müslüman kelamında peygamberin görevi

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
KELAM BİLİM DALI
MÜSLÜMAN KELAMINDA
PEYGAMBERİN GÖREVİ
DOKTORA TEZİ
Mustafa KAHRAMAN
Ankara-2007
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ ANABİLİM DALI
KELAM BİLİM DALI
MÜSLÜMAN KELAMINDA
PEYGAMBERİN GÖREVİ
DOKTORA TEZİ
Mustafa KAHRAMAN
DANIŞMAN
Prof. Dr. Ahmet AKBULUT
Ankara-2007
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ................................................................................................................... 3 KISALTMALAR .................................................................................................... 5 GİRİŞ ...................................................................................................................... 6 I. BÖLÜM ......................................................................................................... 25 ELÇİ VE GÖREVİ ........................................................................................... 25 A-NÜBÜVVET VE RİSALET KAVRAMLARI ....................................... 25 1-Nebi ....................................................................................................... 25 2- Resul ..................................................................................................... 27 3. Nebi ve Resul arasındaki fark ............................................................... 29 B. PEYGAMBERLERİN İNSANLARDAN SEÇİLMESİ .......................... 33 1. Peygamberin Örnekliği ......................................................................... 40 2. Peygamberlikte Cinsiyet Sorunu........................................................... 47 3. Cinlerin Peygamberliği Sorunu............................................................. 50 C. PEYGAMBERİN GÖREVİ ..................................................................... 58 1- ELÇİ OLMASI ..................................................................................... 58 a. Tebliğ ................................................................................................ 62 b. Beyan ................................................................................................ 73 2. PEYGAMBERİN VEKİL OLMAMASI .............................................. 76 3. ŞARİ OLMASI ..................................................................................... 80 a. Şari Ne Demektir? ............................................................................. 80 b. Allah’ın Şari Olması ......................................................................... 81 c. Peygamberin Şari Olması.................................................................. 83 d. İnsanların Şari Olması..................................................................... 100 II. BÖLÜM ..................................................................................................... 103 PEYGAMBERLİKLE İLGİLİ YANLIŞ ANLAYIŞLAR ............................. 103 A. PEYGAMBERE İTAAT........................................................................ 103 B. HZ. PEYGAMBER’İN MUCİZE GÖSTERMESİ ................................ 113 1
C. PEYGAMBERLER ARASINDAKİ ÜSTÜNLÜK ............................... 132 D. PEYGAMBERİN GAYBI BİLMESİ SORUNU ................................... 144 E. PEYGAMBER VE İKRAH ................................................................... 156 F. PEYGAMBERİN KORUYUCULUĞU ................................................. 158 SONUÇ ............................................................................................................... 162 KAYNAKÇA ...................................................................................................... 166 2
ÖNSÖZ
Tarih boyunca farklı zaman ve bölgelerde ilahi mesajlara muhatap olan
insanlar Tanrı’yı hep aynı şekilde tasavvur etmemişlerdir. İlahi mesajlarda
belirtilen nitelikleriyle Tanrı’yı olması gerektiği gibi yaratılmışlardan tamamen
farklı bir varlık olarak tasavvur edenler olduğu gibi O’nu insana benzer biçimde
somutlaştırarak tasavvur edeler de olagelmiştir. O’nun somut niteliklere sahip
insan biçiminde tasavvur edilmesi, çoğunlukla ilahi mesajların özgünlüğünü
yitirmesi ya da ilahi mesajların muhataplarına ulaşmaması sonucunda ortaya
çıkmaktadır. Tanrı’nın şu ya da bu şekilde tasavvur edilmesi bir yana, sonuçta
insanların büyük çoğunluğunun yüce bir yaratıcı fikrine sahip olduğu bilinen bir
gerçektir.
Teistik dinler başta olmak üzere belli başlı büyük dinler, birbirinden farklı
yaklaşımlara sahip olsalar da Tanrı’ya Peygamber’e ve Ahiret’e imanı temel inanç
ilkeleri olarak kabul etmede ortaktırlar. Tanrı düşüncesinin en ilkel toplumlardan
en modern toplumlara kadar bir şekilde var olduğu görülmektedir. Buradaki en
temel sorun Peygamberlik olmaktadır. Çünkü bir kimsenin ahirete inanabilmesi
için, önce ahiret inancı ile ilgili temel bilgileri kendisine ulaştıran kişinin,
peygamber olduğuna inanması lazımdır ki O’nun ahiret hakkında getirmiş olduğu
bilgilere inansın.
Müslümanlar çeşitli sebeplerle Kur’an’da ortaya konan peygamberlik
anlayışından farklı bir peygamberlik tasavvuru oluşturmuşlardır.
Peygamberlik çok önemli görüldüğünden, tez konusunu onunla ilgili
seçtik. Bu çalışmada peygamberliğin ne olduğundan ziyade nasıl anlaşıldığı ve
nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durulacaktır. Peygamberliğin neliği konusuna
ana hatlarıyla değinilecektir.
3
Kur’an’da, İslam’ın temel prensipleri yer ve zamana bağlı kalınmadan
kendi sistemi içerisinde açıklanmaktadır. İlahi mesajın bütünlüğü içerisinde ele
alınan konular, Kur’an’ın gelişindeki temel hedef, gaye ve prensiplere aykırılık
teşkil edemez. Eğer Kur’an’a bütüncül ve her zaman ve zeminde genel geçer
prensipleri çerçevesinde yaklaşılmaz da, parçacı bir yaklaşımla yaklaşılırsa herkes
kendi düşüncesine Kur’an’dan destek bulabilir. Böyle olursa da aynı ilahi kitabı
referans alan adı İslam olan, ama içerik, anlayış ve yaşayışta farklı farklı din
anlayışları ortaya çıkar. İşte bu sebeple Müslümanların peygamberi nasıl
tanımladıkları ve algıladıkları ve peygamberlikle ilgili yanlış tasavvurların neler
olduğunu ortaya konulmaya çalışılacaktır.
Müslüman Kelamında Peygamberin Görevi ismini taşıyan bu araştırmamız
giriş ve iki bölümden oluşmaktadır. Girişte Müslümanların peygamberi neden
yücelttikleri, bunu nasıl yaptıkları ve bu konuda yanlış anlamalara ve algılamalara
değinilmiştir. Birinci bölümde nebi ve resul kavramları, nebi ile resul arasındaki
fark, peygamberlerin insan olması, cinsiyeti ve cinlerden peygamber gelip
gelmediği
ve
Allah’ın
peygamberi
ne
ile
görevlendirdiği
irdelenmektedir. İkinci bölümde ise peygamberlikle ilgili yanlış
konuları
anlayışlar
incelenmektedir.
Bu araştırma süresince, bana her türlü desteği esirgemeyen, karşılaştığım
tüm problemlerde moral verip, yol gösteren, çalışmamda büyük katkıları olan
kıymetli hocam sayın Prof. Dr. Ahmet AKBULUT’a şükranlarımı sunarım.
Değerli katkıları için saygı değer hocalarım Prof. Dr. İlhami GÜLER’e, Prof. Dr.
Şaban Ali DÜZGÜN’e, Prof. Dr. Recep KILIÇ’a, Doç. Dr. Muhit MERT’e ve
burada ismini zikredemediğim diğer hocalarıma teşekkür ederim.
Ankara-2007
Mustafa KAHRAMAN
4
KISALTMALAR
Age
: Adı geçen eser
Agm
: Adı geçen müellif
A.Ü.İ.F.D.
:Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
Bkz.
: Bakınız
b.
: İbn (Oğlu)
Bdt.
: Basılmamış doktora tezi
c.
: Cilt
çev
: Çeviren
DİA
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
h.
: Hicri
Hz.
: Hazreti
İA
: İslam Ansiklopedisi
İİED
: Ankara Üni. İlahiyat F. İslami İlimler Enstitüsü Dergisi
ktb.
: kütüphanesi
m.
: Miladi
mad.
: Maddesi
s.
: Sayfa
sy
: Sayı
ty.
: Yayın tarihi belli değil
vr.
: Varak
vb.
: Ve benzeri
vd.
: Ve diğerleri
yy.
: Basım yeri belli değil
5
GİRİŞ
Peygamberlik konusu İslam’ın en önemli inanç esaslarından birini hatta
bir bakıma en önemlisini oluşturur. Zira peygamberliği anlama ve algılama biçimi
dini anlayışların temelini oluşturur.
İslam
dünyasındaki
en
temel
sorunların
başında
Müslümanların
peygamberlik anlayışları gelmektedir. Çünkü İslam dünyasındaki en önemli
sapma, Peygamberlik konusunda olmuştur. Hz. Peygamberin hayatı bütün
detayları ile ortada dururken, Müslümanlar çeşitli nedenlerle Hz. Peygamber
hakkında farklı anlayışlara sahip olmuşlardır.
Peygamberlikle ilgili yanlış algılamalar, özellikle Hz. Peygamber’in
vefatından sonra asırlar ilerledikçe katlanarak büyümüştür. Hz. Peygamber
hayatta iken bazı yanlış algılamalar olmuşsa da O, şahsı ile ilgili yanlış
algılamaları gördüğü zaman hemen müdahale edip onları düzeltmiştir.1 Yine aynı
şekilde Hz. Peygamberin vefatında sonra da Peygamberi yakından tanıyan
sahabeler, Hz. Peygamberle ilgili herhangi yanlış algılama olduğu zaman hemen
müdahale etmişler ve bu yanlışları düzeltmişlerdir.2 Ancak ilk dönemden
uzaklaşıldıkça ve Müslümanlar yeni kültür ve dinlerle karşılaştıkça İslam dininin
aslında olmayan bazı fikirler İslam’a girmeye başlamıştır. Bunun sonucunda da
saf İslam inancında bazı bozulmalar meydana getirmiştir. İşte bu bozulmaların
başında da Müslümanların peygamberlik anlayışları gelmektedir.
Hz. Muhammed’e duyulan aşırı sevgi ve idealleştirme, onu diğer
peygamberlerden üstün ve olduğundan farklı bir şekilde görmeye götürmüştür. Bu
sebeple Müslümanlar Hz. Peygamberi yüceltme yarışı içerisine girmişler ve bu
konuda sınır tanımamışlardır.
1
2
Müslim, İmam ebi’l-Huseyn Müslim b. El-Haccac, Sahihi Müslim, İstanbul, 1992, Fedail,
150; İbn Mace, Sünen, Et’ıme, 30; Şatıbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa el-Lahmi, el-Muvafakat
fi Usuli’ş-Şeria, Mısır, ty, III, 64; Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1992, II, s. 17, 22,
102; Darimi, Ebu Muhammed Abdullah Abdurrahman, Sünen, İstanbul, 1992, İsti’zan, 24.
İbn Sa’d, Ebu Abdullah Muhammed, et-Tabakatü’l-Kübra, Kahire, 1358, III, s.145; Müslim,
Sahih, Hac, 338-341; Tirmizi, Sünen, İstanbul, 1992, Tefsir, 6; Müslim, Sahih, İman, 287.
6
Aslında Peygamberi olduğundan farklı görme yaklaşımları farkında
olmadan onu hayatın dışına atmaya neden olmakta, onu sağlıklı bir şekilde
anlamaya engel olmaktadır. Konu ile alakalı bazı örnekler ele alınarak bu tür
düşünce sahiplerinin yaklaşımlarının ortaya konulması yararlı olacaktır.
Yüceltme anlayışıyla ilgili ilk örnek Hz. Muhammed (sav)’in öldükten
sonra yeniden dirildiği ve halen aramızda yaşadığı fikridir.3 Bu düşüncenin temel
hareket noktasını, hemen her konuda Hz Muhammed’in diğer peygamberlerden
üstün olduğu anlayışı oluşturmaktadır. Bu düşünce sahipleri Hz. Muhammed’i
Hz. İsa ile yarıştırmışlardır. Bu yarışın sonucunda da Hz Muhammed’i birkaç
adım daha öne geçirerek kendilerince onun az olan şanını yükseltme gayreti
içinde olmuşlardır. Yüceltme anlayışına sahip olan bilginlerden biri olan Suyuti,
Hz. Muhammed’in öldükten sonra yeniden dirildiğini ve halen hayatta aramızda
olduğunu iddia etmektedir. O’nun bu konuyla ilgili değerlendirmeleri şöyledir:
“Peygamberlerin ruhları alındıktan sonra geri iade olunur. Onlar aynen şehitler
gibi yaşamaya devam etmektedirler… Allah, yer yüzüne peygamberlerin etlerini
yemeyi haram kıldı. Günümüzdeki ve geçmişte yaşamış olan bazı evliyalar Hz.
Muhammed vefat ettikten sonra O’nu canlı olarak görmüşlerdir.”4 Hz.
Muhammed’in öldükten sonra yeniden dirildiği ve halen aramızda yaşadığı
yönündeki iddia, Hıristiyanların İsa hakkındaki anlayışları ile paralellik
taşımaktadır. İşte burada Hz. Muhammed, Hz. İsa’dan bir adım öne çıkarılmış
3
4
Suyuti, Abdurrahman Celaleddin, Tenviru’l-Halek fi İmkani Ru’yeti’n-Nebiyyi ve’l-Melek,
İstanbul, 1994, (el-Mihnetü’l-Vehbiyye li Reddi’l-Vehhabiyye içerisinde Beşinci Risale), s. 56.
Suyuti, Tenvir, s. 5-6. Hıristiyanlık inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürülmüş, bir
mezara defnedilmiş, daha sonra dirilmiş, önce annesiyle buluşmuş, akabinde havarileriyle
görüşmeler yapmış, en sonunda onların gözleri önünde, daha sonra aşağı inmek üzere göğe
kaldırılmıştır. Anlatıldığına göre İsa (as) tebliğ görevini yaptığı için Yahudiler ve Romalı
askerler tarafından tutuklanmıştır. Önce Baş kahin tarafından yargılanmış, sonra Vali
Pilatus’a yargılanmak üzere teslim edilmiştir. Vali onu suçsuz bulmasına rağmen, Yahudilerin
ısrarlı talepleri doğrultusunda ölüme mahkum edilmiş, daha sonra da çarmıha gerilerek
öldürülmüş ve bir havarisi tarafından gömülmüştür. Ertesi gün annesi Hz. Meryem mezarın
başına varınca İsa’nın cesedini bulamamıştır. Fakat az sonra arkasında İsa belirmiş, onunla
konuşmuş, Havarileriyle değişik yerlerde üç defa buluşmuştur. (İncil, Yuhanna , Bölüm 1821, İstanbul, 1991, s.238-249;) Bu dirilişinden kırk gün sonra öğrencilerinin gözleri önünde
onlara bir kısım öğüt verdikten sonra göğe yükseltilmiştir. Bu durum İncil’de şöyle anlatılır.
“İsa bunları söyledikten sonra onların gözleri önünde yukarı alındı. Bir bulut O’nu alıp
gözlerinin önünden uzaklaştırdı. İsa giderken onlar gözlerini dikmiş bakıyorlardı. Tam o
sırada , beyaz giysiler içinde iki adam yanlarında beliriverdi. ‘Ey Celileliler! Neden göğe
bakıp duruyorsunuz?’ diye sordular. ‘Sizden göğe alınan bu İsa, göğe çıktığını nasıl
gördünüzse, aynı şekilde geri gelecektir.” (İncil, Resullerin İşleri, 1; 9-11)
7
olmaktadır. Çünkü bu düşünce sahiplerine göre Hz. İsa şu an itibarıyla göktedir,
fakat Hz. Muhammed hala yaşamaya devam etmektedir.
Yüceltmeci anlayışa göre peygamberler ruh ve ceset olarak diridir.
Melekut aleminde ve dünyada istediği gibi dolaşmaktadırlar.5 Allah, Peygamberi
görmeyi ikram ettiği kullarına O’nu göstermek istediği zaman perdeyi kaldırır;
onlar da Peygamberi gerçek kimliği ile görürler. Bu kimseler Allah’ın veli
kullarıdır.6 Suyuti’ye göre, nasıl Muhammed sağ iken Musa’yı gördü ise,
Muhammed de öldükten sonra semadan yeryüzünü görmektedir.7 Geleneksel
Müslüman kültüründe Hz. Muhammed’in belirli şahısların suretinde görüldüğü de
iddia edilmiştir.8 Kaynaklarda Abdullah İbn Sebe’ye ait olduğu söylenen şu söz
Peygamberi bu tarzda algılayan Müslümanların bu konudaki düşüncelerinin arka
planını ele vermektedir. “İsa’nın döneceğini iddia eden ve Muhammed’in
döneceğine inanmayan kimseye şaşılır. Zira Yüce Allah şöyle buyurmuştur.
‘Okumayı sana farz kılan Allah, seni döneceğin yere döndürecektir.’9 Muhammed
dönüşe İsa’dan daha layıktır.”10
Konu ile ilgili bir başka örnek de Hz. Muhammed’in sırtında iki gözünün
olduğu iddiasıdır. Hz. Muhammed’in “Saflarınızı düz ve sık tutunuz. Çünkü ben
arkamdan sizi görüyorum”11 sözü bu iddialarına delil olarak getirilmiş peşinden
de peygamberin sırtındaki gözü ile arkasını gördüğü iddia edilmiştir. 12
5
6
7
8
9
10
11
12
Suyuti, Tenvir, s. 6; Hadimi, Ebu Said Muhammed b. Muhammed, el-Berikatü’lMuhammediyye fi Şerhi’t-Tarikati’l-Muhammediyye, İstanbul, 1266, I, 143.
Ebu Abdullah el-Kuraşi Şam’a gelince Peygamber onu karşılamış, onunla konuşmuş ve onun
için dua etmiştir. ( Suyuti , Age, s. 6.)
Suyuti , Age, s. 6.
“Hz. Muhammed Şibli’nin suretine de girmiştir. Şibli öğrencisine “Şehadet ederim ki ben
Allah’ın elçisiyim demiştir. Öğrencisi ise keşf sahibi birisi idi. O’nu tanıdı ve: Ben de şehadet
ederim ki sen Allah’ın resulüsün, dedi. Bu inkar edilemeyecek bir iştir. Çünkü Hz.
Muhammed’in girmek istediği her surete girmeye kudreti vardır.” Cili, Abdülkerim b.
İbrahim, el-İnsanü’l-Kamil fi Ma’rifeti’l-Evahır ve’l-Evail, Beyrut, 1997, 210-211.
Kasas, 28/85.
Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Tarihu’l-Ümem ve’l-Müluk, Beyrut, ty, IV, s. 340; İbn
Asakir, Ebi’l-Kasım Ali b. El-Hasen, Tarihu Medineti Dımeşk, Beyrut, 1995, XXIX, s. 4;
Osman, Abdürrauf Muhammed, Muhabbetü’r-Rasül beyne’l-İttibba ve’l-İbtida, Riyad, 1414,
s. 152.
Buhari, İmam Ebi Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahih, İstanbul, 1992, Ezan, 71, 72, 76, 88,
Salat, 40; Müslim, Sahih, Salat, 125.
Buhari şarihlerinden İbn Hacer el-Askalani, Hz. Muhammed’in “Saflarınızı düz ve sık
tutunuz. Çünkü ben arkamdan sizi görüyorum” ( Buhari, Sahih, Ezan, 71, 72, 76, 88, Salat,
40; Müslim, Sahih, Salat, 125) hadisini şerhederken çeşitli görüşleri sıraladıktan sonra Hz.
Muhammed’in sırtında iki kürek kemiği arasında iğne deliği büyüklüğünde iki gözü olduğunu
ve o iki gözle arkasını gördüğünü, sırtındaki elbiselerin de arkasını görmeyi engellemediğini
8
Hz. Muhammed’in safların düzeniyle ilgili olarak söylediği bir söz, daha
sonra sınır tanımayan bir yüceltme anlayışı doğrultusunda gerçekmiş gibi
nakledilmiştir.13
Bir başka örnek ise Peygamber’in okuma yazma bilmezken mucizevi bir
şekilde yazmayı öğrendiği iddiasıdır.14
Müslümanların geleneksel peygamber anlayışını şekillendiren Hadis
kaynakları Hz. Muhammed’i insan üstü bir varlık olarak sunma eğilimi
göstermektedir. Bu bağlamda insan bedeninin doğal yapısına ve işleyişine ilişkin
bir takım hususlar Hz. Muhammed söz konusu olduğunda doğallığından
çıkarılarak olağanüstülük atfedilmiştir. Örneğin onun terinin ve idrarının
insanlardan farklı olarak temiz olduğu ve olağanüstülük taşıdığı iddia edilmiştir.15
13
14
15
nakletmektedir. (İbn Hacer el-Askalani, Ahmed b. Ali, Fethu’l-Bari bi Şerhi Sahihi’l-Buhari,
Beyrut, 1996-1997, II, 76) Ayni ve diğerleri de aynı iddiayı seslendirmişlerdir. (Ayni,
Bedrüddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-Kari Şerhu’ Sahihi’l-Buhari,
İstanbul, 1308, II, s. 333; Aliyyü’l-Kari, Ali b. Sultan Muhammed, Mirkatü’l-Mefatih Şerhu
Mişkati’l-Mesabih, Beyrut, 1994, II, 155; Suyuti, Celaleddin, Şerhu Süneni’n-Nesai, Beyrut,
1986, II, 91; Şami, Mahmud b. Yusuf es-Salihi, Sübülü’-Hüda ve’r-Reşad fi Sireti Hayri’lIbad, Beyrut, 1993, X, 450) Ayni ve İbn Hacer aynı hadisten yola çıkarak Hz. Muhammed’in
gecenin zifiri karanlığında gündüzün aydınlığında gördüğü gibi gördüğünü de iddia etmekte
ve sırtındaki gözüyle arkasını görmesinin Hz. Muhammed’in harikulade hallerinden biri
olduğunu iddia etmektedirler. ( İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, II, 77; Ayni, Umde, II,
334, 879)
Şifa’nın şarihlerinden Şumunni, İbn Hacer’in “Hz Muhammed’in sırtında iğne deliği
büyüklüğünde iki gözü olduğunu ve elbiselerin de görmeye engel olmadığı” şeklindeki
rivayetinden naklin zayıf olduğu anlamına gelen “denildi ki” kısmını bir tarafa atarak haberi
nakletmiş ve bu haberin gerçek olduğunu iddia etmiştir. Şumunni ayrıca konu ile alakalı
olmayan “secde edenler arasında dolandığını da” (Şuara, 26/219) ayetini bağlamından
kopararak yanlış bir şekilde yorumlamıştır. Bu ayet bir önceki ayetle beraber
değerlendirildiğinde ayette failin yani görenin Allah olduğu açık bir şekilde görülmektedir.
(Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ty, VI, s. 119)
Şumunni’nin yaklaşımında ise ayetin anlamı ters yüz edilmiştir. Ayette görenin Peygamber
olduğu iddia edilmiştir. (Şumunni, Ahmed b. Muhammed b. Muhammed, Muzilü’l-Hafa an
Elfazı’ş-Şifa, Beyrut, 1988, I, s. 67.)
İbn Hacer’in naklettiği yukarıdaki hadisteki görme olayı Tecridi Sarih’te de şu şekilde
yorumlanmıştır. “Bir de ‘Çünkü ben arkamdan sizi görüyorum’ kelam-ı sadıkı, hasaisi celileyi
Muhammediyye’den (sav) birini haber veriyor ki, bu rü’yet her halde kör gibi bir aleti
mu’tadeye muhtaç olmaksızın vaki olan bir ru’yet idi” (Naim, Ahmed-Miras, Kamil, Sahihi
Buhari Muhtasarı ve Tecridi Sarih ve Tercemesi, Ankara, 1976, II, s. 689) Bu satırlar bize
bazı Müslümanların Peygambere bakış açılarını göstermesi açısından oldukça önemlidir.
Ayni, Hudeybiye anlaşmasındaki olayı naklederek Peygamberin mucizevi bir şekilde yazmayı
öğrendiğini iddia etmektedir. (Ayni, Umdetü’l-Kari, VIII, s. 328)
Kadı Iyad, Hz. Muhammed’in teri, idrarı ve dışkısının temiz olduğunu iddia etmiştir. (Kadı
Iyad, Ebu’l-Fadl Iyad b. Musa b. Iyad el-Yahsubi, eş-Şifa bi Ta’rifi Hukuki’l-Mustafa, ty, yy,
I, s. 52-53 ) Suyuti de, Hasais isimli eserinde bununla yetinmeyip, bir kısım rivayetlere
dayanarak Hz. Muhammed’in dışkısının ve idrarının mucize olduğunu iddia etmiştir. Hz
Aişe’den: “Peygamber tuvalete çıktığı zaman onun arkasından ben de giderdim fakat geride
bir şey bulamayınca peygambere bu durumu sordum. O da: Ey Aişe! Sen yerin
9
Hz. Muhammed’in yüceltilmesi öyle bir noktaya taşınmıştır ki, isimleri
Muhammed olan kimselerin sadece bu ismi taşımaları sebebiyle herhangi bir
sorgulamaya tabi tutulmaksızın cennete girecekleri iddia edilmiştir.16
16
peygamberlerin dışkılarını yuttuğunu bilmiyor musun dedi.” (Suyuti, Ebu’l-Fadl
Abdurrahman Celaleddin b. Ebi Bekr, el-Hasaisü’l-Kübra, Haydarabad, 1319 h, I, s. 70)
Suyuti, bu nakli yaptıktan sonra şöyle demiştir: “Beyhaki bu rivayetin İbn Halvan’ın
uydurma hadislerinden olduğunu belirtmiştir. Hayır kesinlikle böyle bir şey yoktur. Hadis ona
aittir. Hadisin başka rivayetleri de vardır.” Suyuti böyle demekle kendini haklı çıkarmaya
çalışmıştır. Ancak bu rivayet sahih kabul edilen hiçbir eserde yer almamıştır. Aynı rivayeti
eserine alan Kadı Iyad’da bu durumun farkındadır ve bu konuda yukarıdaki rivayeti yaptıktan
sonra şöyle demektedir. “Her ne kadar bu haber meşhur değilse de ilim ehlinden bir gurup
peygamberin idrar ve gaitasının temiz olduğunu söylemişlerdir” ( Kadı Iyad, Şifa, I, s. 53)
Ama bu durum aynı düşüncelere sahip kimseler için aslında hiç de önemli değildir. Çünkü bu
vb kişiler peygamberi her ne pahasına olursa olsun, dinin hangi temellerini yıktığına
bakmasızın onu yüceltme anlayışı ile eserlerini kaleme aldığından bu vb ifadelerin sahih
kabul edilen eserlerde geçip geçmemesinin onlar için bir önemi yoktur. Aynı şekilde İbn Sa’d
da Tabakat’ında aynı rivayete yer vermiştir. (İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s.171) Konuyla
ilgili bir başka örnekte ise kan aldıran Peygamber, bu kanı Abdullah b. Zübeyr’e vermiş;
Bunu al, insanların, yırtıcı kuşların ve köpeklerin ulaşamayacağı bir yere dök diye
emretmiştir. Abdullah b. Zübeyr ise bunu yapmayıp tam tersine kanı içmiştir. Bunun üzerine
Abdullah’ın bu sebeple güçlü kuvvetli olduğu iddia edilmiştir. (Kadı Iyad, Şifa, I, s. 53-54;
Suyuti, Hasais, I, s. 68; Heysemi, Nuruddin Ali b. Ebi Bekr, Mecmeu’z-Zevaid ve Menbeu’lFevaid, Beyrut, 1986, VIII, s. 273). Buradaki bu örnek bırakın insan kanının içilmesini hiçbir
canlının kanının içilmesi dinen caiz değilken, (Allah size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve
Allah'tan başkası adına kesileni haram kıldı. Bakara, 2/173) hacamat için kan aldıran Hz.
Peygamberin, kanını içtiği iddia edilen Abdullah b. Zübeyr’e, bu hareketinin yanlış olduğunu
ifade eden sözlerinin bile olaya bakanın bakış açısı yanlış olunca ne tür değerlendirmeler
yapılabileceğinin garip ve açık bir örneğidir. Ayrıca hadisin devamına ilave edilen “Vay senin
yüzünden insanların başına geleceklere ve vay insanların yüzünden senin başına geleceklere.
Bu kanı içmesi ile Abdullah’taki kuvvet görülmüştür.” (Suyuti, Hasais, I, s. 68) sözü ile bir
taşla iki kuş vurulmuştur. Bununla bir yandan Hz. Muhammed’in kanının içilmesi normal ve
hatta insana güç kuvvet veren mucizevi bir davranışmış gibi gösterilmekte ve bu yüzden
Abdullah b. Zübeyr’in bundan sonra çok güçlü olduğu vurgulanmakta, diğer taraftan
Emevilere karşı isyan bayrağı açan ve bu sebeple hem Kabe’nin iki defa taşlanmasına yol
açan olaylar, hem de Abdullah b. Zübeyr’in Haccac tarafından hunharca başı kesilerek
öldürülüp başının Şam’a gönderilmesi ve kesik başlı cesedin günlerce darağacında
bekletilmesi (Yıldız, Hakkı Dursun, “Abdullah b. Zübeyr” DİA, İstanbul, 1988, I, s. 145-146)
olayları temize çıkarılmış olmaktadır. Ayrıca yine bu hadis olduğu iddia edilen sözle
Emevilerin bu konudaki suçsuzluğu, onlarca müslümanı öldürmesi ve Kabe’yi yıkmasının
ilahi kader olduğu dolaylı olarak kotarılmış olmaktadır.
“Kıyamet günü bir münadi çağıracak, “ Size söylüyorum Adı Muhammed olan kimse kalksın!
O peygamberin adının kerametinden dolayı cennete girsin” (Kadı Iyad, Şifa, I, s. 139).
Yıllarca İslam dünyasında elden ele dolaşan ve büyük kıymet atfedilen bir kitabın,
müslümaların zihni yapısının oluşmasında ne tür yanlışlara sebep olabileceğini, yukarıdaki
sözden daha iyi başka bir şey gösteremez. Bu sözün mefhumu muhalifinden, eğer bir
kimsenin adı Muhammed ise, o kimsenin dinin her türlü yasağını işlemesi ve her türlü emrini
ise yapmaması, o kimse için çok normal bir davranış olması lazımdır. Çünkü sonuçta herkes
yaptıklarından dolayı yargılanıp bir kısmı cehenneme gidip, diğer bir kısmı da cennete
gidecekken, ismi Muhammed olanlar ne kadar günah işlemiş olurlarsa olsunlar doğrudan
cennete gireceklerinden dolayı, bu isme sahip olanlar kendilerinde her türlü günahı işleme
hakkını göreceklerdir. Zaten bu anlayış konu ile ilgili bir başka uydurma hadisde kendisini
göstermiştir. “İki kul Allah’ın huzurunda duracaklar, Allah onlara cennete girmelerini
emredecektir. O kişiler: Ey Rabbimiz! Biz cenneti hak edecek hiçbir amel işlemediğimiz
10
Geleneksel Müslüman kültüründe oluşturulan Peygamber imajının
Kur’an’daki peygamber imajından ayrıldığı temel noktalardan biri de Hz.
Muhammed’in insani kapasitesinin zorlanmasıdır. Bu bağlamda Kur’an’da öznesi
sadece Allah olan olgu ve olaylara Hz. Muhammed’in ortak edilmesidir. Örneğin
Kıyametin ne zaman kopacağı ve ruhun ne olduğuna dair bilginin Hz.
Muhammed’e verildiği ancak Allah’ın, O’ndan bunu gizlemesini istediği ifade
edilmiştir.17 Böyle bir anlayışı dinin hiçbir yerine koyma imkanı yoktur. Çünkü
konuyla ilgili açık ayetler varken, böyle bir düşünceyi akıldan geçirebilmenin
imkanı yoktur. Zira müşrikler defalarca Hz. Muhammed’i zor durumda bırakmak
için Kıyametin ne zaman kopacağını sormuşlar,18 Peygamber de O’nun ancak
Allah tarafından bilinebileceğini ifade etmiştir. Bu urum Kur’an’da açık bir
şekilde ifade edilmiştir.19
17
18
19
halde sen bizi neden cennetine koyuyorsun, derler. Allah cevaben: Ey iki kulum! Ben ismi
Ahmet yada Muhammed olan hiçbir kimseyi cehenneme koymayacağımı kendi üzerime vacip
kıldım, der.” Aynı yerde bir başka rivayette Peygamber’in şöyle dediği iddia edilmiştir: “Her
kimin bir çocuğu olurda onun adını benim sevgimden ve benim ismimin mübarekliğinden
dolayı Muhammed ismini verirse, kendisi ve çocuğu cennette olur.” (İbn Iraki el-Kinani,
Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed, Tenzihü’ş-Şeriati’l-Merfua ani’l-Ahbari’ş-Şeniati’l-Mevzua,
Beyrut, 1981, I, 173-174; Münavi, Muhammed Abdurrauf, Feyzü’l-Kadir bi Şerhı’l-Camii’sSağır, Mısır, 1357, V, 453) Bu anlayışın benzerini belki de bu anlayıştan yola çıkarak seyyid
ya da şeriflik meselesinde görmekteyiz. Bir şekilde kendilerinin seyyid yada şerif olduklarını
kabul ettiren kimseler, diğerlerinin gözleri önünde dinin yasaklamış olduğu her türlü işleri
yapmış olsalar da, yine onlara aynı saygı ve hürmet gösterilmektedir. Aynı anlayışa şeyhmürid ilişkisi içinde de rastlanılmaktadır. Bütün bu anlayış ve yaklaşımlar ise “Kim zerre
miktarı hayır yapmışsa onu görür. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onu görür” (Zilzal, 99/78) ilahi prensibine taban tabana zıttır. Onları bu tür düşüncelere sevk eden amillerin başında
onların yanlış peygamber anlayışları gelmektedir.
Nebhani “Huccetullahi ale’l-Alemin” isimli eserinde bu konuda şöyle demektedir. “Beş şey
hariç her şeyin ilmi Hz. Muhammed’e verilmiştir. Denildi ki bu beş şeyin ilmi de ona
verilmiştir. Ruhun ne olduğu ve kıyametin ne zaman kopacağının bilgisi Hz.Muhammed’e
verilmiştir. Ama Allah ondan bu bilgiyi gizlemesini emretmiştir.” (Nebhani, Yusuf b. İsmail,
Huccetullahi Ale’l-Alemin fi Mucizati Seyyidi’l-Mürselin, yy, ty, s. 61) Müellif, yukarıda ifade
ettiği bu beş şeyle Lokman suresi otuz dördüncü ayetinde belirtilen kıyametin ne zaman
kopacağı, yağmurun ne zaman yağacağı, rahimlerde bulunanı, kişinin yarın ne kazanacağını
ve nerede öleceğini bilmediğini bildiren ayetten yola çıkılarak oluşturulan ve Müslüman
literatürüne “Muğayyebatı hamse” olarak giren bu beş şeyin Allah’tan başka kimse tarafından
bilinemeyeceğine işaret etmiştir. Ancak müellif daha sonra “kıle”, “denildi ki” diyerek
Kıyametin bilgisinin Hz. Muhammed’e verildiğini, ama bunu gizlemekle görevli olduğunu
söylemiştir. Zikredilen ayette şöyle buyurulmuştur. “Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a
mahsustur. Yağmuru O indirir, rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarin ne kazanacağını
bilmez ve hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden
haberdardır.” Lokman, 31/34.
Elmalılı, Hak Dini, IV, s. 183-184; Nesefi, Ebu’l-Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s. 88.
“Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: Onun ilmi ancak Rabbimin
katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz. O göklere de yere de ağır gelmiştir. O
size ansızın gelecektir. Sanki sen onu biliyormuşsun gibi sana soruyorlar. De ki: Onun bilgisi
11
Yüceltmeciliğe diğer bir örnek ise “Beni rüyasında gören, uyanıklık
halinde de görecektir. Çünkü şeytan benim suretime giremez”20 ifadesidir. Bu
ifadeden yola çıkılarak, sünnete uyan herkesin peygamberi hayattayken göreceği
ve bunun da daha ziyade ölümden önceki bir zamanda gerçekleşeceği iddia
edilmiştir. Çünkü bu Peygamber’in vaadidir ve mutlaka gerçekleşecektir. Bu vaad
eğer kişi hayatta iken gerçekleşmezse, hayatın son anı olan ölümden önce
muhakkak gerçekleşecektir ve Peygamber’i görmeden ruh cesedi terk
etmeyecektir.21
Yukarıdaki iddiaya paralel olarak “Kim beni rüyasında görürse, o kişi
cehenneme girmez”22 hadisine dayanılarak Peygamber’i rüyada gören kimselerin
cehenneme girmeyeceği ifade edilmiştir. Konuyla ilgili bir başka örnek ise
hayatında Peygamberi, Sahabeyi veya Tabiun’u gören Müslüman kimselerin
cehenneme girmeyeceğinin ifade edilmesidir. Bu düşünce sahiplerine göre
Peygamber şöyle buyurmuştur. “ Beni gören, beni göreni gören ve beni göreni
göreni gören Müslüman kimse cehenneme girmez.”23
Yüceltmeciliğin sınır tanımazlığına verilebilecek en çarpıcı örnek Hz.
Muhammed’in cinsel gücü hakkındaki değerlendirmelerdir. Konu hakkındaki
rivayetlerin, sağlamlığı ve güvenilirliği ile tanınan hadis eserlerinde yer alması
dikkat çekicidir. Katade’nin rivayetinde Enes b. Malik şöyle demiştir: Hz.
Muhammed gece ve gündüz bir saatte bütün hanımlarını dolaşırdı. Onların sayısı
on bir idi. Katade Enes’e: Buna güç yetirebiliyor muydu? diye sordu. O cevaben:
20
21
22
23
ancak Allah'ın katındadır; ama insanların çoğu bilmezler.” (A’raf, 7/187) “Sana kıyameti
sorarlar: Gelip çatması ne zamandır? derler. Sen onu nereden bilip bildireceksin!
Onun nihaî ilmi yalnız Rabbine aittir.” (Naziat, 79/42-44) “Ey Muhammed! De ki: Ben size,
Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem.” (En’am, 6/50) De
ki: "Ben, Allah'ın dilediğinden başka kendime herhangi bir fayda veya zarar verecek güce
sahip değilim. Eğer ben gaybı bilseydim elbette daha çok hayır yapmak isterdim ve bana
hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben sadece inanan bir kavim için bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim."
(A’raf, 7/188) De ki: Göklerde ve yerde, Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. (Neml, 27/65)
Konuyla ilgili diğer ayetler için bkz. Nahl, 16/77; Ahzab, 33/63; 43/85; 79/42-46.
Buhari, Sahih, Ta’bir, 10. Hadisin pek çok değişik rivayeti vardır. Diğer rivayetler için bkz.
Buhari, Sahih, İlim, 38, Edeb, 109; Müslim, Sahih, Rü’ya, 10-11; Ebu Davud, Süleyman b.
Eş’as, Sünen, İstanbul, 1992, Edeb, 88; Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevra, Sünen,
İstanbul, 1992, Rü’ya, 4; İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid, Sünen, İstanbul,
1992, Sünen, Rü’ya, 2; Darimi, Sünen, Rü’ya, 4; Ahmed, Müsned, I, 279, 361.
Suyuti, Tenvir, s. 3.
İbn Asakir, Tarihu Medineti Dımeşk, XXIII, s. 385.
Taberani, Ebi’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el-Mu’cemu’l-Kebir, Kahire, 1404-1414, XVII, s.
357; Taberani, Ebi’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el- Mu’cemu’l-Evsat, Riyad, 1985-1995, II,
s. 25.
12
Biz aramızda Hz. Muhammed’e otuz erkeklik gücü verildiğini konuşurduk,
dedi.24
Bu hadisi zihinsel bir eleştiriye tabi tutmadan bu durumdan Hz.
Muhammed’e
üstünlük
çıkarmak
Müslümanların
zihin
yapısını
ortaya
koymaktadır.25 Bu eserler Müslümanların zihin yapılarının oluşmasında önemli
bir yer tutmuştur. Bu sebeple Müslümanlar hadis ile ilgili zihniyetlerini ciddi
manada sorgulamalıdırlar.
Yüceltmeci anlayışa göre otuz erkeklik gücü az gelmiş olmalı ki İbn Sa’d
da Tabakat’ında “Cima kuvveti konusunda peygambere verilenlerin zikri babı”
diye bir bölüm ayırmış ve bu bölümde Hz. Muhammed’e kırk erkeklik gücü
verildiğini bildirmiş, başkaları da benzer rivayetleri eserlerine taşımıştır.
Safvan bin Süleym’den rivayet edilen bir haberde Peygamber’in, “Cebrail
bana bir tencere getirdi. Ben ondaki yiyeceği yedim. Bunun akabinde bana cima
kuvveti olarak kırk erkeklik güç verildi” diye söylediği yer almıştır.26 İbn
Abbas’tan yapılan rivayette de Cebrail tarafından Hz. Muhammed’e herise isimli
yiyeceğin cennetten getirildiği, Peygamberin bu yiyeceği yediği ve bunun
akabinde Peygambere kırk erkeklik gücü verildiği ifade edilmiştir27
Enes’den
yapılan bir başka rivayette de Peygamberin şöyle dediği iddia edilmiştir: “Tüm
24
25
26
27
Buhari, Sahih, Gusül, 12. Bu rivayet ve benzerleri başka pek çok kaynak tarafından da
nakledilmiştir. Ahmed, Müsned, III, 291; İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, I, 503;
Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. El-Hüseyn, Es-Sünenü’l-Kübra, Haydarabad, 1344, VII, 54;
Ebu Ya’la el- Mevsılı, Ahmed b. Ali b. El-Mesna et-Temimi, Müsned, Beyrut, 1992, V, 318319; İbn Receb, Zeyneddi Ebu’l-Ferec el-Hanbeli, Fethu’l-Bari Şerhu Sahihi’l-Buhari, 1996,
Medine, I, 298-301; Alaaddin Ali b. Balaban b. El-Farisi, Sahihi İbn Hıbban bi Tertibi
Balaban, Beyrut, 1993, IV, 9-10; İbn Huzeyme, Ebu Bekir Muhammed b. Muhammed b.
İshak es-Sülemi en-Nisaburi, Sahih, Riyad, 1981, I, 115-116; İbd Udey el-Cürcani, Ebu
Ahmed Abdullah, el-Kamil fi Duafai’r-Rical, Beyrut, 1997, I, 9; Zehebi, Şemseddin
Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru Alami’n-Nübela, Beyrut, 1986, XVI, 99-100. Aynı
rivayet Sübül’l-Hüda isimli eserde de yer almış ancak burada Enes’in rivayetinden başka
Mücahid ve Tavus’tan da aynı şeyin nakledildiği bildirilmektedir. (Şami, Sübülü’-Hüda, X,
449)
Tecridi sarihte bu hadisin şerhinde, Peygamberin bünye bakımından herkesten üstün ve
erkeklik gücü bakımından insanların en kuvvetlisi olduğu vurgusu yapılmış ve buradan da Hz.
Muhammed’e üstünlük çıkarılmaya çalışılmıştır. (Naim-Miras, Tecrid, I, s. 209)
İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, II, s. 135-136. Diğer rivayetler için bkz. Hindi, Alaaddin Ali
el-Müttaki b. Hüsameddin el-Hindi el-Burhanfuri, Kenzü’l-Ummal fi Süneni’l-Akval ve’lEf’al, Beyrut, 1974, XI, s. 406; Acluni, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafa ve Muzilu’l-Elbas
amma İştehera mine’l-Hadis, Beyrut, 1351-1352 h, I, 175; Şami, Sübülü’l-Hüda, X, 450. Bazı
İslam bilginler bu sözün mevzu olduğunu ifade etmişse de (Elbani, Muhammed Nasıruddin,
Silsiletü’l-Ehadisi’d-Daife ve’l-Mevzua ve Esereha’s-Seyyi’ fi’l-Ümem, Riyad, 1988, IV, 179180) bu vb rivayetler halk arasında kulaktan kulağa doğruymuş gibi yaygınlaşmakta ve
insanlar arasında yerleşme eğilimi göstermiş belli bir zaman sonra reddedilemez bir
gerçekmiş gibi addedilmeye başlamıştır.
İbn Udey el-Cürcani, Kamil, IV, 328.
13
insanlara karşı dört şey hususunda üstün kılındım. Bunlar herkese karşı
müsamahalı olmak, kahramanlığım, düşmanları ele geçirmem ve çokça cima
yapmamdır.”28
İslam kültüründe bu anlayışa sahip olanlar hiçbir sınır tanımamışlar,
yukarıdaki rakamları da az görmüş olduklarından peygambere kırk küsur ve
yetmiş küsur erkeklik gücü verildiğini iddia etmişlerdir.29 Bu sayı da az gelmiş,
Hz. Süleyman’ın yüz ya da bin erkeklik gücünde olduğu rivayetinden etkilenerek;
Hz. Süleyman’a yüz yada bin erkeklik gücü verilmişken nasıl olurda Hz.
Muhammed’e kırk erkeklik gücü verilebilir? diyerek, bir formülle Hz.
Muhammed’e
dört
bin
erkeklik
gücü
verildiğini
iddia
etmekten
çekinmemişlerdir.30
Bu örnekler, Müslümanların Peygamberi yüceltmek isterken İslam’a ne
kadar zarar verdiklerinin farkında olmadıklarını göstermesi açısından oldukça
ilginç örneklerdir.
Bu konuyla ilgili rivayetleri eserlerine alan bilginler bu olayı daha çok Hz.
Muhammed’in cünüpken başka hanımlarıyla beraber olduğu, ayrı ayrı gusül
abdesti almadığı, Hz. Muhammed’in üstünlüğü ve erkeklik gücünün çok olduğu
bağlamında ele almışlardır. Şerhlere ve yorumlara bakıldığında bu açık bir şekilde
görülmektedir. Bunu bazı rivayetlerde bir seferden sonra şehre geldiği zaman
yaptığına yani hanımlarını bir saat içinde ziyaret ettiğine dair rivayetler ortaya
koymaktadır.31 İslam bilginleri buradan hemen hepsiyle bir saat içerisinde cima
ettiği anlamını çıkarmışlardır.32 Peygamberin bir saat içinde bazı rivayetlerde
28
29
30
31
32
Aliyyü’l-Kari, Mirkatü’l-Mefatih, II, 155; Şami, Sübülü’l-Hüda, X, 449; İbn Hacer elAskalani, Fethu’l-Bari, I, 503.
Şami, Sübülü’l-Hüda, X, 450.
Hz. Muhammed’e dört bin erkeklik gücü verildiği şu şekilde izah edilmeye çalışılmıştır. Haris
b. Üsame Mücahid’den nakletmektedir: Hz. Muhammed’e cennet ehlinin kırk küsur erkeklik
gücü verildi. Her bir erkeklik gücü de cennet ehlinin erkeklik gücüne denkti.
Cennet ehlinin erkeklik gücü dünya insanlarının erkeklik gücünün yüz katıdır. Buna göre kırkı
yüz ile çarparsak dört bin eder.Bu durumda Hz. Muhammed’in erkeklik gücü dörtbin olmuş
olur. Buna göre bazılarının sorun olarak gördüğü: Hz. Süleyman’a yüz yada bin erkeklik gücü
verilmişken nasıl olurda Hz. Muhammed’e kırk erkeklik gücü verilmiş olabilir sorusuna
cevap verilmiş olmaktadır. (Şami, Age, IX, 75, X, 450). Bkz. İbn Hacer el-Askalani, Fethu’lBari, I, 503; Ayni, Umdetü’l-Kari, I, 34; Aliyyü’l-Kari, Mirkatü’l-Mefatih, II, 155.
İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, I, 503; Alaaddin Ali b. Balaban, Sahihi İbn Hıbban, IV,
10; Zehebi, Siyer, XVI, 99-100.
Hadis kitaplarına ve şerhlerine bakıldığında muhaddsilerin “ Cünüpken eşe yaklaşmak” veya
benzeri başlıkları attıkları görülmektedir. Muhammed Eşref, Ebu Abdurrahman Şerefü’l-Hak,
14
dokuz diğer bazı rivayetlerde ise on bir hanımıyla hem beraber olup, hem de
gusletmesinin
mümkün
olmadığını
belirtmişlerdir.33
Bu
nakli
duyanlar
Peygamberin bir saatte bu kadar hanımıyla cima yapıp yapamayacağını sormuşlar
raviler bu işi açıklayabilmek için Hz. Muhammed’e otuz, kırk, yetmiş ve hatta
dört bin erkeklik gücü verildiğini iddia etmeye kadar sözü götürmüşlerdir. Bu
rivayetlerden Hz. Muhammed’in uzun bir seferden şehre gelince bütün
hanımlarının hatırını sormak için onları beşer-onar dakika ziyaret edip hallerini
hatırlarını sorduğu anlaşılmaktadır. Bu durum ister gece ister gündüz olsun fark
etmemektedir.34 Bakış açısı yanlış olunca olayların nerelere kadar varabileceğine
bu olay açık bir örnektir. Doğrusu bu örnekler Hz. Muhammed’in yanlış
anlaşılmasına sebep olmuştur.
Yüceltmeci anlayışın bir başka tezahürü ise Kur’an’ın muhtelif yerlerinde
peygamberin değişik olaylara takındığı tavırların akabinde Allah’ın, elçisini
uyaran ifadelerinin göz ardı edilerek ve tarihi hakikatler ters yüz edilerek
peygamberin bir bütün olarak insani zaaf ve hatalardan arınmış olduğunu ortaya
koymaktır.35
Konu ile ilgili olaylardan36 Abdullah İbn Ümmi Mektum37 ve Bedir
esirleri olaylarını örnek vererek bu olaylar karşısında takınılan yanlış bakış
33
34
35
36
Avnu’l-Ma’bud Haşiyetü Süneni Ebi Davud, Beyrut, ts, I, 87; Mübarekfuri, Ebu’l-Meali
Muhammed Abdurrahman b. Abdürrahim, Tuhfetü’l-Ahvezi bi Şerhi Camii’t-Tirmizi, 1979,
yy, I, 431-433; İbn Abdilber, Ebu Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed, el-İstizkar el-Cami
li Mezahibi Fukahai’l-Emsar ve Ulemai’l-Ektar fima Tedammenehu’l-Muvatta min Meani’rRe’yi ve’l-Asar ve Şerhu Zalike Küllehu bi’l-İcaz ve’l-İhtisar, Kahire, 1993, III, 138; Münavi,
Feyzü’l-Kadir, V, 228; Sindi, Nureddin b. Abdulhadi, Haşiyetü Sindi ala Süneni’n-Nesai,
Beyrut, 1986, I, 143.
İbn Receb, Zeyneddi Ebu’l-Ferec el-Hanbeli, Fethu’l-Bari Şerhu Sahihi’l-Buhari, 1996,
Medine, I, 298-299.
Mübarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezi, I, 432; İbn Abdilber, el-İstizkar, III, 138; Münavi, Feyzü’lKadir, V, 228; Sindi, Haşiyetü Sindi ala Süneni’n-Nesai, I, 143; Suyuti, Şerhu Süneni’nNesai, I, 144.
Bu tür aşırı yüceltmeci anlayışa sahip olanlar, açık bir şekilde peygamberin uyarıldığı
ayetlerden bile ayeti tersyüz etme pahasına olsa da, Peygambere bir ayrıcalık ve üstünlük
çıkarma yoluna girmişlerdir. Bunlardan birisi de Fahreddin er-Razi’dir. O, ilgisiz bir kısım
deliller getirerek Abese suresinin 1-10 ayetlerinde uyarılanın Hz. Muhammed olmadığını
iddia etmektedir. (Razi, Fahruddin Muhammed b. Ömer b. Hasan b. Hüseyin, İsmetü’lEnbiya, yy, 1355, s. 104-105).
Bu olaylar şunlardır. Bedir esirlerine yapılacak muamele, (Enfal 8/67-69); Peygamber’in
savaşta münafıklara izin vermesi, (Tevbe 9/41-49); Peygamberin helal olan şeyleri kendisine
haram kılması, (Tahrim, 66/1-3); Peygamber’in münafıklara istiğfarı, (Tevbe, 9/80-84;
Münafikun, 63/6). Bu vb. için bkz. Razi, İsmetü’l-Enbiya, s. 87-110; Akgül, Muhittin,
Kur’an’da Hz. Muhammed’in (SAV) Özellikleri, İzmir, 2002, s. 31-68.
15
açılarına işaret etmek istiyoruz. Hz. Muhammed Mekke müşriklerinin ileri
gelenlerinden Utbe bin Rebia, Ebu Cehil bin Hısam, Ümeyye bin Halef ve Abbas
bin Halef ile konuştuğu bir sırada yanlarına gözleri görmeyen Abdullah İbn
Ümmi Mektum gelir ve “Ya Rasulellah! Allah’ın sana öğrettiğinden bana öğret”
der ve bunu tekrar eder. Peygamber ona aldırmaz ve yüzünü buruşturup döner.
Peygamber konuşmasını tamamlayıp kalkacağı sırada vahiy gelir. Bu tecrübeyi
yaşadıktan ve Allah’ın uyarısına maruz kaldıktan sonra Hz. Muhammed onunla
karşılaştığında ona ikram eder, meclisine geldiği zaman elbisesini onun altına
serer ve “Merhaba, hakkında Rabbimin beni azarladığı kişi” derdi.38 Razi bu
olayda uyarılan kişinin Hz. Muhammed olmadığını iddia etmektedir.39 Başkaları
ise buradaki “Abese ve tevella”nın muhatabının o anda orada bulunan Mekke
müşriklerinin ileri gelenleri olduğunu iddia etmektedirler.40 Bu olayda uyarılan
kimsenin Hz. Muhammed olmadığını iddia edenler peygamberi kurtardıklarını
düşünmektedirler. Ayetler bir bütün olarak ve dikkatlice analiz edildiğinde ilahi
ikaza maruz kalan kişinin Hz. Muhammed olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Aynı şekilde Kurtubi de Bedir esirleri konusunda ayetin muhatabının
ayette azarlanan kişinin Hz. Muhammed değil onun ashabı olduğunu ifade ederek
Hz. Muhammed’i kurtardığını düşünmektedir. O bu konuda şöyle demektedir :
“Bu ayet Hz. Muhammed’in ashabını azarlamak için Bedir günü inmiştir. Bu
durumda ayetin manası şöyle olmaktadır: Ey Peygamberin Ashabı! Yeryüzüne
hakim olmadan önce Peygamberin esir almasına sebep olmanız size yakışmaz.”41
37
38
39
40
41
Bu ayetlerde Allah, yanlış bir davranışından dolayı Peygamberini çok ciddi bir şekilde ikaz
etmiştir. Ayetlerde durum şöyle yer almıştır. “Yanına kör bir kimse geldi diye kaşlarını çattı,
yüzünü ekşitti ve geri döndü. Ne bilirsin belki de arınacak; Yahut öğüt alacak da bu öğüt
kendisine yarayacak. Ama sen kendisini öğüt almaktan üstün gören kimseyi karşına alıp
ilgileniyorsun. Arınmak istememesinden sana ne? Allah’a saygı duyup sana koşarak gelen
kimseye sen aldırmıyorsun.” Abese, 1-10.
Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an, Beyrut, 1999, XII,
s. 443-445; Elmalılı, Hak Dini, VIII, s.525; Beyzavi, Nasıruddin Ebi Said Abdullah b. Ömer
b. Muhammed eş-Şirazi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil , Beyrut, 1988, II, s. 568; Nesefi,
Ebu’l-Berekat, Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medarikü’t-Tenzil ve Hakaiku’t-Te’vil,
Beyrut, 1988, IV, s.332. Sabuni, Muhammed Ali, Safvetü’t-Tefasir, Beyrut, 1980, III, s. 518520.
Razi, İsmetü’l-Enbiya, s. 104.
Muhammed b. Alevi el-Maliki Haseni, Muhammed: el-İnsanü’l-Kamil, Cidde, 1984, s. 104;
Hadidi, Muhammed Ebunnur, İsmetü’l-Enbiya, Mısır, 1979, s. 441; Akgül, Hz. Muhammed, s.
40.
Kurtubi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’an, 1988,
Beyrut, VIII, s. 30.
16
Böyle zorlama bir yoruma gitmek herhalde önyargının dışa vurumundan başka bir
şey olmasa gerektir. Çünkü ayette muhatabın Hz. Muhammed olduğu yoruma
mahal bırakmayacak şekilde açıktır. Ayette şöyle buyurulmaktadır. “Küfrün belini
kırıncaya kadar, hiçbir peygamberin esirlerinin bulunması yakışık almaz.”42
Kurtubi devamla esirlere ne yapılacağı konusunda Peygamberin ashabıyla
istişaresi öncesinde Cebrail’in gelip esirlere ne yapılması gerektiği hususunda
Peygamberi serbest bıraktığını iddia ederek yine Hz. Muhammed’i dolaylı olarak
kurtardığını sanmaktadır.43
Müslüman bilginler bu tür yorumlarla Hz. Peygamberi ikazdan
kurtardıklarını düşünmektedirler. Ancak onlar farkında olmadan bu ve benzeri
yorumlarla İslam toplumunda yanlış peygamber anlayışının oluşmasına ve
yaygınlaşmasına sebep olmuşlardır.
Çünkü bu ayette hitap kesinlikle
peygamberedir. Onlar bu tür yorumlarıyla Peygamberi olduğundan farklı
göstermişlerdir.
Buradaki amaç Peygamberi Allah’a azarlatmak değil, yüceltmeci bakış
açısıyla bakıldığı zaman ortaya nasıl yanlış bir peygamber tasavvurunun çıktığını
göstermektir. Allah’ın kendi son mesajını insanlara ulaştırmakla görevlendirdiği
peygamberini zaman zaman uyarmasından, bir kısım hatalarında onu ikaz edip
doğruyu göstermesinden daha doğal ne olabilir.
Hz. Muhammed’i yüceltme ve o’na üstünlük tanıma girişimlerinden biri
de, Hz. Muhammed’in Hz. Adem yaratılmazdan önce peygamber olduğu
iddiasıdır. Çeşitli kaynaklarda Hz. Muhammed’e “Ya Resulellah! Sana
peygamberlik ne zaman geldi” diye sorulduğunda, O’nun “Adem daha ruh ile
ceset arasında olduğu bir halde iken ben peygamber idim” diye cevap verdiği
42
43
Enfal, 8/67.
Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, VIII, s. 32. Abdurrezzak ve ondan rivayette bulunan Suyuti de
Ebu Ubeyde’den rivayet ettikleri bir haberde yukarıdaki görüşün bir benzerini
aksettirmişlerdir. “Bedir günü Cebrail Peygambere geldi ve ona dedi ki: Allah sana esirleri
ister öldürmeni, istersen de fidye karşılığı serbest bırakabileceğini bildirmektedir.” (Suyuti,
Abdurrahman Celaleddin, ed-Dürrü’l-Mensür fi’t-Tefsiri’l-Me’sür, Beyrut, 1993, IV, s. 106;
Bkz. İbn Seyyidünnas, Ebi’l-Feth Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Seyyidünnas
el-Yağmuri, Uyunü’l-Eser fi Fünuni’l-Meğazi ve’ş-Şemail ve’s-Siyer, Medine, 1996, I, s.
434.) Ancak bu durumda Enfal suresi altmışyedinci ayetin nazil olmasını açıklamak mümkün
değildir.
17
ifade edilmiştir.44 Bu rivayette Hz. Muhammed, ilk insan ve ilk peygamber olan
Adem’den daha önce peygamber kılınmakla bütün peygamberlerin önüne
geçirilmiş olmaktadır.
Hz. Muhammed’e ait olduğu iddia edilen bu ve benzer ifadeler Kur’an’ın
ilk
insan
ve
peygamber
olarak
sunduğu
Hz.
Adem
hakkındaki
değerlendirmelerine aykırılık teşkil etmektedir. Hz. Adem’in yaratılışı ile ilgili
onlarca ayet45 ters yüz edilerek, Hz. Muhammed Hz. Adem’in önüne geçirilmiş
olmaktadır. Bir başka rivayette ise Hz. Muhammed’in “Ben yaratılışta insanların
ilkiyim, diriltilmede ise insanların sonuncusuyum”46 dediği ifade edilmektedir.
Çoğunlukla zayıf ve uydurma hadisleri içeren kaynaklarda yer alan ve Hz.
Muhammed’e atfedilen “Ey Habibim! Sen olmasaydın iki cihanı yaratmazdım”47
şeklindeki söz de Peygamberi olağanüstü bir varlık gibi göstermeye ve o’nu
yüceltmeye yönelik girişimlerden biridir. Hiçbir ayette, böyle bir ifade, hatta bu
anlayışa götürecek en küçük bir işaret olmazken, Müslümanların nasıl böyle bir
anlayışa sahip oldukları geçekten bir bilmecedir.48
44
45
46
47
48
İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s. 129-130; Tirmizi, Sünen, Menakıb,1; Ahmed, Müsned,
IV, 66, V, 59, 379; Cürcani, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, Şerhu’l-Mevakıf, Mısır, 1907,
VIII, s. 226. (Cürcani’nin rivayetinde su ile toprak arasında ifadesi yer almaktadır.)
Bu ayetlerden bir kaçı şunlardır. Bakara, 2/30-39; Nisa, 4/1; A’raf, 7/11-12, 189; Hicr, 15/2835; İsra, 17/61.
İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s. 131.
Bu söz ana hadis kaynaklarında yer almayıp, daha ziyade zayıf ve mevzu hadisleri ihtiva eden
eserlerde ve bezerlerinde yer almaktadır. Bkz. Aliyyü’l-Kari, Mevzuatü Kübra, İstanbul, ty, s.
67-68; Nişancızade, Mehmet b. Ahmet b. Mehmet, Mir’atü Kainat, ty, yy, I, 402; Acluni,
Keşfu’l-Hafa, II, s.164. Acluni, yukarıdaki sözü rivayet ettikten sonra şöyle bir açıklamada
bulunmaktadır: “Sağani bu sözün mevzu olduğunu söyledi. Ben de derim ki: Bu söz hadis
olmasa da manası sahihtir. Aliyyü’l-Kari de benzer ifadeleri kullanmaktadır.” (Acluni, Age,
II, s.164; Aliyyü’l-Kari, Mevzuat , s. 67-68 )
Peygamberin doğumu sırasında cereyan ettiği söylenen olaylar, Şam seyahatinde bir bulutun
onu daima gölgelediğinin iddia edilmesi, nübüvvet mührünün sırtında olması ve bunu bir
papazın bir defada bulması, onun doğumundan 12 yaşlarına kadar daima gözetleyen, başta
dedesi Abdulmuttalip veya onu daima gözetleyip koruyan amcası Ebu Talib ve diğer
yakınlarının görmemiş olması gibi anlayışlar, hep yüceltmeci düşüncenin ürünleri olsa
gerektir. İbn Hişam, Abdülmelik b. Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1995, I, s. 218220; Cevdet Paşa, Ahmed, Kısası Enbiya ve Tevarihi Hulefa, İstanbul, 1966, I, s. 56-73;
Cevdet Paşa, Ahmed, Hz. Muhammed’in Hayatı, İstanbul, 1981, s.16-33; Erul, Bünyamin,
“Hz. Peygamber’in Risalet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Peygamberimiz Hz.
Muhammed, Özel Sayı, Diyanet İlmi Dergi, Ankara, 2000, s. 49. Bu ve benzeri eserlerde
Peygamberimizin doğumundan, nübüvvetine kadar geçen sürede vuku bulduğu iddia edilen
olağanüstü olaylardan bahsedilmektedir. Kur’an’da İbrahim, İsmail, Yusuf, Yahya, Musa, İsa
gibi pek çok peygamberin doğumu veya peygamberlik öncesi hayatından örnekler verilmiştir.
Ama Hz. Muhammed’in hayatının nübüvvet öncesine Kur’an’da değinilmemiştir. Fakat
müslümanlar kendilerince görmüş oldukları bu boşluğu biraz olağanüstü olaylar da ekleyerek
doldurmaları yüceltmeciliğin başka bir ürünü olsa gerektir. Konu ile ilgili bilimsel bir
18
Yüceltmeliğin bir başka tezahürü ise, bir kısım sıradan, normal,
peygamberliğin gereği olan meleklerin yardım etmesi,49 Makamı Mahmud’un
verilmesi,50 ganimetlerin helal kılınması,51 peygambere itaatin emredilmiş
olması,52 hayatına ve beldesine yemin edilmesi,53 Kevser’in verilmesi,54 Cenabı
Hak tarafından savunulması55 vb olayların abartılmasıdır.
Bir başka ve akıl almaz iddia ise oğlu İbrahim öldükten sonra,
Peygamberin “Eğer İbrahim yaşasaydı sıddık bir nebi olacaktı”56 dediğinin iddia
edilmesidir. Bu tür rivayetleri eserlerine alanlar konu ile ilgili ayet ortada
dururken,57 Hz. Muhammed’i ve oğlunu yüceltmek için, o peygamberin getirmiş
olduğu ilahi mesaja aykırı düşündüklerinin farkına varamamış olmalarını anlamak
mümkün değildir.
Yüceltmeci anlayış kendi kendinin edebiyatını da oluşturmuştur. Bunlar
a‘lam, delail, hasais, şemail, fezail58 şeklinde ortaya çıkan eserlerdir.
Peygamber’in “Bilerek bana yalan atfeden kimse cehennemdeki yerini hazırlasın”
59
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
hadisi en sağlam hadislerden birisidir. Ancak bazı kimseler helal-haram hüküm
makalede bu gerçek ortaya konmaktadır. Bkz. Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risalet
öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Peygamberimiz Hz. Muhammed, Özel Sayı, Diyanet
İlmi Dergi, Ankara, 2000, s.33-66.
Enfal, 8/9-12. Ahzab, 33/9-15. Tevbe 9/25-26.
İsra, 17/79.
Enfal, 8/1, 41; Haşr, 59/7.
Konu ile ilgili çok ayet vardır. Bunlardan bir kaçı şunlardır. A’raf, 7/158; Ali İmran, 3/31-32;
Nisa, 4/80.
Hıcr, 15/72; Beled, 90/1-2.
Kevser, 112/1.
A’raf, 7/66-67; Hakka, 69/38-43; Tekvir, 81/22.
İbn Mace, Sünen, Cenaiz, 27; Ahmed, Müsned, III, 281; Suyuti, Hasais, II, s. 265. İbn
Sa’d’da ki rivayette ise bu söz Enes b. Malik’in sözü olarak rivayet edilmektedir. ( İbn Sa’d,
et-Tabakatü’l-Kübra, I, s. 122 ) Bu tür rivayetleri bile eserlerine sorgusuz sualsiz alan eski
ulemanın mantığı ve bu mantıktan hareketle kendilerine yön veren günümüz insanının
geçmişe bakışı yeniden gözden geçirilmelidir.
“Muhammed sizden hiçbirinizin babası değildir, Ancak Allah’ın elçisi ve peygamberlerin
sonuncusudur.” Ahzab, 33/40.
A’lam, delail, hasais, şemail ve fezail kelimeleri Hz. Muhammed’in vefatından sonra O’nun
belli başlı özelliklerini ihtiva eden eserlerin özel ismi haline gelmiştir. A’lam, alametler;
Delail, deliller; Hasais, özellikler; Şemail, fiziki özellikler ve fezail de faziletler anlamına
gelmektedir. Bu kelimeler Hz. Muhammed hakkında kullanıldığı zaman Hz. Muhammed’in
peygamber olacağını bildiren alametler, deliller, Hz. Muhammed’e mahsus özellikler, Hz.
Muhammed’in fiziki özellikleri ve Hz. Muhammed’in faziletleri anlamına gelmektedir.
Hadis değişik varyantlarıyla yaklaşık elli ayrı yerde geçmektedir. Buhari, Sahih, İlim, 38 ,
Cenaiz, 33, Enbiya, 50, Edeb, 109; Müslim, Sahih, Zühd, 72; Ebu Davud, Sünen, İlim, 4;
Tirmizi, Sünen, Fiten, 70, İlim, 8, 13; İbn Mace, Sünen, Mukaddime, 4; Darimi, Sünen,
Mukaddime, 25, 46; Ahmed, Müsned, II, 49.
19
bildiren konuların dışında kalan başta ahlak60 ve peygamberin şahsı ile ilgili
konularda zayıf hadis kullanılabileceğini ifade etmişlerdir.61 Bu sebeple özellikle
özendirme ve korkutma konularında İslam dininin temellerini sarsan, dinin
gönderiliş gayesini tamamen ters yüz eden eserler ve düşünceler ortaya çıkmıştır.
“Hz. Peygamberin vefatından itibaren başlayan ve her asırda birçok inanç,
kültür ve medeniyetlerle karşılaşan Müslümanların sahabe asrından uzaklaştıkça,
Kur’an’i bir peygamber anlayışından da uzaklaştıkları görülmektedir. İster rahmet
elçisine olan aşk, muhabbet ve hasret sebebi ile olsun, isterse farklı din ve
kültürlerden etkilenerek olsun, ilerleyen asırlarda ümmet, duygusal, muhayyile
gücüne dayalı efsanevi, esrarengiz, neredeyse beşeri hüviyetinden tecrit edilmiş,
adeta melekleştirilmiş bir peygamber anlayışı sergilemişlerdir. Zaman içerisinde
bu anlayışların rivayetlere dönüşmesi de fazla gecikmemiştir. Neredeyse her
asırda, her bölgede Hz. peygamber hakkında farklı bir siret, farklı bir edebiyat,
farklı bir kültür oluşmuştur. O kadar ki, sahabedeki saf peygamber anlayışı ile
tabiun dönemi peygamber anlayışı bile birbirinden farklılık arz etmektedir. Aynı
şekilde ikinci asrın peygamber anlayışı başka, üçüncü asrınki daha başkadır.
Günümüzde yazılı veya görsel bir çok yayınlarda, fevkalade zengin olan
kültür, edebiyat ve tasavvuf tarihimizdeki büyük-küçük pek çok şahsiyetin dahi
menkıbelerini, kerametlerini ve faziletlerini anlatma adına, onların beşeri
özelliklerinin göz ardı edilip, adeta beşer üstü kutsal bir varlık gibi takdim
edildikleri görülmektedir. Dolayısıyla bugün temel eğitimden itibaren yetişen
nesillerimiz, Kur’an’ın bizzat anlattığı peygamberi değil; kültür ve edebiyatımızın
takdim ettiği neredeyse her şeyi bilen her şeyi gören, her şeyi işiten, her an
mucizeler göstererek her derde deva olan, her müşkülatı çözen bir peygamberi
öğrenmektedirler.”62
Hz. Muhammed henüz Peygamber hayatta iken peygamberlikle ilgili
yanlış anlamalara karşı çıkmıştır. O kendisinin yüceltilmesine karşı çıkmış, böyle
60
61
62
Hz. Peygamber’in şu hadisi bu durumu gayet iyi açıklamaktadır. “Ben güzel ahlakı
tamamlamak için gönderildim” Malik b. Enes, el-Muvatta, İstanbul, 1992, Husnü’l-Huluk, 8;
Ahmed, Müsned, II, 381; Benzer hadisler için bkz. Ebu Davud, Sünen, Sünne, 14; Ahmed,
Müsned, II; 185, 369; Buhari, Sahih, Fedailü’s-Sahabe, 27; Tirmizi, Sünen, İman, 6; İbn
Mace, Sünen, Zühd, 31; Darimi, Sünen, Rikak, 74.
Tuleydi, eş-Şeyh Abdullah, Tehzibü el-Hasaisü’n-Nebeviyyetü’l-Kübra li’s-Suyuti, Beyrut,
1410 h, s. 6-7.
Erul, Bünyamin, Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara, 2000, s. 149-150.
20
durumlarda hemen müdahalede bulunmuştur. Bir gün bir adam, Peygamber’e “Ey
yeryüzünün en hayırlısı dedi. Peygamber adama cevaben: O dediğin kişi İbrahim
(as)’dır, dedi.63 Kendisini ilk defa gören bir bedevinin kendisini görünce tir tir
titrediğini fark eden Hz. Muhammed, adamı yanına çağırdı. Ona “ Ey adam
benden korkma. Rahat ol. Ben kral değilim. Ben de senin gibi kuru ekmek yiyen
bir kadının oğluyum”64 dedi.
Yine Peygamber bir meclise geldiği vakit sahabe ayağa kalkmaz, o boş
olan bir yere otururdu.65 O bu konuda şöyle buyurmuştur. “Bir kişi başka bir kişi
için oturduğu yerden ayağa kalkıp ona yer vermesin. Oturduğu yerde otursun.
Ancak o kişiye yer açın, yerinizi genişletin.”66 Bir başka rivayette de o şöyle
buyurmuştur. Ebu Ümame’den: Peygamber bir asaya dayanıyor olduğu halde bize
doğru geldi. Biz onu görünce hepimiz ayağa kalktık. Bunun üzerine o: Acemlerin
yaptıkları gibi yapmayın. Çünkü onların bazısı bazıları için ayağa kalkarlar”
dedi.67
Peygamber değişik durumlarda yine kendisine fazlaca iltifat edildiği
zaman hemen duruma müdahale ederdi68. Dünya hayatı ile ilgili konularda “Ben
ancak bir beşerim, size dininizden bir şey emredersem onu alınız; ancak kendi
tarafımdan bir şey emredersem, bende bir beşerim”69 diyerek dinle ilgili olmayan
konularda insan olduğundan dolayı yanılabileceğini ifade ederdi. Allah Teâla da
Peygamberin diğer insanlardan tek farkının vahiy alması olduğunu açıkça beyan
etmektedir. “Ey Muhammed! de ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım; ancak
bana İlahınızın tek bir İlah olduğu vahyolunuyor.”70
Hz. Peygamber ne kendisinin, ne de çocuklarının yüceltilmesine müsaade
etmemiştir. Oğlu İbrahim küçük yaşta ölünce peygamberimiz çok hüzünlenmişti.
Aynı gün ise güneş tutulması meydana gelmişti. Bunun üzerine halkın bir kısmı
güneşin tutulmakla İbrahim’in ölümü üzerine yas tuttuğunu ve Peygamber’in
63
64
65
66
67
68
69
70
Müslim, Sahih, Fedail, 150; Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. El-Hüseyn, Delailü’n-Nübüvve,
Kahire, 1988, V, 497.
İbn Mace, Sünen, Et’ıme, 30.
Şatıbi, Muvafakat, ty, III, 64.
Ahmed, Müsned, II, s. 17, 22, 102; Darimi, Sünen, İsti’zan, 24.
Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, VIII, s. 279.
Müslim, Sahih, Fedail, 150.
Müslim, Sahih, Fedail, 140.
Kehf, 18/110; Fussılet, 41/6.
21
üzüntüsüne iştirak ettiğini söylüyorlardı. Bu haber kendisine ulaşan Hz.
Muhammed, üzüntüsünü bir kenara bırakıp ashabını topladı ve o üzüntülü halinde
onlara şu tarihi uyarıyı yaptı: Güneş ve ay Allah’ın ayetlerinden birer ayettirler.
Allah ne bir kimsenin doğumu ve ne de Muhammed’in oğlunun ölümü üzerine
ayetlerini değiştirir.”71
Hz. Peygamber nasıl kendisinin yüceltilmesine karşı çıkmış ise, O’nun
vefatından sonra sahabenin ileri gelenleri de aynı şekilde onun yanlış
anlaşılmasına sebep olabilecek yüceltme anlayışına karşı çıkmışlardır. Bunların
başında Hz. Aişe, Hz. Ömer, Abdullah b. Abbas ve İbn Mes’ud gibi sahabeler
gelmektedirler.
Hz. Aişe’nin Peygamber ile ilgili olarak yüceltme vesilesi yapılabilecek
olan şu hususlardaki yaklaşımı çok büyük önem arz etmektedir. İbn Mesruk şöyle
demiştir: Bir gün Aişe’nin yanında yaslanarak oturuyordum. Aişe dedi ki: Ey
Aişe’nin babası; Her kim şu üç şeyden birini iddia ederse Allah’a en büyük
iftirayı atmış olur. Her kim Muhammed rabbini gördü derse, her kim Muhammed
Allah’tan aldığı bir vahyi gizledi derse ve yine her kim Muhammed yarın ne
olacağını biliyordu derse Allah’a en büyük iftirayı atmış olur.”72 Bu olay Hz.
Aişe’nin Peygamber anlayışını bizlere açıkça göstermektedir.
Hz. Ömer’de aynen Hz. Aişe gibi peygamberin yanlış anlaşılmasına ve
onun davranışlarının yüceltilmesine karşı çıkmıştır. Bunlardan biri Şeceretü
Rıdvan olayıdır. Peygamber hicretin beşinci yılında bin dört yüz73 arkadaşı ile
beraber umre yapmak üzere Mekke’ye yönelmişti. Savaş istemediğini göstermek
için yanlarına sadece birer kılıç ve kurbanlıklarını almış, ihrama girmişti.74
Durumu haber alan Kureyş, O’nu Mekke’ye sokmamak için savaş hazırlığına
başlamış ve Urve bin Mes’ud’u göndererek Hz. Muhammed’i fikrinden
vazgeçirmek istemişti. Peygamber Hudeybiye’de konaklamış ve orada bulunan
bir ağacın altında gölgelenmişti. Konuyla ilgili Mekke’li müşriklerle görüşmek
71
72
73
74
Buhari, Sahih, Küsuf, 1, 15; Ahmed, Müsned, IV, s. 245; Heykel, Muhammed, Hz.
Muhammed Mustafa, çev. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul, 1985, s. 427-429.
Müslim, Sahih, İman, 287; Tirmizi, Sünen, Tefsir, 6.
İbn Hişam bir rivayete göre sayının 700 olduğunu beyan etmektedir. (İbn Hişam, Siret, III, s.
337)
İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, III, s. 139. İbn Sa’d İbn Hişam’dan farklı olarak tarihin
Hicretin altıncı senesinde Zilkadenin ikisi olduğunu beyan etmektedir.
22
üzere Hz. Muhammed Osman b. Affan’ı elçi olarak Mekke’ye göndermişti.
Müslümanlara Osman’ın öldürüldüğü şeklinde doğru olmayan bir haber ulaşmıştı.
Bu haber üzerine Peygamber müslümanları gölgelendiği ağacın altına topladı.
Ashabından “şu müşrik kavmin işini bitirmedikçe ayrılmayacağız” diye biat aldı.
Daha sonra Osman’ın öldürülmediği haberi geldi. Bunun sonucunda Kureyş’den
Amr b. Süheyl ile Hudeybiye barışı yapıldı.75 İşte bu olaydan sonra
Müslümanların bir kısmı buraya bir kutsallık atfetmeye başlamışlardı.
Hudeybiye’den yolu geçenler burada durur, sevap kazanmak için orada namaz
kılarlardı. Durum Halife Ömer’e ulaşınca hemen bir adam gönderip o ağacı
kökünden kestirdi.76 Eğer o ağaç günümüze kadar gelseydi de günümüzdeki
değişik örneklerde olduğu gibi müslümanlar ona tapınır gibi hal ve hareketlerde
bulunsa ve bir yetkili Hz. Ömer’in yaptığı gibi yapıp o ağacı kesemezdi
Konuyla ilgili Hz. Ömer’in şu ikazı da Peygamber’in nasıl anlaşılması
gerektiğine dair iyi bir örnektir. Bir yolculuk sırasında insanların sıraya girip bir
yerde namaz kılmak istediklerini gören Hz. Ömer, hemen duruma müdahale
etmiştir. O, bu kimselere şöyle demiştir. Kim namaz kılmak istiyorsa kılsın,
kılmayacaksa çekip gitsin. Ehl-i Kitap peygamberlerinin uğrak yerlerini sinagog,
kilise haline getirdiklerinden dolayı helak olmuştur.”77
Hz. Aişe’nin Peygamber’i ve hadisi yorumlayışı bizim için gerçekten çok
önemlidir. Ebu Hüreyre’nin “ Kadın, at ve ev uğursuzdur” diye Peygamberden
hadis rivayet ettiği ona haber verilince, çok kızmıştı. Aişe bunun üzerine “
Kur’an’ı Ebu’l-Kasım’a indiren Allah’a yemin olsun ki, o asla böyle bir şey
demez” demiş ve Hadid suresinin yirmi ikinci ayetini delil olarak göstermiştir.
Ona göre peygamber cahiliyye toplumunun bu üç şeyde uğursuzluk olduğuna
inandığını söylemiş, ancak bu sözü duyanlar eksik işitip nakletmişlerdir.78 Yine o,
Ebu Hüreyre’nin “Kadın, merkep ve köpek namaz kılan kişinin önünden geçerse
o kişinin namazı bozulur”79 diye hadis naklettiğini duyunca yine hiddetlenmişti:
75
76
77
78
79
İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra , III, s. 141; İbn Hişam, Siret, III, s. 336-352; Cevdet Paşa,
Kısası Enbiya, I, s. 222-237.
İbn Sa’d, Age, III, s.145.
İbn Hacer, Fethu’l-Bari, II, s. 147.
Zerkeşi, Bedrüddin, el-İcabe li İradi ma İstedrekethu Aişetü ale’s-Sahabe, Dımeşk, 1985, s.
103-104.
Müslim, Sahih, Salat, 266.
23
“Bizi eşeklere ve köpeklere benzetmeniz ne kadar kötü bir şey. Kadın kötü bir
hayvan mı? Resulüllah namaz kılarken ben sere serpe onun önünde cenaze gibi
yatardım, o namaz kılardı,” demiştir.80 Ebu Hüreyre’nin “ Ölüyü yıkayan gusül
abdesti alsın, taşıyan namaz abdesti alsın” diye hadis rivayet ettiğini duyunca Hz.
Aişe yine kızmış, “Müslümanların ölüsü pis mi? Peki bir kişi odun taşırsa ona ne
gerekir” diye mukabelede bulunmuştur.81
Hz. Ömer ve Hz. Aişe’nin yaklaşımı82 doğru Peygamber anlayışının
oluşmasına olumlu katkı sağlayacak niteliktedir.
80
81
82
Buhari, Sahih, Salat, 102; Müslim, Sahih, salat, 267-274.
Zerkeşi, İcabe, s. 110-111. Hz. Aişe’nin bir kısım sahabeye itirazları ile ilgili olarak geniş
bilgi için Bkz. Zerkeşi, Bedrüddin, el-İcabe li İradi ma İstedrekethu Aişetü ale’s-Sahabe,
Dımeşk, 1985.
Konuyla ilgili olarak Zekiyyüddin Şaban şöyle demektedir. Ebu Bekir ve Ömer b. Hattab gibi
sahabeler Peygamberin vefatından sonra rivayet edilen hadisleri kalpleri mutmain olmadıkça
yada o hadisi Peygamberden işittiğine şahitlik eden iki kişi olmadıkça rivayet edilen hadisleri
kabul etmiyorlardı. Şaban, Zekiyyüddin, Usulü’l-Fıkhı’l-İslami, Bingazi, 1995, s. 65-69;
Sahabenin bu güzel tavrı daha sonraki nesiller tarafından devam ettirilememiş, İslam
dünyasını rivayet kültürü özellikle de hadis adı altında esaret altına almıştır. Sahabenin hadise
bakış açısıyla ilgili olarak bkz. Keskioğlu, Osman, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Ankara,
1999, s. 58-62.
24
I. BÖLÜM
ELÇİ VE GÖREVİ
İlahi dinlerde her dininin kaynağı nübüvvettir. Bu bölümde nübüvvetle
ilgili nebi ve resul kavramları irdelendikten sonra peygamberlerin insan olması,
cinlerden ve kadınlardan peygamber gelip gelmediği daha sonra da peygamberin
görevinin ne olduğu konuları ele alınacaktır.
A-NÜBÜVVET VE RİSALET KAVRAMLARI
İslam terminolojisinde Allah’ın seçip, görevlendirdiği insanlar için çeşitli
isimler kullanılmıştır. Bunların arasında en çok kullanılanları Nebi ve Resul
kelimeleri olmuştur. Bu bölümde öncelikle Nebi ve Resul kavramları açıklanacak
daha sonra ikisi arasındaki farka değinilecektir.
1-Nebi
Nebi kelimesinin Arapça’da iki türlü okunuşu vardır. Bunlardan birincisi,
sonu hemzeli olarak en-Nebiü, ikincisi ise sonu hemzesiz ve şeddeli olarak enNebiyyü şeklindedir. Kök anlamı itibarı ile bu iki kelimeden farklı iki anlam
çıkmaktadır.
Kelimenin sonunun hemzeli olduğunu düşünenlere göre Nebi kelimesinin
kökü n-b-e olup, “büyük fayda sağlayan haber” anlamına gelmektedir. Nitekim
Isfahani, kendisi ile kesin ilim veya zannı galip hasıl olan çok faydalı haberi nebe
diye adlandırır.83 Bunun çoğulu enba’dır. Habere üç koşulla nebe denir. 1- Doğru
olmak 2-Bilgi vermek 3- Faydalı olmak.84 Buradan anlaşılmaktadır ki bu üç şartı
83
84
Isfehani, Rağıb, Müfredatü Elfazı’l-Kur’an, Beyrut, 1992, s. 788.
Zebidi, Muhammed Murtaza el-Hüseyni el-Vasıti el- Hanefi, Tacu’l-Arus min Cevahiri’lKamus, Beyrut, 1994, I, s. 255.
25
bir arada taşımayan habere nebe denilmemektedir. İbn Manzur ise “Allah’tan
haber getirdiklerinden” dolayı peygamberlerin “Nebi” diye isimlendirildiklerini
beyan etmektedir.85
Arap dili otoritelerinden biri olan Sibeveyh, Mekke’liler dışında herkesin
bu kelimeyi hemzesiz ve şeddeli, yani en-Nebiyyü şeklinde okuduğunu ifade
etmektedir.86
Nebi kelimesi hemzesiz olarak okunduğunda kökü nebve, nübüvve yada
nebavet olup çoğulu ise nübea’dır. Bu kelime en-Nebiyyü şeklinde okunur ve
“yerden yüksek olma durumu, yaratıklar arasındaki en şerefli kişi” anlamına
gelir.87 Buna göre peygamber en yüksek makama sahip olduğundan dolayı
yaratıkların en yücesi ve şereflisidir. Nübüvvet makamı kaynağı ve sonuçları
itibarı ile üstünlük ifade eder. Çünkü nübüvvetin kaynağı Allah’tır.88 Bu sebeple
nebi kelimesinin peygamberler dışında, haber getiren yada üstün meziyet ve
makamlara sahip olan diğer kimseler için kullanılması mümkün değildir.89
Nebi kelimesi ister şeddeli ve hemzesiz, isterse de hemzeli kökten
hangisinden türemiş olursa olsun anlam itibarı ile her ikisini de kapsamaktadır.
Ancak Hz. Peygamber, kendisini “Ya Nebiallah” diye çağıran kimseyi uyarmış ve
“Ya Nebiyyallah” şeklinde hitap etmesi gerektiğini bildirmiştir.90 Bu sebeple enNebiyyü kullanımı yaygınlık kazanmıştır.
Literatürde nebi kelimesi hem ismi fail yani haber veren hem de ismi
meful yani haber alan anlamlarında kullanılır.91 Bu tanım peygamberin görevi
açısından doğru bir tanımdır. Çünkü peygamber Allah’tan haber almakta ve aldığı
haberi insanlara vermektedir.
85
86
87
88
89
90
91
İbn Manzur, Ebi’l-Fadl Cemaleddin Mükerrem b. Mükerrem el-Efrikı el-Mısri, Lisanü’lArab, Beyrut, ty, I, s. 162.
İbn Manzur, Lisan, I, s. 162; Zebidi, Tac, I, s. 255.
İbn Manzur, Lisan, I, s. 163; Zebidi, Tac, I, s. 256.
İbnü’l-Esir, Mecdüddin Ebi’s-Saadati’l-Mübarek İbn Muhammed el-Cezeri, en-Nihaye fi
Garibi’l-Hadis ve’l-Eser, yy, 1311 h, IV, s. 120, 123; Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir b.
Tahir b. Muhammed, Usulü’d-Din, Beyrut, 1981, s.153-154; Ici, Ici, Adudiddin Abdurrahman
b. Ahmed, el-Mevakıf fi İlmi’l-Kelam, Kahire, ty, s. 337.
Kadı Abdulcebbar, Ebu’l-Hasen Abdulcebbar b. Ahmed el-Hemedani, el-Muğni fi Ebvabi’tTevhıd ve’l-Adl, Kahire, 1965, XV, s.14.
Isfehani, Müfredat, s. 790; İbn Manzur, Lisan, I, s. 162; Zebidi, Tac, I, s. 256-257; Firuzabadi,
Mecdüddin Muhammed bin Yakup, el-Kamusu’l-Muhit, Beyrut, 1996, s. 67 .
İbn Humam, Kemal, el-Müsayere, İstanbul, 1979, s.187.
26
Nübüvvetin terim anlamı konusunda genel olarak bir ihtilaf yoktur. Nebi,
Allah’tan bir melek aracılığı ile vahiy alan kişi demektir.92 Bir başka tarife göre
ise Nebi, Allah Teâla’nın kulları arasından bir kimseyi seçerek tüm insanlığa
tebliğ görevi ile görevlendirdiği kimseye denir.93 Nebi kelimesini Eş’ari, özel bir
yöntemle Allah’tan kullara mesaj getiren kimse,94 Maturidi ise, İnsanların istek ve
soruları üzerine Allah’tan haber getiren kişi95 olarak tanımlar. Zemahşeri ise nebi
kelimesini, Allah’tan kullara mesaj ulaştıran fakat kendisine özel bir kitap
indirilmemiş peygamber96 olarak tanımlar. Bağdadi ise, kendisine Yüce Allah’tan,
meleklerinin birinin diliyle vahy inen ve olağan şeylerin dışında cereyan eden
olaylardan herhangi biri ile desteklenen herkesin nebi olduğunu ileri sürer. İbn
Teymiye’ye göre nebi, Allah’ın kendisine vahyettiğinden insanları haberdar eden
kimsedir. Bu kimse kendisine ait müstakil bir şeriatı olmayıp kendinden önce
gönderilen peygamberin şeriatını insanlara bildirendir.97
Yukarıdaki tanımlara göre Nebi, vahye muhatap olan ancak yeni bir şeriat
getirmeyen, daha önceki peygamberlerin şeriatını tebliğle görevli olan kimsedir.
Sonuç olarak nebi, Allah’tan aldığı vahyi insanlara tebliğ etmekle görevlendirilen
kişidir.98
2- Resul
Resul kelimesi Arapça r-s-l kökünden türemiş olup lügatte, gönderenin
emri üzerine elçilik görevini yerine getirmek için bir şeyi teslim etmek veya
92
93
94
95
96
97
98
Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir b. Muhammed, el-Fark Beyne’l-Fırak, Mısır, ty, s.
332; Cürcani, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, et-Ta’rifat, İstanbul, 1300, s.162.
Amidi, Seyfeddin, el-Mübin fi Şerhi elfazı’l-Hukema ve’l-Mütekellimin, Kahire, 1983, s.121122; Tehanevi, Muhammed Ali b. Ali, Keşşafü Istılahati’l-Fünun, İstanbul, 1984, II, s.13581359.
İbn Furek, Ebu Bekr, Mücerredü Makalati’ş-Şeyh Ebi’l-Hasen el-Eş’ari, Beyrut, 1987, s.174.
Maturidi, Ebi Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud, Te’vilatü Ehli’s-Sünne, Beyrut,
2004, II, 295.
Zemahşeri, Muhammed b. Ömer, el-Keşşaf an Hakaiki Gavamizi’t-Tenzil ve Uyuni’l-Ekavil fi
Vücuhi’t-Te’vil, Kahire, 1946, III, s. 146.
İbn Teymiye, Ebu’l- Abbas Takıyüddin Ahmed, Kitabü’n-Nübüvvat, ty, 1346 h, s. 172-173
Seffarini, Muhammed b. Ahmed, Levaihu’l-Envari’l-Behiyye ve Sevatiu’l-Esrari’l-Eseriyye,
Mısır, 1323 h, I, s. 42-43; İbn Humam, Müsayere, s. 198; İbn Ebi’l İz, Ali b. Ali b.
Muhammed el-Hanefi, Şerhu’l-Akıdeti’t-Tahaviyye, Beyrut, 1399, s. 167; Hüseyin Efendi, elHusunü’l-Hamidiyye li Muhafazati’l-Akaid’l-İslamiyye, Mısır, 1955, s. 37; Reşid Rıza,
Muhammed, el-Vahyu’l-Muhammedi, Mısır, 1935, s. 41; Tabbara, Afif Abdülfettah, Maa’lEnbiya fi’l-Kur’ani’l-Kerim, Beyrut, 1989, s. 11.
27
almak üzere bir yere gönderilen kimseye denir.99 Aynı kökten türeyen irsal
yöneltmek, tevcih etmek ve göndermek anlamlarına gelmektedir.100 İbn Furek
resul kelimesi ile mürsel kelimesinin aynı anlama geldiğini ifade etmektedir.101
İbn Manzur ise resul kelimesini kendisini gönderen kimseden aldığı sözlere,
haberlere uyan kimse şeklinde tanımlamaktadır.102 Kur’an’da peygamberler için
resul103 kelimesi kullanıldığı gibi mürsel104 kelimesi de kullanılmıştır. Risalet ise
gönderilen mesaj, peygamberlik görevi anlamına gelmektedir.105 Resul kelimesi,
hem tekil, hem çoğul olarak kullanıldığı gibi, hem müzekker, hem de müennes
olarak da kullanılmaktadır. Resul’ün çoğulu rusul, ersul, rusl ve rusela’dır.106
Resul kelimesi sadece insan cinsinden gönderilen peygamberlere mahsus bir isim
değildir. Cebrail ve diğer melekler için de resul kelimesi kullanılmıştır. Kur’an’da
bunun örneklerine sıkça rastlanılmaktadır.107
Pek çok Arapça kelimede olduğu gibi resul kelimesi de İslamiyetle birlikte
özel bir anlam kazanmıştır. Yukarıda Kur’an’ın pek çok ayetinde resul kelimesi
melekler için kullanıldığı ifade edilmiş olsa da, terim olarak resul ile
peygamberler kastedilmiştir. Cürcani resul kelimesinin Allah’ın hükümlerini
insanlara
ulaştırmakla
108
etmektedir.
görevlendirdiği
kimse
anlamına
geldiğini
ifade
Ancak o, nebi ile resul kelimelerine farklı anlamlar verir. Ona göre
nebi, kendisine bir melek aracılığıyla vahiy gelendir. Resul ise; kendisine özel bir
vahiy gelen ve Allah’tan bir kitap indirilerek vahyedilen kimsedir.109 İmam
Maturidi ise resul’ü, insanlar ister kendisinden talep etsin, isterse karşı çıksın,
risaleti tebliğ etmekle görevli kişi olarak tarif etmiştir.110 Eş’ari ise, Allah’ın
peygamberlik görevi ile kullarına gönderdiği ve kendisine tebliğ edeceği
ibadetler, va’d, vaid, sevap ve ceza ile ilgili hükümleri bildirdiği kişi111 diye tarif
99
100
101
102
103
104
105
106
107
108
109
110
111
Cürcani, Ta’rifat, 75.
Zebidi, Tac, XIV, s. 281.
İbn Furek, Mücerred, s. 174.
İbn Manzur, Lisan, XI, 284.
Bakara, 2/ 87,101, 143, 214, 285; Ali İmran, 3/ 32, 53,81, 86.
A’raf, 7/75; Rad, 13/43.
İbn Manzur, Lisan, XI, s. 283-284.
İbn Manzur, Age, XI, s. 283.
Bkz. Hud, 11/69; Ankebut,29/31; Hakka,69/40; Mürselat, 77/1; Tekvir, 81/19.
Cürcani, Ta’rifat, s. 75.
Cürcani, Age, s. 162.
Maturidi, Tevilat, II, 295.
İbn Furek, Mücerred, s. 174.
28
eder. Pezdevi de Resul’ü, şeriatı olan, Allah’ın Cebrail’i kendisine gönderdiği,
kavmini İslam’a çağıran ve onlara İslam’ı öğreten kimsedir şeklinde
tanımlamıştır.112
3. Nebi ve Resul arasındaki fark
Nebi önceki peygamberlerin şeriatını devam ettiren, kendisine yeni bir
şeriat verilmeyen kişi olarak tanımlanırken113 Resul, kendisine yeni bir şeriatın
verildiği ve önceki peygamberlerin getirmiş olduğu şeriatların bir kısmını kaldıran
kişi114 olarak tanımlanmıştır. Ancak ister kendisine yeni bir şeriat verilmiş olsun,
isterse verilmemiş olsun, peygamberlikteki esas nokta ilahi emirleri insanlara
ulaştırmaktır. Bu da her peygamberin olmazsa olmaz görevidir. Buradan
çıkarmamız gereken sonuç, ister nebi, isterse resul olarak isimlendirilsin, Allah’ın
insanlar arasından seçtiği bu kişilerin en önemli ve tek ayırıcı özelliği, kendilerine
iletilmiş olan mesajı diğer insanlara ulaştırma görevi ile görevlendirilmiş
olmalarıdır.
Kur’an’da Hz. Muhammed’e hem nebi , hem de resul olarak hitap
edilmektedir.115 Aynı şekilde Kur’an’da Hz. Musa ve Hz. İsmail hakkında resul,
nebi kelimeleri kullanılmaktadır.116 Yukarıdaki ayrımın doğruluğunu kabul
edersek, Hz. İsmail’e resul olarak hitap edilmemesi gerekirdi. Çünkü Kur’an
kaynaklı bilgilerimize göre, o’na yeni bir kitap ve yeni bir şeriat verilmemiştir.
Ancak Kuran’da İsmail’in resul olduğu bildirilmiştir.117 Öyle anlaşılıyor ki bu
kelimeler birbirinin yerine kullanılabilen eşanlamlı kelimelerdir.
112
113
114
115
116
117
Pezdevi, Ebu’l-Yusr Muhammed, Kitabu Usuli’d-Din, Kahire, 1963, s. 222.
Bağdadi, Age, s. 154; Agm, el-Fark, s. 332; Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 222.
Bağdadi, Usulü’d-Din, s. 154; Agm, el-Fark, s. 332; Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 222.
“Muhammed ancak bir resul’dür. Ondan önce de resuller gelip geçmiştir.” Ali İmran, 3/144.
Kur’an’da pek çok ayette Hz. Muhammed kastedilerek “Allah’a ve Resule itaat edin”
ayetlerinde Hz Muhammed’den resul diye bahsedilmiştir. Nisa 4/13, Enfal 8/20, 46; Nur,
24/52; Ahzab 33/71; Fetih, 48/13, 17 vb. Hz Muhammed’e sadece nebi olarak hitab eden
ayetlerden bir kaçı şunlardır. Enfal 8/64,65,67,70, Tevbe, 9/61,73,113,117Ahzab, 33/1,6,28,
vd., Hucurat, 49/2; Mümtehıne 60/12; Talak 65/1; Tahrim, 66/1,3,8,9 . Şu ayetlerde de
Hz.Muhammed’e hem nebi hem de resul olarak hitap edilmiştir. A’raf, 7/157-158,
Meryem, 19/51, 54.
Meryem 19/54
29
Geleneksel Müslüman kültüründe yaygın olarak dile getirilen her resul
nebidir, fakat her nebi resul değildir118 şeklindeki görüş de bu konuyu izah etmek
için yeterli olmamaktadır. Çünkü bu farkı iddia edenlere göre nebi, kendisine yeni
bir şeriat verilmemiş kimsedir. Ancak yukarıda da ifade edildiği gibi Hz.
Muhammed’e yeni bir şeriat verildiğine göre, O’nun nebi olduğunu açıklamak
kolay olmayacaktır. Aynı şekilde Kur’an-ı Kerim’de, kendisine yeni bir kitap
verilen Hz. Musa’nın hem nebi, hem de resul olduğu bildirilmektedir.119 Ayrıca
bu iki örneğin tam zıddı olarak, Kur’an’ın bütününden kendisine yeni bir kitap ve
şeriat verilmediği anlaşılan Hz. İsmail’e hem nebi hem de resul olarak hitap
edilmesi120 nebi ile resul arasında fark olmadığını göstermektedir.
Yine
Hz.
Musa’dan
sonra
Yahudilere
gönderilen
bir
kısım
peygamberlerden bahsedilirken bazı ayetlerde nebi,121 bazılarında ise resul122
isimleri kullanılmıştır. Yani aynı kişiler için bir yerde nebi olduklarından
bahsedilirken, başka bir yerde ise resul olduklarından bahsedilmektedir. Bu
durum resul ile nebi’nin eş anlamlı kelimeler olduklarını göstermektedir.123 Kadı
Abdulcebbar da bunların eş anlamlı kelimeler olduklarını ifade etmektedir.124
Nebi ve resul arasındaki bir başka ayırım ise tebliğ ile görevli olup
olmama meselesidir. Bazı kimselere göre resul tebliğ ile görevli iken, nebi tebliğ
ile görevli olmayabilir.125 Bu da doğru bir ayırım olmasa gerektir. Çünkü Allah’ın
bir kimseye bir kısım emir ve yasakları bildirip sadece ona has kılması ya da
kendinden önceki peygamberin buyruklarını alan bir nebinin o buyrukları
başkalarına ulaştırmaması öncelikle Allah’ın hikmetine uygun düşmemektedir.
Nebi’nin tebliğ görevi olmaması düşünülemez. Zira bu Allah’ın vahyini gizlemek
118
119
120
121
122
123
124
125
Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 222; Bağdadi, Usulü’d-Din, s.154; İbnü’l-Esir, Nihaye, IV, 120.
“Kitap’ta Musa’yı da an. Gerçekten o ihlas sahibi idi ve resul nebi idi.” Meryem, 19/51
“Kitap’ta İsmail’i de an. Gerçekten o sözüne sadıktı ve resul nebi idi.” Meryem 19/54
Bakara, 2/87; Ali İmran 3/21,112; Nisa; 4/155.
Bakara, 2/87; Ali İmran, 3/183; Maide, 5/70.
İbn Humam, Müsayere, s.198; Devvani, Celalüdddin Muhammed b. Es’ad, Şerhu’l-Akaidi’lAdudiyye, 1317, yy, I, s. 12; Harputi, Abdullatif, Tenkıhu’l-Kelam fi Akaidi Ehli’l-İslam, yy,
1327, s. 326.
Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usuli’l-Hamse, Kahire, 1965, s. 576-578.
İbn Humam, Müsayere, s.198; Seffarini, Levaihu’l-Envar, I, s. 42-43; İbn Ebi’l İz, Şerhu’lAkıdeti’t-Tahaviyye, s. 167; Hüseyin Efendi, el-Husunü’l-Hamidiyye, s. 37; Reşid Rıza, elVahyu’l-Muhammedi, s. 41; Tabbara, Maa’l-Enbiya, s. 11.
30
olur.126 Diğer yönden Kur’an’da bunu doğrulayabilecek bir örnek yoktur. Kaldı ki
Kur’an, nebi olarak isimlendirilen peygamberlerin tebliğ görevi ile görevli
olduklarını bildirmektedir.
Nebi ile resul arasında fark olarak takdim edilen başka bir konu ise;
nebinin önceki peygamberlerin şeriatını devam ettirmesi, resulun ise yeni bir
şeriatla görevli olması ve kendinden önceki şeriatın ya tamamını ya da bir kısmını
nesh etmesi meselesidir.127 Bir kısım peygamberlere yeni bir kitap verilmemesi
doğal bir durumdur. Çünkü Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar bütün dinlerin
ortak adı İslam’dır ve inanç esasları arasında herhangi bir fark yoktur. Kur’an’dan
öğrenebildiğimiz kadarı ile usulu’d-din aynı olduğu gibi furuu’d-din’de de
benzerlikler vardır. Namaz, oruç, zekat, iyilik, ana- babaya iyi davranma, adalet,
eşitlik, yalan söylememe, yalan yere şahitlik etmeme, yeryüzünde böbürlenerek
yürümeme, tevazu, iyiliği emredip kötülükten sakındırma ve takva sahibi olma
gibi. İşte bütün bunlar peygamberlerin iman esaslarından sonra telkin ettikleri
ortak ilkelerdir.
Ancak bir peygamberin şeriatı insanlar tarafında değiştirilir veya çeşitli
etkiler sebebiyle ortadan kaybolursa bu durumda yeni bir peygamberin gelip
değişen o yönleri düzeltmesi, unutulanları hatırlatması olması gereken bir şeydir.
Bu da önceki bir şeriatı nesih değildir. Olsa olsa bir hatırlatma, yenileme ve
insanların değiştirmiş olduğu kısmı düzeltmedir. Çünkü nesihte önce var olanı
kaldırıp onun yerine ondan farklı bir şeyi ikame etme vardır. Yukarıda da ifade
edildiği gibi tüm peygamberlerin getirmiş olduğu ana ilkeler hepsinde aynıdır.
Eğer insanlar bu inançlarda bir bozma yapmış ise, yeni gelen peygamber önceki
peygamberin şeriatını nesh etmiş olmamakta, tam tersine önceki peygamberin
şeriatını ihya etmektedir. Başka bir ifadeyle, bu durum, bir zincirin halkalarının
koptuğu yerden yeniden eklenmesinden başka bir şey değildir. Peygamberlerin
peş peşe gönderilmesindeki esrar da budur. Peygamberler bir bütünün
126
127
Can, Mustafa, Maturidi’ye Kadar Nübüvvete Karşı Çıkanlar ve Maturidi’de Nübüvvet
Anlayışı, İstanbul, 1997, Bdt, s. 34.
Taftazani, Sadettin Mes’ud b. Ömer, Şerhu’l-Mekasıd, Beyrut, 1989, II, s.173; Bağdadi,
Usulü’d-Din, s.154; Bağdadi, el-Fark, s.332; Sabuni, Muhammed Ali, en-Nübüvvetü ve’lEnbiya, Beyrut, 1985, s.15.
31
parçalarıdır.128 Nitekim İbn Teymiye de resulü, vahiy ile tebliğe memur kılınmış,
Allah’ın emirlerine muhalefet edenlere bilmedikleri bir risaleti veya tamamen
unutulmuş bir şeriatı getiren, yahut da geçmiş şeriatların unutup kaybettikleri
kısımları ihya ederek tebliğ eden kimsedir129 şeklinde tanımlamıştır.
Nebi ile Resul arasında fark olduğunu öne sürenlerin getirdikleri delillerin
başında Hac suresi elli ikinci ayet gelmektedir.130 Bu ayette resul ve nebiden
bahsedilirken atıf yapılmıştır. Arapça kuralları gereği matuf ile matufun aleyh bir
olamayacağından dolayı nebi ve resul farklı farklı şeylerdir.131 Aynı ayetten
hareket eden Kadı Abdulcebbar, bu iki kelimenin eş anlamlı olduklarını ifade
etmekte ve şöyle demektedir. Nebi ve resul kelimelerinin aynı ayette kullanılması
birbirlerinden farklı olduğunu göstermez. Allah bizim nebimizi diğer nebilerden
ayırmıştır. Bu bizim nebimizin nebilerden biri olmadığı anlamına gelmez.
Istılahta bu iki kavram arasında fark yoktur. Nebi ile resul kelimelerinin
isimlendirme farklılıklarını dışarıda bırakmamak için nebi ve resul kelimelerinin
peş peşe zikredilmesi kuvvetle muhtemeldir. Hz. Muhammed’e “Ey nebi” diye
hitap edilmiş olması da bunu göstermektedir.132
Nebi ile resul arasında fark olduğunu iddia edenlerin konu hakkında ileri
sürdükleri kanıtlardan biri de resulün kendisine şeriat verilen, bunu tebliğ eden,
bunu yaparken muhalefet edenlere savaş ilan eden ve bir nevi devlet idaresi
vazifesini elinde bulunduran ve kanunları fiilen tatbik eden kimse olduğunu
belirtirler. Nebinin ise tebliğ ettiği hususlara karşı koyanlarla savaşmayan, sadece
tebliğ ve ikaz ile yetinen kimse olduğunu ileri sürerler.133 Bu iki terim arasında
iddia edilen anlamda bir fark olduğu kabul edildiği takdirde bu durum Kur’an’da
kendilerine kitap verildiği ifade edilen Hz. Davud, Hz. Musa ve Hz. Muhammed
için doğru bir yaklaşım olsa da, Kuran’da kendisine yeni bir kitap verildiği bilinen
Hz. İsa için aynı şeyin söylenmesi mümkün değildir. Bu bakımdan bu
128
129
130
131
132
133
Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, İstanbul, 1308, I, s. 425-426.
İbn Teymiye, Kitabü’n-Nübüvvat, s.172-173.
“Ey Muhammed Biz senden önce hiçbir nebi ve resul göndermedik ki, o, bir temenni de
bulunduğunda, şeytan onun dileğine illede vesvese katmaya kalkışmasın. Ne var ki Allah,
şeytanın katacağı şeyi iptal eder. Sonra Allah, kendi ayetlerini sağlam olarak yerleştirir. Allah
hakkıyla bilendir. Hüküm ve hikmet sahibidir.” Hac, 22/52.
Bahçeci, Muhittin, Peygamberlik ve Peygamberler, İstanbul, 1977, s.76; Ata, Mürsel, Kur’anı Kerimde Hz. Peygamberin Risaleti, Bdt, Konya, 1998, s. 23.
Kadı Abdulcebbar, Şerhu’l-Usulü’l-Hamse, s.567-568.
Bahçeci, Peygamberlik, s.79.
32
yaklaşımında doğru olması mümkün gözükmemektedir. Çünkü Kur’an’dan Hz.
İsa’ya yeni bir kitap ve şeriat verildiğini bilmemize rağmen, onun muhaliflerine
herhangi bir savaş açtığını ya da devlet yönettiğini bilmemekteyiz. Aksine onun
çok kısa olan peygamberlik döneminde insanlardan saklanarak, gizlenerek, her an
öldürülme korkusu ile çok sıkıntılı bir yaşam sürdüğünü bilmekteyiz.134
Görülüyor ki, nebi ile resul kelimeleri arasında bir anlam farklılığı
bulunmadığı anlaşılmaktadır.
B. PEYGAMBERLERİN İNSANLARDAN SEÇİLMESİ
Peygamberlerin insan oluşları konusu inkarcılar tarafından tuhaf
karşılanmışlardır.135 Allah’ın bir insanla vahiy yoluyla irtibat kurup insanları
hidayete çağırmalarını kavrayamamışlardır. Bu kimseler peygamberlerin insan
üstü birer varlık olmaları gerektiğini iddia ederek, onların birer melek ile
desteklenmesi gerektiğini öne sürmüşlerdir. Bunu göremeyince de peygamberlere
karşı gelmişlerdir.136 İnkarcılar peygamberlerin insan üstü bir varlık olması
gerektiğini düşünmüşlerdir. Onlar bu düşüncelerini pek çok peygambere karşı
açıklamışlardır.137 Peygamberlerin yemeleri, içmeleri, gezmeleri yani normal birer
insan olmaları dahi onlar tarafından yadırganmıştır.138 Aynı şekilde Mekke
müşrikleri de Hz. Muhammed’in beşer oluşunu normal karşılamamışlardır. Onlar
da geçmiş milletlerin peygamberlerine yaptıkları itirazları139 Hz. Muhammed’e
karşı yapmışladır.140 Peygamberlerin beşer oluşları ile ilgili inkarcıların
itirazlarına Kur’an-ı Kerim’in pek çok ayetinde yer verilmiştir.141
134
135
136
137
138
139
140
141
Ali İmran, 3/44-57; Nisa, 4/156-158;
“ O azabın sebebi şu ki, onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi, fakat onlar: Bir
beşer mi bizi doğru yola götürecekmiş? dediler, inkâr ettiler ve yüz çevirdiler.”Teğabün,
64/6“Zaten, kendilerine hidayet rehberi geldiğinde, insanların buna inanmalarını sırf, "Allah,
peygamber olarak bir beşeri mi gönderdi?" demeleri engellemiştir.” İsra, 17/94
Bkz. En’am, 6/8; Hud, 11/12; Furkan, 25/7.
Haşimi, M Ali, Kur’an’da Resulullah, çev. Nureddin Yıldız, İstanbul, 1987, s.12.
Derveze, Muhammed İzzet, Siretu’r-Resul, Kahire, 1984, I, s. 24-27.
“Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: "Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak
görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu
görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar
olduğunuzu düşünüyoruz."”Hud, 11/27.
“Onlar şöyle dediler: Bu ne biçim peygamber; yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir
melek indirilmeli, kendisiyle birlikte o da uyarıcı olmalıydı!” Furkan, 25/7
Benzer ayetler için bakınız. Mü’minün, 23/34;Kamer, 54/24;İbrahim, 14/10.
33
Kur’an’da peygamberlerin birer melek olmadıkları tam tersine onların
birer insan oldukları özellikle vurgulanmıştır.142 Hatta meleklerden bir peygamber
gönderilseydi, Allah’ın onu insan kılığına sokacağı bildirilmiştir. Ayrıca Allah,
şayet yeryüzünde yaşayanlar melek olsaydı ancak o zaman melek cinsinden bir
peygamber göndereceğini belirtmiş, peygamberlerin sadece gönderilen topluluğun
cinsinden olacağını beyan etmiştir.143 Aslında peygamberlerin insan cinsinden
oluşları aklın kavrayamayacağı bir şey değil, aksine mesajın doğru anlaşılması
açısından makul bir şeydir.
İnsanlara kendi cinslerinden peygamber gönderilmesinin bir kısım
yararları vardır. Bunların başında kendilerine peygamber gönderilen topluluk ile
peygamberin anlaşabilmesi meselesi gelmektedir. Allah bütün kulları ile
konuşmaz. Allah’ın resuller göndermesi ve kullarına elçilerin lisanı ile emretmesi
övgüye değerdir.144 Peygamber ile kendilerine gönderildiği toplumların
anlaşabilmeleri için aynı dili konuşmaları gereklidir. Bu sebeple her kavme kendi
dilini konuşan peygamber ve kendi dilinde kitap gelmiştir. “Allah'ın emirlerini
onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle
gönderdik.”145
Gönderilen peygamber insanlardan farklı bir varlık olsaydı, yada
gönderildiği toplumla aynı dili konuşamasaydı anlaşmaları mümkün olmazdı.
142
143
144
145
Müşrikler Hz. Muhammed’in beşer oluşunu eleştirmişler, ona destekçi olarak melek
indirilmesi gerektiğini, ona hazineler, bağ bahçe gibi bazı şeylerin verilmesi gerektiğini
söylemişlerdir. Allah’da müşriklerin bu taleplerine şu şekilde cevap vermiştir. “Resûlüm!
Senin hakkında bak ne biçim temsiller getirdiler! Artık onlar sapmışlardır ve hidayete hiçbir
yol da bulamazlar. Dilerse sana bunlardan daha iyisini, altlarından ırmaklar akan cennetleri
verecek ve sana saraylar ihsan edecek olan Allah'ın şanı yücedir. Onlar üstelik kıyameti de
yalan saydılar. Biz ise, kıyameti inkâr edenler için alevli bir ateş hazırladık. (Furkan, 25/9-11)
“Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir.
De ki: Ben size, Allah'ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Ben gaybı da bilmem.
Size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben, sadece bana vahyolunana uyarım.” (En’am, 6/4950); “Ey kavmim! Ben onları kovarsam, beni Allah'tan kim korur? Düşünmüyor musunuz?
Ben size: "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır" demiyorum, gaybı da bilmem. "Ben bir
meleğim" de demiyorum, sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için, "Allah onlara asla bir
hayır vermeyecektir" diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları
kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum." Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle
mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardan isen, kendisiyle bizi
tehdit ettiğini azabı bize getir!” (Hud, 11/30-32.)
“Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan sûretine sokardık.” En’am, 6/9.
“Şunu söyle: Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara
gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik.” İsra, 17/95.
Pezdevi, Usulü’d-Din, s.92.
İbrahim, 14/4, Bkz. Nahl, 16/102-103; Şuara, 26/192-195
34
İmam Maturidi insanlara gönderilen peygamberlerin kendi cinslerinden
gönderilmesinin faydasını “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber
gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün,
müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir,”146 ayetinden hareketle şöyle
tefsir etmiştir: Allah’tan gelen emir ve nehiylerin ve bunların içerdiği hikmetlerin,
insanların zihinlerinde her hangi bir karışıklığa, şüphe ve karmaşaya meydan
vermeyecek şekilde insanlara ulaştırılması yönünden de peygamberlerin
insanlardan gönderilmesi zorunludur. Çünkü onlar içerisinde yaşadıkları
toplumları ve o toplumda yaşayan fertlerin eşyanın hakikatini bilme ve
kavramadaki kudret ve yeteneklerinin derecesini en iyi bilen özel kimselerdir.
Buna ilaveten her yaratık diğer cinslerden ziyade kendi cinsine meyleder. Bunu
tüm yaratıklarda görmek mümkündür. Bu yaratılışın bir gereğidir. İşte bu sebeple
Allah Teâla peygamberleri, daha çok faydalı olabilmeleri, sorumlu oldukları
görevlerini daha iyi bir şekilde yapabilmeleri ve böylece gönderildikleri
toplumların da kendilerine karşı gereken saygı ve hürmeti gösterebilmeleri,
davetini her hangi bir şüphe ve tereddüde düşmeksizin kabul edebilmeleri için
hem cinslerinden olan insanlardan göndermiştir.147
Ayrıca Allah’ın insanlara kendi cinslerinden peygamber göndermesi onlar
için bir lütuftur. Bu durum “Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah'ın âyetlerini
okuyan, kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir
Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur.
Halbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler”148 ayetinden kolayca
anlaşılmaktadır.
İslam kelamcıları insanlara gönderilen peygamberlerin beşer olması
konusunda herhangi bir ihtilafa düşmemişlerdir. Onlar bu konuyla ilgili farklı
iddialarda bulunan Sabiiler, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Berahime’ye cevap
vermişlerdir.
Bakıllani, Berahime’nin peygamberlerin beşer oluşlarıyla ilgili şu
itirazlarda bulunduğunu bildirmektedir: “Peygamberler hem realite gereği, hem de
146
147
148
Tevbe, 9/128.
Maturidi, Te’vilat, II, 459-460.
Ali İmran, 3/164.
35
aklen, kendilerini gönderen varlık ile aynı türden olmaları gerekir. Fakat kadim
varlık zatı gereği yaratılmışların türünden olamaz. Onlara bir elçi göndermesi de
düşünülemez. İnsanlardan birini peygamber seçerek diğerlerine üstün tutmak
Allah’ın hikmeti ile bağdaşmaz. Dolayısı ile insan türünden peygamber
gönderildiği iddiası doğru olamaz.”149
Şehristani de Sabii’lerin de Peygamberlikle ilgili şu itirazlarda
bulunduklarını bildirmektedir: “Allah’ı bilmede ve O’na itaat etmede, elçiye
ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak bu elçi cismani değil, ruhani olması gerekir. Zira,
ruhani varlıklar arınmış olup Allah’a yakındırlar. Cismani varlıklar ise bizim gibi
beşerdirler, bize benzerler, bizim yiyip içtiğimizden yiyip içerler. Onlar nefsani
arzular ve kızgınlıklardan uzak kalamazlar. Bu sebeple bu gibi insanlara ait
özelliklere sahip olanlar vahiy alamazlar. Söz konusu nedenlerden dolayı
insanlardan peygamberler gelemez.”150
Peygamberler, vahy almakla elbette taltif edilmişlerdir, fakat onlar beşer
statüsünden çıkarılmamışlardır. Tebliğ ettikleri dini uygulama yönünden de diğer
insanlar gibi sorumlu tutulmuşlardır.151 Yani onlar da diğer insanlar gibi Allah’ın
emir ve yasaklarına muhataptırlar.152 Allah’ın insanlardan bazılarını peygamber
olarak seçmesi, onlara beşer sıfatlarının üstünde bir sıfat kazandırmaz.
Peygamberler uluhiyyet sıfatlarından hiç birisine sahip değildirler. Vahiy alma ve
risalet görevi onlara uluhiyyete ait hiçbir şey kazandırmaz.153 Ancak Yahudiler
Uzeyr’e, Hıristiyanlar da İsa’ya uluhiyyet sıfatları yüklemişlerdir. Onların bu
149
150
151
152
153
Bakıllani, Ebu Bekr Muhammed b. Tayip, et-Temhid fi’r-Red ale’l-Mulhıdetü’l-Muattıla ve’rRafıda ve’l-Havaric ve’l-Mutezile, Beyrut, 1993.
Şehristani, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdulkerim, Kitabü’l-Milel ve’n-Nihal, Mısır, 1317 h.
II, s. 70-71.
“Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de
mutlaka sorguya çekeceğiz!” (A’raf, 7/6).
Konu ile ilgili olarak A’raf suresi 6-10. ayetlerde şöyle buyurulmaktadır. “Elbette kendilerine
peygamber gönderilen kimseleri de, gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz.
Ve onlara olup bitenleri tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz, onlardan uzak değiliz. O
gün tartı haktır. Kimin tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Kimin de tartıları
hafif gelirse, işte onlar, âyetlerimize karşı haksızlık ettiklerinden dolayı kendilerini ziyana
sokanlardır. Doğrusu biz sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne
kadar da az şükrediyorsunuz!”
Bahçeci, Peygamberlik, s. 81; Gölcük, Şerafettin-Toprak Süleyman, Kelam, Konya, 1988,
s.276.
36
davranışları Allah tarafından Kur’an’da yerilmiş ve bu inançları sebebiyle onların
küfre düştükleri ifade edilmiştir.154
Yahudilerin Uzeyr’i, Hıristiyanların ise Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu,155 onun
bir parçası olarak görmelerine kısaca değinmek gerekir. Çünkü bu konu Hıristiyan
inancının temel taşını oluşturmaktadır. Kur’an ise bu konuda onların bir yanılgı
içerisinde olduklarını ortaya açıklamaktadır.
Hıristiyanlık kadar olmasa da Yahudilik’te de Allah’a oğul isnadı
yapılmıştır. Tevrat’ta, Tanrı’nın peygamberlere “oğlum” diye hitap ettiği, aynı
zamanda kendini baba olarak sunduğu yer alır.156 Kur’an’da da Yahudilerin
Uzeyr’i Allah’ın oğlu olarak kabul ettikleri ifade edilmektedir.157 Kaynakların
bildirdiğine göre Uzeyr’e Allah’ın oğlu denmesinin sebebi şudur. Buhtunnasar
İsrail oğullarına galebe çalmış, alimlerinin çoğunu öldürmüş, Tevrat’ı da
yakmıştır. Kutsal levhaların bulunduğu sanduka da kaybolmuş, Uzeyr yüz sene
uyuduktan sonra uyanıp,158 Tevrat’ı yeniden yazmıştır. Tevrat’ı yeniden yazması
154
155
156
157
158
Bkz. Tevbe, 9/30-31; Maide, 5/17, 72.
“Yahudiler, Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler. Hıristiyanlar da, Mesîh Allah'ın oğludur dediler.
Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. Sözlerini daha önce kâfir olmuş kimselerin
sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da döndürülüyorlar! Yahudiler Allah'ı
bırakıp bilginlerini, hahamlarını; hıristiyanlar da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i rabler
edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka tanrı
yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” Tevbe, 9/30-31. Bkz. Maide, 5/17, 72
Zebur (Mezmurlar), İstanbul, 1996, 2/7.
Tevbe, 9/30
Yahudilerin Allah’ın oğlu olarak kabul ettikleri ve Tevrat ortadan kaybolduktan sonra onu
yeniden yazdığını iddia ettikleri kişi Uzeyir aleyhisselam’dır. İslam’a göre Uzeyir’in
peygamber olup olmadığı kesin değildir. Ancak o, iyi bir insandır. İslam bilginlerine göre
Bakara 259. ayette hikayesi anlatılan kişi ile Yahudilerin Tevrat’ı yeniden yazıp Allah’ın oğlu
dedikleri kişi aynı kişidir. Bu da Uzeyir’dir. Bakara suresi 259. ayetin tefsirlerine bakıldığı
zaman ayette hikayesi anlatılan ancak ismi belirtilmeyen kişinin Uzeyir olduğu hakkında
ortak kanaat mevcuttur. Bu ayete göre Uzeyir, harap bir köye girmiş, oranın harap haline
bakmış ve “Ölümünden sonra bunları Allah nasıl diriltir” demiştir. Allah da onu yüz sene
uyutmuş daha sonra uyandırmış yemeği bozulmadığı halde eşeğinin kemikleri paramparça
olmuş daha sonra Allah Uzeyir’in gözleri önünde ona yeniden hayat vermiştir. (Beyzavi,
Envaru’t-Tenzil, I, s. 219; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s. 131; Mahalli,
Celaleddin Muhammed b. Ahmed- Suyuti, Celaleddin Abdurrahman b. Ebi Bekr, Tefsiru’lKur’ani’l-Azım, İstanbul, ty, s. 41; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, 165) Bakara suresi
259. ayetinin tümü şöyledir. “Yahut, altı üstüne gelmiş ıpıssız bir şehre uğrayıp: "Allah, bunu
bu ölümünden sonra nasıl diriltecek?" diyen kimseyi görmedin mi? Bunun üzerine Allah, onu
yüz yıl öldürdü, sonra diriltti ve: "Ne kadar kaldın?" diye sordu. O: "Bir gün veya bir günden
eksik kaldım." dedi. Allah: "Hayır, yüz yıl kaldın. Öyle iken yiyeceğine ve içeceğine bak,
henüz bozulmamış. Bir de eşeğine bak! Bunlar, seni insanlara karşı gücümüzün bir canlı delili
yapmamız içindir. Hele o kemiklere bak, onları nasıl birbirinin üzerine kaldırıyor, sonra
onlara nasıl et giydiriyoruz?" Bu şekilde hak kendisine apaçık belli olduğunda: "Allah'ın her
şeye gücü yettiğini şimdi biliyorum." dedi.”
37
sebebi ile Yahudiler, hayret ve taaccüplerini ifade etmek için: Bu olsa olsa
Allah’ın oğlu olur, dediler. Ayrıca Medine’de ki Yahudiler bu ayet inince bunu
yalanlamadılar.159
Hıristiyanlığa gelince, onların itikadının ana noktasını baba-oğul-kutsal
ruh üçlemesi oluşturmaktadır. Baba ile Allah, oğul ile Hz. İsa kastedilmektedir.
Bu ifadelere, kabul edilen dört İncil’de de rastlamaktayız.160 İncil’deki bu
örneklerden birinde baba-oğul ifadeleri şu şekilde yer almıştır: “İsa bundan sonra
şöyle dedi: "Baba, göğün ve yerin Rabbi! Bu gerçekleri bilge ve akıllı kişilerden
gizleyip küçük çocuklara açtığın için sana şükrederim. Evet Baba, bunun böyle
olması senin isteğindi. Babam her şeyi bana emanet etti. Oğul’u babadan başka
kimse tanımaz. Oğul’dan ve oğul’un babayı tanıtmayı dilediği kişilerden başkası
da babayı tanımaz."” 161
Hıristiyanların bu tavrı Kur’an’da İsa’nın dilinden yalanlanmıştır.162 Pek
çok ayette Allah’ın çocuk ve eş sahibi olmadığı,163 doğmadığı ve doğurmadığı164
159
160
161
162
163
Şeyhzade, Muhammed b. Muslihiddin, Haşiyetü Şeyhzade ala Tefsiri’l-Kadi el-Beyzavi,
İstanbul, 1990, II, s.429-430; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, s. 531. Elmalılı’ya göre;
Hıristiyanların Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak kabul ettikleri gibi, İslam’ın doğuşuna kadar
Yahudilerde Uzeyr’i Allah’ın oğlu olarak kabul etmişlerdir. Yahudiler “oğul” kelimesini nesil
ve evlat anlamında kullanıyorlardı. Sonra içlerinden bazıları bunu, “Beytullah” ifadesinde
olduğu gibi, sırf şeref ve itibar manasına bir izafet, bir mecaz olduğunu iddia etmeye
başlamışlardır. (Elmalılı, Hak Dini, IV, s.316)
Matta, 7/11; 8/29;Markos, 1/1; Luka, 1/35; Yuhanna, 1/13, 34. Örnekleri çoğaltmak
mümkündür.
Matta, 11/25-27.
“Allah İsa’ya, "Ey Meryem oğlu Isa! Sen mi insanlara Beni ve annemi Allah'tan başka iki
tanrı olarak benimseyin dedin?" diye sormuştu da, O, "Haşa, hak olmayan sözü söylemek
bana yakışmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin; Sen, benim içimde olanı bilirsin;
ben Senin içinde olanı bilmem; doğrusu gizli olan şeyleri bilen ancak Sensin" diye cevap
vermiştir. İsa cevabına şöyle devam etmişti. "Ben onlara sadece 'Rabbim ve Rabbiniz olan
Allah'a kulluk edin' diye bana emrettiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar
hakkında şahit idim, beni aralarından aldığında onları gözetleyen yalnızca sensin. Sen her şeyi
hakkıyla görensin.” (Maide, 5/116-117). “Çocuk şöyle dedi: "Ben, Allah'ın kuluyum. O, bana
Kitab'ı verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı;
yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti. Beni anneme saygılı kıldı; beni bedbaht bir
zorba yapmadı. Doğduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak kabirden kaldırılacağım gün
esenlik banadır." İşte, hakkında şüphe ettikleri Meryem oğlu İsa -hak söz olarak- budur.”(
Meryem, 19/30-34)
“Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.” Cin, 72/3. “O,
göklerin ve yerin eşsiz yaratıcısıdır. O'nun eşi olmadığı halde nasıl çocuğu olabilir! Her şeyi
O yaratmıştır ve her şeyi hakkıyla bilen O'dur.” En’am, 6/101. “ "Allah çocuk edindi"
dediler. Hâşâ! O, bundan münezzehtir. Göklerde ve yerde olanların hepsi O'nundur, hepsi
O'na boyun eğmiştir.” Bakara, 2/116. Bkz. Yunus, 10/76; Yusuf, 12/21; Luka, 6/13; Vahiy,
21/14; Cilacı, Osman, “Havari” DİA, İstanbul, 1997, XVI, 513-516.
38
çok net bir şekilde ortaya konulmuştur. İnciller Hz. İsa’nın ölümünden çok
sonraki dönemlerde yazıldığından dolayı orijinal İncil ile bugünkü İnciller
farklıdır.165 Genel kabul gören görüşe göre İsa’nın çarmıha gerilmediğini bilen
kişilerin sayısı azdır. Onlar da havarilerdir. Havarilerden biri olan Yahuda
Esharyuti Hz. İsa’nın ve arkadaşlarının yerini zamanın yöneticisine bildirmiş,
Allah da ceza olarak Esharyuti’yi Hz İsa’nın kılığına sokmuş, Yahudler de
Esharyuti’yi Hz. İsa diye çarmıha germişlerdir.166 Hz. İsa ve arkadaşları bundan
sonra yakalanma korkusu ile saklanarak hayatlarını devam ettirmişlerdir.
Çarmıhta öldürülen kişinin Hz. İsa olduğunun zannedilmesi, olayın gerçeğini
bilenlerin de korktuklarından dolayı bunu açıklayamamaları sebebi ile İsa
hakkındaki yanlış bilgiler halk arasında yayılmıştır. Roma İmparatorlarının 313
senesinde Milan fermanıyla Hıristiyanlığı serbest bırakmasına kadar Hıristiyanlık
gizli bir şekilde yayılmaya devam etmiştir. Bu fermandan sonra İnciller rahatlıkla
yazılabilir hale gelmiştir. Ancak aradan yaklaşık üç asır geçmiştir. Ayrıca orijinali
ortada olmadığından dolayı başta Hz. İsa’nın ve havarilerinin hayatları olmak
üzere İsa’dan sonraki pek çok olay İncil’e dahil edilmiştir. İznik konsilinde tersi
kanaatler de olmasına karşın, İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu iddiası çoğunluk
tarafından kabul edilmiştir.167
Belli düşüncedeki Müslüman bilginler, hasais, delail ve şemail türü eserler
meydana getirmişler ve bu eserlerinde beşer olan Hz. Muhammed’i genellikle
beşer üstü gösterme yoluna gitmişlerdir. Müslümanlar, peygamberlerin bir yandan
beşer oluşlarına çok büyük önem atfedip, bu konuda Yahudi ve Hıristiyanların
nasıl bir yanılgı içerisinde olduklarını vurgularlarken, diğer taraftan bir kısmı Hz.
Muhammed’i yüceltme adına benzer hatalara düşmüşlerdir.168
164
165
166
167
168
“ De ki: O, Allah birdir. Allah sameddir. O, doğurmamış ve doğmamıştır. Onun hiçbir dengi
yoktur.” İhlas, 112/1-4.
Atay, Hüseyin, İslamın İnanç Esasları,Ankara, 1992, s.170-172; Harman, Ömer Faruk, İncil,
DİA, İstanbul, 2000, XXII, 270-276.
Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 587; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 398-399; Sabuni, M. Ali,
Safvetü’t-Tefasir, I, s. 317; Elmalılı, Hak Dini, III, s. 119-120.
Harman, Ömer Faruk, DİA, “İsa” XXII, s. 468-469; Sinanoğlu, Mustafa, DİA, “İznik
Konsili” İstanbul, 2001, XXIII, s. 549-551.
Bu konuya çalışmamızın giriş bölümünde ana hatları ile değindik. Burada ayrıca tekrar
etmeyeceğiz. Ayrıca bu tür eserlerde Hz. Muhammed’i beşer üstü gösteren rivayetleri tenkitçi
bir yaklaşımla ele alan bir değerlendirme için bkz. Bağcı, H.Musa, Hz. Peygamberin Beşeri
Yönü, Bdt, Ankara, 1999, s.187-301, Biler, Sehilan, Psikoloji Açısından Hz. Peygamberin
Şahsiyeti, Ankara, 1998, Bdt, s. 116-167.
39
1. Peygamberin Örnekliği
Üsve kelimesi hüzün, ilaç, tedavi anlamına gelen Arapça e-s-v veya e-s-e
kökünden gelmektedir. Fiil olarak ise tedavi etti, iyi etti anlamındadır. Âsi
kelimesi doktor anlamına gelip çoğulu ise âsiyedir. İsâ ise kendi kendine tedavi
etmektir.169 Üsve kelimesi üsve, isve ve esve olarak kullanılmaktadır. Üsve ve
kudve aynı anlamdadırlar. İsim olarak kendisine uyulan örnek anlamındadır. E-sy den gelen üsve hüzün manasındadır. “İ’tesi bih”, “benzeri ol” anlamına
gelmektedir.170 Kelimenin kökü hakkında Münziri Ebu Talip’ten şunu rivayet
etmektedir. Müâsât’ın kökü hakkında iki farklı görüş vardır. Birincisi: Âsâ-Yüâsi
kökünden gelen üsve, kudve yani örnek anlamına gelmektedir. Esâhu, ye’sûhü
kökünden gelen üsve ise tedavi etti anlamındadır.171
Terim anlamı olarak üsve, ister zarar versin, ister sevindirsin, ister kötü,
isterse de iyi olsun bir insanın başka bir insana tabi olması anlamına
gelmektedir.172 Elmalılı, üsve kelimesinin, hemzenin ötre ve esresiyle üsve ve
isve uymak ve boyun eğmek manasına masdar olduğunu belirtmektedir. Üsve
kendisine uyulan özelliğe de, şahsın kendisine de denir ki, takip edilmesi gereken
numune, şahid ve örnek demektir, şeklinde açıklamaktadır.173
Kelime ve terim olarak örnek anlamındaki üsve kelimesi Kur’an’da üç
yerde kullanılmıştır. Bunlardan biri Hz. Muhammed hakkında, diğer ikisi ise Hz.
İbrahim ve ona inananlar hakkındadır.
Mümtehıne suresinde Hz. İbrahim ve ona inanan mü’minlerin örnek
oluşları şu şekilde ifade edilmiştir: “İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin
için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz sizden
ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a
inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke
belirmiştir.’ Şu kadar var ki, İbrahim babasına: ‘Andolsun senin için mağfiret
dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm
yetmez’ demişti. O müminler şöyle dediler: Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana
169
170
171
172
173
Zebidi, Tac, XIX, s.156; İbn Manzur, Lisan, XIV, s. 34.
Zebidi, Tac, XIX, s.157; İbn Manzur, Lisan, XIV, s. 35.
İbn Manzur, Lisan, XIV, s. 36.
Rağıb, Müfredat, s. 76; Ebyari, İbrahim-Merzuk, Abdussabur, el-Mevsuatü’l-Kur’aniyye, ts,
ys, III, 725.
Elmalılı, Hak Dini, VII, s. 546.
40
yöneldik. Dönüş de ancak sanadır. Rabbimiz! Bizi, inkâr edenler için deneme
konusu kılma, bizi bağışla! Ey Rabbimiz! Yegâne galip ve hikmet sahibi, ancak
sensin. Andolsun, onlar sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü arzu edenler için güzel
bir örnektir.”174
Hz. İbrahim’in hem sözlerinde ve hem de eylemlerinde örnek vardır175
Elmalılı, Hz İbrahim’in inkarcılara karşı söylediği bu sözlerle güzel bir örnek
olduğunu söylemektedir.176 Sabuni de bu ayeti, “Ey mü’minler topluluğu,
Allah’ın sevdiği İbrahim’de ve onunla beraber olan mü’minlerde sizler için güzel
örnek vardır” diye açıklamıştır.177
Hz. Muhammed’in güzel örnek olduğunu belirten ayette şöyle
buyurulmaktadır. “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe
kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir.”178
Müslümanların peygamber tasavvurlarının oluşmasında etkili olan bu
ayetin
yorumunda
Müslüman
bilginler
birbirine
benzer
açıklamalarda
bulunmuşlardır.
Beyzavi ve Ebu’s-Suud Peygamberin savaşta zorluklara karşı direnme gibi
konularda ve kendi şahsında insanlığa örnek olduğunu ifade etmektedir.179
Zemahşeri ise Peygamberin bizzat kendisinin örnek olduğunu ve onda güzel
örneklerin var olduğunu belirtmektedir.180 Elmalılı’ya göre bu ayet Hz.
Muhammed’in yalnız sözleriyle değil, fiil ve hareketleriyle de kendisine uyulan
bir peygamber olduğunu ifade etmektedir.181
Muhammed Esed de Hz. Muhammed’in örnek olmasını açıklarken aynı
surenin
yani
Ahzab
182
ilişkilendirmekte
174
175
176
177
178
179
180
181
182
suresinin
dokuz,
on
ve
on
birinci
ayetleriyle
ve özellikle de, mü’minlerin Hendek savaşının en kritik
Mümtehıne, 60/4-6.
Mahalli, Suyuti, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azım, s. 218.
Elmalılı, Hak Dini, VII, s. 546.
Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, III, s. 362
Ahzab, 33/21.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, III, 368.
Zemahşeri, Keşşaf, III, s. 531.
Elmalılı, Hak Dini, VI, s. 303-304.
Ey iman edenler! Allah'ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz
onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok
iyi görmekteydi. Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan üzerinize yürüdükleri
zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler
41
günlerinde karşılaştıkları sıkıntıları anlatan “İşte orada ve o anda mü’minler
sınandı ve şiddetli bir şok ile sarsıldılar” ayetiyle ilgili olarak: “Bu ayet ilk
bakışta, Hz. Peygamberin imanını, cesaretini ve kararlılığını örnek almaları
tavsiye edilen, Medine’nin o ilk savunucularına seslendiği halde, aslında bütün
durumlar ve şartlar için geçerli olan zaman üstü bir muhtevaya sahiptir.”183
Konuyla ilgili ayetin tefsirinde Abdullah b. Ömer’e isnad edilen bazı
hadisleri sıralayan Suyuti, Hz. Muhammed’in her konuda örnek alınması
gerektiğini belirtmektedir.184 İbn Kesir ise, bu ayet, Peygambere sözlerinde,
fiillerinde ve takrirlerinde uymada büyük bir ilkedir. Bundan dolayı Allah
insanlara Hendek savaşında Peygambere uymayı emretti, diye açıklamaktadır.185
Aynı şekilde Kurtubi de, bütün hallerinde ve fiillerinde Peygambere uyulur
demektedir.186 Yine o Mümtehıne suresinde İbrahim Peygamberin güzel örnek
olduğunu belirten ayeti açıklarken, “Bizler mutlak olarak Hz. Muhammed’in her
dediğine uymakla emrolunduk” demektedir.187 Şevkani ayetin kastedilen
anlamının Hendek savaşına katılmayanlara ikaz, Peygamberin tavrına övgü
olduğunu, ayetin iniş sebebinin özel bir olguya işaret etmesine rağmen genel bir
anlam taşıdığını ifade etmektedir.188 Sabuni de buradaki güzel örneği; hiçbir şeyi
hevasından yapmadığı ve söylemediği için bütün hallerinde, fiillerinde ve
sözlerinde Peygambere uyulması zorunludur, şeklinde açıklamıştır.189
Hz. Muhammed’in güzel örnek olduğunu belirten ayet sebebiyle Üsve
kelimesi İslam kültüründe geniş bir şekilde yer almıştır. Ayrıca ayetin
açıklanmasına ve Hz. Muhammed’in güzel örnek olmasına belli ön kabullerle
yaklaşılmıştır. Bu ön kabul “Peygamberin en güzel örnek olduğudur”. Yukarıda
183
184
185
186
187
188
189
düşündüğünüz zaman; İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir
sarsıntıya uğratılmışlardı. (Ahzab, 33/9-11)
Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, meal-tefsir, İstanbul, 1999, II, 854.
Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, VI, s. 583-585.
İbn Kesir, Ebi’l-Fida İsmail b. Ömer el-Kuraşi ed-Dımeşki, Tefsiru’l-Kur’an’i’l-Azim, Riyad,
1997, VI, s. 391.
Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XIV, s. 102. Kurtubi ayrıca, hendek kazma esnasında
müslümanlar çok aç kaldıklarını belirtmekte ve bundan dolayı sahabenin karınlarına taş
bağlamak zorunda kaldıklarına işaret etmektedir. Peygambere durumlarını ilettiler. O da
karnını açarak iki taş bağladığını gösterdi. Bundan dolayı Peygamber örnek gösterildi
demektedir. (Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XIV, s. 102)
Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XVIII, s. 38.
Şevkani, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadir el-Cami’ beyne Fenneyi’r-Rivayeti
ve’d-Dirayeti min Ilmi’t-Tefsir, ys, 1997, IV, s. 356
Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, II, s. 520
42
ayetin tefsirinde ortaya atılan görüşlerden bu durum kolaylıkla anlaşılmaktadır.
Halbuki üsve kelimesinin Türkçe’deki karşılığı “en güzel örnek” değil, “güzel
örnek”tir. Yani üsve kelimesi isim olarak kullanılmıştır.190 Elmalılı da Mümtehıne
suresi dördüncü ayeti tefsir ederken üsve kelimesinin aslında masdar olduğunu
ancak burada özellik kastedildiği zaman, zarfiyyet, mevsufun sıfatına mahalliyet
kabilinden olur demektedir.191 Yani sıfata mahalliyet kesbetmiş, isim olarak
kullanılmıştır. Bu ayetten yola çıkarak Hz. Muhammed’in en güzel örnek
olduğunun ifade edilmesi, İslam kültüründeki Hz. Muhammed’i üstün görme ve
gösterme anlayışının bir sonucudur. Bu anlayış müslümanları yeni ve güzel
örnekler üretememeye neden olmaktadır. Bu anlayış sebebiyle onlar geçmişe
hayranlıkla
bakıp
ileriye
bakamamakta
ve
yeni
güzel
örnekler
üretememektedirler.
Hz. Muhammed’in örnekliği meselesi İslam dünyasında yanlış algılanan
konulardan birisidir. Peygamber’in örnekliği onu her haliyle taklit etme olarak
anlaşılmıştır. Bunun sonucunda da onun örnekliği iki şekilde günümüze
taşınmıştır.
Bunlardan birincisi Peygamber ne yaptı, ne düşündü, ne söyledi ve nasıl
bir icraat gerçekleştirdi ise onun aynısını yapmak en doğru yoldur. Bu düşünce
sahipleri Peygamberin söz ve eylemlerine, kısaca sünnetine kesinlikle uyulması
gerektiğini ifade etmişlerdir.
Bunlardan ikincisi ise Peygamberin giyimini, kuşamını, yemek yeme
şeklini, saç, sakal ve bıyığını kesip kesmemesi, hatta hacetini gidermek gibi insan
olması nedeniyle zorunlu olarak yapıp etmek mecburiyetinde kaldığı şeyleri bile
yapmayı örneklik olarak algılamışlardır.192
190
191
192
Beğavi, İmam Muhyi’s-Sünne Ebi Muhammed el-Hüseyn b. Mes’ud, Tefsiru’l-Beğavi
Mealimü’t-Tenzil, Riyad, 1993, VI, s.335; Şevkani, Fethu’l-Kadir, IV, s. 356. Üsve kelimesi
İsmi tafdil değildir. Bu kelime ismi tafdil olmuş olsaydı işte o zaman “en güzel örnek” olarak
Türkçeye çevirilebilir.
Elmalılı, Hak Dini, VII, s. 546.
Enes b. Sirin’in Abdullah b. Ömer hakkında anlattığı şu olay, Peygamberi taklit etme, onu
örnek alma, ona tabi olma arzusunun kişiyi hangi noktalara götürebileceğini göstermesi
açısından çok ilginç bir örnektir. Enes b. Sirin şöyle demiştir: “Abdullah b. Ömer ile birlikte
Arafat’ta bulunuyordum. O yürümeye başlayınca ben de yürüdüm. Öğle ve ikindi namazlarını
imamla beraber kıldık. İmam Müzdelife’ye hareket edinceye kadar İbn Ömer bekledi. Ben ve
yanımdaki arkadaşım da bekledik. Derken imam hareket etti, biz de hareket ettik. Müzdelife
ile Arafat arsında bulunan Me’zimeyn boğazına gelince İbn Ömer devesini çöktürdü. Biz de
çöktürdük. Arkadaşımla ben; “Herhalde İbn Ömer burada namaz kılmak istiyor” dedik. İbn
43
Peygamberi örnek almak demek onu taklit etmek anlamına kesinlikle
gelmez. Bu kelime Türkçe’de de kolayca anlaşılacağı gibi bir şeyi anlatmada olası
durumlardan birini göstermek demektir. Örnek o şeyin aynısı yada bütünü
değildir. Veya ondan başkası yapılamaz anlamına gelmemektedir. Örnek
bütünden bir parçadır. Örneklerden sadece bir örneği teşkil eder. Buradan da
kolayca anlaşılacağı gibi Peygamberin örnekliği de bu şekilde algılanmalıdır.
Yani Peygamberin örnekliği bir şeyi peygamber nasıl yaptı ise onu aynen
yapmak, ne dedi ise onu aynen uygulamak ya da onun gibi giyinmek demek
değildir.
Örnek almada temel ilke örneklikteki gayeyi anlamak ona göre hareket
etmek olmalıdır. Mesela Allah Müslümanlara şöyle buyurmaktadır: “Ey
inananlar! Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet
biriktirin ve cihad için atlar hazırlayın ki, onlarla hem Allah'ın düşmanlarını, hem
de kendi düşmanlarınızı, ayrıca Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz daha
başkalarını korkutasınız.”193 Savaşa hazırlık ile ilgili bir örneği taklit etme olarak
anlarsak Müslümanların bugün tank, top, uçak yerine yine atlar hazırlamaları
gerekmektedir. Eğer örnekliği taklit etmek değil de mesajı kavramaya çalışmak
olarak anlarsak, o zaman bu ayetten düşman saldırılarına karşı hazırlıklı olmak
için illa da atlar hazırlamak değil, zamanın gereği olan silahlar ne ise onun en
mükemmelini, düşmanın elindekinden daha üstününü hazırlamak anlamı çıkar.
Peygamberin örnekliğindeki taklit ile gayeyi anlamada bir başka örnek
Peygamberin Uhud savaşında Ayneyn geçidine Abdullah b. Cübeyr komutasında
elli kadar okçu yerleştirmesidir.194 Hz. Muhammed’in oraya okçuları yerleştirmesi
bizim için bir örnektir. Bugün bir savaş esnasında ordunun arka kısmına okçu
193
194
Ömer’in devesinin yularını tutan kölesi bize; “Hayır. Namaz kılmayacak. O, Peygamberin
burada hacetini giderdiğini hatırlayınca inip hacetini gidermeyi istedi. Onun için burada
devesinden indi” dedi.( Ahmed, Müsned, II, 131) Bir tane olay üzerinden bir genelleme
yapmak doğru olmasa da, bu olay bize hareket noktası yanlış olanların doğru hedefe
varamayacaklarını açık bir şekilde göstermektedir. Ancak İslam dünyasında “Peygamberi
örnek almak bu şekilde olmalıdır” diye düşünenlerin sayısı hiç de az değildir. Böyle
düşünenler bu çeşit düşüncelerinin akabinde o günkü tarzda yaşmanın, yemenin ve
giyinmenin Peygamberi örnek almak olduğunu iddia etmektedirler.
Enfal, 8/60.
İbn Hişam, Siret, III, s. 73-74; İbn Hacer el-Askalani, Ahmed b. Ali, el-İsabe fi Temyizi’sSahabe, Beyrut, 1995, IV, s. 31; İbnü’l-Esir, İzzeddin Ebi’l-Hasen Ali b. Muahmmed elCezeri, Üsdü’l-Ğabe fi Ma’rifeti’s-Sahabe, Beyrut, 1995, III, s. 89;Yıldız, Hakkı Dursun
başkanlığında bir heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, İstanbul, 1989.
44
birliği yerleştirmek Hz. Muhammed’i örnek almak değil, taklit etmek anlamına
gelmektedir. O’nun örnekliği düşmanların arkadan yapabilecekleri saldırılara
karşı tedbir alınması gerektiğini bildiren bir ölçü olmalıdır. Hz. Muhammed’i
örnek alma ile ilgili olarak Bedir esirlerine yapılan muamele örnek olarak
verilebilir. Bedir savaşından sonra ele geçirilen esirlere yapılacak muamele
konusu Müslümanlar arasında tartışılmıştır. Başta Hz. Ömer olmak üzere
sahabelerden bazısı esirlerin öldürülmelerini önermiştir. Hz. Ebu Bekir’in başını
çektiği diğer bir gurup ise fidye karşılığında serbest bırakılmalarını önermiştir.
Peygamber, Ebu Bekir’in görüşünü benimsemiş, bazısını fidye, okuma yazma
bilenleri de on Müslümana okuma-yazma öğretmesi karşılığında serbest
bırakmıştır. Burada Hz. Muhammed’in örnekliği hangi şart altında olursa olsun
savaşta ele geçen esirlerin okuma yazma karşılığında serbest bırakılması değil,
eğitim ve öğretime verdiği önemdir.195 Peygamberin örnekliği onu sadece taklit
etmek anlamına gelmemektedir. Peygamberi örnek alma ile peygamberi taklit
etme birbirleriyle karıştırılmamalıdır. O, güzel örneklerden sadece bir örnektir.
Müslümanlar onu model alarak yeni ve güzel örnekler oluşturmalıdırlar.
Aynı şekilde Hz. İbrahim ve ona inananlar tek bir Allah’a olan imanlarını
o müşrikler topluluğuna karşı korkmadan haykırmışlar, Allah da onların bu
davranışlarını güzel örnek olarak nitelendirmiştir. Bu her devirde her
peygamberin ve her mü’minin sergilediği bir davranış tarzıdır. Öldürülme, eza ve
cefaya uğrama, yer ve yurtlarından kovulma şeklinde cereyan eden bu tür
davranışlara başta Hz. Muhammed ve ümmeti olmak üzere pek çok peygamber ve
ümmeti muhatap olmuşlardır. Ancak onlar imanlarından asla vazgeçmemişlerdir.
Bu sebeple Hz. İbrahim ve ona inananlar gibi aynı şekilde Hz. Muhammed ve
ümmeti ve diğer peygamberler ve ümmetlerinin bu tür davranışları bizler için bu
konuda güzel birer örnektir. Örneklik bakımından peygamberlerin aralarında bir
fark yoktur.
Hz. Muhammed’in güzel örnek olduğunu bildiren ayetten hareketle Hz.
Muhammed’in en güzel örnek olduğu anlamını çıkarmak mümkün değildir. Hz.
195
İbn Hişam, Siret, II, s. 288; İbn Kesir, Tefsir, IV, s. 88-89; Zemahşeri, Keşşaf, II, 236-237;
Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, IV, s. 104-105; Fayda, Mustafa, DİA, “Bedir Gazvesi”, İstanbul,
1992, V, s. 326.
45
Muhammed Hendek savaşında kendinden beklenen güzel bir davranış sergilemiş,
Allah da vahiyle bu durumu tespit etmiş ve mü’minlere bildirmiştir.
Kur’an’da Hz. Muhammed’in güzel örnek olduğunu bildiren sadece bir
tane ayet vardır. Bu da yukarıda meali verilen ahzab suresi yirmi birinci ayetidir.
Müslümanlar Peygamber’i anlarken din sadece bu ayetten ibaretmiş gibi
anlamışlar ve Peygamberi örnek almayla ilgili bütün yorumlarını ve düşünce
sistemlerini bu ayetin üzerinden şekillendirmişlerdir. Bu ayette “Peygamber tek
bir örnektir” denmemektedir. “Allah’ın elçisinde sizin için güzel örnek vardır”
denmektedir. Ayrıca herhangi bir ayette “Peygamberin örnekliğinden başka
örneklik oluşturulamaz” da denmemektedir.
Bazı müfessirler Hz. İbrahim’in güzel örnek olduğunu bildiren ayette “ona
iman edenler” ifadesiyle daha sonra gelen peygamberlerin kastedildiğini iddia
etmişlerdir.196
Söz
konusu
ifadenin
böyle
anlamlandırılmasını
doğru
bulmamaktayız. Çünkü buradan açıkça Hz. İbrahim ve ona inananlar
kastedilmektedir.197 Ayetin açık manasını farklı bir şekilde yorumlamaya götüren
bir neden yoktur. Altıncı ayette
“dediler” şeklinde çoğul kullanılmakta ve
buradan İbrahim ve ona inananların kastedildiği ortadadır. Bu durumda ayetin
açık anlamından hareketle sadece Hz. İbrahim ve Hz. Muhammed’in değil iyi
insanların da diğerlerine güzel örnek olabileceği anlamı çıkmaktadır. Yine aynı
şekilde Üsvetün hasenetün ibaresi Kur’an’da Hz. İbrahim, ona inananlar ve Hz.
Muhammed hakkında inmiş, diğer peygamberlerin bu yönüne işaret edilmemiş
olsa da tüm peygamberler ayırım yapılmaksızın toplumları için elbetteki birer
güzel örnektirler. Çünkü peygamberlik yasaları istisnasız her peygamber için
geçerlidir.
196
197
Taberi, Camiu’l-Beyan, XII, s. 59; Şevkani, Fethu’l-Kadir, V, s. 282, Kurtubi, Ahkamu’lKur’an, XVIII, s. 38.
Zemahşeri, Keşşaf, IV, s. 524; Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XVIII, s. 38; İbn Kesir, Tefsir,
VIII, s. 87; Ebu’s-Suud Efendi, Kitabü’t-Tefsir Allame Ebi’s-Suud, 1927, Mısır, V, s. 713;
Zeccac, Ebi İshak İbrahim b. Es-Seri, Meani’l-Kur’an ve İğrabüh, Beyrut, 1988, V, s. 156;
Ferra, Ebu Zekeriyya Yahya b. Ziyad, Meani’l-Kur’an, ts., Beyrut, III, s. 149; Şevkani,
Fethu’l-Kadir, V, s. 282.
46
2. Peygamberlikte Cinsiyet Sorunu
Peygamberlerin beşer oluşları ile alakalı olarak tartışılan hususlardan bir
tanesi de kadınlardan peygamber gelip gelmediği konusudur.
Kur’an’da peygamber olarak zikredilen kimselerin tamamının erkek
olduğu konusunda İslam kelamcıları arasında ittifak vardır.198 Ancak kadınlardan
da peygamber gelip gelmediği hususu tartışmalı konulardandır.199 Maturidiler ve
Eş’arilerin çoğunluğu ve Mutezili olan Zemahşeri’ye göre kadınlardan peygamber
gelmemiştir. Zeyneddin Kasım el-Hanefi, Eş’ari hariç Ehli Sünnet’in tamamının
erkek olmayı peygamberliğin şartlarından biri olarak belirlediğini ifade etmiştir.
Bu konuda ittifakın olduğunu dile getirmiştir.200
Eş’ariy’e göre nebi ve resul arasında fark vardır.
“Senden önce de,
şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber
göndermedik”201 ayetine göre kadınlardan resul gelmemiştir fakat nebi gelmiştir.
Bunların sayısı ise dörttür.202 Çünkü Eş’ari’ye göre nebiye vahiy gelmekle
beraber onu tebliğ etme zorunluluğu yoktur.203 Nebi olan kadınlara da vahiy
gelmiş ancak, onlar tebliğle görevli olmadıklarından gelen vahiyleri tebliğ
etmemişlerdir.
Eş’ariler, Hz. Musa’nın annesine vahyedilmesi204 ve Hz. Meryem’le205
ilgili
ayetlerden
hareketle
kadınların
da
peygamber
olabileceğini
ileri
sürmüşlerdir.
Peygamberlikleri söz konusu altı kadın Hz. Havva, Hz. Sare, Hz. Hacer,
Hz. Musa’nın annesi, Firavun’un eşi Asiye ve Hz. Meryem’dir.206 İmam Eş’ari
gibi İbn Hazm da, kadınların resul olarak değil, nebi olarak gönderildiklerini iddia
198
199
200
201
202
203
204
205
206
İbn Humam, Müsayere, s.194-198; Bahçeci, Peygamberlik, s.87.
Gölcük-Toprak, Kelam, s. 277; Topaloğlu, Bekir, Kelam ilmi Giriş, İstanbul, 1988, s.147.
Zeyneddin Kasım el-Hanefi, Haşiye ale’l-Müsayere, İstanbul, 1979, (Müsayere ile beraber)
s.197.
Yusuf, 12/109. Bkz. Nahl, 16/43; Enbiya 21/7.
İbn Furek, Mücerred, s. 174.
İbn Hümam, Müsayere, s. 197.
“Musa'nın anasına: Onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize
bırakıver, hiç korkup kaygılanma, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden
biri yapacağız, diye bildirdik.” Kasas, 28/6.
“ Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Allah seni seçti; seni tertemiz yarattı ve seni bütün
dünya kadınlarına tercih etti.” Ali İmran, 3/42.
İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VII, 110-111; Mubarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezi, V, 564; Aliyyülkari,
Mirkat, IX, 713; Gölcük-Toprak, Kelam, s. 278; İzmirli, İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelam,
Ankara, 1981, s.72; Yavuz, Salih Sabri, İslam Düşüncesinde Nübüvvet, İstanbul, ty, s.80.
47
etmektedir. O da nebi kelimesinin lügat manasından hareketle Allah’ın vahyini
alan herkesin nebi olmasından dolayı, Firavun’un hanımı Asiye binti Müzahım ve
Meryem binti İmran gibi kadınların nebi olduklarını söylemektedir.207
Eş’ari kelamcıları arasında kadınlardan da peygamber olduğu konusunda
ittifak yoktur. Onların önde gelenlerinden bir çoğuna göre kadınlardan peygamber
gelmemiştir. Eş’ari olan İbn Kesir şunu ifade etmektedir. Allah, melek vasıtası ile
Meryem’e, Musa’nın annesine ve İbrahim’in eşine208 hitap ettiğinden dolayı,
bazıları
bu
durumun
onların
nebi
sayılmaları
için
yeterli
olduğunu
söylemektedirler. Fakat bu hitaplar, onların nebi sayılmalarını gerektirmez. Allah
kadınlardan değil erkeklerden peygamber göndermiştir.209
Yine Eş’ari kelamcılarından biri olan Razi de, Yusuf suresi yüz dokuzuncu
ayeti açıklarken kadınlardan peygamberler gelmediğini söylemiştir.210 Eş’ariler
olan Beyzavi bu ayeti açıklarken, peygamberlerin melek türünden değil insan
türünden geldiğini beyan etmek kastı ile “rical” kelimesinin kullanıldığını ifade
etmektedir. Beyzavi devamla, bir gurubun bu ayetle kadınların peygamber
olmalarının nefyedildiğini iddia ettiklerini de söylemektedir.211 Yani Beyzavi’ye
göre de kadınlardan peygamber gelmemiştir. Kirmani’de aynı görüştedir.212
İmam Maturidi konu ile ilgili ayetin213 tefsirinde “rical” kelimesini
öncelikle beşer yani insan cinsi anlamında açıklamış, buna bağlı olarak da,
Allah’ın melek ve cinlerden değil, insanlardan peygamber gönderdiğini
belirtmiştir. Peşinden aynı kelimeyi “erkekler” şeklinde değerlendirerek,
kadınlardan peygamber gönderilmediğini ifade etmiştir.214
Maturidi kelamcılarından Pezdevi de, gerçekte Allah kadınlardan
peygamber göndermemiştir,215 diyerek kadın peygamber gelmediğini belirtmiştir.
207
208
209
210
211
212
213
214
215
İbn İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed, Kitabü’l-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehva ve’n-Nihal,
Mısır, 1317 h, V, s. 17-19.
Zariyat, 51/29-30.
İbn Kesir, Tefsir, IV, s. 421.
Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, V, s. 179.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 498.
Mübarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezi, V, 564.
Yusuf, 12/109.
Maturidi, Te’vilat, II, s. 609.
Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 95.
48
Ebu’l-Berekat en-Nesefi de ilgili ayetteki “rical” kelimesini, peygamberin
ya melek olmadığını ve insan cinsinden olduğunu ispat etmek, ya da içlerinden
kadın olmadığını beyan etmek için gelmiştir,216 diye açıklamaktadır.
Sabuni’ye göre, nübüvvette erkek olma peygamberliğin şartlarındandır.
Peygamberlik hak dine davetle ortaya atılmayı gerektirir, kadın oluş ise perde
gerisinde kalmayı gerektirir, bunların arasında tezat vardır, bundan dolayı da
kadınlardan peygamber gelmemiştir.217
İbn Humam da, Müsayere’de Sabuni ile aynı şeyleri savunmakta, aynı
sebeplerden dolayı kadınlardan peygamber gelmediğini ifade etmektedir.218
Zemahşeri ise konu ile ilgili ayeti tefsir ederken “rical” kelimesi ile
öncelikle melek değil insan cinsinin kastedildiğini, ikinci olarak da İbn Abbas’tan
gelen bir rivayete dayanarak kadınlardan peygamber gelmediğini nakletmiş,
kendisi de peygamberlerin erkek olduğunu beyan etmiştir.219
Elmalılı, Hz. Muhammed’den önceki peygamberler melek de değildi,
kadın da değildi. Onlar Hz. Muhammed gibi erkek, mert ve yiğit adamlardan
ibaret idi,220 diyerek bütün peygamberlerin medeni, kültürlü ve erkek olduğuna
vurgu yapmıştır.
Sonuç olarak, kadınlardan peygamber gelip gelmediği konusu İslam
kelamcıları arasında tartışmalı konulardan biri olmuştur. Çünkü Kur’an’da Hz.
Meryem’e, Hz. Musa’nın annesine ve Hz. İbrahim’in eşine vahyedildiği
bildirilmiş olmasına rağmen, onların peygamber oldukları açıkça belirtilmemiştir.
Peygamberlerin erkeklerden geldiğinin ifade edildiği üç ayette de rical
kelimesinin beşer cinsini ifade etmek için mi, yoksa kadınları istisna etmek için
mi geldiği tam olarak açık değildir. Bu konuda yapılacak yorumlar da
spekülasyondan öteye gitmeyecektir.
216
217
218
219
220
Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.240.
Sabuni, Nureddin, Bidaye, s.46.
İbn Humam, Müsayere, s.198.
Zemahşeri, Keşşaf, II, s. 509.
Elmalılı, Hak Dini, V, s.105.
49
3. Cinlerin Peygamberliği Sorunu
Cinlerden peygamber gelip gelmediği konusu kelam ilmindeki tartışmalı
konulardan biridir. Konunun peygamberlerin beşer oluşları ile alakası ise Hz.
Muhammed’in insanların ve cinlerin peygamberi olduğuyla alakalı tartışmalardan
kaynaklanmaktadır. İslam bilginlerinden bir kısmı Hz. Muhammed’in insanların
ve cinlerin peygamberi olduğunu iddia etmişlerdir. Aynı şekilde onlar cinlere
kendi cinslerinden peygamberler gelmediğini ifade etmişlerdir.
Cin kelimesi bir şeyi örtmek, bir şeyin başka bir şeyi örtmesi, kaplaması,
karartması, masdar olarak ise örtü anlamına gelmektedir.221 Kur’an’da da örtme,
kaplama anlamında kullanılmıştır.222 Terim anlamı olarak ise; duyularla idrak
edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilahi emirlere uymakla
yükümlü tutulan ve mü’min ile kafir guruplarından oluşan varlık türü olarak
tanımlanmıştır.223
Cinlerin
var
224
anlaşılmaktadır.
olduğu
Kur’an’ın
değişik
ayetlerinden
açıkça
Kur’an’daki bir surenin adı Cin suresidir. Cinlerin yaratılış
gayesi de insanlar gibi Allah’ı tanımak, O’na iman225 ve ibadet etmektir.226
Onların da iyileri ve kötüleri vardır,227 iman edenlerinin imanları eksiltilmez ve
kendilerine haksızlık yapılmaz.228 Onlar da insanlar gibi Ahirette yapıp
ettiklerinden dolayı hesaba çekileceklerdir.229 Bu hesap sonucunda asileri
cezalarını çekecekler230 ve cehennemde odun olacaklardır.231 İyi cinlerin iyilikleri
karşılığında cennete gitmeyecekleri, hayvanlarla beraber yok edilecekleri şeklinde
düşünenler olsa da232 iyi cinlerin iyilikleri karşılığında kurtuluşa erecekleri,
221
222
223
224
225
226
227
228
229
230
231
232
İsfehani, Müfredat, s.203.
En’am, 6/76.
Şahin, M. Süreyya, “Cin”, DİA, İstanbul, 1993, VIII, s. 5.
En’am, 6/100, 112, 128; İsra, 17/88; Diğerleri için bkz, M. Fuad Abdulbaki, el-Mu’cemu’lMüfehres li Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, İstanbul, 1990, Cin mad, s. 179-180.
Ahkaf, 46/29-31; Cin, 72/1-2.
Ahkaf, 46/29-31; Zariyat, 51/56; Cin, 72/1-2.
Cin, 72/11.
Cin, 72/12.
En’am, 6/130.
A’raf, 7/38, 179; Ahkaf, 46/18-20.
Cin, 72/15.
Yukarıda ayet numaralarını verdiğimiz surelerdeki ayetlere bakıldığında açıkça görülebileceği
gibi (A’raf, 7/38, 179; Ahkaf, 46/18-20; cin, 72/15) Allah’ın emirlerine uymayan cinlerin,
cezalarını çekmek üzere cehenneme girecekleri çok açıktır. Ancak iyi cinlerin cennete
gireceğine dair açık bir ayet yoktur. Fakat onların hesaba çekilip kötülerinin cehenneme
50
cennete girecekleri ifade edilmektedir.233 İbn Hacer el-Askalani, cinlerin var
olduğunu sevap ve ceza ile mükellef olduklarını beyan etmekte ve İslam
bilginlerinin çoğunun da bu kanaatte olduklarını, cinlerin de cennete gireceklerini
söylediklerini ifade etmektedir.234
Kur’an’daki cinlerle ilgili bütün bu bilgilere rağmen cinlerin mahiyyetleri
yani ne tür bir yaratık oldukları insanlar tarafından bilenememektedir.
Kur’an’daki
bir
ayette
cinlere
cinlerden,
insanlara
insanlardan
peygamberler gönderildiği bildirilmektedir. Ayette şöyle buyurulmaktadır.
“Hesap gününde Allah insanlara ve cinlere şöyle seslenecektir: “Ey cin ve insan
topluluğu! Size âyetlerimi anlatan ve bu hesap gününüzün gelip çatacağı
hususunda sizi uyaran sizden peygamberler gelmedi mi?” Onlar şöyle cevap
verecekler: “Biz kendi aleyhimize şahitlik ederiz.” Dünya hayatı onları aldattı ve
kafir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.”235
Aslında bu ayeti kerime yorum gerektirmeyecek kadar açıktır. Bu ayete
bakıldığı zaman cinlere kendi cinslerinden, insanlara da yine insan cinsinden
peygamber gönderildiği anlaşılmaktadır. Fakat tarihi süreci içerisinde başta bazı
ön kabuller, çeşitli din ve kültürlerden etkilenme sebebi ile bazı açık konular
müslümanlar tarafından tartışmalı hale getirilmiştir.236
233
234
235
236
atılacaklarından dolayı, bunun mefhumu muhalifinden, iyi cinler cennete girebilir denebilirse
de, bu çok kesin bir durum arzetmemektedir.
Alusi, Ebu’l-Fadl Şihabüddin es-Seyyid Mahmud el-Bağdadi, Ruhu’l-Meani fi Tefsiri’lKur’ani’l-Azım, Bulak, 1301 h, IX, s. 191; İbn Kesir, Tefsir, VIII, s. 242; Beyzavi, Envaru’tTenzil, IV, s. 333-334; Cebeci, Lütfullah, Kur’an-ı Kerime Göre Cin-Şeytan, Konya, 1989, s.
117-118.
İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VI, 499-500. İbn Hacer, İbn Ebi Leyla ve Malik’in cinlerin cennete
gireceğini söylediklerini ifade etmektedir. Malik bu konuda Kur’an’daki “Rabbine karşı
gelmekten korkan kimselere iki cennet vardır. Öyleyken Rabbinizin nimetlerinden hangisini
yalanlayabilirsiniz?”( Rahman, 55/46-47) ayetini delil getirmiş ve hitap, insanlar ve cinler
içindir. Onların mü’minlerinin olduğu sabit olduğuna göre mü’minler de cennete girer,
demiştir.
En’am 6/130.
Hz. Adem’in eşi hakkındaki hikaye bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Kur’an’da ismi
Havva olarak bile geçmeyen, Adem’in eşinin yaratılışı ile ilgili ayette, Adem’in eşinin
Adem’le aynı nefisten, mahiyyetten yaratıldığı açık bir şekilde belirtilmiştir. (Nisa, 4/1)
Müfessirlerden bazıları ayeti çoğunluğun anladığı gibi anlamamış, Havva’nın da Adem’in
yaratıldığı aynı mahiyetten yaratıldığını ifade etmişlerdir. Bunlara göre Havva da Adem gibi
aynı nefisten yaratılmıştır. (Taberi, Camiu’l-Beyan, III, 566; Savi, Ahmed es-Savi el-Maliki,
Haşiyetü’l-Allameti’s-Savi ala Tefsiri’l-Celaleyn, Beyrut, 1993, I, s. 266; Bayraklı, Bayraktar,
Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2002, V, 21-23; Esed, Muhammed,
Kur’an Mesajı, I, s. 132-133) Bu açık ayete rağmen İslam kültürü Tevrat’taki Hz. Havva’nın
yaratılışıyla ilgili bilgilerden etkilenerek oradaki bilgileri tefsir adı altında biraz da hadis
51
Yukarıda da ifade edildiği gibi cinlerden peygamber gelip gelmediği
konusu tartışmalı konular arasında yer almıştır. Fahreddin er-Razi bu konunun
tartışmalı konular arasında bulunduğunu söylemektedir. O bu konuyla ilgili olarak
İslam alimlerinden Dahhak’ın şu görüşte olduğunu ifade etmektedir: “Her millet
içinde mutlaka bir uyarıcı peygamber gelip geçmiştir.”237 “Eğer peygamberi bir
melek kılsaydık muhakkak ki onu insan sûretine sokardık,”238 ayetleri cinlerden
de kendi cinslerine peygamberler geldiğini göstermektedir.
Melekler ile insanlar arasında tabiat farklılıkları vardır, birbirleriyle
anlaşamazlar, birbirlerinden istifade edemezler. Bu sebeple her birine kendi
cinslerinden peygamberler gönderilmesi gereklidir. Aynı şey, Allah’ın hikmetinin
gereği cinler için de geçerlidir. Cinlere cinlerden peygamberler gönderilmiştir.
Razi devamla, alimlerin çoğunun, cinlerden peygamberler gelmediğini, bu konuda
icma hasıl olduğunu iddia ettiklerini belirtmektedir. Ancak o, bu konuyla ilgili
olarak ortada bir ihtilaf varken icmanın olamayacağına işaret etmiştir. Daha sonra
kendisi de cinlerden peygamber gelmediğini ifade etmiş ve bu düşüncesini
delilleri ile ortaya koymaya çalışmıştır.
Razi, Dahhak’ın, “cinlerden de peygamberler gelmiştir” iddiasına üç
yönden cevap vermiştir. 1- Allah “Ey cin ve insan topluluğu! Sizden
237
238
kapısını kullanarak İslam’a sokmaya çalışmışlar ve bunda da başarılı olmuşlardır. Bunun
sonucunda da Tevrat’taki Havva’nın Adem’in eğe kemiğinden yaratıldığı ile alakalı bilgiler
İslamileştirilmiş, israiliyyat kültürü İslam inancı haline getirilmiştir. Olay Tevrat’ta şu şekilde
anlatılmaktadır. “Ve Rab Allah adamın üzerine derin uyku getirdi, ve o uyudu; ve onun
kaburga kemiklerinden birini aldı, ve yerini etle kapadı. Ve Rab Allah adamdan aldığı
kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adama getirdi. Ve adam dedi ki: Şimdi bu benim
kemiklerinden kemik, ve etimden ettir, buna Nisa denilecek, çünkü o insandan alındı” (Kitab-ı
Mukaddes, Tevrat, İstanbul, 1969, Tekvin, 2/21-23)
Havva’nın Adem’in kaburga kemiklerinden yaratıldığı ile ilgili olarak hem hadis hem de
tefsir kaynaklarında israiliyyattan geçen bilgiler geniş bir şekilde hemen hemen bütün tefsir
ve hadis kitaplarında ve şerhlerinde yer almıştır. Burada bir kaçı verilmekle yetinilecektir.
Buhari, Sahih, Nikah, 45, Enbiya, 1; Müslim, Sahih, Rada, 61-62; Darimi, Sünen, Nikah, 35;
İbn Mace, Sünen, Tahare, 77; Ahmed, Müsned, II, 428, 449, 530, V, 151, 164, VI, 279;
Mübarekfuri, Tuhfetü’l-Ahvezi, IV, 367, VIII, 462; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VII, 12; Nevevi,
Muhyiddin, el-Minhac Şerhu Sahihi Müslim el-Haccac, Beyrut, 1997, IX-X, 300-301;
Zemahşeri, Keşşaf, I, 461; Ebu’s-Suud, Tefsir, I, 476; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, II, 423;
Hazin, Alaaddin Ali b. Muhammed b. İbrahim, Lübabü’t-Te’vil fi Meani’t-Tenzil, Mısır,
1318, I, 313. Konuya farklı yönlerden yaklaşan bilgi için bkz. Atay, Hüseyin, Kur’an’a Göre
Araştırmalar I-III, Ankara, 1997, 77-86; Harman, Ömer Faruk, DİA, Havva, İstanbul, 1997,
XVI, 542-544.
Fatır 35/24.
En’am 6/9.
52
peygamberler gelmedi mi!”239 buyurdu. Bu insanlar ve cinlerin peygamberlerinin,
bütünün parçalarından bir parçasının olmasını gerektirir. Bu ayetin zahirinden
yola çıkarak cinlerden peygamber geldiğini ispat etmek mümkün değildir. 2Peygamberler insanlardandı, denmesi zor değildir. Cinlerden bir gurup,
Peygamber’in kelamını işitiyorlar, kavimlerine geliyorlar, Peygamber’den
işittiklerini onlara haber veriyorlar, böylece cinleri uyarıyorlardı. Allah’ın “Hani
cinlerden bir gurubu, Kur'an'ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur'an'ı
dinlemeye hazır olunca birbirlerine "Susun" demişler, Kur'an'ın okunması bitince
uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi”240 buyurdu. 3- Bu konudaki üçüncü
yorum ise Vahidi’nin sözüdür. Vahidi şöyle demektedir. “İkisinden inci ve
mercan çıkar.”241 ayeti ile ikisinden biri yani tatlı su değil tuzlu su kastedildiği
gibi burada da durum böyledir. “Sizden peygamberler” ayetiyle Allah Teâla “sizin
ikinizin bir tanesinden” demek istemiştir. O bir tane de cin değil insandır. Razi,
devamla, kendi görüşü olarak şunu ifade etmektedir. Yukarıdaki ilk iki durumda
ayetin zahirini terk etmeye gerek yoktur. Ancak üçüncü durumda ayetin zahirini
terk etme zorunluluğu vardır. Ayrı her hangi bir delil olmadan buna varılması
mümkün değildir.242
Nesefi de ilgili ayetin tefsirinde Razi’nin genişçe açıkladığı konuyu kısa
bir şekilde açıklamış ve şöyle demiştir: “Dahhak, insanlara kendi cinslerinden
peygamber gönderildiği gibi cinlere de kendi cinslerinden peygamber
gönderilmiştir. Çünkü cinler cinlerle kolay anlaşırlar. Ayetin zahiri de bunu ifade
etmektedir. Diğerleri sadece insanlardan peygamber geldi demektedir. Ayetteki
hitapta insanlarla cinler bir arada ifade edilmiştir. ‘O ikisinden inci ve mercan
çıkar’ ayetinde olduğu gibi insan ve cin cinsinin sadece birinden peygamber
gelmiştir. Yada cin peygamberler Hz. Muhammed’in elçileri konumundadır.”243
Beyzavi, “Sadece insanlardan peygamberler gelmiştir. Bir gurup ayetin
zahirine takılarak her cins yaratığa kendi cinsinden peygamber gönderilmiştir
demektedir. Ama bu düşünce doğru değildir. Cinlerin peygamberleri ancak insan
239
240
241
242
243
En’am, 6/130.
Ahkaf, 46/29.
Rahman, 55/22.
Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, IV, s. 156.
Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.33-34.
53
peygamberlerin elçileri konumundadırlar”244
diyerek konuyla ilgili görüşünü
ifade etmektedir.
Mutezili olan Zemahşeri de bu ayetle ilgili olarak şunları beyan
etmektedir: “Cinlerden peygamberler gelip gelmediği tartışmalıdır. Ayetin
zahirine tutunanlar ülfet ve ünsiyet sağlayacağından dolayı her guruba kendi
cinsinden peygamber gönderilir, dediler. Diğer gurup ise sadece insan cinsinden
peygamber gönderilir, dedi. Bir başka gurup ise ‘kavimlerine uyarıcılar olarak
döndüler’245 ayetini delil göstererek, cinlerin insan peygamberlerin elçileri
olabileceğini iddia ettiler. Kelbi ise Hz. Muhammed’den önce peygamberler
sadece insanlara gönderiliyordu. Hz. Muhammed ise insanlara ve cinlere
gönderilmiştir, demektedir.”246 Elmalılı da, sadece insan cinsinden peygamber
geldiğini, Hz. Muhammed’in de Resulüssekaleyn yani insanların ve cinlerin
peygamberi olduğunu ifade etmektedir.247 Açık bir delil olmamasına rağmen
İslam kültürü Hz. Muhammed’in üstünlüğünü ispat edebilmek için de Hz.
Muhammed’in insanların ve cinlerin peygamberi olduğu düşüncesini öne
çıkarmıştır.248
Akıdetü’t-Tahaviyye’nin şarihi İbn Ebi’l-İzz de, birkaç kişi hariç,
alimlerin çoğunun cinlerden peygamber gönderilmediğini sadece insanlardan
peygamberler gönderildiğini kabul ettiklerini beyan etmektedir.249
Öncelikle insanlar ve cinler bir bütünün parçaları değillerdir. İnsanlar ve
cinler hem yaratılışları hem de yaşadıkları boyutlar olarak farklı farklı
yaratıklardır. Bu çok basit bir bakış ve kavrayışla görülebilecek bir gerçektir. Bu
sebeple bütünün parçalarından bir parçasına peygamber göndermekle diğerlerine
de peygamber gönderilmiştir yaklaşımı doğru değildir.
Razi konuyu şöyle açıklamaktadır. “Cinlerden bir gurup gelip Kur’an’ı
dinliyorlar, sonra kavimlerine dönüp onlara aktarıyorlardı” şeklindeki görüş doğru
244
245
246
247
248
249
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, s. 397-398.
Ahkaf, 46/29.
Zemahşeri, Keşşaf, II, s. 66.
Elmamlılı, Hak Dini, II, s. 518.
Konuyla ilgili olarak özellikle çeşitli ayetlerin tefsiri yapılırken yukarıdaki örneklerde ve
diğerlerinde Hz. Muhammed’in Rasülüssekaleyn olduğu iddia edilmiştir. İsmail Hakkı
Bursevi, Ruhu’l-Beyan, 1306, yy, IV, s. 487; İbn Hacer; İbn Abdilber, İbn Hazm, Cüveyni ve
İbn Teymiye’nin Hz. Muhammed’in hem insanlara ve hem de cinlere gönderildiğini
söylediklerini iddia etmişlerdir. İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VI, 498
İbn Ebi’l-İz, Şerhu’l-Akıdeti’t-Tahaviyye, s. 177.
54
değildir. Çünkü bu konuyla ilgili ayetlerde bu durumun süreklilik arz ettiği yani
hep bu şekilde devam ettiği anlamı çıkmamaktadır. Yani bahse konu olan Ahkaf
suresi yirmi dokuzuncu ayetten; Ne zaman peygamberlere bir ayet gelse,
cinlerden bir gurup yada cinlerin peygamberleri gelip o ayetleri dinliyor, o
ayetleri alıp kavimlerine dönüyorlar ve aynısını kendi kavimlerine bildiriyorlardı,
anlamının çıkması mümkün değildir. Böyle bir şey olabileceği bir anlık kabul
edilse bile, bu durumda sadece insanları ilgilendiren, insanlarla alakalı ayetlerin
ne olacağı ile ilgili problemler ortaya çıkacaktır. Böyle bir durumda cinler
Kur’an’ın ne kadarını alıp da kavimlerine götürecekler, ne kadarını bırakacaklar,
bunun sınırı ne olacak ve bu sınırını kim belirleyecektir. Eğer bunları Allah
belirleyecekse bu durumda Allah’ın onlara da kendi cinslerinden bir peygamber
seçip, emir ve yasaklarını doğrudan onlara bildirmesine engel teşkil edecek durum
nedir? Bu sebeplerle bu şekilde düşünen bilginlerin “cinlerin gelip Hz.
Muhammed’i dinleyip duydukları vahyi kendi kavimlerine aktardıkları”
şeklindeki yaklaşımları doğru değildir.
Dahhak da cinlerin insan peygamberlerin elçileri oluşları ile ilgili şu itirazı
yapmaktadır. Allah, insanlara ve cinlere kendi cinslerinden peygamber
gönderdiğini bildirmiştir. Şayet cin peygamberlerin insan peygamberlerin elçileri
olduğu kabul edilirse bu durumda bunun aksinin de caiz olması gerekir. Bu da
yanlış bir görüştür. Bu sebeple cinlere kendi peygamberleri kendi cinslerinden
gönderilmiştir. Onlar da insan peygamberlerin elçisi değildirler. Allah’ın
elçileridirler.250
Ayrıca cinlerin, “ Doğrusu biz Kur’an-ı dinleyince, ona iman ettik”251
demeleri de onlara kendilerinden bir peygamber gönderilmesine ve o peygambere
içinde İlahi emir ve yasakları taşıyan bir kitabın verilmesine engel teşkil eden bir
durum değildir. Bu olsa olsa, onların yanındaki kutsal bilgilerle, Kur’an’ın
içerdiği bilgilerin aynı olduğunu, yani Kur’an’ın doğru olduğunu gösterir. Bu
sebeple, Razi’nin bu yaklaşımı da doğru değildir.
Üçüncü şıkka, yani “sizin ikinizin bir tanesinden peygamber gönderdik”
açıklamasına gelince; Razi, kendisi de, ayrı bir delil olmadan böyle bir hükme
250
251
İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VI, 498.
Cin, 72/13
55
varılamayacağını, dolayısıyla böyle ayrı bir delilin de olmadığını ifade etmekle,
üçüncü şık da geçersiz olmuş olmaktadır.
Bazı kelamcılar “Resulü’r-Resul” yani “elçinin elçisi” ifadesiyle, cinlerin
insan türünden peygamberlerin elçileri olabileceklerini, doğrudan Allah’ın
peygamberleri olamayacaklarını iddia etmektedirler. Onların bu çeşit düşünceye
varmalarının sebebi herhalde şu nedenlerden biri olsa gerektir: Ya cinler
peygamberliğe layık değildir yada bu konu Hz. Muhammed’i insanların ve
cinlerin peygamberi yaparak onu yüceltme için kullanılan bir malzeme haline
getirilmiştir.252 Konu ile ilgili ortada yoruma mahal bırakmayacak şekilde açık bir
ayet varken, İslam bilginlerinin bazısının cinlerden peygamber gelmediğine dair
düşüncelerini başka bir şekilde açıklamak mümkün değildir. Ayrıca cinlerden
kendi topluluklarına peygamber gelmiş olabileceğini kabul etmekle İslam’a ne
gibi bir eksikliğin gelebileceğini anlamak zor olsa gerektir.
Cinlerden peygamberler gelmiş olması, İslam inancına hiçbir zarar
vermez. Kendilerine kendi cinslerinden peygamber gönderilmesi, insanlar gibi
onların da Allah’ın emir ve yasaklarını kendi peygamberlerinden öğrenmelerinde
İslam’ın bütünlüğüne her hangi bir eksiklik getirmez.
Ayrıca Cin suresi birinci ayetinde belirtilen253 cinlerin gelip Hz.
Muhammed’i dinlemeleri ve yine Ahkaf suresinde cinlerin gelip peygamberi
dinleyip, daha sonra kendi kavimlerine uyarıcılar olarak dönmeleri onlara kendi
cinslerinden peygamberler gönderilmediğine işaret etmez. Çünkü bu iki yaratık
türü yani insan ve cinler farklı türden varlıklardır. Onların Kur’an’ı dinledikleri
bildirilen Ahkaf suresi 29 ve 30. ayetlerinden, biz onların sadece Kur’an’ı
252
253
İbn Abdilber, “Hz. Muhammed insanlara ve cinlere gönderilmiştir. Bu durum da Hz.
Muhammed’in diğer peygamberlere olan üstünlüğü konularından bir tanesidir” demektedir.
(İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VI, 498) Beyhaki de Delail’de, Hz. Muhammed’in resulüssekaleyn
olduğunu, bu sebeple diğer peygamberlerden üstün olduğunu iddia etmiştir. (Beyhaki, Delail,
V, 499) Yukarıda verdiğimiz örneklerin dışında da Müslüman bilginlerin çoğunluğu hem bazı
hadislerin şerhinde ve hem de yeri geldikçe pek çok ayetin ve özellikle de Enbiya suresi yüz
yedinci, Hakka suresi yirmi dokuzuncu ve Cin Suresi ilk ayetlerinin tefsirinde Hz.
Muhammed’in insanların ve cinlerin peygamberi olduğunu iddia etmekten geri
kalmamışlardır. Bunlardan bir kaçı şunlardır. ( İbn Kesir, Tefsir, III, 340; Kurtubi, Ahkamu’lKur’an, VII, 57; İbn Hacer, Fethu’l-Bari, VI, 498; Zemahşeri, Keşşaf, II, 66; Elmalılı, Hak
Dini, III, 518; Sabuni, Muhammed Ali, Muhtasaru Tefsiri İbn Kesir, 1981, Beyrut, I, s. 11)
“Resûlüm! De ki: Cinlerden bir topluluğun benim okuduğum Kur'an'ı dinleyip de şöyle
söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik .Doğru
yola iletiyor, ona iman ettik. Artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.” Cin, 72/1-2.
56
dinlediklerini değil, aynı zamanda cinlerin Hz. Musa’ya indirilen Tevrat’tan da bir
şekilde haberdar olduklarını öğrenmekteyiz.254 Yine onların insanoğlu ile beraber
varlıklarını sürdüren ve hatta ataları olan Cann’ın insanlardan önce yaratıldıklarını
bilmekteyiz.255 İnsanlardan önce var iseler bu durumda onların hesaba
çekilebilmeleri için onlara sorumluluklarını anlatan, onlara örnek olan bir
uyarıcıya yani bir peygambere ihtiyaçları olduğu açıktır. Onun için İslam
kültüründe Hz. Muhammed’e biraz daha kutsallık atfetmek için, O’nun insin ve
cinin peygamberi olduğu şeklindeki düşünce doğru değildir. Hz. Muhammed
sadece insanların peygamberidir. Hz. Muhammed’in hem insanlara hem de
cinlere Peygamber olarak gönderildiğini kabul edersek, bu durumda varlıkları Hz.
Muhammed’den ve hatta insanların atası Hz. Adem’den öncesine dayanan
cinlerin sorumlu tutulabilmelerini açıklamak mümkün olmayacaktır.
Varlıkları ve hesaba çekilecekleri çok açık olan cinlerin bir hesaba tabi
tutulabilmeleri için onların bir takım emir ve yasaklara tabi tutulmaları gerekir.
Bu durum da yukarıdaki ayette açık bir şekilde belirtilmiştir. Cinlerin yapıp
ettiklerinden hesaba çekilebilmeleri için kendilerine kendileriyle alakalı ilahi
önerileri ulaştıracak bir elçinin gelmesi gerekmektedir. İşte bu konu İslam
bilginleri arasında tartışılmış, bu tartışmalar sonucunda daha ziyade geleneğin de
ağır basması sonucu cinlere, cinlerden
peygamber gelmediği görüşü ortaya
çıkmıştır. Onun yerine cinlerin ancak insan peygamberlerin elçileri olabileceği
fikri kabul görmüştür.
Sonuç olarak Allah cinlere kendi cinslerinden peygamberler göndermiştir.
Bu düşünce İslam dininin bütünlüğüne bir halel getirmez. Ayrıca bu düşünce
Kur’an’ın ruhuna da uygundur.
254
255
“ Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa'dan sonra indirilen, kendinden öncekini
doğrulayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik.” Ahkaf, 46/30.
Elmalılı, Hak Dini, V, s.207; Kılavuz, Ahmet Saim, “Cin”, DİA, İstanbul, 1993, VIII, s. 8.
57
C. PEYGAMBERİN GÖREVİ
1- ELÇİ OLMASI
Elçinin Arapça karşılığı resul’dür. Resul kelimesi r-s-l kökünden türemiş
olup, gönderilmiş, elçi, belli bir mesaj ve sözü taşıyan, belli bir görev verilerek bir
yere gönderilen kimseye denir.256 Aynı kökten türeyen irsal, yöneltmek, tevcih
etmek ve göndermek anlamına gelmektedir.257 Resul, birisine teslim etmek üzere
mektup verilen kişi anlamına da gelmektedir.258 Kur’an’da peygamberler için
resul259 kelimesi kullanıldığı gibi mürsel260 kelimesi de kullanılmıştır. Risalet ise
gönderilen mesaj, peygamberlik görevi anlamına gelmektedir.261
Elçi, günümüzde terim anlamı olarak bir hükümdarın ya da bir devletin
başka bir hükümdara ya da devlete gönderdiği temsilci,262 başka bir tarife göre bir
devlet tarafından diğerine gönderilen ve orada kendi devletini temsil eden kimse
anlamına gelmektedir.263
Cürcani
resulü,
Allah’ın
hükümlerini
insanlara
ulaştırmakla
görevlendirdiği kişi şeklinde tanımlamıştır.264 Taftazani risaleti, insanlarla Allah
arasında elçilik yapmak265 olarak açıklamıştır. Buradan çok açık bir şekilde
anlaşılmaktadır ki, resulun yani peygamberin görevi Allah’tan aldığı vahyi
insanlara ulaştırmasıdır. Isfahani resulü, bir yerde sözü yüklenen, başka bir yerde
peygamberliği ve sözü yüklenen şeklinde açıklamıştır. O, “Allah’ın resulü” ile
bazen meleklerin, bazen de peygamberlerin kastedildiğini belirtmektedir.266
R-s-l kökünden türeyen kelimeler Kur’an’da beş yüz on üç yerde
geçmektedir.267 Bu kökten türeyen kelimelerden yetmiş bir tanesi peygamberlikle
alakalı olmayıp değişik anlamlarda kullanılmıştır. Bunlardan bir kısmı
256
257
258
259
260
261
262
263
264
265
266
267
Cürcani, Ta’rifat, s. 75.
Zebidi, Tac, XIV, s. 281.
İbn Fürek, Mücerred, s.174.
Bakara, 2/87, 101, 143, 214, 285; Ali İmran 3/32, 53,81, 86.
A’raf, 7/75; Rad, 13/43.
İbn Manzur, Lisan, XI, s. 283-284.
Büyük Larousse, İstanbul, ts., VII, s. 3605, Elçi mad.
Örneklerle Türkçe Sözlük, MEB, Ankara, 1995, I, s. 817.
Cürcani, Ta’rifat, s. 75.
Taftazani, Sadeddin Mes’ud b. Ömer, Şerhu’l-Akaidi’n-Nesefi, ty, yy, s. 61.
Isfehani, Müfredat, s. 353.
M. Fuad Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-Müfehres, rsl mad. s.312-320
58
meleklerden olan elçiler,268 başka bir kısmı insanlardan her hangi bir iş için
görevlendirilen kişiler,269 diğer bir kısmı da rüzgar,270 sel,271 ses,272 tufan, çekirge
ve
haşere273
gibi bir kısım milletleri cezalandırmak için gönderilenler için
kullanılmıştır.
İşte bu kullanımlardan bir kısmı peygamberlerin görevlerinin elçilik
olduğunu beyan ederken onların elçilik yönlerine vurgu yapmaktadır.
Peygamberlerin elçilik yönlerine vurgu yapan ayetlerden bazıları şunlardır.
“Nitekim kendi içinizden size âyetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran,
size Kitab'ı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir elçi
gönderdik.”274 “Hud: "Ey kavmim! ben beyinsiz değilim; fakat ben âlemlerin
Rabbinin gönderdiği bir elçiyim" dedi.”275 “Musa dedi ki :"Ey Firavun! Ben
âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim.”276
“Muhammed, sizin
erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat o, Allah'ın elçisi ve
peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.”277 “ Muhammed
Allah'ın elçisidir. ”278
İşte yukarıda anlamlarını verdiğimiz ayetlerde ve diğerlerinde279 öne çıkan
vurgu peygamberlerin elçi oluşlarıdır. Ayetlerde hem Hz. Muhammed, hem de
Kur’an’da zikredilen Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Musa ve İsa gibi
peygamberlerin peygamber oldukları vurgusu yapılmaktadır. Peygamberlerin ilk
268
269
270
271
272
273
274
275
276
277
278
279
Elçi kelimesinin Kur’an’da melekler için kullanıldığı yerlere şu ayetler örnek verilebilir.
Meryem’e çocuk hibe etmek için gelen melek (Meryem 19/19), vahiy meleği Cebrail (Hakka
69/40,Tekvir 81/31),ruhları alan melek Azrail (En’am, 6/61; A’raf, 7/37), insanların
yaptıklarını kaydeden kiramen katibin melekleri (Yunus 10/21; Zuhruf, 43/80), Lut’a yardım
için gelen melekler (Hud, 11/81; Hıcr, 15/ 61), İbrahime çocuğu olacağını müjdelemek için
gelen melekler. (Hicr, 15/57; Zariyat 51/31)
Sebe melikesinin Süleyman’a gönderdiği elçi. (Neml,27/35)
İsra, 17/69; Zariyat 51/41; Hakka, 69/6; Rum, 30/51; Ahzab, 33/9; Fussilet 41/16; Ankebut,
29/40 ve Kamer 54/19, vd.
Sebe, 34/16.
Ankebut, 29/40; Kamer 54/31.
A’raf, 7/133.
Bakara, 2/151.
A’raf, 7/67.
A’raf 7/104.
Ahzab, 33/40.
Fetih, 48/28.
Bkz. Bakara, 2/129; Ali imran, 3/49,164; Nisa, 4/79; A’raf, 7/67; İsra, 17/93; Ta-Ha, 20/134;
Mü’minun, 23/32; Kasas, 28/47; Hucurat, 49/3,7, Zariyat, 51/52, Münafikun, 63/1,5; Hakka,
69/10,40; Müzzemmil, 73/15-16; Tekvir, 81/19; Şems, 91/13; Beyyine, 98/2; Şuara, 26/16,
105-110, 124-129, 160-164, 176-180, Saf, 61/5, Saf, 61/6, Duhan, 44/13, 17-18; Zuhruf,
43/46, A’raf 7/158.
59
olarak üzerinde durdukları şeyin başında, kendilerinin, sadece birer elçi
olduklarını
beyan
edişleri
gelmektedir.
Buradan
da
açık
bir
şekilde
anlaşılmaktadır ki, peygamberlerin görevleri elçiliktir. Yani peygamberler Allah
ile insanlar arasında birer elçidirler. Elçi olmaları nedeni ile Allah’tan aldıkları
vahyi insanlara herhangi bir değişikliğe uğratmadan aynısı ile ulaştırmaları söz
konusudur. Nitekim Kur’an’da: “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.
Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan
koruyacaktır”280
buyurulmaktadır.
Yukarıdaki
ayette
görüldüğü
üzere
Peygamberler elçilik görevi gereği tebliğ yapmazlarsa Allah’ın elçiliğini
yapmamış olacakları bildirilmiştir. Bu sebeple elçi, kendisini elçilik görevi ile
görevlendiren kimsenin emrinin dışına çıkamaz. Eğer çıkarsa bu durumda elçilik
görevini yapmamış olur.
Peygamberler için çeşitli olaylar karşısında ikaz edilme durumu
gerçekleşmiş,281 ancak özel bir görevle görevlendirildikleri için ve kendilerine
yapılan ikazlara hemen uydukları için azledilme durumu gerçekleşmemiştir.
Ancak Yunus peygamber örneğinde olduğu gibi cezaya çarptırılmış ve sonra
bağışlanmıştır.282
Yunus’un halkı Yunus şehirden ayrıldıktan sonra durumun ciddiyetini
anlamışlar, geçmiş milletlerde olduğu gibi başlarına toptan yok edilmeyle
sonuçlanacak bir cezanın gelebileceğini düşünerek hepsi birden Allah’a iman
etmişlerdir.283 Yunus geri döndüğünde onları Allah’a inanır halde bulmuştur.284
280
281
282
283
Maide, 5/67.
Hz. Adem’in Allah’ın emrini ihmal edip çiğnediği için cennetten çıkarılması (Bakara, 2/36),
Hz. Nuh’un oğlunun boğulması sonucunda Allah’a “Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da
ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.” (Hud, 11/45)şeklindeki
yakarışı ile ilgili olarak “Ey Nuh! O asla senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir
iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı
tavsiye ederim” denilerek ikaz edilmesi (Hud, 11/46-47), Hz. Yunus’un kavmine kızıp
onlardan ayrıldıktan sonra gemiye binmesi sonucunda denize atılıp balığın yutması ile bir
nevi cezaya çarptırılması (Saffat, 37/139-148), Hz. Muhammed’in Abdullah ibn Ümmi
Mektum (Abese, 80/1-10), Bedir esirleri (Enfal, 8/67) gibi konularda uyarılması, bunlara
örnek teşkil etmektedir.
Saffat, 37/139-148; Enbiya, 21/87; Elmalılı, HakDini, VI, 451-454; Sabuni, M. Ali, Safvet,
III, 44.
“Yunus'un kavmi müstesna, halkını yok ettiğimiz ülkelerden herhangi bir ülke halkı, keşke
kendilerine azap gelmeden iman etse de bu imanları kendilerine fayda verseydi! Yunus'un
kavmi iman edince, kendilerinden dünya hayatındaki rüsvaylık azabını kaldırdık ve onları bir
süre dünya nimetlerinden faydalandırdık.” (Yunus, 10/98)
60
Bir örnek bile olsa yukarıdaki olay peygamberlerin elçilik görevlerini
yapmadıkları zaman bir şekilde cezalandırılacağını şüpheye mahal bırakmayacak
bir şekilde göstermektedir.
Elçilik görevinde elçi verilen görevin dışına çıkamaz, aldığı göreve her
hangi bir ilave yapamadığı gibi herhangi bir eksiklik de yapamaz. Yani
peygamberler Allah’tan almış oldukları vahye, ne herhangi bir ilave yapabilirler
ve nede eksiltme yapabilirler. Bu duruma şu ayette açık bir şekilde vurgu
yapılmaktadır. “ Belki de sen müşriklerin: "Ona bir hazine indirilseydi veya
onunla beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan
âyetlerin bir kısmını duyurmayı terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır.
İyi bil ki sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekîldir.”285
Peygamberler, elçilik konum ve görevleri sebebi ile aldıkları vahyi
insanlara getirirler. Bu durum şu ayetlerde çok açık bir şekilde tüm insanlığa
bildirilmiştir. “Andolsun senden önce de peygamberler gönderdik ve onlara da
eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmadan hiçbir peygamber bir ayet
getiremez.”286 Şu ayette de aynı duruma işaret edilmiştir. “Andolsun, senden önce
de peygamberler gönderdik. Onlardan sana kıssalarını anlattığımız kimseler de
var, durumlarını sana bildirmediğimiz kimseler de var. Hiçbir peygamber Allah'ın
izni olmaksızın herhangi bir âyeti kendiliğinden getiremez.”287
Peygamberler, Allah’ın kendilerine tebliğ edilmesini emrettiği şeyin tersini
yapamazlar. Bu onlar için muhal bir durumdur. Bu hususa da şu ayette işaret
edilmiştir. “Hiçbir insanın, Allah'ın kendisine Kitap, hikmet ve peygamberlik
vermesinden sonra kalkıp insanlara: Allah'ı bırakıp bana kul olun! demesi
mümkün değildir. Bilakis şöyle demesi gerekir: Okutmakta ve öğretmekte
olduğunuz Kitap uyarınca Rabbe hâlis kullar olunuz.”288
284
285
286
287
288
Kur’an’da olay şöyle yer almıştır: “Doğrusu Yunus da gönderilen peygamberlerdendi. Hani o,
dolu bir gemiye binip kaçmıştı. Gemide olanlarla karşılıklı kur'a çektiler de kaybedenlerden
oldu. Yunus kendini kınayıp dururken onu bir balık yuttu. Eğer Allah'ı tesbih edenlerden
olmasaydı, Tekrar diriltilecekleri güne kadar onun karnında kalırdı. Halsiz bir vaziyette
kendisini dışarı çıkardık. Ve üstüne gölge yapması için kabak türünden geniş yapraklı bir
nebat bitirdik. Onu, yüz bin veya daha çok kişiye peygamber olarak gönderdik. Sonunda ona
iman ettiler, bunun üzerine biz de onları bir süreye kadar yaşattık.” (Saffat, 37/139-148)
Hud, 11/12.
Ra’d, 13/38-39.
Mü’min, 40/78.
Ali İmran 3/79.
61
Peygamberler sadece elçi olduklarından dolayı diğer insanlardan
farklıdırlar. Başka yönlerden hiçbir farklılıkları yoktur. Çünkü onlar da yer içer,
yaşar ve ölürler. Bu husus da Kur’an’da hem inanmayanlar, hem de peygamberler
tarafından şu şekilde ifade edilmektedir. “Onlar şöyle dediler: Bu ne biçim
peygamber; yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor!”289 “Peygamberleri dedi ki:
Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizin
günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yaşatmak
için sizi hak dine çağırıyor. Onlar dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan başka
bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek
istiyorsunuz. Öyleyse bize, apaçık bir delil getirin! Peygamberleri onlara dediler
ki: "Evet biz sizin gibi bir insandan başkası değiliz."”290
Peygamberlerin diğer insanlardan en büyük farkları, elçi olmaları sebebi
ile vahiy almalarıdır. “De ki: Ben, yalnızca sizin gibi bir beşerim. Şu var ki bana,
İlâh'ınızın, sadece bir İlâh olduğu vahyolunuyor.”291 Benzer bir ayette de aynı
durum şu şekilde beyan olunmaktadır. “Resûlüm! Biz seni ancak âlemlere rahmet
olarak gönderdik. De ki: Bana sadece, sizin ilâhınızın ancak bir tek Allah olduğu
vahyedildi. Hâla müslüman olmayacak mısınız? Eğer yüz çevirirlerse de ki: Bana
emrolunanı hepinize açıkladım. Artık size vâdolunan şeyin yakın mı uzak mı
olduğunu bilmiyorum.”292
a. Tebliğ
Elçi olmaları nedeniyle peygamberlerin en başta gelen görevleri tebliğdir.
Peygamberler Allah’ın elçisi olduklarına göre Allah elçisinden ne istemektedir?
Bu konuda Kur’an ne demektedir? Her şeyden önce Allah elçisinden gönderdiği
mesajı insanlara bildirmesini istemektedir.293
Sözlük anlamı olarak tebliğ, ulaştırmak,294 bildirmek, açıklamak
demektir.295 Bu kelime b-l-ğ kökünden tef’ıl babının masdarıdır. Masdarları
289
290
291
292
293
294
Furkan,25/7.
İbrahim, 14/10-11. Bkz. Kehf, 18/110;Enbiya, 21/3; Mü’minün, 23/24;Yasin, 36/15. vd.
Kehf 18/110.
Enbiya, 21/107-109.
Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara, 1992, s.59.
Firuzabadi, Kamus, s. 1007.
62
Büluğ ve belağ olan b-l-ğ ise, ister zaman, ister mekan, isterse de yapılması takdir
edilen işlerden bir işin maksadı ve varılacak yeri bakımından en son noktasına
ulaşmak, varmak; başka bir anlamda ise, iş nihayetlenmese de o işle şereflenmek
anlamına gelmektedir.296 Zebidi ve İbn Manzur b-l-ğ’yı ulaştı, nihayetlendi,
ulaştırdı olarak tanımlamışlardır.297 Belağ ise iblağ ve tebliğden isim olup
ulaştırma,298 muradına ulaşma,299 tebliğ ve kifayet etme, yani yeterli olma
manasına gelmektedir.300 Baliğ ise hem ulaştıran anlamına gelmekte, hem de ister
erkek ister kız olsun buluğa eren çocuk için kullanılmaktadır.301 “Şüphesiz Allah
emrini ulaştırandır”302 ayetinde baliğ ulaştırma anlamında kullanılmıştır.
Tebliğ, terim anlamı olarak; peygamberlerin, Allah tarafından tebliğine
memur oldukları şeyleri ümmetlerine eksiksiz, tam olarak ulaştırmalarıdır.303
Başka bir ifade ile Allah’ın mesajlarını bildirme işidir.304
Peygamber, peygamber olması nedeniyle Allah ile kullar arasında elçidir.
Elçinin en temel görevi ise tebliğdir.
Kur’an’da peygamberlerin görevinin, yüklenmiş oldukları peygamberlik
görevi sebebi ile sadece ve sadece insanlara tebliğ olduğu aşağıdaki şu ayetlerde
açıkça bildirilmektedir.
“Size Rabbimin vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum ve ben
sizin bilmediklerinizi Allah'tan gelen vahiy ile biliyorum. Size Rabbimin
vahyettiklerini duyuruyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm.”305
“Ey Muhammed! Âd kavminin kardeşi Hud'u hatırla. Zira o, kendinden
önce ve sonra uyarıcıların da gelip geçtiği Ahkaf bölgesindeki kavmine: Allah'tan
başkasına kulluk etmeyin. Ben sizin büyük bir günün azabına uğramanızdan
korkuyorum, demişti. "Sen bizi tanrılarımızdan çevirmek için mi bize geldin?
295
296
297
298
299
300
301
302
303
304
305
Gölcük-Toprak, Kelam, s. 283.
Isfehani, Müfredat, s. 144; Firuzabadi, Kamus, 1007.
İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 419; Zebidi, Tac, XII, s. 7.
Zebidi, Tac, XII, s. 8.
İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 419.
Isfehani, Müfredat, s. 144; Firuzabadi, Kamus, 1007; Zebidi, Tac, XII, s. 8; İbn Manzur,
Lisan, VIII, s. 419.
Firuzabadi, Kamus, 1007; Zebidi, Tac, XII, s. 7; İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 420.
Talak, 65/3.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Muvazzah İlmi Kelam, İstanbul, 1342 h., s.201.
Gölcük-Toprak, Kelam, s. 283.
A’raf, 7/62, 68.
63
Hadi, doğru söyleyenlerden isen, bizi tehdit ettiğin şeyi başımıza getir" dediler.
Hûd da! Onun bilgisi ancak Allah'ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi
tebliğ ediyorum. Fakat sizin cahil bir kavim olduğunuzu görüyorum, dedi.” 306
Tebliğ görevi doğrudan doğruya peygamberlere tevdi edilmiştir. Onlar
yüklenmiş oldukları bu sorumluluğun ağırlığını en iyi şekilde bilmişler ve ilahi
emanetin gereğini ne pahasına olursa olsun yerine getirmişlerdir. Bu sorumluluk
bütün insanlığın hayat ve ölümünü, saadet ve ızdırabını mükafat ve cezasını
ilgilendiren bir sorumluluktur.307 İşte peygamberler bu sorumluluklarını yerine
getirirlerken pek çok sıkıntıya katlanmışlar bir çoğu öldürülmüş,308 bir çoğuna
işkence yapılmıştır.309 Ancak bütün bunlara rağmen onlar tebliğ görevlerinden
asla geri durmamışlardır. Allah’tan başka kimseden korkmamışlardır. Bu gerçek
de şu ayette ifadesini bulmuştur. “O peygamberler ki Allah'ın gönderdiği emirleri
duyururlar, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar.”310
Peygamberlerin yapmış olduğu tebliğ, diğer bir kısım insanların değişik
amaç ve gayeler için yaptıkları işe asla benzemez. Onlar hiç kimseden karşılık
beklemeksizin sadece Allah’a güvenerek davalarını duyurmuşlardır. İşte bütün
bunlar onların peygamberliğinin hak olduğunun kanıtıdır. Peygamberlerin tebliğ
vazifelerini yapmaları, onların Allah tarafından gönderilip, doğruluklarını
gösteren bir delildir.311 Şu ayeti kerimede de tebliğ görevi peygambere emir
siygasıyla bildirilmiştir. “Ey Resûl! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu
306
307
308
309
310
311
Ahkaf 46/21-23.
Ata, Peygamberin Risaleti, s.92.
“ "Gerçekten Allah fakir, biz ise zenginiz" diyenlerin sözünü andolsun ki Allah işitmiştir.
Onların bu dediklerini, haksız yere peygamberleri öldürmeleri ile birlikte yazacağız ve
diyeceğiz ki: Tadın o yakıcı azabı!” Ali İmran, 3/181. Bkz. Bakara, 2/61, 91; Ali İmran,
3/112; Nisa, 4/155.
Başta Hz. Muhammed olmak üzere peygamberlerin büyük çoğunluğu hiçbir ücret istemeden,
sadece ve sadece insanların dünya ve ahirette mutluluğa erişmeleri için Allah’ın dinini tebliğ
ettiklerinden dolayı çok büyük sıkıntılara maruz kalmışlardır. Hz. Muhammed’in Mekke
döneminde on üç yıl boyunca özellikle boykot yılarında, Taif’te ve Uhud’da çekmiş olduğu
sıkıntılar çok büyük olmuştur. (Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ,
İstanbul, 1980, c.1, s.122-127, 253-258; Cevdet Paşa, Kısası Enbiya, I, s. 100-101, 161-191;
Cevdet Paşa, Hz. Muhammed’in Hayatı, s. 61, 122-150; Sıbai, Mustafa, Hz. Muhammed’in
Hayatı, çev, Hüseyin Sevme, İstanbul, 1991, s. 49-50, 60; en-Nedvi, Ebu’l-Hasen Ali elHaseni, Sireti Hetemennnebiyin, çev. İsmet Ersöz, İstanbul, 1981, s. 50-55.) Diğer
peygamberlerin hayatları ve çekmiş olduğu sıkıntılar için bkz. Aydemir, Abdullah, İslami
Kaynaklara göre Peygamberler, Ankara, ty, yy.; Sabuni, Muhammed Ali, en-Nübüvvetü ve’lEnbiya, Beyrut, 1985; Köksal, M. Asım, Peygamberler Tarihi, I-II, Ankara, 2004.
Ahzab, 33/39.
Said Havva, er-Resul, Beyrut, 1979, s. 86.
64
yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan
koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez.”312 Beyzavi bu
ayeti; “indirilenin tümünü tebliğ et eğer bir kısmını tebliğ etmezsen tamamını
tebliğ etmemiş olursun” şeklinde yorumlamaktadır. Çünkü bir kısmını gizlemekle
tamamını gizlemek arasında çok fark yoktur. Her iki durum da azabı gerektirir.313
Ayeti kerimede görüldüğü üzere peygamber, peygamber olması hasebi ile tebliğ
görevini yapmamazlık edemez. O, vahyin bir kısmını ya da tamamını gizleyemez.
Bir ayette şöyle buyurulmaktadır. “Andolsun ki senden önceki peygamberler de
yalanlanmıştı. Onlar, yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler,
sonunda yardımımız onlara yetişti.”314 İmam Maturidi Allah’ın bu ayetle Hz.
Muhammed’i ikaz ettiğini belirterek O’nun karşılaştığı sıkıntıları en iyi şekilde
bildiğini, daha önceki peygamberlerin de benzer muamelelere maruz kaldıklarını,
onların sabrettiklerini, fakat sonunda kendi yardımının onlara ulaştığını,
dolayısıyla bu durumda tebliğden vazgeçerse bunda mazur sayılamayacağını ifade
etmektedir.315
Peygamberler tebliğ görevlerini yerine getirirlerken kendi arzularına, heva
ve heveslerine göre bir din oluşturamazlar. Vahyi alır ve onu tebliğ ederler.
Nitekim bu durum Kur’an’da “O peygamberler ki Allah'ın gönderdiği emirleri
duyururlar, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap
görücü olarak Allah yeter”316 ayetiyle ifadesini bulmuştur. Peygamberlerin,
insanların itikatlarına aykırı düşen şeyleri emretmeleri, alışageldikleri şeyleri
onlardan yasaklamaları sebebiyle tebliğ vazifesinin cesaret gerektirdiğine işaret
edilmiştir.317
Tebliğ görevini yerine getirdikten sonra peygamberin sorumluluğu biter.
tebliğiyle
memur
oldukları
toplumdaki
kişilerin
inanıp
inanmamaları
peygamberin değil kendilerinin sorunudur. Peygamber çok istese de kişilerin
inanıp inanamamasına bir müdahalesi olamaz. Peygamberler onları kendi özel
312
313
314
315
316
317
Maide 5/67.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil , I, s. 275-276.
Enam, 6/34.
Maturidi, Te’vilat, II, s. 112.
Ahzab, 33/39.
Eşkar, Ömer Süleyman, er-Rusül ve’r-Risalat, Kuveyt, 1985, s.43,
65
gayretiyle imana getiremez.318 İmanın ve küfrün kişilerin kendi tercihleri olduğu
Kur’an’da değişik ayetlerde beyan edilmiştir.319
Başta Eş’ari olmak üzere bazı kelamcıların nebilerin tebliğ görevi ile
görevli olmayabileceklerini ileri sürmüşlerdir. Nebi ve resul kelimeleri arasında
bir fark olmadığı, bunların birbirlerinin yerine kullanılabilen kelimeler olduğu
ifade edilmişti. İşte bu sebeple klasik yaklaşımla kendilerine ister nebi, isterse de
resul densin, bütün peygamberlerin görevlerinin tebliğ olduğu aşikardır. Bu
gerçek bütün peygamberlerin diliyle ifade edilmiş ve onların görevleri
bakımından ortak noktalarının tebliğ olduğu açıklanmıştır. Nuh “Size Rabbimin
vahyettiklerini duyuruyorum, size öğüt veriyorum”320 dedi. “Salih o zaman
onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin
vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri
sevmiyorsunuz.”321, “ Şuayb, onlardan yüz çevirdi ve dedi ki: Ey kavmim! Ben
size Rabbimin gönderdiği gerçekleri duyurdum ve size öğüt verdim. Artık kâfir
bir kavme nasıl acırım!”322, “Hud dedi ki "Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki
benimle size gönderileni ben size bildirdim."”323 Hz. Muhammed ile ilgili olarak
da şöyle buyurulmaktadır. “Ey Resulüm! Yine de yüz çevirirlerse, artık sana
düşen ancak açık bir tebliğden ibarettir.”324
Kendilerine peygamber gelen millet ve topluluklar gelen mesaja
inanmayıp ondan yüz çevirirlerse, bu durumda peygambere düşen görevin sadece
tebliğden ibaret olduğu şu ayette ortaya konulmuştur. “Eğer seninle tartışmaya
girerlerse de ki: "Bana uyanlarla birlikte ben kendimi Allah'a teslim ettim." Ehl-i
318
319
320
321
322
323
324
“Bu yeni Kitab'a inanmazlarsa ve bu yüzden helâk olurlarsa arkalarından üzüntüyle neredeyse
kendini harap edeceksin.” Kehf 18/6 “O halde onlar için üzülerek kendini helak etme.” Fatır,
35/8.
“Yahudiler peygamberlerle alay ederek "Kalplerimiz perdelidir" dediler. Hayır; küfür ve
isyanları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir.” Bakara, 2/88; “Kim imanı küfre değişirse,
şüphesiz dosdoğru yoldan sapmış olur.” Bakara, 2/108; “Sizden kim, dininden döner ve kâfir
olarak ölürse, onların yaptıkları işler dünyada da ahirette de boşa gider. Onlar
cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar.” Bakara, 2/217. “Allah zalim kimseleri hidayete
erdirmez.” Bakara 2/258. “Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.” Bakara 2/264. “Allah, fasıklar
topluluğuna hidayet etmez.” Maide 5/108. “Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, yoldan
çıkmalarından dolayı onlar azap çekeceklerdir.” (En’am, 6/49) Bkz. Nisa, 4/175; Maide, 5/1516; En’am, 6/122,125; Fatır, 35/8; Muhammed, 47/4-6.
A’raf, 7/62.
A’raf, 7/79.
A’raf, 7/93.
Hud, 11/57.
Nahl, 16/82.
66
kitaba ve ümmîlere de: "Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?" de. Eğer teslim
oldularsa doğru yolu buldular demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen,
sadece duyurmaktır.”325
Benzeri bir ifade bu sefer doğrudan Allah’ın beyanı olarak ifade edilmiş
ve elçiye düşen görevin apaçık bir tebliğ olduğu belirtilmiştir. “Allah'a itaat edin,
Resûle de itaat edin ve kötülüklerden sakının. Eğer yüz çevirirseniz bilin ki
Resûlümüzün vazifesi apaçık duyurmak ve bildirmektir.”326 Yine başka bir ayette
“Peygambere düşen görev sadece ve sadece tebliğ etmektir”327 buyurulmaktadır.
İnkar etmekten kaynaklanan hesabın ve yaptırımların Allah’a ait olduğunu,
peygamberlere düşen görevin ise sadece tebliğ olduğu bizlere hatırlatılmaktadır.
“Biz, onlara vaat ettiğimiz azabın bir kısmını sana göstersek de veya ondan önce
seni öldürürsek de sana ancak tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız bize aittir.”328
Allah, insanlara verdiği çeşit çeşit nimetlerini saydıktan sonra insanların
iman etmelerini istemektedir. Hz. Muhammed’e hitaben, o’na düşen görevin
sadece tebliğ olduğunu belirtmektedir. “ Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi
analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler
verdi. Göğün boşluğunda emre boyun eğdirilmiş olarak uçuşan kuşları görmediler
mi? Onları orada Allah'tan başkası tutamaz. Kuşkusuz bunda inanan bir toplum
için ibretler vardır. Allah, evlerinizi sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı ve
sizin için davar derilerinden gerek göç gününüzde, gerekse konaklama
gününüzde, kolayca taşıyacağınız evler; yünlerinden, yapağılarından ve
kıllarından bir süreye kadar faydalanacağınız bir ev eşyası ve bir ticaret malı
meydana getirdi. Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı. Dağlarda da
sizin için barınaklar yarattı. Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi
koruyacak zırhlar yarattı. İşte böylece Allah, müslüman olmanız için üzerinize
nimetini tamamlıyor. Ey Resûlüm! Yine de yüz çevirirlerse, artık sana düşen
ancak açık bir tebliğden ibarettir.” 329
325
326
327
328
329
Ali İmran, 3/20.
Maide, 5/92.
Maide, 5/99.
Ra’d, 13/40.
Nahl, 16/78-82.
67
Allah, inkarcıların inkarlarının sebebi olarak Allah’ı göstermelerine
cevaben geçmiş milletlerin de aynı mazereti ileri sürdüklerini beyan ettikten sonra
Peygambere tebliğden başka bir görev düşmeyeceğini açıklamaktadır: “Ortak
koşanlar dediler ki: "Allah dileseydi ne biz ne de babalarımız ondan başkasına
tapardık. Onun emri olmadan hiçbir şeyi de haram kılmazdık." Onlardan
öncekiler de böyle yapmışlardı. Peygamberlerin üzerine açık seçik tebliğden
başka bir şey düşer mi!”330
Ayrıca Türkçe karşılığı ancak ve ancak anlamına gelen istisna edatı
kullanılarak peygamberlerin görevinin sadece tebliğden ibaret olduğunu şu ayeti
kerimelerden öğrenmekteyiz: “ De ki: Allah'a itaat edin; Peygamber'e de itaat
edin. Eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, Peygamber'in sorumluluğu kendisine
yüklenen tebliğ görevini yapmak, sizin sorumluluğunuz da size yüklenen
görevleri yerine getirmenizdir. Eğer ona itaat ederseniz, doğru yolu bulmuş
olursunuz. Peygamber'e düşen, sadece açık-seçik duyurmaktır. ”331 “ Eğer size
tebliğ edileni yalan sayarsanız, bilin ki sizden önceki birçok milletler de
kendilerine tebliğ edileni yalan saymışlardır. Peygamber'e düşen, yalnız açık bir
tebliğdir.”332 “Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi
göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır.”333 “Allah'a itaat edin,
Peygamber'e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir
duyurmadır.”
334
“Ey Muhammed! De ki: Gerçekten Allah bana bir kötülük
dilerse Allah'a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak kimse de
bulamam. Benim yaptığım ancak Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini
tebliğdir. Artık kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, bilsin ki ona, içinde ebedî
kalacakları cehennem ateşi vardır.”335
Tebliğin temel amacı, insanların Allah’a karşı bir huccetlerinin olmaması
ve kendilerini savunma imkanlarının ellerinden alınmasıdır. Hiç kimse tebliğden
sonra özür beyan edemez. Çünkü din bütün açıklık ve kemaliyle insanlara tebliğ
330
331
332
333
334
335
Nahl, 16/35.
Nur, 24/54.
Ankebut, 29/18.
Şura, 42/48.
Teğabün, 64/12.
Cin, 72/22-23.
68
edilmiştir.336 “Yerine göre müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler
gönderdik ki insanların peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri
olmasın!”337
Peygamberler tebliğ görevlerini yaptıklarından dolayı toplumlarından bir
ücret istemezler. İnsanlar yaratılışları itibarı ile başka birisine yaptıkları bir iş ya
da yardımdan dolayı bir ücret beklerler. Bu da olmazsa bu davranışlarına karşılık
olarak en azından bir teşekkür beklerler. Fakat insanların mutluluğu için
hayatlarını tehlikeye atarak yaptıkları bu işe karşılık olarak, peygamberlerden
hiçbir tanesi tebliğ görevlerini yerine getirirlerken, yaptıkları bu işten dolayı
toplumlarından her hangi bir ücret talep etmemişlerdir. Onlar bunun karşılığını
yüce Allah’tan beklerler. Yegane arzuları Allah’ın rızasıdır. Onlardan her birinin
yegane sözü “Ey kavmim! Ben, peygamberliğe karşılık sizden bir ücret
istemiyorum. Benim ücretim, beni yaratandan başkasına ait değildir. Hâla aklınızı
kullanmıyor musunuz?”338 olmuştur. İşte böylece peygamberler bir ücret ve
maddi bir kazanç temin etme gayesi olmaksızın tebliğ görevlerini yerine getirirler.
Peygamberlerin tebliğ görevleri bakımından onlarla ilgili bir başka husus
ise, onların mübelliğ olmalarının yanında aynı zamanda birer müjdeci ve uyarıcı
olmalarıdır.339 “Doğrusu biz seni Hak Kur'an ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak
gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.”340 “İnsanlar bir tek ümmet
idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi.”
341
Peygamberlerin müjdeleyici ve uyarıcı olmalarının yanında aynı zamanda insanlar
için birer şahit olduklarını da şu ayetler ifade etmektedir. “Ey Peygamber! Biz
seni hakikaten bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”
342
“Ey
Mekkeliler! Nasıl Firavun'a bir elçi göndermiş idiysek doğrusu size de,
hakkınızda şahitlik edecek bir peygamber gönderdik.”343 Bu ayetler yukarıda da
ifade edildiği gibi, peygamberlerin ümmetleri hakkında, onların yapıp ettikleri
336
337
338
339
340
341
342
343
Gölcük-Toprak, Kelam, s.284.
Nisa, 4/165.
Hud, 11/51. Bkz. Yunus, 10/72; Hud, 11/29; Şuara, 26/109, 127, 145, 164, 180; Sebe, 34/47.
Akbulut, Nübüvvet, s. 60.
Bakara, 2/119.
Bakara, 2/213. Bkz. Maide, 5/19; En’am, 6/48; A’raf, 7/188; Hud, 11/2; Yusuf, 12/96; İsra,
17/105; Sebe, 34/28; Fatır, 35/24; Fussılet, 41/4.
Ahzab, 33/45. Bkz. Fetih, 48/8.
Müzzemmil, 73/15.
69
konusunda onların lehlerinde ya da aleyhlerinde birer şahit olduklarını beyan
etmektedir.
Tebliğ edilen şeyler hususunda, peygamberin, tebliğ ile memur olduğu
toplumdan farklı olarak sırf ona mahsus bir kısım ilave emirlere de muhataptır.344
Ümmeti için yapılması ya da yapılmaması konusunda emrolunduğu neler varsa,
oda bu şeylerle sorumludur. “Ey Muhammed! Kur'an'a uymayı sana farz kılan
Allah, elbette seni döneceğin yere döndürecektir.”345 “Bu, kendisiyle insanları
uyarman, inananlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık bu hususta
kalbinde bir şüphe olmasın. Rabbinizden size indirilen Kur'an'a uyun. O'nu
bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt
alıyorsunuz!”346 “ Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce,
Rabbinizden size indirilenin en güzeline, Kur'an'a tâbi olun.”
347
Bu emirler
insanlaradır. Bunlarda Hz. Muhammed’i ayırıcı bir hitap olmadığından dolayı bu
emirlere uyma zorunluluğu elbette ki Hz. Peygamber için geçerlidir.
Şu ayetlerde Allah, direkt olarak Hz. Muhammed’e kendine verilen
Kur’an’a ve din’e uymasını açık bir şekilde emretmektedir: “Ey Peygamber!
Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi
bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Rabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz
Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'a güven. Vekîl olarak Allah
yeter.”348 “De ki: Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak olan Kur'an gelmiştir. Artık
kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak
kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin üzerinize vekil değilim. Sadece tebliğ
etmekle görevliyim. Resûlüm! Sen, sana vahyolunana uy ve Allah hükmedinceye
344
345
346
347
348
Bunlardan iki tanesi Peygamber’in teheccüd namazı kılmak ve kurban kesmekle
emrolunmasıdır. Teheccüd namazını kılmak Müslümanlar için kılınması zorunlu bir namaz
değildir. Ama Hz.Peygamber için kılınması zorunlu sadece ona mahsus bir namazdır. Bu
durum şu ayetle belirtilmiştir. “Gecenin bir kısmında da uyanarak sana mahsus fazla bir
ibadet olmak üzere teheccüd namazı kıl ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud’a ulaştırsın” (İsra,
17/79) Yine kurban kesme işi Müslümanların üzerine farz değilken Kevser suretindeki ayetle
Kurban kesmesi Hz. Peygamber için bir emirdir. Ayette şöyle buyurulmuştur. “Muhakkak biz,
sana kevseri verdik. Öyleyse Rabb’in için namaz kıl ve kurban kes” (Kevser, 104/2-3)
Kasas, 28/85.
A’raf, 7/2-3.
Zümer, 39/55.
Ahzab, 33/1-3.
70
kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır.”349 “Sonra da seni din konusunda bir
şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma” 350
Peygamberlerin, Allah tarafından emir buyurulan şeylerin tümünü
toplumlarına tebliğ etmeleri vaciptir. Bunun zıddı olan o emirlerden bazılarını
gizlemek onlar hakkında müstahildir. Gönderilmelerindeki hikmete aykırıdır.351
Çünkü tebliğine memur oldukları bir hakikatı gizlemek veya değiştirmek
isteselerdi vazifelerine hıyanet etmiş olurlardı. Böylece gönderilmelerinden
beklenen hüküm ve maslahatlar yerine gelmezdi.352
a.a. Tebliğde Müslümanların Konumu
Tebliğ görevi ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’den başlayıp
isimlerini bildiğimiz ya da bilmediğimiz pek çok peygamber vasıtasıyla son
peygamber Hz. Muhammed’e kadar devam etmiştir. Peki Hz. Muhammed’in
vefatından sonra durum ne olacaktır. Çünkü artık yeni bir peygamber
gelmeyeceğine göre tebliği kim yapacaktır? Tebliğ görevi bitmiş midir? yoksa
hala devam etmekte midir? Devam ediyorsa bu görevi kimler üstlenecektir?
Aşağıdaki şu ayetten tebliğ görevinin bitmediği, halen devam ettiği
anlaşılmaktadır. “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir
topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.”353 Ayrıca başka ayetlerde de354
hem Hz. Muhammed’in ümmetinin, hem de onun ümmetinden önceki
kavimlerdeki müminlerin vasıflarından bahsedilirken, onların Allah’a iman
ettikleri, namazlarını kıldıkları, zekatlarını verdikleri, iyiliği emredip, kötülükleri
yasak ettiklerinden bahsedilmektedir. “Mümin erkeklerle mümin kadınlar da
birbirlerinin velileridir. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar.”355 Bu ayeti ve
349
350
351
352
353
354
355
Yunus, 10/108-109.
Casiye, 45/18.
Yüksel, Emrullah, Kelam Dersleri, Erzurum, 1986, s.52.
Bilmen, Muvazzah İlmi Kelam, s.198, 201.
Ali İmran, 3/104
“Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder; kötülükten
meneder ve Allah'a inanırsınız” (Ali İmran, 3/110) “Hepsi bir değildir; ehl-i kitap içinde
istikamet sahibi bir topluluk vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini
okurlar. Onlar, Allah'a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler;
hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır. Onların yaptıkları hiçbir hayır
karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, takvâ sahiplerini çok iyi bilir.” (Ali İmran 3/113-115)
Tevbe, 9/71.
71
diğerlerini yukarıdaki emir ifade eden ayet ile bir arada değerlendirip
yorumladığımız zaman tebliğ, yani insanlara dini anlatma, ulaştırma, onların
anlayışlarına sunma görevinin hala devam ettiği ortaya çıkmaktadır.
Tebliğ görevini kim yapacaktır? Bu görev kimindir? Esas cevap verilmesi
gereken soru budur. Hz. Muhammed’in vefatından sonra tebliğ görevi
Müslümanların görevi haline gelmiştir. Çünkü dinin insanlara doğru bir şekilde
aktarılma işi sıradan bir iş değildir. Herkes kendine göre dilediği şekilde hüküm
vermeye kalkamaz. İslam’da ruhbanlık yoktur. Bu doğrudur. Kimseye yorum
konusunda sınırlama getirilemez. Ama burada olmazsa olmaz tek şart yorumda
bulunacak kişinin yorumda bulunmaya yetecek kadar
bilgiye sahip olması
gerekir. Yani herkes aynı seviyede dini en ince noktalarına kadar bilememektedir.
Bu sebeple öncelikle müslümanlar arasında, zamanın değişen şartlarına, değişen
olaylarına ve yeni çıkan problemlerine cevap verebilecek, dini doğru bir şekilde
yorumlayabilecek bir gurubun olması zorunluluktur. Yukarıdaki ayette “Sizden
bir gurup olsun” derken de bu anlaşılmalıdır. Çünkü dini derinlemesine anlayıp
ondan yorum çıkarıp insanlığın faydasına sunmak basit bir iş değildir. Üzerinde
çok çalışılması gereken bir durumdur. Bu sebeple dini öğrenip başkalarına
anlatmak müslümanlar üzerine Farz-ı kifayedir. Dini insanlara anlatma görevi
toplumun kuracağı kurumlar eliyle ve belli bir birliktelik içerisinde yürütülmek
zorundadır. Çünkü İslam dininde ruhbanlık olmadığından herkes anlayışı ve
bilgisi ölçüsünde dini konularda yorum yapabilir. Bu durumda da farklı farklı dini
yorumların ortaya çıkması normaldir. Tarihen de bu böyle olmuş, fıkıhta ve
akaidde çeşitli mezhepler ortaya çıkmıştır.
Sonuç olarak tebliğ peygamberlerin yegane peygamberlik görevleridir.
Ancak son peygamber Hz. Muhammed’den sonra peygamber gelmeyeceğinden
dolayı insanlara dini anlatma görevini birilerinin yapması gerekmektedir. Bu
görevinde tüm müslümanlar üzerine farz-ı kifaye olduğu açıktır. Bunu da
müslüman bilginlerinden oluşan kurumların yapması gerekmektedir.
72
b. Beyan
Beyan, yani almış oldukları vahyi açıklama, başka bir ifadeyle gizlememe
peygamberlerin görevlerinden bir tanesidir.
B-Y-N kökünden türeyen beyan, kelime anlamı itibarıyla açıklamak, açık
olmak, ortaya çıkarmak, bilmek anlamına gelmektedir.356 Kendisiyle bir şeyin
açıklandığı şeye beyan denmektedir.357 Cem’u’l-Cevami şerhinde beyan; bir şeyi
şekiller aleminden tecelli alanına çıkarmaktır şeklinde açıklanmıştır.358 Aynı
kökten gelen tibyan ile beyan arasında fark vardır. Beyan bir mananın açıklanması
ve ortaya konması anlamına gelirken, tibyan mananın anlaşılması anlamına
gelmektedir. Beyan kişiden diğerine açıklama olurken, tibyan ise kişinin kendi
nefsine açıklaması anlamına gelmektedir. Tebyin beyan anlamına gelmektedir.359
“Tebeyyenet el emru” “üzerinde düşünmek” anlamına gelir.
Kelime anlamı bu şekilde olan beyan terim olarak ise; konuşmacının
dinleyene muradını anlatabilmesi, başka bir tarife göre ise fasih konuşma
anlamına gelmektedir. Başka bir tanımda ise beyan; mananın ve daha önce gizli
olan bir şeyin ortaya konulması ve açıklanması anlamına gelmektedir.360
Bu tanımlamalardan da anlaşılacağı üzere beyan; açıklamak, ortaya
koymak anlamına gelmekte olup gizlemenin zıddıdır.361 Peygamberlerin
görevlerinden bir diğeri de, onların almış oldukları vahyi beyan etmeleridir. Buna
göre peygamberler almış oldukları vahyi gizleme hakkına sahip değillerdir.
Kur’an’ın değişik ayetlerinde Allah Teâla elçisinden Kur’an’ı açıklamasını
yani gizli tutmamasını istemekte, bunun onun görevi olduğunu ifade etmekte, eğer
bu görevini yerine getirmezse peygamberlik görevini yerine getirmemiş olacağını
bildirmektedir. İlahi mesajı açıklamak yani gizlememek peygamberliğin
yasalarından biridir. “Ey Muhammed! İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman
için ve düşünüp anlasınlar diye sana da bu Kur'an'ı indirdik”362 Eğer peygamber
almış olduğu mesajın tamamını veya bir kısmını gizlerse bu durumda
356
357
358
359
360
361
362
Zebidi, Tac, XVIII, s. 78, İbn Manzur, Lisan, XIII, s. 68.
İbn Manzur, Lisan, XIII, s. 68.
Zebidi, Tac, XVIII, s. 82.
Zebidi, Tac, XVIII, s. 82-83.
Cürcani, Tarifat, 32.
İbn Manzur, Lisan, XIII, s. 506.
Nahl, 16/44.
73
peygamberlik görevini yapmamış olur. Hiçbir peygamber de böyle bir şey
yapamaz.
Peygamberler Allah’ın emirlerini açıklamak için gönderilmişlerdir. Bu
husus da şu ayette ifadesini bulmuştur. “Allah'ın emirlerini onlara iyice açıklasın
diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.”363
Aşağıdaki şu ayette de Kur’an’ın kendisinin bir beyan yani açıklama
olduğu ifade edilmektedir. “Bu Kur'an, bütün insanlığa bir açıklamadır”364
Peygamberlerin,
Allah
tarafından
gönderilen
vahyin
tamamını
toplumlarına ulaştırmaları onların olmazsa olmaz görevleridir. Bunun zıddı olan o
emirlerden bazılarını gizlemek onlar hakkında muhaldir. Gönderilmelerindeki
hikmete aykırıdır.365 Çünkü tebliğine memur oldukları bir hakikati gizlemek veya
değiştirmek
isteselerdi
vazifelerine
ihanet
etmiş
olurlardı.
Böylece
366
gönderilmelerinden beklenen hüküm ve maslahatlar yerine gelmezdi.
Aşağıdaki ayette de Allah Teâla mesajı açıklamayıp gizleyenlerin kendisi
ve lanet edebilecek lanetçiler tarafından lanetleneceğini bildirmiştir. Bundan
peygamberler de istisna tutulmamışlardır. Yani eğer insanlar mesajı açıklamayıp
gizledikleri zaman lanetleneceği bildirilmişse bunu peygamberler de yaparsa aynı
şeye onlar da muhatap olurlar. “İndirdiğimiz açık delilleri ve kitapta insanlara
apaçık gösterdiğimiz hidayet yolunu gizleyenlere hem Allah hem de bütün lânet
ediciler lânet eder.”367 Yüce Allah, ehli kitabı, kendilerine gelen mesajı
gizlediklerinden dolayı şiddetli bir şekilde ikaz etmiştir. “Allah, kendilerine kitap
verilenlerden, "Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz"
diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa
değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!”368
Hz. Peygamber’in beyan göreviyle bağdaşmayan bir iddia onun bazı
bilgileri bir kısım sahabeye verdiği iddiasıdır.
Peygamber, peygamber olması nedeniyle vahyin bir kısmını ya da
tamamını gizleyemez. Hz. Aişe tabiun’un önde gelenlerinden olan Mesruk’a: Her
363
364
365
366
367
368
İbrahim, 14/4.
Al-i İmran, 3/138.
Yüksel, Emrullah, Kelam Dersleri, Erzurum, 1986, s.52.
Bilmen, Muvazzah İlmi Kelam, s.198, 201.
Bakara, 2/159.
Ali İmran, 3/187.
74
kim Peygamber Allah’ın kitabından bir şeyi gizledi derse Allah’a en büyük
iftirayı atmış olur, diyerek peygamberin her hangi bir şeyi gizlemediğini
bildirmektedir.369
Peygamberin vahyin bir kısmını gizlice birilerine verdiği
anlayışı kabul edilmiş olursa bu durumda “mesajın gizli kalan bir kısmı vardır”
denmiş olacaktır. Böyle bir anlayışı kabul etmek veya buna katılmak mümkün
değildir.
Tasavvuf ehli Hz. Muhammed’in Hicret esnasında Sevr mağarasında iken
kulağına eğilerek bazı gizli bilgileri Hz. Ebu Bekir’e verdiğini iddia
etmektedirler.370 Şia da Peygamberin bazı hususi vahiyleri sadece ehli beyte
tebliğ ettiğini iddia etmektedir.371 Gizleme açıklamanın zıddıdır.372 Bazılarının
Hz. Muhammed’in Hz. Ebu Bekir’e veya ehli beyte vermiş olduğunu iddia
ettikleri gizli bilgi düşüncesi O’nun beyan göreviyle çelişir. Yani böyle bir
düşünce Allah’ın Hz Muhammed’den açıklamasını istediği Kur’an’ın bir kısmını
gizlediği, belli şahıslara bildirdiği anlamına gelir ki, bu hem Kur’an’ın ruhuna,
hem peygamberlik anlayışına ve hem de peygamberin mesajı açıklama ilkesine
terstir. Böyle bir düşünceyi Kur’an’dan yola çıkarak savunmak mümkün
değildir.373
Eğer tasavvuf ehlinin ve Şia’nın iddia ettiği gibi Hz. Muhammed’in Ebu
Bekir’e, Ehli Beyt’e veya başkalarına gizli bazı bilgiler verdiğini kabul edersek, o
zaman bu ifade Kur’an’ın eksik olduğu anlamına gelir. Yani buna göre Hz.
369
370
371
372
373
Müslim, Sahih, İman, 287; Tirmizi, Sünen, Tefsir, 6.
Ayni, Mehmet Ali, İslam Tasavvuf Tarihi, İstanbul, 1985, s. 65. Nehani, Lokman suresi otuz
dördüncü ayetinde belirtilen kıyametin ne zaman kopacağı, yağmurun ne zaman yağacağı,
rahimlerde bulunanı, kişinin yarın ne kazanacağını ve nerede öleceğini bilmediğini bildiren
ayetten yola çıkılarak oluşturulan ve Müslüman literatürüne “Muğayyebatı hamse” olarak
giren bu beş şeyin Allah’tan başka kimse tarafından bilinemeyeceğine işaret etmiştir. Ancak
müellif daha sonra “kıle”, “denildi ki” diyerek Kıyametin bilgisinin Hz. Muhammed’e
verildiğini, ama bunu gizlemekle görevli olduğunu söylemiştir. Zikredilen ayette şöyle
buyurulmuştur. “Kıyamet saatini bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O indirir,
rahimlerde bulunanı O bilir, kimse yarın ne kazanacağını bilmez ve hiç kimse nerede
öleceğini bilemez. Allah şüphesiz bilendir, her şeyden haberdardır.” Lokman, 31/34. Nebhani,
Yusuf b. İsmail, Huccetullahi Ale’l-Alemin fi Mucizati Seyyidi’l-Mürselin, yy, ty, 61.
Ayni, Umdetü’l-Kari, I, 563-564; İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, IV, 570; Aliyyü’lKari, Mirkatü’l-Mefatih, VII, 21-22; Hatiboğlu, Mehmed, Hazreti Peygamberin Vefatından
Emevilerin Sonuna Kadar Siyasi-İctimai Hadiselerle Hadis Münasebetleri, Basılmamış
Doçentlik Tezi, Ankara, 1967, s. 7-8
İbn Manzur, Lisan, XIII, s. 506.
Sahabeden Ebu Cuhayfe Vehb b. Abdillah Hz. Ali’ye bu iddiayı kastederek şöyle
sormaktadır: Sizde Allah’ın kitabına girmemiş vahiy var mı? Hz. Ali bu soruya cevab olarak:
Hayır vallahi böyle bir şey yoktur, demektedir. Buhari, Sahih, İlim, 39.
75
Muhammed Allah’tan aldığı bazı ayetleri sadece Ebu Bekir’e veya birkaç kişiye
söylemiştir. Bu durumda bu ayetler Kur’an’da yer almamıştır, anlamına gelir. Bu
düşünceyi seslendirenler farkında olmadan ilahi mesajın eksik olduğunu söylemiş
olmaktadırlar. Eğer Hz. Muhammed’in Ebu Bekir’e ya da başkalarına bir kısım
gizli bilgileri verdiğini kabul edersek, bu, Muhammed tebliğ görevini
yapmamıştır, demek anlamına gelir. Bu da bir peygamberin yapabileceği bir şey
değildir. Allah Hz. Muhammed’in kafirlerin yalanlamaları ve alaya almaları
karşısındaki ruh halini şu şekilde açıklamıştır. “Belki de sen müşriklerin: "Ona
gökten bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir melek gelseydi!"
demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını duyurmayı terk
edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. İyi bil ki sen ancak bir uyarıcısın.
Allah ise her şeye vekîldir.374
Sonuç olarak aldıkları mesajı açıklama yani gizlememe peygamberlerin
peygamberlik görevlerindendir. Hz. Muhammed de bu görevini en iyi şekilde
yerine getirmiştir.
2. PEYGAMBERİN VEKİL OLMAMASI
Vekil kelimesi v-k-l kökünden gelmekte olup, bir işi tamamen birine
sipariş edip ısmarlamak, bir işi bir başkasına bırakmak, teslim etmek375 anlamına
gelmektedir. V-k-l aczin itirafı ve başkasına itimat etmek376 bir işin görülmesini
bir başkasına bırakmak, tevdi etmek377 anlamına gelmektedir. İşin kendisine tevdi
edildiği ve başkasına ait bu işi görmeyi taahhüt eden kimseye vekil
denilmektedir.378 Başka bir tarifle vekil, bir kimsenin işini görmesi, onun adına
davranması ya da söz alması için yerine bıraktığı ya da yetki verdiği kimsedir. Bir
yerde asıl memurun yerine geçici olarak çalışan kimsedir. Hukukta ise vekalet
sözleşmesine dayanarak başkası adına ve hesabına iş yapan kişi379 anlamına
374
375
376
377
378
379
Hud, 11/12.
İbrahim Mustafa, Hamid Abdülkadir, Ahmed Hasan ez-Ziyad, Muhammed Ali en-Neccar, elMu’cemu’l-Vesıt, İstanbul, 1986, s.1054
İbn Manzur, Lisan, XI, s.736; Zebidi, Tac, XV, s. 786.
İbn Manzur, Lisan , XI, s.736; Zebidi, Tac, XV, s. 785.
İbn Manzur, Lisan, XI, s.735-736; Zebidi, Tac, XV, s. 785.
Büyük Larousse, XXIII, s. 12133; TDK Okul Sözlüğü, Ankara, 1994, s. 807.
76
gelmektedir. Vekile tevdi edilen işin sahibine müvekkil denir.380 Buna göre
vekalet, müvekkilin kendi işini vekile tevdi etmesi anlamına geldiği gibi, vekilin o
işi müvekkil adına görmesini de ifade etmektedir.381 Başka bir ifadeyle vekalet,
tevkil anlamında bir masdar olup, Tevkil ise “ bir kimseyi vekil tayin etmek” veya
“kendi işini göremeyen bir kimsenin, bu işini, yeterliliğine güvendiği bir
başkasına aktarması manalarına gelmektedir.382
Vekalet terim olarak vekil kelimesinin ayrılmaz bir parçasıdır. Hanefiler
vekaleti “kişinin, belli bir tasarrufta, başkasını kendi yerine koyması”,383 diye tarif
etmişlerdir. Şafiiler ise, “bir kimsenin yapılması kendisine ait bulunan niyabete
elverişli bir işi, hayatta iken yapılmak üzere bir başkasına yaptırmasıdır,384
demişlerdir. Hanbeliler, “tasarrufu caiz olanın, kendisi gibi birini, niyabete
elverişli bir hususta naib tayin etmesi”385 diye tarif ederlerken, Malikiler de,
“imaret ve ibadet dışında bir hakka sahip kimsenin, ölümünü şart koşmaksızın
başkasını bu hakka naib yapması”386 şeklinde tanımlamışlardır.
V-k-l kökünden türeyen kelimeler Kur’an’da türevleri ile beraber yetmiş
yerde
geçmekte
olup
bunlardan
yirmi
dört
tanesinde
vekil
kelimesi
kullanılmıştır.387 Kur’an’da vekil kelimesi Allah’ın isimlerinden biri olarak da
geçmektedir. Bu kullanımlarda vekilin Allah olduğu, peygamberlerin ise vekil
olmadığı, tam tersine elçi olduğu belirtilmiştir.
Allah Kur’an’da bazı ayetlerde kendisinin vekil olduğunu beyan etmiştir.
“İşte Rabbiniz Allah O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. O, her şeyin yaratıcısıdır.
Öyle ise O'na kulluk edin, O her şeye vekildir, güvenilip dayanılacak tek varlık
O'dur.”388 “Allah ise her şeye vekîldir.”389 “Allah her şeyin yaratıcısıdır. O, her
380
381
382
383
384
385
386
387
388
389
İbn Manzur, Lisan, XI, s. 736; Zebidi, Tac, XV, s. 785.
İbn Manzur, Lisan, XI, s. 736; Zebidi, Tac, XV, s. 785.
İbn Manzur, Lisan, XI, s.736; Zebidi, Tac, XV, s. 786.
Baberti, Kemaleddin Muhammed b. Mahmud, el-İnaye fi Şerhı’l-Hidaye, 1319, Mısır, VI,
552-554.
Şirbini, Muğni’l-Muhtac, III, s. 217.
Mansur b. İdris el-Hanbeli, Keşşafü’l-Ğına an Metni’l-İkna, 1319 h, yy, II, s. 231; Bühuti,
Mansur b. Yunus el-Hanbeli, Şerhu Münteha’l-İradat, 1319 h, yy, II, s. 164.
Huraşi, Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah, el-Huraşi ala Muhtasarı Seydi Halil, Beyrut,
ty, VI, 68.
Abdulbaki, Müfehres, v-k-l mad. s. 762-763.
En’am, 6/102.
Hud, 11/12.
77
şeye vekîldir.390 Elmalılı Hamdi Yazır En’am suresi yüz ikinci ayeti şu şekilde
açıklamaktadır. “Her hususta ve her şeye karşı ona dayanılır ve tevekkül olunur
ve her iş O’nun tasarrufu ve idaresine teslim edilir….. Zira hiçbir şey, hatta insan
ve melekten resuller de yaratıcının yerini tutacak vekil olamaz. Fakat yaratıcı
hepsinin üzerinde Rab ve malik olduğu gibi, her şeye karşı vekildir de”391
Şu ayetlerde ise insanların, Allah’ı vekil edinmesi emredilmektedir.
“Musa’ya da kitap verdik ve beni bırakıp başkasını vekil edinmeyiniz diye onu
İsrailoğullarına bir hidayet rehberi yaptık.”392 “O, doğunun da batının da
Rabbidir. O'ndan başka ilâh yoktur. Öyleyse yalnız O’nu vekil edin”393
Allah, vekil olarak sadece kendisinin yeteceğini şu ayetlerde açıklamıştır.
“"Başüstüne" derler, ama yanından ayrılınca onlardan bir kısmı, senin dediğinden
başkasını gizlice kurar. Allah da onların gizlice kurduklarını yazar. Sen onlara
aldırma ve Allah'a dayan; sana vekil olarak Allah yeter.”394
İsra suresi elli dördüncü ayetinde ve diğerlerinde de peygamberin vekil
olarak gönderilmediği çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. “Rabbiniz, sizi en
iyi bilendir. Dilerse size merhamet eder; dilerse sizi cezalandırır. Biz, seni onların
üstüne bir vekil olarak göndermedik.”395 “ Şüphesiz biz bu Kitab'ı sana, insanlar
için hak olarak indirdik. Artık kim doğru yolu seçerse kendi lehinedir; kim de
saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.”396
“Allah'tan başka dostlar edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil
değilsin.”397 “Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine
bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.”398 Elmalılı bu ayetin tefsirinde
şöyle demektedir “ Biz seni onların üzerine bekçi de tayin etmedik. Şu halde ne
onları ortak koşmaktan, ne başlarına gelecek felaketten koruyabilirsin, ne de
bundan dolayı sorumlu olursun. Ve sen onlar üzerine vekil de değilsin. Onlar
tarafından vekil değilsin ki iyilik veya kötülüklerine, işleri idare etmek için onlara
390
391
392
393
394
395
396
397
398
Zümer, 39/62.
Elmalılı, Hak Dini, III, 488.
İsra, 17/2.
Müzzemmil, 73/9.
Nisa, 4/81. Diğer ayetler için bkz. Nisa, 4/132, 171; İsra, 17/65; Ahzab, 33/3, 48.
İsra, 17/54.
Zümer 39 /41.
Şura 42/6.
En’am, 6/107.
78
bakasın. Allah’ın vekili de değilsin ki, şirklerinden dolayı üzerlerine çullanıp
Allah’ın onlara yapacağı azarlama ve cezayı veya düzeltmeleri yapmak yetkisi
taşıyasın. Kısaca sen ancak Allah’ın emirlerini ve hükümlerini tebliğ ve haber
vermekle yükümlü bir elçisin.”399
Şu ayette de Allah’ın her şeye vekil olduğu vurgulanmaktadır.“ Belki de
sen müşriklerin: "Ona gökten bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir
melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını terk
edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. İyi bil ki sen ancak bir uyarıcısın.
Allah ise her şeye vekildir.”400 Bu ayetin tefsiri de şu şekilde yapılmıştır.
“Müşrikler, zaman zaman, Hz. Peygamber’den, gökten hazineler indirmesi,
kendilerine bir melek gönderilmesi gibi, olağanüstü şeyler isterlerdi. Fakat ey
Muhammed! Sen sıkılma ve bırakma. Sana ne vahyolunuyorsa onlara tebliğ et.
Onların ileri geri konuşmalarına hiç önem verme. Sen ancak bir uyarıcısın. Allah
da her şeye karşı vekildir. Her hususta ona tevekkül et ve güven. O seni korur.
Dilerse hazine de gönderir, melek de gönderir. Ve nitekim Bedir’de de bir tane
değil binlerce melek gönderdi ve melek neymiş onlara gösterdi.”401
Başka ayetlerde de şöyle buyurulmaktadır. “De ki: Ey insanlar! Size
Rabbinizden Hak gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak kendisi için
gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin
üzerinize vekil değilim.”402 “Kur'an hak olduğu halde kavmin onu yalanladı. De
ki: Ben size vekil değilim. Her haberin gerçekleşeceği bir zaman vardır. Yakında
siz de gerçeği bileceksiniz.”403 Elmalılı bu ayeti de şöyle izah etmektedir. Allah’ın
kudreti bana tevdi ve havale edilmiş değildir. Şu halde ne onun size yapacağı
azabı yapabilirim, ne de sizi ondan muhafaza edebilirim. Ben ancak bir resulüm,
bir elçi, bir haberciyim. Allah’ın vahyettiği emirleri, haberleri ve hükümleri
O’nun adına nispet ederek haber verir, tebliğ ederim. Her haber verilen şeyin
399
Elmalılı, Hak Dini, III, 493.
Hud, 11/12.
401
Elmalılı, Hak Dini, IV, 528.
402
Yunus, 10/108.
403
En’am, 6/66-67.
400
79
kararlaştırıldığı bir zaman vardır. Sizin azabınız da bu cümledendir. Siz de
başınıza geleceği yakında bilirsiniz.404
Kur’an’ın ifadesi ile vekil olan ancak Allah’tır. Peygamber vekil değildir.
Yani Allah’ın adına iş görüyor değildir, O’nun elçisi olup, görevi olan tebliği
yerine getiriyordur.
Sonuç, peygamberin Allah’ın yeryüzündeki vekili olmadığı yani yaptığı iş,
eylem ve söylemleri, Allah adına yapmadığı beyan edilmiştir. Bununla işaret
edilmek istenen peygamberin yapmış olduğu iş ve eylemleri kendi adına
yaptığıdır. Çünkü Allah, Peygambere vekillik görevi vermemiştir.
3. ŞARİ OLMASI
Hz. Peygamberin şari olup olmadığı meselesi Kelam eserlerinde ele
alınmamıştır. Usulü fıkıh ise, konuya peygamberden sonra zamanın değişen
şartlarına göre yeni hükümler koyma bağlamında yaklaşmamıştır. Usulü Fıkıh bu
olayı ele alırken şarinin kim olduğundan hareketle konuya yaklaşmıştır.
a. Şari Ne Demektir?
Şari’ ş-r-a kökünden türemiştir. Ş-r-a kelime anlamı olarak suyu ağzı ile
almak, suya girmek, başlamak, su içirmek için hayvanları suya götürmek, su
kaynağı yolu anlamlarına gelmektedir.405 Şari, insanların topluca gezdikleri geniş
yola denir. Ayrıca ip anlamına da gelmektedir.406 Cürcani de şer’i, açıklamak ve
ortaya koymak olarak izah etmektedir.407 Firuzabadi ise şer’i deriyi soyup
çıkarmak, bir nesneyi çok yukarı kaldırmak, bir kimseye mızrak doğrultmak ve
kafi yani yeterli anlamlarına geldiğini beyan etmektedir.408
Firuzabadi ise Şer’i: “şeriat örfünde emir ve nehiy gibi hükümleri ihtiva
eden ayin ve adet koymaktır, bunu yapacak olan ise Allah’tır” derken, şari’i:
“şeriat koyan yüce zattır ki o da Allah’tır ve bu lafız peygamber ve Allah’a içten
404
405
406
407
408
Elmalılı, Hak Dini, III, 442.
İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 175-176.
İbn Manzur, Age, VIII, s. 176-177.
Cürcani, Ta’rifat, s. 85.
Firuzabadi, Kamus, s. 946.
80
ibadet eden alim, ilmi ile amel eden muallim için de kullanılır” diye
tanımlamaktadır.409 İbn Arabi de ş-r-a yı ortaya çıkarmak olarak tanımlamaktadır.
Firuzabadi gibi o da Şari’i, Allah’a içten ibadet eden alim, ilmi ile amel eden
muallim olarak tanımlamıştır.410 Zebidi de yukarıdaki tariflerin benzeri bir tarif
yapmıştır.411
b. Allah’ın Şari Olması
Şari terimi, Kelam ilminden çok Usulü Fıkıh’ın konusu olmuştur. Çünkü
bu terim Usulü Fıkıh’ta Allah’ın ve Peygamber’in bir kısım şeyleri helal-haram
kılması yönünden ve ibadetlerin şekli ve miktarını belirlemesi açısından ele
alınmıştır. Bu sebeple öncelikle Şari teriminin Usulü Fıkıh’ta nasıl anlaşıldığına
bakılacaktır.
Şari, terim anlamı olarak kanun koyan demektir.412 Bu anlam Usul’ü
Fıkıh’ta Şari kelimesinden ziyade Hakim kelimesi ile izah edilmiştir. Hakim ile
Şari biri diğerinin yerine eş anlamlı olarak kullanılmıştır. Hakim ile de Allah
Teâla kastedilmiştir.413 Bu anlayışa göre “Allah’tan başka hüküm koyucu yoktur.
O’nun koyduğu hükümden başka da hüküm yoktur.”414 Usulcülerin bu
sözlerinden “Allah’ın koyduğu hükümden başka hiçbir hüküm yoktur” sözü
meşhur olmuştur.415 Usulcüler bu görüşlerine şu ayetleri delil olarak
göstermişlerdir. “Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm
verenlerin en hayırlısıdır.”416 “Bilesiniz ki hüküm yalnız O'nundur ”417 “Artık
hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır.”418
409
410
411
412
413
414
415
416
Firuzabadi, Kamus, s. 946.
İbn Manzur, Lisan, VIII, s. 176 .
Zebidi, Tac, XI, s. 240.
Abdulbasıt, Bedrulmütevella, Teysiru Usuli’l-Fıkh, Kahire, ty, s. 53
Yusuf Kasım, Usulü Ahkamı’ş-Şer’iyye, Kahire, 1991, s. 247.
Amidi, Seyfeddin, el-İhkam fi Usuli’l-Ahkam, ty., yy., I, s. 76; Yusuf Kasım, Usul, s. 247;
Abdulbasıt, Teysiru Usuli’l-Fıkh, s.53.
Abdulbasıt, Age, s.53.
En’am, 6/57. Usulcüler En’am suresi 57. ayeti Allah’tan başka kimsenin hüküm koyamacağı
konusunda delil olarak gösterirlerken ayetin bir kısmını almışlar diğer kısmını almamışlardır.
Ayetin tamamı şu şekildedir. “De ki: Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile
dayanıyorum. Siz ise onu yalanladınız. Çabucak gelmesini istediğiniz azap benim yanımda
değildir. Hüküm ancak Allah'ındır. O hakkı anlatır ve O, doğru hüküm verenlerin en
hayırlısıdır. De ki : Acele istediğiniz şey benim elimde olsaydı, elbette benimle sizin aranızda
iş bitirilmişti. Allah zalimleri daha iyi bilir.” Bu ayette ifade olunan hüküm ile Allah’ın bir
81
Bu ayetlerde ifade edilen hüküm, ayetlerin siyak ve sibakına bakıldığı
zaman görüleceği gibi, genel anlamda bir hükümdür. Bununla kainattaki düzeni
sağlama, kainatı idare etme, onunla ilgili kurallar koyma, ölümü yaratma ve bu
dünyanın peşinden ahirette insanları hesaba çekerek yaptıklarına karşılık mükafat
veya ceza verme ve orada cereyan edecek kanunların sahibinin Allah olduğunu
beyan etme anlaşılması gerekmektedir.
“Allah’tan başka hüküm sahibi olmamasının anlamı” bire bir dünyada
insanlar arası ilişkileri düzenleyen kurallar ya da bir kısım konuların helal ve
haramlığı ile alakası yoktur. Böyle bir durum vakıaya da ters düşmektedir. Çünkü
Allah Kur’an’da insanları ilgilerinden tüm konularda hüküm belirtmemiş, sadece
belli bir kısım konularda419 veya bir kısım problemlere çözüm olmak üzere ilkeler
417
418
419
kısım şeyleri helal ve bir kısım şeyleri haram kılması ile ilgili olarak kullanılan hüküm
kelimesi arasında bir benzerlik yoktur. Ayette çok açık bir şekilde bir kavmin yok
edilmesinden bahsedilmektedir.
Yine hükmün sadece Allah’a ait olduğuyla ilgili delil olduğu iddia edilen “Bilesiniz ki hüküm
yalnız O'nundur ve O hesap görenlerin en çabuğudur.” (En’am, 6/62) ayetinden de hükmün
sadece Allah’a ait olduğundan dinin teferruatı olarak kabul edilen helal ve haramlar
anlaşılamaz. Bu ayetteki “hükmün yalnızca Allah’a ait olması” ile: kahretme, yok etme, bir
şeye karar verme ve kainatla ilgili genel kanunlar koyup, dilediği sürece onların o şekilde
kalmasını sağlama kasdedilmektedir.
Allah’tan başka hüküm koyan olamayacağı ile ilgili olarak delil gösterilen yukarıdaki ayetin
tümü şu şekildedir. “Onlar: Rabbimiz, bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de
günahlarımızı itiraf ettik. Bir daha çıkmaya yol var mıdır? derler. Onlara denir ki: İşte bunun
sebebi şudur: Tek Allah'a ibadete çağrıldığı zaman inkâr edersiniz. O'na ortak koşulunca bunu
tasdik edersiniz. Artık hüküm, yücelerin yücesi Allah'ındır.” (Mü’min, 40/11-12)
Aynı şekilde konu ile ilgili delil olarak gösterilen Yusuf suresindeki diğer iki ayette de
farklı bir durum yoktur. Bu ayetlerde şöyle buyurulmaktadır. “Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli
tanrılar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı? Allah'ı bırakıp da
taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taptığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah
onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah'a aittir. O size
kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat
insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf, 12/39-40) “Sonra şöyle dedi: Oğullarım! Şehre hepiniz bir
kapıdan girmeyin, ayrı ayrı kapılardan girin. Ama Allah'tan gelecek hiçbir şeyi sizden
savamam. Hüküm Allah'tan başkasının değildir. Onun için ben yalnız O'na dayandım.
Tevekkül edenler yalnız O'na dayansınlar.” (Yusuf, 12/67) Ali-İmran 55. ayettede şöyle
buyurulmuştur. “Allah buyurmuştu ki: Ey İsa! Seni vefat ettireceğim, seni nezdime
yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar
kâfirlerden üstün kılacağım. Sonra dönüşünüz bana olacak. İşte o zaman ayrılığa düştüğünüz
şeyler hakkında aranızda ben hükmedeceğim”.
İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen pek çok kural vardır. Kur’anda bunların bir kısmına
değinilmiştir. Mesela hırsızlık yapana uygulanacak ceza belirtilirken (Maide, 5/38), içki içene
verilecek bir cezadan bahsedilmemiştir.
82
belirtmiştir.420 Fakat Allah hüküm vermenin genel kurallarını açıklamış ve bunun
ilk şartının ise adalet olduğunu beyan etmiştir.421
Buradan insanların kendileriyle alakalı kanunları yapacakları anlamı
çıkmaktadır. Ama bu kanunların ortak noktası adalet olacaktır.
Sonuç olarak, Allah tek başına hüküm sahibidir. Bu işlerde onun hiçbir
ortağı yoktur.
c. Peygamberin Şari Olması
Hz. Peygamber’in peygamber olması nedeniyle teşri yetkisi var mıdır? Var
ise bunun sınırları nelerdir? Peygamberin bir kısım konulardaki yasaklamaları
daha sonra onlara izin vermesiyle ilgili uygulamaları nasıl değerlendirilmelidir?
Peygamberin doğru bir şekilde anlaşılabilmesi için bu soruların cevaplandırılması
gerekmektedir.
Dinin şarii, vazıı Allah’tır. Kur’an’da bu husus şu ayetle beyan
edilmektedir. “ "Dini ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin" diye Nuh'a tavsiye
ettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimizi Allah
size de din kıldı.”422 Aynı konu ile ilgili başka bir ayette de şöyle
buyurulmaktadır. “ Resulüm, Şüphesiz kitabı sana hak olarak indirdik. O halde
sen de dini Allah’a has kılarak kulluk et. Dikkat et halis din yalnız Allah’ındır.
O’nu bırakıp kendilerine bir takım dost edinenler : Onlara, bizi sadece Allah’a
yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler. Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri
420
421
422
Mesela mülaane ayeti belli bir sorunu ortadan kaldırmak üzere inmiştir. Sahabeden Hilal b.
Ümeyye hanımını bir kişi ile zina ederken yakaladığını iddia etmiş, iddiasını kanıtlamak için
yanında da dört şahit getiremediğinden dolayı kendisine kazf cezası uygulanmak istenince
“Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum, Allah biliyor ki ben doğruyum, ancak hakkı
söyledim, Herhalde Allah’ın buna açıklık getireceğini umuyorum” deyince tikel bir olayla
alakalı olarak bir hüküm gelmiş ve karısına zina isnadında bulunan kimseye bir ayrıcalık
getirilmiş, kişi eşini başka biri ile zina ederken yakalarsa, bunu da iddia eder karısı da bu
iddiayı reddederse, kocaya kazf cezası uygulanmamış, birbirleri ile lanetleşip ayrılmaları
hükmü getirilmiştir. Ancak bu tikel olay daha sonra benzer durumlar için genel bir hükme
dönüşmüştür. (Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, s. 116-117; Elmalılı, Hak Dini, V, s. 553-555)
“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz
zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz
Allah her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” (Nisa, 4/58) Konu ile ilgili ayetler için bkz. Maide,
5/8, 42; En’am, 6/152; Nahl, 16/76, 90; Şura, 42/15; Hucurat, 49/9.
Şura, 42/13
83
şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı ve inkarcı kimseyi
doğru yola iletmez.”423
Kur’an’da geçen hüküm kelimesi iki şeklide anlaşılmaktadır. Birinci
olarak insanların dünyada yaptıkları işler sonucunda Allah’ın onlar hakkında
ahirette son kararı vermesi olarak anlaşılırken,424 ikinci olarak Kur’an’da beyan
edilen emir ve yasaklar şeklinde anlaşılmaktadır.425 Pek çok ayette dinden
bahsedilirken, “Allah’ın dini”426 diye bahsolunmaktadır. Dinin asıl geliş gayesi,
insanların iki dünya saadetini kazandırmaktır.427 Bu sebeple insanların dinin temel
esaslarına aykırı olmamak kaydı ile insanlığın refah ve huzuru için yeni kurallar
koymaları, Tanrılık iddia etmek değildir. Tam tersine konulan bu kanunlar
insanların refah ve mutluluğu için konulduğundan dolayı Allah’ın gösterdiği
yolda doğru bir şekilde yürümek demektir.
Usulü Fıkıh bilginleri bir taraftan “Allah’tan başka hüküm sahibi
olamayacağını”428 iddia ederlerken diğer yandan Hz. Peygamberin sünnetine
uymanın,
onun
verdiği
hükümlere
tabi
olmanın
gerekliliğini
iddia
etmektedirler.429 Yalnız bu konu ile alakalı olarak Huciyyetü’s-Sünne vb isimlerle
423
424
425
426
427
428
429
Zümer, 39/2-3.
Bakara, 2/113; Nisa, 4/141;Hac, 22/69.
Mümtehıne, 60/10.
“Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez ona boyun eğmişken ve ona döndürülüp
götürülecekken onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar?” (Ali İmran, 3/83) Allah’ın
yardımı ve fetih geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde,
Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. (Nasr, 110/1-2) Bkz. Nahl,
16/52; Nur, 24/2, Zümer, 39/3.
Elmalılı, Hak Dini, II, 66-67; Tümer, Günay, “Din”, DİA, İstanbul, 1994, IX, s. 314-315.
Amidi, Seyfeddin, İhkam, I, s. 76; Yusuf Kasım, Usul, s. 247; Abdulbasıt, Bedrulmütevella,
Teysiru Usuli’l-Fıkh, s. 53.
Bu konu Usulü Fıkıh eserlerinde daha ziyade el-Ahkamü’ş-Şer’iyye bölümlerinde sünnet
başlığı altında veya peygamberin fiilleri, sünnete tabi olma, sünnetin kısımları gibi
bölümlerde ele alınmıştır. Bunların ilklerinden biri olan er-Risale isimli eserinde İmam Şafii
Peygambere iman ile ilgili ayetleri yorumlarken bundan peygamberin sünnetine tabi olmak
farzdır anlamını çıkartmış ve ‘Allah’ın kitabında peygamberin sünnetine uymayı farz kılışı’
isimli bir bölüm ayırmış, buna da “Allah'a ve peygamberlerine iman edin. "Tanrı üçtür"
demeyin, sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek Allah'tır. O,
çocuğu olmaktan münezzehtir” (Nisa, 4/171) ve “Müminler, ancak Allah'a ve Resûlüne
gönülden inanmış kimselerdir. Onlar, o Peygamber ile ortak bir iş üzerindeyken ondan izin
istemedikçe bırakıp gitmezler” (Nur, 24/62) ayetlerini delil olarak getirmiş, akabinde de bu
ayetlerin yorumunu; Allah, insanlara gönderdiği vahye ve peygamberin sünnetlerine uymayı
farz kılmıştır, şeklinde izah ederek peygamberin sünnetine uymayı farz olarak telakki etmiştir.
(Şafii, Muhammed b. İdris, er-Risale, Beyrut, ty, s.73-76) Bu ve benzeri ayetlerin hiç birinden
peygamberin sünnetine uymanın farz olduğunu çıkarmak mümkün değildir.
İmam Şafii, ‘Peygambere itaati emreden ayetler’ isimli bölümde de daha önce
peygambere iman ile ilgili ayetleri, peygamberin sünnetine tabi olmak şeklinde anladığı gibi,
84
burada da Nisa sekseninci ayeti delil getirerek buradaki peygambere itaati peygamberin
emrine uyma olarak anlamlandırmıştır. (Şafii, Risale, s.82-85) Bu yaklaşım tarzı genel olarak
usulu fıkıh bilginlerinin çoğunda böyle olduğu gibi müfessirler ve muhaddisler tarfından da
böyle anlaşılagelmiştir. Yani peygambere tabi olmayı, peygamberin sünnetine tabi olmak
şeklinde anlamışlar ve algılamışlardır. Bu ise doğru bir anlayış tarzı değildir. Ancak hicri 8.
asırda yaşamış Maliki alimlerinden Karafi, el- İhkam fi Temyizi’l-Fetava ani’l-Ehkam ve
Tasarrufati’l-Kâdî ve’l-İmam isimli eserinde peygamberin fiillerini beş kısma ayırmış, burada
peygamberin eylemlerini alışageldiğimiz kılasik tarzın dışında farklı bir anlayışla ele almıştır.
O, Peygamberin eylemlerini, tümünü toptancı bir yaklaşımla ele almamış, tersine onun
eylemlerinin birbirinden farklı yönlerinin olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Karafi,
peygamberin fiillerini beş kısma ayırmıştır. Bunlar Peygamberin rasül olarak, nebi olarak,
devlet başkanı olarak, müftü olarak ve hakim olarak verdiği hükümler ve yaptığı
uygulamalardır.
Karafi’ye göre peygamberin fiili o fiili hangi vasıf altında işledi ise ona göre hüküm ya da
şekil almaktadır, farklı farklı sonuçları doğurmaktadır. Yani onun fiillerinin hepsi bir değildir.
Peygamber risalet görevinde Allah’tan kendisine ulaşanları halka nakleder. Burada sadece ve
sadece tebliğ işi vardır. Nübüvvet ise Allah’ın bazı kullarına o kimseyle has kıldığı bir hükmü
bildirmek için vahyetmesidir. Nübüvvet vahyin geldiği kimseyle alakalıdır. Başka bir
kimseyle alakası yoktur. Vahiy nübüvvet için tek başına yeterli değildir. Çünkü kendisine
vahiy gelmiş ama nebi olmayan kimseler vardır. Bunlardan biri Meryem’dir. Karafi,
Müddessir suresi ilk ayetleri gelene kadar Peygamber nebi idi, insanları inzar emri gelince
rasül oldu, demektedir. Peygamberin hüküm ile ilgili tasarruflarına gelince bu risalet ve
fetvadan farklıdır. Çünkü risalet ve tebliğ sadece bir tebliğ ve tam bir tabi olma durumudur.
Hüküm ise sebepler ve delillerden bulduğu şey gereğince peygamber tarafından yeni bir
hükmün konması, bu ortaya konulan hükmünde bağlayıcı olmasıdır. Hüküm verilirken
delillere ve onların iyi ifade edilmelerine bağlı olarak hüküm verilir. Çünkü davada haklı olan
delilini sunamayabilir, haksız olan güzel konuşup karşısındakileri aldatabilir. Peygamber bu
durumu beyan edip “Ben kardeşinin hakkından kimin lehine bir şeye hükmedersem, o kimse
için ateşten bir parça kesip ona sunmuşumdur. Artık onu ister alsın, ister bıraksın” demiştir.
(Buhari, Sahih, Mezalim, 16) Peygamber bu makamda hüküm koyan, fetva ve risalette ise tabi
olan ve tebliğ eden konumundadır. Yine peygamber hüküm vermesi konusunda da delillere ve
sebeplere uygun olarak hüküm vermesi itibarıyla Allah’ın emrine uymaktadır. Bu hükmü
Allah’tan naklediyor değildir. Çünkü Allah’ın kendisine vermiş olduğu hükmetme yetkisi ile
hükmettiği zaman Allah’tan nakledilmiş olmaz.
Peygamberin devlet başkanlığı ile ilgili tasarruflarına gelince bu nübüvvet, risalet, fetva
ve kaza’nın ötesinde bir şeydir. Çünkü devlet başkanı halkın genel siyaseti, iyi şeylerin
akdedilmesi, kötü şeylerin giderilmesi, canilerin kökünün kazılması, orduların hazırlanması,
vatandaşlara ülkelerinde mekan güvenliğinin sağlanması gibi işlerin kendisine yüklendiği
kimsedir. Bu sebeple bu görevin peygamberlikle alakası yoktur. Tarihen de peygamberlerin
çok azının devlet başkanı olduğu görülmektedir. Bu bakımdan yukarıda da ifade edildiği gibi
peygamberin hakim, müftü, rasül, nebi ve devlet başkanı olarak söylediği sözler farklı
hükümleri doğurmaktadır. Mesela peygamberin Huneyn savaşında söylediği , “Kim savaşta
bir kafiri öldürür ve bunu da ispatlarsa, öldürdüğü kimsenin üzerindeki bütün her şey onun
olur” (Ebu Davud, Sünen, Cihad, 136; Müslim, Sahih, Cihad, 42) sözü, fetva ile ilgili bir söz
olursa farklı bir sonuç, devlet başkanlığı ile ilgili olursa daha farklı bir sonuç doğurur. Bu söz
fetva ile ilgili bir söz olursa, bu durumda bu söz istisnasız bütün savaşlar için geçerli olup,
yapılan her savaşta herkes öldürdüğü kimselerin zırh, silah vb diğer eşyalarını alabilir
demektir. Bu durumda bir kısım sıkıntılar ortaya çıkar. Öncelikle bu durum ganimetlerin
dağıtımını belirleyen ayete ters düşer. Ayrıca kişi düşmanın zırhını almak için güçlü biri
karşısına çıkar ve ölürse mal için ölmüş olacağından hem can, hem de din elden gider.
Karafi’ye göre bu hüküm devlet başkanlığı ile ilgili bir tasarruftur. Devlet başkanı uygun
gördüğü bir durumda bunu tekrar devreye sokar, uygun görmediği durumlarda uygulamaz.
Ama İmam Malik’e göre bu hadis fetva ile ilgili olup her savaş için geçerlilik arzetmektedir.
(Karafi, el- İhkam fi Temyizi’l-Fetava ani’l-Ehkam ve Tasarrufati’l-Kâdî ve’l-İmam , 1938,
yy, s. 88-109.)
85
müstakil eserler veya makaleler kaleme almışlardır.430 Onlar, bu tür eserlerinde bu
konu ile ilgili ifadelerinde kendi içlerinde çelişkiye düşmüşlerdir. Çünkü hükmün
sadece Allah’a ait olmadığını, tam tersine peygamberlere ve müslümanlara da
hükmetme yetkisinin verildiğini Kur’an’ın kendisi beyan etmektedir.
Peygamberlere hükmetme yetkisinin verildiği şu ayetlerde açıkça
belirtilmektedir. “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı
olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri
hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da
gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra,
aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah
iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah
dilediğini doğru yola iletir.”431 “ Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu
korumak üzere hak olarak Kur'an'ı gönderdik. Artık aralarında Allah'ın indirdiği
ile hükmet; sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma. Her birinize bir
şerîat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı; fakat size
verdiği yol ve şerîatlarda sizi denemek için böyle yaptı. Öyleyse iyi işlerde
birbirinizle yarışın. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık size, üzerinde ayrılığa
430
431
Karafi’nin yapmış olduğu bu ayırımdan şöyle bir netice çıkmaktadır. Peygamber bu
hükmü verirken verdiği bu hükmü Allah adına değil, Allah’ın kendisine vermiş olduğu yetki
ile kendi adına vermektedir. Olayın bir başka ve önemli yönü ise peygamber hüküm koyan
konumundadır. Vermiş olduğu hüküm yanlış bile olsa bağlayıcıdır. Burası çok önemlidir.
Peygamber kendi gördüğü bir lüzum veya maslahat üzerine hüküm vermiş olmasıdır. Bu
durum çok önemli olan bir husustur. Bu Peygamber tarafından ayetin neshi değil, Kur’an’ın
hükmünün belli bir kısım maslahatlar gereği, belli bir durumda ya da belli bir süre için
uygulanmamasından ibaret bir durumdur. Aynı hali daha fazla örnekleri ile İslam Tarihinde
Hz. Ömer’in bir kısım uygulamalarında görmekteyiz. Bunlardan bir kaçı şöyledir. Hz.
Ömer’in Müellefei Kulub’a zekattan pay vermemesi, Fethedilen Irak topraklarını gazilere
ganimet olarak taksim etmeyip esas sahiplerinde bırakması, Hz. Ebu Bekir’in köleleştirmiş
olduğu Müseylemetü’l-Kezzab’ın ele geçen taraftarlarını kölelikten azad etmesi, kıtlık
yıllarında açlık sebebi ile hırsızlık yapanlara had cezası uygulamaması.
Konu ile alakalı çok sayıda eser vardır. Özellikle günümüzde daha ziyade hadis ve dolayısıyla
sünnetle alakalı olarak çoğunlukla savunmacı bir yaklaşımla ele alınmış çok sayıda çalışma
mevcuttur. Ana konumuz bu konu ile alakalı eserleri ortaya koymak olmadığından bu
meseleyi bu alanla ilgili olarak çalışanlara bırakarak kısa bir araştırma sonucunda bunlardan
ulaşabildiğimiz bir kaçını burada vermekle yetineceğiz. 1- Celaleddin es-Suyuti, Miftahu’lCenne fi’l-İhticac bi’s-Sünne, ty, yy, 2- Abdülgani Abdülhalık, er-Red ala men Yünkiru
Hucciyyete’s-Sünne, Beyrut, 1411/1991. 3- Mustafa Sıbai, es-Sünne ve Mekanetüha fi’tTeşrii’l-islami, Beyrut, 1985 4- Abdulgani, Abdülhalık, Hucciyyetü’s-Sünne, Stutgart, 1986.
5-İsmail, Yahya, Menhecü’s-Sünne fi’l-Alakati beyne’l- Hakim ve’l-Mahkum, yy. , 1986. 6Aynur Uraler, Sahabe Uygulaması Olarak Sünnete Bağlılık, İstanbul, 2000. 7-Kamil Çakın,
İslamda Hadis ve Sünnetin Yeri, Ankara, 1997. 8- Hayrettin Karaman başkanlığında bir heyet,
Sünnetin Dindeki Yeri, İstanbul, 1997.
Bakara, 2/213
86
düştüğünüz şeylerin gerçek tarafını O haber verecektir. Sana şu talîmatı verdik:
Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana
indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer
hükümden yüz çevirirlerse bil ki bununla Allah ancak, günahlarının bir kısmını
onların başına belâ etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan
çıkmışlardır.”432 “Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Peygamber'e
çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler.”433
Bu ayetlerde çok açık bir şekilde görüldüğü gibi Hz. Muhammed’e hüküm
verme yetkisi verilmiştir. Yani Peygamberin teşri yetkisi vardır. Kur’an’a
bakıldığı zaman diğer Peygamberlerin de hükümler verdiği görülmektedir.434 Hz.
Muhammed’den de elinde bulunan kitaba uyması istenmiş,435 hükmetmenin tek
ve vazgeçilmez şartının ise adil olmak olduğu vurgulanmıştır. Buradaki en temel
nokta budur. “Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler. Sana gelirlerse,
ister aralarında hüküm ver, ister onlardan yüz çevir. Eğer onlardan yüz çevirirsen
sana hiçbir zarar veremezler. Ve eğer hüküm verirsen, aralarında adaletle hükmet.
Allah âdil olanları sever.436 “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O
halde insanlar arasında adaletle hükmet. Hevâ ve hevese uyma, sonra bu seni
Allah'ın yolundan saptırır. Doğrusu Allah'ın yolundan sapanlara, hesap gününü
unutmalarına karşılık çetin bir azab vardır.”437 “Allah size, mutlaka emanetleri
ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle
432
433
434
435
436
437
Maide, 5/48-49
Nur, 24/48.
Kaynaklarımız tarandığı zaman görülecektir ki, Hz. Peygamber özellikle Medine devrinde
hem Müslümanların davalarına, hem de o toplumda yaşayan diğer din mensuplarının
davalarına bakmış, ayrıca Müslümanlara uymaları gereken çeşitli kuralları bildirmiştir. Bkz
Tirmizi, Sünen, Hudud, 1, Edahi, 13-14; Müslim, Sahih, Hudud, 27; Ebu Davud, Sünen,
Hudud, 24; Buhari, Sahih, Mezalim, 16
Ey Peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi
bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır. Rabbinden sana vahyedilene uy. Şüphesiz Allah, bütün
yaptıklarınızdan haberdardır. Allah'a güven. Vekîl olarak Allah yeter. (Ahzab, 33/1-3) De ki:
Ey insanlar! Size Rabbinizden Hak olan Kur'an gelmiştir. Artık kim doğru yola gelirse, ancak
kendisi için gelecektir. Kim de saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapacaktır. Ben sizin
üzerinize vekil değilim. Sadece tebliğ etmekle görevliyim. Resûlüm! Sen, sana vahyolunana
uy ve Allah hükmedinceye kadar sabret. O hakimlerin en hayırlısıdır. (Yunus, 10/108-109)
Maide, 5/42. Ayrıca bkz. Nisa, 4/65 ; Maide, 5/48-49 A’raf, 7/29; Yunus, 10/47; Hucurat,
49/9.
Sad, 38/26.
87
hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah
her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.”438
Hz. Peygamberin bir kısım konularda hükümler koyduğu, daha sonra
bunların bir kısmını kaldırdığı kaynaklarımızda belirtilmiş, bir defasında da
Kur’an’daki bir hükmün aksine hüküm verdiği görülmüştür.
Hz. Peygamber Huneyn savaşında “Kim bir kafiri öldürür ve bunu da
ispatlarsa, öldürdüğü kimsenin üzerindeki bütün her şey onundur ”439
buyurmuştur. Bu sözde ilk bakışta ciddi bir problem var gibi görünmektedir.
Çünkü Huneyn savaşı hicretin sekizinci yılında yapılmıştır.440 Ganimetlerin nasıl
dağıtılacağını belirten ayetler ise bundan altı yıl önce yani hicretin ikinci yılında
nazil olmuştur. Bu ayetlerde şöyle buyurulmaktadır. “Sana savaş ganimetlerini
soruyorlar. De ki: Ganimetler Allah ve Peygamber'e aittir. O halde, siz müminler
iseniz Allah'tan korkun, aranızı düzeltin, Allah ve Resûlüne itaat edin.”441 “Eğer
Allah'a ve hak ile bâtılın ayrıldığı gün, iki ordunun birbiri ile karşılaştığı gün
kulumuza indirdiğimize inanmışsanız, bilin ki, ganimet olarak aldığınız herhangi
bir şeyin beşte biri Allah'a, Resulüne, onun akrabalarına yetimlere, yoksullara ve
yolcuya aittir. Allah her şeye hakkıyla kadirdir.”442 İslam bilginlerinin ortak
kanaatine göre bu ayet Bedir savaşından hemen sonra inmiş ve bedir savaşındaki
ganimetler bu ayete göre paylaştırılmıştır.443 Bu ayetin hükmü, yoruma mahal
438
439
440
441
442
443
Nisa, 4/58. Yukarıdaki ayetlerde belirtilen emanet ve adalete riayet emri İslam’ın vazgeçilmez
prensipleridir. Hz.Peygamber (s.a.) Mekke’yi fethedince, Kabe’nin anahtarlarını elinde
bulunduran Osman b. Talha b. Abdüddar kapıyı kilitlemiş, Kabe’nin üzerine çıkmış ve
anahtarı vermeyi reddederek: “ Senin peygamber olduğunu bilseydim onu verirdim” demişti.
Bu durum üzerine Hz. Ali, Osman’ın kolunu bükerek zorla ondan Kabe’nin anahtarını almış
ve kapıyı açmıştır. Akabinde Hz.Peygamber içeri girerek iki rekat namaz kılmış, çıkınca
amcası Abbas, anahtarı ve şerefli bir görev olan Kabe bakıcılığı görevinin kendisine
verilmesini istemişti. Bunun üzerine yukarıdaki ayet nazil olmuştur. Bu ayetin akabinde Hz.
Peygamber, Hz.Ali’ye “anahtarı eski vazifeliye vermesini ve ondan özür dilemesini”
emretmiştir. Bu olay üzerine Osman b. Talha müslüman olmuştur. (Beyzavi, Envaru’t-Tenzil,
I, s. 220; Elmalılı, Hak Dini, III, s.12-13) Bu olayda dikkati çeken en önemli husus işi ehline
verme hususunda dindaş olma koşulunun aranmamış olmasıdır. Kabenin anahtarlarının bir
müşrike verilmesini emreden bir ayetin inmesi çok anlamlıdır.
Ebu Davud, Sünen, Cihad, 136; Müslim, Sahih, Cihad, 42; Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, VIII,
5-8; İbn Hişam, Siret, IV, s. 98-99.
İbn Hişam, Age, IV, s. 87-88; Taberi, Tarih, III, s.70-82.
Enfal, 8/1.
Enfal, 8/41.
İbn Hişam, Siret, II, s. 278; Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, VII, 229-230, VIII, 15; Suyuti,
Abdurrahman Celaleddin, ed-Dürrü’l-Mensür fi’t-Tefsiri’l-Me’sür, Beyrut, 1993, IV, 71-72;
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, 384; İbn Kesir, Tefsir, IV, 5-7, 65-66; Elmalılı, Hak Dini, IV, s.
199; Buhari, Sahih, Tefsiru’l-Kur’an, 1.
88
bırakmayacak bir şekilde açık ve kesindir. Bu durumda yukarıdaki hadis bu ayetin
hükmüne aykırı hüküm içermektedir. Bu ayetle bu hadisin bir arada
değerlendirilmesine gelince, ayetteki hüküm kesindir. Bunda bir şüphe yoktur.
Ayete göre ganimetlerin beşte biri yukarıda ayette belirtilen yerlere ait olup, kalan
beşte dördü gazilere paylaştırılmaktadır. Ancak bu hadise göre ise, hangi
Müslüman asker hangi müşriki öldürür ve onu öldürdüğünü ispat ederse
öldürdüğü kimsenin üzerinde olan para, zırh, silah, giyecek vb her şey onu
öldürene ait olmakla, ayette belirtilen hükme muhalif bir hüküm uygulanmış
olmaktadır. Buradaki problem nesh yada başka bir şey olmayıp peygamberin
kendi görmüş olduğu bir lüzumdan dolayı kendi reyine dayanarak Kur’an’ın
ganimetlerle ilgili bu hükmünü belli bir süre uygulamamış olmasıdır. Çünkü bu
uygulamayı Peygamberin bundan sonraki savaşlarında görmemekteyiz. Vurgu
yapmak istediğimiz şey hemen hemen sahih kabul edilen hadis kaynaklarının
hepsinde444 ve konu ile ilgili ayetlerin tefsirinde yer alan445 bu olayda Hz.
Peygamberin, açık bir ayet hükmünün tersine bir hüküm vermiş olmasıdır. Bu
bizim için çok önemli bir noktadır.
Burada Peygamber Allah’a rağmen, yada onun hükmüne rağmen, veya
Allah’a karşı veya onun hükmüne karşı bir hüküm koyuyor değildir. Acaba bu
hadis bu ayeti nesh etmiş mi olmaktadır. Kur’an’ın bir ayetinin bırakın hadisle
başka bir ayetle bile neshi mümkün değildir.446 Peki bu durumda bu olay nasıl
444
445
446
Ebu Davud, Sünen, Cihad, 136; Müslim, Sahih, Cihad, 42; Buhari, Sahih, Megazi, 45;
Tirmizi, Sünen, Siyer, 13; İbn Mace, Sünen, Cihad, 29; Malik, Muvatta, Cihad, 18; Ahmed,
Müsned, V, 12.
Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, VIII, 5-8, 15; Cessas, Ebi Bekir Ahmed er-Razi, Ahkamu’lKur’an, Beyrut, 1993, III, s. 81-87
Nesh konusu Usulu Fıkıh, Usulü Hadis, Usulü Tefsir ve Tefsir kaynaklarımızda yer almıştır.
Müslüman bilginlerin çoğunluğuna göre de nesh vardır. Neshin olduğunu iddia edenler kendi
içlerinde farklı düşünmekle beraber Kur’an da ve Hadis de neshin var olduğu konusunda hem
fikirdirler. Ancak hangi ayetlerin mensuh olduğu ve Sünnetin Kur’an’ı neshi konusunda fikir
birliği yoktur. Ancak bir kısım bilginler Hadisin Kur’an ayetini nesh edebileceğini iddia
edebilecek kadar ileri gitmişler, bu görüşlerine de “La vasiyyete li varisin, Mirascıya vasiyet
yoktur” (Buhari, Sahih, Vasaya, 6; Ebu Davud, Sünen, Vasaya, 6, Büyu, 88; Tirmizi, Sünen,
Vesaya, 5; Nesai, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, Sünen, İstanbul, 1992, Vesaya, 5; İbn
Mace, Sünen, Vesaya, 6; Darimi, Sünen, Vesaya, 28; Ahmed, Müsned, IV, 186-187) ve “ Vay
o topukların cehennemdeki haline” (Müslim, Sahih, Taharet, 29; Ahmed, Müsned, II, 201 )
hadislerini delil getirmişler, birinci ile mirasçıya vasiyet olamayacağını bu hadisin “Birinize
ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde
vasiyet etmek Allah'tan korkanlar üzerine bir borçtur.” (Bakara, 2/183) ayetini, ikinci ile de
abdestin farz kılındığı Maide suresi altıncı ayetteki “topuklara kadar” kısmını neshettiği ve bu
hadisle topukların da yıkanması gereken bölgeler içine dahil edildiği iddia edilmektedir.
89
açıklanabilir. Hz. Peygamber bu olayda kendi görmüş olduğu bir lüzumdan dolayı
sadece o zaman ve şartlara göre Kur’an’ın bu hükmünü uygulamamış, onun
yerine kendisinin uygun görmüş olduğu bir hükmü uygulamıştır. Yapmış olduğu
bu eylem ise Allah tarafından yanlış olarak addedilmemiştir. Eğer Abdullah ibn
Ümmi Mektum yada Bedir esirleri olayında olduğu gibi Peygamberin yapmış
olduğu bu uygulama da Allah tarafından yanlış olarak addedilseydi o olaylarda
olduğu gibi Allah Peygamber’i hemen ikaz ederdi. Hz. Muhammed de yapmış
olduğu bu uygulamadan vazgeçerdi. Böyle bir ikazın olmaması da Peygamberin
yapmış olduğu bu uygulamanın Allah tarafından dolaylı olarak uygun görülmüş
olduğunu göstermektedir.
Hz. Peygamber çeşitli şartlar, zaman ve zeminlerde aynı konuda farklı
hükümler vermiştir. Bunlardan bazıları şunlardır.
Peygamber toplumda fakirler çok olduğu için Kurban etlerini evlerde üç
günden fazla bekletilmemesini emretmiş ve “Sizden hiç biriniz Kurban etini üç
günden fazla bekletmesin,”447 demiştir. Fakat daha sonra toplumda refah artınca
bu kendisinin koymuş olduğu yasağı kaldırmış ve “ İmkanı olmayan fakirler
faydalansınlar diye ben daha önce size kurban etlerini üç günden fazla
bekletmemenizi emretmiştim. Artık kalan etleri yiyebilir, yedirebilir ve
biriktirebilirsiniz”448 demiştir.
İkinci örnek ise şudur. Hz. Peygamber önce kabir ziyaretini ve Nebiz
isimli içeceğin içilmesini şu hadislerle yasaklamıştır. Enes b. Malik ve Ali b. Ebi
Talib’den gelen rivayetlerde şu ifadeler yer almaktadır. “Peygamber kabir
ziyaretini yasakladı”449 Nebiz de Ebu Said el-Hudri ve başkaları tarafından rivayet
447
448
449
(Hudari Bey, Muhammed, Usulü’l-Fıkh, Mısır, 1969, s. 261-263; Şaban, Usulü’l-Fıkh, s. 81,
396-406; Ebu Zehra, Muhammed, Usulü’l-Fıkh, Kahire, 1958, s. 148, 154-156; Koçkuzu, Ali
Osman, Hadiste Nasih Mensuh Meselesi, İstanbul, 1985, s. 157; Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir
Usulü, Ankara, 1991, s. 122-128; Koçyiğit, Talat, Hadis Usulü, Ankara, 1993, s. 145-147)
Muhammed Ebu Zehra’ya göre “ Fakihlerin Cumhuruna göre, Kur’an ayeti, Kur’an’ın başka
bir ayetiyle neshedilebileceği gibi, sünnet ile de neshedilebilir; ancak sünnetin mütevatir
olması gerekir; Kur’an sened bakımından kat’idir. Onu neshedecek olan sünnetin de aynı
şekilde sened yönünden kat’i olması icab eder.” (Ebu Zehra, Usulü’l-Fıkh, s. 155 )
Tirmizi, Sünen, Edahi, 13.
Tirmizi, Age, Edahi, 14.
Ahmed, Müsned, I, s. 145, III, s. 237.
90
edilen şu hadisle yasaklanmıştır. “Peygamber kuru üzüm, kuru hurma, yaş hurma
ve koruk hurmadan yapılan nebizi yasakladı.450
Hz. Peygamber, daha sonra bu konularla ilgili görmüş olduğu mahzurlar
ortadan kalkınca yasakları da kaldırmıştır. İbn Mes’ud ve Enes b. Malik’den
rivayet edilen hadiste bu durum şöyle beyan edilmiştir. “Sizi kabirleri ziyaret
etmekten menetmiştim. Artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü kabirleri ziyaret
etmek kalbi yufkalaştırır, göz yaşını akıtır, dünyada zühd sahibi olmayı sağlar ve
ahireti hatırlatır.”451 Bu cevazın öncesinde kabir ziyaretini yasaklayan pek çok
hadisin yanında İbn Abbas’tan gelen “Hz. Peygamber, kabirleri ziyaret eden ve
kabirleri mescid edinen ve orada kandil yakan kadınları lanetlemiştir”452
şeklindeki bu rivayette, kabir ziyaretinin yasaklanma sebebi açık bir şekilde
görülmektedir. Peygamber, günümüzde de sıkça görüldüğü üzere kabirlerdeki
ölülerden medet uman, oralarda ibadet edercesine davranan ve mum yakmak vb
şekillerde birazda başka din mensuplarının adetlerine benzeyen davranışlarda
bulunan kimseleri bu saydığımız sebeplerle kabir ziyaretinden menetmişti. Daha
sonra Hz. Peygamber insanlara ahireti ve ölümü hatırlatacağı ve ağlayan kişinin
kalbini yumuşatacağı453 sebebi ile kabir ziyaretini serbest bıraktığını beyan
etmiştir.
Konu ile ilgili olarak Tecridi Sarih’te şu bilgiler yer almaktadır. Yahudi ve
Hıristiyanlar
aziz
addettikleri
kimselerin
kabirlerini
secdegah
haline
getirmişlerdir. Cahiliyye arapları da kabirlere secde ediyorlardı. Bu sebeple
Peygamber, Tevhid inancı ile taban tabana zıd bu tür cahiliyye adetlerinden
ümmetini uzak tutmak için kabir ziyaretlerini önce yasaklamış, sonra bu yasağı
kaldırmıştır. Yasağın kaldırılması sonrasında hem kendisi, hem de başta Hz. Aişe
ve Fatıma olmak üzere sahabenin çoğu kabir ziyaretinde bulunmuşlardır.454
450
451
452
453
454
Ahmed, Age, I, s. 71, 134, 140, V, s. 340, VI, s. 18; Müslim, Sahih, Eşribe, 17; Tirmizi,
Sünen, Eşribe, 9; Darimi, Sünen, Eşribe, 8.
İbn Mace, Sünen, Cenaiz, 47, Ahmed, Müsned, I, s. 145, III, s. 237.
Ebu Davud, Sünen, Cenaiz, 82.
İbn Hacer el-Askalani, Fethu’l-Bari, Beyrut, 1996-1997, III, s. 493. Tirmizi’de ki rivayette
“Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabirler ölümü hatırlatır” buyurulmaktadır. (Tirmizi, Sünen,
Cenaiz, 47)
Naim-Miras, Tecrid, IV, s.371-375.
91
Nebiz455 ile ilgili olarak da şu hadis rivayet edilmiştir. “Sizi tulumlarda
olanların dışındaki nebizden menetmiştim. Artık sarhoşluk verici olmadığı
müddetçe bütün kaplardaki nebizleri içebilirsiniz. Sarhoşluk verici hale gelenleri
içmeyiniz.”456 Bu hadis de bize sebepler ortadan kalktığı zaman peygamberin
zaman zaman verdiği hükümlerden farklı hükümler verdiğini, haram kıldığı bir
şeyi daha sonra helale dönüştürdüğünü göstermektedir. Nebizle ilgili haram
kılınma sebebi olarak, tulumlarda bekleyen nebizin zamanla sirkeye dönüştüğü,
ama tulum dışındaki toprak vb kaplarda bekleyen nebizin ise zamanla sarhoşluk
verici hale geldiği, bu sürenin ise, bulunulan yere, iklime ve kabın çeşidine göre
değişiklik arz etmekle beraber üç gün olduğu, üç güne kadar ki kaplardaki
nebizden içilebileceği, üç günden sonra ise sarhoşluk verici hale geldiğinden
dolayı içilemeyeceği belirtilmiştir. Bu olayda Peygamber, sarhoşluk verici her şey
yasak olduğundan, tulum dışındaki diğer kaplardaki nebiz sarhoşluk verici hale
geldiğinden nebizi önce tümden yasaklamıştır. Daha sonra herkesin evinde tulum
olmadığından, evlerdeki saklama kaplarının çoğunun toprak vb olduğunun
kendisine söylenmesinden sonra sarhoşluk verici hale gelmemiş olması kaydı ile
diğer kaplardaki nebize izin vermiştir.
Peygamber’in at etinin yasaklığı ile ilgili hem hadis, hem tefsir ve hem de
İslam fıkhı kaynaklarında farklı kanaatler vardır. Çünkü bir kısım hadislerde at
etinin yenmesinin yasak olduğu bildirilmiştir: “Resulüllah, at, eşek ve katır eti
yemeyi yasak etti.”457 Şu rivayetlerde de helal olduğu bildirilmiştir. “Resulüllah,
Hayber’de ehli eşek etini yasak etmiş, at etine izin vermiştir”.458
455
456
457
Nebiz kuru üzüm, hurma, bal, arpa, buğday vb. şeylerin suda bekletilerek onu tatlandırılması
yolu ile elde edilen bir içecektir. Testilerde ve tulumlarda yapılır. Sarhoş edici olsun olmasın
nebiz diye isimlendirilir. Sarhoş edici olursa içilmesi haram, olmazsa haram değildir. (İbn
Manzur, Lisan, III, s. 511). Nebizin hangi kapta kaç günde sarhoşluk verici hale geldiği ile
alakalı olarak bkz. Şamil İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1991-1994, Nebiz md. V, s. 64-66.
Nebizin yasaklanması ve daha sonra ruhsat verilmesi ile alakalı olarak bkz. İbn Hacer,
Fethu’l-Bari, X, s. 181-188. Bizim amacımız nebizin ne olduğu ya da helalliği veya haramlığı
değildir. Burada bizim ortaya koymaya çalıştığımız şey peygamberin aynı konu ile alakalı
olarak değişik şart ve durumlarda farklı hükümler vermiş olmasıdır. Nebiz de bunlardan
biridir. Nebizin fıkhi boyutu ile alakalı olarak Bkz Merğınani, Burhaneddin Ebu’l-Hüseyn Ali
b. Ebi Bekr b. Abdulcelil, el-Hidaye şerhu Bidayeti’l-Mübtedi, Beyrut, 1990, IV, s. 110-113;
Cezeri, Abdurrahman, Kitabü’l-Fıkh ala Mezahibi’l-Erbea, İstanbul, 1990, II, s. 6-9.
Ahmed, Müsned, V, s.350.
İbn Mace, Sünen, Zebaih, 14 “Esma binti Ebi Bekir dedi ki: Biz Peygamber zamanında at eti
yiyorduk” (Buhari, Sahih, Zebaih, 9) İslam Hukuk bilginlerinden İmam Muhammed, İmam
Ebu Yusuf, İmam Şafii, (Nevevi , Ebu Zekeriya Muhyiddin b. Şeref, Kitabü’l-Mecmu, ty, yy,
92
Hz. Peygamberin bütün bu yasaklarının ve daha sonraki izinlerinin
hepsinin muhakkak surette dini bir boyutu vardı. Yani insanlar yasak sürerken bu
emirlerin zıddına hareket etmiş olsalardı kişisel bazda sorumlulukları olurdu.
Bunlar birer teşri olayıdır. Peygamberin yasak kılma sebepleri ortadan kalkınca
daha sonra o yasakları kaldırmıştır.
Ele alınan bu örnekler peygamberin kendi zamanında yapmış olduğu bir
kısım yasakların kendisi tarafından kaldırılması ile ilgilidir. Ama bir kısım
konular da vardır ki Peygamber sağlığında bunları yasaklamış, fakat Hz.
Peygamber yasak kıldığı bazı şeyleri kendisi hayatta iken yasak kılma sebepleri
ortadan kalkmadığı için bu yasakları kaldırmamıştır. Bu olaylardan bir tanesi olan
resim konusudur.
458
IX, s.6; Şirbini, Şemseddin Muhammed b. Muhammed, Muğni’l-Muhtac ila Ma’rifeti Meani
Elfazi’l-Minhac, Beyrut, 1994, VI, s. 147) ve Hanbeliler (İbn Kudame, Ebi Muhammed
Muvaffiku’d-Din Abdullah el-Makdisi, el-Kafi fi Fıkhı’l- İmami’l-Mücebbel Ahmed b. Hanbel
, yy, 1988, I, s. 488) at etinin helal olduğunun bildirildiği rivayetlere dayanarak ve Nahl suresi
beş ve sekizinci ayetlerini de delil getirerek at etini yemeyi mübah görmüşlerdir. İmam Malik
ve İmam Azam ise at etinin yenmesini mübah görmemiştir.( İbn Rüşd, Ebi’l-Velid
Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Rüşd el-Kurtubi el-Endelüsi, BidayetülMüçtehid ve Nihayetü’l-Muktesıd, Mısır, 1975, I, s. 469; İbn Hübeyre, el-Vezir Avnüddin
Ebi’l-Muzaffer Yahya b. Muhammed, el-İfsah an Meani’s-Sıhah, Beyrut, 1996, II, s. 256)
İmamı Azam’dan bir rivayete göre at eti tenzihen, diğer bir rivayete göre ise tahrimen
mekruhtur. Ebu Hanife bu görüşe varırken şöyle bir yaklaşımda bulunmuştur: At sayısı azdır.
At savaşta silah olarak kullanılmaktadır. Cihad aleti olan atın sayısını azaltmak doğru
değildir. At etinin kendisi haram olduğundan dolayı değil, sırf savaşta silah olduğundan
dolayı at etinin yenmesi nehyedilmiştir.( İbn Humam, Kemaleddin es-Sivasi el-Hanefi,
Fethu’l-Kadir, Kahire, 1315, IX, s. 512-513; Öğüt, Salim, “At”, DİA, İstanbul, 1991, IV, s.
32) Aynı şekilde Müfessirler de Nahl suresi beş ve sekizinci ayetlerini yorumlarken bu farklı
yaklaşıma sahib olmuşlar, bir kısmı at etini mübah görürken, (Vahıdi, Ebi’l-Hasen Ali b.
Ahmed en-Nisaburi, el-Vasit fi Tefsiri’l-Kur’ani’l-Mecid , Beyrut, 1994, III, s. 56-57;
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 538) diğerleri at etinin yenmesini mübah görmemişlerdir.
Beyzaviye göre bu ayetten haramlık çıkarmak mümkün değildir. Çünkü ayet Mekki’dir.
At etinin yenemeyeceğini söyleyenlere göre Allah Nahl suresi beşinci ayette “ Hayvanları da
yarattı. Onlardan sizin için ısınma ve bir çok faydalar vardır. Hem de onlardan yersiniz”
buyurmuş ama bu üç hayvanı saydıktan sonra yenilebileceğinden bahsetmemiş tam tersine
binmek ve süs için yaratıldıklarından bahsedilerek etlerinin yenemeyeceğine işaret edilmiştir.
(Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, III, s.270-272; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.
281) Bir başka görüşe göre bu hayvanlar taşımacılıkta kullanıldığı için etlerinin yenmesi
yasaklanmıştır. Peygambere “Ey Allah’ın Rasülü! Eşekler yenildi, eşekler bitti, denildi,
Bunun üzerine peygamber yasakladı. ( İbnü’l-Arabi, Ebi Bekir Muhammed b. Abdullah,
Ahkamu’l-Kur’an, ty, Beyrut, III, s.1144-1146)
Kurtubi’ye göre de at etinin yenmesi caiz değildir. Çünkü bu ayette at, katır ve eşekten ne
şekilde yararlanılabileceği belirtilmiştir. Allah onları taşıma aracı ve zinet olmak üzere
yaratmıştır. Yemek için değil. (Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, V, s. 51.)
Buhari, Sahih, Zebaih, 27
93
“Peygamber evde resim bulundurulmasını yasakladı.”459 Bu hadis ile
peygamberin resmi yasakladığı aşikardır. Bu durum İslam’ın resme tamamen
karşı olduğunu göstermemektedir. Bu konu ile alakalı hadislerin farklı rivayetleri
vardır. Bunlardan birinde “İçinde köpek ve resim bulunan eve melekler girmez.
Bununla peygamber ruh taşıyan varlıkların heykelini kastetti”460 denilirken
aslında resmin yasaklanma sebebini ravi bir şekilde izah etmiş olmaktadır. Buhari
şarihi İbn Hacer de, bu hadisin şerhinde resmin yasaklanması ile alakalı olarak
çeşitli kimselerin görüşlerini verdikten sonra “Cinler Süleyman için dilediği
biçimde kaleler, heykeller, havuz gibi çanaklar ve sabit kazanlar yapıyorlardı”461
ayetini ele almış, konuyla ilgili çeşitli görüşlere yer vermiştir. İslam’ın geldiği
Arap toplumunun çok büyük çoğunluğu puta tapan insanlardan oluştuğundan,
kolayca eski adetlerine dönebileceklerinden dolayı Hz. Peygamber resim ve
heykeli yasaklanmıştır. Yoksa bizatihi resim ve heykelin kendileri kötü olduğu
için yasaklanmamıştır.462
Bugün bu yasağın sebepleri Müslümanlar için ortadan kalkmıştır.
Müslümanlar resme ve heykele tapmamaktadırlar. Bu örnekte Peygamber’in
hayatta iken koymuş olduğu resim ile ilgili bir yasağın asırlar sonra da olsa, o
yasağın sebeplerinin ortadan kalkması sonucunda peygamberin koymuş olduğu
bir yasağın belli şartlar muvacehesinde kalkmış olmasına örnektir.
İşte örnekleme yöntemi ile463 ele alınan bu örneklerde de görüldüğü üzere
Peygamber, kendi rey’ine dayanarak ve gördüğü lüzumdan dolayı bir kısım
konularda yasaklar koymuş, daha sonrada yine kendi gördüğü bir lüzumdan
dolayı bu yasakların bir kısmını kaldırmıştır. Bunlar Kur’an’da hükmü beyan
edilen durumlar değildir. Bu durum ise Peygamberin teşride bulunduğunu
göstermektedir. Çünkü yukarıda örnekleri ile ortaya konulduğu üzere peygamber
bir kısım konularda haram ve helaller koymuştur. Ancak O, koymuş olduğu bu
yasakların bir kısmını zamanla kaldırmıştır. Bu da onun bu yasakları koyarken
459
460
461
462
463
Tirmizi, Sünen, Libas, 18. Resmin yasaklığı ile ilgili çok sayıda hadis vardır. Bunlar için bkz.
Wensinck, A.J. Mensing, J.P. Brugman, J. , el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfazı’l-Hadisi’nNebevi, İstanbul, 1988; S-V-R md. III, s. 440
Buhari, Sahih, Meğazi, 12.
Sebe, 34/13.
Bardakoğlu, Ali, “Helaller ve Haramlar”, TDV İlmihal, İstanbul, 1999, II, s. 105,
Bu konu ile ilgili örnekler çoğaltılabilir. Ancak çalışmamızı ana ekseninden koparacağı ve
teferruata boğacağı için birkaç örnek vermekle yetindik.
94
kendi görüşüne istinaden ve değişik şart ve durumlara göre karar verdiğini
göstermektedir. Eğer Peygamberin koymuş olduğu emir ve yasakların Allah’ın
bildirmesi ile olduğunu ve dinin teferruatı ile alakalı konularda her şeyi kesin ve
değişmez çizgilerle çizildiğini iddia edersek bu durumda din donuklaşır. Hayata
cevap veremez hale gelir, bu sebeple de din hayatın dışında kalır. Günümüzde
yaşanan din ve dini algılama ve yaşama ile ilgili sıkıntıların en önemli
sebeplerinden biri budur.
Konunun diğer bir yönü ise Peygamber hayatta iken fetvalarında nesh olur
ama onun vefatından sonra onun fetvaları nesh kabul etmez464 görüşü de doğru
değildir. Ne zaman şartlar oluşursa ve yasak gerekli olursa yasak konulur, ne
zaman da yasağın kaldırılması gerekiyorsa yasak kaldırılır. Dini konularda hal
böyle iken ağaçların aşılanması meselesinde olduğu gibi465 dini olmayan
konularda da onun görüşünün doğru olmayabileceği ortaya çıkmaktadır. Ayrıca
bu uygulamayı yapan sahabenin de bunu ilahi bir emir olarak algıladıklarından
aşılama işini terk edince hurmalar iyi olmayınca O, bunun sadece kendi rey’i
olduğunu beyan etmiştir.
Hz. Peygamberin bu ifadelerini bugün bazıları “ O, arzusuna göre de
konuşmaz. O bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir”466 ayetini yanlış bir
şekilde yorumlamaktadırlar. Onlar, Peygamber’in arzusuna göre konuşmadığını
bildiren ayeti Kuran ile sınırlandırmayıp Hz. Muhammed’in söylediği her şeyin
Allah
464
465
466
467
tarafından
vahyi
gayri
metluv467
anlayışı
ile
vahyedildiğini
Karafi, İhkam, s. 90; Zeydan, Abdulkerim, Haletü’d-Darure fi’ş-Şeriati’l-İslamiyye, Beyrut,
1988, s. 72, Ebu Zehra, Usulü’l-Fıkh, s. 151.
Peygamber Medine’ye geldiğinde insanların hurmaları aşıladıklarını görmüş, öyle ne
yapıyorsunuz diye sormuş, onlar da : Biz bunu daima yaparız demişler, O’da bunun üzerine :
Keşke böyle yapmasanız, bu daha hayırlı olurdu, demiştir. Bunun üzerine onlar hurma
aşılama işini terk ettiler. Aşılama işini terk edince hurmalar az oldu. Bunu peygambere haber
verdiler. O’da: Ben muhakkak ki bir beşerim. Ben size dininizle ilgili bir şey emredersem onu
hemen yapın, Şayet kendi görüşümle alakalı bir şey emredersem, ben de bir insanım,
yanılabilirim, dedi (Müslim, Sahih, Fedail, 140)
Necm, 53/3-4.
Gayri metluv vahiy kavramı, İslam kültürünün oluşturmuş olduğu yanlış bir kavramdır. Bu
düşünce sahipleri Sünneti sünnet olmaktan çıkarıp onu vahiy gibi anlamaya başlamışlardır.
Böylece Sünnet, Kur’an’ın yanında Kur’an gibi bir kaynak olarak algılanmıştır. Müslünalar
bu ifadeleri ile vahyi tilavet olunan ve olunmayan şeklinde iki kısma ayırmışlardır. Tilavet
olunan vahiyle Kur’an’ı, tilavet olunmayan vahiyle de Kur’an dışında bir vahiy olduğunu
iddia etmişler, buna da Necm suresindeki 3 ve 4. ayetleri delil getirmişlerdir. Ancak bu doğru
bir yaklaşım değildir. Böyle bir anlayışın doğru olduğu kabul edilirse o zaman isteyen herkes
istediği her düşünceyi; “bu gayri metluv bir vahiydir” deyip İslam’a sokmaya çalışabilir. Bu
95
söylemektedirler. 468 Böyle bir anlayış kabul edilemez. Şayet Hz. Muhammed’in
sözlerinin vahiy olduğu kabul edilirse, bu durumda kendisi ile beraber olan
sahabenin peygamberin yapmış olduğu bir kısım uygulamalardan sonra; “Ey
Allah’ın Resulü! Bu Allah’tan sana gelen bir emir mi? Yoksa senin kendi rey’inle
verdiğin bir karar mı?” diye sorduklarında Peygamber “benim rey’im” diye cevap
verince sahabenin; “o zaman şöyle olsa daha iyi olur” şeklinde fikirlerini beyan
etmeleri anlaşılamaz hale gelir.
Sahabe, yukarıdaki ayeti bazılarının anladığı gibi anlasaydı o zaman
Peygamber ne derse hiçbir fikir yürütmeden dediğini yaparlardı. Ama onlar bunun
tam tersine yapılan işin vahiy yolu ile bildirilen bir durum olmadığını öğrenince
hemen kendi fikirlerini beyan etmişlerdir. Bunun sonucunda da bedir kuyuları
örneğinde olduğu gibi peygamber kendi fikrinden vazgeçmiş, diğer düşünceye
uymuş469 ve bunun akabinde de bu görüşe uymanın faydasını savaş alanında
görmüştür.470
Aynı şekilde Peygamber Hendek savaşında İranlı sahabi Selman-ı
Farisi’nin görüşlerine uymuş şehrin etrafına Hendek kazmak suretiyle çok az bir
468
469
470
durumda Kur’an’a ek Kur’an gibi ikinci bir kaynak daha kabul edilmiş olur. Bu da Hadis
kaynaklarıdır. Bu kabul edilebilecek bir şey değildir. Bu sebeple Müslümanlar tilavet
olunmayan vahiy anlayışını tamamen bir kenara atmalıdırlar. Çünkü peygambere vahyolunan,
tilavet olunan vahiy yani Kur’an Müslümanlar için yeterlidir.
Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, III, 272; Sıbai, Mustafa, es-Sünnetü ve Mekanetüha fi’tTeşriı’l-İslami, Beyrut, 1985, s.150. Bu ayetin öncesine ve sonrasına baktığımız zaman da
burada peygamberin konuşmasından peygamberin hadisleri ya da sünnetinin kasdedilmediği
çok açık bir şekilde görülecektir. “Battığı zaman yıldıza andolsun ki; Arkadaşınız Muhammed
sapmadı ve bâtıla inanmadı. O, arzusuna göre de konuşmaz. O bildirdikleri vahyedilenden
başkası değildir. Çünkü onu güçlü kuvvetli biri Cebrail öğretti. Ve üstün yaratılışlı melek,
doğruldu: Kendisi en yüksek ufukta iken. Sonra Muhammed'e yaklaştı ve sarktı. O kadar ki
iki yay arası kadar, hatta daha da yakın oldu. Bunun üzerine Allah, kuluna vahyini bildirdi.”
(Necm, 53/1-10) Ayetlerde de görüldüğü üzere peygamberin hevasından konuşmadığı şey hiç
bir yoruma mahal bırakmayacak bir şekilde açık olup, bu da Kur’an’ın kendisidir, Vahyin
kendisidir. Nesefi, Beyzavi ve Elmalılı’da ayeti bu şekilde anlamışlardır. Bkz. Nesefi, Ebu’lBerekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s.194; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil , II, 438-439; Elmalılı, Hak
Dini, VII, s. 4571-4572.
Bedirde Hubab b. Münzirin, (İbn Hişam, Siret, II, s. 232, Kurtubi, Ebi Ömer Yusuf b.
Abdullah b. Muhammed b. Abdülber, el-İstiab fi Ma’rifeti’l-Ashab, Beyrut, 1995, I s. 388;
İbn Hibban, Ebu Hatim Muhammed b. Hibban b. Ahmed, es-Siretü’n-Nebeviyye ve Ahbaru’lHulefa, Beyrut, 1987, s. 166-167; Kettani, Muhammed Abdülhay b. Abdülkebir, etTeratibü’l-İdariyye, Beyrut, ty, II, s. 384 ) Hendek savaşında evs ve Hazrec liderleri olan Sa’d
b. Muaz ve Sa’d b. Ubade’nin ifadeleri (Vakıdi, Muhammed b. Ömer, Kitabü’l-Meğazi li’lVakıdi, Beyrut, 1985, II, s. 477-480; Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Kitabü’l-Cümel min
Ensabi’l-Eşraf, Beyrut, 1996, I, 430-431; Muhammed Ali, Mevlana, Peygamberimizin
Hayatı, Siretü’n-Nebi, çev. Ali Genceli, Ankara, ty. s. 209-210 ) buna örnek gösterilebilir.
Uslu, Recep, “Bedir”, DİA, İstanbul, 1992, V, s. 325-327.
96
ziyanla savaştan galip çıkmıştır.471 Uhud savaşında Hz. Muhammed çoğunluğu
Bedir savaşına katılmayan genç sahabilerin görüşüne uymuş, kendi görüşünün
tersine olsa da savaşı şehrin dışında yapmayı kabul etmiştir. Ancak savaş sonunda
başta Hz. Hamza olmak üzere yetmiş kadar sahabe şehit olmuş, Peygamber’in azı
dişi kırılmış, yüzü yaralanmış ve çok büyük sıkıntılar çekmiştir.472 Bütün bu
örnekler açıkça göstermektedir ki Peygamber kendisine vahiyle belirtilmeyen
hususlarda bazen kendi şahsi görüşüne göre, bazen de sahabenin görüşüne göre
hareket ediyordu. Bütün bunlar Hz. Muhammed’in Kur’an dışında söylediği
sözlerin vahiy olmadığını açıkça göstermektedir.
Yukarıda Allah’ın şari olması bölümünde ifade edildiği gibi Şari-i Mutlak
Cenabı Allah’tır. Ancak Peygamberler ve diğer insanlar da kanun koyma
yetkisine sahiptirler. Bunu belli bir düzen ve intizam içinde olması gerekmektedir.
Tarihen de bu böyle devam ede gelmiştir. Hz. Muhammed bazı konularda henüz
vahiy gelmediği durumlarda önceki peygamberlerin şeriatını uygulamış,473 onda
da yok ise kendi rey’ine başvurarak kararlar almıştır.474
471
472
473
Belazuri, Ensab, I, s. 427; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, s. 267-268; Agm, “Hendek”,
DİA, İstanbul, 1997, XVII, s. 194-195.
İbn Hişam, Siret, III, s. 71-72; İbn İshak, Muhammed b. İshak b. Yesar, Kitabü’l-Meğazi,
Konya, 1981, s.303-304; (Siretü İbn İshak içinde) ; Yakut el-Hamevi, Şihabüddin Ebi
Abdillah Yakut b. Abdillah el-Hamevi er-Rumi el-Bağdadi, Mu’cemu’l-Büldan, Beyrut, ts., I,
s. 135.
Peygamberin her hangi bir konu ile ilgili ortada açık bir ayet yokken daha önceki şeriatlarin
bir kısım hükümlerini uygulamasına örnek olarak Recm olayı gösterilebilir. Tevrat’a göre
recm mevcuttur. "Eğer bir adam başka bir adamın karısıyla zina ederken bulunursa, zina eden
adam ve kadın ölecekler... erkeği taşla taşlayacaksınız ve ölecekler ve kötülüğü aranızdan
kaldıracaksınız." (Tesniye, 22/22-24; bkz. Levililer, 20/13-14 ve 21/9). Kur’an’da ise
kesinlikle böyle bir hüküm mevcut değildir. Ana hadis kaynaklarının bildirdiğine göre
peygamberin on senelik Medine döneminde uygulamış olduğu recm cezası bir kaçı
geçmemektedir. Bunlardan iki tanesi zina ettiklerini iddia eden iki Yahudi hakkındadır ki bu
da kendi ilahi kitaplarına göre –ki yukarıda zinanın cezasının Tevrat’a göre ölüm olduğu
anlaşılmaktadır- yargılanmalarının bir sonucu olarak recm edilmişlerdir. Bunların dışında
kaynaklarda yer alan ve recm edildikleri bilinen diğer en meşhur iki kişi ise Ğamidiyyeli bir
kadın ile Maız b. Malik isimli bir kişidir. (Müslim, Sahih, Hudud, 22-24)
Bunlardan birincisi olan Ğamidiyyeli kadın Hz. Peygamber’e gelmiş ve ona büyük bir
günah işlediğini, karnında zina ürünü bir çocuğu taşıdığını bildirmişti. Hz. Muhammed olayın
üzerine gitmektense kadını duymazdan gelmiştir. Kadının ısrarı üzerine Peygamber hamile
olan kadının çocuğunu doğurması için cezayı uygulamadan göndermiştir. Kadın çocuğunu
doğurup onu kucağına alıp getirmiş ve: “İşte bu o çocuk, cezayı şimdi uygula” demiştir.
Peygamber kadını çocuğu emzirip büyütmesini söylemiş ve kadını yine cezayı uygulamadan
göndermiştir. Kadın aradan biraz zaman geçince çocuk büyüyüp çocukla beraber gelip cezayı
uygulaması konusunda ısrar edince bu sefer recm cezasını uygulamak durumunda kalmıştır.
Eğer kadın ceza uygulanmayan durumlarda oralardan çekip gitseydi Peygamber onu takip
ettirmezdi. Çünkü diğer olayda Maız : “Beni temizle Ya Resulellah” deyince O: “git tevbe et”
demiş, bu olay üç defa tekrar etmiş, dördüncüde : “seni neden temizleyeyim” diye sormuş,
97
daha sonra Maız zina ettiğini söyleyince ona evli –ki bir kısım rivayetlerde peygamberin ona
evli olup olmadığını sorduğundan bahsedilmemektedir - deli yada sarhoş olup olmadığını
sormuş, Maız, evli olduğunu ve deli ya da sarhoş olmadığını söyleyince recm’e hükmetmiştir.
(Müslim, Sahih, Hudud, 22-24) Ancak daha sonra Recmin uygulanması sırasında canı yanan
Maiz kaçmaya çalışınca recmi uygulayanlar onu yakalayıp taşlayarak öldürmüşlerdir. Bu
haberi duyan Hz. Muhammed: “Keşke onu bıraksaydınız” demiştir. (Ebu Davud, Sünen,
Hudud, 24; Tirmizi, Sünen, Hudud, 5)
Müslüman olan bu iki kişiye uygulanan recm cezası Peygamberin “Şer’u men Kablena”
yani “Daha önceki peygamberlerin şeriatı” hükmünde olan uygulamalarından olup Tevrat’ın
hükmünün uygulanmasından ibarettir. Bunun böyle olduğunu hem Buhari hem de Müslim’in
Sahih’lerinde yer alan şu hadis bize işaret etmektedir. “ Ebi İshak eş-Şeybani’den: Abdullah
b. Ebi Evfa’ya : Peygamber recm cezası uyguladı mı? diye sordum, O’da evet dedi. Ben
bunun üzerine Nur suresi indirildikten önce mi yoksa sonra mı diye sordum, o da bilmiyorum
dedi.” (Müslim, Sahih, Hudud, 29; Buhari, Sahih, Muharibin, 21). Aslında recm konusu ile
ilgili yüzyıllardır İslam dünyasında süren tartışma bu sorunun cevabında vardır. O’ da
Abdullah b. Ebi Evfa her ne kadar bilmiyorum dese de Peygamberin Nur suresindeki ayet
indikten sonra recm cezası uygulamadığıdır. Fakat Müslümanlar Peygamberi yeterince doğru
anlamadıklarından dolayı farklı bir yolu tercih etmişler ve recmin İslam’da mevcut olduğunu
savunmuşlardır ki bu kesinlikle doğru değildir. Yoksa recm bazılarının iddia ettikleri gibi
metni kaldırılmış hükmü devam eden ayetlerden biri değildir.
İlk dönem bilginlerimizden bir kısmı doğru olup olmadığına bakmadan nerede ne
buldularsa eserlerine almışlardır. Aldıkları bu bilgilerin İslam’a ne kadar zarar verebileceğini
düşünmemişlerdir yani getirisini götürüsünü hesaba katmamışlardır. İşte bu rivayetlerden biri
“eş-Şeyhu ve’ş-Şeyhatü iza zeneya fercümühüma elbettete” şeklindeki recm ile ilgili bir
ayetin bulunduğu ancak bu ayetin Kur’an’a yazılmadığı iddiasıdır. Bunu iddia ederken
kendilerini haklı çıkarabilmek için bahsettikleri bu rivayeti İslam hakkındaki derin yorum
kabiliyeti ve vukufiyeti bulunan Hz. Ömer’e atfetmekten geri durmamışlardır. Olay
kaynaklarda şu şekilde yer almıştır: “Abdullah b. Abbas, Hz. Ömer'in minberde şöyle dediğini
rivâyet etmiştir. "Cenab-ı Allah Muhammed'i hak ile göndermiş ve O'na Kitab'ı indirmiştir.
Recm ayeti de O'na indirilen ayetlerden idi. Biz bu ayeti okuduk, ezberledik ve anladık.
Resulullah recmi uyguladı, ondan sonra biz de uyguladık". Korkarım, zaman geçince birileri
çıkıp "Biz Allah'ın kitabında recmi bulamıyoruz" der ve Allah'ın indirdiği bir farzı terk ederek
sapıklığa düşerler. Şüphesiz recm, Allah'ın kitabında, evli olmak, şahit, gebelik veya ikrar
bulunmak şartıyla, zina eden kimse aleyhine bir haktır" (Müslim, Sahih, Hudûd, 15).
Hz. Ömer'e atfedilen, metninin kaldırıldığı ama hükmünün devam ettiği iddia edilen
ifadenin Türkçesi şu şekildedir: “İhtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ederlerse, onları taşlayarak
öldürün” (Mâlik, Muvatta, Hudûd 10; İbn Mâce, Hudûd, 9; Ahmed, Müsned, V, 132, 183).
Hz. Ömer'in recmi, Medine minberinden ilân etmesi, içlerinde bir çok sahabe bulunan
cemaatten hiç birinin buna karşı çıkmaması, recmin sabit olduğunu gösterir (Davudoğlu,
Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, , İstanbul 1978, VIII, 350). Serahsi, Hz. Ömer’in
şöyle dediğini nakleder: "Eğer insanlar, Ömer Allah'ın Kitabına ilave yaptı demeyecek
olsalar, "ihtiyar erkekle ihtiyar kadın zina ettikleri..." ifadesini Mushaf'ın haşiyesine
yazardım" (Serahsi, Şemseddin, Kitabü’l-Mebsût, Beyrut, 1978, IX, 37). Burada ayet olduğu
iddia edilen bu ibarenin farklı kaynaklarda farklı şekillerde geçtiği göz önüne alınırsa yani
metninde farklılıklar olduğu düşünülürse bunun ayet olamayacağı çok açıktır. Bugün
dünyanın neresine gidilirse gidilsin müslümanım diyen herkesin elindeki Kur’an aynıdır. Ama
ayet olduğu iddia edilen bu rivayet farklı kaynaklarda farklı şekilde yer almıştır. Bunlardan
bir tanesinde “iza zeneya” ibaresi yoktur. (Malik, Muvatta, Hudud, 10) Bir diğerinde “eşŞeyhu ve’ş-Şeyhatü” yerine “es-Seyyibü ve’s-Seyyibetü” olabileceği ifade edilmiştir. (Malik,
Muvatta, Hudud, 10) Bir başkasında sonuna “ Nekalen minellah. Vallahü alimün hakim”
(Ahmed, Müsned, V, 132) ibaresi eklenmiştir. Bütün bunlar bu ifadenin ayet olamayacağını
açıkça göstermektedir.
Kanaatimizce bütün bu rivayetler ön kabullerin sonucu olarak üretilmiş sözlerdir. Bu ön
kabul de recmin İslam’da var olduğu iddiasıdır. Bu ifade kabul görsün diye Hz. Ömer’e
atfedilmiştir. Bu ifade ona atfedilirken de karşı çıkanları susturmak için tedbir alınmış ve
“Korkarım, zaman geçince birileri çıkıp "Biz Allah'ın kitabında recmi bulamıyoruz" der ve
98
Peygamberin yapmış olduğu bu işlerin tamamı kanun koyma kapsamına
girmektedir. Bu durumda da peygamber Şari olmaktadır. Buradaki tek fark sadece
isimlendirme farkı olsa gerektir. Genel olarak hem usulü fıkıh bilginleri, hem
tefsir ve hem de hadis bilginleri Hz. Peygamber’in sünnetine uymanın
zorunluluğundan, hatta sünnetin Kur’an’ı bile nesh edebileceğini iddia ederlerken
ve İmam Şafii örneğinde olduğu gibi sünnete uymanın iman esası gibi
addedilmesi ortada iken, Hz. Muhammed’in şari olduğunu söylememelerini
anlamak oldukça zor olsa gerektir. Hz. Peygamber de şaridir. O kendi zamanının
ihtiyaçlarına göre çeşitli konularda yasaklar ve kurallar getirmiş, ihtiyaçlar
kalkınca bu yasağından vazgeçmiştir. Bu durum ise Peygamber’in teşri yetkisinin
var olduğunu göstermektedir. Bu da hem ayetle hem de hadisle sabittir. Ancak
Peygamber’in uygulamaları tamamen kesinleşmiş ve değişmez birer hüküm
değildir. Tam tersine bunlar zaman ve şartlara göre değişebilir.
474
Allah'ın indirdiği bir farzı terk ederek sapıklığa düşerler” denilerek recme karşı çıkanlar
susturulmak istenmiştir. Müslüman bilim adamlarının böyle bir iddiayı dillendirebilmeleri ve
eserlerine alabilmeleri yanlış bir tutumdur. Bir Müslüman bunu iddia edebilirse, başka biri de
başka bir ayetin eksik yada fazla olduğunu iddia edebilir. Süleyman Ateş, Kunut dualarının
Kur’an’dan bir sure olduğunu ama Müslümanların bunu Kur’an’a almadıklarını ve dolaylı
olarak da olsa felak ve Nas surelerinin Kur’an’dan olamayabileceğini iddia etmektedir. O
tefsirinde konu ile ilgili şunu söylemektedir. “Abdullah ibn Mes’ud ve Übeyy ibn Ka’b’ın
Mushaflarında Felak ve Nas sureleri yoktur. Yalnız Übeyy mushafında Vitr namazlarında
okunan Kunut Duası, Hul Suresi adıyla Kur’an’dan bir sure olarak yer almıştır. (Ateş,
Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1988-1991, XI, s. 213) Böyle bir iddiayı
seslendirmek “Kur’an tahrif edilmiştir” demekle eş anlamlıdır. Başka bir ifade ile Kur’an’ı
tahrif etme girişimidir. Böyle bir iddiayı eserine alıp “şimdi bu eksik sureyi yazıyoruz” demek
yanlış bir yaklaşımdır. Böyle bir yaklaşımı anlamak mümkün değildir. Müslümanların ve
hatta insaflı batılıların orijinalliği hususunda ihtilaf etmediği Kur’an hakkında zihin
bulandırmaktan başka bir şey değildir. Burada esas konuya dönülecek olursa; zina edenlere
verilecek ceza ile ilgili ayet daha indirilmediğinden dolayı Hz. Muhammed Tevrat’taki recm
cezasını uygulamıştır. Daha sonra ayet nazil olunca bu ceza yüz değneğe dönüşmüştür.
Hz. Muhammed’in Eşek etini haram kılması (İbnü’l-Arabi, Ahkamu’l-Kur’an, s.1144-1146)
ve Mekke’de iken Kabe’ye doğru namaz kılarken Medine’ye gelince Kıble olarak Mescidi
Aksa’yı tercih etmesi (Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 92; Elmalılı, Hak Dini, I, 434) kendi
tercihi ile karar verdiği olaylara örnek gösterilebilir. Peygamber eşek etini yemeyi kendi
rey’ine dayanarak haram kılmıştır. Aynı şekilde o kıblenin tahvili olayında önce ortada bir
ayet yokken kendi gördüğü gereklilikten dolayı kendi rey’ine dayanarak namazlarını kılarken
Beytü’l-Makdis’e doğru yönelmiş, daha sonra gelen ayetler (Bakara, 2/142-150) ile Kabei
Muazzama’ya yönelerek namaz kılmaya devam etmiştir. Beyzavi Hz. Peygamberin mescidi
aksaya yönelerek namaz kılmasının sebebini şöyle açıklamaktadır. Bir rivayete göre,
peygamber Yahudilerin gönüllerini almak ve onların bu sebeple İslam’a girmelerini sağlamak
amacıyla Medine’ye gelince Mescidi Aksa’ya yönelerek namazlarını kılmaya başlamıştır.
Daha sonra gelen ayet üzerine Kabe’ye yönelerek namazlarını kılmıştır. (Beyzavi, Envaru’tTenzil, I, s. 92). Elmalılı’da aynı bilgileri vermektedir. (Elmalılı, Hak Dini, I, 434) Bu durum
Ebu Zehra’ya göre her ne kadar nesh olsa da (Ebu Zehra, Usulü’l-Fıkh, s. 147-148) doğrusu
Hz. Muhammed’in kendi rey’ine dayanarak vermiş olduğu bir karardan gelen ayet ile
vazgeçmesine bir örnektir.
99
Sonuç olarak, Kur’an’da ki ayetler ve peygamberin uygulamalarından
açıkça görülmektedir ki Peygamber, esas ve vazgeçilmez görevinin yanında aynı
zamanda şaridir. Ancak O’nun koymuş olduğu kurallar değişmez kurallar
değildir. Bunlar toplumların ihtiyaçlarına, zamana yada şartlara göre dinin genel
prensipleri çerçevesinde yeniden konabilir.
d. İnsanların Şari Olması
İnsanlar dini bakımdan kanun yapma hakkına sahip midirler? Böyle bir
hakka sahipseler bunun sınırları var mıdır, varsa bu sınırlar nelerdir? Onların
koymuş olduğu kanunların dini boyutu var mıdır? Yine insanların koymuş olduğu
kanunlar insanlar tarafından ihlal edildiği durumlarda bu ihlali yapan kimseler
dinen de sorumlu mudurlar?
Kur’an’da ki şu ayeti kerimeden insanlara hükmetme yetkisinin verildiği
çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. “Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara
vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi
emreder.”475 Bu ayet müslümanlara genel olarak hüküm verdikleri zaman adaletle
hüküm vermelerini emretmektedir. Ayette beyan edilen bu duruma sadece Hz.
Muhammed değil, tüm müslümanlar muhataptır. Yani insanlar da kendi aralarında
hüküm verebilirler, ancak Allah, kendilerine hükmetme yetkisi verdiği
peygamberlere
ve
insanlara,
hüküm
verdikleri
zaman
adaletle
hüküm
vermelerini476 ve şahitlik hususunda kişilerin kendileri, ana babaları ve yakınları
aleyhine de olsa adaletten ayrılmamalarını emretmiştir. “Ey iman edenler! Adaleti
titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah
için şahitlik eden kimseler olun. Haklarında şahitlik ettikleriniz zengin olsunlar,
fakir olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten
sapmayın, şahitliği eğer, büker, yahut şahitlik etmekten kaçınırsanız biliniz ki
Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”477 Bu ayetlerde açıkça görüldüğü üzere
insanlara hüküm verme yetkisi verilmiştir. Bu hüküm verme işinde kendilerinden
istenen ise sadece adaletten ayrılmamaları olmaktadır.
475
476
477
Nisa, 4/58.
Maide, 5/42. Ayrıca bkz. Nisa, 4/65 ; Maide, 5/48-49; A’raf, 7/29; Yunus, 10/47; Hucurat,
49/9.
Nisa, 4/135.
100
Hz. Peygamberin değişik zaman, zemin ve şartlar gereği değişik hükümler
verdiği gibi, insanlar da değişik durum ve şartlara göre kanunlar yapabilir ve
bunları değiştirebilirler. Yine insanlar, Hz. Ömer’in dinin genel maslahatlarını
gözeterek gerekli durumlarda Kur’an’ın bazı hükümlerini bir kısım durumlarda
uygulamadığı gibi,478 aynı ya da benzeri durumlarda dinin genel maslahatını göz
önünde bulundurarak zamana ve şartlara göre dinin bir kısım kurallarını
uygulamayabilirler.
Genel anlamı itibarı ile yani kanun koyma yönünden Allah’tan başka şari
olamayacağını, Hz. Muhammed’in bile şari olmadığını iddia etmek doğru
değildir.
Sonuç itibarı ile Allah şaridir. İnsanlara neye inanacakları ve nasıl ibadet
edecekleri hususunda ve toplumda birbirleri ile olan münasebetlerini düzenlerken
uyacakları kurallar hususunda Allah’ın şari olduğu çok açıktır. Aynı şekilde
peygamberler de şaridirler. Buna ilaveten yukarıda da ifade edildiği gibi ümmet
de peygamberler gibi şaridir.
478
Hz. Ömer’in yapmış olduğu bazı uygulamalar şunlardır. Kıtlık olan bir senede hırsızın elini
kesmemesi, müellefei kuluba zekattan pay vermemesi ve Irak topraklarını gaziler arasında
paylaştırmamasıdır. Birinci örnekte Hz. Ömer her hırsızlık yapanı eşit görmemiş, açlık sebebi
ile bu işi yapanla böyle bir durum ortada yok iken hırsızlık yapanı ayırmış, açlık yılında
hırsızlık yapana had cezası uygulamamıştır (Musa, M Yusuf, Tarihu’l-Fıkhı’l- İslami, Kahire,
1958, s.71-72; Zeydan, Haletü’d-Darure, s. 70-72) Halbuki Kuranda hırsızın elinin
kesileceğine dair ayet bulunmaktadır. ( Maide, 5/38.) Hz. Ömer’in konu ile ilgili bir diğer
uygulaması ise müellefei kuluba zekattan pay vermemesidir. ( Musa, Tarihu’l-Fıkhı’l- İslami ,
s. 62-65) Zekatın verileceği yerler Kur’an’da tek tek sayılmış, bunlardan birinde müellefei
kulub olduğu beyan edilmiştir. (Tevbe, 9/60) Konu ile ilintili bir diğer örnek de yine Hz.
Ömer’in bir başka uygulaması olup, o da Müslümanlar Irak topraklarını fethedince o
toprakların gaziler arasında paylaştırılmamasıdır. Hz. Ömer ve ordusu 638 yılında Sasanilerle
yapılan savaşta Sasanileri yenmiş ve topraklarını ele geçirmişti. Bu topraklardan bir kısmı da
Mezopotomya ismi ile bilinen Nil ve Fırat arasında yer alan o bölgenin tarıma en elverişli
arazileri idi. Savaş sonunda normal olarak her zaman olduğu gibi ganimetler dağıtıldı. Fakat
bu topraklar savaşa katılanlar arasında paylaştırılmadı. Gaziler savaşta elde edilen bu
toprakların da kendilerine paylaştırılmasını istediler. Fakat Hz. Ömer bu toprakları ganimet
olarak askerler arasında paylaştırmadı. (Ebu Yusuf, Yakub b. İbrahim, Kitabu’l-Harac,
Beyrut, ty, s. 23-27; Musa, Tarihu’l-Fıkhı’l- İslami s. 65-69) Arazileri esas sahiplerinde
bıraktı. Bunun yerine onlardan fey aldı. ( Ebu Yusuf, Kitabu’l-Harac, s. 27. Fey ile ilgili bir
çalışma için bkz. Fayda, Mustafa, Hz. Ömer ve Fey, İİED, Ankara, 1982, V, s. 193-202. Hz.
Ömer’in uygulamaları için bkz. Fazlurrahman, Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu,
Ankara, 1997, s. 161-174)
Burada Hz. Ömer hükmetme yetkisini kullanarak Kur’an’da ki açık hükümlere ve bu
konudaki Peygamberin uygulamalarına rağmen kendi gerekçelerinden dolayı bu hükümleri
uygulamamış, kendi uygun gördüğü farklı hükümleri uygulamıştır.
101
Bütün bu sayılan sebeplerden dolayı her dönemde dinin temel
prensiplerine uymak kaydı ile müslümanlar da maslahat ya da günün şartları
gereği Hz. Ömer gibi yeni kurallar koyma hakkına sahiptirler. Aslında bu durum
aynı zamanda onlar için bir görev ve sorumluluktur.
102
II. BÖLÜM
PEYGAMBERLİKLE İLGİLİ YANLIŞ ANLAYIŞLAR
Tarihi süreç içinde Müslümanlar peygambere bazı görevler atfetmişlerdir.
Bu sebeplerle peygamberlik anlayışları olması gerekenden farklı hale gelmiştir.
Kur’an’da peygamberle alakalı bazı özellikleri ön kabullerle farklı şekle
sokmuşlardır. Bütün bunları irdelemek yararlı olacaktır. Bunlar Peygambere itaat,
Peygamberler arasındaki fark ya da Peygamberlerin birbirlerine olan üstünlüğü,
Peygamberin koruyucu kabul edilmesi, Peygamberin zorlayıcı olmaması,
Peygamberin mucize göstermesi ve Peygamberin gaybı bilmesi konularıdır. Bu
bölümde bunların ne olduğu ortaya konmaya çalışılacak ve Müslümanlar
tarafından nasıl anlaşıldığı üzerinde durularak Müslümanların din anlayışları
sorgulanacaktır.
A. PEYGAMBERE İTAAT
İtaat kelimesi t-v-a kökünden masdar olup sözlükte, kabul etmek, boyun
eğmek, emre uyup muhalefet etmemek, muvafakat etmek, isteyerek yapmak,
yapmaya çalışmak ve alışmak anlamına gelmektedir.479 Yaygın olarak “verilen
emri yerine getirmek” anlamında kullanılmaktadır.480 Terim olarak ise emirde
vacib ya da mendup, nehiyde haram yada mekruh farkı gözetmeksizin481
emredileni yapmak, nehyedilenden kaçınmak anlamına gelmektedir.482
Kelime ve terim anlamı bu olan İtaat, Kur’an’da türevleri ile beraber
yetmiş dört yerde geçmekte olup bunlardan otuz yedi tanesi peygambere itaat ile
alakalıdır.483
479
480
481
482
483
Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sıhah Tacü’l-Lüğa ve Sıhahü’l-Arabiyye, Kahire, 1979-1982,
III, 1255-1256; İbnü’l-Esir, Nihaye, III, 142; İbn Manzur, Lisan, VIII, 240-241; Rağıb,
Müfredat, s. 310.
Ragıb, Age, s. 310.
Tehanevi, Keşşaf, II, s. 915
İbn Hacer, Fethu'l-Bari, XV, s. 4; Ayni, Umde, XI, s. 374.
Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-Müfehres, t-v-a md. s. 429-430.
103
İtaatle ilgili ayetlerin bir kısmında peygambere itaat emredilmiştir.484
Diğer bir kısmında ise Allah’tan korkulması ve resulüne itaat edilmesi
emredilmiştir.485 Başka bir kısım ayetlerde de resule itaat edenlerin çeşitli
şekillerde ödüllendirileceği beyan edilmiştir.486 Başka bir ayette de resule itaat
Allah’a itaat olarak ifade edilmiştir. “Kim Resûl'e itaat ederse Allah'a itaat etmiş
olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik!”487 Bu ayetin
son kısmında yer alan “yüz çevirene gelince seni onların başına bekçi
göndermedik” ifadesi ile itaat edilmesi gereken şeyin Kur’an olduğu açıkça
anlaşılmaktadır. Çünkü buradaki yüz çevirme Muhammed’in şahsına değil yani
ona sırtını çevirip gitme olmayıp onun peygamberliğine ve vahye yüz
çevirmedir.488
Nesefi söz konusu ayeti tefsir ederken peygambere itaatin Allah’a itaat
olmasını şu şekilde izah etmektedir: “Çünkü peygamber sadece Allah’ın
kendisine yapılmasını ve kaçınılmasını emrettiği şeyden başka bir şeyi ne
emreder, ne de yasaklar. Bundan dolayı resulün emirlerine ve yasaklarına itaat
Allah’a itaat olmaktadır”.489 Nesefi burada itaatin gerekçesini vahiy almak olarak
belirlemektedir. Çünkü peygamberin peygamberliği vahiy ile kaimdir.
Bir başka ayette ise Allah’a ve resulüne isyan edenlerin cehenneme
gireceği beyan edilmiştir. “Kim Allah'a ve resulüne karşı isyan eder ve sınırlarını
aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap
vardır.”490 Bu ayetten de peygambere isyanın Allah’a isyan ile beraber
zikredilmesinden bunun gerçek anlamda vahye ve peygamberliğe isyan olduğu
görülmektedir.
Peygambere itaat ile onun sünnetine itaat ve peygambere isyan ile onun
dediklerine ve yaptıklarına karşı çıkmak anlaşılmış olsaydı bu karşı çıkan gurubun
484
485
486
487
488
489
490
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Resulüne itaat edin.” Muhammed, 47/33-34. Diğer
ayetler için bkz.Ali İmran 3/133; Nisa, 4/59; Maide, 5/92; Enfal, 8/1, 20, 46; Ta-ha, 20/90 vd.
“Size Rabbinizden bir mucize getirdim. O halde Allah'tan korkun, bana da itaat edin.”Ali
İmran 3/50. Bkz. Şuara, 36/108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179; Zuhruf, 43/63; Nuh, 71/3.
“Kim Allah'a ve resulüne itaat ederse Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere
koyacaktır; orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş budur.” Nisa, 4/13. Bkz. Nisa,
4/69, 80; Nur, 24/52; Ahzab, 33/71; Fetih, 48/17.
Nisa, 4/80.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 226.
Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s. 238.
Nisa, 4/14.
104
içine bir kısım önde gelen sahabenin de girmiş olması gerekirdi. O halde
peygambere itaatten Kur’an’a itaat, peygambere isyandan da vahye yani Kurân’a
isyan anlaşılması gerekmektedir. Ayrıca Peygambere itaati emreden otuz yedi
ayetin yirmi beşinde Allah’a da itaat edilmesi, on ikisinde ise Allah’tan
korkulması gerektiğine işaret edilmiştir. Bu durum ise yine peygambere itaatten
kastın, Allah’ın emirlerine itaat olduğunu göstermektedir. Buna ek olarak bu
ayetlerin hiç birinde bazı kimselerin anladığı gibi Hz. Muhammed’in sözlerine
itaat işaret edilmemiş, resule yani elçiye itaat edin buyurulmuştur.
Burada üzerinde vurgu yapılmak istenen nokta, İslam dünyasında
Peygamber’e itaatle sadece onun Allah’tan aldığı vahye değil onun yanında Hz.
Muhammed’in sünnetine ve Hadis’e de itaat anlaşılmıştır. Hadis ise içerisine
insani bir kısım hataları, zamana bağlı olarak verilen kararları çeşitli siyasal
olayları, savaşları, mezhepsel ve kabilesel tartışmalarla yoğrulmuş kültürü içine
almaktadır.
İslam dünyasında sapmaların başladığı ilk nokta peygamberlik konusu
olmuştur. Peygamberlikle alakalı en önemli sapma da peygambere itaattir. On
dört asırlık bu süreç zarfında peygambere itaat sahabenin anladığı şekilden çıkıp
sünnete
ve
hadise
itaat
şekline
dönüşmüştür.
Bu
dönüştürmeyi
gerçekleştirenlerden biri de bize ulaşan ilk Fıkıh Usulü eseri er-Risale’yi yazan
İmam Şafii’dir.491 O, Allah’ın emirlerini kabul etmeyi Resulüllah’ın sünnetini de
kabul etmek olarak anlamış ve bu hususta şöyle demiştir: “Peygamberin
sünnetindeki her şey, Allah’ın kitabındaki hükümler hakkında bir beyandır.
Allah’ın kitabında yer alan farzları, Allah’ın emri olarak kabul eden, peygamberin
sünnetini de kabul etmiştir, çünkü Allah kullarına, peygamberine itaatı farz kılmış
ve onun hükmüne başvurmalarını istemiştir. Kim peygamberin hükmünü kabul
ederse, Allah’ın emrini kabul etmiş olur, zira Allah ona itaatı farz kılmıştır.”492
İmam Şafii’nin bu yaklaşımı tarihi süreç içerisinde yaygınlaşarak ve kökleşerek
Müslüman geleneğini ve düşüncesini belirleyen en temel unsur olmuştur.
İmam Şafii eserinin sünnet ile alakalı kısmında bu konuyla ilgili
görüşlerini şöyle sürdürmüştür. “Allah, insanlara gönderdiği vahye ve
491
492
Ebu Zehra, Usulü’l-Fıkh, s. 10-11.
Şafii, Risale, s.32-33.
105
Peygamberinin sünnetlerine uymayı farz kılmıştır.”493 Devamında Ahzab otuz
dördüncü ayeti ele almış ve ayette geçen hikmet kelimesini Peygamberin sünneti
olarak izah etmiş ve “Allah peygamberine itaatı farz kılmış, O’nun emrine
insanların kesin olarak uymaları gerektiğini bildirmiştir”494 demiştir.
Şafii gibi düşünenler Peygamberi sevmeyi ve ona itaat etmeyi sünnetine
tabi olmak olarak algılamışlar ve: Allah’a muhabbetin alametlerinden biri de
sünnete yani Hz. Muhammed’e tabi olmaktır.
Çünkü o konuştuğu zaman
hevasından konuşmaz. Onun bildirdikleri vahyedilenden başkası değildir.495
Bütün bunlar sevgi iddiasının doğruluğuna delildir. Allah şöyle buyurmuştur. “Ey
Muhammed de ki: Şayet Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi
sevsin”496 demektedirler.497
Kadı Iyad “Peygambere itaat etmek, sünnetine sarılmakla olur”498 diyerek
peygambere itaatı sünnete itaat olarak algılamıştır. Müfessirlerde peygambere
itaat ile ilgili ayetleri yorumlarken bir kısmı peygambere itaatı onun sünnetine
tabi olmak şeklinde açıklamışlardır.499 Bunlardan biri olan Kasımi, Nisa suresi elli
dokuzuncu ayetteki “ Allah’a ve peygambere itaat edin” kısmını tefsir ederken şu
görüşlere yer vermiştir: “Allah’a, size hükmettiği şeyler konusunda itaat edin.
Peygambere de Kur’an’dan size açıkladığı hususlar ve sünnetten size nass kıldığı
hususlarda itaat edin. Bunun manası, Tilaveti ile ibadet edilen vahiyden size
emredilen hususlarda Allah’a itaat edin, tilaveti ile ibadet edilmeyen vahiy olan
peygamberin size olan emirleri hususunda Peygambere itaat edin.”500 Bu yanlış
anlayış yani gayri metluv vahiy anlayışı yaygınlaşarak ve etkisini arttırarak
günümüze kadar ulaşmıştır. Bu anlayışa sahip olanlardan biri Pakistanlı
bilginlerinden Mevdudi olmuştur. O bu konuda şöyle demektedir. “Her hangi bir
şahsın Allah’ın gerçek peygamberi olduğunu anlayınca sözlerini dinlemek, O’na
itaat etmek ve yolunda yürümek farz olur. Bir şahsı peygamber olarak
493
494
495
496
497
498
499
500
Şafii, Risale, s. 76.
Agm, Age, s. 78.
Necm, 53/3-4
Ali İmran, 3/31.
Hadimi, Berika, I, 160.
Kadı Iyad, Şifa, II, s. 8-9.
Merağı, Ahmed, Mustafa, Tefsiru’l-Merağı, 1946, Mısır, V, s. 73; Kasımi, Muhammed
Cemaleddin, Tefsiru’l-Kasımi-Mehasinü’t-Te’vil, Beyrut, 1978, V, 255-256.
Kasımi, Tefsiru’l-Kasımi, V, 255.
106
tanıyacaksınız, sonra da sözlerini dinlemeyeceksiniz, bu hiç de uygun bir davranış
değildir. Zira birini peygamber olarak tanıdınızsa, O’nun söylediklerinin Allah’ın
sözleri olduğunu ve onun hareketlerinin Allah’ın emrine uygun olduğunu kabul
etmişsiniz demektir. Yani söyledikleri ve yaptıklarına aykırı hareket etmeniz
bizzat Allah’ın emrine itaatsizlik olur.”501
Günümüz bilginlerinden Subhi Salih de peygambere itaatı, sünnetine
yapışmak, hadisi ile amel etmek, dini meselelerde ona baş vurmak ve onu, dinin
Kur’an-ı Kerim’den sonra gelen ikinci kaynağı olarak kabul etmek502 şeklinde
anlamaktadır. Sıbai de hayatta iken ve vefatından sonra peygambere itaat etmenin
vacip olduğunu ifade etmektedir.503 Bu tür anlayış tarzına göre istisnasız olarak
Peygamberin söylediği her söz vahiydir. Sıbai bu konuda peygamberin bütün
konuşmalarının vahiy eseri olduğunu beyan etmekte, hadisin, vahyi gayri metluv
olduğunu iddia ederek itaatın bütün sünneti kapsadığını belirtmektedir.504
Konu ile ilgili başka bir örnek ise şudur “Peygambere itaat resulüllahın söz
ve hareketlerini yerine getirmektir.”505 Bir başka örnekte ise peygambere itaat
şöyle anlaşılmaktadır. “Hz. Peygambere uymanın farz oluşu, sünnetine
sarılmanın, getirdiği şeylerde onu örnek almanın da farz olduğunu ortaya
koyar.”506 Yine başka bir örnekte de “Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber (sav)’e
itaat etmemiz emredilmiştir. Hatta bu çoğu kere Allah’a itaatla birlikte zikredilmiş
ve Resulüllaha itaat etmenin Allah’a itaat etmek olduğu vurgulanmıştır. Şüphesiz
Resulüllaha itaat sağlığında olduğu gibi, hükmü kıyamete kadar baki olduğu için,
ölümünden sonra da farzdır. Ona itaat ise hayatı bütünüyle ihata eden sözlerine,
fiillerine ve tasvip ve takrir buyurduğu her şeye gönülden tasdik ederek uymak
demektir.”507 Burada Allah’ın elçisine itaatı emrettiği vurgulanırken resulün de
vahiy alması sebebi ile öne çıktığı ve bu sebeple bu vasfı aldığı ortada iken hala,
Resulüllaha itaat etmenin vahye değil, onun sünnetine ve hadislerine uymak
olduğunun iddia edilebilmesini anlamak oldukça zordur.
501
502
503
504
505
506
507
Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin Hayatı, çev.
Ahmet Asrar, İstanbul, 2002, s.45
Salih, Suphi, Ulumü’l-Hadis ve Mustalahuhu, Beyrut, 1996, s. 291.
Sıbai, Sünne, s. 49-56.
Sıbai, Age, s. 150.
Akgül, Hz. Muhammed, s.123
Bayraktar, İbrahim, Değişik Yönleri ile Hz. Peygamber, İzmir, 1994, s. 108.
Ata, Peygamberin Risaleti, s.202.
107
Resulüllaha itaat, hayatında olduğu gibi ölümünden sonra da onun resul
olması sebebi ile getirmiş olduğu Kur’an’a itaattır. Kur’an’a uyulmakla
Rasülüllaha uyulmuş olmaktadır. Yoksa Resulüllaha uymakla içinde sahihi,
haseni, zayıfı, mevzusu ve hatta zaman zaman Kur’an’ın açık ayetlerine taban
tabana zıt rivayetleri ihtiva eden, aynı konu ile alakalı zıt rivayetleri içinde çokça
barındıran bir hadis külliyatına uymak kastedilmemektedir.
Peygambere itaate dayanak kabul edilen ayetlerden biri de, “Peygamber
size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının”508 ayetidir. Bu
ayeti yanlış bir şekilde yorumlayanlar konu ile alakalı bir hadisi509 görüşlerine
destek olarak getirmişlerdir. Bu düşünce sahiplerine göre yukarıdaki ayetteki
“Peygamber’in verdiği şey” onun emirlerine uyup, yasaklarından kaçınma, gerek
hayatta iken, gerek vefatından sonra genel manada da “sünnetine uymak” ve
“şeriatına tabi olmak” tır. Çünkü Peygamber’e itaatı emreden ayetlerin hükmünün
kıyamete kadar baki olduğunda şüphe yoktur. Hal böyle olunca peygambere
vefatından sonra itaatın sünnetine uymaktan başka bir şey olmadığı kendiliğinden
ortaya çıkmaktadır.510
Bu şekildeki bir yaklaşım bir ön yargının dışa vurumundan ve Kur’an’ı
kişilerin kendi arzu, heva ve heveslerine göre yorumlamalarından başka bir şey
değildir. Çünkü konu ile ilgili ayetteki “ne verdiyse” ve “ne yasakladıysa” ifadesi
ile sünnet ve hadis külliyatının kastedildiğini iddia etmek doğru değildir. Bahse
konu ayetin siyak ve sibakı da yukarıdaki gibi bir anlam vermeye kesinlikle
imkan tanımamaktadır. Bahse konu ayetin siyak ve sibakı şu şekildedir. “Allah'ın,
onların mallarından Peygamberine verdiği ganimetler için siz at ve deve
koşturmuş değilsiniz. Fakat Allah, peygamberlerini dilediği kimselere karşı üstün
kılar. Allah her şeye kadirdir. Allah'ın, fethedilen ülkeler halkından Peygamberine
verdiği ganimetler, Allah, Peygamber, yakınları, yetimler, yoksullar ve yolda
kalmışlar içindir. Böylece o mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir
devlet olmaz. Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da
508
509
510
Haşr, 59/7.
Ebu Hüreyre Peygamberin şöyle dediğini işitti. “Sizi nehyettiğim şeylerden sakının, size
emrettiğim şeylerden de gücünüz yettiğince yapın. Sizden önceki kavimler peygamberlerine
çok soru sormalarından ve peygamberlerine muhalefet etmelerinden dolayı helak oldu”
Müslim, Sahih, Fedail, 130.
Ağırman, Cemal, Sünnette itaat, Bdt., İstanbul, 1995, s.167.
108
sakının. Allah'tan korkun. Çünkü Allah'ın azabı çetindir. Allah'ın verdiği bu
ganimet malları, yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış olan, Allah'tan bir
lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım eden fakir
muhacirlerindir. İşte doğru olanlar bunlardır. Daha önceden Medine'yi yurt
edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip
gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık
hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih
ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”511
Elmalılı da ayeti şöyle açıklamıştır: “Bununla beraber Peygamber size her ne
verdiyse onu alın yani ganimetten her ne hisse verdiyse onu alın”512 Burada
dağıtılan ganimetler daha önceki ganimetlerde olduğu gibi savaşa katılanların
tümüne değil, ayette de belirtildiği gibi “Allah, Peygamber, yakınları, yetimler,
yoksullar ve yolda kalmışların ve yurtlarından ve mallarından uzaklaştırılmış
olan, Allah'tan bir lütuf ve rıza dileyen, Allah'ın dinine ve Peygamberine yardım
eden fakir muhacirlerindir.”513 Peygamber de bu ayet gereğince Beni Nadir
topraklarını kendisi ve fakir muhacirler arasında paylaştırmıştır.514 Açıkça
anlaşılmaktadır ki ayet, ganimetin söz konusu kişilere verilmesi ve buna itiraz
edilmemesini önermektedir. Bu sebeple bu ayetler burada sayılan kişiler arasında
ganimetin bölüştürülmesi ve ganimet verilmeyen kişilerin ise itiraz etmemesi için
nazil olmuştur. Zira sonraki ayette “Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve
gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri
severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler.
Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim
nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir”515 buyrularak
511
512
513
514
515
Haşr, 59/6-9. Bu ayetin öncesine ve sonrasına ve ayrıca iniş nedenine bakıldığı zaman
buradaki “ne” ifadesi ile sünnet ve hadis külliyatının tamamının anlaşılamayacağı açıkça
görülecektir. Bu ayetler Medine’deki Beni Nadir kabilesinin Hz. Muhammed ile yapmış
oldukları antlaşmaya hıyanet etmeleri sebebi ile onların topraklarının ele geçirilip kendilerinin
de sürülmeleri hakkında inmiştir. (Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s.238;
Elmalılı, Hak Dini, VII, s.480, 484, 487) Ayrıca ayetin öncesinden ve sonrasından buradaki
“ne” ifadesi ile kastedilenin Beni Nadir’den elde edilen ganimetler olduğu hususu şüpheye
mahal bırakmayacak kadar açıktır.
Elmalılı, Hak Dini, VII. S. 497
Haşr, 59/7.
Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Fütühu’l-Büldan, Beyrut, 1987, s. 327-30.
Haşr, 59/9.
109
kendilerine ganimetten pay verilmeyen Ensar övülmüştür.516 Hz. Ebu Bekir’de
Ensarın bu davranışını “Ey Ensar Topluluğu! Allah sizleri hayır ile
mükafatlandırsın” diye takdir etmiştir.517
Bir ayetten yola çıkarak, ayeti, siyak ve sibakından koparıp, ayetin sadece
bir kısmını ele alarak “ne” ifadesi ile buraya sünneti ve bütün hadis külliyatını
dahil etmek mümkün gözükmemektedir. Bu tür örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Böyle bir anlayış tarzı ise İslam dünyasında düşünsel bazda peygambere itaat ile
ilgili konulardaki yanlış anlayışın yaygınlaşmasına ve halk arasında kabul
görmesine neden olmuştur.
Burada Peygamberi sevme, sayma, koruma ve kollama içgüdüsü ile
hareket edilirken aslında kendi tarihi süreci içerisinde büyük bir devrim
gerçekleştiren peygamberin518 o zaman ve şartlar gereği yaptıklarını ihya adı
altında günümüze taşıma gibi imkansızı önerme vardır. Bu tür bir anlayış tarzı
imkansızı talep etmek olduğundan başarı şansı bulunmamaktadır. Bu tür düşünce
tarzı ileriye bakmaktan ziyade geçmişte olan şeylere önem atfederek ve geçmişle
övünerek geçmişte takılıp kalmaya, günümüze gelememeye sebep olmaktadır. Bu
durum Müslümanların yaşamın her alanında ilerlemesine imkan tanımamaktadır.
Tarih, övünmek için değil, ibret ve ders almak için vardır. Aslında peygamberin
sünnetini ihya etme yada ona tabi olma, ne dediğine, nasıl yaptığına, ne şekilde
hareket ettiğine519 nasıl yeyip nasıl içtiğine bakmak yani onu taklit etmek değildir.
Eğer itaat böyle anlaşılırsa bu durumda peygambere itaat ile din donuklaştırılmış
ve belli bir zamana hapsedilmiş olur. Ancak peygambere itaat Kur’an’a itaat
olarak anlaşılmış olursa ve Peygamber’in nerede ne yapıp ettiğinden, nasıl oturup
kalktığından, nasıl yeyip içtiğinden, ne dediğinden ziyade o’nun yaptığı ve
söylediği şeyleri niçin yaptığına ve neyi gözeterek söylediğine yani mantığını
anlamaya çalışarak yaklaşılırsa işte o zaman gerçekten peygambere tabi olunmuş
olur.520
516
517
518
519
520
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, s. 481.
Belazuri, Fütühu’l-Büldan, , s. 31.
Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s.123.
Ahmed, Müsned, II, 131; Heysemi, Mecmeu’z-Zevaid, I, s. 179-180.
Bir örnek vermek gerekirse, Peygamber bir gün hutbede Enfal suresi altmışıncı ayetini
okuyordu. Ayetin “veeıddu mestetağtüm” kısmını okuyunca dedi ki” Size haber vereyim mi?
Kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, kuvvet atmaktır, dedi. (Müslim, Sahih, İmara, 167)
110
Peygambere itaat ile Allah’a itaat anlaşılmasının gerektiğinin bir başka
yönü de şudur. Peygamber olmadan ilahi vahiy insanlara ulaşamamaktadır. Allah
ve onun vahyi ancak peygamber vasıtası ile bilinebilmektedir.521 Çünkü müşrikler
de dahil insanların ekseriyeti Allah’a inanıyorlar,522 kendilerince O’na bir kısım
şekiller ile ibadette bulunuyorlardı. Allah’a en doğru şekliyle itaat ancak resule
itaat ile mü’min olmaktadır. Çünkü Kur’an’a bakıldığında açıkça görülebileceği
gibi Allah, insanlara Hz. Adem’den beri kendi cinslerinden birini seçerek vahyini
bildirmiştir. İşte bu sebeple resule itaat Allah’a itaat yani onun vahyine itaat
demektir.
Buhari şerhlerinden Tecridi Sarih’te geçen konu ile ilgili şu ifade
Peygambere itaat probleminin ne hale geldiğini görme ve bu sorunu kavrama
bakımından dikkate değer bir örnektir. “ İslam dininin ikinci önemli prensibi
peygambere itaat ve bağlılıktır. Bu itaat peygamberliğin bir gereğinden de öte
Allah’a ibadet ve itaat etmenin tek çıkar yoludur. Çünkü O, Allah’tan gelecek
emirlerin elde edilebileceği tek kaynaktır. O’na olan itaatımız Allah’adır; O’na
olan isyanımız da yine Allah’adır. Peygambere itaat etmeyen cehennemdedir.” 523
Peygambere itaat konusunda örnek alınabilecek kimseler sahabedir. Çünkü
onlar vahye tanıklık etmişlerdir. Onların peygamberin bazı uygulamalarını
eleştirdiklerine şahit oluyoruz.524 Şüphesiz bu eleştirileri yapan Müslümanlar Hz.
Muhammed’in peygamberliğini değil, peygamberin ictihadlarını eleştiriyorlardı.
Bundan daha önemlisi onların böyle bir hakkı kendilerinde görmüş olmalarıdır.525
521
522
523
524
525
Buradaki atmaktan kasıt ok, mızrak vb. şeyleri atmaktır. Bunun sebebi ise çok açıktır. Bu da
ihtiyaç duyulduğu anlarda yani düşmanla savaşırken düşmana karşı galip gelebilmek için
yetenekli okçular yetiştirmektir. Bugün Müslümanlar ordularına peygamberin sünnetini tatbik
ediyoruz diye pilotluğu, gemi kaptanlığını, füze yapmayı değil de ok atmayı öğretmeye
kalkarsa, içinde bulunduğumuz durumdan çıkmak hiç de kolay olmayacaktır. Bu verdiğimiz
örnek uç bir örnek gibi gelebilir ancak, bu gün Müslümanların çoğunun zihninde peygambere
tabi olma dendiği zaman bu tür bir peygamber tasavvuru bulunmaktadır. Çünkü İslam
dünyasına bakıldığı zaman sünnet diye yere oturup eliyle yemek yemeyi, onun o zaman
bölgesel, iklimsel ve kültürel şartlar gereği giydiği elbiselerin benzerini giymeyi sünnete tabi
olma olarak anlayanların sayısının hiç de azımsanamayacak miktarda olduğu görülecektir.
Ayrıca bu iki anlayış tarzı için bkz. Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve
Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, Ankara, 2000, s. 46-50.
Ağırman, Sünnette İtaat, s. 162-163.
Zümer, 39/3.
Naim-Miras, Tecrid, XII, s. 302.
Sahabenin peygamberi hangi konularda eleştirdiği için bkz. Bağcı, Hz. Peygamberin Beşeri
Yönü, s. 349-357; Akbulut, Nübüvvet, s. 69-79.
Akbulut, Age, s. 79-80.
111
Kur’an’ın pek çok ayetinde peygambere itaat emredilmektedir. Ancak
Peygamber’e itaati emreden ayetlerin istisnasız hemen hepsinde dikkati çeken
nokta, Allah’a itaat ile beraber resule itaatin emredilmesidir. Resul ise, daha önce
açıklandığı gibi Allah’tan vahiy aldığı için resul olmuştur. Elmalılı: “Bilindiği
gibi elçiye itaat elçiyi gönderene itaattir. Bunun için ‘Her kim Allah’ın elçisine
itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Her kim de nefsine uyar, itaatten yüz
çevirirse onu kötülüklerden koruyacağım diye uğraşma. Çünkü biz seni onların
başına bir koruyucu olarak göndermedik. Elçi olarak gönderdik.’526 Artık onlar
kötülük kaynağı olan nefislerdir, elbette kötülükleri yapacaklardır. Sen onları
kötülüklerden, kötülüklerin cezasından koruyamazsın,”527 demekle resule itaatin
gerçekte Allah’a itaat olduğunu vurgulamaktadır.
Bu konuda gözden kaçırılan en önemli nokta şurasıdır. Resule itaatı
emreden bu ayetlerin hiç birinde Muhammed’e ya da Muhammed’in söylediği her
şeye itaat edin denmemektedir. Onun için bu ayetlerden yola çıkılarak “resule
itaat edin” ifadesinden, Hz. Muhammed’in sünnetine ve hadislerine itaat edin
emrinin çıkarılabilmesi mümkün değildir. Bu ayırımın çok iyi anlaşılması
gerekmektedir. Çünkü İslam dünyasındaki zihinsel anlamdaki gerçek kırılma
noktalarından bir tanesini peygambere itaat konusu oluşturmuştur.
Günümüz İslam bilginlerinden Hüseyin Atay İslam’ın İnanç Esasları isimli
eserinde “Peygambere itaat Allah’a yani onun emirlerine itaat demektir”528
diyerek Peygambere itaatin nasıl olması gerektiğine vurgu yapmıştır. Çünkü
peygambere itaat ile alakalı olarak yukarıda ele aldığımız ayetlerin istisnasız
hepsinde Resulüllah’a yani Allah’ın elçisine itaat edin emri verilmektedir. Bir
kimseye bu sıfatı yani Allah’ın elçisi sıfatını vermek kişinin Allah’tan vahiy
alması sebebiyle verilen bir sıfattır.
Sonuç olarak İslam kültür tarihinde peygambere itaat konusu peygamberi
sevme, ona tabi olma, onun şefaatini kazanma vb. çeşitli etkilerle elçiye itaatten
Hz. Muhammed’in sünnetine ve bir adım daha ileri gidilerek peygamberin
vefatından yaklaşık üç-dört asır sonra devasa bir şekilde ortaya çıkan hadis
526
527
528
Nisa, 4/80.
Elmalılı, Hak Dini, III, 34.
Atay, İslamın İnanç Esasları, s.191-192.
112
külliyatına itaat olarak anlaşılmıştır. Bu ise doğru bir yaklaşım tarzı değildir. Esas
doğru olan ise Kur’an’ı esas alıp peygamberin uygulamalarını kendi zaman ve
şartları dairesinde değerlendirip yeni şeyler üretebilmek olmalıdır. Çünkü
Elmalılı’nın da belirttiği gibi, elçiye itaat elçiyi gönderene itaattir.529
B. HZ. PEYGAMBER’İN MUCİZE GÖSTERMESİ
Güç yetirememek, yapamamak, başkalarını aciz bırakmak, öne geçmek,
engel olmak, bir şeyin sonu ve arkası anlamındaki a-c-z530 kökünden türemiş olan
mucize, kudretin zıddı bir ismi fail olup “ kişiyi aciz bırakan adet dışı olay”
anlamına gelmektedir531
Nesefi mucizeyi “Nübüvvet iddiasında bulunan kişinin doğruluğunu
ortaya koymak için dünyada532 karşıtlarının bir benzerini getiremedikleri bir işin,
adet dışı olarak meydana gelmesidir”533 şeklinde tarif ederken, Sabuni de benzer
bir tarif yapmaktadır.534 Cürcani ise, “Mucize, kendisinin Allah’ın elçisi olduğunu
iddia eden kişinin doğruluğunu isbat etmek için peygamberlik iddiasıyla beraber
ortaya çıkan, iyilik ve mutluluğa çağıran adet dışı bir iştir”535 diye
tanımlamaktadır. Taftazani mucizeyi, “İnkarcıların benzerini getirmekten aciz
kalacakları şekilde, inkarcıların meydan okumaları halinde, peygamberlik
iddiasında bulunan zattan adetin tersine olarak ortaya çıkan bir iştir”536 biçiminde
tarif etmektedir.
Kelam bilginleri aralarında bir kısım küçük farklılıklarla beraber birbirine
benzeyen yukarıdaki bu tariflerden yola çıkarak bir şeyin mucize olabilmesi için
şu şartları taşıması gerektiğini bildirmişlerdir.
529
530
531
532
533
534
535
536
Elmalılı, Hak Dini, III, s. 34.
İbn Manzur, Lisan, V, s. 369; Isfehani, Müfredat, s.547; Cevheri, Sıhah, III, s. 883; Zebidi,
Tac, VIII, s. 89.
Taftazani, Şerhu’l-Mekasıd, V, s. 11; Nesefi, Ebu’l-Muın, Tabsıratü’l-Edille fi Usi’d-Din,
Ankara, 2003-2004, II, s. 29-30.
Nesefi “Allah’ın ahirette adet dışı olarak yaratacağı şeylerin mucize sayılamayacağını beyan
etmek için dünyada kaydını koyduk” demektedir. Nesefi, Ebu’l-Muın, Tabsıra, II, s.30.
Nesefi, Ebu’l-Muın, Age, II, s.30.
Sabuni, Nureddin, Bidaye, s. 46-47.
Cürcani, Ta’rifat, s. 148.
Taftazani, Şerhu’l-Akaid, 61.
113
Allah’ın fiili olmalıdır. Nesnenin normal düzenine aykırı, yani hariku’lade olmalıdır. Nübüvvet iddiasında bulunan kişide sadır olmalıdır. Peygamberin
iddiasına uygun olarak meydana gelmelidir. Nübüvvet iddiasında bulunan
kimsenin iddiasından önce değil, iddiasının akabinde olmalıdır.537
1. Mucizede Peygamberlerin Konumu
Mucizelerde
peygamberler
etken
değil
edilgen
konumundadırlar.
Mucizenin ilk şartı, ortaya çıkan olayın Allah’ın fiili olmasıdır. Peygamberler
istedikleri
anda
kendi
kudretleri
ile
mucize
gösteremezler.
Kur’an’da
peygamberlerin Allah’ın izni olmadıkça mucize gösteremeyecekleri ifade
edilmiştir. Mucizeler peygamberlerin istedikleri anda gösterdikleri olaylar değil,
ancak Allah’ın dilemesi, izni ve kudreti ile olan olaylardır.538
Allah Teala bir ayette Hz. Muhammed’in dilinden kendisi çok istese bile
mucize getiremeyeceğini belirtmiş ve mucize göstermenin sadece kendisinin gücü
ve kudretinde olduğunu bildirmiştir.539
Hz. Muhammed müşriklerin iman etmelerini çok arzulamış, onlar da
ısrarlı bir şekilde ondan mucize getirmesini istemişlerdir. Hz. Muhammed hissi
mucize gösterildiği takdirde müşrikler belki müslüman olurlar ümidiyle Allah’ın
kendisine hissi mucize vermesini arzulamıştır. Ancak Allah, Hz. Muhammed’in
bu isteğini yerine getirmemiş ve Allah, böyle bir şeyin olamayacağını açık bir
şekilde bildirmiştir. Allah bunu bildirirken de mucize isteği konusunda ısrarcı
537
538
539
Cürcani, Şerhu’l-Mevakıf, VIII, s. 222-225; Bağdadi, Usulu’d-Din, s. 170-171; Kadı
Abdulcebbar, Muğni, XV, s. 200-209; Cüveyni, İmammü’l-Harameyn Ebu’l-Meali,
Abdulmelik b. Abdullah b. Yusuf, el-Akıdetü’n-Nizamiyye fi’l-Erkani’l-İslamiyye, yy., ty, s.
67; Bakıllani, Ebu Bekr Muhammed b. Tayip, el-Beyan ani’l-Fark beyne’l-Mucizat ve’lKeramat ve’l-Hıyel ve’l-Kehane ve’s-Sihr ve’n-Narincat, Beyrut, 1958, s. 45-47; Cüveyni,
İmammü’l-Harameyn Ebu’l-Meali, Abdulmelik b. Abdullah b. Yusuf, Kitabü’l-İrşad, Beyrut,
1992, s.262-266.
“Allah'ın izni olmadan herhangi bir mucize getirmek ise hiçbir peygamberin haddi değildir.”
Ra’d, 13/38. “Andolsun ki biz senin önünden nice peygamberler göndermişizdir. Onlardan
kimini sana anlatmışız, kimini de anlatmamışızdır. Hiçbir peygamber, Allah'ın izni
olmaksızın bir mucize getiremez. Allah'ın emri gelince de hak yerine getirilir. Batıl bir dava
peşinde koşanlar, işte bu noktada hüsrana uğrarlar.” Mü’min, 40/78. “Peygamberleri onlara
dediler ki: "Evet, biz ancak sizin gibi bir insanız, ama Allah kullarından dilediğine nimetini
lütfeder. Ve Allah'ın izni olmadıkça bizim size bir mucize getirmemize imkan yoktur.
Müminler ancak Allah'a dayansınlar.” İbrahim, 14/11.
Taberi, Camiu’l-Beyan, VIII, s. 149.
114
olmamasını Hz. Muhammed’den istemiş ve “sakın cahillerden olma” diyerek onu
açık bir şekilde uyarmıştır.540
Sonuçta mucize Allah’ın fiilidir. Peygamberler istediği zaman istediği
mucizeyi gösteremezler. Mucize Allah’ın fiili olduğundan, ayeti kerimede Hz.
Muhammed’e hitaben hiçbir peygamberin Allah’ın izni olmadan mucize
getirmesinin mümkün olamayacağının belirtilmesi, peygamberlerin mucizede
edilgen durumda olduğunu gösterir.
2. Hz. Muhammed’e Hissi Mucizeler Verilmesi Sorunu
İslam kültüründe çeşitli etkenlerden dolayı Hz. Muhammed’e hissi mucize
atfedilmiştir. Bu konu hem klasik kelam eserlerinde, hem de hadis literatüründe
ve tabakat kitaplarında yer almıştır. Bu haberlerde Hz. Muhammed’in, “istediği
zaman istediği mucizeyi gösterdiği” gibi bir anlayış vardır. Ancak yukarıda da
değinildiği gibi peygamberler mucize gösterme hususunda etken değil edilgen
konumdadırlar. Yani peygamberler istedikleri zaman istedikleri mucizeleri
gösteremezler. Ancak İslam tarihi boyunca konuyla bir şekilde bağı olan bilginler
yukarıda verilen ayetleri göz ardı ederek Hz. Muhammed’e mucize atfetme yarışı
içerisinde olmuşlardır. Bu tür bir düşünceye sahip olan bilginler böyle bir
yaklaşımın sonucunda “Hz. Muhammed’in sayılamayacak kadar hissi mucizesi
olduğunu” ifade etmekten geri durmamışlardır.541 Böyle bir ön kabulün sonunda
da mucize üretmekten geri durmamışlardır. Bunu yaparken de hadis kapısını
sonuna kadar kullanmışlardır. Çünkü Hz. Muhammed’e atfedilen hissi mucizeler
hadis yoluyla ile kaynaklara intikal etmiş ve günümüze ulaşmıştır.
540
541
“Onlar: "Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız.
Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki, içlerinden gürül gürül ırmaklar
akıtmalısın. Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı ve
melekleri gözümüzün önüne getirmelisin. Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe
çıkmalısın. Bize, okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece çıktığına da asla inanmayız." De
ki: Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim. Zaten, kendilerine hidayet rehberi
geldiğinde, insanların buna inanmalarını sırf, "Allah, peygamber olarak bir beşeri mi
gönderdi?" demeleri engellemiştir.”540 Taberi bu ayeti şöyle açıklamıştır. “Ben de diğer
insanlar gibi bir insanım. Sizin istediğiniz bu mucizeleri getirmeye güç yetiremem. Buna
ancak bizleri yaratan Allah güç yetirir. Ben sadece Allah’ın mesajını tebliğ etmekle
yükümlüyüm.”En’am, 6/33-35.
Cüveyni, İrşad, s. 296.
115
a. Kur’an’da Hz. Muhammed’e Hissi Mucize Verilmesi Sorunu
Peygamber’e hissi mucize verildiği iddia eden kimseler Kur’an’daki
birkaç olayı kendilerine göre mucize olarak addetmişler, bunları diğer yanlış
görüşlerine destek olarak kullanmışlardır. Bunlar İsra ve İnşikak-ı Kamer
olaylarıdır.
a.a. İsra ve Miraç Olayı
Miraca dayanak yapılan İsra olayını Yüce Allah aynı isimle anılan surenin
ilk ayetinde haber vermiştir. Allah Teâla İsra suresinin birinci ayetinde Hz.
Muhammed’i bir gece Mescidi Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürdüğünü
bildirmektedir. Ayette şöyle buyurulmaktadır. “Bir gece, kendisine âyetlerimizden
bir kısmını gösterelim diye kulu Muhammed’i Mescid-i Harâm'dan, çevresini
mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan
münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.”542 İsra ile ilgili olarak inen tek ayet
budur.
Miraç ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim’de bir ayet yoktur. Ancak bazı İslam
bilginleri Necm suresinin 8-11 ayetlerini delil getirerek Mirac’ın vuku bulduğunu
iddia etmişlerdir.543 Ancak bu surede Miraca dayanak gösterilen yani Hz.
Muhammed’in Allah ile karşı karşıya gelip konuştuğuna delil olduğu iddia edilen
bu ayetlerden böyle bir hüküm çıkarmak mümkün değildir. Ayetlerde olay şöyle
anlatılmaktadır. “Kur’an’ı ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü Cebrail
öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken aslî sûretine girip doğruldu. Sonra ona
yaklaştı, derken sarkıp daha da yakın oldu. Peygambere olan mesafesi iki yay
aralığı kadar, yahut daha az oldu. Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.
Kalp, gözün gördüğünü yalanlamadı. Şimdi siz gördüğü şey hakkında onunla
tartışıyor musunuz? Andolsun ki, o, Cebrail’i bir başka inişte daha aslî suretiyle
görmüştü. Sidretü’l Müntehâ’nın yanında.”544 Bu ayette Peygambere iki yay
542
543
544
İsra, 17/1.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 563-564, II, s. 439; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, III, 274;
Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV; 194; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 145
Necm, 53/5-14.
116
kadar yaklaşan kişi bazı bilginlerin iddia ettiği gibi Allah değil545 Cebraildir.546
Bu sebeple bu ayetler miracın gerçekleştiğine delil olarak gösterilemez.
İslam bilginleri arasında isra ve miraç547 hakkında farklı görüşler
mevcuttur. İsra’nın ruhen mi, yoksa ruh ile birlikte bedenen mi gerçekleştiği,
miraç olayının gerçekleşip gerçekleşmediği ve vuku bulduğu varsayılan miraç’ta
Hz. Muhammed’in Allah’ı gözleri ile mi yoksa kalbiyle mi gördüğü konusunda
bilginler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.548
Taftazani’nin konu ile ilgili şu
ifadeleri Müslüman bilginlerin içinde bulundukları açmazı göstermektedir:
“Peygamberin miracı kitap, sünnet ve ümmetin icmaı ile sabit olmuştur. Ancak
mirac’ın uykuda iken mi, yoksa uyanıklık halinde mi; sadece ruh ile mi, yoksa
bedenle mi; sadece Mescidi Aksa’ya kadar mı, yoksa semaya kadar mı olduğu
hususunda ihtilaf vardır. Doğru olan Hz. Muhammed uyanık halde, bedensel
olarak Mescidi Aksa’ya kadar gittiğini Kur’an belirtmektedir. Semaya kadar
gittiğine de İkinci asrın ve ondan sonra gelenlerin icması ve meşhur hadisler
bildirmektedir.”549
545
546
547
548
549
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 563-564, II, s. 439; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, III, 274;
Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV; 194; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 145.
Elmalılı, Hak Dini, VII, 293. Gerçi Elmalılı her ne kadar bu ayette Hz. Muhammed’e iki yay
kadar yaklaşan kişinin Cebrail olsuğunu söylese de, bu yorumunun hemen peşinden Miracın
vuku bulduğunu iddia etmektedir. Elmalılı, Hak Dini, VII, 294.
İsra ve Miraç olayı tarihçilere göre Hz. Muhammed, çok sevdiği ve destekçisi olan eşi
Hatice’yi ve inanmamış olsa da Mekke’li müşriklere karşı kol kanat gerip ona gelebilecek her
türlü maddi zarara karşı kalkan görevi yapan, onu büyüten amcası Ebu Talib’i aynı yıl içinde
peş peşe kaybettiği, ardından Mekke’de umduğunu bulamayıp belki inanırlar diye Taif’e
yönelip oradan da olumlu bir sonuç alamadan kanlar içinde dönmesi sebebiyle ruhen çok
sıkıntılı olduğu bir dönemde vuku bulmuştur. (Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 128-129.)
İbn Hibban, Siret, s. 112-118; Tahavi, Ebu Ca’fer Ahmed b. Selameti’l-Ezdi, Usulü’lAkıdeti’l-İslamiyye, Beyrut, 1987, 84-86; ; Beyadi, Kemalüddin Ahmed b. Hasan, İşaratü’lMeram min Ibarati’l-İmam, Mısır, 1949, s. 316; Mustafa Sabri, Mevkıfü’l-Akl ve’l-İlm ve’lAlim min Rabbi’l-Alemin ve Ibadihi’l-Mürselin, yy, 1950, IV, s. 200-201; Taftazani, Şerhu’lMekasıd, V, s. 49; Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 153; Taftazani, Şerhu’l-Mekasıd, V, s.
49; Elmalılı, Hak Dini, VII, 295-297; Bahçeci, Peygamberlik, 237-238; Hamidullah, İslam
Peygamberi, I, s.138-159; Akbulut, Nübüvvet, s. 32-35; Nesefi, Ebu’l-Muin Meymun b.
Muhammed, Bahru’l-Kelam fi Akaidi Ehli’l-İslam, Konya, 1327, s. 35-36.
Taftazani, Şerhu’l-Mekasıd, V, s. 49. Aslında yukarıdaki ifadeler Taftazani vb geçmiş dönem
bilginlerinin kendi kendileriyle nasıl çeliştiklerini göstermektedir. Taftazani, “hem bu konuda
ihtilaf vardır” deyip hem de peşinden, “Miracın gerçekleştiği konusunda ikinci asırda
ümmetin ittifakı vardır” derken, aslında ilk asırda bu konuda ihtilafın olduğunu itiraf
etmektetir. Bu cümlenin peşinden Taftazani’nin “bunu inkar eden bidatçıdır” demesi kendi
kendisini inkardır. Bu durum ise ön fikirli olmanın bir sonucudur. Çünkü yukarıdaki ifadeye
göre ilk dönemde Mirac konusunda ihtilaflar vardır. Esasında esas alınması gereken dönem
kaynağa yakın olması nedeniyle ilk dönem olmalıdır. Ama Taftazani bunu bırakıp ikinci
asırdaki ittifak ve meşhur hadislerle miracın gerçekleşmiş olduğunu kanıtlamaya
çalışmaktadır. Bu da doğru bir yaklaşım tarzı değildir.
117
Olaya kısaca göz atıldığı zaman İsra gece yürüyüşü550 olduğundan dolayı,
yukarıda verilen kaynakların istisnasız hepsinde bu olayın gece vuku bulduğu
beyan edilmektedir. Bu olayın gerçekleşmesi öncesinde müşrikler tarafından Hz.
Muhammed’e gece yürüyüşü yapıp yapamayacağına dair herhangi bir meydan
okuma olmamıştır. Ayrıca Peygamber’in gece yürüyüşüne şahitlik eden hiç kimse
olmamıştır.
Sonuç olarak miraç gerçekleşmemiştir. Olayın şekli hakkında farklı
anlayışlar olsa da İsra olayı gerçekleşmiştir. Ama olayın şekline bakınca mucize
olarak değerlendirilemeyeceği görülmektedir. İsra, Peygamber’e her konuda
destek olan çok sevdiği eşini ve amcasını aynı yıl kaybetmesi ve akabinde belki
Müslüman olurlar diye gittiği Taif’te umduğunu bulamayıp kanlar içerisinde bir
halde şehri terk etmek zorunda kaldığı bir dönemde551 Allah’ın, sıkıntılar
içerisinde olan Peygamber’ini, bir nevi rahatlatması olarak algılanması gereken
bir olaydır.
a.b. İnşikak-ı Kamer Olayı
Hz. Muhammed’in mucizesi olarak bildirilen konulardan biri de ayın
yarılması olayıdır. Olay Kur’an’da şu şekilde anlatılmaktadır. “Kıyamet yaklaştı
ve ay yarıldı. Onlar bir mucize görürlerse hemen yüz çevirirler ve: Eskiden beri
devam ede gelen bir büyüdür, derler. Yalanladılar ve kendi heveslerine uydular.
Halbuki her işin ulaşacağı yeri vardır. Andolsun onlara, kötülükten önleyecek nice
önemli haberler gelmiştir. Bu büyük bir hikmettir. Fakat yüz çevirene uyarılar ne
fayda verir! Çağıranın görülmemiş bir şeye çağırdığı gün, sen de onlardan yüz
çevir. Sanki etrafa yayılmış çekirge sürüsü gibi bakışları perişan bir halde
kabirlerden çıkarlar. Dâvetçiye koşarlarken o esnada kâfirler: Bu, çok çetin bir
gündür! derler.”552 Müfessirlerin çoğuna ve muhaddislere göre bu ayette beyan
edildiği gibi ayın yarılması hadisesi gerçekleşmiştir.553
550
551
552
553
Mahalli-Suyuti, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azım, s.229.
Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 128-129.
Kıyame, 54/1-8.
Zemahşeri, Keşşaf, IV, s.437; Alusi, Ruhu’l-Meani, VIII, s. 270; Elmalılı, Hak Dini, VII,
s.328, 333-348; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s.201; Mahalli-Suyuti,
Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azım, s. 200; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, s. 445.
118
Ayın yarılması olayının bazı kaynaklarda müşriklerin talepleri,554
bazılarında Yahudilerin talepleri,555 bazılarında da Hz. Hamza’nın Müslüman
olduktan sonra Peygamber’den talebi üzerine556 gerçekleştiğine yönelik iddialar
söz konusudur. Başka bir rivayette de Mekke’de ay tutulması olmuş, müşrikler
Peygamber’in sihir yaptığını söylemişler, bunun üzerine bu ayetler inmiştir.557
İnşikak-ı kamerin vuku bulduğunu iddia edenler bile ilgili ayetlerin sebebi nüzulü
hakkında fikir birliği içinde değillerdir.
Kur’an’dan kendilerine mucize arayanlar inşikak-ı kamer olayına
sarılmışlardır. Mucizelerde mucize gösterildikten sonra sünnetüllah gereği
inanmayanlara hemen cezaları verilmiştir.558 Eğer inşikak-ı kamer olayı hadis
kaynaklarında geçtiği gibi559 doğru olsaydı bu durumda Mekke müşriklerine de
azabın hemen gelmesi gerekirdi. Fakat inşikak-ı kameri anlatan rivayetlerin hiç
birinde bu olayın akabinde bir cezanın geldiğinden bahs olunmamaktadır. Aynı
şeyi Nazzam da ifade etmektedir: “Ayın yarılması olayı gerçekleşmemiştir. Eğer
gerçekleşmiş olsaydı toplumun tümü tarafından bilinirdi. Hiçbir şair bunu şiir
haline getirmemiştir. Bu olay üzerine hiçbir kafir Müslüman olmamıştır. Her
hangi bir müslüman her hangi bir dinden dönmüş kişiye karşı bunu delil olarak
getirmemiştir.”560 Nazzam yukarıdaki görüşlerinde haklıdır. Çünkü bu olayı
gördükleri iddia edilen müşriklerin çoğu daha sonraki dönemlerde Müslüman
olmuşlardır. Ama onların hiçbirinden bu olay nakledilmemiştir. Olay sadece yedi
554
555
556
557
558
559
560
Taberi, Camiu’l-Beyan, XI, s. 544; Alusi, Ruhu’l-Meani, VIII, s. 270; Razi, Fahreddin,
Mefatihu’l-Gayb, VII, 750; Tabatabai, Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an,
Beyrut, 1997, XIX, s. 57; Ebi Neım el-Isbehani, Delailü’n-Nübüvve, Beyrut, 1991, I, s. 280.
Ebi Neım el-Isbehani, Age, I, s. 279-280; Alusi, Ruhu’l-Meani, VIII, s. 270.
Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XVII, s. 126.
İbn Kesir, Tefsir, VII, s. 472-475; Alusi, Ruhu’l-Meani, VIII, s. 270.
Nuh (Hud, 11/28-44) Hud (A’raf, 7/65-72) Salih (Hud, 11/61-68), Lut (Ankebut, 29/28-30,
Hud, 11/77-83), Şuayb (A’raf, 7/85-93) ve Musa (A’raf, 7/103-136) peygamberlerin
kavimleri, onların yalanlamaları ve Allah’a meydan okumaları sonucunda ve de gösterilen
mucizeleri de inkar etmeleri sebebi ile sünnetullah gereği çeşitli şekillerde toptan yok
edilmişlerdir.
Müslim, Sahih, Sıfatü’l-Münafıkın, 47, 48; Tirmizi, Sünen, Tefsir, 54, Fiten, 20; Buhari,
Sahih, Menakıbı Ensar 36, Tefsir, 54, Ahmed, Müsned, I , 377, 413, 447, III, 165, 275, 278,
IV, 82.
İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vilü Muhtelifi’l-Hadis, Beyrut, 1972,
s. 21.
119
kişiye atfedilmiş, bunlardan üç tanesi olayın geçtiği iddia edilen dönemde ya
doğmamış ya da çocuk denecek yaşta olan kimselerdir.561
Doğru olan Kamer suresi birinci ayetini “Kıyamet kopar ve kıyamet
gününde ay yarılır” şeklinde anlamaktır.562 İlk dönem alimlerinden Ata b. Ebi
Rebah, Osman b. Ata, Belhi ve Hasan Basri bu kanaattedirler.563 Yeni yorumlar
da bu görüşe destek vermektedir.564 Daha önce de ifade edildiği gibi burada da bir
meydan okumaya mukabil olan bir olay yoktur. Ayrıca müşriklerin inkarı çok
açık bir şekilde bilindiği ve çoğunluğunun Mekke’nin fethine kadar da
inkarlarında devam ettikleri halde başlarına bir yok edilmenin gelmemesi de
inşikak-ı kamer’in vuku bulmadığını göstermektedir.
b. Hadislerde Hz. Muhammed’e Hissi Mucize Atfedilmesi Sorunu
Hz. Muhammed’le alakalı olarak kendilerine Kur’an’dan yeterince mucize
bulamayan Müslümanlar ona bazı hissi mucizeler atfetmişler, bunu da çoğunlukla
hadis kapısını kullanarak yapmışlardır.
Müslümanların Peygamber’e mucize atfetmelerinin bazı sebepleri vardır.
Bu sebeplerden biri Kur’an’da Hz. Muhammed’le ilgili olarak her hangi bir hissi
mucizenin yer almaması gelmektedir. Hz. Muhammed’e hissi mucize
atfedilmesinin bir diğer sebebi Müslümanların peygamberleri yarıştırma
561
562
563
564
Çelebi, İlyas, “İnşikaku’l-Kamer”, DİA, İstanbul, 2000, XXII, s. 344-345; Elmalılı, Hak Dini,
VII, s.333. DİA’da da bu şahışlarla alakalı olarak yazılan maddelerde Abdullah ibn Ömer ve
Enes ibn Malik’in hicretten on sene önce, Abdullah ibn Abbas’ın ise hicretten üç sene önce
doğduğu bildirilmektedir. (Kandemir, M. Yaşar, “Abdullah b. Ömer”, DİA, İstanbul, 1988, I,
s. 127; Eroğlu, Muhammed-Çakan, İsmail L., “Abdullah b. Abbas”, DİA, İstanbul, 1988, I, s.
76; Canan, İbrahim, “Enes b. Malik”, DİA, İstanbul, 1995, XI, s. 234-235) Aynı şekilde bu
surenin Mekke döneminin ilk yıllarında nazil olduğunu da bu eserden öğrenebilmekteyiz.
(Yaşaroğlu, Kamil, “Kamer Suresi”, DİA, İstanbul, 2001, XXIV, s. 276) Bu sebeple bu
kişilerin bu olaya tanıklık etmeleri ihtimali oldukça azdır.
Zemahşeri, Keşşaf, IV, 431; Semerkandi, Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b.
İbrahim, Tefsiru’s-Semerkandi, Beyrut, 1993, III, 297; Savi, Haşiyetü’l-Allameti’s-Savi ala
Tefsiri’l-Celaleyn, IV, s. 187.
İbnü’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman el Kuraşi el-Bağdadi, Zadü’l-Mesir fi Ilmi’t-Tefsir,
Beyrut, 1967, VIII, s. 88; Vahıdi, el-Vasıt, IV, s. 207; Tabatabai, Mizan, XIX, s. 57; Elmalılı,
Hak Dini, VII, s. 338. Gerçi Elmalılı Hasan Basri ve Ata b. Ebi Rebah’ın görüşlerini kendine
göre yorumlamış ve onlar “ Ay gelecekte yarılacak” demekle geçmişte yarıldığını inkar
etmemişlerdir, bundan ay geçmişte yarılmadı anlamı çıkmamaktadır diye onların aslında
inşikak-ı kamerin vuku bulduğunu inkar etmediklerini ifade etmektedir. Ama bu yorum bize
göre doğru bir yorum değildir.
Çelebi, İlyas, Yakın ve Uzak Gelecekle İlgili Haberler, İstanbul, 1996, s. 153-160; Esed,
Kur’an Mesajı, III, s.1087-1088; Ateş, Tefsir, IX, s. 150-155; Afzalurrahman, Siret
Ansiklopedisi, (çev. Kenan Dönmez), 1996, İstanbul, VI, s. 164-165.
120
düşünceleri ve Hz. Muhammed’i diğer peygamberlerden üstün görme
anlayışlarıdır. Müslümanlar, diğer peygamberlere hangi mucizeler verildi ise
bunun aynısı veya daha üstünün Hz. Muhammed’e verildiğini iddia etmişlerdir.
Bu hem sayıca en üstün, hem de muhteva bakımından en üstün olarak
anlaşılmıştır.565
Hz.
Muhammed’e
hissi
mucize
atfetmekle
ilgili
bu
örnekler,
Müslümanların neden bu tür bir düşünceye sahip olduklarını ve niçin bu kadar
mucizeyi Hz. Muhammed’e atfetme yarışının içinde olduklarının ciddi ipuçlarını
vermektedir. Sırf bu düşünceyi isbat etmek için kaleme alınmış olan Ebu İshak’ın,
Peygamberlerin Mucizelerine Mukabil Peygamberimizin Mucizeleri566 ismi ile
Türkçe’ye çevrilmiş olan eseri bu konuda Müslümanların zihinlerinde yer alan
düşünceleri ele vermektedir.
Ebu İshak eserinin önsözünde: “Geçmiş kitaplara baktım. İncelememde,
Kur’an’da zikredilen peygamberlerin mucizelerini toplu halde içine alan bir
kitabın olmadığını gördüm. Bu sebeple bütün peygamberlerin mucizelerini bir
araya toplamak ve onların mucizelerine karşılık peygamberimizin mucizelerinin
bulunduğunu göstermek amacı ile bu kitabı tertip eyledim. Çünkü insanoğlunun
ilk babası Adem (as) ve ahir zaman peygamberi Peygamberimizin ve bu ikisi
arasında gelen her peygamberin mucizeleri mevcuttur. Onların mucizelerine karşı
peygamberimizin de mucizeleri vardır. Yani, Hak Teâla hazretleri bütün
peygamberlerin mucizelerini Peygamberimiz efendimiz hazretlerine ihsan
buyurmuştur. Onlardan fazla olarak da, ayın ikiye yarılması ve miraç gibi daha
nice mucizeler vermiştir”567 diyerek eserin yazılış amacını ortaya koymuştur. 568
565
566
567
Suyuti, alimlerin; “ Her peygambere verilen mucize ve üstün özelliklerin ya benzeri ya da
daha üstünü kesinlikle bizim peygamberimize de verilmiştir” (Suyuti, Hasais, II, s.179)
dediklerini belirtmektedir. Kadı Iyad da “Tüm peygamberler içerisinde sayıca en çok
mucizesi olan bizim peygamberimizdi” (Kadı Iyad, Şifa, I, s. 212) demektedir. Suyuti Hasais
isimli eserinde, Kur’an’da ismi geçen on dört peygamberin ve peygamber olduğu iddia edilen
Yuşa’nın hepsine verilen mucizeleri sıralamış, peşinden de onlara verildiği ifade edilen
mucizelerin bir benzerinin Hz. Muhammed’e verildiğini iddia etmiştir.( Suyuti, Hasais, II, s.
179-184) Ayrıca Hz. Muhammed’e binin üzerinde mucize verildiği iddia edilmiştir.(
Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 297-298)
Ebu İshak, İbrahim b. Muhammed b. Half b. Hamdan, Peygamberlerin Mucizelerine Mukabil
Peygamberimizin Mucizeleri, Sadeleştirip Yayına hazırlayanlar: Bekir Uslu, İsmail Coşar,
Ankara, 1986.
Ebu İshak, Age, s. 6.
121
Müslümanlar Kur’an’da diğer peygamberlere verilen hissi mucizelerin yer
aldığını ama Hz. Muhammed ile alakalı herhangi bir hissi mucizenin yer
almadığını
görünce
Müslümanların
bu
etkilenmeleridir.
Hz.
Muhammed’e
şekilde
Çünkü
hissi
düşünmelerinin
Müslümanlar
mucizeler
nedeni
diğer
atfetmişlerdir.
diğer
kültürlerden
kültürlerle
karşılaşınca
peygamberlerin üstünlüğü konusunda tartışmalar çıkmış, bunun sonucunda da
konuyla ilgili hadis üretimi başlamıştır. Hadis külliyatı da buna müsait bir alandır.
Fazlurrahman Hz. Peygambere atfedilen hissi mucizelerin bir kısım sebeplerle
daha sonraki devirlerde ortaya çıkmış olduklarını ifade etmekte ve şöyle
demektedir : “Hz. Peygamberin sözde tabiat üstü mucizelerini hikaye eden bir çok
hadis, diğer toplumların kendi dini kurucuları ve önderleri hakkında beyan
ettikleri hikayelerle yarış için müslümanlar tarafından icad edilmiş olmalıdır.”569
Hz. Muhammed’e mucize atfetme yarışı içerisinde olanlar önce Kur’an’da
kendilerine dayanak olabilecek bazı olayları ele almış ve başta İsra ve ayın
yarılması olaylarının mucize olduğunu iddia etmişlerdir. Bununla da yetinmeyen
ve bu kadar mucizeyi az bulan bu düşünce sahipleri hadis kanalıyla da ona pek
çok mucize atfetmekten geri durmamışlar, Hz. Muhammed’in binlerce mucizesi
olduğunu iddia etmişlerdir.
Ancak Kur’an’a bakıldığı zaman ne isra olayının ve nede ayın yarılması
olayının mucize olduğunun iddia edilebilmesi mümkün değildir. Hele hele hadis
yoluyla Hz. Muhammed’e atfedilen ve mucize diye adlandırılan olayların hem
gerçekleşme
şekli, hem bu konudaki Kur’an ayetleri ve hem de olayın
gerçekleştiği anda yüzlerce kişinin bu olayları gördüğünün iddia edilmesi, ancak
bu olayların eserlere haberi vahid yani tek kişilerin rivayetleri ile girmiş
568
569
Ebu İshak eserinde bir kısmı Kur’an’da yer alan, fakat bir kısmı da Kur’an’da yer almayan
önceki peygamberlere ait olduğunu iddia ettiği mucizeleri önce zikrettikten sonra her hangi
bir kaynak verme lüzumunu da hissetmeden, bazen olayın yeri ve şahıslarını da anmadan,
aynı olayın bir benzerinin Hz. Muhammed’in elinde de zuhur ettiğini iddia etmiştir. Aslında
baştan varılacak hedef belli olduktan sonra oraya varmak için her türlü yol mübah sayılmış ve
buna göre hareket edilmiş oluğundan dolayı o olaylar için malzeme bulmak ya da başka bir
ifadeyle malzeme yoksa da icad etmek hiç de zor olmamıştır. Eserde Kur’an’da Hz.
Muhammed hariç yirmi peygamberin yetmiş yedi mucizesi önce ifade edilmiş daha sonra da
bunlara mukabil Hz. Muhammed’in mucizeleri ele alınmıştır.
Fazlurrahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, Ankara, 1977, çev. A. Çiftçi, A.B. Baloğlu,
s.52.
122
olduklarından dolayı bu olayların da mucize olduklarının iddia edilmesi doğru bir
yaklaşım değildir.570
Kur’an’a,
Hz.
Muhammed’e
hissi
mucize
verilip
verilmediği
penceresinden bakıldığı zaman Hz. Muhammed’e hissi mucize verildiği
iddialarının aksine farklı bir durumla karşılaşılmaktadır.
Kur’an’da geçmiş peygamberlerden bir kısmına571 verilmiş olan hissi
mucizeler detaylı bir şekilde ele alınmış, konu ile ilgili pek çok ayet nazil
olmuştur.572 Bu ayetlerde kendilerine peygamber gönderilen bir kısım kavimlerin,
peygamberlerine inanmadıkları, inanmaları için peygamberlerinden mucize
göstermelerini talep ettikleri bildirilmektedir. Ancak, mucize gösterilmesine
rağmen onların çok azı hariç büyük çoğunluğunun yine inkara devam ettikleri
açıklanmıştır. İnkarcılar daha da ileriye giderek, peygamberleri alaya alarak,
kendisiyle korkuttuğu azabı getirmesi hususunda peygamberlerine ve dolayısıyla
Allah’a meydan okumuşlardır. Peygamberler de kavimleri ile mücadele edecek
güçleri kalmayınca, Allah’tan onları yok etmesi için yardım talep etmişlerdir.
Sonunda Allah’ın kudreti ile peygamberler mucizeler gösterince hala inkara
devam edenler şiddetli bir şekilde cezalandırılmışlardır. Onlar böylece tarih
sahnesinden silinip yok olmuşlardır.573
570
571
572
573
Hz. Muhammed’e atfedilen hissi mucizeler konusu ayrı bir tez çalışması olabilecek genişlikte
bir konudur. Çalışmamızın sınırlarını zorlayacağından bu konuya detaylı olarak girmeyi
uygun bulmadık. Ancak konuya örnek olması açısından bazı örnekleri vermekle yetineceğiz.
Kur’an bir tarih kitabı olmadığından geçmiş milletlere gönderilen peygamberlerin tümünden
bahsetmediği gibi peygamber olduğunu haber verdiği her peygamberin mucizelerini de
ayrıntısına kadar anlatmamıştır. Çünkü Kur’an’ın belli bir geliş gayesi, belli bir hedefi vardır.
Allah Teâla kendince uygun gördüğü sebeplerden dolayı, daha önceki peygamberlere vermiş
olduğu hissi mucizeleri kendi uygun gördüğü miktarlarda Kur’an’da anlatmıştır
Bu konuda pek çok örnek vardır. Kendilerine mucize verilen peygamberler şunlardır. Nuh,
(Hud, 11/28-44) Hud, (Hakka, 69/6-7) Salih, (Hud, 11/61-68) Lut, (Hud, 11/77-83; Ankebut,
29/28-30) Şuayb, (Araf, 7/85-93) Musa, (Araf, 7/103-136) İbrahim, (Enbiya, 21/51-71) ve İsa
(Maide, 5/49; Meryem, 19/29-33) peygamberlere bir takım hissi mucizeler verildiği
bildirilmektedir.
Kur’an’da, hayatlarından bahsedilen peygamberlerin bir kısmından inkarcıların mucize
isteğinde bulundukları belirtilmiştir. Bunlar Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Musa, ve son olarak
da Hz. Muhammed’dir. Bu örneklerden anladığımız kadarı ile insanoğlunun tabiatından olsa
gerek, hayatlarının detaylarından veya o yönünden bahsedilmeyen diğer peygamberlerden de
kavimleri bu tür taleplerde bulunmuş olabilirler. Çünkü daha önce de ifade edildiği gibi
Kur’an bir tarih kitabı değildir. Her birinin değişik yönlerinden ibret alınsın diye
peygamberlerin hayatlarının değişik yönleri anlatılmıştır. Bu örneklerden bir kaçı şunlardır.
Hz. Nuh’u başta oğlu olmak üzere kavmi yalanlamış, o’da Allah’ın emriyle gemi yapmış,
kavmi onunla ve ona inananlarla alay etmiş, sonunda inanmayanların hepsi yağan yağmurla
yok edilmişlerdir. (Hud, 11/28-44) Aynı şekilde Nuh’un kavminin yerine getirilen Hud
123
c. Hz. Muhammed’den Hissi Mucize Göstermesinin İstenmesi
Hemen hemen gönderilen her peygamber örneğinde olduğu gibi Hz.
Muhammed de peygamberlikle görevlendirildiği zaman mesajı kavmine tebliğ
etmiş ancak Mekkeli müşriklerin çoğu ona inanmamışlardır. O, yaklaşık on üç
sene süren Mekke devrinde pek çok sıkıntı, eza ve cefa ile karşılaşmıştır. Bütün
bunlara rağmen Hz. Muhammed davasından asla geri dönmemiş, her fırsatta
tebliğ görevini yerine getirmeye çalışmıştır. Diğer peygamberler örneğinde
olduğu
gibi
inanmayanlar
Hz.
Muhammed’den
de
mucize
talebinde
bulunmuşlardır. Onların bu taleplerini Kur’an şöyle ifade etmektedir.
“Onlar: "Sen, dediler, bizim için yerden bir kaynak fışkırtmadıkça sana
asla inanmayacağız. Veya senin bir hurma bahçen ve üzüm bağın olmalı; öyle ki,
içlerinden gürül gürül ırmaklar akıtmalısın. Yahut, iddia ettiğin gibi, üzerimize
gökten parçalar yağdırmalısın veya Allah'ı ve melekleri gözümüzün önüne
getirmelisin. Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize,
okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece çıktığına da asla inanmayız." De ki:
Rabbimi tenzih ederim. Ben, sadece beşer bir elçiyim. Zaten, kendilerine hidayet
rehberi geldiğinde, insanların buna inanmalarını sırf, "Allah, peygamber olarak
bir beşeri mi gönderdi?" demeleri engellemiştir. Şunu söyle: Eğer yeryüzünde
yerleşmiş gezip dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber
olarak bir melek gönderirdik.”574
c.a. Hz. Muhammed’in Hissi Mucize Beklentisi İçinde Olması
Müşriklerin ısrarlı mucize talepleri karşısında Hz. Muhammed’in de
Allah’tan mucize talebinde bulunur bir halde olduğu Kur’an’daki bazı ayetlerden
anlaşılmaktadır. Burada Hz. Muhammed’in hissi mucize beklemesinin en önemli
nedeni diğer peygamberlerde olduğu gibi halkının bu gösterilecek mucizeler
sebebi ile imana girmelerini istemesidir. Çünkü Hz. Muhammed’in müşriklerin
574
kavmi’de peygamberlerini yalanlamışlar, “Eğer doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin azabı bize
getir” diye meydan okumuşlar, (A’raf, 7/65-72) Allah’da, art arda yedi gece, sekiz gün onların
üzerine musallat ettiği uğultulu, kasıp kavuran bir fırtına ile mahvetmiştir. (Hakka, 69/-7)
Aynı şekilde Salih (Hud, 11/61-68), Lut (Ankebut, 29/28-30, Hud, 11/77-83), Şuayb (A’raf,
7/85-93) ve Musa (A’raf, 7/103-136) peygamberlerin kavimleri, onların yalanlamaları ve
Allah’a meydan okumaları sonucunda ve de gösterilen mucizeleri de inkar etmeleri sebebi ile
yok edilmişlerdir.
İsra, 17/90-95.
124
inkarından dolayı üzüldüğü, onların iman etmelerini aşırı bir şekilde arzuladığı ve
bu sebeple neredeyse kendini parçaladığı şu ayetten anlaşılmaktadır. “Resulüm!
Onlar iman etmiyorlar diye adeta kendine kıyacaksın! Biz dilersek onların
üzerlerine gökten bir mucize indiririz de, ona boyunları eğile kalır.”575 Bu ayet
bize
Hz.
Muhammed’in
hissi
mucize
beklentisi
içerisinde
olduğunu
göstermektedir.
Şu ayetler de Hz. Muhammed’in hissi mucize beklentisi içerisinde
olduğunu ortaya koymaktadır. Ancak Allah, önceki peygamberlerin hissi mucize
gösterdikleri halde
yalanlanmaları dolayısıyla hissi mucize vermeyeceğini
bildirmektedir. Bu konuda Allah Hz. Muhammed’i ikaz etmiştir. Akabinde de
sakın cahillerden olma diye Peygamber’i uyarmış ve hissi mucize vermeyeceğini
ifade etmiştir. Ayetler de bu gerçek şöyle ifade edilmiştir. “Onların
söylediklerinin
seni
üzdüğünü
elbette
biliyoruz.
Onlar
aslında
seni
yalanlamıyorlar, fakat, o zalimler Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar. Senden önce
de peygamberler yalanlanmıştı. Kendilerine yardımımız gelinceye kadar
yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabrettiler. Allah'ın sözlerini değiştirecek hiçbir
kimse yoktur. Şüphesiz ki sana, peygamberlerin haberlerinden bir kısmı gelmiştir.
Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içine
inebileceğin bir delik, ya da göğe çıkabileceğin bir merdiven ara ki onlara bir
mucize getiresin! Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde
cahillerden olma! Daveti ancak dinleyenler kabul ederler. Ölülere gelince, Allah
onları diriltir, sonra O'na döndürülürler. Dediler ki: "Ona Rabbinden bir mucize
indirilmeli değil miydi? "De ki: "Şüphesiz ki Allah, bir mucize indirmeye
kâdirdir, fakat çokları bilmezler".576
Aslında diğer ayetlerden ve peygamberin müşriklerin iman etmeleri
hususunda çok haris olmasından ve bu çeşit bir hissi mucize gösterdiği zaman
onların inanacaklarını düşündüğünden dolayı peygamberin kendisi de böyle hissi
bir mucize göstermeyi arzu ediyordu. Fakat Allah tarafından Hz. Muhammed’e
"De ki: "Şüphesiz ki Allah, bir mucize indirmeye kâdirdir, fakat çokları
575
576
Şuara, 26/3-4.
En’am, 6/33-37.
125
bilmezler"577 şeklinde bir cevap vermesi emredilmektedir. Bu ayetle Hz.
Muhammed’in hissi mucize beklentisi içerisinde olduğu ayetin “sakın cahillerden
olma” kısmından da anlaşılmaktadır. Allah bu ifadeyle, Hz. Muhammed’e hissi
mucize gösterilmesi hususunda ısrarlı bir yaklaşım içinde olmanın bir peygamber
için uygun bir davranış olmadığını bildirmekte ve “sakın cahillerden olma” diye
uyarmaktadır.
Yukarıda mealleri verilen ayetlerde de açıkça görüldüğü üzere müşrikler
Hz. Muhammed’den çeşitli hissi mucizeler getirmesini, ancak o zaman kendisinin
peygamber olduğuna inanacaklarını beyan etmektedirler. Ayetin bundan sonraki
kısmı daha da ilginçtir. Çünkü ayetin devamındaki ifade, Hz. Muhammed’in
onların bu talebi üzerine kendi söylediği söz değildir. Allah’ın peygamberine
müşriklere söylemesini emrettiği sözdür. Yani ayette Hz. Muhammed’e şu sözü
söyle diye emredilmektedir: Bana ne oluyor ki ben sadece bir beşerim, yani size
mucize gösteremem de, diye söylemesi gerektiği belirtilmektedir.
c.b. Hissi Mucize Beklentisine Cevap
Hissi mucize beklentisi içerisinde olan Hz. Muhammed’e Allah Teâla
çeşitli ayetlerde cevaplar vermiştir. Bu ayetlerde çeşitli nedenlerden en başta da
geçmiş milletlerin çoğunun gösterilen mucizelere rağmen inkarlarına devam
ettiğinden dolayı Hz. Muhammed’e hissi mucize vermeyeceğini bildirmektedir.
“Bizi, mucizeler göndermekten alıkoyan şey, ancak öncekilerin onları yalanlamış
olmalarıdır. Semûd'a, açık bir mucize olarak o dişi deveyi vermiştik de ona
zulmetmişlerdi. Oysa biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz.”578 Bu
ayette açıkça görüldüğü üzere Allah, Hz. Muhammed’in müşriklerin tavırları,
sözleri ve yalanlamaları karşısında onun bu halini çok iyi bildiğini, diğer
peygamberlerin yalanlanmaları sebebi ile Hz. Muhammed’e hissi mucize
vermediğini çok açık bir şekilde ifade etmektedir. Allah, kendisini Hz.
Muhammed’e mucizeler göndermekten alıkoyan şeyin daha önceki ümmetlerin
çoğunun gelen mucizelere rağmen inanmamaları olduğunu bildirmektedir.
577
578
En’am, 6/37.
İsra, 17/59.
126
Arkasından da Salih’in kavminin mucizeye rağmen inanmadıklarını örnek
göstermektedir.
Geçmiş milletlerin gösterilen mucizelere rağmen inanmadıkları şu ayetle
de desteklenmiş ve hissi mucize verilen kavimlerin iman etmedikleri
bildirilmiştir. “Peygamber: "Benim Rabbim gökte ve yerde söylenen her sözü
bilir. O, her şeyi işitir, her şeyi bilir" dedi. Onlar: "Hayır, bunlar karışık
rüyalardır; yok, onu kendisi uydurdu, yok o bir şairdir. Böyle değilse önceki
peygamberler gibi, o da bize bir mucize getirsin" dediler. Onlardan önce yok
ettiğimiz hiçbir memleket halkı iman etmedi. Şimdi bunlar mı iman
edecekler?”579
Yüce Allah Hz. Muhammed onlarla beraberken müşriklere azap
etmeyeceğini beyan etmektedir. Çünkü Mekke’li müşriklere eğer açık hissi bir
mucize gösterilmiş olsaydı, onlarda yalanlamaya devam etseydi sünnetullah
gereği onların yok edilmeleri gerekirdi. Çünkü bu durum Hz İsa’nın havarilerine
olan hitapta çok açık bir şekilde beyan edilmiştir. “Havariler:" Ey Meryemoğlu
İsa, Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?" dediler. İsa da: "İnanıyorsanız
Allah'tan korkun" dedi. Havâriler: "İstiyoruz ki ondan yiyelim, kalplerimiz iyice
yatışsın, senin bize doğru söylediğini bilelim ve bunu bizzat görenlerden olalım"
dediler. Meryemoğlu İsa da: "Allah'ım, Rabbimiz, bizim üzerimize gökten bir
sofra indir ki, bizim için, önce ve sonra gelenlerimiz için bir bayram ve senden bir
mucize olsun. Bizi rızıklandır, sen rızık verenlerin en hayırlısısın!" dedi. Allah
buyurdu ki:" Ben onu size indireceğim. Fakat bundan sonra içinizden kim inkâr
ederse, ben ona âlemlerden hiç kimseye yapmayacağım bir azabı yaparım".580
Yukarıdaki azabın bir benzerinin gelmesi kesin olduğundan dolayı Allah
Hz. Muhammed’e hissi mucize vermemiştir. “Hani bir vakitler, o kâfirler, seni
tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı
da, onlar tuzak kurarken Allah da karşılığında tuzak kuruyordu. Öyle ya, Allah
tuzakların en hayırlısını kurar. Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman, "işittik,
dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, eskilerin efsanelerinden başka bir şey
değildir" diyorlardı. Bir vakit de, "Ey Allah, eğer bu Senin katından gelmiş bir
579
580
Enbiya, 21/4-6.
Maide, 5/112-115.
127
hak kitap ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize daha acı bir azap
ver" demişlerdi. Halbuki sen içlerinde iken Allah, onlara azap edecek değildi.”581
Yukarıdaki diğer ayetlerle beraber değerlendirildiği zaman bu ayetten de çok açık
bir şekilde anlaşılmaktadır ki Allah Hz. Muhammed’e hissi mucize vermemiştir.
Mucize isteyen kimselere karşı Allah, elçisi Hz. Muhammed’e, Kur’an’ın
yeterli olduğunu da şu ayetlerle bildirmektedir. “Hayır, o Kur'an, kendilerine ilim
verilenlerin sînelerinde yer eden apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi, ancak zalimler
bile bile inkâr eder. "Ona Rabbinden başkaca mucizeler indirilmeli değil miydi?"
derler. De ki: Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise sadece apaçık bir
uyarıcıyım. Kendilerine okunmakta olan Kitab'ı sana indirmemiz onlara yetmemiş
mi? Elbette iman eden bir kavim için onda rahmet ve ibret vardır.”582 Bu ayetler
bizlere çok açık bir şekilde Hz. Muhammed’e Kur’an’ın dışında mucize
verilmediğini bildirmektedir. Aynı şekilde onlara Kur’an’ın yeteceği ifade
edilmektedir.
“Müşrikler, kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka iman edeceklerine
dair en ağır yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: "Mucizeler ancak Allah
katındadır". Onlara mucizeler geldiğinde de iman etmeyeceklerini siz nerden
bileceksiniz? Biz onların kalplerini ve gözlerini çeviririz de, onlar, ilkin iman
etmedikleri gibi, gene de iman etmezler. Biz de onları taşkınlıkları içerisinde kör
ve şaşkın bırakırız. Eğer biz onlara melekleri indirseydik, ölüler de kendileriyle
konuşsaydı ve her şeyi toplayıp karşılarına getirseydik, Allah'ın diledikleri hariç,
yine de inanacak değillerdi, fakat çokları bunu bilmezler.”583 “Eğer sana kâğıt
üzerine yazılmış bir kitap indirseydik de onlar elleriyle onu tutmuş olsalardı, yine
de inkâr ediciler: Bu, apaçık büyüden başka bir şey değildir, derlerdi.
Muhammed'e görebileceğimiz bir melek indirilseydi ya! dediler. Eğer biz öyle bir
melek indirseydik elbette iş bitirilmiş olur, artık kendilerine göz bile
açtırılmazdı.”584 “Kur’an’a iman etmezler, halbuki öncekiler inanmadıkları için
başlarına gelenler gelip geçmiştir. Onlara gökten bir kapı açsak da oradan yukarı
581
582
583
584
Enfal, 8/30-33.
Ankebut, 29/49-51
En’am, 6/109.
En’am, 6/7-8.
128
çıksalar, "Gözlerimiz perdelendi, daha doğrusu bize büyü yapılmıştır" derler.”585
“Bir Kur'ân ki, onunla dağlar yürütülse veya onunla yer parçalansa veya onunla
ölüler konuşturulsa onlar yine de inanmazlardı. Fakat emir bütünüyle Allah'ındır.
İman edenler, kâfirlerden ümit kesip daha anlamadılar mı ki, Allah dileseydi,
elbette insanların hepsine toptan hidayet buyururdu. O küfürde direnenlerin kendi
sanatlarıyla başlarına musibet inip duracak, ya da yurtlarının yakınına konacak.
Nihayet Allah'ın vaadi gelecek. Muhakkak ki, Allah vaad ettiği zamanı şaşırmaz.
Andolsun ki, senden önceki peygamberlerle de alay edildi. Ben de o kâfirlere bir
süre için meydan verdim. Sonra da tuttum onları cezalandırdım. O vakit azabım
nasıl imiş gördüler. ”586 “Doğrusu, aleyhlerinde Rabbinin hükmü kesinleşmiş
olanlar imana gelmezler. Onlara bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o
acıklı azabı görünceye kadar inanmazlar. ”
587
“Fakat onlara tarafımızdan o hak
peygamber gelince, "Musa'ya verilen mucizeler gibi ona da verilmeli değil
miydi?" dediler. Peki daha önce Musa'ya verileni de inkâr etmemişler miydi?
"Birbirini destekleyen iki sihirbaz" demişler ve şunu söylemişlerdi: "Doğrusu biz
hiçbirine inanmıyoruz." Resulüm! De ki: "Eğer doğru sözlüler iseniz, Allah
katından bu ikisinden, bana ve Musa'ya inen kitaplardan daha doğru bir kitap
getirin de ben ona uyayım!" ”588 “İşte o ülkeler ki, sana onların haberlerinden bir
kısmını anlatıyoruz Andolsun ki, peygamberleri onlara apaçık mucizeler
getirmişlerdi. Fakat önceden yalanladıkları gerçeklere iman edecek değillerdi. İşte
o kâfirlerin kalplerini Allah böyle mühürler. ”589
Bütün bu ayetlerde görüldüğü üzere müşrikler Hz. Muhammed’den bir
kısım hissi mucizeler göstermesini istemişler, ancak Allah, böyle bir şeyin
olamayacağını peygamberin lisanıyla bildirmiştir. Ayrıca Allah, daha önceki
ümmetlerin
gelen
mucizelere
rağmen
inanmadıklarını
hatırlatarak,
Hz.
Muhammed’e mucize verilmeyeceğini açıklamış, Kur’an’ın mucize olarak
yeteceğini başkaca mucizeler vermeyeceğini bildirmiştir. Bütün bunlar Hz.
Muhammed’e hissi mucizeler verilmediğini göstermektedir. Ancak İslam kültürü
585
586
587
588
589
Hıcr, 15/13-15.
Ra’d, 13/31-32.
Yunus, 10/96-97.
Kasas, 28/48-49.
A’raf, 7/101
129
Hz. Muhammed’e mucize atfetme yarışına kalkışmış, onun sayılamayacak kadar
hissi mucizesi olduğunu590 Müslüman bilginler eserlerinde belirtmişlerdir. Bunu
yaparken de hadis kapısını sonuna kadar kullanmışlardır. Çünkü peygambere
atfedilen hissi mucizeler hadis kanalıyla günümüze ulaşmıştır.
Kur’an’a
rağmen
Müslümanlar
hadis
kapısını
kullanarak
Hz.
Muhammed’e hissi mucize atfetme yarışı içerisinde olmaları ancak cehaletten öte
bir şey olmasa gerektir.
d. Hz. Muhammed’e Verilen Mucize:
İslam bilginleri peygamberlere verilen mucizeleri genel olarak akli ve hissi
mucizeler şeklinde tasnif etmişlerdir.591 Hissi mucizeler insanların duyularına
hitap eden harikulade olaylardır.592 Akli mucizeler ise, insanların akıl ve
idraklerine hitap eden, onları düşünmeye ve gerçekleri kavramaya sevk eden ve
bu şekilde peygamberliğin doğruluğunu kanıtlayan en güçlü delillerdir.593 İşte Hz.
Muhammed’e verilen mucize bu son cinsten olup akli mucizeler kısmına
girmektedir. Müslüman kelamcılar, Kur’an’ın mucize oluşunu çok çeşitli
yönlerden ele almışlar ve bunları genel hatları ile şu şekilde ortaya koymuşlardır.
Maturidi’ye göre Kur’an, peygamberin akli mucizesidir. Çünkü onda
meydan okuma vardır. Kimse onun meydan okumasına cevap verememiştir.
594
Pezdevi’ye göre de, Kur’an, Peygamberin en büyük mucizesidir. Bütün Araplar
en güzel Arapça konuşmalarına rağmen Kur’an’ın benzerini getirmekten aciz
kalmışlardır.595 Cüveyni de Kur’an’ın Hz. Muhammed’in en büyük mucizesi
olduğunu, onunla fesahat düşkünü ve belağatın zirvesine tırmanan Araplara
meydan okuduğunu belirtmektedir.596 Nesefi ise, Kur’an en açık bir mucize olup
kıyamete kadar baki kalacak ve her tarafa yayılacaktır,597 şeklinde durumu ortaya
590
591
592
593
594
595
596
597
Cüveyni, İrşad, s. 296.
Maturidi, Ebu Mansur, Kitabu’t-Tevhid, İstanbul, 1979, s. 202; Taftazani, Şerhu’l-Akaid, s.
62; Nesefi, Ebu’l-Muın, Tabsıra, II, s. 52; Isfehani, Rağıb, el-İtikadat, Beyrut, 1988, s. 128129, Sabuni, Nureddin, Bidaye, s. 47-51, Kasımi, Muhammed Cemaleddin, Delailü’t-Tevhıd,
Şam, 1326, s. 144.
Bulut, Halil İbrahim, “Mucize”, DİA,İstanbul, 2005, XXX, s. 350.
Bulut, Kur’an Işığında Mucize ve Peygamber, İstanbul, 2002, s. 60.
Maturidi, Tevhid, s. 204.
Pezdevi, Usulü’d-Din, s. 97.
Cüveyni, İrşad, s. 291-292.
Nesefi, Ebu’l-Muın, Tabsıra, II, s. 77.
130
koymaktadır. Gazali de, Kur’an’ın, insanların kudretleri dışında kalan bir mucize
olduğunu ileri sürmektedir.598
Şatıbi ise, peygamberin pek çok mucizesi bulunduğunu, ancak bunlar
içerisinde Kur’an’ın mucizeliğinin hepsinden daha büyük olduğunu “Bana verilen
şey, sadece Allah’ın bana indirdiği vahyidir”599 hadisine de dayanarak Hz.
Muhammed’in mucizesinin yalnızca Kur’an olduğunu belirtmiştir.600
Müslümanlar Kur’an’ın apaçık bir ayet, bir mucize olduğunu kabul
etmişlerdir. Kur’an’ın muciz bir kelam olduğu konusunu ayetlerle delillendirmeye
çalışmışlardır.601
Çeşitli ayetlerde602 görüldüğü üzere Kur’an, indirildiği devirde edebiyatta
en üst seviyelere ulaşan Arap toplumuna apaçık bir şekilde meydan okumuştur.
Ancak müşrikler bu meydan okumaya cevap verememişlerdir. Bu meydan okuma
hala devam etmesine rağmen on beş asırdır görülmüştür ki ona inanmayanlar
tarafından onun bir benzeri getirilememiştir. İşte muciz bir kelam olan bu Kur’an
Hz. Muhammed’in tek ve apaçık mucizesi olup, diğer hissi mucizelerden daha
büyük öneme haizdir. Çünkü diğerleri belli bir zamana bağlı olarak gerçekleşip
tarihte kalmıştır. Fakat Hz. Muhammed’in tek mucizesi olan Kur’an, mucizliğini
devam ettirmekte ve hala insanlara ve çağlara meydan okumayı sürdürmektedir.
Hz. Peygamber’in hayatını anlattığı eserinde Heykel, Hz. Muhammed’in
mucizeleri ile ilgili olarak şu görüşlere yer vermiştir: “Görülüyor ki Allah’ın
kitabında Hz. Peygamberin Kur’an’dan başka bir mucizesi bulunduğu
söylenmiyor. Halbuki Kur’an, Hz. Peygamberden önceki elçilerin mucizelerinden
söz etmiş, fakat Hz. Peygamber’in tabiat kanunlarına uymayan hiç bir hal ve
hareketinden bahsetmemiştir. Allah’ın kitabı böyle buyurduğu halde, acaba eski
598
599
600
601
602
Gazali, Ebu Hamid Muhammed, el-İktisad fi’l -İtikad, Beyrut, 1993, s. 228.
Buhari, Sahih, Fedailü’l-Kur’an, 1; Müslim, Sahih, İman, 239.
Şatıbi, Muvafakat, III, s. 42.
“Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur'an’dan şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi
bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz. Yok
yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan,
inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.” Bakara, 2/23-24. “Yoksa "onu kendi uydurdu" mu
diyorlar? O halde sen de onlara de ki: "Haydi siz de onun sureleri gibi uydurulmuş on sûre
getirin. Allah’tan başka çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın. Eğer doğru
söylüyorsanız" bunu yaparsınız. Yok eğer bunun üzerine size cevap vermedilerse, artık bilin
ki, bu Kur'ân ancak Allah'ın ilmiyle indirilmiştir. O'ndan başka ilâh yoktur. Artık müslüman
oluyorsunuz, değil mi? ” Hud, 11/13-14.
İsra, 17/88; Ankebut, 29/47-49.
131
müslümanlardan bir kısmını Hz. Peygamber’in maddi bir takım harikalar yapmış
olduğunu söylemeye sevk eden sebep nedir? Anlaşılan bunlar Kur’an’ın Hz.
Peygamberden önce gelen peygamberlere ait mucizelerden söz ettiğini görmüş, bu
gibi harikaların peygamberlik gereklerinden olduğunu sanmış ve onun için bu
yoldaki sözlere inanmış, mucizelerin sayısı ne kadar çoğalırsa, peygamberlik de o
nispette kemal bulacağına ve insanların peygamberliğe daha fazla inanacaklarına
kanmışlardır....Hz. Muhammed’e verilen mucize ise yalnız Kur’an’dır.”603
Muhammed Esed de “ Bizi, öncekiler gibi, bu mesajı da mucizevi
belirtilerle birlikte göndermekten alıkoyan tek sebep, önceki toplumların onlara
hep yalan gözüyle bakmış olmalarıdır.”604 ayetini şu şekilde yorumlamıştır:
“Denebilir ki Hz. Muhammed’in tek mucizesi: açıklığıyla, ahlaki kapsam ve
mahiyetiyle kusursuz; insanlık tarihinin her çağına, her gelişim safhasına uyan;
insanların hem duygularına hem akıllarına hitab eden; hangi ırktan, hangi
toplumsal katmandan gelirse gelsin her insana açık olan ve hem lafzıyla, hem de
muhtevasıyla Kıyamet gününe kadar değişmeden kalacak olan Kur’an’ın
kendisidir.”605
Sonuç
olarak
Hz.
Muhammed’e
Kur’an’dan
başka
bir
mucize
verilmemiştir ve Hz. Muhammed’e hissi mucize de verilmemiştir. Hz.
Muhammed’e atfedilen hissi mucize denen olaylar yukarıda da ifade edildiği gibi
Müslümanların şuur altlarında yatan peygamber yarıştırma ve Hz. Muhammed’in
diğer tüm peygamberlerden üstün görme anlayışının sonucudur.
C. PEYGAMBERLER ARASINDAKİ ÜSTÜNLÜK
Peygamberlikle ilgili tartışmalardan bir tanesi de peygamberlerin
üstünlüğü yani efdaliyyet meselesidir. Tafdil konusu kelam ilminin ana
konularından biri değildir. Bu mesele kelam ilmine hilafet tartışmaları sebebi ile
girmiştir.606 İlk dönem akaid eserlerinde Peygamberler arasında üstünlük konusu
yer almazken, Şia’nın imameti iman esaslarından kabul edip, bu görüşlerine de
603
604
605
606
Heykel, Hz. Muhammed, s. 57-58.
İsra, 17/59.
Esed Muhammed, Kur’an Mesajı, II, s. 571-572.
Taftazani, Kelam İlmi ve İslam Akaidi, Haz. Süleyman Uludağ, İstanbul, 1991, s. 323-324.
132
kendilerine göre kitap ve sünnetten deliller getirmeleri sebebi ile bu konu ehli
sünnet kelam eserlerine girmiştir. Şia, bu delillerle ilk üç halifeyi dışlayıp, Hz.
Ali’nin peygamber’den sonra en üstün ve hilafete de en layık kimse olduğunu
iddia etmiştir.607 Buna karşılık Ehli Sünnet kelamcıları Şia’ya bir tepki ve reddiye
olarak eserlerinde imamet ile ilgili bahisler açmışlar ve üstünlük sırasının tarihen
vuku bulan hilafet sırasına göre olduğunu iddia etmişler, onlar da kendilerine göre
bunu ispat etmeye çalışmışlardır.608
Üstünlük konusu kelam ilmine girdikten sonra içeriği zenginleştirilmiştir.
Buna göre bu konu melekler ile peygamberler arasındaki üstünlük, meleklerin
birbirlerine üstünlüğü, peygamberlerin birbirlerine üstünlüğü, meleklerle insanlar
arasında üstünlük, peygamberlerin velilere olan üstünlüğü, peygamberlerle
insanlar arasında üstünlük ve insanların birbirleri arasında üstünlük şeklinde
çeşitlenmiştir.609
Artmak, fazla olmak, üstün olmak anlamlarına gelen f-d-l kelimesinden
türemiş olan efdal kelimesi, ihsan, en üstün olma, bir kimsenin diğerinden üstün
olması gibi anlamlara gelmektedir.610 Kelime anlamından da anlaşıldığı gibi bu
durumda mesele bir peygamberin tüm peygamberlerin en üstünü olması, ya da bir
peygambere bir kısım şeylerin ihsan edilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır.
1. Kur’an’a Göre Peygamberler Arasında Üstünlük
İlk bakışta Kur’an’ın bazı ayetlerinin peygamberler arası üstünlüğe işaret
ettiği, bazılarının ise herhangi bir üstünlüğün olmadığına delil teşkil ettiği
söylenebilir. Çoğu Müslüman bilgin üstünlük olabileceği anlamına gelen ayetleri
öne çıkararak peygamberler arasında üstünlük olduğunu ve bunun akabinde de
Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden üstün olduğunu iddia etmişlerdir.
Bazıları ise konuyla ilgili ayetleri yorumlayarak peygamberler arasında üstünlük
olmadığını ifade etmişlerdir.
607
608
609
610
Fığlalı, Ethem Ruhi, İmamiyye Şiası, İstanbul, 1984, s. 209-217; Toplaoğlu, Bekir, Kelam İlmi
Giriş, İstanbul, 1988, s. 209.
Taftazani, Şerhu’l-Akaid, s. 67-73; Aliyyü’l-Kari, Molla Ali B. Sultan Muhammed el-Kari elHanefi, Şerh ale’l-Fıkhı’l-Ekber, İstanbul, 1955, s. 114-120; Muhyiddin, Muhammed b.
Bahaiddin, El-Kavlu’l-Fasl, İstanbul, 1990, s. 289-301.
Bağdadi, Usulü’d-Din, s.164-167
İbn Manzur, Lisan, XI, s. 524-525.
133
Peygamberlerden birinin diğerine üstün olduğunu isbat için aşağıdaki
ayetler delil olarak getirilmektedir.
“O peygamberlerin bir kısmını diğerlerinden üstün kıldık. Allah onlardan
bir kısmı ile konuşmuş, bazılarını da derece derece yükseltmiştir. Meryem oğlu
İsa'ya açık mucizeler verdik ve onu Rûhu'l-Kudüs ile güçlendirdik.”611
“Biz İbrahim’e İshak ve Yakub'u da armağan ettik; hepsini de doğru yola
ilettik. Daha önce de Nuh'u ve O'nun soyundan Davud'u, Süleyman'ı, Eyyub'u,
Yusuf'u, Musa'yı ve Harun'u doğru yola iletmiştik; Biz iyi davrananları işte böyle
mükâfatlandırırız. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas'ı da. Hepsi de iyilerden idi.
İsmail, Elyesa', Yunus ve Lût'u da. Hepsini âlemlere üstün kıldık.”612
“Rabbin, göklerde ve yerde olan herkesi en iyi bilendir. Gerçekten biz,
peygamberlerin kimini kiminden üstün kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik.”613
“Andolsun ki biz, Davud'a ve Süleyman'a ilim verdik. Onlar: Bizi, mümin
kullarının birçoğundan üstün kılan Allah'a hamd olsun, dediler. Süleyman
Davud'a vâris oldu ve dedi ki: Ey insanlar! Bize kuş dili öğretildi ve bize her
şeyden verildi. Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.”614
Şimdi bu ayetler ve yorumları sırasıyla ele alınacaktır.
Bakara 253. ayeti Zemahşeri şöyle yorumlamıştır: “Bu ayet ile alakalı
olarak dikkat çekilen peygamberlerden biri Allah’ın kendisiyle konuştuğu
Musa’dır. Devam eden kısımda “bazılarını derecelerle yükselttik” ifadesinden Hz.
Muhammed anlaşılmalıdır. Çünkü ona verilen hiçbir özellik diğerlerine
verilmemiştir. Bunlarında en önemlisi, bütün zamanlar boyunca devam edecek
olan Kur’an’dır. Hz. Peygamber’in adının burada açıkça söz konusu edilmemesi
ise ayetin bizzat Hz. Peygamber’e inişiyle irtibatlı olmasıdır. Ayrıca onun
faziletini ve değerini göstermesi bakımından muhataplarınca karıştırılması söz
konusu olmayan bir özellikte olmasıdır. Dolayısıyla onun isminin zikredilmemesi,
onun biliniyor oluşundan kaynaklanmaktadır. Burada zikredilmeyen başka
peygamberler de vardır. Hz. Musa ve Hz. İsa’nın isimleriyle konu edilmesi,
onlara diğerlerinden ayrı bir özellik verilmesindendir. Hz. Muhammed (a.s.) ise
611
612
613
614
Bakara, 2/253.
En’am 6/84-86.
İsra, 17/55.
Neml, 27/15-16.
134
başka peygamberlere verilmeyen Kur’an mucizesine sahip olduğuna göre, adı
zikredilmeksizin derece bakımından hepsinden üstün olduğu ifade edilmiştir.”615
Reşid Rıza ise ayeti şu şekilde açıklamıştır: “Ayetin üslubu ve bağlamı da
burada ifade edilenin Hz. Muhammed (s.a.v) olduğunu göstermektedir. Bu, hem
onun ümmetinin, hem şahsının hem de dininin derecesini göstermektedir. Bu
ayetin öncesinde, özde bir olmakla birlikte önceki peygamberler dönemindeki
ihtilaflara ve savaşlarına atıf yapılmaktadır. Bunlar Hz. Peygamber’e bildirilmek
suretiyle dikkat çekilmektedir. Peygamberlerin derecelerini gösteren bu ayette,
Hz. İsa’nın adıyla anılması ve Hz. Musa’nın bir özelliğine işaret etmek suretiyle
anılması Kur’an’ın üslubunun bir gereğidir. Hz. Peygamber’e yapılan hitapta
diğerlerinin adıyla zikredilmesi ise tabiidir. Yine ayette “Onlardan Allah'ın
kendilerine hitap ettiği, derecelerle yükselttikleri vardır. Meryem oğlu İsa'ya
belgeler verdik”616 derecelerle yükseltilen kısmın Hz. İsa ile Hz. Musa arasında
ifade edilmesi, Hz. Muhammed’in dininin ve ümmetinin orta bir ümmet olduğuna
işaret etmektedir.”617
Elmalılı bu ayeti yorumlarken, peygamberlerin birbirinden üstün olduğunu
savunduktan sonra, burada “bazısını da derecelerle daha yükseklere çıkardı”
ifadesindeki
“bazısı”
618
belirtmektedir.
kavramının
Hz.
Muhammed’e
yönelik
olduğunu
Beyzavi ise ayeti şöyle yorumlamaktadır: “Allah’ın kendisi ile
konuştuğu kimse Musa’dır. Denildi ki bu kişi hem Musa ve hem de Muhammed
olabilir. Çünkü Allah Musa ile Tur dağında, Muhammed ile “iki yay arası kadar
hatta daha yakın mesafede iken”619 Miraç’ta konuşmuştur.620 Nesefi de hemen
hemen aynı şeyleri ifade etmektedir.621
Bütün bu değerlendirmeler insanların ön yargılar yada ön kabullerle olaya
yaklaştıkları zaman nasıl bir tavır takınabileceklerinin en açık örneğini
oluşturmaktadır. Çünkü bu ayette derecelerle yükseltilen kişinin Hz. Muhammed
615
616
617
618
619
620
621
Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 297-298.
Bakara, 2/253.
Reşid Rıza, Muhammed, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Hakim, Mısır, 1325, III, 3-5.
Elmalılı, Hak Dini, II, s.148.
Necm, 53/9.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 133.
Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s.127.
135
olduğuna ne direkt ve ne de dolaylı hiçbir işaret yoktur. Ayetin öncesinde ve
sonrasında bu anlama götürecek her hangi bir işaret bile yoktur.
En’am 84-86. ayetlerinde İshak ,Yakup, Nuh, Davud, Süleyman, Eyyub,
Yusuf, Musa, Harun, Zekeriyya, Yahya, İsa, İlyas, İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut
peygamberler birkaç ayet önce de İbrahim peygamber bir bir sayılarak bunların
hepsinin alemlere üstün kılındığı belirtilmiştir. Burada ifade edilen “feddalna”
kelimesi “ihsanda bulunduk” anlamına gelmektedir.622 Doğru olan da budur.
Allah bunlardan her birine ayrı ayrı ihsanlarda bulunmuştur. Nesefi buradaki
üstünlüğü risalet ve nübüvvet olarak anlamış,623 Beyzavi ise bunu nübüvvet
olarak tefsir etmiştir.624 Bu durumda da bundan peygamberlerin birbirlerine üstün
olduğu anlamı çıkarılamaz.
İsra suresi elli beşinci ayette: “Peygamberlerin kimini kiminden üstün
kıldık; Davud'a da Zebur'u verdik”625 buyurulmaktadır. Burada Davud’a verilen
Zebur’dan bahsedildiğinden dolayı bu ayetteki “üstün kılma” ihsanda bulunma
anlamına gelmektedir. Ancak yine hiç alakası olmadığı halde Nesefi ve Beyzavi
bu
ayette
de
Hz.
Muhammed’in
üstünlüğüne
işaret
edildiğini
iddia
etmektedirler.626
Neml suresi 15 ve 16. ayetlerinde Davud'a ve Süleyman'a ilim verilmesi
ve Süleyman’a kuş dilinin öğretilmesi bir üstünlük olmayıp bir ihsandır. Bu
durumun “apaçık bir lütuf”627 olduğu zaten ayetin sonunda açık bir şekilde
bildirilmiştir.
Üstünlük düşüncesine katılmamaktayız. Ancak yukarıdaki ayetlerden bir
üstünlük çıkarılacaksa bu üstünlük ismen zikredilen İsa’ya, işaret edilen Musa’ya,
En’am suresi 83-86. ayetlerde isimleri tek tek zikredilerek “hepsini alemlere üstün
kıldık”628 denilen on sekiz peygambere ve “Bizi, mümin kullarının birçoğundan
622
623
624
625
626
627
628
Elmalılı, Bakara ikiyüz elli üç’ü açıklarken “bu çeşit üstünlükler ve yüksek dereceler sırf
Allah vergisidir. Bu yükseklik kendi şahıslarında var olan bir özellik değil, ilahi ihsan ile elde
ettikleri ilahi bir bağıştır” diyerek üstünlüğü ihsan ve bağış olarak izah etmiştir. Elmalılı, Hak
Dini, II, 253. Akbulut’da bu görüşte olup, bu fiille kasdedilen ihsandır demektedir. Akbulut,
Nübüvvet, s.117.
Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s. 21.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, 310.
İsra, 17/55.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 574; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.317.
Neml, 27/15-16.
En’am, 6/86.
136
üstün kılan Allah'a hamd olsun”629 diyen Süleyman ve Davud peygamberlere ait
olması gerekir. Bize göre bu ayetlerde üstünlük kast edilmemektedir. Hiçbir
ayette “Muhammedi diğer peygamberlerden üstün kıldık” denmemektedir. Hz.
Muhammed’in “Alemlere rahmet”630 olarak gönderildiğini beyan eden ayet ise bir
kısımlarının iddia ettiği gibi631 üstünlük ifade etmemektedir.
Üstünlük meselesiyle ilgili hususlardan bir tanesi de Ulu’l-Azm
peygamberler konusudur. İslam kültürüne göre Ulu’l-azm peygamberler Nuh,
İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed’dir.632
Kur’an’da Ulu’l-azm peygamberlerden bahseden sadece bir ayet vardır.
Bu ayette Ulu’l-Azm peygamberlerin isimlerinden bahsedilmemektedir. Ayetin
anlamı şu şekildedir. “Ey Muhammed! O halde, peygamberlerden azim sahibi
olanların sabrettiği gibi sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar
vâdedildikleri azabı gördükleri gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati
kadar kaldıklarını sanırlar. Bu, bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası
helâk edilir mi hiç”.633
Bu ayetin anlamı yoruma mahal bırakmayacak kadar açıkken, müslüman
bilginler bu ayetten yola çıkarak Hz. Muhammed’in Ulu’l-azm peygamberlerden
olduğunu iddia etmişler ve bundan Hz. Peygamber’e bir üstünlük çıkarmaya
gayret sarf etmişlerdir.634 Bu durum ise yine doğru ve geçerli bir yol değildir.
Çünkü ayette sen Ulu’l-azm peygamberlerdensin denmemektedir.635 Sen de Ulu’l-
629
630
631
632
633
634
635
Neml, 27/15
Enbiya, 21/107.
Bahçeci, Peygamberlik, s.164.
İslam bilginleri Ahkaf suresi 35. ayette bahsedilen Ulu’l-azm peygamberlerin, Ahzab suresi 7.
ayette isimleri sayılan Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed peygamberler olduğunu iddia
etmektedirler. (Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s. 148; Beyzavi, Envaru’tTenzil, II, 398; Elmalılı, Hak Dini, VII, s.121; Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, III, 202)
Tabatabai’de bu beş peygamberin Ulu’l-Azm peygamberler olduğunu ifade etmekte,
diğerlerinden farklı olarak sadece bu beş peygamberin yeni bir şeriat getirdiklerini,
diğerlerinin ise sadece onların getirmiş oldukları şeriatı devam ettirdiklerini ifade etmektedir.
(Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin, Shi’ite İslam, Albany, 1975, s. 149.)
Ahkaf, 46/35.
İbn Kesir, Tefsir, VII, s. 305; Bağdadi, Usulü’d-Din, s. 158-159; Nesefi, Ebu’l- Berekat,
Medarikü’t-Tenzil, IV, s. 148; Abdüsselam b. İbrahim, Şerhu Cevheratü’t-Tevhıd, 1304 h. yy,
s. 124-125; Sabuni, M Ali, en-Nübüvve, s. 17-18; Bahçeci, Peygamberlik, s.162.
Elmalılı ayetin tefsirinde “Ey Muhammed! Sen sabret, Ulu’l-Azm peygamberlerin sabrettiği
gibi” ayetin mealini verdikten sonra “ Çünkü sen de onlardansın “ şeklinde yorumda
bulunmuştur. (Elmalılı, Hak Dini, VII, s. 121)
137
azm peygamberler gibi sabret denmektedir.636 Başkaları da benzer kanaatleri
paylaşmaktadırlar.637 Eğer “min” teb’ıziyye olursa bu durumda bu kısma Hz.
Muhammed’in girdiğine bir delil yoktur. Yok beyaniyye için olursa bu durumda
da bir üstünlük çıkarmak mümkün gözükmemektedir.
Peygamberler arasında herhangi bir üstünlük görmeyenler de kendi
görüşlerini Kur’an’a dayandırmaktadırlar. Onlar görüşlerine delil olarak Bakara
suresi 285. ayetini delil olarak getirmektedirler. Ayette “ Peygamberler arasında
hiçbir ayırım yapmayız” buyurulmaktadır.638 Peygamberler arasında fark
olmadığını iddia edenler bu ayeti kendilerine delil olarak getirmişlerdir.639
Ancak üstünlük fikrini savunanlar bu açık ayeti de kendi düşüncelerine
göre zorlama yorumlarla tevil etme yoluna gitmişlerdir. Peygamberler arasında
fark olduğunu ve Hz. Muhammed’in diğerlerinden üstün olduğunu iddia edenler
Hz. Muhammed’e bir üstünlük çıkarabilmek için, “İşte bunlar peygamberlerdir.
Bir kısmını bir kısmına üstün kıldık”640 ayetini delil getirmişlerdir. Onlara göre,
peygamberler arasında iman edilmeleri yani onların peygamber olarak kabul
edilmeleri açısından bir fark yoktur. Ancak bir kısım peygamberler diğerlerine
göre daha üstündür. Onların en üstünü Hz. Muhammed’dir.641
Bazı ayetlerden yola çıkarak ve başka kültürlerin etkisi ile Müslümanlar da
peygamber yarıştırmasına girişmişler ve sonunda kendi peygamberlerinin diğer
peygamberlere göre en üstünü olduğunu iddia etmişlerdir.642 Kur’an’dan yola
636
637
638
639
640
641
642
Elmalılı, Age, VII, s.121. Ayetin açıklamasının devamında Elmalılı, “minerrusul” deki
“min”in beyaniyye ve teb’ıziyye olabileceğini, teb’ıziyye olduğu zaman bütünden bir kısmı
içine alacağı, beyaniyye olduğunda ise bütün resulleri içine alacağını açıkladıktan sonra
‘bizim fikrimizce Kur’an’da isimleri zikredilen bütün peygamberlerin hepsi ulu’l-azm
resullerdir denilmesi doğrudur’ demektedir. Elmalılı, Age, VII, s.121.
Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s. 148; Mahalli, Suyuti, Tefsiru’l-Kur’ani’lAzım, s. 41
Bakara, 2/285.
Akbulut, Nübüvvet, s. 115-116.
Bakara, 2/253.
Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, 180-181; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 133; Elmalılı,
Hak Dini, II, 272-273.
Üstünlük konusu tefsir ve hadis ilminde genişçe yer almış, Türk kültüründe de çok etkili
olmuştur. Kanuni devrinin önde gelen bilginlerinde Molla Kabız kendine göre ayet ve
hadislerden deliller getirerek Hz. İsa’nın Hz. Muhammed’den üstün olduğunu iddia etmiş, bu
sebeple yargılanarak idam edilmiştir. Olay hakkında detaylı bilgi ve yorum için bkz.
Yurdaydın, Hüseyin Gazi, İslam Tarihi Dersleri, Ankara, 1982, s. 111-114; Akbulut,
Nübüvvet, s.117-118. Ayrıca Bursa Ulu Camii’nde bir vaizin Bakara suresi iki yüz seksen
beşinci ayeti tefsir ederken –ki bu ayette “Biz peygamberler arasında hiçbir fark gözetmeyiz”
buyurulmaktadır- peygamberler arasında üstünlük olamayacağını iddia etmesi sebebi ile
138
çıkarak böyle bir sonuca varmak mümkün değildir. Ayrıca peygamberlerden
birinin diğerlerinden daha üstün olduğunu iddia etmek peygamberin zatını öne
çıkartmaktır ki, bu anlayış daha ziyade Hıristiyanlığın yaklaşımıdır. Benzer
anlayış, Yahudilik’te de vardır. Ehli Kitap kültürü, Kur’an’a rağmen,
Müslümanların peygamber anlayışına da damgasını vurmuştur.643
2. Hadislere Göre Peygamberler Arasında Üstünlük
Hadis kaynaklarında Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden üstün olup
olmadığı ile alakalı rivayetler vardır. Hadisler Hz. Muhammed’in diğer
peygamberlerden üstün olduğu hususunda delil olarak kullanılmıştır. Ebu
Hüreyre’den: Peygamber şöyle dedi: Altı şey hususunda diğer peygamberlerden
üstün kılındım. Bana cevamiu’l-kelim verildi. Düşmanlarıma korku salmakla
yardım edildim. Ganimetler bana helal kılındı. Yeryüzü bana temiz kılındı. Bütün
insanlara gönderildim. Benimle birlikte peygamberlik sona erdi.”644 “Kıyamet
gününde ben Adem oğlunun efendisiyim, ama bunda övünme yoktur.”645 “Ben
643
644
645
Süleyman Çelebi “Mevlid” isimli eserini yazmış, bu eser halk arasında şöhret bulmuş,
yazıldıktan yaklaşık iki yüz yıl sonra Üçüncü Murad’ın emriyle 1588 tarihinden itibaren resmi
törenlerle camilerde okutulmaya başlanmıştır. Pekolcay, A. Necla, “Mevlid”, DİA, Ankara,
2004, XXIX, s. 477, 485-486.
İçerisinde dinin temel esaslarına zıt pek çok görüş olmasına rağmen –ki eserin elimizde
olan en eski yazmasının baş tarafındaki şu ifadeler “Muhammed’i bütün mevcudatın sebebi,
bütün yaratıkların en şereflisi, bütün doğanların en azizi, şefaatı uzma ile nebilerin en
faziletlisi …. kılan Allah’a hamdolsun” ( Çelebi, Süleyman, Mevlid, Süleymaniye ktb.,
Ayasofya, Nr. 3485, vr. 1a ) diye başlayan bu eser -Hz. Muhammed’in üstünlüğünü
göstermek için kaleme alınmış ve bu konuda hiçbir sınır tanımamıştır. Eser günümüzde hala
revaçtadır. Ne hikmetse alnındaki nuru onunla elli üç yıl aynı şehri paylaşan, bu elli üç yılın
önüç yılını da peygamber olduğunu iddia ederek geçiren Hz. Muhammed’in nurunu müşrikler
görememiş, yine yaklaşık yirmi üç yıl boyunca onunla her an beraber olan ashabın ileri
gelenleri görememiş, ama ondan yaklaşık dokuz asır sonra yaşamış bir şahıs görebilmiştir.
Konumuz Süleyman Çelebi’nin Mevlid isimli eseri olmadığından burada uzun uzadıya
durmayacağız, ancak halk nazarında bu tür yüceltmeci anlayışın toplumları nerelere kadar
sürüklediğine mevlid güzel bir örnek oluşturmaktadır. Çünkü bu gün mevlid toplumun büyük
bir kesiminde her derde deva bir ilaç gibi algılanmakta, ölümde, ölüm yıl dönümlerinde,
sünnette, cenazede, nişanda ve düğünde her yerde okunmaktadır.
Akbulut, Nübüvvet, s.117.
İbn Hişam, Siret, II, s. 288; Suyuti, Tefsir, IV, s. 10; Müslim, Sahih, Mesacid, 5. Benzer
hadisler için bkz. Agm, Age., aynı yer 3. 4, 6, 7 ve 8. Anlam olarak aynı şeyleri ifade eden bu
hadislerin bir kısmında fuddıltü, fuddılna ifadeleri kullanılırken, diğer kısmında nusırtü ve
buıstu ifadelerinin kullanılması fuddıltü den üstünlük çıkaranlar için dikkate değer bir ayrıntı
olsa gerektir.
Tirmizi, Sünen, Tefsirü’l-Kur’an, 18.
139
kıyamette
kavmin
efendisiyim”646
“Ben
kıyamet
gününde
insanların
efendisiyim”647 “Ben Adem oğlunun efendisiyim”648
Şu hadislerde de Peygamber, üstünlük meselesi ile alakalı olarak
yasaklamalarda bulunmuştur. Ebu Said el-Hudri’nin rivayet ettiği bir hadiste
peygamber şöyle buyurmuştur. “Peygamberler arasında hayır yarıştırması
yapmayınız”649 İbn Abbas’ın rivayet ettiği bir hadiste de peygamber “Hiç bir
kimseye, ben, Yunus b. Metta’dan daha hayırlıyım demesi yakışmaz”650
buyurmuş, hadisin başka bir rivayetinde ise “Hiç bir peygambere, ben, Yunus b.
Metta’dan daha hayırlıyım demesi yakışmaz”651 buyurulmuştur. Bir başka hadiste
de kendisine “ Ey yeryüzünün en hayırlısı” diyen bir kişiye, Hz. Peygamber “O
dediğin İbrahim’dir”652 demiştir. İbn Abbas’tan gelen başka bir rivayette de
“Mescitte peygamberlerin faziletlerinden bahsediyorduk. Çok uzun ibadeti
dolayısıyla Nuh’u, Allah ile dostluğu sebebiyle İbrahim’i, Allah ile konuşması
sebebiyle Musa’yı, semaya yükseltilmesi sebebiyle İsa’yı zikrettik ve Resulüllahı
zikrettik. Bu sırada Hz. Peygamber içeri girdi ve “ne ile meşgulsününüz” dedi.
Biz de Peygamberlerin hangisinin daha faziletli olduğunu müzakere ettik dedik ve
düşüncelerimizi ifade ettik. Bunun üzerine O: Kimi daha faziletli saydınız? diye
sordu. Bizde: Seni en faziletli saydık. Allah seni tüm insanlara gönderdi, geçmiş
ve gelecek günahlarını bağışladı ve sen son peygambersin dedik.” O da şöyle
dedi: “Size haber vereyim mi! Hiç kimse ben Yahya b. Zekeriyya’dan daha
hayırlıyım demesin.”
Biz hangi sebepten dolayı dedik. O da “Allah onu
Kur’an’da nasıl vasıfladı duymadınız mı?” dedi ve "Ey Yahya! Kitaba kuvvetle
sarıl"653 ve “Allah sana, kendisi tarafından gelen bir Kelime'yi tasdik edici, efendi,
iffetli ve sâlihlerden bir peygamber olarak Yahya'yı müjdeler”654 ayetlerini okudu
ve “Çünkü o hiç günah işlemedi ve bunu kalbinden bile geçirmedi.” dedi”655
646
647
648
649
650
651
652
653
654
655
Buhari, Sahih, Enbiya, 3.
Müslim, Sahih, İman, 327-328.
Ebu Davud, Sünen, Enbiya, 13.
Ebu Davud, Age, sünne, 13.
Ebu Davud, Age, sünne, 13.
Ebu Davud, Age, sünne, 13.
Ebu Davud, Age, sünne, 13.
Meryem, 19/12.
Ali İmran, 3/39.
Taberani, el-Mu’cemu’l-Kebir, XII, s. 168-169; Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 298; Elmalılı, Hak
Dini, II, 253.
140
Başka bir rivayette ensardan biri, bir tartışma esnasında bir Yahudi’nin “İnsanlığa
seçtiği Musa’ya yemin olsun ki hayır” demesi üzerine ensardan olan şahıs
Yahudi’ye bir tokat attı. Yahudi şikayette bulununca Hz. Muhammed
“Peygamberler arasında üstünlük yarışı yapmayınız” dedi.656
Bu rivayetlerde de görüldüğü üzere, Hz. Muhammed’in diğerlerinden
üstün olduğunu ifade eden ve üstün olmadığını beyan eden hadisleri
incelediğimiz zaman, peygamberler arasında üstünlük olmadığını beyan eden
hadislerin doğruya daha yakın olduğunu görmekteyiz. Tespit edebildiğimiz
kadarıyla, hadislerde Hz Muhammed’in üstün olduğunu beyan eden rivayetler
azdır. Bunlardan da Hz. Muhammed’in üstün olduğu anlamı çıkmaz. Bu hadisler
üstünlük yarışının yapıldığı dönemde ortaya çıkmış olsa gerektir. Çünkü üstünlük
olmadığını beyan eden hadisler Kur’an’ın ruhuna daha uygun görünmekte ve
gerçeğe daha yakın durmaktadırlar.
Bu durumda piyasada bolca dolaşan ve Hz. Peygamber’in yasakladığı aşırı
yüceltmeciliğin sloganı gibi her önüne gelenin hadisi kutsi diyerek kullandığı
“Levlake levlak lema halaktü’l-eflak” “Eğer sen olmasaydın, olmasaydın sen, bu
alemi yaratmazdım ben!” sözünün hadis olmadığını, sahihiyle zayıfıyla hiçbir
hadis külliyatında yer almadığını söylemeye herhalde gerek yoktur.657
Daha önce de ifade edildiği gibi Kur’an yolu ile İslam’a bir şeyler sokmak
mümkün olmayınca ister iyi niyetle,658 ister kötü niyetle olsun659 ama her iki
durumda da sonuçları itibarı ile kötü sonuçlar doğurmuş olan istismara açık hadis
kapısı kullanılarak İslam, gitmesi gerektiği doğru yönden farklı ve yanlış bir yöne
doğru sürüklenmiştir.660 “Müslümanlar arasındaki her türlü cereyan, ifadesini
656
657
658
659
660
Buhari, Sahih, Enbiya, 35; Müslim, Sahih, Fedail, 159; Beyhaki, Delail, V, 493-494.
İslamoğlu, Mustafa, Üç Muhammed İki Tasavvur Bir Gerçek, İstanbul, 2002, s.66.
Nuh İbn Ebi Meryem'e " Kur'an surelerinin faziletleri hakkında İkrime tarikıyle İbn Abbas'tan
naklettiğin bu haberleri nereden buluyorsun? Halbuki bunlar İkrime’nin ashabında bile yok "
denildiği zaman o: "Halkın Kur'an'dan uzaklaştığını ve Ebu Hanife fıkhı ile İbn İshak'ın
Megazisi'ne fazla düştüğünü görünce bu hadisleri uydurdum" diye kendini savunmuş, (
Suyuti, Celaleddin, Tedribü’r-Ravi fi Takribi’n-Nevevi, Riyad, 1994, I, s. 253.) ve hadis
uydurduğunu kendi dili ikrar etmiş olmaktadır.
İbn Lühey’anın şu haberi bizlerekötü niyetle hadis uydurulduğunun delilidir. O şöyle
demektedir: “Haricilerin önde gelenlerinden birinin şöyle dediğini işittim: Hadisler dindir.
Dininizi kimden aldığınıza dikkat edin. Biz bir davayı benimsetmek istediğimiz zaman onu
hadisleştirirdik.” (Hatıb el-Bağdadi, el-Kifaye fi Ilmi’r-Rivaye, Haydarabad, 1357, 123)
Aşağıdaki şu bir tane örnek bile bize sonu kadar açık hadis kapısı kullanılarak isteyen
herkesin istediği şeyi İslam’a sokabileceğini göstermektedir. Müslümanların zihin yapılarını
141
hadislerde bulmuştur. Hangi sahada olursa olsun, birbirinden farklı, çeşitli fikirler
arasında bu noktada gözetilecek hiçbir tefrik yoktur. Hususiyle siyasi fırkalar
mevzuunda öğrenmiş olduklarımız, fıkhi ihtilaflar, nizalı kelami meseleler vs için
de aynı değerdedir. Her rey ve her heva her sünnet veya bidat ifadesini hadis şekli
altında aramış ve bulmuştur.” demekte Goldziher pek haksız değildir.”661
661
da , tasavvuf, kader, rızık, çalışma, ameli salih yani yaptığı işi en iyi şekilde yapma gayreti
içerisinde olma, tevekkül, ecel vb konularda olduğu gibi bu yanlış anlayış şekillendirmiş ve
müslümanların bu hale gelmelerine sebep olmuştur. Fakat Müslümanların diğer din
mensuplarına göre şansı Kur’ân gibi bozulmamış, Allah tarafından korunan bir kitaba sahip
olmalarıdır. Aslında hadis kapısıyla İslam’a sokulan düşünce ve fikirleri gördükçe geçmiş
milletlerin dinlerini kendi elleriyle nasıl değiştirdiklerini kavramakta oldukça
kolaylaşmaktadır. Aslında bu söz her ne kadar birinci derecedeki ana hadis kaynaklarında yer
almasa da, mesela ana hadis kaynaklarında yer alan recm vb konulardaki pek çok rivayetleri
İslam’ın neresine konulabileceği hususu düşünen Müslüman beyinlerini oldukça
zorlamaktadır. Örnek olarak aldığımız rivayet şudur.
İbn Sa’d’da yer alan ve sonunda İbn Sa’d’ın kendisinin de “Bu yanlıştır. Çünkü
Peygamber’in annesinin mezarı Mekke’de değil, onun kabri Ebva’dadır” şeklinde anlatılan
olayın yanlış olduğunu vurgulaması aslında bize İslam kültürünün yaklaşık dört asırlık bir
süreçte oluşturduğu hadis kültürü ve anlayışının ne halde olduğunu göstermesi açısından
oldukça ilginçtir. Hadis diye anlatılan olay şöyle gelişmiştir. “ Peygamber Mekke’yi
fethedince bir kabre geldi. Oraya oturdu. Diğer insanlar da etrafına oturdu. Daha sonra
ağlayarak ayağa kalktı. İnsanların en cesaretlilerinden biri olan Ömer onu karşıladı ve: Anam
babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulü. Seni ağlatan şey nedir dedi. Peygamber: Bu
annemin kabri, Rabbimden onu ziyaret etmek için izin istedim. Bana bu konuda izin verdi.
Onun için istiğfarda bulunmak için izin istedim, ama o bu konuda izin vermedi. Annemi
hatırladım, kalbim hüzünlendi ve ağladım, diye cevap verdi. Ravi devamla, peygamberin o
güne kadar bu kadar çok ağladığı görülmemişti diye rivayetini bitirmektedir. İbn Sa’d da
peşinden: Bu yanlıştır. Çünkü peygamberin annesinin kabri Mekke’de değil Ebva’dadır diye
kendi görüşünü bildirmektedir. (İbn Sa’d, et-Tabakatü’l-Kübra, I, s. 170-171) Her halde bu
sözü uyduran kişi Peygamber’in annesinin kabrinin Ebva’da olduğundan haberi yoktu. Ama
hadis uydurmakta hiç tereddüt etmedi. Gerekli olan sened zincirini tamamladı ve uyduracağı
hadisi uydurdu. İbn Sa’d da bunun yanlış bir söz olduğunu bile bile eserine aldı. İslam’ın ilk
dönem bilginlerinin en büyük hatası da bu olmuştur. Neyi buldularsa eserlerine koymak.
Buharinin sahihini oluştururken 600.000 hadisten (el-A’zami, M. Mustafa, “Buhari,
Muhammed b. İsmail” DİA, İstanbul, 1992, VI, 371) tekrarları hariç yaklaşık dört binini
seçmiş olması bunların daha da düşürülebileceğini göstermektedir. Aslında İmam Malik’in
hem kaynağa daha yakın olması, hem bir fakih olması ve hem de aynı zaman da kendine göre
sahih hadisleri topladığı eseri olan Muvatta’daki hadis sayısının bin yediyüz civarında olması
bu konuda bize bir fikir vermektedir. Gerçi bu konuda kemmiyet değil keyfiyet önemlidir.
Yukarıdaki Kabeysa b. Ukbe, Amir es-Suvaı, Süfyan b. Said es-Sevri, Alkame b. Mersed, İbn
Bürde ve babası rivayet zinciriyle hadis diye peygamberden rivayet edilen bu sözün hangi
kaynaklarda yer alıp almadığı akla gelebilir ama bu durum çok da önemli değildir. Çünkü
burada önemli olan bu sözün nerede yer alıp almadığından ziyade hadis kapısının nasıl
kullanıldığıdır. Bir de bu kapının kullanılmasına dur diyecek Peygamber’in ve sahabelerinin
hayatta olmaması da eklenince, sonuç en vahim noktalara kadar gelebilmiştir. Bu bir zihniyet
problemidir. Bu problem de müslümanların problemidir. Bu problem artarak günümüze kadar
gelmiştir. Bu zihniyet geçmişte olduğu gibi günümüz Müslümanların da zihin yapılarını
yanlış bir şekilde oluşturmaktadır. Bu sebeple öncelikle bu zihniyet sorgulanmalıdır. Bu
sebeple bu konuda İslam bilginlerine büyük görevler düşmektedir.
Hatiboğlu, Siyasi-İctimai, 5.
142
İslam bilginleri üstünlük ile ilgili yorumlarını, ilgili ayet ve hadisler ve
onların yorumları ile yapmaktadırlar. Şimdi onlara kısaca değinilecektir.
Allah, peygamberler içerisinde Hz. Muhammed’i tüm peygamberlerden
üstün tutmuş ve onu insanların efendisi kılmıştır.662 Bunun sebebi ondan
başkasına binin üzerinde mucize verilmemiştir. Kur’an’dan başka mucize
verilmemiş olsaydı bile, yine o en üstünü olurdu. Çünkü Kur’an zaman üstü bir
mucizedir.663 Onun ümmeti en hayırlı ümmet664 olduğundan dolayı bu şerefe de
Hz. Muhammed’in ümmeti olmaları sebebiyle kavuştuklarından dolayı Hz.
Muhammed
peygamberler
arasında
en
üstünüdür.665
Kur’an’da
diğer
peygamberlere adları ile hitap edilmiştir666 Fakat Hz. Muhammed’e fazlının
yüceliği ve kadrinin büyüklüğünü izhar etmek için ismi ile hitap edilmemiştir.667
Bu tür anlayışlar ise yukarıda da ifade edildiği gibi ön kabullerin kişileri
yönlendirmesinden başka bir şey olmayıp, zorlama yorumlar668 olduğu
görülmektedir.
662
663
664
665
666
667
668
Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, İhyau Ulumi’d-Din, Beyrut, 1997, I, 120.
Zemahşeri, Keşşaf, I, s. 297-298.
Ali İmran, 3/110.
Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, II, s. 316; Taftazani, Şerhu’l-Akaid, s. 64.
Saffat, 104; Hud, 48; A’raf, 144; Maide, 116.
Kadı Iyad, Şifa, I, 24-25; Sabuni, M. Ali, en-Nübüvve, 19-21. Bu durumdan bile Peygambere
üstünlük çıkarabilmek bu konuda daha fazla bir söze hacet bırakmamaktadır. Bunun mefhumu
muhalifinden Allah katında diğer peygamberlerin kadri ve kıymeti yoktur anlamı çıkmaktadır.
Yine bu da doğru bir düşünce tarzı olmasa gerektir. Halbuki bu iddianın tersine her ne kadar
hitap makamında olmasa da Kur’an’ın üç ayetinde Muhammed ismi geçmektedir. (Ali İmran,
3/144; Ahzab, 33/40; Fetih, 48/29 ) Ancak isimle hitap edilmekten dolayı ne bir aşağılama
olmaktadır, ne de isim ile hitap edilmemekten dolayı bir üstünlük çıkmaktadır. Yukarıdaki
anlayışı doğru kabul edersek o zaman Allah’ın bir kısım peygamberlere, Ya Nuh, Ya Yahya
gibi ifadeler kullanmış olmasının Allah’ın o peygamberleri sevmediği veya onlara değer
vermediği, en kötüsü de bu şekilde onlara hitap etmekle Allah’ın bir nevi hayasızlık yaptığı
anlamı çıkar ki bu tip bir düşünce tarzı her halde yukarıdaki iddiayı seslendirenler tarafından
bile kabul görmeyecektir. Bu sebeple Müslüman bilginler bir kısım şeyleri ifade ederken yada
iddia ederken çok daha dikkatli olmaları ve sözlerinin nerelere kadar gidebileceğini
düşünmeleri gerekir. Bunun içinde dine parçacı bir yaklaşımla değil bütüncül bir yaklaşımla
yaklaşılması lazım gelmektedir.
Bunlardan biri olan Kurtubi, Mümtehıne suresinde İbrahim peygamberin güzel örnek
olduğunu belirten dördüncü ayeti açıklarken, “Bu ayet Hz. Muhammed’in diğer
peygamberlere olan üstünlüğüne de delildir. Çünkü bizim peygamberimize uymamız istenen
Haşr yedinci ayette mutlak olarak her konuda Hz. Muhammed’e mutlak olarak uymakla
emrolunduk. Ancak bu ayette Hz. İbrahim’e uymamız istenirken,onun babasına olan istiğfarı
konusunda istisna tutulmuştur. Bu sebeple bizim peygamberimiz diğerlerinden üstündür”
demektedir. (Kurtubi, Ahkamu’l-Kur’an, XVIII, s. 38) Ömer Nasuhi Bilmen de kendi
zamanına kadar olan bilgileri derlemiş ve şu hususlarda Hz. Peygamberin diğer
peygamberlerden üstün olduğunu iddia etmiştir. 1- Alemlere rahmet olarak gönderilmiştir. 2Peygamberlerin sonuncusudur. 3- İslam şeriatı diğer şeriatlardan daha faziletlidir. 4Peygamber efendimizin mucizelerinin en büyüğü olan Kur’an’ı Mübin kıyamete kadar
143
Sonuç olarak yukarıdaki ayetlere ve hadislere ön yargısız olarak bakıldığı
zaman buradan hareketle Hz. Muhammed de dahil olmak üzere peygamberlerin
arasında bir üstünlük olduğunu iddia etmek doğru değildir. İslam kültürü çeşitli
din ve kültürlerle ve özellikle Yahudilik ve Hıristiyanlıkla karşılaşınca bu
konudaki
tartışmalar
sanki
daha
ziyade,
benim
peygamberim
senin
peygamberinden daha üstündür, haline dönüşmüştür.
D. PEYGAMBERİN GAYBI BİLMESİ SORUNU
Arapça g-y-b kökünden türeyen gayb kelimesi gözden uzak olma,
kaybolma, gizlilik ve uzaklaşma anlamlarına gelmektedir.669
Terim olarak gayb duyu organlarıyla hissedilmeyen ve insanın bilgisiyle
ulaşılamayan bütün şeyler diye tarif edilmiştir.670 Gayb, beşer idrakinin hudutları
dışında kalan alan, levhi mahfuz olup bunun tek sahibinin Allah olduğu ifade
edilmiştir.671 Böylece Allah olmuş, olan ve olacak her şeyin ilminin kendisinde
olduğunu bildirmiştir. İşte bu gaybdır.672
Elmalılı gayb’ı görülemeyen değil, görülmeyen olarak tanımlayarak, onu
ikiye ayırmaktadır. Ona göre bir kısmı hiçbir delili bulunmayan gaibdir ki bunları
ancak Allah bilir. “ Gaybın anahtarları onun katındadır, onları ondan başkası
bilemez”673 ayetindeki gaybden maksat budur. Diğer kısmı da delili bulunan
gaibdir ki “Onlar gaybe inanırlar”674 ayetindeki gaybden kastedilen de bu
kısımdır. Ona göre, El-Gayb kelimesinin elif lamı ahd içindir. Yani Allah’tan
hakkıyla korkanların inandıkları, tanıdıkları gayb, delili bulunan gaybdır ki, bu da
Hak Teâla ve sıfatları, ahiret ve halleri, melekler, peygamberlerin nübüvveti,
669
670
671
672
673
674
bakidir. 5- Diğer peygamberler belli bir ırka, belli bir kavme gönderilmişken bizim
peygamberimiz tüm insanlığa gönderilmiştir. 6- Hz. Muhammed’in ümmeti bütün ümmetlerin
en hayırlısıdır. 7- O bütün insanlığa gönderildiğinden dolayı, nail olduğu hazine, ilim ve
hikmette o nispette geniştir. (Bilmen, Muvazzah İlmi Kelam, s. 259-260) Bu tür yorumlar için
bkz. Ayni, Umde, VI, s. 68; Kadı Iyad, Şifa, I, 187-188; Bahçeci, Peygamberlik, 166-167.
İbn Manzur, Lisan, I, s. 654-655.
Isfehani, Rağıb, Müfredat, s. 616-617.
Hatiboğlu, Siyasi-İctimai, 1. “Gaybın anahtarları ondadır. Onları ondan başkası bilemez.”
Enam, 6/59
Taberi, Camiu’l-Beyan, V, 211.
En’am, 6/59.
Bakara, 2/3.
144
kitapları indirme... gibi imana ait temel unsurlardır. Ve bu iman bazılarında
tahmini ve keşfi bir geçişle, bazılarında da fikri ve delilli bir intikal ile oluşur.675
1. Kur’an’da Gayb
Gayb kelimesi Kur’an’da değişik anlamlarda kullanılmıştır. Bunlar,
bilinmeyen676 ve görünmeyen her şey,677 bir olayın içyüzü,678 geçmişte olmuş
olan olaylar,679 gizli ve bilinmeyen şeyler,680 başka kimselerin görmediği hal,
hareket ve davranışlar681 anlamına gelmektedir.
Kur’an’da g-y-b kökünden türeyen gayb kelimesi ve türevleri elli dokuz
yerde geçmektedir. Bu kelimelerin bir kısmında mü’minlerin gaybe inandıkları
ifade edilirken, diğer bir kısmında Allah, gaybı ben bilirim demekte, üçüncü bir
kısmında ise gaybı Allah’tan başka kimsenin bilemeyeceği ifade edilmekte, bir
diğer kısmında peygamberlerin dilinden kendilerinin gaybı bilemeyeceği ifade
edilmektedir.682
Hz. Adem’in yaratılışının anlatıldığı ayetlerden meleklerin bile gaybı
bilmediği ve bilemeyeceği anlaşılmaktadır. 683 Aynı şekilde Kur’an’dan, insanlara
göre biraz daha farklı konumda varlıklar olduğunu öğrendiğimiz cinlerin de gaybı
bilemediğini öğrenmekteyiz. Ayette şöyle buyurulmaktadır. “Süleyman'ın
ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç
kurdu gösterdi. Sonunda Süleyman yere yıkılınca anlaşıldı ki cinler eğer gaybı
bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.”684 Bu ayetin tefsirinde
Sabuni, İnsanların cinlerin geleceğe ait gaybı bildiklerine inandıklarını, Hz.
Süleyman ancak asasına dayanır vaziyette ölüp, yere yığılıncaya kadar meşekkatli
675
676
677
678
679
680
681
682
683
684
Elmalılı, Hak Dini, I, s. 166-168.
A’raf, 7/187-188; Hud, 11/31.
En’am, 6/73.
Yusuf, 12/81.
Kehf, 18/22-26; Ali İmran, 3/44; Yusuf, 12/102.
Tevbe 9/78; Ra’d, 13/9-10.
Tevbe, 9/94, 105.
“Ey Muhammed de ki: Göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybı bilmez. Ne zaman
diriltileceklerini de bilmezler.” Neml, 27/65Bkz. . En’am, 6/59; Yunus, 10/20; Hud 11/132;
Nahl, 16/77; Kehf, 18/26; Hucurat, 49/18.
“Allah: ‘Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver.’ dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara
isimleriyle onları haber verince, Allah: ‘Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim,
sizin açıkladığınızı da, içinizde gizlediğinizi de bilirim" dememiş miydim?’ dedi.” Bakara,
2/33.
Sebe, 34/14.
145
işlerde çalışmaya devam edince cinlerin gaybı bilemediğini öğrendiklerini ileri
sürmektedir.685
Bazı ayetlerde de gayb ile geçmiş ve geleceğe dair bilgiler kastedilmiştir.
Bu bilgiler kıyametin ne zaman kopacağı bilgisi,686 geçmişte yaşanmış olan Adem
ve eşinin yaratılışı ve sonrası ile ilgili bilgiler,687 Nuh kıssası688 ve diğer
peygamberlerin başlarına gelen bir kısım olaylar689 ve peygamber olmayıp da
Kur’an’da hayatlarından bahsedilen Lokman,690 ashabı kehf,691 imran ailesi692 vb
kimse veya gurupların başlarından geçen olayların bilgisi olarak sıralanabilir.
Allah Teâla bu vb. olayları peygamberine bildirdikten sonra, “ Ey Muhammed!
Bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Meryem’i kim himayesine alıp
koruyacak diye kalemlerini attıkları zaman sen yanlarında değildin. Bu konuda
tartışırlarken de yanlarında değildin”693 diyerek Hz. Muhammed’in geçmişle ilgili
bu haberleri bilmediğini vurgulamaktadır.
Yüce Allah, Hz. Nuh ile ilgili kıssayı anlattıktan sonra da yine Hz.
Muhammed’e hitaben: “İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir.
Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin”694 buyurarak Hz.
Muhammed’in geçmiş kavimlerin hayatları ile ilgili bilgileri daha önceleri
bilmediğini,
bunları
vahiy
yoluyla
Allah’ın
bildirmesiyle
öğrendiğini
bildirilmektedir. Hz. Muhammed’in bunları bilmemesi gayet normaldi. Çünkü
Peygamberin yetiştiği Arap toplumunda bu bilgileri ihtiva eden herhangi bir kitap
bulunmuyordu. Bu bilgilerin esas kaynağı olan Tevrat ve İncili ve onların dilini
Hz. Peygamber ve Mekke’li toplum bilmiyor, ayrıca Tevrat ve İncil bugünkü gibi
rahatça elden ele dolaşan bir kitap değildi. İşte Allah Teâla vahiy yoluyla Hz.
Muhammed’e geçmişle ilgili olayların uygun gördüğü kadarını bildirmiştir. Bu
685
686
687
688
689
690
691
692
693
694
Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, II, s. 548-549.
A’raf, 7/187.
Bakara, 2/30-39.
A’raf, 7/59-64; Hud, 11/25-49; Hakka, 69/11-12; Nuh, 71/1-28.
Peygamber kıssaları için bkz. Aydemir, Abdullah, İslami Kaynaklara Göre Peygamberler,
Ankara, ty; Sabuni, Muhammed Ali, en-Nübüvvetü ve’l-Enbiya, Beyrut, 1985; Köksal, M.
Asım, Peygamberler Tarihi, Ankara, 2004; Tabbara, Afif Abdulfettah, Maa’l-Enbiya fi’lKur’ani’l-Kerim, Beyrut, 1989.
Lokman, 31/12-19.
Kehf, 18/9-26.
Ali İmran, 3/33-37.
Ali İmran, 3/44.
Hud, 11/49.
146
durum ise geçmiş ile ilgili gayb bilgilerini Allah’ın bildirmesi ile peygamberin
bilebileceğini, hayatları hakkında Kur’an’da bilgi verilmeyen peygamberler
örneğinde olduğu gibi695 ona bildirilmeyen olaylarda ise peygamberin bir
bilgisinin olmadığını göstermektedir.
Allah Teala bazı ayetlerde de insanlara gaybı bildirmeyeceğini, ancak
dilediği peygamberlere gaybı bildireceğini beyan etmiştir. “O bütün gaybı bilir.
Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır.”696
“Allah size gaybı bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini
seçip gaybı bildirir.”697 Zaten ayetin öncesinde Allah Teâla Hz. Muhammed için
sır olan münafıkların durumunu bildirmiştir. O, ancak Allah’ın bildirmesiyle
münafıkların durumunu öğrenebilmiştir. Çünkü bunlar gayb bilgilerindendir ve
ancak vahiy ile bilinebilir.698
Yukarıdaki ayetlerden de görüleceği üzere Kur’an-ı Kerim’de gaybi olarak
Hz. Peygambere bildirilmiş bir haber ya çok önceleri cereyan etmiştir veya
Peygamberin hali hayatında vuku bulmuş veya bulmaktadır, yahut da gelecekte
vuku bulacaktır. Bunlardan birincisine geçmiş peygamberlerin hayatı ve onların
başından geçen bilgiler dahildir. İkincisine ise Hatıb b. Ebi Beltea’nın Mekke’nin
fethi öncesinde Mekkelilere yazmış olduğu mektubun vahiyle bildirilmesi
girmektedir.699 Üçüncüsüne ise Rumların kısa bir sürede galip geleceğinin
bildirilmesi gelmektedir.700
Kur’an-ı Kerim’de birinci guruba giren pek çok haber vardır. Bunlar
geçmiş peygamberler ve kavimlerle ilgili haberlerdir. Hz. Peygamberin ve
yaşadığı çevrenin bilgisine sahip olmayan, onlara eksik yada yanlış bir şekilde
ulaşmış bulunan geçmiş milletlere ait bu haberlere ancak vahiy yoluyla vakıf
olunabilmektedir. Bu durum bu guruba giren gayb haberlerinden bazılarının
sonlarında bizzat cenabı hak tarafından da belirtilmiş bulunmaktadır.701
695
696
697
698
699
700
701
Mü’min, 40/78; Nisa, 4/164.
Cin, 72/26-27.
Ali İmran, 3/179.
Sabuni, M. Ali, Safvetü’t-Tefasir, I, s. 246.
Mümtehıne, 60/1.
Rum, 30/1-3.
“İşte bu Yusuf kıssası gayb haberlerindendir. Onu sana vahyediyoruz. Onlar hile yaparak
işlerine karar verdikleri zaman sen onların yanında değildin ki bunları bilesin.” (Yusuf,
12/102). Hatiboğlu, Siyasi-İctimai, 2.
147
Hz. Peygamberin yaşadığı zaman ve mekan içinde sayısız olaylar cereyan
etmiştir. İnsan olması nedeniyle Allah bildirmedikçe gıyabında veya huzurunda
olan bir işin gizli kısmını bilmesi Hz. Peygamber için mümkün değildir.
Kur’an’daki şu ayette Peygamber kendi lisanı ile gaybı bilemeyeceğini ifade
etmekte Allah da bunu bizlere bildirmektedir. “ Ben size ‘Allah'ın hazineleri
benim yanımdadır’ demiyorum ki. Gaybı da bilmem.”702
Allah Teala A’raf suresi yüz seksen sekizinci ayette de Peygamberin gaybı
bilmediğini bildirmiştir. Ayetin devamında Peygamber; Eğer gaybı bilmiş olsaydı
çok fazla mal kazanacağını bildirmektedir. Çünkü burada ifade edilen gayb ile
geleceğe yönelik bilgi kastedilmektedir. Ayetin iniş nedeninde de bu ifadelere yer
verilmiştir. İnkarcılardan bazı kimseler Peygamberi sıkıştırmak için: Ey
Muhammed! Allah sana malların fiyatlarının ucuz olduğu zamanı haber verse de
ucuzken alsan, sonra pahalanınca da satsan, bu şekilde kar elde etsen,
demişlerdir.703 Buna cevaben Allah Teala bu ayeti indirmiştir. “De ki, ben kendi
kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye, ne de bir zararı
önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim daha çok mal biriktirirdim ve
kötülülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben iman edecek bir kavme müjde
veren ve uyaran bir peygamberden başka biri değilim.”704
Bu ayetin tefsiri yapılırken ayette geçen “hayr” kelimesi Türkçe’de
kullanılan hayır, iyilik yapma ve ameli salih olarak anlamlandırılmıştır.705 Bazı
Türkçe tefsir ve meallerde de “daha çok iyilik yapma” olarak kullanılmıştır.706
Ancak bu yaklaşım doğru değildir. Hayr kelimesi başka anlamlarının yanında çok
mal anlamına da gelmektedir. Zebidi kelimenin bu anlamını belirtmiş707 ve bazı
702
703
704
705
706
707
Hud, 11/31. Bkz. En’am, 6/50.
Alusi, Ruhu’l-Meani, III, 180-181; Semerkandi, Tefsir, I, 587; Beğavi, Tefsir, III, 310; İbnü’lCevzi, Zadü’l-Mesir, III, 299.
A’raf, /187-188.
Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, III, 623; Taberi, Camiu’l-Beyan, VI, 141; Semerkandi, Tefsir, I,
587; İbnü’l-Cevzi, Zadü’l-Mesir, III, 300.
Bayraklı, Tefsir, VII, 426; Elmalılı, Hak Dini, IV, 184; Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’an-ı
Kerim’in Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul, ts, II, 1135; Özek Ali vd, Kur’an-ı Kerim ve
Açıklamalı Meali, Ankara, 2005, 174; Sadak, Bekir, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlatımı,
İstanbul, 1989, 174.
Zebidi burada bazılarının mal çok olmadığı zaman ona “hayr” denemeyeceğini söylediklerini,
Halid b. Cenbe’nin de; “el-Hayratü mine’n-nisa” ile malı çok olan yüzü ve ahlakı güzel, soyu
sopu şerefli olan kadın anlamına geldiğini bildirmektedir. Yine Hz. Ali’ye kölesi: Ey
Mü’minlerin Emiri! Vasiyet yapayım mı? diye sordu. O’da hayır. Çünkü Allah “Çok mal
148
ayetleri de delil olarak getirmiştir.708 İbn Manzur da kelimenin bu anlamına işaret
etmiştir.709 Burada da bu mana mevcuttur. Ayetin iniş nedeninde de ifade edildiği
gibi eğer Peygamber geleceği bilmiş olsa o zaman malların ucuz olduğu zaman
alır en pahalı olduğu zaman satar ve çok malı olurdu. Ancak o, Eğer gaybı
bilseydim çok mal biriktirirdim, diyerek gaybı bilmediğini beyan etmiştir.
Ayetin açıklamasında pek çok müfessir buradaki “hayr” kelimesinin mal
anlamına geldiğini beyan etmişlerdir. İsmail Hakkı ayeti, eğer gaybı bilseydim
çok mal ve faydalı şeyler elde ederdim de düşmanların hilelerini ve fakirlikle ilgili
sıkıntıları bilir, bu durumda zarara uğramazdım, diye tefsir etmiştir.710 Beğavi de,
yokluk ve ucuzluk zamanlarını bilseydim çok mal biriktirir ve kıtlık zamanlarında
fakirlik, sıkıntı ve açlık çekmezdim, demektedir.711 Diğer tefsirlerde de benzeri
yorumlar yapılmış, Peygamberin gaybı bilmediği, eğer gaybı bilseydi fakirlik ve
savaşlarda sıkıntı çekmeyeceği, tam tersine savaşlarda önceden tedbir alacağı ve
kıtlık zamanlarında sıkıntı çekmeyeceği ifade edilmektedir.712 Bunlardan Nesefi
çok daha açık bir şekilde ayeti şöyle tefsir etmektedir. “ Eğer gaybı bilseydim,
kötülüklerden korunma ve mal biriktirme hususunda benim halim şu an
bulunduğum halin tersine olurdu. Bana hiçbir kötülük dokunmazdı. Savaşlarda bir
defasında galipken daha sonra mağlup olmazdım.”713
Aslında sadece bu ayet bile genelde peygamberlerin, özelde de pek tabii
olarak Hz. Muhammed’in Allah’ın bildirmesi hariç kendiliklerinden gaybı
bilemeyeceklerine dair en açık bir delili oluşturmaktadır.714
708
709
710
711
712
713
714
bırakırsa vasiyet edersin” (Bakara, 2/180) Halbuki senin çok malın yoktur, demiştir. (Zebidi,
Tac, VI, 378)
Zebidi içinde hayr kelimesini barındıran ve çok mal anlamına gelen Bakara suresi 180,
Fussılet suresi 49, Adiyat suresi 8 ve Sad suresi 32. ayetlerinde geçen “hayr” kelimesini delil
olarak getirmektedir.
İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, IV, 265.
İsmail Hakkı, Ruhu’l-Beyan, I, 807.
Beğavi, Tefsir, III, 310.
Zemahşeri, Keşşaf, II, 185; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, 128; Bikai, Burhaneddin Ebi’lHasen İbrahim b. Ömer, Nazmü’d-Dürer fi Tenasübi’l-Ayati ve’s-Suver, 1995, Beyrut, III,
166-167; Cezairi, Ebu Bekir Cabir, Eyseru’t-Tefasir li Kelami’-l Aliyyi’l-Kebir, Medine,
1995, II, 271; Semerkandi, Tefsir, I, 587;Vahıdi, Ebi’l-Hasen Ali b. Ahmed, el-Veciz
fiTefsiri’l-Kitabi’l-Aziz, Beyrut, 1995, I, 425; Alusi, Ruhu’l-Meani, III, 180-181.
Nesefi, Medarikü’t-Tenzil, II, 89.
Mekke’nin fethi öncesinde cereyan eden şu olay da yine Peygamberin gaybı bilmediğini
göstermektedir. Hz. Peygamber Mekke fethine niyetlenip hazırlıklara başlayıp bunun için
yola çıktığında bu niyetini Ashabtan ancak bir kaçına söylemiş, diğerlerine Hayber’e gittiğini
söylemişti. Esas hedefi bilen sayılı kişlerden biri de Bedir’e iştirak edenlerden Hatıb b. Ebi
149
Yahudiler715 Peygamber’e; ruhun ne olduğu, Ashabı Kehf ve Zülkarneyn
kıssaları hakkında soru sormuşlardır.716 Beyzavi, Suyuti, Nesefi ve Zemahşeri’nin
rivayetlerine göre Yahudiler Hz. Muhammed’in peygamber olup olmadığını
denemek için Müşriklere Peygambere bu üç şey hakkında soru sormasını
söylemişlerdir.717 Ancak Yahudiler bu bilgileri biliyorlardı. Çünkü bu haberler
kendi kutsal kitaplarında mevcut idi. Peygamberi sıkıştırmak için bu soruları ona
sormalarını istemişlerdi. Peygamber de pek
tabii olarak o zaman kadar bu
olaylardan haberi olmadığı için bu sorular kendine sorulduğu zaman Allah’tan
vahiy alacağını umut ederek “size yarın cevap vereyim” demiştir. Ancak cevap
gecikmiş, Peygamber sözünü yerine getirememişti. Çünkü Peygamber bu
olayların bilgisinin kendisine vahiyle bildirileceğini düşünüyordu. Ama geleceği
bilmek ve istediği an vahiy inmesini sağlamak Peygamberin kendi gücünde
olmadığı için vahiy hemen gelmedi. Bazı rivayetlerde üç gün,718 bazılarında on
beş gün719 ve bazılarında da kırk gün720 boyunca vahiy gelmedi. Peygamber çok
715
716
717
718
719
720
Beltea idi. Bu zat durumu Mekkeli yakınlarına ulaştırma teşebbüsüne girişti. Bunun için bir
mektup yazıp bunu Mekke’ye giden Sare isimli bir kadına verdi. Durum vahiyle bildirildikten
sonra Peygamber Hz. Ali, Zübeyr ve Mikdat’ı göndermiş, onlar da Hah bostanı denilen yerde
kadını yakalamış ve mektubu ondan almış ve Medine’ye dönmüşlerdir. (İbn Hişam, esSiretü’n-Nebeviyye, IV, 46-47; İbn Kesir, Tefsir, VIII, 82-85; Taberi, Camiu’l-Beyan, XII, s.
56-58, Buhari, Sahih, Cihad, 141; Miras-Naim, Tecrid, XI, 196-198.) Allah da Mümtahıne
birinci ayetiyle bu durumdan peygamberi haberdar etmiştir. Ayette haber şu şekilde
bildirilmiştir. “Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için
çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli
muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir.
Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben,
sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim onları dost
edinirse doğru yoldan sapmış olur.” (Mümtahıne, 60/1.) Eğer Hz. Muhammed gaybı bilmiş
olsaydı Hatıb b. Ebi Beltea’nın yapmış olduğu işi bilir, mektubu taşıyan kadın Medine’den
çıkmadan onu yakalatır ve mektubu ondan alırdı. Ancak Peygamber bunu bilmediği için ayet
inene kadar bu olaydan haberdar olamamıştır.
İbn Kesir, Tefsir, V, 149; Alusi, Ruhu’l-Meani, V, 39; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, V, 376;
Şevkani, Fethu’l-Kadir, III, 385.
Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, XXI, 108; İbn Kesir, Tefsir, V, 149; Alusi, Ruhu’l-Meani,
V, 39; İbnü’l-Cevzi, Zadü’l-Mesir, V, 127; Taberi, Camiu’l-Beyan, VIII, 208; Beğavi, Tefsir,
V, 162.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, III, 14; Zemahşeri, Keşşaf, II, 715; Suyuti, ed-Dürrü’l-Mensur, V,
376; Nesefi, Medarikü’t-Tenzil, III, 25.
Alusi, Ruhu’l-Meani, V, 39.
Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, XXI, 108; Alusi, Ruhu’l-Meani, V, 39; İbnü’l-Cevzi,
Zadü’l-Mesir, V, 127; İbn Kesir, Tefsir, V, 149; Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, III, 14; Taberi,
Camiu’l-Beyan, VIII, 208.
Razi, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, XXI, 108; Alusi, Ruhu’l-Meani, V, 39.
150
zor durumda kaldı. Bunun üzerine “ Hiçbir şey için ‘Bunu yarın yapacağım’
deme”721 ayeti nazil oldu ve böylece peygamberin gaybı bilemediği belirtilmiştir.
Kur’an’da geçen Hud (as)’un aşağıdaki ifadesinden onun kavminin başına
gelecek felaketin zamanını bilemediğini öğreniyoruz. O, “Üzerinize Rabbinizden
bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah'ın hiçbir delil indirmediği, sadece
sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler hususunda benimle tartışıyor musunuz?
Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim!”722 diyerek
felaketin zamanını bilmediğini ifade etmiştir. Hz. Muhammed’den kendisinin
peygamber olduğunu gösterecek bir mucize indirmesini isteyen inkarcılara verdiği
cevap Hud’un cevabına benzemektedir. “ Muhammed'e Rabbinden bir mucize
indirilse ya! diyorlar. De ki: Gayb ancak Allah'ındır. Bekleyin bakalım, ben de
sizinle beraber bekleyenlerdenim.”723
Kur’an’da gayb zaman açısından geçmiş, gelecek ve hal olmak üzere üçe,
bilinip bilinememe bakımından ise iki kısma ayrılmaktadır.724
İmam Maturidi, gaybı iki kısma ayırmış ve şöyle tarif etmiştir. Gaybın bir
kısmını insanların bilmesi mümkün iken, diğer kısmını Allah’tan başka kimse
bilmez. Geçmişte olmuş ve gelecekte ebediyete kadar olacak şeyleri bilmek ikinci
kısma girer. Yani bunları Allah’tan başkası bilemez.725
Gayb; İnsanlara açıklanmayan, bildirilmeyen, bildirilse bile sadece
peygamberlere bildirilen alandır. Buna göre mutlak gaybın iki yönü
bulunmaktadır. Birincisi, sadece Allah’ın bildiği mutlak gaybdır. Bu alan
tamamıyla “alimü’l-ğaybi ve’ş-şehadeh” olan gaybın yegane sahibi Allah’ın
bilgisi dahilinde bulunan ve peygamberler dahil hiç kimseye açıklanmayan
alandır. Nitekim ayette şöyle buyuruluyor. “De ki göklerde ve yerde gaybı
Allah’tan başka kimse bilemez.”726 İkincisi ise Allah’ın sadece peygamberlere
vahiy yoluyla açıkladığı gaybdır. Meleklerin, cinlerin şeytanların varlığı, ahiret
721
722
723
724
725
726
Kehf, 18/23.
A’raf, 7/71.
Yunus, 10/20.
Çelebi, İlyas, “Gayb” DİA, İstanbul, 1996, XI, 406.
Maturid, Te’vilat, III, s. 571.
Neml, 27/65.
151
hayatı ve orada olacaklar bu alana girmektedir. Allah bunları peygamberine vahiy
yoluyla bildirmiştir.727
Peygamberin geleceği bildiğine dair haberlerin muteber kabul edilen
eserlerde yer alabilmiş olması bir tutarsızlıktır. Bu durum ise İslam’ı anlaşılamaz
bir hale getirmektedir. Çünkü bir tarafta Kur’an’ın ifadesiyle Peygamberin gaybı
bilemeyeceği ifade edilirken, diğer tarafta Hz. Muhammed’in geleceği bildiği
şeklindeki haberler çelişki oluşturmaktadır.
2. Hadislerde Peygamberin Gaybı Bilmesi Sorunu
Kur’an’da yer alan açık ayetlerin aksine, hadis kaynaklarına bakıldığı
zaman Hz. Muhammed’in gaybın bilgisine sahip olduğunu iddia eden çok sayıda
hadisin olduğu görülecektir. Bu hadisler muteber hadis kitaplarının hemen
hepsinde yer almıştır. Mevcut rivayetlerde Hz. Peygambere kendisinden yıllar,
hatta asırlar sonra vuku bulacak hadiseler haber verdirtilmekte,
haklarında
değerlendirmeler yaptırtılmaktadır. Acaba bunun gerçekle ilgisi nedir? Kur’an’ın
temel ilkeleri göz önünde bulundurulduğunda Hz. Peygamberin istikbalden haber
vermesi imkan dahilinde midir?728
Konuyla ilgili çeşitli kaynak eserlerde Hz. Muhammed’in vefatından çok
sonra olacak olayları bildiğine dair pek çok olaydan bahsedilmektedir. Tarih
kitaplarına bakıldığı zaman Hz. Muhammed’in bildirdiği iddia edilen halifeliğin
30 sene sürmesi gibi bazı olayların gerçekleşmiş olduğu görülmektedir.
Kaynaklarımızda Hz. Muhammed’in vahyin bildirdikleri dışında gelecekle ilgili
şu olayları bildiği ve bunları da insanlara bildirdiği ifade olunmaktadır.
Hz. Muhammed’in gelecekten haber verdiği iddia edilen olaylar Yemen,
Şam ve Irak’ın fethi,729 Müslümanların müşriklerin eziyetlerine uğramadan bir
gün San’a’dan Hadramevt’e kadar emin bir şekilde gidecekleri,730 Kisra ve
Kayser’in yıkılacağı,731 Haricilerin okun yaydan çıkacağı gibi dinden çıkacağı,732
kendisinin vefatından sonra ailesinden ilk olarak kızı Hz. Fatıma’nın vefat
727
728
729
730
731
732
Albayrak, Halis, Kur’an’da İnsan Gayb İlişkisi, İstanbul, 1996, s.160-170.
Hatiboğlu, Mehmed, Siyasi,İctimai, s 1.
Buhari, Sahih, Fedailü’l-Medine, 5; Müslim, Sahih, Hac, 496-497.
Buhari, Sahih, İkrah, 1; Ahmed, Müsned, V, 111.
Müslim, Sahih, Fiten, 75; Buhari, Sahih, Eyman, 3.
Buhari, Sahih, Megazi, 61; Müslim, Sahih, Zekat, 142-153.
152
edeceği,733 Hilafetin otuz sene sürüp daha sonra saltanata dönüşeceği734 ve Hz.
İsa’nın Şam yakınlarındaki Beyaz minareye iki meleğin kanatları üstünde ineceği
şeklindeki haberlerdir.735 Bu haberlerin sayısını çoğaltmak mümkündür.
Müslümanların genelde peygamberin gaybı bilemeyeceğini söylemelerine
rağmen736 peygamberin sözlerinin birinci derecede kaydedildiği en muteber
oldukları bildirilen Hadis kaynaklarında direkt veya dolaylı olarak peygamberin
geleceği bildiği öne sürülmüştür.
Peygamberin Irak, Şam ve Yemen’in fethedileceğine dair haberler birebir
tarih belirtilerek verilen haberler değildir. Bunlar olsa olsa Hz. Muhammed’in
Müslümanlara hedef göstermesi olarak algılanması gerekir. “San’a’dan
Hadramevt’e kadar” ve “Kisra ve Kayser’in yıkılacağı” hadislerini bu şekilde
değerlendirmek gerekir.
Haricilerin okun yaydan çıktığı gibi İslam’dan çıkacağının haber verilmesi
mezhep taassubuyla ortaya atılmış olan karşı guruptakileri suçlamaya yönelik
çabalardan ibarettir.
Hilafetin otuz sene süreceği hadisi de Emevilere karşı olanların onların
meşru olmadıklarını ortaya koyabilmek için hadis kapısını kullanmalarından
başka bir durum olmasa gerektir.
Hz. İsa’nın Şam’daki Emevi camisinin minaresinin şerefesine ineceğinin
haber
verilmesi
de
Müslümanların
Hıristiyanlarla
Hz.
İsa
hakkındaki
tartışmalarının sonucunda kendilerini haklı çıkarabilmek için hadis üretiminin
733
734
735
736
Müslim, Sahih, Fedailü’s-Sahabe, 97-99.
Ebu Davud, Sünen, Sünne, 8; Tirimzi, Sünen, Fiten, 48. Hadisin Tirmizi’de geçen şekli şudur:
“Said b. Cemhan Sefine’den rivayet etti: Peygamber şöyle dedi: Ümmetimde halifelik otuz
senedir. Bundan sonrası ise saltanattır. Sonra Sefine bana dedi ki Ebu Bekr’in, Ömer’in ve
Osman’ın hilafetine sarıl. Sonra bana yine dedi: Ali’nin hilafetine de sarıl. Birde baktık ki
bunların hilafetleri otuz sene oluyor. Dedi. Sonra Said b. Cemhan dedi ki: Beni Ümeyye
kendilerinin halife olduklarını sanıyor. Benu Zerka yalan söyledi. Emeviler kraldırlar ve
kralların en şerlileridir.” Tirmizi, Ebu İsa’nın peygamberin hilafet hakkında bir şey
demediğini beyan ettikten sonra, bu hadisin hasen olduğunu ancak hadisi rivayet eden şahıs
olan Said b. Cemhan’ın bilinmeyen bir şahıs olduğunu ,bundan başka hadis rivayet
etmediğine işaret etmektedir.
Tirmizi, Sünen, Fiten, 59. Yukarıdaki olaylardan başka şu olay da Hz. Muhammed’in geleceği
bildiğine dair delil olarak kullanılmıştır. Tebuk gazvesi sırasında Peygamber ve ashabı
Tebuk’e gelince orada konakladılar. Peygamber o gece şiddetli bir rüzgarın eseceğini,
herkesin develerini bağlamasını ve dışarı çıkmamasını söyledi. Peygamberin emrine uymayan
bir kişiyi rüzgar alıp bir dağa fırlattı. Müslim, Sahih, Fedail, 11; Buhari, Sahih, Zekat, 54.
Bahçeci, Peygamberlik, s.89-92.
153
sonucu olarak ortaya atıldığını söylemek hiç de zor olmasa gerektir.737 Çünkü Hz.
Muhammed’in zamanında ne Şam İslam şehri idi ve nede orada beyaz minare
vardı.
Kur’an’da gaybın bilgisinin Allah’ın katında olduğu, Peygamberin gaybı
bilmediği, hem Hz. Muhammed’in hem de Hz. Nuh’un kendi lisanlarından
yoruma mahal bırakmayacak şekilde açıkça ifade edilmiştir.738
Başta Hz. Muhammed olmak üzere hiçbir peygamberin Allah’ın
bildirmesi olmadan, kendi başına gaybı bilmesi mümkün değildir. Bunun
örnekleri Hz. Muhammed’in başından geçen olaylarda görülmüştür. Bunların
başında Kur’an’da geçen ve Beni Mustalık gazvesi sonunda Medine’ye
dönülürken Hz. Aişe’nin gerdanlığını düşürüp onu aramak için geri kalınca ortaya
çıkan dedikodular sonrasında İfk hadisesi diye bilinen olayda görülmüştür. Hz.
Aişe’ye yapılan iftiralar sonucunda Hz. Muhammed, Hz. Aişe ve Hz. Ebu Bekir
çok üzülmüşlerdir. Hz. Peygamber eşi Aişe’nin temiz olduğunu bildiren ayet
inene kadar Aişe’yi babasının evine göndermiştir. Eğer Peygamber gaybı bilmiş
olsaydı yaklaşık bir ay boyunca büyük sıkıntı içinde kalmaz, insanlara kendisi
böyle bir olayın olmadığını beyan ederdi. Ancak o gaybı bilmediğinden Hz.
Aişe’yi babasının evine yollamış, o konuda beklemeye girmiş, hem Aişe, hem
kendisi, hem de peygamberin en yakın dostlarından biri olan Aişe’nin babası
Ebubekir ve ailesi bir ay boyunca çok büyük sıkıntılar içinde kalmışlardır.739 Ne
zaman ki Hz. Aişe’nin temiz olduğuna dair ayetler gelmiş, işte o zaman Aişe’nin
bir günah işlemediği ortaya çıkmıştır.740 Bu durum bize Peygamberin kendisini
çokça ilgilendiren, canını yakan, günlerce hüzünlü ve huzursuz kalmasına sebeb
olan çok önemli bir olay da bile gaybı bilmediğini göstermektedir. Çünkü o gaybı
737
738
739
740
Harman, Ömer Faruk, “İsa”, DİA, İstanbul, 2000, XXII, s. 469.
En’am, 6/50; Hud, 11/31.
İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, III, 325-344; Vakıdi, Meğazi, II, s. 426-434; Buhari, Sahih,
Meğazi, 34; Ahmed, Müsned, VI, s. 197; Müslim, Sahih, Tevbe, 56.
“Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup
da: "Bu, apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi? İftiracıların da bu konuda dört şahit
getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah nezdinde
yalancıların ta kendisidirler. Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti üstünüzde
olmasaydı, içine daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi.
Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi
ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu,
Allah katında çok büyük bir suçtur. Onu duyduğunuzda: "Bunu konuşup yaymamız bize
yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır" demeli değil miydiniz?” Nur, 24/12-16.
154
bilmiş olsaydı bütün bunları yaşamazdı, tam tersine hemen böyle bir olay
olmadığını söylerdi.
Yine hadis kaynaklarında geçen Ümmü Seleme’nin rivayet ettiği şu hadis
de Peygamberin gaybı bilmediğini göstermektedir. Hz. Muhammed kendisine
gelen davacılara şöyle demektedir: “Sizler bana aranızda hüküm vermem için
davalarınızı getiriyorsunuz. Sizden bazısı davasını anlatmada diğerine göre daha
maharetli olabilir. Diğeri de derdini iyi anlatamamış olabilir. Ben de işittiğim
şeylere göre karar veriyorum. Ben eldeki delillere göre her kimin hakkını alıp da
diğerine veriyorsam onu almasın. Muhakkak ki bu durumda ben, o kimseye
ateşten bir parça vermişimdir.”741 Eğer Hz. Muhammed kendi bilgisine göre yıllar
sonra olacak olayları biliyorsa, kendi zamanında cereyan eden bu davaların da iç
yüzünü bilmesi gerekirdi. Ancak o bunu bilmediğini ifade etmektedir. Muvatta’ın
şarihlerinden Zürkani’de bu hadisin şerhinde yukarıdaki görüşe destek
vermektedir. O şöyle demektedir. “Bundan kasıt, yaratılışta Hz. Peygamberin
diğer insanlarla bir olduğudur. Şahsına ait meziyetlere sahip olsa da o da diğer
insanlar gibi bir insandır.”742
Hadis kaynaklarında geçen Abdullah b. Sehl isimli bir sahabinin
Hayber’de meçhul kimseler tarafından öldürülmesi sonucu yapılan tüm
araştırmalara rağmen katil yada katillerin bulunamaması sonucu peygamberin o
şahsın diyetini bizzat kendisinin ödemesi de743 Peygamberin gaybı bilemediğinin
açık delilleridir. Bu durum ise Peygamber için bir eksiklik değildir. Çünkü kendisi
Kur’an ayetiyle gaybı bilemeyeceğini beyan etmekte olup aksi bir durumu iddia
etmemektedir. Aynı şekilde yine, savaşlarda düşmanın durumunu öğrenmek üzere
seriyyeler göndermesi,744 Hicret esnasında kendileri mağarada gizlenirken
Mekke’de olan biteni öğrenmek için Ebu Bekir’in oğlunu haberci olarak
görevlendirmesi,745 yine Peygamberin gaybı bilmediğine delildir. Eğer gayb
haberlerine her zaman vakıf olsaydı bir kısım insanları bu işle görevlendirmez
gaybi bilgileriyle bu olayları bilir, ona göre hareket ederdi. Yine o gaybı bilmiş
741
742
743
744
745
Buhari, Sahih, Mezalim, 16; Malik, Muvatta, Ekdıye, 1; Müslim, Sahih, Ekdıye, 4.
Zürkani, Muhammed, Şerhun ale’l-Muvatta, Mısır 1310, s. III, 176.
Buhari, Sahih, Ahkam, 38.
Taberi, Tarih, II, 410, 433, 478.
Buhari, Sahih, Libas, 16.
155
olsaydı Reci ve Bi’ri Maune facialarına müsaade etmez, Uhud savaşında hunharca
şehit edilen amcası Hz. Hamza’nın öldürülmesine seyirci kalmaz kendisini de çok
üzen bu olayları olmadan önlerdi.746 Yukarıda da ifade edildiği gibi Peygamber,
peygamber olması itibarıyla gaybı bilemez. Onun gayb ile ilgili bilgileri vahyin
kendisine bildirdiği ile sınırlıdır. Allah gaybın perdelerini ancak seçtiği bazı
peygamberlerine
aralamaktadır.747
Seçtiği
peygamberlerine
dilediği
gayb
haberlerini bildirmiş, Hz. Peygambere gaybı yani Kur’an’ı indirmiş ve onda gaybi
olarak kıyamet günü vuku bulacak olanları bize bildirmiştir748 Buda
göstermektedir ki Allah’ın vahiyle bildirdiğinin dışındaki gaybı bilememe bütün
peygamberlerin ortak özelliklerindendir. Allah’ın bildirdiği gayb haberleri ancak
peygamberlerin aracılığıyla bilinebilmektedir. Gayb ile ilgili haberler bir kitapta
bulunmaktadır.749 Bu da Kur’an’dır. Kur’an dışında bir kaynak ile geleceğe dair
haber verildiği ve bu bilgilerin doğru olduğu iddia edilemez. O halde Kur’an-ı
Kerim’de görmediğimiz bir istikbal haberinin kasdı mahsusla vucud bulmuş
olduğunda tereddüdümüz olmayacaktır.750
E. PEYGAMBER VE İKRAH
Peygamberlik söz konusu olduğunda üzerinde durulması gereken
konulardan biri de Peygamberin insanları dini kabul etmeye ve dinin gereklerini
yerine getirmeye zorlayıp zorlayamayacağıdır.
Kur’an’da Allah, Hz. Peygamberin insanlar üzerine zorba olmadığını
beyan
etmektedir.
“İnsanlar
devenin
nasıl
yaratıldığına,
göğün
nasıl
yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar
mı? O halde, öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin. Onların üzerinde bir zorba
değilsin. Ancak yüz çevirir inkâr ederse, İşte öylesini Allah en büyük azap ile
cezalandırır.”751 Bu ayetlerde Allah inkarcılara kainatta yaratmış olduğu
yaratıklardan örnekler vermiş, onların bunlara bakıp ibret almalarını, düşünerek
746
747
748
749
750
751
Buhari, Sahih, Meğazi, 28; Taberi, Tarih, II, s. 538-550.
Cin, 72/26-27.
Taberi, Camiu’l-Beyan, XII, 275-276.
Hatiboğlu, Siyasi-İctimai, 6.
Agm, Age, 7.
Ğaşiye, 88/17-24.
156
imana gelmelerini istemiştir. Burada peygamber’e düşen görevin sadece onlara
öğüt vermek olduğu, çünkü peygamberin peygamber olarak öğüt verici olmaktan
öte bir şey olmadığı, kalplerine hükmedip dilediği kimseleri iman ettirecek bir
yetkiye sahip olmadığı 752 beyan edilmektedir.
Hz. Peygamber insanların İslam’a girmeleri hususunda çok istekli753 olsa
da sadece ve sadece tebliğ yolunu, yani dini insanlara anlatma yolunu tercih
etmiştir. Bu durum kendisinin zayıf olduğu Mekke döneminde böyle olduğu gibi,
devlet başkanı olduğu Medine’de de aynı uygulamayı sürdürmüştür. Mekke’nin
Fetih günü ona yıllarca eziyet edip, vatan hasreti çektiren kimselerin hepsini
birden yok edebilme imkanı varken onları bağışlamıştır.754
“Dinde zorlama yoktur”755 ayeti de yukarıdaki bu gerçeği işaret
etmektedir. Gerçi bu ayeti Müslümanların çoğu Müslümanların dışındaki kişiler
için olduğunu iddia etse de756 Elmalılı bunun Müslümanları da içine aldığını
beyan etmektedir. O bu konuda şöyle demektedir: “Dinde zorlama yoktur. Allah
kimseyi zorlamaz. Kişinin kendi tercihi ile dini kabul etmesi gerekir. Dinde
zorlama kanunu yoktur. Bunu böyle anlamalıdır. Bu sadece dinde değil her neye
olursa olsun, zorlama cinsinden hiçbir şey, hak din olan İslam dininde yoktur. Din
çerçevesinde zorlama kaldırılmıştır. Dinin konusu zorunlu fiiller, davranışlar
değil; isteğe bağlı fiiller ve davranışlardır. Kısaca kaldırılan veya yasaklanan
zorlama, yalnız dinde zorlama değil; her ne olursa olsun, zorlama türünün
hepsidir. Yoksa dinde dine zorlama yoktur, ama dünyaya zorlama olabilir demek
değildir. Dinin özelliği, zorlamak değil, bilakis zorlamadan korumaktır. Bundan
dolayı İslam dininin gerçekten hakim olduğu yerde zorlama bulunmaz veya
752
753
754
755
756
Elmalılı, Hak Dini, IX, s. 178.
“Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir.” Yusuf, 12/103.
Hamidullah, İslam Peygamberi, I, s. 107.
Bakara, 2/256.
Nesefi, İbn Mes’ud’un bu ayetin kıtal ayeti ile nesholuduğunu söylediğini rivayet etmektedir.
(Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s.129) Beyzavi de aynı şeyleri ifade etmekte ve:
“Bu ya amum ifade eder. Bu durumda bu ayet “Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı
cihad et, onlara karşı sert davran.” (Tevbe, 9/73) ayetiyle nesh olunmuştur, ya da bu ayet ehli
kitaba hasdır, müşrikleri kapsamamaktadır, demektedir. (Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 135 )
Beyzavi şarihi Şeyhzade de Beyzavi’ye ilaveten bu ayet ehli kitab ve Mecusileri
kapsamaktadır ama müşrikleri kapsamamaktadır. Çünkü müşriklerle alakalı olarak ya onlar
Müslüman olurlar ya da öldürülürler, (Fetih, 48/16) onlardan cizye alınmaz ama diğerlerinden
alınır demektedir. (Şeyhzade, Haşiyetü Şeyhzade, I, s. 570) Ancak biz neshin olduğunu kabul
etmediğimizden dolayı bu yoruma katılmamaktayız. Burada da tedricilik olup yeni durumlar
ve şartlara binaen yeni ayetler gelmiştir.
157
bulunmamalıdır. Zorbalık ve zorlama olursa onun dışında olur. Şu halde din
‘zorlayınız’ demez, zorlama meşru ve muteber olmaz. Zorlama ile yapılan amelde
dinin vaad ettiği sevap bulunmaz, rıza ve iyi niyet bulunmayınca hiçbir amel
ibadet olmaz. ‘Ameller ancak niyetlere göredir’ Dinin isteklerinin hepsi,
zorlamasız, iyi niyet ve rıza ile yapılmalıdır. Zorlama ile inanç mümkün değildir.
Zorlama ile gösterilen iman, gerçek iman değil, zorlama ile kılınan namaz, namaz
değildir. Oruç da öyle, hac da öyle, cihad da öyledir.”757 Özellikle kulun içten
gelen bir duygu ile Allah’a yönelip ibadet etmesi olan namazı veya diğer herhangi
bir ibadeti kişi istemediği halde zor kullanarak yaptırmaya çalışmanın o kişi için
bir anlamı olmayacağı çok açıktır. Böyle bir zorlama insanları toplum içinde iki
yüzlülüğe iter. Bu ise doğru bir davranış tarzı olmasa gerektir. Çünkü İslamiyet
münafık üreten bir sistem yada din değildir.
Müslümanlar Kur’an’dan veya Peygamberin hayatından yola çıkarak ister
Müslümana, isterse de Müslümanların dışındaki kimselere olsun din adına
zorlama yapamaz.
F. PEYGAMBERİN KORUYUCULUĞU
Peygamberlikle ilgili bir başka konu da Peygamber’in insanlar üzerinde
koruyucu yani bekçi olup olmadığıdır.
H-f-z kelimesi türevleri ile beraber Kur’an’da kırk dört yerde geçmekte
olup bunlardan bir kısmı normal kelime anlamı olan koruma ile alakalıdır.
Ayetlerin konumuzla alakalı olan kısmı iki ana başlık altında ele alınacaktır.
Bunlar a-) Allah’ın koruyucu olduğunu ifade eden ayetler b-) Peygamber’in
insanlar üzerine koruyucu olmadığı ve Allah’ın peygamberleri koruyucu olarak
göndermediğini ifade eden ayetlerdir.
a-) İnsanlar üzerine koruyucu ve kollayıcının Allah olduğunu ifade eden
ayetler.
“Yakub dedi ki: Daha önce kardeşi hakkında size ne kadar güvendiysem,
bunun hakkında da size ancak o kadar güvenirim! Allah en hayırlı koruyucudur.
757
Elmalılı, Hak Dini, II, 163-164. Hadis için bkz. Buhari, Sahih, Bed’ü’l-Vahy, 1.
158
O, acıyanların en merhametlisidir.”758 Bu ayetten önceki ayetlerde Hz. Yusuf
kardeşlerine bir daha ki sefer diğer kardeşlerini getirmezlerse onlara bir daha
erzak vermeyeceğini söylemiştir. Bunun üzerine onlara yaşadıkları yere geri
dönmüşler, babalarına durumu anlatmışlar ve: Ey babamız! Erzak bize
yasaklandı. Kardeşimizi bizimle beraber gönder de onun sayesinde yiyecek
alalım. Biz onu mutlaka koruyacağız,759 dediler. Onların bu sözleri üzerine, Hz.
Yakub: Allah en hayırlı koruyucudur” demiştir. O bunu söylerken ben Allah’a
tevekkül ederim ve işlerimi ona bırakırım760 korursa o korur. Allah korumayı
istediği takdirde mutlaka korur ve Allah koruyanların en hayırlısıdır. Korumayı
murad edince, nerde olsa, nasıl olsa korur ve en mükemmel, en hayırlı bir şekilde
korur. Her türlü tehlikelerden kesinlikle uzak tutar ve korur. Onun için onu
Allah’ın korumasına emanet etmek daha hayırlıdır,761 demektedir.
“Hud dedi ki “Eğer yüz çevirirseniz şüphesiz ki benimle size gönderileni
size bildirdim. Rabbim sizden başka bir kavmi yerinize getirir de O'na hiçbir zarar
veremezsiniz. Çünkü benim Rabbim her şeyi gözetip koruyandır.”762 Yani sizin
amelleriniz ona gizli değildir.763 Allah hiçbir şeyi gözden kaçırmaz ve
yaptıklarınız ona gizli kalmaz. Şu halde ona hiçbir zarar verme ihtimali
olmaksızın cezanızı bulursunuz.764
“Andolsun
İblis,
onlar
hakkındaki
tahminini
doğruya
çıkardı.
Mü’minlerden bir gurup dışında hepsi ona uydular. Halbuki şeytanın onlar
üzerinde hiçbir nüfuzu yoktu. Ancak âhirete inananı, ondan kuşkulanandan ayırt
edip bilelim diye ona bu fırsatı verdik. Rabbin gerçekten her şeyi koruyup
gözetendir.”765 Burada da yukarıda ki ayetlerin yorumlarında olduğu gibi,
Allah’ın koruyucu olduğu, gözetip kolladığı beyan edilmektedir.766
b-) Peygamberlerin insanlar üzerine koruyucu olmadıklarını beyan eden
ayetler.
758
759
760
761
762
763
764
765
766
Yusuf, 12/64.
Yusuf, 12/59-63.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 488; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.224
Elmalılı, Hak Dini, V, s.68.
Hud, 11/57.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 460; Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, II, s.194.
Elmalılı, Hak Dini, IV, 548.
Sebe, 34/20-21.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, II, s. 260; Elmalılı, Hak Dini, VI, s.362.
159
Şu ayetlerde de hem peygamberlerin dilinden kendilerinin bekçi olarak
gönderilmedikleri, hem de Allah’ın kelamından onların bekçi, koruyucu olarak
gönderilmediği beyan edilmektedir.
“Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a
kulluk edin! Sizin için ondan başka tanrı yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik
yapmayın. Ben sizi bolluk içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı
bir günün azabından korkuyorum. Ve ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı adaletle
yapın; insanlara eşyalarını eksik vermeyin; yeryüzünde bozguncular olarak
dolaşmayın. Eğer mümin iseniz Allah'ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben
üzerinize bir bekçi değilim.”767 Elmalılı bu ayeti şu şekilde yorumlamıştır. Siz
iman edip korunmadıktan sonra ben sizi koruyamam. Velhasıl bu öğütleri iyi
tutun, Yoksa karışmam ha!768
Şu ayetlerde de Allah, Hz. Muhammed’e hitaben onu insanların başına bir
koruyucu ya da bekçi olarak göndermediğini, tam tersine insanlara elçi olarak
gönderdiğini ve görevinin de tebliğ olduğu vurgusunu yapmaktadır.
“Sana gelen iyilik Allah'tandır. Başına gelen kötülük ise nefsindendir.
Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. Kim Resûl'e itaat ederse
Allah'a itaat etmiş olur. Yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi
göndermedik!”769
Nesefi bu ayetin tefsirinde “sen onların işleri, onların hesaplarının
görülmesi ve cezalandırılmaları üzerine koruyucu değilsin” demektedir.770
Beyzavi de; Seni onlara bekçi olarak göndermedik ayeti ile burada peygamberin
elçi olduğuna vurgu yapılmaktadır771 demektedir. Çünkü bir ayet önce
Peygamber’in elçi olduğu beyan edilmişti. Elmalılı da “çünkü biz seni onların
başına bir koruyucu olarak göndermedik, elçi olarak gönderdik.” Artık onlar,
kötülük kaynağı olan nefislerine uymaktadırlar. Elbette kötülükleri yapacaklardır.
767
768
769
770
771
Hud, 11/84-86.
Elmalılı, Hak Dini, IV, s.560-561
Nisa, 4/79-80
Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, I, s. 238.
Beyzavi, Envaru’t-Tenzil, I, s. 226.
160
Sen onları kötülüklerden, kötülüklerin cezasından koruyamazsın”772 şeklinde izah
etmektedir.
“Eğer yüz çevirirlerse, bilesin ki biz seni onların üzerine bekçi
göndermedik. Sana düşen sadece duyurmaktır. Biz insana katımızdan bir rahmet
tattırdığımız zaman ona sevinir. Ama elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir
kötülük gelirse, işte o zaman insan pek nankördür!”773 “Size Rabbiniz tarafından
basiretler verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör
olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim. Böylece biz âyetleri geniş
geniş açıklıyoruz ki, "Sen ders almışsın" desinler de biz de anlayan toplum için
Kur'an'ı iyice açıklayalım. Rabbinden sana vahyolunana uy. O'ndan başka tanrı
yoktur. Müşriklerden yüz çevir. Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni
onların üzerine bir bekçi kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.”774
Anlam olarak nisa sekseninci ayete benzerliği dolayısıyla müfessirler bu
ayetlerin yorumunda da yukarıdaki düşüncelerinin aynısını tekrar etmişler, yani
burada
peygamberlerin
kavimleri
üzerine
bekçi,
koruyucu
olarak
gönderilmedikleri, ama elçi olarak gönderildiklerine vurgu yapmaktadırlar.775
Sonuç olarak bu ayetlerde insanların koruyucusunun Allah olduğu,
peygamberlerin böyle bir görevi olmadığı ve kavimleri üzerine koruyucu olarak
gönderilmedikleri beyan edilmekte, onların elçi olarak gönderildiklerine vurgu
yapılmaktadır.
772
773
774
775
Elmalılı, Hak Dini, III, 34.
Şura, 42/48.
En’am, 6/104-107.
Nesefi, Ebu’l- Berekat, Medarikü’t-Tenzil, IV, s.111, II, 27-28; Elmalılı, Hak Dini, III, 491493.
161
SONUÇ
Kelam, İslam’ın inanç ilkelerini Kur’an’dan çıkarıp, onları akıl yoluyla
açıklamayı, temellendirmeyi ve diğer görüşlere karşı savunmayı amaç edinen bir
ilim olarak ortaya çıkmıştır.
Kur’an’ı bir değer olarak kabul etmeyen kimselere karşı Kur’an’ın
ayetlerini delil göstermenin bir anlamı olmaz. Bu nedenle ilk kelamcılar, İslam’ın
ilkelerini insanlarda ortak payda olan akla hitap edecek bir hale getirdiler. İslam’ı
diğer din ve kültürlere karşı savunma işini iki yüz yıl boyunca Müslüman
kelamının öncüleri olan Mutezile bilginleri yaptı.
Mutezilenin gücünü yitirip onun yerini Sünni kelamının almasıyla birlikte,
İslam bilginleri aklı ihmal ederek onun yerine sünneti ve hadisi koymuşlardır.
Sünnilik ile Kelam ilminin ana
konularında yaklaşım farklılıkları oluşmaya
başlamıştır. Bu ilmin ana konularından biri olan Peygamberlik de bu farklılaşma,
yanlış anlama, algılama ve tanımlamadan oldukça etkilenmiştir.
Kur’an’da belirtildiğine göre, Yüce Allah her topluma peygamber
göndermiştir. Buradan da anlaşılmaktadır ki peygamberlik, insanlık tarihi kadar
eski bir kurumdur. İlk insan ve ilk peygamber olan Hz Adem ile başlayan
peygamberlerin sayıları hakkında kesin bilgiye sahip değiliz. Çünkü Kur’an’da
tüm peygamberlerden söz edilmemiştir. Arabistan yarımadası ve çevresine gelen
ve o bölge insanlarının bir şekilde haberdar oldukları, özellikle de Tevrat ve
İncil’de geçen peygamberlerin kıssalarına yer verilmiştir. Bu kıssalara
bakıldığında ise dinlerin ortak yönlerine işaret edildiği görülmektedir. Gönderilen
162
tüm peygamberler de; dinlerin ortak noktası olan iman esaslarını ve ahlaki
prensiplerini tebliğ etmişlerdir.
Kur’an’dan anlaşıldığı üzere, aynı toplumlara yeni peygamberlerin
gönderilmesinin sebebi, gönderilen mesajlarda bozulmaların olmasıdır. Kur’an,
Allah tarafından muhafaza altına alınmış olduğundan dolayı Müslümanlar
Kur’an’ı değiştirememişler, ancak hadis kapısını kullanarak dinin temel
prensipleri ile zıt olan pek çok anlayışı dine sokmuşlardır. Bazı temel konularda
daha önceki milletlerin yaptıkları gibi, dinin temel anlayışlarını çeşitli şekillere
dönüştürmüşler yada değiştirmişlerdir. Bunların başında da Müslümanların
peygamberlik anlayışları ve peygamberlik tasavvurları gelmektedir.
Müslüman geleneği Kur’an’da ortaya konan peygamberlik anlayışından
farklı bir peygamberlik tasavvuru oluşturmuştur. Bunu oluştururken de çeşitli
bozulmalar meydana getirmiştir. Her ne kadar bu düşüncelerin çıkış noktası iyi
niyet, yani peygamberi çok sevme, ona aşırı bağlılık, onu yüceltme olsa da
sonuçta böyle bir yaklaşım tarzı dinin temel dinamiklerini sarsmıştır.
Peygamberlik dinlerin ana eksenini oluşturmaktadır. Müslüman kültür Hz.
Muhammed’i sevme, onu diğer peygamberlerden üstün görme adına onu
yüceltme yarışı içerisine girmiştir. Bunun için de Hadis kapısı kullanılmış, elçi ve
peygamberlik kurumu faklı bir şekle sokulmuştur.
Hz. İsa örneğinde olduğu gibi Hz. Muhammed de ona ait olmayan
vasıflarla nitelendirilmiştir.
Müslümanların şansı Kur’an’ın bozulmadan günümüze kadar ulaşmış
olmasıdır. Kur’an’ın insanlar için yeterli olduğu pek çok ayette ifade edilmiştir.
Müslümanlar ise, Kur’an’ı yeterli görmediklerinden olsa gerek sünnet ve hadis
kavramını geliştirmişler ve bunları da Kur’an’ın tamamlayıcısı olarak kabul
etmişlerdir. Müslümanlar her devirde Kur’an yeni nazil oluyormuş gibi anlama ve
yorumlama sorumluluğu ile karşı karşıyadırlar. Bu aynı zamanda Kur’an’ın
evrenselliğinin de doğal bir sonucudur.
İlk dönemden sonra Müslümanlar karşılaştıkları her sorunu çözmede
Kur’an yerine önce sünnete bakma yanlışlığına düşmüşlerdir. Sünnetin Kur’an’ı
da kapsayacağı yolunda görüşler geliştirmişlerdir. Sünneti Kur’an’ın eşiti-ikizi
gibi görerek yeni sorunlar üretmişlerdir.
163
Kur’an’ı doğru anlamadan Peygamberi ve Peygamberlik kurumunu doğru
anlamak mümkün değildir. Peygamberi doğru anlamak çok büyük önem arz
etmektedir. Kur’an başı sonu belli olan bir kitaptır. Peygambere ve peygamberliğe
Kur’an açısından bakmak gerekmektedir.
Peygamberin doğru anlaşılabilmesi için Peygamberin görevinin ne olduğu
sorusunun cevabını bulmak lazımdır. Klasik kelam geleneğinde Peygamberin
görevinin ne olduğu konusunda yeterli bir cevap bulunamamaktadır. Bir insanı
peygamberlik göreviyle Allah görevlendirdiğine göre, Peygamberin görevinin ne
olduğunu da yine Allah belirlemektedir.
Kur’an’a bakıldığı zaman, Peygamberin görevinin Allah’tan almış olduğu
vahyi olduğu gibi insanlara ulaştırması, onun hiçbir ayetini gizlememesidir. Bu
sebeple bazılarının iddia ettikleri gibi Hz. Muhammed hiç kimseye gizli bir bilgi
vermemiştir. Bu peygamberlik görevi ile çelişmektedir.
Elçi olmaları nedeniyle Peygamberlerin görevi tebliğdir. Hz. Peygamber,
yirmi üç yıllık süre zarfında kendi dönem ve şartları gereği Kur'an'ı anlamış,
yorumlamış ve uygulamıştır. Yani peygamber kendi döneminde Müslümanlar için
en doğru olanı yaşama geçirmiştir. Ancak Hz. Ömer, onun uygulamalarından
farklı bir kısım uygulamalar yapmıştır. Hz. Muhammed’in Kur’an’ı anlama
yönteminin, yöntemlerden biri olduğunu açıkça ortaya koymuştur.
Hz. Muhammed’in ölümünden yaklaşık 100-150 yıl sonra oluşmaya
başlayan hadis külliyatının tümü sahih olsa bile, Hz. Muhammed’in
uygulamalarını ve söylediklerini içermektedir. Bunlar bizler için birer örnektir.
Müslümanlar da bu örneklerin benzerini oluşturabilmelidirler. Aslında Peygamber
neyi nasıl yaptıysa bizim de aynısını yapmamız Peygamberi örnek almak değil,
peygamberi taklit etmektir.
Hz. Muhammed’in diğer peygamberlerden üstün görülmesi, ona bir kısım
hissi mucizeler atfedilmesi, onun geleceği bildiğinin iddia edilmesi, ahirette
müslümanlara şefaat edeceği anlayışının gelişmesi gibi konular peygamberin
yanlış anlaşılmasının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bu yanlış anlayışlar da
müslümanlara yanlış yön göstermiştir. Yönü doğru olmayanın da doğru hedefe
varması mümkün değildir.
164
Peygamberlik yasaları her peygamber için geçerlidir. Tüm peygamberlerin
mesajı evrenseldir. Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar tüm peygamberlerin
mesajları aynıdır. Hepsi tüm insanlığa gönderilmiştir. Hepsi peygamber olma
bakımından birbirine eşittir. Birinin diğerine herhangi özel bir üstünlüğü yoktur.
165
KAYNAKÇA
A’zami, M. Mustafa, “Buhari, Muhammed b. İsmail” DİA, İstanbul, 1992
Abdulbaki, M. Fuad, el-Mu’cemu’l-Müfehres li Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim,
İstanbul, 1990.
Abdulbasıt, Bedrulmütevella, Teysiru Usuli’l-Fıkh, Kahire, ty.
Abdüsselam b. İbrahim, Şerhu Cevheratü’t-Tevhıd, 1304 h. yy.
Acluni, İsmail b. Muhammed, Keşfu’l-Hafa ve Muzilu’l-Elbas amma İştehera
mine’l-Hadis, Beyrut, 1351-1352 h.
Afzalurrahman, Siret Ansiklopedisi, (çev. Kenan Dönmez), 1996, İstanbul.
Ağırman, Cemal, Sünnette itaat, Bdt., İstanbul, 1995.
Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1992,
Akbulut, Ahmet, Nübüvvet Meselesi Üzerine, Ankara, 1992.
Akgül, Muhittin, Kur’an’da Hz. Muhammed’in (SAV) Özellikleri, İzmir, 2002.
Alaaddin Ali b. Balaban b. El-Farisi, Sahihi İbn Hıbban bi Tertibi Balaban,
Beyrut, 1993.
Albayrak, Halis, Kur’an’da İnsan Gayb İlişkisi, İstanbul, 1996.
Aliyyü’l-Kari, Molla Ali B. Sultan Muhammed el-Kari el-Hanefi, Mirkatü’lMefatih Şerhu Mişkati’l-Mesabih, Beyrut, 1994.
………….. Mevzuatü Kübra, İstanbul, ty.
………….. Şerh ale’l-Fıkhı’l-Ekber, İstanbul, 1955
Alusi, Ebu’l-Fadl Şihabüddin es-Seyyid Mahmud el-Bağdadi, Ruhu’l-Meani fi
Tefsiri’l-Kur’ani’l-Azım, Bulak, 1301 h.
166
Amidi, Seyfeddin, el-İhkam fi Usuli’l-Ahkam, ty., yy.
…………… el-Mübin fi Şerhi elfazı’l-Hukema ve’l-Mütekellimin, Kahire, 1983.
Ata, Mürsel, Kur’an-ı Kerimde Hz. Peygamberin Risaleti, Bdt, Konya, 1998
Atay, Hüseyin, İslamın İnanç Esasları,Ankara, 1992.
…………… Kur’an’a Göre Araştırmalar I-III, Ankara, 1997.
Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1988-1991.
Ayni, Bedrüddin Ebu Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-Kari Şerhu’
Sahihi’l-Buhari, İstanbul, 1308.
Ayni, Mehmet Ali, İslam Tasavvuf Tarihi, İstanbul, 1985.
Baberti, Kemaleddin Muhammed b. Mahmud, el-İnaye fi Şerhı’l-Hidaye, 1319,
Mısır.
Bağcı, H.Musa, Hz. Peygamberin Beşeri Yönü, Bdt, Ankara, 1999.
Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir b. Tahir b. Muhammed, el-Fark Beyne’l-Fırak,
Mısır, ty.
…………… Usulü’d-Din, Beyrut, 1981.
Bahçeci, Muhittin, Peygamberlik ve Peygamberler, İstanbul, 1977.
Bakıllani, Ebu Bekr Muhammed b. Tayip, el-Beyan ani’l-Fark beyne’l-Mucizat
ve’l-Keramat ve’l-Hıyel ve’l-Kehane ve’s-Sihr ve’n-Narincat, Beyrut,
1958.
…………… et-Temhid fi’r-Red ale’l-Mulhıdetü’l-Muattıla ve’r-Rafıda ve’lHavaric ve’l-Mutezile, Beyrut, 1993.
Bardakoğlu, Ali, “Helaller ve Haramlar”, TDV İlmihal, İstanbul, 1999.
Bayraklı, Bayraktar, Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2002.
Bayraktar, İbrahim, Değişik Yönleri ile Hz. Peygamber, İzmir, 1994.
167
Beğavi, İmam Muhyi’s-Sünne Ebi Muhammed el-Hüseyn b. Mes’ud, Tefsiru’lBeğavi Mealimü’t-Tenzil, Riyad, 1993.
Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, Fütühu’l-Büldan, Beyrut, 1987.
…………… Kitabü’l-Cümel min Ensabi’l-Eşraf, Beyrut, 1996.
Beyadi, Kemalüddin Ahmed b. Hasan, İşaratü’l- Meram min Ibarati’l-İmam,
Mısır, 1949.
Beyhaki, Ebu Bekir Ahmed b. El-Hüseyn, Delailü’n-Nübüvve, Kahire, 1988.
…………… Es-Sünenü’l-Kübra, Haydarabad, 1344.
Beyzavi, Nasıruddin Ebi Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed eş-Şirazi,
Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Te’vil , Beyrut, 1988.
Bikai, Burhaneddin Ebi’l-Hasen İbrahim b. Ömer, Nazmü’d-Dürer fi Tenasübi’lAyati ve’s-Suver, 1995, Beyrut.
Biler, Sehilan, Psikoloji Açısından Hz. Peygamberin Şahsiyeti, Ankara, Bdt, 1998.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur’an-ı Kerim’in Meali Alisi ve Tefsiri, İstanbul, ts.
…………… Muvazzah İlmi Kelam, İstanbul, 1342 h.
Buhari, İmam Ebi Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahih, İstanbul, 1992.
Bulut, Halil İbrahim, “Mucize”, DİA, İstanbul, 2005.
…………… Kur’an Işığında Mucize ve Peygamber, İstanbul, 2002.
Bühuti, Mansur b. Yunus el-Hanbeli, Şerhu Münteha’l-İradat, 1319 h, yyy
Büyük Larousse, İstanbul, ts.
Can, Mustafa, Maturidi’ye Kadar Nübüvvete Karşı Çıkanlar ve Maturidi’de
Nübüvvet Anlayışı, İstanbul, 1997y
Canan, İbrahim, “Enes b. Malik”, DİA, İstanbul, 1995.
Cebeci, Lütfullah, Kur’an-ı Kerime Göre Cin-Şeytan, Konya, 1989.
168
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara, 1991.
Cessas, Ebi Bekir Ahmed er-Razi, Ahkamu’l-Kur’an, Beyrut, 1993.
Cevdet Paşa, Ahmed, Hz. Muhammed’in Hayatı, İstanbul, 1981.
…………… Kısası Enbiya ve Tevarihi Hulefa, İstanbul, 1966.
Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sıhah Tacü’l-Lüğa ve Sıhahü’l-Arabiyye, Kahire,
1979-1982.
Cezairi, Ebu Bekir Cabir, Eyseru’t-Tefasir li Kelami’-l Aliyyi’l-Kebir, Medine,
1995.
Cezeri, Abdurrahman, Kitabü’l-Fıkh ala Mezahibi’l-Erbea, İstanbul, 1990.
Cilacı, Osman, “Havari” DİA, İstanbul, 1997.
Cili, Abdülkerim b. İbrahim, el-İnsanü’l-Kamil fi Ma’rifeti’l-Evahır ve’l-Evail,
Beyrut, 1997.
Cürcani, Seyyid Şerif Ali b. Muhammed, et-Ta’rifat, İstanbul, 1300.
…………… Şerhu’l-Mevakıf, Mısır, 1907.
Cüveyni, İmammü’l-Harameyn Ebu’l-Meali, Abdulmelik b. Abdullah b. Yusuf,
Kitabü’l- İrşad, Beyrut, 1992.
……………el-Akıdetü’n-Nizamiyye fi’l-Erkani’l-İslamiyye, yy., ty.
Çelebi, İlyas, Yakın ve Uzak Gelecekle İlgili Haberler, İstanbul, 1996.
…………… “Gayb” DİA, İstanbul, 1996.
…………… İnşikaku’l-Kamer, DİA, İstanbul, 2000.
Darimi, Ebu Muhammed Abdullah Abdurrahman, Sünen, İstanbul, 1992.
Davudoğlu, Ahmed, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, , İstanbul 1978.
Derveze, Muhammed İzzet, Siretu’r-Resul, Kahire, 1984.
Devvani, Celalüdddin Muhammed b. Es’ad, Şerhu’l-Akaidi’l-Adudiyye, 1317, yy.
169
Ebi Neım el-Isbehani, Delailü’n-Nübüvve, Beyrut, 1991.
Ebu Davud, Süleyman b. Eş’as, Sünen, İstanbul, 1992.
Ebu İshak, İbrahim b. Muhammed b. Half b. Hamdan, Peygamberlerin
Mucizelerine Mukabil Peygamberimizin Mucizeleri, Sadeleştirip
Yayına hazırlayanlar: Bekir Uslu, İsmail Coşar, Ankara, 1986.
Ebu Ya’la el- Mevsılı, Ahmed b. Ali b. El-Mesna et-Temimi, Müsned, Beyrut,
1992.
Ebu Yusuf, Yakub b. İbrahim, Kitabu’l-Harac, Beyrut, ty.
Ebu Zehra, Muhammed, Usulü’l-Fıkh, Kahire, 1958.
Ebu’s-Suud Efendi, Kitabü’t-Tefsir Allame Ebi’s-Suud, 1927, Mısır.
Ebyari, İbrahim-Merzuk, Abdussabur, el-Mevsuatü’l-Kur’aniyye, ts, ys.
Elbani, Muhammed Nasıruddin, Silsiletü’l-Ehadisi’d-Daife ve’l-Mevzua ve
Esereha’s-Seyyi’ fi’l-Ümem, Riyad, 1988.
Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ty.
Eroğlu, Muhammed-Çakan, İsmail L., “Abdullah b. Abbas”, DİA, İstanbul, 1988.
Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risalet Öncesi Hayatına Farklı Bir
Yaklaşım”, Peygamberimiz Hz. Muhammed, Özel Sayı, Diyanet İlmi
Dergi, Ankara, 2000.
…………… Sahabenin Sünnet Anlayışı, Ankara, 2000.
Esed, Muhammed, Kur’an Mesajı, meal-tefsir, İstanbul, 1999.
Eşkar, Ömer Süleyman, er-Rusül ve’r-Risalat, Kuveyt, 1985.
Fayda, Mustafa, “Bedir Gazvesi”, DİA, 1992, İstanbul .
…………… Hz. Ömer ve Fey, İİED, Ankara, 1982.
170
Fazlurrahman, İslam Geleneğinde Sağlık ve Tıp, Ankara, 1977, çev. A. Çiftçi,
A.B. Baloğlu,
…………… Tarih Boyunca İslami Metodoloji Sorunu, Ankara, 1997.
Ferra, Ebu Zekeriyya Yahya b. Ziyad, Meani’l-Kur’an, ts., Beyrut.
Fığlalı, Ethem Ruhi, İmamiyye Şiası, İstanbul, 1984.
Firuzabadi, Mecdüddin Muhammed bin Yakup, el-Kamusu’l-Muhit, Beyrut, 1996.
Gazali, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, İhyau Ulumi’d-Din, Beyrut,
1997.
…………… el-İktisad fi’l -İtikad, Beyrut, 1993.
Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, Kelam, Konya, 1988.
Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında
Metodoloji Sorunu, Ankara, 2000
Hadidi, Muhammed Ebunnur, İsmetü’l-Enbiya, Mısır, 1979.
Hadimi, Ebu Said Muhammed b. Muhammed, el-Berikatü’l-Muhammediyye fi
Şerhi’t-Tarikati’l-Muhammediyye, İstanbul, 1266.
Hamidullah, Muhammed,“Hendek”, DİA, İstanbul, 1997.
…………… İslam Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul, 1980.
Harman, Ömer Faruk, “İsa”, DİA, İstanbul, 2000.
…………… DİA, Havva, İstanbul, 1997.
…………… İncil, DİA, İstanbul, 2000.
Harputi, Abdullatif, Tenkıhu’l-Kelam fi Akaidi Ehli’l-İslam, yy, 1327.
Haşimi, M Ali, Kur’an’da Resulullah, çev. Nureddin Yıldız, İstanbul, 1987.
Hatıb el-Bağdadi, el-Kifaye fi Ilmi’r-Rivaye, Haydarabad, 1357.
171
Hatiboğlu, Mehmed, Hazreti Peygamberin Vefatından Emevilerin Sonuna Kadar
Siyasi-İctimai Hadiselerle Hadis Münasebetleri, Basılmamış Doçentlik
Tezi, Ankara, 1967.
Hazin, Alaaddin Ali b. Muhammed b. İbrahim, Lübabü’t-Te’vil fi Meani’t-Tenzil,
Mısır, 1318.
Heykel, Muhammed, Hz. Muhammed Mustafa, çev. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul,
1985.
Heysemi, Nuruddin Ali b. Ebi Bekr, Mecmeu’z-Zevaid ve Menbeu’l-Fevaid,
Beyrut, 1986.
Hindi, Alaaddin Ali el-Müttaki b. Hüsameddin el-Hindi el-Burhanfuri, Kenzü’lUmmal fi Süneni’l-Akval ve’l-Ef’al, Beyrut, 1974.
Hudari Bey, Muhammed, Usulü’l-Fıkh, Mısır, 1969.
Huraşi, Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah, el-Huraşi ala Muhtasarı Seydi
Halil, Beyrut, ty.
Hüseyin Efendi, el-Husunü’l-Hamidiyye li Muhafazati’l-Akaid’l-İslamiyye, Mısır,
1955.
Ici, Adudiddin Abdurrahman b. Ahmed, el-Mevakıf fi İlmi’l-Kelam, Kahire, ty.
Isfehani, Rağıb, el-İtikadat, Beyrut, 1988.
…………… Müfredatü Elfazı’l-Kur’an, Beyrut, 1992.
İbd Udey el-Cürcani, Ebu Ahmed Abdullah, el-Kamil fi Duafai’r-Rical, Beyrut,
1997.
İbn Abdilber, Ebu Ömer Yusuf b. Abdillah b. Muhammed, el-İstizkar el-Cami li
Mezahibi Fukahai’l-Emsar ve Ulemai’l-Ektar fima Tedammenehu’l-
172
Muvatta min Meani’r-Re’yi ve’l-Asar ve Şerhu Zalike Küllehu bi’lİcaz ve’l-İhtisar, Kahire, 1993.
İbn Asakir, Ebi’l-Kasım Ali b. El-Hasen, Tarihu Medineti Dımeşk, Beyrut, 1995.
İbn Ebi’l İz, Ali b. Ali b. Muhammed el-Hanefi, Şerhu’l-Akıdeti’t-Tahaviyye,
Beyrut, 1399.
İbn Furek, Ebu Bekr, Mücerredü Makalati’ş-Şeyh Ebi’l-Hasen el-Eş’ari, Beyrut,
1987.
İbn Hacer el-Askalani, Ahmed b. Ali, el-İsabe fi Temyizi’s-Sahabe, Beyrut, 1995.
…………… Fethu’l-Bari bi Şerhi Sahihi’l-Buhari, Beyrut, 1996-1997.
İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed, Kitabü’l-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehva
ve’n-Nihal, Mısır, 1317 h.
İbn Hibban, Ebu Hatim Muhammed b. Hibban b. Ahmed, es-Siretü’n-Nebeviyye
ve Ahbaru’l-Hulefa, Beyrut, 1987.
İbn Hişam, Abdülmelik b. Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, Beyrut, 1995.
İbn Humam, Kemaleddin es-Sivasi el-Hanefi, el-Müsayere, İstanbul, 1979.
…………… Fethu’l-Kadir, Kahire, 1315.
İbn Huzeyme, Ebu Bekir Muhammed b. Muhammed b. İshak es-Sülemi enNisaburi, Sahih, Riyad, 1981.
İbn Hübeyre, el-Vezir Avnüddin Ebi’l-Muzaffer Yahya b. Muhammed, el-İfsah
an Meani’s-Sıhah, Beyrut, 1996.
İbn Iraki el-Kinani, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed, Tenzihü’ş-Şeriati’l-Merfua
ani’l-Ahbari’ş-Şeniati’l-Mevzua, Beyrut, 1981.
İbn İshak, Muhammed b. İshak b. Yesar, Kitabü’l-Meğazi, Konya, 1981, (Siretü
İbn İshak içinde).
173
İbn Kesir, Ebi’l-Fida İsmail b. Ömer el-Kuraşi ed-Dımeşki, Tefsiru’l-Kur’an’i’lAzim, Riyad, 1997.
İbn Kudame, Ebi Muhammed Muvaffiku’d-Din Abdullah el-Makdisi, el-Kafi fi
Fıkhı’l- İmami’l-Mücebbel Ahmed b. Hanbel , yy, 1988.
İbn Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vilü Muhtelifi’l-Hadis,
Beyrut, 1972.
İbn Mace, Ebu Abdullah Muhammed b. Yezid, Sünen, İstanbul, 1992.
İbn Manzur, Ebi’l-Fadl Cemaleddin Mükerrem b. Mükerrem el-Efrikı el-Mısri,
Lisanü’l-Arab, Beyrut, ty.
İbn Receb, Zeyneddi Ebu’l-Ferec el-Hanbeli, Fethu’l-Bari Şerhu Sahihi’l-Buhari,
1996, Medine.
İbn Rüşd, Ebi’l-Velid Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Ahmed b. Rüşd elKurtubi el-Endelüsi, Bidayetül- Müçtehid ve Nihayetü’l-Muktesıd,
Mısır, 1975.
İbn Sa’d, Ebu Abdullah Muhammed, et-Tabakatü’l-Kübra, Kahire, 1358.
İbn Seyyidünnas, Ebi’l-Feth Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b.
Seyyidünnas el-Yağmuri, Uyunü’l-Eser fi Fünuni’l-Meğazi ve’şŞemail ve’s-Siyer, Medine, 1996.
İbn Teymiye, Ebu’l- Abbas Takıyüddin Ahmed, Kitabü’n-Nübüvvat, ty, 1346 h.
İbd Udey el-Cürcani, Ebu Ahmed Abdullah, el-Kamil fi Duafai’r-Rical, Beyrut,
1997.
İbnü’l-Arabi, Ebi Bekir Muhammed b. Abdullah, Ahkamu’l-Kur’an, ty, Beyrut.
İbnü’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec Abdurrahman el Kuraşi el-Bağdadi, Zadü’l-Mesir fi
Ilmi’t-Tefsir, Beyrut, 1967.
174
İbnü’l-Esir, İzzeddin Ebi’l-Hasen Ali b. Muahmmed el-Cezeri, Üsdü’l-Ğabe fi
Ma’rifeti’s-Sahabe, Beyrut, 1995.
İbnü’l-Esir, Mecdüddin Ebi’s-Saadati’l-Mübarek İbn Muhammed el-Cezeri, enNihaye fi Garibi’l-Hadis ve’l-Eser, yy, 1311 h.
İbrahim Mustafa, Hamid Abdülkadir, Ahmed Hasan ez-Ziyad, Muhammed Ali
en-Neccar, el-Mu’cemu’l-Vesıt, İstanbul, 1986.
İncil, İstanbul, 1991.
İslamoğlu, Mustafa, Üç Muhammed İki Tasavvur Bir Gerçek, İstanbul, 2002.
İsmail Hakkı Bursevi, Ruhu’l-Beyan, 1306, yy.
İzmirli, İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelam, 1981, Ankara.
Kadı Abdulcebbar, Ebu’l-Hasen Abdulcebbar b. Ahmed el-Hemedani, el-Muğni fi
Ebvabi’t-Tevhıd ve’l-Adl, Kahire, 1965.
…………… Şerhu’l-Usulü’l-Hamse, Kahire, 1965.
Kadı Iyad, Ebu’l-Fadl Iyad b. Musa b. Iyad el-Yahsubi, eş-Şifa bi Ta’rifi
Hukuki’l-Mustafa, ty, yy.
Kandemir, M. Yaşar, “Abdullah b. Ömer”, DİA, İstanbul, 1988.
Karafi, Şihabü’d-Din Ahmed b. İdris, el- İhkam fi Temyizi’l-Fetava ani’l-Ehkam
ve Tasarrufati’l-Kâdî ve’l-İmam, 1938, yy.
Kasımi, Muhammed Cemaleddin, Delailü’t-Tevhıd, Şam, 1326.
…………… Tefsiru’l-Kasımi-Mehasinü’t-Te’vil, Beyrut, 1978
Keskioğlu, Osman, Fıkıh Tarihi ve İslam Hukuku, Ankara, 1999.
Kettani, Muhammed Abdülhay b. Abdülkebir, et-Teratibü’l-İdariyye, Beyrut, ty.
Kılavuz, Ahmet Saim, “Cin”, DİA, İstanbul, 1993.
Kitabı Mukaddes, İstanbul, 1969.
175
Koçkuzu, Ali Osman, Hadiste Nasih Mensuh Meselesi, İstanbul, 1985.
Koçyiğit, Talat, Hadis Usulü, Ankara, 1993.
Kurtubi, Ebi Ömer Yusuf b. Abdullah b. Muhammed b. Abdülber, el-İstiab fi
Ma’rifeti’l-Ashab, Beyrut, 1995.
Kurtubi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Cami’ li Ahkami’lKur’an, 1988, Beyrut.
Mahalli, Celaleddin Muhammed b. Ahmed-Suyuti, Celaleddin Abdurrahman b.
Ebi Bekr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azım, ty, İstanbul.
Malik b. Enes, el-Muvatta, İstanbul, 1992
Mansur b. İdris el-Hanbeli, Keşşafü’l-Ğına an Metni’l-İkna, 1319 h, yy
Maturidi, Ebi Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud, Te’vilatü Ehli’sSünne, Beyrut, 2004.
…………… Kitabü’t-Tevhid, İstanbul, 1979.
Merağı, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l-Merağı, 1946, Mısır.
Merğınani, Burhaneddin Ebu’l-Hüseyn Ali b. Ebi Bekr b. Abdulcelil, el-Hidaye
şerhu Bidayeti’l-Mübtedi, Beyrut, 1990.
Mevdudi, Ebu’l-Ala, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamberin
Hayatı, çev. Ahmet Asrar, İstanbul, 2002.
Muhammed Ali, Mevlana, Peygamberimizin Hayatı, Siretü’n-Nebi, çev. Ali
Genceli, Ankara, ty.
Muhammed b. Alevi el-Maliki Haseni, Muhammed: el-İnsanü’l-Kamil, Cidde,
1984.
Muhammed Eşref, Ebu Abdurrahman Şerefü’l-Hak, Avnu’l-Ma’bud Haşiyetü
Süneni Ebi Davud, Beyrut, ts.
176
Muhyiddin, Muhammed b. Bahaiddin, El-Kavlu’l-Fasl, İstanbul, 1990.
Musa, M Yusuf, Tarihu’l-Fıkhı’l- İslami, Kahire, 1958.
Mustafa Sabri, Mevkıfü’l-Akl ve’l-İlm ve’l-Alim min Rabbi’l-Alemin ve Ibadihi’lMürselin, yy, 1950
Mübarekfuri, Ebu’l-Meali Muhammed Abdurrahman b. Abdürrahim, Tuhfetü’lAhvezi bi Şerhi Camii’t-Tirmizi, 1979, yy.
Münavi, Muhammed Abdurrauf, Feyzü’l-Kadir bi Şerhı’l-Camii’s-Sağır, Mısır,
1357.
Müslim, İmam ebi’l-Huseyn Müslim b. El-Haccac, Sahihi Müslim, İstanbul,
1992.
Naim, Ahmed-Miras, Kamil, Sahihi Buhari Muhtasarı ve Tecridi Sarih ve
Tercemesi, Ankara, 1976.
Nebhani, Yusuf b. İsmail, Huccetullahi Ale’l-Alemin fi Mucizati Seyyidi’lMürselin, yy, ty.
Nedvi, Ebu’l-Hasen Ali el-Haseni, Sireti Hetemennnebiyin, çev. İsmet Ersöz,
İstanbul, 1981.
Nesai, Ebu Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, Sünen, İstanbul, 1992.
Nesefi, Ebu’l-Berekat, Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medarikü’t-Tenzil ve
Hakaiku’t-Te’vil, Beyrut, 1988.
Nesefi, Ebu’l-Muın Meymun b. Muhammed, Tabsıratü’l-Edille fi Usuli’d-Din,
Ankara, 2003-2004.
…………… Bahru’l-Kelam fi Akaidi Ehli’l-İslam, Konya, 1327.
Nevevi , Ebu Zekeriya Muhyiddin b. Şeref, Kitabü’l-Mecmu, ty, yy.
…………… el-Minhac Şerhu Sahihi Müslim el-Haccac, Beyrut, 1997.
177
Nişancızade, Mehmet b. Ahmet b. Mehmet, Mir’atü Kainat, ty, yy.
Osman, Abdürrauf Muhammed, Muhabbetü’r-Rasül beyne’l-İttibba ve’l-İbtida,
Riyad, 1414.
Öğüt, Salim, “At”, DİA, İstanbul, 1991.
Özek Ali vd, Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Ankara, 2005.
Pekolcay, A. Necla, “Mevlid”, DİA, Ankara, 2004.
Pezdevi, Ebu’l-Yusr Muhammed, Kitabu Usuli’d-Din, Kahire, 1963.
Razi, Fahruddin Muhammed b. Ömer b. Hasan b. Hüseyin, İsmetü’l-Enbiya, yy,
1355.
…………… Mefatihu’l-Gayb, İstanbul, 1308.
Reşid Rıza, Muhammed, el-Vahyu’l-Muhammedi, Mısır, 1935.
…………… Tefsiru’l-Kur’ani’l-Hakim, Mısır, 1325.
Sabuni, Muhammed Ali, en-Nübüvvetü ve’l-Enbiya, Beyrut, 1985.
…………… Muhtasaru Tefsiri İbn Kesir, 1981, Beyrut.
…………… Safvetü’t-Tefasir, Beyrut, 1980.
Sabuni, Nureddin, Ahmed b. Mahmud b. Ebi Bekr, el-Bidaye fi Usuli’d-Din,
Ankara, 2000.
Sadak, Bekir, Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlatımı, İstanbul, 1989.
Said Havva, er-Resul, Beyrut, 1979.
Salih, Suphi, Ulumü’l-Hadis ve Mustalahuhu, Beyrut, 1996.
Savi, Ahmed es-Savi el-Maliki, Haşiyetü’l-Allameti’s-Savi ala Tefsiri’l-Celaleyn,
Beyrut, 1993.
Seffarini, Muhammed b. Ahmed, Levaihu’l-Envari’l-Behiyye ve Sevatiu’lEsrari’l-Eseriyye, Mısır, 1323 h.
178
Semerkandi, Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrahim, Tefsiru’sSemerkandi, Beyrut, 1993.
Serahsi, Şemseddin, Kitabü’l-Mebsût, Beyrut, 1978.
Sıbai, Mustafa, es-Sünnetü ve Mekanetüha fi’t-Teşriı’l-İslami, Beyrut, 1985.
…………… Hz. Muhammed’in Hayatı, çev, Hüseyin Sevme, İstanbul, 1991.
Sinanoğlu, Mustafa, “İznik Konsili” DİA, İstanbul, 2001.
Sindi, Nureddin b. Abdulhadi, Haşiyetü Sindi ala Süneni’n-Nesai, Beyrut, 1986.
Suyuti, Ebu’l-Fadl Abdurrahman Celaleddin b. Ebi Bekr, ed-Dürrü’l-Mensür fi’tTefsiri’l-Me’sür, Beyrut, 1993.
…………… Tenviru’l-Halek fi İmkani Ru’yeti’n-Nebiyyi ve’l-Melek, İstanbul,
1994, (el-Mihnetü’l-Vehbiyye li Reddi’l-Vehhabiyye içerisinde Beşinci
Risale).
…………… Şerhu Süneni’n-Nesai, Beyrut, 1986.
…………… Tedribü’r-Ravi fi Takribi’n-Nevevi, Riyad, 1994.
…………… el-Hasaisü’l-Kübra, Haydarabad, 1319 h.
Şaban, Zekiyyüddin, Usulü’l-Fıkhı’l-İslami, Bingazi, 1995.
Şafii, Muhammed b. İdris, er-Risale, Beyrut, ty.
Şahin, M. Süreyya, “Cin”, DİA, İstanbul, 1993.
Şami, Mahmud b. Yusuf es-Salihi, Sübülü’-Hüda ve’r-Reşad fi Sireti Hayri’lIbad, Beyrut, 1993.
Şatıbi, Ebu İshak İbrahim b. Musa el-Lahmi, el-Muvafakat fi Usuli’ş-Şeria, Mısır,
ty.
Şehristani, Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdulkerim, Kitabü’l-Milel ve’n-Nihal,
Mısır, 1317 h.
179
Şevkani, Muhammed b. Ali b. Muhammed, Fethu’l-Kadir el-Cami’ beyne
Fenneyi’r-Rivayeti ve’d-Dirayeti min Ilmi’t-Tefsir, ys, 1997.
Şeyhzade, Muhammed b. Muslihiddin, Haşiyetü Şeyhzade ala Tefsiri’l-Kadi elBeyzavi, İstanbul, 1990.
Şirbini, Şemseddin Muhammed b. Muhammed, Muğni’l-Muhtac ila Ma’rifeti
Meani Elfazi’l-Minhac, Beyrut, 1994.
Şumunni, Ahmed b. Muhammed b. Muhammed, Muzilü’l-Hafa an Elfazı’ş-Şifa,
Beyrut, 1988.
Tabatabai, Seyyid Muhammed Hüseyin, el-Mizan fi Tefsiri’l-Kur’an, Beyrut,
1997.
…………… Shi’ite İslam, Albany, 1975.
Tabbara, Afif Abdulfettah, Maa’l-Enbiya fi’l-Kur’ani’l-Kerim, Beyrut, 1989.
Taberani, Ebi’l-Kasım Süleyman b. Ahmed, el- Mu’cemu’l-Evsat, Riyad, 19851995.
…………… el-Mu’cemu’l-Kebir, Kahire, 1404-1414.
Taberi, Ebu Cafer Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan fi Te’vili’l-Kur’an,
Beyrut, 1999.
…………… Tarihu’l-Ümem ve’l-Müluk, Beyrut, ty.
Taftazani, Sadeddin Mes’ud b. Ömer, Şerhu’l-Akaidi’n-Nesefi, ty, yy.
……………Şerhu’l-Mekasıd, Beyrut, 1989.
…………… Kelam İlmi ve İslam Akaidi, Haz. Süleyman Uludağ, İstanbul, 1991.
Kelam İlmi ve İslam Akaidi, Haz. Süleyman Uludağ, İstanbul, 1991.
Tahavi, Ebu Ca’fer Ahmed b. Selameti’l-Ezdi, Usulü’l-Akıdeti’l-İslamiyye,
Beyrut, 1987.
180
Tehanevi, Muhammed Ali b. Ali, Keşşafü Istılahati’l-Fünun, İstanbul, 1984, II,
s.1358-1359.
Tirmizi, Ebu İsa Muhammed b. İsa b. Sevra, Sünen, İstanbul, 1992.
Toplaoğlu, Bekir, Kelam İlmi Giriş, İstanbul, 1988.
Tuleydi, eş-Şeyh Abdullah, Tehzibü el-Hasaisü’n-Nebeviyyetü’l-Kübra li’sSuyuti, Beyrut, 1410 h.
Tümer, Günay, “Din”, DİA, İstanbul, 1994.
Uslu, Recep, “Bedir”, DİA, İstanbul, 1992.
Vahıdi, Ebi’l-Hasen Ali b. Ahmed en-Nisaburi, el-Vasit fi Tefsiri’l-Kur’ani’lMecid , Beyrut, 1994.
…………… el-Veciz fiTefsiri’l-Kitabi’l-Aziz, Beyrut, 1995.
Vakıdi, Muhammed b. Ömer, Kitabü’l-Meğazi li’l-Vakıdi, Beyrut, 1985.
Wensinck, A.J. Mensing, J.P. Brugman, J. , el-Mu’cemü’l-Müfehres li Elfazı’lHadisi’n-Nebevi, İstanbul, 1988.
Yakut el-Hamevi, Şihabüddin Ebi Abdillah Yakut b. Abdillah el-Hamevi er-Rumi
el-Bağdadi, Mu’cemu’l-Büldan, Beyrut, ts.
Yaşaroğlu, Kamil, “Kamer Suresi”, DİA, İstanbul, 2001.
Yavuz, Salih Sabri, İslam Düşüncesinde Nübüvvet, İstanbul, ty.
Yıldız, Hakkı Dursun başkanlığında bir heyet, Doğuştan Günümüze Büyük İslam
Tarihi, İstanbul, 1989.
…………… “Abdullah b. Zübeyr” DİA, İstanbul, 1988.
Yurdaydın, Hüseyin Gazi, İslam Tarihi Dersleri, Ankara, 1982.
Yusuf Kasım, Usulü Ahkamı’ş-Şer’iyye, Kahire, 1991.
Yüksel, Emrullah, Kelam Dersleri, Erzurum, 1986.
181
Zebur (Mezmurlar), İstanbul, 1996.
Zebidi, Muhammed Murtaza el-Hüseyni el-Vasıti el- Hanefi, Tacu’l-Arus min
Cevahiri’l-Kamus, Beyrut, 1994.
Zeccac, Ebi İshak İbrahim b. Es-Seri, Meani’l-Kur’an ve İğrabüh, Beyrut, 1988.
Zehebi, Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyeru Alami’n-Nübela,
Beyrut, 1986.
Zemahşeri, Muhammed b. Ömer, el-Keşşaf an Hakaiki Gavamizi’t-Tenzil ve
Uyuni’l-Ekavil fi Vücuhi’t-Te’vil, Kahire, 1946.
Zerkeşi, Bedrüddin, el-İcabe li İradi ma İstedrekethu Aişetü ale’s-Sahabe,
Dımeşk, 1985.
Zeydan, Abdulkerim, Haletü’d-Darure fi’ş-Şeriati’l-İslamiyye, Beyrut, 1988.
Zeyneddin Kasım el-Hanefi, Haşiye ale’l-Müsayere, İstanbul, 1979, (Müsayere
ile beraber) .
Zürkani, Muhammed, Şerhun ale’l-Muvatta, Mısır 1310.
182
ÖZET
Kahraman, Mustafa, Müslüman Kelamında Peygamberin Görevi, Doktora
Tezi, Danışman: Prof. Dr. Ahmet Akbulut, 182 s.
Bazı yönlerden aralarında fark olsa da Tanrı, Peygamber ve Ahiret inancı
dinlerin çoğunun temelini oluşturmaktadır. Bütün peygamberler aynı ilahi
prensipleri insanlara tebliğ etmişlerdir. Çeşitli sebeplerle insanlar Tevrat ve İncil
örneğinde olduğu gibi kitaplarını bozmuşlardır. Yahudiler Allah’ı sadece kendilerine
mahsus kılmışlar, Hıristiyanlar ise Allah ve peygamber hakkında yanlış inanışlara
sahip olmuşlardır. İnsanlar dinlerini Allah’ın gönderdiği dinden farklı bir din haline
dönüştürmüşlerdir. Allah tarafından korunan bozulmamış İlahi bir kitaba sahip
olmalarına rağmen Müslümanlar çeşitli nedenlerle dinin temelini oluşturan
peygamberlik hakkında yanlış anlayışlara sahip olmuşlardır. Bu yanlış anlayışların
başında Peygamberin görevi ve ona atfedilen başta itaat, mucize, üstünlük, gaybı
bilip bilmediği konuları gelmektedir. Kur’an’a bütüncül tarzda bakabilen ve Kuran’ı
hareket noktası edinen bir Müslümanın böyle yanlış bir peygamber anlayışına
ulaşması mümkün görünmemektedir. Bu tür anlayışlara varılmasının en önemli
nedeni Müslümanların hadis anlayışlarıdır. Bu anlayış zamanla diğer İslami ilimlere
de hakim olmuştur. Bunun sonucunda da Müslümanların peygamberlik anlayışları
olması gerektiğinden farklı bir hale gelmiştir.
Peygamberlerin görevi elçi olmaları nedeniyle tebliğden ibarettir. Tebliğ
görevini yerine getirirlerken hiçbir vahyi gizleme hakkına sahip değillerdir.
Peygamberler aynı zamanda diğer insanlar gibi dinin temel prensiplerine aykırı
olmamak şartıyla yeni durumlara göre kanun koyma haklarına sahiptirler.
Peygamberlik yasaları her peygamber için geçerlidir. Tüm peygamberlerin mesajı
aynıdır ve evrenseldir. Hepsi tüm insanlığa gönderilmiştir. Hepsi peygamber olma
bakımından birbirine eşittir. Birinin diğerine herhangi özel bir üstünlüğü yoktur.
Onlar Ancak Allah’ın izni ile mucize gösterebilmektedirler. Onların toplulukları
üzerinde zor kullanma ve kimseyi Allah’ın azabından koruma hakları yoktur.
ABSTRACT
Kahraman, Mustafa, The Mission of the Prophet in Islamic Theology,
Doctorate Thesis, Advisor: Prof. Dr. Ahmet Akbulut, 182 p.
Even if there are some differences in some ways, God, prophet and hereafter
makes up the basis in most religions. All the prophets have annaunced the same
principals to the mankind. Because of various reasons mankind have changed the
books as Torah and Bible. Jews have regarded God only as theirs and for christians
they have had wrong beliefs about God and Prophet. Mankind have converted the
religion rather different from the religion God had sent. Despite having an
unchanged book protected by God, because of various reasons Muslims have
wrong beliefs about the basis formation of prophethood in religion. This wrong
belief leads up with the mission of the prophet and firstly his attributed obedience,
his miracle, his superiority and his knowing the unknown subjects. There isn’t any
possibility for a muslim to misunderstand who can look at the Qur’an in a
totalitarian style and who can acquire Qur’an as a movement point. The most
important reason not to attain this belief is Muslims Hadith Understanding. This
belief have dominated into other İslamic sciences throughout time. As a result of
this the understanding of prophethood in muslims have been much different than it
should had beeen.
Prophets mission as envoy consists of communicating while announcement,
he doesn’t have the right to hide any divine inspiration. Prophets at the same time,
as mankind, have the right to launch laws in order with the basis principals of the
religion. Prophethood laws are valid to all the prophets. The message of the
prophets are the same and universal. All of them are sent to mankind. All of them
are equal as prophets. There isn’t any special superiority among themselves. They
can only show miracles with the permission of the God. They don’t have the right
both to use force on the community and protect them from Gods torment.
Download