Chap 8 - ekmekci.com

advertisement
DİL VE İLETİŞİM
İnsanoğlu ne zaman ve nerede olursa olsun biraraya geldiğinde
iletişim kurmak üzere bir sistem geliştirmiştir; bu durum en ilkel
sosyal birimlerde bile gözlenmektedir. Bu tür iletişim ortak
deneyimleri paylaşmak, fikir alışverişinde bulunmak ve edinilen
bilgiyi kişiden kişiye veya bir nesilden diğerine aktarmayı
amaçlamaktadır. İletişim genelde sözel yapılır. Ancak Apaçilerde
(Apache Indian) olduğu gibi, çıkarılan duman işaretleriyle; sağır ve
dilsizlerde olduğu gibi, parmak hareketleri ile; telgraf sisteminde
oldugu gibi, Mors kodu tipinde kodlama ile; eski medeniyetlerde
olduğu gibi, resim ve figürler ile; veya daha gelişmiş bir yazı sistemi
ile yapılabilir.
Sözel İletişim
İletişimde göz veya kulak yoluyla algılanan bilgi beyne giderek soyut
anlam biçimine dönüşür ve bu algı üzerine kişinin beyninde oluşan
tepki, tekrar sözel veya biçimsel olarak karşı tarafa iletilir. Bu
iletişimi sözlü olarak düşündüğümüzde dilbilimsel, fizyolojik ve
akustik açıdan geçirdiği evreleri Denes ve Pinson'ın (1976:7)
"konuşma zinciri" olgularıyla inceliyebiliriz (Şekil 1).
Şekil 1. Konuşma zinciri (Denes ve Pinson 1976:7)
Anlamın konuşmacının beyininde kodlanması dilbilimsel, anlamın
sinir sistemi ile konuşmacının ağzından sözcükler halinde çıkması
fizyolojik, çıkan seslerin dinleyiciye ses dalgaları olarak ulaşması
akustik, bu seslerin sinir sistemi yoluyla dinleyicinin beynine ulaşması
fizyolojik ve dinleyicinin beyininde kodun anlam kazanması yine
dilbilimsel bir olaydır.
İletişimin Fiziksel Yönü
İletişim olayına başka bir açıdan baktığımızda üç ayrı etkenin rol
oynadığını görürüz: iletilen mesaj (message), mesajın
kaynağı(source), ve varış yeri (destination). Kaynak, konuşan, yazan,
çizen veya el kol hareketlerinde (gesturing) bulunan bir kişi, veya
gazete, radyo, televizyon istasyonu, film stüdyosu gibi genel iletişime
hizmet veren kurumlar olabilir. Mesaj, kağıda dökülmüş olabileceği
gibi, ses dalgaları, elektrik akımı ile üretilen tepkiler, veya el, kol,
bayrak gibi cisimlerin göze görünürlüğünü sağlama biçimleri de
olabilir. Varış yeri, dinleyen, izleyen, okuyan bireylerden oluşan
herhangi bir grup olabilir. Mesajın kaynağına varmasını sağlamak
için telefon, radyo, televizyon gibi aygıtlar kullanıldığında, mesaj
kaynaktaki bir aletle istenildiği türde kodlanır ve gönderilir. Varış
yerinde algılanan simgeler kodlama cihazından tekrar mesaja dönüşür
(Şekil 2).
Şekil 2. İletişim Sistemi
(Shramm 1976:12)
Şekil 2'deki iletişim sistemini telefona uyarlıyacak olursak, kaynak,
telefonun bir ucunda konuşmayı yapan kişi; telefon cihazı, insan
sesini değişik boyuttaki titreşimlere dönüştürerek şifreleyen; telefon
hattı boyunca karşı tarafa geçen titreşim, belirtke; dinleyicinin
bulunduğu telefon cihazı, şifreyi çözen ve dinleyici de son varış
yeridir. Bu iletişim sistemini araç kullanmayan kişiler için
düşündüğümüzde, iletişimde bulunanların zaman zaman dinleyici ve
konuşmacı rollerine girdiklerini ve bu nedenle de onların hem
şifreleyici hem de şifre çözücü olduklarını görürüz. Kişi şifreyi
çözdükten sonra iletilen mesaja yorum getirir ve yoruma göre yanıtını
sözcükler yoluyla şifreleyerek karşıdakine iletir. Schramm (1976:13),
iletişimin kişiler arasında iki yönlü geliştiğini ve iletilen mesajın
yoruma açık olduğunu düşünerek, iletişim tablosunu Şekil 3 deki gibi
düzenlemiştir.
Şekil 3. İki yönlü iletişim sistemi (Schram 1976:13)
Shannon 1948 de iletişimin matematiksel kuramını ortaya koymuştur.
Günümüzde iletişim kuramı veya bilgi kuramı (Pierce 1961) olarak
geçen bu kuram aslında elektrik akımı kullanımıyla yapılan iletişimde
karşılaşılan sorunları çözmek üzere gelişmiştir. Burada önemli olan,
vericiden alıcıya taşınan bilginin miktarının bir ölçütle
belirlenmesidir. Telgraf mesajları gönderilirken kullanılan Mors kodu,
verilen mesajın elektrik belirtkesine dönüşümü ile sağlanır. Tek yönlü
akım oluşu (+) veya olmayışı (-) gibi iki unsurdan yararlanılır. Bu
basit gibi görünen olaydan yola çıkarak, çok çapraşık matematiksel
modeller ortaya konmuştur ve Shannon'un adı kullanılarak da
saniyede geçen bilgi birikiminin, aradaki parazit sesler ayırt edilerek
hesaplanması yapılmaktadır. Örneğin, paraziti önlenemeyen bir
kablodan mesajın elektrikle nasıl belirtileceği ve kaç akım biriminin
bırakılıp kaç akım biriminin geçeceği konuları ele alınmaktadır. Bu
tür hesabın yapılarak, mesajın elektrik belirtkesine dönüşmesini
sağlayarak doğru sonuç elde etmek, bilgi kuramının esas amacıdır.
Shannon'un (1949) en büyük katkısı, genel iletişim sisteminin esas
işlevini betimlemesidir. Ana olgu, bilgi kaynağının bir mesajı olması
ve o mesajın belli bir kanalla istenilen yere varmasının sağlamasıdır.
Bu nedenle, mesajı belirtkeye çevirecek bir gönderici, ve kanaldan
gelen belirtkeleri mesaja çevirecek bir alıcı kullanımı söz konusudur
(Şekil 4). Belirtkenin göndericiden alıcıya geçişi sırasında bazı
gereksiz ve istenmeyen gürültüyle bozukluğa uğraması kaçınılamaz.
Önemli olan, istenmeyen bu bozukluğun nasıl azaltılabileceğidir. Bu
da mesajın, gerekli artıkbilgi (redundancy) ile gönderilmesi ile
mümkündür. Bilgi kuramı bu konuyu geniş bir biçimde ele alır.
Şekil 4 : Genel İletişim Sistemi (Shannon ve Warren 1949:5)
İnsan ve Hayvanlarda İletişim Farklılıkları
Yule (1985) bilgi verme ve iletişim kurma arasındaki farkı
vurgulayarak, kişi konuşmadan ve iletişim amacı gütmeden, giyinişi,
davranışı ile etrafındakilere kendi ile ilgili bazı belirtkeler göndermiş
olabilir. Bu tür bilgi, gözlem ve algılama sonucu gelişebilir ve bu
biçimde edinilen bilginin iletişimle ilgisi yoktur.
Hayvanlar arasındaki iletişimin de daha çok bilgi verme niteliğinde
olduğu bilinmektedir (Fromkin ve Rodman 1983). Arılar yaptıkları
dansların biçimi ve dans hızları ile polen toplamak üzere civardaki
çiçeklerin bulunduğu yönü diğer arılara iletmektedirler. Washoe,
Sarah ve Lana gibi bazı maymunlar kendi ihtiyaçlarını belirtmek üzere
belirli işaretleri kullanmak üzere eğitilebilmişlerdir. (Gardner ve
Gardner 1969; Premack ve Premack 1972; Rumbaugh ve Gill 1976).
Yapılan bu araştırmalar insanlar arasındaki iletişimin daha farklı
olduğunu göstermektedir. Yule (1985) dilin insanlara özgü olan
niteliklerini altı noktada toplamaktadır:
1. Yer ve Zamandan Bağımsızlık (Displacement)
Hayvanlar ancak konuşma anı ve konuşma yeriyle ilgilenmektedirler.
İnsanlar ise, gelecek ve geçmişten de bahsedebilmekte; aynı zamanda
değişik yerlerde olup bitenlerden de söz edebilmektedirler. Her ne
kadar arılar bulunduğu yerin ötesini belirtmekte iseler de, bunların
belirttikleri yerler kovanın civarındaki yöreyle sınırlanmaktadır ve
bilgi verilen yer, arının hemen gelip haber verdiği yerin ötesine
geçmemektedir.
2. Nedensizlik (Arbitrariness)
Dilde kullanılan sözcüklerin, belirttikleri nesnelerle ilgili herhangi
doğal bir ilişkisi yoktur. Oturduğumuz dört bacaklı mobilyaya
"sandalye" dememizde herhangi bir neden yoktur. O ad ona
bilinmeyen bir nedenle verilmiştir.
3. Üretkenlik (Productivity)
Dil kurallarını bilince, kişiler hiç duymadıkları tümceleri bile üretip
onu iletişim aracı olarak kullanırlar. Chomsky'nin (1957) üreticidönüşümsel dilbigisi teorisinde bu konu ayrıntılı bir biçimde
anlatılmıştir.
4. Kültürel Aktarma (Cultural Transmission)
Dil kalıtımla kişiden kişiye aktarılmaz. Tamamen içinde bulunduğu
kültürel grubun etkisiyle öğrenilir. Amerikalı anne babadan doğan
bir çocuğu Çinli bir aile hemen evlat edinirse, çocuk Çince
öğrenecektir.
5. Ayrıklık (Discreteness)
Dilde sesler sözcük içinde anlam farklılığı ortaya çıkardığı sürece tek
bir sesbirimi olarak tanımlanırlar. Örneğin, /k/ ve /g/ sesleri birbirine
yakın olmasına karşın, "kaz" ve "gaz" sözcüklerinde olduğu gibi, iki
ayrı sözcük üretimine yol açtığı için birbirlerinden ayrıdırlar.
6. İkilik (Duality)
Dil aynı anda iki ayrı düzeyde düzenlenmiştir. Fiziksel düzeyde
seslerin teker teker söze dökülmesi söz konusudur. Diğer düzeyde de
o seslerin kazandığı anlamlar ortaya çıkar. Örneğin, /t/, /a/, /k/, /ı/
seslerini ayrı ayrı çıkarabildiğimiz gibi, bunları bir araya getirecek
"takı", "katı", "atkı", "aktı", "tıka", "kıta", "atık", "akıt" gibi değişik
anlamlar içeren sözcükler üretiriz.
İletişimde Dilin Sosyal Yönü
Dile ağırlık veren dilbilimciler (Chomsky 1957; Baker 1980) dili
insandan ayrı olarak çözümlemeye gitmişlerdir. Dilin sosyal yönüne
yönelen bilim adamları ise (Hymes 1971) sadece kafalarda oluşan bir
konuşmacı ve dinleyici modeli yerine, gerçek konuşmacı ve
dinleyicilerin dil kullanımını incelerler. Dilin sadece gramer açısından
doğruluğuna bakmayıp, onun kullanıldığı ortama uygun olup
olmadığınıda göz önünde bulundururlar. Hymes'ın düşüncesi, dilbilim
kuramını iletişim ve kültürle ilgili genel kuramlarla bağdaştırıp
bütünleştirmektir.
Hymes (1971: 12) iletişim davranışının temelini oluşturan sistem
kurallarına dört ayrı açıdan bakmaktadır:
Bir şeyin usulüne göre olasılık derecesi olup olmadığı, varsa
derecesi,
2. Bir şeyin yapılabilirliği ve yapılabilirlik derecesi,
3. Bir şeyin kullanıldığı bağlam içerisinde uygunluğu ve bu
uygunluğun derecesi,
4. Bir şeyin gerçekten yapılıp yapılamadığı, yerine getirilip
getirilemediği ve derecesi.
Dil bir sosyal olgu olduğu için, salt olarak incelenemez. "Emir
tümcesi emir vermek için, soru tümcesi bilgi almak için, düz tümce
bir konu hakkında fikir yürütmek içindir." dediğimizde, bu tümce
türlerinin işlevlerini bir tarafa bırakmış, konuya sadece gramer
açısından yaklaşmış oluruz. Örneğin, çocuk, sofrada iken "Anne, tuz
nerede?" derken tuzun yerini öğrenmekten çok, annesinin tuzu
kendisine vermesini beklemektedir. "Tuz nerede?" yerine "Anneciğim,
tuzu verir misin?" sorusu ile de isteğini yerine getirtmeyi deneyebilir.
1.
Her hangi bir öneriyi reddetme, ve aynı fikirde olmadığını belirtmek
konusunda çocuklar daha direkt oldukları halde, büyükler bu olumsuz
fikirleri daha dolaylı bir biçimde olumlu bir dil yapısı içinde
belirtmeyi yeğlerler. Bu dolaylı konuşmaların algılanış biçimine
Savignon (1983:14) güzel bir örnek vermiştir.
Çocuk : Bu akşam benimle konsere gelecek misin?
Anne : Herhalde evde kalıp birşeyler okusam daha iyi olur.
Çocuk : Neden sadece "Hayır" demiyorsun?
İletişim Nedenleri
İletişim kurmak için daha önce de belirttiğimiz gibi, bir dil (belirtke),
bir konuşmacı (şifreleyen), bir dinleyici (şifreyi çözen) ve bir de konu
gerekmektedir. Bu dört ögeyi bir üçgenin içine yerleştiren Kinneavy
ve arkadaşları(1969: 4) iletişimin nedenlerini çok öz bir biçimde
ortaya koymuşlardır:
 Eğer kişi konuşmasını veya yazısını kendi hislerini ve
arzularını dile getirmek için yapıyorsa, bu duygusal, anlamlı
(expressive) bir ifade biçimidir. Bu tür konuşma ve yazılarda
kişi dinleyici ve okuyucu aramaz. Yazdıkları sadece kendisi
içindir. Günlük notlar, kişilerin duaları ve hatıra defterine
yazdıkları bu tür ifadenin örnekleridir.
 Kişi karşısındakini etkilemek, ona istediği fikri empoze etmek
veya istediğini yaptırmak istiyorsa, dinleyici veya okuyucuyu


inandırma yolunu dener. Bu tür konuşma ve yazıların nedeni,
karşıdakini inandırmak, kandırmak veya ikna etmektir. İlanlar,
politikacıların konuşmaları, dini vaazlar, hukuk davalarındaki
avukatların konuşmaları, hep bu amaca yöneliktir.
Kişi, sırf gerçekleri yansıtmak için bir iletişim kurmuşsa, onun
amacı bilgi aktarımıdır. Konuşmalar ve yazılar bilgi verici
niteliktedir, başka birşey amaçlamaz. Hazırlanan raporlar,
gazete haberleri, ansiklopedik bilgiler, ders kitaplarının
içerikleri hep bu türdendir.
Dil sırf sanat olarak kullanıldığında, edebi eserler ortaya çıkar.
Burada yazar veya konuşmacı dili en etkin bir biçimde
kullanarak kişilere iyi vakit geçirmeyi, bir anlamda onların
hayal güçlerini artırmayı, güldürmeyi ve zaman zaman sosyal
olaylar üzerine eğilip düşündürmeyi amaçlar. Kısa hikayeler,
romanlar, halk şarkıları, tiyatro eserleri, televizyon
programları, film senaryoları, ve fıkralar hep bu amaca yönelik
yazılmış ve söylenmiştir. Bu tür bir iletişimde okuyucu ve
dinleyici kendinden veya bulunduğu kültürden yansımalar
bulur ve ortak yönü paylaştığı için bu tür yazı ve konuşmaları
okumak ve dinlemekten zevk duyar.
Pittenger, Hockett ve Danehy (1976) bir hasta ile bir psikoloğun
arasında geçen konuşmaların analizini yaparak, iletişimde işlerlik
kazanmış dokuz ilkenin varolduğunu belirtmektedirler. Bu ilkelerin
her türlü iletişimde geçerli ve aynı zamanda evrensel olduğunu
savunmaktadırlar:
1. Her yere ve zamana gönderme yapmak (immanent reference):
İletişim yolu ile kişiler bulunmadıkları mekan ve zaman
konusunu dile getirirler. Bu prensip Yule'un (1985)
"displacement" olarak adlandırdığı niteliğe denk düşmektedir.
2. Gerekircilik (determinism): Kişi konuşmasında kültürel
gerekliliğin etkisinde kalır. Aldığı kültürü konuşmasında
dolaylı ve doğrudan yansıtır. "İnşallah", "hayırlısıyla", "kısmet
olursa" sözcelerini kullananların daha kaderci bir kültürü
benimsediği söylenebilir.
3. Yineleme (recurrence): İletişimi başlatırken veya bitirirken
kullandığımız bazı sözcükler vardır ki, bunlar hiçbirşey ifade
etmedikleri halde günlük konuşmamızda defalarca tekrarlanır.
Örneğin, "Merhaba, nasılsın?" "Hoşçakal, görüşürüz."gibi
devamlı yinelenen sözcelerin iletişim açısından pek önemi
4.
5.
6.
7.
yoktur. "Nasılsın?" diye sorduğumuzda gerçekten
karşımızdakinin sağlığı ile ilgilendiğimiz anlamına gelmez.
Karşıtlık (contrast): Bu prensip Yule'un (1985) ayrıklık
prensibi paralelindedir. Dile anlam farklılığı kazandıran
ögelerin karşıtlığından kaynaklanır. Türkçe'de /g/ ve /k/ sesinin
farklılığı bizim "kaz" ve"gaz" sözcüklerinin aynı olmadığını
anlamamıza yaramaktadır.
Belirtke ve gürültüde görecelilik (Relativity of Signal and
Noise): Mühendislikte, televizyonda görünen resim "belirtke",
ekranın parlaklığının azalıp karlaşmaya başlaması
"gürültü"dür. Bir anlamda belirtkeyi anlaşılmaz hale sokan
herşey gürültüdür.
Bu konuda bir görecelik bulunmaktadır. Zira, insan
konuşurken gülüyorsa, konuştuğu bazı sözceler
anlaşılmayabilir ve bu anlamda gülme gürültüdür. Ancak,
gürültü olarak kabul edilen gülme eylemi, iletilmek istenen
konu ile ilgili tepkiyi gösterdiğinden belirtke olarak kabul
edilir. Bu bağlamda, gülme işlemi iletişimi bozan gürültü
olmaktan çıkıp, bir iletişim aracı olmuştur.
Pekiştirme (reinforcement): Sözcükleri gerekli tonlama ile
aktarma ve konuşulanı el ve yüz hareketleriyle pekiştirmek
iletişimin kaçınılmaz bir yönüdür. Örneğin, eğer bir konuya
şiddetli bir biçimde itiraz ediliyorsa, "hayır" sözcüğü çok
kuvvetli bir tonlama ile seslendirilir. Hatta, "evet" dediğimiz
halde sesimiz ve baş hareketlerimizle önerileri pek
kabullenmediğimizi bile ima edebiliriz. Böyle durumlarda
sözden çok, demek istenen daha önem kazanır. Sözel olmayan
birçok yöntemle söyleneni pekiştirdiğimiz gibi, söylediğimizin
tam aksini düşündüğümüzü bile karşı tarafa bildirebiliriz.
Uyum (adjustment): İletişimin başarılı olması, ileten ile
alıcının aynı kodlama yöntemini paylaşmasını gerektirir. Aksi
halde iletişim gerçekleşmez. Örneğin, Mors kodunu bilmeyen,
sinyallerin şifresini çözüp sözel duruma geçiremez. Ayrı dil
grubundan gelen iki kişi, eğer birbirlerinin dilini veya üçüncü
bir ortak dili bilmiyorlarsa, iletişim kurmakta zorluk çekerler.
İletişim noksanlığı, değişik sahalarda uzmanlaşmış iki kişinin
alanları ile ilgili bildirişimi için de geçerlidir. Örneğin, bir
elektrik mühendisi, doktorların hastaları ile ilgili yaptığı
konuşmaları anlayamadığı gibi, bir doktor da elektrik
mühendislerinin kendi konularındaki konuşmalarına pek
9.
katılamaz. Anlam iletişim sırasında, iletilen şifreyi çözümleme
dışında, kişinin yorumuna bağlı olarak da gelişir. Yorum
getirme yöntemleri ise kişinin bulunduğu sosyal ortam ve
geçirdiği hayat deneyimlerine göre farklılıklar gösterebilir. Bu
yüzden de bazan iki kişi arasında yok yere anlaşmazlıklar
ortaya çıkar. Örneğin, isteğini açık bir biçimde açıklamaya
alışkın kişi, karşı taraftan dolaylı bir istek ifadesini istek olarak
yorumlayamayabilir ve karşıdakinin isteklerine duyarsız
kalmış olur.
Abartmanın zararları: İletişim sırasında etkili olabilmek için
ille de konuyu defalarca vurgulamak veya abartmak gerekmez.
Örneğin, bir Çin köyündeki misyoner doktor, sağlık koruması
ile ilgili konuşmasını yapmak üzere geldiği toplantıya 12- 13
santim büyüklüğünde bir karasinek modeli getirmiştir.
Konuşmadan sonra dinleyicilerden biri doktora yanaşıp:
"Söyledikleriniz çok ilginç ama bize uygulanamaz, çünkü
bizim sineklerimiz bu kadar büyük değil." demiştir. (Pittengor,
Hockett, Danehy, 1976: 95). Örnekte görüldüğü gibi konu iyi
anlaşılsın diye onu abartmak veya fazla üstünde durmak, ya
konunun anlaşılmamasına ya da öneminin azalmasına yol
açmaktadır.
Sözel Olmayan İletişim
İnsanlar davranışlarıyla duygularını, isteklerini, seçeneklerini ve daha
önce de sözünü ettiğimiz gibi konuşmalarını pekiştirebilirler veya
söylediklerinin tam aksini düşündüklerini belirtebilirler. Bu sözel
olmayan iletişim, dokunma, yüz işaretleri, tonlama, konuşmacılar
arasındaki mesafe, vücudun gergin veya rahat duruşu, konuşmanın
yavaş veya hızlı oluşu ile sağlanabilir (Mehrabian 1976).
Bu davranışlar sezgi yoluyla karşıdaki kişi tarafından anlaşılır ve
iletişimin yönünün değişmesinde rol oynar. Örneğin, iletişimi kesmek
isteyen kişi, yavaş yavaş vücudunu veya sandalyesini konuştuğu
kimsenin aksi yönüne çevirerek veya bacak bacak üstüne atmışsa bunu
konuşmakta olduğu kişinin ters yönüne doğru yaparak "Artık
söyleyeceğini bitir, benim buradan ayrılmam gerekiyor." mesajını
verir. Konuşmak istediğini ise, o kişiye daha yanaşarak, ayakta iseler
ona daha eğilerek konuşarak ve konuşmayı konuşanın gözlerine
bakarak izleyerek belirtir.
Sessiz İletişim Yöntemleri
Sözel olmayan davranışların yanısıra, sembolik olmayan yollardan da
iletişimde yararlanabiliriz. Sessizliğin kendisi de bir iletişim aracıdır.
Sorulan bir soruyu cevapsız bırakmakta bir bildirişim tekniğidir. Bu
tekniği küçük çocuklar annelerine karşı, istediklerini yaptırma
yönünde oldukça sık kullanırlar. "Oyuncaklarını toplamadın mı?"
sorusunu genelde çocuklar cevapsız bırakıp oyunlarına devam etmeyi
yeğlerler.
a. Zaman
Zaman kavramı değişik kültürel gruplarca değişik algılandığı için
iletişim bozukluklarına yol açabilir. Bazı sosyal gruplar, zaman
açısından çok hassas oldukları için planlarını hep dakikalara göre
ayarlarlar. Ziyarette bulunacakları zaman söz gelimi "saat ikide
ziyaretinize gelmek istiyorum, mümkün mü?" diye sorarlar ve
dedikleri saatten beş dakika önce veya sonra muhakkak orada
bulunurlar. Diğer bir sosyal grup ise: "Öğleden sonra size geleceğiz,
evde misiniz?" diye sorar. Bu durumda ziyaret öğleden sonra saat
ikide mi yoksa dörtte mi belli değildir. Yahut ta saat ikide geleceğim
diye söz veren kişi üçde gelir ve "Nasıl olsa bekleyen kişi evde, onun
için farketmez." gibi bir düşünceyle hareket eder. Bu iki ayrı kültürel
ortamdan gelen kişiler zaman konusunda birbirlerine bağımlı
kaldıklarında bir sürü pürüzler doğar. Sonuçta kararlaştırılan saatte
görüşme yapılmayabilir.
Başka bir örnek vermek gerekirse bir kişiyi bürosunda ziyarete
gidersiniz, sekreter "X Bey birazdan gelir, buyurun bekleyin." der. Bir
saat beklersiniz; gelen giden yoktur. "Birazdan" sözcüğünün
kullanıldığı sosyal topluluklarda zaman olgusu ve zaman sözceleri pek
gelişmemiştir ve iletişim de bu yüzden aksar.
b. Renkler
Renklerin de insanların kişiliğini yansıttığı söylenir. Bu şekilde,
kişilerin giyiminden ne tür bir insan olduğu ortaya çıkabilir. Canlı,
parlak renklerin genelde dışa dönük, yaratıcı ve neşeli kişilerce
benimsendiği, ve bu renkli ortamda bulunan kişilerin de kişiliklerinin
bu yönde etkilendiği söylenmektedir. (Fabun 1976). Aynı biçimde,
pastel ve soğuk renklerin kişiyi düşünceye, meditasyona, karamsarlığa
ittiği belirtilmektedir.
c. Sessiz kalma
Konuşma sırasında ufak bir duraklama konuşmacının düşünce
dağarcığını yoklayıp en uygun sözcükleri seçmeye çalıştığını gösterir.
Bu da sessizliğin konuşmayı harekete geçirme işlevi olarak
adlandırılabilir. Sessizliğin hem olumlu hem olumsuz işlevleri vardır
(Jensen 1976). Kişiler sözle daha kolay ilişki kurarlar, sessiz
kaldıkları zaman yalnızlığa daha kolay itilirler. Bu sessizliğin olumsuz
yönüdür. Olumlu anlamda aldığımızda, sessizliğin insanı sevdiklerine
yakınlaştırabileceğini kabul ederiz. Şöyle ki, kişi tam bir sessizlik
içine girdiğinde, beraber olmak istediği dostları ve sevdiklerini hayal
edip onlarla düşlerinde beraber olmayı başarır. Bu anlamda sessizliğin
birleştirme işlevi ağır basar.
Sessizliğin ikinci olumlu yönü, çok kızgın anlarımızda sessiz
kalabildiğimiz sürece etrafımızı kırmamış ve açılmış bir yarayıda
çabuk iyileştirme yoluna gitmiş oluruz. Bu da sessizliğin etkileyici
işlevidir.
Bazı durumlarda ise sessizlik yaralayıcı olabilir; bir tartışma sırasında
kişi sustukça, karşı taraf, söylediklerini hiçe sayıyor düşüncesi ile
susana daha fazla öfkelenip, alınabilir.
Sessizliğin üçüncü işlevi ise, kişinin bazı yönlerinin ortaya çıkmasına
yardımcı olmasıdır. Sorulan soru karşısında, öğrencinin sessiz
kalması, onun gerekli yanıtı bilmediğini ortaya koyar. Bir kişiyi
tanımlarken genelde iyi yönlerini anlatır, onaylamadığımız yönünü ise
vurgulamadan geçeriz. O yönü hakkında olumsuz bir konuşmada
bulunmasak da bu konuda sessiz kalmamız dolaylı olarak durumu
ortaya çıkarır.
Sessizliğin yargısal işlevi de önemlidir; bir konuda sesimizi
çıkarmadığımızda iddiaları kabul ettiğimiz düşünülür. Bazan da
karşımızdaki ile gereksiz tartışmaya girmemek için sessiz kalmayı
tercih ederiz. Bu yöntemi, karşıdakinin belirli saplantıları olduğunu
farkettiğimiz zaman uygularız, çünkü biliriz ki onu bu saplantılardan
uzaklaştırmak o an için zor ve kırıcı olacaktır. Böyle durumda sessiz
durmakla, o kişiyle aynı fikirde olmadığımızı hissettirebiliriz.
Zincirleme Bilgi İletişimi
İş yerinde, okulda, evde, hastanede, orduda, bir zincirleme bilgi veya
emir aktarma söz konusudur. Örneğin, iş yerinde genel müdür,
müdürler toplantısında bilgi verir ve yapılması gerekenleri gündeme
getirir. Müdürler, kendi müdürlüklerindeki ilgili şeflere durumu
aktarırlar. Şefler de ilgili memurlara bilgi veya direktifler verirler.
Orduda, kumandan bir emir verir. Bu emir en alt rütbedeki ere
ulaşıncaya kadar aradaki subaylardan rütbe sırasına göre aktarılarak
geçirilir.
Haney (1976), ileticilerin bu zincirleme iletişiminde bulunma
nedenlerini şu biçimde sıralamaktadır:
1. Mesajı basitleştirmek için: Bir üstten alınan mesaj bir alta
aktarılırken daha basitleştirilerek aktarılır ve en alt kademeye
vardığında artık mesaj onun anlayacağı düzeye indirgenmiş
olur. Örneğin, anne ve babanın çocukları ile ilgili konuyu
tartışırken kullandıkları dille, annenin bu konu ile ilgili
noktayı çocuğuna aktarırken kullandığı dil aynı değildir.
2. Mesajı anlamını kaybetmeden iletmek için:
Kişiler konuşulanı anlamadıkları zaman bu konuşmayı kendi
anladıkları biçimde yorumlayıp tekrar ederek doğruluğunu
kanıtlamak isterler. Bu yorumdan sonra da,"Konuyu bu şekilde
iletirim efendim." ya da "Doğru anladımsa, bunların yapılması
isteniyor." gibi ifadeler kullanılır.
3. Mesajı en iyi ve kırıcı olmayacak bir dilde iletmek için:
Mesajı iletmede aracı olan kişi, üçüncü şahıs için kullanılan
kırıcı sözleri ilgili kişiye aktarırken daha az kırıcı duruma
getirmeye çalışır.
İletişimde Bulunanların Varsayımı
İletişim sırasında konuşmacılar bazı varsayımlarda bulunurlar. Strong
(1956) bir araştırmasında İngilizcede ençok kullanılan 500 sözcük için
sözcüklerde 14.070 değişik tanım yapıldığını ve her sözcüğe ortalama
28 değişik kullanım düştüğünü belirtmiştir. Oysa genelde konuşmacı
kullandığı sözcüğün sadece bulunduğu ortamla uyumlu anlamına
önem verir. Sözcüğün diğer bağlamdaki anlamları varsayımı
dışındadır.
Bir başka varsayım da dinleyicinin söyleneni konuşmacının
düşündüğü biçimde yorumlayacağı yolundadır. Biliyoruz ki, sözlerin
bir düz anlamı, bir de yan anlamı vardır. Örneğin, "Kardeşinin evinin
boyası çok güzel." dediğinde, konuşmacı sadece evin güzel boyanmış
olduğunu mu vurguluyor; yoksa "Senin evin niye öyle değil. Sen de
evini boya." mı demek istiyor? Konuşmacının niyetinin ne olduğunu
bilmeden bunu anlamak zordur. Konuşmacı çok iyi niyetle söylemiş
olabilir; dinleyici fazla alıngansa, yan anlamı ön plana alarak
alınabilir. Konuşmacı ise, belirli bir varsayımdan hareket ettiği için,
dinleyicinin alınacağını aklına bile getirmez.
Zincirleme aktarım sırasında ayrıntılara girilmez, girilse bile biraz
saptırılır ve eklemeler yapılabilir. Bu nedenle aktarmayı en doğru
biçimde yapabilmek için, dinlerken not alabiliriz, ya da ayrıntıları yer
ve zaman açısından sıralayarak gereksiz sapmalara girmemiş oluruz.
Anlamadığımızı, anında, duyduğumuz kişiye sorarak en doğru cevabı
alabiliriz ve yorumdan kendimizi uzak tutmuş oluruz. Yorumdan
kaçmak için de "Ben bunu gerçekten okudum mu, duydum mu veya
gördüm mü?" diye kendi kendimizi denetleyebiliriz.
İletişimde Etkinlik
Rogers ve Bhowmik (1969) aynılık ve ayrılık yönünden kişiler
arasındaki iletişimin etkinliğini incelemişlerdir. McCroskey, Larson
ve Knapp (1976) da ele alınan bu ilişkileri bize sekiz madde halinde
sunmuşlardır.
1. Aynı sosyal ve meslek gruplarından gelen kişiler, aynı konuşma
biçimlerine sahip olduklarından daha etkili iletişim
kurabilmektedirler. Bir doktor diğer bir doktorla, bir tamirci
diğer bir tamirci ile daha iyi iletişim kurduğu gözlenmektedir.
Bu nedenle gençler diğer gençlerle, çocuklu aileler, diğer
çocuklu ailelerle daha iyi anlaşmaktadırlar.
2. Konuşmacılar arasında aynı sözcükler paylaşılıyorsa daha etkili
iletişim kurulmaktadır. Bir mühendis diğer bir mühendis ile, bir
hemşire diğer bir hemşire ile daha rahat iletişim
kurabilmektedir.
3. Ortak yönler ortak bilgilere ve davranışlara yol açmaktadır.
4. Konuşmacıların aynı konu üzerinde bilgileri çok ayrı uçlarda
ise, bu kişiler arasında iletişim beklenemez, çünkü konuyu iyi
bilenin diğerinden öğreneceği yoktur. Bilmeyen de konudan çok
uzak olduğu için konuşmayı başlatacak soru bile soramaz.
5.
6.
7.
8.
Konuyu her iki taraf ta iyi biliyor ve tam anlamı ile hem fikir
iseler yine iletişimi sürdürecek bir durum ortaya çıkmaz.
Alıcı ve verici durumunda olan konuşmacılar birbirlerini iyi
tanıyor iseler o zaman bilgi paylaşması daha kolay olur ve
birbirleriyle bilgi aktarımı ile ilgili iletişimi rahat sürdürürler.
Eğer konuşmacılardan alıcı durumdakinin kendini vericinin
yerine koyabilecek yeteneği varsa, o zaman vericinin niyetini
daha kolay anlar, ona göre davranır ve iletmek istediği konuya
soru ve yorumlarla açıklık getirir. Bu şekilde konu tek bir
noktada odaklanmaz.
Alıcının bilgi birikiminin ne derecede olduğunu bilmeyen verici,
bazı varsayımlardan yola çıkar ve bilgi aktarımını varsayımı
doğrultusunda belirli bir dereceden aktarmaya çalışır. İletişimin
bazını oluşturması beklenen bilgi ve deneyimi olmayan kişilere,
bunlara sahipmiş varsayımıyla yaklaşıldığında, etkin bir iletişim
kurulamaz.
Konuşmacılar birbirlerinin bilgi derecesini bilmediği an veya
değişik bilgilerle donanmış olduklarında, bu kişilerin iletişimi
ancak vericinin aldığı bilgilerden yararlandığını belirttiği sürece
etkili olur. Eğer alıcı, aldığı bilgilerle ilgili olarak fikrini
belirtmiyorsa ya da verici olarak ileri sürülen fikirleri kulak ardı
edip onlara tepki göstermeden sadece bilgisini karşıdakinin
gereksinimine cevap vermeden aktarıyorsa, o zaman bu tür
iletişim de etkisiz kalır.
İletişim Yöntemleri ve İletişimde Kısıtlamalar
Rogers (1976) iletişim yöntemlerini konu alan yazısında iletişimin çok
değişik yollarla yapılabileceğini dile getirmekte ve kişinin sözel
olduğu kadar müzik, din, edebiyat, politika, mimarlık, bilim ve sanat
yoluyla da iletişim kurabileceğini vurgulamaktadır. Sözü edilen
iletişim yöntemlerine karşın kişinin kendi vücut, kafa ve ruh yapısı
nedeni ile iletişimde kısıtlamalara uğradığını dile getiren Rogers,
insan olarak etrafında algıladığı seslerin hepsini çıkarma açısından
kısıtlanmış durumda olduğunu ve kafasından geçenleri dile getirecek
yetenek ve esnekliğe sahip olmadığını belirtmektedir. Ruhen de kısıtlı
olduğunu, şüphe ettikleri konuların inandıklarına oranla daha fazla
olduğunu, cesaretten çok korkulu olduğunu ve bu nedenle ruhunu
istediği aşamaya getiremediğini belirtmektedir.
İletişimi, kişi olarak kendinden ayıramayan Rogers'ın, Descartes'ın
"Düşünüyorum, o halde varım." sözünden esinlenerek "İletişim
kuruyorum, o halde varım." felsefesini geliştirdiğini görmekteyiz.
Rogers bu felsefeden giderek, başkalarıyla iletişim kurduğunu dile
getirmektedir. Düşünce ile var olmak yerine, sosyal bir ortamda var
olmayı yeğleyen Rogers, iletişim yolu ile istediklerini daha yakından
tanıma ve onlarla düşüncelerini paylaşmayı ve böylece kişilerle gerçek
bir bağ kurmayı amaçlamaktadır. Rogers, iletişim yolu ile kendini aşıp
başkalarının düşüncelerine ulaşabileceğine inanmaktadır. Savına
paralel olarak da yaşamının iletişimin kesilmesi ile sona ereceğini
vurgulamaktadır.
İletişimin dildeki önemi dil eğitimcilerince de bilinmektedir
(Bialystok 1990). Dil kullanımı sırasında önemli iki konu ele
alınmaktadır. Biri, psikologların ve psikodilbilimcilerin üstünde
durduğu, kişinin kafasında olan bilginin söze dönüşürken geçirdiği
evreleri içermektedir. Diğeri de iletişimi açık bir biçimde
sürdürebilmek için kişinin uyarladığı bazı stratejileri kapsar. Bunlar,
iletişim sırasında, bilginin verilmesi veya alınması konusuyla ilgili
olarak iki grupta incelenebilir. Dinleyicinin bilgiye anlam verebilmek
için ne tür stratejiler uyguladığı, veya bilgi aktarımında konuşmacının
anlamı tam ifade etmek ve dinleyiciye noksansız ulaştırmak için ne tür
çabalar gösterdiği en çok tartışılan konular arasındadır.
İletişim stratejilerini, iletilmesi amaçlanan anlamının
biçimlendirilmesi ve anlatım şeklinin biçimlendirilmesi olarak iki ayrı
grupta inceleyen Bialystok, Corder (1983) ile Faerch ve Kasper'in
(1983) önerdikleri iletişim sistemlerini ele almış ve bunları
karşılaştırmalı bir biçimde sunmuştur. Corder iletişimi amaçlanan
anlama yöneltebilmek için konuyu göz ardı etme veya konuyu
abartma gibi stratejileri belirtirken, Faerch ve Kasper amaçlanan
anlamın daraltılmasından söz etmektedirler.
İletişim Alanındaki Genel Çalışmalar
İletişim ile ilgili çalışmaların genelde üç önemli alanda yoğunlaştığı
görülmektedir. Birinci alanda iletişim, yöntem ve işlemlere yöneliktir.
İletişimin nasıl kurulduğu, nasıl işlerlik kazandığı, iletişimin ne yolda
yapıldığına ait konular bu alanın kapsamına girmektedir. İkinci alan
iletişim mesaj ve kanalları ile ilgilidir. Sözel veya sözel olmayan her
tür iletişimin nasıl yapıldığı ve bunların kişiler üzerindeki etkileri
ayrıca kitle iletişimi ve rolü konuları bu alan içinde irdelenmektedir.
Üçünçü alan ise iletişimi başlatan ve iletişimin ulaştığı kaynaklardır.
Psikodilbilimi, dil öğrenimi, bilgi algılama, hatırlama, ve aktarma
konularını irdeleyen bir bilim dalı olması nedeniyle, bir anlamda
sağlıklı bir iletişimi sürdürmek için gerekli koşul, ortam ve bilişsel
olguların gelişim ve süreçlerini incelemektedir. Bu nedenle de iletişim
konusunu psikodilbilim araştırmalarından ayrı tutmak olanaksızdır.
KAYNAKÇA
Baker, C. 1980. Introduction to Genarative-Transformational Syntax.
Englewood Cliffts, New Jersey : Prentice-Hall.
Bialystok, E. 1990. Communication Strategies. Oxford: Basil
Blackwell.
Chomsky, N. 1957. Syntactic Structures. New York: Mouton.
Corder, S.P. 1983. Strategies of Communication. C. Faerch ve G.
Kasper (Ed.). Strategies in Interlanguae Communication.
London: Longman.
Denes, P. ve E. Pinson. 1976. The Speech Chain. A. DeVito (Ed.).
Communication: Concepts and Processes (3-10). Englewood
Clift, New Jersey: Prentice-Hall.
Fabun, D. 1976. The Silent Languages. J. DeVito (Ed.).
Communication: Concepts and Processes (118-123).
Englewood, Cliffs, New Jersey: Prentice-Hall.
Faerch, C. ve G. Kasper. 1983. Communication strategies in
interlanguage production. C. Faerch ve G. Kasper (Ed.).
Strategies in Interlanguage Communication. London:
Longman.
Fromkin, V. ve R. Rodman. 1983. An Introduction to Language. New
York: Holt, Rinehart ve Winston.
Gardner, B.T. ve R.A. Gardner. 1969. Teaching sign language to a
chimpanzee. Science, 165, 664-72.
Haney, W. 1976. Serial Communication of Information in
Organization. J. DeVito (Ed.). Communications: Concepts
and Processes (133-148). Englewood Clifts, New Jersey:
Printice Hall.
Hymes, D. (Ed.). 1971. Pidginization and Creolisation of Languages.
Cambridge: Cambridge University Press.
Jensen, V. 1976 Communicative Functions. J. DeVito (Ed.).
Communication: Concepts and Processeses (124-132).
Englewood Cliffs, New Jersey: Prentice Hall.
Kinneavy, J. ve arkadaşları. 1969. The Design of Discourse .
Englewood Cliffs, New Jersey: Prentice-Hall.
McCroskey, J., C.Larson, M. Knapp. 1976. Interpersonal and mass
communication. J. DeVito (Ed.). Communication: Concepts
and Processes (188-199). Englewood Cliffs, New Jersey:
Prentice- Hall.
Mehrabian, A. 1976. Communication without words. J. DeVito
(Ed.). Communication: Concepts and Processes (99-106).
Englewood Cliffs, New Jersey: Prentice-Hall.
Pittenger, R., C. Hockett ve J. Danehy. 1976. Verbal interaction:
some findings from microscopie interview analysis. J.DeVito
(Ed.). Communication: Concepts and Processes (82-98).
Englewood Cliffs, New Jersey: Prentice-Hall.
Premack. A.J. ve D. Premack. 1972. Teaching language to an ape.
Scientific American, 227, 92-99.
Pierce, J.R. 1961. Symbols, Signal and Noise. New York: Harper and
Row.
Rogers, D. 1976. How do I communicate with you?" J. de Vito (Ed.),
Communication: Concepts and Processes (255-259).
Englewood Cliffs, New Jersey: Prentice-Hall.
Rogers, E. M. ve D. K. Bhowmik. 1969. Homophily-Heterophily:
Relational Concepts for Communication Research. Paper
presented at the Association for Education in Journalism,
Berkeley,California.
Rumbaugh, D.M. ve T.V. Gill. 1976. The mastery of language type
skills by the chimpanzee (Pan.). S. Harnad, H. Steklis ve J.
Lancaster (Ed.). Orİgin of Evolution of Language and
Speech (562-578). New York: New York Academy of
Sciences.
Savingnon, S. 1983. Communicative Competence: Theory and
Classroom Practice. London: Addison-Wesley Publishing.
Strong, L. 1956. Do you know how to listen? Dooher ve Marquis
(Ed.).
Effective Communication on the Job. New
York: American Management Association.
Schramm, W. 1976. J. DeVito (Ed.). How Communication:
Concepts and Processes (11-19). Englewood Cliffs, New
Jersey: Prentice-Hall.
Shannon, C. ve W. Weaver. 1949. The Mathematical Theory of
Communication. Urbana: University of Illinois Press.
Yule, G. 1985. The Study of Language. Cambridge: Cambridge
University Press.
Download