İçindekiler - İris İnteraktif

advertisement
İçindekiler
XI. BPH
11.1 Etiyoloji//Yavuz Akman, Alparslan Yüksel
11.1.1 Hormonal değişimler
11.1.2 Stromal-epitelyal etkileşim
11.1.3 Büyüme faktörlerinin rolü
11.1.4 İnflamasyon ve sitokinlerin rolü
11.1.5 Genetik ve ailesel faktörler
̇
11.2 Patofizyoloji
//Yavuz Akman, Alparslan Yüksel
11.2.1 Patolojik özellikler 11.2.2 Histolojik özellikler
11.2.3 Prostatik düz kasın önemi
11.2.4 Mesanenin obstrüksiyon cevabı:
̇
̇
̇ ve doğal seyir
11.3 Epidemi
yoloji
11.3.1 Prevelans
11.3.2 Doğal seyir
//Ahmet Güdeloğlu, Kubilay İnci
11.4 Değerlendirme //Ahmet Güdeloğlu, Kubilay İnci
11.5 Tedavi//Ahmet Güdeloğlu, Kubilay İnci
11.5.1 BPH tanısı olan hastaya genel öneriler
11.5.2 Bekle ve gör
11.5.3 Fitoterapi
11.5.4 Alfa blokörler
11.5.5 5-Alfa redüktaz inhibitörleri
11.5.6 Alfa blokör ve 5-alfa redüktaz i ̇nhibitörü kombinasyonu
11.5.7 Alfa blokör ve antikolinerjik kombinasyonu
11.5.8 Diğer tedaviler
11.6 Minimal invaziv ve endoskopik tedaviler
11.6.1 Transüretral prostat rezeksiyonu
11.6.2 Lazerler
11.6.3 Transüretral prostat i ̇nsizyonu
11.6.4 Transüretral mikrodalga termoterapi
11.6.5 Transüretral i ̇ğne ablasyonu
11.6.6 Transüretral prostat vaporizasyonu
11.6.7 Prostatik stentler
//Selçuk Keskin
367
368
XI. BPH
11.1 Etiyoloji
Benign prostat hiperplazisi (BPH) histolojik olarak periüretral alanda stromal ve epitelyal hücrelerin artışıyla karakterize prostatın malign olmayan büyümesidir. Hiperplazinin moleküler etiyolojisi bugüne kadar kesin olarak
ortaya konulamamıştır. Birçok farklı neden ortaya atılsa da hiperplazinin gelişmesinde yaşlanma ve fonksiyonel bir
testisin varlığı etmenlerinin mutlak gerekli olduğu saptanmıştır. Gözlemlenen hücre artışı epiteliyal ve stromal proliferasyona bağlı olabileceği gibi programlı hücre ölümünde gelişen bir bozulma sonucu hücre birikimine de bağlı
olabilir. Hiperplazinin gelişim sürecinde androjenler, östrojenler, stromal-epitelyal etkileşimler, büyüme faktörleri,
ve nörotransmitterler tek başlarına veya beraberce rol oynayabilirler (Şekil 1).
11.1.1 Hormonal değişimler
BPH gelişiminde hormonal etkilerin önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Androjenler direkt olarak BPH oluşumuna yol açmasa da fetal prostatın büyümesi ve gelişmesi açısından testiküler androjenlere gereksinim vardır. Puberteden önce kastre edilen kişiler veya androjen üretimi veya etkinliğini etkileyen genetik hastalığı olanlarda BPH
gelişimi gözlenmez. Androjen, prostat doku büyümesi için en önemli mitojen olsa da BPH gelişimi Leydig hücreleri
tarafından testosteron üretiminin azaldığı ileri yaşlarda ortaya çıkmaktadır. Ayrıca BPH dokusunda ve normal dokulardaki androjen miktarları farklı değildir ve androjen desteği tedavisi gören hastalarda BPH insidansında bir artış
gösterilmemiştir. Yaşlanmayla serum östrojen düzeyleri çok değişiklik göstermez ancak seks hormonu bağlayıcı
globulin (SHBG) düzeylerinde artış olur. Yaşlanmayla meydana gelen bu fizyolojik değişim ve yapılan çalışmalardan elde edilen sonuçlar serum androjenlerinin östrojenlere oranının değişmesinin BPH gelişiminde önemli bir
rol oynayabileceği düşüncesini doğurmuştur. Testosteron ve östrojen arasındaki bu ilişki kastre edilmiş köpeklerde
dihidrotestosteron (DHT) ile birlikte östrojen verildiğinde prostatik hiperplazinin ortaya çıkmasıyla kanıtlanmıştır.
Son dönemlerde metabolik sendrom ve obezitenin BPH gelişimini arttırdığını gösteren çalışmalar yapılmıştır. Bu
durum obez erkeklerde testosteronun periferik dokularda aromatizasyonu sonucu östrojen/testosteron oranının artmasına bağlı olabilir.
Sonuç olarak yapılan birçok çalışma sonuçlarına göre serumdaki androjenler, östrojenlerle sinerjistik bir etkileşimle
BPH gelişiminde rol oynamaktadırlar.
369
XI. BPH
11.1.2 Stromal-epitelyal etkileşim
Prostatik stromal ve epitelyal hücrelerin parakrin tipte
karmaşık bir iletişim sağladıkları birçok deneysel kanıtla gösterilmiştir. Stroma ve epitelyum arasında prostat
bezininin gelişmesini sağlayan bu etkileşim, puberte
sonrası sonrası bezin büyümesinde rol oynamaktadır.
Bu etkileşimde stroma kaynaklı androjenik uyarı parakrin bir etki mekanizmasıyla epitelyal çoğalmayı uyarır.
Testosteronun epitelyum dokusu üzerindeki mitojen
etkisi ancak stroma varlığında görülmekte ve mezenkimal dokunun miktarı erişkin prostatının boyutlarını
belirlemektedir. Stromal hücrelerden salgılanan bir protein epitel hücre dönüşümünü kısmen düzenlemektedir.
BPH hücre proliferasyonunu frenleyen bir stromal komponent kaybına bağlı gelişebilir. Bu anormallik otokrin
olarak stromal çoğalmaya da neden olabilir.
Stromal–epitelyal etkileşimin prostat büyümesindeki
rolüne ışık tutan diğer önemli kanıtlar da ürogenital
sinüs epitelinin başkalaşımını etkilemede embryonik
prostat mezenşiminin önemini ortaya koyan embryo
çalışmalardır. Hiperplastik prostatta yeni bezler oluşumu alttaki prostat stroma dokusunun epitelyal hücre
gelişimini indüklemesine bağlı bir embryonik “yeniden
uyanışı” düşündürmektedir. Bu stromal indüksiyon çözünür büyüme faktörlerine veya ekstrasellüler matrikse
bağlı olabilir.
Sonuç olarak, BPH, yaşlanmayla meydana gelen hormonal değişimler ve büyüme faktörlerinin etkisi ile
stromada mevcut embryonik büyüme potansiyelinin
yeniden uyanışı sonucu ortaya çıkmaktadır. Çoğalan
stromal doku epitelyal çoğalmayı da uyarmakta ve sonuçta prostatta morfolojik olarak büyüme meydana gelmektedir. Stromal-epitelyal etkileşim mekanizmalarının
tam olarak anlaşılması bu otokrin/parakrin mekanizmaların modüle edilmesiyle oluşan BPH’nın regresyonunu
uyarmaya yarayabilecek tedaviler düzenlememizi sağlayabilir.
11.1.3 Büyüme faktörlerinin rolü
Hormon uygulamalarının BPH üzerine etkileri birçok
çalışmada gösterilmiş olmasına rağmen, hücre kültürlerinde prostat epitel hücreleri DHT’ye direkt olarak
cevap vermemektedir. Bunun yanında “epidermal büyüme faktörü” (EGF), “fibroblast büyüme faktörü”(FGF),
“keratinosit büyüme faktörü” ( KGF), “insülin benzeri
büyüme faktörü” (IGF) gibi peptid büyüme faktörlerinin kültür ortamında prostat epitel hücrelerinde çoğalmaya yol açtıkları gösterilmiştir. Bu bulgular ışığında
DHT’nin BPH oluşumunda indükleyici rolü oynadıkları
ancak gelişimin tamamlanmasından peptid büyüme hormonlarının sorumlu olduğu düşünülmektedir. Büyüme
faktörleriyle steroid hormonlar arasındaki etkileşimler
hücre çoğalmasına karşı hücre ölümü dengelerini değiş-
370
tirerek BPH gelişimine yol açabilir. Yapılan araştırmalarda BPH etiyolojisinde en önemli büyüme faktörlerinin EGF, FGF ve “ transforme edici büyüme faktörü-β”
(TGF-β) olduğu saptanmıştır. EGF, FGF, IGF, KGF gibi
büyüme faktörlerinin mitojenik etkileri TGF-β’nın inhibitör ve apoptotik etkisiyle dengelenmektedir. Bu dengenin hormonların modülasyonuyla sağlandığı düşünülebilir. Belki de dengenin mitojen büyüme faktörleri
lehine değişmesiyle prostat hiperplazisi gelişmektedir.
11.1.4 İnflamasyon ve sitokinlerin rolü
Prostat inflamasyonu erişkin prostatında sık görülen
bir durumdur ve BPH oluşumu ve ilerlemesine eşlik
eder. BPH dokularının aktif T hücrelerince yoğun şekilde infiltre olduğu saptanmıştır. Ana yapısı aktive
olmuş T-lenfositleri ve makrofajlardan oluşan kronik
inflamatuar infiltrasyon sıklıkla BPH nodülleriyle yakın ilişkidedir. T hücreleri, EGF ve FGF2 gibi büyüme
faktörlerini üretir ve salgılarlar. Bu nedenle lokal prostat
ortamında bulunan T hücrelerinin stromal ve glandüler
hiperplaziye yol açabilecek güçlü epitelyal ve stromal
mitojenler salgılayabilecekleri düşünülmüştür.
BPH dokusunda çok sayıda sitokin ve sitokin reseptörü
saptanmıştır. IL-2, IL-7, ve interferon-γ in vitro prostat stromal hücrelerin çoğalmasını uyarırlar. BPH deki
kronik inflamasyon glandüler epitelde siklooksijenaz 2
(COX-2) nin fokal artışı ile birliktelik gösterir. Bu da
kronik immun yanıtı ve fibromüsküler proliferasyonu
uyarır.
11.1.5 Genetik ve ailesel faktörler
BPH’nın kalıtsal bir genetik komponenti olduğu yönünde belirgin kanıtlar mevcuttur. Yapılan retrospektif
çalışmalarda 1. derece akrabalarından BPH nedeniyle
ameliyat olmuş kişilerin kontrol grubuna göre tehlikefonksiyon oranı 4,2 kere daha fazladır. Yapılan analizler
kalıtsal geçiş paterninin otozomal dominant geçiş ile
uyumlu olduğunu göstermiştir. Bu model kullanılarak
BPH tanısıyla prostatektomi yapılmış 60 yaşından küçük hastaların % 50’sinde hastalığın kalıtsal formda olduğuna inanılabilir. Karşıt olarak prostatektomi olmuş
60 yaşın üstündeki hastaların yaklaşık % 9’unda ailesel
risk olduğu öngörülmektedir. Ayrıca yapılan çalışmalarda ailevi BPH’sı olan hastaların ortalama 82,7 ml ile
büyük prostatları olduğu, sporadik BPH’lı hastaların ise
ortalama 55,5 ml ile daha küçük prostata sahip oldukları
saptanmıştır.
11.2 Patofi̇zyoloji
BPH patofizyolojisi oldukça karmaşıktır (Şekil 2). Prostatik hiperplazi üretral direnci arttırarak mesane fonk-
HORMONAL
DEĞİŞİMLER
BÜYÜME
FAKTÖRLERİ
BPH
İNFLAMASYON
VE SİTOKİNLER
STROMAL
EPİTELİYAL
ETKİLEŞİM
Şekil 1. BPH etiyolojisinde rol oynayan faktörler.
siyonlarında kompensatuar değişikliklere sebep olur.
Detrusör basıncı normal idrar akışını sağlamak için çıkış direncine cevap olarak artmak zorundadır. Bu artış
mesane fonksiyonlarında kompansatuvar değişikliklere
sebep olur. Obstrüksiyona bağlı detrüsör fonksiyon değişiklikleri ve yaşa bağlı mesane ve sinir sistemi değişiklikleri BPH’nın sık işeme, sıkışma ve gece işeme gibi
şikayetlere neden olur.
11.2.1 Patolojik özellikler
BPH’nın patolojisi heterojendir. Heterojen olarak, stromal, glandüler ve mikst yapılar vardır. BPH, transizyonel zondan gelişmektedir. BPH’nın gelişimi 3 bağımsız
prosesle ilgilidir. Bunlar, nodül gelişimi, transizyonel
zonun diffüz genişlemesi ve nodül genişlemesidir. Tüm
BPH nodülleri transizyonel zon veya periüretral zondan
gelişir. Transizyonel zon, nodül gelişiminden bağımsız
olarak yaşla birlikte büyür. İnsan prostatının en önemli özeliklerinden biri kapsül içermesidir. Bu kapsül alt
üriner sistem semptomlarında (AÜSS) önemli rol oynar.
Kapsül doku genişlemesiyle oluşan basıncı üretraya ileterek üretral direnci artırır. Prostat büyüklüğü obstrüksi-
yon şiddeti ile korelasyon göstermez.
11.2.2 Histolojik özellikler
BPH’nın en erken değişiklikleri verumontanum çevresindeki periüretral glandlarda oluşmaktadır. Hiperplastik değişiklikler stromal (fibromusküler), asiner
(epitelyal) veya miks fibroadenomatöz nodüler şekilde
sonuçlanmaktadır. Stromal nodüller değişen miktarlarda
fîbröz ve düz kas hücreleri içermekte ve lenfositler tarafından infiltre edilmiş olabilmektedir. Fibroadenomatöz
nodüller ise değişen miktarlarda fîbröz doku ile karışık
glandüler hiperplazi içermektedir. Glandüler hiperplazi
çoğunlukla asiner nodüller veya stromal hiperplazi ile
karışık şekilde oluşabilmektedir. BPH gelişiminin ilk 20
yılı boyunca bu nodüllerin sayısının artışı ve her bir nodülün büyümesi ile ortaya çıkar.
11.2.3 Prostatik düz kasın önemi
Prostatik düz kas miktarı hiç şüphesiz tüm prostat volümünün büyük bir kısmını kapsar ve bu düz kas hücreleri diğer organlardaki düz kas hücrelerine benzer. Düz
371
XI. BPH
Prostat Hiperplazisi
Mesane çıkım
obstrüksiyonu
Obstrüksiyona sebep olan
BPH dışı nedenler
Detrüsör yaşlanma etkileri
Detrüsör cevabı
Nörojenik hastalık
Primer mesane hastalıkları
Alt üriner sistem
semptomları
Poliüri
Şekil 2: BPH patofizyolojisi üretral obstrüksiyon, detrüsör fonksiyon ve disfonksiyonu ve idrar üretimi
arasındaki kompleks etkileşimi içerir.
kas hücrelerinin prostattaki uzaysal dağılımı nedeniyle
optimal bir güç oluşturmamaktadır ancak bu hücrelerin
oluşturduğu pasif ve aktif güç BPH patofizyolojisinde
önemli rol oynamaktadır.
Stromal ve epitel hücrelerin içindeki elastik yapılar ve
ekstrasellüler matriks (ECM) pasif doku kuvvetini aktif düz kas hücrelerinin kontraksiyonundan bağımsız
olarak oluştururlar. İnsan prostatındaki düz kas tonusu
adrenerjik sinir sistemi tarafından kontrol edilmektedir.
Alfa adrenerjik sinir stimülasyonu düz kas hücrelerinden zengin olan prostatik üretradaki direnci arttırırlar.
Alfa blokerlerle bu uyarının inhibisyonu, bu direnci düşürür, ancak alfa blokerlerin pasif gerilime etkisi yoktur.
Alfa 1a prostattaki en fazla bulunan adrenoreseptör alt
tipidir. Prostatta bulunan alfa 1a reseptörleri dışında düz
kas kontraksiyonunu sağlayan başka faktör olabileceği
yönünde çalışmalar yapılmıştır. Kallikrein-kinin sistemi
komponentlerinin düz kas proliferasyonu ve kontraksiyonunda rol oynadığı düşünülmektedir.
Genel olarak stromal hücrelerin androjen çekilmesinin
etkilerine karşı dirençli olduğu düşünülür. Androjen
ablasyonunu primer olarak epitelial hücre topluluğunu
etkiler. Androjen ablasyonu hücre ölümünü arttırdığına
göre stromal hücrelerin bundan etkilenmesi bir yıldan
fazla tedavi gerektirmektedir. Hormonal tedavi stromal
hücre sayısından çok hücre fonksiyonunu etkilemektedir.
372
Prostatta tip 4 ve 5 fosfodiesteraz (PDE) izoenzimlerinin tespit edilmesi PDE 4-5 in inhibitörlerinin BPH’ya
bağlı AÜSS tedavisinde kullanılabileceğini göstermektedir. Erektil disfonksiyonu ve BPH’ya bağlı AÜSS olan
hastalarda yapılan çalışmalarda PDE5 inhibitörlerinin
AÜSS’yi azalttığı gösterilmiştir.
11.2.4 Mesanenin obstrüksiyon cevabı
Mesanenin obstrüksiyona cevabı adaptasyon amaçlıdır.
BPH’ya bağlı alt üriner sistem şikayetleri direk çıkım
obstrüksiyonundan çok obstrüksiyonun mesane fonksiyonlarında sebep olduğu değişikliklere bağlıdır. Hastaların üçte birinin obstrüksiyonun cerrahi olarak ortadan
kaldırılmasından sonra bile işeme disfonksiyonu ve
depolama semptomları mevcut bulunmuştur. Obstrüksiyon mesanede iki temel fonksiyonel değişikliğe sebep
olur. Birinci değişiklik sık işeme sıkışmaya neden olan
mesane instabilitesi veya azalmış kompliyanstır. İkinci
değişiklik zayıf ve kesik kesik işemeye, rezidü idrar
miktarının fazla olmasına neden olan detrüsör kontraktilitesinin azalmasıdır.
Hayvan çalışmalarında detrüsörün obstrüksiyona ilk
cevabı düz kas hipertrofisidir. İlk başta bu hipertrofinin
artmış mesane basıncına karşı akımı devam ettirmek
için bir cevap gibi görünse de düz kas içerisinde intraselüler ve ekstraselüler değişiklikler meydana gelip
kontraktilite bozuklukları ve instabiliteye neden olmaktadır. Ayrıca obstrüksiyon nöral-detrüsör cevabını değişmesine neden olmaktadır. Özellikle yaşlı ratlarda miksiyonun nöral kontrol mekanizmasının bozulmasıyla
mesane kontraktilitesinin zayıfladığı, işeme duyusunda
değişiklikler olduğu ortaya konmuştur. Obstrüksiyonun
dışında yaşlanmaya bağlı olarak mesane fonksiyonlarında, histolojisinde hücresel fonksiyonlarda değişiklikler
olmaktadır. Hayvan modellerinde ateroskleroz, kronik
mesane iskemisi ve hipoksinin mesane patolojisine etkilerinin olabileceği gösterilmiştir. Bunun dışında metabolik sendromun ve artmış göbek çevresinin BPH ve
AÜSS ile ilişkisini gösteren çalışmalar mevcuttur.
Okunması önerilen kaynaklar
Roehrborn CG. Benign prostatic hyperplasia: etiology, pathophysiology,
epidemiology, and natural history. . In:Wein AJ, Kavoussi LR, Novick AC,
Partin AW, Peters CA. Campbell-Walsh Urology. 10th ed. Philadelphia:
Saunders Elsevıer; 2012.p 2570-610
Bushman W : Etiology, epidemiology and natural history. Urol Clin N Am
36 (2009) 403–415.
Literatürdeki mevcut çalışmalara göre BPH progresyon gösteren hastalık özelliği sergilemektedir. BPH’nin
progresyonu, semptomların kötüye gitmesi, AÜR ve
cerrahi girişime ihtiyaç duyulması olarak tanımlanabilir. Artmış prostat çapı, azalmış idrar akım hızı, artmış
rezidüel idrar volümü ve kötüleşmiş semptom skoru
progresyonu değerlendirmede kullanılan parametrelerdir. BPH’nin progresyonu kişiler arasında farklılık göstermektedir. BPH progresyon riskinin; daha yaşlı, büyük
prostatlı, yüksek prostat spesifik antijenli (PSA), daha
düşük idrar akım hızlı, daha ileri derecede AÜSS’ye sahip erkeklerle daha fazla olduğu gösterilmiştir. Bununla
birlikte hafif derecede AÜSS’ye sahip olan hastaların %
50-60’ında semptomlarının 4 yıllık sürede daha kötüleştiği ancak %10’unda cerrahi girişim gerektirdiği de
bilinmektedir. Bununla birlikte ileri derecede AÜSS’ye
sahip hastaların üçte biri 4 yıl içerisinde cerrahi müdahaleye gereksinim duyarlar.
Koruyucu tedavi hizmetleri kapsamında progresyon riskini öngören bu parametrelere sahip hastalarda koruyucu tedaviye daha erken başlanılması önerilir.
11.3 Epidemiyoloji ve doğal 11.4 Değerlendirme
seyir
BPH’nın başlangıç değerlendirmesinde detaylı hika11.3.1 Prevelans
BPH’nın gerçek prevalansını saptamak halen çok güçtür. Bunun en önemli sebeplerinden birisi herkes tarafında kabul gören standardize edilmiş bir klinik tanımın
olmayışıdır. Büyüklüğüne palpasyonla karar verilen
BPH’nın, 60 yaşına kadar erkeklerin en az %20’sinde
saptandığı gösterilirken bir başka çalışmada aynı yaş
grubundaki hastaların en az %60’inda AÜSS olduğu
gösterilmiştir. Erkekler yaşlandıkça BPH’nın prevelansı ve AÜSS’nin yoğunluğu artar. Bu artışın 8. dekatda
%90’lara kadar vardığını gösteren çalışmalar da mevcuttur. Yetmiş yaşında veya daha yaşlı, orta-ileri derecede AÜSS’ye sahip her 1000 hastanın yaklaşık 35’inde
1 yıl içinde akut üriner retansiyon (AÜR) geliştiği de
tespit edilen bir başka bulgudur.
Sonuç olarak, hafif AÜSS’nin 50 yaşından büyük erkeklerde oldukça yaygın görüldüğü, orta-ileri derecedeki
semptomların yasam kalitesini kötü etkilediği, bununla
birlikte aynı derecedeki semptomların farklı hastalarda
yaşam kalitesini farklı etkileyebildiği, semptomlarla
prostat çapı ve akım hızı arasındaki korelasyonun çok
düşük olduğu literatürdeki mevcut çalışmaların ortak
kanaate varılan sonuçlarıdır.
11.3.2 Doğal seyir
ye ve fizik muayeneyi parmakla rektal muayene takip
eder. Bu değerlendirme ile işeme bozukluğuna neden
olabilecek mevcut bir nörolojik bir hastalık, noktürnal
poliüriye yol açabilecek kalp rahatsızlığı, işeme güçlüğü
yaratabilecek meatal stenoz ve palpabl prostat kanseri
tespit edilmeye çalışılır.
Parmakla rektal muayene hem prostatın büyüklüğü hakkında fikir sahibi olmamızı sağlayıp tedavi kararında
yardımcı olduğu için prostat kanseri gibi tedavi stratejisini değiştirebilecek bir durumun tespiti için özellikle
önerilmektedir. Özellikle büyük prostatlarda (>30 ml)
parmakla rektal muayene ile prostat boyutunu transrektal ultrasondan daha küçük olarak tahmin edildiği
gösterilmiştir. Prostat kanseri açısından şüpheli rektal
muayene bulgusu olan hastaların yaklaşık üçte birinde
prostat kanseri tanısı konulduğu unutulmamalıdır. Sonuçta parmakla rektal muayene BPH’yı değerlendirmede en önemli muayene tekniğinden birisidir ve hem
tanı aşamasında hem de tedavi sonrası takipte mutlak
önerilmektedir.
İşeme semptom skorları (ör: IPSS-International Prostate
Symptom Score [Uluslararası Prostat Semptom Skoru])
mevcut işeme bozukluğunun derecesini bu bozukluğun
yaşam kalitesini ne derece etkilediğini göstermede, tedaviyi şekillendirmede ve takipte oldukça kullanışlıdır.
Semptom skorlarını yorumlarken yaş ve sosyokültürel
faktörlere dikkat edilmelidir. Özellikle yaşlı erkeklerde
daha az kullanışlı olduğu unutulmamalıdır. IPSS semp-
373
XI. BPH
tom skoru 7 sorudan oluşur ve 0-35 puan arasında puanlandırılır. Genel olarak semptom skoru 0-7 arasında
olanlar hafif semptomatik, 8-19 arasında olanlar orta
derecede semptomatik ve 20-35 arasında olanlar ise
ileri derecede semptomatik olarak sınıflandırılmaktadır.
Tedavide kullanılırken çok kabaca hafif semptom skoruna sahip olan hastalara bekle gör, orta derece semptom
skoruna sahip hastalara medikal tedavi ve ileri derecede
olan hastalara cerrahi tedavi önerilir. Bu kaba yorum
özellikle hafif derece semptom skoruna sahip hastalarda
daha kullanışlı iken orta ve ileri derecede semptom skoruna sahip hastalarda diğer faktörlerde dikkate alınarak
hastaya tedavi alternatifleri anlatılarak karar verilmelidir.
Özellikle noktürisi ve poliürisi olan hastalarda 2-3 günlük işeme günlüğü tanı için çok değerli bilgiler sağlayabilir. Eğer 24 saatlik idrar çıkısı 3 litreden fazla ise bu
poliüri ve 24 saatlik idrarın üçte birinden fazlası gece
üretiliyorsa bu durum da noktürnal poliüri olarak tanımlanır.
Laboratuvar tetkiki olarak tam idrar yolu enfeksiyonu,
hematüri gibi durumların tespit edilebilmesi için tam
idrar analizi ile başlanır. Her ne kadar literatürde başlangıç tetkiki olarak kullanılmasını gerektirecek kadar
kanıt bulunamasa da ucuz ve kolay çalışılabilir bir test
olduğu için ve idrar yolu enfeksiyonu ile mesane kanseri gibi AÜSS’nin diğer sebeplerini ortaya çıkarabileceği
için başlangıç laboratuvar tetkiki olarak önerilir.
Böbrek fonksiyonlarını değerlendirmek için serum
kreatinin düzeyi çalışılabilir. Fakat mevcut çalışmalar
böbrek yetmezliği oranının BPH’lı hastalarda aynı yaş
grubundaki genel popülasyondan fazla olmadığını gösterdiği için BPH’ya bağlı AÜSS’ye sahip hastalarda rutin serum kreatinin ölçülmesi önerilmemektedir.
Seçilmiş hasta grubunda özellikle de prostat kanseri
tanısı, uygulanacak tedavi yaklaşımını değiştirecekse
serum PSA düzeylerine bakılır. Yaş, prostatit, prostat
kanseri ve prostatın boyutu gibi faktörlerin serum PSA
düzeyini etkileyebileceği bilinmelidir. Serum PSA düzeyi hem prostat bezinin boyutu ile korelasyon gösterir
hem de BPH’nin progresyonu hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar.
Üroflovmetri ve rezidüel idrar tayini üretral darlık ve
disfonksiyonel işeme gibi durumları aydınlığa kavuşturabilecek opsiyonel tetkikler arasındadır. Üroflovmetride düşük akım hızı ve artmış işeme sonrası rezidü idrar
mesane çıkım obstrüksiyonunu destekler. Artmış rezidüel idrar aynı zamanda mesane taşı oluşumu ve idrar
yolu enfeksiyonu için de risk faktörüdür. Genç hastalarda, bilinen veya şüpheli nörolojik bozukluğu olanlarda,
hayatı boyunca aynı semptomlardan şikâyetçi olanlarda
ve bir önceki cerrahi tedaviden sonra halen semptomları
düzelmeyen hastalarda ürodinamik çalışma düşünülme-
374
lidir.
Üriner sistem görüntülemesi rutin olarak önerilmemektedir eğer yapılacaksa ultrasonografi incelemesi
başvurulacak başlangıç görüntüleme yöntemidir. İdrar
yolu enfeksiyonu, mesane divertikülü, üriner sistem taş
hastalığı, üriner sisteme yönelik cerrahi öyküsü, AÜR
olan hastalarda ultrasonografik görüntüleme yapılmalı
ürotelyal karsinom öyküsü veya hematurisi olan hastalar
da ise CT ürografi uygulanmalıdır.
Hematürisi, mesane tümörü hikayesi veya mesane tümörü için risk faktörü olan hastalarla üretral darlık ve mesane boynu kontraktürü için risk faktörü olan hastalarda sistoskopi başvurulacak değerlendirme yöntemidir.
Prostata yönelik terapötik girişim öncesinde sistoskopik
değerlendirme ile mesanede ek bir patoloji olmadığını
göstermek önerilir. Sistoskopide tespit edilen mesane
trabekülasyonu ve büyümüş prostat da MÇO’nun bir
göstergesidir.
Bu değerlendirmeler neticesinde aşağıda gösterilen, cerrahi için mutlak endikasyonlar varsa hastalara cerrahi
girişim önerilir. Cerrahi için mutlak endikasyonlar;
•
Tekrarlayan veya sürekli üriner retansiyon
•
Tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonu
•
Tekrarlayan veya sürekli makroskopik hematüri
•
Mesane taşı
•
Böbrek yetmezliği
Yukarıdaki mutlak endikasyonları taşımayan ve semptomlar yaşam kalitesini etkilemeyen veya çok hafif olan
hastalarda bekle ve gör yaklaşımı önerilir. Orta ileri derecede semptomlardan yakınan hastalarda ise bekle ve
gör, medikal tedavi, minimal invaziv veya cerrahi gibi
tedavi alternatifleri hasta ile tartışılarak ortak bir şekilde
kararlaştırılır.
11.5 Tedavi
Büyüyen prostat bezinin idrar akım gücünde azalma,
idrarı başlatmada zorluk çekme, kesik kesik idrar yapma, işeme sonrası rezüdü hissi, ani sıkışma hissi, idrara
çıkma sıklığında artma, ve noktüri gibi semptomların
ortak adı olan alt üriner sistem semptomlarına katkıda
bulunduğu bilinen bir gerçektir. Ancak BPH olmadan da
erkeklerin AÜSS sergileyebilecekleri unutulmamalıdır.
İdrar yolu enfeksiyonu, aşırı aktif mesane sendromu,
noktürnal poliüri, azalmış detrusör aktivitesi, nörojenik
mesane, mesane tümörü, üretral darlık ve distal üretra
taşları BPH olmadan AÜSS’den yakınmaya neden olan
patolojilerden bazılarıdır. BPH’ya bağlı AÜSS sıklıkla
hayatı tehdit eden bir durum olmamasına rağmen yaşam
kalitesi üzerindeki etkisi önemli olabilir ve asla hafife
alınmamalıdır.
Mesane çıkım obstrüksiyonunun derecesi de AÜSS ile
korelasyon göstermek zorunda değildir. Prostata bağlı yoğun obstrüksiyonu olan erkekler hiç AÜSS’den
şikâyet etmeyebilirken, çok hafif obstrükte bir prostatik
üretra yoğun AÜSS’ye sebebiyet verebilir. Prostatın büyüklüğü ve radyolojik görüntüleme MÇO’yu değerlendirmede çok az öneme sahiptir. Mesane çıkım obstrüksiyonunu değerlendiren en iyi test video urodinamidir.
11.5.1 BPH tanısı olan hastaya genel
öneriler
Benign prostat hiperplazisine bağlı AÜSS’den yakınan
hastalara öncelikle semptomların artmasına veya üriner
retansiyona sebep olabilecek ajanlardan sakınmak önerilir.
Bu ajanların en önemlilerinden birisi dekonjestan olarak kullanılan psödoefendrin gibi alfa agonistlerdir. Diğer bir önemli ajan ise aşırı aktif mesane sendromunda
reçete edilen antikolinerjiklerdir. Antikolinerjikler her
ne kadar BPH’lı hastaların işeme semptomlarının düzelmesine katkı sağlasalar da üriner retansiyona neden
olabildikleri için BPH’lı hastalarda dikkatli kullanılması
gereken ilaçlardır.
Bu ilaçların yanı sıra; alkol, kafein, baharat ve asitli yiyeceklerin diyette kısıtlanması işeme semptomlarının
düzelmesine yardımcı olabilir. Aynı zamanda kabız kalınmamaya da özen gösterilmelidir.
Hastaların sıvı alımları günün belirli zamanlarında (idrara çıkmanın zor olduğu; gece yatmadan önce veya
gündüz dışarı çıkmadan önce) kısıtlanabilir. Fakat günlük alınan total sıvı miktarının 1500ml’nin altına düşmemesine özen gösterilmelidir.
İkili işeme, işedikten sonra penisin içindeki idrarı boşaltacak şekilde sıvazlanması, perineal masaj gibi işeme
teknikleri faydalı olabilir.
11.5.2 Bekle ve gör
Bu yaklaşım şekli özellikle çok hafif derece AÜSS
sergileyen hastalarda tercih edilmesi gereken yaklaşım
şeklidir. Özellikle IPSS semptom skoru < 8 olan hastalarda hasta bilgilendirilerek kendisinin de onamı alınarak tercih edilebilir. Bu yöntem için öncelikle hasta
eğitilmeli, semptomlarının farkında olduğundan ve
anlamlarını kavradığından emin olunmalıdır. Bu arada
hasta yukarıda bahsedilen yaşam sekli değişikliklerine
uymaya özen göstermelidir. Hekim ise yılda bir kez hastayı tekrar görmeli, hikaye, semptom skoru tayini, fizik
muayene ve parmakla rektal incelemeden oluşan temel
değerlendirme tekniklerini tekrarlamalıdır.
Bekle ve gör yaklaşım seklinde hastaların bazı semptomları düzelebilirken bazıları aynı kalabilir. Bu arada
hastalara eğer takip dışı kalırlarsa BPH’nin progresyon
gösterip, üriner sistem taş hastalığına, böbrek yetmezliğine ve AÜR’ye sebep olabileceği vurgulanmalıdır.
11.5.3 Fitoterapi
Fitoterapotik ajanların etki mekanizması halen daha tam
olarak bilinmemektedir. Saw palmetto (Serenoa Repens) BPH’ya bağlı AÜSS’nin tedavisi için en yaygın
kullanılan fitoterapotiklerden biridir. Her ne kadar bu
ajanlar BPH’ya bağlı işeme semptomlarında azalmaya
yol açarak rahatlama sağlayabilse de bu ajanların heterojen olması ve meta analizlerle ilgili metodsal problemler olması nedenlerinden dolayı kılavuzlar spesifik
bir öneride bulunmamaktadır.
11.5.4 Alfa blokörler
Alfa blokörler alfa-1 adrenerjik reseptörleri inhibe ederek prostat ve mesane boynunda düz kas relaksasyonu
sağlayarak işeme semptomlarında düzelme sağlarlar.
Alfa-1 adrenerjik reseptör subtipleri: alfa-1A, alfa-1B
ve alfa 1-D’dir. Prostatta bulunan primer alfa-1 reseptör alt grubu alfa-1A reseptörlerdir. Alfa-1A’ların bloke
edilmesi; prostat, mesane boynu, seminal veziküller ve
vaz deferensin düz kaslarında relakasayona neden olur.
Her ne kadar işeme semptomlarını düzeltseler de mesane boynu relaksasyonu da sağladıkları için retrograd
ejakülasyona yol açabilirler. Alfa-1B reseptörler daha
Tablo-1: Ülkemizde bulunan BPH’da kullanılan alfa blokörler (HT:Hipertansiyon)
Jenerik Ad
Seçicilik
Terazosin
Doksazosin HS
Doksazosin US
Alfuzosin
Tamsulosin
Silodosin
Seçici değil
Seçici değil
Seçici değil
Seçici değil
Alfa -1A Seçici
Alfa -1A Seçici
Titrasyon
Gereksinimi
Evet
Evet
Bazen
Hayır
Bazen
Hayır
Maksimum
Günlük Doz
10 mg
8 mg
8 mg
10 mg
0.8 mg
8 mg
HT için
Kullanımı
Evet
Evet
Hayır
Hayır
Hayır
Hayır
Piyasadaki
Dozları
Tb: 2,5 mg
Tb: 2,4 mg
Tb: 4, 8 mg
Tb: 10 mg
Kap: 0.4 mg
Kap: 4-8 mg
375
XI. BPH
çok vücudun damar yapılarında bulunur ve bu reseptörlerin blokajı hipotansiyona neden olabilir. Alfa-1D
reseptörler ise çoğunlukla nazal pasajda, mesanede ve
spinal kordda bulunur. Nazal konjesyon bu reseptörlerin bloke edilmesi sonucu görülen en önemli etkilerden
biridir.
Terazosin, doksazosin ve alfuzosin seçici olmayan alfa1 reseptör blokörleri iken tamsulosin ve silodosin seçici
alfa-1A reseptörleridir ve diğer reseptör alt-grupları ile
karşılaştırıldığında alfa-1A’ya karşı en yüksek afiniteye
sahiptirler. Dolayısı ile alfa-1A reseptör blokajının bir
yan etkisi olan retrograd ejakülasyon da en fazla tamsulosin (%20) ve silodosinde (%30) görülür. Silodosin
en seçici alfa-1A reseptör blokörüdür. Tablo-1 ülkemizde piyasada bulunan alfa blokörlerin jenerik isimlerini,
marka isimlerini, etki mekanizmalarını ve dozlarını
özetlemektedir.
Benign prostat hiperplazisine bağlı AÜSS’nin tedavisinde uzun süreli etkinlik bakımından karşılaştırıldığında bütün alfa blokörler eşit etkinliğe sahiptirler. Aynı
zamanda bütün alfa blokörler işeme semptomlarında
ve maksimum idrar akım hızında doza bağımlı bir iyileştirme sağlarlar. Bununla birlikte idrar akım hızındaki maksimal düzelme seçici alfa blokörlerle ilk 8 saat
içinde gözlemlenirken, diğerlerinde bu süre 2-4 haftayı
alabilir. Silodosin, tamsulosin, alfuzosin ile tedaviye
başlanılması doz titrasyonu gerektirmezken, terazosin
ve doksazosin de doz titrasyonu yapmak gereklidir.
İşeme semptomlarındaki maksimum düzelmeyi görebilmek için tüm alfa blokörler için 1-3 ay arasında bir
süre beklemek gerekmektedir. Alfa blokörlerin BPH’nin
progresyonunu engelleyebileceği de gösterilmiştir.
Alfa blokörler uzun donemde prostatı küçültmezler ve
AÜR’den korumazlar. Bu nedenle bazı hastalar izlemde cerrahi girişime ihtiyaç duyabilirler. Bununla birlikte
alfa blokörler etkinliklerini 4 yıldan fazla sürdürebilir.
Başlıca yan etkileri; baş dönmesi, yorgunluk, nazal
konjesyon, ortostatik hipotansiyon, senkop ve retrograd
ejakülasyondur. Terazosin ve hemen salınımlı doksazosinde baş dönmesi, tamsulosin, silodosin, alfuzosin ve
yavaş salınımlı doksazosine göre daha fazladır. Yukarıda da bahsedildiği gibi en çok retrograd ejakülasyon
silodosin ve tamsulosinde görülür.
İntra-operatif floppy iris sendromu (IFIS) alfa blokör
tedavisi alan hastalarda katarakt cerrahisi esnasında görülebilen ve kalıcı görme hasarına yol açabilen bir sendromdur. Alfa blokörlerin katarakt cerrahisinden önce
kesilmesinin IFIS’i önleyip önlemediği henüz bilinmemektedir bu nedenle planlanmış bir katarakt cerrahisi
olan hastada ameliyattan önce alfa blokör başlanılmamalıdır.
376
11.5.5 5-alfa redüktaz inhibitörleri
5-alfa redüktaz inhibitörleri (5-ARİ) testosteronu dihidrotestosterona (DHT) çeviren 5-alfa redüktaz enzimini
bloke ederler. Finasterid tip-2 5-ARİ’yi bloke ederken
dutasterid hem tip-1 hem de tip-2 5-ARİ’yi bloke eder.
Tip-1 5-ARİ’nin prostatta sınırlı etkisi olmakla birlikte
her iki enzimin veya sadece tip-2’nin bloke edilmesinin
farklı klinik etkinlik gösterip göstermediği tam olarak
bilinmemektedir. 5-ARİ;
•
Prostat boyutunu %20-25 azaltır.
•
Maksimum idrar akım hızını yaklaşık %10 artırır.
• Semptom skorlarında yaklaşık yüzde %20-30 düzelme sağlar.
• Akut üriner retansiyon riskini yaklaşık %50 oranında düşürür.
• BPH için cerrahi girişim gereksinimini yaklaşık
%50 oranında düşürür.
•
BPH progresyonunu engeller.
Tedavi başlangıcından yaklaşık 9-12 ay sonra total
PSA’yı %50 oranında düşürür. Bu nedenle, 1 yıldan fazla süredir 5-ARİ kullanan hastalarda tedavi sonrası PSA
düzeyini tedavi öncesi düzeylerle karşılaştırmadan önce
iki katını almak gerekir gerekir. Testosteron düzeyini %
10-20 oranında düşürür ama bu klinik olarak anlamlı
değildir. Prostattan kaynaklanan kronik hematüriyi düzeltebilir.
ARİ’nin yukarıda tanımlanan etkilerinin gözlemlenebilmesi için genellikle yaklaşık 9-12 ay süre geçmesi
gerekmektedir. Finasteridin uzun donem etkilerini inceleyen PLESS (Proscar Long-Term Efficacy and Safety Study) çalışması 5-ARİ ile olan düzelmenin daha
çok prostatı 40 gramdan büyük olan hastalar ile PSA’sı
1,4μg/L ve üstünde olan hastalarda gözlemlendiğini
ortaya koymuştur. Bu nedenle bu ilaçlar daha çok büyük prostatlı ve PSA’sı yüksek hastalarda tercih edilir.
Dutasterid ile yapılan bir başka uzun donem sonuçları
irdeleyen çalışma da 5-ARİ’nin en az tamsulosin kadar
etkin olduğunu göstermiştir. Bu ilaçlar prostat vaskülarizasyonunu etkiledikleri için prostatın transüretral
rezeksiyon ameliyatlarında kan kaybını azaltabilirler.
Başlıca yan etkileri olan erektil disfonksiyon, azalmış
libido, azalmış ejakülat volümü ve jinekomasti %5 veya
daha az oranda görülürler. 5-ARİ ayni zamanda prostat
kanserinden korunma çalışmalarında da incelenmiş ve
faydalı olabileceğini gösteren sonuçlara ulaşılmıştır.
Sonuç olarak büyük prostatlı (>40ml) ve yüksek PSA’lı
(>1,4μg/L) hastalarda BPH’ya bağlı orta veya ileri derecede semptomatik AÜSS’nin tedavisinde 5-ARİ düşünülebilinir. Bu ilaçlar hastalığın progresyonunu, AÜR’
riskini ve cerrahi girişim gereksinimini azaltabilirler.
yon tedavisi karşılaştırıldığında tek bir ilaç alan grupta
progresyon riskinin artabileceği gösterilmiştir.
11.5.6 Alfa blokör ve 5-alfa redüktaz
inhibitörü kombinasyonu
Alfa blokör ve 5-ARİ kombinasyonunu inceleyen en
önemli iki çalışmadan biri olan MTOPS (Medical Therapy of Prostate Symptoms) çalışmasında bir alfa blokör
olan doksazosin ile 5-ARİ olan finasterid kombinasyonu
çalışılmıştır. Bu çalışmanın 4 yıllık sonuçları kombinasyon tedavisinin AÜR ve cerrahi girişim gereksinimini
azaltarak işeme semptomlarında ve maksimum idrar
akım hızında sağladığı düzelmenin tek başına alfa blokör veya 5-ARİ’nin sağladığı düzelmeden daha fazla
olduğunu göstermiştir. Benzer sonuçlar dutasterid ile
tamsulosini kombine eden CombAT (Combination Avodart and Tamsulosin) çalışmasında da gösterilmiştir.
CombAT çalışmasındaki hastalar daha yaşlı, daha büyük prostatlı ve daha yüksek PSA’lı hastaları kapsayan,
progresyon için daha riskli grubu içermektedir. Yaklaşık
4 yıllık ortanca takip sonucunda kombinasyon tedavisinin işeme semptomlarında ilerlemeyi, AÜR oranlarını
ve takip eden cerrahi gereksinimini azalttığı gösterilmiştir.
Kombinasyon tedavisinden daha çok fayda gören hasta
grubunu PSA’sı 4μg/L’den fazla ve prostatı 40 gramdan
büyük olan hastalar oluştururlar. BPH progresyonu için
risk faktörleri olan büyük prostat, yüksek PSA, yaşlı
hasta, düşük idrar akım hızı, ve ileri derece semptomatik
olan hastalarda bu tedavi iyi bir seçenek olabilir. Kombinasyon tedavisi sadece uzun süreli tedavilerde (>1/yıl)
önerilmelidir ve bu durum tedaviye başlanılmadan önce
hasta ile tartışılmalıdır.
Yan etkiler açısından bakıldığında mevcut çalışmalar
kombinasyon tedavisi uygulanan hastalarda tek ilaç
uygulanan hastalara göre daha çok yan etki gözlemlenmiştir.
Literatürdeki çalışmalar kombinasyon tedavisinin başlangıcından 6-12 ay sonra alfa blokörün işeme semptomlarını kötüleştirmeden kesilebileceğini göstermiştir.
Orta derece semptomatik hastalarda 6 ay, ileri derece
semptomatik hastalarda ise 9 ay sonra kombinasyon tedavisinden alfa blokör çıkarılmış ve her iki grupta da
hastaların yaklaşık %80’inde semptomların kötüleşmediği gösterilmiştir. Her ne kadar CombAT çalışmasında
alfa blokör kesilmesi araştırılmamışsa da 5-ARİ’nin işeme semptomlarını ve idrar akım hızını alfa blokör kadar
düzeltmesinin 12-18 ay kadar süre aldığı gösterilmiştir.
Bu nedenle alfa blokör kesilmeden önce en az 12-18 ay
beklenilmesini savununlar da mevcuttur. Alfa blokör
kesilmesinin BPH progresyon riskini artırıp artırmadığı
tam olarak bilinmemektedir. MTOPS çalışması alfa blokör kesilmesini çalışmamıştır fakat tek ilaçla kombinas-
11.5.7 Alfa blokör ve antikolinerjik
kombinasyonu
BPH’ya bağlı MÇO, detrüsör aşırı aktivitesine (aşırı
aktif mesane-AAM) sebep olabilir. Her ne kadar MÇO
ve AAM sıklıkla birlikte görülürse de AAM, MÇO olmadan da görülebilir. BPH’ya bağlı işeme semptomları olan erkeklerde eğer ani işeme hissi ve sık idrara
çıkma gibi aşırı aktif mesane semptomları ağırlıklı ise
afla blokörler her zaman yeterli gelmeyebilirler. İşeme
semptomları olan erkeklerde alfa blokör tedaviye (hasta
alfa blokör tedaviden fayda görmese bile) antikolinerjik
eklenmesi bu semptomların düzelmesinde anlamlı artış
sağlayabilir. Alfa blokör ve antikolinerjik kombinasyonuyla; yaşam kalitesinde, işeme semptom skorunda, acil
işeme hissinde, sık işemede ve noktüride tek başına alfa
blokör veya antikolinerjik tedaviye göre daha iyi sonuç
alındığı gösterilmiştir.
Bir çok çalışmada alfa blokör tedaviye antikolinerjik
eklenmesi işeme sonrası rezidüel idrarı ve maksimum
akım hızını etkilemediği gösterilmiştir. İşeme sonrası
rezidüel idrarı 200 ml’nin altında olan, maksimum idrar
akım hızı 5 ml/sn’nin üstünde olan ve kateterizasyon gerektiren AÜR öyküsü olmayan hastalara antikolinerjik
verildiğinde kateterizasyon gerektiren AÜR riski %1’in
altındadır. Ama 200 ml’nin üstünde rezidüel idrarı olan,
maksimum idrar akım hızı 5 ml/sn’nin altında olan ve
kateterizasyon gerektiren AÜR öyküsü olan hastalarda
antikolinerjik tedavi AÜR için yüksek risk teşkil etmektedir. Alfa blokör ve antikolinerjik kombinasyonunun en
önemli yan etkisi ağız kuruluğudur.
Sonuçta orta ileri AÜSS’si olan hastalarda eğer semptomlar alfa blokör ve antikolinerjik monoterapisi ile düzelmemişse antikolinerjik ve alfa blokör kombinasyonu
düşünülebilinir. Şüpheli mesane çıkım obstrüksiyonu
olan hastalarda bu kombinasyon dikkatli kullanılmalıdır.
11.5.8 Diğer tedaviler
Yukarıda bahsedilen medikal tedavilere ek olarak
BPH’ya bağlı orta-ileri derece AÜSS’ye erektil disfonksiyon ve pulmoner hipertansiyon eşlik eden hastalarda
fosfodiesteraz inhibitörleri kullanılabileceği son yıllarda
gündeme gelmiştir.
Noktürnal poliüriye sekonder noktürisi olan hastalarda
tedavide desmopressin kullanılabilir. Bu tedavide düzenli aralıklarla serum sodyum konsantrasyonu kontrol
edilmelidir.
377
XI. BPH
Okunması önerilen kaynaklar
AUA Clinical Practice Guidelines
EAU Guidelines on Benign Prostatic Hyperplasia
EAU Guidelines on the Management of Male Lower Urinary Tract
Symptoms.
11.6 Minimal invaziv ve
endoskopik tedaviler
11.6.1 Transüretral prostat rezeksiyonu
Transüretral prostat rezeksiyonu (TURP), 80 yılı aşkın
zamandır, BPH tedavisinde en çok kullanılan tedavi
yöntemidir. Mc Carty tarafından, ışık kaynağı, sistoskop, elektrik enerjisi ve yüksek dirençli probun bir arada
kullanılması ile 1932 yılında ortaya çıkmıştır. Elektrocerrahi için kullanılan jeneratörler, 400000 ila 1000000
Hz’lik frekanslarda radyofrekans elektrik akımı üretir.
Elektrik akımının dalga şekli, tepe voltaj akımı ve gücü,
kesme veya koagülasyon etkisini ortaya çıkarır. Sürekli sinüs dalgaları, yüksek akım ve yüksek güç doğurur.
Bu akım kesme için gerekli yüksek enerjiyi oluşturur.
Duraklamalar ile kısa süreli akımların dokuya etkisi ise
koagülasyon şeklinde olur . Her ne kadar klinik kılavuzların kullanıma girmesi ve medikal tedavideki gelişmeler, son 30 yılda, ABD’deki TURP cerrahisini yılda
350.000’den 200.000’ler seviyesine düşürmüş olsa da,
bugün için hala, BPH’nın altın standart tedavisi olarak
kabul edilmektedir.
TURP, genel anestezi veya spinal anestezi ile yapılabilir.
Her iki teknik arasında kan kaybı, postoperatif morbidite ve mortalite açısından fark saptanmamıştır. Ayrıca
bazı yazarlar, lokal anestezi ile TURP yapılabileceğini
de bildirmişlerse de, günümüzde yaygın olarak kullanılmamaktadır.
Hastaların eşlik eden üriner enfeksiyonları, cerrahi
öncesinde kültür ve antibiyogram sonucuna uygun bir
antibiyotikle tedavi edilmelidir. Cerrahi profilaksi için
genelde tek doz ikinci kuşak sefalosporin grubu bir antibiyotik yeterli olmaktadır. Bakteriüri ve cerrahi öncesi
uzun süreli kateterize kalmış hastalarda, antibiyotiğe
üretral kateter çekilene kadar devam edilmesi önerilmektedir.
TURP, geleneksel olarak monopolar enerji ile yapılmaktadır. Monopolar enerji için kullanılan hipoozmolar
irrigasyon sıvılarının en önemli yan etkisi TUR sendromudur. TUR sendromu, cerrahinin süresini kısıtlamaktadır. Bu nedenle büyük prostatların tedavisi ve asistan
eğitimi için olumsuz bir etkiye sahiptir. TUR sendromu
378
hastaların yaklaşık %2’sinde görülmektedir. TUR sendromu, mental konfüzyon, bulantı, kusma, hipertansiyon,
bradikardi ve görme bozukluğu ile kendini belli eder.
TUR sendromunun oluşma mekanizması için iki teori
mevcuttur. Bunlardan en yaygın kabul göreni, dilüsyonel hiponatremidir. TURP yapılan hastalarda, ortalama
1000 mL hipotonik sıvı absorbe olmaktadır. İrrigasyon
sıvısının basıncı 60-70 santimetre suyu geçtiğinde emilim hızlı bir şekilde artmaktadır. Fakat iyi bir endoskopik görüş için gereken sıvı akış hızını sağlamak da
daha düşük bir basınç ile mümkün olmamaktadır. Bir
diğeri teori ise irrigasyon sıvısında kullanılan Glisinin,
glikolik asit ve amonyağa metabolize olarak, amonyak
intoksikasyonuna yol açmasıdır. Genelde, serum sodyum seviyesi 125mEq/dL’nin altına düştüğünde ortaya
çıkar. Büyük prostatlarda (>45gr) ve 90 dakikadan uzun
süren rezeksiyonlarda risk daha fazladır. Büyük prostatı olan hastalarda ve cerrahi uzadığı zaman, peropertif
sodyum değeri tayini yapılmalıdır. Sodyum seviyesinde
düşme varsa, furosemid verilmelidir. Bu hastalarda postoperatif dönemde de serum sodyum seviyeleri kontrol
edilmeli ve gerekiyorsa diüretik tekrarlanmalıdır. TUR
sendromu, %3’lük 200 cc salin solüsyonunun yavaş bir
şekilde verilmesiyle tedavi edilebilir.
İntraoperatif priapizm bazen işlemi güçleştirebilmektedir. Bu durumda, 3 mL’lik 100μg/1ml fenilefrin solüsyonunun, (0,3 mL %1’lik fenilefrin solüsyonunun 3 mL
salin ile sulandırılması ile) intrakorporeal enjeksiyonu
ile priapizm tedavi edilebilir.
11.6.1.1 Cerrahi teknik
TURP için tanımlanmış başlıca iki rezeksiyon tekniği
vardır. Bunlardan birincisi Nezbit tarafından 1951 yılında tanımlanmıştır. Bu tekniğe göre rezeksiyon saat 12
hizasında başlar ve kapsüle kadar derinleşir daha sonra
sağda ve solda saat 3 ve 9 hizasına kadar ilerlenir. Daha
sonra posteriorda kalan doku parçaları rezeke edilir ve
en son apikal kısımlarda kalan dokular rezeke edilir.
TURP için tanımlanan diğer bir teknik ise Mauermayer
tarafından 1985 yılında tanımlanmıştır. Bu teknikte, rezeksiyona her iki tarafta saat 5 ve 7 hizasında kapsüle
ulaşacak şekilde başlanır. Daha tarafta saat 12 hizasına
kadar devam edilir. Benzer bir şekilde, apikal kısımdaki
doku en son rezeke edilir.
Rezeksiyon esnasında oluşan arteriyal kanamalar, hemen veya kullanılan tekniğe göre, rezeksiyonun bir
sonraki aşamasına geçmeden kontrol edilmelidir. Kanamaya yol açan arteri bulmak bazen güç olabilir. Rezektoskopu geri çekmek ve karşı duvara çarparak yansıyan
kanamanın odağını takip etmek gerekebilir. Kanamanın
iyi kontrol edilmemesi görüntü kalitesini bozacağından,
rezeksiyon işlemini zorlaştıracaktır.
Operasyon sonunda üretral kateterizasyon 3 yollu foley
kateteri ile yapılmalıdır. Salin ile devamlı irrigasyon
yapılmalıdır. İşlem sonunda irrigasyon sıvısı açık pembeden daha koyu bir renkte ise, arteriyel kanama olasılığı nedeniyle rezektoskop yeniden konularak kanama
kontrolü yapılmalıdır. Venöz kanamalar, genelde foley
kateteri konduktan sonra kendini belli eder. Bu durumda ilk başta berrak olan yıkama sıvısı koyu kan rengine
döner. Venöz kanamaların kontrolü için, kullanılan foley kateterinin balonu izin verdiği ölçüde ve çıkarılan
doku miktarının 20 ml fazlasına şişirilir. Balon, prostatik fossaya veya mesane boynuna yerleştirilir ve penise
gazlı bez ile traksiyon uygulanır. Eğer birkaç dakikalık
sürenin sonunda kanama düzelmezse, yeniden rezektoskop konularak, kanama kontrolü yapılmalıdır. Kanama
kontrolü için uygulanan traksiyon 3 saat sonunda gevşetilmeli ve kanamanın olup olmadığı kontrol edilmelidir.
Operasyon esnasında ekstravazasyon, genelde prostat
kapsülü veya mesane boynunda oluşan açıklığa bağlıdır. Yaklaşık %2 oranında görülür. Ekstravazasyon
çoğu zaman ekstraperitonealdir. Eğer fazla miktarda
ekstravazasyon olduysa difüzyon yoluyla veya mesane yaralanması mevcutsa intraperitoneal sıvı birikimi
de olabilir. Genelde spinal anesteziye rağmen karın
altı kısmında ağrı, bulantı kusma ve sıkıntı hissi gibi
belirtiler görülür. Ekstravazasyon şüphesi olduğunda,
uygun kanama kontrolü yapılarak, operasyon mümkün
olduğunca erken sonlandırılmalıdır. Ekstravazasyonun
intraperitoneal mi, ekstraperitoneal mi olduğu, ultrason
veya sistografi ile kontrol edilmelidir. Ekstraperitoneal
ekstravazasyon, genelde diüretik ile diürez sağlanarak
tedavi edilebilir. Ekstraperitoneal ekstravazasyon olduğunda bazı durumlarda suprapubik kateter koymak ve
irrigasyon sıvısının yüksekliğini azaltmak gerekebilir.
İntraperitoneal ekstravazasyon perkütan kateter veya
açık cerrahi drenaj gerektirebilir.
Kapsül perforasyonundan şüphe edildiğinde rezeke
edilmiş prostat parçalarını temizlerken kapsüle daha
fazla zarar vermemeye özen gösterilmelidir.
Üreter orifislerinde hasarı önlemek için, operasyonun
başlangıç aşamasında orifislerin yeri belirlenmelidir.
Orifis hasarı genelde büyük orta loblar rezeke edilirken
ortaya çıkar. Eğer orta lob çok büyükse, orifisler, ilk
sistoskopide görülemeyebilir. Bu durumda rezeksiyon
özellikle mesane boynu seviyesinde çok dikkatli yapılmalıdır. Orifislerdeki hasar ileri boyutta değilse postoperatif seri ultrasonlarla takip yeterli olabilir. Eğer hasar
ileri boyutta ise, double J stent konularak 2-3 hafta sonra
çekilebilir.
11.6.1.2 Sonuçlar
Birçok çalışmada, TURP’un idrar akış hızını arttırma
ve semptom skorunu azaltmada %90’lara varan et-
kinliği birçok çalışmada gösterilmiştir. 1989 yılında,
Mebust tarafından yayınlanan ve TURP cerrahisi için
mihenk taşı olarak kabul edilen çalışmada ortalama rezeke edilen doku miktarı 22 gram olarak bildirilmiştir.
1999 yılında yayınlanan Borboroglu’nun çalışmasında
ise 18 gramdır. TURP ile ilgili tekrarlanabilir ve dengeli sonuçlar bir çok çalışmada rapor edilmiştir. Wasson
ve arkadaşları tarafından 1995 New England Journal of
Medicine’da yayınlanan çalışmada, TURP operasyonun
etkinliği ve güvenirliği kanıtlanmıştır. Bu çalışmada
ortaya çıkan %1’lik inkontinans ve seksüel fonksiyon
kaybının, gözlem yapılan hasta grubuyla aynı oranda
olduğu bildirilmiştir. Takip süresi 20 yılın üzerinde olan
çalışmalar vardır. Thomas ve arkadaşları 2005 yılında
13 yıllık takip süresi sonunda semptomlarda düzelmenin ve ürodinamik düzelmenin, sabit olarak korunduğunu bildirmişlerdir. Semptomlardaki düzelmenin benign
prostatik obstrüksiyonun ortadan kalkmasının yanında,
detrüsör aşırı aktivitesinin de ortadan kalkmasına bağlı
olduğu gösterilmiştir.
11.6.1.3 Komplikasyonlar
TURP sonrası komplikasyon oranları son yetmiş yıl
içinde belirgin bir şekilde azalmıştır. 1930’larda rapor
edilen mortalite oranları %5 seviyesindedir. Bu oran,
yıllar içinde ciddi bir düşüş göstermiştir. Büyük vaka
sayılarıyla (>2000) yapılan çalışmalarda ilk 30 gün içindeki mortalite oranları, 1962, 1974 ve 1989 yıllarında
sırasıyla, %2,5, %1,3 ve %0,2 olarak rapor edilmiştir.
1989 yılında Mebust tarafından yayınlanan çalışma, 13
merkezden oluşan 3885 vakalık bir meta-analizdir. Bu
seride görülen 9 ölümün 5 tanesi sepsise bağlı, 1 tanesi kalp krizine bağlı, diğer 3 tanesi ise farklı nedenlere bağlı olarak rapor edilmiştir. Ayrıca bu 9 hastanın
5 tanesi prostat kanseridir. 1999 yılında yayınlanan
Borboroglu’nun çalışmasında ise 520 vakalık seride
mortalite oranı %0 olarak rapor edilmiştir. Açık prostatektomi ile TURP arasında mortalite açısından fark gözlenmemiştir. İntraoperatif komplikasyon %6,9 oranında
görülmüştür ve en sık (%2,5), transfüzyon gerektiren
kanama bildirilmiştir. TUR sendromu %2 oranında,
kardiyak aritmi %1,1 ve ekstrvazasyon %0,9 oranında
görülmüştür.
Erken postoperatif dönemde morbidite oranı %18’dir.
Bunlarda en sık görüleni, %6,5 oranında görülen üretral kateter alındıktan sonra gelişen üriner retansiyondur. Bunu transfüzyon gerektiren kanama (%3,9), pıhtı
retansiyonu (%3,3) ve üriner enfeksiyon (%2,3) takip
etmektedir.
1999 yılında yayınlanan Borboroglu’nun çalışmasında
kardiyak aritmi %1,3, TUR sendromu %0,8, transfüzyon gerektiren kanama %0,2 oranında görülmüştür.
Çalışmalarda kanama ile ilgili en önemli risk faktörleri,
prostat hacmi ve rezeksiyon süresi olarak bildirilmiştir.
379
XI. BPH
45 gramdan büyük prostatlarda ve 90 dakikadan uzun
süren operasyonlarda riskin arttığı gösterilmiştir.
Geç dönem komplikasyonlardan mesane boynu darlığı
%1,9-2,1, üretra darlığı %1-3,7, geç kanama %1,3-1,7
oranında bildirilmiştir. TURP sonrası inkontinans, eksternal üretral sfinkter hasarına bağlı olabileceği gibi
detrüsör aşırı aktivitesine de bağlı olabilir. Sfinkter hasarının derecesine göre, Kegel egzersizleri ile kontinans
sağlamak mümkün olabilir. Detrüsör aşırı aktivitesine
bağlı inkontinans ise obstrüksiyonun giderilmesi sayesinde zamanla düzelebileceği gibi antimuskarinik tedaviye ihtiyaç duyulabilir. Yapılan çalışmalarda, TURP
geçiren hastalar ile izlem yapılan hastalar arasında inkontinans açısından fark görülmemiştir.
TURP’a bağlı olarak %4 oranında rapor edilen erektil
disfonksiyon oranı, yeni çalışmalarda teyit edilmemiştir.
İnkontinansta olduğu gibi TURP geçirmeyen hastalarla
erektil disfonksiyon gelişmesi arasında fark saptanmamıştır. Hatta aksine, 1996 yılında Soderdahl ve 2002 yılında Brookers tarafından, BPH’ya bağlı ciddi obstruktif
yakınmaların ortadan kalkmasıyla ereksiyonun olumlu
yönde değiştiği gösterilmiştir.
Mortalite dışında görülen erken dönem komplikasyonlar da zaman içinde azalma göstermektedir.
11.6.1.4 Bipolar TURP
Bipolar TURP (B-TURP), kullanılan özel elektrodlar
sayesinde, hipoosmolar sıvı kullanım gerekliliğini ortadan kaldırmıştır. Özel olarak dizayn edilmiş elektrodlar
sayesinde, akım elektrodun ucunda birbirine yakın iki
kutup arasında olmaktadır. İzotonik NaCl kullanılabilmesi, TUR sendromu riskini ortadan kaldırmıştır. Cerrahi teknik TURP ile aynıdır. 3 yıllık takip süresi olan bir
çalışmada TURP’a benzer seviyede başarı bildirilmiştir.
(B-TURP ve TURP için IPSS 6,8 ve 6,2, tepe akım hızı
20,5 ve 21,5 mL/s). Kanama ve buna bağlı komplikasyonlar B-TURP’da daha az görülmüştür. İlk çalışmaların aksine, yakın tarihte Mamoulakis ve arkadaşları
tarafından 2009 yılında yapılan randomize kontrollü
çalışmaların metaanalizinde, üretra darlığı açısından bir
fark da görülmemiştir.
11.6.2 Lazerler
Lazer enerjisi, ürolojik endoskopide son 20 yıldır yaygın bir kullanım alanı bulmuştur. Diğer minimal invazif
tedaviler gibi, TURP’a göre daha az morbiditeye yol açması nedeniyle, BPH tedavisindeki alternatifler arasında
önemli bir yeri vardır. Gün geçtikçe BPH tedavisinde
lazerlerin kullanım oranı artmaktadır.
Lazer (Light Amplification by Stimulated Emission of
Radiation) kelimelerinden oluşur. Harici bir enerji kay-
380
nağı tarafından uyarılan dengesiz elektronlar, eski hallerine dönerken yaydıkları enerji, foton yayılımına neden
olur. Bu fotonların bir ayna vasıtasıyla toplanmasıyla,
birbirine paralel ve doğrusal olan lazer akımı ortaya çıkar. Oluştuğu ortamdan, fleksibl fiberler vasıtasıyla doğrusallığı bozulmadan fiber boyunca hareket eder. Fiberin ucundan çıkan lazer demeti dağılıma uğrar. Lazerin
enerjisi (E), dalga boyu ve frekansına bağlıdır. Lazerin
Watt (W) cinsinden gücü (P), birim zaman başına olan
enerji (E) miktarıdır.
Lazer enerjisi dokuya koagülasyon, vaporizasyon ve
mekanik parçalama ile etki eder. Oluşan sıcaklık seviyesi, doğrudan Güç (P) ile alakalıdır. Bu da cerrahi
etkinin oluşma hızını belirler. Koagülasyon için 50°C,
vaporizasyon için ise 100°C ‘den fazla bir sıcaklık gerekir. Medikal lazerlerin gücü genelde 20 ila 100W arasında değişir. Yeni cihazlarda bu enerji 280 Watt’a kadar
çıkabilmektedir.
Lazer enerjisi, dokuyla temas ettiğinde 4 farklı etki ortaya çıkar. Yansıma, lazer enerjisinin yaklaşık %50’si
dokuya çarptığı zaman yansıyarak dağılır. Geri kalan
enerji lazerin tipine ve dokunun özelliklerine bağlı olarak dokunun içinde belli bir derinliğe kadar ilerler. Dağılma, dokuya ulaşan lazer ışınları dokudaki su miktarı,
hücresel bileşenler ve pigmentlere bağlı olarak çeşitli
yönlerde dağılır. Enerji, dağılma ile, lazer ışınlarının izlediği yol üzerinde, oluşan kavitenin duvarlarından yansıyarak belli bir bölgede yoğunlaşır. Temas yüzeyinin
ilerisinde oluşan bu yoğunlaşma, yüzey altındaki hücrelerin buharlaşmasına yol açar. Bu etki “patlamış mısır”
etkisi olarak da bilinir ve buharlaşmanın yol açtığı hava
kabarcıklarının ortaya çıkmasıyla görülür. Penetrasyon,
lazerin doku içinde ulaştığı mesafeyi tanımlar ve tükenme (extinction) derinliği olarak tanımlanır. Bu derinlik
lazerin dalga boyu ve dokunun özelliklerine bağlı olarak
değişir. Bu derinliğin ötesine lazer ışınlarının %10’u
geçer. %90’ı ise emilir. İkinci bir tükenme derinliğine
gelindiğinde %10’luk kısmın %90’ı emildiği için ilk
baştaki enerjinin %1’i kalır. Emilim (abzorbsiyon) ise
gelen ışının %63’ünün emildiği doku derinliğini tanımlar. Farklı dalga boylarındaki lazer ışınları, doku içinde
bulunan farklı moleküller ve komponentler tarafından
değişken bir biçimde abzorbe olur. Örneğin dokuların
%75-80’ni oluşturan su Nd:YAG ve KTP lazer ışınlarını
az miktarda emer. Bu da derin bir doku penetrasyonuna
yol açar. Holmium:YAG ise, su tarafından fazlaca emilime uğrar. Hemoglobin, bilirubin, melanin gibi doku pigmentleri KTP lazeri yüksek derecede abzorbe ederken,
doku proteinleri Nd:YAG lazeri daha çok abzorbe eder.
Piroliz sonucu ortaya çıkan karbon ise tüm lazer çeşitlerini yüksek derecede abzorbe eder.
Günümüzde, enerji kaynağından çıkan enerjinin sadece
%20-25’i fiberoptik probun ucuna kadar iletilir. Geri kalan enerji iç yansıma ve lazer ışınlarının doğrusallığının
bozulması nedeniyle iletim esnasında kayba uğrar.
Lazer için standart 21 veya 22 F sistoskoplar veya özel
yapılmış ve devamlı akım sağlayan lazer sistoskoplar kullanılabilir. Lazer probları yan-atışlı (side-firing)
veya uç-atışlı (end-firing) olabilir. Yan atışlı problar,
prostat cerrahisi için daha çok tercih edilmektedir. Prob
ucunda bulunan bir ayna, prizma veya parlatılmış altın
yardımıyla lazer demetine 45-105°’lik bir açı verilebilir. Lazer demetinin dağılım genişliği de 7° ila 38°
arasında olabilir. Probların uç kısmı kuartz, saf altın
veya altın-metal bileşiminden üretilebilir. Kullanılan
maddelerin erime derecesi, dayanıklılıklarını belirler.
Probun dokuyla temas etmesi veya 2-3mm’den daha
yakın olması prob ucunda karbonizasyona yol açar ve
bu karbonizasyon, uç kısımda lazer enerjisinin emilerek
sıcaklığın, kullanılan metalin erime derecesini (altın
1064°C) aşarak zarar görmesine yol açar. Ayrıca doku
ile prob arasında oluşan hava kabarcığı da sıcaklığın
artmasına yol açar. Bu nedenle devamlı irrigasyon ile
hava kabarcıklarının probdan uzakta tutulması önem
taşır. Kuartzın erime noktası 1610°C olduğu için, kuartz uçlar, sıcaklık hasarına karşı daha dirençlidir. Dış
kısımdaki ısıya dirençli kaplama sayesinde, dokuya temas edilerek daha etkin bir vaporizasyon sağlayabilir.
Dokudan uzaklaştığında ise saçılan ışın demetleri, enerji
yoğunluğunu azaltarak, koagülasyon için kullanılabilir.
Uç-atışlı problar genelde vaporizasyon için uygun değildir. Bunun en önemli sebebi, ışın demetinin istenildiği
gibi yönlendirilmesinin güç olmasıdır. Bu problar daha
çok enükleasyonda kullanılırlar.
11.6.2.1 Nd:YAG Lazer
Nd:YAG (neodymium:yttrium-aluminum-garnet) Lazer
1064 nm dalga boyuna sahiptir. 1990’lı yıllarda BPH
tedavisinde kullanılan ilk lazerdir. Prostatın lazer ile vizüel ablasyonu (VLAP) olarak bilinen teknikte Nd:YAG
lazer kullanılmıştır. Nd:YAG lazer, su ve hemoglobin tarafından çok az abzorbe edildiği için doku penetrasyonu
derindir. Doku proteinleri tarafından değişik derecelerde
ve yavaş bir şekilde abzorbe edilir. Bu nedenle esas etkisi, yavaş bir sıcaklık artışıyla ortaya çıkan koagülasyondur. 40 ila 60 Wattlık enerji 60 saniye boyunca bir noktaya uygulanarak veya vaporizasyon etkisini arttırmak
için 90 Wattlık enerji, 90 saniye boyunca uygulanarak
yapılan farklı VLAP teknikleri tanımlanmıştır. Prostat
lobları 4 veya 6 kadrana ayrılarak 1-2 cm aralıklarla
mesane boynundan verumontanum seviyesine kadar
uygulanır. Diğer tekniklerde ise 1mm/sn hızında prostata dairesel veya uzunlamasına patternlerde, uygulanır.
Tedavi, prostat lobları üzerindeki mukoza tamamen
beyazlaşıncaya kadar uygulanmalıdır. Bu teknikte esas
etki koagülasyon nekrozu olduğu için, işlem sonunda
gerçek anlamda prostat hacminde azalma olmamaktadır. Hatta ödeme bağlı olarak prostat hacminde artma
görülebilir. Mevcut koagülasyonun doku nekrozuna yol
açıp, bu dokuların dökülmesi için birkaç haftalık süre
geçmesi gerekmektedir. Bu durum uzun süreli kateterizasyon gerektirebilmektedir. Ayrıca uzun süren dizuri,
bu yöntemin diğer bir dezavantajıdır. Nd:YAG lazerin
tam belli olmayan derinlikteki doku etkileri enerji 120
Watt seviyelerine çıktığında bile etkin bir vaporizasyon
oluşturmamıştır. Yüzeyde oluşan kömürleşme etkisi nedeniyle, vaporizasyon derinliği kısıtlı kalmıştır. VLAP
ile ilgili uzun takip süresine (3 yıl) sahip ilk çalışma,
1996 tarafından Kabalin tarafından yayınlanmıştır. 227
hastada operasyon öncesi ortalama tepe akım hızı 7,3
mL/s iken; 3 ay, 1 yıl, 2 yıl ve 3 yıllık izlemde sırasıyla
15 mL/s, 17 mL/s, 18,3 mL/s ve 18,5 mL/s olarak bulunmuştur. AUASI skorları ise 20,3’ten 3 ayda 10’a ve 3
yıl sonunda 5,7’ye gerilemiştir. TURP ile karşılaştırmalı
çalışmalardan Amerika’da 6 merkezin katıldığı bir çalışmada, üriner retansiyonu olmayan 115 hastanın 59’una
TURP, 56’sına VLAP yapılmıştır. TURP yapılan grupta
AUASI skorundaki azalma 13,3, tepe akım hızındaki
artma ise 7 mL/s iken VLAP grubunda AUASI skorundaki azalma 9,0, tepe akım hızındaki artma ise 5,3 mL/s
olarak bildirilmiştir. Anson ve arkadaşları tarafından
1995 yılında yayınlanan başka bir randomize çalışmada
ise 75 hastaya TURP, 76 hastaya VLAP yapılmıştır. 1
yıllık takip sonuçlarında, semptom skorlarında azalma
ve tepe akım hızında artış, TURP grubunda 13,1 ve 11,8
mL/s iken VLAP grubunda 10,4 ve 5,9 mL/s’dir. Aynı
hasta grubu 5 yıl sonunda tekrar değerlendirildiğinde,
yeniden cerrahi gerekme oranı TURP grubunda %16
iken VLAP grubunda %38’dir. Sonuç olarak Nd:YAG
lazer ve VLAP, BPH tedavisinde TURP’a tam anlamıyla
alternatif bir tedavi olmaktan uzak kalmıştır.
11.6.2.2 Holmium:YAG Lazer
Holmium:YAG lazer, 2140 nm dalga boyundadır ve
Nd:YAG lazere göre çok daha az penetrasyon derinliğine sahiptir (500 μm). Suda yüksek oranda abzorbe olur.
Doku penetrasyonu çok az olduğu için kesme etkisi daha
belirgindir. Yüksek güç seviyelerinde vaporizasyon için
kullanılabilir. Fiber ucunda oluşan kabarcık, fotomekanik etki ile dokuda yırtılma etkisi oluşturur. Su tarafından abzorbe edilmesi nedeniyle, etkin bir vaporizasyon
için, sürekli dokuya yakın mesafede olmalıdır. Ho:YAG
lazer ile prostat ablasyonu, (HoLAP), Gilling ve arkadaşları tarafından yan-atışlı probla tarif edilmiştir. Bu
teknikte Ho:YAG lazer tek başına veya Nd:YAG lazer
ile kombine olarak kullanılmıştır. Doku penetrasyonunun az olması nedeniyle, vaporizasyon süresi uzun olmakta ve süre uzamaktadır. Diğer yandan Ho:YAG lazer
ile, prostat loblarını insize edip mobilize edilerek yapılan prostatın Ho:YAG lazer ile enükleasyonu (HoLEP),
oldukça etkin bir yöntem olarak sunulmuştur. Açık cerrahiye benzer bir şekilde adenom enükleasyonu yapılarak mesane içine atılan parçalar daha küçük parçalara
381
XI. BPH
ayrılarak veya morselator yardımı ile temizlenmektedir.
Bu yöntemin en önemli dezavantajı, 20-25 vakalık bir
öğrenme eğrisinin olması ve tecrübe gerektirmesidir.
HoLEP tekniğini tanımlayan Gilling’in 1996 yılında ortalama takip süresi 4,3 ay olan 84 hastalık çalışmasında,
ortalama prostat hacmi 50 mL’dir. Hastalarda önemli bir
dizuri ve irritatif semptom görülmemiştir. AUASI skorları 21,3’ten 4,1’e inerken, tepe akım hızları 7,5’ten 19,3
mL/s’ye çıkmıştır. Bu çalışmayı, iki merkezden toplam
967 hasta ile yapılan bir çalışma takip etmiştir (Mackey
ve arkadaşları, 1998). 503 hastanın 3. ay sonuçlarında,
AUASI skorları 20,6’dan 7,0’a inerken, tepe akım hızları 8,8’den 21,1 mL/s’ye çıkmıştır. Hastaların sadece
%33’ünün 6 aylık takip sonuçları mevcuttur. Bu hastalarda iyilik halinin devam etiği gözlenmiştir. (AUASI
skoru 4,8, tepe akım hızı 22,3 mL/s).
1999 yılında yayınlanan karşılaştırmalı çalışmada, 59
hasta TURP grubuna, 61 hasta HoLEP grubuna randomize edilmiştir. 1 yıllık takip süresi olan 102 hastada
AUASI skoru HoLEP grubunda 21,9’dan 4,2’ye, TURP
grubunda 23,0’dan 4,3’e gerilemiştir. Tepe akım hızları ise HoLEP yapılan hastalarda 8,9’dan 25,2 mL/s’ye,
TURP yapılan hastalarda ise 9,1’den 20,4 mL/s’ye çıkmıştır. Ayrıca hastaların 6, aydaki tepe akım hızındaki
detrüsor basınçları (Pdet), HoLEP grubunda 75,9’dan
35,2 cmH2O’ya, TURP grubunda ise, 83,4’ten 39,2
cmH2O’ya gerilemiştir. Her iki grupta da düşük oranda
komplikasyon görülmüştür ve benzer düzeydedir.
HoLEP’in büyük prostatlarda kullanımı ile ilgili de
başarılı sonuçlar rapor edilmiştir. 100 gramdan büyük
prostatı olan 43 hastada ortalama kateterizasyon süresi
19,7 saat, hastanede kalış süresi ise 28,4 saattir. 6 aylık
takip sonunda AUASI skoru 23,5’ten 1,8’e gerilerken,
tepe akım hızı, 9,0’dan 24,8 mL/s’ye çıkmıştır. Başka
bir çalışmada büyük prostatlarda, HoLEP, ortalama 33,4
dakikalık morselasyon süresi ve 94,7 dakikalık enükleasyon süresi ile TURP’a göre daha uzun operasyon süresine sahiptir. Fakat 15,1 saatlik kateterizasyon süresi
ve 26 saatlik hastanede kalış süresi önemli bir avantaj
olarak görülmüştür. Sonuç olarak, HoLEP, TUR sendromuna yol açmadığı için TURP’un aksine büyük prostatlarda, açık prostatektomiye alternatif bir tedavi olabilir.
Operasyon süresinin uzunluğu ve öğrenme eğrisinin
fazla olması, bir dezavantaj olsa da tecrübeli ellerde etkin ve güvenilir bir yöntemdir.
11.6.2.3 Fotoselektif Lazer Vaporizasyon
Prostatektomi (PVP)
PVP için en yaygın olarak kullanılan lazer türü, potassium-tytanil-phosphate (KTP) lazerdir. KTP lazer, bir
KTP kristali vasıtasıyla Nd:YAG lazerin frekansının
1064 nm’den 532 nm’ye çıkarılmasıyla oluşturulmuştur.
Bu dalga boyunda KTP lazer, Nd:YAG lazere göre çok
382
farklı doku özelliklerine sahiptir. Sıvı ortamda abzorbe
olmadan ilerleyerek, spesifik olarak hemoglobin tarafından abzorbe edilir. Lazerin abzorbsiyonu ile oluşan ani
ısı artışı, vaporizayona yol açar. Vaporize olan alanın
etrafında 1-2 mm’lik bir koagülasyon sahası oluşturur.
KTP lazer, sürekli aynı noktaya uygulandığında, konveksiyon yoluyla, oluşan ısının, vaporizasyon olmaksızın, dokunun derinlerine doğru ilerlemesine yol açar.
Fakat KTP lazerin aralıklı akımı ve devamlı irrigasyon
sayesinde koagülasyon etkisi yüzeyde kalır. Bu nedenle devamlı irrigasyonun sağlanmaması ve probun aynı
noktaya uzun süre etki etmesi, vaporizasyonu olumsuz
yönde etkileyebileceği gibi komplikasyon riskini de arttırabilir.
KTP lazerin gücü ile doğru orantılı olarak vaporizasyon
etkisi de artmaktadır. Yaygın olarak kullanılan 80W’lık
KTP lazerler halen kullanılmakla birlikte, 120W ve
180W’lık seçenekler de mevcuttur.
KTP lazer ile ilgili çalışmaların çoğu, 80W’lık cihazlarla yapılan çalışmalardır ve genelde takip süresi en fazla
24 aydır. Ruszat ve arkadaşları, 2008 yılında 500 vakalık serilerinde takip süresi 36 ay olan 131 hastanın postoperatif ortalama IPSS skorunu 8,0, tepe akım hızını
18,4 mL/s, rezidüel idrar miktarını 28 ml olarak bildirmişlerdir. Üretra ve mesane boynu darlığı %4,4 ve %3,6
oranında görülmüştür. Yeniden tedavi oranı %6,8 olarak
rapor edilmiştir. Takipte 6 hastada lokalize prostat kanseri saptanmıştır. Oral antikoagülan tedavisi görmekte
olan 225 hastada ciddi bir intraoperatif komplikasyon
görülmemiştir.
Bouchier-Hayes tarafından 2006 yılında yapılan, 1 yıllık
takip süresi olan randomize karşılaştırmalı çalışmada,
akım hızındaki artış TURP grubunda %149, PVP grubunda %167, IPSS’de azalma TURP grubunda %50,23,
PVP grubunda %49,83 olarak bildirilmiştir. Kateterizasyon süresi ve hastanede kalış süresi ise PVP grubunda
daha azdır. Ayrıca maliyet PVP grubunda %22 oranında
daha az hesaplanmıştır.
11.6.3 Transüretral prostat insizyonu
Mesane boynunun bütünlüğünün bozulması yoluyla
üriner obstrüksiyonun tedavi edilmesi, ilk kez 1834
yılında Guthrie tarafından tanımlanmıştır. Bottini ise
1887 yılında diyatermi kullanarak mesane boynunu açmıştır. 1964 yılında Aboulker ve Steg ise, 218 hastada,
genişleyebilir bir sonda yardımı ile prostatik üretrayı
parçalayarak obstrüksiyonu gidermeye çalışmışlardır.
Her ne kadar 218 hastanın %75’inde etkin sonuçlar
elde edilse de, kanama, ekstravazasyon ve inkontinans
gibi komplikasyonlar bildirmişlerdir. Endoskopik transüretral prostat insizyonu(TUIP), ilk kez 1969 yılında
Orandi tarafından tanımlanmıştır. Orandi 36 yaşındaki
diyabetik üropatili bir hastada perineal üretrotomi yo-
luyla giriş yaparak, devamlı akım rezektoskopu ile bıçak
elektrot kullanarak üreter orifislerinden başlayarak 5 ve
7 hizasında verumontanum seviyesine kadar ve prostatik kapsüle ulaşacak derinlikte insizyonlar yapılmıştır.
1973 yılında ise Orandi, ilk serisini yayınlamıştır. Genç
hastalarda ve ejakülasyon korunmak istendiğinde insizyonun, prostatik üretraya sınırlı kalacak şekilde ve daha
yüzeyel olarak yapılması önerilmiştir.
11.6.3.1 Cerrahi teknik
Genelde Collings Bıçağı kullanılarak yapılan insizyonlar, saat 5 ve 7 hizasında, tek insizyon veya iki taraflı
olarak yapılmalıdır. Alternatif olarak saat 6 hizasında
tek bir insizyon da tanımlanmıştır. Rezeksiyon orifislere
yakın bir noktadan, verumontanuma kadar uzatılmalıdır.
Mesane boynu seviyesindeki insizyonun fazla derin olması kanama ve ekstravazasyona yol açabilir. Prostatın
boyutuna göre insizyonun uzunluğu ve derinliği modifiye edilmelidir. Tuner ve Warwick tarafından, tek taraflı
insizyonda, retrograd ejakulasyon oranının çift taraflı
insizyona göre %15’den %5’e düştüğü rapor edilmiştir. Tedavi etkinliği açısından ise fark gözlenmemiştir.
TURP’de ise bu oran %50-95 arasındadır.
Bazı yazarlar, TUIP ile birlikte prostatik rezeksiyonunda
yapılmasını önermişlerdir. Lin, 4 ve 8 hizasındaki insizyonlara posterior rezeksiyon ekleyerek insizyon hattının
kapanmasını önlediklerini bildirmiştir. Ayrıca Şimşek
ve arkadaşları saat 5 ve 7 hizasında rezeksiyon yaparak oluklar oluşturmuşlardır. Bu sayede histopatolojik
inceleme için doku elde edilmiştir. Bu yöntemde erken
sonuçlar, TUIP’ten farklı olmasa da daha yüksek bir reoperasyon oranı bildirilmiştir.
11.6.3.2 Endikasyonlar
Bir çok yazar, TUIP’i prostat hacmi 30 gramdan küçük
ve genç olan hastalarda TURP’a alternatif etkin bir yöntem olarak sunmaktadır. Büyük prostatlarda insizyon
derinliğinin kapsüle kadar ulaşma zorunluluğu, kanama
ve ekstravazasyon riskini arttırmaktadır. Açık prostatektomi, TURP veya lazer prostatektomi sonrasında oluşan
mesane boynu darlıklarının tedavisinde de başarılı sonuçlar bildirilmiştir.
11.6.3.3 Karşılaştırmalı çalışmalar
Orandi, 1973 yılında 132 vakalık, 2 yıllık prospektif
çalışmada TURP ve TUIP arasında başarı ve komplikasyon açısından fark olmadığını rapor etmiştir. Ortalama
tepe akım hızı, TUIP grubunda 8,2’den 13,7 mL/s’ye,
TURP grubunda ise 7,6’dan 12,7 mL/s’ye yükselmiştir.
Miller ve arkadaşları 1992 yılında TUIP yapılan 108
hastayı benzer özelliğe sahip vakalardan oluşan TURP
yapılan hastalar ile karşılaştırmıştır. Ameliyat süresi ve
kateterizasyon süresi bakımından TUIP lehine sonuç
bildirmişlerdir. 10 yıllık izlem sonunda her iki grupta
reoperasyon açısından fark görülmemiştir. Soonawalla
ve Pardanami’nin, 220 hastalık prospektif randomize
çalışmasında, TUIP grubunda 5 veya 7 hizasında üreter orifisinden verumontanuma uzanan ve periprostatik
yağ dokusuna kadar derinleşen tek taraflı insizyon yapılmıştır. 3-24 aylık takip süresi sonunda tepe akım hızı
TUIP için 7,91’den 19,38 mL/s’ye TURP grubunda ise
8,04’ten 20,69 mL/s’ye çıkmıştır. İşeme sonrası rezidüel idrar miktarında azalma, TUIP yapılan hastaların
%90’nında, TURP yapılan hastaların %88’inde görülmüştür. TURP yapılan hastalarda daha fazla komplikasyon görülmüştür.
2001 yılında Yang ve arkadaşları tarafından, literatürde
yayınlanmış randomize kontrollü 9 çalışmanın metaanalizi yayınlanmıştır. TUIP grubunda 346, TURP grubunda 345 olmak üzere toplam vaka sayısı, 691’dir. Bu
çalışmaların 1 tanesi hariç diğerlerinde prostat ağırlıkları 16-33 gram arasındadır. Çalışmaların 7’sinde insizyon
tek taraflıdır. 12 aylık takip sonunda semptom skorlarındaki düzelme her iki grupta da eşit olarak bulunmuştur.
Tepe akım hızındaki artış, TURP grubunda istatistiksel
olarak anlamlı olacak şekilde yüksek bulunmuştur fakat
bu farkın klinik olarak anlamlı olmayabileceği düşünülmüştür. Daha az komplikasyon görülmesi, daha az kan
transfüzyonu yapılması, retrograd ejakülasyon oranının daha düşük olması, operasyon ve hastanede kalma
süresinin daha kısa olması, TUIP’in avantajları olarak
ortaya çıkmıştır. Kateterizasyon süresi ve ilk 12 aydaki
re-operasyon oranı açısından fark görülmemiştir.
11.6.3.4 Sonuç
TUIP, her ne kadar üst sınırı net olarak tarif edilmese
de, 30 gramdan küçük hacimli prostatlara bağlı üriner
obstrüksiyonların tedavisinde TURP ile karşılaştırılabilir başarı oranlarına sahiptir. Komplikasyon oranı daha
düşüktür. Bu sebeplerle, seçilmiş vakalarda, ve özellikle
genç hastalarda, TURP’a alternatif bir tedavi olarak düşünülmelidir.
11.6.4 Transüretral mikrodalga termoterapi
Termoterapi, 45 ila 60°C arasındaki sıcaklıklarda etkin
nekroz oluşturma prensibine dayanır. Transüretral mikrodalga termoterapi (TUMT), bir üretral aygıt vasıtasıyla prostatın termoterapi seviyesinde ısıtılması prensipine dayanır. Oluşan nekrozun boyutu, intraprostatik
sıcaklığa ve süreye bağlıdır. Nekroz oluşturmak için
sıcaklık arttıkça süre kısalır, süre kısaldıkça ulaşılması gereken sıcaklık seviyesi artar. Mikrodalga, 300 ila
3000 megahertz arasındaki elektromanyetik radyasyon
enerjisidir. Mikrodalga enerjisi doku tarafından emildiğinde ısı enerjisi ortaya çıkar. Yağ dokusu gibi sudan fakir dokularda abzorbsiyon derinliği fazla iken kas, pros-
383
XI. BPH
tat gibi sudan zengin dokularda, daha yüzeyde emilir.
Bu nedenle transüretral yolla uygulandığı zaman üretral
yüzeydeki ısıyı azaltmak için etkin bir soğutma sistemine ihtiyaç vardır.
Ulaşılan sıcaklık seviyesi 45°C’yi geçtiğinde artan her
1°C sıcaklık için nekroz iki kat artar. 45°C’nin üzerindeki sıcaklıklarda koagülasyon nekrozu oluşur. Ayrıca inflamasyon ve mikrotrombuslar da ani hücre ölümüne yol
açar. Bunun yanında proteinlerin inaktive olması sonucunda, tamir mekanizması bozulur ve apoptozis indüklenir. Yapılan hücre kültürü çalışmalarında apoptozisin
24 saat sonunda en üst seviyeye ulaştığı gösterilmiştir.
Aynı zamanda meydana gelen periüretral α –adrenerjik
reseptör hasarı da düz kaslarda denervasyona yol açar.
Bu da TUMT tedavisinden sonra α-blokör ilaç kullanımına benzer bir etkiye yol açar.
Doku penetrasyonu mikrodalgaların frekansından çok
aygıt dizaynıyla alakalıdır. 900-1300 MHz aralığında
doku penetrasyonu 10mm iken 2450 MHz’de sadece
15mm’dir. Aygıtların mikrodalga enerjiyi aksiyel ve
radyal planda yayma özellikleri, yarattıkları ısıtma etkisini de belirler. Yapım şekillerine göre aygıtlar monopol,
dipol ve helikal olabilirler. Dipol aygıtlarda genelde 2
cm çapında homojen bir etki ortaya çıkar. Helikal aygıtlar ise daha kısa ve yoğun bir ısınma patterni oluşturur. Cihazların bir diğer özelliği ise kullanılan enerji
yazılımlarıdır. İlk ortaya çıkan yazılımlar, düşük enerji
protokolleridir. Bu cihazların etkinliği ve güvenirliği
kanıtlandıktan sonra yüksek enerji protokolleri daha
yaygın olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yüksek enerji
protokollerinde süre daha kısadır. Prostatron cihazında
kullanılan yazılım versiyonları enerji seviyesine göre
düşükten yükseğe doğru Prostasoft 2.0, 2.5 ve son olarak 3.5’dir.
11.6.4.1 Klinik sonuçlar
Düşük enerji termoterapisinde; prostat hacmi büyük,
semptom skoru ve rezidüel idrar miktarı yüksek olan
hastalarda kalıcı yanıt oranı düşük, reoperasyon oranı
oldukça yüksektir.
Termoterapi cihazlarında enerji seviyesi arttıkça tedavi
süresi kısalmakta ve etkinlik artmaktadır. Yeni nesil cihazlarda eşzamanlı ve sürekli intraprostatik ısı ölçümü,
tedavinin daha iyi bir şekilde yapılmasını sağlamaktadır.
Tablo 2’de 1 yıldan uzun takip süresi olan çalışmaların
sonuçları özetlenmiştir.
Akut üriner retansiyon nedeniyle TUMT uygulanan hastalarda da umut verici sonuçlar bildirilmiştir. Özellikle
cerrahi için uygun olmayan yaşlı hastalarda, TUMT, kalıcı katetere uygun bir alternatif olabilir. Bu hastalarda
genelde TUMT sonrası medikal tedaviye devam etme
gerekliliğinin olması, maliyet açısından bir dezavantaj
384
oluşturmaktadır. Alivizatos ve arkadaşalarının 2005 yılında yaptığı çalışmada 38 hastanın 19’u tedavi öncesi
üretral kateterizasyon yapılmış hastalardır. Bu hastalarda tedaviden sonra 3.ayda ortalama tepe akım hızları
13,2 mL/s olarak bildirilmiştir. Djavan ve arkadaşları
tarafından 1999 yılında akut üriner retansiyon nedeniyle tedavi uygulanan 31 hastanın 29’u (Targis cihazı ile)
1 ay sonunda spontan olarak idrar yapabilmişlerdir. 12
hafta sonunda akım hızları maksimum seviyeye çıkmıştır. Benzer bir şekilde Kellner ve arkadaşları 2004 yılında akut üriner retansiyonu olan 32 hastada %82’lik bir
başarı oranı bildirmişlerdir.
Karşılaştırmalı çalışmalara bakıldığında, TUMT’un
daha az morbiditeye sahip olduğu fakat TURP kadar
etkin olmadığı görülmektedir. TUMT sonrası üretral
kateterizasyon süresi belirgin şekilde daha uzundur.
Bu durum enfeksiyon için bir risk oluşturmaktadır.
Bir çalışmada 4 yıllık süre sonunda hastaların sadece
%23’ünün tedavi sonuçlarından memnun kaldığı bildirilmiştir.
11.6.4.2 Sonuç
Yaklaşık 20 yıl önce ortaya çıkan TUMT erken zamanlarındaki düşük enerjili protokollerin kullanıldığı çalışmalarda, güvenirliğini ispat etmiştir. Enerji seviyesinin
artması TUMT tedavisinin etkinliğini de arttırmıştır.
Prostat içindeki ısı dağılımı dokudaki epitel ve stroma
oranının dağılımına göre farklılık göstermektedir. Epitel-stroma oranı hastalar arasında bireysel farklılıklar
göstermektedir. Bu nedenle tedavi esnasında eşzamanlı
olarak prostat içindeki sıvı düzeyinin ölçülüp tedavinin
her hasta için bireyselleştirilmesi etkinliği arttıracaktır.
Bugüne kadar yayınlanan sonuçlarda, TUMT’un etkinliği TURP’a göre daha azdır. Bununla birlikte anestezi
ihtiyacının daha az olması ve TURP’a bağlı morbidite
ve komplikasyonların görülmemesi nedeniyle bazı hasta
gruplarında, cazip bir alternatif olarak ortaya çıkmaktadır.
11.6.5 Transüretral iğne ablasyonu
Transüretral iğne ablasyonu (TUNA), benign prostat
hiperplazisi tedavisinde kullanılan ısıya dayalı tedavilerden biridir. 1990’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. Radyofrekans enerjisinin yarattığı ısı ile prostat parankimi içinde koagülasyon nekrozuna yol açar. TUNA tedavisi tek
kullanımlık sistokoplarla yapılır. Pro Vu ve Precision
Plus isimli iki farklı sistem kullanılır. TUNA sistoskopunun ucunda teflon kaplı iki adet iğne transüretral yolla
prostat parankimine ilerletilir. Hastanın sakrumuna topraklama için plak yerleştirilir. TUNA elektrodunun ucu
ince olduğu için enerji küçük bir alanda yoğunlaşarak
belirgin bir ısı artışına yol açar. Tedavi esnasında ulaşılan sıcaklık 100°C’nin üzerindedir. Tedavi ile oluşan
Tablo 2. Takip süresi 1 yıldan uzun olan çalışmalar
Hasta
Takip
Semptom
Sayısı**
Süresi(ay)
skoru
(önce/sonra)
Blute ve ark.
104
12
13,7/5,4
(1993)*
(AUASI)
Baba ve ark.
135
24
(1996)*
Hallin ve
187
48
Berlin
(1998)*
Francisca ve
ark (1999)*
1092
Tepe Akım Hızı mL/s
(Önce/Sonra)
Devamlılık***
8,5/11,3
2-3 mL/s düzelme
12 ayda %50
24 ayda %20
97 hastada ek tedavi
12 ay sonunda tatmin
oranı %62
24 ay sonunda %34
48 ay sonunda %23
Ek tedavi oranı %39,6
*Prostatron 2.0 , **Takip süresi sonunda çalışmada kalan hasta sayısı , ***Elde edilen cerrahi yanıtın kalıcılığı
lezyonların çapı yaklaşık 20 mm’dir. İğne ucundaki teflon kaplama sayesinde prostatik üretra ısıdan korunur.
İğne ucu prostat kapsülüne ve üretraya 5-6mm’den daha
yakın olmamalıdır. Hasta litotomi pozisyonunda iken
lokal anestezi, periprostatik blok ve bazen sedasyon ve
nadiren anestezi altında uygulanır.
11.6.5.1 Cerrahi teknik
Üretra uzunluğu hesaplanarak, uygulama sayısı planlanmalıdır. Peroperatif veya preoperatif transrektal ultrason yardımıyla mesane boynundan verumontanuma
kadar olan üretra uzunluğu hesaplanır. Ayrıca prostat
genişliği/2 olacak şekilde iğne uzunluğu saptanmalıdır.
Uygulama başına, iki adet lezyon oluşmaktadır. Prostatik üretra 3 cm’den kısa olduğunda tek bir planda uygulama yapılmalıdır. Prostatik üretrada mesane boynunun
1 cm distalinden 3 ila 4 cm’lik uzunluklarda 2 veya 3
planda, 4 cm’den uzun ise de 4 planda veya 4 cm’nin
üzerindeki her bir cm için bir plan eklenerek uygulama
sayısı belirlenmelidir. Aynı işlem daha sonra karşı lob
için uygulanmalıdır. Büyük medyan loblarda, medyan
loblara da başarılı bir şekilde uygulandığını bildiren
çalışmalar mevcuttur. Her uygulama yaklaşık 3 dakika
sürmektedir. İğnelerin ucunda ve üretral yüzde bulunan
sensörler vasıtasıyla sürekli sıcaklık ölçümü yapılarak,
gerekli enerji seviyesi, cihaz tarafından otomatik olarak
belirlenmektedir. Ayrıca üretra yüzeyindeki ısı 43°C’yi
geçince cihaz uyarı vermekte, 46°C’yi geçince akım
durmaktadır.
11.6.5.2 Klinik sonuçlar
TUNA tedavisi ile ilgili yayınlanmış çalışmaların çoğu
açık çalışmalardır. Bu çalışmaların takip süreleri de oldukça kısadır. 5 yıldan uzun takip süresi olan hastaların
toplam sayısı 500’ün altındadır. 1 yıllık takip süresi olan
toplam hasta sayısı da 1000 civarındadır. TURP ile kar-
şılaştırmalı çalışma sayısı da oldukça azdır.
13 farklı çalışmada toplam 1016 hastada ortalama başlangıç IPSS skoru 21,54, 1 yıl sonunda 8,83, 5 yıl sonunda ise 8,9’dur. Tepe akım hızları ise işlem öncesi,
1 yıl sonunda ve 5 yıl sonunda, sırasıyla 8,15, 13,07 ve
12,53 mL/s’dir. Fakat bu çalışmalarda hastaların yaklaşık %50’si tedaviden sonra takip dışında kalmıştır. Rezidüel idradaki azalma miktarı ise genelde 50 ml’nin altındadır. Basınç akım çalışmalarında bildirilen tepe akımı
esnasında detrüsor basıncındaki düşme miktarı 10,8 ile
25 cmH2O arasında değişmektedir.
TURP ile karşılaştırmalı çalışmalarda, Hill ve arkadaşları çok merkezli randomize çalışmada, 121 hastanın
65’ine TUNA, 56’sına TURP yapılmıştır. TUNA grubundaki hastaların %14’ünde ek tedaviye ihtiyaç duyulurken bu oran TURP grubunda %2 olmuştur. 5 yıllık
değerlendirme için takipte kalan hasta oranları TUNA
grubunda %28, TURP grubunda ise %36’dır. İşlem öncesi ve 3 yıllık takip sonunda, IPSS skorları TUNA için
24,0 ve 15,2, TURP için 24,1 ve 10,1, tepe akım hızları
ise TUNA için 8,8 ve 13,0 ml/s, TURP için ise 8,8 ve
19,1 mL/s’dir. Diğer çalışmaların ortak özellikleri tepe
akım hızındaki artışın TURP’a göre daha düşük olmasıdır. Bazı çalışmalarda hayat kalitesindeki artış açısından
TURP’a eşit oranda fayda sağlandığı rapor edilmiştir.
TUNA sonrası PSA seviyelerinde ve prostat hacminde
anlamlı bir azalma gösterilmemiştir. Önemli bir komplikasyon görülmemekle birlikte, genelde 48 saati aşmayan hematuri (%21), %13 ila %41 arasında bildirilen
kısa süreli üriner retansiyon ve %40 oranında görülen
ve nonsteroidal antiinflamatuar tedaviye yanıt veren ve
genelde 1 haftayı geçmeyen irritatif semptomlardır.
11.6.5.3 Sonuç
TUNA, BPH tedavi için geliştirilmiş minimal invazif
385
XI. BPH
tedavi seçeneklerinden biridir. Henüz uzun dönem sonuçları bilinmemekle birlikte, kendine has bir takım
avantajları mevcuttur. Oluşan ısının keskin sınırlı bir
alana sınırlandırılması, komşu dokuların zarar görme
riskini en aza indirmektedir. Damar sinir paketi, rektum
ve prostatik üretranın korunması, retrograd ejakülasyon,
kanama, rektum yaralanması gibi komplikasyonları ve
anestezi ihtiyacını neredeyse tamamıyla ortadan kaldırmaktadır. TURP ile karşılaştırıldığında, semptom skoru
ve tepe akım hızında düzelme daha düşük olmakla birlikte, seçilmiş vakalarda tatminkar bir klinik etki ortaya
çıkarmaktadır. Anestezi gerektirmemesi nedeniyle, yüksek riskli hastalar için cazip bir alternatif olabilir.
11.6.6 Transüretral prostat vaporizasyonu
Transüretral prostat vaporizasyonu (TUVP), elektrik
akımı kullanılarak vaporizasyon ve desikasyon etkisi
sayesinde prostat dokusunun vaporize edilmesi esasına
dayanır. Elektrik akımının doku empedansı nedeniyle ortaya çıkardığı ısı, vaporizasyon veya desikayona
yol açar. Desikasyon hücredeki ısı artışına bağlı olarak
hücredeki suyun kaybolması ve hücrenin kurumasıdır.
Dokudaki ısı, 100ºC’nin üstüne hızlı bir şekilde çıktığı
zaman, hücre içindeki su ani bir şekilde buharlaşır ve
hücre parçalanır bu da vaporizasyon etkisine yol açar.
Prob ucunda yüksek yoğunlukta enerji olan kısım vaporizasyona, daha düşük enerjili bölgeler ise desikasyona yol açar. Etkin bir vaporizasyon için hücre içinde su
bulunmalıdır. Dokudaki direnç arttığında, vaporizasyon
için gerekli enerji miktarı da artmaktadır. TUVP için geliştirilmiş jeneratörler, değişen doku direncine göre otomatik olarak enerji çıkışını ayarlama özellliğine sahiptir.
TUVP için kullanılan farklı elektrod dizaynları mevcuttur. Genelde temas yüzeyini arttırmak için oluklu
ve çıkıntılı bir yapısı vardır. Ayrıca kalın rezektoskop
probları da hem rezeksiyon hem vaporizasyon için kullanılabilmektedir.
11.6.6.1 Klinik sonuçlar
TUVP ile ilgili çalışmalarda, endikasyonlar, sonuçların
yorumlanması, kullanılan jeneratörler ve elektrotlar çok
Tablo 3. Yüksek enerji protokolleri
Hasta Sayısı
De Wildt ve ark.
(1996)**
De la Rosette(1996)
De la Rosette
(2000)***
Javle ve ark. ***
Alivizatos ve ark
(2005)****
farklılık göstermektedir. İlk çalışma 1995 yılında Kaplan tarafından yayınlanmıştır. Ortalama prostat boyutu
57,6 ml olan 25 hastada AUASI semptom skoru17,8’den
4,2’ye gerilemiştir tepe akım hızı ise 7,4’ten 17,3 mL/s’e
çıkmıştır. Bir hastada üretral darlık bildirilmiştir. Başka
çalışmalarda benzer sonuçlar bildirilmiştir. Üretra darlığı, reoperasyon ve irritatif semptomlar ile ilgili farklı
sonuçlar rapor edilmiştir.
AUA klinik kılavuzunda 10 adet randomize kontrollü
çalışma incelenmiştir. Analize dahil edilen çalışmalarda,
prostat hacimleri ve operasyon öncesi tepe akım hızları
geniş bir dağılım göstermiştir. Bu meta-analizde IPSS
ve hayat kalitesinde düzelme, rezidüel idrar miktarı
açısından TURP ile arasında fark gözlenmemiştir. Akut
üriner retansiyon nedeniyle reoperasyon oranı TUVP
grubunda daha yüksektir (%4’e karşılık %8). Kanama
miktarı 3 çalışmada incelenmiştir ve TUVP grubunda
daha az olduğu rapor edilmiştir. Uzun dönem takiplerde
erektil disfonksiyon, üretra darlığı ve mesane boynu stenozu açısından fark gözlenmemiştir.
Yirmi çalışmanın karşılaştırdığı 1489 hastalık metaanalizde, çalışma gruplarındaki heterojenite nedeniyle
sağlıklı bir değerlendirme yapmak mümkün olmamakla
birlikte, AUASI skorları ve tepe akım hızında karşılaştırılabilir sonuçlar bildirilmiştir.
11.6.7 Prostatik stentler
Prostatik stentler, alt üriner sistem obstrüksiyonunda geçici veya kalıcı bir tedavi sağlamak amacıyla geliştirilmişlerdir. Üretral kateterin aksine, çalışan bir detrüsöre
ihtiyaç vardır. İlk defa 1980 yılında Fabian tarafından
intraprostatik spiral stent tanımlanmıştır. İntraüretral
stentler, BPH, üretra darlığı ve detrüsör sfinkter dissinerjisinin tedavisinde kullanılagelmiştir.
Prostatik stentler kalıcı ve geçici olmak üzere iki sınıfa
ayrılabilirler. Kalıcı stentler, epitelizasyona izin vererek
üretra içine gömülürler. Böylece enfeksiyon ve enkrustasyon riski daha azdır. Geçici stentler ise epitelizasyona
izin vermezler veya biyo-çözünürdürler. Geçici stentler
birkaç haftadan 6 aya kadar üretrada kalabilirler. Kalıcı
stentler genelde cerrahi için komorbiditeleri nedeniyle
Takip Süresi (ay)
74
12
Semptom skoru
(önce/sonra)
13,9/5,8 (Madsen)
67
86
12
6
13,6/4,9 (Madsen)
20,0/9,3 (IPSS)
38
12
3
%63
21,5/6,5 (IPSS)
*Prostatron 2.5, **Prostatron 3.5 , ***T3 Urologix , ****Prostalund Compact Device
386
Tepe Akım Hızı mL/s
(önce/sonra)
9,4/14,9 (Pdet
63,6/38,9 cmH2O)
9,6/14,5
9,5/14,6 (Pdet
58,7/46,9 cmH2O)
%64
7,2/18,1 (Pdet
87,5/48,4)
yüksek risk taşıyan hastalarda tercih edilirler. İdeal bir
stent, lokal anestezi altında konulabilmeli, mesaneye
taşmamalı, lokal bir reaksiyon ve enkrustasyona yol açmamalı, sistoskopi yapılmasına izin vermeli ve gerektiğinde kolayca çıkarılabilmelidir.
Epitelize olan kalıcı stentlere ilk örnek, Urolume
Wallstent’tir (American Medical Systems, Minnetonka,
Minnesota, ABD). Tübüler bir ağ şeklinde, çelik bileşimden imal edilmiştir. Çapı, 42 french’tir. Urolume
stentler ile 62 hastalık,12 yıl takip süresi olan bir çalışmada, hastaların %34’ü stentler çıkarılmadan, BPH dışı
nedenlerle ölmüşlerdir. Hastaların %40’ında stentler
çeşitli sorunlardan ötürü çıkarılmak zorunda kalmışlardır. Stentlerin ilk 2 yıl içinde çıkarılma sebepleri, yanlış
konumlandırma, yanlış vaka seçimi, migrasyon ve hasta
tatminsizliğidir. Sadece 11 hastada (%18) 12 yıllık çalışma sonunda stentler yerinde kalmıştır. Beş yıllık takipte ortalama tepe akım hızı ve işeme sonrası rezüdü
idrar miktarı sırasıyla 12,1 ml/s ve 87 ml’dir. 12 yıllık
takiplerde, tepe akım hızlarında istatistiksel olarak anlamlı bir fark saptanmamıştır. Yapılan diğer çalışmalarda benzer sonuçlar rapor edilmiştir. Stent epitelizasyonu
6 ila 12 ay arasında gerçekleşmiştir. Nadiren bildirilen
hiperplastik doku reaksiyonu, fulgurasyon ile başarılı
bir şekilde tedavi edilmiştir.
Urolume stentlerden sonra geliştirilen ve 1993 yılında
piyasaya sürülen Memokath (Engineers and Doctors
A/s, Hornbaek, Danimarka) stentler titanyum-nikel bileşiminden oluşmaktadır ve şekil hafızasına sahiptir.
Kırkbeş derecelik ısının üzerinde prostatik apeks seviyesinde genişleyerek yerine oturmaktadır. 10 derecenin
altına soğutulduğunda yumuşayarak çıkarılabilmektedir. Ellis ve arkadaşlarının cerrahi için yüksek riskli
olan 124 vakalık serilerinde, 26 hastada 23 stent, yanlış yerleştirilme nedeniyle, 3 hastada stent gerekliliğinin ortadan kalkması nedeniyle çıkarılmıştır. Kırkdört
hasta, stentli olarak ölmüştür. İngiltere’de yapılan 211
vakalık bir çalışmada da %23 hastada yanlış yerleştirme
nedeniyle stentlerin çıkarılması gerekmiştir. Yedi yıllık
takip sonunda, hastaların %38’i stentli olarak ölmüştür.
Hastaların %34’ü ise stentli olarak kalmışlardır. Bu hastalarda IPSS skoru stent yerleştirilmesinden 3 ay son-
Tablo 4 TURP ile karşılaştırmalı çalışmalar
Hasta Sayısı
Takip
(TURP/TUMT)
Süresi(ay)
D’Ancona ve
31/21
ark. (1997)*
Hoffman ve
218/322
ark(2004)
(sistematik
derleme)
ra, 20,3’den 8,2’ye gerilemiş ve sabit olarak kalmıştır.
Memokath stentler en geç 36 ayda bir değiştirilmelidir.
11.6.7.1 Geçici stentler
Genelde termoterapi tedavilerinden sonra ortaya çıkan
üriner retansiyon için uzun süreli üretral kateterizasyon
gerekebilmektedir. Bu nedenle bazı cerrahlar işlem sonrasında rutin olarak geçici stent kullanmaktadır. TUMT
tedavisinin yaygınlaşmasıyla ve prostatın lazer ablasyonundan sonra bu stentler kullanım alanı bulmuşlardır.
Bunun haricinde yüksek riskli hastalarda, cerrahiye alternatif olarak kullanılabilirler. Poliüretan stentler, intraüretral kateter olarak da bilinirler Puroflex (Angiomed,
Almanya), Barnes Stenti (CR Bard, ABD) ve Trestle
Stent (Boston Scientific,ABD) olmak üzere 3 farklı türü
bulunmaktadır. Proksimalde, prostatik üretradaki parça
16 Fr (Puroflex, Barnes) veya 22 Fr (Trestle) boyutundadır. Puroflex ve Trestle stent iki parçadan oluşur. Prostatik üretraya yerleşen kısım aradaki ip ile distaldeki parçaya bağlanır. Spanner Stent ise foley kateterine benzer,
mesane boynuna oturan bir balonu vardır.
Puroflex stent, lokal anestezi altında, 22 Fr sistoskop
yardımı ile yerleştirilir. 63 vakalık ve 43 vakalık iki çalışmada tatminkar sonuçlar bildirilmiştir. Bir çalışmada
Barnes stent, prostata lazer ablasyonu yapılan 25 vakada kullanılmıştır bu hastaların 22 tanesi spontan idrarlarını yapabilmişlerdir. Trestle stent ile, TUMT yapılan
hastalarda başarılı sonuçlar bildirilmiştir. Spanner stent
ile ilgili ilk çalışmada, 30 hastada lokal anestezi altında kullanılmıştır. IPSS skorları 22,3’den 7,1’e düşmüş,
tepe akım hızları ise 8,2’den 11,2 mL/s’ye çıkmıştır.
11.6.7.2 Biyo-çözünür stentler
Poliglikolik asitten imal edilmiş biyo-çözünür stentlerle
ilgili iki çalışmada TUMT ve lazer ablasyonu sonrasında başarılı sonuçlar elde edilmiştir. Her iki çalışmada
da işlem sonrası üretral kateter konma ihtiyacı ortadan
kalkmıştır. Bir başka çalışmada ise ciddi aşırı aktif mesane yakınmaları olan benign prostatik obstrüksiyonlu
37 hastada, inkontinansı değerlendirmek için kullanılmıştır. Stent konulduktan sonra inkontinans gelişmeyen
Semptom skoru (TURP-TUMT)
(önce/sonra)
(13,8/2,8)-(13,3/4,2 )
(Madsen)
Tepe Akım Hızı mL/s
(TURP-TUMT)
(9,3/18,6)-(10,0/16,9)
(8,6/18,7)-(7,9/13,5)
*Prostatron 2.5
387
XI. BPH
25 hastanın 19’una TURP yapılmıştır ve bu hastalarda
inkontinans görülmemiştir.
11.6.7.3 Stent kullanma indikasyonları
Malign obstrüksiyon: Stentler, ileri evre, prostat kanserine bağlı olarak ortaya çıkan üriner retansiyonun tedavisinde cazip bir alternatif olabilirler. Bu hastalarda palyatif TUR morbiditesi ve tümör ekilme riski nedeniyle
onkolojik güvenirliği açısından tartışmalı bir yöntemdir.
Guazzoni ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada prostat
kanserine bağlı ve hormona yanıt vermeyen üriner retansiyonlu 11 hastada UroLume® stent kullanılmıştır ve
hastaların hepsi işlemden sonra spontan idrarlarını yapabilmişlerdir. Takip edilebilen hastalarda da 12 ay sonrasında obstrüksiyon olmadığı gösterilmiştir. Benign Prostatik Obstrüksiyon (BPO): İntraprostatik
stentler, BPH’nın minimal invazif tedavileri arasında
ilk ortaya çıkan tedavilerden biridir. BPH’nın diğer tedavilerine alternatif olabilmek, stentlerin geliştirilmesi
ve klinik çalışmalarda kullanılması itici güç olmuştur.
Fakat migrasyon, enkrustasyon, enfeksiyon, kronik ağrı,
ağrılı ejakülasyon, hematuri gibi nedenlere bağlı ortaya
çıkan yüksek başarısızlık oranı nedeniyle, elektif vakalarda, kalıcı olarak kullanılmaları hiçbir BPH kılavuzu
tarafından önerilmemektedir. Cerrahiye uygun olmayan
hastalarda, üriner retansiyon nedeniyle kalıcı katetere
rağmen rekürren enfeksiyonu olan hastalarda bir alternatif olarak düşünülebilir.
Stentlerin BPO’da ikinci bir kullanım amacı BPH cerrahisinin sonuçlarını görmek içindir. BPH hastalarında
eşlik eden detrüsör overaktivitesi ve sıkışma inkontinansı, cerrahi sonrası başarısızlık ve inkontinans nedeni olabilmektedir. Parkinson ve multipl skleroz gibi nörolojik
hastalıklarda da cerrahi sonrası benzer sorunlar görülebilmektedir. Bu hastalarda BPH cerrahisinin sonuçlarını
tahmin etmek için kullanılacak geçici stentler, olumsuz
sonuçların görülmesini önleyebilir.
Ayrıca BPH tedavisi için kullanılan TUMT, interstisyel lazer koagülasonu, vizüel lazer ablasyanu gibi bazı
minimal invazif tedavi yöntemlerinde obstrüksiyonun
ortadan kalkması, tedaviye bağlı oluşan prostat ödemi
nedeniyle gecikmektedir. Bu hastalarda 6-8 hafta kalıcı
veya intermittan kateterizasyon ihtiyacı olabilmesi nedeniyle prostatik stentler geçici olarak kullanılabilir.
11.6.7.4 Sonuç
Bugün için piyasada çok farklı sayıda ve özellikte stent
bulunmaktadır. Her bir stentin kendine ait avantajları ve
dezavantajları mevcuttur. BPH kılavuzlarında, herhangi
bir invazif tedaviye uygun olmayan hastalarda, kalıcı
veya aralıklı kateterizasyona alternatif olarak önerilmektedir. Ayrıca termoterapi sonrası üretral kateterizas-
388
yon için ve aşırı aktif mesane ile birlikte olan obstruktif
hastalarda cerrahinin inkontinansa yol açıp açmayacağını öngörmek için ve ileri evre prostat kanserinde
obstrüksiyona karşı kullanılabilirler. TURP’a alternatif
veya elektif olarak kullanılmaları için büyük ölçekli randomize çalışmaların yapılması gerekmektedir.
Okunması önerilen kaynaklar
May F, Hartung R. Surgical atlas. Transurethral resection of the prostate.
BJU international . 2006 Oct;98(4):921–34.
Mayer EK, Kroeze SGC, Chopra S, Bottle A, Patel A. Examining the “gold
standard”: a comparative critical analysis of three consecutive decades of
monopolar transurethral resection of the prostate (TURP) outcomes. BJU
international. 2012 Apr 30;1–7.
Rassweiler J, Teber D, Kuntz R, Hofmann R. Complications of transurethral
resection of the prostate (TURP)--incidence, management, and prevention. European urology . 2006 Nov;50(5):969–79; discussion 980.
Smith D, Khoubehi B, Patel A. Bipolar electrosurgery for benign prostatic
hyperplasia: transurethral electrovaporization and resection of the prostate. Current opinion in urology . 2005 Mar;15(2):95–100.
Smith RD, Patel A. Transurethral resection of the prostate revisited and
updated. Current opinion in urology . 2011 Jan;21(1):36–41.
Bouchier-hayes DM, Anderson P, Appledorn SVAN, Bugeja PAT, Costello AJ. KTP Laser versus Transurethral Resection : Early Results of a.
2006;20(8).
Gilling P. Holmium laser enucleation of the prostate (HoLEP). BJU international . 2008 Jan;101(1):131–42.
Hoffman RM, MacDonald R, Slaton JW, Wilt TJ. Laser prostatectomy
versus transurethral resection for treating benign prostatic obstruction: a
systematic review. The Journal of urology . 2003 Jan;169(1):210–5.
Matlaga BR, Miller NL, Lingeman JE. Holmium laser treatment of benign
prostatic hyperplasia: an update. Current opinion in urology . 2007
Jan;17(1):27–31.
Ruszat R, Seitz M, Wyler SF, Abe C, Rieken M, Reich O, et al. GreenLight
laser vaporization of the prostate: single-center experience and
long-term results after 500 procedures. European urology . 2008
Oct;54(4):893–901.
Vanderbrink B a, Rastinehad AR, Badlani GH. Prostatic stents for the
treatment of benign prostatic hyperplasia. Current opinion in urology .
2007 Jan;17(1):1–6.
Lam JS, Volpe M a, Kaplan S a. Use of prostatic stents for the treatment of
benign prostatic hyperplasia in high-risk patients. Current urology reports
. 2001 Aug;2(4):277–84.
Yang Q, Peters TJ, Donovan JL, Wilt TJ, Abrams P. Transurethral incision
compared with transurethral resection of the prostate for bladder outlet
obstruction: a systematic review and meta-analysis of randomized controlled trials. The Journal of urology . 2001 May;165(5):1526–32.
Floratos DL, Kiemeney L a, Rossi C, Kortmann BB, Debruyne FM, de La
Rosette JJ. Long-term followup of randomized transurethral microwave
thermotherapy versus transurethral prostatic resection study. The Journal of urology . 2001 May;165(5):1533–8.
Bouza C, López T, Magro A, Navalpotro L, Amate JM. Systematic review
and meta-analysis of Transurethral Needle Ablation in symptomatic
Benign Prostatic Hyperplasia. BMC urology . 2006 Jan;6:14.
Tubaro A, De Nunzio C, Miano R. Transurethral needle ablation of the
prostate. Current opinion in urology . 2007 Jan;17(1):7–11.
Poulakis V, Dahm P, Witzsch U, Sutton AJ, Becht E. Transurethral
electrovaporization vs transurethral resection for symptomatic prostatic
obstruction: a meta-analysis. BJU international . 2004 Jul;94(1):89–95.
Mebust WK, et al. Transurethral prostatectomy: Immediate and postoperative complications. Cooperative study of 13 participating institutions
evaluating 3885 patients. J. Urol, 2002 147: 5-9.
389
Download