MANASTIR`DAN ERZURUM`A HAFIZ HAKKI PAŞA

advertisement
MANASTIR’DAN ERZURUM’A
HAFIZ HAKKI PAŞA
(1879-1915)
Pir Murat SİVRİ
Yüksek Lisans Tezi
Tarih Anabilim Dalı
Prof. Dr. Selami Kılıç
2016
Her Hakkı Saklıdır
T.C.
ATATÜRK ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TARİH ANABİLİM DALI
Pir Murat SİVRİ
MANASTIR’DAN ERZURUM’A HAFIZ HAKKI PAŞA
(1879-1915)
YÜKSEK LİSANS TEZİ
TEZ YÖNETİCİSİ
Prof. Dr. Selami KILIÇ
ERZURUM – 2016
I
İÇİNDEKİLER
ÖZET............................................................................................................................... V ABSTRACT .................................................................................................................. VI KISALTMALAR DİZİNİ .......................................................................................... VII ÖNSÖZ ....................................................................................................................... VIII GİRİŞ ............................................................................................................................... 1 BİRİNCİ BÖLÜM DOĞUMUNDAN BALKAN SAVAŞLARININ SONUNA KADAR HAFIZ
HAKKI BEY 1.1. DOĞUMU, AİLESİ ve TAHSİL HAYATI............................................................ 3 1.2. HAFIZ HAKKI BEY’İN İLK ASKERİ VAZİFELERİ: BULGAR
ÇETECİLERİ İLE MÜCADE ....................................................................................... 4 1.3. HAFIZ HAKKI BEY’İN İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİNE GİRİŞİ
VE BU CEMİYETTEKİ FAALİYETLERİ ................................................................. 8 1.3.1. İttihat ve Terakki Cemiyetinin Oluşumuna Zemin Hazırlayan Gelişmeler:
Birinci Jön Türk Hareketi ............................................................................................. 8 1.3.2. İkinci Jön Türk Hareketi: İttihat ve Terakki Cemiyetinin Kuruluşu ve
Faaliyetleri .................................................................................................................. 10 1.3.3. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti: Hafız Hakkı Bey’in Cemiyete Girişi ve
Meşrutiyet’in İlanı Öncesindeki Faaliyetleri .............................................................. 14 1.4. HAFIZ HAKKI BEY’İN MEŞRUTİYET’İN İLANININ ARDINDAN
İSTANBUL’DAKİ FAALİYETLERİ ......................................................................... 19 1.4.1. Hafız Hakkı Bey’in İstanbul’a Gelişi ve Faaliyetleri ....................................... 19 1.4.1.1. Kâzım Bey (Karabekir) İle Yapılan Bir Toplantı .................................... 20 1.4.1.2. Padişah ve Sadrazam Sait Paşa ile Bir Görüşme ...................................... 21 1.4.1.3. Hafız Hakkı Bey’in İttihat ve Terakki Cemiyetinin ‘’Teşebbüs-i Şahsi
ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’’ ile Birleşmesi İçin Yapılan Toplantılara
Katılması ................................................................................................................ 24 1.4.1.4. Hafız Hakkı Bey’in Bulgaristan’ın Bağımsızlığı Meselesinden Dolayı
Sadrazam Kamil Paşa ile Yapılan Görüşmeye Katılması ..................................... 24 1.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN VİYANA ATAŞEMİLİTERLİĞİNE TAYİNİ ........ 27 II
1.6. 31 MART VAKASI VE HAREKET ORDUSUNUN İSTANBUL’A GELİŞİ:
HAFIZ HAKKI BEY’İN HAREKET ORDUSUNDAKİ GÖREVLERİ................. 29 1.7. HAFIZ HAKKI BEY’İN BEHİYE SULTAN İLE EVLİLİĞİ .......................... 34 1.8. HAFIZ HAKKI BEY’İN TRABLUSGARP SAVAŞI DÖNEMİNDEKİ
FAALİYETLERİ .......................................................................................................... 37 1.9. HAFIZ HAKKI BEY’İN BALKAN SAVAŞLARINDAKİ FAALİYETLERİ 42 1.10. ORDUYU GENÇLEŞTİRME MESELESİ: HAFIZ HAKKI BEY’İN BU
KONUDAKİ FAALİYETLERİ VE GENELKURMAY İKİNCİ BAŞKANLIĞINA
TAYİNİ .......................................................................................................................... 44 İKİNCİ BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ’NİN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA GİRİŞ
SÜRECİNDEKİ GELİŞMELERDE HAFIZ HAKKI BEY 2.1. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ARİFENSİNDE OSMANLI DEVLETİ ............... 49 2.1.1. Babıali Baskını ................................................................................................. 49 2.1.2. Alman Askeri Heyeti’nin Türkiye’ye gelişi: Liman Von Sanders Heyeti ....... 51 2.2. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA SEBEP OLAN GELİŞMELER ..................... 53 2.2.1. Üçlü İttifak ...................................................................................................... 53 2.2.2. Üçlü İtilaf ......................................................................................................... 55 2.3. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE OSMANLI DEVLETİ’NİN
İTTİFAK ARAYIŞLARI ............................................................................................. 56 2.3.1. İngiltere ............................................................................................................ 57 2.3.2. Bulgaristan........................................................................................................ 57 2.3.3. Rusya ................................................................................................................ 57 2.3.4. Fransa ............................................................................................................... 59 2.3.5. Türk-Alman İttifakı .......................................................................................... 59 2.4. GENEL SEFERBERLİK İLANI VE KARARGÂH-I UMUMİNİN
OLUŞUMU: HAFIZ HAKKI BEY’İN BİRİNCİ REİS-İ SANİLİĞE TAYİNİ VE
FAALİYETLERİ .......................................................................................................... 62 2.4.1. Hafız Hakkı Bey’in 1914 Ağustos’undan Kasım Ayına Kadarki
Faaliyetleri .................................................................................................................. 65 III
2.4.1.1. Hafız Hakkı Bey’in Ağustos Ayındaki Faaliyetleri ve 16 Ağustos
Görüşmelerine Katılması ....................................................................................... 65 2.4.1.2. Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül Tarihli Birinci Savaş Planı ve
Değerlendirmesi..................................................................................................... 68 2.4.1.3. Hafız Hakkı Bey’in Sofya’ya Gönderilmesi............................................. 72 2.4.1.4. Hafız Hakkı Bey’in 21 Ekim 1914 Tarihli Savaş Planı ve Bu Planın
Değerlendirilmesi İçin Berlin’e Gönderilmesi ...................................................... 77 2.4.1.5. Hafız Hakkı Bey’in Kasım Ayı içerisindeki Faaliyetleri ......................... 88 2.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN KARARGÂH-I UMUMİ’DEKİ GÖREVİNDEN
AYRILMASI ................................................................................................................. 91 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA KAFKAS CEPHESİ 3.1. KAFKAS CEPHESİ’NİN COĞRAFİ KONUMU .............................................. 93 3.2. III. ORDU’NUN ERZURUM’A NAKLİ ............................................................. 93 3.3. III. ORDU’NUN İAŞE VE LOJİSTİK MESELESİ ........................................... 94 3.4. KÖPRÜKÖY VE AZAP SAVAŞLARI................................................................ 96 3.4.1. Köprüköy Savaşları .......................................................................................... 98 3.4.2. Azap Savaşları ................................................................................................ 101 3.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN ERZURUM’A GELİŞİ VE SARIKAMIŞ
HAREKÂTI’NA KADARKİ FAALİYETLERİ ...................................................... 104 3.5.1. Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a Gönderilmesinde Rol Oynayan Faktörler .... 104 3.5.2. Hafız Hakkı’nın Erzurum’a Gelişi: Teftiş ve Motivasyon Gezileri ............... 109 3.5.3. Hafız Hakkı Bey’in 10. Kolordu Komutanlığı’na Tayini .............................. 120 3.6. SARIKAMIŞ HAREKÂTI VE HAFIZ HAKKI BEY...................................... 129 3.6.1. III. Ordunun Komuta Kademesinde Meydana Gelen Değişiklikler ............... 129 3.6.2. III. Ordunun Mevcudu .................................................................................... 130 3.6.3. Hafız Hakkı Bey ve Sarıkamış Harekâtı ........................................................ 130 3.7. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN III. ORDU KOMUTANLIĞI’NA TAYİNİ ....... 185 3.7.1. Sarıkamış Harekâtı Sonrasında Hafız Hakkı Paşa’nın Psikolojik Durumu ... 199 3.7.2. Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu’nun Sıhhi Durumunun İyileştirilmesine
Yönelik Aldığı Bazı Tedbirler .................................................................................. 201 IV
3.8. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN TİFÜSE YAKALANMASI VE ÖLÜMÜ .......... 204 3.8.1. Hafız Hakkı Paşa’nın Ölümünün Yakın Çevresinde Meydana Getirdiği
Yankılar .................................................................................................................... 208 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ESERLERİ VE HAKKINDA YAZILANLAR 4.1. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ESERLERİ ........................................................... 211 4.1.1. Şanlı Asker (Ali Çavuş) ................................................................................. 214 4.1.2. Bozgun............................................................................................................ 219 4.1.3. Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü...................................................... 226 4.2. HAFIZ HAKKI PAŞA HAKKINDA YAZILANLAR ..................................... 233 SONUÇ ......................................................................................................................... 241 KAYNAKÇA ............................................................................................................... 244 EKLER ......................................................................................................................... 251 EK 1. HAFIZ HAKKI BEY’İN 4 EYLÜL 1914 TARİHLİ BİRİNCİ SAVAŞ
PLANI ...................................................................................................................... 251 EK 2. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ADININ YAŞATILMASINA YÖNELİK
YAPILAN FAALİYETLER: KÜTÜPHANE, ÇEŞME VE ABİDE YAPIMI
DÜŞÜNCESİ............................................................................................................ 255 EK 3. RESİMLER .................................................................................................... 256 EK 4. ARŞİV BELGELERİ ..................................................................................... 269 ÖZGEÇMİŞ ................................................................................................................. 279 V
ÖZET
YÜKSEK LİSANS TEZİ
MANASTIR’DAN ERZURUM’A HAFIZ HAKKI PAŞA
(1879-1915)
Pir Murat SİVRİ
Tez Danışmanı: Prof. Dr. Selami KILIÇ
2016, 279 sayfa
Jüri: Prof. Dr. Selami KILIÇ
Prof. Dr. Yavuz ASLAN
Prof. Dr. Murat KÜÇÜKUĞURLU
1879 yılında Manastır’da doğan Hafız Hakkı Paşa, Harp Okulundan mezun
olduktan sonra Manastır’daki III. Ordu emrine verilmiştir. Burada Bulgar çetecilerine
karşı başarılı mücadeleler verdiği sırada İttihat ve Terakki Cemiyeti saflarına katılmıştır.
Meşrutiyetin ilanında ve 31 Mart İsyanının bastırılmasında önemli yararlılıkları
görülmüştür. Balkan Savaşlarında aktif olarak görev almıştır. Çatalca Savunmasındaki
fedakârlıklarından dolayı 1913’te Yarbaylığa terfi ettirilmiştir. Ordunun
gençleştirilmesinden sonra 11 Ocak 1914’de Genelkurmay İkinci Başkanlığına
atanmıştır. 2 Ağustos 1914’de ise seferberliğin ilan edilmesiyle oluşturulan Karargâh-ı
Umumide Reis-i Sanilik makamına getirilmiştir. 24 Kasım 1914’te III. Orduyu teftiş
için Erzurum’a gönderilmiştir. Burada yaptığı teftişler sonucunda bölgenin ve ordunun
yeni bir askeri harekât yapmaya uygun olduğu yönünde merkeze olumlu raporlar
göndererek Sarıkamış Harekâtı’nın yapılmasına sebep olmuştur. 7 Aralık’ta 1914’te III.
Orduya bağlı 10. Kolordu Komutanlığına atanmıştır. Bu kolordunun başında Sarıkamış
Harekâtına katılarak birçok askeri hataya imza atmış ve böylelikle harekâtın
başarısızlıkla sonuçlanmasında birinci derecede rol oynamıştır. Harekât sonrasında
Enver Paşa’nın İstanbul’a dönmesi üzerine III. Ordu Komutanlığına getirilmiştir.
Sarıkamış Harekâtı’nda eriyen orduyu yeniden canlandırmak için ciddi faaliyetlerde
bulunmuşsa da ömrü bu gayeyi tamamlamaya yetmemiştir. Salgın hastalıklı askerlerle
yakından ilgilenmesi sonucu tifüse yakalanmış ve bu hastalıktan kurtulamayarak 12
Şubat 1915’de Erzurum’da ölmüştür. Naaşı Erzurum Karskapı Şehitliği’ndedir.
Anahtar Kelimeler: Hafız Hakkı Paşa, Karargâh-ı Umumi, Sarıkamış
VI
ABSTRACT
MASTER’S THESIS
HAFIZ HAKKI PASHA FROM MANASTIR TO ERZURUM
Pir Murat SİVRİ
Advisor: Prof. Dr. Selami KILIÇ
2016, page: 279
Jury: Prof. Dr. Selami KILIÇ
Prof. Dr. Yavuz ASLAN
Prof. Dr. Murat KÜÇÜKUĞURLU
Hafız Hakkı Pasha, who was born in Manastır in 1879, was put under the third
army’s order in Manastır after he graduated from Military Academy. There he joined to
Committee of Union and Progress ranks while he was campaigning successfully with
Bulgarian gangs. He was of help to notice of constitutionalism and quashing 31st March
revolt. He actively participated to Balkan Wars. He was promoted to lieutenant colonel
in 1913 due to his dedication in Çatalca defending. After rejuvenation of army he was
promoted to deputy chief of the Turkish general staff on 11th January 1914. He was
assigned to the position of Reis-i Sanilik in Karargah-ı Umumi which was established
with declaring mobilization on 2nd August 1914. He was sent to Erzurum to inspect the
3rd Army on 24th November 1914. After inspections he made here, his reports after his
inspections showed that the region and the army were ready for starting a new military
operation and this led to starting of Sarıkamış operation. He was promoted to tenth
corps commander connected to the third army on 7th December 1914. As the
commander of these corps he attended to Sarıkamış operation but he made a lot of
military mistakes thus he played a big role on this failure. After the operation upon
Enver Pasha’s going back to İstanbul he was assigned to commandership of the third
army. Although he endeavored a lot to regenerate the army which was wasted away in
Sarıkamış Operation, he did not live long enough to achieve it. Because he took care of
infected soldiers a lot, he got typhus and he died of this illness in Erzurum on 12th
February 1915. His grave is in Erzurum Karskapı Martyrdom.
Key Words: Hafız Hakkı Pasha, Karargah-ı Umumi, Sarıkamış.
VII
KISALTMALAR DİZİNİ
ATASE
: Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi
Başkanlığı
BEO
: Bab-ı Ali Evrak Odası
BDH
: Birinci Dünya Harbi
Bkz
: Bakınız
BOA
: Başbakanlık Osmanlı Arşivi
C
: Cilt
C
: Cemaziye'l-ahir
Ca
: Cemaziye'l-evvel
Çev
: Çeviren
D
: Dosya
DH
: Dâhiliye Nezareti
DiA
: Diyanet İslam Ansiklopedisi
EUM
: Emniyet-i Umumiye
F
: Fon Kodu
G
: Gömlek
Gnkur
:Genelkurmay
Haz
: Hazırlayan
HR
: Hariciye Nezareti
KLU
: Kalem-i Umumi
Km
: Kilometre
Kıs
: Kısım
M
:Muharrem
MV
: Meclis-i Vükela
İUM
: İdare-i Umumiye
İTC
: İttihat ve Terakki Cemiyeti
R
: Rabiu'l-ahir
Ra
: Rabiu'l-evvel
s
: Sayfa
S
: Safer
SFR
: Sefaret
VIII
ÖNSÖZ
Hafız Hakkı Paşa’nın askeri ve siyasi hayatını konu edinen bu çalışmada güdülen
temel amaç yakın tarihimizin önemli şahsiyetlerinden biri olan ve özellikle ölümüne
kadar olan süreçte İttihat ve Terakki Cemiyetinin askeri kadroları içinde Enver ve
Cemal Paşalardan sonra zikredilen bu şahsiyetin tarihteki yerini ve önemini ortaya
çıkarmaktır. Hafız Hakkı Paşa’nın tarihteki yeri kesin olarak anlaşılabilmiş değildir.
Onun 1915’in Şubat’ında geç yaşında son bulan hayatı, hakkında daha ayrıntılı bilgilere
ulaşmamıza engel olmuştur.
Hafız Hakkı Paşa hakkında ilk biyografi çalışması Prof. Dr. Enver KONUKÇU
tarafından 2010 yılında yapılmıştır. ‘’Erzurum’da Karskapı Şehitliğindeki İki Mezar
Hafız Hakkı ve Cemal Paşalar (1915-1922)’’ adlı bu çalışma Atatürk Üniversitesi
tarafından yayınlanmıştır. Prof. Dr. Enver Konukçu hocanın Hafız Hakkı Paşa ile ilgili
arşivlerde bilgilerin mevcut olduğunu belirterek yeni çalışmaların yapılabileceğini ifade
etmesi ve değerli hocam Prof. Dr. Selami KILIÇ’ın bu konunun çalışılması yönündeki
teşvikleri bu çalışmanın ortaya çıkmasına imkân vermiştir
Bu çalışmada daha çok Hafız Hakkı Paşa’nın askeri hayatı konu edinilmektedir.
Siyasi hayatı ise Meşrutiyetin ilanı arifesinde ve sonrasında İttihat ve Terakki Cemiyeti
adına yaptığı faaliyetlerden ibarettir. Gayri resmi olarak yürütülen bu çalışmalar
özellikle ordunun gençleştirilmesi meselesinde zirveye ulaşmıştır. Hafız Hakkı Paşa,
yakın döneme tanıklık edenlerin de ifade ettiği gibi ordunun gençleştirilmesinde ve
Enver Paşa’nın Harbiye Nezaretinin başına gelmesinden en çok propaganda
yapanlardan birisidir. Bu konudaki kulis çalışmaları dikkate değerdir. Bu yönüyle Hafız
Hakkı Paşa, yakın dönemin siyasete karışan asker profilinin tipik bir örneğidir
Bu çalışmada öncelikle araştırma eserleri ve hatıralar incelenmiştir. Maalesef
araştırma eserlerde Hafız Hakkı Paşa ile ilgili bilgiler oldukça yüzeyseldir. Buna
karşılık hatıralardan daha ayrıntılı bilgiler edinmekteyiz. Mesela Hafız Hakkı Paşa’nın
Makedonya’da eşkıya takibinde elde ettiği haklı üne dair Halil Paşa’nın hatıralarında
önemli bilgiler mevcuttur. Yine İttihat ve Terakki Cemiyeti içindeki faaliyetlerine dair
bilgilerimiz de çoğu kez hatıralara dayanmaktadır. Ali İhsan ve Kâzım Karabekir’in
hatıralarında ise Karargâh-ı Umumi deki faaliyetleri hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler
bulunmaktadır. Hatıraların önemi Sarıkamış bahsinde de önemini korumaktadır.
IX
Bunların içerisinde en popüler olanı Şerif Bey’in hatıralarıdır. Ancak propaganda
amacıyla kaleme alınan bu eser birçok yönüyle eksik ve yanlıdır. İçerisinde sıklıkla
Hafız Hakkı ve Enver Paşalara karşı hiçte hoş olmayan ifadelere yer verilmektedir. Arif
Baytın, Aziz Samih ve Yarbay Selahattin’in hatıraları ise daha ciddi bir şekilde kaleme
alınmıştır
ve
kısmen
arşiv
belgelerine
dayandıkları
için
dikkate
alınmak
mecburiyetindedirler. General Maslofsky ve Nikolski’nin eserleri ise Rus görüşünü
yansıtmaları açısından önemlidirler. Sarıkamış bahsinde araştırma eserlerinin de önemi
ortaya çıkmaktadır. Bunların arasında en başta zikredilmesi gereken ise Genelkurmay
tarafından hazırlanan ‘’3’üncü Ordunun Harekâtı’’ adlı eserdir. Bu eser geniş ölçüde
arşiv belgelerine dayanmaktadır. Yine arşiv belgelerine dayanarak kaleme alınan
eserlerden istifade edilmiştir. Bu eserlerde Hafız Hakkı Paşa ile ilgili birçok askeri arşiv
belgesinin transkripsiyonu bulunmaktadır. Araştırmada üçüncü olarak Başbakanlık
Osmanlı Arşivi ve ATASE’ye müracaat edilmiştir. BOA’dan Hafız Hakkı Paşa’nın
tayin, terfi ve bir takım faaliyetlerine dair temin edilen belgeler çalışmanın içerisinde
kullanılmıştır. ATASE’den alınan belgeler ise çoğunlukla Hafız Hakkı Paşa’nın Sol
Cenah Komutanlığına aittir.
.Bu konunun çalışılmasında beni teşvik eden, yazdıklarımı sabır ve titizlikle
okuyarak hatalarımı düzelten, derin birikimiyle bana her zaman yol gösteren değerli
hocam Prof. Dr. Selami Kılıç’a, her daim yardımlarını gördüğüm değerli hocalarım Yrd.
Doç. Dr. Serkan Erdal ve Yrd. Doç. Dr. Yavuz Günaştı’ya, desteklerini hiçbir zaman
benden esirgemeyen aileme ve arkadaşlarıma teşekkürü bir borç bilirim. Bu çalışmanın
hazırlanması sırasında ciddi desteklerini gördüğüm, yedi yıl boyunca bilgi ve
tecrübelerinden istifade etme şansına eriştiğim, yakın zamanda aramızdan ayrılan
değerli hocam Yrd. Doç. Dr. Cemil KUTLU’yu rahmet, minnet ve özlemle anıyorum.
Erzurum - 2016
Pir Murat SİVRİ
1
GİRİŞ
Osmanlı Devleti 16. yüzyılın son çeyreğinden itibaren dinamizmini belirli ölçüde
yitirmeye başlamıştır. Avrupa karşısındaki üstünlük yerini yavaş yavaş dengeye ve
eşitlenme sürecine bırakmıştır. Özellikle Sokullu Mehmet Paşa’nın ölümünden sonra bu
durağanlık süreci daha belirgin bir hale gelmiş ve 1699 Karlofça Antlaşması’nın
imzalanmasıyla ilk kez büyük çapta toprak kaybeden Osmanlı Devleti batı karşısında
artık eskisi gibi güçlü olmadığını anlamıştır. Osmanlı Devleti 18. yüzyıl boyunca
kaybettiği toprakları geri almaya çalışmışsa da başarılı olamamıştır. Devlet
mekanizmasının işleyişindeki aksaklık bütün sahalarda kendini gösterdiği gibi orduda
karşılığını bulmuştur. Bu yüzden Osmanlı Ordusunun Avrupa içlerinde ve Rus
topraklarında yaptığı askeri harekâtlar sonuçsuz kalmış ve bu durum devletin ekonomik
sahada da yıpranmasına sebebiyet vermiştir. Bu süreci 1774 Küçük Kaynarca
Antlaşması takip etmiştir. Bu antlaşma sonucunda Ruslara, Osmanlı sınırları içindeki
Ortodoksların himayesi verilmiştir. Taviz tavizi doğurur anlayışı bu noktada kendini
göstermiş takip eden yıllarda Rusya devamlı olarak Osmanlı Devleti içindeki Hıristiyan
unsurlar üzerinde himaye politikası gütmeye ve bu unsurları Osmanlı idaresine karşı
kışkırtmaya başlamıştır. Bu politikanın özellikle Ermeniler üzerindeki etkisi dikkate
değerdir.
Bu arada Avrupa’da yaşanan bir başka gelişme Osmanlı Devleti’ni büsbütün bir
çıkmazın içine sokmuştur; 1789 Fransız İhtilali’nin getirdiği milliyetçilik akımının
yıkıcı etkisi bütün imparatorluklarda olduğu gibi Osmanlı’da da karşılığını bulmuştur.
Osmanlı Devleti üzerinde birtakım emelleri olan devletler milliyetçilik silahını çok iyi
kullanarak Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan gayrimüslim unsurları kışkırtmaya
başlamışlardır. Bu hareketler kısa zamanda karşılığını bulmuş, 1804 Sırp İsyanı ve 1821
Yunan İsyanları sonucunda Sırplar 1812 Bükreş Antlaşması’yla özerk bir yapıya
kavuşurken Yunanlar 1829 Edirne Antlaşması’yla bağımsızlıklarını kazanmışlardır.
Bunu diğer unsurların isyanları ve bağımsızlık hareketleri takip etmiştir.
Bu isyanlar karşısında çaresiz kalan Osmanlı Devleti çözümü denge politikası
gütmekte ve bir takım ıslahat hareketleri yapmakta görmüştür. Denge politikası
çerçevesinde özellikle dönemin süper gücü İngiltere ile iyi ilişkiler içerisinde olmaya
gayret eden Osmanlı Devleti 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat Fermanlarıyla da yabancı
2
devletlerinin kendi iç işlerine karışmasını engellemeye çalışmıştır. Ancak tüm bu
politikalar sonuçsuz kalmış ve özellikle Rusların kışkırttığı Balkan halkları Osmanlı
Devleti’ne karşı sonu gelmeyen isyan hareketlerine girişerek bağımsızlıklarını ilan
etmeye başlamışlardır. Öte yandan devletin hızlı bir şekilde parçalandığını gören
Osmanlı aydınları Osmanlıcılık, İslamcılık, Batıcılık ve Türkçülük gibi düşünce
akımlarını ortaya atarak devletin dağılmasını önlemeye çalışmışlardır.
Hafız Hakkı Paşa son dönemin birçok meşhur askeri siması gibi kaynar kazan gibi
kaynayan Balkan topraklarında dünyaya gelmiş ve çocukluğundan itibaren gayrimüslim
unsurların giriştikleri isyan hareketlerine ve bu kapsamda yerli Müslüman ahaliye karşı
yaptıkları katliamlara şahit olmuştur. Bu yüzdendir ki hayatını Türklük davasına
hizmete adamıştır.
3
BİRİNCİ BÖLÜM
DOĞUMUNDAN BALKAN SAVAŞLARININ SONUNA KADAR HAFIZ
HAKKI BEY
1.1. DOĞUMU, AİLESİ ve TAHSİL HAYATI
Tam ismi İsmail Hakkı veya Hafız İsmail Nuri
1
olan Hafız Hakkı 1879’da
Manastır’da dünyaya geldi. Babası Süvari Mülazım-ı Evveli (Teğmen) Hacı Halil
Efendi2, annesi ise Habibe Hanım’dır. İlk tahsilini Serez ve Köprülü’de yaptı ve bu
sırada Kuran-ı Kerim’i hıfzetti. Arkadaşları arasında ‘’ Hafız’’ diye tanınan Hafız
Hakkı, babasının hacca gidip Mekke-i Mükerreme’de vefat etmesi üzerine annesi ile
birlikte Manastır’a döndü. Babasının da asker olmasından etkilenerek, Manastır’da ki
Askeri Rüştiye ve İdadisine girdi. Buradaki okulunu başarı ile bitirdikten sonra 14 Mart
1897’de Harbiye Mektebine kabul edildi ve İstanbul’a gitmek zorunda kaldı. 1899
yılında ‘’ Teğmen ‘’ olan Hafız Hakkı, devam ettiği Harp Akademisinden 6 Aralık
1902’de sınıf birincisi olarak mezun oldu ve Kurmay Yüzbaşı olarak göreve başladı.
Enver Bey (Paşa) ise aynı sınıfı ikincilikle bitirmiştir. Enver, Mahmut Kamil, Selahattin
Adil ve Fahrettin Paşalar, Hafız Hakkı’nın Harp Akademisi’nden sınıf arkadaşıdır.
Mustafa Kemal (Atatürk) iki, İsmet Bey (İnönü) ise dört yıl sonra aynı okuldan mezun
olmuşlardır. Hafız Hakkı ilk olarak askerliğin üç sınıfında (piyade, süvari ve topçuluk)
staj görmek için 20 Aralık 1902’de Enver Bey ile birlikte Manastır’daki III. Ordu
emrine verilmiştir. Zamanın askeri kurallarına göre kurmay yüzbaşılar, piyade, süvari
ve topçu sınıflarında sekizer ay bölük komutanlığı yaptıktan sonra kurmay ödevine
atanırlardı. Hafız Hakkı ilk stajını topçuluk sınıfında yapmıştır. 5 Ocak 1903’te III.
1
Köprülü Şerif İlden, Sarıkamış, Yayına Hazırlayan: Sami Önal, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul 2014, 105.
2
‘’Birinci Dünya Savaşına Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri’’ adlı
eserde Hafız Hakkı Bey’in babası olarak Selim Bey adında bir zat zikredilmektedir. (H.Toker-N. Aslan,
Birinci Dünya Savaşına Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri,
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Ankara 2009, III, 6-7). Ancak Hafız
Hakkı ile ilgili yazılan diğer biyografilerde babası ‘’Hacı Halil Efendi‘’ olarak kaydedilmiştir. ‘’Selim
Bey‘’ ismi yanlışlıkla bu eserde yer almış olabilir. Bununla birlikte Habibe Hanım’ın ikinci eşi olma
ihtimali de söz konusudur. Hacı Halil Efendi ismi için Bkz. (Harp mecmuası, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat
Bilkan-Ömer Çakır, İstanbul 2004, 25; Nurer Uğurlu, Rumeli Yağmalanan İmparatorluk (Mahmut Şevket
Paşa-Hafız Hakkı Paşa), Örgün Yayınevi, İstanbul 2009, 225). Yine Hafız Hakkı’nın 1877-1878
Osmanlı-Rus Harbi’ni anlattığı ‘’Şanlı Asker’’ adlı hikâye türü eserinde olay örgüsünü Mülazım-ı Evvel
Halil Efendi adlı şahsın üzerinde kurması babasının Hacı Halil Efendi olma ihtimalini güçlendirmektedir.
(Hafız Hakkı Paşa, Şanlı Asker, Yay Haz: Mehmed Açıkgözoğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul 1975).
4
Ordu 13. Seyyar Topçu Alayı 3. Bölüğe verilmiştir. Enver Bey de aynı alayın 6.
Bölüğüne tayin olunmuştur. Hafız Hakkı bu görevin ardından 28 Eylül 1903’te 34.
Nizamiye Alayı III. Tabur 4. Bölüğe ve Nisan 1904’te 14. Süvari Alayı III. Bölüğe
atanarak üç alandaki stajını tamamlamıştır. Bu sıralarda III. Ordu Yunan, Sırp, Ulah ve
Bulgar isyanları ile dolu Makedonya’ya hâkimdi ve geniş ölçüde bu isyanların
bastırılmasında kullanılıyordu. Bu durum Hafız Hakkı ve Enver Beylerin ilk askeri
tecrübelerini ve kahramanlıklarını çete gruplarıyla mücadelede edinmelerine sebebiyet
verecekti ve hiç şüphesiz bu mücadelelerde gösterdikleri kahramanlıklar, onların daha
sonradan ‘’Kahraman-ı Hürriyet‘’ unvanını almalarına zemin hazırlayacaktır.3
1.2.
HAFIZ
HAKKI
BEY’İN
İLK
ASKERİ
VAZİFELERİ:
BULGAR
ÇETECİLERİ İLE MÜCADE
Osmanlıların fetih amacıyla Rumeli’ye ilk geçişi 1353’te olmuş ve 1354’te
Gelibolu Kalesi ve Limanı Bizans’tan alınarak yarımada Osmanlı hâkimiyetine
girmiştir. Bu topraklar Osmanlı Devleti’nin temel yayılım alanı içerisinde bulunuyordu
ve buraya yönelik fetih hareketleri 1683 Viyana Kuşatması’na kadar devam etti. Kanuni
Sultan Süleyman’ın 1521’de Orta Avrupa’nın kilidi sayılan Belgrat Kalesi’ni fethetmesi
ve 1526’da Mohaç Meydan Savaşı’nda Macar ordusunu yok ederek Macaristan
topraklarını ele geçirmesiyle Balkanların fethi büyük ölçüde tamamlanmıştır. Bundan
sonra Balkan ülkeleri Osmanlı’nın iç memleketi haline gelmiş ve buradaki yerel halklar
yüzyıllar boyu Osmanlı idaresinde barış içerisinde yaşamışlardır. 4
Bu fetihlere müteakip Balkan topraklarına hızla Türk nüfus yerleştirilmeye
başlanmıştır. Ancak 1789 Fransız İhtilali’nin getirdiği ‘’Milliyetçilik’’ akımı bu
topraklarda da karşılığını bulacak ve bilhassa Makedonya, Rum, Bulgar, Ulah ve Sırp
isyanlarına sahne olacaktır. Bu isyanların altında yatan temel sebep Rusya idi. Ruslar,
3
Murat Bardakçı, Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul 2014, 10. Uğurlu, Yağmalanan İmparatorluk, 225. Enver Konukçu, Erzurum’da Kars Kapı
Şehitliğindeki İki mezar ‘’ Hafız Hakkı ve Cemal Paşalar (1915-1922) ‘’, Atatürk Üniversitesi Yayınları,
Erzurum 2010, 52; Taylan Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete (Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor), Kum
Saati Yayınları, İstanbul 2004, 19; Kurmay okulunun son sınıf birincisi Enver Bey’dir. Ancak bu okulda
yürürlükte olan usullere göre birinci, öğrencinin mektebin üç sınıfında elde ettiği genel ortalamaya göre
belirlenir. (Şevket Süreyya Aydemir, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, Remzi Kitabevi,
İstanbul 1970, I, 459. Uğurlu, Yağmalanan İmparatorluk, 225).
4
Yılmaz Öztuna, 93 ve Balkan Savaşları-Avrupa Türkiye’sini Kaybımız–Rumeli’nin Elden Çıkışı,
İstanbul 2006, 17-19.
5
1853-1856 Kırım Savaşı’nı takiben, Osmanlı idaresinde bulunan Slav ırkından veya
öyle olduğu düşünülen kavimleri bir amaç uğrunda birleştirmek ve Ortodoks
toplulukları egemenliği altına almak için ‘’Panslavizm’’ hareketini başlattılar. Bu
hareket kısa zamanda Balkan halkları nezdinde karşılığını buldu ve merkezi idareye
karşı isyanlar başladı. Tüm bu gelişmeler-bu arada Rusya’nın isyanları desteklemesi1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın çıkmasına sebebiyet verdi. Osmanlı Devleti bu
savaşlarda Rusya karşısında mağlup oldu ve şartları çok ağır olan Ayestefanos
Antlaşması’nı imzalamak zorunda kaldı.5 Bu antlaşmaya göre, büyük bir Bulgaristan
Krallığı kurulacak, Bosna ve Hersek’e özerklik verilecek, Sırbistan, Romanya ve
Karadağ tam bağımsız olacak, Batum, Kars, Ardahan ve Doğubayazıt Ruslara
bırakılacak ve Girit ve Ermenilerin yaşadığı bölgelerde bazı ıslahlar yapılacaktı. Ancak
İngiltere, Avusturya ve Almanya’nın baskısıyla bu antlaşma geçersiz sayılmış ve yeni
bir anlaşmaya varmak için Berlin’de bir kongre toplanması Rusya Hükümetine kabul
ettirilmiştir. Almanya Başbakanı Bismarck’ın başkanlığında toplanan bu kongre
sonrasında Berlin Antlaşması imzalanmıştır. Berlin Antlaşması’yla Doğu Rumeli, bir
Hıristiyan vali tarafından yönetilmek üzere Osmanlı Devleti’ne bırakıldı. Ancak
Bulgarlar bu yeni yönetime uymadılar ve isyan ettiler. Bu isyanlar, Bulgarların
bağımsızlıklarını elde edip Osmanlı Devleti’nden ayrıldıkları 1908 yılına kadar
sürmüştür.6
Hafız Hakkı ve Enver Beylerin 1902 yılında Harp Okulundan mezun olduktan
sonra gönderildikleri Manastır şehri, henüz tam bağımsızlıklarını elde etmemiş olan
Bulgar çetelerinin başlıca faaliyet alanlarından biriydi. Daha önceden de ifade edildiği
gibi III. Ordu Manastır’da bulunuyordu ve bu ordunun başlıca vazifesi, bölgede
karışıklık çıkaran Bulgar ve diğer çeteci unsurları tedip hareketinden ibaretti.
Hafız Hakkı’nın çetecilerle mücadele isteği henüz Harp Okulunda iken
başlamıştır. Öğrencilik yıllarında Makedonya’nın içinde bulunduğu durumu görmüş ve
arkadaşları ile buraya yönelik çözümler aramışlardır. Enver Paşa’nın amcası Halil Paşa
(Kut), hatıralarında bu dönemleri şöyle anlatır: ‘’Talebelik yıllarında Enver ve Hafız
Hakkı ile konuşurken Makedonya’dan bahseder, orada teşkilat yapmanın ve çetelerle
dövüşmenin hayallerini kurardık. İmparatorluğun başına dert olan çeteleri yola
5
6
Uğurlu, Yağmalanan İmparatorluk, 7-8.
Öztuna, 93 Harbi ve Balkan Savaşları, 58.
6
getirmekle devlete karşı hizmet içinde olacağımıza inanıyor ve daha sonraki
ideallerimiz için Makedonya’yı biçilmiş kaftan buluyorduk. Enver ile Hafız Hakkı bu
hayallerine kavuşmanın ilk adımlarını attılar ve Manastır’daki III. Orduya
gönderildiler. III. Ordu Yunan, Sırp, Ulah ve Bulgar isyanları ile dolu Makedonya’ya
hâkimdi ve ateş içinde kaynıyordu.’’7
Hafız Hakkı ve Enver Beylerin III. Orduya atandıkları sıralarda-1902’nin sonlarıMakedonya İhtilal Komitesi ilk kongresini yapmıştı. 1903 yılının kutsal İlya günü ise
genel ihtilal günü seçilmiş ve bu tarihten sonra isyanlar yoğunluk kazanmıştır.8 Hafız
Hakkı, çetecilerle mücadelede ilk ciddi tecrübelerini bu ortamda kazanmaya
başlayacaktır. Bu sıralarda Batarya Komutanı olan Enver Bey, hatıralarında Hafız
Hakkı’nın çetelerle mücadelesini şu ifadelerle anlatır: ‘’13 Nisan 1903 günü kışlaya
döndüm. 40 atlı ile Karavarlı taraflarına gözcülüğe gönderildim. Bulgarların oralarda
da isyan edecekleri haberi alınmıştı. Diğer bir müfreze ile de Üçüncü Batarya
kumandanı Erkan-ı Harp Yüzbaşısı Hafız Hakkı Bey, Resne Caddesi üzerine gönderildi.
Benim müfrezem bir şeye rastlamadı. Ama İsmail Hakkı Bey’in, Sapari köyünde eşkıya
ile müsademeye tutuştuğu bildirildi. Şehirde heyecan başlamıştı. Bir takım silah sesleri
duyuldu. Dükkânlar kapandı. Ufak çapta çarpışmalar, öldürmeler oldu. Manastır’da
yüz kadar İslam ve Bulgar öldü ve ya yaralandı. ‘’9 Yine bu tarihlerde Hafız Hakkı,
Manastır’a beş saat uzaklıktaki Kavan köyünde isyan edip, kiliseye sığınan Bulgar
çetecilerini tedip ederek sığındıkları yerleri de tahrip etmiştir. 10
Manastır’daki ilk tecrübelerinin ardından, bu şehirdeki stajını bitiren Hafız Hakkı,
2 Ocak 1905’te Selanik bölgesi Komutanı Ferit Paşa refakatine verilerek eşkıya takibi
için teşkil edilmiş olan bu mıntıkanın kurmay başkanı olmuştur.11 9 Mart 1905’te ise
7
Taylan Sorgun, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e Bitmeyen Savaş (Halil Paşa’nın Hatıraları),
İstanbul 1997, 18-19.
8
Aydemir, Enver Paşa, I, 479-480.
9
Halil Erdoğan Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları (1881-1908), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,
İstanbul 2015
s.18. Ayrıca Bkz. M. Şükrü Hanioğlu, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul 1989, 264.
10
Bilkan-Çakır, Harp mecmuası, 25.
11
. Bu sıralarda Harp Okulundan mezun olup Selanik’e gelen Enver Bey’in amcası Halil Bey, çetecilerle
mücadele etme isteğini Hafız Hakkı’ya açarak kendisi için Ferit Paşa’ya referansta bulunmasını ister.
Halil Paşa bu hadiseyi şöyle anlatmaktadır: ‘’Kurmay Başkanımız Enver’in sınıf arkadaşı Manastırlı
Hafız Hakkı idi. Her karşılaştığımızda kendisine kıtaya gidip müsademelere katılmak istediğimi,
merkezde pasif bir görevde kalmanın bana ağır geldiğini söyleyip duruyordum. Gene bir gün
düşüncelerimi açtığımda Hafız Hakkı: -Bak Halil! Senin aşkını biliyorum. Bu genci eşkıya takibine
gönderelim diye Paşa’ya kaç defa söyledim bilemezsin. Fakat Paşa, bu delikanlı çok güzel, çok genç,
7
Kolağası12 olan Hafız Hakkı Bey, Selanik bölgesinde eşkıya takibine devam etmiştir.13
Ağustos 1905’te ‘’Gorgop‘’ ve ‘’Bomiçe‘’ civarında kapsamlı bir tarama yapan Hafız
Hakkı Bey, buradan hareketle Gevgili’ye gelerek ‘’Lubvadya‘’ köyünde Tahsin Bey
(Uzer) ve Halil Bey (Kut) ile bir toplantı yapmıştır. Bu toplantıda Yenice Gölü
çevresinde kapsamlı bir harekât yapılmasına karar verilmiştir.14 Bu harekâtlardan
birinde Hafız Hakkı, Bulgar eşkıyasını takip için Yenice Gölü’ne göğsüne kadar girerek
su ve bataklıklar içinde şakileri perişan bir hale sokmuş ve bunun neticesinde şiddetli
bir tifo hastalığına tutulmuştur.15 Hafız Hakkı Bey ‘’Şanlı Asker’’ adlı eserinde Yenice
Gölü’nde Bulgar eşkıyası ile giriştiği bu mücadeleyi şöyle anlatmaktadır: ‘’Geçen
devirde Yenice bataklığında barınan eşkıyaya karşı bir müfreze ile gidiyordum. Bataklık
kesif sazlıklarla örtülü ve birkaç adam boyu derinliğindedir. Sahası günlerce
dolaşılamayacak gibidir. Buraya kayıklar ile gidiyorduk. Kayıklar sazlıklar arasındaki
akıntılardan gidebilmek için ancak bir metre eninde bir yerden geçer. Kolaylıkla
devrilebilir ve bir kere devrilince derin bataklığa saplanan kurtulamaz. Eşkıyanın yeri
belli değildir. Yalnız bataklık içindeki küçük adacıklarda siper yapmış, yerleşmiş olduğu
haber veriliyordu. Müfreze üç subay ile altmış erdi. Kayıkların önüne birer küçük zırh
koymuştuk. Bu zırhlardaki aralıklardan ateş edecektik. Bataklığa girmeden evvel
verdiğim tembihte, eşkıya ateşi ne taraftan gelirse gelsin, düşmanı görmeyince ve bir
hizaya gelmeyince ateş edilmeyeceğini ve vurulanların katiyen of dememesi lazım
geldiğini söyledim. Göle girdik. Epey saat gittik. Sazlıklar arasında yol tek olduğundan,
hep bir biri ardı sıra ilerliyorduk. Öndeki kayık, eşkıya kulübesini sazlar arasından ve
ancak iki yüz elli, üç yüz metreden gördü. Eşkıya ateşe başladı. Öndeki kayıktan başka
kimse ateş etmedi. Eşkıyaya kırk adım kadar bir mesafede kayıkların bir hizaya
gelebileceği bir gölceğiz vardı. Gerideki kayıklar oraya kadar birer birer ateş altında
ilerliyor, hizaya giriyor, sonra ateş ediyordu. Bu sırada arkadan da başka bir çete çıktı.
Kayıkların yarısı o tarafa gitti. Asıl hücum edilen kulübeye karşı otuz kişi kadar
kalmıştık. Ateş yirmi dakika sürdü. Kulübeye atladık. Eşkıya ile orada ufak bir
boğuşmadan sonra muharebe bitti. Muharebe esnasında ne ‘Of’ ne de ‘Ah!’ diyen
korkarım ki ateşli mizacına rağmen muvaffak olamaz dedi. Şimdi yapılacak bir şey kalıyor: bekleyeceksin,
senin isteğini yerine getirmek için ben de zamanı kollayacağım. ‘’ Sorgun, Bitmeyen Savaş, 20-21.
12
Kolağası (Osmanlı ordusunda yüzbaşı ile binbaşı arasındaki rütbe. Kıdemli Yüzbaşı)
13
Toker- Aslan, Komutanların Biyografileri, III, 6-7.
14
Tahsin Uzer, Makedonya’da Eşkıyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, Türk Tarih Kurumu, Ankara
1979, 189.
15
Bilkan-Çakır, Harp mecmuası, 25.
8
yoktu. Bir kimse vurulmadı sanmıştım. Muharebe bitince baktım ki ekserisi ağır yaralı
ve bir kısmı şehit olmak üzere otuz kişiden onu vurulmuş.
Yirmi dakikada kuvvetin üçte birini kaybettiği ve arkadan da ateş yediği halde
hücum eden asker, hakikaten şanlı babasının yiğit varisi idi.
Muharebeden sonra takip ve arama bir saat kadar sürdü. Şiddetli güneş altında,
sazlar arasındaki bataklığın boğucu havası içinde bekleyen yaralılar, yine hiç ses
çıkarmıyordu.
İş bittikten sonra sahile dönüyorduk. Ben yaralı kafilesi ile önde gidiyordum. Bu
gidiş bir buçuk saat kadar sürdü. Güneş sazlar arasında cehennemi bir tesir yapıyordu.
Kayıkların altındaki su içilecek gibi değildi. Biz sağlam kalanlar bile bu tesirler altında
ezilmiştik. Yaralılardan yine ses yoktu. Sazlar arasından sahil göründüğü bir sırada
yanımdaki kayıkta bulunan yaralılardan Köprülü Murat ‘Binbaşı Bey!’ diye bağırdı.
Başını kaldırmış, kara gözleri ile bana bakıyordu. Omuzundan, ciğerinden, kalçasında
üç kurşun yemiş ve yirmi dört saat sonra şahadet mertebesine nail olan bu çocuk devam
etti ‘Binbaşı Bey, rica ederim, kayıkçılar biraz çabuk çeksin, dayanamayacağım of
diyeceğim.’ İşte bizde böyle ölüm karşısında bile emri sonuna kadar yaptıran bir itaat
vardır.’’16
28 Mart 1905’te asilere karşı gösterdiği başarı neticesinde Dördüncü Dereceden
Mecidiye Nişanına layık görülen17 Hafız Hakkı Bey’in Makedonya’da birçok eşkıya
takibine katılmış olmasına rağmen bunların çok az bir kısmı günümüze intikal etmiştir.
1.3. HAFIZ HAKKI BEY’İN İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİNE GİRİŞİ VE
BU CEMİYETTEKİ FAALİYETLERİ
1.3.1. İttihat ve Terakki Cemiyetinin Oluşumuna Zemin Hazırlayan Gelişmeler:
Birinci Jön Türk Hareketi
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki M. Şükrü Hanioğlu’nun ifade ettiği gibi İttihat
ve Terakki Cemiyeti ismi, 1889-1918 yılları arasındaki geniş bir dönemi kapsayan,
birbirinden çok farklı organizasyonlar şeklinde faaliyet göstermiş olup, isim benzerliği
16
17
Hafız Hakkı Paşa, Şanlı Asker, 12-13.
Konukçu, İki mezar, 52.
9
dışında gerek örgütsel yapı ve gerekse üyelerinin ideolojik yönelimleri açısından derin
farklılıklar gösteren cemiyetlerin ortak adıdır ve tüm bu cemiyetlere ortak bir isim
verilmesinin sebebi nihayetinde ortak bir amaç etrafında birleşmeleridir.18 İTC’nin
oluşumu, İmparatorluğun son döneminde ortaya çıkan ‘’Jön Türk‘’ hareketi ve bu
hareket etrafında gelişen siyasi olaylar ile doğrudan ilişkilidir.
Tanzimat Fermanı’nın mimarı Mustafa Reşit Paşa özel olarak seçtiği gençleri
yetiştirmiş, kendi batıcı fikirlerini onlara aşılamış ve çoğunu eğitim için Avrupa’ya
göndermişti. Burada pozitivist, materyalist akımların ve Avrupa kültürünün etkisi
altında kalan bu gençler, Kırım Savaşı’ndan beri dış borçlanma yoluyla müşkül duruma
düşen ve çöküşün eşiğine gelen Osmanlı Devleti’nin istikbalini Batılı tarzda
parlamenter bir sisteme geçmekte ve monarşiden kurtulmakta görüyorlardı.19 Nitekim
Sultan Abdülaziz’in tahta çıkışı bir dönem bu çevre içinde memnuniyetle karşılanmış
ancak zaman içinde meydana gelen gelişmeler; özellikle dış borcun artması, Girit İsyanı
ve Sırbistan’ın durumu gibi meseleler yeni bir takım hareketlenmelere sebebiyet
vermiştir.
20
Bu meselelere kafa yoran genç aydınlar zamanla örgütlenmişler ve 1865
yılında ‘’Yeni Osmanlılar Cemiyeti’’ ni kurmuşlardır. İçerisinde Ali Suavi, Namık
Kemal ve Şinasi gibi önemli isimlerin bulunduğu bu cemiyetin kurucuları 1867 yılı
itibarıyle Jön Türk ismiyle anılmaya başlanmıştır.21 Bununla birlikte zamanla jön Türk
tabiri, aralarında fikir birliği olsun ya da olmasın mevcut idareye şu ya da bu şekilde
muhalif olan kimseler için de kullanılmaya başlanmıştır. Çeşitli din ve etnik kökene
sahip kimselerin akın ettiği Yeni Osmanlılar Cemiyeti, şahsi meselelerden dolayı Sultan
Abdülaziz’e muhalif olan Mustafa Fazıl Paşa’nın da katılımıyla büyük bir güç elde
etmiştir. 1867’deki başarısız darbe teşebbüsünün ardından sürgüne gönderilen cemiyetin
önde gelen isimleri Avrupa’ya kaçarak çeşitli merkezlerde gazete çıkarmaya
başlamışlardır.22 Paris’te bir araya gelen Jön Türkler yaptıkları toplantı sonucunda
Mustafa Fazıl Paşa’nın desteğiyle Suavi Efendi’nin ‘’Muhbir‘’ adında bir gazete
çıkarmasına karar verdiler. Kayazade Reşat Bey tarafından ise Haziran 1868’de
Londra’da ‘’Hürriyet Gazetesi‘’ çıkarılmaya başlanmıştır. İdaresini daha sonradan Ziya
18
M. Şükrü Hanioğlu, ‘’İttihat ve Terakki Cemiyeti’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul
1988, XXII, 476.
19
Şerif Aksoy, İttihat ve Terakki, Noktakitap Yayınları, İstanbul 2013, 12-13.
20
Ahmet Bedevi Kuran, İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yayınları, İstanbul 2000, 20.
21
Aksoy, İttihat ve Terakki, 13.
22
Kuran, Jön Türkler, 21-22.
10
Paşa ve Namık Kemal’in aldığı bu gazete, yoğun bir şekilde Ali ve Fuat Paşaları tenkit
ediyordu.
23
Ancak kendisini Sultan’a affettiren Mustafa Fazıl Paşa’nın yurda
dönmesinden sonra güç kaybeden Jön Türkler, 1871 yılı itibarıyle özellikle Ali Paşa’nın
ölümünden sonra çıkan genel af ile birlikte kendileri de memlekete dönmeye
başlamışlardır.24 Bu dönüşten sonra hareket iyice zayıflamış ve bu aydınların her biri
muhalif oldukları devletin çeşitli kademelerinde memur olarak görev almışlardır.25
Ancak zamanla olaylar Jön Türklerin istediği gibi gelişti. Sultan Abdülaziz tahtan
indirilip yerine V. Murat geçirildi. Fakat V. Murat’ın akli dengesinin yerinde
olmamasından dolayı üç aylık kısa iktidarının ardından bu kez II. Abdülhamit tahta
geçti ve Tuna Valisi Mithat Paşa’nın girişimiyle 1876 yılında Kanun-ı Esasi ilan edildi.
Böylelikle Osmanlı Devleti anayasalı ve meclisli bir sisteme kavuşmuş oluyordu.26
Fakat bu sistem uzun süre devam etmeyecekti. İpleri eline almak isteyen yeni sultan II.
Abdülhamit, ilk iş olarak 1877’de meşrutiyetin mimarı Mithat Paşa’yı sürgüne gönderdi
ve 1878 yılında Osmanlı-Rus Savaşı’nı bahane göstererek meclisi tatil etti. Meclis-i
Mebusan, 1908 yılında meşrutiyetin yeniden ilan edildiği tarihe kadar kapalı kaldı. 1878
yılından 1908’e kadar geçen sürede Türkiye, parlamenter sistemi yeniden işlevsel hale
getirmek isteyen özgürlükçü ve yenilikçi hareketlere sahne olacaktır. Bu süre içerisinde
birçok gizli cemiyet kuran muhalifler, istibdat rejimi ile suçladıkları II. Abdülhamit
idaresi ile mücadele edeceklerdir. İttihat ve Terakki Cemiyetinin oluşumunu bu
atmosfer içinde düşünüp, tarihi bir zemine oturtmak gerekir.
1.3.2. İkinci Jön Türk Hareketi: İttihat ve Terakki Cemiyetinin Kuruluşu ve
Faaliyetleri
Sultan Abdülhamit’in tahta çıkışından kısa bir süre sonra meşrutiyeti rafa
kaldırması ‘’İkinci Jön Türk Hareketi‘’ denen bir oluşumun ortaya çıkmasına sebep
olmuştur. Yeni Osmanlılar Ceimiyetini ve özellikle Namık Kemal’i örnek alan Tıbbiyeli
gençler 1889 yılında ‘’İttihat-ı Osmani‘’ adında gizli bir cemiyet kurdular.27 İbrahim
Temo öncülüğünde Abdullah Cevdet, İshak Sükûti, Hüseyinzade Ali ve Mehmet Reşit
23
Kuran, Jön Türkler, 22-23.
Necmettin Alkan, Mutlakıyetten Meşrutiyete II. Abdülhamit ve Jön Türkler (1889-1908), Selis Kitaplar
Yayınevi, İstanbul 2009, 106.
25
Aksoy, İttihat ve Terakki, 13.
26
Alkan, II. Abdülhamit, 106.
27
Sina Akşin, 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1980, 17.
24
11
tarafından kurulan bu cemiyet, teşkilatlanmada Carbonari Cemiyeti ve Rus
Nihilistlerini28
örnek
alıp
öğrencileri
hücre29
biçiminde
örgütlemeye
gayret
göstermişlerdir. Cemiyetin bu dönemdeki faaliyetleri, yurt dışında basılan bazı eski
gazetelerin öğrencilere okutulması ve Namık Kemal ile arkadaşlarının yazılarının
dağıtılmasıyla sınırlı kalmıştır.30 Cemiyet ilk aşamada üye sayısını arttırmaya gayret
göstermiş ve İstanbul’un çeşitli okullarında özellikle çalışkan öğrencileri kendi safına
çekmeye çalışmıştır.31
İttihat-ı Osmani Cemiyeti için dönüm noktalarından biri, Paris’teki Ahmet Rıza
Bey ile temasa geçmesidir. Bursa Maarif Müdürü iken 1889 yılında Paris’e giden
Ahmet Rıza, burada pozitivizm ile tanışmış ve bu ideolojinin katı bir savunucusu
olmuştu. O da Tıbbiyeli gençler gibi ülkenin geleceğini, II. Abdülhamit ‘’istibdadının’’
yıkılmasında ve meşrutiyetin yeniden ilanında görüyordu. Bu yüzden İstanbul’daki Jön
Türkler ile temasa sıcak baktı ve Cemiyeti yurt dışında temsil etme görevini kabul etti.32
Cemiyetin Paris Başkanı olan Ahmet Rıza, İstanbul merkezi ile pazarlığa girişerek
cemiyetin adının İttihat-ı Osmani ’den Auguste Comte’un özdeyişi
‘’Ordre et
Progres‘’ in tercümesi olan ‘’Nizam ve Terakki‘’ ye çevrilmesini istedi. Cemiyet
üyelerinin ‘’İttihat‘’ kelimesinin muhafazası yönündeki ısrarı üzerine oluşumun isminin
‘’ Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti ‘’ olmasına karar verildi.33
28
Latince ‘’nihil’’ kökünden gelen Nihilizm, dilimize ‘’hiçlik teorisi’’ olarak aktarılmıştır. Nihilizmde
amaç toplumdaki değerleri ve siyasi düzeni yıkmaktır. Bu değerlerden arınan insanın eski gücüne
kavuşacağına inanılır. Kavram olarak ilk defa Alman filozof Friedrich Jakobi (1743-1819) tarafından
kullanılan Nihilizm; 19. yüzyıl ortalarında Rusya’da, özellikle aydın gençler arasında taraftar bularak
yükselen bir akım haline geldi. Dönemin Rusya’sında etik, sosyal ve siyasi bir nitelikte kullanılan
Nhilizm, Dostoyevski, Tolstoy, Dobroliyubov, Pissarev ve Turgenyev gibi yazarlar tarafından sıklıkla
işlenmiştir. Rus Nihilistleri temelde Çarlık yönetimi yıkıp Cumhuriyeti ilan etmeye çalışmışlardır.
(Mustafa Aydemir, ‘’Ret ve İnkarın Kıskacında Nihilist Karakterler: Bazarov ve Suat’’, Turkish Studiesİnternational Periodical For Languages, Litarature and History Of Turkish or Turkic Volume 8/8
Summer 2013, p. 123-138, ANKARA-TURKEY).
29
‘’Hücre örgütlenmesine göre; her üye yalnızca üç kişiyi tanır. Her üyenin hem hücre, hem de hücreyi
oluşturan numarası vardır. Ohrili İbrahim Temo’nun numarası ‘’ 1/1 ‘’ dir. Paydaki numara hücreyi,
paydadaki ise üye numarasını gösterir. Yani Temo, 1 numaralı hücrenin 1 numaralı üyesidir.’’ (Aksoy,
İttihat ve Terakki, 15-16).
30
Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 476.
31
Alkan, II. Abdülhamit, 116.
32
Kuran, Jön Türkler, 46. ‘’Cemiyet, ilk olarak 1892 yılında Ahmet Rıza ile ilişki kurmuşsa da Ahmet
Rıza harekete pek ilgi göstermedi. 1894’deyse kendisi Paris’te bir Türk muhalif kolonisinin olduğunu
gördü. Bunlardan biri olan Doktor Nazım Bey, cemiyetin merkez komitesi adına Ahmet Rıza’ya
kendilerine katılmasını teklif etti. Ahmet rıza da bu teklifi kabul etti.’’ (Aksoy, İttihat ve Terakki, 17).
33
Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 477.
12
Sultan Abdülhamit, ikinci Jön Türk hareketinden 1892 senesinde haberdar
olmuşsa da ilk zamanlar bu hareketi pek önemsememiştir. Cemiyetin de bu döneme
kadar faaliyetleri sınırlı olmuştur. Ancak 1894 yılında İstanbul’da baş gösteren
ayaklanma hareketleri ve özellikle Ermenilerin Babıali’ye yönelik saldırıları üzerine Jön
Türkler de ilk defa olarak eyleme geçmeye başlamışlardır.34 İlk kez iki bildiri
hazırlanarak, gizlice dağıtılmış ve duvarlara yapıştırılmıştır.35 Paris’te ise Ahmet Rıza
1895 yılında ‘’Meşveret‘’ adında bir dergi çıkararak Osmanlı idaresini eleştirmeye
başlamıştır.36 Tüm bu gelişmeler İstanbul’daki İTC üyelerinin bazılarının sürülmelerine
sebebiyet vermiştir. Cemiyetin nizamnamesinde, merkez İstanbul olarak gösterilmesine
rağmen zamanla Ahmet Rıza’nın etkisiyle 1896’da merkez Paris’e kaymıştır.37 Ancak
1886’da ‘’ Mizan Gazetesi’’ ni çıkararak yönetimi ılımlı bir şekilde eleştirmeye
başlayan Mizancı Murat Bey, gazetesinin kapatılması üzerine 1895’te yurt dışına
kaçmış ve Ahmet Rıza ile diğer cemiyet üyelerinin arası açılması üzerine Paris Şubesi
Başkanlığına getirilmiştir. Tüm bu gelişmelerde Ahmet Rıza’nın İTC ile olan görüş
ayrılığı, özelliklede ihtilal karşıtı siyasetinin büyük etkisi olmuştur. Ahmet Rıza’nın
Paris Şubesi Başkanlığından düşürülmesi ve ardından da cemiyetten ihraç edilmesiyle,
cemiyetin faaliyet merkezi 1897’de Paris’ten Cenevre’ye kaymış ve Mizan burada
çıkarılmaya
başlanmıştır.38
Ancak
1897
Osmanlı-Yunan
Savaşı’nın,
Osmanlı
galibiyetiyle sonuçlanması ve bunun kamuoyunda oluşturduğu coşku Mizancı Murat
liderliğindeki İTC’nin prestijini sarsmaya başlamıştı. Bunu üzerine Murat Bey
başkanlıktan istifa etmiş ve hükümetle anlaşarak Temmuz 1897 tarihinde İstanbul’a
dönmeye razı olmuştur.39 Böylelikle Ahmet Rıza yeniden cemiyet içinde saygın bir
mevkiye gelmiştir.
1897’de Jön Türkler ile II. Abdülhamit arasında yapılan bir müzakere ile İTC
bütün faaliyetlerine ara verdi ve muzır yayın yapmamaları karşılığında yurda dönenlerin
affedilecekleri duyuruldu. Bu duyuru üzerine Jön Türklerin bir kısmı İstanbul’a döndü,
diğer bir kısmı ise yurt dışında kalarak çeşitli elçiliklerde görev aldı.40
34
Kuran, Jön Türkler, 46.
Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 21.
36
Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 22.
37
Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 477.
38
Aksoy, İttihat ve Terakki, 18-19.
39
Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 477-478.
40
Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 31.
35
13
Jön Türklerin Sultan ile anlaştıkları 1897 tarihinden 1902’de yapılan I. jön Türk
Kongresi’ne kadar geçen sürede faaliyetleri durma noktasına gelmişti. Ancak 1899
yılında yaşanan bazı gelişmeler İTC’nin tekrar harekete geçmesine sebep oldu. Bu
tarihte Almanya’nın Bağdat Demiryolu Projesi’nin imtiyazını alması ve II.
Abdülhamit’in Alman yanlısı politika izlemesi İngiltere’yi gücendirmişti. Bu cümleden
olarak harekete geçen İngilizler, Sultan aleyhine yurt dışında kalan İttihatçılarla temasa
geçmiş, onları desteklemiş ve hatta kongre yapmaları hakkında öneride bulunmuştu.41
Söz konusu kongre, ancak II. Abdülhamit’in yeğeni Prens Sebahattin’in dayısına olan
muhalefetinden dolayı Avrupa’ya kaçmasından sonra, 1902 yılında toplanabilmiştir.
Prens Sebahattin’in girişimiyle 4-9 Şubat 1902 tarihinde Paris’te toplanan kongreye
Türk, Arap, Arnavut, Kürt, Çerkez, Yunan, Bulgar, Yahudi ve Ermeniler den mürekkep
farklı etnik ve dini gruba mensup 47 delege katılmıştır.42 Ancak Jön Türkleri yeniden
bir araya toplamak için düzenlenen kongre hayal kırıklığı ile sonuçlanmıştır. Kongrenin
sonucunda iki hizip oluşmuştur; Prens Sebahattin’in liderliğindeki ‘’Adem-i
Merkeziyetçi‘’ adıyla anılan birinci grup, yalnız propaganda ve yayın yoluyla İnkılap
yapılamayacağını, askeri kuvvetlerin ihtilal hareketine katılmalarının sağlanması
gerektiğini ve hatta dost yabancı hükümetlerin müdahalesine başvurulması lazım
geldiğini savunuyordu.43 Ahmet Rıza önderliğindeki ‘’Milliyetçi‘’ grup ise bu fikre
karşı olarak her türlü dış müdahaleyi reddetti. Neticede kongre, İTC içinde birlik yerine
yol ayrılığına sebep oldu.44 Ahmet Rıza önderliğindeki ‘’Milliyetçi’’, ‘’Merkeziyetçi’’
grup İttihat ve Terakki Cemiyetinden ayrılarak, yine Paris’te ‘’Osmanlı Terakki ve
İttihat Cemiyeti’’ adında bir cemiyet kurdular.45 Prens Sebahattin ise daha sonra
‘’Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet’’ adında bir cemiyet kurarak, yabancı
devletlerin desteği ile darbe yapma fikrini savundu.46
41
Aksoy, , İttihat ve Terakki, 19.
Alkan, II. Abdülhamit, 119.
43
Kuran, Jön Türkler, 190.
44
Alkan, II. Abdülhamit, 120.
45
Aksoy, İttihat ve Terakki, 21.
46
Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 479. Ahmet Rıza'nın temsil ettiği siyaset tarzının özünü
merkeziyetçilik, devletçilik, pozitivizm ve idare ve siyaset erkiyle toplumun yukarıdan aşağıya
dönüştürülmesi, medenileştirilmesi yaklaşımı oluşturmuştur. Buna karşılık Prens Sabahattin'in siyaset
tarzını ise "adem-i merkeziyetçilik", "teşebbüs-i şahsi", toplumun kendi dinamizmi ile dönüşmesi,
toplumun önünün açılması ilkeleri meydana getirmiştir. Ahmet Rıza merkezi idarenin güçlendirilmesi
taraftarıdır. Prens Sebahattin ise merkezi yönetimin etkisinin azaltılıp yerel yönetimlerin
güçlendirilmesini ve Osmanlı Devleti’ndeki farklı unsurların yönetime katılma yetkilerinin arttırılması
42
14
Jön Türk hareketi açısından en önemli gelişmelerden biri, Osmanlı Terakki ve
İttihat Cemiyeti’nin Rumeli’de yayılması ve 1907 yılında Selanik’teki ‘’Osmanlı
Hürriyet Cemiyeti’’ ile birleşmesidir. Bu birleşmeden kısa bir süre sonra, 27 Aralık
1907 yılında II. Jön Türk Kongresi gerçekleşmiş ve Prens Sebahattin grubu ile görüş
birliğine varılarak ihtilal kararı alınmıştır.47 Hafız Hakkı Bey, aşağıda görüleceği üzere
Osmanlı Hürriyet Cemiyeti saflarında Jön Türk hareketine dâhil olmuş ve kısa zamanda
bu hareket içinde önemli mevkilere gelmiştir. Esasen meşrutiyetin yeniden ilanı, o ve
onun gibi askeri kanattan kimselerin faaliyetleri ile mümkün olmuştur.
1.3.3. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti: Hafız Hakkı Bey’in Cemiyete Girişi ve
Meşrutiyet’in İlanı Öncesindeki Faaliyetleri
Rumeli’de Jön Türk hareketinin yayılması ve bu hareketi yürütecek cemiyetlerin
kurulması tesadüf değildir. Nitekim yıllardan beri çeşitli etnik ve dini grupların kanlı
çatışmalarına sahne olan bölgede Osmanlı idaresi iyiden iyiye zayıflamış bulunuyordu
ve bölgede yabancı güçlerin etkisi artmıştı. Özellikle Ekim 1904’te Rusya ve Avusturya
tarafından hazırlanan, Osmanlı nüfuzunu kısıtlayıcı nitelikteki Mürzsteg Programı’nın48
bölgede tatbik edilmeye başlanması, bürokrat ve askeri kanadı harekete geçirdi. Tüm bu
gelişmeler bölgede bir takım oluşumların meydana gelmesine sebep oldu. Bunlardan
ilki ve en önemlisi 7 Eylül 1906’da Selanik’te kurulan ‘’Osmanlı Hilal Cemiyeti‘’ dir.
18 Eylül 1906’da ‘’Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’’
adını alacak olan bu cemiyetin
kurucuları; Bursalı Mehmet Tahir, Mustafa Rahmi (Arslan), Mithat Şükrü (Bleda), Edip
Servet (Tör), Talat Bey (Paşa), Kâzim Nami (Duru), Hakkı Baha (Pars), Ömer Naci,
Naci (Yücegök) ve İsmail Canbolat Beylerdir.49 Bu Cemiyeti, Mustafa Kemal
fikrini savunmaktadır. (Davut Dursun, ‘’Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin Çizgileri Arasında Siyaset’’,
Yeni Şafak, 17 Ağustos 2004).
47
Aksoy, İttihat ve Terakki, 21.
48
Ekim 1904’te Rusya ve Avusturya Hariciye Nazırları Balkanlarda barışın ve statükonun devamını
sağlamak iddiasıyla Mürzsteg’de Makedonya için yeni bir program meydana getirdiler ve Berlin
Antlaşması’nı imzalamış olan diğer devletlerin de desteğini aldıktan sonra Osmanlı Hükümetine verdiler.
Bu program, bölgede daha önceden belirlenen ıslahların kontrolü için yabancı bir generalin ve maiyetinde
yabancı subayların bölgede görevlendirilmesini öngörüyordu. Yine Genel Müfettiş Hilmi Paşa’nın yanına
özel memurlar tayin edilecekti. Bu memurlar bölgedeki Hıristiyanların haklarını koruyacak ve olup
bitenleri hükümetlerine bildirecekti. Programın Almanya dışındaki diğer büyük devletler tarafından kabul
edilmesi, Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakacak ve neticede kabul etmek zorunda kalacaktır. Tüm bu
gelişmeler, bölgede hâkimiyet hakkı sınırlanan Türk unsurunun harekete geçmesine sebebiyet verecektir.
(Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devri ( 1876-1907 ), TTK, Ankara
1988, VIII, 159).
49
Hanioğlu, ‘’İttihat ve Terakki’’, DİA, 479.
15
(Atatürk)’in 1905’te Şam’da Doktor Mustafa Cantekin ile kurduğu ‘’Vatan ve
Hürriyet’’ adını taşıyan gizli dernekle karıştırmamak gerekir.50 Tıpkı İttihat ve Terakki
Cemiyeti gibi Carbonari Cemiyeti ve Mason Localarının teşkilatlanmasını örnek alan
Osmanlı Hürriyet Cemiyetine yemin usulü ile giriliyordu.51 Cemiyetin kurucuları 1’den
10’a kadar olan numaraları almışlardı. Daha sonra katılanlara ise yüz atlayarak, 110’dan
itibaren numara verilmiş ve böylelikle cemiyet, kuvvetli gösterilmeye çalışılmıştır.52
Amacı Meşrutiyeti yeniden ilan etmek olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti açısından
en önemli gelişmelerden biri 27 Eylül 1907’de Ahmet Rıza önderliğindeki Terakki ve
İttihat Cemiyeti ile birleşmesi olmuştur. Bu olaydan sonra cemiyet doğal olarak
Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adını aldı.53 Ayrıca yeni bir nizamname
oluşturuldu. Buna göre; Paris’te olan merkez, yeni cemiyetin dışarıdaki merkez-i
Umumisi olacaktı. Eski Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin bulunduğu yer ise Dâhili
Merkez-i Umumi haline gelecek ve otonom bir statüye sahip olmakla birlikte faaliyetler
ortaklaşa sürdürülecekti.54
Nitekim Ahmet Rıza, Rumeli’ye yayılmak ve subayları
yanına çekmek için bu birleşmeyi zorunlu görüyordu. Aynı yılın sonundan Paris’te
toplanan II. Jön Türk Kongresi’nde, İTC’den kopan diğer cemiyetlerle de fikri anlamda
bir birleşme sağlanarak ortak mesai meşrutiyetin yeniden ilanına harcanmaya başladı. 55
50
Pek çok tarihçi Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin temellerini Mustafa Kemal’in attığını iddia etmektedir.
Nitekim Enver Ziya Karal, Mustafa Kemal’in Şam’dan Selanik’e kısa süreliğine gelip burada Hürriyet
Derneği’nin bir şubesini kurduğunu, ardından yeniden Suriye’ye döndüğünü ve sonradan Talat Bey ve
arkadaşlarının bu derneği aktif hale getirdikleri görüşünü savunmaktadır. (Enver Ziya Karal, Osmanlı
Tarihi İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (1908-1918), TTK, Ankara 1996, IX, 9). Başka bir yazar
ise Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin Mustafa Kemal’in kurduğu dernekten ilham alınarak kurulduğunu
söyler. (Teoman Alpaslan, 31 Mart Ayaklanması, Kamer Yayınları, İstanbul 2015, 77). Yine Ali Fuat
Cebesoy da bu görüştedir. (Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk (Okul ve Genç Subaylık
Hatıraları), İnkılap Yayınevi, İstanbul 1981, 103). Kâzım Karabekir ise aksi görüşte olup iddiasını şu
sözlerle dile getirmektedir: ‘’Burada İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tarihi için mühim bir hakikati de
kaydediyorum. O da Mustafa Kemal Bey’in (Kolağası, Atatürk) cemiyetle münasebetidir. Terakki ve
İttihat namını aldıktan hayli sonra ve 1323 Şubat’ında Fethi Bey’in delaleti ile girmiş ve 322 numarayı
almıştır. Suriye’de 1906 Teşrinievvel ’in de Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni teşkil etmiş. Selanik’e gelerek
orada bir şube açmış, işbu şube de sonra kendisine Terakki ve İttihat adını vermiş….diye 1931’de
basılmış olan tarihin III. Cildinin 141’inci sayfasındaki yazılar hakikate uygun değildir. Bu hususu,
Merkez-i Umumi azalarından da ayrı ayrı tahkik ettim. Esasen böyle bir şey olsa ne diye yıllarca sonra
arkadaşı Fethi Bey’in delaletiyle giriyor ve resmi tahlif olunuyor ve bir de sıra numarası alıyor? (Kâzım
Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014, 106-107). Nitekim Osmanlı
Hürriyet Cemiyeti’nin en başta ‘’Osmanlı Hilal Cemiyeti’’ adıyla kurulması da Kâzım Karabekir’in
görüşünü destekler niteliktedir.
51
Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 58-59.
52
Karabekir, İttihat ve Terakki, 105.
53
Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 60.
54
Hanioğlu, ‘’İttihat ve Terakki’’, DİA, 480.
55
Alkan, II. Abdülhamit, 124.
16
Hiç şüphesiz ki bu mücadeleyi başarıya ulaştıracak olan Avrupa’daki Jön Türkler ’den
çok Makedonya’daki çoğu asker olan İttihatçılar olacaktı.
Hafız Hakkı Bey, 165 numara ile Osmanlı Hürriyet Cemiyetine ilk katılanlar
arasındandır. Onun cemiyete girişi muhtemelen 1906’nın sonlarına tesadüf eder.56
Osmanlı Hürriyet Cemiyetinin varlığından Halil Bey sayesinde haberdar olan Enver
Bey, cemiyete girişinden kısa bir süre önce Halil Bey ile birlikte Hafız Hakkı Bey’i
ziyaret ederek, üstü kapalı bir şekilde cemiyetin varlığından onu da haberdar eder.
Ancak Hafız Hakkı Bey bu görüşmede biraz mütereddit davranır. Bu olaydan kısa bir
süre sonra Enver Bey 1906 yılının Eylül’ünde Halil Bey’in aracılığı ile Cemiyete girer.
Enver Bey, 152 numara ile bu harekete katılır. Hafız Hakkı Bey’in ise numarası 165’tir.
Böylelikle Hafız Hakkı Bey’in Enver Bey’den hemen sonra ve muhtemelen onun
aracılığı ile 1906’nın sonlarında cemiyete girdiği söylenebilir.57 Bazı kaynaklar ise onu
cemiyetin kurucu listesinde göstermektedir. Ancak Hafız Hakkı Bey’in cemiyete giriş
numarası dikkate alındığında, bunun pekte mümkün olmadığı görülür. Nitekim
cemiyetin kurucularına 1’den 10’a kadar numara verilmiştir. Daha sonra dâhil olanlara
ise 110’dan itibaren numara verilmeye başlanmıştır. Hafız Hakkı Bey’in 165 numara ile
cemiyete girmesi bu görüşü çürütmektedir. Bununla birlikte Ahmet Bedevi Kuran,
eserinde onun cemiyete giren ilk önemli şahsiyetlerden biri olduğunu ifade eder.58 Hafız
Hakkı Bey, birleşmeden sonra otonom bir statüye sahip olan Dâhili Merkez-i
Umuminin ilk üyelerinden biri olmuştur. Diğer üyeler ise; Talat, Cemal, İsmail
Canbolat, Enver ve Manyasızade Refik Beylerdir.59 Ali Fuat Cebesoy, kendisinin
cemiyete girdiği günlerde katıldığı bir merkez-i umumi (genel merkez) toplantısında
Enver Bey ile birlikte Hafız Hakkı Bey’in de hazır bulunduğunu söylemektedir. Burada
yukarıda verilen isimlere ilaveten Yarbay Nişli Faik, Rahmi ve Mithat Şükrü Beylerin
de ismi zikredilmektedir. 60 Daha sonradan şubelere ayrılan cemiyette, Hafız Hakkı Bey,
56
Karabekir, İttihat ve Terakki, 106.
Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları, 30.
58
Kuran, Hafız Hakkı Bey’den İsmail Hakkı diye bahsetmektedir. İsmin dipnotuna ‘’Daha sonradan
damat olan İsmail Hakkı Paşa ‘’ ibaresini koyması bu zatın Hafız Hakkı olduğunu göstermektedir.
(Kuran, Jön Türkler, 313-314).
59
Aydemir, Enver Paşa, I, 524. Ayrıca Bkz. Hanioğlu, ‘’ İttihat ve Terakki ‘’, DİA, 480.
60
Cebesoy, Atatürk, 105-106.
57
17
Selanik merkezinde kalır.
61
Enver ise Kâzım Karabekir ile birlikte Manastır şubesinin
62
başına geçer.
Bu gelişmelerin ardından, bu arada 1907’de Paris’te yapılan II. Jön Türk
Kongresinden sonra ihtilal için hazırlıklara başlanır. II. Jön Türk Kongresi ile İTC’den
kopan cemiyetler arasında fikri anlamda bir birlik sağlanmış ve II. Abdülhamit idaresine
karşı birlikte hareket etme kararı alınmıştır. İhtilali hızlandıran en önemli gelişmelerden
biri 9 Haziran 1908 tarihinde İngiltere Kralı ile Rus Çarı arasında Reval’de
gerçekleştirilen görüşme olmuştur. İngilizlerin Makedonya üzerinde Rus çıkarlarını
desteklediği bu görüşme, Batı kamuoyunda bilhassa Osmanlı ile iyi ilişkiler içerisinde
olan Almanya’da Osmanlı Devleti’nin paylaşılması şeklinde yorumlanmıştır.63
Makedonya’daki çoğu İttihatçı olan subaylar tarafından heyecanla karşılanan bu olay,
harekete geçmek için yeterli bir sebep teşkil etmiştir.64 Reval görüşmesinin ardından ilk
iş olarak Hafız Hakkı Bey’in de içinde bulunduğu Dâhili Merkez-i Umumi tarafından,
Manastır, Selanik ve Üsküp’teki yabancı konsolosluklara, Makedonya’da İslam
hakkının gözetilmesi gerektiğini ifade eden bir beyanname verilmiştir.65 Böylelikle
cemiyet, ilk defa kendini iç ve dış kamuoyunda duyurmuş oluyordu. Bundan sonra
İttihatçılar isyan bayrağını açacaklar ve meşrutiyet yeniden ilan edilene kadar II.
Abdülhamit idaresi aleyhine hareketlerde bulunacaklardı. Bu hareketler, en başta
Makedonya’da Sultan Abdülhamit idaresini temsil eden şahıslara yönelik olacak,
ardından ise genel bir isyan halini alacaktır. Bu süreçteki en önemli hadiselerden biri
Hafız Hakkı Bey’in de karıştığı Nazım Bey suikastıdır. Selanik Merkez Komutanı olan
ve ayrıca Enver Bey’in kız kardeşi ile evli bulunan Nazım Bey, Padişah’ın
yaverlerindendi. Bölgede yaptığı olumsuz icraatları dolayısıyla İttihatçıların nefretini
kazanmıştı. Bu yüzden cemiyet, Nazım Bey’in vurulması kararını verdi ve bu kararın
icrasına Mustafa Necip memur edildi.
66
Bu suikast girişimi Selanik’teki Olimpos
Palas’ta Enver, Hafız Hakkı ve birkaç zabit arkadaşları tarafından planlanmıştır. Ancak
Nazım Bey, bu suikast girişiminden yaralanarak kurtulmuştur. Hafız Hakkı Bey ise
61
Selanik merkezinin diğer üyeleri; Miralay Hasan Rıza, Erkan-ı Harp Kaymakamlarından Faik ve
Cemal, Fethi, Manyasızade Refik, Talat ve Rahmi Beylerdir. ( Kuran, Jön Türkler, 470).
62
Alkan, II. Abdülhamit, 123.
63
Karal, Osmanlı Tarihi, IX, 26.
64
Aydemir, Enver Paşa, 520.
65
Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları, 49. Ayrıca Bkz. Aydemir, Enver Paşa, I, 524.
66
Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 72.
18
hiçbir şey olmamış gibi ertesi günü Nazım Bey’in ziyaretine gelerek, Enver Bey ile
meseleyi görüşüp Mustafa Necip’i aramaya koyulmuşlardır.67 Bu olayın ve ardından
Şemsi Paşa’nın vurulmasından sonra askeri kanat adına Enver, Niyazi ve Eyüp Sabri
Beyler dağa çıkarak isyan bayrağını açtılar.68 Sürekli Enver ile irtibat halinde olan ve
onun dağa çıkışını tertipleyen Hafız Hakkı Bey ise bu hadiseler sırasında Mustafa Fevzi
(Çakmak), Mustafa Kemal (Atatürk), Ali Fuat (Cebesoy), İsmet (İnönü), Cafer Tayyar
(Eğilmez) ve Kazım Karabekir gibi isimlerle birlikte III. Ordu üzerinde kurduğu otorite
ile meşrutiyeti destekliyor ve saray tehlikelerine karşı teyakkuzda bulunuyordu.69
Sultan Abdülhamit, ilk başlarda bu hareketi pek önemsememişti. Ancak Enver
Bey ve diğer arkadaşlarının giriştiği olaylar; özellikle Padişah taraftarı birçok askeri
şahsın öldürülmesi ve ya dağa kaçırılması Sultan Abdülhamit’in durumun vahametini
anlamasına yetti. Bu hareket kısa bir zamanda genel bir isyan haline geldi ve bunun
üzerine Selanik merkezi 22 Temmuz 1908’de Padişah’a telgraf çekerek, Kanun-ı
Esasi’nin yeniden yürürlüğe konmasını ve meclisin açılmasını istedi.70 Ancak
Padişahı’n cevabını beklemeden 23 Temmuz günü Selanik’ten de önce Manastır, büyük
gösterilerle meşrutiyeti ilan etti. Ardından Rumeli’deki bütün merkezler bir biri ardına
meşrutiyeti ilan etmeye başladılar.71 Bu gelişmeler üzerine II. Abdülhamit de 24
Temmuz 1908’de meşrutiyeti yeniden ilan etmek zorunda kaldı.72
Bu bahiste Hafız Hakkı Bey ile ilgili ifade edilecek bir diğer husus,
Makedonya’da yaşanan gelişmeleri Bitlis’te sürgünde bulunan sınıf arkadaşı Fahrettin
Bey (Altay)’e anlattığı mektubudur. Büyük bir ustalıkla kaleme aldığı bu mektupta,
hiçbir suç unsuru teşkil etmeyecek ifadeler kullanmış ve gizliden gizliye yakında
hürriyetin ilan edileceğini bildirmiştir. Hafız Hakkı Bey, Selanik Merkez Komutanı
Nazım Bey’in suikastını, Enver Bey ile birlikte planlamasına rağmen mektubunda hiçbir
alakası yokmuş gibi olayı şöyle anlatır Fahrettin Bey’e: ‘’ Yaveran-ı Hazret-i
Şehriyari’den Selanik Merkez Kumandanı Nazım Bey gece evinde otururken zabit
elbiseli bir şahıs tarafından yaralandı. Arada diğer bir zabitte mecruh oldu. Carih
67
Cengiz, Enver Paşa’nın Anıları, 53-54.
Aksoy, İttihat ve Terakki, 23.
69
Ahmet Bedevi Kuran, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılap Hareketleri ve Milli Mücadele, Çeltüt
Matbaası, İstanbul 1959, 472.
70
Aksoy, İttihat ve Terakki, 24.
71
Akşin, 100 Soruda Jön Türkler, 75.
72
Aksoy, İttihat ve Terakki, 25.
68
19
kendisini tutmak isteyen bir kanun neferi ile bir nöbetçi neferi de yaraladıktan sonra
firar etti. Bu vakayı yapan Selanik’teki bazı erbabı siyaset olduğu ve bunların
meyanında zabitanda mevcut bulunduğu söylenmesi üzerine İstanbul’dan Yaveran-ı
Hazret-i Şehriyariden bir Ferik ile iki liva vesair bazı ümera bera-i tahkik için geldiler,
carihlerin takibine koyuldular. Aynı zamanda Jönler imiş, ne Allah’ın belaları imiş,
onlar hakkında da tahkikat yaptıkları bildirildi.’’ Dikkat çekmemek için kendisinin de
mensubu olduğu Jön Türklerden ‘’Allah’ın belaları ‘’ diye bahseden Hafız Hakkı Bey,
mektubun devamında Enver Bey’in ortadan kaybolmasından, Resneli Niyazi ve Eyüp
Sabri Beylerin isyanına değin meselelerden bahsederek, hürriyetin ilan edileceğini
ustalıkla kaleme aldığı ifadeleriyle Fahrettin Bey’e müjdelemiştir.73
1.4. HAFIZ HAKKI BEY’İN MEŞRUTİYET’İN İLANININ ARDINDAN
İSTANBUL’DAKİ FAALİYETLERİ
1.4.1. Hafız Hakkı Bey’in İstanbul’a Gelişi ve Faaliyetleri
Meşrutiyet, Selanik, Manastır ve Kosova vilayetlerinin çabaları sonucunda ilan
edilmişti. Padişahın Kanun-ı Esasi’nin yeniden yürürlüğe konmasını kabul etmesinden
sonra Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti, Genel Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa
vasıtasıyla Babıali’ye müracaat ederek, öncelikle hafiyeliğin ve sansürün kaldırılmasını
talep etti ve siyasi konularda gerekli görüşmeleri yapmak üzere Cemiyet üyesi bir
grubun İstanbul’a gelmesine müsaade istedi. Sultan II. Abdülhamit, ilk zamanlarda bu
teklifler karşısında mütereddit davranmışsa da sonradan baskıların yoğunlaşması
üzerine sansürü kaldırdı, 29 Temmuz 1908’de adı geçen heyetin İstanbul’a gelmesine
izin verdi ve 31 Temmuz’da hafiyeliğin lağvedildiğini ilan etti.74
Meşrutiyetin ilanı sırasında Merkez-i Umumi azası sıfatıyla büyük çabaları
bulunan Hafız Hakkı Bey, Haziran 1908’de Binbaşılığa terfi etmişti.75 Bu süreçte
gösterdiği üstün hizmetleri sebebiyle, meşrutiyetin ilanına müteakip İstanbul gazeteleri
tarafından Enver ve Niyazi Beyler gibi ‘’ Hürriyet Kahramanı’’ ilan edildi.76 Şimdi sıra,
73
Sorgun, İmparatorluktan Cumhuriyete, 33-36.
Hasan Babacan, Mehmet Talat Paşa (1874-1921), TTK, Ankara 2014, 31-32.
75
Komutanların Biyografileri, 6.
76
Konukçu, İki mezar, 54. Ayrıca Bkz. Mahir Said Pekmen, 31 Mart Hatıraları, İsyan Günlerinde Bir
Muhalif, TTK, Yay Haz: Hasan Babacan-Servet Avşar, Ankara 2013, 39.
74
20
bin bir güçlükle ilan edilen meşrutiyeti korumaya gelmişti. Bu da ancak İstanbul’a
gelip, hükümet üzerinde denetim oluşturmakla mümkündü. Hafız Hakkı Bey bu amaçla
yukarı adı geçen heyetin bir delegesi olarak İstanbul’a geldi. 31 Temmuz 1908 tarihli
İstanbul gazeteleri Selanik’ten aldıkları bir telgraf ile heyetin İstanbul’a geliş amacını ve
delegelerin isimlerini bildiriyordu: ‘’Meşrutiyeti aldık, onu korumak ve milleti ondan
tam istifade ettirmek esas amacımızdır. Hükümeti hazıra ile hadimi millet ve vatan olan
cemiyet arasında vücudu lazımeden olan itimat ve emniyetin celp ve terakkisine
çalışılması, bu baptaki emeli mübeccelin teşrii hususu için efradı cemiyetten Erkan-ı
Harp Binbaşısı Cemal ve Hafız Hakkı Beylerle Necip, Talat, Rahmi, Cavit ve Hüseyin
Beylerden mürekkep bir heyeti mahsusa Dersaadet’e azimet etmiştir.’’
77
Selanik’ten
gelen ilk heyet; Cemal, Rahmi, Cavit, Necip ve Kolonyalı Hüseyin Beylerdir. Bunlar 1
Ağustos’ta İstanbul’a varmışlardır. Talat ve Hafız Hakkı Beyler ise bir gün sonra Edirne
üzerinden İstanbul’a gelmişler ve diğer heyet üyeleri ile çalışmaya başlamışlardır.78
1.4.1.1. Kâzım Bey (Karabekir) İle Yapılan Bir Toplantı
Hafız Hakkı ve Talat Beyler İstanbul’a vardıktan sonra ilk olarak Kâzım
Karabekir’in yanına gittiler. Karabekir, esasen Selanik’ten gelecek olan bu heyetin
parlak bir merasimle gelişini hazırlamayı ve böylelikle Sultan Abdülhamit karşısında
güçlü görünmeyi istiyordu. Ancak heyetin alelade bir suretle, üstelik Edirne’de askeri
bir isyanın çıkışı sırasında şehre girmesi Karabekir’i hayal kırıklığına uğrattı.
Bu
heyetin Sultan Abdülhamit ile mülakat yapmak için doğru düzgün bir program
hazırlamaması ise Karabekir’i sinirlendiren bir diğer husustu. Karabekir ile yapılan
toplantıda; Cemiyetin gizliliği, fedai teşkilatının saraya sokulması ve meşruti idarenin
devamı için siyasi partilerin kurulmasıyla ilgili meseleler konuşuldu. Ancak bu
meseleler ile ilgili karar Selanik’te toplanacak olan kongreye bırakıldı. Ardından
Karabekir’in önerisi doğrultusunda, esaslı bir program yapmak ve böylelikle cemiyetin
fikrini beyan etmek üzere kabinenin muhtelif azasıyla görüşme kararı alındı. Bu
77
Y. Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, TTK, 1, Kıs.II, Ankara 1983, 68-69.
Babacan, Talat Paşa, 32. Heyetin İstanbul’a gelişi ve ilk faaliyetleri için Bkz. Ali Cevat Bey, İkinci
Meşrutiyet’in İlanı ve Otuzbir Mart Hadisesi: II. Abdülhamit’in Son Mabeyn Başkâtibi Ali Cevat Bey’in
Fezlekesi, Yay Haz: Faik Reşit Unat, TTK, Ankara 1991, 163.
78
21
cümleden olarak Hafız Hakkı ve Talat Beyler, Sadrazam Sait Paşa’ya, Karabekir ve
Avukat Baha Bey ise Tophane Nazırı Ali Rıza Paşa’ya gittiler.79
1.4.1.2. Padişah ve Sadrazam Sait Paşa ile Bir Görüşme
Sait Paşa ile görüşme 3 Ağustos günü gerçekleşti. Sait Paşa gelen heyeti merasim
yapmaksızın kabul etti. Heyetin sözcüsü görünürde Hafız Hakkı Bey idi ancak asıl söz
sahibi Talat Bey’di.80 Bu görüşmede Sait Paşa
81
, heyete bir sürü sual sormuş ve bu
arada çok önemli bir konuda kendilerini yoklamak istemişti. Sadrazam ve
Şeyhülislamın olduğu gibi Harbiye ve Bahriye Nazırlarının da Padişah tarafından
seçilmesi icap ettiğini de ileri sürdü. Sait Paşa: ‘’Padişahlar Baş Komutandır. Bu cihetle
Harbiye ve Bahriye Nazırlarının da onun tarafından intihap ve tayini, Padişah
hukukundandır ‘’ diyerek bu kararı, heyete meşru göstermeye çalışıyordu. Esasen bu
mesele Padişah tarafından Sait Paşa’ya heyet henüz İstanbul’a gelmeden önce açılmış
ve taviz koparılması istenmişti. Padişah’ın bu kararın tatbikiyle amacı bu iki önemli
askeri kuvveti elinde bulundurmak ve böylelikle kendisine karşı tertiplenen herhangi bir
hareketin önüne geçmekti. Ancak heyet bu isteğe şiddetle karşı çıktı. Bunun yürürlüğe
konan Kanun-ı Esasiye aykırı olduğu, padişahın ordu ve donanmayı bilfiil eline alması
anlamına geldiğini ve bu yüzden uygun olmayacağı ifade edildi. Hatta heyet, Harbiye
Nazırlığına Trablus Bölge Komutanı Müşir Recep Paşa’nın atanması yönündeki
görüşlerini açıkça Sadrazam’a bildirdi. Bunu üzerine mesele münakaşa raddesine
varınca, Sait Paşa başka bir konuya geçerek ortamı yumuşatmaya çalıştı.82 Ayrıca heyet,
Sait Paşa’dan çoğu eski rejim yanlısı olan ve içerisinde hafiyecilikle şöhret kazanmış
kimselerinden bulunduğu kabinenin değişmesini istedi.83 Bununla birlikte Selanik’ten
79
Karabekir, İttihat ve Terakki, 228-230.
Aydemir, Enver Paşa, II, 52-53.
81
1 Ağustos 1908’de kurulan yeni Sait Paşa Hükümetini II. Meşrutiyet’in ilk hükümeti saymak gerekir.
Çünkü Sait Paşa, 22 Temmuz’da Sadrazam olduğu zaman meşrutiyet resmen ilan edilmemişti. Sait
Paşa’dan önce Sadarette Ferit Paşa bulunuyordu. Meşrutiyetin arifesinde Ferit Paşa azledilerek, yerine
Sait Paşa geçirilmiş hükümet ise hemen hemen aynı isimlerle devam etmiştir. (Bayur, Türk İnkılabı, 1,
Kıs. II, 71).
82
Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, 138-139. Ayrıca Bkz. M. Naim Turfan, Jön Türklerin Yükselişi,
Alkım Yayınevi, İstanbul 2013, 203. ve İbnülemin Mahmut Kemal İnal, Son Sadrazamlar, II, Dergâh
Yayınları, İstanbul 1982, 1074-1075.
83
Talat Paşa Hatıralarında Sait Paşa ile yapılan görüşmeleri şöyle anlatmaktadır: ‘’Sait Paşa Kabinesi,
Hakkı Paşa müstesna, tamamıyla eski rejim şahsiyetlerinden mürekkepti. Bunların arasında
suiistimalleriyle, hafiyecilikle şöhret kazanmış birçok kimse bulunuyordu. Sait paşa ile yapılan
görüşmede heyet kendisine buhran ve ihtilal devresinde memleketi böyle bir kabine idare edemeyeceğini
söyledi. Sait Paşa, meseleyi Sultan Abdülhamit’e arz edeceği cevabını verdi. Ertesi gün Sait Paşa’nın
80
22
gelen bu heyetin Sadrazam’dan neler istediklerine dair detaylı bilgi yoktur. Özetle; bu
görüşmelerde hükümetin ne şartlar altında çalışacağı müzakere edilmişti. Hemen hemen
aynı cevabı alan Talat ve Hafız Hakkı önderliğindeki Selanik grubu ile Karabekir
önderliğindeki İstanbul grubu bu görüşmelerin ardından yaptıkları toplantıda şu
kararları aldılar;
1) Hükümeti icraatında serbest bırakmak,
2) Hükümetin programını istemek,
3) Murahhas heyetinden ayrılacak bir iki kişi ile hükümetle temasta bulunmak.84
Bu sıralarda Terakki ve İttihat Cemiyeti, İstanbul’da merkez kurdu. Ama genel
merkez yine Selanik’te kalıyordu. Cemiyetin baskısıyla bir takım tutuklamalar oldu ve
cemiyetin gayrı resmi yayın organı haline gelecek olan ‘’Tanin’’ gazetesi Hüseyin Cahit
Bey (Yalçın)’in idaresinde çıkmaya başladı.85
Hafız Hakkı ve Talat Beyler, Sait Paşa ile yapılan görüşmeden hiç memnun
kalmamışlardı. Özellikle Sait Paşa’nın Harbiye ve Bahriye Nazırlarının doğrudan
Padişah tarafından atanması gerektiği ile ilgili görüşü, heyet nazarında hiç hoş
karşılanmadığı gibi Paşa’ya karşı da bir tavır alınmasına sebep oldu. Bununla birlikte
altıncı kez Sadaret makamına getirilen ve Sultan Abdülhamit ile yakın ilişkiler
içerisinde bulunan Sait Paşa, İttihatçıların gözünde istibdat rejiminin bir mümessili gibi
görünüyordu. Padişah’ın şahsına karşı söylenemeyen menfi düşünceler onun şahsında
ortaya çıkacak ve Selanik’ten gelen heyet bu sebeple onun azli için kulis çalışmalarına
başlayacaktı. Sadrazama karşı yürütülen bu kampanya haliyle Padişah’a da bir ihtar
niteliğindeydi.
Hafız Hakkı ve Talat Beyler aynı gün (3 Ağustos 1908), Sadrazamın huzurundan
ayrıldıktan sonra ilk önce Karabekir ile görüşüp, istişarede bulundular ve akşama
Köfteci Ali’nin Lokantası’nda buluşmak üzere ayrıldılar.86 Ardından herhangi bir
istifasını verdiği öğrenildi. Abdülhamit, heyetin noktai nazarını sorduktan sonra Kamil Paşa’yı yeni bir
kabine teşkiline memur etti.’’ Talat Paşa, Talat Paşa’nın Hatıraları, Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul 1998,
40-41. Selanik’ten gelen heyet iki kez Sait Paşa ile görüşmüştür. İlki üste bahsedilen görüşmedir. İkinci
görüşme ise bir gün sonra 4 Ağustos 1908 tarihinde gerçekleşmiştir. Ancak ikinci görüşmede de aynı
meseleler üzerindeki anlaşmazlıklar halledilememiş ve Sait Paşa 5 Ağustos günü istifa etmek
mecburiyetinde kalmıştır. (Ali Cevat Bey, Fezleke, 163-164). Hafız Hakkı’nın ikinci görüşmeye katılıp
katılmadığı bilinmemektedir.
84
Karabekir, İttihat ve Terakki, 230.
85
Aydemir, Enver Paşa, II, 53.
86
Karabekir, İttihat ve Terakki, 230-231.
23
hazırlık yapmaksızın, bir takım meseleleri görüşmek üzere Padişah’ın huzuruna
gittiler.87 Padişah ile görüşülen meselelerin başında Sait Paşa’nın azli ve yerine Kamil
Paşa’nın getirilmesi isteği vardı. Sait Paşa Kabinesi yeni kurulmasına rağmen (1
Ağustos 1908), Padişah herhangi bir muhalefetle karşılaşmamak için heyetin teklifini
kabul etti. Yine heyetin, Recep Paşa’nın Harbiye Nazırlığına getirilmesi teklifini
gönülsüzde olsa kabul etmek zorunda kaldı. Sait Paşa, Kanun-ı Esasi ahkâmına aykırı
olarak Harbiye ve Bahriye Nazırlıklarının tayinini padişaha bırakmasına rağmen, Sultan
bu konuda heyetin isteğini kabul etmiş ve bu usulsüzlüğün faturası Sadaret makamından
azledilmek suretiyle Sait Paşa’ya kesilmiştir. Böylelikle Sait Paşa’dan boşalan makama
5 Ağustos’ta Kamil Paşa geçecek ve yeni kurulan kabinede Recep Paşa Harbiye Nazırı
olacaktır.88
Aynı günün akşamında Köfteci Ali’nin Lokantası’nda yapılan toplantıda Hafız
Hakkı Bey, halinden çok memnun ve şen bir vaziyette, Karabekir’e Sultan Abdülhamit
ile mülakattan geldikleri haberini verdi. Bu habere sinirlenen Karabekir, herhangi bir
programa dayanmayan bu görüşmenin Cemiyetin prestijini sarsacağını ve Sultan’ı
sevindireceğini söyleyerek, teessürlerini bildirdi. Hafız Hakkı Bey, Karabekir’e hitapla:
‘’Kazım Bey! Herif korkusundan ölecek ‘’ Cemiyetimizden titriyor. Ne isterseniz
yapmaya hazırım diyor ‘’ sözleriyle kendisini yatıştırmaya çalışmışsa da Karabekir,
Saray’dan Köfteci Ali’nin Lokantası’na gelmenin büyük bir yanlış olduğunu ve bunun
Sultan Abdülhamit’e ümit vereceğini söyleyerek duyduğu rahatsızlığı tekrar dile getirdi.
Bu münakaşa üzerine Talat Bey söze girerek, korkulacak bir şey olmadığını, Sultan’ın
kendilerinden ziyade hürriyete taraftar olduğunu söyleyerek bu arada Sultan’ın
Selanik’teki Beyaz Kule’nin bahçesini Cemiyete hediye ettiği haberini verdi. 89
87
3 Ağustos 1908 Pazartesi; Heyet azasından ikisinin Abdülhamit tarafından huzura kabulleri. Ali Cevat
Bey, Fezleke, 163.
88
‘’Recep Paşa’nın Harbiye Nazırlığı uzun sürmeyecek, bir kaç gün sonra geçirdiği kalp krizi sonucunda
vefat edecek ve yerine Ali Rıza Paşa geçecektir.’’ (Babacan, Talat Paşa, 32-33).
89
Konuşmanın tamamı için Bkz. Karabekir, İttihat ve Terakki, 232-233. Bu görüşme esnasında Sultan
Abdülhamit şöyle diyordu: ‘’Milletin bütün fertleri İTC azasıdır. Ben de reisinizim. Artık birlikte
çalışalım ve vatanımızı yüceltelim.’’ (Babacan, Talat Paşa, 32)
24
1.4.1.3. Hafız Hakkı Bey’in İttihat ve Terakki Cemiyetinin ‘’Teşebbüs-i Şahsi ve
Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’’ ile Birleşmesi İçin Yapılan Toplantılara Katılması
Hafız Hakkı Bey’in bu süreçte yaptığı bir diğer önemli faaliyet, İttihat ve Terakki
Cemiyeti ile Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti arasında birleşme
hususunda yapılan görüşmelere katılmasıdır. Prens Sebahattin tarafından 1902 yılında
toplanılan I. Jön Türk Kongresi’nin sonrasında kurulan Teşebbüs-i Şahsi Cemiyeti,
meşrutiyetten önce İstanbul’da bir şube açmıştı. Esasen 1907 Kongresi’nde meşrutiyetin
ilanı için fikri anlamada birliğin sağlanması ve neticede meşrutiyetin başarıyla yeniden
tesisi bu iki cemiyeti birbirine yakınlaştırdı. Bu arada Osmanlı Terakki ve İttihat
Cemiyeti, ismini Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti olarak değiştirmişti. Bu atmosfer
içinde, Ağustos ayı ortalarında iki cemiyet arasındaki müzakereler başladı. Teşebbüs-i
Şahsi Cemiyeti adına Dr. Nihat Reşat Bey, Hüseyin Tosun ve Muhittin Beyler, İTC
adına ise Hafız Hakkı, Manyasızade Refik ve Talat Beyler müzakereye katıldılar. Kısa
süren görüşmelerin ardından 22 Ağustos 1908’de iki cemiyet birleşti. Bu birleşmenin
ardından İTC ismi kabul edildi ve Teşebbüs-i Şahsi Cemiyetinin şubesi ve azaları
İTC’ye dâhil oldu. Sebahattin Bey ise istişare heyetine alındı. Ancak bu birlik uzun
sürmedi; kısa bir müddet sonra uyuşmazlıklar ortaya çıktı ve Prens Sebahattin, kısa
zamanda yeniden İTC’ye karşı muhalif bir tutum aldı.90
1.4.1.4. Hafız Hakkı Bey’in Bulgaristan’ın Bağımsızlığı Meselesinden Dolayı
Sadrazam Kamil Paşa ile Yapılan Görüşmeye Katılması
Hafız Hakkı Bey, II. Meşrutiyet’in ilanının ardından iyiden iyiye siyasete dâhil
olmuştu. Talat, Doktor Bahattin, Cemal, Cavit ve Rahmi Beyler ile birlikte İTC namına
birçok davet ve protokolde yer alıyordu. Bu arada 12 Eylül 1908 günü Talat Bey ile
birlikte Abdülhamit’in doğum yıl dönümü dolayısıyla Yıldız Sarayı’nda yapılan
kutlamaya katıldı.91 Bu zaman içindeki bir diğer faaliyeti ise Bulgaristan’ın
Bağımsızlığı meselesi dolayısıyla Sadrazam Kamil Paşa ile görüşmesidir. Geşof
olayından
92
sonra bağımsızlığını ilan eden Bulgarlar, Selanik’teki Konsolosları
90
Pekmen, 31 Mart Hatıraları, 63-65. Ayrıca Bkz. Kuran, İnkılap Hareketleri, 486-487. İki cemiyetin
birleşim tarihi için Bkz. Ali Cevat Bey, Fezleke, 167.
91
Ali Cevat Bey, Fezleke, 168.
92
Bulgaristan’ın bağımsızlığına giden süreçte yaşanan en önemli gelişmelerden biri Geşof meselesidir.
İstanbul’da bulunan Bulgar Kethüdası Geşof, sefirler için verilen bir yemeğe davet edilmemesi üzerine
25
aracılığıyla Merkez-i Umumi ile irtibata geçerek, yakında Bulgaristan’dan geçen
Osmanlı Devleti’ne ait şimendiferlerin işgal edileceğini, bununla birlikte Bulgaristan
kabinesinde çoğunluğun Osmanlı Devleti ile iyi geçinme taraftarı olduğunu, krallıktan
eski vaziyete dönmenin mümkün olmadığını ve durumun Babıali’ye bildirilmesini
istediler. Bu olay üzerine Merkez-i Umumi İstanbul’daki murahhasları Talat ve Hafız
Hakkı Beylere bilgi vererek bu konuda Kamil Paşa ile görüşmesini talep ettiler. Yapılan
görüşmede; Kamil Paşa, korkulacak bir şey olmadığını, İngiltere, Yunanistan ve
Romanya’nın kendileri ile birlikte olduğunu ve Geşof’un gittiği gibi geri geleceğini
söyleyerek, heyeti rahatlatmaya çalıştı. Kamil Paşa adeta Bulgaristan’ın bağımsızlığını
tanımıyordu. Ancak mesele onun düşündüğünden daha ciddiydi. Bu görüşmenin
ardından Bulgarlar ikinci kez Merkez-i Umumiye müracaat ederek, şimendifer hattının
işgal olunduğunu ve muhtemel bir savaştan kaçınmak için tekrardan Babıali ile temasa
geçmelerini istedi. Bunun üzerine Hafız Hakkı ve Talat Beyler ikinci kez Sadrazam
Kamil Paşa ile görüşerek durumu arz ettiler. Ancak Kamil Paşa, mesele üzerinde heyeti
aydınlatıcı bir bilgi vermekten kaçındı. Bu arada Bulgarlar, Edirne sınırına asker
yığmaya başlamışlardı. Meselenin daha ciddi bir boyuta gelmesi üzerine bu kez Rahmi
Bey de heyete dâhil olarak üçüncü kez Kamil Paşa ile görüşmeye gidildi. Mahmut
Kemal İnal, eserinde Rahmi Bey’den naklen bu görüşmenin içeriğini ve Hafız Hakkı
Bey’in Kamil Paşa’ya sert çıkışını şöyle anlatır: ‘’O gece Talat ve Hafız Hakkı ile Kamil
Paşa’nın konağına gittik. Bizi hayli beklettikten sonra geldi. Bizimle görüşeceği yerde
önüne getirdikleri evrakı okumaya başladı. Tamamlanmasına tahammülümüz
kalmadığından -affedersiniz. Merkezi umumi Selanik’ten beni sureti mahsusada buraya
gönderdi. Zatı devletlerinizden Bulgaristan’a ait meseleler üzerine sarih mütalaanızı ve
noktai nazarınızı öğrenmek istiyoruz- dedim. Uzaktan başını kaldırarak ve yüzüme
bakarak çenesini ve gözlerini oynattı. Bir şeyler söyledi. -Anlamıyorum efendim.
Emrinizi ve mütalaanızı tekrar buyurunuz- dedim ve bu sözü tekrar ettim. His ettiği
mecburiyet üzerine -Size ne söylesem gazetelerde görüyorum. Yine bir şey söylesem
ertesi gün gazetelerde okunacak öyle mi ?- demesi üzerine Hafız Hakkı, şedit bir hiddet
ve infial ile -Affedersiniz Paşa hazretleri, bizim gazetelerle hiçbir münasebetimiz
yoktur. Sizinle mülakatımızdan ve sözlerinizden yalnız Merkezi umumiye malumat
vermekteyiz- dedi. Hafız Hakkı’nın sözleri pek şiddetli olduğu için Kamil Paşa
gücenip Sofya’ya gitmiş ve bunu izzeti nefis meselesi haline getirip, bahane gösteren Bulgaristan 5
Ekim’de 1908’de bağımsızlığını ilan etmiştir. (İnal, Son Sadrazamlar, III, 1393-1395).
26
vaziyetini derhal değiştirdi.
-Elimizden geleni yapıyoruz. Yapılacak başka bir şey
yoktur. Şimdilik bir tevassuta da lüzum görmüyorum- dedi. Bu ifade üzerine lakırdıyı
uzatmaya lüzum görmeyerek ayrıldık ve mülakatı Selanik’e bildirdik. Birkaç gün sonratavassut için Selanik’e gelen Bulgar murahhaslarının İstanbul’a gelmelerini yine Kamil
Paşa, Talat ve Hafız Hakkı’yı davetle ifade ettiği için ben, bu iki murahhası İstanbul’a
getirdim.
Babıali
ile
cereyan
eden
müzakerat
neticesinde
Bulgaristan’la
münasebatımızın iyi bir yola girmesi mümkün oldu. Şimendiferlerin işgalinden ve
hududa Bulgar askerinin tahşidinden sarfı nazar edildi. ‘’93 Ancak Bulgaristan’ın
bağımsızlığına engel olunamamıştı. Hafız Hakkı, Talat ve Cemal Beyler gibi Cemiyetin
üst düzey yöneticileri İstanbul’a gelerek kendilerini ön plana çıkarmışlardı. Ancak
siyasi iktidarı tek başlarına yürütebilecek kadar güçlü değillerdi. Cemiyetin, seçimlere
kadar hükümeti denetleme görevi gördüğü bu dönemde bir sürü iç ve dış meseleler
ortaya çıktı. İç meselelerin başında, idareyi tamamen tekelinde tutmak isteyen Cemiyet
ile klasik devlet yöneticileri arasındaki kavga geliyordu. Düalist bir idarenin doğmasına
sebep olan bu gelişmeler, meşrutiyetin ihyasını yavaşlatıyor ve devlet mekanizmasının
işleyişini tehlikeye sokuyordu. Dışarda karşılaşılan meseleler ise; 5 Ekim’de
Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, ertesi gün Avusturya-Macaristan’ın BosnaHersek’i ilhakı ve Girit’in Yunanistan’a bağlanması idi. Bu olaylar, meclisi açmakla
bütün unsurların elde tutulabileceği düşüncesine, dolayısıyla meşrutiyete indirilen ilk
ciddi darbeydi.94 Bu şartlar altında ülke Kasım-Aralık 1908 seçimlerine gitmiştir.95
Seçimlere giderken ortada az çok teşkilatlı siyasi oluşum İTC idi. İTC’den başka birde
Teşebbü-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyetinin örgütlediği Ahrar Fırkası
bulunuyordu. Nitekim yukarıda bahsedilen birlik uzun sürmemişti. Ancak henüz halka
inmeyi başaramayan bu fırkanın pek bir iddiası yoktu.96 25 yaşını dolduran ve vasıtasız
vergi veren her erkeğin oy kullanabildiği bu seçimlerin sonuçlarına göre; İTC,
meclisteki 266 koltuğun 265’ini almıştı. Ahrar Fırkası ise ancak bir mebus
çıkarabilmişti. Mebusların 142’si Türk, 60’ı Arap, 25’i Arnavut, 23’ü Rum, 12’si
93
İnal, Son Sadrazamlar, III, 1396-1397.
Babacan, Talat Paşa, 33-35.
95
Aksoy, İttihat ve Terakki, 25.
96
Aydemir, Enver Paşa, II, 88-90. Seçim öncesinde dikkat çekici bir mesele İTC’nin teşekkül tarzı idi.
Bu teşekkülün cemiyet mi yoksa parti mi olduğu belli değildi. Nitekim seçimler tamamlanıp Meclis
açıldıktan sonra İTC kendisinin bir siyasi teşekkül değil, bir hayır ve kültür cemiyeti olduğunu, siyasi
olan teşekkülün ise yalnız, Mebussan Meclisi’ndeki İTC mebusları grubundan ibaret bulunduğunu
savunuyordu. (Aydemir, Enver Paşa, II, 88). İTC’nin teşekkül tarzı için ayrıca Bkz. Muhittin Birgen,
İttihat ve Terakki’de On Sene, Yay Haz: Zeki Arıkan, İstanbul 2006, I, 63-120.
94
27
Ermeni, 5’i Yahudi, 4’ü Bulgar, 3’ü Sırp ve 1’i de Ulah’tı. Hafız Hakkı Bey, gerek
meşrutiyetin ilanı arifesindeki fedakârlıklarına gerekse İstanbul’da Talat Bey ile giriştiği
siyasi çalışmalarına rağmen meclise girmedi. O, Enver ve Cemal Beyler gibi Cemiyet
içinde saygın vaziyette bulunan askerler ile birlikte ordu üzerinde nüfuz kurmaya gayret
gösterdi. Cemiyetin nüfuzlu sivil mensupları ise birer vilayetten mebus seçilip meclise
girdiler.97
1.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN VİYANA ATAŞEMİLİTERLİĞİNE TAYİNİ
II. Meşrutiyet’in ilanının ardından İstanbul’a gelen Hafız Hakkı Bey, burada bir
takım siyasi girişimlerde bulunmuştu. Ancak asker olması, nihayetinde görevinin başına
dönmesini gerektiriyordu. Bu sırada III. Ordu 19. Nizamiye Alayı 2. Tabur’da görevli
olan Hafız Hakkı Bey’in İstanbul’da kalmasını sağlamak için şehre gelişinden kısa bir
süre sonra 8 Ağustos 1908’de ataması Genel Kurmay 4. Şube’ye yapılmıştı.98
Böylelikle İstanbul’da kalması sağlanan Hafız Hakkı Bey, Aralık 1908 seçimlerine
kadar burada askeri ve siyasi faaliyetlerine devam etti. Bir buçuk ay sonra 13 Ocak
1909’da ise birçok ünlü askeri sima ile birlikte askeri ataşemiliter olarak yurtdışı
görevine gönderildi. Hafız Hakkı Bey’in görev yeri bin beş yüz kuruşluk maaşla Viyana
Ataşemiliterliği oldu. Diğer önemli simalardan ise Enver Bey Berlin, Ali Fethi (Okyar)
Paris, Ali Fuat (Cebesoy) Roma, Şerif Bey ise Belgrat Sefareti Ataşemiliterliğine tayin
edildiler.99
Hafız
Hakkı
Bey’in
Viyana’daki
faaliyetleri
hakkında
fazla
bilgi
bulunmamaktadır. Yalnız burada iyi derecede Almanca öğrendiği ve bunun ilerleyen
dönemlerde Osmanlı’ya gelen Alman Askeri Heyeti ile ilişkilerde belirleyici rol
oynadığı söylenebilir. Burada yaptığı hizmetlere karşılık, Viyana dönüşünden sonra
Avusturya-Macaristan İmparatoru tarafından kendisine Üçüncü Dereceden Fransuva
Josef Nişanı verilmiştir.100 Hafız Hakkı Bey, yaklaşık iki yıl bu görevde kalmışsa da
çeşitli sebeplerle İstanbul’a gelmiştir. Bunlardan ilki 31 Mart İsyanı sebebiyledir.
İsyanın bastırılmasında etkin rol oynayan Hafız Hakkı Bey, harekâtın akabinde teşkil
97
Aydemir, Enver Paşa, II, 92.
Toker- Aslan, Komutanların Biyografileri, III, 6.
99
BOA. 21. 10. 1324. Dosya No: 3472 Gömlek No: 351 Fon Kodu: BEO. Atama tarihleri için Bkz. Ali
Cevat Bey, Fezleke, 176.
100
BOA. 27. M. 1329. Dosya No: 3852 Gömlek No: 850 Fon Kodu: BEO.
98
28
edilen Divan-ı Harbi Örfi Tahkik Heyetine atanmıştır. Buradan sonra tekrar Viyana’ya
dönmüş, ancak Ocak 1910’da yeniden İstanbul’a gelerek, ordu ve tümen komutanlarının
yetkilerini tayin ve sınırlamak için teşkil edilen komisyonda görevlendirilmiştir. Aynı
yılın Şubat’ında Behiye Sultan ile evlenmiş, Viyana dönüşünden önce ise Genelkurmay
III. Şube’ye tayin edilmiştir.101
Hafız Hakkı ve Enver Beylerin yurt dışına gönderilmeleri ile ilgili farklı görüşler
mevcuttur. Şevket Süreyya Aydemir, Cemiyet ve ordu içerisinde ileride önemli
mevkilere gelecek olan bu genç subayların dış ülkelere ve bu tür vazifelere
gönderilmelerinin, onların yetişmeleri ve ileride memlekette üstün görevler alabilmeleri
amacıyla yapıldığını ileri sürmektedir. Ancak Aydemir, bunun yanlış bir zamanda
yapıldığını söylemektedir. Nitekim bu tayinler 31 Mart arifesinde gerçekleşir. Siyasi
buhran mevcuttur, İstanbul karışıktır ve bu ortam içinde Cemiyet, Enver ve Hafız Hakkı
gibi aktif üyelere ihtiyaç duymaktadır.102 Feroz Ahmad daha farklı bir görüşle bu
meseleyi izah eder. Ona göre bu tayinlerin altında yatan gerçek; yüksek rütbeli
subayların ve sivillerin, küçük rütbeli subayların siyasete karışmasını önleme çabasıdır.
Ahmad bu düşünceyle özellikle Enver, Hafız Hakkı ve Cemal Beyler gibi genç ve halkı
etkileyebilecek kişilikteki zeki subayların İstanbul’dan uzaklaştırıldığını iddia eder. M.
Naim Turfan da benzer bir görüşle, bu atamalarla Kamil Paşa’nın amacının ordunun
siyasete etkisini azaltmak, Cemiyeti güç temelinden yoksun ve ilk fırsatta saf dışı
bırakmak olduğunu söylemektedir. Turfan, askerin siyasete karışması konusunda,
Bulgar bağımsızlığı meselesinden dolayı Kamil Paşa ile Hafız Hakkı Bey arasında
gerçekleşen görüşmeyi örnek göstermektedir. Daha önce belirtildiği gibi bu görüşme
esnasında Hafız Hakkı Bey, sert bir üslupla Kamil Paşa ile konuşmuştu. Yine Ahmet
İzzet ve Talat Paşaların görüşü de, genç subayların siyasete karışmasını engelleme
kararı olduğu yönündedir.103
Bu konu hakkında görüş bildiren bir diğer yazar,
yakın tarihimizin ünlü
gazetecilerinden Ziya Şakir’dir. Konuyu tamamıyla farklı bir bakış açısı ile ele alan
Ziya Şakir, İttihat ve Terakki adlı kitabının ikinci cildinde (İttihat ve Terakki Nasıl
Yaşadı?) bu konuya temasla şunları söylemektedir: ‘’ Meşrutiyet’in istihsali (oluşumu)
101
Toker- Aslan, Komutanların Biyografileri, III, 6.
Aydemir, Enver Paşa, II, 126.
103
Turfan, Jön Türklerin Yükselişi, 224-225.
102
29
için senelerce uğraşan, Rumeli Balkanlarının sert kayalıklarında aç ve çıplak olarak
çarık paralayan zabitan, yine ücra köylerde kokoroz (mısır) ve kumpir yiyerek bütün
hayat mahrumiyetlerine katlanırken, Manastır ve Selanik’teki zoraki kuvvetlerle dağa
çıkan Kahraman-ı Hürriyetler Selanik ve İstanbul’un mutantan salonlarında ipek ve kuş
tüyü yastıklara uzanarak akıllarından ve hayallerinden geçmeyen nimetler içinde
yaşıyorlar, hakiki kahramanların haklı olarak Cemiyetten uzaklaşmalarına sebep
oluyorlardı. Bir aralık bunu nasıl olsa Merkez-i Umumi ’de nazar-ı dikkate almış; bu
hoşnutsuzluğu izale maksadı ile ‘ Kahraman-ı Hürriyet’ lerden Binbaşı Enver ve Hafız
Hakkı Beyleri birer memuriyetle İstanbul’dan ve istirkab olunan unvanlardan
uzaklaştırmaya kalkmıştı. Fakat ‘m’ahza bir istirkab-ı askerinin önünü almak
maksadıyla’ yapılan bu uzaklaştırmak keyfiyeti, Selanik ve Manastır kışlalarına değil;
Enver Bey’in Berlin’e, Hafız Hakkı Bey’inde Viyana Ataşemiliterliklerine tayin edilmesi
şeklinde tecelli etmiş ve Merkez-i Umuminin hakperestliği muhafaza etmesine imkân ve
ihtimal olamadığını bir daha ispat eylemişti.’’104 Ziya Şakir’e göre Enver ve Hafız
Hakkı Beyler, en az çabayı göstermelerine rağmen, tabiri caizse meşrutiyetin kaymağını
yiyen isimler olmuştur. Asıl kahramanlar ise Rumeli’de zorluklar içinde yaşamaya
devam ederler. Merkez-i Umumi sözde bu haksızlığın önüne geçmek için ikisini yurt
dışına sürer, ama bu sürgün âdeta ödül mahiyetindedir. Bu tayinler kapsamında Roma
Ataşeliğine atanan Ali Fuat Bey (Cebesoy), ‘’Sınıf Arkadaşım Atatürk’’ adlı eserinde bu
atamalardan bahsetmiş, ancak sebebi ile ilgili herhangi bir görüş beyan etmemiştir.
Sonuç olarak bu görüşleri topluca değerlendirdiğimizde; söz konusu atamaların İTC’ye
muhalif olan Kamil Paşa tarafından hem ordunun siyasete etkisini azaltmak hem de
Cemiyeti yıpratmak amacıyla yapıldığı söylenebilir. Bununla birlikte Enver ve Hafız
Hakkı Beylerin Meşrutiyet’in ilanı için yaptıkları çalışmalar göz önüne alındığı takdirde
Ziya Şakir’in görüşünün biraz iddialı olduğunu söylemek mümkündür.
1.6. 31 MART VAKASI VE HAREKET ORDUSUNUN İSTANBUL’A GELİŞİ:
HAFIZ HAKKI BEY’İN HAREKET ORDUSUNDAKİ GÖREVLERİ
Yakın tarihimizin en büyük hadiselerinden biri olan 31 Mart isyanının çıkış
sebepleri hakkında çeşitli görüşler mevcuttur. Bazı araştırmacılar, miladi 13 Nisan 1909
tarihinde meydana gelen bu olayın İTC tarafından II. Abdülhamit’i devirmek
104
Ziya Şakir, İttihat ve Terakki-II Nasıl Yaşadı?, Akıl Fikir Yayınları, İstanbul 2014, 162-163.
30
maksadıyla tertiplendiğini iddia ederken, bir kısım araştırmacı ise bu isyanın, ipleri
tekrar eline almak isteyen padişah tarafından çıkarıldığı görüşünü savunmaktadır. Başka
bir görüş ise harekâtta yabancı parmağı olduğu yönündedir. Bununla birlikte kesin bir
yargıda bulunmak oldukça zordur. Biz bu bahiste, olaylar üzerinden yola çıkarak, kısaca
herkesçe kabul edilen sebepler üzerinde duracağız ve asıl olarak isyanın bastırılması
esnasında Hafız Hakkı Bey’in faaliyetlerinden söz edeceğiz.
Meşrutiyet’in ilanından kısa bir süre sonra Ekim 1908’de Bulgarların
bağımsızlığını ilan etmeleri, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Bosna-Hersek’i
ilhakı ve yine Yunanlıların Girit’i ilhakı gibi meseleler İTC’yi yolun başında
yıpratmıştı. Bunlara ilaveten mecliste tek hâkim güç olan İttihatçıların sert bir politika
izlemesi ve Sultan Abdülhamit’in ekibiyle geçimsizliği muhalefetin hızla yükselmesine
sebep oldu. İTC’ye karşı olan muhalefet tek yönlü değildi. Muhalefeti yönetenlerin bir
kısmı Prens Sabahattinci Ahrar Fırkası mensupları ve Serbesti gazetesinin başyazarı
Hasan Fehmi ve Mizancı Murat gibi Jön Türk âleminin saygın isimleriyken, diğer bir
kısmı bunlarla ilgisi olmayan medrese talebeleri, softalar ve Avcı Taburları gibi ‘’Şeriat
İsteriz’’ sloganıyla harekete geçen gruplardı. Bunların içerisinde özellikle Avcı
Taburlarının rolü dikkat çekicidir. Rumeli’den İstanbul’a Meşrutiyet’i korumak
maksadıyla getirilen dört Avcı Taburu, Meşrutiyet’in yeniden ilanının ardından
Taşkışla’da bir başlarına bırakılmışlardı. Cahil çavuşların ellerine terkedilen bu askerler
arasında tam bir disiplinsizlik hali hâkimdi.105 İlgisiz ve kendi haline bırakılan bu
askerlerin beynine zamanla, hükümetin ve subayların kâfir oldukları, şeriatı
kaldıracakları ve kendilerini de kâfir yapacakları gibi görüşler sokulmaya başlandı.106
Bu propagandaları yapanların başında Derviş Vahdeti adında bir kişi geliyordu.
Çıkardığı ‘’Volkan’’gazetesi ile İttihatçılara ateş püskürten Derviş Vahdeti, aynı
zamanda ‘’İttihat-ı Muhammedi’’ adında bir cemiyet kurarak, şeriatın yeniden tesisi için
ordu birliklerini siyasi mücadeleye çağırmaya başladı.107 Nitekim bu çağrı, Avcı
Taburları arasında hemen karşılığını buldu ve Meşrutiyet’i koruma amacıyla İstanbul’a
gelen bu birlikler bu kez onu yıkmak için harekete geçmeye başladılar. Bu süreçte
isyanın çıkmasında etkili olan bir diğer etmen, o zamana kadar askere alınmayan
105
Aydemir, Enver Paşa, II, 122-123.
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.1, Kıs.II, 182.
107
Aydemir, Enver Paşa, II, 125. Şerif Aksoy, ‘’İttihat ve Terakki’’ adlı eserinde 31 Mart olayının
(alaylı) asker-softa bağlaşması aracılığıyla yapıldığını ve İttihat-ı Muhammedi Cemiyeti’nin Prens
Sabahattinci Ahrar Fırkası’nın dinci bir kolu olduğunu İddia etmektedir. (Aksoy, İttihat ve Terakki, 26).
106
31
‘’Talebe-i Ulum’’ denen medrese öğrencilerinin de askere alınması için Harbiye
Nezaretince hazırlanan tasarı idi.108 Bunu kabul etmeyen medrese öğrencileri
ayaklanmaya başladılar. Bu sırada yaşanan bir gelişme ise olayların kopma noktasına
gelmesine ve halkın da protestoya katılmasına sebep olacaktır; Mısır’da II. Abdülhamit
idaresine karşı mücadelesiyle tanınan Hasan Fehmi Bey, İstanbul’a gelişinin ardından
‘’Serbesti’’ gazetesini çıkararak, Meşrutiyet’in ardından ters düştüğü İttihatçıları
eleştirmeye başladı. Bu sıralarda eleştiriye tahammülü olmayan İttihatçılar, bir fedai
tutarak Hasan Fehmi’yi katletti. Bu olay ve akabinde hükümetin katilleri yakalamada
gösterdiği gevşeklik, halk nezdinde tepkilere sebep oldu. Hasan Fehmi’nin cenazesinde
toplanan binlerce kişi hükümeti protestoya başladı ve birkaç gün sonrada 31 Mart İsyanı
patlak verdi.109 Ancak şunu da ifade etmek gerekir ki Hasan Fehmi’nin görüş itibarıyle
isyancılarla ilgisi yoktur. Sadece onun ölümünün başlattığı coşku ve galeyan asıl isyancı
unsurun hareketini hızlandırmıştır.
13 Nisan günü isyan eden Avcı Taburlarına mensup askerler, Taşkışla’dan toplu
halde çıkarak Sultanahmet Meydanı’ndaki meclis binasının önüne geldiler.110 ‘’yaşasın
asker’’, ‘’yaşasın şeriat’’ diye bağıran bu askerlere kısa bir süre sonra bir kısım halk,
ulema ve medrese öğrencileri de katılmaya başladı.111 İsyancılar, şeriat hükümlerinin
tamamen tatbikini, Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa 112ile Meclis-i Mebusan Reisi Ahmet
Rıza Bey’in azlini ve bir takım İttihatçıların kendilerine teslimi istiyorlardı.113 Bu
gelişmeler üzerine isyanın durdurulamayacağını anlayan Ahmet Rıza Bey ve Hüseyin
Hilmi Paşa görevlerinden istifa etmişlerdir.114 Hüseyin Hilmi Paşa’nın istifasının
ardından sadarete Tevfik Paşa getirilmiştir. Ancak o da isyanı önlemede başarılı
olamamıştır. İsyancıların bitmek bilmez talepleri ve doğrudan İttihatçıları hedef alan
söylemleri, İttihatçıların karşı harekete geçmelerine sebep olmuştur. İsyanının
İstanbul’daki şartlarla önlenemeyeceğini anlayan İTC, Meşrutiyet’in tehlikeye gireceği
endişesiyle Selanik Merkezine haber vermiştir. İsmail Canbolat Bey’in telgrafıyla
108
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.1, Kıs.II, 183.
Kuran, İnkılap Hareketleri, 510-511.
110
Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, 148.
111
Karal, Osmanlı Tarihi, IX, 585-586.
112
14 Şubat 1909’da Kamil Paşa istifa etmiş, yerine Sadarete Hüseyin Hilmi Paşa getirilmişti. (Aksoy,
İttihat ve Terakki, 25).
113
Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, 149.
114
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.1, Kıs.II, 185-186.
109
32
harekete geçen Selanik, derhal İstanbul’a göndermek üzere III. Orduyu hazırlamaya
başlamıştır.
14 Nisan 1909’da III. ve II. Ordulardan seçilen birliklerden bir ordu kuruldu.
’’Hareket Ordusu’’ adı verilen bu ordunun Komutanı Hüseyin Hüsnü Paşa idi. Kurmay
Başkanı ise o sıralarda henüz Erkânıharp Yüzbaşısı olan Mustafa Kemal (Atatürk)’di.115
15 Nisan günü harekete geçen ordu, Edirne’de Şevket Turgut Paşa kumandasındaki bir
fırka ile birleşti. Bu fırkanın Kurmay Başkanı ise Kâzım Karabekir’di.116 Bu sıralarda
Hafız Hakkı Bey, Viyana Ataşemiliterliği görevindeydi. Ancak olayı öğrenir öğrenmez
derhal harekete geçmiş ve ilk olarak Roma Ataşemiliteri olan Ali Fuat Bey’e bir mektup
yazarak, Selanik’e gideceğini, Enver ve Ali Fethi Beylerin de memlekete dönmek üzere
harekete geçtikleri haberini vermiştir.117
21 Nisan günü Selanik’e gelen Hafız Hakkı ve Enver Beyler derhal III. Ordu
Komutanı Mahmut Şevket Paşa’nın yanına giderek, Hareket Ordusu’nun teşekkül sureti
hakkında konuştular. Ancak Mahmut Şevket Paşa’nın verdiği izahat kendilerini
memnun etmemişti. Nitekim Hüseyin Hüsnü Paşa’nın komutasındaki bu ordunun
kurmay başkanlığına Mustafa Kemal’in getirilmesi, ‘’Meşrutiyet Kahramanı’’ bu iki
zatın fena halde canını sıkmıştı. Bu görüşmenin ardından Merkez-i Umumiye giden
Hafız Hakkı ve Enver Beyler, burada yaptıkları toplantı esnasında sarf ettikleri şu
sözlerle durumdan duydukları rahatsızlığı açıkça ifade etmişlerdi: ‘’Ne demek?
Meşrutiyet, bizim eserimizdir, onun her şeyi bize aittir. Başladığımız işi sonuna kadar
götürmeliyiz. Onun şerefini kimseye vermemeliyiz. ‘’118 Aynı gün Mustafa Kemal Bey,
Halkalı köyündeki ordu karargâhında ertesi sabah erkenden başlayacak olan harekâtın
emirlerini yazarak, Hüseyin Hüsnü Paşa’ya teslim etmişti. Hüseyin Hüsnü Paşa ise
Mahmut Şevket Paşa’ya, III. Ordu Komutanı olması hasebiyle sabah erkenden harekâtın
yapılacağına dair bir telgraf çekti. Bu telgraftan Mahmut Şevket Paşa’dan önce haberdar
olan Hafız Hakkı ve Enver Beyler, ordunun taarruzunu durdurmak ve sonrada ordunun
komuta heyetinde istenilen değişikliği yapmak üzere Merkez-i Umumi namına Mahmut
Şevket Paşa’ya müracaat ettiler.119 Uzun süren görüşmelerin ardından Paşa, harekâtın
115
Kuran, İnkılap Hareketleri, 518.
Karabekir, İttihat ve Terakki, 268-269.
117
Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, 147.
118
Ziya Şakir, İTC Nasıl Yaşadı?, 262.
119
Ziya Şakir, İTC Nasıl Yaşadı?, 263-264.
116
33
geciktirilmesine karar verdi ve bu kararı Hüseyin Hüsnü Paşa’ya tebliğ sırasında onunla
yaşadığı anlaşmazlıklardan dolayı ayrıca Hareket Ordusu’nun komutasını bizzat üzerine
aldığını ilan etti.120 Bu karara son derece sevinen Hafız Hakkı ve Enver Beyler, ertesi
gün hemen trene binerek, orduda iyi bir vazife almak için Halkalı’ daki karargâha doğru
yola çıkmışlardır.121
Mahmut Şevket Paşa’nın, Hareket Ordusu’nun komutasını eline almasından
sonra, Enver ve Hafız Hakkı Beyler de yeniden düzenlenen ordunun kurmay heyeti
içerisinde yer aldılar. Yeni komuta kademesine göre; Hareket Ordusu’nun yeni Kurmay
Başkanı Mirliva Ali Rıza Paşa oluyordu. Enver Bey, II. Mürettep Fırkaya bağlı
Mürettep 5. Alay Komutanı, Hafız Hakkı Bey ise 1. Fırkaya bağlı II. Alay Komutanlığı
görevlerini üsleniyorlardı. Hüseyin Hüsnü Paşa, 1. Mürettep Tümen Komutanı olup,
Mustafa Kemal’de bu tümenin Kurmay Başkanı olma göreviyle yetinmek zorunda
kalıyordu.122 Bu yeni düzenlemeden sonra hazırlanan 3 numaralı ordu emrine göre;
Hafız Hakkı Bey, Gülhane Kolu Komutanlığına veriliyordu. Ona bağlı olarak Binbaşı
Aziz Samih Bey, Köprü Kolu Komutanlığında, Rıza Bey ise Tophane Kolunda
görevlendiriliyordu. Enver Bey ise Taşkışla Koku Komutanlığına verildi.123
Bu
görevlendirmenin ardından, 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece harekât başladı. Şehre
ilk önce Hafız Hakkı Bey’in de içinde bulunduğu öncüler girdi. İstanbul’un çeşitli
bölgelerinde girişilen mücadele sonunda öncüler galip geldi ve asiler etkisiz hale
getirildi. Silahların çoğu teslim edildi. 25 Nisan günü ise artık İstanbul tamamıyla
kontrol altına alınmış oluyordu. Hemen asileri yargılamak üzere Divan-ı Harp kuruldu.
Bunlara ilaveten birçok gazete kapatıldı ve isyanın elebaşları yakalandı. Sultan II.
Abdülhamit, Ali Fethi Bey (Okyar) refakatinde Selanik’e sürüldü ve yerine V. Mehmet
Reşat Osmanlı Tahtına geçirildi.124 Hafız Hakkı Bey, 24 Nisan günü, olayların kontrol
altına alınmasından sonra Selanik’e çektiği bir telgraf ile İstanbul’daki durumu bildirdi.
Merkez-i Umumi namına gönderilen ve ‘’Vicdani’’ imzasıyla çekilmiş olan bu telgraf
şöyledir: ‘’Bu gece muhtelif kollarla İstanbul üzerine yapılan umumi askeri hareketler
pek parlak neticeler verdi. Bir taraftan Enver Bey’in komutasındaki birlik Taşkışla’yı
döverken, öte yandan Hafız Hakkı ve Fethi Bey komutasındaki birlikler Topkapı Sarayı
120
Kuran, İnkılap Hareketleri, 518.
Ziya Şakir, İTC Nasıl Yaşadı?, 266.
122
Alpaslan, 31 Mart Ayaklanması, 325.
123
Ziya Şakir, İTC Nasıl Yaşadı?, 297.
124
Aydemir, Enver Paşa, II, 170.
121
34
ile Harbiye Nezareti üzerine yürüyordu. Harbiye Nezaretinden başka hemen her yerde
çarpışmalar oldu. Ölenlerin ve yaralananların sayısı kat’i olarak tayin edilemezse de,
herhalde 40-50’den aşağı olmasa gerekir. Asilerin sığındıkları yerler hep topla tahrip
edilmiş ve çoğu silahlarını teslim etmeye mecbur olmuştur. Şimdi Taşkışla’dan itibaren
bütün Beyoğlu ve İstanbul ciheti, Meşrutiyeti korumak için fedakârlıkta bulunan şanlı
ordumuzun elindedir. Şehitler arasında Erkânıharp Binbaşısı Ahmet Muhtar Bey de
bulunuyor. Esir edilen ve sayısı 10 bini bulan asi asker Harbiye Nezareti Meydanı’na
ve Davutpaşa’ya sevk edilmiştir. İstanbul’da şimdi tam bir sükûn hüküm sürmektedir.’’
125
1.7. HAFIZ HAKKI BEY’İN BEHİYE SULTAN İLE EVLİLİĞİ
II. Meşrutiyet’in ardından Viyana Ataşemiliterliğine tayin olan Hafız Hakkı Bey,
1910 yılının Aralık ayına kadar burada bulunmuştur. Bu arada birkaç kez İstanbul’a
çağırılarak çeşitli vazifelere getirilmiştir. İstanbul’da bulunduğu bir dönemde Talat
Bey’in girişimleriyle Behiye Sultan ile evlendirildi.126 Sultan V. Murat’ın oğlu Şehzade
Mehmet Selahattin Efendi’nin kızı Behiye Sultan ile Hafız Hakkı Bey’in evlilik
merasimleri 17 Şubat 1910 tarihinde Ortaköy’de bir köşkte gerçekleşti.127 Oldukça
görkemli olan bu düğünü o dönemde henüz sekiz yaşında bir çocuk olan Behiye
Sultan’ın yeğeni Ali Vasıb Efendi128 daha sonradan kaleme aldığı hatıralarında şöyle
anlatır: ‘’Vasıf Paşa’nın köşkünde bulunduğumuz esnada, Halam Behiye Sultan’ın
Erkan-ı Harp Binbaşısı Hafız İsmail Hakkı Bey ile düğünü 1910’da pek mutantan bir
suretle Ortaköy’de Taşmerdiven’de satın alınan köşkte icra edildi. Mabeyn orkestrası
ve incesaz takımları gündüz ve gece çalışıyorlardı. Yüzlerce davetli, gündüz hanımlar
(sultanlar, kadın efendiler, hanımlar, paşa haremleri vesaire),
gece erkekler
(şehzadeler, damatlar, vükela, vüzera ve Erkan-ı Devlet) mevcut idi. Ben sekiz yaşında
çocuk olduğumdan hem gündüz hem de gece düğün ziyafetlerinde bulundum. Mükellef
bir ziyafet, mütenevvi en nadir yemekler her taraf çiçekler içinde donanmış idi. Mabeyn
bandosu, incesaz müzikleri gece geç vakitlere kadar alaturka ve alafranga parçalar
125
Konukçu, İki mezar, 33-34.
Konukçu, İki mezar, 61.
127
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 11.
128
Şehzade Ali Vasıb Efendi, Behiye Sultan’ın erkek kardeşi Şehzade Ahmet Nihat Efendi’nin oğludur.
Şecere için Bkz. Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı-Vatan ve Menfada Gördüklerim ve
İşittiklerim, Yay Haz: Osman Selahaddin Osmanoğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, 422.
126
35
çaldı. Yeni evlilere mükellef hediyeler verildi. Halam başında taç, göğsü ve bileğinde
mücevherat ile duvaklar içinde koltuk merasiminde bulundu. Yüzlerce çeyrek altınlar
etrafa serpildi. Herkes kapışan kapışana… Halamın konağının dayanıp döşenmesi
pederimin ve Tevfik Fikret’in zevkine bırakıldı ve onlar tanzim ettiler.’’ 129 Hafız Hakkı
Bey ile Behiye Sultan evlendikten sonra Şair Tevfik Fikret ve Ahmet Nihat Bey’in
tanzim ettiği Ortaköy’deki bu köşkte oturmaya başladılar. Ancak Behiye Sultan’ın 1914
yazında geçirdiği çifte zatürrenin iyileşme döneminde, havası iyi olduğu için
Büyükada’da Memduh Paşazade Mazlum Bey’in evini kiralayarak geçici bir zaman için
buraya taşındılar.130
Hafız Hakkı Bey, Behiye Sultan ile evlenmesi münasebetiyle son Mekke Emiri
Şerif Ali Haydar’ın oğlu Şerif Abdülmecid Efendi ile bacanak olmuştur. Şerif
Abdülmecid, Behiye Sultan’ın kız kardeşi Rukiye Sultan ile evlenmiştir. II. Dünya
Savaşı’ndan sonra Ürdün Büyükelçisi olarak Londra’ya tayin edilen Şerif Abdülmecid
Efendi, daha sonra hanedanın diğer kadın mensuplarıyla beraber Rukiye Sultan’ın da
yurda dönmesine izin verilmesiyle birlikte büyükelçi olarak Türkiye’ye tayin
edilmiştir.131 Behiye Sultan’ın diğer kız kardeşlerinden Adile Sultan, Moralızade
Selahattin Bey ile Atiye Sultan ise Sırkatibizade Osman Hami Bey ile evlenmiştir.132
Hafız Hakkı Bey evlendiğinde 31 yaşındaydı. Behiye sultan ise 29’undaydı. Bu
evlilik, Hafız Hakkı’nın 1915 Şubatı’nda Erzurum’da tifüsten ölmesiyle sona erdi.
Evlilikleri toplamda beş yıl sürdü. Çocukları olmadı. Behiye Sultan, eşinin ölümünden
dokuz yıl sonra 1924’te hanedan mensubu olması hasebiyle yurt dışına sürüldü. Fransa
ve Mısır’da 24 yıl süren sürgün hayatının ardından 5 Mart 1948’de Kahire’de 67
129
Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 38.
Ali Vasıb Efendi Büyükada’da eniştesi Hafız Hakkı Bey ve Halası Behiye Sultan ile geçirdiği günleri
şöyle anlatır: ‘’Cumartesi akşamları iskeleye yakın bir Rum gazinosunda sinema oynar idi ve gitmeme
müsaade edilirdi. Sevinçle gider ve pek eğlenerek, benim için yeni bir şey olan sinemayı seyrederdim.
Bittabi bana refakat eden bir kimse olurdu. Halam hiç sevmezdi. Eniştem Hafız İsmail Hakkı Bey de
gerek damatlık ve gerek askeri mevkii icabı gitmeği istemezdi. Halam ve eniştem ile gezmeğe çıktığımda,
araba ile adanın meşhur olan küçük ve ya büyük turu yapardık ve bazen Splendide Oteli’nin önünde
durur, dondurma ısmarlatırdık. Eniştem ile yalnız çıktığımda otele girer ve balkon tarafına oturur
dondurma yerdik. Otelde orkestra tatlı tatlı nameler çalardı. Onları dinler ve mütelezziz olurdum. Bazen
de yaya olarak evden on beş dakika mesafede olan vapur iskelesine gider, vapurla gelen gideni
seyrederdik. Bazen eniştem beni de İstanbul’a birlikte alırdı ve Beşiktaş’taki köşkümüze kadar gidip
pederimi görürdüm. Büyükada’da ki köşkün denize kadar inen bir kayıkhanesi vardı. Mevcut kayıklardan
birini alır ve denize çıkardık. Kayıkla gündüz tenezzühleri olduğu gibi, bazen de gece mehtabına çıkardık
ki bu pek hoş olurdu. Hafif bir mehtapta büyükannem ve kızlarla çıktığımız bir gece, cidden saraya şayan
bir gezinti oldu. ‘’(Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzade’nin Hatıratı…, 53).
131
Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzade’nin Hatıratı…, 49.
132
Ali vasıb Efendi, Bir Şehzade’nin Hatıratı…, 422-423.
130
36
yaşında hayata gözlerini kapadı. Hafız Hakkı Bey’den sonra evlendiğine dair bir kayıt
mevcut değildir.133
Hafız Hakkı Bey’in ve diğer ittihatçı genç subayların hanedana mensup genç
kızlarla evlendirilmeleri planlı bir harekettir. Burada güdülen temel amaç hanedana
nüfuz etmektir. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önde gelen simalarından biri olan
cemiyetin genel sekreteri Mithat Şükrü Bleda, bu evliliklerin altında yatan temel
sebebin hükümetin sarayı avucunun içinde tutmak olduğunu söyler.134 Halil Paşa
(Kut)’da benzer bir görüşle bu evliliklerin amacının hanedan içerisine inkılapçı fikirleri
sokmak olduğunu iddia eder. Hatta Halil Paşa da bu yolla hanedan mensubu genç bir
sultan ile evlendirilmek istenmiş ancak hanedana karşı olan olumsuz tavrından dolayı
bu teklifi reddetmiştir.135 Yine bu yolla Enver Bey, Şehzade Selim Süleyman Efendi’nin
kızı Naciye Sultan ile evlendirilmiştir.136
Bu evliliklerin ardından hem Hafız Hakkı
hem de Enver Bey Damad-ı Şehriyarı (Padişah Damadı) unvanını almışlardır ki bu
unvanları bazı resmi belgelerde de kullanmışlardır. Cemiyetin bu iki genç ve nüfuzlu
subayının saraya damat olmaları aralarında inceden bir rekabetin doğmasına sebep
olacaktır.137
Halil Paşa’nın ortaya attığı hanedan arasına inkılapçı fikirler sokmak iddiasının
doğruluğu Behiye Sultan’da kendini göstermiştir. Nitekim Behiye Sultan’ın-1924
sürgününden sonra bile-demokratik fikirlere sahip olduğu görülür. Yeğeni Ali Vasıb
133
Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzade’nin Hatıratı…, 423.
Mithat Şükrü Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993, 72.
135
Sorgun, Bitmeyen Savaş, 74.
136
Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzade’nin Hatıratı…, 439.
137
O Dönemin bir diğer saray damadı subayı, Sultan Vahdettin’in kızı Ulviye Sultan ile evli olan İsmail
Hakkı (Okday) Bey, yıllar sonra kaleme aldığı hatıralarında asker kökenli damatlar arasındaki rekabet
konusuna temas etmiştir. İsmail Hakkı Bey, Enver Paşa’nın bir bayram protokolündeki anlaşmazlıktan
sonra kendisini Filistin Cephesi’nde ateş hattına gönderdiğini iddia ederek, Paşa’nın bu hareketini şöyle
yorumlamıştır: ‘’ Bugün düşünüyorum da, aklıma en uygun gelen cihet, Enver Paşa’nın damatlar
arasında askeri bir şahsiyetin ( tabi kendisi müstesna ) yer almaması düşüncesi olsa gerekti. Zira
Osmanlı Hanedanı’nın damatları arasında asker olarak benden ve kendisinden başka bir de Behiye
Sultan’ın eşi Hafız İsmail Hakkı Paşa vardı. Enver Paşa bu zatı da Erzurum Cephesi’ne göndermiş,
zavallı Paşa, orada lekeli hummadan şehit olmuştu. Anlaşılan arkada kalan beni de Filistin Cephesi’nde
ilk ateş hattına göndererek benim de şehitler kafilesine katılmak lığımı istemişti.’’ ( İsmail Hakkı Okday,
Yanya’dan Ankara’ya, Sebil Yayınevi İstanbul 1975, 323-325). Hafız Hakkı ile Enver Bey arasındaki
rekabetin bir diğer örneği terfi meselesinde kendisini göstermektedir. Babıali baskını ve Edirne’nin geri
alınmasından sonra nüfuzu artan Enver Bey, hızla terfi ederek paşa olmuş ve Harbiye Nazırlığı’na
getirilmiştir. Bu duruma içerlenen Hafız Hakkı, Kâzım Karabekir ve Mahmut Kamil Bey’in de yanında
bulunduğu bir esnada ‘’ Enver Kaymakam…Hafız Kaymakam…Enver Miralay…Hafız
Kaymakam…Enver Paşa…Hafız hala Kaymakam…’’ diyerek rahatsızlığını dile getirmiştir. (Konukçu, İki
mezar, 68). Yine ilerleyen bölümlerde görüleceği üzere Sarıkamış taarruzu meselesinde de bu rekabetin
etkileri açıkça kendisini gösterecektir.
134
37
Efendi onu demokratik ruhlu bir kadın olarak tanımlar.138 Behiye Sultan’ın sürgünde
iken 1934 yılında maddi meselelerden dolayı son Halife Abdülmecit Efendi’ye yazdığı
mektuplarda kullandığı ifadeler yine bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Murat
Bardakçı’nın yayınladığı bu mektuplardan birine Behiye Sultan şu ifadelerle başlar:
‘’Bugün bu mektubu hür Fransa’nın toprağında Türk milletine karşı gösterdiğimiz
haksızlıkların pek tabi bir neticesi olarak çıktığımız hudut haricinde yazıyorum.
Memleketimizde olsa idim, ailem tarafından bu kâğıt üzerine maaşım kesilir ve kapıma
iki süngülü konularak bir siyah maymun tarafından ihtilattan menolunduğum haberi
gelirdi. Cenab-ı Hakka şükür, iki odalı apartmanıma kimse asker koyamaz. Yaşasın
Cumhuriyet.’’139 Behiye Sultan kaleme aldığı mektuplarında ‘’Kafkas Muharebesinde
şehit olan Hafız Hakkı Paşa’nın Haremi Behiye’’ unvanını kullanarak, kısa evliliklerine
rağmen Hafız Hakkı Paşa’nın hatırasını ömrünün sonuna kadar yaşatmıştır.
1.8. HAFIZ HAKKI BEY’İN TRABLUSGARP SAVAŞI DÖNEMİNDEKİ
FAALİYETLERİ
Hafız Hakkı Bey, Viyana dönüşünden sonra ilk olarak Aralık 1910’da Erkan-ı
Harbiye 3. Şubesine, ardından da Ocak 1911’de yeni düzenlenen teşkilatta, 1. Kolordu
Erkan-ı Harbiye İkinci Reisliğine atandı.140 Ancak bu kurumlardaki faaliyetleri ile ilgili
bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Hafız Hakkı Bey’in bu dönemde devleti
epeyce uğraştıran ve sonunda İtalya ile bir savaşa sebebiyet veren Trablusgarp meselesi
ile yoğun bir şekilde ilgilendiği görülür.
Osmanlı Devleti’nin Afrika’daki son toprağı olan Trablusgarp Vilayeti 1878
Berlin Antlaşması’ndan beri İtalyanların göz diktiği bir yerdi. Milli birliğini sağladıktan
sonra diğer Avrupalı Devletler gibi sömürgecilik yarışına katılmak isteyen İtalya, bu
amacını gerçekleştirmek için Trablusgarp’ı biçilmiş bir kaftan gibi görüyordu. Nitekim
burası, coğrafya itibarıyla de İtalya’ya yakındı. Tunus’un Fransa tarafından işgal
edilmesi üzerine İtalya, barış yoluyla bu toprakları elde etmeye çalıştı. Ancak
başaramadı. 1911’in Eylül ayına gelindiğinde ise Trablusgarp’a yönelik emellerini
açıkça ortaya koymaya başladı. 15 Eylül 1911’de İtalya’nın İstanbul Maslahatgüzarı Di
138
Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 38.
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 134.
140
Konukçu, İki mezar, 34.
139
38
Martino Osmanlı Devleti’ne, kendi devleti namına bir ültimatom göndererek İtalya’nın
Trablusgarp ve Bingazi’yi işgal fikrinde olduğunu ve bu toprakların derhal Osmanlı
Devleti tarafından boşaltılmasını istedi. Ayrıca yirmi dört saat içinde Osmanlı
Hükümetince bir cevap verilmesi gerektiğini bildirdi. Bu hiç beklenmedik olay üzerine
Heyet-i Vükela, Ayan ve Meclis-i Mebusan reisleri bir araya geldi. Durum görüşüldü.
Uzun görüşmeler neticesinde bir cevap hazırlandı. Bu cevapta; bazı imtiyazların
İtalya’ya verilmesinde tereddüt edilmeyeceği, eğer İtalya’nın maksadı sadece ekonomik
menfaatler ise bu konuda Osmanlı Devleti’nin kendileri ile görüşmelerde bulunmaya
hazır olduğu tebliğ edildi. Ancak bu cevaptan memnun kalmayan İtalya, ertesi günü
İstanbul’daki Elçisi aracılığı ile Osmanlı Devleti’ne savaş ilan ettiğini tebliğ eden notayı
Babıali’ye yolladı. Bu olay üzerine 17 Eylül’de devlet erkânı yeniden toplandı. Ancak
yapılan görüşmeler sonucunda İtalya’ya savaş ilan edilmekten çekinildi. V. Mehmet
Reşat büyük devletlere telgraf çekilerek bu zor vaziyete aracı olmalarını devlet
adamlarına teklif etti. Durum gayet ciddiydi. Sadrazam Hakkı Paşa141 bu zor durum
karşısında istifanın eşiğine geldi. Nitekim daha sonra istifasını verdi.142
Meşrutiyeti yeniden tesis etmeye çalışan İTC yönetimi için bu olay büyük bir
yıkımdı. Bulgaristan’ın bağımsızlığının ve Avusturya’nın Bosna-Hersek’i işgal
etmesinin getirdiği yıkıma şimdi de İtalyanların Trablusgarp’ı işgal düşünceleri
eklenmişti. Ekonomi yeni bir savaşı karşılamak için yetersizdi. Bu yüzden İtalyanlara
savaş ilan etmekten çekiniliyordu. Babıali’nin İtalyanların savaş ilanı karşısında
gösterdikleri pasif ve mütereddit tavrı bir takım eleştirilere maruz kaldı. Bu sessizlik
diplomatik bir zaaf olarak görülüyordu. Bu olay halk arasında derin bir üzüntüyle
birlikte galeyana sebebiyet verdi. Milli şuur birden bire canlandı. Trablusgarp, Osmanlı
Devleti’nin Afrika’daki son toprağı idi. Bu toprakların kurtarılması için canla başla
çalışılmalıydı. Hafız Hakkı Bey de bu şekilde düşünüyordu. Ona göre bu bir izzeti nefis
meselesiydi ve hükümetin bu notaya derhal bir cevap vermesi gerekiyordu. Hafız Hakkı
Bey bu düşüncelerini ihtiva eden bir mektup yazarak bunu 16 Eylül 1911 günü padişaha
arz etmek üzere saray Başkâtibi Lütfi Efendi’ye verdi. Bu mektup şöyledir:
Başmabeyinci atufetlü Lütfi Simavi Beyefendi hazretlerine,
141
142
Hakkı Paşa 12 Ocak 1910’da Sadarete getirilmiştir. Aydemir, Enver Paşa, II, 376.
Lütfi Simavi, Son Osmanlı Sarayında Gördüklerim, Örgün Yayınevi, İstanbul 2004, 160-161.
39
Yüce ve şanlı Osmanlı hanedanına intisap etmiş olmakla iftihar duyan bir kimse
bulunmam dolayısıyla, aşağıda arz ettiğim hususların canımdan fazla sevdiğim şevketli
padişahımıza arz edilmesini temenni ederim. Bu naçiz fikirlerimin yüce Osmanlı
hanedanının ve mukaddes vatanımızın saadeti ve zindeliği için dermeyan edilmiş
olduğundan herhalde şüphe edilemez.
Şu son Trablusgarp meselesi bütün memleketi baştanbaşa sarsacak feci bir
buhrandır. Eğer bu buhrana, doğru ve intizamlı bir yol verilemezse netice hakikaten pek
uğursuz ve kötü olacaktır. Saltanat makamının ve hükümetin bu mevzuda, tereddüt
etmeksizin, kati ve cesur bir karar alması başta gelen bir iştir. Böyle bir kararın
alınmasına ve efkârıumumiyenin bu karara hazırlanmasına, herkesten evvel
Padişahımızın ve Halifemizin lider olması lazım gelmektedir. Bu meselede, vatanın,
milletin ve saltanatın hakları için ciddi bir gayret gösterilmek isteniyorsa, daha
şimdiden, sevgili padişahımız tarafından millete kati bir garanti verilmeli. Bundan
sonra da vakit geçirmeden hemen bunun tatbikine geçilmelidir.
İtalya ile aramızda meydana gelen bu mühim hadiseye iyi ve ya kötü, fakat
mutlaka kati bir karara derhal varılmalıdır. Eğer böyle yapılmayıp da tereddüt ve
kararsızlık içinde bocalanacak olursa, devletin haysiyeti hem hariçte hem dâhilde büyük
miktarda zedelenecektir. Bundan başka ekonomik vaziyeti de dikkatle göz önünde
tutmalıdır. Bugünden itibaren artık birçok şeyin fiyatı hızla yükselmeye başlayacak, kısa
bir zaman sonra ise bu buhran kendisini her sahada kuvvetle hissettirecektir. Bunun en
bariz neticesi askerin ihtiyaçlarının kâfi miktarda karşılanmaması olacaktır. Nihayet
gide gide memleket büsbütün karışacak başta düşmanımız olmak üzere bütün dünyaya
karşı elim bir takatsizliğin içine yuvarlanmış olarak görünecektir.
Eğer düşmanın verdiği ültimatoma boyun eğmeyerek, İtalya ile uğraşmaya karar
verecek ise ki şimdiye kadar böyle bir kararın verilmiş olması lazım gelirdi, neticede
zilletli bir vaziyetle karşı karşıya gelmemek için esaslı bir plan ve program yapmak ve
her tülü fedakârlığa katlanmayı göze almak icap eder. Böyle bir fedakârlıkta bütün Türk
milletine en büyük emsal bizzat Padişahımız efendimiz olmalıdır. Bugünden başlayarak
öyle bir fedakârlık rekabetine girişmeliyiz ki, o zaman Avrupa’da bizim yaşamaya layık
bir millet olduğumuzu ister istemez kabul etsin.
40
Bir harp ister askeri istikametten olsun, ister ekonomik istikametten olsun, ancak
ve ancak para ile yapılabilir. Bundan dolayı hükümetçe tanzim edilecek harp planının
esasını, her şeyden evvel para teşkil edecektir. Bu para ise, altı ay sonra bugün
yapılacak ekonomik hazırlık ve gayretlerle tedarik edilebilir. Her ne suretle olursa
olsun, biran evvel efkârıumumiyeyi tatmin etmek ve Avrupa’da kendilerinin anlayacağı
dilden iyi bir tesir husule getirmek için, Padişahımız tarafından şu hususların
alakadarlara ferman buyrulması lüzumludur.
Padişahımız hem Halife, hem de Başkumandandır. Millet ve askerler, arızi olan
hükümetlerden çok fazla, kalıcı olan padişaha hürmet ve itimat besler. Bundan dolayı
böyle günlerde kendilerini yanlarında ve başlarında görürse büyük işler görmek azmi
ve gayreti artar. Netice olarak şunu arz etmek isterim: Eğer şu bir iki gün içinde
Hürriyet-i Ebediye Tepesi dolaylarında bir harp tatbikatı, bir askeri manevra yapılır ve
bunun neticesinde halkı heyecanlandıracak bir de geçit resmi tanzim edilirse çok
münasip olacaktır. Padişahın huzurunda yapılacak bu geçit resminden sonra, evvelce
hazırlanıp basılmış ve kumandanlara tevzi edilmiş bulunan bir Beyanname-i
Hümayunun orada bütün askerlere okunmasında da müspet neticeler beklenir. Bu
Beyanname-i Hümayunda Padişah, kendileri başta olmak üzere, milletle birlikte
nihayetine kadar harp edeceğine ve seferberlik hazırlıklarına yardım olmak üzere,
bütün hanedan mensuplarının maaşlarının yüzde yirmisini terk ettikleri, burada miktar
olarak mesela senede şu kadar bin lira denilse daha büyük tesir yapar. Milletin de
kendisini takip edeceğinden emin bulunduğunu ifade buyururlar. Ayrıca bu beyanname
bütün vilayetlere de tamim olarak yollanır. Diğer taraftan, vakit geçirmeden, halkı
tatmin edecek ve onlarda itimat hâsıl edecek bir de yeni kabine kurulur.
Damad-ı Hazret-i Şehriyari
Erkânıharp Binbaşısı
Hafız Hakkı143
Hafız Hakkı Bey mektubuna Damad-ı Hazret-i Şehriyari ismini hatırlatarak
başlamıştı. İfadeleri gayet açık ve netti. Meselenin biran önce karara bağlanmasını
istiyordu. Tereddüt ve kararsızlığın, devletin haysiyetini hem hariçte hem de memleket
dâhilinde zedeleyeceğini düşünüyordu. Trablusgarp’ın önemine binaen kararın
‘’İtalya’ya savaş ilanı’’ şeklinde verilmesinden yanaydı. Böyle bir kararın verilmesi
143
Lütfi Simavi, Son Osmanlı Sarayında Gördüklerim, 162-164.
41
halinde savaş masraflarını karşılamak için büyük fedakârlıklar yapılması gerektiğini
söylüyordu. En başta fedakârlık yapması gereken isim ise Padişah’tı. Hafız Hakkı
Bey’in bizzat Padişah’a hitap ettiği bu mektubunda kullandığı ifadeler biraz aşırı olarak
kabul edilebilir. Henüz binbaşı rütbesinde bulunan bir askerin, devletin en üst
kademesindeki şahsa karşı bu kadar açık ve rahat olabilmesi ancak meşrutiyetin İTC’ye
mensup askerlere sağladığı nüfuz ile izah edilebilir. Bununla birlikte padişaha fazlaca
taltifkâr sözler sarf etmekten kaçınmıştır. Padişah V. Mehmet Reşat’ın bu mektuba
cevap verip vermediği bilinmemektedir.
Hafız Hakkı Bey’in tüm ısrarlarına rağmen Babıali, İtalya’ya savaş ilan etmedi.
Ekim ayından itibaren İtalyanlar, Trablusgarp’a saldırmaya başladılar. İşgale karşı
koymak için bir takım gayri resmi gruplar teşkil edilerek Trablusgarp’a gönderildi.
Bunların amacı bölge halkını İtalyanlara karşı ayaklandırarak direniş başlatmaktı.
Nitekim Trablusgarp, devletin merkezine oldukça uzak bir mesafedeydi ve buraya
düzenli birlikler göndermek için ekonomi elverişli değildi. Enver, Mustafa Kemal ve
Halil Beyler gibi genç subaylar çeşitli kılıklarda bölgeye giderek teşkil edilen grupların
başına geçtiler ve halkı ayaklandırmaya başladılar. Murat Bardakçı ‘’Enver’’ adlı
kitabında Hafız Hakkı Bey’in de bu isimlerle birlikte Trablusgarp’a gittiğini söylese
de144 bu bilginin doğruluğunu destekleyecek herhangi bir kaynağa veyahut belgeye
ulaşılamamıştır. Hafız Hakkı Bey’in bu dönemde İstanbul’da kaldığı tahmin
edilmektedir. Bununla birlikte mektubundan anlaşılacağı üzere, yine denetleyici ve
siyasete dâhil bir rol oynamaktadır.
Enver Bey ve arkadaşlarının Trablusgarp ve Bingazi’de başlattığı direniş kısmen
başarılı oldu ve İtalyanlar, Trablusgarp’ın içlerine gitmeye muvaffak olamadılar. Bunun
üzerine Oniki Ada’yı işgal ederek Osmanlı Devleti’ni zor durumda bırakmaya çalıştılar.
Trablusgarp Savaşı’nı bitiren gelişme ise Balkan Savaşlarının başlaması oldu. 8 Ekim
1912’de Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesiyle başlayan Balkan Savaşı
üzerine Enver Bey ve arkadaşları Avrupa yoluyla İstanbul’a dönmek zorunda kaldılar.
İki bölgede aynı anda savaşı göze alamayan hükümet 15 Ekim 1912’de İtalya ile barış
imzalayarak Trablusgarp’ı terk etmek zorunda kaldı. Buna karşılık Oniki Ada’nın
144
Murat Bardakçı, Enver, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015, 113.
42
Osmanlı Devleti’ne iadesi taahhüt edilmesine rağmen bu hiçbir zaman gerçekleşmedi ve
böylelikle bu adalar Osmanlı Devleti’nin elinden çıktı.145
1.9. HAFIZ HAKKI BEY’İN BALKAN SAVAŞLARINDAKİ FAALİYETLERİ
Hafız Hakkı Bey, Balkan Savaşları öncesinde çeşitli görevlerde bulunmuştur. 28
Ocak 1912’de Bulgaristan Veliahdı’nın yaş günü için Sofya’ya giden heyette görev aldı.
Bu ziyaretinden dolayıdır ki 16 Mayıs 1912’de Bulgar Hükümeti tarafından kendisine
Üçüncü dereceden Meziyet-i Askeriye Nişanı verildi. 5 Ağustos 1912’de altı ay süreyle
Fransa’ya gitti. Buraya gidiş amacı ve faaliyetleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. 24
Eylül 1912’de genel seferberlik üzerine Fransa’dan geri dönerek 1. Kolordu Kurmay
2.Başkanlığı görevine devam etti.146
8 Ekim 1912’de Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmesiyle başlayan
Balkan Savaşlarında orduda yerini aldı. 18 Ekim-16 Kasım arasında cereyan eden
Kırklareli-Süloğlu ve Pınarhisar-Lüleburgaz Muharebelerinde Şark Ordusuna bağlı 1.
Kolordunun kurmay heyetine girdi. Şark Ordusunun Komutanı Abdullah Paşa
(Kölemen) idi. 1. Kolordu Komutanı ise Ömer Yaver Paşa’ydı.147
27 Ekim’e kadar İstanbul’da kaldığı anlaşılan Hafız Hakkı Bey, bu tarihte Padişah
ile görüştükten sonra cepheye gitmiştir. Bu görüşmede Hafız Hakkı Bey, Padişah’a
ahvalin vahametinden bahsederek, bu sıralarda yeniden Sadaret makamına getirilen
Kamil Paşa’nın zannedildiği gibi iyi bir adam olmadığını ve Rumeli’yi elden
çıkaracağını söylemiştir. Padişah’ın Rumeli’nin verilmesinin söz konusu olmadığını
belirtmesi üzerine Hafız Hakkı Bey söze girerek: ‘’öyle bir tarzda verirler ki siz
verildiğinin farkında olamazsınız. Ekonomi derler, başka şeyler derler ve memleket
elden gider’’ şeklinde görüşünü bildirmiştir.148 Hafız Hakkı Bey’in sarf ettiği bu sözler
ve buna karşılık olarak Padişah’ın verdiği cılız cevaplar, V. Mehmet Reşat’ın ne denli
pasif bir konumda olduğunu anlamak bakımından iyi bir örnektir. Hafız Hakkı Bey’in
devletin en üst kademesindeki isim karşısında sergilediği rahat tavrı, Trablusgarp
meselesinden dolayı Padişah’a yazdığı mektubunda kullandığı ifadelerden görmüştük.
145
Bardakçı, Enver, 116.
Konukçu, İki mezar, 32-33.
147
1. Ordu 17 Ekim 1912’den itibaren Şark Ordusu adını almıştır. İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin
Kadrosu 1912-1922, TTK, Ankara 2014, 13-20.
148
Cavit Bey, Meşrutiyet Ruznamesi, Yay Haz: Hasan Babacan-Servet Avşar, TTK, Ankara 2014, 481.
146
43
Bunu da başka bir örnek olarak kabul etmek gerekir. Ayrıca bu görüşme, bu dönemde
askerin siyasete ne denli karıştığını göstermesi bakımından önemlidir. Bununla birlikte
Kamil Paşa’dan hoşlanmadığı görülür. Nitekim daha önce belirtildiği üzere
Bulgaristan’ın bağımsızlık ilanı meselesinden dolayı aralarında yaşanan sürtüşmenin
devam ettiği anlaşılmaktadır.
Hafız Hakkı Bey’in Balkan Savaşlarının ilk evresinde çok faal olmadığı görülür.
Nitekim 1. Kolordunun kurmay heyetinde vazife alması, bir birliğin başında doğrudan
çarpışmaya katılmasına mani olmuştur. Cavit Bey hatıralarında: Balkan Savaşları
sırasında ordunun içerisinde müthiş bir şekilde tefrikanın hâkim olduğunu, bu yüzden
Hafız Hakkı gibi kahraman ve iliklerine kadar asker bir subaya bir fırka bile
verilmediğini yazmaktadır. Devamında Hafız Hakkı Bey’in güç bela bir tabur tedarik
edip savaşa girdiğini ifade etmektedir. Ancak bunun hangi tabur olduğu
belirtilmemiştir.149
Başkumandanlık Vekâleti’nin 8 Kasım 1912 tarihli emri ile başarısızlığa uğrayan
Birinci ve İkinci Şark Orduları lağvedilmiş, yerine 3 nizamiye ve 2 mürettep redif
kolordusu ile bir müstakil süvari tugayından ibaret yeni bir Çatalca Ordusu
oluşturulmuştur. Bu ordunun başına ise Başkumandan Vekili Nazım Paşa geçmiştir.
Hafız Hakkı Bey, yeni teşkil edilen bu orduda yine Ömer Yaver Paşa komutasındaki 1.
Kolordu’nun kurmay heyeti içerisinde yer almıştır. 17-20 Kasım 1912 tarihlerinde
cereyan eden Birinci Çatalca Muharebelerinde bu vazifeyi uhdesine alan Hafız Hakkı
Bey yine pasif konumdadır. Bu çarpışmalardan sonra Edirne’nin geri alınması
teşebbüslerinde bir taburun başında savaşa katıldığı anlaşılmaktadır.150
Birinci Balkan Savaşlarının sonunda Edirne’nin düşman eline geçmesinden sonra
İttihatçılar harekete geçti. Enver Bey ve arkadaşları 23 Ocak 1913 günü Babıali’ye
baskın yaparak Edirne’nin düşmana bırakılmasından dolayı suçladıkları Harbiye Nazırı
Nazım Paşa’yı öldürdüler. Sadrazam Kamil Paşa ise istifa etmek zorunda kaldı.
Sadarete iTC’ye yakın bir çizgide görülen Mahmut Şevket Paşa getirildi. Bu olayla
birlikte ipleri tamamıyla ellerine alan İttihatçılar, Edirne’yi geri almak için yeniden
harekete geçtiler. Ancak başarılı olamadılar. 28 Mart 1913’te Edirne Bulgarların eline
geçti. Ama İttihatçılar yılmadı. Nisan ayından itibaren Edirne’nin geri alınmasına
149
150
Cavit Bey, Meşrutiyet Ruznamesi, 492-493.
Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, 23-27.
44
yönelik teşebbüsler yeniden başladı. Bu sırada bir tabura komuta eden Hafız Hakkı Bey,
Baş Kumandan Vekili Ahmet İzzet Paşa’nın izni olmaksızın gece taarruz yaparak
önemli miktarda kayıp verdirdi. Bu duruma oldukça sinirlenen Ahmet İzzet Paşa, Hafız
Hakkı Bey’i,
Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya şikâyet etti. Bu şikâyet üzerine
Sadrazam, Başkumandan Vekili Ahmet İzzet Paşa’ya emir yazarak Hafız Hakkı Bey’i
yanına göndermesini istedi.151 Normalde Divan-ı Harpte yargılanmayı gerektiren bu
hareket karşında Mahmut Şevket Paşa’nın ne tarz bir tedbir aldığı bilinmemektedir.
Muhtemelen Hafız Hakkı Bey’in İttihatçı kişiliği onu ağır bir ceza almaktan
kurtarmıştır.
Mahmut Şevket Paşa’nın 11 Haziran’da ölümünden sonra Edirne’nin geri
alınmasına yönelik girişimler devam etti. 13 Temmuz-2 Ağustos tarihleri arasındaki
hareketlerde Hafız Hakkı ile Enver Beyler, Hurşit Paşa komutasındaki Çatalca Sol Yan
Ordusunda görev almışlardır.152 Çatalca ve Bolayır’dan yapılan hareketler neticesinde
Edirne yeniden Türklerin eline geçti ve 29 Eylül 1913’te imzalanan İstanbul Antlaşması
ile Edirne üzerindeki Türk hâkimiyeti Bulgarlara kabullendirildi. Hafız Hakkı Bey,
Çatalca savunmasındaki fedakârlıklarından dolayı Aralık 1913’te Yarbaylığa terfi
ettirildi. Balkan Savaşlarında birçok felakete şahit oldu ve savaşın hemen ardından
askere öğüt mahiyetinde olan ‘’Bozgun’’ adlı esresini yazdı. Yine ileriki bölümlerde
görüleceği üzere Balkan Savaşları sırasında ve sonrası yoğun bir şekilde orduyu
gençleştirme meselesiyle ilgilendi.153
1.10. ORDUYU GENÇLEŞTİRME MESELESİ: HAFIZ HAKKI BEY’İN BU
KONUDAKİ FAALİYETLERİ VE GENELKURMAY İKİNCİ BAŞKANLIĞINA
TAYİNİ
İTC ilk zamanlar hükümet üzerinde sınırlı derecede denetim kurabilmişti. Ancak
Babıali baskını ile bu denetim yerini fiili yönetime bıraktı ve ipler tam manasıyla
İttihatçıların eline geçti. Özellikle Edirne’nin geri alınması, Cemiyetin sarsılan prestijini
geri getirmişti. Artık idareyi tamamıyla elinde tutan İTC yönetiminin ilk görevi Balkan
mağlubiyetinin sebeplerini araştırmak ve suçlulara gereken cezayı vermekti. İttihatçılar
151
Uğurlu, Yağmalanan İmparatorluk, 104.
Sorgun, Bitmeyen Savaş, 122.
153
Konukçu, İki mezar, 34.
152
45
nezdinde hâkim olan görüş; ordunun yeniden düzenlenmesi, yeteneksiz ve yardımı
dokunmayan subayların emekli edilerek ordudan uzaklaştırılması ve genç ve dinamik
komutanların iş başına getirilmesi yönündeydi. Bunun kısa sürede tatbik edilmesi
isteniyordu.154
Enver ve Hafız Hakkı Beyler ordunun gençleştirilmesi fikrinin en kuvvetli
savunucularındandı. Hafız Hakkı Bey, Babıali baskınından hemen önce, Londra
görüşmelerinin yapıldığı sıralarda bu kapsamda faaliyetlerini hızlandırdı. Edirne’nin
Bulgarlara verileceği söylentileri üzerine harekete geçen Hafız Hakkı Bey, hiç vazifesi
olmadığı halde durmadan birlikleri dolaşarak, ordunun gençleştirilmesi ve düşmana
karşı direniş yolunda telkinlerde bulunuyordu.155 Mevcut bazı belgelerden bu kulis
çalışmalarının İTC’nin direktifi ile Hafız Hakkı Bey gibi gayri resmi olarak politikaya
dâhil olmuş genç ve etkili subaylara yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Bu belgelerden biri
Talat Bey’in Dâhiliye Nazırı iken yurt dışındaki arkadaşları Hakkı, Cavit ve Cahit
Beylere yazdığı bir mektuptur. Babıali baskınına gelinen süreci anlattığı bu mektubunda
konuyla ilgili şunları yazmıştır: ‘’Biz, Nazım Paşa’yı harbe teşvik etmek ve harpte
Erkânıharp Reisi İzzet Paşa’yı, bizim Enver, Cemal ve Hakkıları ve hatta kabilse
Mahmut Şevket Paşa’yı kullanarak, bir taraftan bütün milleti galeyana getirerek, milli
namusu kurtarmak gayesini takip ediyorduk. Nazım Paşa ise, harbi tahrik etmemek ve
zaruret hâsıl olursa, o zaman kabineyi yıkarak, tasavvur dairesinde hareket etmek ve
aksi halde, sulhu Kamil Paşa’ya terk etmek fikrinde devam ediyordu.’’156 Hafız Hakkı
Bey ayrıca ‘’Tanin’’ ve ‘’Şura-ı Ümmet’’ gazetelerinde yazdığı ‘’Ordu ve Gençlik‘’
başlıklı makaleleriyle de bu konuya temas ederek kamuoyu oluşturmaya çalışıyordu. Bu
arada Hafız Hakkı Bey Balkan Savaşlarının hemen sonrasında kaleme aldığı Bozgun
adlı eserinde de bu konuyu yoğun bir şekilde işlemekteydi: ‘’Makedonya ihtilallerinden,
İtalyan harbinden, son felaketli sefere kadar üç mühim tecrübe geçirdik. Buralarda
azmi, iktidarı, askerlikte isabet fikri ve cesareti ile kendini gösterenler bir dereceye
kadar göründü. Şimdi orduyu kurtarmak için yegâne çare böyle kendini kabul ettirmiş
kimseleri iş başına geçirmek; bunlardan bir kumanda heyeti vücuda getirmek, bunlar
vasıtasıyla bu harpte kendini göstermiş ve bundan sonra da gösterecek olan cesur,
ateşli, metin gençleri istikbal kumandanları olarak yetiştirmektir.’’
154
İlden, Sarıkamış, 11.
Aydemir, Enver Paşa, II, 24.
156
Aydemir, Enver Paşa, III, 58.
155
46
‘’Bir de kumandan olacak zatın kıdeminden ve yaşından ziyade karakter ve bilgisi
göz önüne alınmalıdır. Otuz beş yaşında müşir olan Gazi Muhtar Paşa, otuz dokuz
yaşında iken, o zaman için aksakallı Kurt İsmail Paşalardan, Derviş Paşalardan daha
tecrübeli, daha muktedir bir kumandan olduğunu gösterdiyse, bu gün de aynı
tecrübeleri görmüş, genç, azmi kırılmamış, daha malumatlı ve zamana göre daha iyi
yetişmiş kumandanlar bulmak güç değil.’’157
Hafız Hakkı Bey, Babıali baskınından sonra da faaliyetlerine devam etti. Yeni
sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya yazdığı bir mektubunda; Balkan Savaşlarında
mağlup olan komutanların yerlerine yenilerinin atanmasını ve Karargâh-ı Umumi
Erkan-ı Harbiye’sinin değiştirilmesini teklif etti Ancak Mahmut Şevket Paşa 27 Şubat
1913 günü kendisine intikal eden bu mektuptaki teklifleri tehlikeli ve aşırı bularak
reddetti.158
İTC Hükümetinin ve haliyle Hafız Hakkı Bey’in bu konudaki faaliyetleri Mahmut
Şevket Paşa’nın ölümünden sonra Harbiye Nazırlığına getirilen Ahmet İzzet Paşa
döneminde sıklaştı. İzzet Paşa, İTC’nin bu yeniliğin hemen yapılması yönündeki radikal
görüşünü sakıncalı buluyor ve bunun dereceli bir şekilde gerçekleştirilmesi gerektiğini
söylüyordu. Ancak askeri kanat, zamanın kararsızlık ve beklemeye uygun olmadığını
belirterek İzzet Paşa karşıtı propagandaya başladı.159
Hafız Hakkı Bey, İzzet Paşa’nın şahsına hürmet duymakla birlikte onun bu
konudaki ılımlı tavrından dolayı kendisine muhalefet etti ve Harbiye Nazırının
değişmesi yönünde kulis çalışmalarına başladı. Hafız Hakkı Bey bu makama Enver ve
ya Cemal Beylerden birinin gelmesini istiyordu. İki yakın arkadaşından birinin Nazır
olması kendi istikbali açısından da olumlu olacaktı. Nitekim en sonunda Enver Bey
isminde karar kılındı. Süleyman Kani İrtem, Remzi Paşa’dan naklen Enver Bey’in
Harbiye Nazırı olması ve Hafız Hakkı Bey’in bu konudaki etkisini şöyle anlatır:
‘’Edirne’nin istirdadından sonra Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa ordu erkân ve
ümerasının kıdem defterini ele alarak yeni bir kumanda ordusu vücuda getirmeye
teşebbüs etti. Bu kadro mucibince kıdem icabı kolordulara, fırkalara tayin olunanlar
arasında harpte maddi-manevi mesul olması icap edenler görülüyordu. Meşum Balkan
157
Hafız Hakkı Paşa, Bozgun, Tercüman Yayınları, İstanbul 1972, 120-122.
Uğurlu, Yağmalanan İmparatorluk, 47.
159
İlden, Sarıkamış, 11.
158
47
Harbini müteakip hamiyetli, namuskâr, fedakâr gençliğin orduda görmeyi arzu ettiği
cezri (köklü) ıslahat bu değildi. Meyus olan gençlerden askerlikten çekilmeye teşebbüs
edenler oluyordu. Bu sırada bir gün Damat Hafız İsmail Hakkı Bey’e Beşiktaş’ta
tesadüf ettim. Ordunun halinden, ümitsizlikten bahsettik. Hafız Hakkı Bey’e bu mesele
hakkında etraflıca münakaşalarda bulunmak üzere Ortaköy’deki konağında bir ziyafet
vererek bazı genç erkânıharpleri toplamasını teklif ettim. Vehip, Nihad, Cafer Tayyar
Beylerle isimleri hatırımda kalmayan diğer birkaç erkânıharp zabiti Cuma günü
toplandık. Vaziyeti etrafıyla münakaşa ettik. Neticede orduyu cezri surette ıslah
lüzumuna karar verdik. Ancak bütün iyi vasıfları, hasletleri, askeri meziyetleriyle
beraber kalbi şefkat ve merhametle fevkalade meşbu Ahmet izzet Paşa’nın orduyu
acizlerin, cahillerin, ahlaksızların ellerinden kurtarıp kıymetli, fedakâr ellere
verebileceğine imkân göremedik. Enver ve ya Cemal Beylerden birinin harbiye Nazırı
olması suretiyle ordunun ıslahı kabil olacağında aramızda ittifak hâsıl oldu. Bu içtima
asla ihtilalkarane değildi. Fikir müdavelesinden ve meşru, sakin bir tarzda zemin
hazırlanmaktan başka bir hedefimiz yoktu. Ertesi gün Enver’i ziyarete gittik,
düşüncelerimizi anlattık. Fikrini sorduk.’’160
Enver Bey, hiçbir samimi arkadaşının herhangi bir sebeple kendisine müracaat
etmemesi ve tavsiyede bulunmaması şartıyla arkadaşlarının teklifini kabul etti.
Ardından durumu Sadrazam Sait Halim Paşa’ya bildirdi. Sait Halim Paşa, Enver Bey’e
bu görev için çok genç olduğunu söyledi. Ayrıca Ahmet İzzet Paşa’yı görevinden almak
için hiçbir sebep yoktu. Ancak Enver Bey’i Harbiye Nazırı yapmak isteyen arkadaşları
Talat Bey’e baskı yaptılar. Talat Bey meseleyi İzzet Paşa’ya söyledi. Meselenin kötü bir
raddeye vardığını gören İzzet Paşa, muhtemel bir kargaşanın önüne geçmek için istifa
etti.
Enver Bey ilk olarak 18 Aralık’ta Albay ardından da 1 Ocak 1914 günü
Tuğgeneralliğe terfi ettirilerek Harbiye Nazırı yapıldı. Cemal Bey de kısa bir süre sonra
Bahriye Nazırlığına getirilecekti.161
Harbiye Nazırı olan Enver Paşa ardından
Başkomutanlık Vekâleti ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti vazifelerini de üzerine
160
Süleyman Kani İrtem, Meşrutiyetten Mütarekeye (1909-1918), Yay Haz: Osman Selim Kocahanoğlu,
Temel Yayınları, İstanbul 2004, 556. Enver Bey ilk şöhretini meşrutiyetin yeniden ilanı için yaptığı
çalışmalar sayesinde ve bunun neticesinde ‘’Hürriyet Kahramanı’’ unvanını alarak elde etmişti. 31 Mart
İsyanının bastırılması sırasında ise Taşkışla Kolu Komutanı sıfatıyla büyük yararlılıklar gösterdi. Bunlara
ilaveten Trablusgarp Savaşı, Babıali Baskını ve Edirne’nin geri alınmasında gösterdiği hizmetler onu
tartışmasız bir lider haline getirdi. Böylelikle genç yaşına rağmen Enver Bey’e Harbiye Nazırlığının yolu
açılmış oluyordu.
161
Fahri Belen, XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti, Remzi Kitapevi, İstanbul 1973, 178.
48
alacak ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde en etkili askeri ve siyasi şahıs olarak sahneye
çıkacaktır.
Enver Paşa, Harbiye Nazırı olma sürecinde gayret gösteren Hafız Hakkı’yı
unutmadı ve bu makama gelişinden kısa bir süre sonra 11 Ocak 1914’te onu Erkan-ı
Harbiye-i Umumiye ikinci Reis-i Saniliğine (Genelkurmay İkinci Başkanlığına) atadı.
Alman Bronsart Von Schellendorf ise Birinci Reis-i Saniliğe getirildi.162 Bu arada Hafız
Hakkı 15 Aralık 1913’te Yarbay oldu. Gerekli makamları ele geçiren Enver ve Hafız
Hakkı, Balkan Savaşlarının sonundan beri dillendirdikleri orduyu gençleştirme meselesi
için derhal harekete geçtiler ve 1100 subayı emekliye sevk ederek bu köklü ıslahatı
gerçekleştirdiler.163 Hafız Hakkı tüm faaliyetleri ile dönemin politikaya karışan asker
profilinin tipik bir örneğidir.
162
B.O.A. 13 S 1332, Dosya No: 4247 Gömlek No: 318514 Fon Kodu: BEO. Dönemin Enver Paşa’dan
önceki Harbiye Nazırı Ahmet İzzet Paşa, hatıralarında Hafız Hakkı Bey’in kendisine karşı başlattığı
hareketi ve Genelkurmay İkinci Bakanlığına getirilmesindeki gerçeği şöyle anlatmaktadır: ‘’Hafız Hakkı
Balkan Savaşı’nda Binbaşı idi. Hiçbir kumanda ve memuriyette bulunmayarak bir kolordu nezdinde
haber subaylığı yapıyordu. Benim düşüşümle Enver’in Harbiye Nazırı olması işinde etkili propaganda
yapanlardan biriydi. Enver Paşa, Harbiye Nezaretiyle Genelkurmay Başkanlığını da alınca, mükâfat
olarak bu zatın rütbesi yükseltilerek Genelkurmay ikinci Başkanlığına tayin edildikten sonra, kısa
zamanda Albaylığa ve Dünya Savaşı başlarında Kolordu Kumandanlığına, sonra Tuğgeneralliğe ve
nihayet Ordu Kumandanlığına yükseltilmiştir. Bu gibi durumlar öne sürülerek aleyhine ihtilal yapılan
Sultan Abdülhamit, keyfi idarenin bu kadarını şüphesiz hatırından bile geçirmemiştir.’’ (Ahmet İzzet
Paşa, Feryadım, Nehir yayınları, İstanbul 1992, I, 195).
163
Liman Von Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul 1999, I-II-III, 18.
49
İKİNCİ BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ’NİN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA GİRİŞ
SÜRECİNDEKİ GELİŞMELERDE HAFIZ HAKKI BEY
2.1. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ARİFENSİNDE OSMANLI DEVLETİ
2.1.1. Babıali Baskını
Balkan Savaşlarının sonuna doğru ve hemen ardından meydana gelen bazı
gelişmeler Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na girişinde ve izlediği savaş
politikasında çok etkili olmuştur. Bunlar Babıali Baskını, Edirne’nin geri alınması,
Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olması ve Alman Askeri Heyeti’nin Türkiye’ye gelişidir.
Bunların dışında Avrupa’da meydana gelen gelişmeleri; dünyayı genel bir savaşa
sürükleyen nedenleri ve güç bloklarının oluşumunu da dikkate almak gerekir.
Birinci Balkan Savaşı 8 Ekim 1912’de Karadağlıların Yenipazar’a saldırmaları ile
başladı. İyi hazırlanmadan savaşa giren Osmanlı ordusu kısa sürede mağlup olarak,
İstanbul’a 30 km mesafedeki Çatalca hattına kadar geri çekildi. İmparatorluğun birçok
önemli merkezi; Jöntürk hareketinin şekillendiği yerler olan Kosova ve Makedonya
düşmanların eline geçti. İTC’nin merkezi Selanik şehri dahi Osmanlıların elinden çıktı.
Savaşı sona erdirebilmek için Aralık ayı ortalarında Londra’da görüşmeler başladı. Bu
arada Balkan Devletlerinin eline geçen topraklarda yaşayan yüzbinlerce Müslüman
mülteci İmparatorluğun merkezine akın etmekteydi.164 Balkan Devletlerinin amacı
Osmanlı Devleti’ni tamamen Rumeli’den çıkarmaktı. Edirne’yi dahi kendi topraklarına
katmak istiyorlardı. Londra görüşmeleri devam ettiği sıralarda Osmanlı Hükümeti 1
Ocak 1913 günü Edirne dışında bütün Rumeli’yi bırakmayı kabul etti.
Ancak
Balkanlıların Tekirdağ-Midya hattında ve Boğaz’a yakın adalar üzerinde ısrar
etmelerinden dolayı 6 Ocak’ta görüşmeler kesildi. Barış görüşmelerinin kesilmesi
Avrupa Devletlerini telaşa düşürdü. 17 Ocak’ta Osmanlı Devleti’ne ortak bir nota
verildi. Bu notada: savaşın tekrar başlaması halinde Osmanlı Devleti’nin zor duruma
düşeceği bildirilerek Edirne’nin Bulgarlara verilmesi istendi. Bu arada Rusya, yeni bir
164
Edward J. Erickson, Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu, Çev:
Mehmet Tanju Akad, Kitap yayınevi, İstanbul 2011, 19.
50
savaşın çıkması halinde tarafsız kalmayacağını ilan etti. Bu gelişme Babıali’yi iyice zor
durumda bıraktı ve nihayetinde bazı dini ve medeni hakların korunması şartıyla
Edirne’nin terk edilmesi kabul edildi. 165
Edirne’nin Bulgarlara bırakılması meselesi hem kamuoyu hem de İTC nezdinde
Kamil Paşa Hükümetine karşı nefretin oluşmasına sebep oldu. Vaziyetin nazik bir
safhaya geldiğini gören İTC erkânı bir araya gelerek, hükümete darbe yapmaya karar
verdi. Talat Bey’in bu sırada yurt dışında bulunan Cavit ve Cahit Beylere yazdığı bir
mektupta bu toplantıya katılanların ismi verilmekte ve bunların arasında Hafız Hakkı
Bey de zikredilmektedir. Ancak darbe planının şekillenmesinde ve tatbikinde ne derece
etkili olduğundan bahsedilmektedir.166 Bu toplantıda alınan karar üzerine Enver Bey ve
arkadaşları 23 Ocak 1913 günü Babıali’yi bastılar. Baskında Harbiye Nazırı Nazım Paşa
ile birkaç asker hayatını kaybetti. Sadrazam Kamil Paşa silah zoruyla istifa ettirildi.
Yerine İTC mensubu olmamakla birlikte İttihatçılara yakın görünen Mahmut Şevket
Paşa getirildi. Cemal Bey ise İstanbul’u savunan I. Ordu Komutanlığına tayin edildi.167
Yeni hükümetin Edirne’nin verilmemesi yönündeki katı tutumundan dolayı çatışmalar
yeniden başladı. Ancak Bulgarlar karşısında başarısızlığa uğranıldı ve 28 Mart 1913’te
Edirne Kalesi düştü. Ardından barış görüşmeleri tekrar başladı ve 10 Haziran 1913’te
Londra Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma ile Türkiye Edirne’yi kaybetti.168 Bu durum
İttihatçılara karşı katı bir muhalefetin doğmasına yol açtı. Edirne meselesinden dolayı
hükümet darbesi yapan İttihatçılar şimdi aynı mesele üzerinde kendileri bir çıkmazın
içine düşmüşlerdi. Muhalefet hemen kendini gösterdi. 11 Haziran 1913 günü Mahmut
Şevket Paşa, Babıali’ye giderken İTC karşıtı kişilerce düzenlenen bir suikast neticesinde
öldürüldü. Onun ölümüyle sadaret makamına Mısırlı Prens Sait Halim Paşa getirildi.
165
Balkan Devletlerinin barış şartları şöyleydi: Tekirdağ doğusunda bir noktadan Midya’ya giden bir hat
Osmanlı-Bulgar sınırı olacak, Gelibolu Yarımadası Osmanlılarda kalacak, Ege Adaları Yunanistan’a
bırakılacak. Osmanlı delegelerinin ilk teklifleri ise Makedonya’ya Hıristiyan bir vali yönetiminde
özerklik verilmesi, Arnavutluk’un özgür bir vilayet olması, Ege Adalarının Osmanlı’ya bırakılması ve
Girit sorununun ilgili devletlere bırakılması yönündeydi.( Belen, Osmanlı Devleti, 159-160).
166
Mektupta bu isim ‘’Hakkı’’ şeklinde geçmektedir. Bunun Sapancalı Hakkı ve ya Cafer Tayyar
Paşa’nın abisi İsmail Hakkı Bey olma ihtimali söz konusudur. Ancak Babıali Baskınının genç subaylar
tarafından yapılması Hafız Hakkı’nın bu dönemde genç subaylar arasındaki etkisi ve mektupta geçen
‘’Hakkı’’ isminin Enver, Cemal ve Fethi Beyler ile birlikte zikredilmesi bunun Hafız Hakkı olma
ihtimalini kuvvetlendirmektedir. Mektupta Hafız Hakkı’nın dışında Enver, Fethi, Cemal, Halil ve
Abdülkadir Beylerin ismi de zikredilmektedir. Böylelikle darbe planının küçük bir grup tarafından
tertiplendiği anlaşılmaktadır. Dikkat çeken bir diğer husus toplantıda hazır bulunanların çoğunlukla askeri
kanattan kimseler olmasıdır. (Aydemir, Enver Paşa, III, 57-58).
167
Bardakçı, Enver, 104.
168
Erickson, Osmanlı Ordusu, 19-20.
51
Ahmet İzzet Paşa Harbiye, Talat Bey ise Dâhiliye Nazırı oldu.169 Bu sırada ümit verici
bazı gelişmeler yaşandı. Osmanlı’dan aldıkları toprakları paylaşamayan Balkan
Devletleri birbirine girdiler. 29-30 Haziran 1913’te Bulgarların Makedonya’daki Yunan
ve Sırp kuvvetlerine saldırmasıyla II. Balkan Savaşları başladı. Bulgarların Edirne’deki
kuvvetlerini Makedonya içlerine sevk etmek zorunda kalması Türkiye açısından
vazgeçilmez bir fırsat olarak değerlendirildi. Bunun üzerine harekete geçen Türk
kuvvetleri Enver Bey komutasında 21 Temmuz günü Edirne ve Doğu Rumeli’yi geri
aldı. 29 Eylül 1913’te imzalanan İstanbul Antlaşması ile Edirne üzerindeki Türk
hâkimiyeti Bulgaristan’a kabullendirildi.170
2.1.2. Alman Askeri Heyeti’nin Türkiye’ye gelişi: Liman Von Sanders Heyeti
Osmanlı Devleti ilk kez 18.y.y’ın ortalarından itibaren orduda ıslahat yapmak ve
bu amaçla yabancı subaylardan yararlanmak ihtiyacı duydu. Almanya (Prusya) ile bu
konuda ilk teşebbüs ise III. Selim döneminde gerçekleşti. Bu dönemde Prusyalı subaylar
danışman olarak Türk ordusunda görev yapmaya başladılar. Ancak bunların gelişinde
Alman Hükümetinin herhangi bir rolü bulunmuyordu. Alman Hükümetinin izniyle
Osmanlı Devleti’ne gelen ilk Prusyalı subaylar Helmuth Von Moltke ve arkadaşlarıdır.
Bunlar 1835-1839 yılları arasında Türkiye’de kaldılar. II. Abdülhamit döneminde ise bu
konuda yeni gelişmeler kat edildi. II. Abdülhamit’in Alman yanlısı politika izlemesi ve
Almanların da doğu politikası çerçevesinde Osmanlı ile ilişkilere sıcak bakması yeni
heyetlerin gelişini kolaylaştırdı. Bu kapsamda 1882 yılında Kaehler ve bir yıl sonra da
Goltz heyeti Türkiye’ye gelerek orduyu ıslah etmek üzere faaliyetlerde bulundular. II.
Meşrutiyet döneminde de yine çeşitli heyetlerin Türkiye’de faaliyet gösterdiği
bilinmektedir. Balkan Savaşları başladığında Türkiye’de yirmi dört Alman subayı
mevcuttu.171
169
Belen, Osmanlı Devleti, 177-178.
Mahmut Beliğ Uzdil, Balkan Savaşı’nda Çatalca ve Sağ Kanat Ordularının Harekâtı-Savaşın Siyasi
ve Psikolojik İncelemeleri, Yay Haz: Özlem Demireğen-Nurcan Aslan, Gnkur. ATASE Yayınları,
Ankara 2006, I, II, III, 128-129.
171
H. Fahri Çeliker, ‘’Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Askeri Heyetlerinin Balkan Harbi ve Birinci
Dünya Harbindeki Tutum ve Etkileri’’, Dördüncü Askeri Tarih Semineri Bildirileri, Gnkur. ATASE
Başkanlığı, Ankara (Mayıs 1989), 136.137. Alman Askeri Heyeti hakkında geniş bilgi için Bkz. Jehuda
L. Wallach, Bir Askeri Yarsımın Anatomisi, Çev: Fahri Çeliker, Gnkur. Basımevi, Ankara 2008.
170
52
Balkan Savaşlarında Osmanlı Devleti’nin hezimete uğraması ve ortaya çıkan
askeri zaaflar yeni bir takım tedbirlerin alınmasına sebep oldu. Bunlardan ilki daha
önceden de ifade edildiği gibi orduyu gençleştirme fikridir. Diğeri ise ordu birliklerini
ıslah etmek üzere Alman subaylardan mürekkep yeni bir askeri heyetin Türkiye’ye
çağırılmasıdır. Yeni heyetin çağırılması işi Mahmut Şevket Paşa’nın Sadareti
döneminde gündeme geldi ve ikili görüşmeler neticesinde heyetin gelişine ve sahip
olduğu haklara dair bir mukavele imzalandı. Ancak Liman Von Sanders başkanlığında
42 kişiden oluşan bu heyet, Mahmut Şevket Paşa’nın ölümünden sonra 14 Aralık
1913’te Türkiye’ ye gelebildi.172 Bu askeri heyetin gönderilmesi Almanya’nın çok
önceden başlatmış olduğu Türk politikasını destekleme kararına dayanıyordu. Bununla
birlikte heyetin yalnızca Türk ordusunu ıslah etmekle ilgilenmesi, asla politikaya dâhil
olmaması Alman İmparatoru tarafından sıkıca tembih edilmişti. Heyet ile İstanbul’daki
Alman Elçiliğinin ilişkilerinin sınırlı ölçüde tutulması bu konudaki ciddiyetin bir
göstergesiydi.
Bu
sayede
yabancı
devletlerin
tepkisinin
önüne
geçilmeye
çalışılıyordu.173 Ancak yine de tepkiler gelmekte gecikmedi. Özellikle Liman Paşa’nın
I. Kolordu Komutanlığına getirilmesi İngiliz ve Fransızları harekete geçirdi. İki devletin
elçileri Sait Halim Paşa nezdinde bir takım teşebbüslerde bulunmuşlarsa da bir sonuç
çıkmadı. Hükümet, Alman askeri heyetinin Türkiye’de kalması yönünde kararlıydı.174
Almanya ile imzalan mukaveleye göre heyet başkanına verilen yetkiler özetle
şunlardır:
 Osmanlı Devleti’ndeki bütün Alman subayların doğrudan doğruya amiri olacak,
 Osmanlı Devleti’nin her yerinde denetlenme yapabilecek,
 Bütün askeri eğitim ve öğretim kurumları emrine verilecek,
 Yüksek Askeri Şura’nın üyesi olacak,
Bu yetkiler Osmanlı ordusunun tamamen Almanların eline bırakıldığı anlamına
geliyordu.175 Alman subayları kısa zamanda Harbiye Nezareti ve Erkan-ı Harbiye’deki
önemli mevkileri ele geçirdiler. Yine çeşitli silahların kontrol ve vilayetlerdeki bütün
orduların teftişlerini de üzerlerine aldılar. Ayrıca mukavele gereğince Liman’ın heyetine
mensup olan subaylar, Alman ordusunda aldıkları rütbenin bir derece büyüğüne
172
Belen, Osmanlı Devleti, 184.
Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, 11-13.
174
İrtem, Meşrutiyetten Mütarekeye, 562-563.
175
Çeliker, Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Askeri Heyeti, 140-141.
173
53
Osmanlı’da sahip oluyorlardı. Nitekim Bransort’ın Erkan-ı Harbiye Birinci Reisliğine
ve Liman’ında I. Ordu Komutanlığına getirilmesi bu nüfuzun açık örneğidir.
Başlangıçta 42 kişiden oluşan bu heyet zamanla büyümüş, savaşın sonunda Osmanlı
Devleti’nde bulunan Alman askerinin sayısı subay ve er olmak üzere 12800’e
ulaşmıştır.176 Bu heyet gerek Osmanlı Devleti’nin Almanya yanında savaşa girmesinde
gerekse savaş boyunca izlediği politikada çok etkili olmuştur.
2.2. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NA SEBEP OLAN GELİŞMELER
Birinci Dünya Savaşı’nın nedenlerini genel ve yakın nedenler olmak üzere ikiye
ayırmak mümkündür. Genel nedenleri 1789 Fransız İhtilali’nin getirdiği ilkeler ve bu
ilkeler etrafında gelişen yeni dünya düzeninde aramak gerekir. Yakın nedenler arasında
ise Balkan Buhranı ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı’nın öldürülmesi
gibi meseleler sayılabilir. Liberalizm, Milliyetçilik, Sömürgecilik ve Emperyalizm
kavramlarının gerek tek başına gerekse birbiriyle ilintili olarak ortaya çıkardıkları
düzen, yeni bir dünya savaşını kaçınılmaz hale getirdi. Ancak bunlardan en etkilisi
sömürgecilik akımı olmuştur. 19. y.y’ın son çeyreğinde milli birliklerini tamamlayan
Almanya ve İtalya’nın Sömürgecilik yarışına katılması dünya sömürgelerinin büyük bir
kısmını ellerinde tutan İngiltere ve Fransa’nın tepkisini çekti. Öte yandan Balkanlardaki
durum Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rusya’yı karşı karşıya getirdi.
Rusya’nın bölgede izlediği Panslavist politikaya karşı Avusturya, Balkan topraklarına
sahip olmaya çalışıyordu. Yine bu devletlerin Osmanlı Devleti’ne baskıları ve onu
parçalama arzuları buhranı arttırdı. Bu vaziyet içinde devletler ittifaklar oluşturarak
büyük savaşı beklemeye başladılar.177
2.2.1. Üçlü İttifak
1870 yılında Fransa’yı mağlup ederek milli birliğini tamamlayan Almanya,
bundan sonra iki politikaya önem verdi. Bunlardan ilki Alman milli birliğinin sağlam
temellere oturtturulması, ikincisi ise Fransa’yı yalnızlaştırmaktı. Bu amaçla Almanya ilk
olarak Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile yakınlaşarak bir Germen bloku kurmaya
176
Joseph Pomiankowski, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı,
Kayıhan Yayınevi, İstanbul 2014, 35-53.
177
Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım yayınevi, İstanbul 2010, 131.
54
gayret etti. Avusturya, Almanya’nın milli birliğini kurmasına karşı olup bunu her fırsat
ve vasıta ile engellemeye çalışmasına rağmen bu sıralarda Balkanlarda problemli bir
vaziyette olması onu Almanya’ya yakınlaştırdı. Bu sıralarda İngiltere’nin ve Fransa’nın
Mısır meselesinden dolayı anlaşmazlık içinde olmaları ittifak kurma ihtimallerini sıfıra
indiriyordu. Böylelikle İngiltere-Fransa yakınlaşması kendiliğinden önlenmiş oluyordu.
Geriye Rusya kalıyordu. Fransa ile bir sıkıntısı olmayan Rusya pekâlâ bu devlet ile
yakınlaşabilirdi. Böyle bir durumda Almanya iki cepheli bir savaş karşısında kalacaktı.
Bu durumun farkına varan usta politikacı Otto von Bismarck, 1872 Eylül’ünde Alman,
Avusturya ve Rusya imparatorlarını bir araya getirdi. Birinci üç imparator ligi denen bu
toplantıda üç devletin Avrupa’da ortak bir politika izlemesi sözlü olarak kararlaştırıldı.
Böylelikle Fransa tamamıyla yalnızlaştırıldı. İngiltere ise bu dönemde Avrupa
meseleleri ile zaten ilgilenmiyordu. Öteden beri izlediği izolasyon politikasını devam
ettiriyordu. Ancak kısa bir süre sonra Avusturya ve Rusya Balkanların paylaşımı
meselesinden dolayı anlaşamadılar ve bu birlik dağıldı.178
İki devleti bir arada tutmayı başaramayan Alman Başbakan Bismarck, hiç
olmazsa Avusturya’yı sürekli yanında tutmak istemiş ve bu devlet ile 1879 yılında bir
ittifak antlaşması imzalamıştır. Pan-Germen blokunun kurulması açısından önemli olan
bu antlaşma aynı zamanda Üçlü ittifakın ilk antlaşmasıdır. Bu antlaşma, taraflardan
birinin
Rusya’nın
saldırısına
maruz
kalması
durumunda
ötekinin
yardımını
öngörüyordu. Başka bir devletin saldırması durumunda ise tarafsız kalınacaktı. Bu
antlaşmaya rağmen Bismarck, Rusya ile ilişkilere devam etti ve Balkan meselesi
yumuşak bir evreye girdikten sonra Avusturya ile Rusya’yı yeniden anlaştırdı ve 1881
yılında ikinci üç imparatorlar ligini kurdu. Bu arada Almanya 1882 yılında Afrika
sömürgelerini genişletmek isteyen ama her defasında Fransa engeline takılan İtalya’yı
Üçlü ittifakın içine aldı. Bu antlaşmada da saldırı halinde tarafların birbirine yardımları
öngörülüyordu. Böylelikle üçlü ittifak grubu tamamlanmış oluyordu.179 Ancak İtalya
daha sonradan Üçlü İttifak’tan çıkarak Üçlü İtilaf saflarına dâhil olmuştur. Bu arada
1885 Bulgaristan buhranından sonra Avusturya ile Rusya’nın arası yediden açıldı ve
ikinci üç imparatorlar ligi çöktü. İki devleti bir arada tutmanın mümkün olmadığını
anlayan Bismarck, Avusturya ile ittifakını devam ettirmekle birlikte Rusya’nın da
178
179
Armaoğlu, Siyasi Tarih, 39-45.
Oral Sander, Siyasi Tarih 1918’den Günümüze, İmge Kitapevi, Ankara 2010, 155-156.
55
Fransa safına geçmesini engellemek için bu devletle 1887’de Teminat Anlaşması adıyla
bilinen bir antlaşma imzaladı. Bu anlaşma ile Almanya, Rusya’nın Doğu Rumeli’deki
haklarını tanımış oluyordu.180
2.2.2. Üçlü İtilaf
1888 yılında Alman tahtına II. Wilhelm’in geçmesi Avrupa politikasını kökünden
değiştirdi. Selefi I. Wilhelm ipleri tamamıyla Başbakan Bismarck’ın eline vermişti. Usta
siyasetçi Bismarck, ilk olarak Alman milli birliğini sağlamış ardından da devreye
soktuğu ittifaklar sistemi ile Almanya’yı Avrupa’nın ve dünyanın en güçlü
devletlerinden biri haline getirmiştir. Bismarck’ın politikası Avrupa dışına çıkmamak,
Fransa’yı yalnızlaştırmak ve Rusya’yı karşısına almamak ilkelerine dayanıyordu. Ancak
yeni İmparator II. Wilhelm tamamıyla farklı düşünüyordu. O Almanya’nın da diğer
Avrupa devletleri gibi sömürgecilik yarışına katılmasını istiyordu. Bununla birlikte
Rusya ittifakına pek önem vermiyordu. Dış politikadaki bu köklü değişikliği kabul
etmeyen Bismarck Başbakanlıktan istifa etti. Böylelikle ipler tamamıyla yeni
imparatorun eline geçmiş oluyordu. 181
Rusya’ya gereğinden fazla önem verildiğini düşünen II. Wilhelm 1890 yılında, üç
yıl önce Rusya ile imzalanan Temin Antlaşması’nı yenilemedi. Bu durum Rusya’nın
içinde bulunduğu diplomatik ve askeri yalnızlıktan dolayı Fransa ile yakınlaşması
sonucunu doğurdu. Bu yakınlaşmanın sonucunda iki devlet arasında 1894 yılında bir
antlaşma imzalandı. Bu antlaşma, İttifak Devletlerinden herhangi bir saldırı gelmesi
halinde tarafların birbirine yardım etmesi esasına dayanıyordu. Böylelikle üçlü İtilafın
ilk ayağı kurulmuş oluyordu.182 Bunu 1904’te Fransa ile İngiltere arasında imzalanan
Entente Cordiale Anlaşması takip etti. Üçlü İtilafın ikinci ayağını oluşturan bu antlaşma,
bir ittifak antlaşması olamamakla birlikte yıllardan beri devam eden İngiliz-Fransız
mücadele ve çatışmasını sona erdiriyor ve iki devlet arasında yıllarca devam edecek
olan yakın münasebetler devresini başlatıyordu. Almanya’nın silahlanma politikasının
etkili olduğu bu antlaşma ile Fransızlar Mısır üzerindeki İngiliz haklarını buna karşılıkta
180
Haluk Ülman, I.Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Savaş, İmge Kitapevi, İstanbul 2002, 155-156.
Ülman, I.Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Savaş, 157-160.
182
Sander, Siyasi Tarih, 259-260.
181
56
İngilizler Fas üzerindeki Fransız haklarını tanımış oluyorlardı.183 Üçlü İtilafın son
halkasını meydana getiren antlaşma ise 1907 İngiliz-Rus Antlaşması’dır. Bu antlaşma
tıpkı Fransa ile olduğu gibi sömürgecilik yarışı dolayısıyla meydana gelen
anlaşmazlıkları bertaraf etmiştir. Antlaşmanın imzalanmasına sebep olan gelişmeler;
Rusya’nın Uzakdoğu’da çok güçlenmiş olan Japonya ile uzlaşma yolunun İngiltere’den
geçtiğini anlaması, Almanya’nın doğu politikası ve silahlanma yarışına girmesinden
duyulan endişe şeklinde özetlenebilir. Bu antlaşma ile birlikte Tibet, İran ve Afganistan
üzerinde Rusya ile olan sorunlarını halleden İngiltere Hindistan sömürgesinin
güvenliğini sağlamış oluyordu.184
Böylece yeni bir dünya savaşı için bloklar hazır hale gelmişti. Bundan sonra
meydana gelen olaylar ise sadece süreci hızlandırıcı nitelikte olacaktı. 1908 Balkan
olayları ve 1912-1913 Balkan Savaşları buhranı arttırdı. 1914 Haziran’ında AvusturyaMacaristan İmparatorluğu Veliahttı ve karısının Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi
tarafından öldürülmesi bardağı taşıran son damla oldu ve devletler artarda birbirlerine
savaş ilan etmeye başladılar.
2.3. BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI ÖNCESİNDE OSMANLI DEVLETİ’NİN
İTTİFAK ARAYIŞLARI
Balkan Savaşları’ndan sonra Türk dış politikasındaki ana düşünce bir ittifak
sistemine girmek yönündeydi. İlk zamanlarda Osmanlı Devleti zannedilenin aksine
Alman yanlısı bir politika izlemedi. Üçlü İtilafa dâhil olmak için büyük çabalar
gösterdi. Bu mümkün olmadığından dolayı Almanya ile bir ittifak antlaşması
imzalamak zorunda kaldı. İttihatçılar nezdinde hâkim olan görüş, Avrupalı bloklarda
birinin, özellikle Üçlü İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devleti’ni daha fazla toprak kaybına
karşı koruyabileceği yönündeydi. Ancak Üçlü İtilaf Devletleri böyle düşünmüyordu.
Onlar Osmanlı Devleti’ni kendi ittifaklarının içine almadıkları gibi en müsait zamanda
bu devlete saldırarak topraklarını pay etmeyi planlamışlardı. Bu düşünce Osmanlı
Devleti’nin tarafsız kalmasını imkânsız hale getirdi ve onu Almaya yanında savaşa
girmeye mecbur bıraktı.185
183
Armaoğlu, Siyasi Tarih, 52-56.
Sander, Siyasi Tarih, 265-266.
185
Selami Kılıç, Türk-Alma Arşiv Belgeleriyle Ermeni Sorunu ve Almanya, TTK, Ankara 2015, 11.
184
57
2.3.1. İngiltere
Osmanlı Devleti ilk ittifak teklifini geleneksel dostu olarak kabul ettiği
İngiltere’ye yaptı. Üçlü İttifak ülkelerinden Avusturya-Macaristan’ın Bosna-Hersek’i
ilhakı ve İtalya’nın Trablusgarp’a saldırması Osmanlı’nın ilk kapsamda Üçlü İtilafa
meyletmesine neden oldu. Bu şartlar altında Maliye Nazırı Cavit Bey 191’in Ekim’inde
İngiltere Bahriye Nazırı Winston Churchill’e bir mektup yazarak iki devlet arasında bir
ittifak yapılmasını teklif etti. Churchill, Dışişleri Bakanı Grey’e danıştıktan sonra
verdiği cevapta şimdilik yeni bir siyasi bağ altına girmeyeceklerini ifade ederek nazikçe
bu teklifi reddetti. 186
2.3.2. Bulgaristan
İkinci ittifak teşebbüsü Bulgaristan ile oldu. Teklif Bulgaristan’dan geldi. İki
devlet arasında barış görüşmelerinin yapıldığı 1913 yazında Bulgarlar Osmanlı ile
ittifak yapmak istediklerini bildirdiler. Bu teklifin altında yatan asıl gerçek
Bulgaristan’ın II. Balkan Savaşı’nda kaybettiği bazı toprak parçalarını Osmanlı’nın
desteği ile yeniden kazanmaktı. Bu dönemde Osmanlı Devleti adalar meselesinden
dolayı Yunanistan ile siyasi bir krizin içindeydi. Bulgarlar bu durumdan yararlanmak
istiyorlardı. Nitekim topraklarının bir kısmını Yunanistan’a kaptırmışlardı. İstanbul’da
yapılan görüşmeler neticesinde bir ittifak tasarısı hazırlandı. Ancak Bulgarların
Makedonya’da geniş topraklar istemesi bu teşebbüsü sonuçsuz bıraktı. Ayrıca TürkBulgar ittifakına Almanya’da dâhil edilmek istenmiş ancak Almanya bunu kabul
etmemişti. Türk-Alman gizili ittifakından sonra Bulgarların Üçlü İttifaka girmesi için
çok çaba harcanmıştır. Esasen Bulgarlar ile gizli ittifak antlaşmasının imzalanmasına
rağmen bu devletin Almanya ve Osmanlı lehine savaşa girişi ancak 1915 yılında
mümkün olabilmiştir.187
2.3.3. Rusya
Osmanlı Devleti’nin üçüncü ittifak teşebbüsü Rusya nezdinde oldu. Bu teşebbüs
iki aşamalıdır. İlki Talat Bey’in 1914 Mayıs’ında Livadia’ya giderek, buraya tatil için
186
187
Armaoğlu, Siyasi Tarih, 140. Kılıç, Ermeni Sorunu ve Almanya, 11.
Armaoğlu, Siyasi Tarih, 140-141.
58
gelen Çar II. Nikola ile görüşmesiyle oldu. İkinci teşebbüs ise Almanya ile 2 Ağustos
1914’te yapılan gizli ittifakın hemen ardından İstanbul’da bulunan Rus Askeri Ataşesi
vasıtasıyla gerçekleşti. 1914 yılının Mart ayı ortalarında İstanbul’da bir Türk-Rus
dostluk cemiyeti kuruldu. Cemiyetin yönetimine her iki taraftan da resmi vazifelere
sahip bulunan diplomatlar getirildi. Cemiyetin Türk-Rus dostluğunu tesise yönelik
çalışmaları Türk Hükümeti nezdinde Rusya ile ilişkilerin düzeltilebileceği kanaatinin
oluşmasına sebep oldu. Eskiden beri Boğazlar ve Akdeniz üzerinde istilacı emeller
besleyen Rusya, bloklaşan dünyada Osmanlı Devleti için büyük bir tehlikeydi ve Türk
Hükümeti bu devlet ile ilişkileri sıcak tutarak tehlikeyi bertaraf etmek istiyordu.188 Bu
ortamdan yararlanmak isteyen Türk Hükümeti 1914’ün Mayıs ayı ortalarında Dâhiliye
Nazırı Talat Bey başkanlığında bir heyeti Rus Çarlarının yazlık mekânı olan Kırım
Livadia’ya gönderdi. Heyetin amacı Türkiye’nin Üçlü İtilafa yanaşması karşılığında bu
devletlerin Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü garanti etmeye yanaşıp yanaşmayacağını
öğrenmekti. Görüşmeler her ne kadar dostane geçmişse de heyet eli boş olarak
İstanbul’a dönmüş, Rus Dışişleri Bakanı Sazonov garanti konusunda kesin bir söz
söylemekten kaçınmıştır.189
Rusya ile ikinci teşebbüs İstanbul’daki Rus Askeri Ataşesi M. N Leontyev ile
Enver Paşa arasında gerçekleşti. Osmanlı Devleti, Almanya ile 2 Ağustos’ta imzaladığı
gizli antlaşmadan sonra seferberlik ilan etmişti. Rusların, Türk seferberliğinin hangi
amaçla ilan edildiğini sorması üzerine, Enver Paşa meseleyi görüşmek amacıyla 5
Ağustos’ta Leontyev ile bir araya geldi. Ruslar ile yapılan bu ilk mülakatta Enver Paşa,
Türk seferberliğinin asla Rusya’ya karşı olmadığını, hâkim görüşe rağmen Osmanlı
Devleti’nin, İttifak Devletleri ile bir antlaşma yapmadığını ve eğer Rusya, Osmanlı
üzerine dikkatini çekerse Osmanlı Devleti ile anlaşmanın imkânsız olmadığını Rus
ataşesine söyledi. Bu açıkça bir ittifak talebi idi. Üstelik Almanya ile bir antlaşma
imzalanmasına rağmen. Bu görüşler daha sonra Rus Elçisi Giers’e bildirildi. Giers,
Alman tehdidine karşı Osmanlı ile böyle bir ittifak teklifine sıcak baktı ve durumdan
Rus Dışişleri Bakanı Sasonov’u haberdar etti. Sasonov Osmanlı ile ittifakın Rusya’ya
188
Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına Kadar Türk-Rus
İlişkileri (1978-1919), TTK, Ankara 2011, 216.
189
Carl Mühlman, imparatorluğun Sonu 1914 Osmanlı Savaşa Neden ve Nasıl Girdi, Timaş Yayınları,
Çev: Kadir Kon, İstanbul 2009, 62-63.
59
hiçbir fayda sağlamayacağını söyleyerek bu teklifi reddetti. Böylelikle Rusya ile
girişilen bu ikinci teşebbüste sonuçsuz kalmış oluyordu.190
2.3.4. Fransa
Diğer bir teşebbüs Fransa ile gerçekleşti. Bahriye Nazırı Cemal Paşa, TürkFransız dostluğuna önem veren bir şahıs olması hasebiyle Mösyö Bompard tarafından
Fransa’ya davet edildi. 1914 Temmuz’unda bu ziyareti gerçekleştiren Cemal Paşa,
Fransa Başbakanı ve Dışişleri Bakanı’yla görüşerek Türkiye adına ittifak teklif etti.
191
Cemal Paşa Osmanlı Devleti’nin Üçlü İtilafa alınması halinde Balkanlarda yalnız kalan
Bulgaristan’ında bu ittifaka dâhil olma mecburiyetinde kalacağını ve böylelikle merkezi
imparatorlukların çember içinde kalacaklarını söyledi. Bunun için Osmanlı ile
Yunanistan arasındaki adalar meselesinin halledilmesini ve Rusya’dan gelebilecek
herhangi bir darbeye karşı Osmanlı Devleti’nin korunmasını istedi. Böylelikle İtilaf
Devletleri’nin doğuda sağlam bir müttefiki bulunacaktı. Fransız devlet adamları, Cemal
Paşa’nın görüşlerini haklı bulmakla birlikte müttefiklerinin haberi olmadan böyle bir
şeye karar veremeyeceklerini söylediler. Bu baştan sağma cevap karşısında Fransa ile
ittifakın mümkün olmadığını anlayan Cemal Paşa Türkiye’ye döndü. Üçlü İtilafın
sonuncu devleti ile yapılan görüşmelerde böylece sonuçsuz kaldı.192
2.3.5. Türk-Alman İttifakı
Saraybosna suikastı gerçekleşmiş, devletler birbirlerine savaş ilan etmeye
başlamışlardı. Osmanlı Devleti’nin Üçlü İtilaf Devletleri nezdindeki ittifak teşebbüsleri
başarısızlıkla
düşünülemezdi.
sonuçlanmıştı.
Osmanlı’nın
büyük
savaşta
tarafsız
kalması
Bu halde geriye Üçlü İttifak Devletleri ile bir ittifak antlaşması
imzalamanın çarelerini aramaktan başka bir çözüm kalmamıştı. Cemal Paşa’nın 18
Temmuz’da Fransa’dan eli boş dönmesi üzerine kabinedeki Alman taraftarları hemen
harekete geçtiler. Bunların başında Enver Paşa, Talat Bey ve Meclis-i Mebusan Reisi
Halil Bey bulunuyordu. Sadrazam Sait Halim Paşa da İtilaf Devletleri ile herhangi bir
ittifak mümkün olmadığı için yalnız kalmamak adına Almanya ile muhtemel bir ittifaka
190
Kurat, Türk-Rus İlişkileri, 230-238.
Belen, Osmanlı Devleti, 192.
192
Cemal Paşa, Hatıralar, Yay Haz: Alpay Kabacalı, Türki İş Bankası Yayınları, İstanbul 2006, 127-129.
191
60
sıcak bakıyordu.193 Ancak Almanlar, Osmanlı Devleti ile ittifakın kendilerine bir şey
kazandırmayacağını düşünüyorlardı. Almanya’nın İstanbul Elçisi Wangenheim,
Osmanlı Devleti’nin müttefiklik konusunda tamamen yetersiz olduğunu ve muhtemel
bir ittifakın Almanya’ya yükten başka bir şey getirmeyeceğini söylüyordu. Buna
rağmen Almaya ile ittifak görüşmeleri yapılmaktan geri durulmadı. İlk olarak Enver
Paşa, Sadrazam’ın oluruyla 22 Temmuz 1914’te İstanbul’daki Alman Elçisi
Wangenheim‘e Osmanlı Devleti’nin Üçlü İttifaka katılma arzusunu bildirdi. Ancak bu
ittifak teklifi kabinedeki Üçlü İtilaf taraftarı nazırlardan gizli tutuldu. Enver Paşa,
Alman Elçisi’ne bu tekliflerinin kabul edilmemesi halinde Türkiye’nin İtilaf Devletleri
nezdinde savaşa gireceğini söyledi. Buna rağmen Wangenheim ittifakı reddeder bir
tutum ortaya koydu.194 Ancak II. Wilhelm bunu haber alır almaz derhal İstanbul’daki
elçisine talimat vererek Osmanlı Devleti’nin ittifaka alınmasını söyledi. Şüphesiz II.
Wilhelm’in amacı Ruslarla İngilizlerin gücünü başka yöne çevirerek kendi yükünü
hafifletmek ve Osmanlı Halifesi’nin Müslümanlar üzerindeki siyasi gücünden
yararlanmaktı.
Bunun
üzerine
27
Temmuz’da
görüşmeler
yeniden
başladı.
Görüşmelerin devam ettiği sırada Avusturya, Sırbistan’a taarruza başlamıştı. 1
Ağustos’ta ise Almanya, Rusya’ya savaş ilan etti. Ertesi gün ise II. Wilhelm’in arzu
ettiği üzere Türk-Alman Gizli İttifak Antlaşması imzalandı. Bu gizli ittifaktan yalnızca
Talat, Enver, Halil Beyler ve Sadrazam’ın haberi vardı. Cemal Paşa ve Maliye Nazırı
Cavit Bey sonradan haberdar edildiler. Antlaşma Osmanlı Devleti’nin Berlin Elçisi
Mahmut Muhtar Paşa’dan dahi gizli tutulmuştu.195 2 Ağustos 1914 tarihli OsmanlıAlma İttifak Antlaşması’nın başlıca hükümleri şöyledir:
1. Bugünkü Avusturya-Macaristan ile Sırbistan arasındaki anlaşmazlık karşısında
bu antlaşmayı imzalayan iki devlet, kesin bir tarafsızlık gözetmeyi yüklenirler.
2. Rusya’nın fiili askeri tedbirlere başvurması ve bununla Almaya ile
Avusturya’ya yüklenmeleri bakımından bir düşmanlık durumu oluşturulması
halinde, bu durum Osmanlı Devleti içinde oluşturulmuş olur.
193
Belen, Osmanlı Devleti, 193.
Mühlman, imparatorluğun Sonu, 77-78.
195
Kılıç, Ermeni Sorunu ve Almanya, 13-14. Mahmut Muhtar Paşa Almanya ile ittifak müzakereleri
yapıldığı sırada tedavi için Paris’te bulunuyordu. Berlin’e döndükten sonra dahi kendisine haber
verilmedi. Kendi iddiasına göre Sait Halim Paşa, Alman Elçisine ‘’Mahmut Muhtar Paşa bu ittifak
müzakerelerinden haberdar olmamalıdır ‘’ demiş. Muhtar Paşa’nın Alman dış siyasetine itimadının
olmaması, Sait Halim Paşa’yı bu harekete sevk etmiş olabilir. (Mahmut Muhtar, Maziye Bir Nazar,
Ötüken yayınevi, Yay Haz: Erol Kılınç, İstanbul 1999, 230-233).
194
61
3. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi halinde Almanya, askeri heyetini Osmanlı
Devleti emrinde bırakacaktır. Osmanlı da bu heyetin ordunun sevk ve
idaresinde kesin bir etkiye sahip olmasını sağlayacaktır.
4. Almanya, Osmanlı topraklarının tehdit edilmesi halinde ve tehdide uğrayan
yerde Osmanlı Devleti’ne silah yardımı yapmayı üzerine alır.
5. İki imparatorluğu, bu günkü çatışmadan çıkması ihtimal dâhilinde olan
devletlerarası anlaşmazlıklardan korumak maksadıyla yapılmış olan bu
antlaşma, aşağıda zikredilen yetkililer tarafından imzalanır imzalanmaz
yürürlüğe girecek ve aynı karşılıklı taahhütlerle 31 Aralık 1918 tarihine kadar
yürürlükte kalacaktır.196
Kısa bir süre sonra Avusturya ile de imzalanan bu antlaşmanın belli başlı
problemli noktaları vardı. Mesela Antlaşma’nın ikinci maddesine göre Osmanlı
Devleti’nin derhal savaşa girmesi gerekiyordu. Çünkü 1 Ağustos’ta Almanya, Rusya’ya
savaş ilan etmişti. Oysa Osmanlı Devleti seferberlik hazırlıklarına yeni başlamıştı.
Antlaşma’da dikkat çeken bir diğer husus ise Alman Askeri Heyetine fiili bir nüfuz
verilmesiydi. Liman Von Sanders’in baskısı ile eklenen bu madde savaş boyunca
Alman subaylarına üst düzey görevlerin verilmesine ve Türk Erkânıharbiyesinin adeta
Almanların eline geçmesine sebep olacaktı.197 Bu durum Talat Bey ve arkadaşları
arasında münakaşalara sebep oldu. Nitekim nazırlar heyetinin bir toplantısında
Bulgaristan ve Romanya’nın durumları anlaşılmadan Osmanlı’nın savaşa girmesinin
tehlikeli olacağı fikri ortaya atıldı. Bulgaristan’ı elde etmeden ve seferberliği
tamamlamadan savaşa girmeme kararı alındı ve bu Alman Elçisi’ne iletildi.198 Yine
galip gelinmesi halinde bir takım toprak kazancı, kapitülasyonların kaldırılması ve savaş
tazminatından Osmanlı’ya pay ayırılması gibi meseleler hakkında Almanya’dan teminat
istendi. Almanya belirli ölçüde bu istekleri kabul etti.199
196
Karal, Osmanlı Tarihi, IX, 381.
Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, 37.
198
Talat Paşa, Talat Paşa’nın Hatıraları, 25.
199
Belen, Osmanlı Devleti, 194.
197
62
2.4.
GENEL
SEFERBERLİK
İLANI
VE
KARARGÂH-I
UMUMİNİN
OLUŞUMU: HAFIZ HAKKI BEY’İN BİRİNCİ REİS-İ SANİLİĞE TAYİNİ VE
FAALİYETLERİ
2 Ağustos 1914’te Türk-Alman gizli Antlaşması’nın imzalanmasından hemen
sonra seferberlik ilan edildi. Seferberliğin ilanı ile birlikte Karargâh-ı Umumi (Genel
Karargâh) ve Başkomutanlık Vekâleti kuruldu. Başkomutanlık Vekâletine, Harbiye
Nazırlığı vazifesini de üzerine alan Enver Paşa atandı. Başkomutan ise Padişah’ın bizzat
kendisiydi.200 Seferberlikte Karargâh-ı Umumi oluşturulacağı zaman Genelkurmayın
şubeleri hemen hemen aynı şekilde korunur, yalnız bunlardan seferde lazım olmayanlar
lağvedilirdi. Genelkurmay Birinci Reis-i Sanisi Bronsart, İkinci Reis-i Sanisi Hafız
Hakkı ve Üçüncü Şube Müdürü Feldman tarafından hazırlanan ve Harbiye Nezaretince
kabul edilen düzenlemeye göre Genel Karargâh şu şube ve isimlerden oluşuyordu:
 Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili: Mirliva Enver Paşa
 Karargâh-ı Umumi Erkân-ı Harp Reisi ( Genelkurmay Başkanı): Tuğgeneral
Bronsart von Schellendorf Paşa
 Karargâh-ı Umumi Erkân-ı Harp Birinci Reis-i Sanisi ( Genelkurmay Birinci
Başkan Yardımcısı): Yarbay Hafız Hakkı Bey
 Karargâh-ı Umumi Erkân-ı Harp İkinci Reis-i Sanisi (Genelkurmay İkinci
Başkan Yardımcısı): Yarbay Bahattin Bey201
Dört
şubeden
oluşan
Genelkurmay
seferberlik
icabı
Üçüncü
Şubenin
kaldırılmasıyla üç şubeye indi. Bunlar:
 1. Şube (Harekât Şubesi): Müdürü: Yarbay Kress von Kressenstein,
Yardımcısı: Binbaşı Ali İhsan Bey ( Sabis)
 2. Şube ( İstihbarat Şubesi): Müdürü Binbaşı Kâzım Bey (Karabekir)
 3.Şube (Demiryolu ve Ulaştırma Şubesi): Müdürü Binbaşı Potrih, Yardımcısı:
Refik Bey.202
200
Cemal Akbay, Osmanlı İmparatorluğu’nun Siyasi ve Askeri Hazırlıkları ile Harbe Girişi,
Güncelleyenler: Alev Keskin-Fatma İlhan, Gnkur. ATASE Yayınları, Ankara 2014, 126.
201
Ali İhsan Sabis, Harp Hatıralarım, Nehir Yayınları, İstanbul 1990, I, 146.
202
Kâzım Karabekir, Birinci Dünya Savaşı Anıları-Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul 2011, 224. Ayrıca Bkz. Akbay, Siyasi ve Askeri Hazırlıklar, 126.
63
Bu yeni düzenlemeye göre: Ocak 1914’te Birinci Reis-i Sani olan Bronsart, reislik
makamına getiriliyordu. Hafız Hakkı ise İkinci Reis-i Sanilikten, Birinci Reis-i Saniliğe
atandı. Seferberlik zamanında oluşturulan Karargâh-ı Umumi, seferberliğin idare
merkeziydi ve Hafız Hakkı bu kurumda önemli bir makamı işgal etmiş oluyordu. Dört
yıl boyunca işlevselliğini sürdüren bu kurumda çeşitli düzenlemeler oldu, yeni şubeler
kuruldu ve bazıları kapatıldı. Karargâh-ı Umumi aynı zamanda özellikle seferberliğin
ilk aylarında Türk ve Alman görüşlerinin çatıştığı bir kurum haline gelecektir. İleride
görüleceği üzere Hafız Hakkı Bey, Alman çıkarlarına karşı Türk çıkarlarını savunan en
güçlü simalardan biri olarak Birinci Reis-i Sani sıfatıyla karargâhta çeşitli faaliyetlerde
bulunacaktır. Ancak sonunda Alman çıkarları ve nüfuzu galip gelecek ve Osmanlı
Devleti dört yıl süren savaşın sonunda âdeta enkaza dönecektir.
Osmanlı Devleti’nin İtilaf Devletleri ile yaptığı ittifak girişimleri sonuçsuz
kalmıştı. Bununla birlikte Rusya’nın Osmanlı Devleti’ne karşı düşmanca bir tavır
içerisinde olması büyük savaşta tarafsız kalmayı imkânsız hale getiriyordu. Bu sebeple
Osmanlı Devlet erkânı Almanya ile ittifak girişiminde bulundu. Hafız Hakkı Bey de bu
dönemde Almaya ile ittifaka sıcak bakan isimlerdendi. Ancak Osmanlı Devleti’nin
hazırlığının tamam olmadığına inanıyordu. İttifak Devletleri lehine tavır almakla birlikte
tarafsızlık bozulmamalıydı. Savaşa giriş, savaşın sonuna ve ya hiç olmazsa iki yıl
sonraya bırakılmalıydı.203 Bu sırada Osmanlı Devleti, 2 Ağustos 1914’te Almanya ile
gizli bir ittifak antlaşması imzaladı. Antlaşmanın ikinci maddesinde Almanya’nın
savaşa girmesi durumunda Osmanlı Devleti’nin de Almanya lehine savaşa gireceği
yazıyordu. Almanya 1 Ağustos’ta Rusya’ya savaş ilan ettiğine göre Osmanlı Devleti’nin
de hemen savaşa girmesi gerekiyordu. Oysa Osmanlı Devleti’nin seferberliği henüz
tamamlanmıştı. Bu durum Hafız Hakkı Bey ve arkadaşları arasında münakaşalara sebep
oldu. Hafız Hakkı Bey’in Karargâh-ı Umumideki ilk faaliyetleri bu hatanın
düzeltilmesine yönelik oldu. Arkadaşları ile birlikte bu maddenin düzeltilmesi yönünde
baskı yapmaya başladı. Bu baskılar neticesinde Osmanlı Devleti’nin seferberliğini
tamamlamasına kadar savaşa girmeme esası kabul edildi.204
Hafız Hakkı Bey’in seferberliğin ilk günlerinde uğraştığı diğer meseleler;
‘’Enveriye’’ yazısı, askeri ataşelerin görevden alınması ve Tanin gazetesinin savaş
203
204
Sabis, Harp Hatıralarım, I, 72.
Sabis, Harp Hatıralarım, I, 132.
64
yanlısı politikası idi. Arap harflerinin ıslahı Tanzimat Devri’nden beri tartışılan bir
meseleydi. Ancak okunması zor olan bu harflerin ıslahı hususunda radikal bir çözüme
gitmekten çoğu zaman kaçınılmıştı. Enver Paşa seferberlik öncesinde bu meseleye el
attı ve çözüm olarak Arap harflerinin tıpkı Latin harfleri gibi birbiriyle birleşmeksizin,
yan yana yazılması usulünü ileri sürdü. Resmi yazışmaların ‘’Münfasıla-i Hurufat’’ adı
verilen bu sistemle yapılmasını ordulara emretti. Ancak bu sistem ordu birlikleri
tarafından hiç hoş karşılanmadı. Komutanlar yeni yazıya ayak uydurmakta zorluk
çektiler. Bu da işlerin aksamasına sebep oldu. Gelen şikâyetler üzerine Hafız Hakkı ve
Ali İhsan Beyler, Enver Paşa’ya bu usulün kaldırılması yönünde baskı yaptılar. Baskılar
üzerine Enver Paşa bu yazı sisteminin lağvını ve yine Hafız Hakkı Bey ve arkadaşları
tarafından ortaya atılan seferberlik boyunca oruç tutmama fikrini kabul etti.205
Bir diğer mesele seferberlikle birlikte yurt dışındaki ataşelerin geri çağırılması
oldu. Böylesine bir hareket bir devletin savaşa girmesi durumunda olurdu. Oysa
Osmanlı Devleti seferberlik ilan etmekle birlikte tarafsız kalacağını bildirmişti. Bu
davranış Osmanlı Devleti’nin müttefikler lehine savaşa girebileceği şeklinde
yorumlanabilirdi ve bu da ilgili devletlerin tepkisini çekebilirdi. Ayrıca tarafsızlık
zamanında gerekli istihbaratı almak için ataşelerin görevde kalması gerekiyordu. Bu
büyük hata Ali İhsan ve Kâzım Karabekir Beylerle birlikte Hafız Hakkı Bey’in de
dikkatini çekti ve onun gayretleri sonunda düzeltildi.206
Başka bir mesele Tanin gazetesinin savaş yanlısı neşriyatı idi. İttihat ve Terakki
Cemiyetinin adeta gayri resmi yayın organı haline gelen Tanin’in bu tarz yayınları
Karargâh-ı Umumideki savaş aleyhtarı bir grup subayın dikkatini çekti. Bunların
baskısıyla bu şekildeki neşriyata sansür koyuldu. Ancak Talat Bey ve bir takım nüfuzlu
İTC mensupları buna karşı çıkarak, Karargâh-ı Umumiye geldiler. Enver Paşa ve Hafız
Hakkı Bey’le görüşerek savaş aleyhtarı subayların uyarılmasını istediler. Esasında Hafız
Hakkı Bey de Tanin’in bu tarz yayınlarından hoşnut olmamakla birlikte üsten aldığı
emir gereğince şikâyetin muhatabı olan Karabekir ve Cafer Tayyar Beyleri uyararak,
Tanin karşıtı hareketlerde bulunmamalarını tembihledi. Böylelikle Tanin, savaş yanlısı
propagandasına kaldığı yerden devam etti.
205
Sabis, Harp Hatıralarım, I, 148-153.
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 225-226.
207
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 242-245.
206
207
Hafız Hakkı Bey’in bundan sonraki
65
Faaliyetleri, Almanların Osmanlı Devleti’ni savaşa sokma çabaları ve Hafız Hakkı
Bey’in bu teşebbüslere karşı çıkışı şeklinde görülecektir. Ayrıca Hafız Hakkı Bey
tarafından kaleme alınan savaş planları üzerinde değerlendirme yapılacak ve bu
kurumdan istifasına yol açan gelişmelerden bahsedilecektir.
2.4.1. Hafız Hakkı Bey’in 1914 Ağustos’undan Kasım Ayına Kadarki Faaliyetleri
2.4.1.1. Hafız Hakkı Bey’in Ağustos Ayındaki Faaliyetleri ve 16 Ağustos
Görüşmelerine Katılması
2 Ağustos tarihli antlaşmanın ikinci maddesi Osmanlı’nın hemen savaşa girmesini
öngörüyordu. Ancak bu maddede yapılan değişiklikle Osmanlı’nın seferberliğinin
tamamlanması halinde savaşa dâhil olabileceği Almanlara kabullendirildi. Buna rağmen
Almanlar biran önce Türklerin savaşa dâhil olması için çalışmalara başladılar. Bununla
amaçları kendilerini Batı Cephesi’nde rahatlatmaktı. Almanların bu konudaki ilk
girişimleri 11 Ağustos 1914 günü Goben ve Breslau Alman savaş gemilerinin
Boğazlardan geçmesiyle başladı. Ruslara karşı donanma üstünlüğü sağlandığı için
Bulgarların belirsiz durumlarının da ortadan kalkacağı ve Üçlü İttifaka girecekleri
görüşü ortaya atıldı. Osmanlı Devleti özellikle Bulgar ittifakı üzerinde ciddiyetle
duruyordu. Bulgarlar ittifaka dâhil edilmeden kendilerinin savaşa girmelerinin güç
olduğunu söylüyorlardı. Osmanlı’nın savaşta varlık gösterebilmesi Almanya’dan gelen
yardımlara bağlıydı ve buradan gelecek yardımların Bulgaristan üzerinden geçmesi
gerekiyordu. II. Wilhelm de Berlin Elçisi Mahmut Muhtar Paşa’ya Bulgar ittifakı olmuş
bitmiş demişti. Böylece Osmanlı’nın savaşa girmemesi için hiçbir sebep yoktu. Türk
tarafında da bu tezi destekleyenler, savaşın çabuk biteceğini ve pay almak isteniyorsa
acele edilmesi gerektiğini söylediler. Bu fikir yoğun bir şekilde Osmanlı matbuatında da
işlenmeye başlandı.208
Kısa zaman sonra bu gemilerin İngiltere’de el konulan iki Türk gemisine karşılık
satın alındığı duyuruldu. Amiral Suschon ise Donanma Komutanlığına getirildi. Bu
durum Avrupa Devletlerinin tepkisine yol açtı. Osmanlıların tarafsızlık ilkesinden
Almanya lehine taviz verdikleri şeklinde yorumlandı. Öte yandan Almanlar yoğun bir
208
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 200.
66
şekilde baskılarına devam ettiler. Artan baskılar üzerine Enver Paşa tarafından 16
Ağustos 1914’te bir savaş şurası toplandı. Alman Elçisi Wangenheim, Liman Von
Sanders, Bronsart, Amiral Suschon, Albay Von Kress ve Alman Askeri Ataşemiliteri
Almanya adına toplantıda hazır bulunuyordu. Osmanlı Devleti adına ise toplantıya
Enver Paşa ve Hafız Hakkı Bey katıldılar. Bu açıkça Alman baskısını gösteriyordu.
Almanlar, Bulgarların artık İttifak Devletleri ile birlikte olmalarına ve donanmanın da
Karadeniz’e hâkim olduğuna göre seferberliğin ikmalini beklemeye gerek kalmadığını
ve hazır bulunan kolordularla harekete geçmek gerektiğini söylediler. Ancak böylelikle
savaş sonunda Türkiye’nin de bir pay alabileceği vurgusunu yaptılar.209 Enver Paşa’nın
‘’Türkiye nasıl hareket etmeli ?’’ sorusu üzerine toplantıda iki görüş ortaya atıldı.
Liman Paşa, Odesa ile Akkerman arasına birlik çıkarma görüşünü savundu. Böylelikle
Avusturya Cephesi’nin sol kanadının yükünün hafifleyeceğine inanıyordu. Liman
Paşa’nın bu görüşünde iki Alman gemisinin Türk donanmasına katılmasının büyük
etkisi vardı. Bu sayede denizlerde üstünlüğün Osmanlı lehine değiştiğini zannediyordu.
Yine bu bölgedeki Rus birliklerinin az talim görmüş olmaları onun bu görüşünde
etkiliydi.210 Ancak toplantıda hazır bulunan diğer Alman subaylar bu görüşe karşı
çıktılar. Onlar Mısır üzerine bir saldırı yapılmasını uygun görüyorlardı. Böylelikle
İngilizlerin Hindistan’dan getirecekleri asker ve iaşenin geçmesine mani olacaklarını
düşünüyorlardı.211 Bununla birlikte toplantıda kesin bir karar verilemedi. Mısır seferi
uzun boylu hazırlıklar gerektiriyordu. Enver Paşa, hazırlığı en az birkaç ay sürecek olan
bu sefer için olumsuz tavır almadı. Aksine taraftar görünüyordu. Nitekim bu sefere
karar verilmesi halinde Osmanlı Devleti’nin hemen savaşa girmesi gerekmiyordu.
Ancak Liman Paşa’nın teklifi hemen savaşa dâhil olmayı gerektiren bir teklif olduğu
için öncelikle bunun üzerinde duruldu. Enver Paşa bu teklife de olur gözüyle
bakmıştı.212
209
Sabis, Harp Hatıralarım, I, 251.
Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, 41.
211
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 201.
212
‘’16 Ağustos Pazar akşamı Alman Meclisi dediğim meclis dağıldıktan sonra, merhum Hafız Hakkı
Paşa’yı görüp müzakereden malumat almak istedim. Yukarıda zikredilen haberleri alınca hem hayret
ettim hem çok müteessir oldum. Mısır seferine şimdilik büyük bir ehemmiyet vermeye lüzum yoktu.
Çünkü böyle bir sefer için uzun hazırlıklar yapılacaktı. Bu işe Von Kres memur edilmişti. Bu adam
düşünecek, projeler hazırlayacak, bu projeler müzakere edilecek, bundan sonra deve mübayaa edilecek
veya kamyonlar tedarik olunacak, bu suretle aylar geçecek. Bu müddet esnasında, elbette bu seferlerden
vazgeçirmek için, başkumandan vekiline müteaddit teklifler yapabilirdik. Fakat Liman Paşa’nın Odesa
civarına asker ihracı teklifi böyle değildi. Bunun acele önüne geçmek lazım idi. Eğer bu teşebbüse süratle
210
67
Ertesi gün Hafız Hakkı Bey, toplantıda görüşülen meseleleri mütalaa etmek için
Karargâh-ı Umuminin diğer etkin Türk subayları olan Karabekir ve Ali İhsan Beylerle
bir araya geldi. Hafız Hakkı Bey ilk olarak Karabekir’den Rus donanmasının hali
hakkında bilgi istedi. Ardından Alman gemileriyle takviye edilen Türk donanmasının
himayesiyle Odesa civarına asker çıkarılıp çıkarılamayacağını sordu. Karabekir Türk
donanmasının, Rus donanmasına karşı kesin üstünlüğü olmadığını ve bununla birlikte
Bulgarların tarafsız kaldıkça savaşa girmenin tehlikeli olacağını söyledi. Ali İhsan Bey
de aşağı yukarı aynı görüşteydi.213 Bu sıralarda Talat ve Halil Beyler Bulgaristan’ın
durumunu anlamak için 15 Ağustos’ta Sofya’ya gitmişlerdi. Burada yapılan
görüşmelerde
Bulgarlar,
Romanya’nın
tarafsızlığı
sağlanmadıkça
savaşa
katılmayacaklarını söylediler. Bunu üzerine aynı isimler bu kez 20 Ağustos’ta Bükreş’e
gittiler. Ancak Romanya Hükümeti tarafsızlık için kesin bir vaatte bulunmadı.214
Bulgarlara ve Romanyalılara kızarak İstanbul’a dönen Talat Bey, Enver Paşa’nın
da tesiriyle Bulgarları beklemeden Liman Paşa’nın ortaya attığı Odesa harekâtını
yapmaya razı oldu. Hafız Hakkı Bey bu noktada devreye girdi. Bir kaç gündür
arkadaşları ile yaptığı mütalaalar sonucunda donanmanın bu işi beceremeyeceği
sonucuna varmıştı ve bu düşüncesini Talat Bey’e ileterek onu vazgeçirmeye çalıştı.
Bunun öncesinde de Hafız Hakkı Bey, arkadaşları ile edindiği ortak fikir neticesinde
donanma meselesinin Bahriye Erkânı Harbiyesiyle konuşulmasını Enver Paşa’ya
söylemişti. Bunun üzerine ilk önce Talat Bey’in direktifi ile İsmail Canbolat Bey,
donanma erkânıharplerinden Rauf Bey ile görüştü. Rauf Bey Karadeniz’de tam
hâkimiyetin imkânsız olduğunu Canbolat Bey’e söyledi. Bu görüşmeler neticesinde
Talat Bey’in çıkarma harekâtı hakkındaki fikirleri değişti ve Enver Paşa’ya da
vazgeçmesi hususunda telkinlerde bulundu. Daha sonra Enver Paşa, Hafız Hakkı ve
Rauf Beyler arasında yapılan toplantı sonucunda da aynı görüşe varıldı ve Odesa
harekâtından vazgeçildi. Böylelikle Almanların Osmanlı Devleti’ni savaşa sokma
mani olamazsak, nakliye gemileriyle, donanma İstanbulda ve bu işte kullanılacak birlikler de İstanbul ve
civarında olduklarından birden bire harekete geçilmek ihtimali ve tehlikesi vardı.’’(Sabis, Harp
Hatıralarım, I, 257).
213
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 313. Ayrıca Bkz. Sabis, Harp Hatıralarım, I, 259.
214
Belen, Osmanlı Devleti, 203.
68
çabaları gerek Bulgaristan’ın şüpheli tavrı gerekse donanmanın yetersizliği hususunda
Hafız Hakkı Bey’in yaptığı telkinler neticesinde sonuçsuz kalıyordu.215
Ancak Hafız Hakkı Bey bununla da yetinmedi. İşi daha sağlama almak için
Amiral Suschon’dan yazılı rapor istedi. Bu sayede Odesa’ya asker çıkarma fikrinin
tutarsızlığını Almanların da kabul ettiğini göstererek Türk subayları üzerindeki baskının
kalkacağını düşünüyordu. Amiral Suschon Karargâh-ı Umuminin emri üzerine
hazırladığı 10 Eylül 1914 tarihli raporunda Odesa’ya asker çıkarmanın tehlikeli
olacağını bildirdi. Esasen kendisi de 16 Ağustos’taki toplantıda Liman Paşa’nın
görüşüne muhalefet olmakla birlikte Mısır taarruzuna sıcak bakmıştı.216 Böylelikle bu
mesele Alman kanadı tarafından da çözüme kavuşturulmuş oluyordu.
2.4.1.2. Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül Tarihli Birinci Savaş Planı ve Değerlendirmesi
Hafız Hakkı Bey’in savaş planına geçmeden önce bu planın ne şartlar altında
oluşturulduğunu bilmek gerekir. Nitekim Hafız Hakkı Bey’in planı, Genelkurmayda
daha önce hazırlanan Alman planlarına karşı Türk görüşünü savunmaktadır. Bunun için
Almanlar tarafından ortaya atılan görüşlere göz atmakta fayda vardır. Enver Paşa’nın,
bir savaşın çıkması durumunda Osmanlı ordusunun nasıl kullanılacağı sorusu üzerine
Genel Kurmay Birinci Başkanı Bronsart von Schellendorf 7 Haziran 1914’te bir sefer
planı hazırlamıştı. Bu plan Osmanlı Devleti’nin yalnız başına Rusya ve Balkan
Devletleriyle muhtemel savaşı üzerine yapılmıştı. Henüz Almaya ile gizli ittifak
antlaşmasının imzalanmadığı ve seferberliğin ilan edilmediği bir dönemde hazırlanan bu
planın birçok eksik yönü vardı. Çünkü Almanya ile ittifak yapılması şartları
değiştirecekti. Kesin sonuç almak yerine kuvvetli olmak esasına dayanan bu planda
Rusya’nın asıl amacı İstanbul ve Boğazlar olarak kabul edilmiş, kesin sonucun buradan
alınacağı fikri ele alınmıştı. Ayrıca Bulgaristan ve Romanya potansiyel düşman olarak
görülmüş ve bu sebeple ikinci derecedeki bölgeler gözden çıkarılarak kuvvetlerin büyük
kısmının İstanbul çevresinde toplanması öngörülmüştü. Bunlar toplamda 15 kolordu idi.
Ülkenin diğer sınırlarında ise ihtiyat ve hudut birliklerinin bırakılmasını, Erzurum
Kalesi’ndeki kuvvetlerin ise kaldırılması görüşünü ileri sürüyordu. Enver Paşa’nın da
‘’tamamıyla iştirak ederim’’ demek suretiyle kabul ettiği bu plan, seferberlik ve yığınak
215
216
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 315-316.
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 202.
69
hazırlıklarına esas oldu. Ancak Ağustos ayı başındaki gelişmeler bu planın
uygulanabilirliğini imkânsız kıldı.217
Bu halde yeni bir plan hazırlanması gerekiyordu. 16 Ağustos görüşmelerinden
kısa bir süre sonra 4 Eylül 1914’te Hafız Hakkı Bey, Karargâh-ı Umumideki Türk
görüşünü yansıtan bir savaş planı hazırlandı. Bu plan tasarlandığı sırada Avrupa’daki
durum şöyle idi; Tannenberg Savaşı kazanılmış ve Ruslar bozguna uğramış
durumdaydılar. Avusturyalılar, Sırbistan’a yenilmekle birlikte ikinci Sırbistan
taarruzuna hazırlanıyorlardı. Batı Cephesi’nde mağlup olan Fransızlar Marne
dolaylarına çekiliyorlardı. Ayrıca Bulgaristan ile muhtemel bir ittifak hesaba
katılmıştı.218 Planda özetle şu esaslar üzerinde durulmuştur;
1) Bulgaristan’a yardım etmek,
2) Boğazları ve İstanbul’u karadan ve denizden savunmak,
3) Bunların hepsinden önce genel savaşın iyi sonuçlanması için olabildiğince
etkili bir şekilde yardım etmek,
4) Savaşta Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna yardım etmek
Planda muhtemel bir Balkan Savaşı’nın genel savaşı en az ve en geç etkileyeceği
düşünülmüştür. Yine Bulgarların Osmanlı Devleti ile müttefik olacağı düşünülerek
düşman safında olan Yunan ve Sırp taarruzlarına karşı bu ülkeye iki kolorduluk bir
kuvvetin gönderilmesi uygun görülmüştür. Bununla birlikte Bulgaristan Cephesi kesin
sonuç alınacak bir cephe olarak algılanmamıştır.
İkinci şıkta İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale Boğazı’nı zorlaması
halinde alınması gereken önlemler üzerinde durulmuştur. Hafız Hakkı Bey, ilk ve en
önemli tedbir olarak Boğaz’ın içine bolca serseri mayın yerleştirilmesini teklif etmiştir.
Bununla birlikte Hafız Hakkı Bey, Fransa’nın Almanya ile uğraştığı ve İngiltere’nin ise
Mısır’da sınırlarını beklediği bu sıralarda bu cepheye önemli miktarda kuvvet
gönderemeyeceklerini düşünmüştür. Ancak muhtemel bir taarruzda İstanbul’un düşman
kuvvetlerince ele geçirilmesinin Osmanlı ve İslam âlemi üzerinde derin etkilere yol
açacağı ifade edilmiştir. Yine böyle bir hareketin, Liman Paşa’nın ortaya attığı Odesa
taarruzunu imkânsız kılacağı ve Kafkas Harekâtı’nı güçleştireceği düşünülmüştür.
217
Akbay, Siyasi ve Askeri Hazırlıklar, 159-160.
Fevzi Çakmak, Büyük Harp’te Şark Cephesi Harekâtı, Yay Haz: Ahmet Tetik, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul 2011, 18.
218
70
Sonuç olarak Hafız Hakkı Bey, sadece III. Kolordu’nun Çanakkale Boğazı’ndan
yapılacak muhtemel bir düşman savunmasını engelleyebileceğini belirtmiştir.
Hafız Hakkı Bey savaşın iyi sonuçlanmasına çalışmak ve müttefiklere yardım
etmek hususlarında ise iki teklif ortaya koymuştur. İngilizleri hedef alan ilk teklifte
Mısır, Aden ve Basra Körfezi’ne yönelik taarruz hareketleri düşünülmüştür. Hafız
Hakkı Bey, savaşta maddeten en az zararı İngilizlerin gördüğünü belirtmektedir.
İngilizlerin maddi ve manevi kuvvetlerinin sarsılması için İslam Halifesi’nin Asya’da
arka arkaya zaferler kazanması gerektiği vurgulanarak bu zaferlerin özellikle Afganistan
ve Hindistan’da büyük etkiler meydana getireceği ve dolayısıyla İngilizleri can evi
Hindistan’da oldukça zor bir durumda bırakacağı ifade edilmiştir. Bu gayeyi
gerçekleştirmek için Osmanlı Devleti’nin bütün ordusuyla Kafkasya ve İran’a
yürüyerek Rusları burada biran evvel mahvedip Hazar Denizi’ne Afgan sınırına
ulaşması gerektiği savunulmaktadır.
İkinci teklifte ise Avrupa Savaşı’nı doğrudan doğruya etkileyen bir plan ortaya
atılmıştır. Burada Rusya’ya karşı bir hareket düşünülmüştür. Hafız Hakkı Bey, az bir
kuvvetle doğuda Rusya’ya karşı savunma yapmanın zorluğunu ortaya koyarak, Rusların
bu savunmayı delmeleri halinde Doğu Anadolu’yu ve hatta Orta Anadolu’yu işgal
edebileceklerini belirtmektedir. Osmanlı ve İslam âleminde ezici bir etkiye sebebiyet
verecek bu harekâtı bertaraf etmek için Osmanlı ordusunun yedi kolorduluk bir kuvvetle
Kafkasya’ya taarruz etmesi gerektiği ifade edilmektedir. Bu harekât için en uygun
istikametin Batum-Tiflis istikameti olduğunu belirten Hafız Hakkı Bey, bunun ancak
Osmanlı donanmasının Rus donanmasını mahvettikten veya savaş dışı bıraktıktan sonra
mümkün olabileceğini eklemektedir. Bu planda en dikkat çekici hususlardan biri
Ruslarla ters cepheli bir savaşın gündeme getirilmiş olmadır. Hafız Hakkı Bey, bu
sayede Rus ordusunun çözüleceğini ve mahvolacağını bildirerek Türk ordusunun Hazar
Denizi’ne dayanacağını ifade etmektedir. Öte yandan Türk müfrezelerinin Tahran’a
girmesi halinde bu başarının Rus orduları gerilerinde, Afganistan ve Hindistan’daki
etkilerinin savaşın sonlandırılması için büyük bir öneme sahip olacağı düşünülmektedir.
Liman Paşa’nın 16 Ağustos görüşmelerinde ortaya attığı Odesa’ya asker çıkarma fikri
71
ise tüm bu planları sekteye uğratacağı için eleştirilmekte ve donanma üstünlüğü söz
konusu olmadığından dolayı tehlikeli bir hareket olarak telakki edilmektedir.219
Hafız Hakkı tarafından bizzat kaleme alınan bu plan, Karargâh-ı Umumideki Türk
subaylar ile düşünülüp kararlaştırılan esaslara dayanıyordu. 16 Ağustos 1914’te yapılan
toplantıdaki Alman tekliflerine karşı bir Türk teklifi şeklinde sunulmuştu.220 Buna göre
Bulgarların durumu belirginleşmeden ve Karadeniz’de Rus filosu tahrip ve ya imha
edilmeden savaşa girmeyi uygun görmüyordu. Ayrıca planın uygulanması için
gerçekleşecek hazırlıklar birkaç ay süreceği için hemen savaşa girmenin imkânsızlığı
ortaya çıkıyordu ki bu zaten Türk Erkânıharbiyesinin istediği şeydi. Yani bu plan
Almanların, Türkleri hemen savaşa çekme isteklerine çekilmiş bir seddi. Bununla
birlikte planda Türk Erkânıharbiyesinin kabul edemeyeceği hususlar da mevcuttu.
Örneğin müttefiklere yardım amacıyla planlanan taarruzlar (Mısır ve Kafkasya üzerine)
Osmanlı’yı geniş cepheli bir savaşın içine çekiyordu ve bu düşünce tepkilerle
karşılaşacaktı. Hafız Hakkı Bey, kuvvetlerin İstanbul çevresinde toplanması fikrine
karşı Kafkasya’yı kesin sonuç alınacak bir cephe olarak düşünmüş ve buraya yedi
kolorduluk bir kuvvet yığmayı öngörmüştür. Bu hareketin kışın devam edeceği
ihtimalini gündeme getirmesi diğer dikkat çekici husustur. Ayrıca Batum hattından
Tiflis’e ulaşarak Rusları ters cephe muharebesiyle mağlup etmeyi planlıyordu. Buna
karşılık İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale önlerine gelmesine pek ihtimal
vermiyordu. Bununla birlikte düşman donanmalarının Çanakkale’yi geçip İstanbul
önlerine gelmeleri durumunda bunun İslam âlemi için büyük bir yıkım olacağını kabul
ediyordu. Yine Afganistan ve Hindistan’a ulaşıp bu bölgelerdeki Türk ve Müslümanları
ayaklandırmak fikri bu planda ortaya atılan bir diğer aşırı görüştü.
Plan birçok yönüyle eleştiriye maruz kalmıştır. Bu eleştirileri yönlendirenlerin
başında Fevzi Çakmak gelmektedir. Çakmak, bu planın Doğu’da kuvvet toplama
düşüncesinin ilk belirtileri olduğunu ve Sarıkamış Felaketi’nin yaşanmasında etkili
olduğunu söylemektedir. Özellikle ters cephe hareketi fikrini eleştiren Çakmak, bunun
imkânsızlığından bahisle bu planın gerçekten ziyade arzuya dayandığını söylemektedir.
Hatta bu planın dönemin Genelkurmay Başkanlığı tarafından uygulanabilir olarak kabul
219
Akbay, Siyasi ve Askeri Hazırlıklar, 344.350. Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül tarihli savaş planının tam
metni için Bkz. Ek-1.
220
Sabis, Harp Hatıralarım, I,, 273-274.
72
edilmesini dahi eleştirmektedir.221 Edward J. Erickson ise bu planı aşırı ihtiraslı
bulmaktadır. Erickson, Bronsart’ın somut kurmay çalışmaları yanında Hafız Hakkı
Bey’in fikirlerini çılgınlık olarak kabul etmektedir. 222 Son olarak Ali İhsan Bey (Sabis)
‘’öteden beri münakaşa ettiğimiz esaslara göre hazırlandı’’ demek suretiyle planı kabul
edilebilir görmektedir. Sonuç olarak Hafız Hakkı Bey’in planında hemen savaşa
girmeme düşüncesi ağır basmaktadır. Savaşa girildiği takdirde ortaya atılan Mısır’a ve
Kafkasya’ya taarruz hareketleri ise aşırı görülmekle birlikte Hafız Hakkı Bey’in
Karadeniz olayına kadar muhafaza ettiği ‘’ilkbahara kadar savaşa girmeme’’
düşüncesiyle çelişmektedir. Nitekim burada savaşın kışın süreceği ihtimali üzerinde
durulmuştur.
2.4.1.3. Hafız Hakkı Bey’in Sofya’ya Gönderilmesi
11 Ağustos’ta Goben ve Braslau savaş gemilerinin Boğazlardan girmesiyle
başlayan Osmanlı Devleti’ni savaşa sokma çabaları Hafız Hakkı Bey’in karşı
faaliyetleriyle sonuçsuz kalmıştı. Osmanlı Devleti’nin savaşa girmek için kabul ettiği
temel esas Bulgaristan’ın durumunun belirginleşmesiydi. Bu amaçla Talat ve Halil
Beyler Ağustos ayı ortasında Bulgaristan’a gitmişlerdi. Ancak burada yapılan
görüşmeler fayda vermemişti.
Almanlar Eylül ayı başlarında baskılarına devam ettiler. Bu sıralarda Almanlar,
Rus Cephesi’nde Tannenberg Savaşı’nı kazanmış ve binlerce esir almışlardı. Batı
Cephesi’nde ise Fransızlar büyük bir mağlubiyete uğratılatarak Paris’in Kuzeydoğusuna
çekilmeye mecbur edildiler. Hatta Fransızlar, Almanların Marne Nehri boyunca
ilerlemeleri üzerine hükümet merkezini Paris’ten Bordeau’ya naklettiler.223 Bu zaferler
hem Almanlar hem de Türkler nezdinde savaşın İttifak Devletlerince kazanılacağı
şeklinde yorumlandı. Ancak henüz meydan savaşlarının vukua gelmemesi Türk
Erkânıharbiyesini tereddüt için içinde bırakmıştı. Bu galibiyetlerin verdiği havadan
istifade etmek isteyen Alman Askeri Heyeti, Osmanlı Devleti’ni savaşa sokmak için
ikinci girişimlerine başladı. Almanlar, Bulgarların İttifak Devletleriyle harekete
geçeceğine inanıyorlardı. Bu sebeple Türk tarafı ile Bulgarlar arasında ikinci bir
221
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 19-21.
Erickson, Osmanlı Ordusu, 65-71.
223
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 203.
222
73
görüşme yapılmasını, ancak siyasiler arasındaki temasın sonuç vermediğinden bu kez
görüşmelerin askeri heyetler arasında gerçekleşmesini istediler. Bu amaçla iki devlet
arasındaki askeri ve siyasi görüşmeleri yapmak üzere Hafız Hakkı Bey, yanında
Demiryolu Şubesi Müdürü Refik Bey ile birlikte 6 Eylül 1914 sabahı Sofya’ya
gönderildi.224 Bu sıralarda Türkiye’nin Sofya Elçisi Ali Fethi Bey (Okyar) idi. Mustafa
Kemal (Atatürk) ise Sofya Askeri Ataşesi vazifesinde bulunuyordu. Enver Paşa 6
Eylül’de Fethi Bey’e çektiği telgrafta heyetin gelişini bildirdi. Heyetin amacını ve
burada yürüteceği faaliyetleri bildirmesi açısından önemli olan bu telgraf şöyledir:
Erkan-ı Harbiye Reis-i Sanisi Hafız Hakkı Bey Bulgarların Sırplara karşı
hareketine ne suretle yardım edeceğimize karşı konuşmak üzere bu sabah Sofya’ya
hareket etti. Avusturya Ataşemiliteri de hükümetimizden esasen Avusturyalıların fikrini
bildirmek üzere talimat-ı lazıma alacaktır. Zat-ı Alileri ile Mustafa Kemal Bey ve Hafız
Hakkı Bey ile beraber Bulgar askeri murahhasları ile görüşmenizi rica ederim. Bence
Bulgarlar ile bizim menfaatimiz İttifak-ı Müsellesinde kanaatindedir. Bulgarlar ne
kadar erken hareket ederler ise Avusturyalılar o kadar ve katıyla Sırbistan’a karşı olan
kuvvetlerini Ruslara karşı kullanırlar. Romanyalılar böylece Avusturyalıların daha
kuvvetlendiğini görünce Avusturya cihetine meylederler. Bence Romanyalılardan
korkacak bir şey yok. Hem de Bulgarlar hareket ederse biz de Ruslara altı kolordu ile
yürüyeceğiz. Binaenaleyh Rus faaliyeti kesb-i katiyet eder. Askeri mukavelesindeki
hükmü Hafız Hakkı Bey’e söyledim. Bence Bulgarlara iki kolordu ile yardım ederiz.
Bunlara bir ve ya iki Bulgar fırkası da ilave ederler. Bu kuvvet-Osmanlı Kumandanının
emri altındaki kıta-Bulgar Karargâh-ı Umumisi’nin emrine tabi olarak hareket eder.
Bunlarda ikinci ve altıncı kolordular olur ki mecmu kuvvetleri yüz bin kişidir. Rica
ederim ne yapmak kabil ise yapıp Bulgarları ’da biran evvel harekete geçiriniz. 225
Enver Paşa’nın bu telgrafında Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül tarihli savaş planının
açık etkileri görülmektedir. Hafız Hakkı Bey de Bulgarlara iki kolordu ile yardım
etmeyi ve altı veya yedi kolordu ile de Rusya’ya taarruz etmeyi öngörmekteydi.
Görüşmelere Türk tarafı adına Hafız Hakkı Bey’in başkanlığında Mustafa Kemal
ve Refik Beyler de katıldılar. Enver Paşa, Fethi Bey’in de katılmasını istemişti. Ancak
Fethi Bey’in görüşmelere katıldığına dair bilgi mevcut değildir. Bulgar Hükümeti adına
224
225
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 204.
BOA. 06. 09. 1914. Dosya No: 875 Gömlek No: 105 Fon Kodu: HR. SFR.04.
74
ise Harbiye Nazırı General Boyaciyev, Erkan-ı Harbiye Reisi Genev ve İkinci Reis
Miralay Jokov bulunuyorlardı. Üç Bulgar yetkilide gayet iyi Türkçe bildiği için
müzakereler Türkçe oldu. Hafız Hakkı Bey hemen söze girerek Almanlarla birlikte
savaşa girmeyi teklif etti. Bulgar Harbiye Nazırı Boyaciyev, savaşa girme meselesinin
hükümete ait olduğunu, kendisinin ancak savaşa girmeye karar verilmesi halinde nasıl
hareket etmeleri gerektiği üzerine müzakere yapabileceğini söyledi. Ardından Hafız
Hakkı Bey’e Türk ordusunun kendilerine nasıl yardım edebileceğini sordu. Hafız Hakkı
Bet, iki kolordu ile yardım edebileceklerini ve bu kolordular ile Yunanistan üzerine
taarruz edilmesi gerektiği cevabını verdi. Ancak Bulgarlar bunu kabul etmedi. Hafız
Hakkı Bey bu kez aynı kolordular ile Romanya Cephesi’ni kendilerine vermelerini
teklif ettiyse de bu fikir üzerinde de anlaşma sağlanamadı. Bulgarlar yetkililer,
Osmanlı’nın vereceği kolorduların Sırbistan’a taarruz için kullanılması gerektiğini
söylediler. Nitekim Bulgarlar, Sırbistan’a karşı taarruz, Yunanistan’a karşı müdafaa ve
Romanya’ya karşı gözetleme stratejisi uygulama düşüncesindeydiler. Hafız Hakkı Bey,
Yunanistan’a karşı taarruz fikrinde olmakla birlikte Bulgarların tam cepheden Sırbistan
üzerine taarruz teklifini kabul etmek zorunda kaldı.226
Bu sebepten dolayı Bulgarlara verilmesi düşünülen kolorduların Sırbistan
sınırında bulunan Köstendil’de toplanmasına karar verildi. Bununla birlikte Bulgarlar,
Romanya’nın da kendilerine düşman olarak hareket edebileceği düşünülerek savaş planı
yapılmasını istediler. Bu mesele Hafız Hakkı Bey’in kafasını kurcaladı. Kendisine
verilen talimatta Bulgarlara iki kolordu ile yardım edilmesi ve bunların Yunanistan’a
taarruz için kullanılması söylenmişti. Hafız Hakkı Bey, Bulgarların beklenmeyen ve
bitmek tükenmek bilmeyen istekleri sonucunda ortaya çıkan yeni durumu derhal
İstanbul’a bildirdi. 9 Eylül 1914 tarihli telgrafında, Bulgarların istekleri doğrultusunda
hareket edilmesi halinde muvaffak olmak için 8 ve 10. Kolordular da dâhil olmak üzere
tekmil ordu emriyle Romanya’ya dönmek lazım geldiğini ancak bunun Anadolu’yu
tamamen Rus taarruzuna maruz bırakmak gibi bir tehlikeye sebep olabileceğini söyledi.
Böyle bir fedakârlığın yapılıp yapılamayacağını sordu. Hafız Hakkı Bey ayrıca bu
fedakârların yapılması halinde hemen Bulgarlardan müştereken savaşa karar verilmesini
ve birinin toprağında düşman kalmayıncaya kadar savaşa devam edilmesinin istenmesi
gerektiğini vurguladı. Bulgarların yeni durumu Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül tarihli
226
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 321.
75
planına da ters düşüyordu. Bulgarların amacı işi yokuşa sürmekten ve böylece İttifak
Devletlerinin baskısından kurtulmaktan başka bir şey değildi. Türk ordusunun bütün
kuvvetleriyle Romanya üzerine gitmesi ise düşünülemezdi. 227 Ancak Almanya’da gelen
savaş malzemeleri Bulgaristan’dan geçeceği için bu devletin ittifaka dâhil olması çok
önemliydi ve Hafız Hakkı Bey bu amaca ulaşmak için elinden geleni yapması
gerekiyordu.
Hafız
Hakkı
Bey’in
telgrafına
İstanbul’dan
ne
cevap
geldiği
bilinmemektedir. Bununla birlikte müzakerelerin ilerleyen günlerinde Bulgarların
sergilediği olumsuz tavır cevaba da gerek bırakmamıştı.
Görüşmeler birkaç gün devam etti. Ancak bunların ne zaptı tutuldu ne de kararlar
imza altına alındı. Almanların belli belirsiz galibiyetleri Bulgarları ikilemde bıraktı. Bu
sebepten görüşmeleri resmi bir zemine dökmekten çekindiler. Bulgarlar 9 Eylül’e kadar
olan süreçte savaşa girebileceklerine dair ufak ümitler vermişlerdi. Ancak Almanların
Marne Meydan Savaşı’nı kaybederek çekildikleri ve Avusturyalılarında Lomberg’i
boşaltarak bir hayli esir verip çekildikleri haberleri Bulgarların kesin kararını belirledi.
Böylelikle Hafız Hakkı Bey’e şimdilik savaşa girmeyeceklerini söylediler. Bunun
üzerine Hafız Hakkı ve Refik Beyler 18 Eylül’de İstanbul’a döndüler.228
Hafız Hakkı Bey İstanbul’a döndükten sonra hemen arkadaşları ile durumu
mütalaa etmeye başladı. İlkbahara kadar savaşa girmeme hususunda Hafız Hakkı, Ali
İhsan ve Kâzım Karabekir Beyler arasında ortak bir düşünce vardı. Amiral Suschon’un
10 Eylül tarihli raporunda Türk donanmasının henüz Karadeniz’de üstün olmadığından
ve Odesa’ya asker çıkarmanın zorluğundan bahsetmesi bu düşünceyi pekiştirdi.
Böylelikle savaşa girmenin zararlarından iyice emin olan Hafız Hakkı Bey Sofya’daki
izlenimlerini de içine alan şu raporu yazdı:
Bulgaristan’da bulunduğum bu on gün içindeki ihtisaslarım ve Suschon’un
donanmamız hakkında verdiği rapor üzerine devletimizin selametinin en ziyada ne gibi
hareket tarzında olduğunu vazifem hasebiyle arz ediyorum:
a-) Bulgarlar bugün katiyen harbe karar vermiş değillerdir. Daha ne sefer
planları, ne de seferberlik için esaslı bir hazırlıkları vardır. Ordunun birçok
ihtiyaçlarını temin için ancak iki üç ay sonraya kontrat veriliyor. Bulgarlarda
227
228
BOA. 09. 09. 1914. Dosya No: 879 Gömlek No: 40 Fon Kodu: HR. SFR.04.
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 321.
76
Makedonya’yı bedava kazanmak hissi mevcut. Fakat bununla beraber Türk düşmanlığı
pek şiddetlidir. Rus dostluğu da pek çoktur. Bulgarların bugünkü vaziyeti geçicidir.
Eğer Ruslar, Yunanlıları feda ederek bir ‘Romen-Bulgar-Sırp’ ittifakı yapsalar
Bulgarlar bugün ona girerler. Herhalde bu gibi teşebbüste en büyük mani devletimizin
bu günkü silahlı tarafsızlık vaziyetidir. Bulgarlar Karadeniz’de Türk filosunun Rus
filosuna tamamen hâkim olduğunu da zannediyorlar. Aynı zan Romanyalılara da tesir
yapıyor. Bizim bu günkü vaziyetimiz sayesinde Romanya ve Bulgaristan duruyor. Bunun
için şayet biz bugün bir harbe başlarda Rus filosu galip gelirse muhakkak Bulgaristan,
Rus taraftarı olur. Romanya ise Avusturya’ya taarruza geçer. Şayet bizim donanma ne
galip ne de mağlup olursa, Bulgarlar yine daha ziyade Rus taraftarı olurlar. Eğer
Çanakkale Boğazı’nı düşman donanması zorlarsa bir ‘Romanya-Bulgaristan-Sırbistan’
ittifakı pek çabuk bir surette vücuda gelir.
b-) Suschon’un raporuna göre biz Odesa’ya kadar olan sahillere çıkamayız. O
halde doğruca Rus ordusuna bir tesir yaparak Avusturya’ya yardım edemeyiz. Aynı
rapora göre Rus donanmasını büsbütün bertaraf ederek büyük mikyasta ihraç hareketi
de gayri mümkün derecede güçtür. Bir ay sonra Soğanlı Dağları’na kar düşeceğinden
bulunduğumuz vaziyette harbe karar vermekle devlet hiçbir fayda kazanamayacaktır.
c-) Türk ordusunun Süveyş üzerinden Mısır’a karşı yapacağı taarruza gelince
bunun icrasındaki büyük zorluklara rağmen hiç olmazsa Süveyş Kanalı’nı tutmaya
muvaffak olursak Almanlara en büyük hizmetimiz Süveyş’ten 20-30 bin Hintlinin
geçmesini geciktirmekten ibaret olacaktır. Fakat buna mukabil yukarıda arz ettiğim gibi
Balkanlarda bugün bitaraf duran bir milyon süngünün Alman aleyhine dönmesi
ihtimalini kuvvetlendirmiş oluruz. Bir de Rus topraklarına girmeyince kışın muharebe
halinde bütün seferber ordumuzu, hariçten erzak gelmedikçe nasıl besleyeceğiz?
d-) Netice: Devletimizin bugünkü harbe katılmasında önce, Bulgarların beraber
hareketi temin olunmalıdır. Bir yandan Almanların parlak bir muvaffakiyeti, diğer
yandan Sofya’daki son teşebbüslerim üzerine devamlı baskılar yaparak belki buna
muvaffak oluruz. Şayet Bulgarlar harbe girmezlerse hiç olmazsa ilkbahara kadar
harpsiz geçirelim. Ancak Kafkasya Dağları açılınca o istikamette taarruza geçmeliyiz.
Bu veçhile hareket sayesinde evvela bu kış askerin önemli bir kısmını terhis ederiz.
Ordu ve millet ezilmez. Sonra Rus ordusu bu kış iyice ezilir. Bu suretle biz ileride
77
Ruslarla ezildikleri zaman çarpışmış oluruz. Ordumuzun henüz bir felaketten
kurtulduğu düşünürsek bu nokta çok mühimdir.229
Reis-i Sani Hafız Hakkı
Bu rapor 4 Eylül tarihli savaş planı ile karşılaştırıldığında gerçeklere daha uygun
olduğunu söylemek mümkündür. Raporda Bulgar ittifakının sağlanmadan savaşa
girmenin büyük bir tehlike olacağı bildiriliyordu. Bu şimdilik mümkün olmadığı için
ilkbahara kadar beklemenin gerekliliğinden bahsedildi. Mısır’da Almanlara yardım için
küçük bir örtme hareketinin yapılabileceği söylendi. Bununla birlikte Kafkasya’ya
yönelik taarruz düşüncesine bu raporda da yer verildi. Ancak bunun zamanı ilkbahar
olarak belirlendi. Kafkasya’ya taarruz fikrinin 4 Eylül tarihli savaş planında da yer
alması Hafız Hakkı Bey’in bu konuya verdiği önemi anlamamamız bakımından
önemlidir. Bu raporun Enver Paşa üzerinde ciddi bir etki yaptığı görülmektedir. Gerek
Almanların Marne’de mağlup olmaları gerekse Amiral Suschon’un raporunun yaptığı
etki üzerine Hafız Hakkı Bey’in bu raporu meseleye son noktayı koydu ve şimdilik
savaşa girmekten vazgeçildi. Böylelikle ikinci teşebbüsünde Hafız Hakkı Bey’in
çalışmaları sayesinde sonuçsuz kaldığı görülmektedir.230
2.4.1.4. Hafız Hakkı Bey’in 21 Ekim 1914 Tarihli Savaş Planı ve Bu Planın
Değerlendirilmesi İçin Berlin’e Gönderilmesi
Ekim ayının başlarında Almanlar ve Avusturyalılar Osmanlı’yı savaşa sürüklemek
için en ağır baskılarına başladılar. Bunda Almanların Marne’de mağlup olmalarının ve
Avusturyalıların Rus Cephesi’nde düştükleri kötü vaziyetin büyük etkisi vardır.231
Almanlar nezdinde hâkim olan görüş; Rus Cephesi’ndeki yüklerini hafifletmek için bir
kısım Türk birliği ile Doğu’da Rusların dikkatini çekmek ve Süveyş Kanalı’nı yine
Türk kuvvetlerinin sayesinde tehdit ederek İngilizlerin Hint kuvvetlerini nakliyatına
mani olmaktı. Bu arada Amiral Suschon Ekim ayı başında Türk donanmasının talim ve
terbiyesi amacıyla Karadeniz’e çıkmak için müsaade istedi. Türk erkânıharpleri bu
isteği hiç hoş karşılamadı. Donanmanın Karadeniz’e açılması halinde Alman Amiral,
229
Fahri Belen, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1914 Yılı Hareketleri, Gnkur. Basımevi, Ankara
1964, 321-322.
230
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 278.
231
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 212.
78
Rus donanmasını taciz edebilirdi. Bu da Osmanlı Devleti’nin vakitsizce savaşa girmesi
anlamına geliyordu. Nitekim Hafız Hakkı, Ali İhsan ve Karabekir Beylerin başını
çektiği hemen savaşa girme fikrinin aleyhtarı olan Türk subayları son zamanlarda artan
Alman baskılarından Amiral Suschon’un bu isteğinin Almanlar tarafından tertip edilen
bir hareket olduğunu düşündüler. Bu sebepten Suschon’dan gerekli teminatın alınması
şartıyla Karadeniz’e açılmasına izin verilmesini Enver Paşa’dan istediler.232
5 Ekim tarihinde ‘’savaşa girmeyi gerektirecek hareketlere sebebiyet vermemesi’’
şartıyla Amiral Suschon’un Karadeniz’e açılmasına izin verildi. Ancak ilerleyen
günlerde Alman baskıları şiddetle artmaya devam etti. Yeni durum karşısında Sadrazam
Sait Halim Paşa ihtiyatlı davranıyordu. Talat ve Halil Beyler savaşa girmeye meyilli
görünüyorlardı. Enver Paşa ise Karargâh-ı Umumide iki kutuplu bir baskı altında
kalıyor ve bu da kararlarının günlük olarak değişmesine sebebiyet veriyordu. Enver
Paşa’nın bu ikileminin farkında olan Liman Paşa, baskı yoluyla ona savaşa girme kararı
aldırmaya çalışıyordu. Bu baskı bazen tehdit şekline dönüşüyordu. Liman Paşa bir
keresinde derhal savaşa girme kararı alınmazsa Goben ve Breslau gemilerini tahrip edip
Almanya’ya döneceğini söyledi.233
Liman Paşa, 20 Ekim’de Enver Paşa ile görüşerek baskılarını arttırdı. Bu
görüşmenin ardından Liman’ın etkisinde kalan Enver Paşa, vaziyeti tekrar görüşmek
için Hafız Hakkı Bey ve Bronsart ile bir toplantı yaptı. Bu toplantı sonrasında Enver
Paşa’nın Almanların etkisinde kaldığını gören Hafız Hakkı Bey, Karabekir ve Ali İhsan
Beylerle görüşerek kışın savaşa girmenin zararları üzerine bir rapor yazıp Enver Paşa’ya
sunmayı teklif etti. Hafız Hakkı Bey’in 21 Ekim’de Enver Paşa’ya sunduğu aynı
zamanda savaş planı kapsamında değerlendirilen bu rapor özetle şöyledir:
Karadeniz’de iki taraf donanmalarının çarpışmalarından bir savaş meydana
gelirse: Mısır, Aden, Basra ve İran yönlerinden yapılacak hareketlerin hepsi düzensiz
kuvvetlerdir. Bunlardan ancak geçici zamanlar için istifade edilebilir. Savaş uzun
sürerse, birbiri aleyhine dönmeleri veya kaçmaları muhtemeldir. Bunun için bunlardan
harp sonunda istifade edilebilir.
232
233
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 52.
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 68-70.
79
Kafkas Cephesinde bizim 70. 000 tüfek, 20. 000 kılıç, 172 topa karşı Rusların,
140. 000 tüfek, 17. 000 kılıç, 472 topu vardır. Şu halde harbe girmekle bu cephede kışın
mağlup olmaklığımız da muhtemeldir. Biz bu kadar kuvveti iaşede zorluk çekerken,
daha fazla kuvvet yığmamıza imkân yoktur. Odesa’ya çıkarma yapmanın imkânsızlığını
Amiral Suschon da söylüyor.
Bu kış müttefiklerimiz Sırbistan’ı mağlup ederek, Romanya ve Bulgaristan’ı kendi
taraflarına çekmeye mecbur ederlerse, o halde noksanlarını ikmal etmiş, talim ve
terbiyesini tamamlamış olan Osmanlı ordusu her tarafta Ruslara karşı mühim bir iş
görebilir.
Özetle donanmaların Karadeniz’de bir harbe sebebiyet vermeleri halinde;
a) Kafkasya sınırında savunmada kalınır: süvari ve çeteler sınırı geçer,
b) Geri kalan kuvvetlerimiz İstanbul civarında barıştaymış gibi harbe hazırlanır
ve Boğazlara karşı olan taarruzu şiddetle defeder,
c) Mısır’a karşı iyi hazırlandıktan sonra taarruza geçilir.
Netice: Donanmaların harbe sebebiyet vermeleri halinde Mısır’a karşı
taarruzdan başka bir şey yapılamıyor ve Kafkas Cephesi’nde vaziyet şimdikinden daha
müşkül oluyor. Yalnız Mısır’a taarruz için erkenden harbe girmenin bütün musibetlerini
yüklenmek hususunda faydalı olup olmadığını önceden düşünmek lazım. Mısır’a
taarruzdan maksat Süveyş Kanalı’nı kapamak ise, onu çetelerle ve baltalama
hareketleriyle kısmen temin etmek mümkündür. Güney Afrika isyanı doğru ise, bir
dereceye kadar oraya kuvvet sevkine sebep olacağından Süveyş Kanalı’nın bu günkü
ehemmiyetinin bir harbe değip değmeyeceği düşünülmelidir.234
İmza: Hafız Hakkı
Planın en dikkat çekici yönü ‘’iki taraf donamalarının Karadeniz’de harbe
sebebiyet vermeleri halinde’’ ibaresiyle başlamasıdır. Buradan anlaşılan; gerek
Liman’ın gerekse Hafız Hakkı Bey ve Bronsart’ın Enver Paşa ile görüşmelerinde bu
konunun gündeme gelmiş olmasıdır. Bu da Türk Erkânıharbiyesinin, Amiral
Suschon’un Karadeniz’e çıkmasından duyduğu endişeyi haklı çıkarmaktadır. Öteden
beri üzerinde durulan esas, olan Türk donanmasının ani bir baskınla Rus donanmasını
234
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 345-346. Ayrıca Bkz. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 61-62.
80
tahrip veya imha etmesi ve böylelikle Karadeniz’de üstünlüğü sağlayarak Osmanlı
Devleti’nin savaşa girmesi yönündeydi. Almanlar en sonunda bu amacı gerçekleştirecek
ortamı hazırlamışlardı. Artık Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesi an meselesiydi. Bu
plan, 4 Eylül tarihli savaş planı ile karşılaştırıldığında, arada büyük farkların olduğu
görülür. Hafız Hakkı Bey ilk raporunda Bulgarlar ile müttefiklik durumundan
bahsetmişti. Oysa bu raporda Bulgarların durumunun belirsizliği ifade edildi. Sofya’ya
gidip bizzat Bulgar yetkilileri ile görüşmesinin bu düşüncesinde büyük etkisi olduğunu
söylemek gerekir. Yine Yunanistan’ın Türkiye aleyhine hareket edeceği ihtimali bu
planın esaslarındandı. İlk plandaki aşırı düşüncülerden eser yoktu. İran, Mısır ve Aden’e
taarruz fikrinden vazgeçildi. Süveyş Kanalı’nı kapama işinin çetelerle ve baltalama
hareketleriyle gerçekleştirilebileceği söylendi. Kafkasya’ya taarruz düşüncesi ertelendi.
Bu cephede savunmada kalınması öngörüldü. Bu taarruz için kullanılacak kuvvetlerin
İstanbul çevresine yığılması fikri ortaya atıldı. İstanbul ve çevresine önem verilmesinin
sebebi, henüz Balkan Devletlerinin tarafsızlığının veya Osmanlı lehine ittifaka
girmelerinin sağlanamamasıdır. İlk planda gerektiğinde kışında savaşa girilebileceği
bildirilmişti. Bu planda ise ilkbahara kadar beklemenin zarureti kesin bir dille ifade
edildi. Odesa’ya asker çıkarma fikrinin gereksizliği ise her iki planda da ortaktır.
Bununla birlikte bu planın, Sofya dönüşü kaleme alınan raporla tam bir uyum içerisinde
olduğu söylenebilir. Böylelikle Hafız Hakkı’nın ‘’ilkbahara kadar savaşa girmeme’’
düşüncesinin Sofya dönüşünden sonra artık kesinlik kazandığı görülmektedir.
Bu plan hakkında yapılan yorumlar 4 Eylül tarihli plan hakkında yapılan
yorumlara kıyasla daha olumludur. Cemal Akbay bu planı hayalden gerçeğe dönüş
olarak nitelemektedir.235 Fevzi Çakmak’ın ilk plana yaptığı ağır eleştiriler yerini daha
ılımlı ifadelere bırakmıştır.236 Karabekir ve Ali İhsan Beylerin görüşleri ise Hafız Hakkı
Bey ile aynıdır. Neticede bu plan Karargâh-ı Umumideki Türk subaylar arasında
kararlaştırılan ilkbahara kadar savaşa girmeme fikrinin bir sonucu olarak kaleme
alınmıştır. Ancak Karadeniz olayının meydana gelmesiyle bu plan rafa kaldırılmıştır.
Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gönderilişi meselesiyle ilgili farklı görüşler
mevcuttur. Birçok yazar, Hafız Hakkı Bey’in, 21 Ekim tarihli savaş planında da
235
Akbay, Siyasi ve Askeri Hazırlıklar, 165. Belen’de aynı görüştedir. Bkz. Belen, 1914 Yılı Hareketleri,
61.
236
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 21-22.
81
belirttiği üzere ilkbahara kadar savaşa girmemenin gerekliliğini Alman Genel
Karargâhına anlatmak, onları ikna etmek için kabinenin kararıyla bu seyahati
gerçekleştirdiğini yazmaktadır. Nitekim onun niyeti gerçekten de böyledir. Bazılarına
göre ise Berlin seyahati tamamıyla gizli bir tertiptir. Bu görüşe göre Osmanlı Devlet
adamları zaten savaşa karar vermişlerdir. Hafız Hakkı Bey savaş aleyhtarıdır ve bu
kararın tatbikine muhalefet olamaması için sözde bir seyahat tertip edilerek İstanbul’dan
uzaklaştırılmıştır. Daha öncede ifade edildiği gibi Almanların, Osmanlı Devleti’ni
savaşa sürüklemeye çalıştığı ilk iki teşebbüs Hafız Hakkı Bey’in çalışmalarıyla
sonuçsuz kalmıştı. Üçüncü teşebbüs başarıya ulaşmalıydı. Bu yüzden muhalefetin
başındaki isim ‘’Hafız Hakkı’’ İstanbul’dan uzaklaştırılmalıydı. Hafız Hakkı Bey, Şerif
İlden Bey’in ifade ettiği gibi Karargâh-ı Umumide bir hizipti.237 Belli bir döneme kadar,
savaş aleyhtarı olan Türk subaylarının lideri konumundaydı ve etki ettiği çevre
bakımından önemli bir şahıstı.
Hafız Hakkı Bey 20 Ekim görüşmelerinden sonra kaleme aldığı planında
ilkbahara kadar savaşa girmeme görüşünü savunmuştu. Böylelikle Karargâh-ı Umumide
savaş aleyhtarı olan en güçlü sima olarak sivrilmişti. Hafız Hakkı Bey’in bu planı
üzerine Alman baskıları devam etti. 24 Ekim 1914’te Alman Elçisi Wangenheim,
Tarabya’daki Alman Elçiliğinde bir öğle yemeği düzenledi. Bu yemeğe Sadrazam Sait
Halim Paşa, Talat ve Halil Beyler ile Enver ve Cemal Paşalar da davet edildi. Yemekten
sonra çalışma odasında düzenlenen toplantıda Wangenheim Osmanlı Hükümetinin
borçlanma teklifinin Almanya tarafından kabul edildiğini artık savaşa girme hususunda
hiçbir engelin kalmadığını söyledi. Davetin asıl amacı kabinenin nüfuzlu üyelerini
savaşa girmek için ikna etmekten başka bir şey değildi. Bu yüzden birçok araştırmacı bu
görüşme neticesinde Osmanlı Devlet erkânının savaşa girmeye karar verdiğini
yazmaktadır. Bununla birlikte toplantıda hazır bulunan Osmanlı ricalinin, Alman
Elçisi’nin teklifine nasıl karşılık verdikleri tam olarak bilinmemektedir. Ancak Cemal
237
Şerif İlden Genel Karargâhtaki hizipleşmeye dair şunları söylemektedir: ‘’Enver ve Hafız Hakkı
merhumun yaratılışları –birinin inatçı, öbürünün ilgisiz ve her ikisinin birden büyüklük komplekslerinin
etkisiyle- ataşemiliterlilte geçirdikleri hayat sırasında pek fazla bir şey öğrenmelerine uygun olmamıştı.
Demek ki özetle, her iki öbür sınıf arkadaşından bilimsel değer ve kavrayış bakımından farklı bir şey
değillerdi. İşte bu nedenle hem biri öbürünü çekemedi hem de yakın çevrelerinde rütbe düşkünü olan
subaylar tarafından haklı olarak rakip gibi görüldüler: iki muhalif parti oluşuyordu. Genel Karargâhta
bu iki muhalif parti ilkeleri yönünden ayrılacak bir yön bulmuşlar, Enver Partisi Almanya
İmparatoru’nun verdiği sözlere dayanmış. Öbür taraf ülkeyi, özellikle orduyu Alman emellerine tutsak
etmemeyi amaç edinmiş.’’ (İlden, Sarıkamış, 107).
82
Paşa’nın hatıralarında yer alan şu bilgiler meselenin anlaşılması bakımından önemlidir:
‘’Sefir Wangenheim’in öğle yemeğinden sonra, akşama sabaha harbe dâhil
olmaklığımız muhtemel olduğundan artık Fransız ve İngiliz sefirleriyle temasımı
kesmeye başladım.’’ 238 Buradan anlaşıldığı üzere Alman Elçisi’nin teklifine karşı Türk
cephesinden fazla bir mukavemet gösterilmemiştir. Talat ve Halil Beyler ise
hatıralarında bu konuya temas etmemişlerdir. Bu yemekten bir gün sonra Encümen-i
Vükela toplantısı yapıldı. Toplantıda bu mesele görüşüldü. Uzun uzadıya süren
münakaşalar neticesinde iki görüş üzerinde duruldu:
1) Hemen savaşa girmek,
2) Daha altı ay tarafsız kalma lüzumuna Almanları ikna etmek için Meclis-i
Mebussan Reisi Halil Bey ile Reis-i Sani Hafız Hakkı Bey’i Berlin’e
göndermek.239
Maliye Nazırı Cavit Bey ile Sadrazam ikinci seçenek üzerinde durdular. Diğerleri
ise derhal savaşa girme taraftarı idiler. Ancak ikinci seçenek kabul edildi ve Hafız
Hakkı Bey’in Berlin’e gitmesi kararlaştırıldı. Meselenin ciddi olduğunu göstermek için
Bronsart’ın da Hafız Hakkı Bey ile gitmesi öngörüldü.
İkinci bir görüşe göre ise Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gönderilme kararı bu
toplantıdan önce verilmiştir. Söz konusu seyahat göstermelik yapılmıştır. 20 Ekim
görüşmelerinde Enver Paşa’nın Bronsart’a yönelttiği ‘’ Karadeniz’de iki taraf
filolarının harbe sebebiyet vermeleri halinde ne yapılmalıdır? ‘’ sorusuna cevap olarak
Bronsart bir savaş planı hazırladı. 21 Ekim’de Enver Paşa’ya sunduğu bu planında şu
görüşleri savundu:
1) Türk donanması savaş ilan etmeden Karadeniz’deki Rus donanmasına baskın
yaparak deniz üstünlüğünü kazanmalı. Hareket zamanı Amiral Suschon’a
bırakılmalı,
2) Rusya’nın savaş ilan etmesi üzerine Padişah cihat ilan etmeli,
3) Kafkas sınırında Ruslara taarruz edilmeli,
4) 8. Kolordu ihtiyaç halinde 12. Kolordu ile takviye edilerek Mısır üzerine
hareket etmeli.
238
239
Cemal Paşa, Hatıralar, 159.
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kıs. 1, 231-232.
83
Donanmanın ani bir baskınına dayandırılan bu hareket doğrudan Osmanlı
Devleti’ni savaşın içine sokuyordu. Enver Paşa, 21 Ekim’de Karargah-ı Umumide
kimsenin haberi olmadan bu planı kabul etti ve burada belirtilen hususların
uygulanacağını Alman Genel Karargâhına şifreli yazıyla bildirdi.240 Bu rapor
Almanya’ya gönderildikten bir gün sonra 22 Ekim’de Enver Paşa, Amiral Suschon’a şu
sözlü emiri verdi: ‘’filomuz Karadeniz’de üstünlüğü elde etmelidir. Rus filosunu
arayınız ve harp ilan etmeden bulduğunuz yerde ona hücum ediniz.’’ Karabekir ve Ali
İhsan Beyler Karargâh-ı Umuminin asla bu sözlü emirden haberdar olmadıklarını
yazmaktadırlar. Amiral Suschon bu sözlü emiri Alman Elçiliğine bildirdi. Şüphesiz
amacı bu emirin resmiyet kazanmasını sağlamaktı.241 Bu iki hadiseden sonra artık
Osmanlı Devleti’nin resmen savaşa girdiği söylenebilir. Geriye kararın tatbik edilmesi
kalmıştı. Bu da Karadeniz olayı ile gerçekleşecekti. Bu kararlardan Sadrazam’ın ve
kabinenin diğer üyelerinin ne derecede haberdar olduğu bilinmemektedir.
Aynı günün akşamı Enver Paşa ve Talat Bey, Halil Bey’in evine gidip orada
durumu tekrar münakaşa ettiler. Halil Bey bu görüşmeyi ve alınan kararı şöyle anlatır: ‘’
22 Ekim 1914 akşam karanlığında Talat Bey’le Enver Paşa Maçka’daki Meclis-i
Mebussan Riyaset Konağı’na geldiler. Talat Bey:
-Vaziyet hakkında seninle konuşmaya geldik. Bir taraftan Alman ve Avusturya
sefirleri harbe girmekliğimiz için sıkıştırıyor, diğer taraftan da İtilaf Devletleri süferası
istediğimiz teminatı vermemekle beraber Alman zabitanının çıkarılması için tazyiklerini
arttırıyorlar. Biz de iki arada bocalayıp duruyoruz. Gün geçtikçe hem müttefiklerimizin
itimadını kaybetmek hem de diğerlerinin günden güne husumetlerini celp eylemek…
Buna her gün cepten yeme denir. Binaenaleyh kati karar almak zorundayız- dedi.
Cevaben dedim ki:
240
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 76-78. Fevzi Çakmak ‘’Büyük Harp’te Şark Cephesi Harekâtı’’ adlı
eserinin sekizinci sayfasında bu planın özetini verir ve onu 21 Ağustos ( Rumi: 8 Ağustos) tarihli gösterir.
Oysa bu plan için verilen orijinal tarih Rumi 8. 8. 1330’dur. Rumi yılın 1 Mart’ta başlaması sebebiyle
sekizinci ay Ağustos değil Ekim’dir. Bu yüzden bu tarih miladi 21 Ekim 1914’e denktir. Nitekim Kâzım
Karabekir ve Ali İhsan Sabis’in eserlerinde de bu plan için verilen tarih 20-21 Ekim 1914’tür. Her
ikisinde de bu planın 20 Ekim görüşmelerinin sonucunda hazırlandığı görüşü mevcuttur. Bununla birlikte
iki eserde de ( Karabekir ve Sabis) Bronsat’ın 20-21 Ağustos’ta bir savaş planı hazırladığına dair bilgi
bulunmamaktadır. Nitekim adı geçen planın içeriği ve tatbiki itibariyle Ağustos ayında hazırlanma
ihtimali yoktur. Çakmak’ın yaptığı bu çeviri hatası maalesef ona atıfta bulunan eserlerde de olduğu gibi
tekrarlanmış ve değerlendirmeler buna göre yapılmıştır. Bu hata yüzünden Bronsart’ın planı Osmanlı’nın
Birinci Dünya Savaşı’ndaki ilk savaş planı olarak kabul edilmiştir. Bu halde seferberlikten sonraki ilk
harp planı 4 Eylül tarihli Hafız Hakkı planıdır. (Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, III, Kıs. 1, 215).
241
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, III, Kıs. 1, 229-230.
84
-Bu sırada harbe girmekliğimiz melhuz bir tehlikeden sakınmak için devleti kati
bir izmihlale sevk etmek olur. Zira iki tarafla müzakerede olduklarına şüphe olmayan
Bulgarlar bir harbe girdikten sonra üzerimize saldırırlarsa iki ateş arasına düşecek
olan İstanbul ve Boğaz’ın az zamanda sukut eylemesi muhakkaktır. Bunu görmek için
asker olmaya da lüzum olmadığı kanaatindeyim. Alman ve Avusturya sefirlerinin
ısrarlarında da bir mantık görmüyorum. Zira bizim kendilerine yapabileceğimiz en
büyük yardım, Boğazları sıkı tutmaktan ibarettir. Bunu berhava edecek bir teşebbüsün
icrasında ısrar göstermek adeta cinnettir.Sesi hala kulağımdadır; Talat Bey, Enver Paşa’ya tevcih-i kelam ederek: -Halil’in
delilleri gayet kuvvetlidir. Sadrazam Paşa’ya arz edelim, kendisini Berlin ve Viyana’ya
gönderelim, iki hükümete de bize söylediklerini anlatsın. Sefirlerin iz’acatından
kurtulalım. Hiç olmazsa müttefiklerimizin itimadını muhafaza edelim. Sen de askeri
vaziyeti izah için Erkânıharbiyeden Hafız Hakkı’yı gönder- dedi.
Enver Paşa bu teklifi muvafık buldu. Sadrazam Paşa’ya arz etmişler. Heyet-i
Vükela’dan benim ve Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gitmekliğimiz karargir olmuş. Üç gün
sonra Sadrazam: - Halil Bey, Talat Bey’le görüştüm. Berlin’e gidiniz, vaziyeti izah
ediniz- dedi. Hazırlanmaya koyuldum. Bronsart Paşa ile Hafız Hakkı Bey bir askeri
trenle o gün hareket etmişler. Ben de bayramın ilk günü muayede merasiminde
bulunduktan sonra hareket edecektim. 29 Ekim 1914 arife günü, bizim donanma ile Rus
harp sefineleri arasında müsademe vuku bulmuş ve muharebe bunu takip eylemiş
olduğundan bu seyahat maalesef icra edilememiştir. ’’
242
Buradan anlaşıldığı üzere
Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gitme kararı 22 Ekim akşamı alınmış, 25 Ekim’deki
Encümen-i Vükela toplantısında yinelenerek resmileştirilmiştir. Ancak Enver Paşa’nın
bu kararı kabul etmesi, 21 Ekim’de Almanya’ya gönderdiği şifre ve Amiral Suschon’a
verdiği sözlü emir dikkate alındığında tam bir tezat içermektedir. 243
Karabekir, Enver Paşa’nın 24 Ekim’deki ziyafete gitmeden önce arkadaşlarına
Almanlarla yaptığı antlaşmayı haber vermediğini ve yemek esnasında bunu
arkadaşlarına kabul ettirmek yolunu tuttuğunu iddia etmektedir.244 Bununla birlikte bu
242
İsmail Arar, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, Hürriyet Vakfı Yayınları,
İstanbul 1986, 204-205.
243
Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, III, Kıs. 1, 229-230.
244
Karabekir ayrıca şunları söylemektedir: ‘’ sefirin davetine icabet edenlerden Cemal Paşa ve Talat
Bey’in yazdıkları hatıralara göre, Enver’in verdiği karardan haberleri yokmuş. Enver Paşa’nın bu işi
85
ziyafette alınan kesin karar tam olarak bilinmemektedir. Söz konusu ziyafetteki
meseleleri müzakere etmek için 25 Ekim’de toplanan Encümen-i Vükela toplantısında
Hafız Hakkı Bey’in Berlin seyahati resmiyet kazandı. Ancak Enver Paşa aynı gün yine
verilen karara yine zıt olarak Alman Elçisi’nin isteği üzerine Amiral Suschon’ a şu
yazılı (aynı emir daha önceden sözlü olarak verilmişti)emri verdi: ‘’ Bütün filo
Karadeniz’de manevra yapmalıdır. Vaziyeti müsait bulduğunuz anda Rus filosuna
hücum ediniz. Muhasemata başlamazdan evvel bu sabah size verdiğim emri açınız.
Sırbistan’a mühimmat naklinin önüne geçmek için yukarıda kabul edilmiş olduğu üzere
hareket ediniz.’’245 Bu halde Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gönderilmesi tamamıyla
göstermelik bir karardı. Kendisi ve bir takım kabine üyeleri durumun farkında
değillerdi. Ancak Enver Paşa’nın olup biten her şeyden haberi vardı ve bu hareketinde
iki amaç gütmekteydi;
1) Önceden verilen bir kararı tatbik ederek kamuoyunu telaşa sevk etmemek,
2) Bu sayede Hafız Hakkı Bey’i İstanbul’da uzaklaştırarak, onun tepkisinin önüne
geçmek
Ali İhsan Bey, Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gönderilmesiyle ilgili şunları
söylemektedir: ‘’Harbe, Karadeniz’de vuku bulacak bir hadise ile girmek meselesi, ilk
önce Enver Paşa ile Alman Sefiri ve Amiral Suschon arasında görüşülmüştür. Bundan
sonra Alman Karargâh-ı Umumisinin tazyiki üzerine böyle bir karar Enver Paşa ile
Liman ve Bronsart Paşalar tarafından 20. 10. 1914’te verilmiş ve daha sonra bu karar
Talat Bey’e ifşa olunmuştur. Bu arada Cemal Paşa bu karara Bahriye Nazırı sıfatıyla
iştirak ettirilmiş ve nihayet Halil Bey ikna olunmak ve hiç olmazsa haberdar edilmek
istenilmiştir. Hafız Hakkı bir pot kırmasın diye Bronsart’la Berlin’e gönderilmiş,
Sait Halim Paşa’ya açmış olması da hiç beklenemez. Zaten kendisi de isticvabında bunu tasrih ediyor. Şu
vaziyete göre Enver Paşa’nın artık hükümete harp kararını verdirmek için kabine arkadaşlarının en
nüfuzluları üzerinde tesir yapmaya çalışmış ve yahut kendi yaptığını onlara sezdirmemek için ihtiyatkâr
bir yol tutmuş olması, birer ihtimal olarak karşımıza çıkar. Esasen Enver Paşa’nın vazife ve arkadaşlık
bakımından en yakını olan Erkan-ı Harbiye Reis-i Sanisi Hafız Hakkı Bey’e bile haber vermeden, kendi
başına Almanlarla harp ihdasına karar vermesi, kendisi için hem hukuki hem ahlaki noktadan ağır bir
suçtur. Buna yukardaki ihtimallerin ifade ettiği şıklardan herhangi biri eklenince, Paşa’nın mesuliyet
yükü daha ziyade ağırlaşır.(Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 351).
245
‘’Emir ilk olarak 22 Ekim’de Amiral Suschon’a sözlü olarak verilmişti. Almanların buna resmiyet
kazandırma isteklerinden dolayı Enver Paşa bu kez 25 Ekim’de aynı emri yazılı olarak Amiral Suschon’a
teslim etti.’’ (Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, III, Kıs. 1, 233).
86
Sadrazam’ı oyalamak için Halil Bey’inde bunlarla beraber ve arkaları sıra gitmesi
tertip ve tanzim olunmuştur.’’246
Karabekir’in ise bu meseleye ait yorumu şöyledir: ‘’25 (12) Birinciteşrin Pazar
günü yani Alman Sefiri’nin yemeğe ve harbe davet ettiğinin ertesi günü, encümen-i
vükela toplanıyor. Harbe derhal girmek lüzumu müzakeresi açılıyor. Burada, Sadrazam
ve Hariciye Nazırı Sait Halim Paşa tereddüt gösteriyor. Maliye Nazırı Cavit Bey
aleyhtar bulunuyor. Bu suretle ortaya iki teklif çıkıyor:
1) Almanların arzusu veçhile artık harbe derhal girelim.
2) Altı ay daha bitarafsızlığımızı muhafaza ederek kışı geçirelim.
Cemal Paşa’nın ifadesine göre, Cavit Bey’le Sadrazam’dan başka nazırlar,
derhal harbe girmek taraftarı olmuşlar. Neticede meclis-i Mebusan Reisi Halil Bey’in,
Erkan-ı Harbiye Reis- Sanisi Hafız Hakkı Bey’le Alman Karargâh-ı Umumisine giderek
ikinci fikrin kabul ettirilmesine karar verilmiş, işin ciddi ve samimi olduğunu göstermek
için de Erkan-ı Harbiye Reisi Bronsart da birlikte gönderiliyor!
Bu mesele çok naziktir çünkü Hafız Hakkı Bey bu kışın harbe girmenin tamamıyla
aleyhinde idi. Bir münasebetsizlik çıkarır kaygısıyla memleketten çıkarıldığı anlaşılıyor.
Çünkü bu heyetin hareket ettiği gün Osmanlı donanması da Enver Paşa’dan lazım gelen
emirleri alarak Karadeniz’e çıkıyor ve Rus sahillerini topa tutuyor. Burada Halil Bey’e
tarihi bir sual daha teveccüh ediyor ki o da şudur: Türk erkân-ı harbiyesini temsil eden
Reis-i Sani Hafız Hakkı Bey’i, harp aleyhtarıdır diye o aralık memleketten
uzaklaştırmak fikrini kim ortaya çıkardı? Ve bu vazifeyi Halil Bey ne diye üzerine
aldı?’’247 Karabekir’de tıpkı Sabis gibi bu tertibin Hafız Hakkı’nın tepkisini engellemek
için yapıldığını iddia etmektedir. Ona göre Halil Bey’de bu tertibin içindedir. Nitekim
Halil Bey’in hatıralarında Alman Elçisi’nin yemek davetinde konuşulanlara dair bilgi
yer almaması, bayram merasimini bahane ederek Berlin seyahatini geciktirmesi ve bu
sırada Karadeniz olayının patlak vermesi, Karabekir’in görüşünü destekler niteliktedir.
Son olarak Hafız Hakkı Bey’in günlüklerinde yer alan şu bilgiler meseleyi kesin
çözüme kavuşturmak açısından önemlidir: ‘’Donanma kumandanına şöyle bir emir
hazırlanmış idi:
246
247
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 80.
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 352.
87
- Rus donanmasını mahvederek Karadeniz hâkimiyetini kazanmakBu emir benim kasada duruyordu. Ancak icabında ve zamanında verilecekti.
Bizim hareketimizden evvel Nazır (Enver Paşa) emri istedi. –Suşon’a vereceğim kapalı
bir zarf içinde, lazım olduğu zaman aç diyeceğim- dedi.
Ben şüphelendim. Rica ettim dinlemedi. Hâlbuki iş büsbütün başka türlü olmuş ve
Suşon kendisi Alman kafasıyla açmış, yapmış, etmiş, bizi vakitsiz bir harbe sürüklemiş.
Bundan sonra artık vaziyeti selamete çıkarmak için canla başla çalışmak lazım.’’248
Hafız Hakkı, Amiral Suschon’un emri kendi Alman kafasıyla açtığını söylese de, daha
önce de ifade ettiğimiz gibi bu olay Enver Paşa’nın isteği ile gerçekleşmiştir. Hafız
Hakkı’nın kendisi hakkındaki tertiplerden haberdar olmadığı bu ifadelerinden açıkça
anlaşılmaktadır. Ayrıca böylesine önemli bir emrin Hafız Hakkı’nın kasasında
bulunması onun bu kurumdaki nüfuzunu anlamak bakımından önemlidir. Karabekir ve
Ali İhsan Beyler böyle bir emirden Karargah-ı Umuminin haberi olmadığını
söylemektedirler. Hafız Hakkı böylesine önemli bir emrin mevcudiyetini ve bunun
kendi tarafından muhafaza edildiğini arkadaşlarından saklamış olacaktır. Sonuç olarak
Hafız Hakkı’nın savaş aleyhtarı hizibin başında olması ve 21 Ekim tarihli raporunda
ilkbahara kadar savaşa girmeme fikrini şiddetle savunması bu tertibi anlamak
bakımından yeterlidir.
Hafız Hakkı, Encümen-i Vükelanın kararı üzerine 25 Ekim akşamı Bronsart Paşa
ile birlikte yola çıktı. Onun amacı raporunda belirlediği hususları Alman Genel
Karargâhına anlatmak ve ilkbahara kadar savaşa girmeme hususunda onları ikna
etmekti. Ayrıca ordunun ihtiyaç duyduğu bir takım malzemeyi temin etmek için Alman
yetkililerle görüşecekti. Ancak Hafız Hakkı Berlin’e vardığı gün 29 Ekim’de Karadeniz
olayı patlak verdi ve hemen İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Bu yüzden Berlin’deki
faaliyetleri hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır. Günlüklerinde de bu meseleye
yeterince temas etmemiştir. Karadeniz olayına odaklanmış olmalıdır. Çünkü artık
savaşa girildiği için Almanlarla görüşecek bir şey yoktur. Alman Genel Karargâhından
çıkan Hafız Hakkı, Türkiye’nin Almanya Elçisi Mahmut Muhtar Paşa ile görüşmüştür.
Günlüklerinde onun şiddetli bir savaş taraftarı olduğunu yazmaktadır.249
248
249
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 42-43.
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 40.
88
2.4.1.5. Hafız Hakkı Bey’in Kasım Ayı içerisindeki Faaliyetleri
Hafız Hakkı Bey, Karadeniz olayına kadar ihtiyatlı davranmıştı. İlkbahara kadar
savaşa girmeme fikrini savunmuştu. Ancak bunu engelleyemedi. Bu yüzden Berlin’den
döndükten sonra fikirleri değişmeye başladı. Artık süratle hareket edilmesi
düşüncesindeydi.
Günlüklerinde
yer
alan
şu
ifadeler
bu
değişikliği
açıkça
göstermektedir: ‘’Harp başlamadan evvel son derece ihtiyatkâr olduğum halde şimdi
artık bütün şiddetle cüretkâr davranmak lüzumunu hissediyorum ve bütün mantığımla
ve zekâmla bu esası yürütmeye çalışıyorum ve hamdolsun yürütüyorum.’’250 Kasım ayı
içerisindeki faaliyetlerinde bu değişiklik kendini göstermektedir. Deyim yerindeyse
Hafız Hakkı Bey artık muhalefetten ayrılıp iktidarın safında yer almaya başlamıştır.
Hafız Hakkı Bey, Kasım ayı başından itibaren çeşitli cephelerdeki durum ile
ilgilenmeye başladı. Birliklerin konuşlanması, iaşe ve cephane vaziyetleri ile ilgili
emirler yazmakla meşguldü. Almanya’dan gelen topların ve diğer cephanenin geçişini
ve Rusların, Sırplara gönderdikleri şifrelerin geçmesine engel olmak için RomanyaSırbistan-Bulgaristan-Avusturya sınırlarının birleştiği noktanın Avusturya tarafından
işgal edilmesini teklif etti. Bu teklif kabul edildi. Bunun yanı sıra Mısır Cephesi ile de
ilgiliydi. 8. Kolordunun durumu hakkında tetkikler yapıyor, bunu Enver ve Bronsart
Paşalarla tartışıyordu. Ancak Hafız Hakkı Bey’in asıl ilgi noktası Kafkas Cephesi idi.
Balkanlarda vaziyetin henüz belli olmaması İstanbul ve çevresindeki birlikleri şimdilik
hareketsiz bırakmıştı. Mısır ikinci derecede önemliydi. Buna karşılık Kafkas Cephesi’ne
III. Ordu nakledilmişti ve Rusya ile karşılıklı savaş ilanından sonra ilk çarpışmalar
burada yaşanmaya başlamıştı. Kafkas Cephesi kesin sonuç alınabilecek bir cephe olarak
düşünülmüştü. Bu cephenin açılmasının amacı Almanya Cephesi’ndeki Rus birliklerinin
bir kısmının dikkatini buraya çekmek ve böylelikle batıda Almanya’yı rahatlatmaktı.
Almanya’nın savaşta galip geleceği düşünülüyordu ve savaşın sonunda galip devletlerle
masaya oturmak için faydalı işler yapma düşüncesi hâkimdi.251
Bu sıralarda Kafkas Cephesi’nde Köprüköy Savaşları yaşanıyordu. III. Ordu
Komutanı Hasan İzzet Paşa idi. Ruslara karşı başarılı hareketler düzenlenmesine
rağmen Hasan İzzet Paşa nezdinde lojistik eksiklerden kaynaklanan bir tereddüt
250
251
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 65.
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 45.
89
hâkimdi. Hafız Hakkı Bey, ordunun iaşe meselesi ile bizzat ilgileniyordu. 4 Kasım
1914’te bir miktar arpa ile elli bin lira parayı III. Orduya gönderdi. Trabzon Valisi’ne
ordunun iaşe temini için şifreler yazdı. Bu arada cepheye erzak ile birlikte iki de tayyare
gönderen Mithat Paşa, Bezm-i Âlem ve Behr-i Ahmer vapurlarının Ereğli açıklarında
Rus donanması tarafından batırılmasına fena halde canı sıkılmıştı. Bu vapurlardaki
erzakın III. Orduya ulaşamamasının meydana getirdiği sıkıntılar ileride kendini
gösterecekti.252
Hafız Hakkı Bey sürekli olarak Hasan İzzet Paşa’ya telgraflar göndererek onu
taarruza teşvik ediyordu. Hasan İzzet Paşa 10 Kasım’da gönderdiği bir telgrafta sonraki
gün için taarruz müjdesini vermişti. Üç gün süren taarruz sonunda kısmi başarılar elde
edildi ve düşman genel olarak doğuya doğru çekilmeye başladı.253 III. Ordudan gelen
iyi haberler Karargâh-ı Umumide yeni bir ümidin doğmasına sebep oldu. Hafız Hakkı
Bey’in önceden düşündüğü Kafkasya’ya taarruz fikri yeniden gündeme geldi ki Enver
Paşa da bu fikre katılıyordu. Yavaş yavaş Sarıkamış Harekâtı’nın zemini oluşturulmaya
başlanıyordu. Hafız Hakkı Bey bu amacı gerçekleştirmek için Kars-Ardahan-Batum
hattının zapt edilmesi gerektiğini söylüyordu. Ona göre III. Ordunun iaşesi Trabzon ve
Erzincan’dan sağlanamazdı. Bunun için biran önce Batum zapt edilmeli ve ordunun
iaşesi buraya dayandırılmalıydı. Hafız Hakkı Bey, Batum yolunun Trabzon yolundan
daha kısa ve elverişli olduğunu düşünüyordu. Böyle bir hareketin yapılması halinde
Batum içlerinde ve Kafkasya’da ilerleyecek ordunun iaşesinin nasıl karşılanacağına
yönelik planları ise ilginçti.
Günlüklerinde bu meseleye çözüm olarak şunları
söylemektedir: ‘’Ordu süratle taarruzla Kars-Ardahan hattını tutmaya muvaffak olursa,
orada Rusların birçok erzakını da bulur. Oradan firar edecek olan Rus ahalinin
bırakacağı kışlık zahire de ayrıca üzerine caba!...Sefer planının gayesi iaşe planı ile
tamamen birleşir ve azim ve himmetle kati olarak halledilemeyen bu mesele halledilir.
Napolyon’un aç ve çıplak askerlerine İtalya’yı gösterdiği gibi biz de Kafkasya’ya
girmeliyiz. ’’254 Böylelikle Hafız Hakkı Bey’in 4 Eylül tarihli savaş planında ortaya
attığı aşırı görüşlere yeniden döndüğü söylenebilir. Bununla birlikte Napolyon
örneğinin nasıl bir gerçeğe dayandığı bilinmemektedir. Enver Paşa’nın da zamanla
kullandığı bu söylem ağır eleştirilere maruz kalmıştır.
252
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 44-49.
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 154.
254
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 56-59.
253
90
16 Kasım günü Batum’un zaptı meselesi yeniden gündeme geldi. Hafız Hakkı
Bey, III. Orduya bunun ne derecede mümkün olabileceğine dair bir şifre yazılmasını
istedi. Ancak Ali İhsan Bey buna karşı çıktı. O emniyet bakımından Trabzon, Rize ve
Hopa Limanlarının Batum limanı’ndan bir farkı olmadığını düşünüyordu. Ayrıca Hafız
Hakkı’nın düşüncelerindeki değişiklik onu şaşırtmıştı. Berlin seyahati öncesinde
ilkbahara kadar savaşa girmeyi uygun bulmayan Hafız Hakkı Bey, şimdi Batum’un
zaptı, Kars-Ardahan istikametine taarruz ve Kafkasya’ya girmek gibi aşırı fikirleri ileri
sürmeye başlamıştı.255 Bronsart’ın da bu harekâtın başarıya ulaşacağına dair tereddütleri
vardı. Batum’un zaptı, henüz donanma üstünlüğü sağlanmadığı için hayal olarak
görülüyordu. Enver Paşa ise bu cüretkâr fikre sıcak bakmıştı. Neticede Hafız Hakkı
Bey’in Enver Paşa’yı ikna etmesiyle yukarıda adı geçen şifrenin III. Orduya
gönderilmesine karar verildi.256
17 Kasım sabahı Rus donanması Rus donanması Trabzon’u topa tuttu. Hafız
Hakkı Bey bu olay üzerine Bronsart’a ısrar ederek donanmanın Rus donanmasını
Sivastopol önlerinde sıkıştırması için bir emir yazdırdı. Bu emir üzerine donanma
Boğaz’dan hareket ettiyse de Rus donanmasını yakalamaya muvaffak olamadı. Hafız
Hakkı Bey, Rus donanmasını tahrip ederek Batum’un zaptını kolaylaştırmak istiyordu.
Ertesi günü III. Orduya yazılan şifrenin cevabı gelmeden I. Ordudan seçilen bir fırkanın
Batum’u zapt etmesi kararlaştırıldı. Oysa Hafız Hakkı Bey Batum’un zaptı için en az bir
kolordunun sevk edilmesini düşünmüştü. Yine de bu konudaki arzusunun yerine
geldiğine sevinen Hafız Hakkı Bey, sonradan bu kuvvetlerin kolordu seviyesine
çıkarılacağına ümit ederek mesaisine devam etti.257 Böylelikle Batum meselesi
halledilmiş oluyordu. Geriye III. Ordunun hareketinin ne şekilde idare edileceği
meselesi kalıyordu. Bu sırada III. Ordu cephesinde Azap Savaşları yaşanıyordu. Hasan
İzzet Paşa’nın taarruz konusundaki mütereddit tavrı Karargâh-ı Umuminin tepkisini
çekmişti. Bu süreç Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a gidip olayları bizzat yerinde
incelemesiyle sonuçlanacaktır ki bu da Sarıkamış harekâtına giden yolun başlangıcıdır.
255
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 164-165.
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 65.
257
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 65-67. III. Ordudan bu konuda gelen cevabın pek olumlu olduğu
söylenemez. Ana cephede düşmana taarruzdan çekinen bir ordu komutanının böyle bir yan manevrayı
desteklemesi beklenemezdi. Azap Savaşları’nı takip eden günlerde odunun içine düştüğü başarısızlıktan
dolayı söz konusu tümenin de Batum’a sevkinden vazgeçilerek bu iş için bir müfreze tahsis edilmiştir.
(Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 61).
256
91
Şu hususu burada ifade etmek gerekir ki Hafız Hakkı Bey, Batum’un zaptı ve
Kafkasya’nın istilası gibi yeni düşüncelerini üç aydan beri fikir birliği içerisinde olduğu
yakın arkadaşlarından gizlemeye gayret etmiştir. Ancak yine de hareketlerinden bu
değişikliği belli etmekteydi. Ali İhsan Bey Kasım ayından itibaren Hafız Hakkı Bey’de
gördüğü değişikliği, yukarıda bahsedilen şifrenin III. Orduya gönderilmesi bahsinde şu
sözlerle ifade etmektedir: ‘’Bugün şurası hayretimi mucip oldu ki evvelce Hafız Hakkı
merhum bu münakaşalarda benimle hemfikir olduğu halde bugünkü şifrenin
hazırlanması esnasında benim yeniden ileri sürdüğüm mütalaaya kulak asmıyor ve
sadece kafa sallamakla geçiştiriyordu.’’258
2.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN KARARGÂH-I UMUMİ’DEKİ GÖREVİNDEN
AYRILMASI
Hafız Hakkı Bey’in Karargâh-ı Umumideki görevinden ayrılmasında Bronsart ile
olan uyumsuzluğunun ve Alman tahakkümüne karşı olan tavrının büyük etkisi vardır.
Hafız Hakkı Bey orduyu ve memleketi Alman emellerinden korumak istiyordu. Bu
sebepten daha Karargâh-ı Umuminin oluşturulduğu günden itibaren Alman karşıtı bir
hizip kurdu. Bu hizibin diğer önemli simaları Karabekir ve Ali İhsan Beylerdi. Bu
isimler her defasında Almanların Türk çıkarlarına uygun olmayan isteklerini kendi
aralarında münakaşa ediyor, ortak bir fikre varıyor ve bu fikri Hafız Hakkı Bey’in
sözcülüğünde Enver Paşa ve diğer hükümet üyelerine bildirerek karşı bir etki yapmaya
çalışıyorlardı. Böylelikle Enver Paşa iki kutuplu bir baskı altında kalıyordu. Ancak çoğu
kez Türk subaylarının etkisinde kalıp, kararlar veriyordu. Nitekim Almanların, Osmanlı
Devleti’ni savaşa sürüklemek için giriştikleri ilk iki girişim bu etki sayesinde sonuçsuz
kalmıştı. Üçüncü girişim ise Hafız Hakkı Bey’in Berlin’e gönderilmesi suretiyle
başarıya ulaşmış ve Osmanlı Devleti vakitsiz bir savaşa sürüklenmişti.
Hafız Hakkı Bey ile Bronsart ve diğer Alman askeri heyeti üyeleri arasındaki
geçimsizlik savaşa girdikten sonra da devam etti. Hafız Hakkı Bey gerek savaşa giriş
şekli gerekse Amiral Suschon’un hareket tarzı hakkında sürekli olarak Bronsart ile
çekişiyordu.259 Günlüğünde de Alman subaylara karşı olan antipatisini sık sık gündeme
getirmektedir. Bunlardan bazıları şöyledir: ‘’Dört vapur öğleye kadar hazır.
258
259
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 181.
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 173.
92
Maatteessüf otomobilleri Akdeniz alamadı. Alamayacağını evvelce söyledik, bir Alman
vapuru vermek lazım dedik. Fakat Almanlar böyle mühim zamanda o kadar adi
menfaatleri düşünüyorlar ki, tasavvur olunamaz. Bu otomobillerin gitmemesi yüzünden
Hasan İzzet Paşa gayet mühim bir vasıtadan mahrum oldu. Ah! Nazır, sen bu
Almanlara fazla yüz veriyorsun. Bu vatan için canı yanan, kalbi sızlayan Türklere
Almanlar kadar olsun ehemmiyet vermiyorsun ve neticede işte mesela Hasan İzzet
Paşa’ya şimdi hem erzak az gidiyor, hem vasıta-i nakliye…
…Bu Almanlarla Karargâh-ı Umumi çorba! Bizim Bezm-i Âlem, Mithat Paşa
Vapurlarından haber yok. Ereğli, Sinop Limanlarına sorduk, bilen yok. İhtimal ki
battılar. Her şeyden evvel iki tayyaremizle en iyi ve yegâne iki tayyare, cephane battı,
yazık!’’260
Batum’un zaptı meselesinin tartışıldığı ve hatta karara bağlandığı günlerde Hafız
Hakkı Bey ile Bronsart arasındaki çekişme devam etti. Bronsart riyasete ait otomobilin
kendisine ait olduğunu iddia ederek Hafız Hakkı Bey’in bu otomobile binmesini
yasaklaması aralarındaki ihtilafı arttırdı. Bunun dışında Bronsart birkaç kez Hafız Hakkı
Bey’i mesaiye geç gelmekle suçladı. Nihayetinde Bronsart’ın 22 Ekim’de Karargâh-ı
Umumi’deki subayları toplayarak Hafız Hakkı Bey’i ima ile bir takım tekdirlerde ve
ihtarlarda bulunması meseleyi kopma noktasına getirdi ve Hafız Hakkı Bey ertesi gün
işe gitmedi.261 Artık Hafız Hakkı Bey’in görevine devam etmesine imkân yoktu.
Karabekir ve Sabis’in hatıralarından bu sırada kendisine Erzurum’a gitme görevinin
verildiği anlaşılmaktadır. Hafız Hakkı Bey’den sonra sırasıyla Karabekir ve Ali İhsan
Beyler de Karargâh-ı Umumiden çıkarılıp başka vazifelere verilmişlerdir. Her ikisinin
de eserlerinde önce Hafız Hakkı Bey’in ardında da kendilerinin bu kurumdan
çıkarılmalarının planlı bir hareket olduğu yazmaktadır. Böylelikle Almanlar Hafız
Hakkı Bey’in muhalefetinden kurtulmuş oluyorlardı.
260
261
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 49 ve 69.
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 387.
93
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA KAFKAS CEPHESİ
3.1. KAFKAS CEPHESİ’NİN COĞRAFİ KONUMU
Kafkas veya Doğu Cephesi adı verilen hareket alanı; Güney Kafkasya, İran
Azerbaycan’ı ve Doğu Anadolu’yu içine alan geniş bir coğrafyayı kapsamaktadır. Bu
cephe 400 km’si Türk-Rus ve 450 km’si Çarlık Rusya işgali altında olan İran sınırı
olmak üzere yaklaşık 1.000 km kadardır. Bu, zayıf ve yetersiz kuvvetlerle geniş bir
cepheyi savunmak anlamına gelir. Ancak asıl belirleyici çarpışmalar Türk-Rus sınırında
özellikle Erzurum ve Kars arasındaki bölgede meydana gelmiştir. Bunun yanında Van,
Musul ve İran başta olmak üzere ana cephenin güneyinde kalan bölgelere ‘’Kuvve-i
Seferiye’’ adında birer tümenden ibaret kuvvetler gönderilmiştir. Coğrafya olarak dağlık
ve ilkimi sert olan bu bölgenin yolları elverişsiz, kaynakları ise yetersizdir. Bu durum
birliklerin birbirlerini lojistik anlamda desteklemelerini ve ulaşımı zorlaştırmaktadır.
Nitekim savaş boyunca coğrafyanın yol açtığı olumsuzlukların sıkıntısı çekilmiştir.262
3.2. III. ORDU’NUN ERZURUM’A NAKLİ
III. Ordunun merkezi Balkan Savaşları öncesinde Manastır’da idi. Balkan
Savaşlarında yine batı ordusu olarak kalmıştı. Ancak bu savaşlarda yenik düşerek ağır
kayıplar verdi ve birliklerinin bir kısmı esir oldu. Geri kalan birlikler ise anlaşma
hükümlerine uygun olarak dağınık halde Arnavutluk kıyılarından vapurlarla İstanbul’a
ve Anadolu kıyılarına taşındı. Bu durum III. Ordunun yeniden kurulması ve sevk, idare
ve eğitiminin yeniden düzenlenmesi gereğini doğurdu. Yeniden düzenlenen bu ordunun
karargâhı Erzincan’a taşındı ve bu orduya Osmanlı Devleti’nin doğu bölgesinin
sorumluluğu verildi.263
2 Ağustos 1914’te seferberliğin ilan edilmesiyle III. Ordunun sefer kuruluşunun
yeniden düzenlenmesine başlandı ve bu düzenlemeler Ekim ayı sonuna kadar devam
262
Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Birinci Dünya Harbi İdari Faaliyetler ve Lojistik,
Gnkur. Basımevi, Ankara 1985, X, 153.
263
Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3’üncü Ordu Harekâtı, Gnkur. Basımevi,
Ankara 1993, I, 51.
94
etti. Gerek Alman gerekse Türk subaylarının hazırladığı savaş planlarında Türk-Rus
sınırında savunma ve taarruz fikirlerinin ele alınması sonucu bu ordunun karargâhı
Alman Subay Felix Guse’nin teklifiyle bir süre için Erzurum’a nakledildi. Erzurum bu
dönemde Rus sınırında bulunuyordu ve askeri açıdan büyük bir öneme sahipti.
Erzurum’a nakledilen ordunun yeni görevi; Türk-Rus sınırının örtülmesi, emniyete
alınması ve Rusların sınırdan kuvvet çekmeleri halinde, yapılacak bir taarruzla bu
harekete engel olmasından ibaretti. Temelde sınırı örtme görevi verilen bu ordu,
Rusların büyük kuvvetlerle taarruz yapmaları halinde ise Erzurum’a çekilerek burada
etkili bir savunma yapacaktı.264
Başlangıçta III. Müfettişlik Bölgesindeki bütün birlikler III. Ordu merkezine dâhil
edilmedi. 9. Kolordunun 29. Tümeni ile 11. Kolordunun 18. ve 24. Tümenleri III.
Ordunun dışında idi. Ancak 24 Ağustos 1914’te Başkumandanlık Vekâletinden gelen
bir emirle 9. 11. ve 13. Kolorduların tüm birlikleri, kolları ve menzil örgütleriyle bu
orduya bağlandı.265 Kasım ayı başında ise 10. Kolordunun Erzurum’a nakledilmesine
karar verildi.266
3.3. III. ORDU’NUN İAŞE VE LOJİSTİK MESELESİ
Tekâlif-i Harbiye Kanunu gereğince 14 Eylül 1914 tarihinde Erzurum, Trabzon,
Van, Bitlis, Diyarbakır, Mamuretülaziz ve Musul Vilayetleri ile Canik sancağından
oluşan çok geniş bir alan III. Ordu Komutanlığına iaşe bölgesi olarak verildi. Bu bölge
ordunun ihtiyaç duyduğu hububat ve hayvan yemini temin için yeterli olmakla birlikte
iaşenin ordu bölgesine ulaştırılması büyük bir sorundu. Özellikle Diyarbakır ve Musul
gibi uzak bölgelerdeki iaşeyi Erzurum’a nakletmek için gerekli olan taşıtlar yetersizdi.
Yollar ise sevkiyat için pek uygun değildi. Bu eksikliğin önüne geçmek için Batı
Anadolu ve Rumeli’deki birliklerin iaşesine temin edilmiş olan Sivas vilayeti de III.
Ordu iaşe mıntıkasına dâhil edildi.267 Ancak buna rağmen bu ordunun lojistik meselesi
halledilmiş değildi. Çünkü merkezden bu bölgeye değin uzanan arazide demiryolu
264
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 69.
İlden, Sarıkamış, 25.
266
Yarbay Selahattin, Kafkas Cephesi’nde 10. Kolordu’nun Birinci Dünya Savaşı’nın Başlangıcından
Sarıkamış Muharebelerinin Sonuna Kadar olan Harekâtı, Yay Haz: Zekeriya Türkmen, Alev Keskin,
Fatma İlhan, Gnkur. Basımevi, Ankara 2006, 30.
267
Tuncay Öğün, Kafkas Cephesi’nin I. Dünya Savaşı’ndaki Lojistik Desteği, Atatürk Araştırma Merkezi,
Ankara 1999, 122.
265
95
bulunmuyordu. Demiryolu Ankara’nın 100 km doğusundaki Ulukışla’ya kadar
geliyordu. İaşe buradan Kayseri-Sivas-Erzurum şosesiyle III. Ordu mıntıkasına
taşınıyordu ki bu yol 900 km civarındaydı. Ulukışla’dan Erzurum’a ancak bir ayda
varılabiliyordu. Kışın kar yağdığında ise bu yol neredeyse tamamen kapanıyordu.268
Diğer kara yollarında da durum aşağı yukarı aynı vaziyetteydi. Seferberlik ilan
edildiğinde lojistik destek sağlamaya en uygun yol Trabzon-Erzurum yoluydu. Bu yol
1914’te tamir edilmişti. Ancak Rusların, İran ticaretini Trabzon-Erzurum güzergâhından
Batum-Tiflis güzergâhına kaydırmaları bu yolun eski önemini kaybetmesine sebep
olmuştu. Bunun dışında Erzincan şosesi ile sahilden iç kesimlere ulaşan GiresunŞebinkarahisar, Ordu-Koyulhisar ve Samsun-Kavak şoseleri kısmen iyi durumdaydı.
Geriye kalan yollar çamurlu ve köprüleri yıkılmış olduğu için ulaşıma elverişli
değildi.269
III. Ordunun iaşesi büyük ölçüde malzemenin İstanbul’dan deniz yolu ile
Trabzon’a, buradan da karayolu ile Erzurum’a nakledilmesi ile sağlanıyordu. Ancak
Rus donanmasının Karadeniz’de kol gezmesi sebebiyle deniz nakliyatı tehlikeliydi.
Nitekim zaman zaman bunun mahzurları görülmüştü; 6 Kasım 1914’te Kafkas
Cephesi’ne iaşe gönderen Mithat Paşa, Bezm-i Âlem ve Bahr-i Âlem vapurları
Zonguldak Ereğlisi açıklarında batırıldı. Bu vapurlar kışlık giyecek, erzak, cephane ve
iki de keşif uçağı taşıyordu. Bu vapurların batırılması Kafkas Cephesi’ndeki durumu
derinden etkiledi. Özellikle kışlık giysilerin cepheye ulaşamaması askerin kışın donarak
kırılmasında büyük bir etken oldu.270
Alınan tedbirlerle ordunun günlük ihtiyacının karşılanmasına imkân yoktu.
Taşıma araçları ve yolların yetersizliğinden dolayı ortaya çıkan durum orduyu aç
kalmak tehlikesiyle karşı karşıya bırakmıştı. Bu eksikliği telafi etmek için erzakın cephe
gerisindeki halk tarafından taşınması yoluna gidildi. Bu uygulamada yakınlık itibariyle
özellikle Erzurum ve Trabzon halkının büyük yararlılıkları görülmüştür. Hamal kolları
adı verilen bu birlikler savaşın sonuna kadar hizmet vermiştir.271 Ancak yine de III.
Ordunun lojistiğinin hiçbir zaman tam manasıyla sağlandığı söylenemez. Savaş
boyunca hep bu yetersizliğin acısı çekilmiştir. Buna karşılık Rus tarafında durum
268
Ziyanur Aksun, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2008, 186-187.
Öğün, Kafkas Cephesi’nin Lojistik Desteği, 128-129.
270
Hasan Basri Efendi, Bir Gemi Kâtibinin Esaret Hatıraları, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2009, 19-22.
271
Öğün, Kafkas Cephesi’nin Lojistik Desteği, 142-144.
269
96
Osmanlı Devleti’ne kıyasla oldukça iyi işliyordu. Ruslar 1878-1914 yılları arasında
ellerinde tuttukları Kars, Ardahan, Batum ve Artvin çevresinde askeri açıdan öneme
sahip birçok yol inşa ettiler. Demiryolları da gayet iyi durumdaydı. Tiflis’ten Gümrü’ye
giden demiryolunu Kars ve Sarıkamış’a kadar uzatmışlardı. Ayrıca Tiflis’ten Poti ve
Batum’a kadar ulaşan iki demiryolu daha mevcuttu. Bu haliyle Ruslar memleketlerinin
iç kesimlerinden cepheye asker ve iaşe sevkini bir iki gün gibi kısa bir zamanda
yapabiliyorlardı. Osmanlı tarafında ise durum bahsedilen nedenlerden dolayı içler acısı
idi. Daha önce ifade edildiği gibi Ulukışla’dan Erzurum’a askeri ve iaşeyi sevk etmek
bir aylık işti. Daha kısa olan Trabzon-Erzurum yolu ise iki hafta sürüyordu.272
3.4. KÖPRÜKÖY VE AZAP SAVAŞLARI
27 Ekim 1914’te Amiral Suschon komutasında Karadeniz’e açılan Türk
donanması 29 ve 30 Ekim tarihlerinde birer Rus şehri olan Sivastopol ve Odesa’yı topa
tuttu. Osmanlı Devleti’nin doğrudan savaşa girmesini gerektiren bu olaydan hükümetin
birçok üyesi önceden haberdar edilmemişti. Bu yüzden savaş aleyhtarı birçok nazır
istifa etti. Bunların başında Maliye Nazırı Cavit Bey geliyordu.273 Bu olay Osmanlı
Devleti’ni doğrudan savaşın içine sokan bir hareket olmasına rağmen Osmanlı
Hükümeti, Rusya’ya savaş ilan etmekten çekindi ve bu devletle ilişkilerini düzeltmeye
yönelik bir takım faaliyetlerde bulundu. Kabine üyelerinin bir kısmı Almanya ile
yapılan ittifak antlaşmasının iptal edilip, tüm Almanların ülke dışına çıkarılması
yönünde görüş bildirdiler. Ancak bu teklif kabul edilmedi. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin
Petersburg’daki elçisi vasıtasıyla Rus Dışişleri Bakanı Sazanov ile temasa geçilerek iki
devlet arasındaki ilişkiler yumuşatılmaya çalışıldı. Karadeniz’de Türk donanmasının bir
daha benzer bir harekette bulunmayacağı bildirildi. Ancak bu temaslar da işe yaramadı
ve 2 Kasım’da Rusya, 5 Kasım’da ise İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti’ne savaş ilan
ettiler. Osmanlı Devleti ise 11 Kasım’da bu devletlere karşılık verdi.274 Aynı gün
Osmanlı padişahı ve aynı zamanda 300 milyon Müslüman’ın halifesi olan V. Mehmet
Reşat, ordu ve donanmaya bir irade göndererek, İngiliz, Rus ve Fransız esaretinde
bulunan Müslümanları cihada çağırdı. 14 Kasım’da ise Şeyhülislam Mustafa Hayri
272
Aksun, Sarıkamış Harekâtı, 186.
Sina Akşin, Türkiye Tarihi, Cem Yayınevi, İstanbul 2002, IV, 55.
274
A.B.Şirokorad, Rusların Gözünde 240 Yıl Kıran Kırana Osmanlı-Rus Savaşları (Kırım-Balkanlar-93
Harbi ve Sarıkamış), Selence Yayınevi, İstanbul 2009, 466.
273
97
Efendi’nin Fatih Cami’sinde cihadın farz-ı ayn olduğuna dair fetvayı okumasıyla cihat
ilanı halka duyuruldu.275
Ruslar, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmeden bir gün önce 1 Kasım 1914’te
harekete geçtiler. Oltu’dan Ağrı Dağı’na kadar olan cephede taarruza geçen Ruslar,
Türklerin sınır muhafız kuvvetlerini uzaklaştırdıktan sonra sınırdan içeriye doğru
ilerlemeye başladılar. Ordu emrinde istikamet Erzurum olarak belirlenmişti.276 Bu
sıralarda III. Ordunun komuta kademesi şöyleydi; III. Ordu Komutanı Tuğgeneral
Hasan İzzet Paşa, III. Ordu Kurmay Başkanı Yarbay Felix Guse, 9. Kolordu Komutanı
Tuğgeneral Ahmet Fevzi Paşa, 11. Kolordu Komutanı Tuğgeneral Galip Paşa ve 13.
Kolordu Komutanı Tuğgeneral Hüsamettin Paşa idi. Tuğgeneral Ziya Paşa
komutasındaki 10. Kolordu ise henüz III. Orduya bağlanmamıştı. Üç kolordunun yanı
sıra III. Orduya bağlı birçok kuvvet bulunuyordu ve bunlar Erzurum’dan Van ve
Musul’a değin uzanan cepheye yayılmışlardı.277 Türk ordusunun karşısında Rusların
Kafkas Ordusu bulunuyordu. Bu ordunun komutanı yaşlı bir general olan Graf
Voronsof Daşkof’tu. Yardımcısı General Mişlayefski, Ordu Kurmay Başkanı ise
Yudeniç’ti.278 Rus kuvvetlerinin büyük kısmı Batı Cephesi’nde Almanya ile savaş
halindeydi. İlk zamanlarda Osmanlı Devleti’nin hemen savaşa dâhil olmamasından
dolayı Kafkasya’ya ciddi derecede kuvvet bırakılmamıştı. Ancak Karadeniz olayından
sonra durum değişti ve Ruslar ciddi anlamda Kafkas sınırına kuvvet yığmaya
başladılar.279
275
Cihat ilanının perde arkası ve İslam dünyasındaki yankıları için Bkz. Selami Kılıç, ‘’I. Dünya
Savaşı’nda Türk-Alman Cihat Politikasına Bir Bakış’’, 100. Yılı Münasebetiyle I. Dünya Savaşı’nda
Kafkas (Doğu) Cephesi Uluslararası Sempozyumu, 25-27 Eylül 2014/ Erzurum, Yay Haz: Merve Uğur,
Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2015, 139-189.
276
General Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, Çev: Mütekait Kaymakam
Nazmi, Gnkur. Matbaası, Ankara 1935, 52-53.
277
Songül Alşan, Sarıkamış Kuşatma Harekâtı ve Şehitlikleri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2014,
11-12.
1 Kasım’da Rus saldırısının başladığı sırada III. Ordunun dağılımı şu şekildeydi: 11. Kolordunun 18 ve
34. Tümenleri Erzurum doğusunda Höyükler hattında, 9. Kolordu 28. ve 29. Tümenleriyle Erzurum ve
Erzurum batısında toplanmışlardı. 2. Nizamiye Süvari Tümeni, Hasankale-Köprüköy civarında düşmanla
temas halinde, 11. Kolordunun 33. Tümeni Aras Vadisi’nde ve 9. Kolordunun 17. Tümeni Üçkilise ve
Başovacık yönünde bulunuyordu. 13. Kolordu ve III. Orduya bağlı diğer birlikler ise ana cephenin
dışında; Hınıs’tan Van ve Musul’a kadar olan alana yayılmışlardı. (Arif Baytın, İlk Dünya Harbi’nde
Kafkas Cephesi 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, Vakit Matbaası, İstanbul 1946, 21).
278
Nikolski, Sarıkamış Harekâtı (12-24 Aralık 1914), Çev: Emekli Kaymakam (Yb) Nazmi, Gnkur.
Basımevi, Ankara 1990, 3.
279
Rusya’nın Kafkasya’daki kuvvetlerinin dağılımı şöyleydi: Kafkas 1. Kolordusu Kars’ta, Kafkas 2.
Kolordusu Tiflis’te ve Kafkas 3. Kolordusu Vladikafkas’ta bulunuyordu. Bunların dışında Kafkas
Ordusu’na bağlı bir takım birlikler daha mevcuttu. Karadeniz Olayından sonra bu birlikler hızla ana
98
1 Kasım’dan itibaren başlayan Rus saldırıları, Türk tarafının kendisini test
etmesine vesile oldu. Yığınağını henüz tamamlamamış olan III. Ordu,
Rus Kafkas
Ordusu’nun gücünü henüz tam olarak bilmediğinden önce savunmada kaldı.280 1-4
Kasım arasındaki Rus taarruzları sonucunda düşmanla temas halinde olan 2. Nizamiye
Süvari Tümeni Köprüköy’e kadar geldi. Öte yandan Narman Kasabası’nı işgal eden
Ruslar, Kale, İşhan ve Pitkir sınır taburlarını geri çekilmeye mecbur ettiler. Bu halde
Ruslar kendilerine direnen öncü Türk birliklerini hiç zorluk çekmeden geri püskürtmüş
oluyorlardı. Karşılaştıkları en büyük zorluk aşılması güç dağlar olmuştu. Ancak bu zayıf
direniş Rusların tamamen yanılmasına sebep olacak ve ileri hatların avantajını sağlamak
için Köprüköy’ü almak gibi hatalı bir karar vereceklerdi.281
3.4.1. Köprüköy Savaşları
Köprüköy’e kadar ilerlemiş olan Ruslar daha ileri geçememişlerdi. III. Ordu ise
toplanmış ve sefer kuruluşunu almıştı. Bu nedenle ordunun, artık sınırı aşıp ilerleyen
dağınık Rus kuvvetlerine karşı taarruz etmesi mümkündü. Taarruz hareketinin Aras
Vadisi’nden ve Oltu üzerinden yapılması kararlaştırıldı. 4 Kasım’da Başkumandanlık
Vekâlet’inden gelen şifreli emirde ordunun artık taarruza geçebileceği söylenmişti.
Enver Paşa tarafından kaleme alınan bu emirde düşmanın daha zayıf olduğu
bildiriliyordu. Taarruz, 7 Kasım sabahı asıl hareketleri yapmakla görevlendirilen 11.
Kolorduya bağlı 34. ve 18. Tümenlerin ileri hareketiyle başladı.282 Rus kuvvetleri ile
Badıcivan bölgesinde karşılaşıldı. Burada Rusların yoğun ataşe başlaması üzerine 18.
Tümen paniğe kapıldı ve bu panik havası 34. Tümen’e de sirayet etti. Ancak kolordu
komutanının emekleriyle panik önlendi ve karşı saldırıya geçildi. Muharebeler
sonucunda Ruslar Badicivan’dan atıldı.283
Buna karşılık Türk kuvvetleri Köprüköy Cephesi’nden çekilmek zorunda kaldı.
Çobandede Köprüsü Rusların eline geçti. Bu kısmi başarısızlıklar üzerine Türk
birliklerinin Erzurum Kalesi’ne çekilmesi fikri ortaya atıldı. Böylelikle ordunun yeniden
tertip ve düzen alacağı düşünülüyordu. III. Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse’nin ortaya
harekât bölgesine nakledilmeye başlandı. (Maurce Larcher, Büyük Dünya Savaşı’nda Türk Cepheleri
(Kafkas Harekâtı), Çev: Can Kopyalı, Yay Haz: Bingür Sönmez, İstanbul 2010, 61).
280
Muzaffer Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, Hazine Yayınları, İzmir 2007, 91.
281
Larcher, Kafkas Harekâtı, 68.
282
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 44.47.
283
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 45-46.
99
attığı bu fikir, III. Ordu İstihbarat Şubesi Müdürü Binbaşı Mümtaz Bey’in itirazları
sonucu kabul edilmedi. 8 Kasım’da çarpışmalar yeniden başladı. Esirlerden alınan
bilgiye göre; Türklerin karşısında I. Kafkas Kolordusunun bütün alayları, bir Plaston
tugayı ve bir Kazak tümeni bulunuyordu. Bunların gerisinde ise II. Türkistan Kolordusu
hazır bekliyordu.284 Muharebelerde III. Ordu birlikleri bütün cephe boyunca azimle
ilerleyerek, düşmana baskı yaptı. Zayıf olan düşman, mevzilerini tamamen terk ederek
doğuya, asıl mevzilerine doğru çekilmeye başladı. Ancak yine de kesin bir başarı elde
edilemedi.285
Hafız Hakkı Bey, cephede yaşananlarla yakından ilgiliydi. Düşmanın kesin bir
şekilde ezilmesini istiyordu. Bu amaca ulaşmak için 11. Kolordunun yanında 9.
Kolordunun da harekâta dâhil edilmesini Karargâh-ı Umumiye teklif etti. Nitekim onun
isteği üzerine 9. Kolordu, Erzurum önlerinden cepheye nakledilmeye başlandı. Ayrıca
Rusların önemli kayıplar vererek Köprüköy’ün doğusuna çekilmeleri Hafız Hakkı Bey’i
umutlandırdı ve Hasan İzzet Paşa’nın ileri sürülmesi için teşvik edilmesini istedi. Bu
düşünceye katılan Enver Paşa, 9 Kasım gecesi Hasan izzet Paşa’ya bir telgraf
göndererek ileri hareketin ne derece mümkün olduğunu sordu.286 Hasan İzzet Paşa 10
Kasım’da şu cevabı verdi: ‘’Düşman evvela zayıf iken şimdi bir kolorduya kadar çıktı,
fırsat elden kaçtı. Düşman mevzii pek kuvvetli, eldeki mevcut kuvvete ve duruma göre
uygun bir karar verilecektir.’’287 Hasan izzet Paşa’nın taarruz konusundaki bu
tereddütlü tavrı Hafız Hakkı Bey’in canını sıkmıştı. Hemen Enver ve Bronsart Paşalar
ile görüşerek, Hasan İzzet Paşa’nın maneviyatını kuvvetlendirmek ve onu taarruz
fikrine hazırlamak gerektiğini söyledi. Üç komutan arasında yapılan görüşme
sonucunda III. Orduya şu emir gönderildi: ‘’Geçen telgrafnamede yazdığım gibi,
Rusların yalnız bulunan kuvvetini ezmek kabil olduğunu zannediyorum. Herhalde
Rusların 1. Kafkas Kolordusundan maada kuvvetlerinden malumat yok. Diyadin ve
Karakilise kuvvetleri ancak iki-üç bin nefer kuvvetindedir. O halde karşınızdaki kuvvet
ancak bildirdiğiniz kuvvetlerden ibarettir. Cepheden pek şedid mukavemetler gösteren
Ruslar yan ve gerilerine doğru çevirme harekâtı yaparak icra edilen taarruza karşı pek
hassastır. Evvelce de söylediğim gibi vazifenizi ifa için kale kıtaatını da istediğiniz gibi
284
Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 98-99.
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 49.
286
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 50.52.
287
Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 99.
285
100
kullanabilirdiniz. Tabii, oradaki ahvale göre karar vermek ancak zat-ı alinize aittir. Bizi
en ziyade münakaşaya sebep verdiren, uzak mesafeden ordu kumandanının işlerini
karıştırmak hissidir.’’288 Hafız Hakkı Bey’in telkinleriyle kaleme alınan bu telgrafta en
fazla dikkat çeken husus; çevirme harekâtı fikrinin ortaya atılmasıdır. Hafız Hakkı Bey,
öteden beri Rusların yan ve gerilerine doğru yapılan taarruz hareketlerine karşı hassas
olduğunu düşünüyordu. Belli ki bu fikre Enver Paşa’yı da inandırmıştı. Kafkas
Cephesi’nde çevirme harekâtı yapılması düşüncesinin bu görüşmeden sonra kesinlik
kazandığı söylenebilir.
9 Kasım günü taarruza devam eden III. Ordu, cephesindeki düşmanı biraz daha
geriye atabilmişti. 10 Kasım’da Hasan İzzet Paşa, ele geçirdiği hattı tahkim ettirmekle
beraber ufak keşifler yapılmasını istedi. Ordunun büyük bir kısmına ise mola verdirerek
9. Kolordu’nun gelmesi beklendi.289 11 Kasım sabahı Enver Paşa ve Hafız Hakkı
Bey’in istediği üzerine Türk ordusunun taarruzu başladı. Akşama kadar yapılan
çarpışmalarda sonucunda düşman kuvvetleri 11. Kolordu cephesinden biraz daha geriye
çekildi. 12 Kasım’da III. Ordu taarruz hareketine devam etti. Düşman yalnız 1905
rakımlı tepede karşılık gösterebilmişti. 28. Tümen Köprüköy civarında bulunan bu
tepeyi zapt etmek için üç defa hücum etti ve üçüncüsünde başarılı olarak düşmanı geri
püskürttü. Ruslar, burada binden fazla ceset bırakarak geri çekildi.290 13 Kasım günü
Ruslar, yoğun Türk taarruzu altında Sanamirsel yataklarından Aras’a kadar olan eski
mevzilerine döndüler. Bu düzenli geri çekilmenin sonucunda Azap’ta mevzi aldılar.291
Böylelikle Köprüköy Savaşları sona ermiş oluyordu.
Köprüköy Savaşlarından tam olarak yararlanılamamıştı. Düşman çok küçük
birliklerle takip edilmiş ve bu sebepten muhtemel bir zafer elden kaçmıştı. Karargâh-ı
Umumide yine Hafız Hakkı Bey’in etkisiyle III. Orduya verilen emirde; geri çekilen
düşmanın şiddetle takip edilmesi ve kuşatılarak imha edilmesi istendi. Hafız Hakkı
Bey, düşmanın büyük bir cepheye yayılmış olan kıtaatının III. Ordudan zayıf olduğunu
düşünüyordu ve bu yüzden Kars istikametinde gidilerek düşmanın arazisine girilmesini
istiyordu. Hafız Hakkı Bey, Köprüköy Savaşları sonucunda Türk ordusunun iki bin
288
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 53.
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 50.
290
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 152-153.
291
Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 57-58.
289
101
civarında şehit verdiğini, buna karşılık Rusların 4 bin ceset geride bırakarak Türk
topraklarını terk ettiklerini söylemektedir.292
3.4.2. Azap Savaşları
Köprüköy Savaşları sonunda mağlup olan Rus Kafkas Ordusu yaklaşık 18-20 km
doğuya çekilerek Azap-Horum hattında mevzi aldı ve içinde bulundukları müşkül
durumdan dolayı 2. Türkistan Kolordusunun bölgeye takviye olarak gönderilmesi
istendi. Bu sırada Rus Kafkas Ordusunun başında General Mişlayevski bulunuyordu.
General Daşkof yaşlı ve hasta olduğu için vekâleti ona bırakmıştı.293 III. Ordu ise
düşmanı Azap sırtlarına püskürttüğü 13 Kasım gününden beri hareketsiz kalmıştı.
Hasan İzzet Paşa, yeni bir taarruz yapıp yapmama konusunda tereddütlüydü. Nitekim 1
Kasım’dan itibaren başlayan çarpışmalar orduyu yıpratmıştı. İkmal sıkıntısı söz konusu
idi. Birde bunu üzerine çetin kış şartları eklenmişti. Bu durum III. Ordunun üç gün
hareketsiz kalmasına neden oldu. Sadece 2. Nizamiye Süvari Tümeni ile 29. Tümenin
14 ve 15 Kasım tarihlerinde düşmanla ufak çaplı temasları olmuştu.294
Enver Paşa, 4 Kasım’da Hasan İzzet Paşa’ya taarruz emri vermişti. O ve Hafız
Hakkı Bey, sonuna kadar taarruz harekâtının sürdürülmesini istiyorlardı. Hafız Hakkı
Bey, taarruzun başarıya ulaşması halinde, düşmanın şiddetle takip edilerek KarsArdahan hattının zapt edilmesini ümit ediyordu. İaşe sıkıntısı çeken ordu, bu sayede
düşman topraklarında ihtiyacını temin edebilirdi. Hafız Hakkı Bey ayrıca Batum’un da
zapt edilerek, III. Ordunun hareketinin buraya dayandırılmasını dile getiriyordu.
Böylelikle iaşe sorunun çözüleceğini düşünüyordu.295
Karargâh-ı Umumi 15 Kasım akşamı III. Orduya taarruz emri verdi. 16 Kasım
sabahı taarruz başladı. Hasan İzzet Paşa, ordu karargâhını Heran’a nakletmişti. Ordu ilk
hedef olarak Horasan-Ekrek Yaylası hattını ele geçirecekti. 11. ve 9. Kolordular
düşmanı kuzey ve güney yanlarından kavrayacak şekilde ileri harekâta başladılar.
Böylece düşmanın iki yanı sarılmış olacaktı. Ancak bu zekice düşünceye rağmen
düşmanın sadece ileri birlikleri geri atılabildi. 17 Kasım’da iki kanattan taarruza devam
292
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 57-61.
Larcher, Kafkas Harekâtı, 69.
294
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 53.
295
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 55.
293
102
edildiyse de yine kesin bir sonuca ulaşılamadı.296 Bununla birlikte yine de düşmana
ciddi bir darbe vurulmuştu. 18 Kasım için verilen ordu emrinde; zapt edilen mevzilerin
tahkimi, cephane noksanlığının ikmali ve birliklerin düzenlenmesi tebliğ olundu. Bugün
Ruslar sadece Aras’ın güneyinde 33. Tümene taarruz ettiler. Ancak bu tümenin karşı
taarruzu sonucunda Kırık sırtlarından doğuya doğru çekilmeye mecbur kaldılar.297
Bu arada 10. Kolordunun 30. Tümeni harekât bölgesine henüz yetişmiş
bulunuyordu. III. Ordu olduğu yerde çakılı kalmıştı. Hasan İzzet Paşa, avantajlı bir
konumda olmasına rağmen düşmana taarruz etmekten çekiniyordu. Birkaç gün süren bu
hareketsizliğin ardından Karargâh-ı Umuminin hiç te istemeyeceği bir şey gerçekleşti;
Hasan İzzet Paşa 21 Kasım’dan itibaren orduyu geri çekmeye başladı. Azap bölgesinde
10 km’lik bir cepheye giren III. Ordunun geri çekilme sebepleri olarak; Narman
bölgesinde düşman kuvvetlerinin varlığı, cephane ve erzak yetersizliği ve yanları açık
geniş bir mevzide taarruzun zor icra edileceği düşüncesi gösterildi. Bu durumda geri
çekilerek 10. Kolordunun harekât alanına ulaşmasını beklemeye karar verildi.298 Hasan
İzzet Paşa ordunun kuşatılacağı endişesini taşıyordu. Oysa durum onun zannettiğinden
tamamen farklıydı. Savaş aslında Türkler tarafından kazanılmıştı.
Rus General
Berhman, kendi karargâhına verdiği raporda; savaşın kaybedildiğini bildirmişti. Rus
birlikleri geri çekilmeye başlamıştı. Hatta bu geri çekilme panik halini almış ve birlikler
Sarıkamış’a doğru kaçmaya koyulmuşlardı.299 Maslofski de ‘’Umumi Harpte Kafkas
Cephesi’’ adlı eserinde Azap Savaşlarında, Türk taarruzu karşısında çok zorluk
çektiklerini, kısmi geri çekilmelerin olduğunu ve hatta bu şiddetli taarruz neticesinde
Rusların 39. ve 20. Fırkalarının mevcudunun % 40’ının zayi edildiğini yazmaktadır.300
Bunun yanında Hasan İzzet Paşa’nın Narman’daki Rus kuvvetlerinin çokluğuna
dair aldığı bilgi abartılıydı. Bu kuvvetlerin Köprüköy ve Hasankale’ye ilerleyecek
güçleri yoktu. Ayrıca ‘’gayet metin’’ olarak tabir edilen Rus mevzileri aslında alelade
tahkim edilmiş mevzilerdi. Bu mevzilerde tel örgü gibi engeller dahi yoktu. Obüs,
havan ve el bombası mevcut değil. Özetle, cephedeki düşmanın vaziyeti, III. Ordu
Komutanlığınca iyi değerlendirilememişti. Buna karşılık cephedeki en büyük gerçek;
296
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 54.
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 160-161.
298
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 66.
299
Aksun, Sarıkamış Harekâtı, 206.
300
Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 57-59.
297
103
cephane ve iaşe eksikliği idi. Nitekim III. Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse’nin
hatıralarında geri çekilmenin sebebi ‘’cephane sarfiyatının önüne geçmek’’ olarak
gösterilmektedir.301 Ali İhsan Bey (Sabis) de iaşe meselesinin geri çekilmede en büyük
etken olduğunu söylemektedir. Ona göre; ikmal hizmetleri, iyi bir demir yolu ve ya
mükemmel motorlu kollarla desteklenmeyen bir ordunun taarruzu eninde sonunda
kesintiye uğrayacaktı. Nitekim Rus tarafında bu hizmetler oldukça iyi durumdaydı.
Direnmenin imkânı yoktu. Köprüköy’de kesin olarak mağlup edilemeyen düşmana,
Azap ve Horum mevkilerinde tekrar taarruz etmek gereksizdi. Boş bir çabadan ibaretti.
Ali İhsan Bey, bu düşüncelerini Enver Paşa’ya açtığında onun tarafından ağır
hakaretlere maruz kaldığını ifade etmektedir.302
Kasım’ın 21’inde başlayan geri çekiliş 22’sine kadar devam etti. Bu süre
içerisinde yer yer başlayan topçu ateşinden başka herhangi bir ciddi çatışma yaşanmadı.
III. Ordu Köprüköy’de toplandı. Bu durum birçok olumsuzluğun ortaya çıkmasına yol
açtı. Her şeyden önce orduda güvensizlik ve hoşnutsuzluk meydana geldi. Bir takım
ittihatçı valiler ve bölgedeki Teşkilat-ı Mahsusa mensupları olaya müdahale ederek,
Hasan İzzet Paşa’yı merkeze şikâyet ettiler. Hasan İzzet Paşa’nın manen üstün bir
orduyu geri çekerek büyük bir felakete yol açabileceğini söylediler.303 İki hafta boyunca
devam eden çarpışmaların sonunda çok sayıda Türk askeri kırıldı. Komuta kademesinde
itimatsızlık meydana geldi. Fırtınalı bir havada yapılan geri bu çekilme sonucunda
kıtalar yorgun ve bitkin bir hale geldiler. Bin bir güçlükle elde edilen toprakların bir
kısmı, yeniden düşmana teslim edildi. Bu durum, oldukça büyük kayıp vermelerine
rağmen Rusların daha kazançlı çıkmalarına sebebiyet verdi.304
İki Hafta devam eden Köprüköy ve Azap Savaşları sonucunda, Genelkurmay’ın
kayıtlarına göre Türk Ordusu iki bin civarında kayıp vermiştir.305 Ali İhsan Bey’e göre
ise Türk Ordusu; 212 subay ve 11. 800 er kaybına uğramıştır. Bunlardan 2 bini şehit, 6
bini ise yaralı, esir ve firaridir.306 Buna göre Hafız Hakkı Bey’in sadece Köprüköy
Savaşları için verdiği kayıp sayısına, tümünü şehit olarak ifade etmesine rağmen yaralı,
301
Felix Guse, ‘’Büyük Harpte Kafkas Cephesindeki Muharebeler’’, Askeri Mecmua, Çev: Kaymakam
Hakkı, Sayı: 20, İstanbul 1 Kanunnusani 1931.
302
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 162.
303
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 56-60.
304
Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 121-122.
305
3’üncü Ordu Harekâtı, 1, 322-323.
306
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 183.
104
esir ve firariler de dâhil olmalıdır. Buna karşılık Rus tarafının kayıpları daha ağırdır.
Maslofski, bu çarpışmalar sonucunda 39. ve 20. Rus Tümenlerinin mevcudunun % 40
oranında azaldığını söylemektedir. Eserinin ilerleyen satırlarında ise Rus zayiatının 6
bin olduğunu ifade eder. Emekli Kaymakam Nazmi tarafından yapılan eleştiride, % 40
oranına atıfta bulunarak bunun 30 bin muharipten 12 bin zayiat edeceği bildirilir. Buna
diğer birliklerin kaybı da eklenirse bu sayının daha da artacağını belirtir. Nazmi,
Maslofki’nin zikrettiği 6 bin miktarının yalnızca savaş esnasında ölenlerden ibaret
olduğunu, esir ve yaralıların bu sayıya dâhil edilmediğini, dâhil edilmesi halinde
yukarıdaki sayıya ulaşılacağını ifade etmektedir.307
6-22 Kasım tarihleri arasında meydana gelen savaşlarda Türk tarafının kısmi
başarılarına rağmen, Hasan İzzet Paşa’nın orduyu geri çekmesi, gerek Karargâh-ı
Umumi,
gerekse hükümet nezdinde ciddi tepkilere yol açtı. Bölgedeki ittihatçı
yöneticilerin ve Teşkilat- Mahsusa mensuplarının Hasan İzzet Paşa’yı merkeze şikâyet
etmeleri üzerine ilk önce Hafız Hakkı Bey durumu incelemek için bölgeye gitti. Hafız
Hakkı Bey’in buradan gönderdiği bir takım raporlar üzerine bu kez Enver Paşa olup
bitenleri anlamak için Erzurum’a geldi ve III. Ordunun idaresini Hasan İzzet Paşa’dan
devralarak Sarıkamış Harekâtı’nı başlattı.
3.5. HAFIZ HAKKI BEY’İN
ERZURUM’A
GELİŞİ
VE
SARIKAMIŞ
HAREKÂTI’NA KADARKİ FAALİYETLERİ
3.5.1. Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a Gönderilmesinde Rol Oynayan Faktörler
Hafız Hakkı Bey’in Karargâh-ı Umumideki görevinden ayrılıp Erzurum’a
gidişinde birçok faktörün etkili olduğu söylenebilir. Bunları şu şekilde sıralamak
mümkündür; Bronsart ile olan uyumsuzluğu Enver Paşa ile arasındaki rekabet, III.
Ordunun geri çekilişi ve bazı ittihatçı yöneticilerin ve bölgedeki bazı Teşkilat-ı Mahsusa
mensuplarının Hasan İzzet Paşa hakkındaki şikâyetleri.
Hafız Hakkı Bey ile Bronsart arasındaki geçimsizlik, Hafız Hakkı Bey’in Alman
çıkar ve görüşlerine boyun eğmemesinden kaynaklanıyordu. Bronsat, amir sıfatıyla
çeşitli kereler fırsat kollayıp Hafız Hakkı Bey’in açığını yakalamış ve onu diğer Türk ve
307
Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 57 ve 74-82.
105
Alman subayların yanında ve ya gıyabında küçük düşürmeye çalışmıştı. Hafız Hakkı
Bey’i Karargâh-ı Umumiden çıkarmak demek, karargâhtaki Türk nüfuzunu kırmak
demekti. Nitekim Hafız Hakkı Bey, Enver Paşa’dan sonra karargâhtaki en yetkili ikinci
Türk subayı idi. Ali İhsan ve Kâzım Karabekir gibi daha alt rütbeli şube müdürleri
çeşitli konular üzerinde ortaya attıkları düşüncelerini Hafız Hakkı Bey aracığı ile Enver
Paşa’ya iletebiliyorlar ve ona etki yapabiliyorlardı. Bronsart’ın amacı doğrudan doğruya
bu nüfuzu kırmaya yönelikti ve sonunda başarılı oldu. Bu durumda Hafız Hakkı Bey’in
yeni bir görev yüklenmesi gerekiyordu.
İkinci faktör daha çok tarihin magazinsel kapsamında değerlendirilmekle birlikte
yine de bir görüş olarak dikkate alınmak durumundadır. Yakın dönemi anlatan bazı
hatıra türü eserlerde, Enver Paşa ile Hafız Hakkı Bey’in arasında gizli bir rekabetin
olduğuna dair görüşler mevcuttur. Bu eserleri kaleme alan kişilerce Hafız Hakkı Bey,
Enver Paşa’ya rakip olarak görülmüştür. Nitekim belli bir döneme kadar aynı rütbe ve
şöhrette ilerlemişlerdir. Harp Okulu’ndan sınıf arkadaşıdırlar. Beraber mezun
olmuşlardır. Hatta Hafız Hakkı Bey birinci, Enver ise ikinci olarak okulu bitirmiştir.
Kurmay stajlarını tamamlamak için her ikisi de III. Orduya gönderilmiştir. Burada;
Manastır ve Selanik bölgelerinde çetecilere karşı beraber mücadele vermişler, İTC
saflarına aynı dönemde katılmışlar ve önemli mevkilere gelmişlerdir. Yine
Meşrutiyet’in yeniden ilanı için ortak mesaide bulunmuşlar ve nihayet Meşrutiyet’in
ilanının ardından her ikisi de İstanbul gazetelerince ‘’Kahraman-ı Hürriyet’’ ilan
edilmişlerdir. Ardında biri Berlin, diğeri ise Viyana’ya askeri ataşe olarak
gönderilmiştir. 31 Mart Vakası’nın bastırılmasında her ikisine de önemli görevler
verilmiştir. Yine Balkan Savaşlarında aynı ordu içerisinde mücadele etmişlerdir. Ve
nihayet birer sultanla evlenmek suretiyle her ikisi de saraya damat olmuştur. Balkan
Savaşlarının sonuna kadar rütbece eşittirler ve aynı oranda itibar sahibidirler. Ancak
Babıali Baskını’ndan ve Edirne’nin geri alınmasından sonra Enver’in yıldızı parlamış
ve hızla terfi etmeye başlamıştır. İki hafta içinde yarbaylıktan Albaylığa, ardından da
generalliğe yükseltilerek, Harbiye Nazırlığı ve Başkumandan Vekâleti gibi önemli
makamlara getirilmiştir. Böylelikle Osmanlı Devleti’nin tartışmasız bir lideri haline
gelmiştir.
Enver Paşa her ne kadar yakın arkadaşı Hafız Hakkı Bey’i önemseyip onu
Genelkurmay İkinci Başkanlığına getirmişse de rütbece kendi önüne geçmesine mani
106
olmuştur. Bu halde Enver, general iken Hafız Hakkı Bey yarbay rütbesinde
bulunuyordu. Rütbe meselesi zamanla Hafız Hakkı Bey’in canını sıkmaya başlamıştı.
Karabekir, bir sohbet esnasında Hafız Hakkı Bey’in rütbe meselesinden dolayı sarf
ettiği sözleri şöyle aktarmaktadır: ‘’28 Birinciteşrin 33’da (10 Kasım 1914) Harbiye
Nezareti Müsteşarlığından, Beşinci Kolordu Kumandanlığına tayin olunan Mahmut
Kamil Bey, kolordusuyla Nikolay Bey’in kendi üçüncü fırkası ile müdafaa ettiği
Çamlıca tepelerinde taarruz ediyordu. Ben, Hafız Hakkı Bey ile beraber Mahmut Kamil
Bey’in karargâhında gündüz ve gece manevrayı takip ediyorduk. Gündüz manevra
meydanında her üçümüz bir arada iken, Hafız Hakkı Bey bir aralık sözü Enver Paşa’ya
getirerek şöyle dedi: -Enver Kaymakam, Hafız Kaymakam, Enver Paşa, Hafız
Kaymakam.’’308Ali
İhsan
Bey’de
yukarıdaki
olaya
atıfta
bulunarak
şunları
söylemektedir: ‘’Hafız Hakkı ile Mahmut Kamil ve Enver’in üçü aynı sınıftan
erkânıharp çıkmış bulunduklarından bunlardan birinin paşa, diğerinin albay olması ve
kendisinin hala yarbay kalması, Hafız Hakkı merhumu üzüyormuş.’’309
Şerif İlden Bey ise bu konu hakkında o günün İstanbul’unda dedikodu
mahiyetinde dolaşan söylentileri şöyle aktarmaktadır: ‘’Başkomutanlık Kurmay
Başkanlığında 3’üncü Ordu’nun Ruslara saldırısını en çok gerekli gören parti İttihat ve
Terakki imiş. Ve güya Hafız Hakkı merhum ve arkadaşları buna karşı çıkmışlar. Gerek
bu ve gerek öbür nedenlerden şiddetli muhalefetlere bir son vermek için Hafız Hakkı
merhum ve Genelkurmay İkinci Başkanı Yarbay Bahattin Bey görüş ve düşüncesini
öğrenmek için zamanın Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e gitmişler. Yolda Genelkurmay
Birinci Şube Müdürü Binbaşı Ali İhsan Bey’e rastlamışlar. Bir süre birlikte yürümüşler.
Hafız Hakkı merhum bu sırada Enver’in aleyhinde ağzına geleni söylemiş durmuş. Ali
İhsan Bey (Sabis), askeri konularda alınmış olan kararlara şimdi Hafız Hakkı Bey gibi
yüksek bir makamda oturan bir kişinin bu kadar sert karşı çıkmasından ve ya duyduğu
ve sonucunu zararlı gördüğü muhalefet akımının devamını durdurmayı gerekli
saymasından ve yahut bugün bizce keşfedilmemiş olan başka nedenlerden dolayı
durumu doğrudan doğruya gidip Enver Paşa’ya açıklayıp anlatmış. Bunun üzerine
Enver Paşa telefonla Bahriye Nezareti’ni bularak Mecidiye Kruvazörünü ’nün derhal
Karadeniz’e hareket etmek için hazır bulunmasını emretmiş. Aynı zamanda Hafız Hakkı
308
309
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 385.
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 173.
107
merhumu konağına çağırmış. Karşısına dikmiş ve -şimdi Trabzon’a hareket ederek
3’üncü Ordu’yu denetleyeceksiniz. Raporunuzu telgrafla gönderecek ve buradan emir
bekleyeceksiniz- demiş. Hafız Hakkı merhum da başka türlü cevap vermeyi uygun
görmediğinden emri kabul ve o saatte çamaşırlarını bile almadan Mecidiye
Kruvazörü’yle Trabzon’a doğru yola çıkmış. Enver’in Mecidiye Kruvazörü ’nü tahsis
etmesinin nedeni, kruvazörün süratinin azlığı imiş. Belki bu yüzden Ruslar tarafından
yakalanır da Hafız Hakkı ile birlikte mahvedilir düşüncesindeymiş.’’310
İlden, bu görüşe tam olarak katılmamakla birlikte olabilirlik payı da vermektedir.
Ancak Ali İhsan Bey’in bu dönemdeki durumu dikkate alındığında, bu sözlerin
söylentiden ibaret kaldığı görülmektedir. Nitekim Ali İhsan Bey, Kafkas Harekâtı’nın
erken başlamasına aleyhtar olan bir isim olması hasebiyle Hafız Hakkı Bey ile tam bir
akort içindedir. Hafız Hakkı Bey’in harekâtı engelleme çabasına karşı değil tam aksine
taraftar olmalıdır. Ayrıca bu dönemde Hafız Hakkı Bey, günlüklerinden anlaşılacağı
üzere Kafkaslarda yapılacak bir harekâta karşı değildir. Bununla birlikte Enver Paşa ile
Hafız Hakkı Bey arasında bir rekabet olsa bile, bunun Hafız Hakkı’yı ortadan kaldırma
isteği raddesine vardığını iddia etmek mantığa sığmamaktadır. Hem de bir geminin
yavaşlığını dikkate alıp, onun Ruslar tarafından batırılacağını hesaplayarak. Yine İsmail
Hakkı Okday tarafından ortaya atılan görüşte bu kapsamdadır. Kendisi de saray damadı
olan Okday, bu dönemde damatlar arasında rekabetin söz konusu olduğunu, Enver
Paşa’nın kendisini Irak ve Hafız Hakkı Bey’i ise Erzurum’a göndererek ölümlerine yol
açmak istediğini ve böylelikle her ikisinden de kurtulup rakipsiz kalacağını planladığını
iddia etmektedir.311 Ancak Enver Paşa’nın bizzat Erzurum’a gidip III. Ordunun idaresini
ele alması ve hatta ordu komutanı olmasına rağmen avcı taburlarının önünde
mücadeleye katılarak kurşunlara göğüs germesi bu düşüncenin sakatlığını ortaya
koymaktadır. Sonuç olarak Enver Paşa ile Hafız Hakkı Bey arasında gizli bir rekabetin
mevcudiyetini kabul etmekle birlikte, bunun Hafız Hakkı’yı ortadan kaldırma isteği
raddesine vardığını iddia etmek ve Hafız Hakkı’nın Erzurum’a gönderilişini bu iddiaya
bağlamak gerçeğe tamamen aykırıdır. Bununla birlikte diğer faktörlerle birlikte Hafız
Hakkı Bey’in son zamanlarda Enver Paşa hakkında söylediği olumsuz sözlerin Enver
Paşa’yı gücendirip bu kararında etkili olduğu söylenebilir.
310
311
İlden, Sarıkamış, 131.
Okday, Yanya’dan Ankara’ya, 323-325.
108
Üçüncü ve dördüncü faktörler Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a gidişinde en büyük
etkiye sahiptir. III. Ordu Köprüköy Savaşlarında Ruslara galip gelerek, onları Azap ve
Horum hattına atmayı başarmıştı. Başkumandanlık Vekâletinin emri üzerine taarruza
devam edildi. Ancak Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa, Rusların konumuyla ilgili bir
takım yanlış değerlendirmeler yaparak ve lojistik desteğin yetersizliğini bahane ederek
orduyu geri çekmeye karar verdi. III. Ordunun geri çekilmesiyle birlikte, bin bir
güçlükle ele geçirilen topraklar yeniden düşmana teslim edilmiş oluyordu. Bu durum
birçok sorunu beraberinde getirdi. Her şeyden önde orduda hoşnutsuzluk meydana
geldi. Komuta kademeleri arasında itimatsızlık yaşanmaya başlandı.312 Geri çekilme
harekâtı, bölgenin ittihatçı yöneticileri ve Teşkilat-ı Mahsusa mensuplarını ortak bir
düşünce etrafında topladı. Özellikle Erzurum Valisi Tahsin Bey, Van Valisi Cevdet Bey
ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey, III. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın görevden
alınmasını ve bölgedeki güçlerin arttırılarak daha cesur ve genç komutanların komuta
kademesine getirilmesini istediler.313 Bu isimlerin yanı sıra bölgede görevli olan İTC
murahhası mesulü ve Teşkilat-ı Mahsusa mensubu Bahattin Şakir Bey de III. Ordu
Komutanı Hasan İzzet Paşa’yı merkeze şikâyet etti. Böylece Hasan İzzet Paşa üzerinde
siyasi baskı oluşmaya başladı. Ancak Başkumandanlık Vekâleti sivillerin mülki
yöneticilerin askeri meseleler karışmasına karşı çıktı ve bu tarz şikâyetlerin yapılması
yasaklandı.314 Bununla birlikte Karargâh-ı Umumi ve Hükümet nezdinde de III. Ordu
ile ilgili görüş valilerinkiyle aynı idi. Enver Paşa, Hasan İzzet Paşa’nın işi anarşiye
sürüklediğini söylüyordu.315 Hafız Hakkı Bey ise durumdan duyduğu rahatsızlığı şu
sözlerle dile getiriyordu: ‘’Üçüncü Ordu işleri izam ediyor; mütemadiyen cephane
talebi icat edilmiş bir vesile olabilir. Butum’un zaptı hakkındaki tekliflere sudan
cevaplar veriliyor. Köprüköy Muharebelerini, parça parça kuvvet sokarak gayri müsait
şartlar içinde yaptı. Azap Muharebesi, azim ve metanet ile idare edilemedi. Muvaffak
olacaklarında daima şüphe ve tereddüt ederek işe başladı ve tabi muvaffak olamadı ve
olamayacaktır.’’316 Böylelikle Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a gitmesi için gereken
şartlar doğmuş oluyordu.
312
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 50-60.
Hanri Benazus, Sarıkamış Faciası, Toplumsal Dönüşün Yayınları, İstanbul 2006, 195-196.
314
Yavuz Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü (Sarıkamış Harekâtı), Erzurum Kalkınma Vakfı
Yayınları, Erzurum 2003, 129.
315
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 389.
316
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 182-183.
313
109
3.5.2. Hafız Hakkı’nın Erzurum’a Gelişi: Teftiş ve Motivasyon Gezileri
Başkumandanlık Vekâleti, Kafkas Harekâtı’na çok büyük önem veriyordu.
Özellikle Enver Paşa ve Hafız Hakkı Bey nezdinde hâkim olan görüş; III. Ordu ile
Rusları cepheden baskı altında tutarak İran’dan ve Karadeniz’den sevk olunacak
kuvvetlerle Rusların iki yanına ve gerilerine darbeler vurmak ve yerli Müslüman Türk
halkı ayaklandırıp bütün Kafkasya’yı istila etmekti. Bu amaçla Batum’a iki kolordu
çıkarılması planlanmıştı. Karadeniz’de üstünlüğün sağlanması esasına dayanan bu
düşünce en çok Hafız Hakkı Bey tarafından savunuluyordu. İran Harekâtı için ise
Kuvve-i Seferiye adı verilen birliklerin oluşturulmasına karar verilmişti. Bu iş için
Tahran’a gitmek üzere Kâzım Karabekir görevlendirilmişti.317 Ancak III. Ordu’nun geri
çekilmesi bu düşünceyi sekteye uğratmıştı. Böylelikle Başkumandanlık Vekâleti ve
Karargâh-ı Umumi nezdinde III. Ordu bölge ve cephesini teftiş fikri doğdu ve bu iş için
Hafız Hakkı Bey görevlendirildi.
Ali ihsan Bey ve Karabekir’in eserlerinden anlaşıldığı kadarıyla Hafız Hakkı
Bey’e bu görev III. Ordunun geri çekilişini tamamladığı 22 Kasım 1914 günü verilmiş
olmalıdır. Bronsart ile aralarına çekişmeye değinen Karabekir, Hafız Hakkı Bey’in
İstanbul’dan ayrılış sürecini şöyle anlatır: ‘’Kendisine de tahriri tekdir gönderilmiş
olacak ki Hafız Hakkı Bey, ertesi günü vazifesine gelmedi. Arada neler geçti
bilmiyorum. Yalnız ertesi gün (23 Kasım 1914) makamına gelmiş. Beni istediğini haber
verdiler. Yanına gittim. Çok meyustu. Tabii bende bir şey açmadım. Benden Kars
Kalesi’ne dair harita ve malumat istedi. Haritaların kendinde bir gece kalmasını, ertesi
günü geri vereceğini söyledi. Bende bir şey söylemedim, ayrıldım. Hafız Hakkı Bey’de
yeisle beraber bir yolculuk sevinci hissettim. Kars hakkında malumat istemesinden kani
oldum ki Hafız Hakkı Bey, Kafkas Cephesi’nde bir vazifeye gidiyor. Kendisini bana
açmadığı için, bende bugün kendisine bir şey söylemedim. 24 Kasım 1914’te Hafız
Hakkı Bey bir iki saat için yine makamına geldi ve Kars hakkındaki malumata teşekkür
ederek, haritaların bir kısmını iade etti. Galiba pek ketum davranması emrini almış ki
yine bana bir şey söylemedi. Mecburen ben şunları söyledim:
317
Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 140. Ayrıca Bkz. Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?,
395.
110
-Kars Kalesi hakkındaki tetkikiniz Kafkas Cephesi’nde bir taarruz arzu olunduğu
hakkında bende endişe uyandırıyor. Kışın oralarda ne kadar şiddetli hüküm sürdüğünü,
o havalide üç yıllık geçen çocukluk hayatımda, şehirlerin içinde görmüştüm. Kâmilen
dağlık olan o mıntıkada dağlar ve kışın şiddeti, taarruz edeceklere karşı pek yaman bir
düşmandır. Böyle bir teşebbüs varsa, bütün kuvvetimizle önlemeliyiz. Korkuyorum ki
Almanlar Baserabya’ya asker çıkaramıyoruz diye Kafkasya’ya hareketi istiyorlar.
Kışın, elbisesi ve teçhizatı çok eksik olan Üçüncü Ordumuzu mahva meydan
vermemeliyiz.
Hafız Hakkı Bey –Ben de kışın taarruza taraftar değilim. Kars hakkındaki
tetkiklerimin sebebi, şimdiye kadar orası ile hiç meşgul olmadığımdandır.
Ben –Birkaç gündür makamınıza muntazam devam etmemenizden, bu vazifeden
çekilebileceğiniz şayiası vardır. Verilmiş bir kararınız var mıdır?
Hafız Hakkı Bey –Vazifeme devama imkân kalmamıştır. Münasebetsizliği sen de
biliyorsun. Fakat henüz yeni vazifem hakkında kati bir emirde almadım, kararda
vermedim.’’ Karabekir bu konuşmadan sonra Hafız Hakkı Bey’in Kafkasya’da yeni bir
göreve gideceğini anlamıştı. Kafasını kurcalayan mesele, kışın taarruz yapılıp
yapılmayacağı idi. Hemen Enver Paşa’ya giderek meselenin aslını öğrenmek istedi.
Enver Paşa kendisine verdiği cevapta; kışın taarruz hakkında henüz bir karar
vermediklerini, Hafız Hakkı Bey’i bölgeyi incelemek ve orduyu teftiş etmek üzere
bölgeye göndereceklerini söyledi.318
Ali İhsan Bey’in ise bu günlere ait verdiği bilgiler şöyledir: ‘’21.11.1914
akşamından sonra, Hafız Hakkı’yı ancak üç gün sonra, 24.11.1914’te görebildim.
22.11.1914’te Bronsart Paşa’nın ihtar vakası onu gücendirmiş ve ertesi günde
Karargâh-ı Umumi ’ye gelmemişti. 24.11.1914’te gördüğüm zaman benden Üçüncü
Ordu’nun menzil teşkilleri hakkında malumat istedi ve nihayet pek hususi ve mahrem
bir surette bana dedi ki –Üçüncü Ordunun geri çekilmesi, menzil zorlukları
Başkumandan Paşa’nın canını sıkmış, Bahattin Şakir Bey de yazmış. Ordu Kumandanı
kâfi derecede metin görünmüyormuş. Ekseriya tereddüt gösteriyor ve kararını sık sık
değiştiriyormuş, biraz da muharebelerden dolayı kendisine vehim gelmiş, fazla
ihtiyatkâr davranıyormuş. Başkumandan Vekili, bizzat gidip ahvali mahallinde görmek
318
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 387-389.
111
ve tetkik etmek istedi; fakat Vükela Heyeti razı olmadı. Benim gitmekliğime karar
verildi. Ben mecidiye Kruvazörü ile Trabzon’a gideceğim.’’319 Hafız Hakkı Bey,
Karabekir’den sakladığı hakikati, Ali İhsan Bey’e söylemekten çekinmemiştir. Pek
muhtemeldir ki Karabekir’in aşırı tepki gösterip kendisini caydırmaya çalışmasından
endişe etmiştir. Bununla birlikte her ikisi de Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a gideceğini
bilmekle birlikte buradan taarruzu destekler nitelikte raporlar göndereceğini tahmin
edememişlerdir. Seferberliğin başından beri aralarında mutabık kaldıkları, ilkbahara
kadar beklemek fikrini muhafaza edeceğine inanmışlardır. Ancak Hafız Hakkı Bey’in
bu konudaki fikrinin Karadeniz Olayı ve Berlin dönüşünden sonra değiştiği, artık
çözümü şiddet ve cüretkârlıkta gördüğü günlüklerinden açıkça anlaşılmaktadır. Hafız
Hakkı Bey, bu düşüncelerini sakladığı için Ali İhsan ve Karabekir Beyler, Hafız Hakkı
Bey’in düşüncelerinin Erzurum’a vardıktan sonra değiştiğini zannetmektedirler. Sonuç
olarak Hafız Hakkı Bey’in Bronsart ile bozuştuğu bir sırada, Kafkas Cephesi’nde ortaya
çıkan bu sorunlar, başarısızlıklar ve hayal kırıklıkları, Hafız Hakkı’nın cepheye gidişine
ve yerinde incelemeler yapıp karar vermesine yol açmıştır.
Hafız Hakkı Bey 25 Kasım 1914 günü Mecidiye Kruvazörü ile Trabzon’a hareket
etti. Kendisine III. Ordu Kurmay Başkanı Felix Guse’ye vermesi için Almanca yazılı bir
talimat teslim edilmişti. O gün için gizli olan ve Karargâh-ı Umumideki Türk
subaylarının içeriğini bilmediği bu talimatta şunlar yazıyordu: ‘’Rus Ordusunun cephesi
kuvvetli ise ve bir taktik hareketiyle başarı elde edilemeyeceğine kanaat getirilirse, bir
kolorduyu Erzurum müstahkem mevziinden alınacak toplarla takviye ederek Rusların ön
cephesine, ayrıca iki kolordu ile yanlarına kuşatıcı bir taarruz yapılabilir.’’320 Bu
talimattan anlaşılıyor ki Başkumandanlık Vekâleti, Hafız Hakkı Bey’i Erzurum’a
durumu inceleyip rapor etmekten çok, şartlar ne olursa olsun orduyu taarruza
hazırlamak için göndermişti. Muhtemel bir harekâtın kuşatma şeklinde yapılacağını ön
319
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 184.
Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 147. Hafız Hakkı’nın Trabzon’a hareketi çok acele bir şekilde
oldu. Kendisine lazım olan birçok eşyayı alamadan ve yakınlarıyla vedalaşamadan İstanbul’dan ayrılmak
zorunda kaldı. Ali Vasıb Efendi hatıralarında Hafız Hakkı’nın bu acil gidişini şöyle anlatmaktadır:
‘’Erkan-ı Harbiye tarafından Rusya cephesinin teftişine memur edilen eniştem Hafız İsmail Hakkı Bey,
Gülcemal vapuruyla ( burada bir bilgi yanlışı söz konusudur. Hafız Hakkı Gülcemal Vapuru ile değil,
Mecidiye Kruvazörü ile Trabzon’a hareket etmiştir.) bağleten İstanbul’dan hareket etti. Bizi bile görüp
veda edemedi. Bilahare haber alarak ancak evimizden görünen Gülcemal vapurunu dürbün ile
seyrettik.’’ ( Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 59.)
320
112
gören bu talimatın doğrudan doğruya Felix Guse’ye hitap etmesi ayrıca ilginç olan bir
noktadır. Nitekim Hasan İzzet Paşa’nın mütereddit tavrı bilinmektedir.
26 Kasım akşamı Trabzon’a varan Hafız Hakkı Bey, buradan gönderdiği şifreli
telgrafta: ‘’Hopa’ya ihraç hareketinin mümkün olduğunu, Hopa’dan piyade ve hayvan
hareketine mahsus yol ile Çoruh Vadisi’ne varılabileceğini’’ bildirdi. Hafız Hakkı
Bey’in ilk raporu taarruz düşüncelerini teşvik edici yöndeydi. Tetkikin amacı gerçeği
görmekten çok taarruza zemin hazırlamak gibiydi.321
Hafız Hakkı Bey, Trabzon’daki bu incelemelerinden sonra 27 Kasım sabahı
Erzurum’a gitmek üzere kendisine tahsis edilen otomobille Trabzon’dan hareket etti.
Kışın ve soğuğun geçit vermediği, Trabzon-Erzurum yolundaki meşakkatli yolculuğun
ardından 29 Kasım günü Erzurum’a vardı. Aynı gün Albaylığa terfi ettiğini bildiren
İrade-i Seniyye kendisine tebliğ edildi. Bu yoldaki zorlukları ve Erzurum’a vardıktan
sonra kışın şiddetini gören Hafız Hakkı Bey, 29/30 Kasım gecesi İstanbul’a aşağıdaki
raporu gönderdi: ‘’Çoğunlukla geceleri yürüyerek, ancak bu gece saat 22: 00 sularında
Erzurum’a geldim. Yollar ve havalar gayet fenadır. Trabzon ile Erzurum arasındaki
menzil durumu hakkında yaptığım incelemelerde, III. Ordu’nun bu durumuyla yiyecek,
giyecek ve cephane ikmali meselelerinin gittikçe fenalaşacağına kani oldum. Menzil
işlerini yürütmekte olan emeklilerin hiçbir işe yaramadığı görülmüştür. Trabzon’daki
III. Ordu adına gönderilen yiyecek, donatım ve araçlar hala oralarda durmaktadır.
Yolların muhtelif yerlerinde idaresizlik belirtisi olan mekkâre ve öküz ölüleri duruyor.
Bu duruma ivedilikle bir çare bulunmazsa, ordunun hiçbir eksiği muntazam ikmal
edilemeyeceği gibi, elde bulunan taşıt araçları da yakında mahvolacaktır. Yarın gerek
görevimi kapsayan hususlarla ve gerekse menzil işleri için Hasan İzzet Paşa ile
görüşeceğim.’’322 Hafız Hakkı Bey’in ilk raporunda görülen olumlu ifadeler yerini
bölge gerçeklerine bırakıyordu. Bunda şüphesiz Trabzon ve Erzurum vilayetleri
arasındaki iklim farklılıklarının ve Hafız Hakkı Bey’in bu bölgeye ilk defa gelip
zorlukları bizzat müşahede etmesinin büyük rolü vardır. Birçok araştırmacı Hafız Hakkı
Bey’in bu tarihe kadar ilkbahardan önce savaşa girmeme düşüncesinde olduğunu,
Erzurum’daki incelemelerinden sonra ve yükselme hevesiyle kanaatinin değiştiğini
yazmaktadır. Oysa daha öncede ifade edildiği gibi Hafız Hakkı Bey ile Enver Paşa
321
322
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 194.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 333.
113
arasında Kasım ayı ortalarından beri kışın bir kuşatma harekâtının yapılmasına dair
ortak bir düşünce mevcuttu. 29/30 Kasım tarihli bu rapor ise zorlukların bizzat
müşahede edilip objektif bir şekilde merkeze bildirilmesinden başka bir şey değildi.
Hafız Hakkı Bey, Albay rütbesiyle Erzurum’a vararak söz konusu telgrafı
gönderdikten sonra Erzurum Valisi Tahsin Bey, Dr. Bahattin Şakir Bey ve bir takım
ittihatçı yöneticilerle görüştü. Ardından Ordu Menzil Müfettişi Avni Paşa’dan menzil
teşkilleri hakkında bilgi alarak Aralık ayı başında III. Ordu Karargâhının bulunduğu
Köprüköy’e hareket etti.323 Albay Hafız Hakkı Bey III. Ordu Karargâhına varmadan
önce burada durum şöyleydi; Aras havzasında yeni işgal ettiği savunma mevzilerinin
sağlamlaştırılmasıyla uğraşan III. Ordu, menzil hizmetlerinin eksik örgütlenme ile
yönetilmesi yüzünden durduğu yerde açlıktan mahvolmak tehlikesiyle karşı karşıyaydı.
Erzak kollarının eşekleri, öküzleri, develeri bakımsızlık ve mevsimin şiddetli etkisiyle
kısmen ölmüş ve kısmen de yük taşıyamayacak derecede zayıflamışlardı. Bilhassa 9.
Kolordu’nun iaşesi sağlanamıyordu. Bu kolordunun 1. Şube Müdürü Yarbay Ömer
Lütfi Bey’in verdiği raporda, Erzurum ambarlarından cepheye kadar erzak kollarının
ancak 6-8 günde ulaşabildiklerini ve bu süre içeresinde taşınan arpanın neredeyse
hububatı taşıyan eşek ve öküzlere dahi yetmediğini bildirmişti. Bu güç durum
karşısında Hasan İzzet Paşa’nın kurmayları şaşkınlık içindeydiler. Bu kurmay
subaylarda orduyu yerinde oynatmak için artık cesaret kalmamıştı. Şerif Bey, bu durum
içerisinde Hafız Hakkı Bey’in bölgeye gelişinin sevinçle karşılandığını ve orduya
yeniden bir canlılık geldiğini kaydetmektedir. Bu canlılık havasında birlikler süratle
talime başladılar. Cephane ve iaşe meselesi ise bölge halkının büyük fedakârlıklarıyla,
kışın şiddetine bakmadan kadınların ve çocukların güle oynaya, sırtlarında ve
kucaklarında taşıdıkları cephaneyi ve iaşeyi cepheye götürmeleriyle giderilmeye
çalışıldı. Bunun dışında bölge halkının yardımlarından sağlanan on beş-yirmi bin fanila,
çorap, çamaşır gibi eşya Erzurumlular tarafından orduya armağan edildi. Bu yardımlar
sonucunda orduya neşe ve sağlamlık geldi.324
Hafız Hakkı Bey’in Köprüköy seyahati görünürde teftiş ve motivasyon amaçlıydı.
III. Ordunun yeniden cesaretlenmesi için yoğun bir çabanın içine girmişti. İstanbul’un
III. Orduya ne kadar güvendiğini göstermesi için askere moral vermek adına ‘’Selam-ı
323
324
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 135.
İlden, Sarıkamış, 139-140.
114
Şahaneyi ve Dua-i Padişahiyi’’ askere bildirdi. Sultan V. Mehmet Reşat’ın orduya karşı
iltifat ve selamlarını bildirdiği bu bildiri şöyledir: ‘’Bundan 15 gün önce İstanbul’dan
ayrılmadan Padişah’ın ayağının toprağına yüz sürdüm. Ayrılırken beni kapıya kadar
geçirdiler. Pek mahcup oldum. Büyük Padişah’ımızın elini ayağını öptüm. –Hayırlı
oğlum, ben ihtiyar olduğum için asker evlatlarımla savaşa gidemiyorum. Bari savaşa
gideceklerin yanında bir süre yürüyeyim. Geçen Balkan Savaşı’nda ordu beni üzmüştü.
Bu kez beni memnun edip sevindireceğinden eminim. Ben gece ve gündüz onlar için dua
ediyorum- buyurdular. Yüce Padişah’ımızın bu altın sözlerine ekleyecek söz bulamadım.
Bu ana kadar bizi sevindiren yüce Allah bizi zafere kavuşturacaktır.’’325
Hafız Hakkı Bey, bölgeye vardıktan hemen sonra teftişe başladı. III. Ordu
Komutanı ve kurmay heyeti ile görüşerek, bir takım mütalaalarda bulundu. Hafız Hakkı
Bey’in ve dolayısıyla Karargâh-ı Umuminin görüşü; Rus kuvvetlerini sol kanattan
kuşatmak ve Kars Kalesi’ne çekilmelerine mani olarak bu birlikleri imha etmek
yönündeydi. Genel hatları bu şekilde olan bu planı tatbike III. Ordu komutanı razı
edilecekti. Şerif Bey, teftişin bu ilk günlerinde Hafız Hakkı Bey’in bir ziyafet sırasında
kuşatma manevrasının yapılış biçimini kendilerine anlattığını ifade etmektedir. Şerif
Bey ayrıca Hafız Hakkı Bey’in anlattıklarından bir takım çıkarımlarda bulunarak bu
harekâtın İstanbul’da kararlaştırıldığını söylemektedir.326
Köprüköy görüşmeleri sonucunda III. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa ve onunla
aynı görüşte olan kurmayları, Hafız Hakkı Bey’in taarruz hakkındaki tekliflerine, bazı
noksanların giderilmesi şartıyla razı oldular. Böylelikle taarruz harekâtı hazırlıklarına
başlandı ve 10. Kolordu’nun geride kalan birliklerinin harekât bölgesine sevki
hızlandırılmaya çalışıldı. 2 Aralık’ta ki Köprüköy görüşmelerinden sonra Hafız Hakkı
Bey, 3 Aralık akşamı Başkumandanlık Vekâletine 29/30 Kasım gecesi gönderdiği
raporla çelişen ve kışın taarruz harekâtının yapılabileceğine dair olumlu ifadelere yer
veren şu raporu göndermiştir: ‘’Rusların sağ cenahına taarruz kabildir. Sıçankale Dağı
üzerinden hareket mümkündür. İd (Narman)’deki düşman sekiz tabur piyade, bir bölük
süvari ve bir batarya kuvvetindedir. Merkezde düşman cephesinde endaht meydanı
geniştir. Sol cenaha doğru ilerlemek kabil ise de Aras Nehri’ni geçmek müşküldür.
Binaenaleyh evvela Onbirinci Kolordu ile taarruz edip düşmanın nazar-ı dikkatini sol
325
326
Taşyürek, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, 150.
İlden, Sarıkamış, 142.
115
cenaha celp etmeli ve bu esnada Dokuzuncu ve Onuncu Kolordular Koşa-Tortum
hattında toplanmalı. Badehu İd üzerine hareket; İd’deki düşman berbat edildikten sonra
ya Sıçankale Dağı’ndan düşmanın sol cenahına taarruz ve ya bu dağ üzerindeki
geçitleri set ederek Oltu üzerinden düşmanın gerilerine taarruz. Fakat Ordu
Kumandanı ve Erkan-ı Harp Reisi mütereddit. Metaneti lazımeyi haiz değil, cephede
Onbirinci Kolordu ile sahra topları ve kale topları kalsın. İd cihetindeki kuvvetlere ben
kumanda edeyim. Hasan İzzet Paşa her iki gruba kumanda etsin. Başka bir ordu
kumandanı tayini muvaffak değil.’’327
29/30 Kasım’daki raporla tam bir tezat halinde olan bu rapor, tüm olumsuz kış
şartlarına taarruzu mümkün gösteriyordu. Nitekim Ali İhsan Bey, Sarıkamış Harekâtı’na
bu raporun yol açtığını söylemektedir.328 Hafız Hakkı Bey bu raporunda ayrıca Hasan
İzzet Paşa’yı mütereddit göstermekle birlikte onun ordu komutanlığından alınmasını
uygun görmemektedir. Sarıkamış Harekâtı üzerine ilk ciddi çalışmalardan birini kaleme
alan Yavuz Özdemir, 2 Aralık görüşmeleri sonucunda Hafız Hakkı Bey’in, Hasan İzzet
Paşa’yı harekâta inandırmış olabileceğini ve bu yüzden görevinde kalmasını istediğini
ifade etmektedir.329 Yine bu raporda Hafız Hakkı Bey ilk kez birliklere komuta etme
isteğini ortaya koymuştur. Narman bölgesindeki birliklere komuta etmek istemektedir.
Hafız Hakkı Bey’in gerek taarruzu destekler nitelikteki ifadeleri ve gerekse bazı
birliklerin başına geçme isteği, takip eden günlerde merkeze gönderdiği raporlarında
yinelenmiştir.
Hafız Hakkı Bey, 3 Aralık tarihli raporundan sonra teftişlerine devam etti. 4
Aralık’ta, Balkanlarda çetecilerle mücadelede ün yapmış Gırabeneli Bekir ve Bahattin
Şakir Beyler ile birlikte 34. Tümen Karargâhı’na geldi. 34. Tümen Komutanı Aziz
Samih (İlter) Bey ile muhabbet etti. Aziz Samih, Hafız Hakkı Bey’in İstanbul’dan geliş
sebebini anlatması bakımından önemli olan bu görüşmeyi şöyle anlatmaktadır:
‘’Cepheyi görmek için Hafız Hakkı Bey’le Tahtatepe’deki topçu mevziine gittik.
İstanbul’dan teftişlerinin sebebini sordum. -Anlayamadın mı? Dedi. -Anladım Ne
duruyorsunuz, demeye geldiniz. Dedim. Gülerek dedi ki –iyi bildin ne duruyorsunuz?
Beni Batum’dan vapura bindirmelisiniz. Yoksa Trabzon’dan gitmem. Bu suretle bir
327
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 135-136. Ayrıca Bkz. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 224-225.
‘’Öyle zannediyorum ki Sarıkamış Seferi hakkında felaket doğuran kararı, bu şife tacil etmiştir.’’
(Sabis, Harp Hatıralarım, II, 225. )
329
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 136-137.
328
116
taarruz yapılmasından bahsetti. Etraftaki dağların büründüğün karların derinliğini
gösterdim. Hatta bu mevsimde muharebenin ilanının vakitsizliğinden bahsettim. Dedi ki
–ben de bu fikirdeydim. Hatta Alman Erkânıharbiyesini ikna için Bronsart ile beraber
Berlin’e gitmiştik. Oteldeki odalarımıza ayrılıp yıkandıktan sonra tekrar buluştuğumuz
zaman Bronsart dedi ki –hazırol gidiyoruz. İstanbul’a dönüyoruz. Harp başlamıştır.
Karadeniz’deki vakayı orada öğrendim. Geri döndük. Binaenaleyh başlayan bu harbi
iyi bitirmekten başka düşünülecek şey kalmamıştır. O halde kışı olduğumuz yerde
geçirip, ilkbaharda taarruz etmek lüzumunu anlattım. Hafız Hakkı Bey dedi ki –
ilkbaharda sulh olması ihtimali vardır. Böyle olursa sulh masasına hangi işimizle
oturacağız? Çorbada pirinci çok olanın hissesi de çok olur. Binaenaleyh herhâlde bir
taarruz yapmalıyız. Havanın, yerlerin, askerlerin halini gösterdim. İhtiyaçları anlattım.
Kolordu erkânıharbiyesini telefona çağırdı. O da geldi. Taarruz imkânını ona da sordu.
O da fikri söyledi. Fakat mülayimane bir imkânsızlık gösterdi.’’330
Buradan anlaşılacağı gibi Hafız Hakkı Bey, Karadeniz Olayı ve Köprüköy
Savaşlarından sonra ortaya çıkan taarruz cereyanına kapılmıştır. Osmanlı Devleti’nin
Birinci Dünya Savaşı’na vakitsiz girişini engelleyememiştir. Savaş başlamıştır. Eski
düşüncelerini devam ettirmenin anlamı yoktur. Günlüklerinde de ifade ettiği gibi
meselenin çözümü artık şiddet ve cüretkârlıktadır.’’ İlkbaharda sulh olması ihtimali
vardır’’ sözü ise Özdemir’inde ifade ettiğine göre Türk istihbaratının edindiği sahih bir
bilgidir.331
Aziz Samih Bey’in devamla verdiği bilgiler Hafız Hakkı Bey’in bulunduğu ortamı
ve etkisi altında kaldığı şahısları göstermesi bakımından önemlidir: ‘’Gırabeneli Bekir
Bey fırka kumandanlığına asaleten tayin edilerek gelmişti. Karargâhta kaldı. Fırkayı
kendisine devrettim. Rumeli’de çetecilikle şöhret kazanan Gırabeneli Bekir’in garip
fikirleri var. Ordunun ihtiyacını işitmiş. Askerin olduğu yerde açlıktan, hastalıktan,
sefaletten öleceğine düşman kurşunuyla ölmesi daha iyidir diyerek bazı şahsi kanaatler
ve çetecilikte muvaffakiyetine dair hikâyeler anlattı.’’332 Gırabeneli Bekir’in bu
sözlerinin yanı sıra Bahattin Şakir Bey’in Azap Savaşlarındaki başarısızlıktan sonra
hiçbir resmi vazifesi olmamasına rağmen merkeze yaptığı şikâyetler dikkate
330
Aziz Samih, Büyük Harpte Kafkas Cephesi Hatıraları Zivinden Peteriçe, Büyük Erkânıharbiye
Matbaası, Ankara 1934, 8-9.
331
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 137.
332
Aziz Samih, Kafkas Cephesi Hatıraları, 9.
117
alındığında, Hafız Hakkı Bey’in bir takım gayri mesul veya askeri görevi olmakla
birlikte hâlâ çeteci mantığı ile düzenli bir ordunun hareketini tanzim etmeye kalkışan
kişilerin etkisi altında kaldığını söylemek mümkündür. Nitekim Hafız Hakkı Bey,
Erzurum’a ayak bastığından itibaren bu kişilerle sürekli irtibat halindedir. Gerek
Karargâh-ı Umuminin ve gerekse İTC’nin bir takım sivil ve askeri şahıslarının baskısı
altında kalan Hafız Hakkı Bey’in başka türlü hareket etmesine imkân kalmamaktadır.
5 Aralık’ta ise 29. Tümen Komutanı Arif Bey (Baytın) ile bir araya gelen Hafız
Hakkı Bey bu görüşmede özellikle Oltu yönündeki keşiflerin arttırılmasını istemiştir.
Nitekim kuşatma harekâtı esnasında kolordusunun bu yönden ilerlemesi Hafız Hakkı
Bey’in buraya yönelik ilgisinin sebebini ortaya çıkarmıştır. Arif Bey, Hafız Hakkı
Bey’in gelişini ve kendisine verdiği talimatları şöyle anlatmaktadır: ‘’Yine ihtiyari
ricatin İstanbul’daki akislerinin ilk belirtileri arasında alelacele İstanbul’dan Kafkas
Cephesi’ne gönderilen Damad-ı Hazret-i Şehriyari ve Başkumandan Genelkurmay
İkinci Reisi Albay Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’da III. Orduya gelerek bu 29 2. Teşrin
1330 tarihinde kolordu komutanı ile birlikte muharebe hattını dolaşması ve Kuşa’dan
geçerek 29. Tümen’e de uğraması göze çarpıyordu. Bay Hafız Hakkı’ya tümenin
vaziyeti ve düşmanın ahvali hakkında malumat verildiği sırada Kuşa’daki müfrezemizin
kendilerine verilen malumata göre Oltu tarafına ait keşifleri kâfi görmediğinden bu
cihete, telefattan ürkmeyerek genç ve müntahap subaylar komutasında keşif kolları
gönderilmesini imalı bir tarzda ifade etmişlerdi. O zaman bizim için garip ve biraz da
vakitsiz görülen ve lüzumsuz can fedasını icap ettiren bu tavsiyenin hikmetini anlamak
güç olmuştu. Fakat sonradan ihata manevrasının tatbikatına gelince Oltu cihetlerinde
zuhura gelen birçok vaka bu tavsiyenin sırrını çözmüş bulundu.’’333
4 ve 5 Aralık günlerinde Hafız Hakkı Bey ayrıca İstanbul’a iki şifre gönderdi.
İçerikleri hemen hemen aynı olan bu şifrelerde özetle: ‘’ Gerek Onuncu Kolordunun ve
gerek Üçüncü Ordunun Alman olan Erkânıharp Reislerinin kendi taarruz tertiplerini
muvafık buldukları, ordu Kumandanının da kabul ederek lazım gelen hazırlıklara
başladığı ve fakat Onuncu Kolordu Kumandanının zayıf olduğu ve Sivas’tan Erzurum’a
yürüyüş esnasında kolordusunu sevk ve idarede gevşeklik göstererek birliklerin pek geç
kalmalarına meydan verdiği ve emre intizar ettiği’’ yazıyordu. Burada en dikkat çekici
husus, Hafız Hakkı Bey’in saldırı planının Alman subaylar tarafından kabul görmesidir.
333
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 57-58.
118
Nitekim Türk subaylar nezdinde tereddüttün hâkim olduğu malumdur. Bu halde
olumsuz kış şartlarına rağmen Alman subayların bu planı kabul edilebilir olarak
görmesi, Almanların kendi menfaatleri doğrultusunda meseleye baktıklarının en büyük
kanıtıdır. Ayrıca bu şifrelerde Hafız Hakkı Bey, 10. Kolordu Komutanı Ziya Paşa’yı
şikâyet ederek, daha önce ifade ettiği birliklerin başına geçme isteğini belirginleştirmiş
oluyordu. Bu halde Hafız Hakkı Bey’in 10. Kolordunun başına geçmek istediği
anlaşılmaktadır. Ali İhsan Bey, Başkumandanlığın henüz düşünmekte ve kesin bir karar
vermekte tereddüt gösterdiği bir zamanda Hafız Hakkı Bey’in gönderdiği bu şifrelerin
taarruz arzusunu kamçıladığını ifade etmektedir. Özellikle Hasan İzzet Paşa’nın, Hafız
Hakkı Bey ile görüşmesinden sonra taarruza sıcak bakmasının Başkumandanlık
Vekâletini harekete geçirdiği söylenebilir. Bunun yanı sıra Çoruh Nehri’ni geçmiş olan
gönüllü müfrezelerin Artvin’in doğusunda ilerleyerek Ardanuç’u işgal etmeleri ve
Ruslardan birçok ganimet almaları ve yine Batum civarındaki müfrezenin bölgedeki
kısmi başarıları Başkumandanlıkta taarruz için umut doğurmuştur.334
Hafız Hakkı Bey’in raporları üzerine Karargâh-ı Umumide taarruz fikri kesinlik
kazanmıştı. Zaten Hafız Hakkı Bey de hazırlıklara başlamış bulunuyordu. Bu noktada
Ali İhsan Bey devreye girerek III. Ordu Komutanı’nın da fikrinin sorulmasını istedi.
Hafız Hakkı Bey son raporlarında III. Ordunun hazırlıklara başladığını bildirmekle
birlikte, ordu komutanının düşüncelerini açıkça ifade etmemişti. Bunun üzerine Ali
İhsan Bey’in teklifi ile 5 Aralık akşamı III. Ordu Komutanlığına şu şifre yazıldı:
‘’Lehistan’da Rusların duçar oldukları harp vaziyeti sebebiyle Kafkasya’daki Rus
kuvvetlerini takviye etmeleri muhtemel değildir. Lakin bazı ikinci ve üçüncü hat kıtaları
sevk olunabilir. Çoruh Vadisi’nde istihsal edilen muvaffakiyetler, Batum’daki Rus
kuvvetlerinin kısmı azamının Aras cihetindeki Rus asıl kuvvetlerini takviye için sevk
edildiğini işrap ediyor. Rusların şimdiye kadar Aras Vadisi’nde bir taarruz faaliyeti
göstermelerine nazaran hali hazırda muhafazaya gayret ettiklerine hükmedilebilir.
Üçüncü Ordu, bazı ihtiyaçların zebunu olmakla beraber her halde Ruslara manen ve
maddeten faiktir. Şimdiye kadar icra edilen muharebelere göre, Ruslara cepheden
taarruz ile ve tabiye ihatası ile galebe çalmak pek güç ve kanlı olacaktır. Lehistan’daki
tecrübeler gösteriyor ki Rusların sevkulceyş ihatasıyla perişan edilmesi pek
mümkündür.
334
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 230-231.
119
Bu Rus kuvvetlerinin perişan edilmesi ile de Kafkasya’nın zengin arazisi elimize
geçecek ve herhalde Üçüncü Ordunun vaziyeti daha iyi olacaktır. Binaenaleyh atideki
maddeler hakkındaki fikirlerinizin serian işarını rica ederim:
1) Onbirinci Kolordu, bütün kolorduların ve kalenin (Erzurum) sahra
bataryalarıyla birlikte şimdiki mevziinde müdafaada kalacak,
2) Dokuz ve Onuncu Kolordular, İd ve Oltu istikametlerinde müteaddit kollarla
ilerleyerek İd’deki düşmanı ihata ve mahvetmelidir,
3) Ardahan istikametinde ilerleyen çeteler de düşmanın gerideki irtibat yollarını
kesecekler ve bu çevirme hareketine iştirak edeceklerdir,
4) İd’deki düşman perişan edildikten sonra Rus asıl kuvvetlerine karşı taarruz
başlamalı. Bu taarruzda muhtelif kolların aynı zamanda muharebe temasına
gelmelerinin temini lazımdır. Dokuz ve Onuncu Kolordular, düşmanın yan ve
gerilerine taarruz etmeli ve bu taarruz hareketleri tesirini göstermeye
başlayınca, Onbirinci Kolordu da cepheden taarruz eylemelidir. Eğer
düşman, bu esnada Onbirinci Kolorduya cepheden taarruz ederse, bu
kolordu sonuna kadar müdafaa etmelidir. Eğer düşman, bu ihata hareketleri
tesir yapmadan evvel geri gitmeye kalkışırsa, Onbirinci Kolordu, hemen
kemali şiddetle taarruza geçerek onu yerinde tutmaya çalışmalıdır.’’
Şifrede geçen ifadeler ordu komutanının fikrini sormaktan çok, belirtilen
hususların yerine getirilmesini isteyen emirler şeklinde idi. Ayrıca bu şifrede harekâtın
şekli bütün ayrıntıları ile ifade ediliyordu. Bu da muhtemel bir harekâtın ihata
manevrası şeklinde icra edileceği hakkında Başkumandanlık Vekâlet’inin ısrarını
gösteriyordu. Ali İhsan Bey bu son kararda başlıca üç amilin etkili olduğunu
söylemektedir. Bunlar:
1) Teşkilat- Mahsusa çetelerinin Batum’un güneyinde kolayca yaptıkları ileri
hareketler ve bunlar üzerinde yapılan propaganda,
2) Hafız Hakkı’nın fikir değiştirerek yaptığı teklif ve dağlar üzerinden harekâtın
mümkün olduğunu bildirmesi,
3) Alman ordularının Lehistan’daki muvaffakiyetlerinin, oradaki büyük farklara
dikkat edilmeyerek, bizde de gerçekleşeceği ümidine düşülmesi.335
335
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 231-234.
120
5 Aralık tarihli bu şifreye 6 Aralık günü verilen cevapta; III. Ordunun taarruzu
hakkında orduca verilen kararın da Karargâh-ı Umuminin görüşlerine uygun olduğu
bildirildi. Yani Hasan izzet Paşa da artık bir kış taarruzunu destekler görünüyordu.336
Aynı gün, teftiş ve motivasyon amaçlı gezilerini sona erdirerek Erzurum’a dönen Hafız
Hakkı Bey’in doğrudan doğruya Enver Paşa’ya gönderdiği özel şifre meseleye son
noktayı koydu: ‘’Dağlar üzerindeki yolları keşfettirdim. Bu mevsimde bu yollardan
hareketin mümkün olduğuna inandım. Buradaki kolordu ve ordu komutanları yeterli
ölçüde inançlı ve kararlı olmadıklarından böyle bir saldırıya içtenlikle taraftar
olmuyorlar. Bu saldırının uygulanması rütbem düzeltilerek bana verilirse ben bu işi
yaparım.’’337 Sarıkamış Harekâtı’nın yapılmasında son ve kesin kararı verdiren bu
şifrede; Hafız Hakkı Bey, kolordu ve ordu komutanlarının kararlı olmadıklarını
söylüyorlardı. Oysa aynı gün Hasan İzzet Paşa, Karargâh-ı Umumiye gönderdiği
şifrede; kış taarruzunu kabul etmişti. Ayrıca Hafız Hakkı Bey bir önceki şifresinde
Hasan İzzet Paşa’nın kararsızlığına dair hiçbir ibareye yer vermemişti. Bununla birlikte
Hafız Hakkı Bey’in ‘’saldırının uygulanması rütbem düzeltilerek bana verilirse ben bu
işi yaparım’’ sözünün ucu açıktı. Hafız Hakkı Bey acaba bir kolordunun başına mı
geçmek istiyordu yoksa gözünü ordu komutanlığına mı dikmişti? Ordu Komutanı’nı
kararsızlıkla itham etmesi bu düşüncesinin bir sonucu muydu? Bu soruların kesin bir
cevabını vermek güç olmakla birlikte Hafız Hakkı Bey’in daha önce gönderdiği
şifrelerde 10. Kolordu Komutanı Ziya Paşa’yı şikâyet etmesi, birinci ihtimali
kuvvetlendirmektedir.
3.5.3. Hafız Hakkı Bey’in 10. Kolordu Komutanlığı’na Tayini
Hafız Hakkı Bey’in çeşitli kereler ifade ettiği birliklerin başına geçme isteği kısa
bir süre sonra karşılığını buldu. 6 Aralık 1914’teki son şifresinden sonra
Başkumandanlığın etkisiyle 7 Aralık 1914’te bir İrade-i Seniyye çıkarılarak 10. Kolordu
Komutanı Ziya Paşa emekliye sevk edildi ve aynı kolordu komutanlığına Hafız Hakkı
Bey’in tayin edildiği bildirildi.338 Enver Paşa’nın Hafız Hakkı Bey’i III. Ordu
Komutanlığına getirmesi beklenemezdi. Bu makamla ilgili farklı düşünceleri vardı.
336
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 141-142.
Alptekin Müderrisoğlu, Sarıkamış Dramı, İstanbul 2006, 142.
338
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 142. Ayrıca Bkz. BOA. 19. M. 1332 Dosya No: 4325
Gömlek No: 324332 Fon Kodu: BEO
337
121
Hafız Hakkı Bey’in 6 Aralık’ta gönderdiği rapordan sonra, Hasan İzzet Paşa’nın saldırı
planını uygulayamayacağına kanaat getirmişti. Bu meseleyi çözüme kavuşturmak
gerekiyordu. Enver Paşa ilk olarak I. Ordu Komutanı Liman Von Sanders’in yanına
giderek III.Ordunun komutasını ona teklif etti. Liman Paşa tereddütlüydü. Kafkas
Cephesi’nde kışın yapılacak bir hareketin başarıya ulaşacağına ihtimal vermiyordu. Bu
bölgedeki eksikliklerin fakındaydı. Kafkas Cephesi’nde yapılacak bir harekete karşıydı
ve öteden beri Odesa’ya asker çıkarma fikrini savunuyordu. Liman Paşa şüphesiz
mağlup bir ordunun komutanı olarak anılmak istemiyordu. Bu yüzden Enver Paşa’ya:
‘’tanıdığım ve yetiştirdiğim kıtalarla muharebe etmeyi arzu ederim. Onları hiç
tanımıyorum ’’ diyerek teklifi reddetti.
Bunun üzerine Enver Paşa bizzat cepheye
gitmeye karar verdi. 6 Aralık akşamı yanında Bronsart Paşa ve yaverleri olduğu halde
Yavuz Zırhlısına binerek Trabzon’a doğru hareket etti.339
Kâzım Karabekir, Hafız Hakkı Bey’in cepheye gidişini tamamen farklı
yorumlamaktadır. Daha önce de ifade edildiği gibi Enver Paşa ve Hafız Hakkı Bey
arasındaki rekabete atıfta bulunarak şunları söylemektedir:’’ 23 İkinciteşrinde (6
Birincikânun) de Enver Paşa, Bronsart Paşa ve1. Şube Müdürü Feldman, Yavuz’la
Trabzon’a yola çıktılar. Enver Paşa da tıpkı Hafız Hakkı Bey gibi yaptı. Hiçbirimizle
vedalaşmadı. Bunu acele harekete sevk eden amil Hafız Hakkı Bey’in gönderdiği
rapordur. Hülasası şu –Bir kolordu ile cepheden, iki kolordu ille Bardız-Oltu üzerinden
ihata ile Ruslara muvaffakiyetli taarruz yapabileceğini, yerinde tetkik ettim. Rütbem
tahsis olunursa, ben bu işi yaparım- bunun üzerine Enver Paşa da Cemal Mısır’a, Hafız
Hakkı Kars’a girecek zannıyla Cemal’den evvel Kars’a girmek ve Kars işini Hafız
Hakkı’ya bırakmamak için ani bir kararla Alman Erkânıharbiye Reisi ve Alman
Hareket Şubesi Müdürüyle yola çıkıyor.’’340 Enver Paşa’nın ilk önce Liman Paşa ile
görüşüp, III. Ordu Komutanlığını ona teklif ettiği dikkate alındığında Karabekir’in bu
sözlerinin sadece bir varsayımdan ibaret olduğunu söyleyebiliriz.
10. Kolordu Komutanlığını deruhte etmeye başlayan Albay Hafız Hakkı Bey’in
bu görevdeki ilk mesaisi kolordunun iaşesini sağlamaya yönelikti. 13 Aralık akşamına
kadar Erzurum’a gelmesi beklenen 10. Kolordu kıtaları, ilk önce Karagöbek ile Tufanç
arasında konaklayacak ve sonra Erzurum-Oltu doğrultusunda hareket edeceklerdi.
339
340
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 239-241.
Karabekir, Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, 396.
122
Gerek bu kıtaların yiyeceklerinin sağlanması ve gerekse uzun süredir hemen hemen hiç
ekmek almayan 9. Kolordu kıtalarının ekmek ihtiyacının giderilmesi için Erzurum’da
bulunan Hafız Hakkı Bey, bu meseleleri konuşmak üzere Erzurum Levazım İdaresi
Reisi ile görüşecekti.341 Bu görüşmenin geçekleşip gerçekleşmediği bilinmemektedir.
Bununla birlikte 7-8 Aralık gecesi Dâhiliye Nezareti’ne iaşe sıkıntısının had safhaya
ulaştığını ifade eden şu telgrafı çekmiştir: ‘’Allah aşkına Sivas, Diyarbekir ve
Mamuretülaziz valilerine emir ediniz. Birkaç bin deve ve mekkâreyi, erzak yani un,
peksimet, arpa ve var ise pamuklu minteni hemen yola çıkarsınlar ve yolda kalmadan
Erzurum’a kadar getirsinler. Yoksa bu gidişle ordu varlık içinde aç kalır. Valilerden
kolların ne zaman hareket ettiğini ve ne zaman Erzurum’a varacağını teminat olarak
sorarsanız iyi olur. Netice hakkında serian cevabını rica ederim.’’ Özdemir, bu
telgraftaki ifadelerden yola çıkarak Hafız Hakkı Bey ile Erzurum Levazım İdaresi Reisi
arasında yapılmış olması muhtemel olan görüşmenin olumsuz geçtiğini söylemektedir.
Özdemir ayrıca Hafız Hakkı Bey’in cepheye gelişinden sonra özellikle iaşe meselesini
ele almasıyla seferberlik içinde seferberlik olarak nitelenebilecek bir dönemin
başladığını ifade etmektedir. 342
Hafız Hakkı aynı gün III. Ordu Komutanlığından şu emri aldı: ‘’
1) Düşman İd civarında bir alay piyadesi, bir batarya topçusu ve iki bölük kadar
süvarisi vardır. Bu kuvvetin durumunda şimdilik bir değişiklik yoktur.
Narmann-Pürtuvan hattının kuzeyindeki sırtlarda birer taburluk iki grup
tahkimatı ve iki topu ve Narman’ın güneyindeki sırtlarda da yedi topu
bulunmaktadır. Ardos’taki düşman kuvveti evvelce iki taburdu, şimdi malumat
yoktur.
2) 30. Tümen, Çakmak-Homigi-Köprüköy-Badicivan bölgesinde, Fethi Bey
Müfrezesi, Hekbat-Epsemce bölgesinde olup bunlar geçici olarak ordu
emrindedirler.
3) III. Ordunun maksadı, 10. Kolordu kıtaları geldikten ve ihtiyaçları mümkün
olduğu kadar sağladıktan sonra asıl kuvvetleriyle Oltu üzerinde taarruza
başlamaktır.
341
342
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 341.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 143.
123
4) 10.
Kolordu,
Erzurum-Kaleboğazı-Oltu,
Erzurum-Narman-Oltu
doğrultularında sahra toplarının hareket edip etmeyeceği ve Kaleboğazı
tarafında düşman kuvveti olup olmadığını keşfettirecektir. Oltu ile Sarıkamış ve
daha doğusu arasındaki bölge ve yollar hakkında soruşturma yaptıracaktır.
5) 10. Kolordu’nun Erzurum’a 13 Aralık 1914’e kadar gelecek kıtaları, Erzurum
kuzeyinde Karagöbek-Tufanç arasındaki bölgede konaklayacaktır.
6) Kale’ye bağlı yol taburundan dahi istifade olunarak Erzurum-Kaleboğazı
yolunun onarıma muhtaç kısımlarının yaptırılması lazımdır. Erzurum’un
kuzeyindeki Soğukçermik civarında bulunan yol ve köprülerin bozuk kısımları
Kale tarafından onarılacaktır.
7) Erzurum’a gelecek 10. Kolordu kıtalarının geliş tarihleri şimdiden orduya
bildirilecektir. Kış nedeniyle gecikme olursa vaktinde bilgi verilecektir.’’ 343
Bu emirde özetle; III. Ordunun yapacağı hareket istikametinde bulunan yol ve
köprülerin onarımının yapılması ve keşif sorumluluğu 10. Kolorduya veriliyordu.344 Bu
sıralarda Erzurum’da bulunan Hafız Hakkı Bey 10. Kolordunun, ayrıca 9. Kolordunun
bir tümeni ile takviyesi, 13 Aralık’a kadar, sahra topçusu hariç 31. Piyade Tümeni ve bir
telgraf takımı ile bir beygir deposunun 18 Aralık’a kadar, diğer birliklerin 20 Aralık’a
kadar, seyyar hastanelerle sıhhiye bölüklerinin ve erzak kolları ile cephane kollarının
sonunun ise 28 Aralık’ta Erzurum’a gelebileceğini bildirildi. Ordu Komutanlığınca bu
rapora verilen cevapta; ordunun taarruz zamanının şimdiden saptanamayacağı, 32.
Tümen’in gelmesinin beklenebileceği, lüzumu kadar giyecek eşyasının ne zaman
geleceğinin belli olmadığı ve bu nedenlerle 30. Tümen’le Fethi Bey Müfrezesi’nin
şimdiden kolorduya katılmasının uygun olmadığı ifade edildi.345 Hafız Hakkı Bey, 30.
Tümen ile Fethi Bey Müfrezesi’nin kendi kolordusuna bağlanmasını istiyordu. Ancak
III. Ordu Komutanlığından kendisine verilen cevapta bunun şimdilik mümkün olmadığı
ifade edilerek Hafız Hakkı Bey’in bitmek bilmeyen isteklerine ket vuruluyordu. Hafız
Hakkı
Bey,
Erzurum’a
ilk
geldiğinde
gözlemci
konumundaydı.
III.
Ordu
Komutanı’ndan herhangi bir emir alması söz konusu değildi. Ancak 10. Kolordu
343
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 341-342.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 144.
345
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 343-344. Hafız Hakkı’nın III. Ordu Komutanına sunduğu
öneri ancak 14 Aralık’ta kabul edildi ve Fethi Bey ile Ali Osman Bey Müfrezelerinin 10. Kolordu’ya
iltihakı gerçekleşti. (Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 84).
344
124
Komutanlığını deruhte etmeye başladığından itibaren artık Hasan İzzet Paşa’nın emrine
tabiydi.
Bu arada Enver Paşa 12 Aralık 1914’te Erzurum’a vardı. Hemen cepheyi gezmeyi
başladı. Askerin içinde bulunduğu kötü vaziyeti bizzat gördü. Buna rağmen askerlere
ümit verici sözler sarf etmekten çekinmedi. Ertesi gün subay ve askerlere seslendiği
bildirisinde şöyle diyordu: ‘’Hepinizi ziyaret ettim!...Ayağınızda çarığınızın, sırtınızda
kaputunuzun
olmadığını
gördüm!...Fakat
karşımızdaki
düşman,
sizlerden
korkuyor!...yakın zamanda saldırıya geçerek Kafkasya’ya gireceğiz!...Siz orada her
türlü bolluğa kavuşacaksınız!...İslam dünyasının umudu sizin son bir yardımına
bakıyor!’’
346
Enver Paşa da tıpkı Hafız Hakkı Bey gibi iaşe yokluğunun Kafkasya’ya
girerek halledileceğini düşünüyordu.
Hafız Hakkı Bey biran önce harekâtın başlatılmasını istiyordu. Bu sayede Rusları
şaşırtıp, Kars’ı almayı düşünüyordu: ‘’Yegâne maksadımız, Rusları ters cephe ile
muharebeye mecbur etmektir. Ruslar ricate muvaffak olursa maksadımız kayboldu
demektir. Ben 10. Kolordu ile Sarıkamış’tan onların tepelerine bineceğim. Rusları
mağlup ettik mi, mahvettik demektir. Bunun aksi bizim için de aynıdır. Kürdün dediği
gibi ya herro ya merro!’’ Hafız Hakkı Bey bu düşüncelerini eski 9. Kolordu Komutanı
Ahmen Fevzi Paşa’ya da harita üzerinde izah etmişti. O ise bu düşüncelere karşı şu
mütalaada bulundu: ‘’Bu manevra nazari olarak gayet mükemmeldir. Şu şartla ki,
kolorduların ellerinizle haritada hareket ettiği gibi, seri ve emniyetle harekete muktedir
olmaları şarttır. Hâlbuki bu mevsimde, hudut dağlarında seri hareket edebileceklerini
zannetmiyorum.’’347 Ancak hiçbir ikaz ve karşı düşünce Hafız Hakkı Bey’i fikrinden
vazgeçirmedi. Artık Enver Paşa da cepheye gelmişti ve harekâtın başlaması an
meselesiydi. Geriye III. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’nın tereddütlünü ortadan
kaldırmak kalıyordu. Bu ise onu görevinden almakla mümkün olacaktı.
Enver Paşa 15 Aralık 1914 günü Hasan İzzet Paşa ile kuşatma planını görüşmek
üzere Köprüköy’e gitti. Burada yapılan görüşmelerde, Hasan İzzet Paşa’nın itirazlarına
kulak asılmaksızın plan onaylandı ve 17 Aralık’ta Erzurum’a dönmek üzere yola çıktı.
Esasen Hasan izzet Paşa önceden plana taraftar gibi görünmüştü. Fakat son zamanlarda
yaptığı teftişler sonucu gördüğü acı gerçekler karşısında yeniden mütereddit bir ruh
346
347
Benazus, Sarıkamış Faciası, 208.
Aksun, Sarıkamış Harekâtı, 213.
125
haline büründü. Askerler aç ve çıplaktı. İaşe ve cephane durumu henüz düzene
sokulmamıştı. Hasan İzzet Paşa planı onaylamasına rağmen huzursuzdu. 18 Aralık’ta
Köprüköy’den Erzurum’daki Enver Paşa’ya çektiği telgrafta yeniden ordunun
eksikliklerini ve tereddüdünü dile getirdi. Bu telgrafa oldukça sinirlenen Enver Paşa
aynı gün beraberindekilerle Köprüköy’e geri döndü. Yeniden Hasan İzzet Paşa ile
görüşerek derhal harekete geçmesini emretti. Ancak III. Ordu Komutanı bu emre karşı
çıkarak Enver Paşa’ya; ‘’Olmaz! Etrafı görüyorsunuz; kış, kar basmıştır. Bu
olumsuzluklar ve bu mevsim içinde bir ordu harekâtı iyi netice vermez. Kış şiddetini
kaybetsin, yollar harekâta imkân sağlasın düşmanı yok edeceğim’’ şeklinde bir cevap
verdi. Enver Paşa’nın ise bu çıkışa karşılık Hasan İzzet Paşa’ya ‘’Eğer hocam
olmasaydınız sizi idam ettirirdim’’ tarzında tehditkâr sözler sarf ettiği iddia
edilmektedir. Bu çekişmenin ardından Hasan İzzet Paşa’nın görevine devam etmesine
imkân kalmamıştı. III. Orduda Hasan İzzet Paşa dönemi sona eriyordu. Nitekim sağlık
durumunu bahane ederek istifasını sundu. III. Ordunun komutasını Enver Paşa
devraldı.348
Artık Harekâtın başlaması için hiçbir engel yoktu. Kasım ayından beri üzerinde
çalışılan Enver-Hafız Hakkı planı son şeklini almıştı. Buna göre; ana fikir olarak III.
Ordu, biri zayıf diğeri kuvvetli olmak üzere iki gruba ayrılacak, zayıf grup Rusların
Aras Nehri’nin iki yanından Erzurum doğrultusunda yapacakları taarruzları önlerken
diğer kuvvetli grup, Rus mevziinin kuzey yan ve gerisine derin ve kuşatıcı bir taarruz
yapacaktı. Bu maksatla 11. Kolordu ile 2. Nizamiye Süvari Tümeni düşmanı cepheden
durdururken, 9. Kolordu Pitkir-Çatak doğrultusunda düşmanın kuzey kanadını
kuşatacak ve 10. Kolordu da Oltu üzerinden Bardız-Sarıkamış doğrultusunda Rus
mevziilerinin gerilerine düşecek, Artvin bölgesinde bulunan Ştanke Bey Müfrezesi ile
Sınır birlikleri ve diğer özel milis kuvvetleri Olur-Şenkaya üzerinden, Oltu-Vartanik
doğrultusunda ilerleyerek 10. Kolordunun harekâtını kolaylaştıracak. Murat Nehri
havzasında bulunan 13. Kolordu birlikleri ise oyalama harekâtıyla karşısındaki Rus
kuvvetlerini durduracak ve Aras bölgesinde bulunan Türk kuvvetlerinin güney yanını
koruyacaktı.349
348
Hasan İzzet Altınanıt, Ülkem Ateş Çemberi İle Kuşatılmışken Sarıkamış, Yay Haz: Bingür Sönmez,
Babıali Kültür Yayınları, İstanbul 2006, 122-123.
349
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 355.
126
15 Aralık 1914 tarihinden itibaren III. Ordu birlikleri 22 Aralık 1914’te harekete
geçecek şekilde hazırlanmaya başladı.350 Hedef Sarıkamış’tı. Çünkü Sarıkamış bu
dönemde Rusların, Türk sınırındaki en önemli garnizonu idi ve Rusların demiryolu ağı
buraya kadar uzanıyordu. Sarıkamış’ın alınması halinde Türk Ordusu’na Kafkasya’nın
kapısı açılıyordu. 19 Aralık’ta birlikler emredilen düzeni aldı. 9. Kolordu, HizarderePirtones-Eldenik-Iğnavut-Cansur bölgesinde, 10. Kolordu, Tortum etrafında toplandı.
11. Kolordu ise ana cephede Aras’ın kuzeyinde konuşlandı.351
18 Aralık’ta 11. Kolordunun karşısındaki bazı Rus birliklerinin Horum
doğrultusuna, Narman’daki piyade kıtalarının ise Oltu doğrultusunda çekildikleri
yolunda haber alındı. Bu haberler III. Ordu Karargâhında, Rusların bütün cephede genel
bir çekilişe başladıkları kanısını oluşturdu. Bu durumda Rus birlikleri, 9. ve 10.
Kolordular Sarıkamış gerisine varmadan çekilmelerini tamamlayabilirlerdi ki bu durum
kuşatma planının suya düşmesi anlamına gelirdi. Rus kuvvetlerinin geri çekilerek
sağlam tahkimatlı Kars Kalesi’nde mevzi almaları III. Ordunun işini oldukça
zorlaştırırdı. Ancak durum zannedildiği gibi değildi. Rusların çatışmaların durmasından
faydalanarak taktikleri gereği olduğu anlaşılan bu hareketlilik, Türk tarafınca yanlış
değerlendirilmişti. Rusların genel bir çekilişe başladıkları kanaatine varılmıştı.352
Rus kuvvetlerinin hareketinin yanlış değerlendirilmesi yeni bir takım önlemlerin
düşünülmesine neden oldu. Hafız Hakkı Bey, 18 Aralık’ta Tortum’dan III. Ordu
Karargâhına çektiği telgrafta, Rusların niyetlerini ve buna karşı alınması gereken
önlemleri şöyle ifade ediyordu; ‘’Bana göre en büyük felaket Rusların alelacele geri
çekilip elimizden kurtulmasıdır. Bu şekilde kurtulan bir Rus ordusu, Kars istihkâm
mevkiine dayanıp bizim için daha kuvvetli bir düşman haline gelir. Bununla birlikte ne
olursa olsun Ruslar Kars’a ulaşmadan önce 9. ve 10. Kolordular Sarıkamış-Kars
hattına ulaşmalıdırlar. Bu gayeye ulaşmanın iki şartı vardır; birincisi, ilk taarruzu
baskın suretiyle yapmak, ikincisi birkaç saat içinde sonuçlanacak olan bu taarruzdan
sonra her iki kolorduyu tam bir cesaret ve süratle ilerletmektir. Ben bunun için 10.
Kolordunun hareketini şu şekilde hazırladım;
350
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 208.
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 146.
352
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 208.
351
127
Tortum doğusundaki Ziyaret ve Karapınar çevresini gezerek bizzat gördüm ki
eğer 22 Aralık 1914 günü taarruz harekâtı için kolordumuzla ileri yürüyüşe başlarsak
önce Tortum Vadisi’nden 10. Kolordunun topçu ve yük hayvanlarını dik meyillerden
yukarı hatta çıkarması er ve hayvanları kötü bir şekilde yoracak. Bu nedenle taarruz
yorgun kuvvetlerle yapılacak. İkinci olarak, yukarı hattı geçen kuvvetler gündüz yukarı
hattan düşman tarafına inerken, düşman bizim bütün kuvvetlerimizi sayacak, bu şekilde
durum hakkında gayet doğru bir fikir edinip hızlı karar verebilecek ve böylece büyük bir
ihtimalle süratle kaçacaktır. İşte bu felakete meydan vermemek için ben, 21 Aralık 1914
günü öğle vakti Tortum Vadisi’nden ileri yürüyüşe başlayarak akşama doğru tüm
kuvvetlerimle yukarı hattı geçmeye başlayacağım.’’353
Rapordan anlaşılacağı üzere Hafız Hakkı Bey, Rusların kaçışına mani olmak için
ordu emrinde belirtilen tarihten bir gün önce harekete geçmek istiyordu. Bu sayede 22
Aralık akşamı Oltu’ya varacak ve burada gerekli tertibatı aldıktan sonra 25 Aralık’ta
Sarıkamış önlerine gelip taarruza başlayacaktı. Ancak Hafız Hakkı Bey’in bu isteği
kabul edilmedi. Ordu Komutanlığından kendisine gönderilen emirde; 22 Aralık’tan
önce hareketten kaçınması bildirildi. Bazı araştırmacılar, Hafız Hakkı Bey’in isteği
üzerine harekâtın bir gün önce başlatılmasının faydalı olacağını ifade etmektedirler.354
Ordu emrine rağmen Hafız Hakkı Bey’in Rus birliklerinin geri çekilişine dair yanlış
kanaatleri devam ediyordu. Bu kez ise sözde geri çekilmenin önüne geçmek için
kuşatma harekâtının Sarıkamış-Kars hattına yöneltilmesi gerektiğini ortaya attı. Bu
düşüncenin uygulanması, ordu emrini ihlal etmek anlamına geldiği gibi aynı zamanda
hareket kolunun genişlemesi gibi bir duruma yol açıyordu. Kuşatma planında, 10.
Kolordunun Narman-Oltu üzerinde Bardız-Sarıkamış hattına varması istenmişti.
Hafız Hakkı Bey yukarıdaki düşüncesini 21 Aralık 1914 tarihinde Tortum’dan
çektiği şu telgraf ile Enver Paşa’ya bildirdi: ‘’Dün, Ziyarettepe’den bütün kurmay
heyetimle ve tümen kumandanları ile beraber Narman, Pitkir ve Soğanlı doğrultularına
giden araziyi keşfettim. Şekerli ve Narman’dan Soğanlı Dağlarına doğru uzanan arazi o
kadar dik ve o kadar karla kapalı görülüyor ki 9. Kolordunun Narman’ın zaptından
sonra Kötek ve Çatak doğrultusunda yürümesi bu kolordunun harekâtını tamamıyla
geciktirecek ve sonuç olarak bu kolordu Soğanlı Silsilesine cepheden taarruz etmek
353
354
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 86.
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 146-147.
128
zorunda kalacaktır.
Bugün en alçak olan Tortum Vadisi’nde dahi 10-20 cm kar
yağdığından 9. Kolordunun Pitkir-Çatak üzerinden hareketi büsbütün güçlüğe
uğrayacağı gibi kuşatma hareketinin de tehlikeye düşeceğinden eminim.
Pek hayırlı sonuçlar vermesi muhtemel büyük kuşatma harekâtından kesin sonuç
alınabilmesi için arazinin durumuna göre aşağıdaki hususları saygı ile arz ederim;
10. Kolordu, Ardos’ta daha ziyade zayıfladığı bugünkü raporlardan anlaşılan
düşmanı takip için 22 Aralık 1914 akşamı Oltu’ya varmalıdır. Ben buna göre
tedbirlerimi aldım. Şayet düşman, 22 Aralık 1914’ten itibaren görülen hareketi ile 9. ve
10. Kolordulara karşı Oltu dolaylarında önemli kuvvetlerle taarruz etmeyi başarırsa 23
Aralık 1914’te bu iki kolordu doğrudan doğruya idareniz altında, birlikte bu düşman
kuvvetine şiddetli bir taarruz yapmalıdır.
Ondan sonra 9. Kolordu günde 24 ve 10. Kolordu 30 km yürüyüş yaparak,
düşman tarafından başka bir önemli engel meydana getirilmezse iki kolordu 25 Aralık
1914’te Sarıkamış-Yedikilise hattına varmaya çalışmalıdır. Stanke Bey355 Müfrezesi 16
Aralık 1914’te Borçka’da olduğu halde verilen emirlere rağmen hala Artvin’e
gelmediğinden, şayet bu gece de gelmezse çetelerin kısmen Ardahan’a ve kısmen de
Oltu doğrultusunda ilerlemelerini emrettim. Stanke Bey gelirse günde 30-40 km
yürüyerek Kars doğrultusunda Rusların geri bağlantısını kesmek üzere ilerlemesini
bildirdim.’’356
Bu mütalaasında Hafız Hakkı Bey, 10. Kolordunun kuşatma harekâtının
doğrultusu hakkında açık bir bilgi vermemiş ise de, asıl istikametin daha kuzeyinden bir
harekât yapmak düşüncesinde olduğu anlaşılıyordu. Hafız Hakkı Bey’in harekât
yapmak istediği bölgede arazi, dağlık ve yolsuz olup mevsim itibariyle de çetin kış
şartları hüküm sürmekte idi. Yeterince giydirilmemiş, ikmal kolları noksan kıtalarla,
355
‘’Karadeniz’de üstünlüğün sağlanamaması üzerine Batum dolaylarına yapılacak çıkarmadan vaz
geçilmiş ve bunun yerine hazırlanacak bir müfreze ile Batum’daki Rus kuvvetlerinin oyalanmasına karar
verilmiştir. Bu sebeple İstanbul’da bulunan 3. Tümenin 8. Alayı’ndan, iki piyade taburu ile iki dağ
bataryasından ve Çoruh bölgesi sınır taburlarından oluşan özel bir müfreze kuruldu. Bu müfrezenin
başına o zamana kadar Erzurum Müstahkem Mevkii Topçu Komutanlığı yapmış olan Alman Binbaşı
Stanke Bey getirildi. Müfreze’ye de Stanke Bey Müfrezesi denildi. Sarıkamış Harekâtı öncesinde bu
müfreze 10. Kolordu Komutanlığına bağlandı. Stanke Müfrezesiyle Batum üzerinden yapılan bu hareket,
Enver Paşa’nın İran dolaylarına gönderdiği kuvve-i seferiyyelerin daha küçük kavisli bir benzeri olarak
düşünülmüştür.’’ (Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 349). Stanke Bey Müfrezesi hakkında daha
geniş bilgi için Bkz. Hatice Yalçın, Harp Ceridesi Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi (Ştanke Bey
Müfrezesi Harp Ceridesi), (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Tokat 2008.
356
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 216-217.
129
düşman kanadından yaklaşık 60 km uzaklaşarak ve geçit vermeyen büyük dağları
aşarak yapılacak bu geniş kuşatma harekâtından iyi sonuç beklemek neredeyse
imkânsızdı.357 III. Ordu Komutanlığınca tüm olumsuzluklarına rağmen kabul edilen bu
değişiklik birçok yönüyle eleştiriye maruz kalmıştır. Belen, ilk planda düşünülen KötekBardız hattından, orduyu 15 km daha kuzeye kaydıran bu planın Sarıkamış Felaketi ’ne
doğru atılan ilk adım olduğunu söylemektedir. Özdemir’in eleştirileri de aynı
doğrultudadır. Şerif Bey ise Tortum’daki Ziyarettepe’den kuş uçumu 50 km uzakta olan
bu bölgenin keşfedilmesinin imkânsız olduğunu belirterek bu değişikliği eleştirmekte ve
bu planın tatbikinin Sarıkamış Felaketi’ne yol açtığını söylemektedir.
358
Özellikle
harekâtın hemen öncesinde planın bariz bir şekilde değiştirilmesi en çok eleştirilmesi
gereken noktadır. Nitekim bu tarz değişiklikler askeri strateji kurallarına da aykırıdır.
Sonuç olarak III. Ordu Komutanlığınca da kabul gören bu plan 10. ve 9. Kolorduların
ana istikametlerinden saparak kuşatma kolunu genişletmelerine ve böylece Sarıkamış
önlerine geç gelmelerine sebebiyet vermiştir.
3.6. SARIKAMIŞ HAREKÂTI VE HAFIZ HAKKI BEY
3.6.1. III. Ordunun Komuta Kademesinde Meydana Gelen Değişiklikler
Sarıkamış Harekâtı öncesinde III. Ordunun komuta kademesinde birçok değişiklik
meydana geldi. 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa’nın dışında bütün kolordu
komutanları görevinden alındı. İlk olarak Azap Savaşlarının hemen sonrasında, 24
Kasım 1914’te 9. Kolordu Komutanı Ahmet Fevzi Paşa emekliye sevk edilerek bu
kolordunun komutasına 11. Kolorduya bağlı 34. Tümen Komutanı İhsan Paşa getirildi.
İkinci değişiklik ise Hafız Hakkı Bey’in Erzurum’a gelişinden sonra yaşandı. Hafız
Hakkı Bey’in bölgede yaptığı teftişler sonucunda Başkumandanlığa gönderdiği
raporlarda birkaç kez birliklerin başına geçme isteğini dile getirmesi ve bu arada 10.
Kolordu Komutanı Ziya Paşa’yı sürekli olarak şikâyet etmesi üzerine Ziya Paşa
emekliye sevk edilerek bu kolordunun komutanlığına Hafız Hakkı Bey tayin edildi. Son
olarak Enver Paşa’nın III. Ordunun Komutasını Hasan İzzet Paşa’dan devralmasıyla
Sarıkamış Harekâtı’nı gerçekleştirecek olan kadro ortaya çıkmış oluyordu. Buna göre
357
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 380.
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 148. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 219. İlden, Sarıkamış,
173.
358
130
harekât, 9, 10 ve 11. Kolordular tarafından yürütülecekti. 13. Kolordu ise asıl harekât
alanın dışında Van bölgesinde Rus saldırılarını örtmekle görevliydi.359
3.6.2. III. Ordunun Mevcudu
III. Ordunun mevcudu ile ilgili çeşitli görüşler vardır. Harekât boyunca verilen
kayıp sayısında olduğu gibi bu konuda da kesin bir hükümde bulunmak oldukça güçtür.
Verilen sayılar çoğu zaman birbiriyle örtüşmemektedir. Aziz Samih Bey, toplam
kuvvetlerin 118. 174 kişi olduğunu ve bunların 69. 650’sinin muharip bulunduğunu
kaydetmektedir.360 Yarbay Selahattin, toplam mevcudun 189. 562 kişi olduğunu ve 10.
Kolordunun katılımıyla bu sayının 35-40 bin kişi arttığını söylemektedir. Ancak
bunların ne kadarının muharip olduğu bildirilmemektedir.361 Türk Harp Dairesi’nin
yaptığı araştırmaya göre; bu sayı 75. 660 muharip ve 37.000 geri hizmet olmak üzere
112. 660’dir.362 Fahri Belen ise ordu mevcudunu 169. 609 olarak vermekte ve bunun
Kasım ayı başında 189. 562’ye çıkarıldığını ifade etmektedir. Bu sayı, Yarbay
Selahattin’in verdiği mevcut ile de aynı olması bakımından dikkate alınabilir.363
Bununla birlikte verilen bilgilerden kesin bir sayıya ulaşmak oldukça zordur. Sonuç
olarak Sarıkamış Harekâtı’na tahminen 75 bin ile 90 bin arasında bir muharip kuvvetin
katıldığı söylenebilir. Buna Karşılık Rus Ordusunun mevcudunun 90 bini muharip
olmak üzere yaklaşık 160. 000 kişiden oluştuğu bilinmektedir.364
3.6.3. Hafız Hakkı Bey ve Sarıkamış Harekâtı
21 Aralık’ta Hafız Hakkı’nın teklifi ile yapılan bir değişiklikle plan son şeklini
aldı ve 22 Aralık’ta bu plana göre harekete geçildi. Hafız Hakkı’nın 10 Kolordusu bu
tarihte Ekrek-Kaledibi-Mihrekom hattından Tortum’a kadar uzanan bölgede yer
alıyordu.365 Taarruz emrine göre; 10. Kolordu bir tümeni ile Narman ve diğer iki
tümeniyle Ardos’a ulaşacak ve her iki kolordu rastladıkları düşmana taarruz
edeceklerdi. 30. Tümen şafakla birlikte Kaleboğazı istikametine gönderildi. Kısa bir
359
Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu, 128-131.
Aziz Samih, Kafkas Cephesi Hatıraları, 15.
361
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 39.
362
Ramazan Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, Nesil Yayınları, İstanbul 2006, 139.
363
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 98.
364
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 142.
365
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 144.
360
131
süre sonra düşmanın terk ettiği mevziler ele geçirildi. Düşmanın Kaleboğazı mevkiine
çekildiği haber alınmıştı. Bu suretle takibe başlandı. Kozahor köyüne gelmeden Hafız
Hakkı 30. Tümene yetişti. Hafız Hakkı’nın süvari alayı ile beraber öncünün ilerisine
geçerek yürüyüşe devam ettiği sırada soldan ansızın top ve tüfek ateşine maruz kalındı.
Kısa bir müddet bu sonra ateşin soldan ilerleyen Fethi Bey Müfrezesi tarafından
yanlışlıkla açıldığı anlaşıldı. Bunun üzerine boru çalınarak ateş kesildi. Kozahor köyü
geçildikten sonra bu kez Rus birlikleri tarafından boğazdan top ve piyade ateşi başladı.
2. Tabur ileri sürülerek taarruza geçildi. Türk birlikleri süngü hücumu ile Kaleboğazı
köyüne kadar geldi. Bozguna uğrayan düşman, Zerdenis köyü ilerisine kadar çekilerek
burada mevzi aldı. Kısa bir süre sonra buradan da atılan düşman bu kez Oltu’nun 5 km
batısında başka bir mevzide konuşlandı. Karanlığın basmasıyla çatışmalar sona erdi.
Çarpışmalarda 30. Tümen, 10 kadar şehit, 50 kadar yaralı verdi.366
Geçici olarak 9. Kolordunun emrine verilen 31. Tümen’in Tudan istikametinde
taarruza geçmesi üzerine Ruslar ciddi bir direnme göstermeden düzensiz bir şekilde geri
çekildiler. 31. Tümen zayıf bir takiple akşama doğru Yeniköy’e girdi. Havanın bozuk
olmasında dolayı sıkı bir takip yapılamadı. Öte yandan tümenin bir alayı ani bir
baskınla Narman’a girdi. Bu baskın sonucunda geri çekilen düşmandan birkaç esir ve
bir miktar erzak ile cephane ele geçirildi. 31. Tümen bugünkü çatışmalarda 60 kadar
şehit ve 200’den fazla yaralı verdi.367
32. Tümen ise 30. Tümen’i takip ediyordu. Ancak dar bir yolda ilerlediği için çok
zorluk çekti ve 24 saat aralıksız yürümesine rağmen hedefine ulaşamadı. Bununla
birlikte 10. Kolordu bugün geniş ölçüde ordu emrinde belirtilen hedeflere varmış
sayılırdı.368
Aras’ın kuzeyinde bulunan 11. Kolordu, Rus Ordusunu tespit etmek için 33. ve
34. Tümenlerden topçu ile takviye edilmiş birer alayı ileri sürdü. Bu alayların ileri
harekâtı sonucunda düşmanın bulunduğu mevziileri terk edip geri çekildiği anlaşıldı. 9.
Kolordu ise 29. Tümeni ile Vorintap’taki düşman bölüğünü geri attı. 28. Tümen iki kol
366
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 97-98.
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 145.
368
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 73.
367
132
ile Ekrek üzerinden Karişim-Şekerli hattında ilerleyerek rastladığı düşman kuvvetlerini
kuzeye doğru uzaklaştırdı. 17. Tümen ise 29. Tümen’i Kaçkans’ın batısına vardı.369
Sarıkamış Harekâtı başlamasına rağmen Sarıkamış Grubu Komutanı General
Berhman, hâlâ Türklerin ana cepheden yani Aras Nehri güneyinden taarruza
geçeceklerini düşünüyordu. Ancak Türk birliklerinin Narman ve Kaleboğazı
bölgelerinden hareket edip buradaki Rus kuvvetlerini Oltu’nun batısına sürmesi bu
kanaati
haksız
çıkarıyordu.
Oltu
Müfrezesi
Komutanı,
Türklerin
ilerlemeye
başladıklarını, Oltu istikametinde ilerleyen bu birliklerin bir kolordudan az
olmadıklarını ve şiddetli taarruzları neticesinde müfrezelerinin çekilmek zorunda
kaldıklarını bir raporla Mecingirt’te bulunan General Berhman’a bildirdi. Başka bir
raporda ise Türklerin Sarıkamış Grubunun kuzey yan ve gerilerine doğru geniş bir
kuşatma harekâtına başlamış bulunduklarının tahmin edildiği söylendi. Böyle bir
hareketten büyük bir kuşku duyuluyordu. Ancak Sarıkamış Grubu Komutanı bu
raporlara ehemmiyet vermediği için herhangi bir tedbir almaya lüzum görmedi.370
Aslında Rus Genel Karargâhının 22 Aralık’ta Kafkasya Ordusu Karargâhına Enver
Paşa’nın Erzurum’da olduğu bilgisini vermesi, Oltu Müfrezesi’nden alınan haberle
birleşince Türk Ordusu’nun büyük bir taarruz hazırlığı içerisinde olduğunu anlamaya
yeterdi. Ancak buna rağmen Berhman ciddi bir tedbir almaktan çekindi ve asıl tedbirini
ana cepheden gelecek bir taarruza karşı almaya devam etti.371
İlk günkü hareket, plana uygun bir şekilde yapılmış ve birlikler kısmen belirlenen
hedeflere varmışlardı. 23 Aralık’ta Ordu Karargâhı 10. Kolordunun işgal ettiği
Narman’a geldi. Hafız Hakkı’nın bugün için verdiği emre göre; 32. Tümen vadi içinden
Oltu istikametinde düşmanın sol yanına taarruz edecekti. 30. Tümen, Fethi Bey
Müfrezesiyle birlikte düşmanın sağ kanadını kuşatacak ve Hafız Hakkı Kaleboğazı
köyünde bulunup sabahleyin taarruza katılmak için harekete geçecekti. 31. Tümen ise 9.
Kolordu emrine verilmişti. Amacı 9. Kolordu ile 10. Kolordu arasındaki irtibatı
sağlamaktı. Ancak bu tümen ile haberleşme sağlanamadığından dolayı bugün için bu
369
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 149-150.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 394-395.
371
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 148.
370
133
tümene görev verilememişti. Kimseden emir alamayan Tümen Komutanı Oltu
istikametinde taarruz kararı aldı.372
31. Tümenin kimseden emir alamaması, bugün çok üzücü bir olayın yaşanmasına
sebep oldu. Rus birliklerinin çekildiğini haber alamayan 32. Tümen birlikleri, Oltu
istikametinde ilerlemekte olan 31. Tümeni düşman zannederek ateşe başladı. 31. Tümen
de iyi keşif yapamadığı için karşısındakinin düşman olduğunu düşünerek karşılık verdi.
İki Türk tümeni arasında çatışma uzun süre devam etti. Bu sırada şiddetli ateş sesleri
duyan Enver Paşa, 31. Tümenin Narman Boğazı’nda kuvvetli bir direnişle karşılaştığını
zannederek 28. Tümeni yardım için bölgeye göndermeye karar verdi. Ancak kısa bir
süre sonra durum anlaşıldığı için kararından vazgeçti. Çatışma Teğmen Rasim’in
durumu anlamasıyla sona erdi. Hatanın anlaşılması üzerine iki tarafın avcıları kolları
yukarda birbirlerine karşı koşup kucaklaştılar ve bu felaket karşısında çocuk gibi
ağlamaya başladılar. Bu üzücü olayda 1000 kadar Türk askeri kardeş kurşunuyla şehit
düştü. Yaralı sayısı da bir okalardı.373
22 Aralık akşamı Oltu üzerine varan 30. ve 32. Tümenlerin bazı birlikleri 23
Aralık sabahı Rusları sağ ve sol taraflarından kuşatacak şekilde taarruza başladılar.
Öğleye kadar devam eden çatışmalar sonucunda Ruslar Oltu’nun doğusuna atıldı.
Kasaba Türkler tarafından ele geçirildi ve düşmandan bir albay ile bine yakın esir ve altı
top alındı.374
Hafız Hakkı’nın Oltu’yu işgali öncesinde ve sonrasında bir takım hatalar yaptığı
görülmektedir. Bunlardan ilki Oltu’yu biran önce işgal etmek ve kolordunun hızını
arttırmak için 30. Tümen’in bazı alaylarının ve Fethi Bey Müfrezesi’nin çanta ve
kaputlarını çıkartmasıdır. Kış mevsiminde yapılan bir askeri harekâtta tedbir amaçlı
dahi olsa böyle bir eylemin yapılması büyük bir hatadır. Nitekim soğuk nedeniyle
hastalık ve ölümlerin artması üzerine 30. Tümen Komutanı Albay Ali Osman, çanta ve
kaputlara şiddetle ihtiyaç duyulduğunu söyleyerek, bunların süratle yetiştirilmesini
Hafız Hakkı’dan istemiştir. İkinci hata ise, Oltu’ya giren ilk askerlere şehri
yağmalamaları için izin verilmesidir. Böylelikle kolordunun birkaç haftalık ihtiyacını
372
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 101.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 401. Ayrıca Bkz. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması,
151-152. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 103.
374
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 233.
373
134
karşılayacak kadar zengin bir ikmal merkezi olan Oltu bir gün içeresinde yağmalanarak
bütün kaynakları tüketilmiştir.375
9. Kolordu Kurmay Başkanı Şerif Bey, Hafız Hakkı’nın Oltu’daki faaliyetlerini ve
bu faaliyetlere yönelik eleştirisini şöyle dile getirmektedir: ‘’10. Kolordu Karargâhı, 10
Aralık (23 Aralık) günü akşama doğru Oltu’ya girdi. Asker mağazaları yağma etti.
Kolordu Komutanı bazı komutanlara askerin sevk ve hevesini arttırmak için şehri
yağma etmelerine göz yummalarını tembih etmiş. Bu söylenti Oltu’ya giren ilk
tümenlerin subaylarından duyulmuştur.
Ticarethanelerden sokaklara dökülen ipekli, yünlü kumaşlar yağ ve bal lekeleriyle
kirletilmişti. Düzen kuruluncaya dek Oltu’da orduyu günlerce besleyecek çok güzel
yemek ve erzak depoları bu yolla yok edildi. Gerçi bu tür hareketler zamanla önüne
geçilemezse her zafer kazanmış ordunun yaptığı ve sürekli olarak yapacağı bir iştir.
1812’de Napolyon’un Moskova’ya girdiği günün ertesi günü Hassa Alaylarının bir
kısmı yangın söndürmeye uğraşırken öbür kısmı ve en seçkin takımı Rus saraylarının
altın avizelerini, ipek perdelerini, antika tablolarını ve hatta ayı ve ceylan postlarını
sırtlarında taşıyarak Fransa’ya kadar götürmek isteğiyle konakladıkları evlere
yığıyorlardı. Merhum Hafız Hakkı’da bu geniş istekleri, geniş yüreği ve geniş ve
kaygısız düşüncesiyle kendini Napolyon’dan pek aşağı tutmuyordu. Hatta 10 Aralık (23
Aralık) akşamı Oltu’da, esir Rus Albayına Almanca –Benim Ardahan üzerinden
yapacağım bu geniş kuşatma manevrasını, mevsimi göz önüne alıp ta karşılaştırınız.
Napolyon bile yapmaya cesaret edememiştir ha!- demiş ve yine geniş geniş gülmüş,
sevinmişti.’’376 Hafız Hakkı’nın Napolyon’a karşı olan hayranlığı ve ona benzeme
çabası burada bir kez daha kendini göstermektedir. Kafkas Seferi öncesinde ordunun
iaşesinin nasıl çözüleceği sorusuna karşılık ‘’ Napolyon’un aç ve çıplak askerlerine
İtalya’yı gösterdiği gibi biz de Kafkasya’ya girmeliyiz’’ dediğini önceden görmüştük.
23 Aralık günü sonuç olarak Hafız Hakkı Oltu’yu almış ve kasabadan kaçan
düşman kuvvetleri kısmen dağlara ve kısmen de Ardahan yönüne çekilmişti. Oltu’nun
alınmasıyla ordu emrinde bugün için belirtilen hedefe varılmış oluyordu. Böylelikle
harekâtın ilk iki gününde Hafız Hakkı’nın plana uygun olarak hareket ettiği ve başarılı
375
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 151. Ayrıca Bkz. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 152.
İlden, Sarıkamış, 169-170. Yarbay Selahattin, Hafız Hakkı’nın Oltu’yu işgal ettikten sonra yağmayı
yasakladığını ve cephane ile erzak kollarının zaten düşman tarafından yakıldığını iddia etse de, genel
kanaat yukarıda belirtildiği gibidir. (Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 104-105).
376
135
bir şekilde belirtilen hedeflere ulaştığı söylenebilir. Bugünkü hareketler neticesinde 10.
Kolordu, 23-24 Aralık 1914 gecesini şu vaziyette geçirdi:
30. Tümen; 89-90. Alaylar ve Fethi Bey Müfrezesiyle Oltu’nun 15 km
kuzeydoğusundaki yol ile Lıspek’in güneydoğusundaki sırtlarda. 88. Alay Oltu’nun
doğusunda ve Oltu-Çonak Yolu üzerinde bir handa ve açıkta. 31. Tümen, Oltu’da, 32.
Tümen ise Oltu’nun çıkışında, 10. Kolordu Karargâhı ise Oltu’daydı.377
9. Kolordu’nun Karargâhı 23 Aralık’ta Kızılkilise’deydi. Kolordu bugünü kısmen
hareketsiz geçirdi. Kolordu Komutanı İhsan Paşa, tümenlere verdiği emirde; tümenlerin
Oltu-Bağçecik doğrultusunda ilerleyerek Oltu güneyinde 10. Kolordu kıtaları tarafından
durdurulduğu tahmin edilen Rus kuvvetlerinin gerisine düşmelerini bildirdi. Ancak
plana göre bugün için 28. Tümen’in Pitkir’e, 29. Tümen’in öncülerinin ise Bardız’a
hareket etmesi gerekiyordu. Böylelikle belirtilen günde bu kuvvetler kuşatma harekâtı
için Bardız’da toplanacaktı. İhsan Paşa’nın, 10. Kolordunun durumunu yanlış
değerlendirmesinden dolayı verdiği bu emir, Sarıkamış Harekâtı’nın en az bir gün
gecikmesine sebep olacaktı. Neyse ki III. Ordu Karargâhının gerçek durumu öğrenmesi
üzerine 9. Kolordu’ya yeni bir emir verilerek, planda herhangi bir sapma yapmaması
bildirildi. Böylelikle 9. Kolordu’nun asıl ilerleme hedefinden ayrılması engellenmiş
oldu.378
11. Kolordu bugün ana cepheden 4 piyade alayı ve bir topçu taburundan bir araya
gelen Rus kuvvetleri tarafından saldırıya uğradı. Bunun üzerine kolordu birlikleri bir
gün önce ele geçirdikleri bölgeleri terk ederek asıl mevziilerine çekildiler.379
23 Aralık’ta Oltu’nun Türkler tarafından işgal edilip, buradaki Rus kuvvetlerinin
Oltu’nun kuzeyine püskürtülmesi üzerine Türklerin geniş bir kuşatma harekâtı içinde
oldukları endişesi yinelendi. Ancak buna rağmen Berhman’ın düşüncesi değişmedi.
Tedbirini 11. Kolordu cephesinden gelebilecek saldırılara karşı almaya devam etti.
Böylelikle Türkler açısından çok avantajlı bir durum ortaya çıkmış oluyordu.380
24 Aralık için verilen ordu emrinde; 11. Kolordunun düşmanın güney kanadına
baskı yaparak bütün cepheden taarruz etmesi, 9.Kolordu’nun Bardız-Kızılkilise
377
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 105.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 400-401.
379
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 151.
380
Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 89.
378
136
bölgesinde, 10. Kolordunun ise Varnut-Beyköy hattında ilerlemesi bildirilmişti.
Böylelikle 24-25 Aralık gecesi tümenler Sarıkamış çevresinde toplanarak 25 Aralık’ta
taarruza geçeceklerdi.381
Hafız Hakkı, Oltu’yu işgal ettikten sonra geceyi burada geçirmişti. Ordu emrinde
24-25 Aralık gecesi için Vartanut-Beyköy hattında bulunması istemişti. Ancak Oltu’nun
işgalinden
sonra
Rus
kuvvetlerinin
Ardahan
istikametine
çekilmeleri
onu
endişelendirmişti. Hafız Hakkı düşmanı takip edip kesin olarak imha etmek istiyordu.
Bu sebepten ordu emrine uymayarak 24 Aralık günü için birliklerine şu emri verdi:
‘’10. Kolordu, 24 Aralık 1914 günü sabahı erkenden aşağıdaki şekilde düşmanı takip
edecektir.
31. Tümen sağ yan ve kol olarak, saat 09: 00’da ucuyla Oltu’nun kuzeydoğu
çıkışından hareketle, Böcekli-Bağçecik-Pertüs yoluyla ilerleyerek ucuyla Kop köyüne
varacak.
30. Tümen sol yan ve kol olarak, saat 10: 00’da hareketle Penek-Ekrek-Kafkas
yoluyla ilerleyerek ucu ve kuvvetinin büyük bir kısmı ile Örtülü’ye varacaktır. İkinci bir
emre kadar Fethi Bey Müfrezesi ile Mürettep 19. Süvari Alayı bu tümene bağlı
kalacaktır. Tümen, sol yanını kesin olarak örterek emniyete alacak ve Ardahan yoluyla
çekilen düşmanı yakından ve devamlı olarak gözetleyecektir.
31. Tümen, saat 08: 00’de Oltu’nun güney çıkışından hareketle, 30. Tümeni iki
km’den takip edecektir.
Tahrip Müfrezesi aracılığıyla Sarıkamış-Kars demiryolu ile şosenin önemli yerleri
ve telgraf hattı 24/25 Aralık gecesi kesin olarak tahrip edilmiş olacaktır.
Ben saat 10: 00’da Oltu’dan hareketle sol yan kolunun ucunda bulunacağım.’’382
Hafız Hakkı aynı gün saat 09: 30’da Ordu Karargâhına gönderdiği raporda yeni
durumdan bahsederek tümenlerin bu gece Vartanut-Beyköy hattına varacaklarını
bildirdi. Ancak bu planın uygulanması halinde belirtilen hatta varmak neredeyse
imkânsızdı. Hafız Hakkı ordu emrinde bildirilen Vartanu-Beyköy hattından sapıp
Oltu’dan kaçan Rus kuvvetlerini takip stratejini uyguluyordu.
381
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 152.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 410-411.
382
137
Bu istikamette hareket şu şekilde oldu; 23/24 Aralık gecesini Oltu’da geçiren 10.
Kolordu Karargâhı ile 30. ve 31. Tümenler, 24 Aralık sabahı harekete geçerek Tuzla’da
ve İsmailağa çayırlarında Rus kuvvetlerini geriye attılar. Ancak daha sonra Penek
mevkiinde yeni bir direnişle karşılaştılar. Burada geceye kadar devam eden
çatışmalarda, Rus kuvvetleri yüze yakın esir ve çok sayıda cephane bıraktı. Bununla
birlikte Ruslara önemli bir kayıp verdirilemedi. Ruslar başarılı bir geri çekilme taktiği
ile Kosor istikametine yöneldiler.383 Düşmanı yeterince ezemediğini düşünen Hafız
Hakkı bu kez Kosor istikametine ilerleme niyetindeydi. Saat 18: 30’da Oltu’nun 22 km
kuzeydoğusundaki Ardahan yolu üzerinden III. Ordu Komutanlığına gönderdiği şu
raporla durumu bildirdi:
‘’Simin Deresi gerisindeki boğazda mevzi alan beş toplu bir batarya ile takviye
edilmiş iki tabur kadar düşman artçısına, 30. ve 31. Tümenlerin öncüleriyle yapılan
müşterek taarruz sonucunda, düşman yüze yakın tutsak ve çok sayıda cephane ve
hastane arabaları bırakmış ve insanca ağır kayıplar vermiştir.
Şiddetle takip eden askerimiz şimdi de Penek sırtlarında mevzi alan düşman
artçısına taarruz ediyor. Düşman kısmen Penek üzerinde kuzeye çekiliyor. Çekilen
düşmanın bütün kuvvetlerinin dört alay olduğu esirler tarafından söylenmektedir. Alay
numaraları, 77, 78 ve 9 ‘dur. Bir alayın numarası bilinmemektedir.
Dün 30. Tümen ayrıca yedi makineli tüfek ele geçirmiş ve makineli tüfek adedi on
ikiye yükselmiştir.
Ben kemal-i şiddetle düşmanı takip ederek, iyi yola olan ihtiyaç karşısında Kosor
Boğazı’ndan sonra Beyköy doğrultusuna döneceğim. Arz eder ve bu gece verilen hedefe
varacağımı ümit ederim.
Kolordu Kurmay Başkanı Nasuhi Bey, 30. Tümeni ileri sürmek için giderken
ortadan kaybolmuştur. Gece ve bugün yapılan muharebelerde bir miktar şehit
verilmiştir. Kolordu Kurmay Başkanlığına vekâlet etmek üzere Posselt Paşa
Maiyetindeki önyüzbaşı Şefik’in, tabur ve bölüklere komuta etmek için de bir miktar
subayın gönderilmesini arz ederim. Ben burada iki tümenle bekliyorum.’’
383
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 236-237.
138
Rapordan anlaşılacağı üzere, 30. ve 31. Tümenler birbirinin ardı sıra aynı
istikamet üzerinde ilerlemektedir. 32. Tümen ise Vartanut istikametinde yol alarak Kop
köyüne ulaşmaya çalışmaktadır. Raporun en dikkat çekici kısmı dördüncü maddedir.
Hafız Hakkı burada Kosor Boğazı’na ilerleyip düşmanı mahvettikten sonra asıl
istikamet olan Beyköy’e döneceğini söylemektedir. Penek sırtlarından, Kosor Boğazı ve
Beyköy 40 km kadardır. Hafız Hakkı’nın gece bu mesafeyi alabilmesi neredeyse
imkânsızdır. Düşmanı takip maksadı güderek kuşatma kolunu uzatan Hafız Hakkı,
Kosor’dan sonra güneydoğuya döndüğünde Beyköy’e varabilmek için Allahuekber
Dağları’nı aşmak zorunda kalacaktır ki bu durum hem zaman kaybetmesine hem de
kıtaların yorgun düşmesine sebep olacaktır. Sonuç olarak 10. Kolordu, 9. Kolordu ile
aynı zamanda Sarıkamış dolaylarındaki savaşlara katılamayacaktır. Bu hata Sarıkamış
Harekâtı’nı olumsuz yönde etkileyip harekâtın felakete dönmesine yol açmıştır. Ayrıca
bu raporda Hafız Hakkı’nın birliklere komuta etmesi için subay istemesi ilginçtir.
Buradan anlaşılmaktadır ki Penek dolaylarında yapılan çatışmalarda 10. Kolordu birçok
subayını kaybetmiştir ki bu durum Şerif Bey tarafından da doğrulanmaktadır. Bu mesele
üstü kapalı bir şekilde Hafız Hakkı tarafından Ordu Komutanlığına bildirilmiştir.384
Şunu da belirtmek gerekir ki Hafız Hakkı’nın bu tutumuna Ordu Komutanlığından net
bir cevap gelmemiştir.
Hafız Hakkı’nın bu yanlış hareketi birçok araştırmacı ve dönemin askeri
yetkililerince eleştirilmiştir. Belen, 10. Kolordunun iki tümenle Kosor istikametinde
ilerlemesinin kesin bir sonuca sebebiyet vermediği gibi bu sayede birliklerin vakit
kaybettiğini ve bunun da Sarıkamış Felaketi ’ne yol açtığını söylemektedir.385 Fevzi
Çakmak, Hafız Hakkı’nın Penek ve Kosor’daki muharebelerle boşuna oyalandığı
kanaatindedir.386 Yarbay Selahattin ise bu hareketi ‘’genel amaçla hiçbir ilgisi
olamayan büyük bir hata’’ şeklinde nitelemektedir.387 Günümüz yazarlarından,
Sarıkamış Harekâtı konusunda akademik eserler meydana getiren Ramazan Balcı ve
Yavuz Özdemir de benzer görüştedirler.388 Ancak bu meseleyi özellikle propaganda
malzemesi haline getirmeye çalışan Şerif Bey’in eleştirileri hepsine gölge
384
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 412-413. Ayrıca Bkz. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması,
159.
385
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 153.
386
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 77.
387
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 110.
388
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 159. Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 238.
139
düşürmektedir: ‘’ Bana göre düşünülen kuşatma saldırısı yine düşünüldüğü biçimde ve
o şiddetli mevsimde çok parlak bir zaferle taçlanabilirdi. Fakat Hafız Hakkı Bey verilen
emri dinlemeyerek kendi havasına kapıldı ve Ardahan yönünde geri çekilen bir Rus
tugayının arkasından kolay zaferler toplamaya koştu. Aslında saldırı hareketi Oltu’dan
sonra Kötek yönüne yönlendirilecekti. Bu yanlışı bizden birisi yapsaydı asarlardı.
Oysaki onu paşa yaptılar.’’ Şerif Bey’in bir diğer ise eleştirisi şöyledir: ‘’ 11 Aralık (24
Aralık) günü için Başkumandanlık Vekâleti, 9. Kolorduyu Bardız’a ve 10. Kolorduyu
sağ kanadıyla Bardız Deresi üzerinde bulunan Kop yönüne yönlendirmek istedi. Yani
Enver’in Genelkurmayı yine asıl amacı biraz daha kuzeyden sağlama isteğini izledi.
Fakat Oltu’da tüm bir kolordunun iki Rus alayını yenmiş olmasından doğan zevk ve
neşeye bir türlü doyamayan genç kolordu komutanı, pek hoşlanmadığı Abdülkerim
Bey’i 32. Tümeni ile Kop yönüne yönelttikten sonra kendisi –Yarın Ardahan yoluyla
saldırıyı sürdüreceğim- ne demektir? Koca bir kolordu yarısı dağılmış tugayı ile
günlerce uğraşmak için mi buralara kadar getirildi? O halde Aras Vadisi’nde
görevlendirilmemekte ne anlam vardı? Fakat işte Albay Hafız Hakkı Bey, saldırıyı
sürdürecekti. Çünkü bu eğlence hoşuna gitmişti. Şunu önemle belirtelim ki Narman ve
Oltu yönlerinde 9 ve 10 Aralık (22 ve 23 Aralık) günleri savaşlarında 10. Kolordu pek
çok subay ve er yitirmişti. Hatta 10 Aralık (23 Aralık) akşamı Oltu’da Enver Paşa’ya
yazdığı bir raporda Hafız Hakkı Bey, Erzurum’dan başka birliklerden kendi taburlarına
bir miktar subay verilmesini rica etmişti. Oysaki biz işin henüz başlangıcında idik.
Şimdi bunlar -askeri, ceplerindeki kumar parası gibi harcadılar- demeye hakkım yok
muydu?’’389
İki Tümeni ile Kosor Boğazı’na gelen Hafı Hakkı, buraya baskın yaparak düşman
artçılarını dağıttı. Ancak burada umduğu başarıyı elde edemedi.390 30. Tümen, geceyi
Penek’te, 31. Tümen Berdik’te geçirdi. Vartanut istikametinden Kop köyüne ulaşması
istenen
32.
Tümen
ise
dağ
yollarının
zorluklarına
uğrayarak
bu
amacını
gerçekleştirememiş, akşama kadar ancak Kotik’e varabilmiştir.391 Böylelikle Hafız
Hakkı’nın 24/25 Aralık gecesi için Vartanut-Beyköy hattına ilerlemeyip hâlâ buralarda
uğraştığı görülür.
389
İlden, Sarıkamış, 149 ve 173-174.
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 77.
391
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 153.
390
140
Bu arada 30. Tümeni ileri sürmek için gönderilen Nasuhi Bey, Ruslara esir düştü.
Nasuhi Bey’in yanında bulunan Sarıkamış Kuşatma Planı Rusların eline geçti. Kuşatma
harekâtının kapsamı karşısında endişeye düşen kapılan Ruslar, derhal 18. Türkistan
Taburundan birkaç birliği Karaurgan ve Yeniköy’e gönderdiler. Bugünden sonra
şiddetli cephe taarruzlarını bırakarak kuvvetlerini 9 ve 10. Kolorduların geldiği
istikamete toplamaya başladılar. Rusların savunma tedbirlerini kolaylaştıran bu
durumun Sarıkamış Harekâtı’nın Türkler aleyhine sonuçlanmasında önemli bir payı
vardır.392 Birçok kaynakta Rusların bu planı görüp dehşete kapıldığı ve Sarıkamış’tan
çekilme kararı aldıkları iddia edilmektedir. Bu görüş abartılıdır. Nitekim 22 ve 23
Aralık harekâtları neticesinde Ruslar zaten bu ihtimali göz önünde tutarak, Genel
Karargâha ve Sarıkamış Grup Komutanlığına bu minvalde raporlar vermişlerdi.
23 Aralık gecesini Narman’da geçiren 9. Kolordunun, 24 Aralık günü BardızKızılkilise hattına varması emredilmişti. Ordu Karargâhı da Narman’da bulunuyordu.
Pitkir’de toplanarak harekete geçen 9. Kolordu birliklerinin büyük bir kısmı 14 saatlik
bir yürüyüşün ardından yanlarında Başkumandan Vekili Enver Paşa olduğu halde
Bardız’a vardılar. Kolordu Bardız’a vardığında Rus kuvvetleri ahaliyi de yanlarına
alarak kasabayı terk etmişlerdi. Kasabanın hiçbir binası tahrip edilmemiş, eşyaları
kaçırılmamış, dükkân ve ambarları olduğu gibi bırakılmıştı. Burada kolorduya günlerce
yetecek erzak mevcuttu. Enver Paşa, yapılacak harekât için kurmaylarıyla görüşmeye
başladı. Ancak 10. Kolordu’dan henüz bir haber alınamamıştı.393
11. Kolordu cephesindeki düşman taarruzları bugün de devam etti. 17. Tümenin
biraz geri çekilmesine karşın diğer tümenler düşman taarruzunu durdurdular. Türklerin
ağır kayıplarına karşılık Ruslar da 11. Kolordu karşısında 400 ceset ve 60 esir
bıraktılar.394
22 ve 23 Aralık çarpışmalarında Oltu’nun Türkler tarafından işgal edilip Rus
kuvvetlerinin Ardahan istikametine doğru çekilmesi üzerine Oltu ve İstomin
Müfrezeleri, Kafkas Ordusu Karargâhına Türklerin Sarıkamış’ın sağına bir kuşatma
harekâtı içerisinde olduklarına dair raporlar yazmaya başlamışlardı. Berhman’ın
ehemmiyet vermediği ancak Rus Genel Karargâhında endişe ile karşılanan bu raporlar
392
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 158.
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 75.
394
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 152-153. Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 78.
393
141
üzerine General Mişlayefski, General Yudeniç ve beraberindekiler 23 Aralık akşamı
trenle Mecingert’e geldiler. Burada 24 Aralık günü öğleden sonra yapılan toplantıda
Ordu Kurmay Başkanı, gerek Oltu Müfrezesi gerekse II. Türkistan Kolordusunun
verdiği raporlara istinaden Türklerin bahsedilen tarzda bir harekâta girişebileceklerini
söyleyerek buna karşı tertip alınmasını istedi.395 Nitekim 24 Aralık’taki Türk Hareketi,
Ordu Kurmay Başkanının endişesini haklı çıkardı ve kesin olarak belirginleşen durum
karşısında Ruslar bir takım önlemler almaya başladı. General Mişlayefsi, ilk olarak
General Berhman’ı yetersiz görerek Sarıkamış grubunun komuta ve sorumluluğunu
kendi üzerine aldı. Ordunun taarruzları durdurularak önceden hazırlanan mevziilerde
savunmaya geçilmesi emredildi. General Mişlayefski’nin, Türklerin kuşatma harekâtını
öğrenmesi üzerine aldığı bu önlemler, III. Ordunun Sarıkamış önlerinde mağlup
olmasında önemli bir etken olmuştur.396
Hafız Hakkı, 24 Aralık’ta Penek civarından III. Ordu Komutanlığına gönderdiği
raporda, Kosor Boğazı’na ilerledikten sonra Beyköy’e döneceğini ve belirtilen tarihte
burada olacağını söylemişti. Ancak bu kararına uymadı. Vartanut-Beyköy hattına
hareket etmek yerine geceye kadar bu bölgedeki küçük Rus birlikleri ile mücadele etti.
Gerek mesafenin uzunluğu, gerekse düşmanın güçlü direnişi kolordunun 24 Aralık
gecesi belirtilen hedefe ulaşmasını imkânsız kıldı. Bununla birlikte Hafız Hakkı’nın
raporu kesinlikle gerçeğe uymuyordu. Çünkü aynı yerde ve aynı zamanda 30. ve 31.
Tümenlere verdiği emirde, taarruza 20: 00’de başlamalarını bildirmişti. Bu saatten
sonra, özellikle düşmanın direnmesi ve mevsim şartları dikkate alındığında, 10.
Kolordu’nun Vartanut-Beyköy hattına varamayacağı Hafız Hakkı tarafından da
rahatlıkla anlaşılabilecek bir durumdu. Hafız Hakkı’nın gerçeği görmesine rağmen
neden Ordu Komutanlığına böyle bir rapor yazdığı gerçekten merak konusudur. Oysa
durumu bütün gerçekliği ile Ordu Karargâhına bildirmesi Enver Paşa’nın vaziyeti görüp
ona göre tedbir almasında yararlı olacaktı. Nitekim ileride görüleceği üzere bu yanlış
bilgilendirme ve irtibatsızlıktan dolayı 9. Kolordu Sarıkamış önlerinde büyük sıkıntılar
çekecekti. Diğer bir husus, Hafız Hakkı’nın Ardahan istikametindeki küçük Rus
395
396
Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 90.
Genelkurmay…, III. Ordu Harekâtı, I, 415-417.
142
birlikleri ile fazlaca uğraşmasıdır ki biran önce Sarıkamış’a varıp kesin sonuç almak
yerine buralarda zaman kaybetmesinin mantığını anlamak zordur.397
Hafız Hakkı, 25 Aralık 1914 günü harekâtı için 24/25 Aralık gecesi Penek’ten
kıtalara şu emri verdi:
‘’Penek sırtlarında mevzilenen düşmanın, çok sayıda tutsak ve makineli tüfek
bırakarak geri çekildiği haberi geliyor.
Yarın saat 07: 00’de Kolordu, düşmanı takibe devam etmek üzere aşağıdaki
şekilde toplanarak harekâta hazır bulunacaktır.
31. Tümen, 30. ve 32. Tümenlerin dağ bataryaları ve 90. Piyade Alayı Berdik
Köyü’nde, 30. Tümenin 88. ve 89. Piyade Alayları, 30. ve 31. Tümenlerin ikişer sahra
bataryası ve Tümen Süvari Bölüğü Penek köyü ve civarında toplanacaklar, düşman
doğrultusunda ileri karakollar çıkaracaklardır. Süvari Alayı Berdik’te bulunacaktır.
30. ve 31. Tümenler arasındaki keşif ve emniyet sınırı Kosor üzerinden Ardahan’a
giden büyük caddededir.
Ben şimdi Berdik köyüne gidiyorum. Sabahleyin saat 06: 00’da 30. ve 31.
Tümenlerle Süvari Alayı’nın emir subayları, emir almak için bana müracaat
edeceklerdir.’’ 398
Bu emirden anlaşılacağı üzere Hafız Hakkı, bulunması gereken hatta bir gün
gecikmesine rağmen hâlâ küçük kuvvetlerden bir araya gelen düşmanı takip etmek
gayesindedir. Nitekim 24 Aralık gecesine kadar süren çatışmalarda bu amaca
ulaşılamadığı anlaşılmıştır. Sabah saat 06: 00 ‘da verilen emre göre kıtalar harekete
geçti. Berdik’ten harekete geçen 31. Tümen Tahtaköy-Kosor-Arsenik doğrultusunda
ilerlemeye başladı. Akşama kadar süren yürüyüşün sonunda ateşler içinde yanan
Kosor’a ulaştı ve burada konakladı. Rusların geceleyin bu bölgeyi terk ettikleri
anlaşıldı.399 30. Tümen, 31. Tümeni takiben ana yoldan ilerleyecekti. Ancak yapılan
keşifler sonucunda bu tümenin cephesinde bir kısım Rus birliğinin bulunduğunun
anlaşılması üzerine Ardahan caddesi üzerinden tümene yeni bir emir verildi. Buna göre;
tümenin bir alayı caddenin solundan ilerleyerek önüne çıkan düşmanı püskürtecek ve
397
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 111-112.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 426.
399
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 247.
398
143
sonra takibe devam etmek üzere kıtalar ilerideki birliklerin gerisinde toplanacaklardı.
Tümenin diğer kıtaları ise kol üzerinden Penek önündeki dirseğe kadar ilerleyerek yolun
sağındaki sırt gerisinde toplanıp dinleneceklerdi. Bu emre göre harekete geçen 30.
Tümen’in 88. ve 89. Alayları zorlu bir yürüyüşün ardından 25 Aralık akşamı Arsenik’e
geldiler. Köylüler hazırladıkları yiyecekleri askerlere vermek istediler. Ancak askerler
yorgunluktan bu yiyeceklerle dahi uğraşamadılar. Tümen, geceyi köyün çevresinde
geçirdi.400
32. Tümen ise 24 Aralık’ta yaptığı üzün yürüyüş sonucu çok yorulmuş ve ancak
gece yarısı öncüsü ile Koy Köyü’ne gelebilmişti. Bu yürüyüş sırasında erlerde çok
döküntü olduğu gibi yürüyüş kolunun derinliği de iki ile üç katına çıkmıştı. Bu yüzden
Tümen 25 Aralık öğleye kadar toparlanmak ve dinlenmekle vakit geçirdi. Tümene 25
Aralık günü için verilen emirde; Sarıkamış’a yürüyerek düşmanın Kars’la olan
ulaşımını kesme görevi verildi. Geçici olarak 9. Kolordu emrinde olan bu tümenin 10.
Kolordu ile harekât birliği yapması emredildi. Öğleden sonra Kop köyünden harekete
geçen tümen akşama Posik Köyü’ne geldi ve 25/26 Aralık gecesini burada geçirdi.
Bugünkü hareketler sonucunda 10.Kolordu birliklerinin 25/26 Aralık gecesindeki
durumları şöyledir; 30. Tümen’in birliklerinin büyük bir kısmı Beyköy istikametini ileri
karakollarıyla ele geçirmek için Arsenik’te, 31. Tümen Ardahan istikametini ileri
karakollarıyla ele geçirmek için Arsenik-Kosor-Tahta arasında yürüyüşte, 32. Tümen
ise Posik’te.401
24 Aralık gecesini Bardız’da geçiren Başkumandan Vekili Enver Paşa, Rusların
Kars yönüne çekilmelerine engel olmak için biran önce Sarıkamış’a varmak istiyordu.
Enver Paşa da tıpkı Hafız Hakkı gibi Rusların mağlup edilmeden çekilmelerinden
korkuyordu. Bu halde bütün harekât planının suya düşeceğini düşünüyordu. Kars
Kalesi’ne çekilip burada mevzii alan düşman, takviye kuvvetlerin de gelmesiyle daha
güçlü bir konuma gelecek ve mağlup edilmesi zorlaşacaktı. Buna mahal vermemek için
hemen Sarıkamış’a girilmeliydi. Bir esirin ifadesinden Sarıkamış’ta bir durijin
taburunun olduğu anlaşılmıştı. Bununla birlikte Hafız Hakkı’nın 30. ve 31. Tümenlerle
hedeften uzaklaşarak Kosor istikametinde ilerlediği bilinmiyordu. Bugün için verdiği
raporda Vartanut-Beyköy hattında olacağını bildirmişti. Hafız Hakkı’nın bu hatta
400
401
Genelkurmay…,3’üncü Ordu Harekâtı, I, 427. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 169.
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 113-115.
144
vardığını düşünen Enver Paşa, 10. Kolorduyu Sarıkamış önlerinde yalnız bırakmamak
düşüncesindeydi. Ancak 9. Kolordu’nun sadece 29. Tümeni Bardız’a ulaşabilmişti. 17.
Tümen yolda, 28. Tümen’in bir kısmı yolda, Bardız’a varan kıtaları ise yorgundu.402
Bu atmosfer içinde Enver Paşa, karargâhı ve 9. Kolordu Karargâhı ile yapılacak
harekâtın tanzimi ve icrası hakkında görüşmelere başladı. Sarıkamış Harekâtı açısından
büyük önem taşıyan bu kritik görüşmeleri 9. Kolordu Kurmay Başkanı Şerif Bey şöyle
anlatır:
‘’9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa ve Kurmay Başkanı olan ben, Enver Paşa’nın
odasına çağrıldık. Bugüne kadar kimsenin bilmediği bu anıya dikkatinizi çekerim.
Gittik, bir süre karargâh subayları ile görüştük. Karşımıza çıkan Almanlar bize 10.
Kolordu ile bağlantımız olup olmadığını sordular:
-Yoktur cevabını verdik. Kızgın bir biçimde
-yoktur ne demek? Göreviniz değil miydi? Buyurdu.
Şu cevabı aldı:
-Efendim,
biz
bugün
sabahtan
beri
yoldaydık.
Narman
doğusundaki
Kızılkilise’den yola çıktık. 10. Kolordu’nun hangi yollardan yürümesi gerektiğini henüz
burada öğrendik. Tek keşif aracımız olan süvari bölüğümüzü dünden beri 10.
Kolordu’nun önünde gönderdik. Bu ana dek ne bu kolordudan ve hatta ne de kendi
süvari bölüğümüzden bir haber geldi.
Söylenecek daha çok şey vardı. Fakat askeri itaat kurallarına aykırı olurdu. Ben
generale diyebilirdim ki –Bronsart, senin neden kızdığını ben anlamıyorum. Enver’e
çatamıyorsun, acısını bizden çıkarmak istiyorsun. Sen de anlarsın ki bu yolsuz ve yüksek
dağların kim bilir hangi buzullarından basacak bir adım arayan 10. Kolordu
tümenlerine bizden çok siz yakın geçtiniz. Yine senin yanındaki arkadaşlar diyorlar ki
Hafız Hakkı emir dinlememiş, başını almış, tümenleriyle Ardahan yönüne saldırmış. Sen
söyle, biz ne yapabilirdik? Bugün 14 saat at sırtında Türk aşkına perişan düştükse suç
benim mi?
Bu azarları sindirmeye zaman kalmadan Enver Paşa’nın odasına çağrıldık.
Odaya Bronsart ve Feldman da geldiler. Enver Paşa şimdi alınan bilgiler gereğince
402
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 154.
145
Sarıkamış’ta Rusların bir iki bölükten çok kuvvetli olmadığını, henüz 10. Kolordu’dan
bir haber almamakla birlikte Hafız Hakkı Bey’in gece gündüz yürüyerek yarın
Sarıkamış’a varacağına inandığını söyledikten sonra bizim düşüncemizi sordu. İhsan
Paşa pek doğal ve yerinde bir anlatımla şu karşılığı verdi:
-Paşa Hazretleri, bu akşam 29. Tümenin sevincini gördünüz. Kuzu kızartıyorlar.
17. Tümen’in yarın öğleye kadar kavuşacağını umarım. 28. Tümen’i ise bugün zat-ı
devletiniz yürüttünüz. Buna göre 9. Kolordudan şimdilik el altında 29. Tümenden başka
kuvvet yok demektir. Orduyu ilgilendiren harekâtın gerektirdiklerini bendeniz
bilmiyorum. 10. Kolorduda bilgi yok buyuruyorlar. Eğer yarın amacınız bir tümenin
kuvvetiyle yerine gelecekse 29. Tümen harekete ve emre hazırdır.
İhsan Paşa’nın bu gece Enver’in karşısındaki durumu çok güçtü. Enver yarın
kesin olarak Sarıkamış’a yürüyeceğini söylemekle birlikte bizden görüş soruyordu. Bu
anda ordu ile ilgili görüş açıklamak Enver’in hiçte dostu olmayan İhsan Paşa’ya
düşmezdi.
İhsan Paşa’dan sonra Enver, Almanlara yönelerek görüşlerini sordu. Harekât
Şubesi Müdürlüğü görevini yürüten Feldman iri ellerini birbirine dik ve eğik
durumlarla masa üstündeki haritaya vurarak çok ciddi, kesin ve açık bir anlatımla
görüşlerini doğal olarak Almanca, aşağıdaki gibi açıkladı:
-Düşman durumunda büyük bir değişiklik yok. Dünkü bilgi Rusların ağır bir
biçimde kuzeye, Horum mevzilerine doğru çekildiğini söylüyor. Bizim asıl kararımızı
değiştirecek olan tek olay 10. Kolordu ile 9. Kolord’nun bu akşamki durumlarıdır. 9.
Kolordu henüz tamamıyla Bardız-Zakim doğu hattında bulunmuyor. 10. Kolordu’nun
ise nerelerde bulunduğu bilinmiyor. Buna göre kararım, 10. Kolordu Vartanik-Beyköy
hattına gelinceye dek 9. Kolordu Bardız’da bekleyecektir. Enver, Kurmay Başkanı
Bronsart’a görüşlerini sordu. Bronsart:
-Aynen Feldman’ın görüşündeyim. 9. Kolordu yarın Bardız’da toplanacaktır. Bu
görüşlerin hiçbiri Enver’in hoşuna gitmedi. Hafız Hakkı Bey’in bizden önce
Sarıkamış’a gireceğini inandığını söyleyerek 9. Kolordunun da yarın 29. Tümeniyle
Sarıkamış’a hareket etmesini emretti. Ve bu esasa göre herkes görevi başına gitti.
146
İşte bu büyük trajedinin başlangıcı olan 12 Aralık (25 Aralık) 1914 gecesi
Bardız’da Enver Paşa’nın Sarıkamış’ı Hafız Hakkı’ya kaptırmamak için 9. Kolorduya
verdiği ve ertesi günü de yerine getirilmesini bizzat üstlendiği bu hareket emridir.’’403
Bu görüşmelerden anlaşılacağı üzere 9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa ve Kolordu
Kurmay Başkanı Şerif Bey, 25 Aralık için Taarruza karşıdırlar. Bronsart ve Feldman da
bu görüştedir. Nitekim elde sadece 29. Tümen vardır ve 9. Kolordu’ya bağlı diğer
birlikler henüz Bardız’a ulaşamamışlardır. 10. Kolordudan ise haber alınamamaktadır.
Bu halde taarruza tek taraftar olan isim Enver Paşa’dır. Şerif Bey’e göre Enver Paşa’nın
bu isteğinin altında yatan gerçek Hafız Hakkı’nın kendisinden önce Sarıkamış’a
gireceği endişesidir. Enver Paşa, Sarıkamış’ın fatihliğini Hafız Hakkı’ya kaptırmak
niyetinde değildir. Ancak bu görüşe katılmanın imkânı yoktur. Nitekim hiçbir gerçeğe
dayanmamaktadır. Enver Paşa’ya taarruza asıl iten gerçek, Sarıkamış’taki Rus
kuvvetlerinin azlığıdır. Bununla birlikte Hafız Hakkı’nın Sarıkamış yakınlarında
olduğunu zanneden Enver Paşa, ona yardım etmek düşüncesindedir. Enver Paşa’nın bu
kararının faydalı sonuçlar doğurabileceği ileride görülecektir. Şerif Bey’in hatıralarında,
sıkça bu tarz gerçeğe uygun olmayan görüşlere yer verilmektedir. Bu yönüyle Şerif
Bey’in hatıraları, Tarih Metodolojisi derslerinde öğrendiğimiz ‘’hatıralara ihtiyatlı
davranmamız gerekir’’ bilgisi doğrulayan en güzel örneklerden biridir.
Enver Paşa’nın isteği doğrultusunda 25 Aralık’ta Taarruz başladı. 29. Tümen
başta olmak üzere Bardız’’da toplanan kuvvetler Sarıkamış’a doğru ilerleri harekâta
geçtiler. Ancak 17. Tümen’in birliklerinin büyük bir kısmı henüz bölgeye ulaşamamıştı.
28. Tümen ise Bardız’a yürüyüşü sırasında yorgun düşmüştü. Günlerden beri zayıf ve
yorgun düşen bu birlikler orman yoluna geldiklerinde durakladılar. Taarruzda tereddüt
ettiler. Tümen ve Alay komutanları birliklerin önüne geçerek mutlaka taarruz etmeleri
gerektiğini söylediyse de birlikleri harekete geçiremediler. Bu kez Enver Paşa bizzat 29.
Tümen’in önüne geçerek durumu inceledi. Taarruza devam etmek için verilen emirler,
gerek erlerin azlığı gerekse takatsizliği nedeniyle etkisiz kalıyordu. Bunun üzerine
dağılan erleri toplamak ve kıtaları düzene sokma amacıyla taarruzun yarın sabaha
403
İlden, Sarıkamış, 178-179.
147
ertelenmesine karar verildi. Akşama kadar devam eden taarruzda Ruslar Sarıkamış
yakınlarındaki Çerkesköy’e kadar atılmışlardı.404
Taarruzun yarın sabaha ertelenmesi büyük bir hataydı. Sonradan ortaya çıktı ki
Sarıkamış’ın bu gece zapt edilmemesiyle büyük bir fırsat kaçırılmıştı. Bu gece
Sarıkamış’ta çok az bir düşman kuvveti bulunuyordu. Taarruza devam edilmesi halinde
kasaba alınabilirdi ve yorgun kıtalar burada dinlenebilirdi. Ertesi sabah durum büsbütün
değişti. Ruslar hızla Sarıkamış’a takviye birlikler sevk etmeye başladı. Zaten yorgun ve
mevcudu oldukça azalmış olan 9. Kolordu birlikleri için durum bundan sonra daha zor
olacaktı.405
11. Kolordu bugün, Rusların dünden beri başlayan geri çekilme hareketini
engellemek için bütün tümenleriyle saat 10: 00’da taarruza başladı. Bu taarruz
karşısında Rus kuvvetleri bütün kolordu cephesinde ağır kayıplara uğrayarak geri
çekilmeye devam etti. Düşmanı takip eden 11. Kolordu, ertesi gün tekrar taarruza
devam etmek üzere Azap Deresi, Kalendir’in doğu sırtları, Mollamelik, Sıtarut ve
Maslahat bölgelerinde konuşlandı.406
Türk taarruzlarının tehlikeli bir safhaya geldiğini gören Kafkas Orduları
Başkumandan Vekili Mişlayefski, ordusunu kurtarmak için iki önemli tedbir
düşünüyordu. İlki, geri çekilmeyi ve tahliyeyi kolaylaştırmak için Sarıkamış-Kars
yolunu açık tutmak, ikincisi ise ordusunu Sarıkamış hattında toplayarak Türk taarruzları
karşısında kuvvetli bir set oluşturmaktı. İlk kapsamda 11. Kolordu cephesindeki Rus
birlikleri Mişlayefski’nin emriyle Sarıkamış’a doğru çekilmeye başlandı. Ruslar,
Türklerle kesin sonuçlu bir savaştan çekiniyorlardı. Savunma tertibatı için birlikler
Ziyarettepe-Mecingert-Kızılkilise hattına çekilmeye çalışıldı. Öte yandan Sarıkamış
yolu açık tutularak gerektiği yerde Kars’a kadar geri çekilme içi hazırlıklar yapılmaya
başlandı.407
Hafız Hakkı 25 Aralık’ta Penek’i işgal ettikten sonra 26 Aralık için hâlâ düşmanı
takip etmek niyetindeydi. Ancak bu sırada bir subay gelerek kendisine iki tümeni ile
Eşekmeydanı Geçidi’ne yürümesini ve oradan Sarıkamış’a taarruz eden 9. Kolorduya
404
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 434.
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 155.
406
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 118.
407
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 170-171.
405
148
katılmasını bildiren kesin emri getirdi. Hafız Hakkı’nın 30. ve 31. Tümenlerle
Allahuekber Dağlarına yürüyüşü bu emirden sonradır. Nitekim Hafız Hakkı, belirtilen
hedefe en kısa yoldan varmak için bu dağların kestirme yol olduğunu düşünüyordu.408
Sarıkamış önlerinde yaşanan mücadeleden bu şekilde haberdar olan Hafız Hakkı,
25/26 Aralık gecesi Arsenik’ten 10. Kolordu kıtalarına şu emri verdi:
‘’Kolordunun bütün subay ve erlerinin üstün gayretleri sonucunda ve Allah’ın
yardımıyla karşımızdaki düşman alayları kâmilen dağılarak Ardahan doğrultusuna
çekilmiştir. Düşmanın birçok subayı, yüzlerce eri esir edilmiş, binden fazla silah, araba
ve çok sayıda cephane ele geçirilmiştir.
Kolordu bu gece aşağıdaki şekilde dinlenecektir:
30. Tümen Arsenik’te, 31. Tümen Kosor’da kalacak, 30. Tümen Beyköy
doğrultusuna ve 31. Tümen Oltu ve Ardahan doğrultularına ileri karakol birlikleri
çıkaracaklardır.
Bu gece behemal civardan koyun ve sığır toplanarak erlere bolca yemek
yedirilecek ve hayvanların da karnı iyice doyurulacaktır.
Bu gece 30. Tümen Arsenik’ten, 31. Tümen Kosor’dan gece yarısından sonra
Beyköy doğrultusunda ilerleyeceklerdir.
Konaklara ilk gelen kıtalar önce yürütülecek ve bu suretle bütün kıtaların yeteri
kadar dinlenmeleri sağlanmış olacaktır.
30. Tümen’deki dört sahra bataryası bundan sonra da tümene katılacak, ayrıca
31. Tümen’in yanında bulunan tümen dağ bataryaları da bu gece Arsenik’e, 30.
Tümen’e gönderilecektir.
Ben bu gece Arsenik köyündeyim. Yarın 30. Tümenle beraber bulunacağım.’’409
Hafı Hakkı, Ardahan’a ilerlemeyi çok istiyordu. Ancak ordu karargâhından gelen
emir açıktı. Bu yüzden bir alayı düşmanı takip için bırakarak, 25/26 Aralık gecesini
dinlenmeyle geçirdikten sonra sabaha doğru 30. ve 31. Tümenlerle Beyköy-Başköy
hattına varmak üzere yüksekliği 3000 metreyi bulan Allahuekber Dağlarına doğru
408
W.E.D. Allen –Paul Muratoff, 1828-1921 Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi (Kafkas
Harekâtı), Gnkur. Basımevi, Ankara 1966, 248.
409
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 437-438.
149
ilerlemeye başladı. Hafız Hakkı’nın çok daha önceden bu hatta varması gerekiyordu.
Ardahan yönünde çekilen düşmanı takip için küçük bir kuvvet bırakarak bütün
kuvvetleriyle Sarıkamış önlerine gitmeliydi. Şimdi zaman kaybettiği gibi biran önce
belirtilen hatta yetişmek üzere kestirme yol zannettiği Allahuekber Dağlarını aşmak
zorunda kalacaktı. Bu dağların aşılması esnasında yaşanan zorluklar; binlerce askerin
tek bir kurşun dahi atmadan donarak şehit olması, Sarıkamış Harekâtı içerisinde en çok
zikredilmeye değer konudur. Allahuekber Dağlarının kestirme zannedilmesi tamamen
teknik bir hatanın eseridir; 10. Kolordu Kurmay Başkanı Lange’nin elindeki Türk
haritasında Beyköy’ün uzaklağı 15 mil olarak gösterilmiştir. Bu bilgiden hareketle
Lange bu mesafenin beş saatte aşılabileceğini hesaplamış ve tümenlere bu şekilde emir
verilmiştir. Ancak haritanın daha sonra yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Aslında gerçek
mesafe 25 mildir ve Allahuekber Dağlarını aşmak suretiyle bu mesafeyi kat etmek 19
saat bir iştir. Böylelikle her karesi hüzün dolu yolculuk başlıyordu.410
30. Tümen, 26 Aralık sabahı saat 05: 00’de Beyköy istikametinde yürüyüşe
başladı. 88. Alay önde ilerliyordu. 89. Alay ise kendisine katılan bir takım birliklerle
öncüyü takip ediyordu. Allahuekber Dağlarının yolları dar olduğu için yürüyüş ancak
bir kolda yapılabiliyordu. Yan yana yürümenin imkânı yoktu. Bu durum hareket
kolunun kilometrelerce uzamasına sebep oldu. Kolordu Karargâhı önde yürüyerek yol
açmasına rağmen pek çok döküntü ve donmadan kaynaklanan kayıp verildi. 14 saat bu
şekilde devam eden yürüyüşün ardından Beyköy’e varıldı. Yarbay Selahattin, Beyköy’e
varıldığında bölüklerin mevcudunun 10-15 ere indiğini ve hatta bazılarında subaylardan
başka kimsenin kalmadığını söylemektedir.411 30. Tümen’in Beyköy’e varışı düzenli
olmamıştı. Öncü saat 17: 15’de, artçı ise ancak saat 23: 00’de Beyköy’e varabilmişti.
Sabaha kadar buraya varan tabur mevcutları 100 ere dahi tamamlanamamıştı. Dağınık
halde kalan bu birliklerin toplanması ve tekrar düzen altına alınması için iki günlük
istirahat kararı verilmişse de bundan vazgeçilmiş, 27 Aralık öğleden sonra harekâta
başlamak üzere kıtaların toplanması emredilmiştir.412
31. Tümen için durum daha kötüydü. Bu tümenin saat 09: 00’da Kosor’dan
hareketle Başköy’e gitmesi istenişti. Ancak 90. ve 92. Piyade Alayları ile dağ topçu
410
Allen-Muratoff, Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi, 248.
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 119.
412
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 176.
411
150
taburları Tahtaköy’den Kosor’a gelemedikleri için bildirilen saatte harekete geçilemedi.
Saat 15: 00’e kadar bu birlikleri bekleyen tümen karargâhı, gelmemeleri üzerine bu
saatte 93. Piyade Alayı ile Başköy’e doğru ilerlemeye başladı. Diğer alaylar, ancak 15:
30’da Kosor’a gelebilmişlerdi. Aynı düzensizlik bu tümenin içinde de görüldü.
Allahuekber Dağlarını aşmak olağanüstü zor oldu ve birkaç gün sürdü. Tümen karargâhı
ile ilerleyen 93. Piyade Alayı, soğuk, kar ve yolsuzluktan dolayı birçok zorluğa maruz
kaldı. Çok fazla döküntü ve kayıp vererek 300 kadar mevcutla gece Başköy’e gelebildi.
Özdemir’in aktarımına göre bugün 31. Tümen, % 70-80 nispetinde donmadan
kaynaklanan kayıp verdi.413 30. ve 31. Tümen kıtalarının Allahuekber Dağlarını
aşmaları aynı anda ve bir günde olmamıştır. Bütün kolordunun Arsenik’ten BeyköyBaşköy hattına varması üç gün sürmüştür.414
32. Tümen ise diğer tümenlerle aynı talihsizliği yaşamamıştır. Posik köyünden
hareket eden bu tümen, Vartanut yolunun çok karlı olması sebebiyle Bardız üzerinden
hareket etmiş ve böylelikle muhtemel bir felaketten kurtulmuştur. Oltu-BardızSarıkamış yolu, Allahuekber yaylasındaki yoldan daha bozuk ve mesafesi uzun
olmasına karşın, rakım itibariyle düşük ve haliyle havası daha ılımandır. Bu durum
donma vakalarının bu tümende daha az görünmesine neden olmuştur. 32. Tümen, sıkı
bir yürüyüşün ardından saat 15: 00’e doğru Bardız’a gelmiştir.415
Harekâtın
başında
Oltu
doğrultusunda
ilerlemesi
istenen
Stanke
Bey
Müfrezesi’nden, bugün alınan rapordan, müfrezenin Ardanuç’ta bulunduğu ve Oltu’ya
giden yolun elverişsiz olduğu için Ardahan istikametine ilerlediği bilgisi edinilmiştir.416
Allahuekber Dağlarında yaşanan felaket ve zorluğu anlamak bakımından Şerif
Bey’in bir tanıktan naklettiği şu hikâye önemlidir:
‘’Konak yerlerinden karanlıkta hareket ettik. Birlikler sessizce kol başlarını birer
ikişer izliyorlardı. Kol başlarında kılavuzlar vardı. Haritaya göre üç saat sonra biz
doruk çizgisindeki boyun noktasını geçeceğiz sanıyorduk. İki katı uzaklıkta yol aldık.
Yine yokuştan kurtulamadık. Dağa çıktıkça çevrenin görüntüsü hem güzel hem de
yabani bir biçim alıyordu. Her taraf derin ve yalçın derelerden oluşmuş gibi
413
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 257.
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 177.
415
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 439-440. Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 156.
416
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 258.
414
151
görünüyordu. Biz kar ve buz kayalarıyla örtülü olan bütün bu dereleri, tepeleri ve sonra
birçok alçak dağları ayağımızın altında görüyorduk. Topçular bu dik ve derin karlı dağ
yolundan nasıl çıkacaklar aklım almıyordu. Biz, zahmetle, güçlükle fakat disiplin ve
düzenden ayrılmayarak çıkıyorduk. En sonunda çıktık. Fakat bizi arka tarafı iniş bir
boyun noktası değil belli ki çok geniş ve uçsuz bucaksız sanılan bir kar yaylası
karşıladı. Pek yorulmuş ve takatsiz düşmüştük. Tam yayla üstünde keskin bir rüzgâr ve
arkasından şiddetli bir tipi başladı. Bu andan itibaren göz gözü görmez oldu. Kimsenin
kimseye yardım etmesi ve hatta söz söylemesi, sesini duyurması imkânı kalmadı.
Asker enginlerde, dere içlerinde, orman bucaklarında, nerede kara bir nokta,
nerede dumanı çıkan bir ocak gördüyse oraya saldırdı ve kolordu çözülüp eridi.
Subaylar çok uğraştı, fakat kimseye söz duyurmaya gücü kalmamıştı. Hala gözümün
önündedir. Yol kenarında, karların içinde çömelmiş bir er, bir yığın karı kollarıyla
kucaklamış, titreyerek, çığlık atarak dişleriyle kemiriyor, tırnaklarıyla kaşıyordu.
Kaldırıp yola götürmek istedim. Er önceki hareketini, çığlığını, dişleriyle, tırnaklarıyla
çabalamasını hiç bozmadı ve beni hiç görmedi. Zavallı cinnet geçiriyordu. Böylece şu
uğursuz buzullar içinde biz belki on bin kişiden çok insanı bir günde karların altında
bıraktık ve geçtik.417
Soğuğun dağ yamaçlarında dahi ne derece etkili olduğuna dair 9. Kolorduya bağlı
83. Alay Komutanı Ziya Bey (Yergök)’ün anlatımı ise şöyledir:
‘’Fırka yürüyüşü çok üzüntü vericiydi. Asker tek kolda, bir metreden fazla karlar
içinde düşe kalka ilerliyordu. Hava eksi 15-20 derece, askerin sırt çantalarının ağırlığı
30-35 kiloydu. Ağır yükün altında zahmet çeken askerler ter içinde kalıyor, dinlenmek
için yol kenarlarında oturuyorlardı.
Asıl felaket bundan sonra başlıyordu. Aklı başından gitmiş, canından bezmiş,
bitkin bu insanlar, tüfekleri bacakları arasında yere çömeliyor, öylece donup kalıyor,
mübalağa olmasın ama bu görüntüleriyle korkuluk taşlarını andırıyorlardı.
417
İlden, Sarıkamış, 212-213.
152
Yol boyunca bu şekilde donmuş yüzlerce ere rastladık. Tabur ve bölük
komutanlarının dikkatlerini çekerek, bölük arkasından giderlerken her zamankinden
daha dikkatli ve azimli olmalarını tembih ettim.’’418
10. Kolordunun Allahuekber Dağlarında verdiği kayıpla ilgili çeşitli görüşler
mevcuttur. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki 32. Tümen, Bardız istikametinden
ilerlemesi sebebiyle bu hesaplamaya dâhil değildir. Paul Muratoff, bu şekliyle 10.
Kolordu’nun 20 bin mevcudunun olduğunu ve bu yürüyüş neticesinde bu mevcudun
üçte birinin, yani yedi bin kişinin donarak şehit olduğunu söylemektedir.419 Yarbay
Selahattin, bölük mevcutlarının 10-15 ere indiğini hatta bazı bölüklerde subaylardan
başka kimsenin kalmadığını ifade ederek dehşetin boyutunu ortaya koymaktadır.420
Şerif Bey, iki tümenin mevcudunun Beyköy-Başköy hattına yöneldiğinde en az 26 bin
olduğunu, yürüyüş sonrasında ancak 3.200 kişinin hayatta kalabildiğini ve bunlarında %
20’sinin ayaklarının yaralı olduğunu ifade etmektedir. Şerif Bey, 10. Kolordunun
toplam mevcudunu ise 40 bin olarak vermektedir. Bu halde 32. Tümenin mevcudu 14
bin civarındadır.421 III. Ordunun Harekâtı adlı eserde ise 30. Tümenin erlerinin tamamen
elden çıktığı, sabaha kadar gelen erlerle birlikte taburların mevcudunun yüz eri dahi
bulmadığı kaydedilmektedir.422 Ancak bu sayılarla kesin bir sonuca ulaşmak oldukça
güçtür. Askerlerin bir kısmı donarak şehit olduğu gibi, bir kısmı da geride kalmış ve ya
çeşitli bölgelere firar etmiştir. Firariler ve geride kalanların bu sayılara eklenmiş olması
muhtemeldir. Beyköy-Başköy hattına vardıktan sonra geride kalan ve firar eden
askerleri toplamak için yoğun bir çaba söz konusudur. Muhtemeldir ki bu toplanma
faaliyetlerinden sonra bölüklerin sayısı artmaya başlamıştır. 10. Kolordunun Sarıkamış
önlerindeki sıcak çatışmada da oldukça fazla şehit ve esir verdiği dikkate alınırsa,
Allahuekber Dağlarında kolordunun tamamen elden çıktığı yorumunun geçersiz olduğu
sonucuna ulaşılır. Sonuç olarak buradaki kayıplarla ilgili kesin bir sayıya ulaşamamakla
birlikte, bu felaketin, kuşatmanın kaderini doğrudan etkilediğini ve daha önce zikredilen
nedenlerle birlikte Sarıkamış Felaketi’nin yaşanmasında büyük bir etken olduğu
418
Ziya Yergök, Sarıkamış’tan Esarete (1915-1920), Yay Haz: Sami Önal, Remzi Kitabevi, İstanbul
2007, 100.
419
Allen-Muratoff, Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi, 248.
420
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 119.
421
İlden, Sarıkamış, 213.
422
Genelkurmay…, 3’üncü. Ordu Harekâtı, I, 439.
153
söylenebilir. Bununla birlikte ‘’90 bin asker tek kurşun atamadan Allahuekber
Dağları’nda donarak şehit oldu’’ yorumu tamamen gerçeğe aykırıdır.
Bugünkü harekâttan sonra 26/27 Aralık gecesi 10. Kolordunun durumu şöyledir;
30. Tümen, karargâhıyla Beyköy’de, 31. Tümen, karargâhıyla Başköy’dedir. Bu tümene
bağlı 93. Alay henüz Başköy’e ulaşmamış ve geceyi Allahuekber Dağlarında
geçirmiştir. 91. Alay, Arsenik ile Başköy arasında Allahuekber Dağlarında yürüyüşte,
92. Alay Beyköy’de, 32. Tümen tüm birlikleriyle Bardız’da ve 10. Kolordu Karargâhı
Başköy’dedir.423
Bu yorucu ve ölüm dolu yürüyüşün ardından, Enver Paşa ile irtibata geçen Hafız
Hakkı, birliklerin yorgun düştüğünü ve savaşma kabiliyetini olan kuvvetlerin sayısının
oldukça azaldığını ileri sürerek, kıtaların yeniden toparlanması için iki günlük izin
istedi. Ancak Enver Paşa, 9. Kolordunun Ruslar karşısında zor durumda olduğunu
bildirerek bu teklifi reddetti ve Hafız Hakkı’nın elindeki kuvvetlerle derhal Sarıkamış’a
gelmesini emretti.424
25 Aralık’ta Enver Paşa, Hafız Hakkı’nın Sarıkamış yakınlarında olduğunu
düşünerek taarruza başlamıştı. Ancak birliklerin yorgun düştüğü gerekçesiyle taarruz
durdurularak, 26 Aralık sabahına ertelenmişti. Bu arada 10. Kolordu ile irtibat
sağlanmaya çalışılıyordu. Taarruzun sabaha ertelenmesi ve Hafız Hakkı’nın beklenmesi
büyük bir fırsatın kaçmasına sebep olmuştu. Nitekim bugün Sarıkamış’ta çok az bir Rus
kuvveti bulunuyordu. Ertelenen taarruz 26 Aralık sabahı saat 07: 30’da 29. ve 17.
Tümenlerin Sarıkamış-Kızılkilise yolundan ilerlemesiyle yeniden başladı. Ancak
ormanlık alanlara yaklaşan kıtalar, Rus ateşi karşısında durakladılar. Ruslar tarafından
Çerkesköy’ün kuzeyindeki sırtlara yerleştirilen makineli tüfekler, Türk avcılarının
ilerlemesini durdurmuştu. Düşmanın bütün kuvvetinin üç tabur kadar olduğu tahmin
ediliyordu. Ayrıca altı toplu bir de sahra bataryası vardı. Türk taarruzu çok yavaş
ilerliyordu. 17. Tümen bataryalarının orman içindeki avcı hattına kadar ilerlemesi
emredilmesine rağmen, bu tümende hareket yoktu. 29. Tümende de durum hemen
hemen aynıydı. Dünden kalma yorgunluk hâlâ devam ediyordu ve kıtalar dağınık
haldeydi. Bu durum karşısında Enver Paşa, tümen ve alay komutanlarına emir vererek,
423
424
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 123.
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 178.
154
askerin önüne geçmelerini ve orduyu ilerletmelerini istedi. Ancak mümkün olmadı ve
İhsan Paşa’nın teklifiyle taarruz yeniden ertelendi.425
Birçok harp tarihi yazarı, gerek 25/26 Aralık gecesi, gerekse 26 Aralık sabahı
yapılan taarruzların durdurulmasını şiddetle eleştirmektedirler. Çakmak, Sarıkamış’ta az
miktarda Rus kuvvetinin olduğunu ve taarruza devam edilmesi durumunda kasabanın
düşebileceğini söylemektedir.426 Belen de bu şekilde düşünmektedir. Felix Guse
hatıralarında; 26 Aralık günü Sarıkamış’a girilmesi halinde Rusların bir daha kasabayı
geri almalarının oldukça güç olduğunu ifade etmektedir. 25/26 Aralık gecesinde
taarruzun durdurulmasını ise Türklerin gece taarruzuna alışık olmadığı düşüncesine
bağlamaktadır.427 Maslofski’nin ise bu konuyla ilgili görüşleri şöyledir: ‘’26 Aralık’ta
Bardız geçidine 9. Türk Kolordusu Kumandanı İhsan Paşa gelmiş ve 29. Fırkayı
Sarıkamış üzerine sevk etmiştir. Eşit olmayan kuvvetlerin savaşı başlamıştı. Hiç
kabilinden bulunan kuvvetlerimiz süratle savunma düzeni alarak olağanüstü bir şekilde
karşı koymaya başladı. Savunmanın çekirdeği olarak kalmış olan 18. Türkistan avcı
alayının taburuna hücum edilmiş ve büyük zayiata uğramıştır. Taburun kumandanı
Kaymakam Koben öldürülmüştür. Öğleden sonra Türklerin yoğun bir şekilde saldırması
üzerine Miralay Bukretof Müfrezesi Yukarı Sarıkamış’ı terke mecbur olmuştur. Asıl
Sarıkamış’ta vaziyet pek kritik bir şekil almıştı. Fakat bugün Türkler hücuma devam
etmeyerek, Yukarı Sarıkamış’ı işgal ile yetinmişlerdi.
Sonradan anlaşıldığına göre 9. Türk Kolordusu Kumandanı İhsan Paşa, Rusların
olağanüstü mukavemetlerine denk gelmesi üzerine Sarıkamış’ta önemli miktarda Rus
birliği olduğuna kanaat getirerek kesin hücum yapmak üzere bütün kuvvetlerinin
gelmesine karar vermiş ve taarruzu durdurmuştu.’’428
Şerif Bey, tam aksi bir düşüncededir ve taarruzun durdurulmasını haklı
göstermektedir. Hatta ona göre hiç taarruza geçilmemeliydi. Bardız’da kalarak
kolordunun düzenlenip toparlanması gerekiyordu. Ayrıca 10. Kolorduyu bekleyip, bu
kolordu gelinceye dek Kötek ve Mecingert yönlerinden gelen geçitleri kapatmalıydı. Bu
sürede Sarıkamış’a daha fazla Rus birliğinin yığılması pek bir anlam ifade etmiyordu.
425
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 124. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 172.
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 80-81.
427
Guse, Kafkas Cephesindeki Muharebeler, 43.
428
Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 106-107.
426
155
Zinde ve güçlü iki Türk kolordusu ile bu kuvvetler püskürtülebilirdi.429 Taarruzun
durması hususunda ısrar etmesinden İhsan Paşa’nın da bu görüşte olduğu
anlaşılmaktadır. Ancak Maslofski’nin yukarıdaki açıklamalarından gerek Şerif Bey ve
Ali İhsan Paşa’nın durumu yanlış değerlendirdiği sonucu çıkmaktadır. Sonuç olarak
Şerif Bey’in tüm eleştirilerine rağmen Enver Paşa’nın gerçeği gördüğü söylenebilir.
Bugün büyük bir fırsat kaçırılmıştı. Bugünden sonra Ruslar hızla Sarıkamış’a takviye
kuvvet yığmaya başladılar. 26 Aralık gününden itibaren ayrıca Sarıkamış Harekâtı’nın
kuşatma özelliğini kaybederek sıradan bir meydan muharebesine döndüğü söylenebilir.
11. Kolordu 26 Aralık günü çekilmekte olan düşmanı takibe devam etti. 33.
Tümen, bugünkü muharebeler neticesinde düşmandan pek çok esir ve 400 kadar tüfek
aldı. 18. Tümen cephesinde ise çok üzücü bir olay yaşandı. Azap’ın batı sırtlarında
dolaşan tümen komutanı, 22 Aralık taarruzunda yaralanarak geride kalan iki subay ve35
eri Ruslar tarafından katledilmiş bir halde buldu.430
Rus cephesinde General Mişlayevski’nin verdiği geri çekilme emri bugün de
devam ediyordu. Ancak 2. Türkistan Kolordusu Komutanı General Yüdeniç bu karara
karşı çıkıyordu. Bunun üzerine Yüdeniç meseleyi görüşmek üzere Mecingirt’teki 1.
Kafkas Ordusu Karargâhına çağırıldı.431
10. Kolordu 300 kişi ile Beyköy-Başköy hattına varmıştı. Geride kalan askerlerin
toplanması için tümen komutanı bir gün içinde iki kez Arsenik ile Başköy arasında
gidip gelmişti. Başköy’e varan birlikler perişan vaziyetteydi. Hafız Hakkı, ordu
komutanına gönderdiği raporda, askerlerin % 20 sinin ayaklarının yaralı olduğunu
yazıyordu. Tabur ve bölük nizamı tamamen bozulmuş, askerler birbirlerine
karışmışlardı. Kolordunun muhakkak dinlenmesi ve düzenin yeniden tesis edilmesi
gerekiyordu.432
Askerin bitkinliğinin farkında olan Hafız Hakkı, 26/ 27 Aralık gecesi tümenlere
verdiği emirde; kolordunun yarın için bulunduğu yerde dinlenmesini, bu dinlenme
esnasında noksanların tamamlanmasını ve herhangi bir tehlikeye karşı hazır olunmasını
bildirdi. Hafız Hakkı hiç olmazsa askerin iki gün dinlenmesini ve 9. Kolordu’nun
429
İlden, Sarıkamış, 202-204.
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 162. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 181.
431
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 442.
432
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 188.
430
156
hareketinin de buna göre tanzim edilmesini istiyordu.433 Birliklerin istirahat etmesini ön
gören bu emir perişan bir vaziyette bulunan askerler için büyük bir nimetti. Ancak kısa
bir süre sonra emir geçerliliğini yitirecekti. Hafız Hakkı’nın, Üsteğmen Recep aracılığı
ile Enver Paşa’ya ilettiği bu durum Enver Paşa tarafından kabul görmedi. Enver Paşa,
10. Kolordunun derhal Sarıkamış’a gelmesi yönünde bir emir vererek bunun Hafız
Hakkı’ya tebliğ edilmesini istedi.434
27 Aralık günü tümenler verilen bir günlük dinlenme süresinden yararlanarak
toparlanmaya çalışırken, Hafız Hakkı, Benliahmet ve Novoselim’de düşman
kuvvetlerinin olduğunu haber alması üzerine karar değiştirerek, Üsteğmen Recep’in
Enver Paşa’dan getireceği emiri beklemeden yorgun kıtalara hareket emri verdi.435 Aynı
günün gecesi bir raporla Enver Paşa Paşa’ya bildirdiği bu hareket şu şekilde gerçekleşti;
Süvari keşif kolları Benli Ahmet ve Novoselim’de düşman olduğunu bildirmişlerdi.
Hafız Hakkı’nın amacı bunları temizledikten sonra düşmanın geri çekilme hattını
kesmekti. 30. Tümen öncüsü ile saat 15: 30’da Kakaç Köyü’ne vardı. Bu sırada iki
düşman bölüğünün Karahamza civarında trenden indiği görüldü. Öncü birliklerin amacı
bir gece baskını yapmaktı. Bu sebepten dolayı Yolgeçmez köyüne gelerek burada
geceyi beklediler. Ancak düşmanla çatışma ertesi günü gerçekleşebildi. Süvari Alayı
yanı korumak ve demiryolunu tahrip etmek için Novoselim’e gönderildi ve kısa
zamanda burayı zapt etti.436 31. Tümen Divik doğrultusunda harekete geçti. Ancak 28
Aralık sabahı buraya varabildi.437 Bardız’daki 32. Tümen ise her iki kolordudan kısmen
bağımsız olarak düşmanla çatışmaya girdi ve düşmanı püskürterek Akmezar ve
Çilhoroz’u aldı. Geri çekilen Rus kuvvetleri Çakırbaba Dağı’nda tutunmaya çalıştı.438
10. Kolordu’nun bugünkü hareketinin pek faydalı olduğu söylenemez. Nitekim
Kakaç tarafına gönderilen 30. Tümen burada Rusları bulamamıştı. Enver Paşa’nın, 10.
Kolordunun hemen Sarıkamış’a gelmesi yönündeki kesin emrine rağmen, kolordu
gereksiz yere Selim civarında bir gün daha oyalanmış ve Sarıkamış Harekâtı’nın
kaderini bir kez daha olumsuz yönde etkilemişti.439 Hafız Hakkı ikinci kez aynı hatayı
433
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 450.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 266.
435
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 451.
436
ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-2.
437
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 164. Allen-Muratoff, Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi, 249.
438
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 82.
439
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 182.
434
157
tekrarlamıştı. Kosor ve Allahuekber Dağlarındaki tecrübelerinden ders çıkarması
gerekirken yine bir emre itaatsizlik örneği göstererek, düşmanın arkasına düşmek adına
dolambaçlı yollara girmiş ve kıymetli bir günü daha böylece zayi etmişti. Düşmanın
arkasına düşmek düşüncesi Hafız Hakkı’da âdeta bir takıntı haline gelmişti. Oysa son
iki günlük çarpışmalar neticesinde Ruslar, Türklerin kuşatma planını öğrenmiş ve ona
göre tedbir almaya başlamışlardı. Artık harekât, kuşatma vasfını kaybetmiş sıradan bir
meydan savaşına dönmüştü. Hafız Hakkı bu gerçeği idrak etmekte zorluk çekiyor ve
daha kuşatma harekâtının başında yaptığı hataları telafi etme gayesini güdüyordu.
Ancak hatayı telafi etmek adına yaptığı eylemler, orduyu başka bir felaketin içine
sürüklüyordu. Hafız Hakkı’nın sebep olduğu bu hatalar zinciri Sarıkamış, Harekâtı’nın
başarısızlıkla sonuçlanmasında şüphesiz en büyük paya sahiptir.
Bugün Ruslar Sarıkamış’ta bir gün öncesinden çok daha kuvvetliydiler. Ancak
Türklerin hala kasabayı alma ihtimali söz konusu idi. Bugün 25 Aralık için verilen emir
geçerliydi. Bu tertibe göre harekâta kaldığı yerden devam edildi.
440
Bugünkü
çarpışmalarda da emir-komuta zinciri tamamen birbirine karışmıştı. İhsan Paşa resmen
komutadan düşürülmüştü. Enver Paşa bizzat kendisi harekâtla ilgili emirleri tümenlere
ve hatta alaylara veriyordu.441 Bu karışıklık ve keşmekeş içerisinde Çerkesköy ve
Sarıkamış istikametlerine başlatılan taarruz akşama kadar devam etti. Bir aralık 29.
Tümen Çerköy’e girmeyi başarmışsa da düşmanın karşı taarruzu sonucu çekilmek
zorunda kaldı. Diğer tümenler de Rus savunması karşısında başarılı olamadılar.442
Taarruzdan istenilen başarının elde edilememesi üzerine Enver Paşa’nın emriyle taarruz
durdurularak 10. Kolordunun beklenmesine karar verildi. 9. Kolordu, üç gün boyunca
tek başına Sarıkamış’a yaptığı taarruzlar sonucunda âdeta eriyip gitmişti. Subay sayısı
oldukça azalmıştı. Özellikle bugün Enver Paşa’nın subayların bizzat ateş hattına
gitmesini ön gören yanlış tutumundan dolayı 20-30 kadar subay şehit olmuştu. Üzücü
bir olay olarak Şerif Bey, bugünkü harekât esnasında Enver Paşa’nın, Çerkesköy’e
hücum sırasında takımı tamamıyla şehit olduğu için geri dönen 17-18 yaşlarında bir
subaya kaçak muamelesi yaparak kurşuna dizdirttiğini aktarmaktadır.443
440
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 89.
İlden, Sarıkamış, 214.
442
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 268-269.
443
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 447. İlden, Sarıkamış, 206-207.
441
158
11. Kolordu cephesinde bugün 33. Tümen, Gerek köyüne saldırarak bir miktar
esir aldı. 34. Tümen, Azap bölgesinde düşmanı durdurmaya çalıştı. Sağ kanattan
ilerleyen 2. Süvari Tümeni ise Yüzveren’i işgal ederek Kazak Tümeni’ni takibe
başladı.444
Rusların durumu ise şöyleydi; Mişayefski’nin geri çekilme kararına karşı çıkan
Yüdeniç, meseleyi görüşmek üzere Mecingert’e gitmişti. 26/27 Aralık gecesi burada
yapılan toplantıda Yüdeniç, genel bir çekilişe karşı olduğunu yineledi. Böyle bir
çekilmenin felaketle sonuçlanacağını belirtti. Nitekim Yüdeniç, Mişlayefski ve
Berhman’ı, Türk ordusunun çok iyi dövüşemeyecek bir vaziyette olduğuna inandırmaya
çalıştı. Bu görüşmelerden sonra Mişlayefski genel geri çekiliş kararını erteledi.
Ardından Yüdeniç birliklerinin başına döndü.445 Bugün Sarıkamış’ta Rus kuvvetleri
önceki günlere nazaran daha kuvvetli idi. 80. Piyade Alayı 27 Aralık sabahı Sarıkamış’a
gelmişti. 1. Koban Plaston Tugayı ise yoldaydı. Bununla birlikte 10. Kolorduya bağlı
birliklerin Selim ve Benli Ahmet bölgelerine ilerleyerek Karaurgan-Sarıkamış-Kars
yolunun belirli bölgelerini tahrip etmeleri Rusları endişelendirmişti.446
Çerkesköy’ün 1,5 km kuzeydoğusunda bulunan Enver Paşa, 28 Aralık saat 05:
20’de Hafız Hakkı’ya gönderdiği emirde; 9. Kolordunun iki günden beri Sarıkamış’ta
yaptığı taarruzlarda başarı sağlayamadığını, bunun için 10. Kolordunun biran önce
Sarıkamış doğrultusunda ilerleyerek 9. Kolordunun sol kanadına yaklaşması gerektiğini
bildirdi.447
Hafız Hakkı ise 27 Aralık öğleden sonra Selim’den tümenlere verdiği emirde; 28
Aralık sabahı için 30. Tümenin Sarıkamış’a taarruz etmek üzere 28 Aralık sabahı
Karahamza’dan Çatak’a ilerlemesini, 31. Tümenin ise aynı amaçla Çıplak ’tan Divik’e
yürümesini emretti. Emirde ayrıca tümenlerin her yerde gördükleri düşmana tereddüt
etmeksizin taarruz etmeleri bildirildi.448 Hafız Hakkı’nın kolorduya verdiği emrin tarihi,
Enver Paşa’nın emrinden öncedir. Enver Paşa’nın emrinin Hafız Hakkı’ya ulaşıp
ulaşmadığı bilinmemektedir. Bununla birlikte Hafız Hakkı’nın 10. Kolorduyu kendi
inisiyatifi ile hareket ettiği görülmektedir.
444
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 83.
Allen-Muratoff, Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi, 250.
446
Genelkurmay…, 3’üncü. Ordu Harekâtı, I, 453.
447
Genelkurmay…, 3’üncü. Ordu Harekâtı, I, 454.
448
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 132.
445
159
Hafız Hakkı’nın emri üzerine 30. Tümen 27 Aralık akşamı Sarıkamış
istikametinde harekete geçti. Karahamza’dan Çatak’a yürümesi emredilmişti. Birlikler
yorgundu. Bu yüzden yürüyüş düzensiz oluyordu. Tümen Sarıkamış önlerine geldiği
sırada, Sarıkamış’tan kalkan bir trenin Kars’a hareket etmekte olduğunu gördü. Daha
önceden raylar Türk birlikleri tarafından tahrip edildiğinden dolayı tren Selim
istasyonuna gelmeden durdu. Trenden inen Rus birlikleri ateşe başladılar. Buradaki
çatışma neticesinde 250 kadar Rus askeri esir edildi. Akşamleyin 30. Tümene Divik’te
bulunan 31. Tümene yaklaşması emredildi.449
27 Aralık gecesi Başköy-Çıplaklı üzerinden harekete geçen 31. Tümen uzun bir
yürüyüşün ardından 28/29 Aralık gece yarısına doğru Divik’e ulaşabildi. Bu tümenin
yürüyüşü esnasında herhangi bir çatışma gerçekleşmedi.450 32. Tümen ise bugün
Yeniköy civarında düşmanı takiple meşguldü. Her iki kolordudan da haber alamayan bu
tümenin amacı Rusların Bardız’ı işgal etmesine engel olmaktı.451
Dün verdiği emirlerle cepheyi yeniden genişleten Hafız Hakkı, askerin
yorulmasına neden olmuştu. Yorgun askerler dinlenmek için yolda rastladıkları
köylerdeki evlere çekilmişlerdi. Yeniden harekete geçiş sırasında bu askerlerin birçoğu
konakladıkları evlerden çıkarılamadı. Böylelikle Sarıkamış istikametine yürüyen
birliklerin mevcudu gerek bu sebepten gerekse donmaya bağlı ölümlerden dolayı
oldukça azalmıştı. Eldeki bu kadar kuvvetle artık Sarıkamış taarruzuna etki etmek
imkânsız gibiydi. 30. ve 31. Tümenler Sarıkamış yakınlarındaki Divik çevresine
geldikten sonra Hafız Hakkı 28/29 Aralık gecesi tümenlere yeni bir emir verdi. Bu
emirde; düşmanın 11. Kolordu cephesinden çekilmeye başladığını bildiren Hafız Hakkı,
kolordunun sessiz ve düzenli bir şekilde Divik’te toplanmasını emretti. Ayrıca
kendisinin de Divik’e hareket etmekte olduğunu bildirdi.452
Böylelikle 10. Kolordu birlikleri ancak 29 Aralık sabahı Sarıkamış önlerine
varmış oluyorlardı. Enver Paşa 27 Aralık günündeki çarpışmalara Hafız Hakkı’nın da
katılmasını istemişse de bu mümkün olmamış Hafız Hakkı, Novoselim’e giderek
kuşatma kolunu uzatmıştı. Sarıkamış önlerindeki çarpışmalar 25 Aralık’ta başlamıştı.
Bu halde Hafız Hakkı, Sarıkamış’taki savaşlara ancak beşinci gününde yetişmiş
449
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 196.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 276.
451
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 459.
452
Genelkurmay…, 3’üncü Harekâtı, I, 461-462.
450
160
oluyordu. Bu süre içinde yalnız başına düşmana taarruz eden 9. Kolordu, büyük ölçüde
erimişti. 10. Kolrdunun da Allahuekber Dağlarında ciddi kayıplar verdiği bu süre içinde
Rusların hızla Sarıkamış’a takviye asker yığdığı düşünülürse, artık İnisiyatifin tamamen
Rusların eline geçtiği söylenebilir.
9. Kolordu cephesinde bugün istirahat emri verildi ve birlikler düzene sokulmaya
çalışıldı. Ancak saat 09: 00’da Sarıkamış ve Çerkesköy’de bazı geri çekilme belirtilerini
andıran hareketlerin görülmesi üzerine Enver Paşa, istirahatte olan birliklere tekrardan
taarruz emri verdi. Ancak Sarıkamış ve Çerkesköy istikametlerinde yapılan bu taarruz
sonuç vermedi. Kolordu bulunduğu cepheden daha ileri gidemedi. Gece yine
Çerkesköy’ün kuzeyindeki ormanda geçirildi.453
9. Kolordu cephesinde dört günden beri devem eden muharebelerden bir sonuç
çıkmamıştı. Sarıkamış önlerinde yalnız kalan bu kolordunun mevcudu oldukça
azalmıştı. İhsan Paşa, Enver Paşa’ya verdiği raporda, 29. Tümenin mevcudunun 300 ere
düştüğünü bildirmişti. Oysa bu tümenin mevcudu Sarıkamış’a yürümeden önce 6. 000
civarındaydı. Diğer tümenlerde de durum aşağı yukarı aynı idi. Kolordu savaşma
kabiliyetini kaybetmişti.454 Bu kadar az kuvvetle Sarıkamış’ı düşürmenin imkânı yoktu.
Acilen 10. Kolordu’nun yardımı gerekiyordu. Ancak bu kolordudan kesin bir haber
alınamıyordu. Son yapılan keşiflerden bu kolordunun Sarıkamış’a yaklaştığı
anlaşılmıştı. Ancak 10. Kolordu da Sarıkamış’taki savaşlara kesin etki edecek kuvvette
değildi.
11. Kolordunun karşısındaki Rus kuvvetleri ise Aras’ın kuzey ve güneyinden
çekilmeye devam ediyordu. Kolordu Komutanı Galip Paşa, 28 Aralık için verdiği
emirde; çekilmekte olan düşmana taarruz edilmesini istedi. Enver Paşa tarafından bu
kolorduya verilen emirde de bu şekilde hareket edilmesi istenmişti. Emir doğrultusunda
hareket eden 18. Tümen, akşama kadar devam eden çarpışmalar neticesinde Rus
kuvvetlerini Zars doğusundaki mevziilere attı. Ardos Dağı sırtlarını ele geçiren 34.
Tümen, çok ağır kayıplar verdi. 33. Tümen ise Gerek köyünün batı sırtlarını ele geçirdi.
Daha sonra sisin basmasıyla taarruz durduruldu.455
453
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 138. Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları,
95.
454
İlden, Sarıkamış, 218.
455
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 455-457.
161
Bugün Sarıkamış’ta durum Ruslar için daha iyiye gitmeye başladı. Takviyeler
devam etti. Bugünden itibaren Rusların, Türklerin mağlup edileceğine dair inançları
kesinleşti. Türk Ordusu artık büyük bir tehlike arz etmiyordu. Ancak General
Mişlayefski hâlâ Türklerin Sarıkamış’ı ele geçirmelerinden endişe duyuyor ve geri
çekilme fikrini muhafaza ediyordu. Sonunda durumu Genel Karargâha bildirmek üzere
Tiflis’e doğru harekete geçti.456 28 Aralık’ta Sarıkamış’taki Rus kuvvetleri; 80. Alay,
Kuban Plaston Tugayı, 18. ve 17. Alaylardan birer tabur, 155. Kubinski Alayı, iki
mürettep tabur ve bir süvari alayından ibaretti.457
Enver Paşa 29 Aralık günü için verdiği emirde; 9. ve 10. Kolorduların
Sarıkamış’ta birleşmesinden sonra düşmanın kesin olarak yok edilmesi gayesini
güdüyordu.
10.
Kolordunun
30.
ve
31.
Tümenleri
Sarıkamış’a
yaklaşmış
bulunuyorlardı. Ancak sürekli takviye alan Rus birlikleri karşısındaki Türk birliklerinin
mevcudu epeyce azalmıştı. 9. Kolordu’nun toplam kuvveti bir alay seviyesine inmişti.
10. Kolorduda da durum farksız değildi. III. Ordunun en seçkin kuvveti olan ve Şerif
Bey’in aktardığına göre harekâttan önce 40 bin mevcudu bulunan bu kolordunun
Sarıkamış önlerine geldiğinde mevcudu 6-7 bine düşmüştü. Ayrıca bu kolorduda
intizam namına hiçbir şey kalmamıştı. Allahuekber Dağlarının aşılması esnasında erler
öteye beriye dağılmışlardır. Bunların acilen toplanıp düzenin sağlanması gerekiyordu.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen Enver Paşa umutluydu. Hâlâ Sarıkamış’ın
düşebileceğini düşünüyordu. Oysa Rus Generali Mişlayefski, avantajlı durumda
olmasına rağmen ordusunun başarısı hususunda Enver Paşa’dan daha endişeliydi. 458
Hafız Hakkı, yorgun kıtaları dinlendirmek, parkende erleri toplamak ve kıtaları
düzene sokmak amacıyla 28 Aralık akşamı 30. ve 31. Tümenlere Çatak ve Divik’te
toplanmalarını emretmişti. Hafız Hakkı’nın parekendelerin toplanması konusundaki
kesin emri üzerine Başköy, Karakale, Akçakale ve Allahuekber Dağlarının arkasında
kalan yerlere subaylar gönderilerek buradaki erlerin toplanılmasına çalışılmıştır. Bu
sayede birçok er toplanarak birliklerine getirildi ve mevcut biraz daha arttırılabildi.459
Divik ve Çatak’taki dinlenme ve toparlanma faaliyetlerinin ardından Binbaşı
Bahattin Bey’in Rus taarruzunun şiddetinin arttığı yönünde getirdiği haber üzerine 30.
456
Nikolski, Sarıkamış Harekâtı, 29.
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 167.
458
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 167-168.
459
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 140.
457
162
ve 31. Tümenler Sarıkamış’a taarruz etmek üzere harekete geçtiler. 31. Tümen,
bölgeden toplanan 600 kadar erle yaptığı taarruzda büyük fedakârlıklar göstererek
Sarıkamış’a girmeyi başardı. Ancak Rusların sürekli olarak takviye kuvvet almasından
dolayı varlık gösteremedi ve pek çok kayıp vererek Sarıkamış’ın 1 km kuzeyindeki
ormanlıklara çekildi.460 Öte yandan 30. Tümen, 88. Alayı ile süngü hücumu yaparak
düşman mevziisine girdi. Düşmanla yapılan şiddetli çarpışmalar neticesinde 400
mevcutlu alaydan geriye 250 kişi kaldı. Nitekim 30. Tümen de düşman karşısında pek
bir varlık gösteremeyerek geri çekildi.461
10. Kolordu’nun 32. Tümeni ise Bardız yaylasında düşmanla girdiği çarpışma
neticesinde Rus taarruzunu durdurmayı başardı. Bu tümenin bugünkü hareketlerinde
Ruslara 1000’den fazla kayıp verdirildi. Türklerin kaybı ise 100 kadar yaralı ve şehitten
ibaretti.462 Öte yandan Stanke Bey Müfrezesi Rusları bozguna uğratarak Ardahan’ı ele
geçirdi.463
Bugün için Sarıkamış’ı alma düşüncesinde olan Hafız Hakkı 29 Aralık 1914 günü
saat 23: 30’da Sarıkamış’ta çarpışmalar devam ettiği sırada III. Ordu Komutanlığına şu
raporu gönderdi:
‘’Sarıkamış Muharebesi’ni bu gece olmazsa herhalde yarın kesin bir sonuca
ulaştırmak üzere, bölgeye dağılmış olan erleri toplamak için subaylar gönderdim. 92.
Piyade Alayı 800 mevcudundadır. 89. Alay’ın bir kısmı ile yolda bulunan iki taburu ve
bir sahra topçu bataryası bu sabaha kadar gelmiş olacaklardır. Bu kuvvetler
toplanınca, şiddetli topçu ateşi ve üstün kuvvetlerle düşman mevziinin kilit noktası
zannettiğim tam sağ kanattaki bir noktaya yürüyeceğim ve bu sırada kolordunun bugün
subaylarıyla Sarıkamış doğrultusunda taarruz edeceğim. Bugün 10. Kolordu düşmanın
bir kısmını üzerine çektiğinden, III. Ordu her tarafta birden taarruza geçince Allah’ın
yardımıyla başarıya ulaşacağımız kanısındayım. Ben Sarıkamış’ın üç kilometre
kuzeyinde orman kenarında topçu mevziindeyim.’’464
Bu rapordan anlaşılacağı üzere Hafız Hakkı, gece Sarıkamış’ı almak
düşüncesindeydi. Ancak devam etmekte olan çarpışmaların seyrinden bunun zor
460
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 280-281. Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 470.
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 169.
462
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 281.
463
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 88.
464
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 470.
461
163
olduğunu anlamış ve 30 Aralık’ta kesin sonuca ulaşacağını düşünmüştür. Yine bu süre
içerisinde yoğun bir çabayla parekendeleri toplamak ve takviyeleri güçlendirmekle
uğraştığı anlaşılmaktadır.
Bugünkü hareketler sonucu 10. Kolordu 29/30 Aralık 1914 gecesini şu vaziyette
geçirdi; 30. Tümen, Sarıkamış’ın kuzeyinde ormanın çıkışında ve Çatak’ın
güneydoğusunda Karahamza bölgesinde, 31. Tümen, Sarıkamış’ın kuzeydoğu
kenarında ve Yağbasan’ın 800 metre güneyindeki Sarıkamış’a hâkim sırtlarda, 32.
Tümen ise Bardız’da düşmanla temas halindedir.465
9. Kolordu cephesinde bugün için Enver Paşa’nın taarruz düşüncesi yoktu. 9. ve
10. Kolordular tanzim ve takviye edildikten sonra taarruza geçmeyi düşünüyordu.
Ancak düşmanın bir alayının 9. Kolorduya doğru ilerlemesi üzerine durum değişti.
Enver Paşa kolorduya taarruz emri verdi. Bugünkü taarruz neticesinde 9. Kolordu
birlikleri bazı mevziileri ele geçirmesine rağmen akşama kadar devam eden
çarpışmalarda kesin bir başarı elde edilemedi. Bununla birlikte kolordunun düşman
karşısındaki durumu önceki günlere nazaran daha da zorlaştı. Nitekim Ruslar, 11.
Kolordu cephesinden çekilen birliklerin Sarıkamış’a yığılmasıyla yenilemez bir konuma
gelmişlerdi.466
11. Kolordu ise bugün Sanamer-Ardos-Zars hattına taarruz ederek çekilmekte
olan düşmana 500 metre yaklaştı.467 Bugünkü çarpışmalar sonucunda 11. Kolordunun
toplam kaybı, 15 şehit ve 71 yaralıdan ibaretti. Ayrıca Gerek Dağı’nda 40 er donarak
şehit oldu.468
Rus tarafında durum şöyleydi; 28 Aralık’ta Tiflis’e hareket eden General
Mişlayefski, emir-komuta kademesindeki belirsizliği gidermek için daha önceden
üzerine aldığı Sarıkamış Grubu’nun sorumluluğunu yeniden Berhman’a bıraktı.
Mişlayefski çekilme düşüncesindeydi ve bu yüzden Berhman’a verdiği emirde;
gerektiğinde Karakurt’tan Kars’a hareket ederek ağırlıkları feda edebileceğini söyledi.
Berhman ise solunu Darphane Boğazı’na dayayarak cepheyi kısaltmak ve kuvvetli bir
465
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 144.
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 283. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 145-146.
467
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 86.
468
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 146.
466
164
sağ kanatla Türklerin solunu kuşatıp Kars yolunu açmayı düşünüyordu.469 Bugün ayrıca
10. Kolordu’nun çarpışmalara katılması Rusları tedirgin etti. Bir ara Berhman birliklere
çekilme emri verdiyse de Yüdeniç ikna etmesiyle bu emirden vaz geçti. Ruslar bugün
Çerkesköy ve Sarıkamış’tan yapılan şiddetli Türk taarruzlarına karşı mevziilerini inatla
savundular.470
Enver Paşa 30 Aralık günü için iki kolordunun birleşip düşmana taarruz etmesini
istiyordu. 10. Kolordu’ya verdiği emir de bu yöndeydi. Ancak Hafız Hakkı farklı
düşünüyordu.
Bugünü
tahkimat
yapmak
ve
askeri
dinlendirmekle
geçirmek
düşüncesindeydi. 30 Aralık 1914 saat 15: 00 ‘de Ordu Komutanlığına gönderdiği
raporda bu hususu dile getirdi:
‘’Ben bugün topladığım 800 eri cidden cansız bulduğumdan taarruz değil
tahkimat yapıyorum ve askerimi dinlendiriyorum. Arkadan daha asker gelir ve bu
askeri de biraz canlandırabilirsem yarın taarruz ederim. Bugün bütün kolordu başı
Sarıkamış’ta nihayeti Başköy’de dağınık bir haldedir. Muharebe meydanında elimde
bulunan kuvvet, toplam olarak 1800 tüfek, sekiz sahra ve 16 dağ topundan ibarettir.
Herhalde düşman daha iyi bir durumda olmadığından burada toplanabiliyoruz. Yarın
için Allah kısmet ederse taarruz yapmayı tasarlıyorum. Sol kanadı biraz
toparlayabildiğimden şimdi Sarıkamış yakınında sağ kanada gidiyorum.’’471
Bu rapordan anlaşılacağı gibi Hafız Hakkı bir kez daha ordu komutanın emrini
dinlemeyip başına buyruk hareket ediyordu. Bu da emir-komuta zincirine riayet
edilmediğini göstermektedir. Ayrıca günlerden beri devam eden çarpışmalar sonucunda
10. Kolordu’nun muharip gücünün 1800 mevcuda kadar düştüğü ve toplamda 800
parekende erin savaş kabiliyeti olmadığı rapordan anlaşılan diğer hususlardır.
Hafız Hakkı bugün için kolordusuna dinlenme emri vermesine rağmen 9.
Kolordu’nun Rus kuvvetleriyle mücadele ettiğini görmesi üzerine bu kararından
vazgeçerek birlikleri harekete geçirdi. Bunun üzerine Sarıkamış’a hâkim sırtlarda
bulunan 30. ve 31. Tümenler tekrardan taarruza başladılar. 30. Tümen tüm uğraşlarına
rağmen taarruzda başarılı olamadı. 31. Tümen ise Ruslar tarafından askeri trenle
Karahamza’ya gönderilen piyade ve makineli tüfekleri getiren bir birliği topçu ateşi ile
469
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 88.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 284.
471
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 481.
470
165
dağıttı. Ardından saat 22: 00’de Sarıkamış’a 300 metre yaklaşarak taarruza başladı.472
31. Tümen’in Sarıkamış’a taarruzunun devam ettiği sırada Hafız Hakkı, Ordu
Komutanlığına şu raporu gönderdi:
‘’Şayet Sarıkamış ve civarı bu gece zapt edilirse oradaki kıtaların komutanı size
bilgi verecektir. Sarıkamış’ı tutabilirsek burasını savunma haline getirerek kıtalarımızı
ileriye doğru toplamaya çalışacağım. Başaramazsak, köylerin azlığı ve iaşe güçlüğü
nedeniyle kıtaları Divik-Çatak hattına çekeceğim. Ben bu gece Sarıkamış’ın üç
kilometre kuzeyinde topçu mevziindeyim.’’473
Taarruzun umulandan iyi geçmesi Hafız Hakkı’nın raporda bahsettiği geri çekilme
tedbirine gerek bırakmamıştır. Bununla birlikte Hafız Hakkı ilk defa bir raporunda geri
çekilme düşüncesinden bahsetmiştir. Özdemir, Hafız Hakkı’nın geri çekilme konusunu
gündeme getirmesini ‘’zafere olan itimadının sarsıldığı’’ şeklinde yorumlamaktadır.474
Şunu ifade etmek gerekir ki 31. Tümen’in bugünkü taarruzu kısmen başarılı olmakla
birlikte kesin bir sonuca ulaşmaktan uzak kalmış ve Sarıkamış yine ele geçirilememiştir.
Bugün Bardız’daki 32. Tümen, 29 Aralık’ta başlayan Rus taarruzuna karşı
koymaya devam etmiştir. Tümenden alınan raporda; piyade taburlarının 50’şer ere ve
genel mevcudun ise 500 ere düştüğü bildirilmiştir.475 Bugün ayrıca Ardahan
Müfrezesi’nden bir rapor geldi. Raporda; birliklerin Göle’de düşmanla çarpıştığını ve
kuvvetlerinin oldukça azaldığı bildirilerek kolordu cephesinden takviye kuvvet istendi.
Anlaşılan Ardahan Müfrezesi’nin Sarıkamış önlerinde yaşanan dramdan ve 10.
Kolordu’nun Allahuekber Dağlarında eriyip tükendiğinden haberi yoktu. Hafız Hakkı
bu rapora verdiği cevapta; o bölgeye takviye kuvvet göndermenin mümkün olmadığını
bildirdi.476 Sonuç olarak 10. Kolordunun bugünkü taarruzundan bir sonuç çıkmadı ve
Sarıkamış’ın alınabileceğine dair umutlar yok olmaya başladı.
9. Kolordu cephesinde, Kolordu Komutanı İhsan Paşa bugün sabah 17. Tümen
bölgesinden Enver Paşa’ya gönderdiği raporda; 22 Aralık günü 21.000 muharip piyade
kuvveti olmak üzere toplamda 28.000 olan kolordu mevcudunun 30 Aralık tarihine
472
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 289.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 481.
474
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 291.
475
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 212.
476
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 480.
473
166
kadar yapılan muharebeler neticesinde 1000’e düştüğünü bildirdi.477 İhsan Paşa üstü
kapalı bir şekilde artık 9. Kolordu’nun savaşma yeteneğinin kalmadığını ima ediyordu.
Ancak buna rağmen 9. Kolordu bugünkü çarpışmalardan geri kalmadı. Enver Paşa’nın
emriyle yeniden taarruz başladıysa da bir sonuç elde edilemedi. Çerkesköy’de
savunmasını sağlamlaştıran Ruslar 87. Alayı esir ettiler. Ayrıca Bardız ile Sarıkamış
arasını işgal ederek 9. Kolordunun Bardız’da birliklerle arasındaki irtibatı kestiler. 30
Aralık’ta 9. Kolordu cephesinde yaşanan bu olumsuzluklar üzerine kolordunun bir
kısım birliklerinde geri çekilme belirtileri ortaya çıktı.478
11. Kolordu ise dünkü çarpışmalarda Sanemer hattına 500 metre yaklaşmış ancak
bu hattı ele geçirememişti. Bugünkü kolordu emrinde; 18. ve 34. Tümenlerin
bulundukları hatta kalmaları, 33. Tümen’in ise Sanemer’in doğu sırtlarını işgal etmesi
istendi. Bugünkü hareketler neticesinde 33. Tümen bu hattı işgal etmeyi başardı.
Kolordu Komutanı Galip Paşa 31 Aralık için üç tümenle düşmanın takip edilmesi
emrini verdi.479
29 Aralık’ta Türk birliklerinin Sarıkamış istasyonuna kadar gelmelerinden
endişelenen General Berhman, geri çekilme emri vermiş ancak bu emir Yüdeniç’in
ısrarıyla ertelenmişti. Berhman, 30 Aralık’ta durumu iyi değerlendiremediği için
yeniden geri çekilme emri verdi. Bu sırada bölgeden kaçan Ermenilerden ve esirlerden,
Türklerin Sarıkamış önlerinde düştüğü zor durumu öğrenen Yüdeniç, inisiyatifin
kendilerine geçtiğine kanaat getirerek geri çekilme emrinin ertelenmesi için yeniden
Berhman’a baskı yapmaya başladı. Ancak Berhman bu teklifi kabul etmeyerek 11.
Kolordunun karşısındaki Rus kolordusunun Çermik mevziilerinden çekilişini başlattı.
Böylelikle bu kuvvetler Sarıkamış Harekâtı’ndan önceki mevziilerine çekilmiş
oluyorlardı.480
Enver Paşa 31 Aralık günü için verdiği emirde; 9. ve 10. Kolorduların birlikte
taarruza devam etmelerini bildirerek iki kolordu için Sarıkamış istasyonuna inen dereyi
irtibat noktası olarak gösterdi. Buna göre 10. Kolordu, 9. Kolordu’nun 1 km solunda ve
477
Genelkurmay…, 3’üncü. Ordu Harekâtı, I, 477.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 288.
479
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 152-153. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 213.
480
Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 127. Balcı, Tarihin Sarıkamış
Duruşması, 214-215.
478
167
cephesi batıya dönmüş bir vaziyette taarruza başlayacaktı.481 9. Kolordu neredeyse
tamamen yok olmanın eşiğine geldiği için bugünkü taarruzu esas yürütecek olan 10.
Kolordu idi. Enver Paşa’nın yukarıdaki emrini alan Hafız Hakkı, ilk olarak parekende
erleri toplayıp 250-400 mevcudunda üç tabur meydana getirerek bunları 30 Aralık
akşamı 31. Tümen bölgesine gönderdi. Bu üç taburla 31 Aralık 1914’te saat 06: 00’da
taarruza başlandı. Ancak bu taarruz başarıya ulaşamadığı için duraksadı. Hafız Hakkı
saat 09: 00’da bölgeye gelerek bu üç taburun dışında teşkil etmiş olduğu ihtiyat
taburunun da taarruz etmesini istedi. Böylelikle ikinci taarruz başladı. Öğeleye doğru
sisin artmasıyla ileri hareket kolaylaştı.482
Hafız Hakkı, taarruzun devam ettiği sırada, Sarıkamış’ın hemen kuzeyinden saat
16: 30’da Enver Paşa’ya aşağıdaki raporu gönderdi:
‘’Dün gece sol kanada yaptığım hücum başarı ile sonuçlanmadığı gibi, sağ
kanatta ormandaki kıtalar da zamanında hazırlanamadığından, genel durumun yararı
bakımından bugün gündüz yine bütün kuvvetlerimle taarruz ettim. İlerideki birlikler
Sarıkamış’ın önünden geçen dereye bugün, öğleden sonra girerek düşman mevziisine
hücum için uğraşmaktadırlar.
Dağ bataryalarından, toplayabildiğim dördünü düşman mevziine ve Sarıkamış’a
çok hâkim yerlere mevzilendirerek 1200-1800 metreden açılan ateşle düşmana çok ağır
kayıplar verdirdim.
Elde küçük bir ihtiyat teşkil etmek üzere gerideki perakendeleri toplamak için
subaylar gönderdim. Öğleden sonra yoğun sis bastığından hücumu topçu ile destekleme
imkânı bulunmuyor. Tekmil karargâh subaylarını avcı hattına sürerek, saat 17: 00’de
genel bir hücum yaptıracağım. Şayet başarı sağlarsam Sarıkamış’ı işgal edeceğim,
başaramazsam şimdi bulunduğum sırtta kıtaları toplamaya çalışacağım (savunulacak
hat 9. Kolordu’nun yaklaşık bir kilometre kadar solundan başlayarak Yağbasan
kuzeyine kadar devam ediyor. Sarıkamış, sağ kanada 400-500 metre kadardır)
Eğer bir iki gün içinde ordunun diğer kuvvetleri direnir ve benim karşımda
bulunan düşman kuvvetleri büyük takviyeler almazsa, herhalde erleri toplar toplamaz
ben yine başarılı taarruzlar yapacağımı sanıyorum. Kolordunun iaşe köyleri olan Divik,
481
482
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 107.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 294.
168
Çatak, Yağbasan az kuvvetlerle işgal edilmektedir. Görünüşe göre düşman çekilme
niyetinde değildir.’’483
Sarıkamış’ın hâlâ alınabileceğine dair olumlu ifadeleri içeren bu rapor bu sıralarda
geri çekilme kararı veren Enver Paşa’nın bu kararını ertelemesine sebep oldu.484 Bu
şekilde Enver Paşa’yı kararında caydıran Hafız Hakkı, bu raporu Ordu Karargâhına
gönderdikten yarım saat sonra saat 17: 00’de genel taarruz emri verdi. Taarruza kalkan
birlikler çok fazla fedakârlıklar göstererek birçok yerde düşmanın avcı siperlerine
girmeyi başardılar. Ancak düşmanın geri bölgeleri yerleştirmiş olduğu makineli
tüfeklerin etkili ateşinden dolayı daha öteye gidilemedi ve 10. Kolordu birlikleri geri
çekilmek zorunda kaldı. Böylelikle bugün için Sarıkamış’a yapılan üçüncü taarruz da
başarısızlıkla sonuçlanmış oluyordu.485
Bugün Bardız’ın güneyinde bulunan 32. Tümen ise düşman taarruzu karşısında
Norşin istikametine çekilmeye başladı. Artık Sarıkamış önlerindeki Türk kuvvetleri
düşmüş olduğundan ve Ruslar, Sarıkamış bölgesindeki Türk kuvvetleriyle 32. Tümenin
irtibatını kestiğinden dolayı bu tümenin taarruza kalmasının pek bir anlamı yoktu.486
9. Kolordu cephesinde, İhsan Paşa’nın Enver Paşa’ya sunduğu raporda; kolordu
mevcudunun neredeyse sıfıra indiğini belirtmesine rağmen taarruza devam edildi.
Ancak yine herhangi bir başarı elde edilemedi. 29. Tümen cephesi kısmen hareketsiz
geçti. Bu tümenin tek faaliyeti yarı donmuş vaziyetteki toplarla ve makineli tüfeklerle
Rus kuvvetlerini ateşe tutmak oldu. Başka birliklerden takviye alarak harekete geçen 28.
Tümen ise etkili bir topçu ateşi ile taarruzunu yeniledi. Ancak düşmanın 200 ile 500
metre kadar Türk hatlarına sokulması üzerine bu tümen ağır kayıplara uğradı. 17.
Tümen cephesinde de kesin bir başarı elde edilememesi üzerine akşamüzeri taarruz
durduruldu.487
483
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 488-489.
Enver Paşa, Ordu Karargâhını 9. Kolordu bölgesinden 10. Kolordu bölgesine nakletmişti. Burada 10.
Kolordu’yu yakından gören Enver Paşa geri çekilme kararı almıştı. Nitekim bu kolordu da oldukça fazla
kayıp vermiş ve mevcudu toplamda 1500’lere düşmüştü. Ancak Hafız Hakkı’nın Sarıkamış’ın hala
alınabileceğine dair verdiği bu olumlu rapor, Enver Paşa’nın kararından vazgeçmesine neden oldu ve bu
kez mevcudu henüz iyi durumda olan 11. Kolordu’yu Sarıkamış taarruzu için kullanmaya karar verdi.
(Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 213).
485
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 147.
486
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 173.
487
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 105-106. Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun
Harekâtı, 158.
484
169
Kuşatma harekâtı başlayalı on gün olmuş ve Türk Ordusu büyük kayıplar
vermişti. Taarruz harekâtı önemini kaybetmişti. Enver Paşa ilk defa bugün geri
çekilmeye taraftar oldu. Ancak Hafız Hakkı’nın Sarıkamış’ın alınabileceğine dair
olumlu rapor göndermesi üzerine bu kararından vazgeçti. Artık 9. ve 10. Kolordulardan
fayda beklenemezdi. Buna karşılık 11. Kolordu hâlâ derli toplu sayılırdı. Bu yüzden
Enver Paşa, karargâhını 11. Kolordu cephesine taşımaya karar verdi. Bununla birlikte
Sarıkamış önlerinde inisiyatif tamamen Rusların eline geçmişti. Artık Rus Ordusu’nun
taarruzu, Türk Ordusu’nun ise geri çekilme harekâtı başlayacaktı. Ruslar, iki Türk
kolordusunu da kuşatıp imha edebilecek bir konuma ulaşmışlardı. Türklerin içinde
bulunduğu ümitsiz vaziyeti gören General Yüdeniç, Tiflis’teki Başkomutan Daşkof’a
çektiği telgrafta durumu bildirmiş ve Türklerin imhasının mümkün olduğunu
söylemişti.488 Ancak Hafı Hakkı hala bu gerçeği görmüyor, etkili bir taarruzla
Sarıkamış’ının alınabileceğine inanıyordu. 9. Kolordu Komutanı İhsan Paşa ve
kolordunun Kurmay Başkanı Şerif Bey gerçeğin tamamen farkında olup, ordunun geri
çekilmesi fikrini savunuyorlardı. Enver Paşa ise bu iki kolordu komutanın arasında
kalıyor, harekâta devam edip etmeme konusunda kesin bir hüküm veremiyordu.
Bununla birlikte onun için Sarıkamış’ın alınması bir izzet-i nefis meselesiydi. Hafız
Hakkı için de durum aynıydı. Bu iki sınıf arkadaşı, Harp Okulu yıllarından beri
müdafini oldukları Türklük davasına hizmet etmek amacıyla beraberce planladıkları ve
tatbikine koyuldukları bu harekâtı sonuna kadar devam ettirmek istiyorlardı. Turan’ın
kilidi sayılan Sarıkamış alınacak, Türk Ordusu Kafkasya boyunca ilerleyerek Müslüman
ve Türk ahaliyi Ruslara karşı ayaklandıracak, ihtilaller tertip edecek ve nihayet
asırlardan beri Türk’e zülüm eden baş düşman Moskof mağlup edilerek Türk milleti
yeniden şaha kaldırılacaktı.
Şunu ifade etmek gerekir ki bu tarihten itibaren Sarıkamış’ın alınması pek bir
fayda sağlayamazdı. Nitekim bu kadar az kuvvetle Sarıkamış’ın ötesine geçilemez ve
Kafkasya halklarını ayaklandırma gayesi gerçekleşemezdi. Buna karşılık Kağızman ve
Kars istikametine çekilen düşman dolgun birlikleriyle yeniden toparlanarak, az miktarda
bir kuvvetle Sarıkamış’ı savunan Türk Ordusu’nu mağlup edip kasabayı geri alabilirdi.
488
Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 132-133. Altınanıt, Ülkem Ateş
Çemberi İle Kuşatılmışken Sarıkamış, 212-213.
170
11. Kolordu cephesinde bugün için düşmanın takip edilmesi istenmişti. Emir
gereğince ileri harekâta başlandıysa da düşmanla temas sağlanamadı. Hızla geri geri
çekilen ve tahrip edilemeyen düşman Sarıkamış önlerindeki Türk birlikleri için tehdit
olmaya devam etti. 11. Kolordu, kuşatma harekâtı planında kendisine verilen, düşmanı
cephede tutma görevini yerine getirmekten uzaktı.489
Bugün Ruslar Sarıkamış’a yapılan Türk taarruzlarını tamamen durdurmuşlardı.
Ayrıca Türk kuvvetlerinin 25 Aralık’ta tahrip ettikleri radyo istasyonunu tamir ederek
Tiflis’le olan irtibatlarını yeniden sağladılar. Artık Ruslar karşı taarruza geçmek
düşüncesindeydiler. Yüdeniç, Tiflis’teki Başkomutana bir telgraf çekerek bu düşünceyi
bildirdi ve Türklerin geri çekilişini engellemek için takviye birlik istedi.
Başkomutanlıktan gelen cevapta; 1 Ocak 1915 günü karşı taarruza geçilmesine müsaade
edildi ve takviye birliklerin Kars’tan harekete geçirildiği bildirildi.490
1 Ocak 1915 günü için kolordulara hiçbir emir verilmedi. Bugün için yapılacak
temel hareket, Türk birliklerinin bulundukları birlikleri, geceden itibaren başlayan Rus
taarruzlarına karşı korumaktı. Önceden ifade edildiği gibi III. Ordu 31 Aralık’tan
itibaren taarruzdan savunmaya geçmişti. Bugün 10. Kolordu cephesinde önemli bir
gelişme yaşanmadı. Rus kuvvetleri, Sarıkamış’ın güneyine yerleştirdikleri obüs
toplarıyla Sarıkamış’ın 1-1,5 km doğusunda bulunan 31. Tümenin mevzilerini
bombardımana başladılar. Ancak orman içinde bulunan piyadeler bu bombardımandan
çok fazla etkilenmediler. Bu sırada düşmanın 31. Tümen ile 9. Kolordu arasında
bulunan boşluğa hareket etmesi üzerine tümenden seçilen 200 kadar er yardım için 9.
Kolorduya gönderildi. Böylelikle düşmanın, 31. Tümenin sağ açığına başlattığı hareket
önlenmiş oldu.491 Karahamza istikametinden gelen 500 er ve iki cebel topundan
mürekkep düşman kuvveti ise Divik yönünde 10. Kolorduya saldırdı. Bu saldırı da bin
bir güçlükle defedildi.492
30. Tümen, Çatak’a kadar ilerleyen düşmanı perakende erlerden teşkil edilen
Divik Müfrezesi ile Karahamza’ya hâkim sırtlara kadar geri sürdü ve Sarıkamış-Kars
demiryolunun doğusundaki sırtlarda görülen Rus kuvvetlerinin faaliyetlerine karşı
tedbir almaya başladı. Ayrıca 30. Tümen tarafından gönderilen keşif kolları vasıtasıyla
489
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 485.
Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 132-133.
491
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 159-161.
492
ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-10.
490
171
demir yollarının bazı kısımları ile bir ağaç köprü tahrip edildi.493 32. Tümen ise Rus
kuvvetleri ile yaptığı muharebeler sonucu Bardız’ı tamamen kaybetti ve ağırlıklarıyla
beraber Norşin’e doğru çekilmeye başladı.494
Bugünden itibaren başlayan düşman taarruzları karşısında direnci azalan 9. ve 10.
Kolordular, perakendeleri toplayarak yeniden canlanmaya çalışmışa da bu pek mümkün
olmadı. Bu sebepten bütün ümitler 11. Kolorduya bağlandı. Enver Paşa, Hafız Hakkı’ya
gönderdiği emirde; cephe gerisindeki İslam ahaliden itimada layık bir kişinin 11.
Kolorduya gönderilerek 9. ve 10. Kolorduların Sarıkamış civarında Ruslarla
muharebede olduklarını, 11. Kolordu’nun süvari tümeni ile süratle hareket ederek bu
kuvvetlere yardım etmesini bildirilmesini istedi. Bu emir açıkça Enver Paşa’nın da artık
9. ve 10. Kolorduların iş göreceğine dair umudunun kalmadığını gösteriyordu.495
9. Kolordu cephesinde Rus saldırıları bugün olduğu gibi devam etti. Kolordunun
toplam mevcudu 500-600 civarında kalmıştı. Piyade mevcudu oldukça azaldığı için 28.
ve 29. Tümen bölgelerinde artan Rus saldırıları topçu ateşi ile bertaraf edilmeye
çalışılıyordu. Bugünkü yoğun Rus taarruzu karşısında cephesi yarılarak geri çekilmek
zorunda kalan 29. Tümen Komutanı Arif Bey (Baytın), bu hareketinden dolayı Enver
Paşa tarından idam edilmek istenmişse de 9. Kolordu Kurmay Başkanı Şerif Bey’in
araya girmesiyle bu karardan vazgeçildi. Sonuç olarak 9. Kolordu cephesinde bugün
düşman taarruzu kısmen durdurulabildi. Ancak bir türlü kapatılamayan birlikler
arasındaki açıklık büyük bir tehlike oluşturmaya devam ediyordu.496
11. Kolordu cephesinde ise bugün 18. ve 33. Tümenler düşmanın artçı direnişini
kırarak Mecingert ve Kötek’i işgal ettiler. 34. Tümen ise Altınbudak’ta kalarak Rusların
buraya yönelttikleri taarruzu püskürttü.497
1 Ocak 1914’ten itibaren Rus Ordusu, Türk Ordusu’nu kuşatıp imha edecek
şekilde tertip almaya başladı. General Yüdeniç’in Başkomutanlık ’tan istediği takviyeler
Sarıkamış’a geliyordu. Bugünkü taarruzda Ruslar önemli başarılar elde ettiler. 31.
Aralık’ta 9. Kolordu’nun sol kanadına taarruza başlayan 17. Türkistan Avcı Alayı,
bugün taarruzuna devam ederek Malakan yaylası ve Türklerin geri çekilme yolu olan
493
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 112.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 496.
495
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 303.
496
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 110-111. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 222.
497
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 165.
494
172
Sarıkamış-Bardız yolunu işgal etti. Rusların ana planı; 11. Kolordu’yu üç gün daha
oyalayarak, bu kolordudan yardım alamayan Sarıkamış’taki Türk birliklerinin sol yan
ve gerilerini kuşatarak geri çekilmelerini engellemek ve böylelikle 9. ve 10. Kolorduları
tamamen imha etmekti.498
2 Ocak 1915 günü Başkumandan Vekili ve III. Ordu Komutanı Enver Paşa’nın
emriyle Albay Hafız Hakkı, Tuğgeneralliğe terfi etti ve Sarıkamış civarında bulunan 9.
ve 10. Kolordu kıtaları ile bu kolorduların emrinde olan müfrezeler ‘’Sol Cenah
Ordusu’’ adı altında birleştirilerek Hafız Hakkı’nın emrine verildi. Bundan sonra Hafız
Hakkı, her iki kolorduya da emirlerini ‘’Tuğgeneral’’ rütbesi ve ‘’Sol Cenah Ordusu
Komutanı’’ sıfatıyla verecekti. Bu emir ve komuta düzenlemesi birliklerin içinde
bulunduğu durum dikkate alındığında yerinde ve yararlı bir hareketti. Ancak 9. Kolordu
Komutanı İhsan Paşa, Hafız Hakkı’dan daha deneyimli ve zaten Tuğgeneral
rütbesindeyken, bu görevin terfi ettirilerek Hafız Hakkı’ya verilmesi tuhaf karşılanmıştı.
Nitekim Harp Tarihi yazarları, Hafız Hakkı’nın grup komutanı yapılmasını ve 9.
Kolordu Komutanı İhsan Paşa’nın onun emrine verilmesini eleştirmektedirler. Özellikle
Hafız Hakkı’nın Oltu’nun işgalinden sonra sebep olduğu olumsuzluklar dikkate
alındığında, bu eleştiriler normal karşılanmalıdır. Aynı emir doğrultusunda bugün için
genel olarak birliklerin mevziilerinde kalmaları, 32. Tümenin 11. Kolordu ile irtibat
sağlaması ve bütün lüzumsuz top, araba ve katarlar ile yaralı ve hastaların Başköy
üzerinden Oltu’ya gönderilmesi istendi.499
Ordu emrinden anlaşıldığı üzere Türk taarruzu durmuş ve artık savunmaya
geçilmişti. Lüzumsuz eşyaların Oltu’ya gönderilmesi ise bir geri çekilme belirtisi olarak
kabul edilebilirdi. Yine Enver Paşa’nın verdiği bir diğer emirde; fazla tüfeklerin,
kullanılmayan topların, hasta ve yaralı erler ile Ruslardan ele geçirilen malzemelerin
Erzurum’a gönderilmesini istemesi geri çekilme düşüncesinin kuvvetlendiğini
göstermektedir.500
Bugünkü çarpışmalarda 10. Kolordu ciddi tehlikeler yaşadı. Düşmanın şiddetli
taarruzu karşısında kolordu birlikleri mevziilerini terk edip geri çekilmeye başladı.
Bunun üzerine sevk ve idare bozuldu. Birlikler birbirine karıştı.
Bu geri çekilme
498
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 497. Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 224.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 498. Ayrıca Bkz. BOA. 25 Kanun-ı Evvel 1330. Dosya No:
4331 Gömlek No: 324757 Fon Kodu: BEO.
500
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 225.
499
173
hareketine rağmen 10. Kolordu kısmen Rus kuvvetlerinin taarruzunu durdurmaya
başardı. Ancak bugünkü çarpışmalar neticesinde birçok subay, er ve erbaş şehit oldu.
Kolordu’nun mevcudu 600’e kadar indi.501
Sol Cenah Ordusu Komutanı Tuğgeneral Hafız Hakkı Paşa 10. Kolordu
cephesindeki hareketleri bir raporla Divik’te bulunan Enver Paşa’ya bildirdi. Enver
Paşa’nın geri çekilme kararını ikinci kez erteleyen bu rapor şöyledir:
‘’Bugün öğleden sonra Ruslar 10. Kolordu’nun sağ kanadına taarruz ederek tam
Sarıkamış karşısındaki toplardan beşini obüsleriyle susturmuşlardır. Kolordunun sağ
kanadı ile 9. Kolordunun arasındaki boşluktan ilerleyen Rus kuvvetleri ise 9.
Kolordu’ya gönderilmek üzere bir tabur kadar toplama kuvvetle durdurulmaya
çalışılmaktadır.
Bu gece toplayabileceğim kuvvetlerle iki topu 9. Kolordu’ya göndereceğim.
Bugün yapılan muharebede özellikle düşman obüslerinin ateşiyle subay ve erlerden
oldukça ağır kayıplar verilmiştir.
Çatak’ta 88. Piyade Alayından 210 erlik bir tabur teşkil edildiğini haber aldım.
Bu birliğin hemen gönderilmesini istirham ederim.
Bugün bir kısım düşman kuvvetlerinin Sarıkamış’tan doğuya doğru gittikleri
görülmüştür. Karargâhtan birkaç genç subay görevlendirilirse ümit ederim ki bu gece
Divik bölgesinden silahlı ve sağlam 1500 er toplanabilir. Bu erler verilecek genç
subaylarla teşkilatlandırıldığı ve karınları iyice doyurulduğu takdirde yarın muntazam
bir alay gibi kullanılabilirler. Şayet Lange Bey de aynı çalışmaları yaparsa, kısa
zamanda burada 10.000 er toplanabileceği kanaatindeyim.’’502
Raporun ilk kısmında 31. Tümen cephesindeki hareketin seyri ve sonucu ifade
edilmiş ve özellikle düşman topçusunun etkisi ile verilen kayıplar üzerinde durulmuştur.
Ancak raporun asıl dikkat çeken kısmı ikinci kısımdır. Hafız Hakkı Paşa burada kısa
zamanda 10.000 er toplanabileceğini ifade etmiştir ki bu ifade Enver Paşa’nın geri
çekilme kararından vazgeçmesinde oldukça etkili olmuştur. Ayrıca Hafız Hakkı
Paşa’nın bu miktarda erin toplanabileceğini belirtmesi çevredeki perakende erlerin
çokluğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
501
502
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 167.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 501-502.
174
Öte yandan Hafız Hakkı Paşa komutandaki Sol Cenah Ordusuna dâhil edilen 9.
Kolordu’nun artık savaşma kabiliyeti kalmamıştı. 29. Tümen Komutanı Arif Bey’in
aktardığına göre kolordunun her bir tümeninin mevdunu 20-30 ere kadar inmişti.
503
Buna rağmen ordu emrinde bu kolordunun bulunduğu hattı koruması emredilmişti. Bu
açıkça kolorduyu düşmana yem etmekten başka bir şey değildi. Harp tarihi yazarlarına
göre yapılması gereken iş; bu birlikleri daha kuzeyde uygun bir mevkie çekerek
perakendeleri toplanmak ve kıtalara çeki düzen vermekten ibaretti.504
Bugün 9. Kolordu Sarıkamış önlerindeki son direnişini gösterdi. Rus saldırıları
topçu ve makineli tüfek ateşleri ile geri püskürtüldü ve Sarıkamış derelerinde Ruslara
ağır kayıplar verdirildi.
505
Ancak Ruslar akşam saatlerine doğru tekrardan harekete
geçtiler ve şiddetli bir şekilde 9. Kolordu birliklerine taarruz etmeye başladılar. Bu
taarruz neticesinde çokça kayıp verildi. İhsan Paşa, ordu komutanına verdiği raporda;
kolordunun 12 top, 12 makineli tüfek ve 344 erden ibaret kaldığını bildirmişti. Ancak
bu mevcuda bugünkü kayıplar dâhil edilmemişti. Bugünkü kayıpların da dâhil edilmesi
durumunda 9. Kolordu’nun ne duruma geldiği tahmin edilebilir.506
11. Kolordu cephesinde ise daha önceden ifade edildiği gibi Ruslar geri çekilmeyi
durdurmuşlardı. 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa, bugün için birliklere verdiği emirde;
bulundukları hatta kalmalarını ve düşman taarruzuna karşı koymalarını istedi. Nitekim
bugün Rusların taarruza kalkması üzerine mevziiler birkaç defa el değiştirdi. Her iki
taraftan da ağır kayıplar verildi. Sonuç olarak bugün Ruslar 11. Kolordu cephesinde, bu
kolordunun Sarıkamış’taki Türk birliklerine yardım etmesine engel olarak amaçlarına
ulaşmış bulunuyorlardı.507
Bugün Rus cephesinde ise durum şöyleydi; Yüdeniç’in teklifi doğrultusunda
Sarıkamış’a gönderilmek üzere yola çıkarılan takviye birlikler bugün kasabayı vardı.
Böylelikle Ruslar, Sarıkamış’ta daha da güçlü bir hale gelmiş bulunuyorlardı.508 Bu
haliyle Sarıkamış önlerindeki Türk birliklerine saldıran Ruslar, Türklerin inatla
mevzilerini müdafaa etmelerinden dolayı bu mevzileri geçemediler. Öte yandan 11.
503
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 114.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 501.
505
Benazus, Sarıkamış Harekâtı, 283.
506
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 225.
507
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 499.
508
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 93.
504
175
Kolordu cephesindeki Türk birliklerini cephede tutarak buradan Sarıkamış’a yardım
gitmesine engel oldular.509
3 Ocak 1915 günü Hafız Hakkı Paşa ilk iş olarak 9. Kolordu birliklerinin
bulunduğu bölgeyi ziyaret etti. Kolordu subaylarına, gerilerden yedek kuvvetler
ulaşıncaya dek mevzilerinde direnmelerini emretti. Ayrıca bu kolorduya 90 mevcutlu
pir piyade bölüğü gönderdi. Bu kuvvetlerin büyük bir kısmı 17. Tümene verildi.510
Hafız Hakkı Paşa buradaki teftişinin ardından Enver Paşa’ya gönderdiği raporda; 9.
Kolordu cephesini dolaştığını, kıtaların bulundukları hatlarını savunduklarını,
olağanüstü bir durum bulunmadığını, 9. Kolordu piyade er mevcudunun 450 ve 10.
Kolordu er mevcudunun ise 1000-1200 civarında olduğunu bildirdi. Perakende erlerin
toplanmasıyla 10. Kolordunun mevcudu biraz artmış bulunuyordu.511
Rus taarruzu bugün tüm hızıyla devam etti. Amaçları Divik-Başköy hattını
tamamıyla kesmek ve Türk birliklerini kuşatarak imha etmekti. Bunun için General
Gobayef Divik’in kuzeyine, plaston taburları da Divik’e taarruz ettiler. I. Kazak Süvari
Tümeni ise Türk ordusunun gerisine düşmek amacıyla cephe gerilerinden kuzeye doğru
yürümekte idi. Bu tümenin ilk hareketinde doğuya doğru yönelmesi Türk tarafınca bir
geri çekilme hareketi olarak algılanmıştı.512 Bu sırada Enver Paşa, karargâhı ile Divik’te
bulunuyordu. Hafız Hakkı Paşa da buraya gelmişti. Rus taarruzu çok etkili oluyordu. Bu
taarruz sonucunda Sabri Bey Müfrezesi’nin sağ kanattan bozulması üzerine bozgun
havası yaşandı ve erler kaçışmaya başladı. Enver Paşa karargâh subaylarını göndererek
erleri geri getirmeye çalıştı. Daha sonra düşmanın hareketinin yavaşlamasıyla bozgunun
kısmen önüne geçildi. Sabri Bey Müfrezesi takviye alarak yeniden harekete geçti ve
düşman taarruzunu durdurmaya çalıştı. Bugünkü çarpışmalar neticesinde Rus taarruzları
kısmen durdurulabilmişti.513
Düşmanın yukarıdaki hareketlerinden amacının Türkleri kuşatmak olduğu açıktı.
Ancak Hafız Hakkı Paşa böyle düşünmüyordu. O düşmanın hareketlerine bakarak geri
çekilmekte olduklarına kanaat getirmişti. 4 Ocak için vermesi gereken ordu emrini de
bu kanaati doğrultusunda kaleme aldı:
509
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 502.504.
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 115. İlden, Sarıkamış, 228.
511
ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-20.
512
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 183.
513
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 230.
510
176
‘’Bugün görülen düşman kollarının harekâtına göre, düşmanın bu gece Kars
doğrultusunda çekilmeye başladığı sanılmaktadır.
Şimdiye kadar Sarıkamış bölgesinde ateş eden düşman obüsleri bu akşam Divik
bölgesinde ateşe başlamışlardır. Bu da geri çekilmenin başladığına işaret eder.
Düşman Divik’e topçu ateşi desteğinde taarruz etmek istemişse de geri atılmıştır.
Bugün Sarıkamış’ın 5-10 km batısından işitilen top sesleri, düşmanı sıkıştıran 11.
Kolordunun ilerlediğini gösteriyor. Başköy’e mühim kuvvetlerimiz gelmiştir.
Kolordular bulundukları mevzileri savunacaklar, gece Sarıkamış-Kars yolu
doğrultusunda kuvvetli keşif kolları çıkararak düşmana çok şey bıraktırılmaya
çalışacaklar.
31. Piyade Tümeni verilebilecek diğer kuvvetlerle Divik’te Başkumandanlık ile
birlikte bulunacak.
Ben Sarıkamış’ın bir km kuzeyinde mevzideyim. Düşmanın Sarıkamış’ı boşaltması
halinde, bana süratle bilgi verilecektir.’’514
Bu zamana kadar ki çarpışmalar Sarıkamış önlerinde cereyan etmişti. Şimdi ise
Rusların, Kars’a çekilme yolu üzerindeki Divik’e saldırması Hafız Hakkı Paşa
tarafından bir geri çekilme alameti olarak düşünülmüştü. Oysa General Berhman’ın
kuvvetlerini doğu ve kuzeydoğu istikametlerine kaydırmasın amacı Sarıkamış
önlerindeki Türk kuvvetlerini kuşatma çemberine alarak yok etmekti. Ortada hiçbir
sebep yokken ve inisiyatif ellerindeyken Rusların geri çekilmeleri düşünülemezdi. Bu
halde Hafız Hakkı Paşa büyük bir yanılgının içine düşmüştü. Hafız Hakkı’nın bir diğer
yanılgısı ise Sarıkamış’ın 5-10 km batısından işittiği top seslerinden 11. Kolordunun
Sarıkamış’a yaklaştığını düşünmesidir ki belki bu yüzden Sarıkamış’taki Rus
birliklerinin geri çekilmeye karar verdiği zannına kapılmış olabilir. İşin aslında ise
bugün kendisinden doğru düzgün haber alınamayan 11. Kolordu Hafız Hakkı Paşa’nın
düşündüğü hatlarda çok daha gerideydi. Sonuç olarak Hafız Hakkı Paşa’nın bu yanlış
algıları, zor durumda olan Türk birliklerinin çekilme harekâtının bir kez daha
ertelenmesine neden olmuştur.
514
14.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 316-317. Ayrıca Bkz. ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-
177
Enver Paşa’nın 11. Kolordu cephesine gitmek üzere harekete geçtiği 4 Ocak 1915
günü Sarıkamış önlerinde en büyük felaket yaşandı. Hafız Hakkı Paşa’nın hâlâ Rusların
geri çekilmekte olduğunu zannettiği bir sırada Kars’tan gelen 10. ve 11. Avcı alayları ile
takviye edilmiş olan üstün Rus kuvvetleri 9. ve 10. Kolordulara karşı taarruza geçti. Bu
esnada 344 er, 12 top ve 12 makineli tüfekten meydana gelen 9. Kolordu Sarıkamış’ın
kuzeybatısında bulunuyordu. Kolordu Karargâhı ise general, subay ve er olmak üzere
on kişiden ibaretti. 1200 ile 1500 erden fazla olmayan 10. Kolordu ise Sarıkamış’ın tam
kuzeyinde, orman kenarında konuşlanmıştı. Bu kolordunun mevzileri aralıklı olarak
Divik’e kadar uzanıyordu.515
Düşman taarruzunun ağırlık noktası Divik ve çevresiydi. 10. Kolordu cephesinde
düşman Salut köyünü işgal ederek Beyköy üzerinden geri çekilme yolunu kesmiş ve
Divik’e yaptığı taarruzu şiddetlendirmişti. Neticede bu bölgede bir avuç kahraman Türk
erinin canını hiçe sayarak yaptığı savunma aşılmış ve düşman kuvvetleri ilk olarak
Yağbasan’ı ardından da Divik’i ele geçirmişti. 9. Kolordu cephesinde ise düşman
taarruzu 17. Tümen grubunu sol kanattan kuşatıcı bir şekilde düzenleniyor ve taarruzun
şiddeti her geçen saniye artıyordu. 9. Kolordu son direncini piyade kuvveti
yoksunluğundan dolayı topçu ve makineli tüfek ateşiyle yapıyordu. Ancak direnmenin
imkânı yoktu. Biran önce geri çekilmek gerekiyordu.516
Buradaki kötü vaziyeti gören ve artık geri çekilmenin bir zaruret haline geldiğini
anlayan Hafız Hakkı Paşa kesin kararını vermek üzere saat 14: 00’de 9. Kolordu
Karargâhı’na gitti. Burada yaptığı incelemeler sonucunda artık çarpışmalardan bir sonuç
alınamayacağına kanaat getirdi. Niyeti 10. Kolordu’yu Çermik üzerine çekmek ve 9.
Kolordu’yu da arkasından yürütmekti.517 Hafız Hakkı Paşa, Sarıkamış önlerinde tüm
umutların tükendiği ve büyük bir felaketle karşı karşıya kalındığı bu anda 9. Kolordu
subaylarına dönerek Fransızca, şereften başka her şey bitti anlamına gelen ‘’tout est
perdu sauf l’koneur’’ sözünü söyledi. Gerçekten her şey bitmişti. 9. Kolordu son
neferine kadar tükenmiş, 10. Kolordu ise yok olmanın eşiğine gelmişti. Ancak Türk
Ordusu’nun şerefine halel getirecek hiçbir hadise yaşanmamıştı.
515
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 511.
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 185.
517
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 120.
516
178
Hafız Hakkı Paşa burada 9. Kolordu grubuna verdiği emirde özetle şöyle diyordu;
‘’ Artık her şey bitmiştir. Kalanı kurtarmak lazımdır. Dün akşam keşfettirildiğine göre,
ormanın içinden Çermikköy’e giden dar bir yol vardır. 10. Kolordu bu akşam bu yoldan
kuzeye çekilecektir. 9. Kolordu’da bu akşam bu yoldan çekilmeli.’’518
Hafız Hakkı Paşa tam emrini bitirdiği esnada ileride telaşlı ve gürültülü bir
hareket görüldü. Birkaç er ellerindeki hayvanları acele acele çekmeye çalışıyordu. Bu
hareketi panik olarak algılayan Hafız Hakkı Paşa, 10. Kolordudan gelen 40-50 mevcutlu
bir ihtiyat bölüğünü bu erlerin üzerine göndermeye çalışmışsa da panik havasında geri
çekilmelerine mani olamamıştır.519 Aslında üç beş erin paniğe kapılmasının
doğurabileceği kötü bir sonuç söz konusu değildi. Nitekim 9. Kolordunun elinde
panikten etkilenebilecek kadar fazla kuvvet bulunmuyordu. Paniğin önlenmeye
çalışıldığı bu sırada çok daha kötü bir olay yaşandı. 17. Tümenin solundaki boşluktan ve
29. Tümen cephesinden dalan Rus birlikleri kolordu karargâhını şiddetli ateş altına
almaya başladılar.520 Karargâh paniğe kapıldı. Bu kurşun yağmuru altında kaçıp
kurtulmanın imkânı yoktu. Bütün kolordunun ve karargâh subaylarının esir düşmesi an
meselesiydi. Nitekim sonunda öyle de oldu. Bu esnada burada bulunan 9. Kolordu
Kurmay Başkanı Şerif Bey, bütün kolordu karargâhının esir edildiği, ancak Hafız Hakkı
Paşa’nın büyük bir cesaret örneği göstererek kurtulmayı başardığı bu olayı şöyle
anlatmaktadır:
‘’Fazla konuşmaya imkân kalmadı. Bir Rus avcı hattı 17. Tümen ile 10. Kolordu
arasındaki açıklıktan ortaya çıktı ve bizi şiddetli ateş altına aldı. Hafız Hakkı Paşa
atına atladığı gibi kurşun yağmuru altında 10. Kolordu’ya doğru çekip gitti. Acele ile
kırbacını İhsan Paşa’ya yadigâr bıraktı. Ben Hâlâ Hafız Hakkı Paşa’nın bu kurşun
yağmurundan nasıl kurtulduğuna şaşarım. Biz ilk patırtıyı geçirmek için 28. Tümen
grubu tarafına çekilmek niyetindeydik. Oradan gelen bir süvari düşmanın şimdi 28.
Tümen’i tümüyle tutsak aldığını söyledi. Demek iş işten geçmişti. Geri çekilmeye karar
verdikleri günde bu ani felaket bize yıldırım gibi etki etti. Acele ile cebimizdeki evrakı
ateşe attık. Kolordu karargâh bayrağını kırarak bezini yaktık. Ve üstümüze Rusça –
davranmayın, teslim olun-hitaplarıyla elde tabanca, çevresinde süngülü Ruslarla gelen
518
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 512.
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 177.
520
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 512.
519
179
bir düşman subayına teslim olduk. Herif bizi ileri karakol postası sanmış. Tümümüzü
subay elbisesiyle görünce ve hele bir kolordu karargâhı komuta kurulu olduğumuzu
anlayınca mal bulmuş mağribi gibi sevindi. Bir türlü inandıramıyorduk. Çünkü bizde
öyle bir komuta kurulu kılık ve kıyafeti kalmamıştı. Tam on bir günden beri şu orman
içinde kar üstünde, fırtına ve tipi altında yaşamaktaydık.’’521
Büyük bir cesaret örneği göstererek düşman ateşinden ve esir edilmekten kutulan
Hafız Hakkı Paşa, 4 Ocak akşamı Sarıkamış’ın 2 km kuzeyinden 31. Tümene aşağıdaki
geri çekilme emrini verdi:
‘’Kolordu, ordunun diğer kısımlarıyla birleşmek üzere çermik üzerine aşağıdaki
şekilde yürüyecektir,
30. Tümen ve Hilmi Bey Müfrezesi toplu olarak Tümen Komutanı Şemsi Bey
komutası altında bulunacaktır. Tevfik Bey Tümeni (31. Tümen Komutanı Yarbay Tevfik),
bütün kuvvetleriyle saat 21: 00’de mevziinden hareket ederek Çatak Deresi boyunca
Süvari Teğmeni Nihat’ın gösterdiği yoldan Çermik üzerine yürüyecektir.
Bu hareketi örtmek için toplar mevziden çekilmezden evvel birer ikişer mermi
atacaklardır. Taburlar, bölükler, topçular, mekkâreler, son derece toplu bulunacak,
gereksiz yere teçhizat ve top bırakan komutanlar tart ve idam olunacaktır.
Çatak Deresi’ni, Divik doğrultusuna karşı örtmek için Yüzbaşı Nuri komutasında
bırakılan tabur, 31. Tümen kıtalarının sonu alındıktan sonra, 31. Tümen komutanının
emriyle kol nihayetine katılacaktır.
Ben 30. Tümen’le beraber bulunacağım.
Sahra topları için Çatak Deresi’ne inecek bir yol aranacak ve dereye inmeye
gayret edilecektir. Şayet mümkün olmazsa toplar tahrip edilerek taşınabilen kısımları
götürülecektir.’’
Hafız Hakkı Paşa daha sonra verdiği geri çekilme emrinde aynı gece şu değişikliği
yaptı:
521
İlden, Sarıkamış, 231. Arif Baytın, 9. Kolordu’dan esir düşenlerin toplamının 106 subay ve 80 erden
ibaret olduğunu söylemektedir. Kolordu Komutanı İhsan Paşa’nın esaretten dönüşünde yapılan
soruşturmasında olaylar ve esir düşen subaylar ile erler hakkında verdiği bilgiler, Şerif Bey’in hatıralarını
ve Arif Baytın’ın verdiği rakamı doğrulamaktadır. (Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 121.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 513).
180
‘’Askeri daha iyice toplamak için 30. Tümenin ve Hilmi Bey Müfrezesi’nin
hareketi geciktirilmiştir. Yürüyüşe saat 21: 00’de başlanacaktır.
31. Tümen de piyade ve dağ topçusu taburlarının hareketini geciktirecek, erleri
iyice toplayacak ve harekete 22: 30’da başlayacaktır.
Allah’ın yardımıyla sahra toplarının selamete eriştirilmesi için Çatak Deresi’ne
kadar Divik’e inen araba yolunu gerekirse piyade ile açınız. 31. Sahra Topçu Tabur
Komutanı Binbaşı Fikri’ye bir piyade taburu veriniz. Toplar bir kere dereye inerse sola
dönerek yukarıya pek ala gelebilir. Ben orada Süvari Teğmeni Nihat’ın bildiği Çatak
komunda topları bekleyeceğim ve ondan yukarı da yol bulacağım. Geceleyin hepinizden
sessizlik, irade ve büyük fedakârlık isterim.’’522
Sol Cenah Ordusunun geri çekilme harekâtı çok düzenli bir şekilde yapıldı. Ancak
yollar elverişsiz olduğu için Hafız Hakkı Paşa’nın çok önem verdiği sahra topları bir
türlü Çatak Deresi’ne indirilemedi. Bunun üzerine emirde de ifade edildiği gibi
taşınabilir parçaları sökülmek suretiyle, geri kalan kısımları tahrip edilerek dereye atıldı.
Böylelikle ağırlıklardan kurtulan birlikler başarıyla Çermik’e çekildiler.523
Bu arada Stanke Bey Müfrezesi, Tiflis’ten yetişen Sibirya Kazak Tugayı’nın
kuzeybatıdan yaptığı süvari hücumu neticesinde geri çekilerek bin bir güçlükle ele
geçirdiği Ardahan’ı düşmana teslim etmek zorunda kaldı. Ardanuç’a çekilen Müfreze
1200 tüfek, 2 top ve 2 makineli tüfek kuvvetindeydi.524 32. Tümen ise bir taburunu
emniyet için Bardız’da bırakarak düşmanla çarpışa çarpışa Yeniköy istikametine
ilerledi.525
Bugün 11. Kolordu cephesine gitmek üzere harekete geçen Enver Paşa ilk önce
Bardız’a ardından da akşamüzerine doğru Norşin’e vardı. Buradan 11. Kolorduya
verdiği emirde; 32. Tümenin taarruza başladığını ve Sarıkamış’taki düşmanın da Kars
istikametine çekildiğini bildirerek bu kolordunun biran önce hareket etmesini istedi.
Enver Paşa’nın Sarıkamış önlerinde yaşanan gelişmelerden haberi yoktu. Hâlâ
düşmanın geri çekildiğini zannediyordu. Oysa aynı saatlerde 9. Kolordu bütün
mevcuduyla düşmana esir olmuş, 10. Kolordu ise şiddetli düşman taarruzu altında geri
522
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 513-514.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 324.
524
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 97.
525
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 186.
523
181
çekilme hazırlıklarına başlamıştı.526 Buna karşılık 11. Kolordu cephesinde sükûnet hâlâ
devam ediyordu. Kolordu Komutanı bugün için birliklere verdiği emirde; tümenlerin
Kötek-Altınbulak-Mecingert hattında müdafaada kalmalarını istedi. Balcı, 11.
Kolordunun birkaç günden beri bulunduğu hatta kalmayıp 10 km ilerlemesi halinde
Sarıkamış’a ciddi bir etki yapabileceğini, hiç olmazsa 9. Kolordu’nun esir edilmesini
engelleyebileceğini söylemektedir.527
Bugün Rus kuvvetlerinin elde ettiği başarı büyük bir sevinçle kutlandı. Sarıkamış
Grubu Komutanı General Berhman, Başkomutan’a gönderdiği 4 Ocak tarihli ve 1052
sayılı mesajında bugün elde edilen başarıyı bildirdi. Messajda; 9. ve 10. Kolorduların
kesin olarak bozguna uğratıldığı, 9. Kolordu nun kolordu, tümen ve kurmay subayları
dâhil olmak üzere tamamen esir edildiği ve 10. Kolordunun ise çekilmekte olduğu ifade
edildi.528 Rusların amacı III. Ordu’yu tamamen yok etmekti. Bu amaçla 5 Ocak günü
için verilen emirde General Penjevalski ve General Baratof’un süvari birlikleri ile
Çermik’e doğru çekilen 10. Kolordu’nun takip edilmesi kararlaştırıldı.529
Çatak-Kesmesor üzerinden 11. Kolorduya gitme niyetinde olan Enver Paşa, 5
Ocak’ta Hafız Hakkı Paşa’ya gönderdiği emirde; Sol Cenah Ordusu’nun bulunduğu
mevzileri müdafaa etmesini istedi. Ayrıca Divik-Çermik-Bardız yolunun açık olduğunu
bildirdi. Böylelikle geri çekilme durumunda bu yolun kullanılabileceğini ima
ediyordu.530 Rapordan anlaşıldığı üzere Enver Paşa’nın Sol Cenah Ordusu’nun uğradığı
felaketten haberi yoktu. Ordunun bulunduğu mevziiyi savunmasından bahsediyordu.
Çermik’te bu raporu alan Hafız Hakkı Paşa, Hedik’te bulunan Enver Paşa’ya bir rapor
yazarak felaketi haber verdi. Hafız Hakkı Paşa bu raporda; iki cenahı bulunan Sol
Cenah Ordusunun ne sebat edecek hali ne de ricat edecek yolu bulunmadığından 4/5
Ocak gecesi Çermik istikametinde orduyu kurtarmaya karar verdiğini söylüyordu.531
526
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 185.
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 234.
528
Nikolsky, Sarıkamış Harekâtı, 57-58.
529
Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, 140.
530
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 516.
531
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 187.
527
182
Sol Cenah Ordusunun takibi için görevlendirilen General Perjavalski ve General
Baratof’un süvari birlikleri bugün akşama kadar Türk birliklerini takip ettiler. Ancak bu
birliklerle sıcak temas sağlayamadılar.532
11. Kolordu bugün Kötek-Altınbulak-Ağviran hattında, kolordu karargâhı ise
Hedik’te bulunuyordu. Kolordu cephesinde kısmen sessizlik hâkimdi. Enver Paşa’nın
Zivin’de 33. Tümen Karargâhında bulunduğu esnada 11. Kolordu Komutanı Galip
Paşa’dan bir rapor geldi. Kolordunun 21 Aralık’tan bugüne kadar yaptığı faaliyetleri
anlatan bu raporda; kolordu cephesinde durumun sakin olduğunu, ancak mevcudun bir
tümen teşkil edemeyecek kadar az olduğunu bildiriliyordu. Enver Paşa gerek Sol Cenah
Ordusunun gerekse 11. Kolordunun içine düştüğü vaziyetten artık III. Ordunun savaşma
gücünün kalmadığına kanaat getirdi ve cepheyi takviye etmek amacıyla İstanbul’a bir
telgraf göndererek 1. Orduya bağlı 5. Kolordunun mümkünse derhal trenle Ulukışla’ya,
oradan da Kayseri-Sivas üzerinden Erzurum’a gönderilmesini istedi.
533
Ancak Enver
Paşa’nın bahsettiği yoldan bu kuvvetin Erzurum’a gelmesi bir aylık zaman gerektirirdi
ve artık taarruz hareketi için kullanılması imkânsızdı. Enver Paşa’nın bu hususu dikkate
aldığı düşünülürse, bu takviyeyi istemesindeki amacının taarruza geçen düşmana karşı
Erzurum Kalesi’ni savunmak olduğu söylenebilir.
6 Ocak’ta Hedik’te bulunan Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa’nın 5 Ocak’ta
gönderdiği raporu aldı ve felaketten haberdar oldu. Bu haberden sonra Hafız Hakkı
Paşa’ya gönderdiği emirde; 11. Kolordunun bulunduğu mevzide kalacağını, Sol Cenah
Ordusunun kıtalarının Norşin’de toplanmasını ve Bardız’ı işgal etmelerini istedi. Ayrıca
32. Tümen’in de tekrardan Hafız Hakkı Paşa’nın emrine verildiğini bildirdi.534 Hafız
Hakkı Paşa, henüz bu emir kendisine ulaşmadan harekete geçmişti. İlk olarak düşmanın
hareketini anlamak için Bardız-Norşin-Yeniköy istikametine 30. Kolordudan 10 atlı ile
Yüzbaşı Hamit Bey’i, 31. Tümen’den de 10 atlı ile İbrahim Efendi’yi gönderdi.
Kolordunun bu akşamki mevcudu 2500 tüfek ile 16 toptan ibaretti. Ayrıca 32. Tümenin
de 1000-1200 mevcudu bulunuyordu.535 Bu şekilde hazırlıklarını tamamlayan Sol
Cenah Ordusu Bardız’a girerek akşama kadar burada teşkilatını tamamladı. Bu arada
Kosor Müfrezesi Komutanı Yarbay Vasıf Bey, Hafız Hakkı’ya rapor göndererek
532
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 518.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 516-518.
534
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 331.
535
Yarbay Selahattin, 10. Kolordu’nun Harekâtı, 182.
533
183
Kosor’da bulunan sahra bataryalarının Oltu’ya iade edildikten sonra 2000 kişilik
kuvvetle 8 Ocak’ta Bardız’a geleceğini bildirdi.536
6 Ocak günü Ruslar esaslı bir takip hareketi yapamadılar. Süvari ve piyade
birliklerinden bir araya gelen bir müfreze ancak Çermik’e kadar ilerleyebildi.537
11. Kolordu cephesinde de sükûnet devam ediyordu. Bugün sadece Mecingert
yolu civarında bulunan Rus birlikleri püskürtüldü. 7 Ocak günü için kolordunun
bulunduğu mevzileri koruması emredildi.538
7 Ocak günü bütün cephelerde sessizlik hâkimdi. Dün verilen emir gereğince
mevziler savunuluyordu. 10. Kolordu Bardız’dan 6/7 Ocak gecesi gönderdiği raporda
iki piyade taburu, iki süvari bölüğü ve bir batarya kuvvetinde olan düşmanın Başköy
üzerinden Çermik’in batısına kadar ilerlediğini ifade etmişti. 10. Kolordu ise Bardız’da
toplanmış buranın yüksek sırtlarını işgal etmişti. Raporda kolordunun mevcudunun
2500 tüfekten ibaret kaldığı buna karşılık enkaz haline dönen 9. Kolordudan ise 100
erin toplanabildiği belirtilmişti.539
Artık cephede kalmasına hiçbir neden kalmayan Harbiye Nazırı ve
Başkumandan Vekili Enver Paşa ilk defa İstanbul’a dönmek niyetinde olduğunu ifade
etti.540 Bu nedenle Hafız Hakkı Paşa’ya, kolordusunun komutasını yetenekli bir subaya
bırakarak, Hedik’e gelmesini emretti. Amacı III. Ordunun komutasını ona devretmekti.
Bu hususu İstanbul’a çektiği telgrafta da dile getirdi. Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu
Komutanlığına atanacağını bildiren ve ayrıca Enver Paşa’nın Sarıkamış Harekâtı’nın
sonucunu ne şekilde değerlendirdiğini anlamak bakımından önemli olan bu telgraf
şöyledir:
‘’Ruslara karşı başlamış olan harekât, Rus Ordusu’nun kesin surette yenilgisiyle
sonuçlanmadıysa da düşmanın sınır dışına çıkarılmasına ve düşman arazisinin bir
kısmını ele geçirmeye ve düşman ordularının iyiden iyiye sarsılmasına imkân verdi. 15
gün devam eden taarruz muharebeleri sonucunda, yorulmuş olan orduyu dinlendirmek
ve hem de ileri harekât için hazırlanmakla uğraşılacaktır.
536
Balcı, Tarihin Sarıkamış Duruşması, 240.
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 188.
538
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 520-521.
539
ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-25.
540
Belen, 1914 Yılı Hareketleri, 188.
537
184
Ben de ordunun komutasını Hafız Hakkı Paşa’ya bırakarak İstanbul’a hareket
ediyorum. Bununla beraber bu bilgilerin ve hareketimin gizli tutulmasını istirham
ederim.’’541
Rapordan anlaşılacağı üzere Enver Paşa, Ruslar karşısında kesin yenilgiyi kabul
etmemekte ve Sarıkamış önlerinde adeta eriyip yok olan Türk ordusunu durumunu
‘’yorulmuş’’ şeklinde iyimser bir ifadeyle ortaya koymaktadır. Yine Enver Paşa, Rus
ordusunun iyiden iyiye sarsıldığını ifade etmektedir ki bu durum Türk ve Rus harp tarihi
yazarları tarafından doğrulanmaktadır. Enver Paşa aynı gün III. Ordunun toparlanması
ve bugüne kadar yaşanan haberleşme eksikliğinin giderilmesi için ciddi önlemler
almıştır. Erzurum Müstahkem Mevzi Komutanlığına verdiği bir emirde; Höyükler
mevziinin tahkimatına devam edilmesini istemiştir. Ayrıca Narman ve Oltu
bölgesindeki kaçak erlerin toplatılması için gerekli tedbirlerin alınmasını emretmiştir.
Menzil Müfettişliğine verilen emirde ise Erzincan’da bulunan iki telsiz cihazından
birinin Oltu’ya diğerinin ise Ordu Karargâhına gönderilmesini istedi.542 Böylelikle III.
Orduda Enver Paşa devri bitiyor Hafız Hakkı Paşa devri başlıyordu. Sarıkamış
Harekâtı’nın sona erdiği ve ordunun artık kademeli bir şekilde geri çekilerek savunmaya
geçtiği bu yeni dönemde, Hafız Hakkı’nın ana faaliyeti, orduyu yeniden toparlamak ve
bir takım sağlık tedbirlerinin alınmasına yönelik olacaktır.
III. Ordunun Sarıkamış’ta verdiği toplam zayiatla ilgili birçok görüş mevcuttur.
Ancak bu görüşler çoğu zaman birbirini tutmamaktadır. Gerek coğrafi etkenler, gerekse
firari olayları, belge imhası ve Sarıkamış Harekâtı’nın hemen sonrasında uygulanan
basın sansüründen dolayı toplam zayiatla ilgili kesin bir yargıya ulaşmak oldukça
güçtür. Yukarıda bahsedilen görüşleri ilgili eserlerde bulmak mümkündür. Burada ise
Hafız Hakkı Paşa’nın bu konuyla ilgili görüşleri aktarılacaktır. Hafız Hakkı Paşa 22
Ocak 1915’te Enver Paşa’ya gönderdiği cevabi bir telgrafta; harekâtın başladığı 22
Aralık tarihinden bugüne kadar savaş meydanında ölenler hariç olmak üzere sağlık
tedbirlerinin yetersizliğinden dolayı 15.000 şehit verildiğini ve bir o kadar da yaralının
bulunduğunu ifade etmektedir. Aynı telgrafın sonunda ise bu kez harekâttan bugüne
meydan muharebeleri de dâhil olmak üzere toplamda 30.000 şehit verildiği
kaydedilmektedir. Bu bilgilerden hareketle, Hafız Hakkı Paşa’ya göre sadece savaş
541
542
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 522-523.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 333-334.
185
meydanında şehit olanların sayısı 15.000 kadardır. Bunların ne kadarının çatışma
esnasında, ne kadarının ise donarak şehit olduğu ifade edilmemiştir. Yine Ruslara
verilen esirlerin sayısından da bahsedilmemektedir. Sonuç olarak yaralılar da dâhil
olmak üzere 45.000’lik bir zayiattan bahsedilmektedir ki Sarıkamış Harekâtı sonrasında
III. Ordunun toplamda 10.000 ile 12.000 arasında mevcudunun kaldığı hesaba katılırsa
Hafız Hakkı Paşa’nın verdiği bu sayıyı biraz iyimser olarak kabul etmek gerekir.543
3.7. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN III. ORDU KOMUTANLIĞI’NA TAYİNİ
Enver Paşa 7 Ocak 1914’te Hafız Hakkı Paşa’yı Hedik’e çağırmıştı. Amacı III.
Ordunun idaresini ona devrederek İstanbul’a dönmek ve bu arada yapılacak işlerle ilgili
fikir alış verişinde bulunmaktı. Ancak Hafız Hakkı Paşa bilinmeyen sebeplerden bu
çağrıya cevap vermedi. Bunun üzerine Enver Paşa, 8 Ocak 1914’te Hafız Hakkı Paşa’ya
şu emri göndererek III. Ordu Komutanlığına tayin edildiğini bildirdi:
‘’Sol Kanat ve 10. Kolordu Kumandanı Hafız Hakkı Paşa’ya;
III. Ordu Kumandanlığına atandınız. 11. Kolordu, durumu hakkında size yazdı.
Ben yarın İstanbul’a hareket ediyorum. 10. Kolordu Kumandanlığına Süvari Tümen
Kumandanı Yusuf İzzet atandı.
Buna göre ne düşünüyorsanız hemen bildiriniz. İstanbul’dan İran’a gitmek üzere
yola çıkan dokuz tabur ve iki dağ bataryalı bir tümenin Bitlis’e doğru hareket ederek
III. Ordu emrine girmesini emrettim. Bundan başka İstanbul’da V. Kolordu, Ulukışla
yoluyla Sivas üzerinden Erzurum’a hareket emri aldı. 11. Kolordu Erzurum’dan
şimdiye kadar 5.000 ikmal eri aldı. Genel kuvvet 10.000 tüfektir. Beni görmek ister
misiniz? Yoksa gideyim mi?’’544
Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu Komutanlığına tayin edilmesiyle Kafkas
Cephesi’nde yeni bir dönem başlamıştır. Bu yeni dönemde Hafız Hakkı Paşa’nın ana
mesaisi; birlikleri zayiata uğratmadan geri çekmek ve çevreden ve İstanbul’dan takviye
kuvvetler alarak orduyu yeniden teşkilatlandırmak yönünde olmuştur. Ayrıca yaralı ve
muhacirlerin sorunlarıyla da yakından ilgilenmiş ve hastanelerdeki fiziki şartların
543
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 108-111.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 336. Ayrıca Bkz. BOA. 28 Kanun-ı Evvel 1330. Dosya No:
4331 Gömlek No: 324795 Fon Kodu: BEO.
544
186
iyileştirilmesi için yoğun çaba sarf etmiştir. Sarıkamış Felaketi’nin tüm olumsuz
etkilerine rağmen Hafız Hakkı Paşa’nın umut, azim ve cesaretinin kırılmadığı ve bu
yeni dönemde dahi hâlâ Kafkasya’yı istila düşüncesinde olduğu görülmektedir.
Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu Komutanlığına tayin edildiğini bildiren Enver
Paşa, Bronsart ve maiyeti ile birlikte 9 Ocak 1915 günü saat 07: 00’de İstanbul’a gitmek
üzere Hedik’ten yola çıktı. Enver Paşa’nın görüşme talebine cevap vermeyen Hafız
Hakkı Paşa ise aynı günün akşamı Hedik’e gelerek ordunun komutasını üzerine aldı.545
Hafız Hakkı Paşa Hedik’e vardığı gece Köprüköy’de bulunan Enver Paşa’ya şu raporu
gönderdi:
‘’Ben bugün Hedik’e geldim. Kumandayı sorumluluğuma aldım cephede Rus
taarruzları üzerine kısmı bir değişiklik olmuştur.
Ordu Komutanı olarak ilk isteklerim;
1) Stanke Bey Müfrezesi’nin Ardahan’da kalabilmesi askeri ve siyasi açıdan pek
önemli olduğundan orada kalmasını emrini verdim. Hızlıca İstanbul’dan deniz yoluyla
gönderilecek bir alayla takviye edilirse ihtimal başarı artar.
2) Kafkasya’nın istilası yolunda atılacak adımları tam atmak için genel durum
uygun olursa V. Kolordu ile beraber bir kolordunun daha gönderilmesi gereklidir.
3) Ordu Kumandanlığının gücünü arttırmak için terfiler hemen yapılmalı, Ordu
Kumandanlığına 15 bin kuruş para, bir miktar değerli subay gönderilmeli.’’546
Bu raporda en dikkat çekici nokta, Hafız Hakkı Paşa’nın hâlâ Kafkasya’yı istila
fikrinde olmasıdır. Bu amaca ulaşmak için V. Kolordunun yanında bir kolordunun daha
III. Orduya gönderilmesini istemektedir. Ancak bu iki kolordunun da bölgeye gelmesi
mümkün olmamıştır.
Hafız Hakkı ile Enver Paşaların arasında yazışmaların yapıldığı bu sıralarda ordu
cephesinde çatışmalar devam ediyordu. Üstün Rus kuvvetleri karşısında III. Ordu adım
adım geri çekiliyor, bin bir güçlükle elde edilen mevziler düşmana terk ediliyordu.
Enver Paşa her ne pahasına olursa olsun ele geçirilen mevzilerin savunulması istiyor ve
mevzilerin çatışmadan düşmana terk edilmesine şiddetle karşı çıkıyordu. 10. Kolordu
Komutanı Yusuf İzzet Bey’in 9 Ocak’ta III. Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa’ya
545
546
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 542.
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 339.
187
gönderdiği rapor vaziyeti bütün gerçekçiliği ile ortaya koyuyordu. Bu raporda düşman
kuvvetlerinin Tuzla’ya kadar ilerlediği ancak burada Tuzla Müfrezesi tarafından geri
püskürtüldüğü bildiriliyordu. Tuzla, Hafız Hakkı’nın harekâtın ikinci gününde işgal
ettiği Oltu’ya oldukça yakın bir yerdi.547 10 Ocak’ta Ruslar, Bardız’daki 10. Kolordu
öncülerine saldırarak Bardız’ı aldılar. 2. Süvari Tümeninin Maksutçuk-İslamsor hattının
doğusunda yaptığı saldırı ise Rusların takviye kuvvetlerle yaptığı karşı taarruz
neticesinde püskürtüldü ve tümen belirtilen hattan geri çekildi.548
Hafız Hakkı Paşa 10 Ocak için 10. Kolorduya verdiği emirde; bu kolordu
karşısındaki Rus birliklerinin zayıf olduğunu ifade ederek Bardız ve Oltu bölgeleriyle,
Oltu’nun kuzey ve doğusundaki geçitleri korumalarını ve Stanke Bey Müfrezesi ile de
irtibata geçilmesini istedi. Bu sıralarda Stanke Bey Müfrezesi Ardahan’ı boşaltmış ve
Ardanuç’a doğru çekilmekteydi. İrtibat eksikliğinden dolayı Hafız Hakkı Paşa hâlâ bu
müfrezenin Ardahan’ı elinde tuttuğunu zannediyordu. Ancak daha sonradan vaziyeti
öğrendi. Hafız Hakkı Paşa aynı emirde; depo taburlarının Erzurum’a gönderilmesini
istedi.549 11. Kolorduya verdiği emirde ise bu kolordu mevzilerinin müdafaa için uygun
olmadığını ifade ederek daha geride bir mevziinin seçilmesini, şimdiki mevzide ise ileri
karakol birlikleri bırakılmasını emretti.550
Öte yandan Hafız Hakkı Paşa, Enver Paşa ile irtibat kurmaya devam ediyordu.
9/10 Ocak gecesi gönderdiği raporuna cevap alamayan Hafız Hakkı Paşa, Erzurum’dan
İstanbul’a gitmekte olan Enver Paşa’ya 11 Ocak günü yeni bir rapor gönderdi. Hafız
Hakkı Paşa bu raporunda; cephedeki durumdan bahsederek, düşmanla vuruşmaların
devam ettiğini, ancak parlak neticeler alınamadığı için 32. Tümen’in Çatak bölgesine
çekildiğini, 11. Kolordunun parça parça ezildiğinden dolayı daha elverişli bir bölgede
mevzi aldığını, Tuzla civarındaki müfrezenin Oltu’ya ve Satnke Bey Müfrezesi’nin ise
üstün Rus kuvvetleri karşısında tutunamayarak Şavşat’tan Ardanuç’a ve Artvin’e geri
çekildiklerini bildirdi. Raporun devamında önceki isteklerini yineleyen Hafız Hakkı
Paşa ayrıca orduya faydadan çok zararının dokunduğunu iddia ettiği Ordu Kurmay
547
ATASE, BDH, K. 2814, G. 41, F. 8-31.
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 101.
549
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 543.
550
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 303.
548
188
Başkanı Felix Guse’nin görevden alınarak yerine Vasıf Bey’in atanmasını istedi. Ancak
bu rapora da Enver Paşa’dan herhangi bir cevap gelmedi.551
11 Ocak günü raporda da belirtildiği üzere kısmi geri çekilme devam etti. Stanke
Bey Müfrezesi, yoğun Rus taarruzuna maruz kaldı. Ordu komutanına gönderilen
raporda müfrezenin toplam kuvvetinin 1200 erle, iki dağ topu ve makineli tüfekten
ibaret olduğunu bildirildi. Müfreze, Ardanuç ve Artvin ‘e geri çekilmeye devam
ediyordu. Ruslar, Batum bölgesinde bulunan Rıza Bey Müfrezesi’ne de baskılarını
arttırmışlardı. Bu baskı sonucunda Türk erlerinin çoğu dağıldığından, mevziler
korunamayacak durumu geldi. Buradaki durumdan etkilenen Trabzon Valisi Cemal
Bey, 12 Ocak’ta Başkumandanlık Vekâletine bir telgraf göndererek, bölgeye bir alayın
gönderilmesini ve müfrezenin donanma ile desteklenmesini teklif etti.552 Bu arada Hafız
Hakkı Paşa’nın Ordu Kurmay Başkanlığına getirilmesini istediği Yarbay Vasıf Bey’in
komutasındaki birlikler ise Tuzla’da düşmana mağlup olarak Oltu’ya çekilmek
mecburiyetinde kaldılar.553
12 Ocak günü Başkumandanlık Vekâletine III. Ordunun durumunu ayrıntılı bir
raporla bildiren Hafız Hakkı Paşa, aynı gün ayrıca orduya verdiği emirde; Rusların sınır
hattında ve Aras’tan Bardız’a kadar olan bölgede bulunduklarını bildirerek, ordunun
bulunduğu mevzilerde kalarak düşmana direnmesini, 2. Süvari Tümeninin 11.
Kolordunun sağ cenahını temin etmesini, 11. Kolordunun önceden verilen emir
gereğince hareket etmesini ve 10. Kolordu’nun ise Oltu ve Narman güneyindeki
geçitlerle Kaleboğazı’nı elinde bulundurmasını istedi. Abdülkadir Bey Müfrezesi’ne
verilen emirde ise bu müfrezenin III. Ordu sağ cenahına gelmesi ve Eleşkirt Ovası’yla
Kılınç Gediği’nde yalnız III. İhtiyat Tümeni ile sınır taburlarının kalmasını emretti..554
13 Ocak günü Aşkale’de bulunan Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa’ya bir telgraf
göndererek III. Ordu’ya gönderilmesine karar verilen Halil Bey Tümeni (5. Kuvve-i
Seferiyye) nin 7 Ocak günü Urfa’dan yola çıktığını ve Bekir Sami Bey komutasında
Diyarbakır’a yaklaşmış olduğunu bildirdi. Tümen Komutanı Halil Bey, Enver Paşa
tarafından Ulukışla’da görüşmeye çağırıldığından dolayı tümene Bekir Sami Bey
komuta ediyordu. Öte yandan ordu cephesinde bugün, Ruslar üstün kuvvetlerle 10.
551
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 340-341.
Genelkurmay…, 32üncü Ordu Harekâtı, I, 547-548.
553
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 102.
554
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 304-305.
552
189
Kolorduya taarruz ettiler. Kolordu yaptığı tüm savunmaya rağmen geri çekilmek
zorunda kaldı. 11. Kolordu cephesinde ise çarpışmalar boğuşma halini aldı.555
Hafız Hakkı Paşa 14 Ocak için orduya verdiği emirde; 2. Süvari Tümeninin 11.
Kolordu’ya bağlandığını, 11. Kolordunun mevziini müdafaa etmesini, bunun mümkün
olmaması halinde Zivin Deresi’nin sağ sahiline çekilerek burayı muhafaza etmesini ve
Oltu ile Narman bölgelerinin düşmana karşı savunulmasını istedi. Aynı emirde 11.
Kolordunun toplam mevcudunun 2840 kişiden ibaret kaldığı bildirildi.556
Bugünkü çarpışmalarda 11. Kolordu yukarıdaki mevziini müdafaa edemedi.
Yoğun düşman baskısı sonucunda Hafız Hakkı Paşa’nın öngördüğü şekilde Zivin
Deresi’nin batı sahiline çekildi. Fethi Bey ise ani bir baskın yaparak Ruslarda 5 top aldı.
Ancak askerler dağıldığı için geri çekilmek zorunda kaldı. Oltu Ruslar tarafından işgal
edildi. Bunun üzerine 10. Kolordu Yeniköy-Kaleboğazı hattını savunmak üzere geri
çekilmeye başladı.557 Bugün ayrıca Hafız Hakkı Paşa, karargâhını Hedik’ten Zanzak’a
nakletti.558
Cephedeki genel durum kritikti. Ruslar Yeniköy Boğazı’nı sıkıştırmışlar ve 32.
Tümen’i zor durumda bırakmışlardı. Ayrıca Rusların Narman-Ekrek-Yeniköy
doğrultularında ilerlemeye başlamaları halinde III. Ordunun gerisinin tehlikeye düşme
ihtimali söz konusu idi. Ayrıca acilen cepheye kuvvet nakli gerekiyordu. Bu şartlar
altında ordunun selameti için genel bir geri çekilmeyi uygun gören Hafız Hakkı Paşa,
bu düşüncesini Erzincan’da bulunan Enver Paşa’ya 14/15 Ocak 1915 gecesi çektiği şu
telgraf ile bildirdi:
‘’11. Kolordu cephesinde altı günden beri kanlı vuruşmalar devam ediyor. Bazı
günler kayıplar 1000 eri geçiyor ve tüfek mevcudu 2000’e inen bu kolordu gece HedikZivin hattının batısına çekiliyor. Bugünlerde yine subay zayiatı pek fazladır. Evvelki gün
53. Alay ve 98. Alay’dan ancak altı subay sağ kaldı. Geri kalan subayların tümü
yaralandı veya şehit oldu.18. Tümen Kurmay Başkanı şehit, 33. Tümen Kurmay Başkanı
yaralandı.
555
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 548.
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 305-306.
557
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 102-103.
558
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 306.
556
190
Oltu dün düştü. Fethi Bey Müfrezesi düşmana verdiği bir baskında beş top zapt
ettikten sonra ne yazık ki askeri kalmadı. Bu müfreze ile 10. Kolordu Yeniköy Boğazı ile
Kaleboğazı-Narman bölgesinin savunmasına gönderildi.
Bu vaziyette ordunun toplam mevcudu 4.000 tüfek. Elde kalan son çekirdeği
mahvederek Anadolu’yu büsbütün boş bırakmaktansa ordunun evvela Köprüköy hattına
ve bu hattında pek geniş olması sebebiyle Ruslar takip ederlerse Erzurum’a çekilmesini
uygun görüyorum.
Durumun düzeltilmesi, hatta Erzurum’da tutunabilmek taze kuvvetin gelmesine
bağlıdır. Taze kuvvetten maksat da yazdığım gibi hızlıca Trabzon’a çıkarılacak piyade
tümeninden ibarettir. Erzurum’da işitilecek top sesleri asker için yeterlidir. Bu tümenin
topçusu
İstanbul’da
başka
amaçlar
için
kullanılabilir.
Ordu
karargâhı
Zanzak’tadır.’’559
Hafız Hakkı Paşa bu raporunda, Enver Paşa’dan özetle, orduyu önce Köprüköy
ardından da gerek görülürse Erzurum’a çekmesine müsaade istiyordu. Artık taarruzlara
dayanmak söz konusu değildi. Elde kalan 4.000 mevcutlu kuvvetle geri çekilmek bir
zaruret haline gelmişti. Ancak bu da bin bir güçlükle elde edilen toprakları tekrardan
düşmana teslim etmek anlamına geliyordu. Bu yüzden Hafız Hakkı Paşa acilen
İstanbul’dan yola çıkarılacak topsuz bir tümenin Trabzon üzerinden Erzurum’a
getirilmesini istiyordu. Aksi takdirde elde bu kadar az kuvvetle Anadolu’nun toptan Rus
istilasına maruz kalması gibi bir durum söz konusu olabilirdi.
Aynı gün Zanzak’ a gelerek Hafız Hakkı Paşa ile görüşen Erzurum Valisi Tahsin
Bey, III. Ordunun içinde bulunduğu vaziyeti ve acil kuvvet ihtiyacını görerek dehşete
kapılmış ve ‘’müstacel ve tehiri gayri caiz’’ sıfatıyla Dâhiliye Nezaretine şu telgrafı
göndermiştir: ‘’ Hafız Hakkı Paşa ile hudutta görüştüm. Süratli bir surette hiç olmazsa
bir fırka Trabzon tariki ile gönderilmediği halde Erzurum’un sukutu muhtemel
bulunduğu anlaşılmakla arz olunur.’’560 Hafız Hakkı Paşa’nın Enver Paşa’ya sürekli
olarak gönderdiği telgrafların yanı sıra Tahsin Bey’in de vaziyeti bizzat görerek
Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e baskı yapmaya çalışması kuvvet sevki meselesinin ne kadar
önemli olduğunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
559
560
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 554.
BOA. 01 Kanun-ı Sani 1330. Dosya No: 457 Gömlek No: 94 Fon Kodu: DH. ŞFR.
191
Söz konusu raporuna da cevap alamayan Hafız Hakkı Paşa, 16 Ocak 1915’te
Refahiye’ye ulaşmış olan Enver Paşa’ya yeni bir rapor göndererek geri çekilme
düşüncesini yineledi: ‘’Bugün 10. ve 11. Kolorduların toplam mevcudu 4.000’i
geçmiyor. Son bir gayret ve üstün fedakârlıkla, adım adım çekilmek zorunda kalınarak
düşmanın durdurulabilmesi ve özellikle ordunun ilkbaharda yapacağı taarruzlar için
pek elverişli olan Horum-Narman hattının elde bulundurması kesin olarak yakınlarda
buraya taze ve toplu bir kuvvetin gönderilmesine bağlıdır. Allah korusun bozgunluk
bütün cephede tekrarlanır ve yayılırsa Erzurum hattının muhafazası için toplu bir
tümenin bulunması zorunludur. Bekir Bey Tümeni Erzurum civarına 3-4 haftadan evvel
gelemeyeceğinden, dakika kaybetmeden, İstanbul’dan V. Kolordunun bir tümeni sırf
piyade olarak gönderilmelidir.’’561
Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa’nın raporlarında ileri sürdüğü geri çekilme teklifini
16/17 Ocak 1915 gecesi Suşehri’nden gönderdiği şu emirle yanıtladı:
‘’Sınırdaki mevziin kesin zorunluluk yokken bırakılarak geri çekilmek fikrine
katılmıyorum. Rusların taarruzu püskürtüldükten sonra birliklerin geri çekilmeleri
düşmanın moralini arttırır ve askerimizin moralini kırar. Zorunlu neden olmadan daha
çok geri çekilmeyiniz. Şimdi size birkaç depo ve takviye taburları geliyor. Bunlarla
kıtaların
noksanlarını
tamamlayınız.
Diyarbakır’dan
Bitlis-Malazgirt
yoluyla
gönderilen Bekir Bey Tümeni’ni en kısa yoldan Muş-Hınıs üzerinden 11. Kolorduya
çekebilirsiniz. 5. Kolordunun bir tümeninin piyadelerini denizden donanma desteği ile
hemen gönderilmesi emrini 1. Orduya verdim. Tümenin topçusu İstanbul’da kalacaktır.
Bu iki tümen gelinceye kadar mevcut kuvvetlerimizle görevinizi yapmaya çalışınız.
Rusların fazla takviye getirmiş olduklarını sanmam, olsa olsa bölgedeki muhtelif
kuvvetlerini toplayıp getirmişlerdir. Herhalde Rusların hali de bizimkinden iyi değildir.
10. Kolordu’nun evvelce bıraktığı toplar ne oldu?’’562
Hafız Hakkı Paşa, 17 Ocak günü Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın
Suşuhri’nden gönderdiği ve geri çekilme hareketini şiddetle eleştirdiği bu emrine şu
telgrafla cevap vermiştir:
561
562
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 343. Ayrıca Bkz. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 96.
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 556-557. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 99.
192
‘’Emin olunuz ki III. Ordu kesin bir zorunluluk olmadan bir adım bile çekilmemiş
ve çekilmeyecektir. Hedik-Zivin hattının kuzeyinde son günlerde meydana gelen
muharebeler her gün yüzlerce insana mal olmuş ve savunmanın son derecesine kadar
gayret ve metanet gösterildikten sonra her taraftan askerin bozulmasının üzerine 11.
Kolordu da Zivin Deresi batısına çekilmek zorunda kalmıştır. 10. Kolordu bölgesinde
dün gece Samikale köyünü işgal eden düşmanı karşı taarruzla püskürtülerek köy geri
alınmıştır. Bugün dahi bu bölgede şiddetli muharebeler oluyor. Askerimiz mevzilerini
başarı ile savunuyor. 10. Kolordunun bıraktığı topların ne olduğu soruluyor. Bunların
hangi toplar olduğunu anlayamadım. Başköy ve Kosor’da bırakılan toplar ise bunlar
salimen Erzurum’a gönderilmiştir.’’563
Aynı gün Enver Paşa, daha önceden I. Ordu ve Donanma Komutanlıklarına
gönderdiği ‘’5. Kolordunun bir tümeninin donanmanın desteği ile Trabzon’a çıkarılması
emri’’nin cevabını aldı.
Liman Paşa Von Sanders’in etkisiyle Amiral Suschon
tarafından gönderilen bu cevapta; Donanmanın ne Trabzon’a ne de Giresun’a birlikleri
taşıma himayesini üstlenemeyeceğini kesin bir dille ifade etti.564 Bu kesin cevap üzerine
Enver
Paşa’nın
da
adı
geçen
birliğin
donanmanın
himayesinde
Trabzon’a
çıkamayacağına kanaat getirmesine rağmen önceden verdiği emri geri almadı. Henüz bu
durumdan haberdar olmayan Hafız Hakkı Paşa ise 18 Ocak 1915’te Sivas’ta olduğunu
düşündüğü Enver Paşa’ya şu telgrafı gönderdi: ‘’Zat-ı devletlerine özel olarak Tofeney
(Thevveney) Bey’den şimdi alınan şifrede Halil Bey Tümeninin Diyarbekir’e yaklaştığı
ve on günden beri emir beklediğini bildirdiği ve Kâzım Bey Tümeninin de Halep’e
girmek üzere bulunduğu bildirilerek bunlara verilecek emri istirham eyliyor. Halil Bey
Tümeni, Bekir Sami Bey kumandasında olarak kolbaşı Diyarbekir’i az geçmiştir. Diğer
Kâzım Bey Tümeni orduya bağlı olmadığından emri devletleri rica.’’565
Hafız Hakkı Paşa her ne kadar kuvve-i seferiyelerin emir beklediğini bildirse de
esasen bu kuvvetlere daha önceden Enver Paşa’nın bilgisi dışında Talat Bey ve
Karargâh-ı Umumi Başkan Vekili Thevveney tarafından emir verilmişti. Hafız Hakkı
Paşa’nın Harbiye Nezaretine gönderdiği şifrelerde sürekli olarak kuvvet sevki için
müracaatta bulunması üzerine Harbiye Nazırı Vekili ve Dâhiliye Nazırı Talat Bey,
563
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 344.
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 104. Sabis, Harp Hatıralarım, II, 309.
565
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 345.
564
193
mesuliyeti üzerine alarak bugünkü vaziyet içinde İran mefkurelerini abes saymıştı. 5
Ocak 1915’te ise 5. Kolordunun Erzurum’a sevki hakkında Enver Paşa tarafından
verilen emri, Liman Paşa’nın bu kolordunun Erzurum’a naklinin aylar süreceği, bu
esnada İngilizlerin ve Rusların Boğazlara karşı bir tecavüz hareketine geçmelerinin
muhtemel olduğu ve bu yüzden 5. Kolordunun Boğazları savunması için İstanbul’da
kalması yönündeki mütalaası üzerine uygulamaya koymamıştı. Talat Bey, gerek bu
mütalaayı gerekse Hafız Hakkı Paşa’nın takviye isteği yönündeki ısrarlı feryatlarını
dikkate alarak İran’a sevk edilmekte olan kuvve-i seferiyyelerden ikisinin III. Ordu
bölgesine sapması yönünde Enver Paşa’nın haberi olmaksızın emir vermişti. Bu halde
Hafız Hakkı Paşa’nın, Enver Paşa’ya kuvve-i seferiyyelerin kendisinden emir
beklediğine dair telgrafı iletmesi tamamen nezaket icabıydı. Enver Paşa bu durumdan
ancak Sivas’a vardığında haberdar olmuş ve çok kızmıştı. Bu olay üzerine Sivas’tan
bütün komutanlara gönderdiği emirde; kendisinin özel bir fikir ile yaptığı tertipleri
bozmak ve kıtalara emir vermek hakkının ancak kendisine ait olduğunu, vekillerin bu
gibi konularda asilin onayın almak mecburiyetinde olduklarını ve kıtaların kendisinden
başkasının vereceği emirleri yerine getirmeyerek kendisine bilgi arz etmeleri lazım
geldiğini tebliğ etti. Bu emir doğrudan doğruya Talat Bey ile Hafız Hakkı Paşa ve
Thevveney’i hedef alıyordu ve böylelikle sert bir dille eleştirilmişlerdi. Nitekim
Rusların taarruz etmediklerini ve III. Ordu cephesinde sessizliğin hâkim sürdüğünü
gören Enver Paşa, İstanbul’a geldikten sonra Diyarbakır tarafına parça parça hareket
etmekte olan 1. Kuvve-i Seferiyyeyi yeniden Musul üzerine sevk etti. 5. Kuvve-i
Seferiyye ise Diyarbakır’a sevk geldikten sonra Erzurum’a gönderildi. Bu kuvve-i
seferiyye Erzurum’a nakledilmesi zaten Enver Paşa tarafında kararlaştırılmıştı. Enver
Paşa’ya müracaatının yanı sıra Talat Bey’den de sürekli olarak kuvvet istediği anlaşılan
Hafız Hakkı böylelikle önemli bir kuvvetten yoksun kalıyordu. Bu halde Hafız Hakkı
Paşa’nın istediği kuvvetlerden sadece 5. Kuvve-i Seferiyye Erzurum’a nakledilmiş
oluyordu. 5. Kolordu’nun Erzurum’a naklinden ise birkaç gün sonra vazgeçilecekti.566
566
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 308-310. Öte yandan ordu cephesinde durum şöyleydi; 18 Ocak günü 11.
Kolordu, mevziine giren Rusları karşı saldırıyla uzaklaştırmasına rağmen düşmanın yoğun bir şekilde
baskıyı arttırması üzerine gece Azap’ın doğusu-Ardos’un batısı-Kalender-Mollamelik hattına çekildi. 10.
Kolordu cephesinde ise fazlaca bir hareketlilik görülmedi. Kolordu, Lansor üzerinden ilerleyen düşmanı
az bir kuvvetle durdurmayı başardı. (Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 104. Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü,
99).
194
Hafız Hakkı Paşa, Suşehri’de bulunan Enver Paşa’ya kuvve-i seferriyelerin emir
beklediğini bildirdiği telgrafının ardından 18/19 gecesi bu kez cephedeki olayları
anlatan yeni bir telgraf gönderdi. Bu telgrafta; 11. Kolordunun düşman taarruzu
sonucunda Azap’ın doğusuna çekildiği, 10. Kolordu cephesinin kısmen sesiz olduğu ve
Bekir Sami Bey Tümeni’nin Palu-Kiğı üzerinden Erzurum’a yürümekte olduğunu haber
verdi.567
Hafız Hakkı Paşa, 19/20 Ocak gecesi düşman taarruzlarının iyiden iyiye artması
üzerine
Ordu
Karargâhını
Hasankale’ye
nakletti.
20
Ocak’ta
Enver
Paşa,
Hasankale’deki Ordu Karargâhına bir telgraf çekerek 11. Kolordunun durumunu ve
ordunun neden bu kadar geri çekildiğini sordu. Ayrıca 5. Kolordunun iki alayı denizden,
bir alayı ve cebel taburu karadan olmak üzere yalnızca bir tümeninin geleceğini bildirdi.
Hafız Hakkı Paşa bu telgrafa verdiği cevapta; geri çekilmenin nedeni olarak son
zamanlarda cephe ve cephe gerisinde (hastane ve yollar) verilen zayiatın çokluğunu
gösterdi. 5. Kolordu’nun yalnızca bir tümeninin gelmesini ise yarım bir tedbir olarak
görüyordu.568
Aynı gün Enver Paşa’nın raporda belirttiği 5. Kolorduya ait 15. Tümenin bir
alayının Haydarpaşa Garı’ndan trene bindirilmesi için hazırlıklar yapılmıştı. Diğer iki
alayın ise vapurla Trabzon’a gönderilmesi kararlaştırılmıştı. Ancak bunların hazırlığı iki
günde bitirilebildi. 22 Ocak günü bu birlikler vapurlara yüklenmeye başlandı. Aynı gün
trenle İstanbul’a varan Enver Paşa ilk olarak yükleme işinin akşama ertelenmesini
emretti. Daha sonra Karargâh-ı Umumi erkânından, Liman Paşa’dan ve Amiral
Suschon’dan Boğazlara ve İstanbul’a karşı yönelen tehlike hakkında bilgi aldıktan sonra
fikri değişti ve bu birliklerin İstanbul ve çevresine daha yararlı olacağı kanaatine
vararak vapurlara bindirilen askerlerin tekrardan karaya indirilmesini ve yeni bir emre
kadar sevk işinin durdurulmasını emretti.569
Enver Paşa bu karar değişikliğinden sonra aynı gün Hafız Hakkı Paşa’yı yoklayıp
yeni durum hakkında düşüncesini öğrenmek istedi. Hafız Hakkı Paşa, günlüklerinde söz
konusu mesele hakkında Enver Paşa ile arasında yapılan yazışmaları şöyle
aktarmaktadır:
567
Özdemir, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü, 345-346.
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 102.
569
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 311.
568
195
‘’Enver- Bu günkü şifreli malumatınızdan başka yeni bir şey var mı?
Ben- Vaziyet sakindir. Hatta İd tarafında bizimkiler biraz ilerledi.
Enver- Vaziyete göre denizden göndermeyi düşündüğüm şeyleri karadan
göndersem olur mu (yani iki alay)? Çünkü donanmanın başka işi var. Eğer buna
muvafakat ederseniz, Hopa’ya da muavenet kabildir. Seri kruvazörler oraya
gelebilirler. Hem de daha henüz eşya hareket etmediğinden herhalde denizden de kara
kadar… kalacaktır. Bekir Bey daha çabuk gelir. Bir de buradaki vaziyet mümkün
mertebe buradan kuvvet almamayı icap ettiriyor. Bu halde buna göre yalnız Kâzım ve
Bekir kuvvetleriyle iktifa edilmesi pekiyi olacak.
Ben- Denizden gayr-ı kabil ise o halde çare yok, bırakılır. Orada emval-i
umumiye icbar ediyorsa karadan kuvvet sevkinden de sarf-ı nazar edilebilir. Fakat
bunun için esaslı düşünülmek lazımdır.
Enver- O halde deniz sevkiyatını tehir ediyorum. Karadan bu kuvvetten büsbütün
sarf-ı nazar hakkında fikrinizi de akşama bildiriniz.
Ben- Bu akşama kadar İstanbul’da kuvvet bırakılmasını icap ettiren esbab-ı
mücribe hakkında malumat lütuf buyrulursa ayrıca teşekkür ederim.
Enver- Bahren Sevkiyatı Ruslara karşı himaye edecek kuvvet hafif olduğundan
gidecek kuvvet için tehlike büyüyecektir. Bunun için bahren sevk ettirmemek daha
emindir. Sonra bunu karadan göndermek mümkün, fakat şifre ile söyleyeceğim gibi bu
kuvvet ilkbahara daha ziyade lazım olacak. Hülasa ben şimdi bahren sevkinden sarf-ı
nazar edeyim mi? Evvela buna cevap ver.
Ben- Bu mesele mühimdir. Akşam şifre ile arz ederim.
Enver- Fakat denizden sarf-ı nazar etmek için şimdi karar vermek lazımdır.
Ben- Eğer orada vaziyet cidden hiçbir kuvvet sevkine müsaade etmiyorsa o halde
denizden sarf-ı nazar ediyorum. Eğer muayyen kuvvet olsun sevk edilebilecekse
denizden sevkiyatı tercih ederim. Tekrardan arz ediyorum ki, bu kadar mühim bir
mesele için 3-5 saat düşünmek ve mütalaatım esasınca arz etmek isterim. Yoksa acele
kararda vaziyetin ehemmiyet-i azimesi nispetinde hata edilmek ihtimali var. Arada
irade buyrulursa Babıali şifresiyle cevap vereyim.
196
Enver- Şimdi karar lazımdır.
Ben- Denizde kesin tehlike varsa sarf-ı nazar ediyorum. Kara için bu akşam
tafsilen mütalaatımı yazarım.’’570
Enver Paşa söz konusu ettiğimiz yazışmada, denizden gönderilmesi kararlaştırılan
kuvvetlerin sevkinden vazgeçmesi için Hafız Hakkı Paşa’yı yoklamış, karadan
gönderilecek kuvvet için de aynı şekilde karar alınıp alınmaması yönünde III. Ordu
Komutanının fikrini öğrenmek istemişti. Ancak Hafız Hakkı Paşa’nın fikrini beyan
etmesini beklemeksizin III. Ordu Komutanlığına çektiği ikinci bir telgrafta;
‘’ilkbaharda burada ziyade kuvvetlere ihtiyaç olacağı anlaşıldığından buradan gerek
berren, gerekse bahren kuvvet göndermeyi münasip bulmadım. Siz orasını elinizde
bulunan kuvvetlerle idare ediniz. Bu halde şimdi ileri hareketinize de lüzum
görmüyorum. Bu husustaki mütalaatınızı bildiriniz’’
demek suretiyle karadan
gönderilmesi düşünülen kuvvetin sevkinden de vazgeçtiğini bildirmiştir. Hafız Hakkı
Paşa ise bu telgrafa verdiği cevapta, uzun uzadıya cephedeki durumu anlattıktan sonra,
sitemkâr bir dille Kafkasya ve İstanbul’un önemine binaen şunları söylemiştir:
‘’Bu devlete Kafkasya, Rumeli’den alınacak parçaya nispeten yüz defa daha
mühimdir. Devletin Kafkasya’yı ihmal ederek yine Rumeli’ye ehemmiyet vermesi
Kanuni devrinden beri başlayan felaketleri temadi ettirmek demektir. Devlet
Anadolu’da ve Rumeli’de aynı zamanda taarruza geçemez. Rumeli’de İstanbul ve
Boğazların müdafaası için azami dört kolordu kâfidir. Mütebakisi kâmilen Kafkasya’ya
tahsis edilmeli ve bu kuvvet şimdiden sevk edilmeye başlanarak ilkbaharda buradan
büyük bir tevafukla Kafkasya istilası başlamalıdır. Bilakis, İstanbul üzerine pek mühim
düşman kuvvetleri yürümek tehlikesi varsa burası kâmilen ihmal edilmek ve ilk sefer
planında olduğu gibi tekmil kuvvetleri o cihete tahsis eylemek ve binaenaleyh derece-i
lüzuma göre bu kerre Kâzım Fırkasını şimdiden İstanbul’a celp etmek lazımdır. 5.
Kolordu’nun Rumeli’den infikakına mani esbap-ı mücbire yok ise mütemadiyen
müdafaada kalmayıp bilahare taarruza geçebilmek üzere 5. Kolordu’nun kâmilen
buraya gönderilmesi hususunu esbap-ı atiyeden dolayı lüzumlu görüyorum.
İlkbaharda taarruza geçmezsek Ruslar kendilerini faik addedecek ve taarruza
geçeceklerdir. Ruslar Osmanlı arazisini istila ettikleri vakit Ermeni ve Kürtleri isyana
570
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 107-108.
197
teşvik edebilirler. Rus arazisine biz girecek olursak orada İslam ahaliyi ayaklandırmaya
muvaffak olabiliriz. İran’daki muvaffakiyetler bize iyi ümitler veriyor. Baladaki
esbaptan dolayı taarruzun daha büyük faideleri temin edeceği ve mütemadiyen
müdafaada kalmak hususunun yanlış olacağı istihraç olunur. Seri bir muvaffakiyet
istihsaline lüzum yok. Yavaş yavaş ileri harekat bile…muharebe tesirini husule
getirecektir.
Biz bidayette taarruzi bir tarzda Rus arazisine dâhil olmaya az ehemmiyet verdik.
Bu defa da bu husustaki müşkülatı izam etmemelidir. Binaenaleyh bidayetteki fikr-i
alileri gibi buraya tam bir kolordu gönderilecek olursa taarruzi bir tarzda muharebe
icrasını da mümkün bulurum. Herhalde Rumeli cihetinde fevkalade tehlike yok ise bir
kerre başladığımız ve yalnız son ay içinde meydan muharebeleri dâhil olmak üzere
30.000 şehit gömdüğümüz topraklarda şimdiden faik kuvvetlerle esaslı bir istila ordusu
hazırlanması lüzumunu devletin istikbal nokta-i nazarından ben son derece elzem
görüyorum. Mamafih bilmediğim bazı esbap-ı mühimme var da irade buyrulduğu gibi
buranın eldeki kuvvet ile idaresi lazımsa, Ruslar ne getirirse getirsin ve eldeki kuvvet ne
olursa olsun, ordunun namusuna zerre kadar leke sürdürmeyeceğime emin olunuz.
Fakat tabiatım icabı taarruzi bir harpte kullanılmaklığım ordu için daha faideli hidemat
teminine yarayacağımı zannetmekte olduğum maruzdur.’’571
Hafız Hakkı Paşa bu telgrafında Kafkasya’nın çok büyük bir öneme sahip
olduğunu vurgulamaktadır. Ona göre bu bölge Rumeli’den daha önde tutulmalıdır. Bu
yüzden gerekli takviye kuvvetler gönderilip, yarım kalan iş tamamlanmalı, Kafkasya’ya
girilmeli ve Müslüman ahali ayaklandırılmalıdır. Sarıkamış Harekâtı öncesinde de bu
gayeyi güden Hafız Hakkı Paşa’nın bu büyük felakete rağmen hâlâ ısrarla bu fikri
savunması onun gerçekten inatçı, cesur ve kararlı bir yapıda olduğunu göstermek
bakımından iyi bir örnektir. Ancak Hafız Hakkı Paşa İstanbul’a büyük bir tehlikenin
görülmesi halinde bu planı ertelemekte ve takviye kuvvet talebinden vazgeçerek, elinde
bulunan kuvvetlerle Ruslara karşı koyacağını ve ordunun namusuna leke sürmeyeceğini
ifade etmektedir. Hafız Hakkı Paşa’nın ilkbaharda taarruza geçilmemesi halinde kendini
üstün kabul eden Rusların taarruza geçerek, önce Anadolu’yu istila edip daha sonra
Ermeni ve Kürt unsurlarını isyana teşvik edebileceği yönündeki beyanının ilerleyen
dönemlerde kısmen gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Bu arda Hafız Hakkı Paşa
571
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 108-111.
198
her iki telgrafında da İstanbul’da kuvvet yığmayı gerektiren durumları Enver Paşa’dan
sormuşsa da herhangi bir cevap alamamıştır. Nitekim eski Karargâh-ı Umumi Reis-i
Sânîsi Hafız Hakkı Paşa, hükümet üzerinde nüfuzu olan önemli bir ittihatçı olması
hasebiyle devletin merkezinde dönen olaylardan ve alınan kararlardan haberdar olmak
istemektedir. Sıradan bir ordu komutanın bu tarzda bilgi talep etmesi söz konusu
değildir. Son olarak Hafız Hakkı Paşa’nın, telgrafın sonunda, tabiatı icabı taarruzi bir
savaşta hizmet vermeye uygun olduğunu belirtmesi, çeşitli kereler ifade edilen atılgan
karakterini doğrular niteliktedir.
Hafız Hakkı Paşa’nın III. Orduya takviye kuvvet gönderilmesi yönünde yoğun bir
talebi vardı. Başkumandan Vekili Enver Paşa’ya çekiği telgraflarda bu hususu sıklıkla
gündeme getiriyordu. Hafız Hakkı Paşa, söz konusu ettiği kuvvetlerin yetişmemesi
halinde, taarruza geçen Rusların ilk önce Erzurum Kalesi’ni düşürmesi ardından da
bütün Anadolu’yu istila etmeleri tehlikesi olduğundan haberdardı. Esasen Enver Paşa ve
kurmayları da bu tehlikenin farkında olmakla birlikte fedakârlık yapmaları gerektiğine
inanıyorlardı. Elde tek bir yama bulunuyordu. Bu yama iki yırtıktan birini kapatacaktı.
İstanbul, imparatorluğun ve İslam âleminin baş şehri olması hasebiyle birinci derecede
önemliydi. İstanbul’un düşmesi, Hafız Hakkı Paşa’nın savaş planlarında da ifade ettiği
gibi gerek Osmanlılık gerekse Türklük ve İslamlık açısından çok kötü sonuçlar
meydana getirebilirdi. Erzurum Kalesi’nin düşmesi ise Rusların Anadolu’yu istilasının
önünü açardı ki bu İstanbul’un işgaline göre daha küçük bir olay olup, telafisi bir
dereceye kadar mümkün olabilirdi. Bu halde iki paşa arasında yapılan yazışmalardan
çıkan anlam şudur; Enver Paşa İstanbul’un selameti için Hafız Hakkı Paşa ile pazarlık
yapmakta ve bu pazarlık gereği Erzurum feda edilmektedir.
Sonuç olarak; harekât boyunca sebep olduğu birçok hata ile Sarıkamış
Harekâtı’nın kaderiyle oynayan ve başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olan Hafız
Hakkı Paşa, III. Ordunun komutasını üzerine aldıktan sonra, tüm bu hatalarını telafi
etmek istercesine canla başla ordunun yeniden teşkilatlanmasına çalışmıştır. Sarıkamış
Harekâtı sonunda 11. Kolordunun 10.000 civarında bir mevcudu kalmıştı. Ancak bu
sayı Rusların aksamadan devam eden şiddetli taarruzları sonucunda 10 gün içerisinde
2.000 civarına düşmüştü. Hafız Hakkı Paşa’nın acımasızca verdiği şiddetli cezalarla
firarı önlemesi, bölgeye dağılan erlerin toplatılması ve diğer kaynaklardan sağlanan
takviye birliklerin bölgeye gelmesiyle bu kolordunun sayısı 7.000’e yükseltildi. 10.
199
Kolordu’da da durum hemen hemen aynıydı. Hafız Hakkı Paşa 2 Şubat 1915 günü
Harbiye Nezaretine yazdığı bir raporda; halen ordunun muharip personel mevcudunun,
9. Kolordu da dâhil olmak üzere 12.000’e yükseldiğini, bu mevcudun Mart sonlarında
25.000’i bulacağını bildirerek ordunun tam mevcuda çıkarılması için düşünce ve
planlarını ayrıntılı olarak arz etmiş ve bu arada kolorduları 1/3 seferi mevcuda
çıkarabilmek için 50-60 bin ere ihtiyaç olduğunu ifade etmiştir. Böylelikle Hafız Hakkı
Paşa’nın sert tedbirleri sayesinde III. Ordunun teşkilatında ve mevcudunda gözle
görülür bir iyileşme olmuştur. Ancak Hafız Hakkı Paşa’nın ömrü, orduyu yeniden
teşkilatlandırma sürecini tamamlamaya yetmemiştir. Tifüs hastalığına yakalanması
sonucu 12 Şubat 1915’te Erzurum’da vefat etmiştir.572
3.7.1. Sarıkamış Harekâtı Sonrasında Hafız Hakkı Paşa’nın Psikolojik Durumu
Sarıkamış Harekâtı sonrasında ordunun içinde bulunduğu kötü durumun ve
imkânsızlıkların Hafız Hakkı ve Enver Paşaların sinirlerini oldukça bozduğu görülür.
Bu yüzdendir ki birbirlerine gönderdikleri telgraflarda kullandıkları üslup sertleşmeye
başlamıştır. Bu ruh hali Hafız Hakkı Paşa’nın günlüklerinde de kendisini açıkça
göstermektedir. Sarıkamış Harekâtı sebebiyle 28 gün boyunca defterini hiç açmayan
Hafız Hakkı Paşa, 16 Ocak 1915’te yeniden not tutmaya başladığı günden itibaren daha
ilk satırlarında Enver Paşa’yı şiddetle eleştirmeye başlamıştır. Bugüne ait notlarında
felaketin sorumlusu olarak gördüğü Enver Paşa ile ilgili şunları söylemektedir:
‘’Muhacirler meselesi bir felaket. Topların nakli için zavallıların öküzlerini de almışlar.
–Keşke Rus elinde olup şehit olsa idik!- diye bağıranlardan gece gündüz kadın, çocuk
vaveylası! Ah Enver! Bu kış seferini tacil etmek, sonra da bu parlak taarruzda 9.
Kolordu’yu dörtnala kaldırmakla yüz bin masumun kanına girdin! Allah seni
affetsin.’’573
Hafız Hakkı Paşa gerek kış mevsiminde harekâtın yapılabileceğine dair
Erzurum’dan olumlu raporlar göndermesi, gerekse harekâtın icrası sırasında yaptığı
birçok askeri hata ile Sarıkamış Harekâtı’nın felaket ile sonuçlanmasında birinci
derecede rol oynamasına rağmen Enver Paşa’yı bu denli eleştirmesi gerçekten ilginçtir.
Bu satırlar şüphesiz ki Hafız Hakkı Paşa’nın tarih önünde kendisini aklama çabasından
572
573
Genelkurmay…, 3’üncü Ordu Harekâtı, I, 564-566.
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 93-95
200
başka bir anlam ifade etmemektedir. Nitekim harekât sebebiyle verilen uzun bir aradan
sonra günlüklerine satır aralarına sıkıştırdığı bu eleştiriyle başlaması bunun en büyük
kanıtıdır. Hafız Hakkı Paşa bununla da yetinmeyip yer yer Enver Paşa karşısında
kendini övmeyi ve masumiyetini yinelemeyi ihmal etmemiştir. Bu tarz ifadelerinden 17
ve 19 Ocak tarihlerine ait olanlar şöyledir: ‘’Maatteessüf bugün hava güzel. Sabahleyin
Yusuf İzzet’ten bir haber; benim şanlı 10. Kolordum bu gece taarruza devam ederek
düşmanı Sami karyesinden tard etmiştir. Bu bir avuç askerin gece de taarruza devam
edebilmesi hep benim ektiğim muzafferiyet tohumunun semeresidir.’’…
’’Yarabbi! Ben bu sefalete sebep olmadım, ben bu harbi tehir için çalıştım. Ben
bu muzafferiyeti tam yapmak için uğraştım. Olsun! Bu felaketleri de tamire çalışacağım
ve elbette muvaffak olacağım.’’574
Hafız Hakkı Paşa, Sarıkamış Harekâtı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasında Enver
Paşa’nın yanı sıra milletin yetişmemiş olmasının da büyük bir etken olduğunu
söylemekte ve bu düşüncesini şu sözlerle ifade etmektedir: ‘’Ah millet, millet
yetişmemiş olmaz. Böyle yetişmemiş milletle cihangirlik sevdaları boştur. Şu harpten
hayırlısıyla bir çıkalım da her şeyden evvel bunu yetiştirelim.’’575
Bu günlerde son derece asabi bir ruh haline bürünen Hafız Hakkı Paşa, 14 Ocak
1915’te III. Ordu Komutanı sıfatıyla Erzurum, Van, Bitlis, Elaziz, Diyarbekir, Halep,
Sivas, Musul, Ankara, Konya ve Trabzon gibi III. Ordu’nun menzil bölgesinde yer alan
vilayetlere çektiği telgrafta oldukça sert bir üslup kullanmıştır. Bağdat Valisi Süleyman
Nazif Bey ile arasının açılmasına neden olan bu telgrafın sureti şöyledir:
‘’1) Seferberlik ilanından itibaren bilumum memurin-i mülkiyenin de memurin-i
askeriye gibi cihet-i askeriyeden verilen her türlü evamiri bilakaydüşart icraya mecbur
oldukları bedihidir.
2) Bu emrin tebliği anından itibaren gerek benim tarafımdan ve gerekse menzil
müfettişliği ve kolordular tarafından verilecek her türlü emirleri icrada zerre miktarı
tereddüt gösteren memurin-i mülkiyeyi rütbesi her ne olur ise olsun derhal azil ile
Divan-ı Harbe tevdi ettirilecek.’’
Bu telgrafın yanlışlıkla III. Ordu Menzil
Müfettişliğinin dışında kalan ve Irak Mıntıka Komutanlığına bağlı olan Bağdat
574
575
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 96.
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 111.
201
vilayetine de gönderilmesi üzerine, Bağdat Valisi Süleyman Nazif Bey ile Hafız Hakkı
Paşa arasında çok sert bir tartışma meydana gelmiştir. Süleyman Nazif Bey bu telgrafa
verdiği cevapta; Bağdat vilayetinin kendilerinden ve menzil müfettişliğinden emir
almaya mecbur olmadığını ifade ederek, telgrafın ikinci kısmında yer alan tehditkâr
sözler karşısında duyduğu üzüntüyü dile getirmiş ve Hafız Hakkı Paşa’yı sözlerini geri
almaya davet etmiştir. Aksi takdirde kendisinin de aynı lisan ile karşılık vereceğini de
eklemiştir. Süleyman Nazif Bey’in bu cevabına oldukça öfkelenen Hafız Hakkı Paşa,
konuyu derhal Enver Paşa ve Talay Bey’e intikal ettirmiştir. Bu sıralarda Sivas
üzerinden İstanbul’a gitmekte olan Enver Paşa, Talay Bey’e çektiği bir telgrafta;
Süleyman Nazif Bey’in hadsizlik yaptığını ileri sürerek Divan-ı Harpte yargılanmasını
teklif etmiştir. Ancak meselenin büyümesini istemeyen Talat Bey, Süleyman Nazif
Bey’e bir telgraf çekerek Hafız Hakkı Paşa’dan özür dilemesini istemiştir. Netice bu
özür telgrafının çekilmesiyle mesele halledilmiştir.576
Yine Hafız Hakkı Paşa’nın sürekli olarak asker ve memurun arasında dolaşarak
teftişlerde bulunması ve ihmalini gördüğü kişilere karşı gerçekten çok sert cezalara
başvurması bu ruh halinin sonucudur. Çünkü Hafız Hakkı Paşa’nın sivil hayatında çok
hoş görülü ve sakin bir karaktere sahip olduğu bilinmektedir.
3.7.2. Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu’nun Sıhhi Durumunun İyileştirilmesine
Yönelik Aldığı Bazı Tedbirler
III. Orduda seferberliğin ilanından beri sağlık koşulları iyi gitmiyordu. 234 olan
hekim sayısı 5 Ekim 1914’te bin bir güçlükle 425’e yükseltilebilmişti. Ancak bu sayı
yine de yetersizdi. Erzurum’da ki hastanelerin toplam yatak sayısı 900 kadardı. Oysa
bazı günlerde bu şehre 15 bin civarında hasta ve yaralı geliyordu. İlaç ve tıbbi malzeme
ihtiyacı karşılamıyordu. Gerek hastane ve çevrenin kirliliği, gerekse askerin beslenme
ve giyinme eksikliğinden dolayı daha Sarıkamış Harekâtı başlamadan önce dahi orduda
tifüs, lekeli humma, dizanteri ve hummayı racia gibi salgın hastalıklar baş göstermişti.
Harekâttan sonra ise durum daha kötü bir hal aldı. III. Ordu’nun büyük bir kısmının
erimesiyle sonuçlanan bu seferin ardından Hasankale, Pasinler Ovası’ndaki köyler,
Erzurum ve Erzurum Ovası’ndaki köyler hasta, yaralı ve bitkin askerlerle dolmuştu.
576
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 123-131.
202
Mevcut hastanelerin yaralı ve hastaları almasının imkânı yoktu. Bunun yanı sıra birçok
hastanede hekimler ve idare memurları dahi salgın hastalıklara tutulmuştu. Kısa
zamanda salgın, ahali arasında da yayılmaya başladı. Erzurum’da günde 20-30 kişi
lekeli tifodan ölmekteydi. Salgın Erzurum’la da sınırlı kalmadı. Tebdili hava için cephe
gerisine gönderilen hastalar ve kaçak erler hastalığı cephe gerilerine yaydılar. Böylelikle
Doğu Anadolu ve Karadeniz’de salgın hastalıklar halkın baş belası oldu. Denilebilir ki
tifüs, dizanteri ve lekeli humma gibi bulaşıcı hastalıklar, Sarıkamış’tan sonra III.
Ordu’nun ve bu arada halkın ikinci felaketi olmuştur.577
III. Ordudaki bu durumu yakından gören Hafız Hakkı Paşa’nın, askeri harekâtın
yanı sıra yoğun bir şekilde yaralı ve hastaların durumuyla ilgilendiği ve hastanelerin
fiziki şartlarının iyileştirilmesine yönelik önlemler aldığı görülmektedir. Hastanelerin
içinde bulundukları kötü vaziyetin ıslahı için ciddi önlemler almaya çalışan Hafız Hakkı
Paşa, bu konuda gevşeklik gösterenlere ve idarede usulsüzlük yapanlara karşı çok
şiddetli ve sert muamelelerde bulunmuştur. 19 Ocak 1915’te günlüğüne kaydettiği şu
olay Hafız Hakkı Paşa’nın şiddetinin derecesini anlamak bakımından iyi bir örnektir:
‘’Hastaların yemekleri ve hali bir türlü düzelmiyor. Bugün yine birçok adam dövdüm ve
zannederim, artık düzeliyor derken yine bir felaket karşısında bulundum. Hastane
yanında bir hastamız titreyerek ayaklarıyla matarasını doldurmaya gidiyor!
‐ Niçin gidiyorsun? Sordum.
‐ Ne yapayım efendim, para ile su satıyorlar. Benim param yok!
‐ Kim satıyor?
‐ Dirk
‐ Dirk kim?
‐ Hademe
‐ Haydi göster
Yürüdük. Zavallı cenaze gibi. 250 metreyi beş dakikada kat etti. Hastane denilen
ahıra girdik. Yine iki ölü var idi. İçeride bir telaş! Su değil ekmek satılıyordu. İri yarı
bir çavuş 60 para- 5 kuruşa ekmek satıyordu. Öldüresiye dövdüm. Taşla kafasını ezdim.
577
Hikmet Özdemir, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918, TTK, Ankara 2005, 172-190.
203
Firara koyuldu. Yanımda küçük Münir (mülazım) yetiştim. Münir herifi altına aldı. Bir
kasatura buldum, kafasını gözünü parçaladım. Hastalar ağasını da berbat ettim.’’578
Hafız Hakkı Paşa, hastanelerdeki durumun iyileştirilmesi hakkında Menzil
Müfettişliği ve Erzurum Valisi Tahsin Bey’e gönderdiği emirde şiddetinin derecesini
daha da fazla arttırmıştı. Bu emirde Hafız Hakkı Paşa, mülkiye memurlarına tebligat
yapılmasını, hastane namıyla maktel görülen yerlerde nokta komutanı ile mutasarrıf ve
ya kaymakamı mutlaka astıracağını, hastaneleri teftiş edeceğini ve buna göre
hazırlanılmasını istedi. Emrin ikinci kısmında ise bakımsızlıktan sonra hastanelerdeki
en büyük ikinci sıkıntının açlık olduğunu belirten Hafız Hakkı Paşa, yaralılara her gün
muhakkak çay, çorba, pilav veya etli yemek verilmesi gerektiğini bildirdi. Ayrıca
hastanelerdeki personel eksikliğini gidermek için Tekâlif-i Harbiye Kanunu gereğince
ahaliden yaşı 45’in üstünde olan erkeklerden ve her yaşta kadınlardan seçilecek kişilerin
hizmetçi olarak hastanelere tayin edilmelerini ve görevinden kaçanların idam
edilmelerini emretti. 20/21 Ocak gecesi 10. ve 11. Kolordu Komutanlıklarına yazdığı
emirde de aynı önlemleri yineleyen Hafız Hakkı Paşa, yaralıların düzgün bir şekilde
sevk edilememesinden dolayı vatan evlatlarının ölümüne sebebiyet veren komutanların
şiddetle cezalandırılacağını bildirerek, askere özellikle sıcak yemek verilmesini tebliğ
etti. Hastaneler gerçekten çok fena bir durumdaydı. Doğru düzgün bakılamayan yaralı
ve hasta askerler bir başlarına ölüme terk ediliyorlardı. Hafız Hakkı Paşa’nın verdiği
bilgilere göre; savaş zayiatı hariç günlük 420-450 civarında er yollarda ve hastanelerde
şehit olmaktaydı. Bunların sayısı 1 Ocak’tan 20 Ocağa kadar geçen sürede 9.000’i
bulmuştu. 579
Hafız Hakkı Paşa gece verdiği emire ek olarak 21 Ocak’ta verdiği emirde;
hastanelerde salgın hastalığa yakalanmış hastalar ile yaralıların ayrılmasını istemiştir.
Aynı gün Menzil Müfettişliğine verdiği başka bir emirde ise; depoda bulunan 11 bin
kaput, 5 bin kundura ve çorap, 6 bin pamuklu ve pamuksuz mintan ile binden fazla
eldivenin kolordulara dağıtılmasını emretmiş, bunların bir hafta içinde son nefere kadar
dağıtılmaması halinde alay komutanlarının divan-ı harbe verileceğini ifade etmiştir.
Ayrıca Hasankale Kışla Hastanesi’nin 700 yatağa ve doktorların sayısının dörtten
yediye çıkarılmasına karar vermiştir. Hafız Hakkı Paşa aynı günlerde yoğun bir şekilde
578
579
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 100.
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 101-103.
204
bölgedeki hastaneleri teftiş etmeye başlamıştır. Bu ziyaretler sırasındadır ki yaralı ve
hasta askerlerle yakın temasta bulunması sonucunda tifüs hastalığına yakalanmıştır.
Hafız Hakkı Paşa’nın tüm çabalarına rağmen III. Ordunun sıhhi durumunun tam
manasıyla düzeldiği söylenemez. Nitekim Hafız Hakkı Paşa’nın Ölümünden sonra
Mahmut Kamil Paşa, ordu komutanlığını devraldığında başlıca mesaisi yine bu yönde
olacaktır.
3.8. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN TİFÜSE YAKALANMASI VE ÖLÜMÜ
Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu Komutanlığına tayin edildiği dönem Sarıkamış
Harekâtı’nın hemen sonrasına denk geliyordu ve yukarıda da belirtildiği üzere bu
dönemde salgın hastalıklar had safhaya ulaşmıştı. Pek muhtemeldir ki Hafız Hakkı Paşa
bu sıralarda, hastalara gösterdiği yakın ilgi sonucunda ordu içinde çok yaygın olan tifüs
hastalığına yakalanmıştır. Nitekim Ali İhsan Bey de bu görüştedir. Hafız Hakkı
Paşa’nın günlükleri bu hastalığa yakalanma süreciyle ilgili bizlere önemli bilgiler
vermektedir. Hastane teftişlerinin en büyük etken olduğu bu süreçle ilgili günlüklerde
şu ifadeler yer almaktadır:
‘’21 Ocak- Asker pek pis, olduğu yeri silmiyor. Bugün hastaları gezerken kaç defa
istifra edecektim… Bu pislik, pis kokular yüzünden mütemadiyen iç bunaltım devam etti.
Kapalı kızak da bunu arttırdı. Bu akşam bari hastalanmasam.
22 Ocak- Dünkü sersemlik hala baki. Başım dönüyor. Otomobil ile Höyükler
mevziine gideceğim. Posseld, Avni Paşalar ile Tahsin Bey oraya gelecek. Bakalım bizim
son hat-ı müdafaa nasıldır ve ne var!
23 Ocak- Hava güzel, ben hastayım. Derece-i hararetim 37,5. Her tarafım
ağrıyor.’’580
Buna göre Hafız Hakkı Paşa’nın hastalığının ilk belirtisi 21 Ocak günü kendini
göstermiştir. 23 Ocak’ta ise şiddetli bir hale gelmiş ve bu tarihten sonra günlük
yazmaya son vermiştir. Hafız Hakkı Paşa, daha önce de Balkanlarda Bulgar eşkıyasıyla
mücadele ettiği dönemlerde, bir keresinde Yenice Gölü’nün içerisindeki adalara sığınan
580
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 105-111.
205
Bulgar çetesini imha etmek için göğsüne kadar göle girmesi sonucu tifüse yakalanmış,
ancak kısa sürede bu hastalığı yenmişti. Bu yüzden bu hastalığın belirtilerini biliyordu.
Hafız Hakkı Paşa tifüse yakalandığı sıralarda III. Ordu Karargâhı Hasankale’de
bulunuyordu. Hastalığının ilk zamanlarında Hükümet Konağı’nda oturmaktaydı. Ancak
daha sonra Rus taarruzlarının tamamen durması üzerine Hükümet konağı yakınlarında
bir eve çıktı. Hastalığı bu evde geçiyordu. Hastalığına rağmen günlük yaşamına devam
ediyordu. Askeri hareketi ilgilendiren meselelerde herhangi bir kimseye vekâlet vermiş
değildi. Muhtemel Rus taarruzuna karşı Höyükler hattını tahkim ettiriyordu. Rusları
burada durduracağına inanıyordu. Özellikle askerin bozulan moralini yerine getirmek
için yoğun çaba sarf etmekteydi. Onları eğlendirmek ve Sarıkamış Felaketi’nin getirdiği
psikolojik buhranı bir nebze olsun dağıtabilmek için İstanbul’dan bir sinema
kumpanyası istemişti.581 Aziz Samih Bey’in aktardığına göre ise bir gün alay
mızıkalarının siperlere giderek hava çalmasını ve askeri neşelendirmesini emretmişti.
Ancak büyük bir felaketten çıkan ve vaziyetleri gün geçtikçe daha da kötüleşen
askerlerin eğlenceyi düşünecek halleri yoktu.
Bu sıralarda Hasankale’de bulunan Aziz Samih Bey, Hafız Hakkı Paşa’nın son
günlerini şöyle anlatmaktadır: ‘’Hafız Hakkı Paşa 3 Şubat’ta dedi ki –bakınız, ben
bugün hastayım. Fakat yemek yiyeceğim ve yatmayacağım. Hastalığı tepeceğimHakikaten de öyle yaptı. Akşam yemeğinde yine nöbeti vardı. 4 Şubat’ta hasta hasta
hayvana binere Hasankale kasabasının üzerindeki kaleye çıkmış, Mülazım Kadri Bey’le
beraber fotoğraf aldırmış. Akşam geldiği vakit hastalığı ziyadeleşmiş idi. Sertabip
İbrahim Tali Bey’in tavsiye ve tedbirlerini dinlememekte ısrar ediyordu. 5 Şubat sabahı
ikametgâhının önünde gördüm. Dedi ki –ben hasta oldum fakat yatmadım, Erzurum’a
gidiyorum. Tahsin Bey’de birkaç gün istirahat edeceğim. Üç gün sonra gelirimKendisine afiyet temenni ettik. İbrahim Tali Bey’le beraber Erzurum’a gittiler. 8
Şubat’ta İbrahim Tali Bey geldi. Paşa’nın ve Yaver Halil Bey’in hastalığı tifüs imiş.’’582
Hafız Hakkı Paşa hasta olarak yatmayı içine yediremiyordu. Bu yüzden gezintiye
çıkmak ve fotoğraf çektirmek gibi sağlıklı insanlara has işler yaparak hastalığın
psikolojik etkisinden kurtulmaya çalışıyordu. Ancak gün geçtikçe rahatsızlığı
depreşmekteydi. Bunu kendi de anlamış olacak ki Erzurum’a gitmek istedi. Erzurum,
581
582
BOA. 06 Ra 1333. Dosya No: 15 Gömlek No: 22 Fon Kodu: DH. EUM. KLU.
Aziz Samih, Kafkas Cephesi Hatıraları, 34-35.
206
donanımlı hastanelerin olduğu bir şehirdi. Ayrıca Hafız Hakkı Paşa’nın Balkan
günlerinden beri tanıdığı yakın dostu Tahsin Bey, Erzurum Valisi idi ve onun yanında
rahat edebileceğini düşünüyordu. Dr. İbrahim Tali Bey’inde onunla gitmesi hastalığının
ciddi bir boyuta geldiğini gösteriyordu.
Hafız Hakkı Paşa, Aziz Samih Bey’in de belirttiği üzere 5 Şubat 1915’te
Erzurum’a gitti. Erzurum Valisi Tahsin Bey, aynı gün Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e
telgraf çekerek Hafız Hakkı Paşa’nın Erzurum’a geldiğini, hasta olduğunu ve burada
tedavisine başlandığını bildirdi.583 Vaziyetten haberdar olan devlet erkânı, Hafız Hakkı
Paşa’nın sağlık durumuyla yakından ilgilenmeye başladı. Dâhiliye Nazırı Talat Bey, 6
Şubat 1915’te Tahsin Bey’e bir telgraf çekerek Hafız Hakkı Paşa’nın durumunu
sordu.584 Tahsin Bey, bu telgrafa tedavisinin iyi gittiği yönünde bir cevap yazdı. Ancak
7 Şubat’ta Hafız Hakkı Paşa’ya Tifüs tanısı koyuldu. Tahsin Bey bugün için Dâhiliye
Nezareti’ne verdiği raporda Hafız Hakkı Paşa’nın Tifüse yakalandığını, ateşinin 39,5
dereceye yükseldiğini, ancak genel durumunun iyi olduğunu ve hava değişikliğine
ihtiyaç duyduğunu bildirdi. 585 Ancak bir gün sonra Hafız Hakkı Paşa’nın hastalığı ciddi
bir boyuta geldi. Artık iyileşebileceğine dair hiçbir emare görülmüyordu. 8/9 Şubat
gecesini ağrılar içinde geçirdi. Ateşi 39 derece dolaylarında idi. Nabzı ise 134’e
yükselmişti. Tahsin Bey 9 Şubat’ta Dâhiliye Nezaretine telgraf göndererek Hafız Hakkı
Paşa ile birlikte diğer hastaların içinde bulundukları kötü durumu ifade etti ve bir takım
tıbbi malzemenin gönderilmesini istedi. Doktor ve ilaç eksikliği Tahsin Bey’i feryadın
eşiğine getirmişti. Telgrafında kullandığı ifadeler bunu açıkça gösteriyordu: ‘’Cenab-ı
Hak şifa versin. Artık bu millete acıyın. Vaziyet-i umumiye bizi cidden
düşündürüyor.’’586 11 Şubat’ta umutlar iyice tükendi. Tahsin Bey’in bugünkü raporunda
Hafız Hakkı Paşa’nın daha kötüye gittiği bildirildi.587
583
‘’Hafız Hakkı Paşa ağırca hastalandığından bugün Erzurum’a geldi. İstirahat ve tedavisine son
derece çalışılıyor. Şimdi yanında idim. İstirahatini ve rahatsızlığını arz etmekliğimi söylediler. ‘’ (BOA.
23 Kanun-ı Sani 1330. Dosya No:460 Gömlek No: 51 DH. ŞFR).
584
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 117.
585
‘’Hafız Hakkı Paşa’nın hastalığının maatteessüf tifüs olduğu tahakkuk etti. Derece-i harareti otuz
dokuz buçuktur. Ahval-i umumiyesi iyidir. Tedavisine pek ziyade itina ediliyor. Tifüsten kurtulanlar pek
çokça istirahate muhtaç bir hal gösteriyorlar. Paşa’nın ifakatından sonra muhtaç-ı tebdil-i hava ve
istirahat olması tabidir. Bu cihetle şimdiden Enver Paşa Hazretlerine arz lazımdır. Şimdi yanından
geldim. Arz-ı ihtiram ediyor.’’ (BOA. 25 Kanun-ı Sani 1330. Dosya No: 460 Gömlek No: 91 Fon Kodu:
DH. ŞFR. 01).
586
BOA. 27 Kanun-i Sani 1330. Dosya No: 460 Gömlek No: 91 Fon Kodu: DH. ŞFR. 02.
587
BOA. 29 Kanun-ı Sani 1330. Dosya No: 461 Gömlek No: 22 Fon Kodu: DH. ŞFR. 02.
207
Hafız Hakkı Paşa’nın son günleri hakkında önemli bilgiler edindiğimiz Aziz
Samih Bey, Paşa’nın vefatını şöyle anlatır: ‘’11 Şubat’ta Tali Bey Erzurum’dan
telefonla görüştü. Paşa’nın hastalığı ziyadeleşmiş. Tali Bey’i ümitsiz gördüm.
Akşamüzeri 11. Kolordu Kumandanı, Ordu Komutanlığı Vekâletine geldi. 11/12 Şubat
gecesi beni uyandırdılar. Telefona gittim. Menzil müfettişi Avni Paşa, Hafız Hakkı
Paşa’nın alaturka saat iki buçukta vefat ettiğini ve nereye defnolunacağını Galip Paşa
tarafında Enver Paşa’ya sorulmasını istedi. Galip Paşa’nın odasına giderek
uyandırdım. Söyledim. Pek müteessir oldu, ağladı. Hâlbuki Hafız Hakkı Paşa’ya epeyce
kızgın olduğunu biliyordum. 12 Şubat’ta merhumun Erzurum’da defnolunması için
Enver Paşa’dan cevap geldi. Galip Paşa ve ekser karargâh zabitanı ile Erzurum’a
gittik. Karskapısı’nda toprağa tevdi ettik. Siyah kaplı hatıra defteri vardı. Karargâhta
buna her gün bir şeyler yazdığını görüyordum. Bu defterin Karargâh Kumandanı
Yüzbaşı Cemal Bey tarafından zevcesi sultana götürülmesini vasiyet etmiş olduğunu
söylediler.’’588
Hafız
Hakkı
Paşa’nın
cenazesinin
ilk
olarak
İstanbul’a
gönderilmesi
düşünülmüşse de bunun zorluğu dikkate alınarak vazgeçilmiş ve Enver Paşa’nın
emriyle Erzurum’da defnolunmasına karar verilmiştir.589 Na’şı, Erzurum Hükümet
Konağı önünde Ruslardan ele geçirilen bir top arabasına koyularak, Erzurum halkı,
valilik çalışanları ve III. Ordu subaylarının katıldığı görkemli bir geçit töreninin
ardından Karskapı Şehitliği’ne getirildi. Burada dini gerekleri yerini getirildikten sonra
toprağa verildi. Bugün Karskapı Şehitliği’nde Hafız Hakkı Paşa’nın yanı sıra Mehmet
Ali Paşa, Fosfor Mustafa Sıtkı Paşa, Cemal Paşa ve Gırebeneli Bekir gibi yakın
dönemin önemli şahsiyetlerinin kabirleri bulunmaktadır.590
Hafız Hakkı Paşa’nın ölümüyle III. Ordu’ya kısa bir süreliğine 11. Kolordu
Komutanı Galip Paşa vekâlet etti. Daha sonra ordu komutanlığına Hafız Hakkı Paşa’nın
sınıf arkadaşı Mahmut Kamil Paşa getirildi. Mahmut Kamil Paşa 15 Mart 1915’te
Hasankale’ye gelerek göreve başladı.591 Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünden bir yıl sonra
karşı taarruza geçen Ruslar 16 Şubat 1916’da İslam âleminin kilidi sayılan Erzurum’u
ardından da Trabzon ve Erzincan gibi doğunun önemli vilayetlerini işgal ettiler.
588
Aziz Samih, Kafkas Cephesi Hatıraları, 35.
BOA. 08. R. 1333. Dosya No: 71 Gömlek No:10 Fon Kodu: DH. EUM.2.Şb.
590
Konukçu, İki Mezar, 37.
591
Çakmak, Şark Cephesi Harekâtı, 106-107.
589
208
Böylelikle Hafız Hakkı Paşa’nın defalarca önlem alınması gerektiğini ifade etiği tehlike
gerçekleşmiş bulunuyordu.
3.8.1. Hafız Hakkı Paşa’nın Ölümünün Yakın Çevresinde Meydana Getirdiği
Yankılar
Hafız Hakkı Paşa’nın ölümü yakın arkadaşları ve ailesi arasında derin üzüntülere
yol açmıştır. İTC’ye girdiğinden beri tanıdığı ve Meşrutiyet’in yeniden ilanı için ortak
mesaide bulunduğu dava arkadaşı Talat Bey, 16 Şubat 1915’te Bitlis Valisi Mustafa
Abdülhalik Bey’e çektiği bir telgrafta, Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünden duyduğu
üzüntüyü şu sözlerle dile getirmiştir: ‘’Hafız Hakkı Paşa’nın gaybubet-i ebediyesi
meziyet-i şahsiye ve hamiyet-i askeriyesi itibariyle vatan için gayr-ı kabil-i telafi
zayiattan ma’duttur. Ordunun o afüvv, cevval ve kıymettarının, o muazzez kardeşimizin
ziyaına ağlamamak, müteessir olmamak elde değildir. Ancak biz ölmeliyiz ki millet ve
memleket yaşasın.’’592
Diğer bir arkadaşı Ali İhsan Bey ise Sarıkamış Felaketi’ne sebep olması itibariyle
Hafız Hakkı Paşa’ya kızmakla birlikte onun genç yaşta ölümüne oldukça üzülmüş ve bu
üzüntüsünü şöyle ifade etmiştir: ‘’Sadece vatanın yükselmesi feragatle çalışmış, fakat
yanılmış olan bu kıymetli, vatansever, temiz, mefkûreci ve bir kahraman gibi ölmüş
şehidi hürmetle anmak borcumuzdur. Erzurum, bu şehidin mezarını aguşunda tutmakla
iftihar edebilir. Çünkü o, askerine yardım ederken feragatle çalışmış ve bu yolda şehit
düşmüştür. Mukadderat, ona ezeli düşmanımızla çarpışırken askeri arasında şehit
olmayı nasip etmiştir.’’593
Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünün eşi Behiye Sultan’a duyurulup duyurulmamasıyla
ilgili tereddüt yaşanmıştır. Enver Paşa 16 Şubat 1915’te Erzurum Vilayeti ’ne
gönderilmek üzere kaleme aldığı şifrede, ‘’Hafız Hakkı Paşa’nın ziyaından mütevellit
teessürüm pek azimdir. Müşarünileyhin ziyaını şimdiden Sultan Hazretlerine ihbar
eylemek münasip olmadığından şimdilik şu sırada biraz rahatsız bulunduğu ve on-on
beş gün sonra da rahatsızlığının arttığı yolunda cevaplar verilmek ve bir-bir buçuk ay
sonra da münasip veçhile keyfiyet-i vefatı ihbar edilmek muvafıktır ona göre ifayı icabı
temenni olunur’’ demek suretiyle hem Harp Okulunda aynı sıraları paylaştığı dava
592
593
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 118.
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 316-317.
209
arkadaşı Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünden duyduğu üzüntüyü dile getirmiş hem de bu
durumdan bir-bir buçuk ay sonra eşi Behiye Sultan’ın haberdar edilmesini istemiştir.
Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa’nın ölüm haberi ile birlikte Sarıkamış Felaketi’nin
İstanbul’da duyulacağından endişe duyarak böyle bir tedbire başvurmuş olabilir.594
Enver Paşa, Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünün ardından Ordu Komutanlıklarına
gönderdiği Tamimde ise bu üzüntüsünü şu sözlerle dile getirmektedir: ‘’Üçüncü Ordu
Kumandanı Hafız Hakkı Paşa mevki’-i harbde, vazifesi başında hastalanarak vefat etti.
Fart-ı zekâ ve dirayetini, şecâat ve fedakârisini, vatanına muhabbetini her vesile ile
ispat etmiş, nezaket ve tevazuuyla, mezaya-ı ahlâkiyesiyle kendisini herkese sevdirmiş
olan Hafız Hakkı Paşa’nın vefatıyla Osmanlı ordusu cidden mühim bir ziya’ karşısında
bulunuyor.
Müşarünileyhin vatanına daha pek ali hizmetler ifa edecek bir çağda, hayatının
en cevval bir devresinde uful-i nagehani ve ebdiyesiyle pek müteessir bulunuyorum.
Kendisinin fırat-ı mümtazesini, iktidar ve şecia’atını görüp işitmiş, ne müstesna bir
cevher-i fetanet ve deha olduğunu idrak eylemiş olan her Osmanlı zabitinin de bu
güzide kumandanın irtihalinden mütevellid teessüratıma pek samimi bir suretde iştirak
edeceğinden eminim.
Tarih-i askerimiz menakıb-ı askeriye ve vatan-perveranesini ahlafa e’azım-ı
eshab-ı seyf arasında hiç şüphesiz Hafız Hakkı Paşa’ya da bir mevki-i tazim ve ihtiram
tahsis edecek ve bu şehid-i muhteremin hatıra-i mübeccelesi Osmanlı ordusunda
ebediyyen takdir ve sitayişlerle yâd olunacaktır. Vatanı uğrunda fedayı can ederek silah
arkadaşlarına müessir bir numune-i imtisal ihzar eden müşarünileyhin ruh-ı muazzezine
karşı medyun bulunduğumuz hürmet ve tazimi göstermek için bilcümle kıtaat ve mevakii askeriyede süre-i Yasin-i Şerif tilavet mesubatının ruh-ı müşarünileyhe ihda ve ithaf ve
rahmet ve gufran-ı İlahinin isticlab olunmasını tavsiye ederim.’’595
Behiye Sultan’ın, Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünü kesin olarak ne zaman öğrendiği
bilinmemektedir. Kaynaklardan anlaşıldığı üzere Hafız Hakkı Paşa’nın ölüm haberi ilk
önce Sultan Reşat’a iletilmiş, Sultan Reşat da bir muhasip aracılığı ile birkaç gün veya
Enver Paşa’nın öngördüğü şekilde birkaç ay sonra Behiye Sultan’ı durumdan haberdar
594
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 119.
Harp Mecmua’sı (Kasım 1915-Haziran 1918), Çeviriyazı: Faruk Önal-Selman Soydemir-Kemal
Erkan-Ahmet Temiz-Ömer Faruk Yılmaz-Ahmet Uçar, TTK, Ankara 2015, 30.
595
210
etmiştir. Behiye Sultan’ın yeğeni Şehzade Ali Vasıb Efendi, bu haberin kendilerine
tebliğini ve bunun karşısında Behiye Sultan’ın verdiği tepkiyi şöyle anlatmaktadır:
‘’Pek az bir zaman sonra eniştem, Erzurum hastanelerini ziyaret ediyor. Bu binlerce
insanı öldüren lekeli hummaya tutuluyor ve nihayet Şubat 1915’te Erzurum’da vefat
ediyor ve orada medfundur. Vefatından birkaç gün evvel kendisinden telgraf almıştım.
Telgrafında bana –inşallah gelirsiniz ve Kafkasya’yı gezdiririm- yazılıydı. Bu haber-i
elimi alında hepimiz pek müteellim olmuştuk.
Sultan Reşat, Behiye Halama bir muhasip aracığı ile eniştemin vefatını tebliğ etti.
Halam teessürün şiddetiyle, hissi buhranı neticesi, yıldırımla vurulmuş gibi bir hale
geldi. Siyahlara bürünüp odasının bir köşesinde ağzını açmayarak ve bir kelime
söylemeden dalgın dalgın günlerce, haftalarca yemek yemeği istemedi. Sadık
doktorumuz Avni Bey sabahtan akşama kadar halamın yanında olanca kuvvetiyle
halamı depresyondan kurtarmaya çalışıyor ve zor ile bazen birkaç lokma bir şey
yedirebiliyordu. Peder, büyükannem ve ben de arada gidip halamın karşısında
oturuyorduk.’’596
Yine Şehzade Ali Vasıb Efendi’nin aktardığına göre Talat Bey, Hafız Hakkı
Paşa’nın ölümünden sonra, yakın arkadaşının hatırasına hürmeten sık sık Behiye
Sultan’ı ziyaret etmekteydi. Bu ziyaretler haremlik-selamlık şeklinde gerçekleşiyor ve
bir aracı vasıtasıyla selamlar iletildikten sonra Talat Bey evin erkekleri ile sohbet
ediyordu. Talat Bey’in Behiye Sultan’ı son ziyareti Mondros Mütarekesi’nden hemen
önce olmuş ve mütareken sonra da Dâhiliye Nazırlığının ardından geldiği Sadrazamlık
makamından istifa edip yurt dışına gitmiştir.597
596
597
Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 83.
Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 83.
211
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ESERLERİ VE HAKKINDA YAZILANLAR
4.1. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ESERLERİ
Hafız Hakkı Paşa yetenekli ve cesur bir asker olduğu kadar ayrıca iyi bir yazar ve
hatiptir. ‘’Şurayı Ümmet’’ ve ‘’Tanin’’ gazetelerinde ‘’Vicdani’’ takma adı ile veya
imzasız olarak kaleme aldığı askeri ve milli içerikli makaleleri bulunmaktadır. Bunların
sayısı oldukça azdır. Yoğun bir şekilde orduyu gençleştirme düşüncesinin
propagandasının yapıldığı bu makalelerin dışında birkaç eseri daha bulunmaktadır.
Bilinen ilk eseri ‘’Şanlı Asker (Ali Çavuş)’’dir. 1911 yılında kaleme alınan bu eser,
hikâye türündedir ve askere öğüt niteliği taşımaktadır. Bir diğer eseri ‘’Bozgun’’ ise
Balkan Savaşlarının hemen sonrasında 1913 yılında basılmıştır. Bu eserde; askeri
bozgunluğun tarihi, sebepleri ve çözümleri üzeri üzerinde durulmaktadır. Bunların
dışında bir de günlüğü bulunmaktadır. 26 Ekim 1914-23 Ocak 1915 tarihleri arasını
kapsayan ve yakın tarihimizin önemli olayları ve meseleleri üzerinde aydınlatıcı bilgiler
veren bu günlük, Gazeteci-Yazar Murat Bardakçı tarafından yayına hazırlanarak 2014
yılının Aralık ayında okuyuculara sunulmuştur.
Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünden sonra devlet ilginç bir şekilde bu günlüğünün
peşine düşmüştür. Talat Bey 20 Şubat 1915’te mahrem sıfatıyla Erzurum Vilayeti ‘ne
bir telgraf çekerek 40 sayfalık muhtıra adıyla bahsettiği bu günlüğün postaya mı
verildiğini yoksa vilayet nezdinde mi muhafaza edildiğini sordu. Bu telgrafa ne şekilde
cevap verildiği bilinmemektedir.598 Talat Bey ve diğer devlet erkânının, kendileri ile
ilgili olumsuz bir söz ve ya devletin mahremiyetini ifşa edecek herhangi bir bilginin
mevcut olduğunu düşünerek bu günlüğün peşine düşmüş olmaları muhtemeldir. Ancak
bu günlüklerde birçok meselesiyle ilgili önemli bilgiler bulunmakta birlikte devlet
erkânını kaygıya sevk edecek herhangi bir olumsuz ifade yer almamaktadır. Nitekim
daha sonra Talat Bey de bu gerçeğin farkına varmış olacak ki günlüklerin peşine
düşmeyi bırakmış ve Hafız Hakkı Paşa’nın özel eşyalarıyla birlikte günlüklerinin de
ailesine iadesi için gerekli çalışmaları başlatmıştır.
598
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 122.
212
Bu günlüğün varlığından sadece Talat Bey haberdar değildir. Şerif Bey 1922
yılında kaleme aldığı ‘’Sarıkamış’’ adlı eserinde o gün için nerede olduğu bilinmeyen
bu günlükten bahsetmekte ve ortaya çıkması halinde Osmanlı Devleti’nin savaşa
girişiyle ilgili birçok muğlak noktanın aydınlığa kavuşacağını bildirmektedir. Şehzade
Ali Vasıb Efendi de hatıralarında böyle bir defterin var olduğundan, ancak halası
Behiye Sultan’ın bu defterin bir kısmını zayi ettiğinden bahsetmektedir.599 Behiye
Sultan’ın bir kısmını tahrip ettiği defterin Murat Bardakçı tarafından yayınlanan ‘’Hafız
Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü’’ adlı eser olup olmadığı kesin olarak
bilinmemektedir. Aynı defterin olması halinde bugün elimizde mevcut olan eserin eksik
olduğu söylenebilir. Bu halde hangi kısımlarının neden yok edildiği merak konusudur.
Eğer bahsedilen başka bir defter ise bu sefer Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış
Günlüğünün dışında hatıra ve ya yine günlük türünde bir eserinin daha olduğu sonucu
ortaya çıkmaktadır.
İki defterden meydana gelen günlüklerin Behiye Sultan’a intikal şekli kesin olarak
bilinmektedir. Aziz Samih Bey hatıralarında, Hafız Hakkı Paşa’nın ölmeden önce
Karargâh Komutanı Yüzbaşı Cemal Bey’e defterini Behiye Sultan’a götürmesi için
vaziyette bulunduğunu yazmaktadır. Günlük defteri bu kanalla Behiye Sultan’a
ulaşmıştır.600 Nitekim bu bilgiyi arşiv belgeleri de doğrulamaktadır. Erzurum Valisi
Tahsin Bey 21 Şubat 1915’de Dâhiliye Nezareti’ne çektiği telgraf şöyledir: ‘’Merhum
müşarünileyhin vasiyeti mucibince iki hatıra defteri Yüzbaşı Cemal Efendi’ye bil teslim
ailesi Sultan hazretlerine verilmek üzere bir hafta evvel İstanbul’a gönderilmiştir.’’601
Bununla birlikte Hafız Hakkı Paşa, Bozgun adlı eserinde bugün mevcudiyeti
bilinmeyen iki eserinden daha bahsetmektedir. Bunlar; ‘’Dertler ve Devalar Trakya
Darü’l Harbinde’’ ile ‘’Yiğitlik ve Birlik’’ adlı eserleridir. Ordunun hali kısmında (*)
işareti ile verilen dipnotta şu bilgiler yer almaktadır: ‘’Bu hususta Yiğitlik ve Birlik adlı
eserimde etraflı izahat olduğundan burada kısa geçilecektir. Eser, zaman müsait olursa,
yakında neşrolunacaktır.’’602 Bu bilgilerden eserin yayınlanmadığı sonucu çıkmaktadır.
Dertler ve Devalar-Trakya Darü’l Harbinde adlı eserin ise bir külliyat olduğu ifade
edilmektedir. Bozgun’un ‘’Seferberlik’’ bahsinde verilen şu dipnottan bu eserin
599
Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 83.
Aziz Samih, Kafkas Cephesi Hatıraları, 35.
601
BOA. 08 Şubat 1330. Dosya No: 462Gömlek No:48 Fon Kodu: DH. ŞFR. 01.
602
Hafız Hakkı Paşa, Bozgun, 95.
600
213
yayınlandığı anlaşılmaktadır: ‘’Dertler ve Devalar külliyatının Trakya Darü’l Harbinde
eserime bak.’’603 Hafız Hakkı Paşa’nın Harp Mecmuası’nda yer alan kısa biyografisinde
Yiğitlik ve Birlik adlı eserin Bozgun’a ek olarak yazıldığı ve basılmadığı ifade
edilmektedir.604
Yakın dönemin aydın şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilen Hafız Hakkı Paşa
eserlerinde gayet sade ve anlaşılır bir dil kullanmaktadır. Bunun yanı sıra eserlerini
kaleme alırken birçok yerli ve yabancı yazarların kitaplarından faydalanmıştır. Bunlar
daha çok askeri tarih, sosyoloji, psikoloji, felsefe ve antropoloji alanlarında kaleme
alınmış eserlerdir.
26 Şubat 1909’da Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakını protesto için Sultan
Ahmet Camisi’nin avlusunda düzenlediği mitingde yaptığı ateşli konuşma ise hatip
kişiliğinin açıklanması bakımından iyi bir örnektir.605 Hafız Hakkı Paşa 1913’ün
sonlarında Harbiye Nezaretince yasak gelmesi üzerine Şurayı Ümmet ve Tanin
gazetelerindeki makale yazımlarına son vermek zorunda kalmıştır. Bu sıralarda genç bir
gazeteci olan Falih Rıfkı (Atay) daha sonradan kaleme aldığı ‘’Zeytindağı’’ adlı
eserinde bu olaya temasla şunları söylemektedir: ‘’Tanin Gazetesinde çalışıyordum.
İzzet Paşa, Harbiye Nazırı, Cemal Bey İstanbul Muhafızıdır. Her şeyi büyük ve yeni bir
Osmanlı Ordusundan ve orduyu kendi gençliğinden bekliyorduk. Az süren bir Tanin
gençliği vardır. Hafız Hakkı’nın, ‘Ordu ve Gençlik’ yazıları, parti gazetesinin işte o
politikacılık günlerinde çıkmıştır. Bir gün Harbiye Nezaretinden ‘Vicdanı’ imzalı ‘Ordu
ve Gençlik’ makalelerini yasaklayan bir emir geldi. Son müsveddesini çantasına
koyarak bize veda eden Hafız Hakkı –kalemle yapamadıklarımızı silahla yapacağızdiyordu. Arkasından ve şevk ile bakakalmıştık. O zamanın gençliği, çabuk sever, çabuk
inanır ve bağlanırdık.’’606
603
Hafız Hakkı Paşa, Bozgun, 153.
Harp Mecmua’sı, 11.
605
Konukçu, İki Mezar, 55.
606
Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı, Pozitif Yayınevi, İstanbul 2008, 32.
604
214
4.1.1. Şanlı Asker (Ali Çavuş)
Kurmay Binbaşı Hafız Hakkı Bey’in I. Kolordu Kurmay Başkan Vekili
Görevinde bulunduğu sırada kaleme aldığı Şanlı Asker (Ali Çavuş)607 ilk kez 1911
yılında ‘’Tanin Matbaası’’ tarafından Osmanlıca olarak basılmıştır. O yıllarda birçok
baskısı çıkan eser günümüz Türkçesine ise Mehmet Açıkgözoğlu tarafından aktarılarak,
1973 yılında Sinan Yayınevi’nden çıkan baskısıyla yeniden okuyuculara sunulmuştur.
Ardından 1975 yılında Bedir Yayınevi ve 1994 yılında ise Genelkurmay Basımevi’nden
birer baskısı daha çıkmıştır.
Zaten sade bir dille yazılmış olan eserde çok fazla bir
değişiklik yapılmamıştır.
Balkan Savaşlarının hemen öncesinde hikâye türünde kaleme alınan bu eserin ana
teması ‘’itaat ve cesaret’’ kavramlarıdır. Hikâyenin başkahramanı Manastırlı Ali
Çavuş’tur. Eserde 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, Rumeli Cephesi ağırlıkta olarak
anlatılmaktadır. Anadolu Cephesi’ne de kısmen değinilmiştir. Eserin kaleme
alınmasında güdülen temel gaye savaşta uyulması gereken birçok askeri kuralı
okuyuculara aktarmaktır. Bu yüzden yazar eserinin özellikle askerler tarafından okunup,
anlaşılmasını istemektedir. Tüm bu kurallar usta bir Osmanlı askeri olan Ali Çavuş’un
Osmanlı-Rus Savaşı’ndaki tecrübelerine dayandırılmış ve birinci bölümde olaylar onun
ağzından anlatılmıştır. Eserin dili oldukça sadedir. Cümleler kısa ve açık, ancak anlatım
sıkıcıdır. Hikâyenin ana karakteri dışındaki karakterler sınırlı ve siliktir. Mekân tasviri
oldukça azdır. Yine durum tasviri ve psikolojik tahlillere de pek yer verilmemiştir. Eser
çok basit kurgular üzerinde şekillenmiştir. Kuvvetli bir anlatımdan yoksundur. Eserde
baş düşman olarak görülen Ruslara karşı duyulan nefret defalarca dile getirilmiştir.
Buna karşı Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükseliş devri padişahlarına karşı aşırı bir
saygı ve sahiplenme durumu söz konusudur. Eser kısa bir girişin ardından yayıncı ve
yazara ait iki farklı önsöz ve iki ana bölümden oluşmaktadır.
Giriş bölümünde; Hafız Hakkı Paşa’nın kısa bir biyografisi verilerek, eser
hakkındaki olumlu izlenimler aktarılmıştır. Özellikle bir asker olan Hafız Hakkı
Paşa’nın yazar yönü üzerinde durulmuş ve diğer eserleri hakkında bilgi verilmiştir.
607
Hafız Hakkı Paşa, Şanlı Asker (Ali Çavuş), Yay Haz: Mehmet Açıkgözoğlu, Bedir Yayınevi, İstanbul
1975.
215
Yayıncının algısında Hafız Hakkı Paşa, donanımlı bir asker olduğu kadar iyi bir yazar
ve hatiptir.
Yayıncıya ait önsözde; yeni neslin ecdadını tanıması ve her zaman düşmana karşı
uyanık olması gerektiği vurgusu yapılarak, eserin bu hususları öğrenip anlamaya
yönelik olduğu ifade edilmiştir. Yayıncı özellikle ezeli Türk-Rus düşmanlığına temas
ederek, tarih boyunca Türk toprakları ve Türklük üzerinde kötü emelleri olan Rusların
hiçbir zaman Türklere dost olamayacağını belirtmiş ve eserin Latin alfabesiyle yeniden
basıldığı yıllarda Türkiye için büyük bir tehdit olan Komünizm tehlikesine karşı
gençleri uyarma gayretine girmiştir. Bu akıma tabi olanlara karşı ise ağır ithamlarda
bulunarak milliyetçi-mukaddesatçı bakış açısını ortaya koymuştur.
Yazara ait önsözde ise eserin ana teması olarak ifade edilen itaat ve cesaret
kavramları üzerinde durulmuştur. Yazar bu iki özelliğin aynı anda bir askerde olması
gerektiğini vurgulamaktadır. İkisinden birinin eksik olması halinde diğerinin tek başına
mevcut olmasının hiçbir anlam ifade etmediğini belirtmektedir. Bu kısımda bu iki
kavram hakkında sarf edilen şu sözler dikkat çekicidir ve aynı zamanda eserin özeti
niteliğindedir:
‘’Askerlik ruhu itaat ile cesarettir. İtaat, barışta, savaşta tereddütsüz itaat.
Şarapnel, kurşun altında sessizce bir itaat. Amirin iyi, kötü her emrine itaat. Kanuna,
nizama, talimnameler hükümlerine yalnız kışlada, yalnız talim meydanlarında değil
düşman karşısında mermiler altında tam bir itaat. Benim itaat sözünden anladığım işte
budur. Şanlı Osmanlılığın kanındaki itaat da budur.
Cesaret, barışta, savaşta hakiki gayenin temini hususunda mesuliyeti, ölümü
küçük görerek, iyi iş görmek için lazım gelen çelikten bir dimağ ve demirden bir kalp.
Kurşun yağmuru altında ateşi daha ileri götürmek, biran evvel kılıcı düşmanın
kafasına vurmak, süngüyü düşmanın böğrüne saplamak, şanlı bayrağımızı düşman
mevkiine dikmek için ateşli bir arzu.’’ Bu bölümde yazar son olarak kitabın kısa bir
tanıtımını yapmıştır. Kaç bölümden oluştuğu, konusu ve geçtiği mekânlarla ilgili bilgi
vermiştir. Ayrıca yazar ‘’bu kitapta takip ettiğim emel, milletimizin zaten kanında
bulunan bu iki kuvveti faydalı bir surette temenni etmektir. ‘’ demek suretiyle kitabı
yazış amacını ortaya koymuştur.
216
Birinci bölümde; Süleyman Paşa ordusu ile 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na
katılan Ali Çavuş’un ağzından Zağra ve Şıpka Savaşları anlatılmaktadır. Ali Çavuş,
yazarın tasviriyle; Manastır’ın Lera Köyü’nden uzun boylu, aksakallı, nur yüzlü, geniş
omuzlu, aslan gibi bir Osmanlıdır. Osmanlı-Rus Savaşı’nda otuz-otuz beş yaşlarında
iken orduya girmiş, Zağra ve Şıpka Savaşlarında onbaşı ardından da çavuş olarak
bulunmuştur. Yazarın Ali Çavuş ile ahbaplığı Manastır’da eşkıya ile mücadele ettiği
dönemlere tesadüf eder. Ali Çavuş her hafta pazara gelirken sabahleyin talim
meydanına uğrar ve eğitimleri yakından takip eder. Yazar tamamıyla gerçek bir karakter
olduğunu ifade ettiği Ali Çavuş ile bu sayede tanışır ve fırsat buldukça 1877-1878
Osmanlı-Rus Savaşı’na dair hatıralarını dinlemeye ve kaydetmeye başlar. Yazar dürüst
ve sözüne güvenilir bir kişi olarak nitelediği Ali Çavuş’un anlattıklarıyla hap okulunda
öğrendiği askeri kuralları bir araya getirerek askere öğüt niteliği taşıyan bu eseri kaleme
alır. Eserde güdülen temel gaye, barışta ve seferberlikte askerin uyması gereken kuraları
en faydalı şekilde anlatmaktır. Akılda daha iyi kalmasını sağlamak için eser hikâye
türünde kaleme alınmıştır. Temel vurgu daha önce de ifade edildiği gibi itaat ve
cesarettir. Bu özellikler sayesinde geçmişte büyük zaferler elde etmiş olan Osmanlı
ordusu, bugünde ancak cesaretin mevcudiyeti ve erlerin kayıtsız şartsız komutanların
verdikleri emirlere itaat etmeleri ile yeni zaferler elde edilebilir. Ali Çavuş her yönüyle
mükemmel bir Osmanlı askeri olduğu için hikâye onun ağzından anlatılmıştır.
Bu bölümün ilk kısmında seferberlikten önce ve seferberliğin ilan edildiği sırada
askerin uyması gereken kurallar üzerinde durulmuştur. Buna göre bir Osmanlı askeri her
zaman fiziken ve ruhen savaşa hazır olmalıdır. Savaşta kendisine lazım olacak olan iç
çamaşırlarını, kıyafetlerini ve potinlerini hazır tutmalıdır. Seferberlik ilan edildiği andan
itibaren ise bir an bile beklemeden ve hatta yakınlarıyla dahi vedalaşmadan hemen
çağrıya kulak vermeli, birliğine gitmelidir. Aksi takdirde düzensizlik olur ve ordu daha
sefere çıkmadan mağlup hükmüne girer.
İkinci kısımda ise seferberlikte askere lazım olan teknik bilgiler ve bir Osmanlı
askerinde bulunması gereken ahlaki özellikler sıralanmıştır. Askerin rakamları
bilmesinin önemi, kullandığı tüfekle ilgili teknik detaylar, taarruz, yürüyüş ve gece
muharebelerinde dikkat edilmesi gereken hususlar, salgın hastalıkların çıkış şekli ve bu
hastalıklara yakalanmamak için alınması gereken önlemler, grup halinde yürümenin
önemi, cephanenin boşa harcanmaması, atış yöntemleri vb. konular üzerinde ayrıntılı
217
bilgiler verilmektedir. Ayrıca savaş hukuku üzerinde de özellikle durulmaktadır.
Cephede yaşananlar Ali Çavuş’un ağzından anlatılmaktadır ve tüm bu kurallar onun
askerlik hayatı boyunca edindiği tecrübelerine, çıkarımlarına ve komutanlarından
öğrendiklerine dayandırılmaktadır.
Askerin ahlaki özellikleri üzerinde ise ayrıca durulmaktadır. Yazara göre bugünün
Osmanlı askeri ‘’şanlı babalarımız’’ şeklinde tabir ettiği atalarına benzemelidir. Tüm
zorluklara rağmen düşman karşısında ilerlemekten çekinmemelidir. ‘’ileri, daima ileri’’
sloganı defalarca tekrarlanmaktadır. Yazara göre; geri çekilen asker ahlaki bakımdan
noksandır ve her türlü cezaya müstahaktır. Ele geçirilen mevzi asla terk edilmemelidir.
Ancak ve ancak komutanın emriyle geri çekilmek söz konusu olabilir. Komutan her ne
emir verirse muhakkak doğrudur anlayışı hâkimdir. Bunun yanı sıra komutanlarda
bulunması gereken özellikler de sıralanmıştır. Buna göre; savaş sırasında subaylar
askerleri cesaretlendirmeli, onların savaş şevkini arttırıcı sözler söylemeli ve askerine
baba şefkati ile yaklaşmalıdır. Komuta asla boş bırakılmamalıdır. Komutanın şehit
olması halinde çavuşlar, çavuşlarında aynı akıbete uğraması halinde onbaşılar ve
nihayet cesur erler komutayı devralmalıdırlar.
Eserde Ali Çavuş’un yanı sıra Mülazımıevvel Halil Efendi adında bir şahıs
zikredilmektedir. Halil Efendi, Ali Çavuş’un komutanıdır. Henüz on dokuz-yirmi
yaşlarında bir Osmanlı subayıdır. Ancak sahip olduğu meziyetler bakımından tecrübeli
bir komutandan farksızdır. Halil Efendi bütün komutanlarda bulunması gereken ahlaki
ve teknik donanımlara sahiptir. Nitekim askeri önünde kahramanca düşmana taarruz
ederek şehit olmuştur. Yazar muhtemelen Halil Efendi adındaki kahramanı babası
Mülazımıevvel Hacı Halil Efendi ile özleştirmiştir. Nitekim isim ve rütbe itibariyle iki
şahıs da örtüşmektedir.
Birinci bölümün sonunda itaat ve cesaret sahibi olan Osmanlı askeri tüm
zorluklara rağmen Zağra ve Şıpka Savaşlarından galibiyetle çıkar ve savaş boyunca en
önde giderek büyük kahramanlıklar sergileyen Ali Çavuş (bu zamana kadar onbaşı)
bizzat Başkumandan tarafından gümüş nişanla ödüllendirilir ve çavuşluğa terfi ettirilir.
Böylelikle en zor dönemlerde dahi itaat ve cesaret sahibi askerlerle büyük zaferler
kazanılabileceği
yapılmaktadır.
ve
kahraman
askerin
muhakkak
ödüllendirileceği
vurgusu
218
İkinci bölümde ise 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı içinde önemli yeri olan Plevne
Müdafaası, Lofça ve Arabakonak Savaşları ile Anadolu Cephesi’nden kısaca
bahsedilmektedir. Ali Çavuş bu bölümde ortadan kaybolmaktadır. Olaylar bizzat
yazarın ağzından anlatılmaktadır. Bunun dışından verilmek istenen mesaj ilk
bölümdekiyle aynıdır. Öğüt verme ve askeri kuralları sıralama anlayışı devam
etmektedir. Bu bölümde tarihi olaylar hakkında bilgi verilmekle birlikte tarih metoduna
özen gösterilmemiştir. Oldukça yüzeysel ve dağınık bir anlatım söz konusudur. Çoğu
kez olaylar tarih verilmeden anlatılmıştır. Olayların genel seyrinden çok bunların
içinden öğüt çıkarılacak hadiselerin aktarılmasına özen gösterilmiştir. Bunun içindir ki
askeri tarih yazımlarında görülen birliklerin vaziyeti, mevcudu ve komuta kademesine
dair bilgiler bu eserde yer almamaktadır. Bununla birlikte bu bölümde eser hikâye
vasfını kaybederek bir tarih kitabı olma özelliğine kavuşmaktadır. Bu da eserin genel
türünü ortaya koymayı zorlaştırmaktadır. Bu bölümde; 1877-1878 Osmanlı-Rus
Savaşı’nda yıldızları parlayan Gazi Osman Paşa ve Gazi Ahmet Muhtar Paşa, askeri ve
ahlaki yönlerden övülerek ideal birer komutan olarak tasvir edilmektedir. Savaş Ruslar
tarafından kazanılmasına rağmen, yazar eserinde sadece Türklerin galip geldiği
çarpışmalardan bahsetmektedir. Masa başındaki yenilgiye değinilmemektedir. Bu
yüzden eseri okuyan bir kimse savaşın Türkler tarafından kazanıldığını düşünebilir. Bu
bölümde ayrıca Arnavut ve Boşnak gibi farklı unsurların hizmetlerine değinilerek
‘’Osmanlıcılık’’ vurgusu yapılmaktadır. Yazarın son vurgusu ise askerin kesinlikle din
ve devlet işlerine karışmaması, dinine hürmet etmesi ve devletine körü körüne bağlı
olması yönündedir. Eser, Aziziye Tabyaları’nda yapılan kahramanca çarpışmalar
sonucu Rusların Erzurum’dan çekilmesi hadisesiyle biter. Çok ilginçtir ki yazar, ismini
tarih kitaplarından bildiği bu bölgeye kısa bir müddet sonra bizzat gitmiş ve örnek bir
kumandan olarak tasvir ettiği Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın düşmanla mücadele ettiği bu
topraklarda ilk önce kolordu ardından da ordu komutanı olarak yine aynı düşmana karşı
mücadele vermiştir.
Diğer eserlerinde olduğu gibi bu eserinden de Hafız Hakkı Paşa’nın dünya
görüşüyle ilgili birçok bilgi edinmekteyiz. Asker olduğu kadar yazar ve hatip kişiliği ile
de ortaya çıkan ve yakın arkadaşları tarafından ahlakı ve bilgisi sıklıkla övülen Hafız
Hakkı Paşa, şiddetle Osmanlı toplumunun ilerlemesini ve hak ettiği seviyeye
yükselmesini istemektedir. Bu yüzdendir ki Osmanlı Devleti’nin bütünlüğüne kast eden
219
düşmanlara karşı yoğun bir nefret beslemektedir. Bunların başında ‘’Moskoflar’’ olarak
tabir ettiği Ruslar gelmektedir. Hafız Hakkı Paşa kendisinin de ifade ettiği üzere son üç
yüz yılda meydana gelen Türk-Rus savaşlarına dair birçok eser okumuş ve bir takım
çıkarımlarda bulunmuştur. Hayatını bu ezeli düşmanı bir gün mağlup etmeye ve
Rusların esareti altında bulunan Türkleri ve Müslüman olan diğer kavimleri
hürriyetlerine kavuşturmaya adayan Hafız Hakkı Paşa bu fırsatı Sarıkamış’ta yakalamış
ancak başarılı olamamıştır. Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Seferi’ni ısrarla istemesi ve
bu yönde Erzurum’dan olumlu raporlar göndermesinin ardında yatan temel gerçek
Ruslara karşı duyduğu bu derin nefret duygusu olsa gerek.
Bu eserden Hafız Hakkı Paşa adına çıkarılabilecek diğer özellikler, tarihe olan
ilgisi ve atalarına karşı duyduğu derin saygı ve özlemdir. Türkçü-İslamcı bakış açısıyla
meselelere bakan Hafız Hakkı Paşa tarihe oldukça meraklıdır. Eserin içinde Osmanlı
Devleti’nin kuruluşundan Yavuz Sultan Selim’in Mısır Seferi’ne ve Yeniçeri Ocağı’nın
kaldırılmasına değin birçok tarihi olay ana çizgileri ile aktarılmış ve özellikle kuruluş ve
yükseliş devri padişahlarına karşı yüceltici ifadeler kullanılmıştır.
Son olarak bu eserden Hafız Hakkı Paşa’nın memleket özlemine dair bir takım
çıkarımlar yapmak mümkündür. O gün için hala Osmanlı idaresinde bulunan ancak kısa
bir süre sonra elden çıkan, doğup büyüdüğü şehir olan Manastır’ı şöyle tasvir
etmektedir: ‘’Manastır, esir Rumeli’nin göbeğinde büyük kışlaları, camileri,
çağlayanları, zümrüt gibi yeşil ovalarıyla pek güzel bir Türk şehridir.’’ Hafız Hakkı
Paşa, eserin çeşitli yerlerinde Rumeli’nin bir kısmının elden çıkışından duyduğu
üzüntüyü dile getirmiş ve bu toprakların düşman işgalinden kurtulmasını sonraki
nesillere en birinci ödev olarak bırakmıştır.
4.1.2. Bozgun
Erkânıharp Binbaşısı Hafız Hakkı Bey’in Balkan Savaşlarının hemen sonrasında
kaleme aldığı Bozgun608 ilk olarak 1913 yılında Tüccarzade İbrahim Hilmi Efendi’nin
naşirliğinde Matbaa-i Hayriye ve Şürekâsı tarafından Arap harfleriyle olarak basılmıştır.
Tercüman yayınları tarafından ise günümüz alfabesine aktarılarak, 1001 Temel Eser
serisi içerisinde günümüz okuyucularına sunulmuştur.
608
Hafız Hakkı Paşa, Bozgun, Tercüman Yayınları, İstanbul 1972.
220
Askere öğüt niteliği taşıyan bu eserde; askeri bozgunluklar, tarihi örnekleri ve
nedenleri ile birlikte anlatılmaktadır. Bozguna uğrayan erlerin ve birliklerin ruh hallerini
çok iyi tahlil eden yazar aynı zamanda toplum psikolojisi ve toplumda görülen
bozgunlukları da eserinde incelemektedir. Yazar, gelişmiş, geri kalmış bütün
toplumlarda görülen bozgunun tam manasıyla engellenmesinin imkânsız olduğunu
belirtmekle birlikte bunu asgari seviyeye indirmenin mümkün olduğunu ifade
etmektedir. Eser bu amaca hizmet etmek için kaleme alınmıştır. Derin bir tarih bilgisi ve
entelektüel birikimle kaleme alınan bu eserde, yazar iyi bildiği birkaç yabancı dil
sayesinde Avrupalı yazarların eserlerinden faydalanmıştır. Darwin’in ‘’İnsanın Türeyişi
(İnsanın Menşei)’’, Gustave Le Bon’un ‘’Kitleler Psikolojisi (Ruhü’l Cemaat)’’, II.
Mahmut döneminde Osmanlı Devleti’nde görev yapmış olan Alman Helmuth Von
Moltke’nin ‘’1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı’’, Herbert Spencer’in ‘’A system Of
Synthetic Phliosophy’’, Miralay Emil Pekoloyf’un ‘’Harpte Panik’’ ve Bronsart Von
Schellendorff’un ‘’Japon Ordusunda Altı Ay’’ ve General Martinof’un ‘’Rus
Hezimetlerinin Sebepleri’’ gibi eserler incelenmiş ve yer yer bu eserlerden alıntılar
yapılmıştır. Bunların yanı sıra Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın ‘’III. Kolordu’nun
Muharebatı’’, Mehmet Arif Bey’in ‘’Başımıza Gelenler’’ vb. yerli eserlerden de
faydalanılmıştır.
Eserde metodolojiye dikkat edilmemiştir. Konu bütünlüğü söz konusu değildir.
Bu durumun farkında olan yazar ‘’eserde usulden çok faydanın amaç edildiğini’’
söyleyerek bu açığı örtmeye çalışmaktadır. Eserin dili oldukça sadedir. Bu yüzden
elimizdeki baskısında çok fazla bir sadeleştirme gayretine girilmemiştir. O dönemlerde
yeni yeni filizlenmeye başlayan öz Türkçe hareketine sahip çıkan yazar, Arapça, Farsça
ve diğer yabancı dillerden dilimize girmiş olan kelimeleri oldukça az kullanmaya dikkat
etmiştir. Söz gelimi yazar, o dönemlerde eserlerin giriş kısımlarını belirtmek için
kullanılan ‘’Medhal’’ kelimesi yerine öz Türkçe olan ‘’Başlangıç’’ kelimesini
kullanmıştır.
Eser bir başlangıç kısmı ile sekiz ana bölüm ve ekler kısmından oluşmaktadır.
Ayrıca yayıncıya ait bir giriş kısmı ve eserde adı geçen şahısların kısa biyografilerine
yer veren bir bölüm daha bulunmaktadır. Giriş kısmında; Tercüman Yayınlarının yayın
faaliyetlerinden ve adı geçen eserin basılış amacından bahsetmektedir. Bu kısımda
221
ayrıca yazarın kısa bir biyografisi yer almakta ve yazar tarafından ‘’son bozgun’’ olarak
nitelendirilen Balkan Savaşları üzerinde kısa durulmaktadır.
Başlangıç kısmında; yazar, çok akıcı bir şekilde doğup büyüdüğü ve yıllar önce
kardeşini mezara koyduğu Manastır şehrini tasvir etmekte ve Manastır’la birlikte bütün
Rumeli’nin kaybedilmesinden duyduğu hüznü dile getirmektedir. Yazarın sanatını
konuşturduğu bu bölümden birkaç örnek vermek gerekir: ‘’Rumeli’nin ortasında,
Perister’in yalçın eteklerinde, çağlayanlar, ormanlar, bahçeler, yeşillikler içinde bugün
düşman ayakları altında sevimli bir Türk şehri vardır. Orada beyaz bir caminin, ince
beyaz minaresinin dibinde, dallarına sarı güller sarılmış, küçücük bir servinin
gölgesinde yirmi sene evvel biricik kardeşimi gömdüğüm, sarı saçlarını, ela gözlerini,
uçuk yüzünü, narin zayıf endamını bir daha görememek üzere kara topraklara
bıraktığım zaman, gözümün önünde cihan zindan kesilmiş idi.’’
‘’Şimdi Manastır’a benzeyen Bursa’nın zümrüt ovaları, ince uzun kavakları bana
Manastır ovalarını hazin hazin hatırlatıyor. Şimdi bana Kızıl Irmak’ın uğultusu, birçok
kadınlara, kızlara, ihtiyarlara mezar olan Vardar’dan bir sürü şühedanın müşterek ah-ı
vahı gibi geliyor.’’
‘’Altın mehtaplar, gümüş çağlayanlar, zümrüt ormanlar, güzel göller, çiçekler,
şakıyan bülbüller, cıvıldayan kuşlar, bana hep Osmanlılığın sevgili Rumeli’sini acı acı
düşündürüyor. Yüreğimde Anadolucuğumuza büyük bir şefkat, mübarek Rumeli’yi
çiğneyenlere pek ateşli fırtınalı bir husumet uyandırıyor.’’
Birinci bölümde; yazar son felaketimiz dediği Balkan Savaşları’nda gördüğü
bozgunluğu aktararak, konuya en yakın örnekle giriş yapmaktadır. Ardından dünya
tarihinden örnekler vermekte, bozgunun eski Yunan savaşlarından beri mevcut
olduğunu, iyi, kötü, eğitimli, eğitimsiz her askere musallat olabileceğini ve bozgunluk
sırasında askerin dini, namusu, ülkesi ve şerefi adına hiçbir şey düşünemeyeceğini
vurgulamaktadır. Yazar ayrıca bozgunun gelişmiş, geri kalmış her millette
görülebileceğini, ancak tedavisinin kısmen mümkün olduğunu bildirmektedir. Eski
tarihlerin sadece şan ve şerefi göstermesi sebebiyle gerçeği aktarmaktan uzak olduğunu
ifade eden yazar, galip gelinen savaşlarda dahi bozgunlukların muhakkak araştırılması
gerektiğine vurgu yapmaktadır. Bu bölümün sonunda ise eserin kaleme alınmasındaki
amaç şu sözlerle ifade edilir: ‘’Bu yazılarda maksat, bozgunlukların meydana getirdiği
222
yılgınlığı gidermeye çalışmak ve eski tarih sahifeleri ile son felaketimizin bazı
sahifelerini karşılaştırmak suretiyle bozgunluk derdini ortaya dökmek ve mümkün
mertebe devasını bulmaktır.’’
İkinci
bölümde;
Osmanlı
tarihinde
bozgunluklardan
örnekler
verilerek,
bozgunluğun sebeplerinin muhakkak araştırılması gerektiği vurgusu yapılmaktadır.
Yazar Osmanlı Devleti’nde bozgunluğun kuruluş ve yükseliş dönemlerinden beri var
olduğunu, Kosova, Niğbolu ve Varna savaşlarında görüldüğünü, ancak güçlü teşkilatlar
sayesinde yıkıcı etki yapmadığını ifade etmektedir. Bu dönemlerdeki bozgunluk, sağlam
bir vücuda girmek isteyen, ancak barınamayıp yok olan hastalık mikroplarına
benzetilmektedir.
Yazar Osmanlı Devleti’nde asıl bozgunun II. Viyana Kuşatması’ndan itibaren
başladığını ve devletin zayıflamasına paralel olarak artış gösterdiğini kaydetmektedir.
Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti ile sonuçlanan 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı ise
kırılma noktası olarak gösterilmekte ve bu mağlubiyetten sonra bozgunun iyice ordunun
içinde yayıldığı ifade edilmektedir. Yazara göre bozgunluk, Yeniçeri Ocağı’nın
kaldırılmasıyla önlenmiş gibi gözükse de 1853-1856 Kırım ve 1877-1878 Osmanlı-Rus
savaşlarında yeniden canlanmıştır. Bu bölümde son olarak Osmanlı Devleti gibi
asırlardan beri bozgunun acısını çeken bir devlette bu konuyla ilgili araştırma
yapılmaması eleştirilmekte ve son asrı zaferlerle dolu olmasına rağmen bozgunlukla
ilgili yüzlerce araştırma yapmış olan Almanya örnek olarak gösterilmektedir.
Üçüncü
bölümde;
bozgunun
psikolojik
sebepleri
ve
çeşitleri
üzerinde
durulmuştur. Yazar bozgunu şöyle tanımlamaktadır: ‘’Her dilde panik denilen ani
bozgunluk, insanların hakiki ve ya hayali bir ölüm tehlikesi karşısında, birden bire
öteye beriye koşuşmasıdır.’’ Yazara göre bozgunun ardında yatan gerçek insanın
yaratılıştan gelen korunma hissidir. İnsanın belli başına bir ruh hali olduğu gibi
toplumun da ortak bir ruhu vardır ve bozgun özellikle topluluk halindeyken meydana
gelir. Yalnız başına iken bir insanı etkilemeyen bir olay topluluk içinde bozguna
sebebiyet verebilir.
Bu bölümün ikinci kısmında; sıradan bir toplumda görülen bozgun ile belirli bir
amaç için bir araya gelen askeri birliklerde meydana gelen bozgunun derecesi
kıyaslanmaktadır. Gustave Le Bon’un ‘’Kitleler Psikolojisi (Ruhü’l Cemaat)’’ eserinden
223
alıntı yapan yazar, askeri birliklerin alelade ortak ruhlu bir toplum olmadıklarını,
düzenli bir şekilde bir araya gelmiş bir toplumun ruh halini gösterdiklerini ve böyle bir
topluluğun sıradan bir amaç için bir araya gelen toplumlara kıyasla daha sağlık
davranışlar sergilediğini ifade etmektedir. Bu görüşe göre; sıradan bir toplum içinde
ülkü birliği olmadığından dolayı herhangi bir kötü olay karşısında bozgunluk daha
çabuk etkisini gösterir. Ortak bir ülkü etrafında toplanan askeri birlikler ise her an
tehlikeyle karşı karşıya kalabileceklerini bildikleri için bozguna karşı daha
dayanıklıdırlar. Bu konuda yazar ayrıca Darwin’in ’İnsanın Türeyişi (İnsanın Menşei)’’
adlı eserini referans göstererek, düzenli orduların, düzensiz bir topluluğa karşı daha
üstün olduğunu ve bunun her bir askerin arkadaşlarına ve üstlerine olan emniyet ve
itimat duygusundan kaynaklandığını belirtmektedir. Bu bölümde yazar, psikoloji
bilimin derinliklerine kadar inerek bu alana ne kadar vakıf olduğunu göstermektedir.
Dördüncü bölümde; savaştan önce görülen bozgunluğun sebepleri üzerinde
durulmaktadır. Yazar bu bölüme şu sözlerle başlamaktadır: ‘’Nöbetler geçiren bir
hastanın, vereme yakalanan bir vücudun uğradığı hastalıklar, ekseriya daha evvelce
vücudun bu afetlere müsait olacak bir hale gelmesindendir.’’ Yazara göre bozgunun
belirtileri savaştan önce görülür ve sebebi devletin içinde bulunduğu sosyo-iktisadi
şartlar ile milli eğitimin kalitesiyle ilgilidir. Bu bölümde Osmanlı Devleti’nin o gün
içinde bulunduğu sosyo-iktisadi yapısına ve eğitim sistemine ciddi eleştiriler sarf
edilmektedir. Yazar Osmanlı halkının içinde bulunduğu vaziyeti şöyle tasvir etmektedir:
‘’Bir kere sefalet içinde yüzen, köylüsü gıdasızlıktan, havasızlıktan çürüyen, şehirlisi
esrar kahvelerinde sararıp solan, pamuklar içinde kadınlaşan bir milleti düşünelim. Bir
de insanca yaşayabilen, yiyeceği, evi olan, refah ve saadet içinde bulunmasıyla yüzleri
kızarmış, beli doğrulmuş köylüleri, boş vakitlerini kahve pekelerinde değil evde, at
üstünde, cirit oyunlarında, sporlarda vakit geçiren şehirlileri ile dinç, tam erkek bir
milleti göz önüne getirelim. Şüphesiz ki köylüleri çürümüş, beli bükülmüş, şehirlileri
kadınlaşmış millet, diğerinden bin kat daha ziyade bozgunluğa maruzdur.’’ Ardından
eğitim konusuna temas eden yazar, ordu bozgunluğunun ilk temelinin sıhhati ve sinirleri
bozuk anaların kucağında başladığını ifade etmektedir. Maddeten ve manen sağlıklı
nesiller yetiştirilmesi gerektiğini vurgulayan yazar, bunun mektepte başladığını,
mekteplerde zihinleri yoran derslerden çok çocukları ruhen ve bedenen dinlendiren ve
onların sağlıklı birer fert olmalarına imkân veren derslerin okutulması gerektiğini
224
belirtmektedir. Özellikle izcilik, atıcılık ve dağcılık gibi derslere önem verilmesi
gerektiği vurgulanmaktadır.
Beşinci Bölümde; fedakârlık hissi ve bu hissin toplumda gelişmesi için aydınlara
düşen görevlerden bahsedilmektedir. Yine burada da eğitim konusuna temas edilmiş ve
devrin aydın kesimine karşı ciddi eleştiriler yöneltilmiştir. Yazara göre galibiyetin
birinci şartı fedakârlıktır. Yetişmemiş bir millette Allah korkusu ve iman kuvveti zayıf
olduğu için fedakârlık hissi de noksandır. Yazar kendi toplumunda, topluma yön
verecek ve fedakârlık hissini geliştirecek rehberlerin hocalar ve mektep mezunları
olması gerektiğini belirtmektedir. Ancak bu iki grubunda rehber olma vasfına ve
bozgunluğun önüne geçecek azim ve iradeye sahip olmadıklarını ifade etmektedir.
Özellikle hocalara karşı şiddetli bir eleştiri sarf edilmektedir. Hocalar, medrese
köşelerinde senelerce çürüyen, ilmi ve fikri bir program takip edemeyen ve en büyük
mükâfatları askerlikten kurtulmak olan faydasız kimseler olarak tasvir edilir. 1877-1878
Osmanlı-Rus Savaşı ve Balkan Savaşları’ndan örnekler verilerek bu görüş
desteklenmeye çalışılmıştır. Bu savaşlarda hocaların hiçbir işe yaramadıkları gibi zaman
zaman cepheden kaçtıkları iddia edilmektir.
İdadi ve ali mezunlarına karşı da aynı eleştiriler yöneltilmektedir. Bu gençlerin
cesaret ve azimden noksan oldukları ifade edilerek, ayrıca o dönemlerde yeni yeni
Osmanlı Devleti içinde dillendirilmeye başlayan Sosyalizm akımı ve bu akıma tabi olan
gençler eleştirilmektedir. Bunun yanı sıra ilkokulda okutulan dersler ve öğretmenler
üzerinde durulmaktadır. Öğretmenleri, askerliğin zorluğunu ve tehlikelerini bilmemekle
itham eden yazar, ilkokuldan itibaren çocuklara muhakkak askerlikle ilgili temel teknik
bilgilerin verilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Bu bölümde asıl eleştiri Türk aydınlarına yöneltilmektedir. Yazar, Türk
aydınlarının Fransız İhtilali’nden Amerika’nın fikri ve ekonomik gelişimine kadar
birçok konuda entelektüel yorumlar yapacak kadar birikime sahip olduklarını ifade
etmekle birlikte aynı aydınların milletin ruhunu takviye etmek ve halk ile Mehmetçiği
aydınlatmak bakımından eksik olduklarını iddia etmektedir. Aydınların savaşlarda
cepheden
uzak
kalmalarından
ve
kendi
toplumlarına
yabancı
bir
çizgide
bulunmalarından özellikle şikâyet edilmektedir. Yazar Balkan Savaşları’nda askere
moral vermesi gereken aydınların gazete köşelerinde yazdıkları makalelerde, tam aksine
225
savaşın gereksizliğine dair yorumlar yaparak askerin moralini kırdıklarını ifade edilerek,
bu tarz sahte aydınların savaşın kaybedilmesinde büyük etkileri olduklarını
belirtmektedir. Buna karşılık ‘’dünkü yoğurtçular’’ olarak tabir ettiği Osmanlı’dan
ayrılan Balkan milletlerinin aydınlarının ve din adamlarının, ülkelerinin bağımsızlığı ve
sosyo-iktisadi gelişimi için canla başla çalıştıklarını ifade ederek teessürlerini
bildirmektedir. Yazar ülkenin içinde bulunduğu aciz duruma çözüm olarak şunları
söylemektedir: ‘’Şimdi dini ve milli ideale sahip hocalar, gençler yetim Rumeli’ye,
perişan Anadolu’ya koşmalı, binlerce münevver gençler oralarda köylerde karanlık
kulübelerde senelerce çalışmalı, millete sabır, sebat ve fedakârlık örneği göstermeli. Bu
sebatlı ve fedakâr muallim ve hocaların çerçevesi içinde istikbalde vuku bulacak bir
harpte orduda bozgunluğun yok derecesine ineceğini şimdiden temin ederim.’’ Yazara
göre bir ülkenin içinden 50’de bir ve ya 100’de bir oranında gerçek aydının çıkması
belirtilen gayeyi sağlamak için yeterlidir. Yazar ayrıca bütün eğitim kurumlarının ortak
ideali temin edecek bir program takip etmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu anlamda
tevhit-i tedrisatı savunduğu söylenebilir.
Bu bölümün ikinci kısmında; bölümün genel akışından ilgisiz bir şekilde farklı
etnik grupların askerlik meselesi ele alınmış ve bu grupların askere alınmaması yönünde
görüş beyan edilmiştir. Ayrıca II. Abdülhamit dönemindeki asker eğitimi eleştirilerek,
bu devirdeki itaatin riyakâr ve korkak bir itaat olduğu ifade edilmiştir. Son olarak ise
askerin her türlü zorluğa nasıl alıştırılmasıyla ilgili yine genel akışa uymayan teknik
bilgiler verilmiştir.
Altıncı bölümde; ordudaki emir-komuta zincirinin bozukluğunun bozgunluğa
etkileri üzerinde durulmaktadır. Savaşı bir fen meselesinden çok ruh meselesi olarak
gören yazar, moral bozukluğunun bozgunu doğuran en önemli sebeplerden biri
olduğunu
kaydetmekte
ve
bunun
temelde
subay
kadrosundaki
bozukluktan
kaynaklandığını ifade etmektedir. Ayrıca orduyu gençleştirme politikasının yoğun bir
propagandasının yapıldığı bu bölümde yazar, yaşın bir subayın kalitesini ölçmek için
kıstas olmadığını ve çoğu zaman genç subayların yaşlı subaylara kıyasla daha iyi işler
başarabileceğini belirtmektedir. Bir orduya ve ya birliğe komuta edecek subayın kıdem
ve yaşından çok karakter ve bilgisinin ön planda tutulması gerektiğini ifade
edilmektedir. Bu konuda genç yaşında büyük işler başaran ve paşalığa yükselen Gazi
Ahmet Muhtar Paşa örnek gösterilmektedir. Yazar bir komutanın ne kadar deha olursa
226
olsun ancak tarih okuyarak başarılı bir komutan olabileceğini ve tecrübesini idari işlerde
çalışmaktan çok ateş hattında, savaş meydanlarında bulunarak kazanabileceğini
vurgulamaktadır. Yazarın ordunun gençleştirilmesi meselesiyle ilgili sarf ettiği şu sözler
dikkat çekicidir: ‘’Makedonya ihtilallerinden, İtalya Harbi’nden, son felaketli sefere
kadar üç mühim tecrübe geçirdik. Buralarda azmi, iktidarı, askerlikte isabet fikri ve
cesareti ile kendini gösterenler bir dereceye kadar göründü. Şimdi orduyu kurtarmak
için yegâne çare böyle kendini kabul ettirmiş kimseleri iş başına geçirmek; bunlardan
bir kumanda heyeti vücuda heyete getirmek, bunlar vasıtasıyla bu harpte kendilerini
göstermiş ve bundan sonra da gösterecek olan cesur, ateşli, metin gençleri, istikbal
kumandanları olarak yetiştirmektir.’’ Bu propaganda söylemlerinin ardından yazar bir
subayda olması gereken özellikleri sıralayarak bu bölüme son vermektedir.
Yedinci bölümde; seferberlikte dikkat edilmesi gereken noktalar üzerinde
durulmaktadır. Askerlerin, cephanenin ve hayvanların cepheye nakli ve erlerin
birliklerine yerleştirilmesi gibi meseleler hakkında bilgi verilmektedir.
Sekizinci bölümde; ordunun savaş öncesinde toplanması sırasındaki psikolojik
durumu üzerinde durulmuştur. Yazar toplanma anında bulunan bir askerin henüz savaşa
hazırlanmadığını ifade ederek, bu durumda düşman taarruzuna uğranılması halinde
bunun ağır bir bozguna sebebiyet verebileceği belirtmektedir. Ayrıca hazırlıksız savaşı
kabul etmemek için geri çekinilmesi halinde askerin bunun mantığını anlamayarak
moralinin bozulacağı ve bunun kötü sonuçlara yol açabileceği ifade edilir. Yazar bu
muhtemel bozgunlara çözüm olarak barış zamanında toplanma mıntıkalarının daha
dikkatlice seçilmesini tavsiye etmektedir.
Ekler kısmında; acemi, bölük ve tabur talimnamelerinden bazı maddeler
sıralanmıştır.
4.1.3. Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü
Gazeteci yazar Murat Bardakçı tarafından Sarıkamış Harekâtı’nın yüzüncü yılında
yayınlanan Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü609 Hafız Hakkı Paşa’nın Birinci
Dünya Savaşı ve özellikle Kafkas Cephesi’ne ait notlarını içermektedir. Olayları ilk
elden değerlendirmesi açısından büyük bir öneme sahip olan bu eser iki defterden
609
Murat Bardakçı, Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2014.
227
meydana gelmektedir. Birinci defter ‘’Harb-i Umuminin Muhtelif Safhalarına Ait
Hatıralarım’’ başlığını taşımakta ve 26 Ekim 1914-23 Kasım 1914 tarihleri arasındaki
notları içermektedir. ‘’Şark Harekâtına Ait Hatıralar’’ başlığını taşıyan ikinci defter ise
12 Aralık 1914 tarihinde başlamaktadır. 18 Aralık 1914’ten sonra günlük tutmaya bir
müddet ara veren Hafız Hakkı 16 Ocak 1915’te ‘’hatıra defterimi tam yirmi sekiz
gündür açmadım’’ sözüyle yeniden yazmaya başlamıştır. Defter 23 Ocak 1915’te son
bulmaktadır. 18 Aralık ile 16 Ocak arasındaki devre Sarıkamış Harekâtı’nın en şiddetli
günlerine denk gelmektedir ve bu günlere ait notların bulunmaması gerçekten büyük bir
talihsizliktir. Bununla birlikte eserde Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na
girişi ve Sarıkamış Harekâtı’nın ardından III. Ordunun içinde bulunduğu durum
hakkında önemli bilgiler yer almaktadır. Nitekim bahsettiğimiz dönemlerde yazarın
sırasıyla Karargâh-ı Umumi Reis-i Saniliği, 10. Kolordu Komutanlığı ve en son olarak
III. Ordu Komutanlığı görevlerinde bulunması eserin değerini ortaya koymaktadır. Eser
tüm bu yönleriyle bu dönemle ilgili yapılacak araştırmalara kaynaklık edecek
niteliktedir.
Eserde iki defterin transkripsiyonunun yanı sıra, yayıncıya ait ön söz, yazarla ilgili
arşiv belgeleri ve albüm bölümleri bulunmaktadır. Kitabın sonunda ise defterlerin
tıpkıbasımı verilmiştir.
Önsözde; ilk olarak Sarıkamış Harekâtı’nda 9. Kolordu Kurmay Başkanı
görevinde bulunan Emekli Yarbay Şerif Bey’in 1922 yılında Akşam Gazetesinde tefrika
ettirdiği ve daha sonra kitap olarak yayınlanan ‘’Sarıkamış İhata Manevrası ve Meydan
Muharebesi’’ adlı eseri tanıtılmaktadır. Yayıncı bu kitabı gerek Sarıkamış üzerine
yazılan ilk eser olması, gerekse Hafız Hakkı, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekatı’na dair
birçok söylentiye yer vermesi bakımından önemli görmektedir. Yayıncı adı geçerin
eserin yazıldığı dönemin siyasi atmosferine dikkat çekerek esere nasıl yaklaşılması
gerektiği konusuna dair okuyucuları uyarmaktadır. Nitekim bu eser Enver Paşa’nın
Anadolu’ya girme ihtimalinin olduğu bir dönemde bu ihtimali bertaraf etmek amacıyla
bizzat Ankara Hükümeti’nin yönlendirmesiyle kaleme almıştır. Bu yönüyle Şerif Bey’in
eseri bir propaganda kitabıdır. Bu yüzden eserde Enver ve Hafız Hakkı Paşalar başta
olmak üzere Sarıkamış Harekâtı’na yol açtığı düşünülen İttihat ve Terakki erkânına
karşı ağır eleştiriler ve hatta hakarete varan ifadeler yer almaktadır. Şerif Bey’in
eserinin en önemli özelliklerinden biri de bolca dedikodulara yer vermesinin yanı sıra
228
Enver ve Hafız Hakkı Paşaların karakterlerine dair yorumlarda bulunmasıdır. Her
ikisinin karakterinin mukayeseli olarak tasvir edildiği ve genellikle olumsuz ifadelerin
yer aldığı bu kısım magazinsel olması sebebiyle önsöz kısmına eklenmiştir. Önsöz
kısmında ayrıca Hafız Hakkı Paşa’nın kısa bir biyografisi verilerek özellikle Enver Paşa
ile arasındaki yakın arkadaşlığı, kader ortaklığına ve rekabete temas edilmiştir. Daha
sonra eserin kısa bir tanıtımı yapılarak günlüğün yayıncıya nasıl intikal ettiği ile ilgili
bilgi verilmektedir.
Birinci defter 26 Ekim 1914’te Hafız Hakkı’nın Almanya’ya gittiği sırada saat 07:
44’te Tırnova’da tren vagonunun içinde yazılmaya başlanmıştır. ‘’Almanya Karargâh-ı
Umumisi ’ne Azimet’’ ara başlığını taşıyan bu kısımda Hafız Hakkı Almanya’ya gidiş
sebebini ‘’devletin sipariş ettiği bir takım askeri malzemenin temini hakkında görüşme’’
olarak kaydetmiştir. Seyahat boyunca görülen memleketlerle ilgili kıyaslamalı bilgiler
verilmiş ve ayrıca bir zamanlar Osmanlı Devleti’ne ait olan bu toprakların kaybedilmesi
karşısında duyulan üzüntü dile getirilmiştir. Bu teessürü ifade eden şu sözler dikkat
çekicidir: ‘’Balkanlar’ı geçiyorum. Büyük demir yürekli babalarımızın, mukaddes
kemikleriyle yükselen, hala bu karanlık gecelerde mübarek ruhları uçuşan koca
Balkanlar’ı
görmek
için
sabahleyin
erken
uyandım.
Şıpka’da
rediflerden,
müstahfızlardan mürekkep bir ordu ile Türk kahramanlığının büyük misalleri gösterilen
bu kanlı geçidi sisler arasında seçmek pek kolay değildi. Saat altıya doğru büyük, kartal
gibi dik kayaları, korkunç ormanlarıyla biraz görebildim.’’ Yazar özellikle
Bulgaristan’dan geçerken, Osmanlı Devleti’nden henüz ayrılan bu devletin kısa
zamanda gösterdiği kalkınma hamleleri karşısında takdirlerini saklamayarak, halada
yerinde sayan Osmanlı Devleti’ne karşı ciddi eleştiriler saf etmiştir. Osmanlı
Devleti’nde bir türlü başlatılamayan kalkınma hamlelerinin önemine binaen şunları
söylemektedir: ‘’Orduyu seferber etmek içi her türlü istidadı yapıyoruz da, neden her
köyde iyi bir mektep açmak, her köye yeni bir hayat, yeni harman makinesi vermek,
mühim yolları biran evvel açmak, uzak yerlerin mahsulatını otomobillerle nakletmek
için büyük himmet göstermiyoruz?’’
Bu gözlemler Berlin’e varıldıktan sonra daha da yoğunluk kazanmıştır. Hafız
Hakkı Almanların her bir karış topraklarını özenle işlediklerini ifade ederek, tüm bu
faaliyetleri gerçekleştirmek için gerekli olan servetin önemine değinmiştir. Buna
karşılık İstanbul ve diğer Osmanlı memleketlerinin Ziya Paşa’nın dediği gibi ‘’harap
229
kâşanelerden’’ ibaret olduğunu söylemektedir. Avrupa’da kadına verilen değere ayrıca
değinen yazar, yine şark toplumlarına kıyasla şunları söylemektedir: ’’Yanımda
Bronsart Paşa’nın Yaveri Fişer, hemşiresine görüşmek için bir mektup yazıyor. Fişer’in
kızkarındaşı bakteriyoloji tahsil etmiş, bilgini arttırmış. Stuttgart’ta büyük bir
bakteriyoloji müessesi açmış, şimdi ordu için çalışıyor. Bu halde Türk kadınlarına
yalnız ev hizmetçiliği veren kara cahillerden iğreniyorum, nefret ediyorum. Ben eminim
ki beşeriyet ancak bir nısfı diğer nısfına tamamen müsavi saydığı zaman mesut
olacaktır. Ben eminim ki Türklük ve İslamlık, kadınlarına insanlığa mahsus bilumum
hakları vermedikçe hiçbir zaman bahtiyar olmayacaktır.’’
‘’Bizde erkek arkasında aciz, sefil, kadın bırakıyor. Burada ise hayatlarını
yurtlarını kazanan kadınlar sefil kalmak şöyle dursun, o erkeklerin yerlerine vatan için
çalışıyorlar.’’
‘’Yok yok! Kadınlara erkekler gibi yaşamak ve iş görmek hakkı verilmedikçe
memleketimizde ve bütün şarkta refah ve saadet, hürriyet ve istiklal kalmayacağına
emin olmak lazım gelmiştir, geçmek üzeredir.’’
Hafız Hakkı Alman Karargâh- ı Umumisinde yaptığı görüşmelere neredeyse hiç
değinmemektedir. Almanya bahsinin devamında, Alman insanının vatanperverliği
övülmekte ve burada yaptığı diğer gözlemler aktarılmaya devam edilmektedir. Yazarın
Almanya seyahati Karadeniz Olayı ile son bulmuş ve bu olayı haber alır almaz
İstanbul’a dönmüştür.
Birinci defterin ikinci kısmı ‘’Harp Nasıl Başladı’’ başlığını taşımaktadır. Bu
kısımda; Osmanlı Devleti’nin savaşa giriş şekli ve Kafkasya Cephesi’ndeki ilk askeri
faaliyetlerle ilgili önemli bilgiler verilmektedir. Bu sıralarda Karargâh-ı Umumi Reis-i
Sanisi olan Hafız Hakkı Osmanlı Devleti’nin savaşa girişiyle ilgili bir takım
mütalaalarda bulunarak, Donanma Komutanı Amiral Suschon’a verilmek üzere
kasasında tutulan emrin, Berlin seyahati öncesinde Enver Paşa tarafından istenerek
amiral Suschon’a verildiği ve Suschon’un bunu kendi kafasına göre açarak Osmanlı
Devleti’ni vakitsiz bir savaşa sürüklediği iddia etmektedir. Söz konusu emir şöyleydi:
‘’Rus donanmasını mahvederek Karadeniz hâkimiyetini kazanmak’’
3 Kasım 1914 tarihinde itibaren ise Kafkas Cephesi ile ilgili bilgiler verilmektedir.
Hafız Hakkı’nın yoğun bir şekilde bu cephe ile ilgilendiği, Ordu Komutanlığına iaşe,
230
cephane ve harekât tarzıyla ilgili bir sürü emir yağdırdığı görülmektedir. Köprüköy
Savaşları döneminde sürekli olarak cepheden güzel haberlerin gelmesi onu
sevindirmektedir. Bu sevincini dile getirdiği bir ifadesi şöyledir: ‘’III. Ordu haber
veriyor; 2. Nizamiye Fırkası yaman cenk ediyor. Muvaffakiyetle düşmanı tevkif ediyor
(Köprüköy’de). Badehu gece geri alıyor. Bakayım bugün III. Ordu ne yapacak. İnşallah
düşmanı mahvedersin dedik, yani kaçırmasın.’’ Ancak III. Ordu Komutanı Hasan İzzet
Paşa’nın elde ettiği başarılara rağmen cephane ve iaşe noksanlığını sebep göstererek
Köprüköy’ün doğusuna çekilmesi karşısında tavrı değişmiş, bu geri çekilişi ve
dolayısıyla Hasan İzzet Paşa’yı eleştirmeye başlamıştır. Bu kısımda bir diğer dikkat
çeken husus, Hafız Hakkı’nın Kars-Ardahan-Batum’un zaptı ile Kafkasya’nın istilasına
dair arzusunu ortaya koyan ifadeleridir. Bunlardan bazıları şöyledir: ‘’Ah! Şu Hasan
İzzet Paşa bu Rus kolordusundan birkaç bin esir, 10-20 top alarak mahvı perişan etse
de bu kış seferini Kafkasya’da yapsak ve bu kış Kafkasya’yı zapt edebilsek.’’
‘’Ordu, Kars-Ardahan-Batum mıntıkasını ele geçirirse Batum-Ardahan 140
kilometre, yani Trabzon yolunun yarısından az. Batum Limanı tam liman Trabzon açık
bir şehir. Binaenaleyh yalnız menzil noktasının Batum’a nakli ile ordunun iaşesi üç-beş
misli kolaylaşır.’’
‘’Binaenaleyh ordu süratle taarruz etmeli ve behemal şu bir iki ay içinde yani
memleket erzakı bitmeden Kars-Ardahan-Batum’u zapta çalışmalıdır.’’
‘’Batum’un zaptı bir şeref için, bir şarlatanlık için değil, III. Ordunun harekât-ı
harbiyesi içindir ve Batum’un zaptı III. Ordunun ilerleyişine talik etmek değil, hemen
harekât-ı taarruz bu cihetten başlamalı ki düşman Batum cihetinden III. Orduya asker
gönderemesin. III. Ordunun harekât-ı taarruzuyesi suhulet peyda etsin. Eğer Batum’un
zaptı III. Ordunun ilerlemesine tabi ise III. Ordunun ilerlemesinin teşrii, Batum
hareketinin biran evvel başlamasına tabidir.’’
23 Kasım 1914’te son bulan bu defterde ayrıca Sarıkamış Kuşatma Harekâtı’nın
planının ilk şekline ve diğer cephelerdeki hazırlıklara dair bilgiler yer almaktadır.
Bunun yanı sıra Bronsart ve Suschon başta olmak üzere bazı alman subaylar ve bunlara
tabi olduğu iddia edilen Enver Paşa’ya karşı ağır eleştiriler sarf edilmektedir.
‘’Şark Harekâtına Ait Hatıralar’’ başlığını taşıyan ikinci defter 12 Aralık 1914
tarihinden itibaren başlamaktadır. Birinci defterin son bulduğu 23 Kasım’dan bu güne
231
kadar geçen 19 günlük sürede deftere herhangi bir not kaydedilmemiştir. Bu zaman
dilimi içinde Hafız Hakkı, Hasan İzzet Paşa’nın III. Orduyu geri çekmesi üzerine
Karargâh-ı Umumi ’deki görevinden ayrılarak, geri çekilmenin sebeplerini araştırmak
üzere Erzurum’a gelmiştir. Burada yaptığı incelemeler sonucunda mevsimin kış
olmasına bakmaksızın harekâtın yapılabileceğine dair İstanbul’a olumlu raporlar
göndermiştir. Ardından 10. Kolordu Komutanı olarak atanmak suretiyle bu taarruz
hareketini gerçekleştirecek olan III. Ordu içinde önemli bir mevkii ele geçirmiştir.
İkinci defter iki kısımdan oluşmaktadır. 12-18 Aralık 1914 tarihlerini kapsayan
birinci kısımda Hafız Hakkı’nın 10. Kolordu Komutanlığına ait notları bulunmaktadır.
16-23 Ocak 1915 tarihlerini kapsayan ikinci kısımda ise bu kez III. Ordu Komutanı
olarak karşımıza çıkan Hafız Hakkı’nın Sarıkamış Harekâtı sonrasında III. Ordu
üzerindeki gözlemleri ve ordu komutanı olarak yaptığı faaliyetler yer almaktadır.
Birinci kısım Sarıkamış Harekâtı’nın hazırlık evresi diyebileceğimiz bir zaman dilimini
kapsamaktadır. ‘’10. Kolordu Komutanlığına Ait Hatıralarım’’ başlığını taşıyan bu
kısımda Hafız Hakkı’nın harekât öncesinde yaptığı arazi incelemelerine ait bilgiler ile
kolordusunun iaşe, cephane ve hareket tarzıyla ilgili emirler yer almaktadır. Burada
Hafız Hakkı’nın savaşın kazanılmasına dair beklentileri dikkat çekicidir: ‘’Biz
kazanırsak başımız dik olarak 30-40 sene sulh içinde göstereceğimiz faaliyet ile bütün
şarkı sefaletten kurtaracağız. Biz batarsak yüz milyonlarca zeki, masum şarklılar,
Türkler, İslamlar uzun esaret ve sefalet devirleri geçirmeye mahkûm olacaklardır. Allah
adildir, maksadımız pek büyüktür, azmimiz meziddir, tedabirimiz mümkün olduğu
derecede iyidir. Binaenaleyh muvaffakiyetimiz emindir.’’
Birinci kısmın 18 Aralık 1914’te son bulmasının ardından 16 Ocak 1915’e kadar
tam 28 gün boyunca deftere herhangi bir not kaydedilmemiştir. Bu süre içerisinde
Sarıkamış Harekâtı bozgun ile sonuçlanmış ve Enver Paşa III. Ordunun idaresini Hafız
Hakkı’ya bırakarak İstanbul’a dönmüştür. III. Ordunun başına gelen Hafız Hakkı Paşa
ise artık taarruz kabiliyeti kalmayan ve döküntü erlerden oluşan orduyu Hasankale’ye
çekmiştir. 16 Ocak’tan itibaren yeniden not tutmaya başlayan Hafız Hakkı Paşa daha ilk
satırlarında itibaren III. Ordunun içine düştüğü kötü vaziyeti tasvir etmekte ve Enver
Paşa’yı bozgunun sorumlusu olarak göstermektedir: ‘’Muhacirler meselesi tam bir
felaket. Topların nakli için zavallıların öküzlerini de almışlar. Keşke Rus elinde şehit
olsa idik! Diye bağıranlar gece gündüz kadın, çocuk vaveylası! Ah Enver! Ah! Bu kış
232
seferini tacil etmek, sonrada bu parlak taarruzda 9. Kolordu’yu dörtnala kaldırmakla
yüz bin masumun kanına girdin! Allah seni affetsin.’’
Cephedeki durumun yanı sıra bu kısımda en çok temas edilen konular; yaralıların
durumu ve hastanelerin fiziki şartlarıdır. Sarıkamış Felaketi’nden sonra oldukça asabi
bir ruh haline bürünen Hafız Hakkı Paşa, sürekli olarak hasta ve yaralıları ziyaret
etmekte ve çok kötü vaziyette bulunan hastanelerin fiziki şartlarının iyileştirilmesine
yenlik ciddi faaliyetlerde bulunarak bu konuda ihmali olanları ağır şekilde
cezalandırmaktadır. Felaketin birinci sebebi olarak milletin yetişmemiş olmasını
gösteren Hafız Hakkı Paşa hala Kafkasların istilasına dair düşüncelerini muhafaza
etmektedir. 22 Ocak 1915’te Hasankale’den Enver Paşa’ya gönderdiği ve metnini
defterine kaydettiği telgrafında bu düşüncesini açıkça ortaya koymaktadır: ‘’Bu devlete
Kafkasya, Rumeli’den alınacak parçaya nispeten yüz defa daha mühimdir. Devletin
Kafkasya’yı ihmal ederek Rumeli’ye ehemmiyet verilmesi Kanuni devrinden beri
başlayan felaketleri temadi ettirmek demektir.’’ 23 Ocak 1915’te son bulan defterde
ayrıca Sarıkamış Harekâtı boyunca ve sonrasında verilen kayıp sayısı ve Hafız Hakkı
Paşa’nın tifüse yakalanması süreciyle ilgili önemli bilgiler yer almaktadır.
Belgeler bölümünde; Hafız Hakkı Paşa’nın 10. Kolordu ve arından III. Ordu
Komutanlıklarına tayinleri, ölümü, ölümü sonrasında adının yaşatılmasına dair bir takım
teşebbüsler ve Bağdat Valisi Süleyman Nazif Bey ile yaşadığı bir tartışmaya ait
Başbakanlık Osmanlı Arşivinden alınan 13 adet belge bulunmaktadır. Bunun yanı sıra
Hafız Hakkı Paşa’nın annesi Habibe Hanım’ın, oğlunun ölümünün ardından kendisine
maaş bağlanması üzerine Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e yazdığı teşekkür mektubu ve eşi
Behiye Sultan’ın son Halife Abdülmecit Efendi ve bazı hanedan mensuplarına maddi
meselelerden dolayı gönderdiği dört adet mektup bulunmaktadır.
Albüm bölümünde; Hafız Hakkı Paşa ve Behiye Sultan’a ait birkaç resim ile
Amiral Suschon’a verilen donanma emrinin Almanca orijinal metni bulunmaktadır.
Eserin sonunda ise defterlerin tıpkıbasımı koyulmuştur.
233
4.2. HAFIZ HAKKI PAŞA HAKKINDA YAZILANLAR
Yakın dönemi konu alan eserlerde Hafız Hakkı Paşa ile ilgili birçok yoruma
rastlamak mümkündür. Özellikle kişiliğinin ele alındığı bu yorumlarda Hafız Hakkı
Paşa’nın çoğu zaman zekâsı ve aydın yönü üzerinde durulmaktadır. Cesareti ve ateşli
kişiliği özellikle övülmektedir. Bununla birlikte zaman zaman eleştirildiği de
görülmektedir.
Hafız Hakkı Paşa hakkında kanaatini bildirenlerin başında Şerif Bey gelmektedir.
Şerif Bey ilk defa 1922 yılında basılan ‘’Sarıkamış’’ adlı eserinde Hafız Hakkı ile ilgili
birçok yoruma yer vermiştir. Bunların arasında en çok dikkat çeken Hafız Hakkı ve
Enver Paşaların kişiliklerinin mukayese edildiği ve genellikle olumsuz kanaatlerin dile
getirildiği şu kısımdır: ‘’Kişilikleri yönünden ne Enver’e ne de Hafız Hakkı merhuma
kin ve nefret besleyecek durumdayım. Her ikisini de bana sevgisi ve hele yüce
makamları işgal ettikleri zamana kadar diyebilirim ki içten bir de saygıcıkları vardı.
Nedeni hemşerilik ve benim yaşça onlardan büyük oluşumdur. Hafız Hakkı merhumla
ana sınıflarından beri birlikte okuduk. Hatta Hafızlığı Köprülü’de kazanmış idi ve adı
bir süre Hafız İsmail Nuri iken daha sonra Hafız İsmail Hakkı oldu. Enver’le de
Manastır’dan yine okuldan başlayan ilişkimiz var. Daha sonra hiçbir olay aramıza
karşılıklı nefret sokmadı. Emekliliğimi ben istedim ve görevde kalmak için Enver
Paşa’nın bir şartını bile kabul etmedim. Özetle benim ne birine ne de öbürüne kişisel
kinim olamaz. Yüce Tanrı bir kuluna ne kadar nasip etti ise o kadar tarafsızca
söyleyeceğimi de burada kendime söz veriyorum.
Enver çocukluğundan beri azimkâr ve inatçı bir yapıda idi. Yaradılışında
hakseverlik, insaf ve erdemlik pek azdır. Düşünsel eğitimi için okuduğu eserleri –
bilimsel, askeri, felsefi ne olursa olsun- kendi düşüncesine uydurarak anlardı. Çünkü
kendine güveni çoktu. Hiçbir gün –acaba benim görüşüme aykırı olan şu yargı doğru
olmaz mı?- dememiştir, diyemezdi. Bu nedenle düşünsel ve bilimsel eğitimi sınırlı bir
daireden dışarı çıkmamıştır. Enver sabit fikirlerle örülmüş, tıpkı sert bir ceviz gibi çetin
ve küçük bir beyin sahibi olarak kaldı. Gözü bir şeyden yılmaz, eşsiz bir kişisel cesarete
sahip, önemli sorunlarda kendi benliğinden başka kimseye güven duymaz, ayrık ruhlu
bir ucubedir. Gördük ki bu ucube, o garip özellikleriyle bu âlemde ancak ve ancak
büyük bir diktatör olabilirdi. Askeri değeri arkadaşlarından geri idi.
234
Hafız Hakkı merhum çok temiz ve saf yaradılışta, zeki ve belleği çok kuvvetli bir
subaydı. Hafız Hakkı bu toprağı bir köylü aşkıyla ve saflığıyla severdi. Yaradılış
bakımından Enver’in büsbütün karşıtı, kalender meşrep, geniş yürekli idi. Enver’e göre
şu iş yalnız bir biçimde çözümlenir. O da Enver’in akılına esen biçimidir. Hafız
Hakkı’ya göre aynı iş bin biçimde çözümlenebilir. Dünyada her şey olabilir. İşlerin
belirli bir gidiş yolu, belirli bir yasası yoktur. Öyle de olur, böyle de. Fazla düşünmek
zahmetine değmez. Enver anlayışı kısar ve sınırlandırırdı. Hafız Hakkı’nın görüşüne
göre kavrayış, gökyüzü kadar sonsuzdur. Biri işi sımsıkı bir yularla bağlayıp kendi
kafasına hapseder. Öbürü kendi anlayış ve kavrayışına sınır tasarlayamadığı için işi
bütün kimliği ile kendisine mal etmez.
Sözün kısası Enver dar görüşlü bir inatçı, Hafız Hakkı ise geniş düşünceli bir
ilgisizdi. Bu özelliklerin her ikisi de devlet işlerinde beyinsel bir eksiklik, birer hastalık
değil midir? İşte 1914’te orduların alınyazısı bir şanssızlık sonucu şu iki hastanın eline
kalmıştı.
Yetiştikleri aile kucağı ve baba ocağı bakımından her ikisi çocukluktan beri aydın
bir mürebbi veya mürebbiyeden bilgi ve eğitim almış değillerdi. Tüm beyinsel ve
bilimsel birikimleri –yüzde doksanımız gibi- okul sıralarında başlamış, Harp Akademisi
dershanelerinde amaçlanan sınıra ermişti. Kurmay sınıflarının dersleri arasında ne
ekonomik ve mali ne de devlet yönetimine ait bir satır yazı bile görülmezdi. Enver ve
Hafız Hakkı merhumun yaradılışları –birinin inatçı, öbürünün ilgisiz ve her ikisinin
birden büyüklük komplekslerinin etkisiyle- ateşemiliterlikte geçirdikleri yaşam sırasında
pek fazla bir şey öğrenmelerine uygun olmamıştı.
Demek ki özetle, her ikisi öbür sınıf arkadaşlarında bilimsel değer ve kavrayış
bakımından faklı bir şey değillerdi. İşte bu nedenle hem biri öbürünü çekemedi hem de
yakın çevrelerinde rütbe düşkünü olan subaylar tarafından haklı olarak rakip gibi
görüldüler.’’610
Şerif Bey’in eseri akşam Gazetesinde tefrika edilirken birçok polemiğe neden
olmuştu. Kendisine yöneltilen eleştiri yazılarına verdiği bir cevapta Hafız Hakkı ve
Enver Paşa ile ilgili şu sözleri sarf etmiştir: ‘’Ben ne yapabilirim? Mademki ölmüştür,
hayırla anınız diyorsunuz. O, bugün toprak altında çürümüş gitmişse cinayet ortağı
610
İlden, Sarıkamış, 105-107.
235
olan Enver hala sarayında hükümran mıdır sanıyorsunuz? Hayır, azizim, bu iki
şahsiyetin ikisi de ölmüştür. Enver, Sarıkamış Faciası’nda yalnız değildir. Suç ortağı
vardır. O da Hafız Hakkı’dır. Siz, ben, o sahnede kimler oynatılmışsa doğru dürüst
gördüğümüzü ve bildiğimizi hiç tereddüt etmeyerek söylemeli ve eleştirmeliyiz.’’611
Eserin ilerleyen bölümlerinde yine eleştirel bir dille Hafız Hakkı Paşa’nın askeri
kıymeti üzerinde durulmaktadır: ‘’ Hafız Hakkı Bey’in azminin şiddeti takdire değer.
Fakat her özveri istenen sonuçla uyumlu olmalıdır. Deneyimli, daha ağır başlı ve
sorumluluğun bilincinde olan bir komutan hiçbir zaman süslü projelerle kendi benliğini
aldatmaz. İşlerin doğası pek sade düzenlemelerin yapılmasını tercih ettirir. Bugünkü
komutanlık başlangıcıyla Albay Hafız Hakkı Bey bizzat kanıtladı ki kendisi belki deneme
uğruna gözden çıkarılması uygun olabilecek bir süvari alayına iyi bir komutan
olabilirdi. Fakat ona bir piyade alayını teslim etmek bile sakıncadan uzak olmazdı.’’612
Şerif Bey özellikle Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Harekâtı’nın icrası esnasında
yaptığı hataları şiddetle eleştirmektedir. ‘’Eğer 9. ve 10. Kolordular 12 Aralık (25
Aralık)’ta asıl kuvvetleriyle Çatak-Bardız hattında bulunsalardı Rusları bir gün sonra
Kesmesor-Yeniköy hattının güneyinde savaşa zorlamak mümkün olacaktı. Zaten
düşünülmüş ve hareketin başlangıcında benimsenmiş olan plan da buydu. Fakat
merhum Hafız Hakkı Bey pek doğru adlandıramadığım kaba kuruntusu ve bilimsel
görüşten uzak, kısır strateji anlayışı, arasında gözlerini önemli işlerin doğasına
çevireceği yerde, yanlış haritaların çifte çizgili yollarına dikti. Enver ise işlerden pek
anlamaz ve kıt anlayışlı idi.’’613
Şerif Bey’in, Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordunun başına getirilmesi ve ölümü ile
ilgili yorumu ise şöyledir: ‘’Her şey bitti diyordu. Bitirenlerin şan ve şerefiyle birlikte.
Hafız Hakkı Bey, Paşa olmuştu. Dediler ki Enver’in amacı, batırdığı ordunun enkazını
Hafız Hakkı’nın tuğgenerallik apoletleri üstüne yükletip sürükletmekti. Bu ağır yükü
sürüklemek namuslu bir adamın zaten borcuydu. Rütbe kabul etmeye gereksinim var
mıydı?
Hafız Hakkı Paşa yine o batırılan ve öldürülen ordunun yolunda yaşam
hazinesini, sefil ve perişan bir durumda, tüm hısım akrabasından uzak ve ayrı olarak
611
İlden, Sarıkamış, 3.
İlden, Sarıkamış, 166.
613
İlden, Sarıkamış, 181.
612
236
sona erdirdi. Allah gani gani rahmet etsin ve kusurlarını bağışlasın. Ölen Hafız
Hakkı’yı hepimiz acırız fakat komuta eden Hafız Hakkı’nın adını tarih hırpalarsa bunu
da anlayışla karşılamalıyız.’’614
Sonuç olarak Şerif Bey, Hafız Hakkı’nın temelinde iyi ve saf bir insan olduğunu
düşünmekle birlikte onun askeri, siyasi ve strateji yönünden eksik olduğunu ve Birinci
Dünya Savaşı öncesinde ona verilen makamı hak etmediği ifade etmektedir. Ayrıca
Hafız Hakkı’yı Sarıkamış Felaketi’nin suç ortağı görerek bu ağır ve tarihi mesuliyeti
onun omuzlarına yüklemektedir. Ancak Şerif Bey’in bu eseri kaleme aldığı tarih ve
dönemin siyasi atmosferini hesaba katacak olursak gerek Hafız Hakkı’ya, gerekse Enver
Paşa’ya karşı yönelttiği eleştirilerin birçoğunu yersiz kabul etmek gerekir.
Ali İhsan Sabis’in hatıralarında da Hafız Hakkı Paşa ile ilgili oldukça geniş bilgi
yer almaktadır. Nitekim Hafız Hakkı Paşa’nın Karargâh-ı Umumideki faaliyetlerinin
önemli bir kısmını Sabis’in altı cildik ‘’Harp Hatıralarım’’ serisinin ilk iki cildinden
öğrenmekteyiz. Bu eserde Hafız Hakkı Paşa’nın askeri ve idari faaliyetlerinin yanı sıra
kişiliği üzerinde de oldukça durulmaktadır. Ali İhsan Bey, Karargah-ı Umumiden amiri
ve arkadaşı olan Hafız Hakkı için iki ayrı profil çizmektedir. İlk profilde Hafız Hakkı,
Oesmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na vakitsizce girmesini engellemeye çalışan
ve Alman çıkarlarına boyun eğmeyen dik duruşlu bir Türk erkânıharbidir. Nitekim bu
meseleler üzerinde Hafız Hakkı, Ali İhsan ve Kâzım Beyler arasında tam bir uyum
mevcuttur ve Karargah-ı Umumideki Türk görüşünü yansıtmaktadırlar. İkinci profilde
ise Karadeniz Olayı’ndan sonra birden bire fikri değişen, bir takım kişisel çıkarlarını
düşünerek savaşa taraftar olan ve nihayetinde kış mevsiminde Kafkaslarda bir taarruz
hareketinin yapılabileceğine dair olumlu raporlar vererek Sarıkamış Felaketi’ne
sebebiyet veren muhteris bir Hafız Hakkı karakteri karşımıza çıkmaktadır. Ali İhsan
Bey, Hafız Hakkı’nın bu ani değişikliğini şiddetle eleştirmektedir. Ali İhsan Bey’in bu
eleştirilerinden biri şöyledir: ‘’İstanbul’dan hareket ettiği zaman kadar, Kafkas
Cephesi’nde taarruz için 1915 ilkbaharını beklemek ve Karadeniz’de üstünlük temin
olunduktan sonra, iki kolordunun Batum civarına naklini ve karaya çıkarılmasını zaruri
saymak fikrine inanmış görünen Hafız Hakkı, Kafkas Cephesi’ne vardıktan sonra ve ya
giderken bu kanaatini birden bire değiştirmiştir. Bu değişikliği mucip olan sebepler
meçhuldür. Acaba o da mı zafer, Turan fütuhatı hülyalarına dalmıştı. Cemal Paşa,
614
İlden, Sarıkamış, 230.
237
birkaç gün evvel Mısır yolunu tutmuştu, şimdi Hafız Hakkı da Turan yolunu mu
tutuyordu? Hülyalar güzeldi. Fakat realite ile bu hülyaları uzlaştırmak imkânı yok.’’615
Hafız Hakkı’nın Turan hülyalarına kapıldığını iddia eden Ali İhsan Bey’in bir
diğer eleştirisi şu şekildedir: ‘’Hafız Hakkı’nın III. Ordu Cephesine giderek yapacağı
tetkikler neticesinde vereceği raporların insaflı ve makul olacağını ümit etmekle ne
kadar yanılmış olduğumu anladım. Kendi kendime bu mübarek adam, oraya gitti, sathi
bir tetkik ile işi tersine çevirecek galiba… Aynı zamanda kendisine iki kolordunun
kumandanlığını temin etmeye çalışıyor. Henüz daha bir fırkaya ve ya bir kolorduya
kumandan olmamış iken, böyle iki kolorduluk bir grubun başına geçerek, belki ordu
kumandanlığına basamak hazırlamayı düşünüyor; 9. ve 10. Kolorduların kumandanları
Ahmet Fevzi ve Ziya Paşaların rütbeleriyle Albay Hafız Hakkı’nın rütbesini
uydurabilmek için hemen Mirlivalığa terfi edilmesi lazımdır diye teessürle
düşündüm.’’616
Ali İhsan Bey’in Hafız Hakkı Paşa’nın ölümü üzerine yaptığı değerlendirmede de
bir takım olumsuz eleştirilere rastlanılmaktadır: ‘’İlahi adalet pek çabuk tecelli etmişti.
Hafız Hakkı, hatasının bedelini canıyla ödemiş oldu. Gerçi mezar taşına Ordu
Kumandanı Hafız Hakkı Paşa diye yazıldı. Fakat bu paşalıktan ve ordu
kumandanlığından ne kendisi istifade edebildi ve ne de kendisini sevenlerin ve
kumandası altında bulunanların yüzü güldü. Esasen böyle bir felakete mümkün olduğu
kadar mani olabilmek için İstanbul’da iken bizzat çok çalışmıştı. Fakat Alman entrikası
onu Karargâh-ı Umumi ’den uzaklaştırınca, mukadderatın hâkim eli, Erzurum’da Hafız
Hakkı’yı hayal peşinde koşturdu. Evvelki muvazeneli hesapları unutarak, kışın karlı
dağlardaki ileri hareket zorluklarını hiçe sayarak, bahtım ve talihim belki Turan
yolundadır diyerek o zamanki Türkiye’nin takati haricinde hülyalara kapıldı. Eğer
merhum, akıl ve bilgiye uygun olarak Erzurum’dan menfi raporlar göndermiş olsaydı,
belki Başkumandan Vekil’ini daha hesaplı düşünmeye mecbur ederdi. Nihayet Hasan
İzzet Paşa gibi çekilse ve bu hesapsızlığa iştirak etmeseydi, yine belki bu felaketi
sergüzeşte mani olabilirdi.’’617
615
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 222-223.
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 222-223.
617
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 316.
616
238
Olaylara tarafsız bir gözle bakmaya çalışan Ali İhsan Bey, tüm bu eleştirilerine
rağmen yeri geldiğinde Hafız Hakkı’nın bilgi ve liyakatini övmekten çekinmemiş ve
bunu da aynı eseri içerisinde dile getirmiştir: ‘’Gençleştirilmiş olan ordumuzun, Hafız
Hakkı Paşa’nın ölümüyle kıymetli bir uzvunu kaybettiğine şüphe yoktu. Herkes asker ve
subay olabilirdi. Fakat bunların arasında kaç tanesi bilgili ve liyakatli, azim ve metanet
sahibi, seciyeli bir kumandan olabilirdi. Bunun için yüksek zekâ ve kudretleri nadir
yetiştiren hilkatin bu imsaki karşısında bunlardan birinin göçmesi, millet ve memleket,
hülasa vatan namına herkesi keder ve eleme duçar eder. Bizim gibi yakın dostlar ve
arkadaşlar ise herkesten daha çok üzülürler. Merhum, Sarıkamış Seferi’nin kışın
yapılmasında inkâr edilemeyecek derecede zararlı bir rol oynamış olmakla beraber,
vakitsiz ölümü vatan için çok ağır bir kayıp idi… Sarıkamış Felaketi’ndeki acı
tecrübelerle piştikten sonra memlekete daha faydalı olabilirdi.’’618
Alman Askeri Heyeti’nin Başkanı Liman Von Sanders, Hafız Hakkı Paşa
hakkında görüş bildiren bir diğer isimdir ve bir yabancı gözüyle onu değerlendirmesi
açısından görüşleri önemlidir. Sanders’in Hafız Hakkı’yı birçok yönüyle tasvir ettiği ve
özellikle Şerif Bey’in değerlendirmesine kıyasla olumlu ifadeler kullandığı yorumu
şöyledir: ‘’Hafız Hakkı Paşa, Türk Genelkurmayının seçkin askerlerinden biriydi. İşlek
bir zekâsı ve çabuk kavrama özelliği vardı. Kararını hemen ortaya koymaz, ileri
sürülebilecek düşünce ve görüşlere karşı bir cevap ve fikir saklardı. Almanların
düşüncelerini açıkça söylemelerini pek akıllıca bir hareket saymazdı. Bende doğunun
iyi yetişmiş tipik insan örneği izlenimi bıraktı. Son altı hafta içinde yarbaylıktan
Genelkurmay Şube Müdürlüğü görevine, buradan da generalliğe ve ordu komutanlığına
yükselmişti. Enver, onun yeteneğini takdir ediyor, ama İstanbul’dan uzak kalmasını
istiyordu.’’619
Sarıkamış Harekâtı sırasında 29. Tümen Komutanı olan Albay Arif Bey (Baytın),
Erzurum’a gelişine kadar pek tanımadığı Hafız Hakkı Paşa hakkındaki kısa
düşüncelerini ve henüz İstanbul’da iken onunla yaşadığı bir anısını şöyle anlatmaktadır:
‘’Bay Hafız Hakkı ile yakında muarefemiz olmamakla beraber zekâsı ve halisiyeti
malumumuz idi. Umum Erkan-ı harbiye III. Şube Müdürlüğünden 29. Tümen
Komutanlığına naklim üzerine İstanbul’dan ayrılacağım sırada usulen umum erkânı
618
619
Sabis, Harp Hatıralarım, II, 222-223
Sanders, Türkiye’de Beş Yıl, 58.
239
harbiye riyasetinde bulunan Bronsart Paşa’ya veda ziyaretinde bulunmuştum. Odaya
girince Paşa’yı üzeri bez bir masanın önünde kalpak ve sarı eldivenlerini çıkarmamış
bir halde karşısında Bay Hafız Hakkı ile beraber buldum. Yeni vazifemi bildirerek
hareket üzere olduğumu arz ettim.
Hakkı Bey söylediklerimi tercüme ettiler ve mukabeleten başarılar ve selametler
dilediler. Ve uzattıkları eldivenli ellerini sıkarak ayrıldım. Tümen karargâhında Bay
Hafız Hakkı ile bir kere daha buluşmamız bu tabloyu canlandırmış oluyordu.’’620
Yakın tarihimizin önemli edebiyatçılarından ve aynı zamanda İTC’nin meşhur
simalarından olan Hüseyin Cahit Yalçın, Hafız Hakkı Paşa hakkında kanaatlerini
bildiren bir diğer şahıstır. 31 Mart İsyanı sırasında asilerin hakkında idam kararı verdiği
Hüseyin Cahit Bey yurt dışına kaçmayı düşünmüş ve Hafız Hakkı burada ataşemiliter
olduğu için Viyana gitmeye karar vermiştir. Hüseyin Cahit Bey hatıralarında Viyana’ya
kaçma kararını ve bu arada Hafız Hakkı Paşa hakkındaki düşüncelerini şöyle
anlatmaktadır: ‘’Viyana’ya gitmeği tasarlamıştım. Çünkü orada Hafız Hakkı
ataşemiliterdi. Vicdani imzasıyla Tanin’e askeri makaleler yazıyordu. Bu münasebetle
kendisini birkaç kez görmüştüm. Benim için tam inkılapçı, fedakâr, vatansever bir asker
tipiydi Selanik Cemiyeti Merkeziyeye mensup olduğunu zannediyorum. Herhalde hiç
tanımadığım bir Avrupa şehrinde yapayalnız kalmaktansa Viyana’da Hafız Hakkı’nın
yanına gitmek çok uygundu.’’621
Tanin Gazetesinin bir dönem başyazarlığını yapmış olan, eğitimci, yazar,
çevirmen ve siyasetçi kimliği ile ön plana çıkan İTC’nin meşhur simalarından Muhittin
Birgen hatıralarında birkaç yerde Hafız Hakkı Paşa üzerinde durmuş ve özellikle kişiliği
açısından değerlendirmelerde bulunmuştur. Hafız Hakkı Paşa’nın aydın kişiliğini ön
plana çıkardığı yorumu şöyledir: ‘’İlk defa kendisini (Enver Paşa’yı) Hafız Hakkı ile
birlikte Merkez-i Umumi ’de görmüştüm ve bu alelade bir takdim, birkaç kelime
teatisinden ibaret bir aşinalık tesirinden ibaret kalmıştı. Münevver bir erkânıharp olan
Damat Hafız Hakkı ile arada sırada Tanin’de yazı yazması vesilesiyle hayli sık
temaslarımız olurdu.’’622
620
Baytın, 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı Hatıraları, 58.
Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasi Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlar, Baskıya Hazırlayan: Rauf
Mutluay, İstanbul 1976, 97.
622
Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene, 125-126.
621
240
Birgen Kafkas Harekâtı bahsinde ise Hafız Hakkı Paşa için şu yorumda
bulunmaktadır: ‘’Bu taarruz için lazım gelen hazırlıkları yapmak üzere Enver Paşa o
zaman umumi erkânıharbiye ikinci reisi olan Miralay Damat Hafız Hakkı Bey’i memur
etmişti. Hafız Hakkı’yı tanırım. Ateşli, münevver, eli kalem tutar, genç bir zabitti. Ne
dereceye kadar haris idi, bilmem. Daha doğrusu onu ciddi olarak iş üzerinde tecrübede
görmeye vakit kalmadan öldü. Enver Paşa’nın harbiye nazırlığına gelmesi için en çok
propaganda yağmış olan kendisi idi. Şen yüzü, zeki bakışları, tatlı dili, zekâsı, kalemi ile
kendisini İttihat ve Terakki muhitine sevdirmişti. Onu İttihat ve Terakki’ye sevdiren en
başlıca kuvvet de ateşli bir insan olması idi. İnkılapçılar ateşli insanlardan hoşlanırlar.
Bunun için onu sevmişlerdi.’’623
Behiye Sultan’ın yeğeni Ali Vasıb Efendi ise, Hafız Hakkı Paşa’yı şöyle
tanımlamaktadır: ‘’Eniştem Hafız İsmail Bey bilahare 1914 harbinde paşa oldu, iyi
kalpli, değerli, malumatlı, zeki ve hoş bir zat idi. Her zaman sınıfın birincisi olmuş,
basit bir aile çocuğu olmakla beraber çok haysiyetli bir zat idi. Behiye Halama büyük
hürmet ve muhabbet gösterirdi. Halam da kendisine büyük bir muhabbet ve şefkatle
bağlandı.’’624
Sonuç olarak Hafız Hakkı Paşa için yapılan yorumların genelde olumlu olduğu ve
özellikle zeki, aydın ve iyi kalpliliği üzerinde durulduğu söylenebilir. Böylelikle Hafız
Hakkı Paşa’nın dönemin politikacı, asker ve aydın kesimi tarafından oldukça sevilen ve
saygı duyulan bir şahıs olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
623
624
Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene, 281.
Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı…, 43.
241
SONUÇ
Bu çalışmada Hafız Hakkı Paşa’nın 36 yıllık kısa ömrü üç ayrı döneme ayrılarak
incelenmeye çalışıldı. İlk olarak doğumundan Balkan Savaşlarının sonuna kadar olan
dönemi gün yüzüne çıkarılmaya gayret edildi. Ardından Karargâh-ı Umumideki
konumu üzerinde duruldu ve son olarak Erzurum’a gelişinden Sarıkamış Harekâtı’nın
sonuna kadarki faaliyetleri aktarıldı. Ayrıca kaleme aldığı eserleri tanıtılarak fikir
dünyası hakkında bilgi verilmeye çalışıldı.
Bu çalışma sonucunda Hafız Hakkı Paşa’nın yakın tarihimizin siyasi ve askeri
konjonktüründe çok önemli bir konumda bulunduğuna ancak bunun günümüzde pekte
bilinmediğine kanaat getirildi. Özellikle onun genç yaşta sona eren hayatı, hakkında
bazı noktaların muğlak kalmasına sebep olmuştur. Hayatının ilk dönemlerine ait
bilgilerimizin eksikliği çoğunlukla bu durumdan kaynaklanmaktadır.
Buna rağmen
eldeki mevcut bilgilerle Hafız Hakkı Paşa’nın hayatının ilk dönemlerine dair belli başlı
çıkarımlarda bulunulabilir. Söz gelimi II. Meşrutiyet’in ardından İstanbul gazeteleri
tarafından Enver, Niyazi ve Eyüp Sabri Beyler gibi isimlerle birlikte ‘’Hürriyet
Kahramanı’’ ilan edilmesi onun genç yaşında ulaştığı şöhretin seviyesini anlamak
bakımından iyi bir örnektir. Bu unvanının çok az sayıda kişiye verildiği düşünülürse
bunu elde etmenin önemi daha iyi anlaşılacaktır. Şüphesiz bu şöhrete ulaşmasının bir
arka planı vardır. Bu arka planı Makedonya’da Bulgar çetecileri ile giriştiği
mücadelelerde elde ettiği başarılar ve Meşrutiyetin yeniden ilanı için yaptığı
fedakârlıklar oluşturmaktadır. 1906 yılının sonlarında girdiği İttihat ve Terakki
Cemiyetinde kısa bir süre sonra zekâsı, yeteneği ve ateşli kişiliği ile öne çıkarak
cemiyetin dâhili merkezinin yönetim kadrosu içerisine girmesi eriştiği yüksek konumun
anlaşılması bakımından başka bir örnektir. Nitekim bu yönetim kadrosunun kısa bir süre
sonra devletin idaresini ele aldığı görülmektedir. Yine 31 Mart İsyanı’nın
bastırılmasında ve Balkan Savaşlarında gösterdiği fedakârlıklar yıldızının parlamasına
sebep olmuştur. Hafız Hakkı Paşa bu süre içerisinde askeri faaliyetlerinin yanı sıra gayri
resmi olarak siyasete de dâhil olmuştur. Özellikle Sultan Abdülhamit döneminden kalan
devlet adamlarının tasfiye edilmesi için büyük gayret göstermiştir. Yine ordunun
gençleştirilmesi konusunda yaptığı çalışmalar bu yönüne bir diğer örnektir. Nitekim bu
242
konulardaki arzuları bir bir yerine gelmiştir. Hafız Hakkı Paşa siyasete karışan asker
profilinin yakın tarihimizdeki tipik bir örneğidir.
Hafız Hakkı Paşa, bilgisi, zekâsı, yeteneği ve cesareti ile bu dönemde Enver
Paşa’ya rakip olabilecek isimlerin başında gelmiştir. Nitekim yakın dönemi konu alan
bazı hatıra türü eserlerde de bu konuya sıklıkla temas edilmiş ve Enver Paşa ile Hafız
Hakkı Paşa arasında çok ciddi bir rekabetin var olduğu ifade edilmiştir. Bununla birlikte
Hafız Hakkı ve Enver Paşaların hayatları müthiş bir paralellik göstermektedir.
Geçirdikleri bütün aşamalar neredeyse aynıdır. Harp Okulunda, III. Orduda,
Makedonya’da çetecilerle mücadelede, İttihat ve Terakki Cemiyeti saflarında, Balkan
Savaşlarında, Genelkurmayda ve son olarak Sarıkamış’ta hep birlikte olmuşlar ve omuz
omuza ortak davaları uğruna mücadele vermişlerdir. Hatta damatlıkta dahi birbirlerini
takip etmişlerdir. İkisi de birer hanım Sultan ile evlenmek suretiyle saraya damat
olmuşlardır. Ancak özellikle Balkan Savaşlarından sonraki dönemde Hafız Hakkı Paşa
ikinci planda kalmış bu da Enver Paşa’ya karşı olumsuz bir tavır takınmasına sebep
olmuştur.
İkinci olarak Hafız Hakkı Paşa’nın Karargâh-ı Umumideki konumunu
değerlendirildi. Hafız Hakkı Paşa’nın bu kurumda Enver Paşa’dan sonra gelen en etkili
Türk subayı olduğuna kanaat getirildi. Gerek kaleme aldığı savaş planları ile gerekse üst
düzey bir amir sıfatıyla çeşitli kuruluşlara dikta ettiği emirlerle Birinci Dünya
Savaşı’ndaki Osmanlı seferberliğini tanzim ettiği görüldü. Bu kurum içerisinde özellikle
Alman çıkarlarına karşı Türklerin haklarını savunduğu ve Osmanlı Devleti’ni
Almanların oyuncağı yapmamak için çok yoğun bir mücadelenin içine girdiği müşahede
edildi.
Sarıkamış bahsinde ise üç aşamalı olarak Hafız Hakkı Paşa incelendi. İlk olarak
Erzurum’a gelişi ve buradaki faaliyetleri değerlendirildi. Osmanlı Devleti’nin ilkbahara
kadar ciddi bir askeri harekâttan kaçınması yönünde defalarca görüş bildiren Hafız
Hakkı Paşa’nın Erzurum’a geldikten sonra bu konudaki düşüncesinin değiştiği görüldü.
Mevsimin kış olmasına rağmen geniş çaplı bir askeri harekâtın yapılabileceğine dair
Erzurum’dan merkeze olumlu raporlar göndererek Sarıkamış Harekâtı’na sebep olduğu
sonucuna ulaşıldı. İkinci olarak 10. Kolordu Komutanlığına tayini ve Sarıkamış
Harekâtı’ndaki faaliyetleri değerlendirildi. Burada özellikle sebep olduğu askeri
243
hatalardan bahsedilerek Sarıkamış Harekâtı’nın başarısızlıkla sonuçlanmasında birinci
derecede etkili olduğu görüşü ortaya atıldı. Böylelikle Enver Paşa merkezli olumsuz
Sarıkamış algısı değiştirilmeye çalışıldı. Ayrıca harekâtın genel seyri içerisindeki
eylemlerine değinildi. Son olarak Hafız Hakkı Paşa’nın III. Ordu Komutanlığına
tayininden ölümüne kadar olan süreç değerlendirildi. Burada özellikle Hafız Hakkı
Paşa’nın Sarıkamış Harekâtı boyunca yaptığı hataları telafi edercesine canla başla
çalışarak orduyu yeniden toparlamaya çalıştığı vurgusu yapıldı. Bu kapsamda III.
Orduya takviye kuvvet gönderilmesi yönündeki talepleri ve faaliyetleri aktarıldı. Ayrıca
Hafız Hakkı’nın harekâttan sonra büründüğü ruh hali ile ilgili günlüklerinden yola
çıkarak bir takım tasvirler ortaya koyuldu. Daha sonra ordunun sıhhi durumunun
düzeltilmesine yönelik aldığı tedbirlerden bahsedildi. Son olarak ölümünden ve
ölümünün ailesi ve yakın arkadaşları arasında meydana getirdiği yankılardan
bahsedilerek devletin Hafız Hakkı Paşa’nın adını yaşatmaya yönelik faaliyetleri
anlatıldı. Burada devlet nezdinde Hafız Hakkı Paşa’nın çok büyük bir önem arz ettiği
vurgusunu yapıldı.
Son olarak Hafız Hakkı Paşa’nın yazar ve hatip kişiliği üzerinde durarak kaleme
aldığı eserler tanıtıldı. Böylelikle fikir dünyası okuyuculara aktarılmaya çalışıldı. II.
Meşrutiyet döneminin temel tartışma konuları olan eğitim, devlet yönetimi, kadın
hakları ve ekonomi gibi sahalardaki görüşleri ifade edildi. Eserlerinin daha çok içeriği
üzerinde duruldu. Sınırlı ölçüde de üslup ve metodolojik yönlerden değerlendirmeye
tabi tutuldu. Bu değerlendirmelerden Hafız Hakkı Paşa’nın, dönemin aydın
simalarından biri olduğu sonucuna ulaşıldı. Bu konulardaki görüşlerinin Batıcı ve
Türkçü aydınlara yakın olduğu görüldü. Ayrıca dönemin meşhur simalarından
bazılarının Hafız Hakkı Paşa hakkındaki düşüncelerini aktarıldı. Bu yorumların ortak
yönlerini değerlendirilerek kişiliği ile ilgili çıkarımlarda bulunmaya çalışıldı. Bu
çıkarımlardan Hafız Hakkı Paşa’nın asker vasfının yanı sıra bir de aydın vasfına sahip
olduğu ve zekâsı, bilgisi, yeteneği, ateşli kişiliği ve iyi kalpliliği ile ön plana çıktığı
sonucuna varıldı.
244
KAYNAKÇA
Arşivler:
Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA)
Genelkurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi Arşivi (ATASE)
Telif Eserler
A-Kitaplar
Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, Nehir yayınları, C.1, İstanbul 1992, s.195.
Akbay, Cemal, Osmanlı İmparatorluğu’nun Siyasi ve Askeri Hazırlıkları ile Harbe
Girişi, Güncelleyenler: Alev Keskin-Fatma İlhan, Genelkurmay ATASE
Yayınları, Ankara 2014.
Aksoy, Şerif, ittihat ve Terakki, Noktakitap Yayınları, İstanbul 2013.
Aksun, Ziyanur, Enver Paşa ve Sarıkamış Harekâtı, Ötüken Yayınevi, İstanbul 2008.
Akşin, Sina, Türkiye Tarihi, Cem Yayınevi, C.IV, İstanbul 2002.
Akşin, Sina, 100 Soruda Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, Gerçek Yayınevi, İstanbul
1980.
Alkan, Necmettin, Mutlakıyetten Meşrutiyete II. Abdülhamit ve Jön Türkler (18891908), Selis Kitaplar Yayınevi, İstanbul 2009.
Allen, W.E.D – Muratoff, Paul, 1828-1921 Türk-Kafkas sınırındaki Harplerin Tarihi
(Kafkas Harekâtı), Gnkur. Basımevi, Ankara 1966.
Ali Cevat Bey, İkinci Meşrutiyet’in İlanı ve Otuzbir Mart Hadisesi: II. Abdülhamit’in
Son Mabeyn Başkâtibi Ali Cevat Bey’in Fezlekesi, Yayına Hazırlayan: Faik Reşit
Unat, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1991.
Ali Vasıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı-Vatan ve Menfada Gördüklerim ve
İşittiklerim, Yay Haz: Osman Selahaddin Osmanoğlu, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul 2005.
Alşan, Songül, Sarıkamış Kuşatma Harekâtı ve Şehitlikleri, Atatürk Araştırma Merkezi,
Ankara 2014.
245
Alparslan, Teoman, 31 Mart Ayaklanması, Kamer Yayınları, İstanbul 2015.
Altınanıt, Hasan İzzet, Ülkem Ateş Çemberi İle Kuşatılmışken Sarıkamış, Yay Haz:
Bingür Sönmez, Babıali Kültür Yayınları, İstanbul 2006.
Arar, İsmail, Osmanlı Mebusan Meclisi Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, Hürriyet Vakfı
Yayınları, İstanbul 1986.
Armaoğlu, Fahir, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, Alkım yayınevi, İstanbul 2010.
Aydemir, Şevket Süreyya, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, Remzi Kitabevi,
İstanbul 1970.
Atay, Falih Rıfkı, Zeytindağı, Pozitif Yayınevi, İstanbul 2008.
Aziz Samih, Büyük Harpte Kafkas Cephesi Hatıraları Zivinden Peteriçe, Büyük
Erkânıharbiye Matbaası, Ankara 1934.
Babacan, Hasan, Mehmet Talat Paşa (1874-1921), TTK, Ankara 2014.
Bardakçı, Murat, Hafız Hakkı Paşa’nın Sarıkamış Günlüğü, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul 2014.
Bardakçı, Murat, Enver, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2015.
Bayur, Y. Hikmet, Türk İnkılabı Tarihi, TTK, C.1-III, Kıs.II, Ankara 1983.
Baytın, Arif, İlk Dünya Harbi’nde Kafkas Cephesi 29. Tümen ve 3. Alay Sancağı
Hatıraları, Vakit Matbaası, İstanbul 1946.
Belen, Fahri, XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti, Remzi Kitapevi, İstanbul 1973.
Belen, Fahri, Birinci Cihan Harbinde Türk Harbi 1914 Yılı Hareketleri, Gnkur.
Basımevi, Ankara 1964.
Benazus , Hanri, Sarıkamış Faciası, Toplumsal Dönüşün Yayınları, İstanbul 2006.
Bleda, Mithat Şükrü, İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993, s.72.
Birgen, Muhittin, İttihat ve Terakki’de On Sene, Yay Haz: Zeki Arıkan, C.1, İstanbul
2006,
Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi Kafkas Cephesi III. Ordu Harekâtı, C.1, Gnkur.
Basımevi, Ankara 1993.
246
Çakmak, Fevzi, Büyük Harp’te Şark Cephesi Harekâtı, Yay Haz: Ahmet Tetik, Türkiye
İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2011.
Cavit Bey, Meşrutiyet Ruznamesi, Yay Haz: Hasan Babacan-Servet Avşar, TTK,
Ankara 2014.
Cebesoy, Ali Fuat, Sınıf Arkadaşım Atatürk (Okul ve Genç Subaylık Hatıraları), İnkılap
Yayınevi, İstanbul 1981.
Cemal Paşa, Hatıralar, Yay Haz: Alpay Kabacalı, Türki İş Bankası Yayınları, İstanbul
2006.
Cengiz, Halil Erdoğan, Enver Paşa’nın Anıları 1881-1908, Türkiye İş Bankası Kültür
Yayınları, İstanbul 2015.
Erickson, Edward J, Size Ölmeyi Emrediyorum! Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı
Ordusu, Çeviren: Mehmet Tanju Akad, Kitap yayınevi, İstanbul 2011.
General Maslofski’nin Umumi Harpte Kafkas Cephesi Eserinin Tenkidi, Çev: Mütekait
Kaymakam Nazmi, Gnkur. Matbaası, Ankara 1935.
Görgülü, İsmet, On Yıllık Harbin Kadrosu 1912-1922, TTK, Ankara 2014.
Hafız Hakkı Paşa, Bozgun, Tercüman Yayınları, İstanbul 1972.
Hafız Hakkı Paşa, Şanlı Asker, Yay Haz: Mehmed Açıkgözoğlu, Bedir Yayınevi,
İstanbul 1975.
Hanioğlu, M.Şükrü, Kendi Mektuplarında Enver Paşa, İstanbul 1989.
Harp Mecmuası, Hazırlayanlar: Dr. Ali Fuat Bilkan-Ömer Çakır, İstanbul 2004.
Harp Mecmuası (Kasım 1915-Haziran 1918), Çeviriyazı: Faruk Önal-Selman
Soydemir-Kemal Erkan-Ahmet Temiz-Ömer Faruk Yılmaz-Ahmet Uçar, TTK,
Ankara 2015, s.30.
Hasan Basri Efendi, Bir gemi Kâtibinin Esaret Hatıraları, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul 2009.
İlden, Köprülü Şerif, Sarıkamış, Yayına Hazırlayan: Sami Önal, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, İstanbul 2014.
247
İnal, İbnülemin Mahmut Kemal, Son Sadrazamlar, C.II-III, Dergâh Yayınları, İstanbul
1982.
İrtem, Süleyman Kani, Meşrutiyetten Mütarekeye (1909-1918), Yay Haz: Osman Selim
Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul 2004.
Karabekir, Kâzım, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2014.
Karabekir, Kâzım, Birinci Dünya Savaşı Anıları-Cihan Harbine Nasıl Girdik ?, Yapı
Kredi Yayınları, İstanbul 2011.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devri ( 1876-1907 ),
TTK, C. VIII, Ankara 1988.
Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi İkinci Meşrutiyet ve Birinci Dünya Savaşı (19081918), TTK, C. IX, Ankara 1996.
Kılıç, Selami, Türk-Alman Arşiv Belgeleriyle Ermeni Sorunu ve Almanya, TTK, Ankara
2015.
Konukçu, Enver Konukçu, Erzurum’da Kars Kapı Şehitliğindeki iki Mezar ‘’ Hafız
Hakkı ve Cemal Paşalar (1915-1922) ‘’, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum
2010.
Kuran, Ahmet Bedevi, İnkılap Tarihimiz ve Jön Türkler, Kaynak Yayınları, İstanbul
2000.
Kuran, Ahmet Bedevi, Osmanlı İmparatorluğunda İnkılap Hareketleri ve Milli
Mücadele, Çeltüt Matbaası, İstanbul 1959.
Kurat, Akdes Nimet, Türkiye ve Rusya XVIII. Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşına
Kadar Türk-Rus İlişkileri (1978-1919), TTK, Ankara 2011.
Larcher, Maurice, Büyük Dünya Savaşı’nda Türk Cepheleri ( Kafkas Harekâtı), Çev:
Can Kopyalı, Yay Haz: Bingür Sönmez, İstanbul 2010.
Lütfi Simavi, Son Osmanlı Sarayında Gördüklerim, Örgün Yayınevi, İstanbul 2004.
Mahmut Muhtar, Maziye Bir Nazar, Ötüken yayınevi, Yay Haz: Erol Kılınç, İstanbul
1999.
248
Mühlman, Carl, imparatorluğun Sonu 1914 Osmanlı Savaşa Neden ve Nasıl Girdi,
Timaş Yayınları, Çev: Kadir Kon, İstanbul 2009.
Nikolski, Sarıkamış Harekâtı (12-24 Aralık 1914), Çev: Emekli Kaymakam (Yb)
Nazmi, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1990.
Öğün,Tuncay, Kafkas Cephesi’nin I. Dünya Savaşı’ndaki Lojistik Desteği, Atatürk
Araştırma Merkezi, Ankara 1999.
Okday, İsmail Hakkı, Yanya’dan Ankara’ya, Sebil Yayınevi, İstanbul 1975.
Özdemir, Hikmet, Salgın Hastalıklardan Ölümler, 1914-1918, TTK, Ankara 2005.
Özdemir, Yavuz, Bir Savaşın Bilinmeyen Öyküsü (Sarıkamış Harekâtı), Erzurum
Kalkınma Vakfı Yayınları, Erzurum 2003.
Öztuna, Yılmaz, 93 ve Balkan Savaşları-Avrupa Türkiye’sini Kaybımız–Rumeli’nin
Elden Çıkışı, İstanbul 2006.
Pekmen, Mahir Said, 31 Mart Hatıraları, İsyan Günlerinde Bir Muhalif, TTK, Yay
Haz: Hasan Babacan-Servet Avşar, Ankara 2013.
Pomiankowski, Joseph, Osmanlı İmparatorluğu’nun Çöküşü 1914-1918 Birinci Dünya
Savaşı, Kayıhan Yayınevi, İstanbul 2014.
Sabis, Ali İhsan, Harp Hatıralarım, Nehir Yayınları, C.1-II, İstanbul 1990.
Şakir, Ziya, İttihat ve Terakki-II Nasıl Yaşadı?, Akıl Fikir Yayınları, İstanbul 2014.
Sander, Oral, Siyasi Tarih 1918’den Günümüze, İmge Kitapevi, Ankara 2010.
Sanders, Liman Von, Türkiye’de Beş Yıl, C.1-II-III, Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul
1999.
Şirokorad, A.B, Rusların Gözünde 240 yıl Kıran Kırana Osmanlı-Rus Savaşları (KırımBalkanlar-93 Harbi ve Sarıkamış), Selence Yayınevi, İstanbul 2009.
Sorgun, Taylan, İttihat ve Terakki’den Cumhuriyet’e Bitmeyen Savaş (Halil Paşa’nın
Hatıraları), İstanbul 1997.
Sorgun, Taylan, İmparatorluktan Cumhuriyete (Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor), Kum
Saati Yayınları, İstanbul 2004.
Talat Paşa, Talat Paşa’nın Hatıraları, Cumhuriyet Gazetesi, İstanbul 1998.
249
Taşyürek, Muzaffer, Bir Hüznün Tarihi Sarıkamış, Hazine Yayınları, İzmir 2007.
Toker, H-Aslan, N, Birinci Dünya Savaşına Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki
Komutanların Biyografileri, Gnkur. Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı
Yayınları, Ankara 2009.
Turfan, M. Naim, Jön Türklerin Yükselişi, Alkım Yayınevi, İstanbul 2013.
Türk Silahlı Kuvvetleri Tarihi Osmanlı Devri Birinci Dünya Harbi İdari Faaliyetler ve
Lojistik, C. X, Gnkur. Basımevi, Ankara 1985.
Uğurlu, Nurer, Rumeli Yağmalanan İmparatorluk (Mahmut Şevket Paşa-Hafız Hakkı
Paşa), Örgün yayınevi, İstanbul 2009.
Uzdil, Mahmut Beliğ, Balkan Savaşı’nda Çatalca ve Sağ Kanat Ordularının HarekâtıSavaşın Siyasi ve Psikolojik İncelemeleri, C. I, II, III, Yay Haz: Özlem
Demireğen-Nurcan Aslan, Gnkur. ATASE Yayınları, Ankara 2006.
Uzer, Tahsin, Makedonya’da Eşkıyalık Tarihi ve Son Osmanlı Yönetimi, TTK, Ankara
1979.
Ülman, Haluk, I.Dünya Savaşı’na Giden Yol ve Savaş, İmge Kitapevi, İstanbul 2002.
Wallach, Jehuda L, Bir Askeri Yarsımın Anatomisi, Çev: Fahri Çeliker, Gnkur.
Basımevi, Ankara 2008.
Yarbay Selahattin, Kafkas Cephesi’nde 10. Kolordu’nun Birinci Dünya Savaşı’nın
Başlangıcından Sarıkamış Muharebelerinin Sonuna Kadar olan Harekâtı, Yay
Haz: Zekeriya Türkmen, Alev Keskin, Fatma İlhan, Gnkur. Basımevi, Ankara
2006.
Yalçın, Hatice, Harp Ceridesi Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi (Ştanke Bey
Müfrezesi Harp Ceridesi), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Tokat 2008
Yalçın, Hüseyin Cahit, Siyasi Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlar, Baskıya
Hazırlayan: Rauf Mutluay, İstanbul 1976.
Yergök, Ziya, Sarıkamış’tan Esarete (1915-1920), Yay Haz: Sami Önal, Remzi
Kitabevi, İstanbul 2007.
250
B-Makaleler:
Aydemir Mustafa, ‘’Ret ve İnkârın Kıskacında Nihilist Karakterler: Bazarov ve Suat’’,
Turkish Studies-İnternational Periodical For Languages, Litarature and History
Of Turkish or Turkic Volume 8/8 Summer 2013, p. 123-138, ANKARA-TURKEY.
Çeliker, Fahri, ‘’Osmanlı İmparatorluğu’nda Alman Askeri Heyetlerinin Balkan Harbi
ve Birinci Dünya Harbindeki Tutum ve Etkileri’’, Dördüncü Askeri Tarih
Semineri Bildirileri, Gnkur. ATASE Başkanlığı, (Mayıs 1989) Ankara, s. 136147.
Dursun, Davut, ‘’Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin Çizgileri Arasında Siyaset’’, Yeni
Şafak, 17 Ağustos 2004.
Guse, Felix, ‘’Büyük Harpte Kafkas Cephesindeki Muharebeler’’, Askeri Mecmua, Çev:
Kaymakam Hakkı, Sayı: 20, İstanbul 1 Kanunnusani 1931.
Hanioğlu, M. Şükrü, ‘’İttihat ve Terakki Cemiyeti ’’, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansiklopedisi, İstanbul 1988, C.22, s.476-484.
Kılıç, Selami, ‘’I. Dünya Savaşı’nda Türk-Alman Cihat Politikasına Bir Bakış’’, 100.
Yılı Münasebetiyle I. Dünya Savaşı’nda Kafkas (Doğu) Cephesi Uluslararası
Sempozyumu, 25-27 Eylül 2014/ Erzurum, Yay Haz: Merve Uğur, Atatürk
Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2015, s.139-189.
251
EKLER
EK 1. HAFIZ HAKKI BEY’İN 4 EYLÜL 1914 TARİHLİ BİRİNCİ SAVAŞ
PLANI
Planda şu esaslar üzerinde durulmuştur;
1) Bulgaristan’a yardım etmek,
2) Boğazları ve İstanbul’u karadan ve denizden savunmak,
3) Bunların hepsinden önce genel savaşın iyi sonuçlanması için olabildiğince
etkili bir şekilde yardım etmek,
4) Savaşta Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğuna yardım etmek
1) Bulgaristan’a Yardım Etmek
Muhtemel bir Balkan Harbi’nin savaşın sonucunu en az ve en geç etkileyeceği
düşünülmüştür. Bulgaristan’a yardım Sırp ve Yunan ordularına karşı galibiyeti
sağlayacak şekilde olmalıdır. Sırp ordusu Avusturya ile meşgul olduğu için
Bulgaristan’a karşı kuvvetli bir ordu gönderemez. Bulgaristan’ın mevcut ordusuna iki
kolordu gönderilmesi durumunda Yunanistan’a karşı başarıyla savunulabilir. Bunlar
2’nci ve 6’ıncı kolordular olmalıdır. Nispeten daha iyi durumda olan diğer kolordular
ise daha güçlü bir düşman olan Ruslara karşı gereklidir. Bulgaristan cephesi kesin sonuç
alınacak bir cephe olarak düşünülmemiştir. Bu sebeple buraya az miktarda kuvvet
göndermek yeterli görülmüştür.
2) Boğazları ve İstanbul’u karadan ve denizden savunmak
İngiliz ve Fransız donanmalarının Çanakkale Boğazı’nı zorlaması durumunda; bu
ya karaya asker çıkarmak ve denizden zorlamak ya da yalnız denizden zorlamak
suretiyle olur. Boğaz’ın ağzındaki tabyalar ezildikten sonra içeri girerek asıl büyük
istihkâmların tahribine engel olmak için Almanya’dan birkaç ağır obüs bataryası
getirmeye çalışmak ve Boğaz’ın içine bolca serseri mayın yerleştirmek çok faydalı olur.
Düşman Boğaz istihkâmlarının arkasına karaya asker çıkarmak suretiyle Boğaz
istihkâmlarını düşürmeye çalışabilir. Her ne kadar Fransa, Alman ordularıyla meşgul
olurken ve İngiltere Mısır’da sınırlarını bekliyorken Boğaz’ın arkasını alabilecek önemli
bir kuvvet ayırması zor ise de İstanbul’un ele geçirilmesi özellikle İslam âlemi üzerinde
252
ve Osmanlı Devleti’nin Rusya’ya taarruz planında büyük etki yapması bakımından her
halde muhtemel bir harekettir. İngiliz donanmasının İstanbul önüne gelmesi, Osmanlı
Devleti’ni savaştan alıkoymazsa da Odesa taarruzunu imkânsız kılar ve Kafkasya
taarruzunu güçleştirir. Her halde Çanakkale’nin savunması da son derece önemli bir
konudur. Üçüncü kolordu bu savunmayı yapmaya yeterlidir.
3-4)
Savaşın iyi sonuçlanmasına etkili bir şekilde yardım etmek ( Müttefiklere
yardım etmek)
Fransa açısından bir yardım yapamayız. Bununla birlikte uğraşacağımız düşman
iki tanedir. Bunlar;
1) İngiltere
2) Rusya
1) İngiltere’ye karşı:
a) 8’nci kolordu ile Mısır’a taarruz,
b) Yemen kolordusuyla Aden’e taarruz,
c) Basra Körfezi yönüne taarruz,
d) Savaşı sonlandırmak için İngilizlerin inadını kırmak.
Bu savaşta maddeten en az zarar İngilizler görüyor. Bu nedenle savaşın
uzamasında inat etmek en çok İngilizler için uygun ve faydalıdır. Ancak İngilizlerin
manevi kuvvetlerini kıracak bir husus vardır. O da Asya’da İslam Hilafetinin arka
arkaya kazanacağı şanlı zaferlerle İslam âleminin heyecana gelmesidir. Bu zaferler
Afganistan ve Hindistan’a yakın oldukça manevi etkisi de büyür, maddi etkisi de
yakınlaşır. İngilizlerin can evine (Hindistan) karşı en şiddetli bir tehdit olur. Bunun için
Osmanlı Devleti’nin bütün ordusuyla Kafkasya ve İran’a yürüyerek Rusları burada
biran evvel mahvedip Hazar Denizi’ne Afgan sınırlarına dayanması lazımdır.
253
2) Rusya’ya karşı:
Yukarıdaki fikir kabul edilmeyerek Avrupa savaşını doğrudan doğruya etkilemek
açısından düşünülürse her halde Anadolu sınırında tüm Osmanlı memleketlerinin Rus
işgalinden korunması için 9’uncu, 10’uncu ve 11’inci kolorduların bırakılması gerekir.
Mevcudu toplamda 100 bine varan bu kolorduların Kafkas Rus ordusuna karşı iyi bir
savunma yapabilmesi her halde kolay değildir. En az 60 bin erlik bir kuvvet fazlalığına
sahip Rus ordusu savaşın uzaması durumunda tüm Doğu Anadolu’yu ve hatta merkezi
Anadolu’yu işgal eder. Böyle bir durumda ise tüm Osmanlı ve İslam âlemi üzerinde
yapacağı ezici etki çok büyüktür. Buna mukabil kalan 1’inci, 4’üncü ve 5’inci
kolordularla şayet doğruca Rus ordusu üzerine etki etmek istenirse bu durumda
Karadeniz sahilinde karaya çıkılacak en uygun yer Odesa’dır. Ancak bu hareket
donanmamızın
durumu,
Bulgaristan’ın
hazırlanması
ve
Avusturya-Macaristan
ordusunun Rus ordusu karşısındaki durumuna bağlı olduğu için uzar ve gereksiz bir
tehlikeye atılmaktan başka bir şey değildir. Burada elde edilen küçük bir faydaya
karşılık Rusların Kafkasya yönünde üstün olarak Anadolu’yu işgal etmiş olmasının İran,
Afganistan, Hindistan ve Osmanlılık üzerinde yapacağı kötü tesir ile ve bu kolay
kazanılan Rus başarısının Rusya’yı ve İngiltere’yi mukavemete teşvik için yapacağı
etkiler çok zararladır. Bununla birlikte savaşın sonucunu çok etkilemek için Osmanlı
ordusunun bütün kuvvetleriyle Kafkasya’ya taarruz etmesi gerekir. Bunun için dört şık
mevcuttur. Bunlar;
1) Azerbaycan-Erivan istikametleri
2) Erzurum-Kars istikametleri
3) Ardahan istikameti
4) Batum istikameti
Bunların arasında en uygun düşen Batum istikametidir. Bu ancak donanmamızın
Rus donanmasını mahvettikten ve ya savaş dışı bıraktıktan sonra mümkün olur. Bu
durumda 1’nci ve 4’üncü kolorduların ilk kademesi İstanbul’dan Batum istikametine
hareket eder. Savaş ilanıyla birlikte Rusların Erzurum istikametin den taarruzları
muhtemel olduğu için savaş ilanından önce 9’uncu kolordunun büyük kısmını
Bayburt’a, 11’inci kolorduyu ise Karadeniz’e göndermek gerekir. 13’üncü kolordu ise
Van jandarma Tümenini ve aşiretleri alarak Azerbaycan üzerinden Kafkasya’nın
254
güneyine saldıracak. Eğer Ruslar buradan çekilirse Azerbaycan ve Karabağ üzerine
gidilecek. Bu çıkarmanın ardından Osmanlı ordusu Batum ve Poti’yi tahkim ederek
Tiflis genel istikametinden Rus ordusuna taarruz eder. Rus ordusunun Erzurum,
Erzincan, Van ve Musul istikametlerindeki hareket ve başarı şansı ne olursa olsun
ordumuzun genel taarruz istikameti Tiflis olmalıdır. Çünkü açık denize ve sağlam bir
hareket bölgesine dayanan ordumuz bu istikamette hiçbir düşman kalesine uğramadan
düşmanın tek hareket bölgesini keser ve onu en nihayet üzerine çeker ve ters cephe ile
açıkta savaşa mecbur eder. Bu istikamette seri olarak ilerlenerek Rus ordusuna
kuzeyden gelecek imdat kuvvetlerini parça parça yok etmeyi başarır. Muhtemel bütün
kış sürecek olan bu savaş sonucunda Rus ordusunu mahvetmeyi ve çözmeyi başarır ve
ordumuz Kafkasya dağlarıyla Hazar Denizi’ne dayanır. Kuvvetli müfrezelerimizle
süvarilerimiz Tahran’a girerse bu başarının ilkbahara Rus orduları gerilerinde,
Afganistan’da ve Hindistan’da etkileri savaşın sonuçlandırılması için çok büyük olur.
İmza: Hafız Hakkı
255
EK 2. HAFIZ HAKKI PAŞA’NIN ADININ YAŞATILMASINA YÖNELİK
YAPILAN FAALİYETLER: KÜTÜPHANE, ÇEŞME VE ABİDE YAPIMI
DÜŞÜNCESİ
Hafız Hakkı Paşa’nın ölümünün ardından 3 Mart 1915’te annesi Habibe Hanım’a
‘’Hıdemat-ı Vataniyye’’ tertibinden 400 kuruş maaş bağlanmıştır. Bu maaşın tahsisine
dair Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde birçok belge bulunmaktadır. Aynı tertipten 31
Mart Hadisesi’nin bastırılmasında şehit düşen Binbaşı Muhtar Bey’in kız kardeşine de
maaş bağlandığı görülmektedir. Bu ince harekete oldukça sevinen Habibe Hanım, 15
Mayıs 1915’te Dâhiliye Nazırı Talat Bey’e bir mektup yazarak teşekkürlerini
bildirmiştir.625
Öte yandan Enver Paşa, Talat Bey ve Erzurum Valisi Tahsin Bey, Hafız Hakkı
Paşa’nın ölümünden sonra onun adını yaşatmak için yoğun bir çabanın içine
girmişlerdir. Başbakanlık Osmanlı Arşivinden temin edilen belgelerden Hafız Hakkı
Paşa’nın hatırası için Erzurum’da çeşme, kütüphane ve abide yapılmasıyla ilgili İstanbul
ile Erzurum arasında yoğun bir yazışmanın yapıldığı görülmektedir. Bunlardan
çeşmenin yapılmakta olduğuna dair bilgi olmakla birlikte, tamamlandığı ve bugün
mevcut olup olmadığı bilinmemektedir. Abide yapımı ise savaş sebebi ile sonraya
bırakılmış ve zamanla unutulup yapılmamıştır. Yine kütüphane yapımının akıbeti de
bilinmemektedir. Ayrıca Sivas vilayetinin Toros kasabasının iki mahallesinin adı
değiştirilerek ‘’Hafız Hakkı Paşa’’ isminin verilmesiyle ilgili bir karar çıkmıştır. Bu
teşebbüslerin çoğu yarım kalmakla birlikte, devletin Hafız Hakkı Paşa’ya verdiği değeri
anlamak bakımından önemlidirler.626
625
Bardakçı, Sarıkamış Günlüğü, 120. Hafız Hakkı Paşa’nın annesi Habibe Hanım’a maaş bağlanması ve
tahsisi için Bkz. BOA. 24. Ş. 1333. Dosya No: 198 Gömlek No: 79 Fon Kodu: MV. BOA. 16. R. 1333.
Dosya No: 196 Gömlek No: 141 Fon Kodu: MV. BOA. 12. Ca. 1333. Dosya No: 239 Gömlek No: 37 Fon
Kodu: MV. BOA.
626
BOA. 07. C. 1333. Dosya No: 79 Gömlek No: 9 Fon Kodu: DH. İ.UM. BOA. 08. R. 1333. Dosya No:
50 Gömlek No: 77 Fon Kodu: DH. ŞFR. BOA. 07. C. 1333. Dosya No: 52 Gömlek No: 84 Fon Kodu:
DH. ŞFR. BOA. 19. C. 1333. Dosya No: 48 Gömlek No: 08 Fon Kodu: DH. İ.U.M.
256
2
EK 3. RE
ESİMLER
Hafız Ha
akkı Paşa
Hafız Ha
akkı Paşa
257
2
Hafız Ha
akkı Paşa
Hafız Ha
akkı Paşa
258
2
Hafız Ha
akkı Paşa
Hafızz Hakkı
259
2
Hafız Hakk
kı Paşa (sağd
dan ikinci), Erzurum’da askerin attış talimindee.
Hafız Haakkı Paşa (ön
nde) Erzuru
um atış talim
mi yaparken
n; yanında E
Erzurum Va
alisi Tahsin
Bey.
B
260
2
Haffız Hakkı Paaşa, Harekett Ordusu Ko
omuta Heyeeti ile.
s
doğru A
Ali Paşa, Ma
ahmut Şevkeet Paşa ve H
Hüseyin Hüssnü Paşa.
Ön sıraada sağdan sola
Arka sırrada soldan ikinci İsmeet Bey (İnönü), sağında Hafız Hakkkı Bey (Paşa)) ve onun
s ağında Enver Bey (Paşa
a).
261
2
Hafız Hak
kkı Paşa, birr takım devllet erkânı vee yakın arkaadaşları ile.
Ön sıradaa Hafız Hakk
kı Bey (sağd
dan ikinci), Meclis-i
M
Meebussan Reissi Ahmet Rıza (ortada)
vee Talat Bey (soldan
(
ikin
nci).
Arka sıırada İttihatt ve Terakkii Cemiyeti Genel
G
Sekreteri Mithat Şükrü (en sağda)
s
ve
E
Enver Bey (solan
(
ikincii).
262
2
( sağda), 331 Mart isya
anının bastırılmasındann sonra kom
mutanlık
Hafız Hakkı Bey (en
binasının önünde Harreket Ordussu Heyeti ilee. Enver Beyy (en solda)
n olduğu Maanastır Askeeri İdadisi.
Hafız Hakkı Paşa ve Mustafa Keemal Atatürrk’ün mezun
263
2
Errzurum Karrskapı Şehittliği
264
2
apı Şehitliği’’ndeki meza
arları
Haffız Hakkı ve Cemal Paşaaların Erzurrum Karska
265
2
Bozzgun
266
2
Şanlı Askerr (Ali Çavuşş)
267
2
Hafız H
Hakkı Paşa’n
nın eşi Behiy
ye Sultan
268
2
Behiye Sultan (oturan))
269
2
EK 4. AR
RŞİV BELG
GELERİ
Hafız Hak
kkı Bey’in Viyana
V
Ataşeemiliterliği’n
ne tayinine dair.
d
BOA. 221. 10. 1324
4. Dosya No:
3472 Göömlek No: 351
3 Fon Kod
du: BEO.
270
2
Avusturyaa İmparatorru tarafındaan Viyana Ateşemiliteri
A
Hafız Hakkkı Bey’e veriilen üçüncü
rütbe Frransuva Jozzef nişanının
n kabul olun
nduğuna daiir. BOA. 27.. M. 1329. Dosya
D
No:
3852 Göömlek No: 850
8 Fon Kod
du: BEO.
271
2
umiye İkincci Reis-i Sani
niliği’ne tayin
nine dair.
Hafız Haakkı Bey’in Erkan-ı Haarbiye.i Umu
B
BOA.
13. S. 1332. Dosyaa No: 4247 Gömlek
G
No: 318514 Fonn Kodu: BEO
O.
272
2
İttifak
k görüşmelerri için Sofyaa’ya giden Hafız
H
Hakkı Bey’in
B
Enveer Paşa’dan talimat
talebine dair.
d
BOA. 09.
0 09. 19144. Dosya No:: 879 Gömlek No: 40 Foon Kodu: HR
R. SFR.04.
273
2
u Komutanlığı’na tayiniine dair. BO
OA. 19. M. 1332
1
Dosya
Hafız Haakkı Bey’in 10. Kolordu
No: 4325 G
Gömlek No: 324332
3
Fon Kodu: BEO
O.
274
2
nı Miralay Haafız Hakkı Be
ey’in Mirliva
alığa terfiine dair. BOA. 2
25 Kanun‐ı 10. Kolorrdu Komutan
Evvel 13
330. Dosya N
No: 4331 Göm
mlek No: 324757 Fon Koodu: BEO. 275
2
10. Koloordu Komuttanı Hafız H
Hakkı Paşa’n
nın III. Ord
du Komutannlığı’na tayin
nine dair.
BOA. 28
2 Kanun-ı Evvel
E
1330. Dosya No: 4331 Gömleek No: 3247995 Fon Kodu: BEO.
276
2
Hafız Hakkı Paşa’nın
n hastalığın
ndan dolayı Erzurum’a
E
geldiği ve teedavisine ba
aşlandığına
dair. BO
OA. 23 Kanu
un-ı Sani 13330. Dosya No:
N 460 Göm
mlek No: 51 Fon Kodu: DH.ŞFR.
277
2
Hafız Hak
kkı Paşa’nın
n hastalığının
n tifüs olduğ
ğuna dair. BOA.
B
27 Kannun-ı Sani 1330.
1
Dosya
No: 460 G
Gömlek No: 91
9 Fon Kodu
u: DH.ŞFR..
278
2
Merrhum Hafız Hakkı Paşaa’nın annesii Habibe han
nımın kendiisine maaş tahsis
edilmesin
nden dolayı Dahiliye Naazırı Talat Bey’e
B
yazdığ
ğı teşekkür m
mektubu. BO
OA. 28. C.
1333.. Dosya No: 64 Gömlek No: 22 Fon Kodu: DH.. KMS.
279
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Adı Soyadı
Pir murat SİVRİ
Doğum Yeri ve Tarihi
Trabzon/19.02.1991
Eğitim Durumu
Lisans Öğrenimi
Atatürk Üniversitesi
Y. Lisans Öğrenimi
Atatürk Üniversitesi
Bildiği Yabancı Diller
İNGİLİZCE
Bilimsel Faaliyetleri
İş Deneyimi
Stajlar
Projeler
Çalıştığı Kurumlar
İletişim
E-Posta Adresi
Tarih
Download