MİKROBİYOLOJİ DERSİ-2 Mikrobiyota 2016-2017, Bahar dönemi, Trakya Üniv Tıp Fak 3. Kurul, 07.04.2017 Neşe Akış, PhD, Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı [email protected] http://personel.trakya.edu.tr/akisn/#.WKr6DyjC7WU 1 Genel Prensipler 3 İnsan asalağı mikroorganizmalar Cilt, konjüktiva, ağız kavitesi, bağırsaklar, akciğer, vagina, rahim, plasenta, yumurtalıklar, süt bezleri, sperm ve tükürük gibi farklı doku ve sıvılarda kommansel mikroorganizma asalaklar bulunur. Milyonlarca yıldır birlikte yaşam düzeni kurduğumuz iyi huylu bu asalaklarımız bireyin mikrobiyotasını oluşturur. Virülans genleri taşıyan mikroorganizmalar insanda enfeksiyon hastalığı yapan patojen mikroorganizmalardır. Bunlardan bazıları mikrobiyotamızda yer alır ama gerek diğer komşuların engellemesi nedeniyle ve gerekse bağışıklık sisteminin caydırıcılığı nedeniyle sağlıklı bireyde patojenliklerini göstermezler. Bunlara fırsatçı enfeksiyon ajanı demekteyiz. Mikroorganizmalardan sadece hücre içinde yaşayabilenler, örneğin virüsler, zorunlu hücreiçi asalaklardır. Mikropların Konakta Enfeksiyon Yapma Kabiliyeti Açısından Sınıflanması Patojen, enfeksiyon ve hastalığını yapar Mikrobiyotada yer alıyor, enfeksiyon ve hastalığı yapma kabiliyeti var ama bağışıklık sistemi caydırıcı Mikrobiyotada yer alıyor, enfeksiyon ve hastalığı yapma kabiliyeti var ama diğer mikrobiyota üyeleri caydırıcı Enfeksiyon ve hastalığı yapma kabiliyeti yok, her zaman kommensal veya mutual 5 Mikrobiyotanın Organizasyonu • Flora adını verdiğimiz cilt ve mukoza alanları adacık biçiminde farklı dokusal yapılardan örülmüştür. Bu nedenle her bir adacık farklı kompozisyonda mikrobiyota üyelerini barındırır. Floranın mikroorganizma haritası bir biyocoğrafya oluşturur. Bu nedenle cilt ve mukozaların biyomu bir ekosistem tesis eder. • Adacıkları üzerinde türe ortak mikroorganizma nüfusları vardır, ancak, ilaveten bireye özgü nüfuslar da barınır. • Mikrobiyota nüfusunda değişmez ve zamanla değişen nüfuslar bulunur. Mikrobiyota Kompozisyonunu Oluşturan Faktörler Mikrobiyom=Mikrobiyota genomları Mikrobiyotanın Metabolizma ve Çevre Nüfus Kompozisyonunu Tesis Etme İşlevi 7 • Mikrobiyotadan salgılanan enzimler hem safra tuzları üzerinden hem bağımsız olarak besin toksinlerinin dönüştürülmesinde rol alır. Kıza zincirli yağ asitleri ve vitamin gibi faydalı ürünlerin sentezine olanak sağlar. • Safranın antimikrobiyallerini yıkarak kendilerine zarar verilmemesini sağlarken gereğinde kendileri farklı antimikrobiyaller üreterek çevre mikrobiyota kompozisyonunu dönüştürürler. 8 Mikrobiyotanın İmmünonöroendokrin İşlevi • Mikrobiyotadan salgılanan enzimlerle safra tuzları, hormonlar, nöropeptidler ve bağışıklık sisteminin sitokinleri dönüştürülür, miktarları azalır. • Mikroorganizmalar salgıladığı hormon-benzeri, sitokin-benzeri ve nörotransmiter-benzeri maddelerle sırasıyla endokrin, bağışıklık ve sinir sistem işlevlerini modifiye eder. • Bağırsak mikrobiyotası bağırsağın immünonöroendokrin sistem faaliyetlerine etki ederek onun beyinle iletişimine müdahil olur. • Sağlıklı bağırsak florası besin maddelerindeki toksik bileşenleri detoksifiye eder. Böylece yangı gelişmemesi ve hücre çoğalmasının dengeli sürmesine olanak sağlar, sonuçta lokal strese dayalı tümör mutasyonunun gelişimini engeller. 9 Mikrobiyotanın Bireye Özgünlüğü • Her kişinin taşıdığı bağırsak veya nefes mikrobiyotası ve kompozisyonu kişinin mikrobiyot-tip kimliğinin tayininde kullanılabilir özgünlüktedir. • Diğer yandan, birbirinden farklı da olsa, her bir adacığın mikrobiyotaları benzer işlev ifa eder. Örneğin, iki kişinin dil florası birbiriyle tamamen farklı olsa da ağızda şeker yıkımı aynı mekanizmayla gerçekleşir. Mikrobiyota bileşiminin değişmesi beslenme rejimindeki değişiklikler ve ilaçlarla olur Gıda Mikrobiyota Endokrin sistem Sinir sistemi Bağışıklık sistemi 2 Mikrobiyotanın Kazanılması 12 Mikrobiyotanın Kazanılması Fetus bağırsakları sterildir, nadiren mikrobiyal koloniler taşıyabilir. Yenidoğanın normal floraya kavuşması doğumdan hemen sonra bağırsakta anne dışkısından ve çevreden kaynaklanan komensallerle başlar. Doğumundan bir kaç gün içinde dışkısının gramında bulunan flora bakterisi sayısı 108'den 1010'a çıkar. Normal floranın koruyucu kompozisyonlanması vajinal doğumda 1 ay içinde ve sezeryanla doğumda 6 ay içinde gerçekleşir, sağlıklı halini 1-3 yıl içinde alır. Yenidoğan bu aşamada yabancı hücre ve moleküllere savunma yanıt vermez. Buna yenidoğan toleransı denir. Çünkü, kommensallerin öldürülmemesi ve birazdan alacağı anne sütünü ve içindeki bakterileri reddetmemesi gerekir. İnsan, faydalı bakterilere ve Bifidobacterium bifidum'e karşı yanıtsızlığı bu aşamada kazanır ve bir patogenez olmadıkça ömür boyu bunlara yanıtsız kalır Mikrobiyotanın Geç Nüfuslandırılması Anne sütüyle beslenen bebeklerde bağırsakta faydalı Bifidobacteria egemen iken hazır mamalarla beslenen bebeklerde güvenilmez Enterobacteriaceae üyeleri egemendir. Erken yaşarda bağırsak florasında Bacteroides ve Bifidobacteria olmaması veya geç kazanılması C. difficile, S. aureus, Verrucomicrobia, Bacteroidetes ve Proteobacteria gibi zararlı olabilecek mikroplarının bağırsakta egemen olmasına yol açar. Bu yanıtsızlık fazındaki gecikme bireyin ileride alerjik olmasına yol açar. Yaşamının ilk yılında antibiyotik kullanımıyla florasının gelişimi sekteye uğratılan bebekler sonradan yangısal bağırsak hastalığına daha sık yakalanmaktadır. 14 Mikrobiyotanın Geç Nüfuslandırılması -devam Bebeklerdeki yangısal bağırsak hastalığına karşı faydalı bakterileri yüksek konsantrasyonda içeren probiyotik kullanımı fayda sağlamaktadır. Bu bakterilerin de doğru beslenmesi gerektiğinden hasta gıdasına prebiyotik takviye yapılır. Bu tedavi ile 0-24 aylık bebeklerde istenmeyen bağırsak enfeksiyonlarının büyük oranda azaldığı gösterilmiştir. Günümüzde çiftlikte yetişen büyük ve küçük baş besi hayvanları ve kanatlılara içinde antibiyotik bulunan mamalar verilmektedir. Böylece enfeksiyona dayanıklı ve şişman hayvanlar elde edilmesi hedeflenmektedir. Ancak bu eti yiyen insanlarda bağırsak florası harap olduğundan kolon karsinoma ve otoyangısal hastalıklara eğilim artmaktadır. Hayvanlar tarım ilacı içermeyen meralarda otladığında bu sorun gözükmemektedir. 15 Mikrobiyotanın Çocuk ve Genç Üzerine Etkisi • Erişkinlik öncesi mikrobiyotada erişkinlere göre daha az mikroorganizma türü bulunur. Kişilik gelişimin tamamlandığı 24 yaşına kadar doğru mikrobiyotaya sahip olmak davranış kazanma ve beyin plastisitesinin etkinliği için önemlidir. • Çocuk ve genç iken spor/egzersiz yapmanın kardiyovasküler ve metabolik açıdan, kemik gelişimi ve ortopedik sağlık açısından, otoyangısal ve otoimmün hastalıklara direnç açısından, beyin-kas motor kontrolü açısından ve doğru mikrobiyota kompozisyonunu kalıcı kılmak açısından önemi büyüktür. Bağırsakta mikrobiyota tür çeşitlenmesi, kısa zincirli yağ asidi metabolizması ve bütürat dengesi ile hızla kazanılır. Bu da sinir sistemini psikolojik açıdan erişkinliğe hazırlar. 3 Ekosistemler 17 Dermal biyom Dermal biyom üyeleri: Deri, kıl folikülü, saç, yağ bezi, salgılama bezi, kıl hareketlendirici kaslar, mikroçevredeki peptid, protein ve lipidler, ve cilt mikrobiyotası dermal biyomu oluşturur. Dermal biyom patojen kaynaklı enfeksiyonların gelişimini engeller, deriden nem ve sıvı kaybını önler, vücut ısısını dinamik olarak düzenler ve epidemal hücre ömrünü düzenleyerek cildin yenilenmesini sağlar. 18 DERİ FLORASInın Bazı İşlevleri ve PATOLOJİ Kokusuz ter salgıları cilt florası tarafından kişiye özgü vücut ve ayak kokularının metabolitlerine dönüştürülür. Deri tabakası mikrobiyota sayesinde pH 4 civarıdır ve bu pH patojenlerin kolonizasyonunu engeller. Ancak, mikrobiyota popülasyonu azalır veya yanlış bakterilerle yer değiştirirse pH düşer veya yükselir. Her iki durumda da patojenler vücuda deriden kolaylıkla girer. Deri, katelisidin isimli antimikrobiyal peptid salgılar. Derideki yanlış mikrobiyotanın katelisidin salgısını azaltması atopik dermatit hastalığına, katelisidin salgısını arttırması psoriaz hastalığına sebep olur. Deri mikrobiyotasında Propionibacterium acnes bulunur ve aşırı yağ salgısı yaparak akne lezyonlarını oluşturan yangıya yol açar. Mikrobiyotaya Staphylococcus epidermidis ve Lactobacillus plantarum eklenmesi durumunda akne reaksiyonları dizginlenebilir. DERİ FLORASInın Bazı İşlevleri ve PATOLOJİ -devam Deride S.aureus kolonizasyonunun artmasıyla atopik dermatit gelişir. Mikrobiyotaya S.epidermidis eklenmesi lezyonları dizginlenebilir. Dermatit lezyonları içeren deride fazla Firmicutes ve az Bacteroides dengesizliği olabilir. Dengesizlik düzeltildiğinde egzama lezyonları geriler. Ciltte mutualistik yaşayan Pseudomonas aeruginosa patojen olduğunda tehlikeli bir mikroorganizma iken mikrobiyota olduğunda ürettiği pseudomonik asit sayesinde diğer tehlikeli mikroplar olan Stafilokok, Streptokok, Helikobakter ve Kandidaların deride yerleşimini engeller. Pseudomonas enfeksiyonlarının antibiyotikle tedavisi sonrasında hastada yaygın mantar enfeksiyonları başlayabiir. Bazı sağlıklı kişilerin mikobiyomunda Aspergillus, Fusarium ve Cryptococcus gibi patojen mantarlar yer alır. Malassezia mantarı ciltte egemendir. Deride amip sayısı azaldığında kiytidomikoz etkeni mantar deriye yerleşir. Ciltte bulunan Trichophyton mantarı sağlıklı mikrobiyota ve bağışıklık sistemi varken patojenite gösteremez. KONJUNKTİVAL FLORA Staphylococcus epidermidis ve Propionibacterium acnes egemen türlerdir. Gözyaşı lizozimi ve göz kırpma mikroplara karşı koruyucudur. ORAL FLORA • Sağlıklı insan mikrobiyotası yaygın mantar taşır ve ağız flora mantarları Candida, Saccharomyces dahil 101 türden oluşmaktadır. • Hasta kişiler incelendiğinde HIV enfekte olan (AIDS etkeni) ve olmayan kişilerin ağız mikobiyotasında büyük farklar saptanmıştır. • Dil florası bireyler arasında oldukça farklıdır. Lokal antiseptikler florayı etkiler. • Diş florasının ilk katı dişin kaplı olduğu moleküler yapıya göre farklı bakterilerle kolonize edilir, ancak üst katlar genelde benzerdir (aşağıdaki şekilde organizmalar verilmiştir). 21 DİŞ MİKROFLORASINDAKİ MİMARİ YAPILANMA Diş yüzeyi 22 SOLUNUM YOLU ve OROFARİNKS FLORASI • Solunum yolu düzenli olarak mikroplarla temas eden bir organdır. Bronşların her santimetre karesinde 2000 mikrobiyal genom saptanır. Üst ve alt solunum yolu Pseudomonas, Acinetobacter, Fusobacterium, Staphylococcus, and Streptococcus dahil çoklu cinsleri içeren bir mikrobiyotaya sahiptir. Aspergillus mantarı akciğerde egemendir. Bu alanlarda patojeler dahil 140 aileye ait mikrop yerleşiktir. Değişmeyen 9 aileye ait bakteri her zaman yer alır. • Nazal mukusda salgılanan lizozim bir antimikrobiyaldir ve nazal kıllara yakalanan mikroplar burada etkisizleştirilir. • Akciğere varan mikroplar goblet hücrelerince üretilen mukusa yakalanarak silialı epitel hücreler tarafından süpürme yoluyla balgama çevrilip yutulur veya refleksle akciğerden uzaklaştırılır. • Aşağı solunum yolunda floral virüs, faj, bakteri ve mantarlar adezinleriyle hem epitel yüzeyinde hem de mukus yüzeyinde yerleşiktir. SOLUNUM YOLU ve OROFARİNKS FLORASI -devam • Florada Streptococcus pyogenes, Haemophilus influenzae, Streptococcus pneumoniae, Neisseria meningitidis ve Staphylococcus aureus gibi patojen türler yer alır. Eğer akciğer bariyeri hasarlanırsa bunlar lümenden steril alana girerek ciddi enfeksiyon hastalıklarına yol açar. Bu nedenle akciğer mikrobiyotasında simbiyont ve patobiyontların sağlıklı oranlarda bulunması, böylece mukozanın gereksiz yangısal reaksiyonlara girmemesi hayati önemdedir. • Kistik fibrozda, kronik obstruktif akciğer hastalığında ve astımda mikrobiyota değişmiş olduğundan hasta enfeksiyonlara açık hale gelir. • Bağırsaktaki mikrobiyotanın uzun zincirli yağ asidi üreten hale değişmesi durumunda akciğer mikrobiyotasının da kompozisyonu değişir ve alerji kolaylıkla gelişir. 24 SERVİKO-VAJİNAL FLORA Cinsel olarak erişkin kadınların vajinasında %71'inde Lactobacillus 'lar (beyz ırk), %29'unda Atopobium ve Leptotrichia (siyahi ve hispanik ırk) türleri laktik asit üretim görevini üstlenir. Laktik asit aynı cilt ve midede olduğu gibi pH'ı düşürür, ayrıca, hidrojen peroksit ve bakteriyosinler üretilir. Bu ortam fırsatçı patojen Candida mantar türlerinin ve Gardnerella vaginalis gibi vajinoz etkeni bakterilerin enfeksiyonunu engeller; flora üyesi patojen Mycoplasma ve Ureaplasma bakterilerine enfeksiyon olanağı tanımaz. Mikrobiyotada bulunan laktobasillerin ayrıca psikolojik mizaç ve strese yanıt verme özelliklerini olumlu etkilediği gösterilmiştir. Vajinada laktobasil sıklığı püberte öncesi kızlarda, menstural döngü boyunca ve menopoz sonrası kadınlarda azalır. Kanama süresinde steril tampon kullanımı florayı değiştirmez. SERVİKO-VAJİNAL FLORA -devam Sağlıklı flora kompozisyonunun cinsel ilişki sıklığı ve kondom kullanımına göre değiştiği görülmektedir. Semenin bazik yapısı da vajinal floranın sağlıklı dengesini bozar. Sık cinsel ilişki veya tekrarlayan oral veya anal alıcı ilişkiden sonra vajinal birleşme vaginoza yol açar. Bakteriyel vajinoz ve Trichomonas vaginalis enfeksiyonu mikroflora kompozisyonunun değişmesi ile meydana gelir. Gardnerella vaginalis patojeni ise çevrede Prevotella bakterileri varsa vajinoz yapar. Vajinozda bireyler HIV dahil cinsel yolla bulaşan enfeksiyon ajanlarına karşı korumasız kalır. Bu durumda probiyotik alımıyla laktobasil oranı normale döndürülebilir. Menopoz sonrası verilen hormonla yerine koyma tedavisi mikroflorayı eski haline getirir. Gebelikte vajinal flora kompozisyonu oldukça değişiktir, mesela doğuma yakın vajinal mikrobiyomdaki tür sayısı azalır. Ancak, enfeksiyöz bakteri ve virüsler bireyde semptom oluşturmazlar, hatta bu durum koriyoamniyonite kadar varabilir. Vajinanın laktobasil plantasyonu ve estriol ile tedavisi florayı normale döndürür. KADIN ÜST GENİTAL YOL FLORASI • Sağlıklı bireylerde üst genital yol sağlıklı vijinal mikrobiyata ile benzer profilde mikrofloraya sahiptir. • Üst serviks, uterus, fetal membranlar ve endeometriumda beyaz ırkta L. iners, Prevotella türleri ve L. crispatus bulunurken siyahiler ve hispanik ırkta laktobasiller oldukça egemendir. Bu alanda ayrıca çeşitli virüs ve mantar türleri yer alır. • Vajina mikrobiyotasında C. trachomatis, N. gonorrhoeae ve diğer sık rastlanan enfeksiyon ajanları bulunduğunda pelvik yangısal hastalık sık görülür. • İnfertilite, gebelik sorunları, dış gebelik, erken doğum, doğum sonrası endometritiste vajinal mikrofloranın bozulmasıyla dengesizleşen üst genital yolun mikroflorası rol alır. • Üreme yolunda sağlık sorunu yaşayan kadınların %24'ünde fallopian tüplerinden bakteri izole edilmiş, plasenta, amniyotik kavite, fetal membranlar ve fetusda kolonizasyon saptanmıştır. Bunların anlamlı sayısı sağlık sorunu oluşturduğundan bu kolonizasyon için enfeksiyon denebilir. 27 ERKEK ÜROGENİTAL YOL FLORASI Aşağı genital yoldaki penis, üretra ve koronal sulkus normal flora ile kaplıdır. Mikrobiyotada dengesizlik üretra ve koronal sulkusda cinsel temasla bulaşan hastalıklara yatkınlık sağlar. Yukarı genital yoldaki prostat dokusu ve vas deferens prostatis dışında mikropsuzdur. Bu alandaki kolonizasyon çoğunlukla bir enfeksiyon hastalığıyla süregider. Prostat vücutta hastalanmaya en eğilimli organdır. Enfeksiyon durumunda semende saptanan ajanlar bakteriyel biyofilm oluşturarak prostatik kalsifikasyon oluşturur. Durağan yaşam ve az su tüketimi süreci hızlandırır. Mikrobiyotada baskın Koryneform bakteriler yukarı yola sızarsa kronik prostatis ve infertiliteye ilerleyebilecek sağlık sorunlarına yol açabilir. 4 Mikrobiyota İlişkili Hastalıklar MİKROBİYOTANIN BAKTERİ ÜYELERİ Zarar potansiyeli taşıyan bakteri Faydalı bakteri………… Kısa zincirli yağ asidi üretimi 30 Sabit, Faydalı ve Zararlı Temel Mikrobiyota Üyeleri • Sabit üyeler bağırsaklarda E.coli ve Bifidobacteria, dişlerde Aktinomiçesler, vajinada Laktobasiller, deride Staphylococcus epidermidis'dir. Aktinomiçeslerin dişlerden sürekli uzaklaştırılması gerekir, aksi durumda sertleşir ve tartara dönüşür, asit salgılarıyla diş minesini eritir. • Bağırsaklarda özellikle Bifidobacterium bifidum ve Campylobakter türleri; vajinada laktobasiller koruyucudur. • Meninjit, sepsis ve frengi yapan farklı Neisseria türlerinin enfeksiyonları sonrasında özel bir durum gözlenir. Bu Neisseria türleri taşıdıkları virülans faktörlerini mikrobiyotadaki masum bakterilere naklederek onları patojen haline getirir. Bazı Hastalıklarda Sık Rastlanan Mikrobiyota Türleri MİKROBİYOTA-METABOLİZMA İLİŞKİSİNDEKİ PROBLEMLERDEN KAYNAKLANAN BAZI HASTALIKLAR Şişmanlık (obesite): Bağırsakta artan Firmicutes ve azalan Bacteroidetes türleri durumlarında şişmanlığın ve kan pıhtılaşma eğiliminin arttığı, uykunun azaldığı gösterilmiştir. Biri şişman ve diğeri zayıf ikizlerin mikrobiyotaları birbirinden oldukça farklıdır ve zayıftaki bakteriler düşük kalori üretmektedir. Şişman hastaların Dipodascaceae ve Saccharomycetaceae mantarlarını yoğun taşıdıkları görülmüştür. Hayvanlarla yapılan deneylerde zengin kalori üreten bakteri yedirilenlerde diyet kısıtlamasına rağmen şişmanlama saptanmıştır. Karaciğer, mide, bağırsak hasarları: Reaktif oksijen türlerini aşırı üreten mikrobiyota üyelerinin organ hasarı yaparak tehlikeli sendromlara, bağırsak kaynaklı sepsise ve kansere yol açabildiği anlaşılmıştır. MİKROBİYOTA-BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ İLİŞKİSİNDEKİ PROBLEMLERDEN KAYNAKLANAN BAZI HASTALIKLAR Akut yangı (inflamasyon), bağışıklık sisteminin zararlı karşısında alarma geçmesi ve zararlıyı tahriple sonuçlanacak savunma ve saldırıyı gerçekleştirmesi, ardından sönerek hasarlanan dokuyu tamire sokması sürecidir. Amacına ulaşamadığı ama zararlının etkilerini kontrolü altında yavaşlattığı durumda kronik yangıdan bahsedilir.. Mikrobiyota ve gıda gibi gibi zararsız yabancılar karşısında ise yangının engellenmesi gerçekleşir. Flora alanlarında gereksiz yangı olmaması sağlıklı mikrobiyota ve bağışıklık sisteminin işbirliği ile sağlanır. Tip-1 ve tip-2 diyabet, romatoid artitit, kas distrofisi, MS, fibromiyalji, neonatal nekrozan enterokolit, IBD, vajinoz gibi hastalık ve sendromların gelişiminde mikrobiyotadaki belirli türlerin aşırı yangı üretmesinin rol oynadığı anlaşılmaktadır. MİKROBİYOTA-BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ İLİŞKİSİNDEKİ PROBLEMLERDEN KAYNAKLANAN BAZI HASTALIKLAR Diyabetlilerin mikrobiyotalarındaki Firmicutes türlerinin büyük kısmı Bacteroidetes türleriyle yer değiştirmiştir. Florasında daha çok Candida ve Saccharomyces taşıyanların Hepatit B Virüs enfeksiyonunu, Candida tropicalis taşıyanların IBD ataklarını ve Clostridium taşıyanların alerejiyi daha ağır geçirdiği gösterilmiştir. Bazı kişilerde bağırsağa yerleşen segmenti filamentli bakteriler yangı yapan T lenfositlerini gereksiz uyararak lokal otoyangısal ve otoimmün hastalılara yol açar. Benzer şekilde belirli oral mikrobiyota türlerinin ateroskleroza yol açtığını düşündüren bulgular mevcuttur. Çocuklarda nedeni bilinmeyen ateş sendromu gelişmesi ile nazal mikrobiyomda virüs yükünün artması arasında doğrusal ilişki bulunmuştur. Candida kolonizasyonu yüsek olan alıcıların kemik iliği yamalarını daha şiddetle reddettikleri saptanmıştır. 35 MİKROBİYOTA-NÖROENDOKRİN SİSTEM İLİŞKİSİNDEKİ PROBLEMLERDEN KAYNAKLANAN HASTALIKLAR Farklı kompozisyonda mikrobiyotanın tat alma reseptörlerinin ifade miktarını değiştirerek yemek seçme duygusunu; ayrıca, huzur ve memnuniyet hissini, korku ve endişeyi etkilediği ortaya konmuştur. Depresyonlu hastalarda egemen olan mikrofloranın fruktoz sindirme ve triptofan üretmede yetersizlik olması üzerine hastanın besininden fruktoz kaldırılarak depresyonun hafiflediği gösterilmiştir. Endişe hastalarında bağırsak flora dengesinin bozuk olduğu görülmüş, bu ve kronik yorgunluk çeken hastalara Lactobacillus helveticus içeren probiyotik veya prebiyotik tedavisi sonrası stres yanıtı ve endişe ataklarının önemli oranda azaldığı gösterilmiştir. Mide-bağırsak problemi olan otistik çocukların mikrofloralarında normalde hiç rastlanmayan Sutterella bakterilerinin bulunduğu anlaşılmıştır. 36 KANSER GELİŞİMİNDE MİKROBİYOTANIN YERİ Tümör hücresi, bir hücrenin biyolojik programı gereği kendiliğinden ölmesi gereken bir durumda veya başaçıkamadığı strese maruz kaldığında intihar etmesi gerekirken mutasyonla ölümden kurtulan varyantıdır. Tümör öncüsünün mikroçevresi stresli hücrelerden oluşmuştur ve bağışıklık sistemini çağırmak üzere çevrede yangı gelişmiştir. Bağırsakta tümörleşmeye yol açacak stresler normalde sağlıklı bağırsak florasının detoksifikasyon işlevi ve yangı baskılayıcı özelliği ile giderilir. Yangının dozu tümöre karşı savaşmak için gerekli miktarda ama dokuyu harap etmeyecek düzeyde ayarlanmalıdır. Bu ayar sadece sağlıklı mikrobiyota tarafından başarılabilir. KANSER GELİŞİMİNDE MİKROBİYOTANIN YERİ -devam1 Eğer yangı fazla olursa reaktif oksijen türleri doku dengesini bozar, o zaman da mikrofloranın kompozisyonu değişir. Bu durumda zengin tümör ortamından yararlanmak isteyen özel mikrobiyota üyeleri tümör içine göçer, gereksiz yangıyı engelleyen faydalılar çevreyi terk eder. Bu nedenle tümörler genellikle mikrobiyota taşıyan cilt, akciğer, özofarinks, sindirim veya ürogenital yolun sınırında gelişir. Solunum/sindirim ortak yolunda tümöriçi yerleşmiş mukozal mikroplar tümör büyümesi ve yayılmasında etkindir. Tümördeki virüs ve bakteriler çoğalmak için kullandıkları toksin ve stratejilerle tümör hücresinin genetik dengesini daha da bozar, tümör gelişimi hızlanır. Lactobacillus ve Bifidobacteria egemen mikrofloralıların daha az, Bacteroides and Clostridium egemen mikroflorası olanların daha çok tümör geliştirdiği gösterilmiştir. Tümör yine de gelişirse bağışıklık sistemi tarafından hemen teşhis edilir ve öldürülür. Ancak tümör hücresi, bağışıklık sisteminden kaçmasını sağlayacak diğer mutasyonları başarırsa çoğalmasına devam eder ve kansere yol açar. KANSER GELİŞİMİNDE MİKROBİYOTANIN YERİ –devam2 Çalışmalar insan malinitelerinin %20'sinden mikropların ve/veya dengesiz mikrobiyotanın sorumlu olduğunu göstermektedir. Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı 10 mikrobu insanda kanser yapmakla sorumlu tutmuştur. Bu mikroplar insan nüfusunun büyük kısmında mikrobiyotada yaygın bulunmakta olup sadece immün yönden yetersizlik gösterenlerde kansere yol açmaktadır. Kolorektal kanserde kolibaktin üreten E.coli ve akrabaları, Bf-toksin üreten B.fragilis, ve CD-toksin üreten Proteobakteriler rol alır. Beta-katenin sinyali kullanarak etkisini gösterenler gastrik kanserde H.Pylori, kolerektal adenoma ve adenokarsinomada oral bakteri F.nucleatum, hepatobiliyer karsinomada Salmonella typhi onko-mikroplar olarak tanımlanmıştır. Mikrobiota kanseri dört şekilde etkiler; (a) tümör hücresinin ölüm ve çoğalma biyolojik dengesini değiştirir; (b) bağışıklık sistemini etkinsizleştirir; (c) konak gen ürünleri, besinler ve ilaçların metabolitik işlenmesini değiştirerek stres ve mutasyona yol açacak toksinler üretir; (d) anti-kanser ilaçları yıkar. 5 Tedavi ajanları 40 FARMABİYOTİKLER Mikrobun herhangi bir formunun tedavi amaçlı kullanımı farmabiyotiklerle olur. Bunlar canlı mikroorganizmalar ve türemiş biyolojik etkili metabolitleri olabilir. Canlı ve ölü mikroorganizmalarla tedavide ilk bilinen örnek 3000 yıldır kullanılan aşılamadır. Yılan zehirine karşı bağışık olmak için yılana kendini ısırttırma ve sülük kullanımı diğer eski örneklerdir. Faj ile bakteriyel enfeksiyonlara karşı tedavi 100 yılı aşkındır kullanılmaktadır. Koley toksini kansere karşı bilinen en eski bakterioterapötiktir. Günümüzde tümöre karşı hastaye ekilecek mikrop türleri bilişimsel yöntemlerle tasarlanabilmektedir. Günümüzde komensal floranın ve alerjen organizmanın tedavide kullanımı başlamıştır. İshale karşı veterinerlikte yoğurt kullanımı; vajinal enfeksiyonlarda laktobasillerle yerine koyma tedavisi; aşırı hijyenik kuzey ülkelerinde bağışıklık sisteminin eğitimi için bireyin çoklu mikrop karışımıyla inokülasyonu bilinen örneklerdir. 41 FARMABİYOTİKLER –devam1 Yakın zamanlarda canlı probiyotik bakteriler ve probiyotiklerden türemiş biyolojik etkili metabolitler, prebiyotikler (nutrasetikaller), sinbiyotikler, inülin üreten genetiği değiştirilmiş bitki ve genetiği değiştirilmiş komensal bakteri kullanıma girmiştir. Bifidobacterium Gram pozitif, hareketsiz, düşük oksijenli ortamda yaşayan, spor yapmayan, kümeler halinde veya tek yaşayan, sağlıklı sindirim yolu, vajina, anne sütü ve ağız mikrobiyotasının vazgeçilmez bakteri üyesidir. Bazı türler probiyotik olarak kullanılır. Farmabiyotikler yiyeceklerle alınabilir veya dıştan lokal uygulanır. Bunlar faydalı mikroplar lehine floranın nüfus yapısını değiştirerek yangısızlık sağlar, böylece mikrobiyota kaynaklı gelişebilen yangısal bağırsak hastalıkları (IBD), atopi, enfeksiyon, ishal, kanser ve artiritte görülen gereksiz yangısal reaksiyonları dizginler. Bazı bakteri türlerinin nörotransmiterlerin dengesini değiştirme kabiliyetinden yararlanılarak depresyon, bipolar hastalıklar ve diğer stres kaynaklı psikyatrik hastalıkların nörotransmiter tedavisinde ilaç olarak kullanılması düşünülmektedir. 42 FARMABİYOTİKLER –devam2 Prebiyotikler, probiyotik bakterilerin beslenmesi ve yerleşimini sağlamak için kullanılan lifli bileşiklerden oluşmuş besin maddeleridir. İnce bağırsaktan hazmezler ve kalın bağırsakta Bifidobacteria ve laktik asit bakterisi gibi faydalı bakterileri tercihli besler. Bu özelliğiyle prebiyotiklere bifidojenik faktör içeriyor da denebilir. En yüksek prebiyotik içeren gıda maddeleri, yüksekten aşağıya doğru, akasya zamkı, kurumuş hindiba kökü, kudis enginarı, siilotu yaprağı, sarımsak, pırasa, soğan, ham kuşkunmaz, buğday kepeği, pişmiş buğday unu ve ham muzdur. Metforminin Tip II diyabetteki olumlu etkisi bu kategoridendir.