E urrıye] TARİH Yayınladığımız ilk kitaplar biraz fazla ağırdı

advertisement
M .
ÇARŞAMBA, 19 Kasım 2003
m m tÊttÊÊÊtÊÊiBÊttÊÊÊÊm tÊÊiÊÊm m iÊtSm m ÊÊm ÊÊtÊÊÊiÊÊH im ÊÊm Êm
/"----V____
W ÊÊÊKÊÊÊÊÊÊÊÊÊÊKÊÊÊÊKÊÊÊÊÊÊÊK ÊH ÊÊÊÊ*
E urrıye ]
TARİH
ÇARŞAMBA, 19 Kasım 2003
•*
Ülkemize matbaanın geç
gelmesinin sebebi öyle iddia
edildiği gibi günah sayılması yahut
hattatların işsiz kalmaları endişesi
değil, okumayı bugün olduğu gibi
o zamanlarda da sevmemem izdi.
İbrahim Müteferrikanın 1727'de
kurduğu matbaada, 20 yıl boyunca
bütün gayretlere rağmen sadece 17
kitap basılabilmişti. Bu matbaada
Müteferrika'nın ölümünden sonra
sadece bir kitap basılabildi ve
halkın okuma merakının
olmaması yüzünden
de matbaa tam
& *
27 yıl kapalı kaldı.
■ Erhan AFYONCU
Türkiye'de
basılan ilk kitap;
Vankulu Lügati.
*jy '
' \
l
*
Yayınladığımız
ilk kitaplar
biraz
fazla ağırdı
İbrahim Müteferrika'yı
m atbaada çalışırken
gösteren temsili resim.
£*>**&£
.ı
'- o *ajT
Ü. c •
-r r -
- ¿ it
mr " s -
m
-
jS
»It'J
*
‘ ¡T,
.
j-ÿi.J5Î-
.
***■
Matbaanın
günahından
değil, okumaktan korktu
M
-JL_ T
M atbaanın Türkiye'ye geç
gelişi her zaman tartışma konusu oldu. Kimileri
’Günah olduğu için getirilmedi’ derken, kimileri
de 'Hattatlar karşı çıktılar, o sebeple gelmedi'
dediler. Halbuki gerçek çok basitti; matbaa,
okumayı sevmediğimiz için gelmemişti.
Baskı işi, Johann Gutenberg'in 1450'li yılların
başında matbaayı icadından kısa bir süre sonra
Osmanlı topraklarına ulaştı. İstanbul’da ilk
olarak 1493'te Yahudiler matbaa kurdular, daha
sonra 1567'de Ermeniler, 1627'de ise Rumlar ilk
matbaalarım açtılar. Türkler ise matbaa kurmak
için 1727'ye kadar herhangi bir girişimde
bulunmadılar.
İlk Türk matbaasının kurucularından olan
İbrahim Müteferrika, asıl matbaayı kurmadan
s
H A R A Y I İKNA ETTİLER
Matbaa kurmak için uğraşan fakat hiçbir
maddi gücü olmayan İbrahim Müteferrika'nın
imdadına kendisiyle aynı düşüncede olan bir
başka devlet görevlisi yetişti. Babası Yirmisekiz
Mehmed Çelebi ile Paris'e giden 'sadâret mektubi
halifelerinden', yani 'başbakanlık
bürokratlarından' Mehmed Said Efendi,
Fransa'da matbaacılığı incelemiş, Türkiye'ye
döndüğü zaman da bir matbaa açmayı
plânlamıştı.
Mehmed Said Efendi ile İbrahim Müteferrika
işbirliği yapıp 1727 Temmuz'unda dönemin
padişahı Üçüncü Ahmed'in fermanı ve
Şeyhülislâm Ybnişehirli Abdullah Efendi'nin
fetvası ile ilk Türk matbaasını kurmak için izin
aldılar. İbrahim Müteferrika matbaanın önemi,
gerekliliği ve faydası üzerine 1726'da kaleme
aldığı 'Vesiletü't-tıbâa' isimli risalesinde, tarih
boyunca bazı istilâlar yüzünden yazma eserlerin
nasıl yokolduğunu, sonraları doğru düzgün yazı
yazacak hattatlar kalmadığı için yazmaların
birçoğunun yanlışlarla dolu olduğunu, halbuki
matbaa sayesinde yazıların daha okunaklı ve
hatasız basılacağını, kitapların fiyatlarının
ucuzlayacağını ve bu sayede de büyük
kütüphanelerin kurulacağını söylüyordu.
K i T A B I EVİNDE BASTI
Yirmisekiz Çelebizade Mehmed Said Efendi ve
İbrahim Müteferrika tarafından Müteferrika'nın
Yavuz Sultan Selim semtindeki evinde kurulan
matbaanın ilk kitabı, basımı 1729'un ilk
. .
- —
■ Tarih-i Raşid (1741).
■ Tarih-i Çelebizâde
Efendi (1741).
■ Ahval-i Gazavât-ı
Diyâr-ı Bosna (1742).
Ferheng-i Şu'uri (1742).
aylarında tamamlanan ve 'Vankulu Lügati' adıyla
bilinen 'Sıhahü'l-cevheri'nin tercümesiydi. Her ne
kadar matbaanın bulunduğu yer ve malzemelerin
bir kısmı şahsi mal ise de, matbaanın asıl
masraflarını ve çalışan işçilerin günlük
yiyeceğine kadar bütün ihtiyaçlarını devlet
karşılamıştı.
F ¡ Y A T I DEVLET BİÇTİ
Hatta basılan kitapların fiyatlarını bile devlet
tesbit etmişti. Matbaanın kurulmasında ve daha
sonraki yıllarda işletilmesinde karşılaşılan en
büyük zorluk ise yetişmiş eleman eksikliği idi.
Müteferrika'nın matbaasının kurulmasında
önemli rolü bulunan Yirmisekiz Çelebizade
Mehmed Said Efendi'nin bir süre sonra ayrılması
ile iş tamamen İbrahim Müteferrika'ya kaldı ve
Müteferrika, ölümüne kadar 17 adet kitap bastı. ►
j
İşte, İbrahim
Müteferrika'nın
matbaasında basılan ve
Türkiye'de 'ilk' olan bazı
kitaplar:
■ Vankulu Lügati (1729).
■ Tuhfetü'l-Kibâr fi
Esfâri'l-Bihâr (1729).
■ Tarih-i Seyyâh der
Beyân-ı Zuhur-ı
Ağvâniyân ve
İnhidam-ı Devlet-i
Safeviyan (1729).
■ Tarih-i Hind-i Garbi
(1730).
■ Tarih-i Timur-i Gürgân
(1730).
■ Tarih-i Mısri'l-Cedid ve
Tarih-i Mısri'l-Kadim
(1730).
■ Gülşen-i Hülefâ (1730).
■ Grammaire Turque
(1730).
■ UsulüT-Hjkem fi
Nizâmi'l-Ümem (1732).
■ Fuyuzât-ı Mıknatısiyye
(1732) .
■ Takvimü't-Tevarih
(1733) .
■ Tarih-i Naima (1734).
_dPİ
önce 1718'de bir harita matbaası için izin almış
ve birkaç adet de harita basmıştı.
r
İbrahim Müteferrika'nın bastığı kitaplardan
biri olan ''Cihannüma"dan bir harita.
6
rcftnns» TARİH
ÇARŞAMBA, 19 Kasım 2003
Hü iriye J TÂRİH
Matbaanın gizli kurucusu Mehmed Said Efendi'dir
İlk Türk matbaasının kurulmasında ve
işletilmesinde İbrahim Müteferrikanın rolü
büyüktür ancak Yirmisekiz Çelebizade
Mehmed Said Efendi’nin bu işteki payı da
gözden uzak tutulmamalıdır.
Said Efendi, babası Yirmisekiz Mehmed
Çelebi’nin elçiliği sırasında bulunduğu
Fransa'da matbaayı yakından görüp incelemiş
ve Osmanlı İmparatorluğu'na döndüğünde
babasının devlet nezdindeki nüfuzunu da
kullanarak ilk Türk matbaasının kurulmasını
sağlamıştı. Yirmisekiz Mehmed Çelebi elçi
iken Paris'te onunla beraber bulunan Saint
Simon, hatıralarında Mehmed Said Efendi'nin
Paris'te bir matbaayı ziyaret ettiğini ve
İstanbul'a dönüşünde aynını açmayı
düşündüğünü yazmıştı. Mehmed Said Efendi,
İstanbul'da doğdu. Sadaret mektubi
kaleminde memuriyet hayatına başladı ve
'halifeliğe', yani 'büro şefliğine' kadar
yükseldi. Babasının Paris elçiliği sırasında
kethiidâ olarak onunla birlikte Fransa'ya gitti,
Fransızca öğrendi ve döndükten sonra
İbrahim Müteferrika ile beraber Osmanlı
Matbaanın
kurucularından
Yirmisekiz
Çelebizade
Mehmet Said.
ülkesinde ilk Türk matbaasını kurdu.
Memuriyette yükselmesi üzerine
matbaacılıktan ayrıldı. Sonraki senelerde
Osmanlı bürokrasisinde üst düzey birçok
görevde bulunan ve Fransa ile İsveç'te elçilik
yapan Yirmisekiz Çelebizade Mehmed Said
Efendi, 25 Ekim 1755'te sadrazamlığa tayin
edildi ancak beş ay sonra 1 Nisan 1756'da
azledilerek İstanköy'e sürüldü. Daha sonra
Hanya, Adana, Mısır, Konya valilikleri yaptı
ve Maraş valisiyken 1761 Kasım'ının
sonlarında öldü.
Müteferrika'nın asıl işi
diplomatlıktı, kitapları
boş zamanlarında bastı
Ma tbaa
bulunmadan
önce elle kitap
çoğaltan bir
rahip.
4-
Gutenberg'in
bastığı Incil'den
bir sayfa.
Matbaanın ilk iki kitabı 1000, üçüncüsü 1200
adet basılmış, ancak sonraki kitaplarda bu sayı
500’e inmişti.
Baskı sayısının azalmasında kitapların
satıimamasının rolü vardı, nitekim öldüğü
zaman bile İbrahim Müteferrika'nın evinde
satılmamış birçok kitap bulunmuştu.
İbrahim Müteferrika bir taraftan matbaasında
çalışıyor, diğer taraftan da devletin verdiği
birçok görevle uğraşıyordu. Uzun süre, Osmanlı
İmparatoriuğu'na sığınan Polonya hükümdarı
İkinci Rakoczi'nin tercümanlığını ve
mihmandarlığını yapan İbrahim Müteferrika'nın
diğer görevleri matbaayla yakından ilgilenmesini
engelledi.
l^ A Ğ IS T A N 'A YOLLADILAR
1735’e kadar 13 kitap basan Müteferrika,
Osmanlı-Avusturya-Rus savaşındaki görevleri ve
Lehistan'a elçi olarak gönderilmesi sebebiyle beş
yıl matbaacılıktan uzak kaldı. 1740 ile 1742
yıllarında dört kitap daha bastı fakat ömrünün
son beş yılında yine devlet işleri yüzünden yeni
eserler çıkartamadı. İbrahim Müteferrika bu
arada Dağıstan'a gidip dönmüş ve Yalova’daki
Kâğıt Fabrikası ile ilgilenmiş, ayrıca bir yıl
Divân-ı Hümâyûn tarihçiliği görevinde
bulunmuştu.
H
a l k k it a p o k u m u y o r
İbrahim Müteferrika, bastığı kitapların büyük
bir kısmına açıklamalar ve ilaveler yaptı, bir
kısmını da notlar ve haritalar ekleyerek
zenginleştirdi. Bilhassa Kâtip Çelebi'nin
'Cihânnümâ'sına yaptığı ilâveler, Müteferrika'nın
Rönesans sonrası Avrupa'daki gelişmeleri
yakından nasıl takip ettiğini açıkça göstermişti.
Cihânnümâ'ya yapılan ilâvelerde batıda gelişen
yeni astronomi ve kâinat sistemleri hakkında
bilgiler verilmesi, eserin bir asır boyunca bu
konudaki Türkçe en önemli metin olmasını
sağladı.
Bastığı kitaplarda doğru metni yayınlamak
için de çaba gösteren Müteferrika, oldukça
titizdi. Nitekim, 'Tarih-i Hindi Garbi'yi inceleyen
Thomas Goodrich, bu eserin mevcut
metinlerinin hiçbirisinin tam ve doğru
olmadığını, tama ve doğruya en yakın olanını
1730'da Müteferrika'nın yayınladığını ve ilk
Türk matbaacısının birden fazla metin
kullanarak bu sonucu elde ettiğini söylemişti.
İbrahim Müteferrika'nın bastığı kitaplar tarih,
coğrafya ve dil gibi konular ile askerlik
üzerineydi. Araştırmacılar, Müteferrika'nın eser
seçiminde oldukça isabetli davrandığını
görüşündeydiler.
Müteferrika'nın 1747'de ölümünden sonra
matbaanın işletme izni Rumeli kadılarından
İbrahim Efendi ile Anadolu kadılarından Ahmed
Efendi'ye verildi.
İbrahim ve Ahmed Efendiler, talebin
olmaması ve halkın ilgisizliği sebebiyle
matbaada sadece bir kitap basabildiler, sonra da
işi bıraktılar. 1757'de çıkarttıkları kitap da,
zaten İbrahim Müteferrika'nın zamanında çıkan
Vankulu Lügati'nin ikinci baskısıydı. Matbaa
uzun bir sessizlik döneminden sonra tekrar
1784'te açılabildi.
M 0 BİN HATTAT MASALI
Osmanlı tarihinde en fazla tartışılan
konulardan biri, matbaanın Türkiye'ye geç
gelmesi meselesiydi. Bir iddiaya göre, güya
İstanbul'da bulunan 90 bin hattat matbaanın
gelişine engel olmuştu. Bu iddia hakkında hiçbir
araştırma yapılmadan önce bir an düşünülse bile,
böyle bir görüşün doğru olamayacağı rahatlıkla
anlaşılır. O devirde bırakın 90 bin hattatın
varolmasını, belki bütün Osmanlı ülkesindeki
esnafın tamamı bu kadardı.
M
ÇARŞAMBA, 19 Kasım 2003
TBAA GÜNAH DEDİLER
Matbaanın geç gelmesiyle ilgili bir diğer iddia
da OsmanlI'nın matbaayı 'günah' sayıldığı için
geç kabul ettiği yolundadır. Bu iddia da tamamen
ideolojik ve yanlış bir yoruma dayanıyordu, zira
matbaanın bu yüzden geç geldiğine dair elde
hiçbir delil yoktu.
Türkiye'ye matbaanın geç girişi hep tartışıldı
fakat daha sonra ne gibi gelişmelerin yaşandığı
üzerinde pek fazla durulmadı. Konu tartışılırken
'Geldi de ne oldu?' sorusunu sorarsak mesele
kendiliğinden çözüme kavuşur.
Matbaanın kurulmasından İbrahim
Müteferrika'nın ölümüne kadar geçen 20 yıllık
dönemde sadece 17 kitap basılabildi.
Müteferrika'nın ölümünden sonra ise yalnızca bir
kitap basıldı ve talebin olmaması sebebiyle
matbaanın faaliyetine 27 yıl ara verildi.
►
Erdel’in Koloszvar şehrinde
1670'li yılların başında dünyaya
gelen İbrahim Müteferrika'nın
Müslüman olmadan önceki hayatı
hakkında çok az bilgi vardır.
İbrahim Müteferrika, Müslüman
olmadan önce Hristiyanlık'ın 'teslis'
inancına karşı çıkan ve tek Tanrı
inancını benimseyen 'Unitarius'
mezhebine mensuptu.
Hayatı ile ilgili ilk somut bilgilere
göre İbrahim, kapıkulu
süvarilerinin en mümtaz ve itibarlı
kısmı olan sipahların 41 'inci
bölüğünde görev yapıyordu. Bu
bölükte iken Avusturya seferindeki
hizmetlerden dolayı 18 Nisan
1716'da 'dergâhı âli müteferrikası'
oldu, yani padişahın özel
hizmetindeki saray görevlilerinin
arasına tayin edildi. Ardından,
Osmanlı Devleti'ne sığınan
Macarlar'a tercümanlık etmeye
başladı.
Müteferrika, 1717'de Osmanlı
ülkesine davet edilen isyancı
Macarlar'm lideri Ferenc
Rakoczy’nin yanına tercüman ve
mihmandar olarak tayin edildi. Rakoczy'nin
1735'teki ölümüne kadar bu hizmette bulundu,
bu arada matbaacılık ile devletin verdiği diğer
vazifeleri de yaptı. Rakoczy'nin ölümünden
sonra Türkiye'de kalan diğer Macar soylulara
hizmet etti, 1736'nın Aralık ayının sonunda,
önceden imzalanmış olan bir antlaşmanın
yenilenmesi için Lehistan yönetimine bir
mektup götürdü.
1737 ile 1739 yılları arasındaki OsmanlıAvusturya-Rus savaşında aktif olarak görev
yapan Müteferrika, savaş sırasında Osmanlı
saflarına katılan Macar askerlerinin yazımını
üstlendi ve Orşova Kalesi'nin Osmanlı
İmparatorluğu'na teslimi için yapılan
görüşmeleri yönetti. Savaş sürerken 2 Şubat
1738’de top arabacıları kâtipliğine getirildi ve
böylece Divânı Hümâyun'da 'hâcegân
zümresi'ne, yani 'bürokratlığa' yükseldi. 25
Ekim 1743'te top arabacıları kâtipliğinden
ayrıldı ve Kafkaslar'da Kaytak Hanlığı'na
getirilen Asmay Ahmed'in tayin beratını
Dağıstan'a götürdü.
İbrahim Müteferrika bu yolculuktan
döndükten sonra 14 Kasım 1744'te merkez
bürokratlıklarından birisi olan Divân-ı
Hümâyun tarihçiliğine tayin edildi ve bu
görevini 7 Kasım 1745'e kadar sürdürdü. Bu
sırada Yalova'da kâğıt fabrikası kurmaya
teşebbüs etti ve Lehistan'dan ustalar getirtti.
1747 yılı başlarında vefat eden ve Aynalıkavak
Kabristam'na defnedilen İbrahim
Müteferrika'nın mezarı, 1942'de Reşid Saffet
Atabinen'in teşebbüsüyle Galata Mevlevihânesi
Haziresi'ne nakledildi.
Sadece bir matbaacı değil aynı zamanda 18.
yüzyılın en önemli Osmanlı aydınlarından
olan İbrahim Müteferrika, birçok kitap yazmış
ve tercümeler yapmıştı. 1710’da kaleme aldığı
'Risâle-i İslâmiyye' en çok ilgi çeken
eserlerindendi. Müteferrika bu eserinde,
Müslüman olmasının sebeplerini ve son hak
dini olan İslâmiyet'i önceki kutsal kitapların
nasıl müjdelediğini anlatmış, yer yer de
Hristiyanlığı ve Kitâb-ı Mukaddes'i
eleştirmişti.
İbrahim Müteferrika'nın matbaasının
dokuzuncu kitabı olarak yayınladığı ve
Osmanlı padişahı Birinci Mahmud'a sunduğu
'Usulü'l-Hikem fı Nizâmi'l-Ümem', yani
'Milletlerin Düzeninde İlmi Usuller' isimli
eseri siyasetname türünde bir çalışmaydı ve
daha çok devlet düzeni ve askerlik sanatıyla
ilgiliydi.
Müteferrika, Birinci Mahmud'a bir nevi
ıslahat projesi gibi sunduğu bu eserinde
Avrupa'daki devlet yönetimi şekillerini
'monarkiya', 'aristokrasiya' ve 'demokrasiya'
başlıklarıyla üç gruba ayırmış, ayrıca fizik,
astronomi ve coğrafya ilimlerinin devlet
yönetimindeki önemi üzerinde durmuş, bu
ilimlerin gelişmediği bir ülkede sağlam bir
devlet düzeninin kurulamayacağını yazmıştı.
Kitabında ilk defa 'nizâm-ı cedid', yani 'yeni
düzen' tabirini kullanan Müteferrika, Osmanlı
Devleti'nin 18. yüzyıl Avrupa'sında gelişen
yeni askerlik düzenlerini mutlaka alması
gerektiğini ifade etmişti.
'Füyûzâtı Mıknatısiyye' ve 'Mecmûatü
Hey'eti'l-Kadime ve'l-Cedide’ isimli iki
tercümesi de olan İbrâhim Müteferrika, gerekli
gördüğü kitaplara ilâve ettiği ve zaman zaman
da kendi çizdiği haritalarla Osmanlı
haritacılığında yeni bir dönemin başlamasını
da sağlamıştı.
8
ÇARŞAMBA, 19 Kasım 2003
nttnmâı TARİH
Lâle Devri'nde deliler gibi eğlenirken
eskimiş devleti de elden geçirdik
Osmanlı İmparatorluğu, 1683'ten 1718'e
kadar kısa aralıklarla yapılan barışların
dışında, devamlı olarak savaştaydı.
1715 ile 1718 harplerinde Avusturya'ya
yenilmemiz üzerine Sırbistan'ın bir
bölümü kaybedilince, Sadrazam Nevşehirli
İbrahim Paşa, Pasarofça Antlaşmasıyla
yaklaşık 35 yıldır süren bu savaş dönemine
son verdi. Ancak savaşların bitmesi ile
dertler sona ermemiş, 25 Mayıs 1719'da
yaşanan deprem İstanbul'un bir kısmını
yerle bir etmiş, depremin hemen
arkasından çıkan yangında da
Gedikpaşa'dan Kumkapı'ya kadar uzanan
sahil, kül olmuştu.
Üçüncü Ahmed ve devlet adamları,
Sadrazam Nevşehirli Damad İbrahim
Paşa'nın teşvikiyle sakin ve huzur içinde
olabilmenin yolunu zevke ve safaya
dalmakta buldular. Memlekette böylece
barış, eğlence ve yenilik dönemi başladı.
Yahya Kemal, 20. yüzyıl Osmanlı
tarihçiliğinin en önemli isimlerinden olan
Ahmed Refik Altınay ile bir sohbeti
esnasında Osmanlı tarihinin 18. yüzyılın
ilk çeyreğindeki bu dönemini 'Lâle Devri'
diye adlandırmıştı. O sıralarda bu dönem
üzerine bir kitap hazırlayan Ahmed Refik
de 'Lâle Devri' ismini beğendi, eserine bu
adı verdi ve bu terim daha sonra
yaygınlaşarak herkes tarafından kullanılan
bir ifade haline geldi.
Lâle Devri sadece eğlenceleriyle anıldı
Bu durum matbaanın kurulmasının
yanısıra faaliyetinin de tamamen
İbrahim Müteferrika'nın gayretleriyle
yürüdüğünü, ancak buna karşılık toplumda
kitap okuma merakının olmadığını açıkça
gösterdi.
Osmanlı İmparatorluğu’nda 18. yüzyılda
basılan kitap çeşidi 50'yi bile bulmazken,
kalkınmasını henüz başlatmamış olan
Japonya'da 10 bin adet değişik kitap
basılmıştı.
Üstelik aynı yüzyılda Avrupa'da basılan
kitap çeşidi de Japonya'dan çok daha fazlaydı.
Bırakın 18. yüzyılı, matbaanın icat edildiği
15. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa'da
basılan kitap sayısı 30-35 bindi.
ancak aynı zamanda Türk
modernleşmesinin başlangıcıydı. Bu
dönemde yapılan yenilikler, üzerlerine
mum dikilmiş kaplumbağalar ve günlerce
süren helva sohbetleri gibi meşhur
eğlencelerin gölgesinde kaldı. Halbuki,
Avrupa'da nelerin olup bittiğine ilk defa
Lâle Devri'nde bakıldı. Daha önce yaygın
bulunan 'Kâfirde almaya lâyık bir şey
bulunmadığı' inancı bu devirde ortadan
kalktı ve Avrupa tarzı eşyalar, elbiseler
moda oldu. Günlük hayatta Batı tarzı
mobilyalar kullanılmaya başlandı,
geleneksel Osmanlı divanlarının yerini
iskemleler ve koltuklar aldı. Tercüme
heyetleri kuruldu ve çeşitli dillerden eserler
Türkçe'ye çevrildi. Nedim'in de görev
aldığı tercüme heyeti 'Müneccimbaşı' ve
'Ayni' tarihlerini Arapça'dan Türkçe'ye
çevirdi. Doğu dillerinden tercüme edilen
eserlerin yanısıra Batı dillerinden de
astronomi ve felsefe gibi konularla ilgili
bazı eserler de çevrildi, birçok yeni
kütüphane kuruldu ve kitaplar yangınlarla
yokolup gitmekten kurtarıldı.
İstanbul, bu dönemde baştan başa imar
edildi. Uzun süredir bakımsız kalmış olan
devlet binaları, camiler, medreseler ve
çeşmeler onarıldı ve yenileri de yapıldı.
Lâle Devri'nin en önemli icraatı, Avrupa
tarzında asker yetiştirilmesiydi fakat bu
teşebbüs 1730'daki Patrona Halil isyanı
yüzünden 18. asrın sonlarına sarktı.
Lâle Devri'nin hükümdarı Üçüncü Ahmed.
Avrupa'daki
ilk
matbaalarda
baskı için
harflerin
dizilmesi.
l^ İ T A P BASTIK, OKUMADIK
Türkiye'ye matbaanın gelişi konusu ele
alınırken toplumsal talebin ve altyapının çok
iyi incelenmesi ve bu durumun gecikmeye ne
kadar tesir ettiğinin ortaya çıkarılması,
konunun daha iyi açıklığa kavuşmasını
sağlar.
\bksa matbaanın geç gelmesine, hiçbir
zaman yaşamamış 90 bin hattatın yahut din
anlayışının sebep olduğu iddiası, gerçekleri
ifade etmekten çok uzaktır ve ideolojik bir
iddiadan öteye gitmez.
Matbaa konusundaki gecikmenin tek
sebebi, okumayı ve kitabı sevmememizdi.
Kişisel Arşivlerde İstanbul Belleği
Download