtay denetiminin
kapsamı, “bütün gelir ve giderleri ile malların” denetimi olarak belirlenerek gelir, gider
ve malları ilgilendiren bütün iĢ, iĢlem, faaliyet ve kararlar SayıĢtay denetiminin
kapsamına alınmıĢ; dördüncü fıkrasında ise, denetim usullerinin kanunla
düzenleneceği kuralı getirilmiĢtir. Öte yandan, Anayasanın 7 nci maddesinde,
yasama yetkisinin Türkiye Büyük Millet Meclisine ait olduğu ve bu yetkinin
devredilemeyeceği; 123 üncü maddesinde ise idarenin kuruluĢ ve görevleriyle bir
bütün olduğu ve kanunla düzenleneceği kurala bağlanmıĢtır. Anayasa denetim
usullerinde dahi yasallık kuralı arar ve idarenin kanuniliği ilkesi idarenin ve
organlarının görev ve yetkilerinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek Ģekilde yasayla
düzenlenmesini gerekli kılarken; denetimin kapsamının yasayla düzenlenmek yerine
hiçbir ölçü getirilmeden ve çerçeve çizilmeden yönetmeliğe bırakılması, Anayasanın
160 ıncı maddesine aykırı olmanın yanında, yasama yetkisinin devri sonucunu
doğurduğundan Anayasanın 7 nci maddesine, idarenin kanuniliği ilkesiyle
bağdaĢmadığından da 123 üncü maddesine aykırılık oluĢturur.
Ayrıca, yasada SayıĢtay denetimin kapsamına iliĢkin denetlenen kamu idaresi
ile görüĢ farklılığının ortaya çıkacak olmasından söz edilmesi, SayıĢtay denetiminin
kapsamına kamu idarelerinin müdahale etmesini baĢtan kabul etmek demektir ki, bu
durum SayıĢtayın ve denetçinin bağımsızlığıyla bağdaĢmamanın yanında, yürütme
organı ile idareye SayıĢtay denetiminin kapsamını belirleme ve giderek SayıĢtayı
denetim bulgularını örtbas etmeye ve değiĢtirmeye zorlama gücü vermektedir.
Oysa, 6085 sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde, “SayıĢtay; bu Kanun ve diğer
kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve kesin hükme bağlama iĢlerini yaparken
iĢlevsel ve kurumsal bağımsızlığı olan bir kurumdur.” denilmekte; INTOSAI‟nin 2.2.2
nolu Denetim Standardı, “Denetçi ve SayıĢtay bağımsız olmalıdır.” ilkesini içerirken;
2.2.14 nolu Denetim Standardı ise, “SayıĢtayın, görevinin yürütülmesine iliĢkin olarak
yürütme organından talimat almaması bağımsızlığı açısından önemlidir. SayıĢtay
denetim yapmaya veya yaptığı denetimin, kapsamını, biçimini değiĢtirmeye
denetimden kaçınmaya, denetim bulgularını, sonuç ve tavsiyelerini örtbas etmeye
veya değiĢtirmeye zorlanmamalıdır.” Ģeklindedir.
Denetlenen idarelere SayıĢtay tarafından yapılacak düzenlilik denetiminin
kapsamına müdahil olma yetkisi vererek, SayıĢtayın ve denetçinin bağımsızlığını
ortadan kaldıran ve SayıĢtayı denetimden kaçınmaya, denetim bulguları ile sonuç ve
tavsiyelerini örtbas etmeye veya değiĢtirmeye zorlayan iptali istenen düzenlemeler;
SayıĢtayın TBMM‟ye sunacağı raporlar bağlamında, Anayasanın 7 nci ve 87 nci
maddeleri ile 112 nci maddesinin ikinci fıkrasına; yargı raporları bağlamında ise
Anayasanın 2 nci ve 160 ıncı maddelerine bu açılardan da aykırıdır.
Öte yandan, Anayasanın 2 nci maddesinde “demokratik” devlet ilkesi
Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılmıĢtır. Modern demokrasi katılımcıdır.
ÇağdaĢ devlette katılımcılık ilkesi, bilimsel bir önerme olmaktan çıkmıĢ, 5018 sayılı
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa temel oluĢturan “iyi yönetiĢim” modeli
bağlamında hukukun temel bir ilkesi olarak hukuksallık kazanmıĢtır. Günümüzün
temsili demokrasisi, siyasal karar alma yapı ve süreçleri yanında yönetimin
uygulamalarında da katılımcılığa dayanmaktadır.
SayıĢtay denetimi gibi yürütme organının ve idarenin hesap verme sorumluluğu
ile parlamentonun bütçe hakkının kullanımını konu alan ve toplumun tamamını
ilgilendiren bir düzenlemenin katılımcı süreçler iĢletilerek yasalaĢması, demokratik
devlet olmanın gereğidir.
SayıĢtayı konu alan düzenlemelerde bu gereklilik sadece ilkesel bir tutum veya
kuramsal bir ön kabul değil, aynı zamanda yasal bir zorunluluktur. 832 sayılı SayıĢtay
Kanununun 19 uncu maddesindeki, SayıĢtaya iliĢkin kanun tasarı ve tekliflerinde
SayıĢtay Genel Kurulunun görüĢünün alınacağına iliĢkin hüküm, 6085 sayılı SayıĢtay
Kanununun 25 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (ç) bendinde, Genel Kurul,
“SayıĢtaya iliĢkin kanun tasarısı ve teklifleri hakkında görüĢ bildirir.” Ģeklinde
kurallaĢtırılmıĢtır. Bu düzenlemenin kaynağını, Anayasanın 160 ıncı maddesiyle
SayıĢtaya verilen görevlerin Anayasal sistem içindeki öneminden aldığında kuĢku
yoktur.
Bu açık hükme rağmen, 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı
SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkra, SayıĢtay Genel
Kurulundan görüĢ alınmadan yasalaĢtırılmıĢtır.
SayıĢtay BaĢkanlığı tarafından yapılan 25.06.2012 tarih ve YBY.2012/37 sayılı
Duyuruda aynen,
“Bir grup milletvekili tarafından hazırlanarak TBMM BaĢkanlığına sunulan „Bazı
Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi‟nin 27 nci (komisyondan çıkan
Ģekliyle 39 uncu) maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanunu‟nun 35 inci maddesine bir
fıkra eklenmesi teklif edilmiĢtir. Anılan maddenin hazırlanmasından önce ve hazırlık
safhasında SayıĢtay BaĢkanlığına herhangi bir bilgi verilmemiĢ, görüĢ sorulmamıĢ,
dolayısıyla bu teklif metnine hiçbir katkımız olmamıĢtır.
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda teklifin görüĢülmeye baĢlanmasından
sonra, 19.06.2012 tarihinde saat 16.38‟de gelen fax mesajıyla, 20.06.2012 ÇarĢamba
günü saat 14.00‟de teklifin görüĢülmesinde hazır bulunmamız bildirilmiĢtir. Teklifin
hazırlanma yöntemine ve ayrıca içeriğine katılmamızın mümkün olmaması nedeniyle,
o tarihte yurtdıĢında bulunan BaĢkanımızın da bilgisi dahilinde, tepki olarak
komisyondaki görüĢmelere iĢtirak edilmemiĢtir.
Mensuplarımıza duyurulur.”
denilmiĢtir (EK-1).
SayıĢtay TBMM adına denetim yapan ve yaptığı denetimlerle TBMM‟nin bütçe
hakkını kullanmasına veri ve bulgu sağlayan Anayasal yüksek denetim kurumu ve
hesap mahkemesidir. Bu konumdaki Anayasal bir kurumun yapılan bir yasal
düzenleme hakkındaki eleĢtirilerini resmi bir yazıyla mensuplarına duyurma
noktasına kadar gelmesi son derece düĢündürücüdür.
SayıĢtay‟ın karĢı çıkıĢı, Yasasının açık hükmüne rağmen, görüĢüne baĢvurma
ihtiyacı hissedilmeden SayıĢtay denetimini ortadan kaldıran düzenlemeler
yapılmasıdır. Oysa, SayıĢtay yönetim kuramında olan değiĢimleri ve bunun denetime
yansımalarını yakından takip eden ve bunu içselleĢtiren Türkiye‟nin tek kurumudur.
Ġnternet
sitesine
girildiğinde
görüleceği
üzere
(http://www.sayistay.gov.tr/yayin/yayinsonekleme.asp) bu alandaki yayın listesi,
Türkiye‟nin hiçbir üniversitesinde dahi yoktur.
Söz konusu karĢı çıkıĢ, Osmanlı‟dan miras ve denetim konusunda 150 yıllık bir
birikimin taĢıyıcısı olan Anayasal bir kurumun, adına denetim yaptığı seçilmiĢlerin,
atanmıĢ bürokratların BaĢbakanın inisiyatifiyle kulu haline getirilmelerini içine
sindirememesi Ģeklinde de okunabilir.
6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci
maddesine eklenen (2) numaralı fıkra, katılımcı demokrasinin hukuki metinlere
girmesine ve 6085 sayılı Kanunun 25 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (ç)
bendindeki açık hükme rağmen, SayıĢtay Genel Kurulunun görüĢü alınmadan
yasalaĢtığından, 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı
fıkranın iptali istenen (a) bendine ek olarak (b), (c), (ç) ve (d) bentleri de aynı
gerekçelerle, Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik devlet ilkesi ile Anayasanın
160 ıncı maddesine aykırıdır.
Anayasanın 2 nci maddesinde Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında “hukuk
devleti” ilkesine de yer verilmiĢtir. Hukuk devletinde, Anayasanın açık kurallarıyla
birlikte, hukukun bilinen temel ve evrensel ilkelerine de uygun davranılması gerekir.
Hukuk devleti ilkesi, yasaların kamu yararına dayanması gereğini de
kapsamaktadır. Bu ilkenin anlamı kamu yararı düĢüncesi olmaksızın baĢka deyimle
yalnızca özel çıkarlar veya yalnızca belli kiĢilerin yararına olarak herhangi bir yasa
kuralının konulamayacağıdır.
6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci
maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın, kamu kaynaklarını usulsüz ve savurganca
kullanmayı yönetsel bir hak olarak gören ve hesap verme sorumluluğundan kaçan
yüksek bürokratlar/üst yöneticiler ile yürütme organının yararına ve halkın/kamunun
zararına düzenlendiği açık olduğundan (2) numaralı fıkranın iptali istenen
düzenlemelerinin tamamı Anayasanın 2 nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine de
aykırıdır.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 sayılı Kanunun 45 inci
maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı
fıkrasının (a) bendinin “Söz konusu hesap ve iĢlemler dıĢında kalan diğer iĢlem ve
faaliyetler düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemez. Yapılan düzenlilik
denetiminin kapsamına iliĢkin denetlenen kamu idaresi ile ortaya çıkan
görüĢ farklılıklarının nasıl giderileceği hususu SayıĢtay tarafından çıkarılacak
yönetmelikle düzenlenir.” Ģeklindeki ikinci ve üçüncü tümceleri, Anayasanın 2 nci, 7
nci, 87 nci, 112 nci, 123 üncü ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
b) (b) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci
maddesine eklenen (2) numaralı fıkrasının (b) bendiyle, denetimin yürütülmesi ve
kamu zararının tespitinde; kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin
mali nitelikteki tüm hesap ve iĢlemlerinin denetiminde; yetkili merci ve organlar
tarafından usulüne uygun olarak alınan karar veya yapılan iĢ ve iĢlemlerin mevzuata
ve idarelerce belirlenen hedef ve göstergelere uygun olmasına rağmen, yönetsel
bakımdan gerekliliği, ölçülülüğü, etkililiği, ekonomikliği, verimliliği ve benzeri
gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüĢ ve öneri içeren yerindelik denetimi
sayılabilecek denetim raporu düzenlenemeyeceği; denetim raporlarında, kamu
idaresinin yerine geçerek belirli bir iĢ ve iĢlemin yapılmasını veya belirli bir politikanın
uygulanmasını zorunlu kılacak, kamu idaresinin takdir yetkisini sınırlayacak veya
ortadan kaldıracak görüĢ ve talep içeren rapor düzenlenemeyeceği kuralı
getirilmektedir.
6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 48 inci maddesinde, kamu idarelerinin hesap
ve iĢlemlerinin denetimi sırasında mevzuata aykırılığından dolayı kamu zararına yol
açan bir husus tespit edildiğinde denetçiler tarafından sorumluların savunmaları
alınarak “yargılamaya esas rapor” düzenleneceği belirtildiğine göre, 6085 sayılı
Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (b) bendiyle yapılan
düzenlemeyle “yerindelik denetimi”nin arkasına sığınılarak, SayıĢtayın 5018 sayılı
Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 41 inci, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile
6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 38 inci, 39 uncu, 40 ıncı, 41 inci ve 42 nci maddeleri
gereğince TBMM‟ye sunacağı SayıĢtay Raporlarının içinin boĢaltılmasının ötesinde
TBMM‟ye hiç sunulamaması hatta sunulmaması amaçlanmaktadır.
Yerindelik denetimi, yargı yetkisi kullanan bağımsız mahkemelerin verdikleri
yargı kararlarına iliĢkin hukuksal bir terimdir. Nitekim, Anayasanın “Yargı yolu” baĢlıklı
125 inci maddesinin birinci fıkrasında, idarenin her türlü eylem ve iĢlemlerine karĢı
yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra dördüncü fıkrasında, “Yargı yetkisi, idari
eylem ve iĢlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette
yerindelik denetimi Ģeklinde kullanılamaz. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen
Ģekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve iĢlem
niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.” kuralına
yer verilmiĢtir. Bu bağlamda, SayıĢtay açısından yerindelik denetimi, ancak
sorumluların hesap ve iĢlemlerinin kesin hükme bağlanmasında, baĢka bir anlatımla
yargısal nitelikteki kararlarında söz konusu olabilir.
Oysa, bağımsız denetçilerce yerine getirilen raporlamaya iliĢkin denetimin varlık
nedeni, görüĢ, tavsiye ve taleplerle sonuçlanması ve yasama organı tarafından kabul
görenlerin izlenmesidir. GörüĢ, tavsiye ve talep içermeyen denetim raporu hazırlansın
demek, hiç denetim raporu hazırlanmasın demektir.
Çünkü, denetim, tarihin hiçbir döneminde, hiçbir zaman ve hiçbir yerde kendi
baĢına bir amaç olmamıĢ, daima ve her zaman yönetimin bir unsuru olagelmiĢtir.
Yönetim üzerine yapılan bilimsel çalıĢmaların tamamının hedefi, verimliliği artırmanın
yollarını aramak olmuĢtur.
Geleneksel yönetim kuramları temelini, endüstriyel verimliliği artırmayı
hedefleyen Frederick W. Taylor‟un 1911 yılında yayınlanan Bilimsel Yönetim
Ġlkeleri (The Principles of Scientific Management) isimli makalesinden almakla birlikte
esas olarak Henri Fayol‟un 1925 yılında yayınlanan Genel ve Endüstriyel Yönetim
(General and Ġndustrial Management) kitabındaki POCCC (planning-planlama,
organizing-organizasyon kurma, commanding-yönetme, co-ordinating- koordinasyon
sağlama, controlling-kontrol etme) modeli üzerine kurulmuĢtur.
ABD‟nin yönetsel sorunlarını incelemek ve yapılacak düzenlemeleri önermek
amacıyla kurulan ve Luther H. Gulick‟in de üyesi bulunduğu BaĢkanlık Kamu
Yönetimi Kurulu (President‟s Committee on Administrative Management), tarafından
hazırlanan ve Aralık 1936‟da BaĢkana sunulan raporda, yönetimin ilkeleri
POSDCORB (planning-planlama, organizing-örgütleme, staffing-personel yönetimi,
directing-yönlendirme, co-oordicating-eĢgüdümleme, reporting-denetim, budgetingbütçeleme) olarak belirlenmiĢ; 1937 yılında ise, Luther H. Gulick ve Lyndall Urwick
tarafından yazılan Ġdare ilmi Üzerine Ġncelemeler (Papers on the Science of
Administration) isimli eserde POSDCORB modeli geliĢtirilmiĢtir.
Geleneksel yönetim kuramlarında dahi denetim, sadece hataları arama,
yanlıĢları bulma, sorumlulukları tespit etme ve verimsizliği raporlama üzerine inĢa
edilmemiĢ, denetim raporlarındaki geri bildirimler yoluyla hata, yanlıĢ ve eksikliklerin
giderilmesi ve verimliliğin artırılması için yönetime yol göstermesi iĢlevi de
yüklenmiĢtir.
1970‟lerin petrol krizi sonrasında açığa çıkan küresel krizin reçetesi olarak
piyasaların (para, sermaye, mal, hizmet, dıĢ ticaret, iĢgücü) kuralsızlaĢtırılarak
ekonominin devlet müdahalesinden arındırılması, kamu malvarlığının özelleĢtirilmesi,
sosyal devletin tasfiyesi üzerine oturan ve kar hadlerini küresel düzeyde yükseltmeyi
amaçlayan neoliberal/yenisağ politikalar uygulamaya konmuĢtur.
Neoliberal politikaların egemenliği ile eĢ zamanlı ve ona paralel olarak Yeni
Kamu Yönetimi (YKY) anlayıĢı doğmuĢtur. Refah devleti kuram ve uygulamalarının
temel dayanaklarının ortadan kaldırılması ve kamu yönetiminin serbest piyasa
ekonomisi ile özel sektör felsefesine oturtulmasını misyon edinen YKY anlayıĢı, kamu
yönetimini 3E olarak nitelendirdiği, verimlilik (efficiency), etkililik (effectiveness) ve
tutumluluk (economy) ilkeleri üzerine bina etmiĢtir.
Kamu yönetimindeki paradigma değiĢimi ile birlikte devletin toplumsal
yaĢamdaki rolü “etkin devlet” olarak belirlenmiĢtir. Etkin devlet, toplumsal yaĢamda
devletin klasik fonksiyonlarına geri çekilmesi, hukukun üstünlüğü ve halkın yönetime
katılma olanaklarının artırılması olarak sunulmuĢ ve buradan yeni bir yönetim ve aynı
zamanda kalkınma modeli olarak good governance (iyi yönetiĢim) türetilmiĢtir.
Türkçe‟ye “yönetiĢim” olarak çevrilen “governance” kavramı, halka açık özel
Ģirketlerin üst yönetimi (yönetim kurulu ve CEO) ile hissedarları arasında yaĢanan
yönetim-mülkiyet gerginliğindeki temsile iliĢkin sorunlar ile yönetimin Ģirket kaynakları
ile yürütme gücünü kiĢisel çıkarları doğrultusunda kullanma eğilimlerine karĢı, azınlık
hissedarların da yönetime katılımının öngörüldüğü ve yönetimin tüm iĢ, iĢlem ve
faaliyetlerinin saydamlık ve hesap verebilirlik ilkelerine dayandırılarak Ģirketin ve
hissedarların haklarının güvence altına alınmaya çalıĢıldığı bir yönetim tarzı
bağlamında ortaya çıkmıĢtır.
Bir iĢletme yönetimi tekniği olarak geliĢtirilmiĢ bulunan Ģirket yönetiĢiminden
(corporate governance), Dünya Bankası (DB) bir kalkınma modeli olarak kamusal
yönetiĢimi türetmiĢtir.
DB, “Sub-Saharan Africa: From Crisis to Sustainable Growth” (AĢağı Sahra
Afrikası: Krizden Sürdürülebilir Büyümeye) adındaki 1989 tarihli Raporunda, AĢağı
Sahra Afrika‟sı ülkelerine kullandırdığı yapısal uyum kredilerini etki ve sonuçlarıyla
birlikte değerlendirmiĢ ve yapısal uyum programının baĢarısızlığını, “governance
krizi” ile gerekçelendirerek programın baĢarıya ulaĢarak kalkınmanın sağlanabilmesi
için ekonomik kaynakların yönetimi ile siyasal gücün kullanılma biçiminde “good
governance” önermiĢtir.
DB‟nın 1992 yılında yayınladığı “Governance and Development” (YönetiĢim ve
Kalkınma) isimli raporunda yönetiĢim, “kalkınmak amacıyla, ülkenin ekonomik ve
beĢeri kaynaklarının yönetiminde iktidarın kullanılma biçimi” olarak tanımlanmıĢ ve
katılımcı kamusal yönetiĢim, (i) kamu sektörü reformu, (ii) hesapverebilirlik, (iii)
kalkınmanın yasal çerçevesi, (iv) saydamlık ve bilgilendirme olmak üzere dört temel
ilke üzerine inĢa edilmiĢtir.
DB açısından “iyi yönetiĢim” katılımcı yönetim ile özdeĢtir ve devletin
ekonomik/mali konulardaki kamusal karar alma ve uygulama yapı ve süreçlerine, bu
karar ve uygulamalardan etkilenen kesimlerin fiili katılımlarının sağlanmasına
dayanmaktadır.
YönetiĢim modeli ile yönetim tek boyutlu olmaktan çıkarılarak yöneten ve
yönetilenler için aktif rollerin olduğu birlikteliğe çevrilmiĢtir.
Hesap verebilirlik, yetki verilerek ekonomik kaynak tahsis edilen yönetsel
birimlerin, söz konusu yetkiler ile kaynakları, belirlenen amaç ve hedefler
doğrultusunda ne derece kurallara uygun, verimli, etkili ve tutumlu kullandıklarının
raporlara dayalı olarak ortaya konması sorumluluğudur. Hesap verebilirliğin
sağlanabilmesi için performansa dönük ve sonuç odaklı bir mali yönetim, dıĢsal
performans denetimi ve denetim sonuçlarının değerlendirilmesi sonucu elde edilecek
bulguların mali kararların alınması ve uygulanmasında kullanılmasını öngören
iĢlevsel yapı öne çıkarılmıĢtır.
Saydamlık ilkesi, kamu yönetiminin hesap verebilirliğinin ön Ģartıdır ve “good
governance” modelinde, yönetimin ekonomik ve mali sonuç doğuran tüm iĢ, iĢlem,
eylem ve faaliyetleri ile bunlara iliĢkin karar alma ve uygulama süreçlerinin aleni
olması, kaynak kullananların görev, yetki ve sorumluluklarının önceden belirlenmesi
ve belirlenen amaç ve hedefler ile uygulama ve denetim sonuçlarına iliĢkin bilgilerin
düzenli, anlaĢılabilir ve güvenli bir biçimde raporlanması anlamına gelmektedir.
Bilgilendirme ilkesi ise, özel sektör için yatırılabilir kaynaklar bağlamında hayati
öneme sahip olan istihdam, enflasyon, dıĢ açık gibi makro ekonomik dengeler,
hükümet programları, finansal piyasalar, kamu harcama, vergi, borçlanma, sosyal
yardım ve sosyal güvenlik politikaları gibi iktisat politikası alanlarındaki bugünün yapı,
hedef ve uygulamalarına iliĢkin bilgiler yanında, geleceğe iliĢkin yapı ve hedeflerin ve
bu anlamda hükümetlerin ya da kamu kurumlarının gelecekte ne yapmaya niyetli
olduklarının saydamlık ilkesini tamamlar Ģekilde önceden kamuoyunun bilgisine
sunularak kamunun yükümlülük altına sokulmasını içermektedir.
DB yukarıdaki ilkeler üzerine inĢa ettiği “iyi yönetiĢimi”, öngörülebilir, aleni ve
saydam siyasa oluĢturma sürecine; profesyonel bürokrasiye; eylemlerinden sorumlu
yürütmeye; kamu iĢlerine katılan güçlü bir sivil topluma ve bunların tamamının
hukuka uygun davranmasına vurgu yapan bir kavramsallaĢtırma olarak
tanımlamaktadır.
DB tarafından geliĢtirilen ve süreç içinde Uluslararası Para Fonu (IMF),
Ekonomik Kalkınma ve ĠĢbirliği TeĢkilatı (OECD) ve BirleĢmiĢ Milletler Kalkınma
Programı (UNDP) gibi uluslararası ekonomik ve mali kuruluĢlarca benimsenerek katkı
sağlanan yönetiĢim modeline 1990 sonrasında çok önemli iĢlevler yüklenmiĢtir.
Sovyetler Birliği‟nin çökmesi sonrasında bağımsızlığına kavuĢan ülkelerin Batı‟ya
entegrasyonunun sağlanması ile IMF ve DB‟nın kullandırdığı kredilerde ve
kredilendirdiği ülkelerin uygulamalarının değerlendirilmesinde iyi yönetiĢim modeli
esas alınmıĢtır.
AB‟nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu 2001 yılında “White Paper on
European Governance” (Avrupa YönetiĢimi Beyaz Kitabı) yayınlamıĢ ve yönetiĢimi,
görev ve yetkilerin AB düzeyinde yürütülmesini etkileyen kural, süreç ve davranıĢlar
olarak tanımlayarak saydamlık, katılımcılık, hesap verebilirlik, etkililik ve tutarlılık
olmak üzere beĢ ilke üzerine inĢa etmiĢtir. Beyaz Kitabın önemi, içeriğindeki
yönetiĢim modelinin AB Katılım Süreci müzakerelerinde aranıyor olmasıdır.
Türkiye‟de kamu yönetiminin yeniden yapılandırılmasının yapı taĢları olan
bağımsız düzenleyici ve denetleyici kurullara iliĢkin yasalar ile “Kamu Yönetimi
Reformu” kapsamında yasalaĢan özellikle 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu,
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, 5216 sayılı BüyükĢehir
Belediyesi Kanunu, 5253 sayılı Dernekler Kanunu, 5302 sayılı Ġl Özel Ġdaresi
Kanunu, 5355 sayılı Mahalli Ġdare Birlikleri Kanunu, 5393 sayılı Belediye Kanunu,
5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının KuruluĢu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında
Kanun, 6085 sayılı SayıĢtay Kanunu, 6328 sayılı Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu
ile 5227 sayılı Kamu Yönetiminin Temel Ġlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması
Hakkında Kanun, yönetiĢim modeli esas alınarak hazırlanmıĢtır.
Bu yasalar içinde yönetiĢim modelini bütünüyle yansıtan ve ilkeleriyle birlikte
taĢıyan iki yasadan, kamu mali yönetimi ve kontrolünü düzenleyen 5018 sayılı Kanun
yürürlüğe girerken; kamu idaresi ile yönetimini konu alan 5227 sayılı Kanun ise Sayın
CumhurbaĢkanının 3 Ağustos 2004 tarihinde kısmen veto ederek TBMM‟ye iade
etmesi nedeniyle yürürlüğe girmemiĢtir.
Stratejik planlama, performans programı, orta vadeli program, orta vadeli mali
plan, performans esaslı bütçe, çok yıllı bütçeleme, faaliyet raporu, mali istatistik, iç
kontrol, dıĢ denetim gibi yapı ve süreçler ile mali saydamlık, hesap verebilirlik,
katılımcılık gibi ilkeler hukuk sistemi ile mali literatürümüze 5018 sayılı Kanunla
girmiĢtir. Dahası, söz konusu yapı ve süreçler, DB‟nın “good governance”
modelinden aynen alınırken, ilkeleri birebir örtüĢmenin yanında aynı anlam ve iĢlevler
yüklenmiĢtir.
Mali mevzuatın Anayasası olarak nitelendirilen ve kamu mali yönetimi ile mali
kontrolünü konu edinen 5018 sayılı Kanunun “Amaç” baĢlıklı 1 inci maddesindeki,
“Bu Kanunun amacı, kalkınma planları ve programlarda yer alan politika ve hedefler
doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir Ģekilde elde edilmesi
ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak üzere, kamu malî
yönetiminin yapısını ve iĢleyiĢini, kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını,
tüm malî iĢlemlerin muhasebeleĢtirilmesini, raporlanmasını ve malî kontrolü
düzenlemektir.” ifadeleri bu saptamayı doğrulamaktadır.
Mali sistemin temelini oluĢturan aĢağıdaki hükümler, “good governance”
modelinin ilkeleriyle birebir örtüĢmektedir:
“Saydamlık” ve “bilgilendirme” ilkeleri bağlamında; her türlü kamu kaynağının
elde edilmesi ve kullanılmasında denetimin sağlanması amacıyla kamuoyunun
zamanında bilgilendirilmesi (md. 7/1); ve bu amaçla; görev, yetki ve sorumlulukların
açık olarak tanımlanması (7/1-a), hükümet politikaları, kalkınma planları, yıllık
programlar, stratejik planlar ile bütçelerin hazırlanması, yetkili organlarda
görüĢülmesi, uygulanması ve uygulama sonuçları ile raporların kamuoyuna açık ve
ulaĢılabilir olması 7/1-b), genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri tarafından
sağlanan teĢvik ve desteklemelerin bir yılı geçmemek üzere belirli dönemler itibarıyla
kamuoyuna açıklanması 7/1-c) mali saydamlık ilkesinin; merkezî yönetim bütçesinin
hazırlanma sürecinin, Bakanlar Kurulunun kalkınma planları, stratejik planlar ve genel
ekonomik koĢulların gerekleri doğrultusunda makro politikaları, ilkeleri, hedef ve
gösterge niteliğindeki temel ekonomik büyüklükleri de kapsayacak Ģekilde Devlet
Planlama TeĢkilatı MüsteĢarlığınca hazırlanan orta vadeli programı kabul etmesiyle
baĢlaması (md. 16/2); ve orta vadeli program ile uyumlu olmak üzere, gelecek üç yıla
iliĢkin toplam gelir ve gider tahminleri ile birlikte hedef açık ve borçlanma durumu ile
kamu idarelerinin ödenek teklif tavanlarını içeren ve Maliye Bakanlığı tarafından
hazırlanan orta vadeli malî planın, Yüksek Planlama Kurulu tarafından karara
bağlanması ve orta vadeli program ile mali planın Resmî Gazetede yayımlanması
(md. 16/3) bilgilendirme ilkesinin gereğidir.
“Katılımcılık” ilkesi bağlamında; kamu idareleri; kalkınma planları, programlar,
ilgili mevzuat ve benimsedikleri temel ilkeler çerçevesinde geleceğe iliĢkin misyon ve
vizyonlarını oluĢturmak, stratejik amaçlar ve ölçülebilir hedefler saptamak,
performanslarını önceden belirlenmiĢ olan göstergeler doğrultusunda ölçmek ve bu
sürecin izleme ve değerlendirmesini yapmak amacıyla katılımcı yöntemlerle stratejik
plan hazırlamakla yükümlüdürler (md. 9/1).
“Hesapverebilirlik” ilkesi bağlamında; kamu maliyesinin kamu görevlilerinin
hesap verebilmesini sağlayacak Ģekilde uygulanması (md. 5/1-b) ve kamu mali
yönetiminin Türkiye Büyük Millet Meclisinin bütçe hakkına uygun Ģekilde yürütülmesi
kamu maliyesinin temel ilkeleri arasındadır (md. 5/1-d). Öte yandan, her türlü kamu
kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların
etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden, kullanılmasından,
muhasebeleĢtirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli
önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili kılınmıĢ mercilere hesap vermek
zorundadır (md. 8).
“Siyasi hesapverebilirlik” ögesi bağlamında, bakanlar, hükümet politikasının
uygulanması ile bakanlıklarının ve bakanlıklarına bağlı, ilgili ve iliĢkili kuruluĢların
stratejik planları ile bütçelerinin kalkınma planlarına, yıllık programlara uygun olarak
hazırlanması ve uygulanmasından, bu çerçevede diğer bakanlıklarla koordinasyon ve
iĢbirliğini sağlamaktan sorumludur (md. 10/1). Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili,
ekonomik ve verimli kullanılması ile hukuki ve mali konularda BaĢbakana ve Türkiye
Büyük Millet Meclisine karĢı sorumludurlar (md. 10/2).
“Yönetsel hesapverebilirlik” ögesi bağlamında; üst yöneticiler, idarelerinin
stratejik planlarının ve bütçelerinin kalkınma planına, yıllık programlara, kurumun
stratejik plan ve performans hedefleri ile hizmet gereklerine uygun olarak
hazırlanması ve uygulanmasından, sorumlulukları altındaki kaynakların etkili,
ekonomik ve verimli Ģekilde elde edilmesi ve kullanımını sağlamaktan, kayıp ve
kötüye kullanımının önlenmesinden, malî yönetim ve kontrol sisteminin iĢleyiĢinin
gözetilmesi, izlenmesi ve bu Kanunda belirtilen görev ve sorumlulukların yerine
getirilmesinden Bakana; mahallî idarelerde ise meclislerine karĢı sorumludurlar
(md.11/2).
“Mali hesapverebilirlik” ögesi bağlamında; harcama yetkilileri, harcama
talimatlarının bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer
mevzuata uygun olmasından, ödeneklerin etkili, ekonomik ve verimli
kullanılmasından ve bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken diğer iĢlemlerden
sorumludur (md. 32/2); gerçekleĢtirme görevlileri, harcama talimatı üzerine; iĢin
yaptırılması, mal veya hizmetin alınması, teslim almaya iliĢkin iĢlemlerin yapılması,
belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini yürütürler
(md. 33/2); gerçekleĢtirme görevlileri, bu Kanun çerçevesinde yapmaları gereken iĢ
ve iĢlemlerden sorumludurlar (md. 33/4); kamu gelirlerinin tarh, tahakkuk, tahsiliyle
yetkili ve görevli olanlar, ilgili kanunlarda öngörülen tarh, tahakkuk ve tahsil
iĢlemlerinin zamanında ve eksiksiz olarak yapılmasından sorumludur (md. 38); kamu
idarelerine ait malları edinme, kiralama, tahsis, yönetim, kullanma ve elden çıkarma
iĢlemleri, mevzuatında öngörülen kurallar dahilinde hizmetin amacına uygun olarak
verimlilik ve tutumluluk ilkesine göre yapılır. Bu ilkeye aykırı eylem ve iĢlemlerden
doğacak zararlardan, malların yönetimi veya kullanılması hususunda yetki verilenler
sorumludur (md. 48/2).
5018 sayılı Kanunda sadece saydamlık, bilgilendirme, katılımcılık ve
hesapverebilirlik ilkeleri kurallaĢtırılmamıĢ; bunun yanında hesapverebilirliğin
sağlanması için gerekli mekanizmalar da kurulmuĢtur.
Bu bağlamda; Üst yöneticiler ve bütçeyle ödenek tahsis edilen harcama
yetkilileri, hesapverme sorumluluğu çerçevesinde, idarelerinin faaliyet sonuçlarını
gösteren idare faaliyet raporu hazırlayarak kamuoyuna açıklar; merkezi yönetim
kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumları idare faaliyet raporlarının
birer örneğini SayıĢtaya ve Maliye Bakanlığına gönderir (md. 41/1). Mahallî idarelerce
hazırlanan idare faaliyet raporlarının birer örneği SayıĢtay ve ĠçiĢleri Bakanlığına
gönderilir (md. 41/2).
Merkezî yönetim kapsamındaki idareler ile sosyal güvenlik kurumlarının bir malî
yıldaki faaliyet sonuçları, Maliye Bakanlığınca hazırlanacak genel faaliyet raporunda
gösterilir. Bu raporda, mahallî idarelerin malî yapılarına iliĢkin genel
değerlendirmelere de yer verilir. Maliye Bakanlığı, genel faaliyet raporunu
kamuoyuna açıklar ve bir örneğini SayıĢtaya gönderir (41/3).
ĠçiĢleri Bakanlığı, mahallî idarelerce hazırlanan idare faaliyet raporlarını esas
alarak kendi değerlendirmelerini de içeren mahallî idareler genel faaliyet raporunu
hazırlar ve kamuoyuna açıklar. Raporun birer örneği SayıĢtaya ve Maliye Bakanlığına
gönderilir (md. 41/2)
Kesin hesap kanunu tasarısı, muhasebe kayıtları dikkate alınarak, merkezî
yönetim bütçe kanununun Ģekline uygun olarak Maliye Bakanlığınca hazırlanır. Bu
tasarı, bir yıllık uygulama sonuçlarını karĢılaĢtırmalı olarak gösteren
değerlendirmeleri içeren gerekçesiyle birlikte izleyen malî yılın Haziran ayı sonuna
kadar Bakanlar Kurulunca Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur ve bir örneği
SayıĢtaya gönderilir (md. 42/2).
Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî istatistikler, Maliye
Bakanlığınca derlenir. Merkezî yönetim kapsamı dıĢındaki kamu idareleri malî
istatistiklerini belirlenmiĢ ilkelere uygun olarak hazırlar ve belirlenen süreler içinde
Maliye Bakanlığına gönderir (md. 53/1).
Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî istatistikler, Maliye
Bakanlığınca aylık olarak yayımlanır. Sosyal güvenlik kurumları ve mahallî idarelere
ait malî istatistikler ile merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerine ait malî
istatistikler Maliye Bakanlığınca birleĢtirilerek, genel yönetim kapsamındaki kamu
idarelerine ait malî istatistikler elde edilir ve üçer aylık dönemler itibarıyla yayımlanır
(md. 53/2).
Öte yandan, 5018 sayılı Kanunda SayıĢtay tarafından yapılacak dıĢ denetimin
amacı belirlenmiĢ; türleri genel hatlarıyla ortaya konmuĢ; TBMM‟ye sunacağı raporlar
sayılmıĢ ve TBMM‟nin kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını
görüĢmesi kurallaĢtırılmıĢtır.
SayıĢtay tarafından yapılacak harcama sonrası dıĢ denetimin amacı, genel
yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde,
yönetimin malî faaliyet, karar ve iĢlemlerinin; kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve
planlara uygunluk yönünden incelenmesi ve sonuçlarının Türkiye Büyük Millet
Meclisine raporlanmasıdır (md. 68/1).
Düzenlilik denetimi, genel kabul görmüĢ uluslararası denetim standartları
dikkate alınarak; kamu idaresi hesapları ve bunlara iliĢkin belgeler temelinde, malî
tabloların güvenilirliği ve doğruluğuna iliĢkin malî denetim ile kamu idarelerinin gelir,
gider ve mallarına iliĢkin malî iĢlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere
uygun olup olmadığının tespiti suretiyle gerçekleĢtirilir (md. 68/2-a).
Performans denetimi, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli olarak
kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi suretiyle gerçekleĢtirilir (md. 68/2-b-tümcenin
ilk kısmı).
Performans ölçümü, faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve performans bakımından
değerlendirilmesi suretiyle gerçekleĢtirilir (md. 68/2-b-tümcenin ikinci kısmı).
SayıĢtay, merkezî yönetim kapsamındaki kamu idareleri için düzenleyeceği
genel uygunluk bildirimini, kesin hesap kanun tasarısının verilmesinden baĢlayarak
en geç yetmiĢ beĢ gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar.
Genel uygunluk bildirimi; dıĢ denetim raporları, idare faaliyet raporları ve genel
faaliyet raporu dikkate alınarak hazırlanır.
Kesin hesap kanunu tasarısı ve genel uygunluk bildiriminin Türkiye Büyük Millet
Meclisine verilmiĢ olması, ilgili yıla ait SayıĢtayca sonuçlandırılmamıĢ denetimleri
önlemez ve hesapların kesin hükme bağlandığı anlamına gelmez (md. 43).
SayıĢtay denetimleri sonucunda düzenlenen düzenlilik denetimi, performans
denetimi ve performans ölçümü raporları, idareler itibariyle bir araya getirilir ve bir
örneği ilgili kamu idaresine verilerek üst yönetici tarafından cevaplandırılır (md. 68/4ilk tümce).
SayıĢtay, denetim raporları ve bunlara verilen cevapları dikkate alarak
düzenleyeceği dıĢ denetim genel değerlendirme raporu (md. 68/4-ikinci tümce) ile
mahalli idarelerin raporları hariç idare faaliyet raporlarını, mahallî idareler genel
faaliyet raporunu ve genel faaliyet raporunu, dıĢ denetim sonuçlarını dikkate alarak
görüĢlerini de belirtmek suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisine sunar (md. 41/4-ilk
tümce).
Bir yıla ait malî istatistikler izleyen yılın Mart ayı içinde; hazırlanma,
yayımlanma, doğruluk, güvenilirlik ve önceden belirlenmiĢ standartlara uygunluk
bakımından SayıĢtay tarafından değerlendirilir ve bu amaçla düzenlenen
değerlendirme raporu Türkiye Büyük Millet Meclisine ve Maliye Bakanlığına
gönderilir. Bu raporda yer alan değerlendirmelere iliĢkin olarak Maliye Bakanı gerekli
önlemleri alır (md. 54).
SayıĢtay‟ın dıĢ denetim (düzenlilik denetimi, performans denetimi ve
performans ölçümü) sonuçlarını dikkate alarak görüĢlerini de belirtmek suretiyle
Türkiye Büyük Millet Meclisine sunduğu, idare faaliyet raporları, mahallî idareler
genel faaliyet raporu ve genel faaliyet raporu ve değerlendirmeler çerçevesinde
TBMM, kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu
idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüĢür. Bu görüĢmelere üst
yönetici veya görevlendireceği yardımcısının ilgili bakanla birlikte katılması
zorunludur (md. 41/4-ikinci tümce).
Ġptali istenen düzenleme ile 5018 sayılı Kanunla kurulan hesapverebilir kamu
mali yönetimi sistemi, SayıĢtay denetimine getirilen ölçüsüz sınırlama üzerinden bir
bütün olarak çökertilmektedir.
Sayın BaĢbakan sık sık, “SeçilmiĢleri atanmıĢlara kul etmeyiz.” cümlesini dile
getirmektedir. Gerçekte ise AKP iktidarlarının seçilmiĢleri BaĢbakan üzerinden
atanmıĢların kulu haline getirdiği apaçık bir gerçekliktir. Bunun en belirgin örneğini
6085 sayılı SayıĢtay Kanunu ile anılan Kanunda yapılan ve iptali istenen değiĢiklikler
oluĢturmaktadır.
832 sayılı SayıĢtay Kanununa 04.07.1996 tarihli ve 4149 sayılı Kanunun 8 inci
maddesiyle eklenen ek 10 uncu maddeye dayanarak SayıĢtay tarafından INTOSAI
Denetim Standartlarına göre hazırlanan Türkiye‟de Ġçme Suyu Yönetimi, Türkiye‟de
Gıda Denetimi, TÜBĠTAK‟ın AR-GE Destek Faaliyetleri, Karadeniz Sahilyolu Projesi,
Deriner Barajı Projesi ve Türkiye‟de Hafif Raylı Sistemler isimlerini taĢıyan 6 adet
performans denetimi raporunun hazırlanması ve kurum görüĢlerinin alınması için ilgili
kamu kurumlarına gönderilmesi aĢamasında, raporlarda yer alan kaynakların
ekonomik, verimli ve etkin kullanılmadığı saptamaları yanında çok büyük miktarlara
varan kamu zararları oluĢtuğuna yönelik bulgulardan yüksek bürokrasi ile yürütme
organının haberi olması üzerine, yüksek bürokratlar ile yürütme organının istem ve
yönlendirmesiyle 6085 sayılı Kanunun TBMM Genel Kurulunda görüĢülmesi
sırasında AKP Grup BaĢkanvekillerinin verdiği bir önergeyle SayıĢtay‟ın 1996
yılından bu yana sürdürdüğü performans denetimi yapma ve dolayısıyla TBMM‟nin
yürütme organını kamu kaynaklarının verimli, etkili ve tutumlu kullanma sorumluluğu
bağlamında denetleme yetkisi TBMM‟nin AKP‟li üyelerinin oylarıyla elinden alınmıĢtır.
BaĢka bir anlatımla TBMM, yürütme organı ile idareyi kamu kaynaklarının verimli,
etkili ve tutumlu kullanma sorumluluğu bağlamında denetleme yetkisini, yürütme
organı ile yüksek bürokratları öyle istiyor ve BaĢbakan da bunu tasvip ediyor diye
kullanmaktan vaz geçmiĢtir.
6085 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ve dolayısıyla SayıĢtay‟ın 6085 sayılı
Kanunda TBMM‟ye sunulması öngörülen raporlar bağlamında kamu idareleri
nezdinde “düzenlilik denetimi” yapmaya baĢlayarak çok önemli denetim bulgularına
ulaĢmasıyla birlikte ise, bu defa yine yüksek bürokrasi ile yürütme organının talepleri
doğrultusunda SayıĢtay‟ın düzenlilik denetimine bırakınız Anayasa ile INTOSAI
Denetim Standartlarını, en ilkel yönetim ve denetim anlayıĢına sığmayan sınırlamalar
getirilerek SayıĢtay denetimi ve dolayısıyla yürütme organının yasama organına
hesap verme sorumluluğu ile yasama organının, yürütmenin bildirimleri ve SayıĢtay
raporları üzerinden yürütmenin hesap verme sorumluluğunu görüĢmesi, adı olan
fakat kendisinin esamisi okunmayan bir sıradanlığa indirgenmiĢtir.
Bilinen tarihsel bir gerçeği yinelemekte yarar bulunmaktadır: Parlamentolar,
savurgan ve keyfi harcamalarda bulunan yürütme makamlarına karĢı vergi
mükelleflerinin temsilcileri olarak doğmuĢ ve bu iĢlevlerini kabul ettirerek var
olabilmiĢlerdir. Günümüzün temsili demokrasilerinin temelinde, halkın temsilcilerinin
kamu gelir ve giderlerinin saptanmasında söz ve karar sahibi olabilmek ve hesap
verebilir bir kamu yönetimi oluĢturabilmek için yürütme makamlarına karĢı bütçe
hakkı bağlamında sürdürdükleri mücadele yatmaktadır.
Halktan toplanan vergilerin nasıl harcandığını denetleme hakkı demokratik
yönetimlerin temel taĢlarından biridir. Tüm demokrasilerde olduğu üzere Türkiye‟de
de bu denetimin yurttaĢlar adına onlar tarafından seçilmiĢ temsilciler, Parlamento
üyeleri tarafından gerçekleĢtirilmesi gerekir.
Hükümetin parayı toplamadan, ödünç almadan veya harcamadan önce
Parlamentonun onayını alması; kamu gelirlerini harcadıktan sonra ise, bunları
Parlamentonun verdiği izin çerçevesinde, doğru miktarlarda, mevzuata uygun
Ģekilde, verimli, etkin ve tutumlu harcadığını gösterebilmesi gerekir.
Hükümetin iĢ, iĢlem, faaliyet ve eylemlerine yönelik olarak parlamentoya
raporlama ve yanıt verme yükümlülüğü hesap verme sorumluluğu olarak
adlandırılmaktadır.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83,
K.2010/121 sayılı Kararında da belirtildiği üzere, “Yasama organının, halk adına
kamu gelirlerini toplama ve yine halk adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme
organına sınırları belirleyerek yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesine bütçe hakkı
denilmektedir. (…) Bu hak, demokratik parlamenter yönetim sistemini benimsemiĢ
olan ülkelerde, halk tarafından seçilen temsilcilerden oluĢan ve en yetkili organ olan
yasama organına ait bulunmaktadır. Bütçe, hükümetin Meclis‟e karĢı temel
sorumluluk mekanizmasıdır. (…)
Bütçe yapısının fonksiyonunu ifa edebilmesi, temel bütçe ilkelerine uyulması ile
mümkün olmaktadır. Bütçe ilkeleri; bütçenin hazırlanması, görüĢülüp onaylanması,
uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili olarak göz önünde bulundurulması gereken
kuralları ifade eder. Bu ilkeler, devlet bütçelerinin temel özellikleri ve amaçlarının
gerçekleĢmesi için uygulanması zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul
görmüĢ klasik maliye biliminin ilkeleridir.”
Bütçe uygulamaları ile yürütme organının bütçe uygulama sonuçlarına iliĢkin
bildirimlerinin denetiminin özel uzmanlık gerektirmesi nedeniyle, tüm demokratik
ülkelerde SayıĢtaylar kurulmuĢ ve yasama organı bütçe hakkından kaynaklanan
yürütmenin hesap verme sorumluluğunu SayıĢtay raporlarını temel alarak
denetlemiĢtir.
Anayasa Mahkemesinin yukarıda yer verilen kararında belirtildiği üzere, nasıl ki
bütçenin hazırlanması, görüĢülüp onaylanması, uygulanması ve denetlenmesi ile ilgili
bütçenin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleĢmesi için uygulanması zorunlu
olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüĢ ilkeler var ise parlamento denetimine
bulgu ve veri sağlayan SayıĢtay denetimi konusunda da uluslararası alanda kabul
edilmiĢ temel ilke ve standartlar vardır.
Bunların baĢında Uluslararası SayıĢtaylar Örgütü (INTOSAI) Denetim
Standartları gelmektedir.
INTOSAI, SayıĢtay denetimini geliĢtirmek ve ilerletmek, üyeleri arasında bilgi ve
deneyim paylaĢımı sağlamak, SayıĢtay denetimleri için kurumsal çerçeve ve
standartlar oluĢturmak üzere Küba SayıĢtay BaĢkanının giriĢimi üzerine 34
SayıĢtay‟ın katılımıyla 1953 yılında kurulmuĢtur.
Özerk ve siyasetten bağımsız bir organizasyon olan INTOSAI‟nin BirleĢmiĢ
Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi (ECOSOC)‟ne özel danıĢmanlık statüsü
bulunmakta ve günümüzde aralarında asıl üye olarak Türkiye‟nin de yer aldığı 190
asıl ve 4 bağlı üyesi bulunmaktadır.
INTOSAI Denetim Standartları‟ndan 1.0.40 nolu DS;
“Performans denetimi, verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun denetimi ile ilgili olup
Ģunları kapsar:
a) Ġdari faaliyetlerinin tutumluluğunun sağlıklı idari prensip ve uygulamalar ile
yönetim politikalarına göre denetlenmesi;
b) Ġnsan, mali ve diğer kaynakların kullanımındaki verimliliğin, bilgi sistemleri,
performans ölçüleri ve gözetim düzenlemeleri ve denetlenen kurumlarca belirlenen
eksiklikleri gidermek için izlenen yöntemlerin incelenmesi de dahil olmak üzere
denetlenmesi;
c) Denetlenen kuruluĢların hedeflerine ulaĢma yönündeki performanslarının
etkinliğinin ve kurum faaliyetlerinin yarattığı gerçek etkinin amaçlanan etkiyle
kıyaslanmak suretiyle denetlenmesi.”
Ģeklindedir.
Performans denetimi, verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun bilimsel bir metodoloji
temelinde değerlendirilmesidir ve denetimin metodolojik çerçevesi ile nasıl yapılacağı
INTOSAI Performans Denetimi Rehberi ile ortaya konmuĢtur.
Türk SayıĢtayının INTOSAI Denetim Standartları ve metodolojisi temelinde
performans denetimi yapma yetkisi, 6085 sayılı Kanunla elinden alınmıĢ ve söz
konusu düzenlemenin iptali için CHP Anayasa Mahkemesine iptal davası açmıĢtır.
Ġptal davası bugüne kadar sonuçlanmamıĢtır.
SayıĢtayın performans denetimi yapma yetkisinin elinden alınması; verimlilik,
etkinlik ve tutumluluğu INTOSAI‟nın 1.0.40 nolu DS ve INTOSAI Performans
Denetimi Uygulama Rehberindeki metodoloji çerçevesinde denetleyemeyeceği
Ģeklinde anlaĢılabilirse de bu durum SayıĢtayın verimlilik, etkinlik ve tutumluluğu hiç
değerlendiremeyeceği anlamına gelmemektedir.
Çünkü, 5018 sayılı Kanunun 1 inci maddesinde, Kanunun amacı “kamu
kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli bir Ģekilde elde edilmesi ve kullanılmasını,
hesap verebilirliği ve malî saydamlığı sağlamak” Ģeklinde ortaya konmuĢ; 5 inci
maddesinin (b) bendinde kamu maliyesinin kamu görevlilerinin hesap verebilmelerini
sağlayacak Ģekilde uygulanacağı, (d) bendinde, kamu mali yönetiminin TBMM‟nin
bütçe hakkına uygun Ģekilde yürütüleceği, (g) bendinde, kamu idarelerinin mal ve
hizmet üretimi ile ihtiyaçlarının karĢılanmasında, ekonomik veya sosyal verimlilik
ilkelerine uygun olarak maliyet-fayda veya maliyet-etkinlik ile gerekli görülen diğer
ekonomik ve sosyal analizlerin yapılmasının esas olduğu kanunun temel ilkeleri
arasında sayılmıĢ; 8 inci maddesinde, her türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve
kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve
hukuka
uygun
olarak
elde
edilmesinden,
kullanılmasından,
muhasebeleĢtirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye kullanılmaması için gerekli
önlemlerin alınmasından sorumlu ve yetkili kılınmıĢ mercilere hesap vermekle
yükümlü kılınmıĢ; 10 uncu maddesinin ikinci fıkrasında, Bakanlar, kamu
kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılmasından baĢbakana ve TBMM‟ne
karĢı sorumlu tutulmuĢtur.
Ayrıca, 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun “Sorumlular ve sorumluluk halleri”
baĢlıklı 7 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasında, bu Kanunun sorumlular ve
sorumluluk halleri uygulamasında 5018 sayılı Kanunda belirtilen sorumlular ve
sorumluluk hallerinin esas olduğu belirtildikten sonra (2) numaralı fıkrasında, “Her
türlü kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar;
kaynakların etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun olarak elde edilmesinden,
kullanılmasından,
muhasebeleĢtirilmesinden,
raporlanmasından
ve
kötüye
kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur. Bu sorumluluğun
yerine getirilip getirilmediği Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulacak SayıĢtay
raporlarında belirtilir. Kamu zararına sebep olunan durumlar ise bu zararın tazminine
iliĢkin hükme bağlama iĢlemi ile sonuçlandırılır.” denilirken; (5) numaralı fıkrasında
ise, Bakanların, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması ile hukuki
ve mali konularda BaĢbakana ve Türkiye Büyük Millet Meclisine karĢı sorumlu
oldukları kuralına yer verilmiĢtir.
Yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan karar veya
yapılan iĢ ve iĢlemlerin mevzuata uygun olması genel kuraldır ve mevzuata aykırı
karar, iĢ, iĢlem veya faaliyetlerden dolayı bir kamu zararı oluĢmuĢ ise, 6085 sayılı
Kanunun 48 inci maddesine göre denetçiler tarafından sorumluların savunmaları
alınarak “Yargılamaya esas rapor” düzenlenmesi ve 49 uncu maddesine göre de
yargılama dairelerinde hükme bağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla, mevzuata
aykırılıktan kaynaklanan kamu zararı, bakanlar ile üst yöneticilerin hesap verme
sorumluluklarına konu oluĢturmamaktadır.
Hesap verme sorumluluğuna iliĢkin olarak 5018 sayılı Kanunun 8 inci, 10 uncu
ve 11 inci maddesindeki hükümler ile 6085 sayılı Kanunun 7 nci maddesindeki
hükümler, hesap verme sorumluluğunun kapsamına etkili, verimli ve ekonomiklik
ölçütlerini aldığı; SayıĢtay raporlarına iliĢkin olarak 5018 sayılı Kanunun 41 inci, 43
üncü, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile 6085 sayılı Kanunun 38 inci, 39 uncu, 40 ıncı,
41 inci ve 42 nci maddelerindeki hükümlerde verimlilik, etkililik ve ekonomiklik
denetim kriteri olarak belirlendiği; TBMM‟nin yürütmenin hesap verme sorumluluğunu
görüĢmesine iliĢkin olarak 5018 sayılı Kanunun 41 inci maddesinin dördüncü fıkrası
ile 6085 sayılı Kanunun 38 inci maddesinin (4) numaralı fıkrasındaki hükümler,
SayıĢtay tarafından TBMM‟ne sunulacak SayıĢtay raporlarında kamu kaynaklarının
etkili, ekonomik ve verimli kullanılması bağlamında değerlendirmeler (görüĢ, öneri ve
talepler) yer almasını öngördüğü için; yetkili merci ve organlar tarafından usulüne
uygun olarak alınan karar veya yapılan iĢ ve iĢlemlerin mevzuata uygun olmasına
rağmen, SayıĢtayın yönetsel bakımdan gerekliliği, ölçülülüğü, etkililiği, ekonomikliği,
verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüĢ, öneri ve
talepler içeren raporlar sunması hukuksal bir zorunluluktur.
Mevzuata aykırılıklar 6085 sayılı Kanunun 48 inci maddesine göre zaten
yargılamaya esas raporun konusunu oluĢturacağından, aksine düzenleme
SayıĢtay‟ın 5018 ve 6085 sayılı Yasalarda yer alan görevlerini yapmamasını ve
TBMM‟ye SayıĢtay raporu sunmamasını amaçlamaktadır.
Öte yandan, INTOSAI‟nin 1.0.41 nolu DS; “Uygulamada düzenlilik ve
performans denetimi üst üste gelebilir. Bu durumlarda sınıflandırma, yapılan
denetimin ana amacına dayandırılacaktır.”
Ģeklinde iken;
1.0.43 nolu DS; “Bazı ülkelerde yürürlükteki anayasa veya ilgili yasalar her
zaman SayıĢtaya, yürütmenin mali yönetiminin etkinlik ve verimliliğini denetleme
yetkisi vermemektedir. Bu durumlarda idari kararların uygunluğu ve yararı ile
yönetimin etkinliğinin değerlendirilmesi, yönetim hizmetlerinin organizasyonu görevini
üstlenmiĢ olan ve yasama organı önünde yönetimlerinden ötürü sorumlu bulunan
Bakanlar içindir. Bu Ģartlarda yapılan SayıĢtay denetimlerini, düzenlilik ve yasallık
denetimlerinin ötesinde “iyi yönetim denetimi” Ģeklinde ifade etmek uygun olacaktır.
Böyle bir denetimin amacı; mali kaynakların kullanımındaki etkinlik ve verimliliğin
eleĢtirel bir yaklaĢımla incelenmesinden çok, sağlıklı yönetim prensipleri ıĢığında
kamu harcamaları analizi yapmaktır. Denetimin iki türü olan düzenlilik denetimi ve
yönetim denetimi, karĢılıklı olarak birbirini güçlendirdiği için, bu iki tip denetim pratikte
aynı anda yürütülebilir ve düzenlilik denetimi yönetim denetimine zemin hazırlarken,
yönetim denetimi de düzensizliğe sebebiyet veren durumları düzeltebilir.”
Ģeklindedir.
Ayrıca, INTOSAI‟nin 1.0.44 nolu DS‟nda; “Kamusal hesap verme sorumluluğu;
SayıĢtaya tanınan yetkiler, SayıĢtayı tüm kamu kurumlarında, düzenlilik ve
performans denetimini yürütmekle veya yürütülen denetimi yönlendirmekle yetkili
kıldığı ölçüde geliĢmiĢ olacaktır.” denilerek, verimlilik, etkinlik ve tutumluluğun
değerlendirilmesi ile kamusal hesap verme sorumluluğu arasındaki doğrusal iliĢki
açıkça ortaya konulmuĢtur.
Bu bağlamda, SayıĢtayın 5018 sayılı Kanun ile 6085 sayılı Kanunlarda
öngörülen etkinlik, verimlilik ve tutumluluğu performans denetimi metodolojisi
çerçevesinde olmasa da uygulamada düzenlilik ve performans denetiminin üst üste
gelebilme özelliği karĢısında ve kamu idarelerinin mal ve hizmet üretimi ile
ihtiyaçlarının karĢılamasında esas olan ekonomik ve sosyal verimlilik ilkelerine uygun
olarak yapacakları maliyet-fayda veya maliyet-etkinlik ile gerekli görülen diğer
ekonomik ve sosyal analizler temelinde en azından “sağlıklı yönetim prensipleri
ıĢığında kamu harcamaları analizi yapmak” suretiyle düzenlilik denetimi kapsamında
yapması, hem 5018 sayılı Kanun ile 6085 sayılı Kanunun zorunlu bir sonucu, hem de
INTOSAI Denetim Standartlarının bir gereğidir.
Diğer taraftan, INTOSAI‟nin 1.0.45 nolu DS: “Temel denetim prensipleri:
„SayıĢtaylar performans ölçülerinin geçerliliğini denetleyecek teknikler geliĢtirmelidir.‟
Ģartını koyar.”
Ģeklinde iken;
1.0.46 nolu DS: “Denetçilerin giderek geniĢleyen denetim rolleri onları,
denetlenen kurumların makul ve geçerli performans ölçüleri kullanıp kullanmadıklarını
denetleyebilecek teknikler ve metodolojiler geliĢtirmeye iter. Denetçiler bunun için
diğer disiplinlerdeki metodoloji ve tekniklerden faydalanmalıdırlar.”
biçimindedir.
Bu bağlamda, SayıĢtaya idarelerin hazırladığı hedefler ile performans ölçü ve
göstergelerine göre performans/faaliyet raporlarındaki bilgilerin/verilerin mali denetim
metodolojisine göre doğrulanmasıyla sınırlı bir görev yüklenmesi, SayıĢtayı TBMM
adına denetim yapan ve yürütmenin hesap verme sorumluluğunun SayıĢtay raporları
üzerinden görüĢülmesini sağlayan Anayasal bir denetim kurumu olmaktan çıkararak,
idarelerin noteri konumuna indirgeyen ve dolayısıyla 160 ıncı maddesi yanında
INTOSAI Denetim Standartlarıyla bağdaĢmayan bir durumdur.
Ġdarelerin hazırladıkları faaliyet raporları ve bu raporlardaki veriler, idarelerin
oluĢturdukları performans ölçüm sistemlerinin etkinliği ve verimliliği; performansın her
açıdan ölçülüp ölçülmediği; performans göstergelerinin doğru Ģeyleri ölçüp ölçmediği;
amaç, hedef, performans ölçüleri ve çıktıların/sonuçların birbirleriyle bağlantı ve
uyum derecesi; hedeflerin uygunluğu ve somutluğu; performans bilgisinin güvenirliği;
performans ölçülerinin geçerliliği ve elveriĢliliği, vb. yönlerden SayıĢtay denetimine
konu oluĢturmayacaklar ve SayıĢtay tarafından TBMM‟ye sunulacak raporlar,
SayıĢtay denetimi sonucunda ulaĢılan bulgulara dayalı olarak geliĢtirilecek görüĢ,
öneri ve talepleri içermeyecek ise, TBMM‟nin bütçe hakkı kapsamında TBMM adına
yapılan SayıĢtay denetiminin hiçbir anlamı, iĢlevi ve gereği kalmamaktadır. Bu
durumda idarelerin faaliyet raporlarını doğrudan TBMM‟ye sunmaları, faaliyet
raporlarının SayıĢtay tarafından hiç denetlenmemesi ve dolayısıyla SayıĢtay adıyla
bütçeden ödenek tahsis edilen bir kurumun da olmaması gerekir.
Anayasanın 87 nci maddesinde, Bakanlar Kurulunu ve bakanları denetlemek
Türkiye Büyük Millet Meclisinin yetkileri arasında sayılırken; “Görev ve siyasi
sorumluluk” baĢlıklı 112 nci maddesinin birinci fıkrasında, BaĢbakanın Bakanlar
Kurulunun baĢkanı olarak Bakanlıklar arasında iĢbirliğini sağlayacağı ve hükümetin
genel siyasetinin yürütülmesini gözeteceği ve Bakanlar Kurulunun bu siyasetin
yürütülmesinden birlikte sorumlu olduğu kuralına yer verilmiĢ; 160 ıncı maddesinde
ise, SayıĢtayın merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal
güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına denetleyeceği belirtilmiĢtir.
Siyaset olgusu, Antik Yunan‟dan günümüze kadar toplumsal kaynakların üretimi
ve bölüĢümünü içeren bir çizgi üzerinde yürümüĢ ve siyasetin konusunu devlet
iktidarının ele geçirilerek kullanılması oluĢturmuĢtur.
Bu bağlamda, Anayasanın 112 nci maddesinde sözü edilen hükümetin genel
siyasetinin en önemli unsurunu bütçe oluĢturmakta ve Bakanlar Kurulunun birlikte
sorumlu olduğu mercii de yasama organı olmaktadır. Çünkü, hükümetler toplumsal
kaynakların üretimi ve bölüĢümü sürecine bütçe ile müdahale etmekte ve ekonomide
fiyat istikrarının sağlanması, gelir dağılımının düzeltilmesi, yatırımların teĢvik
edilmesi, ekonomik büyümenin sağlanması gibi iktisat ve maliye politikaları kaynağını
ve hukuksal temelini bütçeden almaktadır. Bütçe hakkı ise parlamentonundur ve
Anayasa Mahkemesinin 30.12.2010 günlü ve E.2008/83, K.2010/121 sayılı Kararında
da belirtildiği üzere, “Yasama organının, halk adına kamu gelirlerini toplama ve yine
halk adına bu gelirleri harcama konusunda yürütme organına sınırları belirleyerek
yetki vermesi ve sonuçlarını denetlemesine bütçe hakkı denilmektedir.”
6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı Kanununun 35 inci
maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (b) bendindeki, kamu idarelerinin gelir, gider
ve malları ile bunlara iliĢkin mali nitelikteki tüm hesap ve iĢlemlerinin denetiminde;
yetkili merci ve organlar tarafından usulüne uygun olarak alınan karar veya yapılan
iĢ ve iĢlemlerin mevzuata ve idarelerce belirlenen hedef ve göstergelere uygun
olmasına rağmen, yönetsel bakımdan gerekliliği, ölçülülüğü, etkililiği, ekonomikliği,
verimliliği ve benzeri gerekçelerle uygun bulunmadığı yönünde görüĢ ve öneri içeren
yerindelik denetimi sayılabilecek denetim raporu düzenlenemeyeceği ile denetim
raporlarında, kamu idaresinin yerine geçerek belirli bir iĢ ve iĢlemin yapılmasını veya
belirli bir politikanın uygulanmasını zorunlu kılacak, kamu idaresinin takdir yetkisini
sınırlayacak
veya
ortadan
kaldıracak
görüĢ ve
talep
içeren
rapor
düzenlenemeyeceğine iliĢkin hükümler, SayıĢtayın 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi
ve Kontrol Kanununun 41 inci, 54 üncü ve 68 inci maddeleri ile 6085 sayılı SayıĢtay
Kanununun 38 inci, 39 uncu, 40 ıncı, 41 inci ve 42 nci maddeleri gereğince TBMM‟ye
sunacağı SayıĢtay Raporlarının içinin boĢaltılmasının ötesinde TBMM‟ye hiç
sunulamaması hatta sunulmamasını amaçlayarak, TBMM‟nin 5018 sayılı Kanunun
41 inci maddesinin dördüncü fıkrası ile 6085 sayılı Kanunun 38 inci maddesinin (4)
numaralı fıkrasındaki hükümler çerçevesinde yürütmenin hesap verme
sorumluluğunu görüĢmesini engellemeyi öngördüğü için Anayasanın 87 nci ve 112
nci maddesi ile 160 ıncı maddesindeki kurallarla bağdaĢmamaktadır.
Öte yandan, SayıĢtayların raporlarını, iktidarı ve muhalefetiyle siyasetin en
yüksek düzeyde yapıldığı parlamentolara sunması, SayıĢtay raporlarının doğru,
nesnel, tarafsız, zamanlı olmasını gerektirmekte; bu da SayıĢtayların bağımsızlığının
sağlanmasını zorunlu kılmaktadır.
Nitekim, BirleĢmiĢ Milletler Genel Kurulu 22 Aralık 2011 tarihli 66. Oturumunda,
“1- SayıĢtaylar, denetlenen kurumlardan bağımsız olurlar ve dıĢ etkilere karĢı
korunurlar ise görevlerini nesnel ve etkili bir Ģekilde yerine getirebilirler.
2- Kamu yönetiminde verimlilik, hesap verebilirlik, etkililik ve saydamlığın
sağlanmasında SayıĢtaylar önemli rol oynarlar ve bu rolün kabul edilmesi, ulusal
kalkınma hedef ve önceliklerin yanı sıra Binyıl Kalkınma Hedefi dahil uluslararası
kabul görmüĢ kalkınma hedeflerine ulaĢılmasına vesile olur.” kararını almıĢtır (UN
General Assembly, 22.12.2011, A/66/209).
Türk SayıĢtay‟ının 1876 Anayasasından bu yana temel özelliği ise,
bağımsızlığının Anayasal düzeyde güvence altına alınmıĢ olunmasıdır. 1982
Anayasasında SayıĢtay, Anayasanın üçüncü kısmının “Yargı” baĢlıklı üçüncü
bölümünde yüksek yargı organlarından sonra bağımsız bir baĢlık altında
düzenlenmiĢ ve 160 ıncı maddenin birinci ve üçüncü fıkralarında görev ve yetkilerine
yer verildikten sonra dördüncü fıkrasında, “SayıĢtayın kuruluĢu, iĢleyiĢi, denetim
usulleri, mensuplarının nitelikleri, atanmaları, ödev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri ve diğer özlük iĢleri, baĢkan ve üyelerinin teminatı” yasa ile düzenleme
kuralına bağlanarak yasa dıĢındaki hukuksal düzenlemelerle SayıĢtay‟a ve
dolayısıyla SayıĢtay denetimine müdahale edilerek, yürütmenin hesap verme
sorumluluğunun
yasama
organı
tarafından
denetlenmesine,
yürütmenin
müdahalesinin engellenmesi amaçlanmıĢtır.
Türkiye‟nin katılım sürecini yürüttüğü AB hukukunun da “Beyaz Kitap” ile bir
parçası haline gelen “iyi yönetiĢim” modeli ile ilkelerinin hukuksal ifadesi olan ve mali
mevzuatın Anayasası olarak nitelendirilen 5018 sayılı Kanunun 68 inci maddenin
ikinci fıkrası, “DıĢ denetim, genel kabul görmüĢ uluslararası denetim standartları
dikkate alınarak;” Ģeklinde baĢlarken; 6085 sayılı Kanunun “Denetimin genel esasları”
baĢlıklı 35 inci maddesinin (2) numaralı fıkrasının (b) bendinde, “Denetim genel kabul
görmüĢ uluslararası denetim standartlarına uygun olarak yürütülür.” kuralına yer
verilmiĢtir.
Parlamentolar adına yapılan SayıĢtay denetimleri ise, yukarıda ayrıntılı olarak
açıklandığı üzere INTOSAI Denetim Standartları bağlamında uluslararası düzeyde
standartlaĢmıĢtır.
Türk SayıĢtayının üyesi bulunduğu INTOSAI‟nin Denetim Standartları ile
Türkiye‟nin üyesi olduğu BM‟in aldığı kararın, SayıĢtayın bağımsızlığını salt bir iç
hukuk sorunu olmaktan çıkardığı; Türkiye‟nin modern dünya ile olan iliĢkisi, AB‟ye
katılım süreci, demokratik rejimi ve Anayasa Mahkemesi kararında vurgulandığı
üzere, “devlet bütçelerinin temel özellikleri ve amaçlarının gerçekleĢmesi için
uygulanması zorunlu olan ulusal ve uluslararası alanda kabul görmüĢ” bütçe
ilkelerinin, bütçenin denetimi ile denetim standartlarını da kapsadığı ve Anayasada
öngörülen bütçe hakkının TBMM tarafından kullanılmıĢ sayılabilmesi için bu ilkelere
uyulmasının zorunlu olduğu ve dolayısıyla yürütme organı ile idarenin hesap verme
sorumluluğunu iĢlevsizleĢtirmek için Türkiye‟ye özgü bir SayıĢtay denetimi dizayn
etmenin Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik hukuk devleti ilkeleriyle
bağdaĢmadığı açıktır.
Anayasa Mahkemesinin birçok kararında vurgulandığı üzere, Anayasanın 2 nci
maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri hukuka uygun olan, insan
haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir
hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve
tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı
denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da uyması gereken temel hukuk
ilkeleri ve Anayasa bulunduğunun bilincinde olan devlettir. Bu bağlamda hukuk
devletinde yasakoyucu, yalnız yasaların Anayasaya değil, Anayasanın da hukukun
evrensel temel ilkelerine uygun olmasını sağlamakla yükümlüdür.
Anayasa Mahkemesinin 29.04.2003 günlü ve E.2003/30, K.2003/38 sayılı
Kararında, “Hukuk devleti, siyasal iktidarı hukukla sınırlayarak ve devlet etkinliklerinin
düzenle sürdürülebilmesi için gerekli olan hukuksal alt yapıyı oluĢturarak aynı
zamanda istikrara da hizmet eder. Bu istikrarın özü hukuki güvenlik ve
öngörülebilirliktir. Hukuki güvenlik ve öngörülebilirlik sağlanabilmesi ise, kuralların
genel, soyut, açık ve anlaĢılabilir olmalarına bağlıdır.” denilirken; 22.02.2012 günlü ve
E.2011/53, K.2012/27 sayılı kararında ise, “Hukuk güvenliği ilkesi hukuk normlarının
birbirleriyle çeliĢmeyecek biçimde açık, anlaĢılabilir ve öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli
kılar.” denilmiĢtir.
SayıĢtayın Anayasanın 160 ıncı maddesine göre Türkiye Büyük Millet Meclisi
adına yapacağı denetimleri düzenleyen kuralların da bu nitelikleri taĢıması hukuk
devletinin bir gereği olduğu kadar, TBMM‟nin yürütme organı ile idareyi bütçe
hakkından kaynaklanan hesap verme sorumluluğunun gerekleri kapsamında
denetleyebilmesinin ve ayrıca bakanlar ile üst yöneticilerin hukuki güvenliklerinin
sağlanmasının ön koĢuludur.
Oysa, 6085 sayılı Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın
(b) bendindeki hükümler; genel, soyut, açık ve anlaĢılabilir olmadıkları gibi, kamu mali
yönetimi ve kontrolünü düzenleyen ve bu niteliğiyle mali kanunların Anayasası olarak
nitelendirilen 5018 sayılı Kanunun 1 inci, 8 inci, 10 uncu, 11 inci, 41 inci, 43 üncü, 54
üncü ve 68 inci maddeleri ile “kamuda hesap verme sorumluluğu ve mali saydamlık
esasları çerçevesinde, kamu idarelerinin etkili, ekonomik, verimli ve hukuka uygun
olarak çalıĢması ve kamu kaynaklarının öngörülen amaç, hedef, kanunlar ve diğer
hukuki düzenlemelere uygun olarak elde edilmesi, muhafaza edilmesi ve kullanılması
için Türkiye Büyük Millet Meclisi adına yapılacak denetimleri” düzenlemek amacıyla
çıkarılmıĢ bulunan 6085 sayılı Kanunun 1 inci, 5 inci, 7 nci, 38 inci, 39 uncu, 40 ıncı,
41 inci ve 42 nci maddelerindeki hükümler ile çok açık ve çok net çeliĢkiler
taĢımaktadır. Hatta bu çeliĢkiler, söz konusu hükümleri ve hükümlerle getirilen
sistemi ilga ederek iĢlemez kılacak boyuttadır.
Hukuki güvenlik ilkesi, bu derece hukuki belirsizlik ile bu boyutta bir hukuksal
çeliĢkiler yumağını taĢıyamayacağından, iptali istenen düzenlemeler Anayasanın 2
nci maddesindeki hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Öte yandan, temsili demokrasinin temelinde “bütçe hakkı” yatmakta ve
günümüzün demokratik devletleri ile yönetim modelleri, yukarıda ayrıntılarıyla
açıklandığı ve 5018 sayılı Kanun ile hukuksallaĢtırıldığı üzere saydamlık,
bilgilendirme, katılımcılık ve hesap verebilirlik ilkeleri temelinde eylemlerinden
parlamentoya karĢı sorumlu olan yürütme organı ile idareye dayanmaktadır.
TBMM‟nin bütçe hakkından kaynaklanan denetim yetkisine SayıĢtay denetimi
üzerinden sınırlama getirilmesi, Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik devlet
ilkesiyle bu açıdan da bağdaĢmamaktadır.
Yukarıda ayrıntılarıyla açıklandığı üzere 6353 sayılı Kanunun 45 inci
maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı
fıkranın (b) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
c) (c) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci
maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (c) bendiyle, SayıĢtay tarafından yapılan
denetimler sonucunda, ilgili kanunlar ile bunlara dayanarak çıkarılan tüzük,
kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda uygulamayı yönlendirmek üzere
yetkilendirilmiĢ olan kamu idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüĢlere
aykırı denetim raporu düzenlenemeyeceği; ancak, bu düzenlemelerin ilgili kanunlara
aykırı olduğu kanaatine varılır ve bu hususa BaĢkanlık tarafından da iĢtirak edilir ise
düzenlenen raporun BaĢkanlık tarafından ilgili mercilere gönderileceği; ilgili kamu
idaresinin SayıĢtay görüĢüne katılması halinde ilgili düzenleme veya görüĢün usulüne
uygun olarak düzeltileceği; ilgili kamu idaresinin SayıĢtay görüĢüne katılmaması
halinde, SayıĢtay tarafından görevlendirilecek üç uzman denetçi ile ilgili kamu idaresi
tarafından görevlendirilecek iki üyeden oluĢacak komisyon tarafından düzenlenecek
rapora göre iĢlem yapılacağı kuralları getirilmektedir.
6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (c)
bendinde, kanun ve diğer hukuki düzenlemelere aykırı denetim raporu
düzenlenemeyeceği kuralı getirilmiĢ; denetim raporu da 6085 sayılı Kanunun
“Tanımlar” baĢlıklı 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (g) bendinde, “Denetim
raporu: SayıĢtay raporlarına esas olmak üzere, denetim ve incelemeler sonucunda
denetim grup baĢkanlıkları veya denetçiler tarafından hazırlanan raporu,” Ģeklinde
tanımlanmıĢtır. Dolayısıyla (c) bendindeki hükümlerin SayıĢtayın TBMM‟ne sunacağı
SayıĢtay raporlarına temel oluĢturan denetim raporlarını kapsadığı anlaĢılmaktadır.
Ancak, 6085 sayılı Kanunun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkra,
“Denetimin yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde aĢağıdaki hususlara uyulur:”
hükmüne amir olduğundan ve (c) bendi de (2) numaralı fıkranın altında
düzenlendiğinden, (c) bendindeki hükümlerin kamu zararının tespiti için düzenlenen
“yargılamaya esas raporlar”ı da kapsadığı gibi bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
Dolayısıyla, hükmün kapsamı konusunda çeliĢkiye dayalı bir belirsizlik vardır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesinin unsurlarından biri
de hukuki güvenlik ilkesidir. Hukuk güvenliği ise kurallarda belirlilik ve öngörülebilirlik
gerektirir. Belirlilik ise hukuk normlarının birbiriyle çeliĢmeyecek Ģekilde açık,
tartıĢmalara yol açmayacak Ģekilde anlaĢılabilir olmasına bağlıdır. Hukuk güvenliği,
bireylerin tüm eylem ve iĢlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal
düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yollardan kaçınmasını gerekli kılar.
Ġptali istenen (c) bendinin, sadece denetim raporlarını mı, yoksa denetim
raporları ile birlikte yargılamaya esas raporları da mı kapsadığı konusunda çeliĢkiye
dayalı belirsizlik olduğundan, hukuk devleti ilkesi de bu belirsizliği
taĢıyamayacağından söz konusu (c) bendi Anayasanın 2 nci maddesine aykırıdır.
Söz konusu düzenlemeye iliĢkin yasa teklifi, SayıĢtay Genel Kurulundan görüĢ
alınmadan yasalaĢtığından Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik hukuk devleti
ilkesine bu açıdan da aykırılık oluĢturmaktadır.
Anayasanın 6 ncı maddesinde, hiçbir kimse veya organın kaynağını
Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamayacağı; 8 inci maddesinde yürütme
yetkisi ve görevinin CumhurbaĢkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından Anayasaya ve
kanunlara uygun olarak kullanılıp yerine getirileceği; 113 üncü maddesinde,
bakanlıkların kurulması, kaldırılması, görevleri, yetkileri ve teĢkilatının kanunla
düzenleneceği; 123 üncü maddesinde ise, idarenin kuruluĢ ve görevleriyle bir bütün
olduğu ve kanunla düzenleneceği kurallarına yer verilmiĢ; Anayasada “Temel Haklar
ve Ödevler”in düzenlendiği ikinci kısımda ise, kamu düzeninin güvence altına
alınması ile devlet iktidarına karĢı kiĢilerin temel hak ve özgürlüklerinin korunması
amaçlandığından, kiĢilerin temel hak ve özgürlüklerinin sıralanması yanında bu hak
ve özgürlükler ile devlet iktidarına sınırlamalar getirilmiĢtir.
Sözü edilen Anayasal kurallara göre, nelerin, nasıl yapılmayacağına iliĢkin
hükümler, kamu düzeni ile temel hak ve özgürlükleri konu alan ceza ve ceza usul
yasalarına konu oluĢturur iken; nelerin nasıl yapılacağına iliĢkin kurallar ise teĢkilat
kanunlarına konu oluĢturmaktadır.
Her hangi bir faaliyetin, kamu hizmeti kapsamına alınabilmesi ve bu hizmeti
yürütecek kurum ya da kuruluĢun kurulması ancak TBMM tarafından usulüne göre
çıkarılacak yasayla mümkündür. Dolayısıyla, kamu kurum ve kuruluĢlarının görev ve
yetkileri düzenlenirken, neleri nasıl yapacağı kurallaĢtırılır; neleri nasıl yapmayacağı
ise düzenleme konusu olmaz. Çünkü, kamu hizmetinin varlık nedeni yasadır ve yasa
yoksa kamu kurum ve kuruluĢu ve dolayısıyla görev ve yetki de yoktur. Bunun içindir
ki bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluĢlarına iliĢkin teĢkilat yasalarında görevler ve
bu görevleri yerine getirirken kullanılacak yetkiler sıralanırken; Ģunlarla Ģunları
yapamaz ya da Ģu Ģekilde yapamaz diye bir sıralamaya yer verilmez. Çünkü,
sayılmayanlar zaten yapılmayacağı gibi sayılarak nasıl yapılacağı belirtilenler de
baĢka türlü yapılamaz. Yapılması, hukuka aykırı olur.
6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 4 üncü maddesinde SayıĢtayın denetim alanı,
5 inci maddesinde görevleri, 6 ncı maddesinde yetkileri sıralanırken; “Tanımlar”
baĢlıklı 2 nci maddesi ile “SayıĢtay denetimi” baĢlıklı 36 ncı maddesinde ise bahse
konu “düzenlilik denetimi”nin nasıl yapılacağı düzenlenmiĢtir.
6085 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde
düzenlilik denetimi, mali denetim ve uygunluk denetimi olarak ikiye ayrılırken; (c)
bendinde mali denetim, “Kamu idarelerinin hesap ve iĢlemleri ile mali faaliyet, mali
yönetim ve kontrol sistemlerinin değerlendirme sonuçları esas alınarak, mali rapor ve
tablolarının güvenilirliği ve doğruluğuna iliĢkin denetimi,”; (ç) bendinde uygunluk
denetimi, “Kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına iliĢkin hesap ve iĢlemlerinin
kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygunluğunun incelenmesine iliĢkin
denetimi,” Ģeklinde tanımlanmıĢ; 36 ncı maddesinin (2) numaralı fıkrasında ise
aynen,
“Düzenlilik denetimi;
a) Kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara iliĢkin hesap ve
iĢlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti,
b) Kamu idarelerinin mali rapor ve tablolarının, bunlara dayanak oluĢturan ve
ihtiyaç duyulan her türlü belgelerin değerlendirilerek, bunların güvenilirliği ve
doğruluğu hakkında görüĢ bildirilmesi,
c) Mali yönetim ve iç kontrol sistemlerinin değerlendirilmesi,
suretiyle gerçekleĢtirilir.”
denilmiĢtir.
6085 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi ile 36 ncı
maddesinin (2) numaralı fıkrasında, düzenlilik denetiminin, kamu idarelerinin gelir,
gider ve malları ile bunlara iliĢkin hesap ve iĢlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki
düzenlemelere (tüzük, bakanlar kurulu kararı, yönetmelik) uygun olup olmadığının
tespiti Ģeklinde yapılacağı belirtildiğine göre, SayıĢtay tarafından kurumsal olarak bu
kurala aykırı olacak Ģekilde düzenlilik denetimi yapılamayacak demektir.
Ancak, söz konusu kural, düzenlilik denetimini fiilen yürüten SayıĢtay
Denetçilerinin tüm raporlarının yasalara ve diğer hukuki düzenlemelere uygun olması
gerektiği anlamına gelmekle birlikte, uygun olduğu sonucunu doğurmamaktadır.
Çünkü, uygun olduğu sonucunu doğursa idi, düzenlenmesi ile birlikte hukuksallık
kazanarak uygulamaya girmesi ve dolayısıyla SayıĢtay yargılama dairelerinde
yargılamaya esas raporların yargılanması, yargılamanın iadesi yoluyla yargılanması
ve denetim raporlarının görüĢülmesi; Temyiz Kurulunda ilamların temyiz yoluyla ve
temyiz kararlarının da karar düzeltilmesi suretiyle görüĢülmesi, Rapor Değerlendirme
Kurulunda SayıĢtay raporlarının görüĢülmesi ve Genel Kurulda içtihatların
birleĢtirilmesi gibi kurul ve kanun yollarına gerek olmazdı.
Bu bağlamda, denetçiler tarafından düzenlenen tüm raporlar, hukuksal anlamda
denetçi görüĢünü içermekte olup, içeriğindeki tespit ve bulguların düzenlendikleri
aĢamada “yargılamaya esas rapor”lar bağlamında hukuki bir bağlayıcılığı yoktur ve
“denetim raporları” bağlamında ise SayıĢtay görüĢünü temsil etmemektedirler.
ġöyle ki;
Anayasanın 160 ıncı maddesinde SayıĢtaya, TBMM adına denetim yapma ve
sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlama olmak üzere baĢlıca iki görev
verildiğinden, 6085 sayılı Kanunda da SayıĢtay denetçilerinin yaptıkları denetimler
sonucunda TBMM‟ye sunulmak üzere “SayıĢtay raporu” ve yargılama dairelerine
sunulmak üzere “yargılamaya esas rapor” olmak üzere baĢlıca iki rapor
düzenlemeleri öngörülmüĢtür.
6085 sayılı Kanuna göre;
Kamu idarelerinin düzenlilik ve performans denetimleri sonucunda denetim grup
baĢkanlıklarınca düzenlenen denetim raporları, SayıĢtay BaĢkanlığınca ilgili kamu
idaresine gönderilir. Denetim raporları, kamu idaresinin üst yöneticisi tarafından
cevaplandırılır. Bu cevaplar da dikkate alınarak yeniden düzenlenen denetim
raporları SayıĢtay dairelerinin görüĢleri alınmak üzere SayıĢtay BaĢkanlığına sunulur.
Bu raporlara kamu idarelerinin cevapları da eklenir. Daireler, raporlar hakkındaki
görüĢlerini SayıĢtay BaĢkanlığına sunar. Daireler denetim raporları hakkında görüĢ
oluĢtururken, söz konusu raporların bu Kanunda öngörülen amaç, çerçeve ve sınırlar
içinde olup olmadığı yönünden inceleme yapar ve bu hususlara uygunluk taĢımayan
raporların düzeltilmesine iliĢkin görüĢünü SayıĢtay BaĢkanlığına sunar (md. 38/1).
Dairelerce görüĢ bildirilen denetim raporları ile SayıĢtayca mali konularda
belirtilmesi uygun görülen diğer hususları da içeren dıĢ denetim genel değerlendirme
raporu hazırlanır ve Rapor Değerlendirme Kurulunun görüĢü alınır. DıĢ denetim genel
değerlendirme raporu ile Kurulca görüĢ bildirilen kamu idarelerine iliĢkin denetim
raporları SayıĢtay BaĢkanınca genel uygunluk bildirimi ile birlikte Türkiye Büyük Millet
Meclisine sunulur (38/2). Rapor Değerlendirme Kurulunda SayıĢtay raporlarının
görüĢülmesi sırasında açıklamalarda bulunması için ilgili kamu idaresinin üst
yöneticisi veya görevlendireceği yardımcısı çağrılabilir (28/6).
DıĢ denetim genel değerlendirme raporu, faaliyet genel değerlendirme raporu
ve bu Kanunun 42 nci maddesinde belirtilen raporlar ve değerlendirmeler
çerçevesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi, kamu kaynağının elde edilmesi ve
kullanılmasına iliĢkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme
sorumluluklarını görüĢür. Bu görüĢmelere SayıĢtay BaĢkanı veya denetimden
sorumlu baĢkan yardımcısı ile kamu idarelerinin üst yönetici veya görevlendireceği
yardımcısının ilgili bakanla birlikte katılması zorunludur (38/4).
Bu bağlamda, düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen denetim raporları,
kanun ve diğer hukuki düzenlemelere aykırılık taĢısa dahi (içlerinde çeĢitli nedenlerle
taĢıyanlar mutlaka çıkacaktır) ilgili kamu idaresine gönderilerek, içeriğinde yer alan
bulgu ve tespitler kamu idaresinin üst yöneticisi tarafından cevaplandırılacaktır. Kamu
idaresinin üst yöneticisin emrinde ise, 5018 sayılı Kanun ile ilgili idarenin teĢkilat
kanununa göre strateji geliĢtirme baĢkanlığı ile iç denetim birimi baĢkanlığı
bulunduğundan ve bu baĢkanlıkların da mali mevzuata hakim olması
gerekeceğinden, denetim raporunda hukuka aykırılık var ise SayıĢtaya göndereceği
cevapta bunları ileri sürecektir. Cevaplar da dikkate alınarak denetim raporu yeniden
düzenlenecek ve verilen cevaplarla birlikte incelenmek üzere bir baĢkan ve dört üye
ile toplanan yargılama dairelerine gönderilecektir. Yeniden düzenlenen denetim
raporu, yargılama dairesine cevaplar ile birlikte gönderileceğinden, verilen cevaplarda
ileri sürülen hukuka aykırılıklar yeniden düzenlenen denetim raporunda ister dikkate
alınmıĢ, ister alınmamıĢ olsun, her iki durumda da yargılama dairesi ileri sürülen
hukuka aykırılıkları inceleyecek ve görüĢünü buna göre oluĢturacaktır. Yargılama
dairesi görüĢü alınan ve görüĢ doğrultusunda gerekli düzenlemeler yapılan denetim
raporlarına, bu defa SayıĢtayca mali konularda belirtilmesi uygun görülen diğer
hususlar da eklenerek dıĢ denetim genel değerlendirme raporuna dönüĢtürülecek ve
görüĢü alınmak üzere bu defa iki daire baĢkanı sekiz üye ve denetimden sorumlu
baĢkan yardımcısı olmak üzere onbir üyeli Rapor Değerlendirme Kuruluna
gönderilecektir. Kurulda raporun görüĢülmesi sırasında üst yönetici veya
görevlendireceği yardımcısı açıklamalarda bulunabilecek ve dolayısıyla hukuka
aykırılıklar var ise bunları ileri sürebilecektir. Kurulun olumlu görüĢ verdiği denetim
raporları, SayıĢtay raporu niteliğini kazanacak ve SayıĢtay görüĢü olarak Türkiye
Büyük Millet Meclisine sunulacaktır. Türkiye Büyük Millet Meclisi ise söz konusu
raporlar ve raporlardaki değerlendirmeler çerçevesinde kamu kaynağının elde
edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve hesap verme
sorumluluklarını görüĢecek ve bu görüĢmelere kamu idarelerinin üst yönetici veya
görevlendireceği yardımcısı ilgili bakanla birlikte katılacaktır. SayıĢtay raporu, bu
aĢamada dahi hukuka aykırılıklar taĢıyor ise, ilgili idarenin üst yöneticisi veya
yardımcısı TBMM‟de yapılacak görüĢmelerde hukuka aykırılıkları ileri sürebilecek;
“bütçe hakkı”nın sahibi TBMM de yaptığı denetimde hukuka aykırılık iddialarını göz
önünde bulunduracaktır.
Yine, 6085 sayılı Kanuna göre;
Genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap ve iĢlemlerinin denetimi
sırasında denetçiler tarafından kamu zararına yol açan bir husus tespit edildiğinde
sorumluların savunmaları alınarak mali yıl sonu itibariyle yargılamaya esas rapor
düzenlenir (48/1). Yargılamaya esas raporlar eki belgelerle birlikte BaĢkanlığa
sunulur. BaĢkanlık bu raporları hesap yargılamasının yapılacağı daireye gönderir
(48/2).
Daire baĢkanları dairelerine verilen yargılamaya esas raporlar hakkında
baĢsavcılığın yazılı düĢüncesini alır (49/1). Daire baĢkanı baĢsavcılığın yazılı
düĢüncesini içeren yargılamaya esas raporu düĢüncesini bildirmesi için üyelerden
birine verir. Üye kendisine verilen yargılamaya esas rapor üzerinde gerekli incelemeyi
yapar ve yazılı düĢüncesi ile birlikte daire baĢkanlığına geri verir ve raporda konu
edilen hesap ve iĢlemlerin yargılanmasına baĢlanır (49/2).
Daireler tarafından yapılan hesap yargılaması sonucunda; hesap ve iĢlemlerin
yasal düzenlemelere uygunluğuna veya kamu zararının sorumlulardan tazminine
hükmedilir. Bu hükümler dıĢında, gerekli görülen hususların ilgili mercilere
bildirilmesine karar verilebilir (50/1). Verilen hüküm ve kararlar gerekçeli olarak
tutanağa bağlanır ve daire baĢkanı ve üyeler tarafından imzalanır (50/2). Ġlamlar
gerekçeli olarak düzenlenir (51/1).
SayıĢtay ilamları; sorumlulara, sorumluların bağlı olduğu kamu idarelerine,
genel bütçe kapsamındaki kamu idareleri için Maliye Bakanlığına, ilgili muhasebe
birimine ve baĢsavcılığa tebliğ edilir (52/1). SayıĢtay dairelerinden veya Temyiz
Kurulundan verilen kararlar müphem ise taraflardan her biri bunların tavzihini yahut
tarafların adı ve soyadı ile sıfatı ve iddiaların sonucuna iliĢkin yanlıĢlıklar ile hüküm
fıkrasındaki hesap yanlıĢlıklarının düzeltilmesini isteyebilir (52/2).
Temyiz, yargılamanın iadesi ve karar düzeltilmesi talepleri, SayıĢtay
BaĢkanlığına hitaben yazılmıĢ imzalı dilekçe ile yapılır. Dilekçeler SayıĢtay
BaĢkanlığına verilir veya gönderilir. Ġlgililer isterlerse evrakın alındığına dair
kendilerine bir alındı verilir (54/1).
SayıĢtay dairelerince verilen ilamlar SayıĢtay Temyiz Kurulunda temyiz olunur.
Bu Kurulca verilen kararlar kesindir (55/1).
52 nci maddenin birinci fıkrasında yazılı ilgililer tarafından yargılamanın iadesi
istenebileceği gibi SayıĢtay dairelerince de doğrudan doğruya buna karar verilebilir
(56/1).
Temyiz Kurulu kararları hakkında, 52 nci maddenin birinci fıkrasında yazılı
ilgililer yazılı bildirim tarihinden itibaren onbeĢ gün içinde bir defaya mahsus olmak
üzere (…) karar düzeltilmesi isteminde bulunabilirler (57/1).
ĠĢin gereği ve ibraz edilen belgelerin mahiyeti bir olduğu halde aynı konu
hakkında dairelerce veya Temyiz Kurulunca verilen ilamlar birbirine aykırı ise
SayıĢtay BaĢkanı bu ilamları içtihatların birleĢtirilmesi için Genel Kurula gönderir
(58/1). SayıĢtay BaĢkanı birleĢmiĢ içtihadın değiĢtirilmesi için de istemde bulunabilir
(58/2). Ġçtihatların birleĢtirilmesi veya değiĢtirilmesi kararları Resmi Gazetede
yayımlanır (58/3). Dairelerin kararları veya bir dairenin iki kararı arasında aynı
konuda aykırılık bulunur veya bir içtihadın değiĢmesine lüzum görülür ya da bu
mahiyette bütün iĢlemlere uygulanabilecek kararlar almaya ihtiyaç duyulursa, konu
Genel Kurulda görüĢülerek karara bağlanır ve Resmi Gazetede yayımlanır (59/1).
Bu bağlamda, denetçiler tarafından mevzuata hakim olamama, yorum hatası,
farklı değerlendirme, bir kısım bilgi ve belgelere ulaĢamama ve hatta tarafgir
davranma vb. nedenlerle kanunlar ile diğer hukuki düzenlemelere aykırı yargılamaya
esas rapor düzenlenmiĢ olsa dahi, bunun sorumlular açısından hukuksallık
kazanması; baĢsavcılık ve üyenin yazılı düĢüncesinin alınması ve raporun yargılama
dairesinde yargılanıp ilamın düzenlenmesiyle gerçekleĢmekte ve kesinleĢmesi ise
kanun yolları tüketilip temyiz kurulu kararından sonra olmaktadır. KesinleĢmiĢ bir
ilamın hukuka aykırılığından hukuksal olarak söz edilemeyeceği de açıktır.
Anayasanın 6 ncı, 8 inci, 113 üncü ve 123 üncü maddesindeki kurallara göre
teĢkilat kanunlarında, bakanlıklar ile idarelerin görev ve yetkilerine ve dolayısıyla
neleri nasıl yapacaklarına yer verilmesi gerekmesine ve bu kurala göre 6085 sayılı
Kanunun 2 nci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ç) bendi ile 36 ncı maddesinin (2)
numaralı fıkrasında, düzenlilik denetiminin nasıl yapılacağı açıklanmasına ve dahası
6085 sayılı Kanunun 28 inci, 38 inci, 48 inci, 49 uncu, 50 nci, 51 inci, 52 nci, 54 üncü,
55 inci ve 56 ncı maddelerinde düzenlilik denetimi sonrasında düzenlenecek
“denetim raporları” ile “yargılamaya esas raporlar”ın hukuksal bağlayıcılık ile SayıĢtay
görüĢü taĢıyabilmesi için iĢlemesi gereken yargısal ve kurulsal süreçler ortaya
konmasına ve raporlarda herhangi bir hukuka aykırılık var ise, hukuka aykırılıklar söz
konusu raporların SayıĢtayda iĢlem gördüğü her aĢamada dile getirilebilmesine
rağmen; “SayıĢtay tarafından yapılan denetimler sonucunda, ilgili kanunlar ile bunlara
dayanarak çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda
uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiĢ olan kamu idareleri tarafından
yapılan düzenleme ve verilen görüĢlere aykırı denetim raporu düzenlenemez.”
Ģeklinde kural getirerek devamında buna güvence oluĢturmak üzere hukukla
bağdaĢmazlığı bir yana mantıksal tutarlılığı dahi bulunmayan mekanizmalar
öngörmenin;
- SayıĢtay denetiminin bağımsızlığına ve tarafsızlığına güvence oluĢturmak,
- SayıĢtay denetimi sonrasında düzenlenecek raporların doğru, nesnel, tarafsız
ve zamanlı olmasına katkı sağlamak,
- SayıĢtay denetimine kalite güvencesi oluĢturmak veya artırmak,
- Sorumlular ile üst yöneticileri hukuksal güvenceye kavuĢturmak,
- Kamu yararını gerçekleĢtirmek,
gibi bir amacı bulunmamaktadır.
Tek, gerçek ve güncel amacı, denetimi fiilen yürüten SayıĢtay denetçilerini
sindirip görev yapamaz hale getirerek SayıĢtaya Anayasa ile verilmiĢ görevlerin
bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun ve zamanlı bir Ģekilde yapılmasını
engellemektir.
Anayasa Mahkemesinin 20.11.1996 günlü ve E.1996/58, K.1996/43 sayılı
Kararında, “…SayıĢtay'ın vereceği kararların temelini denetçiler tarafından yapılan
denetim görevi oluĢturmaktadır. Yetkili kurul ve dairelerce sağlıklı karar verilebilmesi
ise kararın oluĢumunda çok önemli katkıları olan denetçi ve raportörler için her türlü
etkiden uzak bağımsız bir çalıĢma ortamının yaratılmasıyla olanaklıdır. (…)
SayıĢtay'a Anayasanın yargı bölümünde Anayasal bir kurum olarak yer verilmesi ve
160 ıncı maddeyle de, mensuplarının nitelikleri ile atanmalarının, görev ve
yetkilerinin, hakları ve yükümlülüklerinin ve diğer özlük iĢlerinin kanunla
düzenlenmesinin öngörülmüĢ olması da SayıĢtay grup Ģefleri, raportörler ve
denetçileri ile denetçi yardımcılarının güvenceli olması gereğini göstermektedir.”
Ģeklinde vurgulandığı üzere, SayıĢtay denetiminin güvencesini, denetçilerin bağımsız
ve güvenceli bir ortamda çalıĢması oluĢturmaktadır.
SayıĢtay denetçilerinin denetim raporuna aldığı bir hususun yargılama daireleri
veya Rapor Değerlendirme Kurulu tarafından SayıĢtay raporuna kanun ve diğer
hukuki düzenlemelere aykırılık nedeniyle alınmaması veya yargılamaya esas rapora
aldığı bir hususa yargılama dairelerinin beraat hükmü tesis etmesi durumunda,
denetçiler, “SayıĢtay tarafından yapılan denetimler sonucunda, ilgili kanunlar ile
bunlara dayanarak çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda
uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiĢ olan kamu idareleri tarafından
yapılan düzenleme ve verilen görüĢlere aykırı denetim raporu düzenlenemez.”
hükmüne aykırı rapor düzenlemiĢ olacaklar ve dolayısıyla görev suçu iĢlemiĢ
durumuna düĢebileceklerdir.
Bu durumda, üst yöneticiler veya sorumlular tarafından SayıĢtay denetçileri
hakkında adli mahkemelerde dava açılmanın yanında SayıĢtay BaĢkanlığı tarafından
disiplin soruĢturması yürütülmesi gündeme gelebilecek ve hatta belki de adli ve
disiplin cezaları alabileceklerdir. Ceza tehdidi altında çalıĢan denetçilerden denetim
yapmaları
beklenemeyeceğinden
SayıĢtay
Anayasal
görevlerini
yerine
getiremeyecektir.
SayıĢtayın Anayasal görevlerini yerine getiremez hale gelerek kamuoyunda
iĢlevsiz bir kurum olarak algılanmaya baĢlaması ise, kurum içi mesleki dayanıĢmayı
yoğunlaĢtırabilecek ve bu durum denetim raporuna yazılan her hususun SayıĢtay
görüĢü olarak TBMM‟ne sunulması ve yargılamaya esas raporda yazılan her hususa
ise tazmin hükmü verilmesiyle sonuçlanabilecek ve dolayısıyla SayıĢtay denetiminin
bağımsızlığı, tarafsızlığı, nesnelliği ve hukuka uygunluğu bütünüyle ortadan
kalkacaktır.
Ġptali istenen düzenlemelerin gerçek ve güncel amacının, denetimi fiilen yürüten
SayıĢtay denetçilerini sindirip görev yapamaz hale getirerek SayıĢtaya Anayasa ile
verilmiĢ görevlerin bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun ve zamanlı bir Ģekilde
yapılmasını engellemek üzerinden TBMM‟nin bütçe hakkını sınırlandırmak olduğu o
derece açıktır ki devamında yer alan tümceler niyeti tüm çıplaklığı içinde ortalığa
sermektedir.
Tümcenin devamında, “Ancak, bu düzenlemelerin ilgili kanunlara aykırı olduğu
kanaatine varılır ve bu hususa BaĢkanlık tarafından da iĢtirak edilir ise düzenlenen
rapor BaĢkanlık tarafından ilgili mercilere gönderilir.” ifadesi yer almaktadır.
Ancak, 6085 sayılı Kanunda BaĢkanlık, SayıĢtayın “TeĢkilat Yapısı”nın
düzenlendiği Ġkinci Kısmının “BaĢkanlık, Yargı, Karar ve Diğer Organlarının ĠĢleyiĢ,
Görev ve Yetkileri”nin düzenlendiği Üçüncü Bölümünde yer almasına rağmen,
BaĢkanlığın düzenlendiği 20 nci maddede BaĢkanlığın SayıĢtay BaĢkanı ile baĢkan
yardımcıları ve bölüm baĢkanlarından oluĢacağına ve BaĢkanlığa bağlı birimlere yer
verilmiĢ; 21 inci maddesinde BaĢkanın, 22 nci maddesinde ise baĢkan
yardımcılarının görev ve yetkileri sıralanırken; bunlar arasında BaĢkana veya baĢkan
yardımcılarına “mevzuatı yorumlama” gibi yargısal bir görev verilmemiĢtir. 6085 sayılı
Kanunda “mevzuatı yorumlama” ve dolayısıyla iptali istenen tümcedeki
“düzenlemelerin ilgili kanunlara aykırı olduğu kanaatine varma” yetkisi, münhasıran
daireler ile kurulların (yargılama daireleri, daireler kurulu, temyiz kurulu, rapor
değerlendirme kurulu ve genel kurul) yetkisindedir. SayıĢtay BaĢkanına idari
düzenlemelerin ilgili kanunlara aykırı olmadığına karar verme üzerinden denetim
raporunu ilgili idare veya sorumlulara göndermeme yetkisi verilmesi, SayıĢtay
yargılama daireleri ile kurullara ait yetkinin gasp edilerek SayıĢtay denetiminin kiĢisel
inisiyatife terk edilmesi ve dolayısıyla SayıĢtay denetiminin SayıĢtay BaĢkanını
BaĢkanlık makamına seçen siyasilerin müdahalelerine açık hale getirilmesi demektir.
Tümcenin devamı ise, “Ġlgili kamu idaresinin SayıĢtay görüĢüne katılması
halinde ilgili düzenleme veya görüĢ usulüne uygun olarak düzeltilir.” Ģeklindedir.
Öncelikle ilgili kamu idaresinin katılacağı görüĢ, SayıĢtay görüĢü değil, denetim
raporunda yer alan ve BaĢkanın da katılmıĢ olduğu denetçi görüĢüdür. SayıĢtay
görüĢü, denetim raporunun verilen cevaplar da dikkate alınarak yeniden
düzenlendikten ve yargılama dairesi ile akabinde Rapor Değerlendirme Kurulunda
görüĢüldükten sonra TBMM‟ne sunulmasına karar verilen SayıĢtay raporunda yer
alan görüĢtür.
Diğer yandan, ilgili kamu idaresinin ilgili düzenlemeleri düzeltebilmesi, yetkisi
dahilinde uygulamayı yönlendirmek üzere çıkardığı genelge, özelge, uygulama
talimatı, görüĢ vb. düzenlemeler için söz konusu olup; Bakanlar Kurulunun yetkisinde
olan tüzük ve kararnameler için söz konusu olamaz. Kaldı ki, bakanlar kurulu kararı,
tüzük, yönetmelik ve idarenin diğer düzenleyici iĢlemlerini denetlemek, 2575 sayılı
DanıĢtay Kanununun 24 üncü maddesine göre DanıĢtayın ilk derece mahkemesi
olarak bakacağı iĢler kapsamında iken, daha hukuksal bağlayıcılığı ve SayıĢtay
görüĢü niteliği dahi kazanmamıĢ bir denetçi görüĢünün varlığı ileri sürülerek hukuksal
düzenleme düzeltilmeye gidilmesi, hukuksal karmaĢa, belirsizlik ve çeliĢkilere yol
açarak kaotik bir ortam doğurur. Ayrıca, ilgili düzenleme düzeltilmeye gidilirken; ilgili
düzenlemeye göre yapılmıĢ idari iĢ, iĢlem ve eylemlerin düzeltilip düzeltilmeyeceği
veya ne yapılacağı konusunda sessiz kalınması ise ayrı bir çeliĢkidir.
Ġptali istenen bentteki asıl fecaat ise, “Ġlgili kamu idaresinin SayıĢtay görüĢüne
katılmaması halinde, SayıĢtay tarafından görevlendirilecek üç uzman denetçi ile ilgili
kamu idaresi tarafından görevlendirilecek iki üyeden oluĢacak komisyon tarafından
düzenlenecek rapora göre iĢlem yapılır.” Ģeklindeki son tümcedir.
BaĢka bir anlatımla, mali mevzuatı yorumlayarak SayıĢtayın Anayasanın 160
ıncı maddesine göre TBMM adına denetim yapıp yapmayacağı ile sorumluların
hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlayıp bağlamayacağına, “SayıĢtay tarafından
görevlendirilecek üç uzman denetçi ile ilgili kamu idaresi tarafından görevlendirilecek
iki üyeden oluĢacak komisyon” karar verecek ve bu karar da Anayasanın 160 ıncı
maddesindeki “kesin hükme bağlamak” ifadesiyle mali mevzuatı yorumlama yetkisi
verilmiĢ bulunan SayıĢtay yargılama daireleri ile kurullarını ve hatta bütçe hakkının
sahibi TBMM‟yi bağlayacaktır.
Yukarıda yer verilen (c) bendiyle (d) bendindeki düzenlemelerin, 213 sayılı
Vergi Usul Kanununun 07.07.2011 tarih ve 646 sayılı KHK‟nin 4 üncü maddesinin (b)
bendiyle değiĢik 140 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında; “Vergi MüfettiĢleri ile Vergi
MüfettiĢ Yardımcıları tarafından düzenlenen vergi inceleme raporları, iĢleme
konulmak üzere ilgili vergi dairesine tevdi edilmeden önce, meslekte on yılını
tamamlamıĢ en az üç Vergi MüfettiĢinden oluĢturulacak rapor değerlendirme
komisyonları tarafından vergi kanunları ile bunlara iliĢkin kararname, tüzük,
yönetmelik, genel tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir.
Ġncelemeyi yapanla komisyon arasında uyuĢmazlık oluĢması halinde uyuĢmazlığa
konu vergi inceleme raporları üst değerlendirme mercii olarak, Maliye Bakanlığınca
belirlenen tutarları aĢan tarhiyat önerisi içeren vergi inceleme raporları ise doğrudan,
Vergi Denetim Kurulu BaĢkanlığı bünyesinde bir BaĢkan Yardımcısının baĢkanlığında
dört grup baĢkanından oluĢan beĢ kiĢilik merkezi rapor değerlendirme komisyonu
tarafından vergi kanunları ile bunlara iliĢkin kararname, tüzük, yönetmelik, genel
tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden değerlendirilir. Ġncelemeyi
yapanlar, bu komisyon tarafından yapılacak değerlendirmeye uygun olarak
düzenleyecekleri vergi inceleme raporlarını iĢleme konulmak üzere bağlı oldukları
birime tevdi ederler.” Ģeklinde yer alan düzenlemeden esinlenerek hazırlandığı
açıktır.
Ancak, Maliye Bakanlığına (idareye) bağlı görev yapan vergi müfettiĢleri ile
yardımcılarının düzenledikleri vergi incele raporları için böyle bir kalite kontrol süreci
geliĢtirilmesi olağan ve elzemdir.
Çünkü;
Birincisi, karĢı tarafın düĢünceleri alınmaksızın, itirazları değerlendirilmeksizin
tek yanlı olarak düzenlenen vergi inceleme raporları doğrudan vergi dairesi
baĢkanlıklarına gönderilmekte ve gönderildiği andan itibaren hukuksallık kazanarak
iĢleme konulmaktadır. Oysa SayıĢtay denetçilerinin düzenledikleri denetim raporu ile
yargılamaya esas raporların hukuksallık kazanma süreci yukarıda ayrıntılı olarak
açıklanmıĢtır ve düzenlendikleri anda denetçi görüĢü olup, SayıĢtay görüĢünü
taĢımamakta ve hukuksallık kazanmamaktadır.
Ġkincisi, vergi inceleme raporlarının rapor değerlendirme komisyonları tarafından
vergi kanunları ile bunlara iliĢkin kararname ve tüzüklere göre incelenmesi gerekli;
bunlar yanında yönetmelik, genel tebliğ, sirküler ve özelgelere uygunluğu yönünden
değerlendirilmesi de olağan ve elzemdir. Çünkü söz konusu düzenleyici iĢlemleri
vergi müfettiĢ ve yardımcılarının bağlı çalıĢtığı Maliye Bakanlığı çıkarmakta ve ayrıca
178 sayılı Maliye Bakanlığının TeĢkilat ve Görevleri Hakkında KHK‟nin değiĢik 20 nci
maddesinin üçüncü fıkrasının (h) bendine göre Vergi Denetim Kurulu BaĢkanlığının
“Vergi mevzuatı ile ilgili görüĢ ve önerilerde bulunmak” görevi bulunmaktadır. Maliye
Bakanlığının düzenleyici iĢlemleri Maliye Bakanlığı personeli için bağlayıcıdır. Buna
karĢın, SayıĢtayın denetimine tabi idareler tarafından hazırlanan düzenleyici
iĢlemlerden, “mali konularda düzenlenecek yönetmelikler ile yönetmelik niteliğindeki
düzenleyici iĢlemler” hakkında -o da gönderilirse- görüĢ vermek dıĢında idarelerin
diğer düzenleyici iĢlemleriyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.
Üçüncüsü, ilgili vergi dairesi baĢkanlığına ulaĢtığı anda iĢleme konularak
hukuksallık kazanan vergi inceleme raporlarını inceleyecek rapor değerlendirme
komisyonu ile merkezi rapor değerlendirme komisyonuna dıĢarıdan hiçbir üye
(örneğin, bağımsız denetçi veya yeminli mali müĢavir) alınmazken; TBMM adına
denetim yapan ve sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlayan Anayasal
kurumun denetim raporları ile yargılamaya esas raporlardaki mevzuata aykırılığı ileri
sürülen hususları, SayıĢtayı bağlayacak Ģekilde karara bağlamak üzere oluĢturulacak
komisyonun SayıĢtay üyeleri de değil, üç uzman denetçi ile ilgili kamu idaresinden iki
görevliden meydana getirilmesindeki hukuk ve demokrasi dıĢı gayriciddiliğin bu
derecesine ise denecek söz yoktur. Hukuk dıĢıdır; çünkü SayıĢtay yargılama daireleri
ile kurullarına ait yetkiyi idareye kullandırmakta; denetleyeni denetlenene tabi
kılmaktadır. Gayri ciddidir; çünkü TBMM‟ye ait bütçe hakkına, hesap verme
yükümlülüğü altındaki yürütmenin ajanlarını ortak etmektedir.
6085 sayılı Kanun (832 sayılı Kanundan farklı olarak), teĢkilat, denetim süreci
ve raporlama açısından “ofis tipi” SayıĢtay modeli üzerine bina edilmekle birlikte,
diğer yüksek yargı organlarında olduğu gibi yargılama daireleri ve kurullar kurulmuĢ;
“yargılama”, “kesin hüküm”, “ilam” gibi kavramlar kullanılmıĢ ve “temyiz”,
“yargılamanın iadesi”, “karar düzeltme”, “içtihadı birleĢtirme” gibi hukuk yolları
oluĢturulmuĢtur.
Anayasa Mahkemesinin 20.11.1996 günlü ve E.1996/58, K.1996/43 sayılı
Kararında da belirtildiği üzere, bu niteliğiyle diğer yüksek yargı organlarından farklı
olarak kendine özgü denetim yapan ve yargısal sonuçlu kararlar veren SayıĢtay,
gördüğü hizmetin niteliği ve çalıĢma yönteminin yakınlığı nedeniyle Anayasanın
“yargı” bölümünde düzenlenmiĢtir. Anayasanın 148 inci maddesinde de SayıĢtay
BaĢkan ve üyelerinin görevleriyle ilgili suçlardan dolayı yargılanmaları diğer yüksek
mahkemelerin baĢkan ve üyelerinde olduğu gibi Anayasa Mahkemesinin görevleri
arasında sayılmıĢtır.
Bu nedenle, SayıĢtay, Anayasanın 160 ıncı maddesine göre, TBMM adına
denetim görevi yapan, sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlayan ve
kararlarına karĢı hiçbir yargı organına baĢvurma olanağı bulunmayan anayasal
bir kurumdur.
Denetimi fiilen yürüten SayıĢtay denetçilerini sindirip görev yapamaz hale
getirmek; SayıĢtay daire ve kurullarının yetkisinde olan hususlarda, SayıĢtayı
bağlayıcı kararlar verme yetkisini SayıĢtay BaĢkanına ve üç uzman denetçi ile ilgili
daire temsilcisi iki görevliden oluĢan komisyonlara vermek; SayıĢtayın Anayasal ve
yargısal görevlerine denetimindeki idareleri müdahil ve hatta ortak etmek yoluyla
SayıĢtaya Anayasa ile verilmiĢ görevlerin bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun
ve zamanlı bir Ģekilde yapılmasını engelleyen ve TBMM‟nin bütçe hakkının gereği
olan kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu idarelerinin
yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüĢmesini ve yürütme organını
denetlemesini SayıĢtay raporları üzerinden sınırlandırmanın ötesinde bütçe hakkına
yürütmenin ajanlarını ortak eden iptali istenen hükümler, Anayasanın 87 nci, 112 nci
ve 160 ıncı maddelerine aykırıdır.
Anayasanın 2 nci maddesinde, hukuk devleti ilkesi Cumhuriyetin temel nitelikleri
arasında sayılmıĢ; 4 üncü maddesinde ise bu ilkenin değiĢtirilemeyeceği ve
değiĢtirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği kurala bağlanmıĢtır.
Anayasanın 2 nci maddesinde yer alan hukuk devleti, insan haklarına saygı
gösteren, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve iĢlemleri hukuka
uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliĢtirerek sürdüren,
Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına
egemen kılan, anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, tüm eylem
ve iĢlemleri bağımsız yargı denetimine açık olan, yasaların üstünde yasa koyucunun
da bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ile Anayasanın bulunduğunun bilincinde olan
devlettir. Kamusal yetkilerin kaynağı, dayanağı ve sınırı olan Anayasanın herhangi bir
maddesine aykırı bir yasa kuralı, doğal olarak hukuk devleti ilkesiyle de bağdaĢmaz.
Öte yandan, hukuk devleti ilkesinin öğeleri arasında yasaların kamu yararına
dayanması ve kamu düzeninin kurulması ve korunması amacına yönelik kurallarda
adalet ve hakkaniyet ölçütlerinin göz önünde tutulması gerekliliği de bulunmaktadır.
Buna göre kamu yararı düĢüncesi olmaksızın, diğer bir anlatımla, yalnız özel çıkar
veya belli kiĢilerin yararına olacak Ģekilde herhangi bir yasa kuralı konulamaz. Oysa,
iptali istenen düzenleme, TBMM‟nin bütçe hakkından kaynaklanan yürütmenin ve
idarenin hesapverme sorumluluğunu görüĢmesine taban oluĢturan SayıĢtayın
Anayasanın 160 ıncı maddesine göre TBMM adına yaptığı denetim sonucunda
hazırlayacağı SayıĢtay raporları ile sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme
bağlama görevini, hesapverme sorumluluğunu yerine getirmekten kaçınan yürütme
organı ile üst yöneticilerin yararına ve kamunun zararına olacak Ģekilde ortadan
kaldırarak SayıĢtayın Anayasal görevlerini bağımsız, tarafsız, nesnel, hukuka uygun
ve zamanlı bir Ģekilde yapmasını engellemeyi amaçlamakta ve SayıĢtayı hak, hukuk,
adalet ve hakkaniyet ölçülerinden uzak denetim yapmaya zorlamaktadır. Ġptali
istenen düzenlemeler, bu yanıyla da hukuk devleti ilkesine aykırılık oluĢturmaktadır.
Yukarıda süreçleri de açıklandığı üzere, 6085 sayılı Kanunda SayıĢtayın
TBMM‟nin bütçe hakkını kullanmasına taban oluĢturmak üzere SayıĢtay raporları,
sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlamak üzere ise yargılamaya esas
rapor hazırlaması öngörülmüĢtür.
SayıĢtay‟ın yaptığı denetimler sonucunda görüĢlerini de belirtmek suretiyle
hazırlayıp sunduğu SayıĢtay raporları ve değerlendirmeler temelinde TBMM, kamu
kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu idarelerinin yönetim ve
hesap verme sorumluluklarını görüĢecektir.
SayıĢtay, bu denetimlerde TBMM‟nin çıkardığı yasaları ve hükümetin politika
tercihlerinin yer aldığı ve TBMM‟nin uygulanmasına onay verdiği bütçeyi esas almak
zorundadır. SayıĢtayın yasalara aykırı denetim yapması ve TBMM‟nin bütçeyle onay
verdiği politika tercihlerini eleĢtirmesi veya doğruluğunu ya da yerindeliğini
sorgulaması elbette ki söz konusu olamaz. SayıĢtayın görevi, TBMM‟nin çıkardığı
yasalar ile TBMM‟nin bütçe ile onay verdiği politikaların nasıl uygulandığını; yapılan
harcamaların yasalarla verilen yetkilere uygun Ģekilde ve verimlilik, tutumluluk ve
etkililik ilkelerine göre harcanıp harcanmadığını; idarelerin iç kontrol yapısının
güvenirliğini; mali raporlarının doğruluğunu ve uygunluğunu raporlamaktır.
SayıĢtayın söz konusu raporları hazırlarken, idarenin düzenleyici iĢlemleri olan
bakanlar kurulu kararı, tüzük ve yönetmelikler ile ilgili kanunlarda uygulamayı
yönlendirmek üzere yetkilendirilmiĢ kamu idareleri tarafından yapılan düzenleme ve
verilen görüĢlere tabi kılınması ve bunlara aykırı denetim raporu düzenleyemeyecek
olması, bütçe hakkının sahibi olan TBMM‟nin kamu idarelerinin yönetim ve
hesapverme sorumluluklarını görüĢmesini, idarelerin idari tasarruflarına tabi kılmak
anlamına gelmektedir. Denetleyen TBMM‟yi denetlenenin iradesinin eseri olan
yönetsel tasarruflara bağlı kılmak, bütçe hakkından kaynaklanan denetimi ortadan
kaldırmakla eĢdeğerdir.
Oysa, SayıĢtayın yürütmenin faaliyetlerini denetleyerek TBMM‟ye rapor
sunmasından amaçlanan; Parlamentoya bütçe hakkı kapsamında, hükümetten
hesap sormasına yardımcı olacak tarafsız ve nesnel bulgu, bilgi ve veriler sağlamak
ve yönetimin geliĢtirilmesi ve aksaklıkların giderilmesi için öneriler getirmektir.
Hükümetin politika tercihlerinin beklenen sonuçları doğurmamasının veya iĢleri
iyi yönetememesinin ya da yasaya aykırılığın veyahut da savurganlığın temelinde
idarenin düzenleyici iĢlemleri yatıyor ise, SayıĢtaydan idarenin düzenleyici iĢlemleri
hukukun bir parçası ve idare de düzenleyici iĢlemlerine uygun faaliyette bulunmuĢ
gerekçesiyle söz konusu hususları Parlamentoya raporlamaktan imtina etmesi
beklenemez. Beklenmesi, Parlamentonun bütçe hakkının yok sayılması demektir.
Kaldı ki, (mülga) 832 sayılı SayıĢtay Kanununun 25 inci maddesinin ikinci
fıkrasında, “Denetçiler; anlam, uygulama veya sonuçları bakımından Hazine
menfaatlerini zarara uğratıcı nitelikte gördükleri kanun, tüzük, yönetmelik, kararname
ve sair mevzuat hükümlerini, inceleme sırasında tesbit ederek bunları gerekçesiyle
birlikte ve yazılı olarak Birinci BaĢkanlığa bildirirler. Birinci BaĢkan, bu bildirileri derhal
Genel Kurula havale eder ve bunlardan Genel Kurul karariyle kabule değer
görülenler üç aylık raporlarla Cumhuriyet Senatosu ve Millet Meclisine sunulur.”
hükmü yer almaktaydı.
Anılan hüküm genel ifadelerle daha kapsayıcı hale getirilerek 6085 sayılı
Kanunun “SayıĢtay denetimi” baĢlıklı 36 ncı maddesinin (4) numaralı fıkrasında, “Bu
denetimler sonucunda denetimle ilgili olan veya denetimden kaynaklanan ve
açıklanması gerekli görülen diğer hususlar da rapor edilebilir.” Ģeklinde
kurallaĢtırılmıĢtır.
Bu bağlamda, SayıĢtay hem, TBMM‟nin çıkardığı yasalar ile TBMM‟nin bütçe ile
onay verdiği politikaların nasıl uygulandığını, yapılan harcamaların yasalarla verilen
yetkilere uygun Ģekilde ve verimlilik, tutumluluk ve etkililik ilkelerine göre harcanıp
harcanmadığını; hem de hükümetin politika tercihlerinin beklenen sonuçları
doğurmamasının veya iĢlerin iyi yönetilememesinin ya da yasaya aykırılığın veyahut
da savurganlığın temelinde idarenin düzenleyici iĢlemleri yatıyor ise beklenen
sonuçları doğurmayan faaliyetler, iyi yönetilemeyen iĢler, yasaya aykırı uygulamalar
ve savurgan harcamalarla birlikte, bunlara yol açan idarenin düzenleyici iĢlemlerini de
TBMM‟ye raporlaması, yapmaktan kaçınamayacağı Anayasal ve yasal görevleridir.
TBMM‟nin kamu kaynağının elde edilmesi ve kullanılmasına iliĢkin olarak kamu
idarelerinin yönetim ve hesap verme sorumluluklarını görüĢmesine, SayıĢtay raporları
üzerinden sınırlama getirilmesi, Anayasanın 2 nci maddesindeki demokratik devlet
ilkesi ile 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine bu açılardan da aykırıdır.
Ġptali istenen (c) bendindeki hükümler, yargılamaya esas rapor ve hesap yargısı
açısından da Anayasaya aykırılık oluĢturmaktadır.
Anayasanın 123 üncü maddesinde, idarenin kanuniliği ilkesi getirilmiĢtir ve
yürütmenin düzenleyici iĢlemleri ise yasamaya bağımlı ve ikincil bir yetkidir.
Anayasanın 115 inci maddesinde, yürütme organına, kanunların uygulanmasını
göstermek veya emrettiği iĢleri belirtmek üzere, kanunlara aykırı olmamak ve
DanıĢtayın incelemesinden geçirilmek Ģartıyla tüzük; 124 üncü maddesinde ise
idareye, kendi görev alanlarını ilgilendiren kanunların ve tüzüklerin uygulanmasını
sağlamak üzere ve bunlara aykırı olmamak Ģartıyla yönetmelik çıkarabilme yetkisi
verilmiĢtir. Bu bağlamda, tüzük, yönetmelik ve idarenin diğer düzenleyici iĢlemleri
yetkiyi yasalardan almak, yasaların uygulanmasını sağlamak ve yasalara aykırı
olmamak durumundadır. Ġdarenin düzenleyici iĢlemlerini denetlemek ise, 2575 sayılı
DanıĢtay Kanununun 24 üncü maddesine göre DanıĢtayın ilk derece mahkemesi
olarak bakacağı iĢler kapsamındadır. Dolayısıyla, idarenin düzenleyici iĢlemleri kural
olarak yasalara aykırı olamazlar. Olmaları durumunda ise, yasal normların esas
alınması hukukun temel bir prensibi ve hukuk devleti ilkesinin bir gereği olduğundan,
idarenin düzenleyici iĢlemlerine aykırı denetim raporu ya da yargılamaya esas rapor
düzenlememeye ve dolayısıyla SayıĢtay yargılama daireleri ile kurullarını yasaya
aykırı ve idarenin düzenleyici iĢlemlerine uygun karar vermeye zorlayan iptali istenen
düzenleme, Anayasanın 2 nci maddesi ile 160 ıncı maddesine bu açıdan da aykırılık
oluĢturur.
Yukarıda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, 6353 sayılı Kanunun 45 inci
maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı
fıkranın (c) bendi, Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı
olduğundan iptali gerekir.
d) (ç) Bendinin Anayasaya Aykırılığı
6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı SayıĢtay Kanununun 35 inci
maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (ç) bendinde, düzenlilik denetimi sonucunda
düzenlenen raporda, yapılan denetimin kapsadığı iĢ ve iĢlemler ile bunlardan ilgili
mevzuatına uygun olduğu tespit edilen hususlara da yer verileceği; bu hususların ilgili
Daireler tarafından da uygun bulunması halinde ilgili mevzuatta herhangi bir değiĢiklik
olmadığı takdirde bu mevzuata uygun olarak aynı Ģekilde yapılan mali iĢ ve iĢlemler
hakkında daha sonra mevzuata aykırılık gerekçe gösterilerek denetim raporu
düzenlenemeyeceği hükümlerine yer verilmiĢtir.
Bendin ilk tümcesinde, “düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen raporda”
denildiğine ve 6085 sayılı Kanunda düzenlilik denetimi sonucunda denetim raporu ve
yargılamaya esas rapor olmak üzere iki rapor düzenlenmesi öngörüldüğüne göre,
bentte yer alan hükümler her iki raporu da kapsamaktadır.
Bütçe hakkı, Anayasanın 87 nci, 160 ıncı, 162 nci ve 164 üncü maddelerine
göre TBMM‟nindir. TBMM, gelirlerin toplanması ve harcamaların yapılması yetkisini
bütçe kanunu ile yürütmeye devretmekte; yürütme ise, bütçe programlarına tahsis
edilen ödeneklerin, bütçede öngörülen programlara, belirtilen tutarlarda, hukuka
uygun Ģekilde ve taahhüt edilen hedeflere ulaĢılması amacıyla verimli, tutumlu ve
etkin Ģekilde harcanacağı konusunda hesap verme yükümlülüğü altına girmektedir.
Türk SayıĢtayı kurulduğu andan itibaren “yargı tipi” SayıĢtaylar arasında yer
almıĢ; nitekim Anayasanın 160 ıncı maddesinde SayıĢtaya TBMM adına denetim
yapma ve sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme bağlama görevi verilmiĢtir.
Anayasanın 160 ıncı maddesinde yer alan “sorumlular” ifadesi, bidayetten
sorumluluğu/zimmettarlığı ifade etmektedir.
Bidayetten sorumlular ise, TBMM‟nin yürütme organına tahsis ettiği bütçe
ödeneklerinin teslim edildiği kamu görevlileridir. Bütçe Kanununun Resmi Gazete‟de
yayımlanarak yürürlüğe girmesiyle söz konusu sorumlular, sorumluluklarına verilen
bütçe ödenekleri tutarında borç altına girmekte; mali yılın sonunda SayıĢtaya
verecekleri yönetim dönemi hesabında, yaptıkları her iĢlemin mevzuata uygun
olduğunu ispat ve beraatlarına yarayan belgeleri ibraz ederek borçtan
kurtulmaktadırlar. Söz konusu kamu görevlileri, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve
Kontrol Kanununda harcama yetkilisi (md. 31), gerçekleĢtirme görevlisi (md. 33) ve
muhasebe yetkilisi (md. 61) ile diğer sorumlular olarak yer almıĢtır. Bütçe
ödeneklerinin teslim edildiği/zimmetlerine verildiği söz konusu sorumluların, hesap ve
iĢlemlerinin yargılama dairelerinde yargılanması sonucunda mevzuata uygun bulunan
kısımları için SayıĢtayca beraat hükmü tesis edilerek sorumlulukları sona
erdirilmekte, mevzuata uygun bulunmayan kısımları için ise zimmettarlıklarının
devamına yönelik olarak tazmin hükmü tesis edilmektedir.
Nitekim, SayıĢtay ilamlarında tazmin hükmolunan hususlar, sorumluları ve
gerekçeleriyle birlikte maddeler halinde sıralandıktan sonra sonuç bölümünde “…
maadasının belgelerine dayandığı, kayıtlarına, kanun ve diğer mevzuat hükümlerine
uygun bulunduğu anlaĢıldığından sorumluların beraatine … yılı … ayının … günü
hükmolunduğu SayıĢtay … Dairesinde saklı … sayılı tutanakta yazılı olmakla iĢbu
ilam düzenlendi.” denilmektedir.
BaĢka bir anlatımla tazmin hükmü verilenlerden baĢka, diğer hesap ve
iĢlemlerin tamamının mevzuata uygun olduğuna ve sorumluların beraatına karar
verilmektedir. Bu bağlamda (ç) bendinde sözü edilen “… yapılan denetimin
kapsadığı iĢ ve iĢlemler ile bunlardan ilgili mevzuatına uygun olduğu tespit edilen
hususlara da yer verilir.” Ģeklindeki hükmün gereği, zaten ilamda yerine getirilmiĢ
olmaktadır.
Bununla birlikte, (ç) bendinde, ilamda değil, ilama esas oluĢturan yargılamaya
esas raporda yer alması öngörülmektedir. Ancak bu isteğin yerine getirilmesi hem
fiilen imkansız, hem maliyeti çok yüksek, hem de hukuken yersiz ve gereksizdir.
Anayasa Mahkemesinin hesap ve iĢlemleri yıllık örneğin 12 çuval ise,
Bayındırlık Bakanlığının 12 kamyon, Milli Eğitim Bakanlığının ise 22 kamyondur.
Anayasanın 160 ıncı maddesinde, “SayıĢtay … kurumlarının bütün gelir ve giderleri
ile mallarını Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetlemek ve sorumluların hesap ve
iĢlemlerini kesin hükme bağlamak(la) … görevlidir.” denildiğine göre, denetçiler 22
kamyon hesap ve iĢlemi ve bunların temsil ettiği karar ve faaliyetleri inceledikten
sonra mevzuata aykırı buldukları yanında uygun gördüklerini de yargılamaya esas
rapora alsınlar demek; denetçilerin 22 kamyon hesap ve iĢlemin -ki 2.000.000
yevmiye sayısını geçer- her birinin yevmiye tarihi, yevmiye numarası, tutarı,
harcamanın konusu ve mevzuata uygunluk nedeninin (çünkü yargılama dairesinde
mevzuata uygunluk yönünden yargılanıp, 6085 sayılı Kanunun 51/1 maddesi
gereğince ilamlar da gerekçeli yazılacağından) yargılamaya esas rapora yazılmasını
istemektir. Bunlar alt alta yazılsa ve her sayfaya 20 satır sığdırılsa 100.000 sayfa
yapar. Her iĢlem için harcamanın konusu ve mevzuata uygunluk gerekçeleri de dört
satıra sığdırılsa 400.000 sayfalık bir rapor ortaya çıkar. SayıĢtay denetimine tabi tüm
idareler göz önüne alındığında, bunun yapılabilirliği fiilen imkansızlaĢır. Bunun
yapılabilmesi için, SayıĢtayın mevcut denetçi, savcı ve üye kadrosunun en azından
yüz ile çarpılması, mevcut bütçe ödeneklerinin tamamının da kırtasiye harcamalarına
tahsis edilmesi gerekir.
Her faaliyet gibi denetimin de bir maliyeti vardır ve denetim maliyeti yüksek bir
faaliyettir. Tüm kamu faaliyetlerinde olması gerektiği üzere denetim hizmetinde de
aynı veya daha az kaynak kullanarak daha fazla veya daha kaliteli hizmetin elde
edilmesi, kaynak kullanımının asgariye indirilmesi ve hedeflenenlerin baĢarılması
gerekir.
Oysa, iptali istenen düzenleme verimlilik ve ekonomiklik ilkelerini literatürden
silecek bir kaynak savurganlığı öngörmenin yanında, söz konusu kaynak
savurganlığının gerekçesi olan, yargılamaya esas raporlarda mevzuata uygun
görülen hususların “Daireler tarafından da uygun bulunması halinde ilgili mevzuatta
herhangi bir değiĢiklik olmadığı takdirde bu mevzuata uygun olarak aynı Ģekilde
yapılan mali iĢ ve iĢlemler hakkında daha sonra mevzuata aykırılık gerekçe
gösterilerek denetim raporu düzenlenemez” hedefinin baĢarılması da, 6085 sayılı
Kanuna göre hukuken mümkün değildir.
Çünkü, SayıĢtay yargılama dairelerinin kararları kesin değildir. Bir denetçinin
mevzuata uygun değerlendirdiği hususu, baĢka denetçilerin mevzuata aykırı
değerlendirebilecekleri bir yana, 6085 sayılı Kanunun (55/1) maddesinde göre
SayıĢtay dairelerince verilen ilamlar, SayıĢtay Temyiz Kurulunda temyiz olunur ve bu
Kurulca verilen kararlar kesindir. Dahası, iĢin gereği ve ibraz edilen belgelerin
mahiyeti bir olduğu halde aynı konu hakkında dairelerce veya Temyiz Kurulunca
verilen ilamlar birbirine aykırı ise SayıĢtay BaĢkanı bu ilamları içtihatların
birleĢtirilmesi için Genel Kurula gönderir (58/1). SayıĢtay BaĢkanı birleĢmiĢ içtihadın
değiĢtirilmesi için de istemde bulunabilir (58/2). Genel Kurul, içtihadın birleĢtirilmesi
kararı alır (25/2-b).
Bu bağlamda, iĢin gereği ve ibraz edilen belgelerin mahiyeti bir olduğu halde
aynı konu hakkında SayıĢtayın sekiz dairesinden birinin mevzuata uygun bulduğu
hususu bir diğeri ya da diğerleri mevzuata aykırı bulabilirler; hepsi uygun bulsalar
dahi Savcının istemi üzerine Temyiz Kurulu bozabilir; Temyiz Kurulu kararları
arasında farklılık olması halinde Genel Kurul içtihadı birleĢtirir. SayıĢtay Denetçilerini
yaptıkları denetimlerde mevzuatın yorumlanması açısından daire kararları değil;
Genel Kurul kararları bağlar. Dolayısıyla, düzenlilik denetimi sonucunda düzenlenen
yargılamaya esas raporda, yapılan denetimin kapsadığı iĢ ve iĢlemler ile bunlardan
ilgili mevzuatına uygun olduğu tespit edilen hususlara, fiili imkansızlığa ve ölçüsüz
kaynak savurganlığına rağmen yer verilse ve bu hususlar ilgili Daireler tarafından
uygun bulunsa dahi, bu düzenlemeden hedeflenenin baĢarılması, daire kararlarının
kesin olmaması nedeniyle hukuken mümkün değildir; mümkün olmadığı için de
düzenleme hukuken yersiz ve gereksizdir.
Bu durum, denetçilerin TBMM‟ne sunulmak amacıyla hazırlayacakları denetim
raporları için de geçerlidir. Tek fark, kaynak savurganlığının daha az olacak
olmasıdır.
INTOSAI‟nin 3.0.3/a nolu DS, “Denetçi denetimi -denetimin üstün vasıflı, etkili,
verimli, ekonomik ve zamanında yapılmasını temin edecek Ģekilde- planlamalıdır.”
Ģartını koyar.
Denetçi TBMM‟ye sunulacak raporlar için hem önemlilik eĢiğini hem de kabul
edilebilir denetim risklerini değerlendirerek incelenecek hesap ve iĢlemin (genel
popülasyon) içinden uygun teknikler kullanarak bütünü Ģamil olmak üzere denetim
örneklemi seçecektir. Bu durumda, Milli Eğitim Bakanlığının 22 kamyon olan hesap
ve iĢlemi içinden denetçi örneğin 1 kamyonunu (yaklaĢık 100.000 yevmiye sayısı)
inceleyecektir.
Ġptali istenen düzenleme yine aynı Ģekilde denetçinin 100.000 iĢlemin mevzuata
aykırı buldukları yanında uygun bulduklarının tamamının yevmiye tarihi, numarası,
tutarı ve konusu ile mevzuata uygunluk gerekçelerini yazdığı bir denetim raporu
düzenlemesini öngörmektedir. Yukarıdaki hesaba göre yaklaĢık 20.000 sayfalık söz
konusu denetim raporu cevaplandırılması için Milli Eğitim Bakanlığı müsteĢarına
gönderilecek; cevaplar alındıktan sonra verilen cevaplar çerçevesinde yeniden
düzenlenerek 100.000 (20.000 sayfa rapor) iĢlem için yargılama dairesi görüĢü
alınacak; yargılama dairesi görüĢünden sonra denetim raporu daire görüĢü
doğrultusunda SayıĢtay raporuna dönüĢtürülerek 100.000 iĢlem için bu defa Rapor
Değerlendirme Kuruluna, Rapor Değerlendirme Kurulunun son Ģeklini verdiği
SayıĢtay raporu ise TBMM‟ye sunulacaktır. Bunun SayıĢtay denetimine tabi olan tüm
idareler için geçerli olacağı göz önüne alındığında SayıĢtay raporları TBMM‟ye
kamyonlarla gönderilecektir. Bu içerikte ve yoğunluktaki raporların bırakınız TBMM‟de
görüĢülmesini, TBMM‟nin her yıl SayıĢtay raporları için ek arĢivler yaptırması
gerekecektir.
Yasanın öngördükleri, aklın, mantığın kabul edebileceği, havsalanın alabileceği
bir durum değildir ve böylesine maddi gerçeklerden kopukluğa tarihsel söylencelerde
dahi rastlanmamaktadır. Öte yandan, TBMM‟ye sunulacak SayıĢtay raporlarında
Rapor Değerlendirme Kurulu, son karar mercii olduğundan yargılama dairelerinin
mevzuata uygun bulduklarını aykırı, aykırı bulduklarını uygun bulabilecektir.
Dolayısıyla, hedeflenen yine gerçekleĢmeyecektir.
Hedeflenenin gerçekleĢmesi demek, bir denetçinin görüĢü üzerinden verilen
daire kararının SayıĢtayın diğer yargılama daireleri yanında kurullarını da bağlaması
ve dolayısıyla SayıĢtaydaki kanun yollarının sona erdirilerek 6085 sayılı Kanunun
bütünüyle ilgası anlamına gelmektedir ki, bu durumun Anayasanın 160 ıncı
maddesine aykırılığı ortadadır.
Öte yandan, yürütme organı ile idarenin tüm eylem ve iĢlemlerinin hukuka
uygun olması bir meziyet değil, hukuksal sorumluluğudur. Anayasanın 8 inci
maddesinde yürütme görevinin Anayasaya ve kanunlara uygun olarak yerine
getirileceği; 129 uncu maddesinde ise, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlü oldukları
kurallarına yer verilmiĢ; 137 nci maddesinde ise kanunsuz emir düzenlenmiĢtir.
Bu bağlamda yürütme organı ile idarenin yasal sorumluluklarını yerine getirmesi
genel kural olup; SayıĢtayın varlık nedeni ve Anayasal görevi kuraldıĢı olanları
raporlamaktır.
Ġptali istenen (ç) bendi, SayıĢtay‟dan imkansızı istemekte; SayıĢtay imkansızı
her Ģeye rağmen gerçekleĢtirse bile, nihayetinde hiçbir açıdan hiçbir iĢe
yaramamaktadır.
Bununla birlikte, SayıĢtayların kamu kaynaklarının verimlilik, etkinlik ve
ekonomik ilkelerine uygunluğunu, performans denetimi metodolojisi temelinde
denetlemelerinde, “iyi uygulama örneklerini” raporlamaları bir INTOSAI Denetim
Standardıdır.
Çünkü, performans denetimleri, kamu idarelerinin faaliyetlerinin faaliyet
dönemine bağlı kalmaksızın yılı içinde veya yıllar itibariyle sektör, program, proje ve
konu bazında bazen birden çok kamu idaresini kapsayacak Ģekilde yürütülmesi
Ģeklinde gerçekleĢtirilir. Kamu idarelerinden birinin diğerlerine göre aynı faaliyeti daha
verimli, etkili ve ekonomik yürütmesi “iyi uygulama örneği” oluĢturduğundan
diğerlerine de örnek olması ve yaygınlaĢtırılmasının sağlanması amacıyla
parlamentoya raporlanması gerekir. Ancak, AKP iktidarı SayıĢtayın performans
denetimi yetkisini elinden almıĢtır.
Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve iĢlemleri
hukuka uygun olan, insan hak ve özgürlüklerine saygı gösteren, bu hak ve
özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu
geliĢtirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm
devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini
bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasakoyucunun da
bozamayacağı temel hukuk ilkeleri ve Anayasa bulunduğunun bilincinde olan
devlettir.
Yasalar nihayetinde, devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülebilmesi için gerekli
olan hukuksal alt yapıyı oluĢturmak, kamu yararını gerçekleĢtirmek ve uygulanmak
amacıyla çıkarılır. Devlet etkinliklerinin düzenle sürdürülmesine engel olan, kamu
yararına sonuç doğurmayan, kamu hizmetinin nitelikleriyle bağdaĢmayan, hak, hukuk
ve adalet anlayıĢına aykırı, makul olmayan ve uygulanabilirliği bulunmayan bir
düzenlemenin, Anayasanın 2 nci maddesinde belirtilen hukuk devleti ilkesi ile
bağdaĢtırılamayacağı açıktır.
Ġptali istenen düzenleme, Anayasanın 160 ıncı maddesiyle SayıĢtaya verilen
TBMM adına denetim yapma ve sorumluların hesap ve iĢlemlerini kesin hükme
bağlama görevlerini, denetim hizmetlerinin gerektirdiği bağımsızlık, tarafsızlık,
nesnellik ve zamanındalık gibi geçerli ve makul nedenler ile gerçekleĢebilir hedefler
olmaksızın amacından saptırmayı; kaynaklarını iĢlevi ve iĢlerliği olmayan ve SayıĢtay
denetiminde kaos yaratmak dıĢında hiç kimsenin de iĢine yaramayan boĢ, gereksiz
ve yersiz iĢlere tahsis ederek görevlerini etkili, güvenilir ve yeterli yapmaktan
alıkoymayı ve TBMM‟nin kamu idarelerinin yönetim ve hesapverme sorumluluklarını
görüĢmesini iĢlevsizleĢtirerek boğmayı amaçladığından Anayasanın 87 nci, 112 nci
ve 160 ıncı maddelerine aykırıdır.
Yukarıda açıklandığı üzere, 6353 sayılı Kanunun 45 inci maddesiyle 6085 sayılı
SayıĢtay Kanununun 35 inci maddesine eklenen (2) numaralı fıkranın (ç) bendi,
Anayasanın 2 nci, 87 nci, 112 nci ve 160 ıncı maddelerine aykırı olduğundan iptali
gerekir.
e) (d) Bendinin Anayasaya
Download