(TDV Kadın Kollan Konferans ve Panelleri: 1996-97)

advertisement
TÜRKIYE DIYANET VAKFI YAYlNLARI /287
•
I
(TDV Kadın Kollan Konferans ve Panelleri: 1996-97)
ANKARA
1998
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU
DİN NEDİR? İNSAN İÇİN ÖNEMİ NEDİR?*
Ayşe
SUCU (TDV Kadın
Kolları Başkanı)
-
Sayın
Hocam,
Değerli
Misafirler, TDV Kadın Kollarının tertipiemiş olduğu konferansıınıza hoş geldiniz.
Bizleri yoktan var eden, yarattığı her şeyi mükemmel yaratan, ınanasız ve
lüzuınsuz iş yapınaktan ınünezzeh bulunan Yüce Mevla'ya haınd, O'nun Habibine, eviadına ve O'nu seven bütün ınü'ıninlere de selam olsun.
Yaratıcı, kainatı rahmet esası üzerine kurmuştur. Yüce Allah'ın kullarına
olan rahıneti, sevgisi, bir annenin bebeğine olan şefkatinden, rahmetinden ınu­
kayese olunamayacak kadar çoktur. Ralıman ve Rahiın olan Allah, yine rahmet
olarak gönderdiği bir peygaınberle kainatın her zerresinde var olan rahıneti, insandaki rahmetle birleştirmek istemiştir. Sürekli peygamberler göndererek mesajını yenilernesi bu gayeye ınatuftur.
İnsanoğlu gaddarlaştığı zaman çok tehlikeli varlık olabiliyor. Ama fıtratına
yerleştirilen merhameti harekete geçirmek gerekiyor.
Tevhit inancı, Allah'a iman, Ahirete iman esası, alışverişimizden komşuluk
ilişkileriınize, aile hayatımızdan çocuklarımıza olan ilgiye, sevgiye, şefkate kadar birçok alana doğrudan etki eden değerlerdir. Bu açıdan yaklaşırsak, din, o
kadar önemli bir müessesedir ki, doğru anlaşıldığı takdirde su ve hava kadar tabiidir. Yanlış anlaşıldığı zaman ise azaptır. Din nedir? İnsan için önemi nedir?
Bu konuda biraz sonra geniş bir bilgi sahibi olacağız.
Sayın hocaınızın kısa bir özgeçmişini sizlere nakledip sözlerimi noktalıyorum.
Bardakoğlu hocamız Kastamonu'nun To sya ilçesinde doğdu. 197 4 yılında
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsünden, 1975 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun oldu. 1977 yılında Kayseri Yüksek İslam Enstitüsüne İslam Hukuku asistanı olarak girdi. "İslam Hukukunda ve Modern Hukukta
İcare Akdi" konulu doktora tezini 1982'de tamamladı. Ocak 1983'de Erciyes Üniversitesi ilahiyat Fakültesi İslam Hukuku Ana Bilim dalına yardımcı doçent
olarak atandı. Şubat 1987'de anılan Fakültenin İslam Hukuku Anabilim Dalı
doçentlik kadro suna atandı. 1988-1992 yılları arasında Tefsir ve Hadis Bölüm
Başkanlığı görevlerini deruhte etti. 1991-1992 eğitim-öğretim yılında mesleki
bilgisini arttırmak, sahasında araştırınalarda bulunmak üzere İngiltere'ye gitti. Şubat 1993'de Marmara Üniversitesi ilahiyat Meslek Yüksek Okulu'nun İs­
lam Hukuku doçent kadrosuna naklen atandı. 1994 yılında İslam HukukuAnabilim Dalı Profesörlük kadrosuna atandı.
(*) 26 Eylül 1996 tarihinde TDV Kadın Kolları Genel Merkezi'nde verilen konferans.
-3-
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Saygıdeğer Hanımefendiler,
insanla birlikte var olan, insanı muhatap alan ve onu bilgilendirmeyi, yüceltmeyi ve mutlu etmeyi hedefleyen dinle, tarihin bütün devrelerinde ve bütün
toplumlarında hem evrensel ve zorunlu bir vakıa olarak hem de ferdi her yönüyle kuşatan bir disiplin olarak daima karşılaşılır. Dinin bu denli geniş ve çok yönlü oluşu onun tanımlanmasını hatta din üzerine konuşma ve yorumu da zorlaş­
tırmaktadır. Bu sebeple, bugünkü konferans ve sohbette daha çok dinin hukukla ve toplumsal hayatla ilişkisi üzerinde durmayı, bu ilişki çerçevesinde dinden
söz etmeyi arzu etmekteyim.
Dinin (burada din tabiriyle diğer semavi dinlerden çok onların saf ve nihai
şekli olan İslam dini kastedilmektedir) bireysel davranışlarımıza ve toplumsal
hayatımıza akseden veya müdahale eden yönünü tanıtabiirnek için, kaba bir şe­
killendirme ile, iç içe üç daire çizebiliriz. En içte kalan dairede dinin ana metni
olan Kur'an'ın ve onun açıklaması niteliğindeki sünnetin ferdi davranışlara, ferdi ve toplumsal hukuki hayata ilişkin açık ve kesin hükümleri yer alır. ibadetler, kefaretler, faiz yasağı, içkinin haram oluşu, bazı suçlar ve cezalar, miras hükümleri bu gruba girer. Ancak bu grubu teşkil eden dini metinlerden Kur'an
ayetleriyle Hz. Peygamber'in sözleri arasında ayırım yapmak, ferdi hayata iliş­
kin olanla toplumsal olan, etik değer taşıyanla pratik amaç taşıyanlar arasında
ayırım ve derecelendirme yapma imkanı da bulunmakla birlikte, bu hukuk felsefesi, metodolojisi, anlambilim ve yorumbilim alanlarını müştereken ilgilendi""n
,;nrrı hiv lz-1Ynn nlrlncrnnrlcın hn"l"<ırlcı olo
·~·· ~J·• ~·~ .,~··~ ~·~~,~~·~~,. ~~·~~~ ~~~ auuuca.ya.e-,:u:uu
İkinci halkayı, Kur'an ve sünnetin açık ve kesin hükümlerinin izdüşümü,
yorumu ve dolaylı olarak ilgili bulunduğu alan teşkil eder. Bu alanda, dini metinlerin lafızcı bir yorumundan ziyade, dini değer ve amaçlarla sosyal hayatın
ve kültürün ahenkli bir uyumu gözlenir. Aklın, yorumun, tecrübe birikiminin ve
bölgesel kültürün de hatırı sayılır etkinliği vardır bu alanda. Çünkü bir olayın
dini hüküm kapsamına ne derece ve hangi yönüyle girdiği hususu bakış açısına
göre değişiklik gösterebilecektir. Mesela faizin yasak olduğu Kur'an'ın açık hükmüdür. Ancak neyin faiz olduğu, hadislerdeki faiz yasağı ve örneklendirmesinin
nasıl anlaşılacağı, hangi tür kazançların ne yönden faiz yasağı kapsamında veya dışında tutulacağı, bu ikinci alanda kalan yani yorum alanında kalan bir konudur. Böyle olunca bu alandaki bir değer yargısı için dini hükme aykırılık değil, sadece, yanlış yorum, yanlış ilişkilendirme nitelendirmesi yapılabilir. İslam
hukuk kültüründeki zengin doktriner tartışmaların, farklı görüşlerin önemli bir
kısmı bu alana ait yorum ve yaklaşım farklarından ibarettir.
Üçüncü halkada, ayet ve hadislerin doğrudan ve açık olarak belirlem ediği,
onların yorum ve izdüşümü kapsamına da girmeyen, toplumların serbest hukuk
kültürüyle ve tercihiyle oluşan alan yer alır. Hemen ifade edelim, ferdi ve toplumsal hayatımızın büyük bir kısmı, dinin bizi kendi görüş, insiyatif ve kararı-4-
mızla başbaşa bıraktığı,
sadece genel planda ve çoğu dini-ahlaki karakterde ilke ve hedefler göstermekle yetindiği bu alanda yer alır.
Bu üçlü ayrım, ondört asırlık İslam geleneğini, İslam toplum ve devletlerinin asırlar süren tatbikatını ve dönemleribölgeler arasında görülen farklılıkları
anlamayı ve açıklamayı da büyük ölçüde kolaylaştırmaktadır. Çünkü dini metnin ve hükmün lafzı değişmese bile vermek istediği mesaj, anlam kapsamına
alınabilecek veya ilişkisi kurulabilecek olay ve olgular ve bu bağlamda yapılabi­
lecek yorumlar farklı kültür ortamında, farklı tecrübe birikimine ve gözlemlere
sahip toplumlarda farklılık taşıyabilecektir. Bu farklılıkları da İslam'ın değişik
veeheleri veya dinin yorumunda çelişki olarak görmek yerine diııin temel mesajı, ilke ve amaçları ile insan ve toplum gerçeği ve ihtiyaçları arasındaki uyum
olarak nitelendirmek, dinin bölgesel ve kültürel farklılıklarını kabul edip bunlarla birlikte insanların dindar olmasına fırsat veren esnek tavrı olarak görmek
daha yerinde olur.
Dinin hukuk ve toplumla ilişkisini kavramada bir başka önemli nokta da,
din, hukuk ve ahlaktan üçünün de nihai hedef olarak insanın mutluluğunu gündemine alsa da aralarında mahiyet ve alan itibariyle farklılıkların bulunduğu
gerçeğidir. Dini, bir hukuk düzeni, siyasal ve ekonomik bir teori veya model olarak görmek yanlış olduğu gibi, toplumsal düzeni ve pozitif hukuku ideolojik bir
dokunulmazlığa büründürmek de yanlış olur. Din, hukuk ve ahlak üçü de ferdin
ve toplumun mutluluğunu, bilinç ve düzeniçinde yaşamasını hedef alır. Birbirimn alternatifi ve rakibi değildir. Bunlar arasında ilke bazında söylüyorum, biri
diğerini dışlayacak, inkar edecek bir zıtlaşma ve aykırılık değil aksine biri diğe­
rine destek verecek bir ahenk söz konusudur. Nitekim dinin, ferdin sorumluluk
duygusu ve ahlaki yetkinlik kazanması, toplumsal huzur ve barışı oluşturma,
kamu düzenini ihlal eden olumsuz davranışlara karşı değişik aşamalarda bir dizi önlem getirme konularında vazgeçilemez bir olumlu katkısının bulunduğu,
adeta iyi bir ahlak anlayışının ve hukuk düzeniııin kurulmasına en uygun zemini dinin hazırladığı bu itibarla da hukukun ve ahiakın dinle dayanışma içinde
olması gerektiği açıktır. Din açısından hukukun ve ahiakın önemi konusunda da
benzeri şeyler söylenebilir. Ortada çatışma varsa veya var gösteriliyorsa ya dini
anlamada ve tanımlamada, ahlaki olanla olmayanı ayırınada makul ve bilimsel
çizginin terkedilip aşırılığın ve duygusallığın hakim olması ya da pozitif hukukun sadece subjektif ve izafı bir değer ölçüsü olduğu gerçeğini göz ardı etme sebebiyledir. Gerçekten de hukukun kendini yenileyebilmesi, daha iyi ve adil olanı yakalayabilmesi, kamu düzenini daha iyi koruyup beşeri ilişkilerde daha etkin olabilmesi için dinin aynı yöndeki ilke, telkin ve yönlendirmelerine ihtiyacı
vardır. Din de ancak beşeri ilişkilerde açıklık ve güven ortamının, toplumda hukuk düzeni ve barışının kurulabildiği dönemlerde, temel hak ve özgürlüklerin
sağlandığı ve korunduğu toplumlarda daha iyi anlaşılabilir ve yaşanabilir. Bu
itibarla dindarların da, içinde bulundukları hukuk düzeninin ve hukuki güven-5-
eelerin kıymetini bilip prosedüre! meşruiyet içinde insanları iyi-doğru ve güzele
yöneltmeleri gerekir.
Ancak, özellikle dinin zaman zaman aşırılıkların, toplumsal düzene ve vakıalara karşı tepkilerin, sosyalıslahat projelerinin, iktidar veya muhalefet arzularının, hatta siyasi kavga ve hesaplaşmanın muharrik gücü, sığınağı veya
aleti olarak algılanması veya gösterilmesi de özellikle Orta Doğu ülkelerinde
sıklıkla karşılaşılan bir durumdur. Burada diğer birçok sebebin yanısıra dinin
hukukla olan alan ayırımının veya içiçeliğinin derecesinin iyi belirlenmeyişi, dini olanla olmayanın birlikte ve düzensiz bir biçimde ele alınması, hasılı dini anlama ve aniatmada bilimsellikten, sağduyudan, metodolojiden uzak olmadır. Bu
olmayınca toplumda din adına yükselen sesler ve talepler de dine karşı gösterilen tepkiler de anlamsızlaşıyor, uzlaştırılamıyor, aksine toplumda sosyal ve siyasal gerileme, fertlerde ruhi sarsıntılara, aşırılıklara veya vurdumduymazlığa
yol açabiliyor. İslam toplumlarında siyasal ve sosyal düzen anlayışlarının, ekonomik model tartışmalarının, hatta en sıradan mesleki organizasyon ve gelir
paylaşımı tartışmasının bir çırpıda ve alelacele din temeline oturtulabilmesi ve
dinin saygınlığından kutsallığından azami ölçüde yararlanmanın onu istismar
pahasına da olsa arzu edilmesi, dinin, hukuk, siyaset ve ekonomiyle, fert ve toplumla ilişkisinin bilinçli olarak belirsiz halde tutulmasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla, dinin fert ve toplum için öneminden, kendi kendimizle barışık
yaşamamıza, toplumsal huzur, düzen ve barışı kurabilmede dinin katkısından
söz ederken, hem dini kültürün kendi içindeki katmanlarını hem dedinin alanını, ilişkili bulunduğu diğer disiplinlerle alan ayırımını iyi belirlemek gerekmektedir.
Din hayatımızı başlangıç ve sonuyla, amaç ve yönüyle genel olarak aydınla­
tır, anlamlandırır. Temel ilkeleri ve o ilkelere sahip çıkma bilincini verir. "Din
hayatı toptan ele alır, bir açıdan her konuyu aydınlatır" derken, her konuyu ayrıntılı şekilde düzenler anlamında söylemiyorum. Elbette, dinin, Kur'an ve sünnetin düzenlediği, önerdiği alan vardır; insaııların kendi seçim ve görüşlerine
bıraktığı geniş bir alan vardır. Mesela, tevhit inancı, bir Allah'a iman, ahirete
iman esası, bu, bütün ilişkilerimize renk veren bir değerdir. En basit ilişkilere,
alışverişimize, komşuluk ilişkilerimize, aile hayatımıza, çocuklarımıza olan ilgiye, sevgiye, şefkate, birçok alana doğrudan etki eden bir değerdir. Bu anlamda
din, bütüncül yaklaşıma sahiptir, hayatımıza aıılam katar, yön verir. Yoksa, siz
de biliyorsunuz, şimdi de onu anlatmaya çalıştım; din, insan hayatının her safhasına, her yönüne detaylı şekilde müdahale etmez.
Kurallar yığını, hukuk kültürümüzün mahsulüdür. Bizim, kendi geleneği­
mizin, toplumumuzun mahsulüdür ve iyi olma şansları epey yüksektir; çünkü
kendi değerlerimizdir. Ama, bunun dinden ayrı ele alınması, dini değer olarak
algılanmaması gerekir.
-6-
İşte, böyle olunca, dinin hem mahiyeti, hem değeri burada kendiliğinden ortaya çıkıyor. Din, beşeri hayatımızı, ferdi hayatımızı düzene koyduğu veya bize
bunun irade ve bilincini verdiği gibi toplumsal hayatın huzur ve düzen içinde
geçmesine de zemin hazırlar, ama garanti etmez. Onu insanlar kendi çaba ve
emekleriyle başaracaklardır. Din bu başarıyı sağlayacak motivasyonu, ruh ve
bilinç diriliğini verir. Varlık ve değerler arasındaki önem ve öncelik sıralaması­
nı kavratır. Din tanıınıyla bu dünyaya gelen bir insan, bir ağacın gölgesinde gölgelenrnek için oturan kimse gibidir. Mesela bir yolcuyu düşünün, bir yolcu, ağa­
cın gögesinde ne kadar oturursa, insan da dünyada o kadar oyalanır. İnsanın
asıl hayatı, geldiği ve gideceği hayatdır. Bu bağlaında din, o ağacın gölgesinde
otururken kimseye zarar vermeden, hakka, hukuka riayet ederek oturması o kı­
sa süreyi de rahat bir şekilde, geri kalan hayatını da riske etmeyecek şekilde düzenleyecek birtakım kurallar koymuştur. Din, bu açıdan ferdi hayatımızcia son
derece önemlidir. Ama benim burada asıl vurgulamak istediğim, diııin toplumsal hayatıınızda, hukuk hayatımızcia da fevkalade önemli olduğudur. Biz, iyi algılayabilir, dini iyi tanıınlayabilir, iyi okuyabilir ve beşeri olanla kutsal olanı, Allah'ın, Peygamber'in önerdiği ile daha sonra onun yorumu, kültür olarak ortaya
çıkmış müdahaleleri birbirinden ayırımrak dini iyi tanıyabilirsek, hukuk hayatımız, hukuki ilişkileriıniz, mahkemelerdeki davalarıınız, komşulada olan iliş­
kileriıniz, milletin devletle olan sürtüşınesi, güvensizliği, karşılıklı kuşkulan­
ınalar en aza inecektir. Buna eıniııiın.
Burada, ayrıca temas etmeye önem verdiğim bir husus var. O da, bu bağ­
lamda, dini meşruiyet ıneselesidir. Dine uygun olan şey nedir? Ne dine uygundur? Bir şeyin dine uygun görülmesi ne anlam taşır?
Dine uygunluk, dini ınetinlerde, Kur'an ve sünnette onun uygun olduğu
şeklinde bir beyanın olmasını gerektirmez. Bu, altı çizilmesi gereken bir öneın­
li yaklaşıındır. Yani, bir şeyin İslaın'a, diniınize uygun olduğunu tanımak, kavramak, anlamak için, Kur'an'da veya sünnette onun uygun, doğru olduğunu
görmemiz şart değildir. Dine uygunluğun ölçüsü, meşruiyetİn ölçüsü, Kur'an ve
sünnetin, Peygamberin ve vahyin koyduğu bir ilkeyi, bir yasağı ihlal etıneınesi­
dir. Dinde, ilke olarak yasaklar ve sınırlamalar bildirilir. Bir de-ferdi hayatın sabiteleri olan ibadetler. Yoksa, dinde, 24 saatini düzenleyen, bütün hayatını düzenleyen kurallar bildirilmez. Sadece, ne yapınaman gerektiği belirlenir. N e
yapmaınan gerektiği de, insan aklının kendiliğinden genelde ulaşacağı şeyler­
dir. Zaten din, aklıselim sahibi insana çok şey vermez. Dikkat ederseniz, din,
asıl, aklıseliıniııi, ölçüsünü biraz yitirmiş duygusallığa kapılınış, bedeni zevklerini tatmine dalmış insana daha çok şey verir, daha çok karışır. Bir bakıma hukuk düzeııi ve hukuk kuralları da böyledir. Yolunda giden insana mahkeme bir
şey yapar mı? Hayatında hiç mahkemenin kapısından içeri girmeyen, hakim ve
avukatla karşı karşıya gelmeyen insan vardır. Her şey yolunda giderse, problemsiz, kavgasız, ııizasız bir çizgide yürürse insan çok ciddi problem olmaz. Ay-
-7-
nı şekilde, aklıselimle, fıtratla barışık
olarak yaşayan insanın da, dinle fazla
olmaz. Ama, sapmalar başlamışsa, toplumun kültürü sebebiyle, kendi
bencilliği sebebiyle, dünya hırsı sebebiyle, şu sebeple, bu sebeple sapmalar, birtakım barbarca mücadeleler ve yönelişler başlamışsa, o zaman din orada müdahale eder, karışır, yapma der. Dinin yasaklan böyle bir anlam taşır.
Özetle ifade etmek gerekirse, dinin kuralları genellikle yasaklar şeklinde­
dir, ölçüler şeklindedir. Yoksa, insanın ne yapması gerektiğini saymak, dinin bile haddinde değildir, vüsatinde değildir. Bu sayınakla bitmez.
O halde, biz, meşruiyeti ve dine uygunluğu böyle algılamalıyız. Yani, dinin,
Kur'an ve sünnetin koyduğu bir yasağı ihlal etmemek. Yasaklarm ihlal edilmediği her alan, dine göre uygun alandır. O halde, dine uygun hayat tarzı, dine uygun toplum tarzı, dine uygun siyasal düzen, dine uygun kanun tek tip değildir.
Yani, bir ekonomik sistem, bir model, bir şirketleşme şekli, bir siyasal sistem,
bir kanuniaştırma şekli dine uygun olması için, dinin kurallarına aykırı düşme­
mesi yeter. Yoksa, hakkında bir açıklayıcı hükmün olması gerekmez. Bu bağ­
lamda ifade etmek gerekirse İslami düzen, İslami ekonomik sistem gibi ifadeler
isabetsiz, abartılı ve tekelci bir yakmımdır. İnsanları yanlış bir din anlayışına
sevkedeceği, din adına kavgaya ve gerilime yol açacağı için tehlikelidir de. Bu
yaklaşım sonucudur ki, birden fazla şey, birbirine zıt görünen iki ayrı şey bile
dine uygun olabilir, dinle çatışmadığı, dinin kurallarını ihlal etmediği sürece
birbiriyle çatışan iki hayat tarzı, birbiriyle çatışan iki siyasal rejim, birbiriyle
çatışan iki
hukuk
Çünkü, dinin burada önem verdiği, şekilden ziyade o işin mahiyetidir, yönüdür.
Hukuk, kabaca nitelendirmek ve karşılaştırma yapmak gerekirse, normatİf
bir ilimdir, şekille uğraşan bir bilimdir. Din ise, mahiyetle, özle uğraşan bir değer. O halde, meşruiyetİn dine uygunluğunun, çok önemli bir ölçüsünü yakalamak zorundayız. Kişilerin, dine uygun görmeme hakkı da ancak bu sınırlar içerisinde vardır. Yani, onun kendi zevkine, kendi geleneğine, kendi anlayışına uygun olması, dine uygunluk için yetmez. Ama, birçok insana rastlarsmız, ancak
kendi bilgisi, kültürü çerçevesinde dine uygunluğu algılar, düşünür, varsayar.
Halbuki, o çizginin dışında başka çizgiler de var olabilir, var olmalıdır. Şöyle
söyleyeyim size, İslam dini, en göçebe hayatı yaşayan, kabile hayatı yaşayan Afrika toplumu için de dindir, bilgisayar çağını yaşayan XX. Yüzyıl toplumu için
de bir dindir, bir değerdir. İkisi için de uygunluk ve meşruiyet getirmek zorundadır. Her iki toplum tarzı da, şehirleşmiş toplum da, köy hayatı yaşayan toplum da, çekirdek aile de geniş aile de, dindar olabilirler, alabilmelidir. İslami hayat tarzı diyerek her toplumu kendi kültürümüzün ürünü bir model ve kıskacın
içine sıkıştıramayız. Böyle bir tanımlamaya gidersek, biz, sadece, duygularımı­
zın, geleneklerimizin, kültürümüzün tesiri altında böylece bir yargıya varmış
oluruz. Bu da, üzerinde durulması gereken önemli bir kavram.
kavgası
-8-
Bu itibarla da biz, caiz kavramını, daima dini bağlaında düşünmemeliyiz.
Çok duyarsınız, bu dinen caizdir, değildir şeklinde hükümleri, peşin yargıları.
Caiz, bazen, dinin bir kuralını açıklar, bazen de kişinin kendi kendine uygun görüp görmeme yorumunu içerir. Hukukun, ahlakın ve dinin, şeriatın, yorumun
ve kültürün birbiriyle ilişkileri konusunda, yapabileceğiıniz her tanım, atabileceğiıniz her adım İslam Dinini sağlıklı bir şekilde tanımamız için, bir basamak
olabilir. Daha fazla anlatmaya lüzuın yok.
Ben, bu söyledikleriınle dinin tanım, önem ve işlevi konusunda sizleri bilgilendirebildiınse, bu konuda katkıda bulunabildiyseın, kendimi mutlu addederiın.
Bu konuda anlaşılınayan veya farklı düşünülen konular varsa, onları da
karşılıklı görüşmekten ayrıca haz duyarıın.
SORULAR VE CEVAPLAR
Sorulara başlamadan bir şey ilave edeyim. İmam Malik denen büyük bir
mezhep kurucusu var. Kendisi Medine'de yaşamış Hicri II. Yüzyılda. Afrika'dan
büyük problemleri olan şahıslar gelip, bir şeyler sormak isterlerıniş. Büyük hukukçu da, bilmiyorum derıniş. Tabii uzak yoldan binbir zahınetle gelen bu şahıs­
lar buna çok sitem ederlerlerıniş. Dermiş ki "bir kişinin bilmiyorum demesi de,
önemli bir ıneziyettir." Öyle zannediyorum ki, soracağınız soruların bir kısmını
bilmernek benim için büyük bir ıneziyet olabilir.
Soru - Dinde yasaklarıınız çok fazla var. Öğrendikçe yasaklar azalıyor veveya hayata çok güzel uyguluyoruz.
Hepimizin kafasında var. Kur'an-ı Kerim'in indiği zamanın ve mekanın,
ekonomik durumun, sosyal etkinliklerin o yasaklarda etkisi ne kadardır? Oradaki o yasak günümüzde de, ilim müsaade ettiği müddetçe ... İliın demiştir ki, o
yasağı dikkate alın .... Biz bunu böylece anlıyoruz. Ama, hayır, o oranın iklimi gereği idi, hayır o... Bilemiyorum ne kadar sahihtir, şöyle bir hadis kafaında: Peygamber Efendimiz bir topluluğa girer, ayağındaki ayakkabılarını çıkarır, arkasmdan gelen kişiler de ayakkabılarını çıkarır. Ben bilemiyorum sahih mi, değil
mi, Diyanet Takviminin arkasında okuduın. Döner der ki: "Niye çıkardınız
ayakkabılarınızı?" Derler ki: "Ya Resulullah, siz çıkardınız, onun için biz de çı­
kardık." Resuluilah "benim ayağıını sıkıyor, sizin de sıkıyor mu?" diye ifade buyurur. Diyanet Takviminin arkasında okuduın.
ya
yuınuşuyor
-9-
Şimdi Kur'an-ı Kerim'deki yasaklar meselesini sormak istiyorum. Aklını
düzgün kullanan kişinin Kur'an-ı Kerim'le kavgası olmaz dediniz. Nasıl bulacağız Kur'an'ın indiği zamanki yasakla bugünkü yasağı nasıl telif edeceğiz?
Teşekkür ederim.
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Bu konu, özellikle günümüzde ciddi boyutta tartışılmaya başlandı. Kur'an'ın tarihselliği ... Bu konuda kesin genellernelere gitmek yanlış. Kur'an'ı ve Peygamberi ikisini bir arada ele almak lazım. Peygamber'in açıklamalarındaki sosyal olgu, biraz daha belirgin olabilir. Sizin buyurduğunuz olay, hadis kitaplarına geçmiştir. Zaten, o olayın, belli şartların sonucu bir davranış olduğu bellidir. Bu itibarla, dini bilgileri anlamada metodoloji problemi, 2 nci Asırdan itibaren, İslam toplumlarında tartışılmıştır. Usulü Fı­
kıh deriz bizim literatürde buna; yani, İslam Hukuk Metodolojisi veya felsefesi.
Şöyle açıklayayım size: Dini bilgileri günümüze aktarma metodu. Bugün ondan
bahsettik sizlere. Yani, kuralda gördüğümüz, Peygamberimizin hadislerinde
gördüğümüz bir ilkeyi nasıl algılamalıyız, nasıl yorumlamalıyız. Daha doğrusu
metodoloji daha çok, bir ilkeyi hangi açıdan nasıl yorumlamalıyız çabasıdır.
Hanımefendi, siz de takdir edersiniz ki, Hazreti Peygamber, bir dönemde,
bir toplumun içerisinde yaşamış ve bir kültürün tesiri altında kalmıştır. Bu doğ­
rudur. Ancak, Hazret-i Peygamber de, onun gönderen Allah da, onun son Peygamber olduğunu ve kıyamete kadar birtakım ilkeler koyacağım da biliyor. O
halde, iki şeyi birlikte görmemiz ve birini diğerine feda etmememiz gerekir. Zaten ilim, bilimsel yaklaşım, dengeden ibarettir, dengeyi kurabilmektir.
Şimdi, şöyle bir yaklaşım sergilersek, dersek ki "O gün insanlar böyle düşü­
nüyordu, zamanları vardı, vakitleri vardı, Peygamber onlara namaz dedi, oruç
dedi, zekat dedi ... O gün için... Her dini kuralın, o günkü şartlada izahı yapıla­
bilir. Ancak, o zaman, biz, biraz önce olduğumuz dairenin içerisinden dini hükümleri boşaltmış oluruz. Yani, hepsini tek tek dışarı çıkardığımız zaman, geriye ne kalır? Geriye sadece-ibadetler de böyle bir yoruma tabi tıitulursa- Allah'a
inanma, ahirete inanma ve adalet, sevgi, hoşgörü gibi birtakım temel ahlaki, insani değerler kalır. Bunların da çok genel ve sosyal kavramlar olması sebebiyle
bireysel ve toplumsal hayatımızı iyileştirme çabamıza çok sınırlı katkısı olur.
Burada, şu problem var Din, ilahi inayettir; yani, insanlara doğru yolu, doğru
çizgiyi göstermek ve insanın elinden tutmak için gönderilmiştir. Varsayalım, düşünelim, Allah Kur'an'da, sadece deseydi ki "adaletten ayrılmayın, kalbinizi temiz tutun, doğruluk iyidir, hoşgörülü davranın." Bizim için yeterli olacak mıy­
dı? Biz, sadece, çok entellektüel seviyede olayı algılayamayız. Bir fılozofa sorarsan, bunlar yeterli; ama, bütün insanlar o seviyede, o entellektüel kavrayışta ve
seviyede insanlar değiller ki. Bunlar yetmez. Niye yetmez; çünkü, her insanın,
bu ilkeleri, değerleri algılama biçimi farklı olacaktır. Öte yandan değerlerin içini doldurmayı tamamıyle bireylere bırakmak da doğru olınaz. Dünyada, ben artık adaletten usandım, zulüm uygulayacağım diyen hiçbir devlet bulamazsınız,
-10-
hiçbir yönetici, kral bulamazsınız. Hiç bir yönetici ben halkıma çok zulmettim
demez, herkes, adaleti uyguladığını zanneder. Ancak bu, gerçek ve ideal adalet
değil... subjektif adalettir. O halde, din akılla çatışmaz, aklın açık ilkeleriyle ve
evrensel kurahyla çatışmaz. Ancak buradaki akıl, bizim tecrüb1 aklımız, pratik
aklımız, Ahmedin, Mehmedin, Ayşenin, Fatmanın kendi çeşitli kesimlerden alarak belli bir kıvama gelmiş aklı değil. Çünkü, öyle olursa, o zaman din ile aklı
biz özdeş hale getirme hatasına gireriz.
Bizim İslam literatürü, İslam kültürü, hakikaten çok müsamahalı bir kültür. Bu tip tartışmaların hepsi, ilk dönemlerden itibaren olmuş. Yani, hiçbir tartışma yeni değil. Fakat, o ilkelerin, o değerlerin, yüce değerlerin biraz işe yarayabilmesi için, bize yol göstermesi, birkaç adım önümüzde gitl}'lesi lazım.
Size bir ilkeden söz edeyim, faiz ilkesi. Kur'an'ın iki ayrı ilkesi vardır: Biri,
genel ilke olarak, haksızlık etmeyin, birbirinizin malını haksızlıkla yemeyin.
İkincisi, faiz haramdır. Kur'an veyaAllah şöyle düşünebilirdi, derdi ki "ben haksızlık etmeyin" derim insanlara, insanlar düşünürler, bu faiz sebebiyle birbirimize haksızlık ediyoruz diye bunu bırakırlar." Veya, içki. Diyebilirdi ki "doğru
yoldan gidin, eğri yola sapmayın, birbirinizi incitmeyin, haksızlığa yol açmayın." Bunu duyan insan, bu kelimelere muhatap olan insan, içki İçınemesi gerektiğni kavrayabilir mi; kaç kişi kavrayabilir, çok az insan kavrayabilir. O halde, ilkelerin, çok yukarıda, genel hukuk ilkeleri, genel tabii ve akli ilkeler, değerler şeklinde bırakılması, dinin insana yardımcı olma fonksiyonunu sıfırlar.
Bu sebeple, Kur'an'da ve Peygamber'in sünnetinde temel kriterler, kurallar, kaideler konmuştur ve onların çoğu zaman içieri de doldurulmuştur, örneklendirme tarzında da olsa. Dinin, din olabilmesi için, birtakım sabit kurallarının, çizgilerinin olması lazım. Ancak, onlar sabit olursa, onun üzerine bina kurabilirsiniz. Yani, bir binanın betonarınesi gibi veya bir masanın dört ayağı gibi. onları
sağlam tutabilirseniz, diğer değerleri ve ayrıntıları üzerine kurabilirsiniz. Ama,
onları da insan aklına, insan değerine, insan kültürüne bırakırsanız, bu sefer,
çok farklı hayat tarzları, değerlendirmeler, din ile uzlaşmaya başlar, bu sefer ortada dinininsanoğluna verebileceği mesaj, olumlu katkı ve yardım kalmaz.
Bu itibarla, sizin o tespitiniz gayet yerindedir. Yani, Peygamberin açıklama­
larında, o günkü toplumun etkisi, sosyal çevre faktörü vardır; ancak, bunu
abartmak, genellernek yanlıştır, böyle bir yaklaşımı reddetmek veya küçümsemek de yanlıştır, Peygamber'in bütün açıklamalarını, Kur'an'ın bütün açıkla­
malarını olduğu gibi yani söylendiği şekliyle yorumsuz olarak anlamak da yanlıştır. Hukuk metodolojisi ilmi de, bu tip naslan, dini metinleri iki türlü ele alır:
Birileri Peygamber, o günkü toplumun bir üyesi olarak böyle demiştir diye algı­
lar, algılanması gerekenleri. Peygamberin bazı dedikleri vardır, bazı da demek
istedikleri, onlarda da söyleneni değil söylenmek istenen amacı araştırır.
Tekrar faiz konusuna dönmek istiyorum. Başlangıçta yaptığım ayırımlar bu
konuda hakikaten önemli bir yaklaşım veriyor. Faizin dinde haram olduğu ke-ll-
sindir; ancak, neyin faiz olduğu konusu, İslam bilginlerinin, o olayla faiz yasağı
arasındaki bağlantıyı kurmasına bağlıdır. Bu itibarla, iki şahıstan birisi, Ayşe
Hanım, bu faizdir, haramdır diyebilir; ben de, yok faiz değildir, helaldır diyebilirim. Bu, şöyle algılanamaz: Bu, Ayşe Hanım'ın haram kıldığmı ben helal görüyorum değil. Ayşe Hanım, onu, Kur'an'daki faiz yasağının kapsamında düşünü­
yor ben ise kapsam dışı görüyorum demektir. Bu itibarla, sizin açınızdan çözüm,
bir bilene konuyu sorup onun görüşüyle amel etmektir. Yani, konuyu, sizin yeni baştan ele alıp, o konuda yorum yapacak bir derinliğe ulaşmanız, takdir edersiniz, epey zor. Öte yandan, faiz konusunda toplumda farklı görüşler, farklı temayüller varsa, o bilin ki, diiıin algılanması, yorumlanması açısından farklılık­
tır. Yoksa, dinin aslında farklı kuralları olduğu için değil.
Örtünme konusuna gelince, Kur' an' da, şekil yoktur; ama, örtünme, bir düstur olarak vaz edilmiştir. Örtünün rengi, şekli, biraz Peygamber sünnetiyle, biraz da geleneklerle alakahdır.
Medyumluğa gelince, medyumluk işi -inşallah kırılmazsmız bana- dinle, diyanetle hiç ilgisi olmayan bir konudur. Ama, maalesef, din! bilgilenmedeki eksikliklerimiz, dindeki eksikliklerimizin bizi tatmin etmeyişi ve biraz da bizim
kusurumuz, dini anlatmakta ihmalkar davranışımız biz İlahiyatçıların, din bilginlerinin, bu işle uğraşanların, diyanetin, bu konudaki eksikliği, açık alan bı­
rakması, değişik şahısların din adına meydana çıkmasına, din adına ticaret
yapmasına imkanı veriyor. Bunun, dinle, diyanetle, inançla hiç ilgisi yok. Hele
Soru -Efendim, ben, faiz konusunda bir ilave yapayım müsaade ederseniz.
Bazı bankalar iyi faiz veriyormuş, işte senin paran iyi arttı falan diyoruz.
Bana verdikleri cevap, hayır bu faiz değil, Türk parasını enflasyon karşısında
koruma, biz bunu faiz olarak almıyoruz; hatta, enflasyomm da altmda kalıyor.
Onun için konu, huyurduğunuz gibi, tamamen yoruma bağlı. Bir yerde de haklılar, gerçekten, Türk Parasının değerini enflasyon karşısında koruma oluyor.
Ama bunu, ister dolarla koruyun, ister faizle koruyun, koruyorsunuz. Ama, hani aklın yolu bir. Tefecilik kabul edilemeyecek bir şey; ama, mademki bankalar
veriyor, o zaman faize de yer var gibi ...
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Bir açıklama yapayım.
Burada şu nokta ortaya çıkıyor: Bir insan, parasının değerini korumak için
başka çaresi yok da bankaya koymuş ise bu durum farklıdır. Enflasyon oranı altında kalanın faiz olup olmadığı farklıdır. Sadece resmi faiz oranının üstündeki
tefeciliğin faiz sayılması ise çok daha farklı bir yaklaşım islam bilginlerinden bir
kısmı, paranın değerini koruyucu tedbirlerin faiz olmadığı görüşündedir. Yani,
reel değerde artış faizdir yaklaşımı ortaya çıkar. Ancak bu çözüm örneğinin bir
sakıncası ortaya çıkar; o da faizi biz, dolaylı yoldan yaşatmış oluruz.
-12-
Enflasyonun bir kaynağının faiz olduğunu biliyorsunuz. Enflasyonun kaynağı faiz olunca, enflasyon oranı kadarına da faiz demeyince, bir fasit daire ortaya çıkmış olmuyor mu?
Şunu da düşünmemiz lazım: Lütfen, ona da zihninizde bir yer ayırın. İslam
Dini, faizi yasaklarken, herhalde birtakım temel prensipleri, hedefleri gözetmiş
olmalıdır. Aslında, buradaki temel espri şudur: İnsanların birbirini sömürmesini, paranın oturduğu yerden para kazanmasını, rant sınıfının oluşmasını önlemek istemiştir. İnsanları emekleriyle kazansınlar denilmiş. Ama, sermayenin
emeği yuttuğu, insan alınterini yuttuğu, insan onurunu yuttuğu bir toplumda,
elinde üç kuruş parası olan insan için de, çok katı kurallar koymak insafsızlık
olur. Yani, o insanın da parasının değerini koruyabilmesi lazım. Paranın değe­
rini koruyucu tedbirler alması, niyet itibariyle faiz değildir. Sonuç itibariyle faiz olup olmadığı da tartışmalıdır, Ama, parasının değerini koruyucu değil de -buna dikkat edin- faiz kazancıyla sistemi besleyen davranışlar, sonuçta reel faiz olsun veya olmasın, yanlış davranışlardır. Neye benzer: Kötülük yapmak istiyorsunuz; ama, eliniz ulaşmıyor. Onun gibi. Din açısından, insanın davranışlarının
mahiyeti, derinliği önemlidir. Siz, Allah'ın faiz yasağını benimsediniz, uydunuz,
kabul ettiniz, paranızı da korumak istiyorsunuz. Bu insanın konumu farklıdır.
Bir de, artık bugün faiz yasak olmamalı, onun için paramı faize verebilirim demek farklıdır. Aynı davranış, dıştan bakıldığında birbirine benzeyen iki davranış, farklı açılardan, dine uygun veya dine aykırı bir mahiyet alabilir.
Soru -Bankaya koyduğumuz para, .. devlet vergisini alıyor... konuya biraz
daha farklı bakılamaz mı?
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Günümüzde ağırlık kazanan yaklaşım, paranın değerini koruyucu tedbirler, yani enflasyona karşı paranın aşınmasını koruyucu tedbirlerin hepsi faiz kapsamında değerlendirilmemesi yönündedir.
Soru - Koruyucu değil de, başka çare olmadığından ...
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Onu söylüyorum. Yani, paranın değerinin
korunmasından ne kastedilir: Banka faizi genelde enflasyonun altındadır. Bankaya para yatıran gerçekte faiz aldığını zanneder, fakat yanılır. Bu kimselerin
hiçbir zaman paraları para kazanmaz, paraları erimeye karşı korunamaz.
Soru- Veya, yaşantıya bir katkıda bulunuyor o gün için ...
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Öyle zanneder; zaten Kur'an'ın da bir ilkesi var, faizle uğraşanlar zarar ederler. İki türlü zarar düşünülebilir: Bir, kendi hayatlarında, dini kutsallık açısından bir suçluluk içerisine girerler. Bir de,
hakikaten zararları vardır; yani paraları erir. Buna rağmen, çok katı şeyler söylemedim dikkat ederseniz. Paranın değerini koruyucu tedbirlere yönelmek
-13-
mümkün olabilir başka çaresi olmayan için. Ama, mümkün olduğu kadar alternatifleri çağaltmak durumundayız. Yani, ideolojik anlamda söylemiyorum bunları paranın tek üretim gücü, tek değer gücü olmasını önleyici ve insanların baş­
ka değerlerin de önemli hal almasım sağlayıcı bir sistem, bir hayat tarzı, bir
ekonomik sistem kurmamız gerekir.
bir faiz kazanılıyorsa, o ters geliyor. Bir de
efendim şunu soracaktım: Dediniz ki, hukuk, ahlak, din ortak paydada mütalaa
edilmesi gereken üç unsur. Günümüzde, ya hukuk devleti oluyor, ya din devleti
oluyor, bunu birleştiremiyoruz. Mesela, mahkernelerde, yernin ettiğiniz zaman,
namusum ve şerefim üzerine doğru söyleyeceğime yernin ederim diyorsunuz.
Halbuki, orada bir Kur'an yok ki, elinizi koyup da yernin edebilesiniz. Sizin söylediniz gibi, din hiç devreye girmiyor. Ama, mesela, Amerika' da, Senato'nun açıl­
dığı gün, bakıyorsunuz, bir gün Şamanizm'den bir din sorumlusu geliyor ve kendi dinine göre dua ediyor, o gün senatoyu açıyor. Bir başka gün, bir Yahudi geliyor, kendi dinine göre dua ediyor, Tevrat'ı getiriyor, ona göre açıyor. Bir gün bir
Müslüman -son yıllarda Müslüman da konuldu, eskiden yoktu- o da Kur'an-ı
Kerim'e göre dua edip Senatoyu açıyor. Ama, bizim ülkemizde, böyle bir şey yaptığınız zaman, yer yerinden oynar.
Söylediğiniz gibi, hukuk, ahlak ve din yahut da yanlış algılanıyor, tamamen
hemen yobazlığa yönelecek tarzda bir yönlendirme oluyor. Peki, sizin şu söylediğiniz ortak paydada nasıl toplayabiliriz bunları ve topluyor muyuz ülkemizde?
Soru - Sonuç olarak, ahlak
dışı
Dr. Ali BARDAKOGLU- Müsaade ederseniz, önce din devletinden
birkaç cümleyle söz edelim. İslam kültüründe, hiçbir zaman din devleti tabiri
yoktur ve İslam'da teokrasi de yoktur. Ne demek teokrasi; yönetenlerin, din adı­
na toplumu yönetmesine İslam şiddetle karşıdır ve Hazret-i Peygamber dahil,
halifeler, Hazret-i Ebubekir, Ömer, Osman, Ali, hiçbirisi, toplumu din adına yönetmemiştir.
Din adına yönetmek ne demek; Tanrı böyle istiyor, ben onun elçisiyim, ben
onun yetkilisiyim, bunun başka alternatifi olmaz demektir. Bu, tamamen despotizmdir. Diğer yandan hukukun da, şekli olmaktan çıkıp, biraz törelere, ahlaka,
toplumun derinliklerine doğru nüfuz etmesi gerekir.
Soru- Hocam, ben
şu konuşmalarınızdan cevabıını aldım;
ama, sizin tekda buna çok yakın,
rar teyidinizi istiyorum. Şöyle ki, arkadaşlarımın soruları
belki aynı soru içinde.
O günün koşulları böyleydi, aslı değişmeden, binamızın betonarme direkleri oymamadan, çatı aynı kalarak bugünün medeni dünyasına, kültür seviyesi
yüksek dünyasına, dinimizi daha esnek, daha güzel anlatabilmek açısından, Diyanetimiz, din adamlarımız, bilim adamlarımız, modernizeye doğru bir çalışma,
-14-
insanlarımızın anlayacağı bir şekilde, kalıplar bozulmadan, ana kurallar bozulmadan ... Böyle bir çalışınanız var mı? Yahut da, ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Bir örnek vereyim. Hıristiyanlık geldiğin­
de, Hazret-i İsa, bu dini yaymakta zorlandı. Havarileri, bu dini değişik kesimlere farklı kültür ve gelenekleri olan toplurnlara yayabilmek için hıristiyanlığın
kutsal öğretisinden fedakarlıklarda bulundular. Mesela, domuz eti yiyen toplurnlara dini yayabilmek için "domuz yiyebilirsiniz. Ağızdan giren değil, ağızdan
çıkan insanı kirletir". "Ağızdan çıkan, yani kötü söz, küfür, ayıp, günah insanı
kirletir. Çarşıda alınan satılan her şeyi yiyebilirsiniz" dediler. Meryem Ana,
Hazret-i İsa'nın annesidir ve bir kuldur, beşerdir. Bu Kur'an'da da ısrarla söylenir; ama, Tanrıça Ana inancına sahip olan toplurnlara Hıristiyanlığı daha kabul edilebilir gösterebilmek için, Meryem Ana'yı bir Tanrıça gibi sundular. Onlar da bu telkini çok kolay algıladılar, bizim tabiatımıza, kültürüroüze uygun dediler. Kilisenin elinde para birikti ki -İncil'in aslında faiz yasak olduğu halde- faiz de paranın emeğidir diyerek faiz yasağına kapı araladılar. Böylece dinin aslında önemli bir tahrifata yol açtılar.
Şunu söylemek istiyorum: Ölçüyü koruyamazsak, insanlara dini yanlış anlatırız. Bunları sizi eleştirrnek için söylemiyorum. Siz, gayet iyi şeyler söylediniz. Sırfinsanlara dini hoş gösterebilmek için dinden fedakarlık edilmez. Ne yapılır: Dini doğru anlatmak. Dinin tabiatında zaten hoşgörü olduğu için, bu metod yeterli olur, din kendiliğinden yeter. Yani, biz İslam'ı, Diyanet'in de, din
adamlarının da, dini, biraz esnek gösterme, modernize etme gibi bir temayül
içinde olduğunu zannetmiyorum. Böyle bir şey yok. Ancak, bir kısmı, asırlar süren gelenekleri, hayat biçimini ve telakkileri bir bütün olarak sunuyor ve hepsini din olarak algılanmasına zemin hazırlıyor. "Kitaplarda bunlar yazıyor. Hepsi birlikte bir hayat tarzıdır" diyor. Biz, ondan bir ayıklama yapıyoruz, dikkat
ederseniz, diyoruz ki "bunun içinde asıl vardır, betonarme vardır, aslın yorumu
vardır, toplumların değişik devirlerinde ortaya çıkan kültür birikimleri, farklı­
lıkları, zenginlikleri vardır." Bu ayırımı yapmak zorundayız. Ama, dini hoş gösterebilmek için, inananların sayısını artırabilmek için, dinin aslında bir indirime gitmeye, ayıklamaya gidilemez.
Bir Katılımcı - Kodifikasyon olmaz ...
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Mümkün değil. Zaten, o zaman, din, kendi hoşgörüsünü, kendi tabiatını kaybeder. İnamyorsunuz ki, kaynağından akan
su, en tatlı ve en güzel sudur. Siz onu daha iyi hale getirmeye çalıştığınız sürece onu bozarsınız. Din, aslıyla güzeldir, aslıyla moderndir, aslıyla hoşgörülüdür.
Bir aykırılık var ise, o aykırılığı oturup konuşmamız lazım. Mesela, bu faiz konusunda ... Bir aykırılık varsa, ya içinde bulunduğumuz şartlar çok değişmiştir
ya dini ilkeleri algılamamızda birtakım yanlışlar vardır ya bizde birtakım değiş­
meler vardır... Müsaade edin de, dinin bize bu kadar müdahaleye hakkı olsun ...
-15-
Bizde birtakım bozulmalar varsa, bırakın din ona müdahale etsin de, biz doğru
çizgiye gelelim; yani, kendimizi ve içinde yaşadığımız hayat tarzını değerlerimi­
zi ve telakkilerimizi temel ölçü almasını ve merkez görmenin imkanı yok.
Bu itibarla, dine ilahi inayettir demiştik hatırlarsanız; yani, dinin bize yapabileceği katkı yı, dini çok yumuşatırsak, kendiliğinden öldürürüz. Birtakım tedavi usullerini de kabul etmek zorundayız.
Soru - ... Bir adam Kur'an okumayı bilmiyor; ama, sadece açıklamasından
okuyup anlamaya çalışıyor. Günaha giriyor diye de korkuyorum. N asıl çözeceğiz
bu halleri?
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Yelpazeyi o kadar açmadım; yani, din adı­
na konuşan herkes yorum hakkına sahiptir, yorum yapıyor, din içindedir demedim. Bu işin, bilimsel bir üslubunun, bir metodolojisinin olması gerekir.
"Kur'fuı'daki bir ayeti, her önüne gelen yorumlayabilir, her önüne gelen bir açık­
lama getirebilir, bu da nihayet bir yorumdur" demek mümkün değil. O bakım­
dan katılıyorum size ...
Soru - ... Kur'an'ı anlayamazken, 15 ciltlik, 20 ciltlik tefsirleri anlamaya
bir yorum çıkarabilmek çok zor...
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Yorumun temel kurallarını bilmeden yorum yapmak, çok farklı algılamalara neden olabilir.
çalışmak,
Soru - Şimdi, muhakkak örtünrnek mi lazım, yoksa örtünıneye gerek yok
mu? Bir büyük olarak bana gelip soruyorlar "örtüneceğiz mi, örtünmeyeceğiz mi
"diye. Ben de, bir bilene sorun diyorum. Ama, gençler bunu soruyorlar, kaliyoruz orta yerde ...
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Onunla ilgili bir gündem belirlenir inşal­
lah. Dinle ilgili problemleri, anlatmaya çalıştığım, dilimin döndüğü kadar anlatabildiğim açılardan tartışmak, görmek lazım. O bize biraz kolaylık sağlar.
Soru -Şeriat konusunda bir kargaşa var. Şeriat, çok katı kurallar, çok korkunç bir şey olarak tanıtılıyor. Kur'an ve sünnete şeriat dendiğine göre bunu nasıl anlatmalıyız?
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Mazur görülebilir bir cahillik. Niye; çünkü, biz, şeriatı, dini, diııin özünü, yorumunu, kültürünü aktarırken, bir kaos
meydana getirdik. İnsanlar da, haklı olarak, tepki duydukları şeyleri din zannettiler, karşı çıktılar.
Ben, şahsen, o konuda bilenleri değil, bilgisiz olanları oldukça mazur görüyorum. Mesela, Hazret-i Peygamber ... bilirsiniz, taş attılar, kovaladılar, ayakları kan içinde kaldı. Dedi ki "haklılar, bunlar mazurlar." Onlar niye mazur;
çünkü, kendi dinleri var, kültürleri var; birisi geliyor, bu dininizi değiştirin, Al-16-
lah'a inanın falan diyor.... Buyurdu ki: "İnsanlar bilseler... Kur'an ve sünnete
karşıyız diyenlere bile rastlıyoruz. Aslında onların karşı olduğu şey Kur'an ve
sünnetin kendisi değil. İnsan kendi aklına, kendi tabiatma karşı olur mu; olmaz. Ama, kimbilir Kur'an alıkarnı derken onun aklında neler var...
Biz, eğitim hayatının içinde olduğumuz için, çok farklı kesimlerden insanlar geliyor. Oturunca, hiç ihtilafımız kalmıyor; ama, dışarıdan baktığınız zaman, din adamlan diyor, din diyor, ben bunlara, Kur'an'a karşıyım diyor. Gelin
bakalım, oturalım şöyle biraz diyorsunuz. Anlıyorsunuz ki gerçek durum çok
farklı, geleneksel, kültürel veya geçmişte kalmış bazı şeyler din olarak sunulduğu için, bunlara karşı olmakla dine karşı olmak birbirine karıştırılıyor.
Soru - İslam'ı bilmeyenler, tarikatları şeriat diye tanıtmaya kalkıyorlar.
Günümüzde, Nakşibendi, Aczimendi tarikatları var.
Soru - Bunlar, her yerde ibadet yapabiliyorlar, çalışmıyorlar, kaynakları
neredendir belli değil. Çok merak ediyorum bunu. İslamiyet'te, çalışmak çok sevap, yani çalışarak hak edeceksiniz bazı şeyleri, aksi halde günah.
Nasıl oluyor efendim? Biraz bize bilgi verir misiniz. Bu insanları tanımak
istiyorum ben. Yani, dinimizde böyle şey var mıdır? Her şeye baş kaldıran, karşı gelen, görünüm itibariyle de ... biraz İslamiyet'e ters gibi geliyor bana. Ne der.. ?
sınız ...
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Benim alanım, bu dini hareketler ve tarikatlar değil. Bu konuda bilgisizliğiınİ mazur görürsünüz. Ancak, bu konularla
amatörce ilgilenen bir kimse ola~ak şunu diyebilirim: Dini temsil, kimsenin tekelinde değildir. Yani, kimse, diğerinden daha fazla dindar olma hakkına sahip
değil. O tip davranışlar, dinimize zararlı oluyor. Bu benim şahsi kanaatim. Yani, insanların çok ibadet etmelerine, dindarlıklarında inebildikleri kadar derine
inmelerine saygım var ve öyle kimseleri görmekten mutlu olurum. Ama, bunun,
bu şekilde medyatik bir şov haline gelmesi ve biraz da karanlık bir söylem haline gelmesi, şahsen beni üzüyor.
Bunu, bir dini hareket diye değil, şahısların dini algılama biçimlerindeki
yanlışlık. Buna istismar ne zaman diyebiliriz, ikiyüzlülük varsa istismar diyebiliriz. Ama, samimi ise o zaman da bir aşırılık, özel bir durum olarak değer­
lendirebiliriz ... Ama, dindarlığın ileri şekli değil bu, size bunu anlatmak istiyorum. Biz, ortalama bir dindarız. Saç sakal bırakanlar, çokdaha dindar, gece
gündüz coşanlar tam dindar gibi bir basamaklandırma da dindarlığı bazı şey­
lere bazı şekiliere bağlama, özü şekle feda etme anlamı taşıdığı için fevkalade
yanlıştır.
Soru - Etrafımızdaki insanlar, inanmıyorum demiyorlar da, diyorlar ki
"Kur'an, birkaç yüz sene önce inmiş. Şimdiki şartlada o şartlar aynı değildir." Ya-17-
ni, kendi kendine yorum yapıyorlar. Demin, sizin de çok güzel izah ettiğiniz gibi,
kendi kendine yorum yapıyorlar. Herhalde, Diyanet'in bu konuda yetkili kişileri­
nin, bu olayı çok iyi aydınlatması gerekir diye düşünüyorum. Hep bu şekilde soruluyor sorular. 1400 sene önce inen Kur'an'ın her dediğine inaıımıyorurn diyorlar.
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- Bu, yine ikiye ayrılabilir; haklı görülen
kısmı olabilir, insafsız kısmı olabilir. Şayet, Kur'fuı dediği şey, Kur'an'da açıkla­
nan bir fıkre karşı bu tavrı gösteriyorsa, bu yanlış bir tavırdır. Ancak, insanların Kur'an diye sunduğu herhangi bir şey aklına yatmıyorsa. Mesela dindar olduğu ve Kur'an'ın da böyle istediği iddiası karşısında kalan kimse ben Kur'an'ın
artık çağa uyması gerektiğini düşünüyorum diye ihtilafta bulunursa, onun ihtilafı aslında Kur'an'la değildir, Kur"an'a yönelik değildir. Öyle gibi görünse de,
onun itirazı, beğenmediği bir davranışın Kur'an olarak yorumlamasmadır. Bu
yaklaşımla mazur görülebilir. Bunun dışında, Kur'an'da mevcut bir ilkeyi, bir
yaklaşımı, bir düsturu, bir değeri beğenmeyi, ona karşı olmayı ise Kur'an'dan ve
dinden sapma olarak değerlendiriyorum.
Soru- Gerçekten, toplumsal bazda İslam'ı yorumlamada bazı problemlerimiz var. Yani, İslam ülkelerinin İslfun'ı yorumlayışları o kadar farklı ki ...
İran'ınki farklı, Suudi Arabistan'ın, Afganistan'm ... Bunlar için bir çalışınanız
var mı? Oradaki diğer İslam alimleriyle görüşmeniz ... Yani, ortak ve daha sağ­
lıklı bir yorum için ...
Prof. Dr. Ali BARDAKOGLU- ... İslam'ı en iyi anlayan toplumun, Türk
toplumu olduğu kanaatindeyim ... Çünkü, diğer toplumlar abartıdan, tahrifattan veya kendi kültürlerini, kendi telakki ve yorumlarını dinin kendisi olarak
sunmaktan, bu tali unsurları ona katmadan duramıyorlar...
İslam'ın Batı'da görünmesi de ayrı bir konu. İslam ve Müslüman imajını konu alan birtakım toplantılar yapıldı geçenlerde. Maalesef, hangi İslam diye soruluyor. Bir Batılı ile konuşuyorsunuz ... Mesela, ben, İngiltere'de bulunduğum
süre zarfında (1991-1992), dikkat ediyorum, televizyonda her gün ya bir Libyalı, ya bir Filistinli, silahlı ... hep kavga halinde gösteriliyor. Tabii hergün bu görüntüler şahsın zihninde İslam imajını çok farklı değerlendiriyor... Arada bir de,
böyle üstü başı perişan bazı Pakistanlılar kapıyı çalıp, İslam tebliği yapıyorlar,
Müslümanlığa davet diyorlar. Bu tür görüntü ve çağnlara muhatap olan şahıs­
ların İslam'ı algılamaları, İslam hakkında kanaat edinmeleri çok farklı oluyor.
Siyasal İslam mı, mistik İslam mı, mitolojik İslam mı, geleneksel İslam mı, akademik İslam mı? .. Hangi İslam diye sormaya başlıyorlar...
Aslında, bunların, İslfun'ın olmadığını, dinin İslam toplumlarında ortaya çı­
kan birtakım görüntüleri olduğunu anlatmamız lazım. Yani, biz, İslam ile, İs­
lam'ın gölgesi, izdüşümü olabilecek davranışları veya İslam toplumlarının deği­
şik açılardan farklı gördüklerini birbirine karıştırıyoruz. Bu görünen şey İslfun
değil. Görünen şey, Müslüman toplumlarından bir kesittir. O kesiti İslam'la öz-18-
deşleştirebilir misiniz ... Uçak kaçırma da olurİslam toplumunda, ahlaksızlık da
olabilir, savaş da olur, barış da olur. Çünkü İslam toplumları da insan toplumlarıdır. İnsanı ne kadar iyi eğitebilirseniz o kadar iyi sonuç alırsınız. Daha önce
de söylediğim gibi İslam suçsuz, sorunsuz bir toplumu garanti etmez, sadece
böyle bir hedefin gerçekleşmesi için uygun zemin hazırlar. Bu itibarla İslam toplumlarındaki olumsuz görüntüleri İslam'a maletmek yanlış. Ancak Batılılar
onu, İslam ile açıklamayı kendi politikalarına daha uygun görüyorlar...
Genç kızları, büyük başlık parası alarak, Arap şeyhlerine, ikinci hanım,
üçüncü hanım olarak veriyorlar. Ama, Batı onu ne olarak sunuyor? .. Fakir bir
toplumun, birtakım iktisadi sıkıntılar içerisinde kalmış bir toplumun bir yanlış­
lığı olarak takdim etmiyor, İslam diye ... Yani, iyi niyetli bir tanımlama değil.
Her toplumun kendine göre problemleri olur.
Soru - Tabii, bunda, bizim, kendimizi doğru tanıtmadığımız ortaya çıkıyor.
Biz, İslamiyeti en iyi tatbik eden toplumuz diyoruz; ama, kendimizi tanıtamıyoruz.
Dr. Ali BARDAKOGLU- Müslümanlar, yaptığı herşeyi, dini çerçevede görmese rahatsızlık duyar. Onun için de çok zor bir olay. Biraz önce söylediğim gibi, 13 yaşındaki kızı, başlık parası için bir Arap şeyhine verir, sonra da
yaptığın davranışın dine uygunluğunu savunmaya kalkar. Yani, insanların bir
şeyi dine uygun görmesi, onun bizzatihi din olması anlamını taşımıyor. İşte, bu
yanlışlığı biz yapmasak bile, Batılılar çok ciddi boyutta yapıyor.
Soru- Yani, herhalde çağdaşlıkla İslamiyeti çok iyi anlatmak gerekiyor.
Dr. Ali BARDAKOGLU- Efendim, bu toplantı, dini öğrenmek için
buraya gelmiş bir heyecanı ifade ediyor. Tabii, din asli değer, hayatın asli değe­
ri; yani, sağlıktan, maldan, mülkten, her şeyden öte anlamı var. Niye anlamı
var; çünkü, ağacın dibinde gölgelenmekle birlikte, bunun sonrasında var ve sonrası uzun bir yolculuk, ebedi bir yolculuk var. Öyle olunca, insanlar ancak dini
anlayabilir, dini yaşayabilir, iyi dindar olabilirlerse, bu kısa dönem içerisinde
gerçeği yakalayabilirlerse, sonrası için umutlu bir yolculuğa çıkarlar. Bu anlamda, dünyanın malı mı, yoksa makam ve mevki mi dindarlık mı diye sorulsa, dindarlık dememiz gerekir. Çünkü, kalıcı olan odur. Ahirette yüzümüzü ağartacak
olan odur. Allah, insanların hırsını sınırsız, tüketme kabiliyetlerini sınırlı yaratmıştır. Bu bir ipucudur. Bu demektir ki, lıırslarınız da, tüketme kabiliyetine ve
imkanlarına göre sınırlı olmalıdır. İşte bu, dinin ahlaki çerçevesinde oluşur.
Bu itibarla dini öğrenme ve iyi bir dindar olmaya, iyi bir din takipçisi olmaya kimse sizden daha fazla hak sahibi değil.
Başkan
- Efendim,
Sayın Hocamızı
ağızlarına sağlık.
-19-
çok yorduk, çok
teşekkür
ediyoruz,
Download