PLATON BİR GÜN KOLUNDA BİR ORNİTORENKLE BARA GİRER

advertisement
PLATON BİR GÜN KOLUNDA BİR ORNİTORENKLE BARA GİRER: Felsefeyi Mizah Yoluyla Anlamak
Thomas Catheart, Daniel Klein
Seamus ilk defa bir kızla çıkacaktır. Feci çapkın geçinen ağabeyine danışır:
“Nasıl konuşmam, neler demem lazım?” Azıcık tüyo ver…”
“İşin sırrı şu,” der ağabeyi, “İrlanda kızları üç konudan bahsetmeye bayılır: yiyecek, aile ve felsefe. Bir
kıza hangi yemekleri sevdiğini sormak, o kızla ilgilendiğini gösterir. Ailesini sorarsan hakkında gayet iyi
niyetli olduğunu göstermiş olursun. Felsefe tartışmansa, zekâsına saygı duyduğun anlamına gelir.”
“Sağ ol,“ der Seamus ve kızla buluşmaya gider. Buluşmada Seamus derhal, “Lahana sever misin?” diye
lafa girişir.
“Ne? Hayır,” der kız şaşırarak.
“Kardeşin var mı?”
“Yok.”
“Peki, bir kardeşin olsaydı lahana sever miydi?”
İşte Harvard’lı profesörler Catheart ve Klein ‘e göre felsefe tam da budur. İlgisiz gibi dursalar da
felsefeyle espri aynı etkiyi yaratır: aklımızı gıdıklamak. Her ikisi de olayları algılama tarzımızda
karışıklık yaratarak bizi şaşırtmayı, dünyalarımızı altüst etmeyi, hayatın saklı, sıklıkla huzur kaçırıcı
gerçeklerini bulup çıkarmayı başarır.
Elli yıldır birbirlerinin en iyi dostu olduğunu söyleyen yazarlar Thomas Catheart ve Daniel Klein, Platon
Bir Gün… kitabında zor konuları hayatın içinden keyifli hikâyelerle süsleyerek sunuyor. İşte
epistemoloji, teoloji, feminizm ve ilginç paradokslara da yer veren felsefe profesörü yazarların
“felsefespri” olarak adlandırdıkları felsefe içeren esprili hikâyelerden bazı seçmeler…
Dilimiz Bizi Büyülüyor mu?
Dil felsefesinin kurucusu Wittgenstein, Batı felsefesindeki bütün hataların suçunu, “dil tarafından
büyülenme” dediği sözcükleri yanlış kategorilere koyma eğiliminde buluyordu. Çalışmalarıyla
kelimelerin anlamlarını farklı algılamanın nasıl tartışmanın sonuçlarını da etkilediğini gözler önüne
sermeye çabalıyordu. Aynen aşağıdaki felsefespride kahramanımızın işini algılayışında olduğu gibi:
Adam psikiyatra gider ve asla bir kız arkadaş edinemediğinden yakınır.
“E, şaşırmadım,” der psikiyatr. “Berbat kokuyorsunuz!”
“İşim yüzünden,” diye yanıtlar beriki. “Sirkte çalışıyorum; fillerin peşinden gidiyor ve dışkılarını
temizliyorum. Ne kadar yıkansam gitmiyor koku.”
“E, o zaman işinizi bırakıp başka işe girin.”
“Deli misiniz? Gösteri dünyasından ayrılayım mı yani?”
Bardağın Yarısı Boş mu?
On dokuzuncu yüzyıl Alman filozofu Arthur Schopenhauer’in Budizm’i felsefi yönden keşfettiği
söylenir. Filozof, kendisinden iki bin yıl önce Buda’nın yaptığı gibi yaşamın tümünün ıstırap çekmek,
mücadele etmek ve hüsran olduğunu ve tek kaçışınsa arzunun reddi olduğunu düşünmüştü. İşte
Schopenhauer’in yaptığı gibi kötümserliği esas alan bir hikâye:
İki kadın, parkta bir bankta oturmaktadır. Sessiz geçen birkaç dakikanın sonunda kadınlardan biri,
“Of!” der.
Diğer kadın yanıtlar: “Of!”
“Tamam,” der birinci kadın, “çocuklardan başka konuya geçelim.”
Anne ve babalar için pek de gerçek dışı olmayan bu hikâye bize “bardağın yarısı boştur” diyen
kötümserlikle ilgili şu espriyi hatırlatıyor:
Bir iyimser, bu dünyanın, mümkün dünyaların en iyisi olduğunu düşünür. Bir kötümserse sahiden öyle
olmasından korkar.
Ekonominin Felsefesi Olur mu?
Aslında bir ahlak felsefesi profesörü Adam Smith, çalışmalarında felsefi yaklaşımlara ağırlıklı olarak
yer vermiştir. Smith’e göre ekonomide ve doğal olaylarda bir düzen vardır ve bu gözlem ve ahlak
hissiyle tespit edilebilir. Smith’in 1776’da piyasaya çıkan eseri Ulusların Zenginliği’nin serbest pazar
kapitalizminin yolunu açtığına inanılır. Smith’e göre, kapitalizmin güçlü yanlarından biri ekonomik
yaratıcılığı teşvik etmesiydi. Göründüğü kadarıyla aklın odaklanmasını sağlayan şeyler aslında kişisel
çıkar meseleleridir. Aynen aşağıdaki felsefespride olduğu gibi:
Adam bankaya girer ve altı aylığına 200 dolar kredi almak istediğini söyler. Kredi görevlisi, nasıl bir
teminat vereceğini sorar. “Bir Rolls Royce’um var,” der adam. “İşte anahtarları, borcumu ödeyene
kadar sizde kalsın.”
Adam 6 ay sonra bankaya gelir ve 200 doları ve 10 dolarlık faizini ödeyip arabasını geri alır. Kredi
memuru şaşkındır: “Beyefendi, affedersiniz ama Rolls Royce sahibi biri neden 200 dolar krediye
gereksinim duysun, merak ettim doğrusu.”
“Altı aylığına Avrupa’ya gitmem gerekti,” der adam. “Rolls Royce’umu 10 dolara 6 aylığına başka
nereye bırakabilirdim?”
2+2=4 müdür?
Alfred N. Whitehead'in bir keresinde söylediği gibi, "matematik, insan ruhunun en özgün
yaratılarından biridir ve başlıca rakibi müziktir". Matematiği anlama çabalarını sınıflandıran
matematik felsefesi şu soruların cevaplarını bulmaya çabalar: Bir matematiksel önermenin niteliği
nedir? Matematik ile mantık arasındaki ilişki nedir? 4 derken kast ettiğimiz şey, 2 ile 2’nin toplamının
bir parçası mıdır? Bu sonuca önce iki şeyi sayıp ardından toplamını sayarak mı ulaştık? Bu sonuncu
görüş, Avustralya kırsalında yaşayan Voohoona kabilesinin yaklaşımıdır:
Voohoona yerlilerinden birisi, batılı bir antropologa, 2+2=5 der. Antropolog merakla bu sonuca nasıl
ulaştığını sorar.
“Sayarak elbette,” der yerli. “Önce bir ipe iki düğüm attım. Sonra başka bir ipe iki düğüm daha attım.
İki ipi birbirine bağladım, beş düğüm etti.”
Yerlilerin mantığı kendilerine göre doğruydu, ancak matematiğin ayrı bir bilim olarak kabul edilmesini
sağlayan ünlü filozof Thales’e göre bu bakış açısı kabul edilebilir değildi. Diğer taraftan, Thales ve
diğer matematik bilimcilerin açtığı yola kuşkuyla yaklaşan ve diğer felsefi alanlara göre oldukça teknik
sorular üzerine yoğunlaşan matematik felsefecilerinin de felsefespri penceresinden bakmaları
mümkün tabii: Sonuç olarak matematik söz konusu olduğunda tek bilmeniz gereken dünyada üç tür
insan olduğudur: sayabilenler ve sayamayanlar!!!
Download