GEN‹fi KARADEN‹Z HAVZASINDAN

advertisement
25
Genifl Karadeniz havzas›nda yaflanan siyasi
istikrars›zl›klar, 1989’da Berlin Duvar›’n›n
y›k›lmas› ve 1991’de Sovyetler Birli¤i’nin
da¤›lmas› ile sona eren So¤uk Savafl’›n
ard›ndan uluslararas› sistemi zorlayan en ciddi
s›k›nt›lar›n bafl›nda geliyor. Rusya ve Bat›’y›
(Avrupa Birli¤i ve ABD) 21. yüzy›lda bir kez
daha karfl› karfl›ya getiren son Ukrayna krizi
ve takip eden bölgesel gerilimlerin post-modern
bir So¤uk Savafl’›n habercisi olup olmad›¤›
son dönemde uluslararas› kamuoyunu giderek
daha çok meflgul eden bir soruya dönüflmüfl
durumda. Bu yaz›da k›saca K›r›m’›n bir y›l
önce Rusya taraf›ndan iflgalinden yola ç›karak,
bölgesel geliflmelerin uluslararas› sistemdeki
iz düflümlerini ortaya koymaya çal›flaca¤›m.
Hatırlanacağı üzere, Kasım 2013’te dönemin Cumhurbaşkanı
Viktor Yanukoviç’in, ülkesinin uzun süredir AB ile müzakere
etmekte olduğu kapsamlı ticaret anlaşmasını büyük ölçüde
Rusya’nın baskısıyla son dakikada imzalamaktan kaçınması üzerine,
başta başkent Kiev, tüm Ukrayna’da kitlesel protesto gösterileri
başlamıştı. Yaşanan gerginlik, AB ile bütünleşmeyi destekleyen
batı ve kuzey Ukrayna ile anadili Rusça olanların yoğun olarak
yaşadıkları ve Rusya ile sıkı ilişkilerin geliştirilmesini destekleyen
doğu ve güney Ukrayna arasında zaten uzun süredir var olan
sosyal-kültürel ayrışmayı daha da keskinleştirdi.
Aylar süren gösterilerin ardından, 22 Şubat’ta Ukrayna
Parlamentosu tarafından görevinden azledilen ve Rusya’ya kaçan
eski Cumhurbaşkanı Yanukoviç’in Rusya Federasyonu Devlet
Başkanı Vladimir Putin’e yazdığı bir mektupla, kendinden sonra
Kiev’de iktidara gelenleri “eşkıya” olarak nitelendirmesi ve doğu
ve güney Ukrayna’da sivilleri korumak ve düzeni sağlamak için
Rusya’nın müdahale etmesini istemesi, daha sonra anlaşılacağı
üzere uzun dönemli bir planlama ve hazırlığın hayata geçmesine
imkan tanıdı. Yanukoviç’in bu girişimi ve Rusya’nın takip eden
müdahalesi, sadece Ukrayna’da iç savaşa varacak çatışmaları
tetiklemekle kalmadı, çok kısa sürede tüm Karadeniz coğrafyasında
GEN‹fi KARADEN‹Z
HAVZASINDAN
ULUSLARARASI S‹STEME
MEYDAN OKUMALAR
Prof. Dr. Mustafa AYDIN
Rektör
26
siyasi-askeri dengeleri sarsacak bir krize ve ardından da uluslararası
sistemin yerleşik kurallarına meydan okuyan bir girişime yol
açarak, Soğuk Savaş günlerini hatırlatan bir süreci başlattı.
Alandaki gelişmelere bakacak olursak; Mart ayı boyunca bir
taraftan Rusya, Ukrayna ile olan sınırına asker yığıp manevralar
gerçekleştirirken, diğer taraftan Ukrayna’nın doğu ve güney
bölgelerinde yerleşik etnik Ruslardan oluşturulduğu iddia edilen
milis güçleri, bulundukları yerlerde kontrolü ele geçirmeye
başladılar. Öte yandan, ellerindeki silahlar, kullandıkları askeri
taktikler, kıyafetleri ile hal ve tavırları, bölgede fiili kontrolü ele
geçirenlerin basit yerel milisler olduğu söylemi hakkında ciddi
kuşkuların oluşmasına neden oldu. Bu arada, Ukrayna ile yapılmış
anlaşmalar kapsamında Kırım’da konuşlu Rus askerlerinin devreye
girerek, hızla Kırım yarımadasını kontrol altına almaları ve tüm
uluslararası itirazlar ve Ukraynalıların boykotuna rağmen 16
Mart’ta Kırım’ın Rusya ile birleşmesi kararının çıkacağı bir
referandum yapılmasını sağlamaları, sürecin çok önceden
soğukkanlılıkla planladığı ve Ukrayna’daki gerginliğin oluşturduğu
fırsat ortamında hayata geçirildiğini açıkça ortaya koydu.
Nitekim, Rusya Devlet Başkanı Putin de iki gün sonra, “Kırım
Özerk Cumhuriyeti” yönetimiyle imzaladığı birleşme anlaşmasıyla,
21. yüzyılın ilk ilhakını neredeyse hiç kurşun atmadan gerçekleştirdi.
Kırım’ın ilhakının ardından özellikle etnik Rusların çoğunluğu
oluşturduğu Donetsk ve Luhansk bölgelerinde Ukrayna askerleri
ve Rusya yanlısı ayrılıkçı gruplar arasında alevlenen çatışmalar
sonucunda bu bölgeler fiilen Ukrayna’nın kontrolünden çıktı. Her
ne kadar uluslararası tepkiler ve girişimler bu noktada krizi bir
miktar soğuttuysa da, Ukrayna’nın siyasi geleceği, Karadeniz’deki
güçler dengesi ve uluslararası sistemin evrimi konusundaki endişeler
hala canlılığını koruyor.
Rusya’nın stratejik konumdaki Kırım’ı ilhakı ve tüm çabalara
rağmen Rusya’yla bütünleşme yanlısı ayrılıkçılar ile Ukrayna
birlikleri arasında yaşanan çatışmalar mevcut bölgesel ve küresel
dengeleri sarsmaya devam ediyor. SSCB’nin dağılmasının ardından
zayıflayan ama son yıllarda Putin liderliğinde yeniden güç
toplayarak yakın çevresinde etkili olmaya yönelik politikalar
izlemeye başlayan Rusya’nın Ukrayna krizinde oynadığı rol,
NATO ve AB’nin doğu genişlemesinin önünü kesecek şekilde Rus
milliyetçiliğiyle perçinlenmiş bir “yakın çevre” stratejisinin hayata
geçirildiğine işaret ediyor.
Görünen o ki, geleneksel nüfuz alanlarında yaşayan halkların Batı
ile bütünleşmelerinin önüne geçme, hatta bu bölgeleri yeniden
Rusya nüfuzu altına alma hedefiyle hareket eden Rusya, Karadeniz
havzası ve Kafkasya’da sıcak ve donmuş çatışma alanlarında Rusya
yanlısı rejimlerin güçlenmesi adına askeri, siyasive ekonomik
araçlarla harmanlanmış bir politika izliyor.
Yeni politikanın ilk habercisi, aslında daha Yakın Çevre Doktrini
ilan edilmeden, Temmuz 1992’de Rusya’nın, Moldova’nın
Transdinyester bölgesindeki ayrılıkçı gruplarla hükümet güçleri
arasında çıkan çatışmalara müdahil olmasaydı 1992’de bölgeye
konuşlanan Rus birlikleri hala geri çekilmedi. Etnik Rusların nüfusun
ciddi bir bölümünü oluşturduğu ve tüm arabuluculuk çabalarına
karşın, bugüne kadar çözülemeyen Transdinyester sorunu, Rusya’nın
takip eden dönemde bu bölgede atacağı diğer adımların habercisi
gibiydi. Yakın çevre stratejisi kapsamında aradan geçen sürede, geniş
Karadeniz coğrafyasında oluşan “don(durul)muş ihtilaflar” meselesi
Rusya’nın bölgede etkinliğini sürdürmesinin önemli bir aracı olarak
kullanıldı.
Daha yakın dönemde, Ağustos 2008’de Rusya’nın Güney Osetya’yı
Gürcistan’a karşı savunmak üzere Gürcistan topraklarını işgal
etmesiyle başlayan süreç, “donmuş ihtilafların” aslında pek de öyle
olmadıklarını ve Rusya istediği zaman ısıtılabildiklerini ortaya koydu.
Rusya karşısında hızla çöken Gürcü savunmasının ardından imzalanan
ateşkes sonrası, Güney Osetya ve Abhazya bağımsızlıklarını ilan
ettiler ve Rusya tarafından da tanındılar. Osetya’da başlayan
çatışmaları kimin nasıl ve neden çıkardığı tartışması bir yana,
Rusya’nın tüm bu gelişmelerdeki rolü ve Batı’nın bu müdahalelere
Rusya’yı geriletecek anlamlı bir tepki verememesi, pek çok uzman
açısından Kırım’ın Mart 2014’de ilhakına giden süreci başlatan
gelişme oldu.
Bu bağlamda, Ukrayna krizi, bir taraftan Batılı kurumların (NATO
ve AB) doğuya doğru genişleme ve bütünleşme politikalarını etkisiz
hale getirirken, diğer taraftan Rusya’nın yakın çevre doktrinine uygun
şekilde eski Sovyet bölgelerinde etkin nüfuz alanları oluşturmaya
başlamasını da sağladı. Tüm bunlar yavaş da olsa Batı’da Rusya’nın
izlediği politikalar hakkındaki kuşkuları artırırken, özellikle Kırım’ın
ilhakından sonra artık Rusya’nın durdurulması gerektiği söylemini
de güçlü bir şekilde gündeme getirdi. Nitekim, Almanya Başbakanı
Angela Merkel de, Aralık 2014’de yaptığı bir açıklamada, Rusya’nın
AB ile kendi iradeleriyle bütünleşmek isteyen bölge ülkelerine zorluk
çıkardığını ve bazı Batı Balkan ülkelerinde ekonomik ve siyasi
bağımlılıklar yaratmaya çalıştığını ifade ederek, ilk kez açıkça Rusya
karşıtı bir pozisyon aldı ve Kırım’ın ilhakı dolayısıyla gündeme gelen
Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımların uygulanmasında bu güne
kadar AB ülkelerini bir bütün olarak tutmakta etkili oldu.
Bu noktada, yeni nesil Doğu-Batı çekişmesinin keskin ideolojik
karşıtlıklardan ziyade güç temelli bir alan etkinliği mücadelesi
üzerinden yaşanmakta olduğu tespitinde bulunmak önemli. Gerek
ekonomik yapısıyla giderek küresel sistemin bir parçası haline
gelen Rusya’nın ekonomik çıkarları, gerekse enerji bağımlılığı
çerçevesinde Rusya’yla siyasi ve ekonomik düzeyde yakın ilişkilerini
sürdürmesi gereken AB’nin çıkarları göz önünde bulundurulduğunda,
27
karşılıklı bağımlılıklar tarafları şimdilik düşmanca bir dil
kullanmaktan alıkoyuyor. Bu kapsamda, gelinen noktada,
Soğuk Savaş döneminin ideolojik kamplaşmasından ziyade,
enerji politikaları, ekonomik baskılar, silahlanma yarışı ve
“Batı değerleri” ile Rus milliyetçiliği eksenine oturmakta olan
bir ayrışmadan bahsetmek mümkün.
Rusya için ekonomik baskı araçlarının tepesinde hiç kuşkusuz
enerji yer alıyor. Nitekim, AB Komisyonu tarafından Haziran
2014’de Kırım’ın ilhakına tepki olarak kabul edilen Rusya’ya
karşı ekonomik yaptırımlar paketinin hemen ardından
Rusya’nın enerji devi Gasprom, Ukrayna ve Beyaz Rusya
gibi transit ülkeler üzerinden AB üyesi ülkelere ulaşan doğalgaz
sevkiyatını Polonya, Avusturya ve Slovakya’yı kapsayacak
şekilde azalttığını açıkladı. Bu noktada, Ukrayna ile ilişkilerinde
etkin bir pozitif koşulluluk mekanizmasını hayata geçiremeyen
ve 2014 boyunca anlamlı bir kriz yönetimi yapamayan AB
ülkelerinin Rusya’ya olan enerji bağımlılıklarının, “Batı”
cephesini AB ve ABD’nin Rusya’ya karşı etkin bir biçimde
hareket eden monolog bir blok olmaktan alıkoyduğunu da
tespit etmek lazım. Gerek doğu genişlemesi sonrası Rusya’yla
sınırdaş olması, gerekse sürdürülebilir enerji arzı noktasında
Rus doğalgazına ihtiyacı, AB’yi Rusya’ya karşı daha temkinli
olmaya zorluyor. Diğer taraftan 2008 finans krizinin ardından
toparlanma belirtileri gösteren ABD’nin Rus doğalgazına
bağımlılığı bulunmaması ve ekonomik bir dev haline gelen
Çin’i kontrol altında tutma hedefine odaklanmasının da Batı
kampında siyasi ve ekonomik öncelikler konusunda ayrışmaya
neden olduğu söylenebilir.
Yine de Ukrayna üzerinde gelişen olaylar Batı’yı belli ölçüde
hareketlendirmiş gözüküyor. En azından uluslararası sistemin
geleceğine yönelik tartışmalar şimdilerde Batı kurumlarında
daha yoğun şekilde gündemde. Ukrayna, Moldova ya da
Gürcistan örneklerinde görüldüğü gibi, Soğuk Savaş sonrası
ulus devletleşme sürecinde yaşanan pek çok etnik, dilsel,
sosyo-kültürel ve tarihsel ayrışmalar geniş Karadeniz
havzasında siyasi istikrarsızlıklara zemin hazırlamışsa da,
donmuş çatışmaları yeniden alevlendirenin büyük ölçüde
Rusya ile Batı arasında bölgede yaşanan nüfuz mücadelesi
olduğu görülüyor. Yeni bir soğuk savaş mı başlıyor
tartışmalarını bir yana bırakacak olursak, Ukrayna krizinden
akılda kalacakların başında modern uluslararası sistemi
şekillendiren “iç işlere karışmama”, “eşit egemenlik” ve
“toprak bütünlüğüne saygı” prensipleri üzerine kurulu
Vestfalya sisteminin ciddi şekilde yara aldığı olgusu geliyor.
Yeni tehditler, fırsatlar ve bağımlılıklar barındıran modern
uluslararası siyasal sistemin bundan sonra nasıl bir yöne
doğru evrileceğini ise hep birlikte izleyeceğiz.
Download