İnsanlar yanlış yaptıklarını bildikleri halde kitleye uyarak yanlış

advertisement
İnsanlar yanlış yaptıklarını bildikleri halde kitleye uyarak yanlış yapmaktan çekinmezler.
Sürü psikolojisi; tabiri 1848’de Amerikan politik sisteminde kullanılmaya başlandı. Dan Rice
adında bir palyaço, o zamanlar bando arabası (bandwagon) kullanarak politik turlara
katılmıştı. Bando arabası coşkulu müziklerle turlara çıkıyor ve “bandoya katıl” sloganıyla
insanların dikkatini çekiyordu. Bu sayede elde ettiği popülerliğinden dolayı, seçimlerde
büyük bir başarı kazanmıştır. Bu yüzden İngilizce “Bandwagon Effect” (Bando Arabası Etkisi)
olarak tabir edilir.
Psikoloji bilimine göre sürü psikolojisi; bir yığın kurallar ve koşullar dizisiyle temellenmiş
belirli inançların, bir grup, topluluk, ülke vs.’nin insanları arasında yayılmasına verilen addır.
[1]
“Bilinçli kişilik ortadan silinir. Bütün bu birleşmiş fertlerin düşünceleri ve duyguları tek bir
tarafa yönelir. Şüphesiz, geçici, fakat pek açık özellikler gösteren bir kolektif bilinç oluşur…
Kitle tek bir varlık haline gelir ve ‘Kitlelerdeki zihniyetin tekleşmesi kanunu’na uyar.’ [2]
Toplum bir denizdir, bu denize birçok farklı ırmak akar. Bu ırmaklar yani küçük ve
birbirinden farklı kitlelerin, toplulukların her birinin kendi kural ve iç yasaları vardır. Ama
hepsinde ortak olan bir şey vardır ki, o da bireyin özgün ruhunun kaybolmasıdır. Bu
topluluktaki kişi, artık kitleyle beraber her şeyi yapmakta ve kendi özgün kişiliğini yok
edemese de, bir süreliğine de olsa onu yok saymaktadır. Bu kitle ırmağı, onu toplum
denizine dökecektir. Topluluk kural ve görünmez yasalarına birey tamamıyla ve çoğu zaman
da sorgulaması istenmeden uymalıdır. Yani sürü psikolojisi işte bu noktada devreye girecek
ve bireyin, kitlenin küçük bir parçası olarak kolektif bilince uymasını sağlayacaktır.
Özellikle Ortadoğu gibi tarikatçı ve cemaatçi bir geleneğin bulunduğu ve dinin etkisinin
toplumsal hayatı şekillendirmeye çalıştığı toplumlarda, sürü psikolojisi de üst boyutlardadır.
Çünkü ortada bir özgür birey ve sivil bir toplum dahi yoktur. Bu koşullarda kişi, kendisini
tamamen içinde bulunduğu kitleye ve sürü psikolojisine terk edecektir.
Asch deneyi: Çevrenin belirleyici etkisi
Asch deneyi, 1953‘de yayımlanan insanın karar verme sürecinde, çevresinin etkisinin ne
denli önemli olduğunu anlamaya çalışan bir deneydir. Deneyi Polonya asıllı ABD’li sosyal
psikolog Solomon Asch yürütmüştür.[3]
Deneye katılacak olan katılımcılara bir görüş testine girecekleri söylenmiştir. Deneyde tüm
katılımcılara bir çift kart gösterilmektedir. Bu kartların birinde biri kısa biri orta ve biri uzun
olmak üzere 3 çizgi vardır. Diğer kartta ise tek bir çizgi bulunmaktadır. Deneklere bu karttaki
çizginin diğer karttaki çizgilerden hangisine benzediği sorulmuştur. Deneyde katılımcılardan
biri hariç diğer hepsi Asch’ın asistanlarıydı ve önceden belirlenen davranışları
yapmaktaydılar. Deneyin amacı gerçek deneğin davranışlarının diğer deneklerden ne derece
etkilendiğini bulmaktı. Katılımcıların hepsi aynı odada durmakta ve kendilerine kart çiftleri
gösterildikten sonra sırayla cevap vermeleri istenmekteydi. Gerçek deneğe ise sıra en son
gelmekteydi. Sıra ona gelene kadar denek diğer katılımcıların cevaplarını duymaktaydı. İlk
birkaç denemede tüm denekler doğru cevap vermekteydi. Fakat daha sonra gerçek denek
dışındaki katılımcılar hep birlikte yanlış cevaplar vermeye başladılar. Cevap sırası kendisine
gelen gerçek deneklerden %32’si grubun yanlış da olsa söylediği cevaba katılmıştır.
Bu örnekte kişi, bence aslında gözüyle gördüğü doğru seçeneği bilse de, içgüdüsel olarak
tarihsel bir biçimde çoğunluğuna uyma, sürünün içinde kaybolma dürtüsüyle yanlış yanıt
vermektedir. Belki de bilinçaltındaki deneyimleri otomatik olarak onu yönlendirmektedir.
Çünkü bireyin en büyük korkularından birisi, doğru yolda bile olsa, izole edilmek, dışlanmak
ve ayrıksı kalmaktır.
Derler ki, “Doğru bildiğin yolda tek başına kalsan da yürü.”, işte bunu yapabilen insan sayısı
çok fazla değildir. Ayrıca diğer aktör denekler yanlış yanıtlar verdikçe, esas deneğin özgüveni
kırılmakta ve o da kendisinden şüphe etmektedir. Dolayısıyla yanlış yap, ama sürünün içinde
kal felsefesidir bu. Bunun sonu bir yabancılaşmaya kadar uzanabilir.
“Birinci sebep, kitle içinde bulunan birey, sadece çokluğun, sayı fazlalığının verdiği bir duygu
ile, tek başına olduğu vakit frenleyebileceği içgüdülerine kendisini terk ederek yenilmez bir
güç kazanır. Bir toplulukta her duygu, her hareket sirayet edicidir.”[4]
Çevre ya da daha geniş anlamıyla toplum, davranışlarımız ve düşüncelerimiz üzerinde
sandığımızdan çok daha belirleyicidir. Çoğu zaman davranışlarımızı, çevrenin tepkisine göre
kısıtlar ya da çevrenin tepkisini alabilecek davranışlar içerisine girmekten kaçınırız.
Örneğin Türkiye toplumunda yerleşik olan “elalem” diye bir gerçeklik vardır. “Elalem” olarak
nitelenen bireyin içinde yaşadığı özellikle yakın çevresidir. Kişi, davranışları nedeniyle önce
aile içinde kısıtlanmaya başlar, ve ailenin diğer üyeleri o kişiye, “Bunu yaparsan elalem ne
der?” diye sorarak, onu baskı altına alırlar. Bu anlayış, bütün davranışları çevre süzgecinden
geçirir ve çevrenin onaylamayacağı davranışları yapmaktan çekinerek, sürünün içinde
hareket etmeye gayret eder. Bu yüzden yanlış olduğunu bilse bile yanlış yolda ilerler, belki
de otomatik olarak bilinçaltı tarafından sürüyü takip edebileceği yolda ilerler.
“Sürüden ayrılanı kurt kapar.” diye bir söz vardır. Aslında sürüden ayrılanı kapan o kurt
otoritedir, güçtür ve iktidardır. Çünkü sürüden ayrılan otoriteye, iktidara başkaldırmış
demektir.
Gücü doğuran itaatin kendisidir aslında. Gramsci, hegemonyayı baskın sınıfın boyun
eğenlerin izniyle gücü kazanması olarak ele alır. Birey açısından ise, güce boyun eğme ve
itaat etme, bireyin öz çıkarlarını güç odaklarına ve özellikle de en büyük güç odaklarından
birisi olan devlete karşı korumasını beraberinde getirir. Ancak sistem içerisinde bireyler, o
kadar itaat etmeye ve hegemonyaya alıştırılmıştır ki, yapılan çeşitli bilimsel deneylerin
gösterdiği gibi, birey güç olarak gördüğü her mekanizmanın karşısında mantıksız bir biçimde
itaat göstermektedir.
Foucault’nun “büyük bir zindan”, Weber’in “çelik gibi sert kabuk” diye adlandırdığı itaati
içselleştiriyoruz ve kendi kendimizi gönüllü olarak büyük zindana kilitliyoruz. O karikatürdeki
gibi öndekini takip ederek hipnotize olmuş bir şekilde, içgüdülerimizi izleyerek uçuruma
doğru bilinçsizce ilerliyoruz.
Bireyin, devlete olan itaati yalnızca zor ile gerçekleşmez. Foucault işte bu noktayı şöyle dile
getirmiştir: “Eğer iktidar sadece olumsuz bir baskı işlevinden ibaret olsaydı ona gerçekten
tutarlı bir biçimde itaat eder miydik?”[5]
Bireyin devlete, topluma ve sisteme itaat etmesini sağlayan çeşitli mekanizmalar vardır.
Althusser’in devletin ideolojik aygıtları tezi, işte bu ilişkileri ortaya koyar.
Althusser şöyle der: “Fakat artık işin özüne yönelelim. Devletin ideolojik aygıtlarını (DIA),
Devlet’in (Baskı) Aygıtından ayıran şu aşağıdaki temel farktır: Devlet’in (Baskı) aygıtı zor
kullanarak işler, oysa DIA’lar ideoloji kullanarak işlerler.”[6]
Yani devletin ideolojik aygıtları, neden sürüye katılmamız gerektiğini sürekli olarak
beynimize işlerler.
Yine başka bir deneyde, bir asansörde bulunan üç kişi (bu kişiler deneyin gerçekleşmesi için
rol yapan kişilerdir) sırtlarını asansörün kapısına dönerler. Ve asansöre giren başka bir kişi
ise, bunun bir deney olduğunu bilmeksizin, diğerlerini taklit ederek asansöre sırtını
dönmektedir. Deney defalarca tekrarlanmasına karşın, asansöre giren insanlar çoğunluğun
davranışlarını taklit ederler.
Bu deney sürü psikojisini iyi anlatan bilimsel deneylerden birisidir. [7]
Nietzsche’ye göre, özgür insan, yaşadığı toplumun geleneklerinden sıyrılmış, kendince
düşünebilen, ama hâlâ kendini bulamamış insan tipidir. Sürünün egemenliği altında yaşasa
da, sessiz başkaldırışları sebebiyle sürüden ayrılmıştır.[8]
Örneğin bir gazete haberi şöyle: Karaman’ın Ayrancı ilçesindeki sis nedeniyle kaybolan
sürüdeki 150 koyun telef oldu. İçlerinden birinin uçurumdan aşağı düşmesi üzerine onu
takip eden 149 koyun peşinden atladı.[9]
Aslında tarihsel olarak bakarsak, insanlar da yukarıdaki örnekte olduğu gibi koyunlardan
farklı değildir bu anlamda. Örneğin Hitler’i ve diğer diktatörleri, sistemin, devletin,
toplumun kurallarını izleyen toplum da, uçurumdan aşağıya atlayan koyunlar gibidir. Bir
toplum da uçurumdan aşağıya atlar. Demek ki sürüyü izlemek, her zaman varlığını güvence
altına almak anlamına gelmiyor, çoğu zaman intihara koşmaya benziyor.
Otorite ve itaat kültürüne bir bakış: Milgram Deneyi
Milgram deneyi, insanların otorite sahibi bir kişi veya kurumun isteklerine, kendi vicdani
değerleriyle çelişmesine rağmen itaat etmeye ne ölçüde istekli olduklarını ölçme amacını
güden bir deneyler dizisinin genel adıdır. Deneyi gerçekleştiren Yale Üniversitesi
psikologlarından Stanley Milgram, bu araştırmasını ilk olarak 1963’te Anormal ve Sosyal
Psikoloji Dergisi (İng.: Journal of Abnormal and Social Psychology[10] dergisindeki
makalesiyle tanıtmış ve bulgularını 1974’te yayımladığı Otoriteye İtaat: Deneysel bir Bakış
(İng.: Obedience to Authority; An Experimental View)[11] isimli kitabında daha
derinlemesine incelemiştir. [12]
Bu deney psikoloji bilimi açısından itaat kavramını açıklayan en önemli deneylerden birisidir.
[13]
Milgram’ın ilk deney dizisinde öndeneklerin %65’inin (40 öndenekten 26’sının) deneydeki
en yüksek gerilim olan 450 voltu, her ne kadar epey huzursuzluk hissetmiş olsalar da,
uyguladıkları görüldü. Hepsi deneyin bir noktasında durup deneyi sorgulamış, hatta bazıları
kendilerine ödenen parayı geri vereceklerini söylemişlerdi. Katılımcılardan hiçbiri 300 volt
seviyesinden önce şok uygulamaktan tereddütsüzce vazgeçmedi. Deneyin çeşitlemeleri
daha sonra Milgram’ın kendisi tarafından ve dünya genelinde farklı psikologlarca
gerçekleştirildi; sonuçlar birbirine yakındı. Bu çeşitlemelerle deneyin özgün sonuçlarının
onaylanmasına ek olarak deney düzeneğindeki değişkenlerin etkileri de ölçülmüş oldu.[14]
Bence deneyin en önemli göstergelerinden birisi, sistemin bir vidası bile olamayan işlevsiz
bireyin, otoritenin yönlendirmesiyle her şeyi nasıl kolayca -istemeden bile olsayapabileceğini göstermesidir. Bunun gerekçesi de şöyledir: “Ben bana söyleneni yaptım.
Benim kişisel bir sorumluluğum yoktur.” İşte birey yapılanlardan böylece sıyrılmaya çalışır,
tıpkı Nazi askerlerin, subayların sonradan yapmaya çalıştıkları gibi. Birey bu koşullarda her
gün çalışmaya devam ederse artık kişiliği de değişecek, bir makine kadar duygusuz bir
şekilde, belki de sadistçe kendisinden istenenleri harfiyen uygulayacaktır. Aynen Nazilerin
yaptığı gibi. Amaç her şeyden öne çıkacak ve birey artık elindeki gücü isteyerek
kullanacaktır.
Max Weber otorite tiplerini üçe ayırır: Geleneksel otorite, karizmatik otorite ve hukuksal
(demokratik) otorite.
Birey bu her üç çeşit otoriteye de itaat etmektedir. Başka otorite türleri de gelişmiştir bu
üçünün yanında. Sistem gerektiğinde tüm otorite tiplerini kullanarak, bireyi ve toplumu
istediği noktaya yöneltir.
Aslında insanda hem otoriteye itaat etme, hem de otoritenin bir parçası olarak onu
uygulama eğilimi vardır. Şartlar olgunlaştığında her iki eğilim de açığa çıkabilir. Birey kendi
hatası, yanlışı, “suçu” ortaya çıktığında, bu durumda yansıtma şeklinde bir davranış biçimine
girebilir ve kendi sorumluğunu üzerinden atmaya çalışabilir.
Ayrıca birey elinde bir güç taşımaktadır, bu gücü kullandığında kendisinin de iktidarın bir
parçası olduğunu ve iktidardan güç aldığını, yalnız olmadığını bilmektedir. Ondan bunu
yapmasını isteyen otoriteye sığınarak bir nevi kendi gücünü ve varlığını da güvence altına
almak istemektedir. Peki bunun böyle olması Nazileri aklar mı? Onların tek tek, “Ben bana
verilen emirleri uyguladım.” savunmasını haklı kılar mı? Elbette buna hayır diyebiliriz. Çünkü
Nietzsche’nin belirttiği gibi insan, yani özgür insan başkaldırışlarıyla sürüden ayrılabilir.
Tarihsel olarak baktığımızda, kendisine verilen emirleri, ya da otoritenin zorlamasını
reddederek güce, otoriteye itaat etmeyen, karşı çıkan birçok insan olmuştur.
Akıl Oyunları (Brain Games) deneyi
National Geographic Channel’ın, ‘Brain Games’ yani ‘Akıl Oyunları’ isimli programında
insanların sürü psikolojisini test etmek için sosyal bir deney yapılıyor.[15]
İnsanlar yalnızca biri bekliyor diye sıraya girebiliyorlar ve anlamlı olsun veya olmasın, en
öndeki kişi ne yapıyorsa aynısını yapabiliyorlar. İnsanlar neden beklediklerini ve nereye
gittiklerini bilmeden sıraya giriyor ve sıranın önündeki aktörün yaptığı her davranışı taklit
ediyorlar.
İnsanlar amaçsızca ve neyi beklediklerini bile bilmeden saatlerce bekleyebiliyorlar. Öndeki
insanların ardında onları takip ederek mantıksız bir biçimde amaçsızca saatlerce
yürüyebiliyor, dans edebiliyorlar. İşte bu örnek dünyada liderlerin toplumu nasıl kolayca
domine ederek peşlerinden sürüklediklerini de iyi açıklıyor.
Toplum da liderler yaratmaya ve yarattığı bu liderlerin peşinden gitmeye tarihsel olarak
eğilimlidir. Çünkü var olan sistem manipülasyonu çeşitli araçlarla gerçekleştirir. İnsanlar
yanlış yaptıklarını bildikleri halde kitleye uyarak yanlış yapmaktan çekinmezler.
Bu da sürü psikolojisine iyi bir örnektir. İnsanların otoriteye bu kadar kolay ve mantıksızca
boyun eğmeleri binlerce yılın getirdiği bir eğilimdir. İşte bu nedenle devletler, bireyleri,
toplumları bu kadar kolay idare edebilmekte ve istedikleri yöne yöneltmektedirler.
Erol Anar
Paraná-Brezilya
Şubat-Mart 2017
Dipnotlar
[1] http://www.bilgiustam.com/suru-psikolojisi-bandwagon-effect-nedir/
[2] LE BON, Gustave: “Kitleler Psikolojisi”, Hayat Yayıncılık, Birinci Basım: Kasım 1997,
İstanbul, s. 20.
[3] “Asch Deneyi videosu”, https://www.youtube.com/watch?v=ZMqm8yAahYA
[4] LE BON, Gustave: age, s. 26.
[5] GIDDENS, Anthony (2008) “Siyaset, Sosyoloji ve Toplumsal Teori”, çev. Tuncay Birkan,
Metis Yayınları, İstanbul.
[6] ALTHUSSER, Louis: “İdeoloji ve Devletin Ideolojik Aygıtları”, Birikim Yayınları, 1978,
Birinci Baskı, İstanbul, s. 34-35.
[7] “Asansör Deneyi”, https://www.youtube.com/watch?v=yoES3j9UxZo
[8] “Friedrich Wilhelm Nietzsche ve Decadence Kavramı”, http://www.felsefe.gen.tr
[9] “İlki uçurumdan düştü, 149 koyun peşinden atladı”,
http://www.videomak.com/videos/6653/ilki-ucurumdan-dustu-149-koyun-da-pesindenatladi
[10] Milgram, Stanley (1963). “Behavioral Study of Obedience”, Journal of Abnormal and
Social Psychology, 67: 371–378.
[11] Milgram, Stanley. (1974), “Obedience to Authority; An Experimental View”,
Harpercollins.
[12] Milgram Deneyi videosu: https://www.youtube.com/watch?v=_e1_-UpdzZ0
[13] MCLEOD, Saul: “The Milgram Experiment”, http://www.simplypsychology.org
[14] MILGRAM, Stanley (1963). “Behavioral Study of Obedience”. Journal of Abnormal and
Social Psychology 67: 371–378.
[15] “Akıl Oyunları (Brain Games) deneyi videosu”, http://www.siralio.com/bilim-veteknoloji/suru-psikolojisi-deneyi/
Sonrası Sürü Psikolojisi: Neden Sürüye Katılmayı Tercih Ederiz? Matematiksel ilk ortaya çıktı.
[status draft]
[nogallery]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category araştırma]
[tags PSİKOLOJİ DOSYASI, Sürü Psikolojisi]
Download