Müslüman Ümmeti ve Atatürk Milleti, Mehmed Şevket Eygi

advertisement
Müslüman Ümmeti ve Atatürk Milleti, Mehmed
Şevket Eygi
MEDYADA boy gösteren bir kişi “Ben Ümmetçi değilim, Atatürk’ün milletindenim” demiş.
İnsanlık çeşit çeşit milletlere ayrılmıştır. Yahudi milleti, Hıristiyan milleti (Onlar kendi
aralarında binden fazla kiliseye/millete ayrılmıştır), Bahaî milleti… Saymakla bitmez.
Müslümanlar tek bir Ümmettir. Onlara Tevhid Ümmeti, Muhammed (Salat ve selam olsun
ona) Ümmeti denir. Irkların, dillerin, renklerin, coğrafyaların üzerinde bir topluluktur.
Müslümanın dini ve milleti birdir.
Müslümanların oluşturduğu ümmetin ve milletin özellikleri nelerdir: (1) Lâ ilâhe illallah ve
Muhammed Resulullah temel inancına sahiptirler. (2) İslamı hem din, hem de dünya nizamı
kabul ederler. (3) Muhammed aleyhissalatü vesselamı en büyük önder, örnek ve model kabul
ederler. (4) Kur’anı düstur=anayasa kabul ederler. (5) Bütün mü’minleri kardeş kabul ederler.
(6) Adalet taraftarıdırlar. (7) Doğruluk ve dürüstlüğü temel değer kabul ederler. (8) Hükmün
Allaha ait olduğuna inanırlar. (9) Mülkün asıl Sahibinin Allah olduğuna, dilediğine emaneten
verdiğine, dilediği zaman geri aldığına, dilediğini aziz, dilediğini zelil ettiğine inanırlar. (10)
Dünyanın ve insanlığın İslamî barışla güvene, huzura, adalete, saadete kavuşacağına
inanırlar.
Atatürk milleti nedir, özellikleri nelerdir? Bu konuda referanslar vardır, Atatürk devrimleri: 1.
Şapka giymek… 2. Latin harfleriyle yazmak okumak… 3. Kur’an nizamını reddetmek… 4.
Cumartesi Pazar günleri hafta tatili yapmak… Ve diğer devrimler ve yenilikler. Bunlar şu
devirde Türkiye’nin ilerlemesine, yücelmesine, ayakta durmasını sağlar mı?
Sanırım İslam nizamı ile M. Kemal’in ölümünden sonra çıkartılmış Kemalizm ideolojisi (Atatürk
milliyetçiliği) mukayese edilirse, İslamın üstünlüğü kolayca anlaşılacaktır.
Selimiyeler, Süleymaniyeler ve diğer mimarlık anıtları Ümmet eseridir…
16’ncı ve 17’nci asırlarda Asya, Avrupa ve Afrika’daki o büyük Osmanlı devleti ve nizamı İslam
Ümmetinin eseridir.
İstanbul’u İslam Ümmeti feth etmiştir.
Fatihler, Barbaroslar, mimar Sinanlar ve diğer büyük kişiler İslam Ümmetinin insanlarıdır.
Bendeniz İslamcı değilim, Müslümanım, İslam milletindenim… Mensup olduğum topluluk da
İslam Ümmetidir. Bundan dolayı da şükr ve iftihar ederim.
Ülkemiz Müslümanlarında öncelikle Ümmet şuuru (=bilinci) bulunmuş olsaydı, bugünkü fitne
ve fesatların çoğu olmazdı.
Irkları, dilleri, renkleri, beşerî özellikleri ne olursa olsun bütün mü’minler kardeştir ve Ümmet-i
İslamiyenin üyeleridir.
Üstünlük takva iledir. Takva da Kur’ana, Sünnete, Şeriata, İslam ahlakının hükümlerine
uyarak, Allaha ihlasla ibadet ederek, Resulullaha biat ve itaat ederek, Kur’anda Sünnette
belirtilmiş olan sâlih amelleri işleyerek, fi sebilillah cihad ederek ve diğer mârufları yerine
getirip, münkerlerden kaçınarak elde edilir.
(İkinci yazı)
Türkçe Elden Giderse Türkiye de Gider
Frenkler “Traduttore, traditore” demişler (Tercüme etmek, hıyanet etmektir). Bir lisandan
başka bir lisana edebiyat, kültür, felsefe, derin düşünce, sanat kitapları tercüme etmek çok
ama çok zor bir iştir.
Batı dillerinden Türkçe’ye çevrilmiş kitapları alıyorum, çoğunu okumanın imkânı yok. Yanlışları
görmek ve anlamak için önünüze orijinal metni koymaya lüzum yok. Göze batıyorlar.
Ya Rabbi şu güzelim edebi ve medeni Türkçe’yi ne hale getirdiler! Yeni, arı, duru, sade
Türkçe leylek takırtısına döndü; lisanın musikisi gitti, ahengi gitti, inceliği gitti.
Liselerde ve üniversitelerde, istisnalar dışında doğru dürüst felsefe okutulmadığı için felsefe
ve düşünceyle ilgili ıstılahlar lugat kitaplarına hapsedildi.
Edebi ve zengin dilde her işin ayrı bir fiili vardır. Türkçe’de bütün işler yapmak fiiliyle anlatılır,
bu ise dehşetli bir zafiyettir.
Yemek yapmak değil, yemek pişirmek… Dolma yapmak değil, dolma sarmak… Gezinti
yapmak değil, gezintiye çıkmak (Osmanlılar teferrüc veya cevelan derlermiş)…
Lise ve üniversite bitirmiş sayın vatandaşımıza:
Bana bir sayfalık Türkçe bir kompozisyon yaz, senin kültürünün derecesini, ne mal olduğunu
söyleyeyim.
Fransızların meşhur filozofu Pascal zekâları ikiye ayırıyor: Esprit de finesse, esprit de
géométrie yani incelikler zekâsı, matematik zekâsı. Bizim gayri milli eğitim sistemimiz çağ
seviyesinde ne keyfiyet kültürü, ne de fen kültürü verebiliyor.
Her yerde okul var… Bir ordu kadar öğretmen kadrosu… On milyondan fazla öğrenci… Devlet
bütçesinin çok önemli bir kısmı sözde eğitim işlerine harcanıyor… Netice: Kocaman bir sıfır…
Hiç abartmıyorum bendeniz bugünkü eğitim sistemine on üzerinden rakamla bir bile vermem.
Gerekçelerim de çok kuvvetlidir.
Biz Anadolu ve Trakya coğrafyasında bin yıldan beri varız. 1928’de, milli yazımız yasaklanmış,
ardından Agop Martayan vasıtasıyla lisanımız kuşa çevrilmiş, artık Türkiyeliler (istisnalar
dışında) 1928’den önceki Türkçe’yi okuyup yazamıyorlar. Böyle bir eğitime on üzerinde bir
notu vermek bile caiz değildir. Sıfır!
Bendenizin kültür yabancı dili Fransızcadır. Fransa’da da lisan, eğitim, medeniyet bakımından
gerileme, yozlaşma, erozyon var ama bizdeki kadar korkunç değil. Onların frenlerin yüzde elli
tutuyor, yokuş aşağı, pompalaya pompalaya selametle inebiliyorlar. Bizim kültür ve eğitim
frenlerimiz tamamen patlamış, binmişiz bir alamete yokuş aşağı gidiyoruz kıyamete.
Yazı ve lisan faciasının veçheleri var. Halkın binde dokuz yüz doksan dokuzu facianın farkında
bile değil.
M. Kemal Paşa’nın muhaliflerinden Doktor Rıza Nur, British Museum Kütüphanesi’ne tevdi
ettiği hatıralarında, şu iki nokta üzerinde bilhassa durur:
(1) Hilafet geri getirilecektir…
(2) Osmanlıca’ya dönülecektir.
Rıza Nur gençliğinde dindarmış, sonra inancını kaybetmiş. Lakin Türkiyeli bir düşünür, tarihçi,
büyük politikacı olarak gerçekleri görmüş.
İnsanı insan yapan lisandır. Hangi lisandır? Konuşulmayan, yazılan edebi, medeni, zengin
lisandır. Bu lisan bitince insan da biter.
Yazılı, edebi, zengin, medeni lisan olmadan düşünce olmaz.
Bir adam düşünün, bir trafik kazası geçirdi, ağır travmalara uğradı, hastanede üç ay tedavi
gördü. Sonunda bir konu dışında düzeldi. Yürüyor, ellerini kollarını çalıştırıyor, yiyor içiyor,
gözleri görüyor, kulakları işitiyor, lakin beyninin lisan-konuşma bölümü tahrip olmuş,
konuşamıyor, yazamıyor, çevresiyle iletişim kuramıyor. Ne olmuştur bu insan? Canlı cenaze.
İşte Türkiye’yi buna benzer bir hale getirdiler.
1950’li,60’lı yıllarda Müslüman aydınlar, okur yazarlar, hocalar, üstadlar Osmanlıca yazının
hasretini çekerlerdi. Ali Fuat Başgil, Mahir İz, Eşref Edip, daha nice üstadlar… O tarihlerde
resmi ideoloji, vesayet rejimi, faşist sistem halkın temel hak ve hürriyetlerini tanımıyor,
dehşet saçıyordu… Devlet terörüne rağmen Müslümanlar yazı ve lisandaki zorlamaları tenkit
ediyorlardı.
Bugün memlekete hürriyet geldi ama yazı ve lisan konusunda gereken hizmetler yapılmıyor.
Bırakın halkı, okumuşların yüzde doksanının gündeminde milli yazı, zengin kültür lisanı
maddesi yoktur.
Türkiye Müslümanları bin yıllık yazımıza dönmezler; zengin, edebi, medeni Türkçe’ye sahip
olmazlarsa yücelmeleri ve kurtulmaları mümkün değildir.
Bu gerçeği halka ve okumuşlara nasıl anlatmalı?
Download