eleştirel bölgeselcilik - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
YERELİN İÇERİSİNDEKİ EVRENSELİ ARAMAK: ‘ELEŞTİREL
BÖLGESELCİLİK’ İN ÖNE ÇIKAN KAVRAMLARI ARACILIĞIYLA
HAN TÜMERTEKİN’İN B2 ve SM EVLERİNE BİR BAKIŞ…
Hilal AYCI
YÜKSEK LİSANS TEZİ
MİMARLIK
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
KASIM 2008
ANKARA
Hilal Aycı tarafından hazırlanan “YERELİN İÇERİSİNDEKİ EVRENSELİ
ARAMAK: ‘ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK’ İN ÖNE ÇIKAN KAVRAMLARI
ARACILIĞIYLA HAN TÜMERTEKİN’İN B2 VE SM EVLERİNE BİR BAKIŞ…”
adlı tezin Yüksek Lisans Tezi olarak uygun olduğunu onaylarım.
Yrd. Doç. Dr. Esin Boyacıoğlu
Tez Danışmanı, Mimarlık Anabilim Dalı
………………………………..
Bu çalışma, jürimiz tarafından oy birliği ile Mimarlık Anabilim Dalında Yüksek
Lisans tezi olarak kabul edilmiştir.
Prof. Dr. Nur ÇAĞLAR
Mimarlık Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi
………………………………..
Yrd. Doç. Dr. Esin Boyacıoğlu
Mimarlık Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi
………………………………..
Doç. Dr. Zeynep Uludağ
Mimarlık Anabilim Dalı, Gazi Üniversitesi
………………………………..
Doç. Dr. Mualla Erkılıç Bayar
Mimarlık Anabilim Dalı, ODTÜ
………………………………..
Doç. Dr. Tansel Korkmaz Bilgin
Mimarlık Anabilim Dalı, Bilgi Üniversitesi
………………………………..
Tarih: 12 /11 /2008
Bu tez ile G.Ü. Fen Bilimleri Enstitüsü Yönetim Kurulu Yüksek Lisans derecesini
onamıştır.
Prof. Dr. Nail Ünsal
Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü
……………………………….
TEZ BİLDİRİMİ
Tez içindeki bütün bilgilerin etik davranış ve akademik kurallar çerçevesinde elde
edilerek sunulduğunu, ayrıca tez yazım kurallarına uygun olarak hazırlanan bu
çalışmada bana ait olmayan her türlü ifade ve bilginin kaynağına eksiksiz atıf
yapıldığını bildiririm.
Hilal AYCI
iv
YERELİN İÇERİSİNDEKİ EVRENSELİ ARAMAK: ‘ELEŞTİREL
BÖLGESELCİLİK’ İN ÖNE ÇIKAN KAVRAMLARI ARACILIĞIYLA HAN
TÜMERTEKİN’İN B2 ve SM EVLERİNE BİR BAKIŞ…
(Yüksek Lisans Tezi)
Hilal AYCI
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
FEN BİLİMLERİ ENSTİTÜSÜ
KASIM 2008
ÖZET
Bu tez ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımını tartışarak, öne çıkan kavramlar
aracılığıyla, Han Tümertekin’in Büyükhüsun Köyü ’nde (Çanakkale/Türkiye)
tasarladığı B2 ve SM Evlerini incelemeyi amaçlar. Özünde dünyanın
aynılaşmasına
karşı
politik
bir tepki
olarak
ortaya
çıkan
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’, moderni red etmeden, onun potansiyelini kabul eden, ama global
koşulların dayattığı üretim ve tüketim pratiklerine başkaldırı potansiyeli olan
bir mimarlık önermektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Frampton, Lefaivre-Tzonis
gibi teorisyenler tarafından ortaya konmuş, çok katmanlı bir tutum olarak
tanımlanabilir.
Tezde, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in analitik incelemesi, 1980’lerde Alexander
Tzonis-Liane Lefaivre ve Kenneth Frampton tarafından atılan temel üzerine,
yaklaşımın geçirdiği dönüşümü ve aldığı eleştirileri de kapsayarak tartışmayı
günümüze kadar getirmeyi amaçlar. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in evrensel-yerel
arasında durduğu arakesitte bu çalışma için; deneyimsellik, yer-bağlam,
tektonik-şiirsel ve yabancılaştırma/yadırgatma gibi direnç noktaları öne
çıkmaktadır. Öne çıkan bu direnç noktaları aracılığıyla, Han Tümertekin’in
verneküler mimarlığın ağırlıkta olduğu küçük bir yerleşim olan, Büyükhüsun
Köyü’nde tasarladığı B2 ve SM Evleri okunmuştur. Bu okuma ile, B2 ve SM
v
Ev’lerinin, yer ve bağlama duyarlı, mimarlığın yalnızca görsel algıya değil, aynı
zamanda insanın diğer duyularına da hitap eden, strüktürün şiirsel sergilenmesi
olarak da ifade edilebilecek tektonik ifadeyi kullanan, alışıldık olanı alışılmadık
bir şekilde yorumlayarak şaşırtan ve aynı zamanda yeni olanı arayarak estetik
algıları açmayı sağlayan, bir anlamda yabancılaştırma/yadırgatma yöntemini
kullanan yapılar olduğu görülmüştür. B2 ve SM Ev’leri, yerin verilerinden yola
çıkarak, temelinde insanda var olan ortak gerçeklik–hafıza vb. gibi duyular
aracılığıyla, yerel’i evrensel bir noktaya taşımış yapılardır.
Bilim Kodu
: 802.1.100
Anahtar Kelimeler : Eleştirel Bölgeselcilik, deneyimsellik, yer, bağlam,
tektonik,şiirsel, yabancılaştırma/yadırgatma, Han
Tümertekin.
Sayfa Adedi
: 98
Tez Yöneticisi
: Yrd. Doç. Dr. Esin BOYACIOĞLU
vi
SEEKING THE UNIVERSAL WITHIN THE LOCAL: A READING OF HAN
TUMERTEKIN’S B2 and SM HOUSES THROUGH THE PROMİNENT
CONCEPTS OF ‘CRITICAL REGIONALISM’
(M. Sc. Thesis)
Hilal AYCI
GAZİ UNIVERSİTY
INSTITUTE OF SCIENCE AND TECHNOLOGY
November 2008
ABSTRACT
This thesis will first examine ‘Critical Regionalism’ and then continue with the
analysis of Han Tümertekin’s B2 and SM houses using the prominent concepts
of ‘Critical Regionalism’. ‘Critical Regionalism’ can be described as a layered
approach; first proposed by theorists such as Lefaivre-Tzonis and Frampton, it
propogates an architecture that has the potential to oppose the modes of global
consumption patterns, without rejecting the modern movement.
Thus, the analytical reading of ‘Critical Regionalism’ aims to trace its process
to-date, encompassing the basis outlined by Alexander Tzonis-Liane Lefaivre
and Kenneth Frampton in the 1980s, the changes it has undergone as well as the
criticism it provokes. Taking into account the rather ambiguous position of
‘Critical Regionalism’ in regards to the universal and the local, several key
points such as place-context, tactile, tectonic-poetic and defamiliarization, stand
out within this study. Han Tümertekin’s B2 and SM Houses, located within the
vernacular context of Büyükhüsun village (North-west Turkey), where the main
building texture is vernacular in nature, are read through these key points. The
reading will focus on the following properties; sensitivity to place and context,
care for both the visual perception and the tactile, a tectonic expression through
the poetic articulation of the construction, hints of a defamiliarization process
vii
with the usage of conventional elements in an unconvenient manner. In
conclusion, it can be said that these two houses posses the values of the universal
through the usage of the local.
Science Code
Key Words
Page Number
Adviser
: 802.1.100
: Critical Regionalism, tactile, place-context, tectonic-poetic
defamiliarization/estrangement, Han Tümertekin.
: 98
: Asst. Prof. Dr. Esin BOYACIOĞLU
viii
TEŞEKKÜR
Çalışmalarım boyunca verdiği destek ve değerli yardımları için danışman hocam
sayın Yrd. Doç. Dr. Esin Boyacıoğlu’na, benden yardımlarını esirgemeyen değerli
jüri üyelerim sayın Prof Dr.Nur ÇAĞLAR’a, sayın Doç Dr.Zeynep ULUDAĞ’a,
sayın Doç Dr Mualla ERKILIÇ BAYAR’a ve sayın Doç Dr Tansel KORKMAZ
BİLGİN’e çok teşekkür ederim. Ayrıca değerli katkılarından dolayı hocam sayın
Yard. Doç Dr. Pınar DİNÇ’e ve zaman ayırarak fikirlerini benimle paylaşan sayın Y.
Mim. Han TÜMERTEKİN’e teşekkürü bir borç bilirim.
Çalışmalarım boyunca benden her türlü desteklerini esirgemeyen arkadaşlarım ve
meslektaşlarım, Derya Güleç, Betül Koç, Gül İşlek, Meral Yılmaz’a da çok teşekkür
ediyorum.
Çalışmalarımda fikirleri ve yaptığı öneriler, meslek hayatımda yerinde yaptığım
gözlem ve tespitler konusunda bana yardımcı olan eşime ve her zaman olduğu gibi
bu süreçte de yanımda olan aileme çok teşekkür ediyorum.
ix
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET
iv
ABSTRACT
vi
TEŞEKKÜR
viii
İÇİNDEKİLER
RESİMLERİN LİSTESİ
ix
xiii
1
1. GİRİŞ
2. ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK’ YAKLAŞIMININ TANIMI VE TARİHSEL
4
GELİŞİMİ
2.1. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Nedir?
4
2.2. Günümüzde ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Tartışmaları
21
2.3. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e Eleştirel Bakışlar
27
2.4. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Yaklaşımında Öne Çıkan Kavramlar
34
2.4.1. 'Direnç Noktaları'
34
2.4.2. 'Avangart Nokta'
47
3. HAN TÜMERTEKİN’İN B2 VE SM EVLERİNİN ‘ELEŞTİREL
BÖLGESELCİLİK’ İN ÖNE ÇIKAN KAVRAMLARI ARACILIĞIYLA
OKUNMASI
50
3.1. B2 Evi
51
3.2. SM Evi
59
3.3. ‘Direnç Noktaları’ ve B2 - SM Ev’leri
63
3.3.1. Deneyimsellik ve B2 - SM Ev’leri
63
3.3.2. Yer-Bağlam ve B2 - SM Ev’leri
69
x
Sayfa
3.3.3. Tektonik-Şiirsel ve B2 - SM Ev’leri
3.4. ‘Avangart Nokta’ ve B2 - SM Ev’leri
3.4.1. Yabancılaştırma/Yadırgatma ve B2 - SM Ev’leri
78
82
82
4. SONUÇ
86
KAYNAKLAR
91
ÖZGEÇMİŞ
98
xi
RESİMLERİN LİSTESİ
Resim
Sayfa
Resim 2.1. Menil Koleksiyon
11
Resim 2. 2. Portland Binası
13
Resim 2. 3. Country Evi
13
Resim 2. 4. Saynatsalo Belediye Binası
16
Resim 2. 5. Pampulha Dans Holü
25
Resim 2. 6. Hebrew Union Koleji
25
Resim 2.7. Hiroshige Ando Müzesi
26
Resim 2. 8. Ysios Şarap Evi
26
Resim 2.9. Hegenelland
27
Resim 2.10. Yokohama Liman Terminali
27
Resim 2.11. Tivoli Evi
31
Resim 2.12. At Çiftliği
39
Resim 2. 13. Riva Vitale Evi
40
Resim 2. 14. Roma Merida Müzesi
49
Resim 3.1. Büyükhüsun Köyü Silüeti
51
Resim 3.2. B2 Evi Vaziyet Planı
52
Resim 3.3. B2 Evi Görünüş
52
Resim 3.4. B2 Evi Zemin Kat Plan Şeması
53
Resim 3.5. B2 Evi 1. Kat Plan Şeması
53
Resim 3.6. B2 Evi Kesiti
53
xii
Resim
Sayfa
Resim 3.7. B2 Evi Üçgen Bahçe
54
Resim 3.8. B2 Evi İç Mekan
54
Resim 3.9. B2 Evi Eskiz Çalışması
55
Resim 3.10. B2 Evi Eskiz Çalışması
56
Resim 3.11. B2 Evi Merdiven
57
Resim 3.12. B2 Evi İç Mekan
57
Resim 3.13. B2 Evi İnşaat Aşaması
58
Resim 3.14. B2 Evi Islak Hacim
59
Resim 3.15. SM Evi
60
Resim 3.16. SM Evi Plan Şeması
61
Resim 3.17. SM Evi Eskiz Çalışması
62
Resim 3.18. SM Evi Avlu Odası
63
Resim 3.19. SM Evi Taş Duvar Dokusu
66
Resim 3.20. B2 Evi Üst Kat Balkonu
67
Resim 3.21. B2 Evi’nin sınırdaki konumu
67
Resim 3.22. Büyükhüsun Köyü Sokağı
68
Resim 3.23. SM Evi Sokağı
68
Resim 3.24. SM Evi Sokağı
69
Resim 3.25. B2 Evi Manzaraya Bakış
71
Resim 3.26. SM Evi Manzaraya Bakış
74
Resim 3.27. SM Evi Görünüş
76
Resim 3.28. B2 Evi
77
xiii
Resim
Sayfa
Resim 3.29. Villa Örneği
77
Resim 3.30. B2 Evi yan bahçe ve iç mekan tesisat ızgarası
82
Resim 3.31. B2 Evi yan bahçe
82
Resim 3.32. B2 Evi Köyden Yaklaşım
84
Resim 3.33. SM Evi çatı yüzündeki taş duvar
85
1
1. GİRİŞ
Bu çalışmanın amacı, tüm dünyanın birbirine benzemesine karşı direnç noktaları
ortaya
koyan,
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’
(Critical
Regionalism)
yaklaşımını
inceleyerek, ortaya koyduğu direnç noktaları arasından, öne çıkan kavramlar
aracılığıyla Han Tümertekin’in Büyükhüsun Köy’ünde tasarladığı B2 ve SM
Ev’lerini okumak olarak belirlenmiştir.
Çalışmanın çerçevesini oluşturan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımının ortaya çıkışı,
temelinde II. Dünya Savaşı sonrası dünyanın yeniden yapılanması ile kentlerin
çehresinin
değişmesine
dayanır.
Bu
hızlı
değişim,
Uluslararası
Üslubun
yaygınlaşması ile birlikte tüketim nesnelerinin aynılaşmasını da beraberinde
getirmiştir. Kentlerin bu denli aynılaşmasından kaynaklanan rahatsızlık ortamını
değiştirme/eleştirme arayışlarından biri de ‘Eleştirel Bölgeselcilik’tir. Günümüzde de
insanlar, benzer ofis blokları, evler ve benzer tipolojilerle tasarlanan alışveriş
mekanlarında tüm zamanlarını geçirmektedirler. Bu durumda mimarlık ise, benzeşen
bu programlar için cepheler üreten bir disiplin haline getirilerek, dekorasyona
indirgenmektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, 1980’lerde söylemleştirdiği kavramsal
çerçevesi ile bu türden tek-tipleşmelere karşı direnç noktaları ortaya koymuştur.
Tez kapsamında tarihsel süreç içerisinde ele alınan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’
yaklaşımının açtığı tartışmaların etkisi kuşkusuz Türkiye’de de görülmektedir. Bu
etkinin boyutları, etkileşim alanı ve ürünlerinin olduğu kabul edilmektedir. Ancak bu
tez kapsamında problem alanı olarak sadece Han Tümertekin’in iki konut yapısı ile
sınırlı kalınmış olup genel bir dönem, etki alanı ve genel bir bakış gibi bir araştırma,
herhangi bir tarihsel perspektif ya da tarihselcilik amaçlanmamaktadır. Tersine ele
alınan bu kavramların oluşturduğu çerçeve aracılığıyla bu iki yapıyı noktasal olarak
derinlemesine değerlendirme amacı ile yola çıkılmıştır. B2 ve SM Ev’lerinin seçilme
nedeni, çağdaşları arasından, malzeme seçimi, yer-bağlam ile kurduğu ilişki
açısından sergilediği farklı duruşdan kaynaklanmıştır. Bu okuma söz konusu iki yapı
2
üzerinden yapılmış, Tümertekin’in genel mimari anlayışı ve diğer ürünleri kapsam
dışı bırakılmıştır. 2000’li yıllarda bu iki bina üzerinden, günümüzde de canlılığını
koruyan evrensel-yerel arasındaki ilişkinin incelenmesi, Türkiye’deki bir kesiti ele
alarak genel çerçeveye ilişkin ipuçları taşıması nedeniyle önemlidir.
Bu tez, ilk olarak ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımını tarihsel süreçte analitik olarak
inceleme üzerine kurgulanmış ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ üzerine geliştirilen düşünceler
tartışma ortamına alınmış, sonrasında bu tartışma ortamından süzülen kavramlar, B2
ve SM Ev’lerini okumak amacı ile yeniden yorumlanmıştır. İkinci etapta ise, bu
kavramlar aracılığıyla B2 ve SM Ev’leri incelenmiştir.
Bu kurgu çerçevesinde ikinci bölümde ilk olarak ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in analitik
incelemesi yapılmıştır. 1940’larda Lewis Mumford ‘Eleştirel Bölgeselcilik’e temel
teşkil eden, ‘bölgeselcilik’ (‘regionalism’) yaklaşımını ortaya koymuş, bu
gelişmeden kırk yıl sonra 1980 yılında Antony Alofsin, Mumford’un tartıştığı
bölgeselciliği ‘Konstrüktif Bölgeselcilik’ (‘Constructive Regionalism’) başlığı ile
çağrıştırarak gündeme taşımış aynı zamanda, Alexander Tzonis ve Liane
Lefaivre’nin ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i ortaya koymalarına temel teşkil etmiştir. Bu
gelişmelerden sonra teorisyen mimar Kenneth Frampton, temel amacını evrenselyerel arasında arabuluculuk etmek olarak tanımladığı, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’e
manifesto niteliğinde ilkeler koyarak ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in yaygınlaşmasını
sağlamıştır.
Bu ilkeler topluluğundan birincisini 1983 yılında ‘Six Points for an Architecture of
Resistance’ başlığında altı madde ile açıklayan Frampton, 1987 yılında söz konusu
ilkelerini aynı çerçevede dönüştürerek ‘Ten Points of an Architecture of
Regionalism: A Provisional Polemic’ başlığı ile on noktaya taşımıştır. Bu ilkeler ile
Frampton özetle, dünyanın tek tipleşmesine karşı, Frankfurt Okulu’ndan alıntıladığı
eleştirel düşünce ve Heidegger’in fenomenolojik açılımlarından faydalanarak, direnç
noktaları ortaya koymuştur. Frampton’un manifesto niteliğinde ortaya koyduğu bu
3
direnç noktaları, içerisinden; deneyimsellik (tactile1), yer-bağlam (place-context),
tektonik (tectonic) ve şiirsel (poetic) kavramları B2 ve SM Ev’lerini okumak için öne
çıkmaktadır. Bu kavramlar tezde, Frampton’un da tanımladığı gibi, ‘Direnç
noktaları’ olarak adlandırılmıştır. Bu direnç noktalarının dışında, özellikle Tzonis ve
Lefaivre’nin tartıştığı yabancılaştırma/yadırgatma (defamiliarization/estrangement)
kavramı, yapı-yer ilişkisine farklı bir yaklaşım olarak, güncel mimarlık tartışmalarına
önemli bir girdi sağlaması açısından seçilmiştir. Tez kapsamında, bu kavram var
olandan yola çıkarak ‘yeni’ arayışları barındırması ile ‘Avangart Nokta’ olarak
adlandırılmıştır.
İkinci bölümde öncelikle, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ tartışması günümüze taşınmış ve
‘Eleştirel Bölgeselcilik’e günümüze yakın isimler tarafından getirilen eleştiriler yer
almıştır. Bu eleştiriler özetle günümüzde mimarlıkta ‘yer’ tartışmasının gerekliliğini
sorgulamaktadırlar. Sonrasında ise, tezin ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ tartışmalarından
çıkarsadığı ‘Direnç Noktaları’ ve ‘Avangart Nokta’ olarak iki başlık altında topladığı
kavramlar aracılığıyla, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in çizdiği çerçeve referans alınarak,
tezin çalışma alanında yeniden yorumlanmıştır.
Üçüncü bölümde ise tartışılan bu kavramsal çerçeveye uygun örnekler olduğu
düşünülen, B2 ve SM Ev’leri ele alınarak, daha önce sözü edilen kavramlar ışığında
tartışılmış, yeniden yorumlanmıştır.
Sonuç bölümünde, ilk olarak ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in analitik inceleme süreci ve
sonuçları değerlendirilmiş, B2 ve SM Ev’lerinin, okumasına ilişkin tartışmalar da
sonuca taşınırken, bu tezin, diğer çalışmalar için yol açtığı olası açılımlar
tartışılmıştır.
1
Frampton’un İngilizce ‘tactile’olarak işaret ettiği kavramın Türkçe karşılığı tez çerçevesinde
‘deneyimsellik’ olarak isimlendirilmiştir. Konu ile ilgili detaylı bilgi için bkz. Bölüm 2.4.1.
4
2. ‘ELEŞTİREL BÖLGESELCİLİK’ YAKLAŞIMININ TANIMI VE
TARİHSEL GELİŞİMİ
2.1. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Nedir?
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımı, temelinde dünyada mimari kültür üretiminin
yaygın bir biçimde tekdüzeleşmesine bir tepkidir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in bu
tepkisini, yaklaşımı yaygınlaştıran Kenneth Frampton Paul Ricoeur’un, “dünyanın
her yerinde insanların, aynı kötü filmleri izleyip, benzer türden makineleri ve ifade
biçimini kullanması sonucu, modern uygarlığın her alanı aynılaştırma şokunu her
kültürün içselleştiremediği” sözleri ile vurgular. Ricoeur’un, “aynı anda hem modern
olup hem de köklerimize nasıl döneriz ve durağan bir kültürü canlandırıp, nasıl
evrensel kültürün bir parçası olabiliriz?” soruları ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in problem
alanının Ricoeur tarafından dile getirilişidir [Ricoeur, akt1: Frampton, 1992].
Ricoeur’un problematize ettiği bu çelişkiye, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımı,
modernistlerin soyunduğu gibi dünyayı kurtarma amacı edinmeden, kendi pratiği
içerisinden geliştirdiği bir eleştirel pozisyon ile daha iyi bir dünya arayışı içine
girerek cevap arar.
Modern mimarlık ve dekonstrüktivizme alternatif olarak 20. YY’da bölgeselciliği
tartışan
bir
durum
olarak
da
nitelenebilen
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’,
[Tzonis&Lefaivre, akt: Nesbitt, 1996] ismini, mimar Alexander Tzonis ve tarihçi
Liane Lefaivre’den, 1980’lerde alır. Mimarlık kuramcısı Kenneth Frampton ise aynı
yıllarda Tzonis ve Lefaivre’i izleyerek ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ etrafında gelişen
tartışmayı zenginleştirir ve yaygınlaştırır [Nesbitt, 1996].
1
akt: Tez içerisinde ‘Aktaran’ anlamında kullanılmışır.
5
Tzonis ve Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in durumunun tartışmalı olduğunu,
sürekli tek ekonomiye giden bir dünyada nasıl bölgeselci olunabilir sorusunu
kendilerine ve ortama sorarak özeleştiride bulunurlar [Tzonis ve Lefaivre, 1990].
Tzonis ve Lefaivre söylemlerini, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ olarak adlandırmalarına
gerekçe olarak, 1980’lerde çok popüler olan modern-post modern kıyaslamasının
dışında kalarak, o günler için daha zorunlu bir konu olduğunu düşündükleri tarihle de
ilişki kuran ‘Bölgeselcilik’ kavramından yola çıktıklarını belirtirler. ‘Bölgeselcilik’i
daha önceki ‘duygusal’, ‘zararlı’ ve ‘irrasyonel’ kullanımından ayırt etmek için
başına Kant’ın tartıştığı bir kavram olan ‘Eleştirel’i getirdiklerini de eklerler. Tzonis
ve
Lefaivre,
ilk
olarak
‘Bölgeselcilik’
yerine,
‘Gerçekçilik’1i
kullanmayı
denediklerini, belirli bir yere ait olanın aranması için daha uygun bir kavram gibi
gözükse de, daha çok bilinen ve yaygın olan ‘Bölgeselcilik’ in baskısına
direnemeyip, etimolojik açıdan daha uygun olabilecek olan ‘Eleştirel Gerçekçilik’
ifadesinden vazgeçerek ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i kullandıklarını belirtirler [Tzonis,
2003].
Frampton, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bir stil ile sonuçlanmadığını aksine belirli genel
görünümlere yönlendiren bir kategori olduğunu belirtir [Frampton, 1983].
Frampton’a paralel olarak Tzonis ve Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgesel’ci bir binanın
teşhisi için, fiziksel kıstasları içeren bir kontrol listesi oluşturmaya çalışmadıklarını,
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in şiirselliğinin, De Stijl’de olduğu gibi tasarım kuralları
içermediğini sözlerine ekler [Tzonis ve Lefaivre, 1990].
Yukarıda bahsedildiği gibi ‘Bölgeselcilik’ in şövenist olma ve bezeme kullanımına
karşı yapılan suçlamalarına bir cevap olarak Tzonis ve Lefaivre, Immanuel Kant’dan
ve Frankfurt Okulu’nun kendini sorgulama geleneklerinden kaynaklanan bir eleştiri
geliştirmişlerdir. Kate Nesbitt, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’te ‘Eleştirel’ ile kastedilenin,
1
İngilizce ‘re-gion-alism’den yola çıkarak aradaki –gion- hecesini kaldırıp, bunu eleştirel felsefe ile
uyumlu olabilecek ‘realisme’ dönüştürmeyi düşünmüşlerdir.
6
bir yapının sadece kendisini yansıtır ya da kendisine referans alır duruma geldiği
zaman, diğer bir söyleyişle açık söylemlerin yanı sıra imalı/üst söylemleri de ihtiva
edebileceğini belirtir1 [Nesbitt, 1996].
Tzonis ve Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde değerlendirilebilecek bir
binanın iki açıdan eleştirel olduğunu belirtir. Bunlardan birincisi, tasarımların ait
olduğu bölgeselci geleneğin meşru olup olmadığı konusunda soru soruyor olmaları,
ikincisi ise daha detaylı ele alınacak olan ‘yabancılaştırma/yadırgatma’dır.
‘Yabancılaştırma/yadırgatma’ bölgeye ait olanı, yorumlayarak yeniden kullanmak
olarak tanımlanırken, ‘Eleştirel’ olmanın koşullarından birini oluşturur [Tzonis ve
Lefaivre, 1990].
‘Eleştirel Bölgeselcilik’e etimolojik olarak kaynak oluşturmasının dışında, düşünsel
olarak da kaynak sağlayan ‘Bölgeselcilik’ kavramını tartışmanın, ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’i
incelemek
için
önemli
olduğu
düşünülmektedir.
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ in ‘Çağdaş Bölgeselcilik’ [Tzonis, 2003] olarak da tanımlandığı
düşünüldüğünde, ‘Bölgeselcilik’ kavramı, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ için düşünsel bir
başlangıç oluşturması açısından önem kazanmaktadır. İlk olarak ‘Bölgeselcilik’
kelimesinin kökünü oluşturan ‘Bölge’nin anlamına bakılacak olursa, politik kontrol
ve yargılama yetkisinin olduğu görülür. Bir alanın en çok öne çıkan özelliği ile de
adlandırılabilen bölgelerin oluşumunda, kültürel (iklim, topografya, farklı yaşam
tarzları, gelir-gider durumu, dil kullanımı) ve doğal (bir akarsuyun, oluşturduğu alan)
faktörlerin yanında, topraktaki ölçülebilen farklılaşmalar, hayvan türlerindeki
değişimler, konstrüksiyonla ilgili (farklı malzeme ve mimari dil kullanımı)
parametreler de etkilidir [Canizaro, 2007].
1
“Critical, in this specialized usage, means to challenge both the world as it exists and underlying
world views. In architecture, Tzonis and Lefaivre say this is accomplished when a building is, "selfreflective, self referantial, when it contains, in addition to explicit statements, iplicit metastatements.”
7
‘Bölge’ kelimesinden türeyen ‘Bölgesel’ ve ‘Bölgeselcilik’ kavramları arasındaki
farkı Adolf Loos’un şu sözleri ile anlamak mümkündür, “Köylü çatıyı inşa eder. İnşa
ettiği çatının güzel ya da çirkin oluşuna dikkat etmez. Babasından, büyük babasından
gördüğü şekilde inşa eder” [Loos, akt: Frampton, 1987]. Loos’un bu sözlerinden
bölgesel olanı, köylünün kendiliğinden yaptığı davranış olarak ‘Bölgeselcilik’i ise
bilinçli tercihlerden oluşan, tasarımcının gerçekleştirdiği bir durum olarak
tanımlamak mümkündür [Frampton, 1987].
Lewis
Mumford
1940’lardaki
‘Bölgeselcilik’
tartışması
ile,
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’in düşünsel temellerini atmıştır. Mumford, ‘Bölgeselcilik’ kavramının
doğduğu gün olarak 1854 yılında Felibrigestes’lilerin dillerini ve bağımsız kültürel
hayatlarını restore etmek amacıyla toplandıkları günü verir [Mumford, akt: Erkılıç,
1998]. Mumford’un bu düşüncesinde ‘Bölgeselcilik’ in politik yönünün öne çıktığı
görülmektedir.
‘Bölgeselcilik’in Mumford’un 1854 olarak belirlediği ilk ortaya çıkış tarihinden
itibaren, farklı bakış açıları ile ele alınmasının, tartışmayı zenginleştireceği
düşünülmektedir. Bu düşünce üzerine ilk olarak ‘Bölgeselcilik’ in, modernite ile
ilişkisine bakılacak olursa, Mumford’un “modern hareket özünde bölgeseldir” ifadesi
[Mumford, akt: Tzonis ve Lefaivre, 2003] gündeme gelir. Mumford bu sözleri ile,
modern ve bölgeselin iç içe geçtiği farklı bir ilişki türünden söz etmektedir. Süha
Özkan ise, modernizme ilk eleştirel tepki olarak ‘Bölgeselcilik’ i gösterir ve daha
sonraları birçok bölgeselci mimar tarafından reddedilen durumun modern mimarlık
değil,
uluslararasılaşmak
olduğunu
belirtir
[Özkan,
1985].
Özkan’ın
uluslararasılaşmak olarak tanımladığı durum ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in karşı durduğu
bir-örnekleşme, olarak da yorumlanabilir. Alan Colquhoun ise, 1920’leri modernin
zaferi olarak değil, ileride oluşacak gelişmeler için bir basamak olarak değerlendirir
ve bu tutumlardan biri olan ‘Bölgeselcilik’ in modern döneme sızışını, Sigfried
Gideon’un 1940 yılında ilk baskısı gerçekleşen, ‘Space, Time and Architecture’
kitabına 1968 yılında Alvar Aaalto’nun yapılarının eklemesini gösterir [Colquhoun,
8
2007].
Bu
tartışmalardan
değerlendirilen
‘uluslar
hareketle,
arasılaşmak’,
‘Modern
Mimarlık’ın
beraberinde
sonucu
tektipleşmeyi
olarak
getirmiştir.
Tektipleşmeye karşı bir çözüm olarak ise ‘Bölgeselcilik’ 1940’lardan sonra (II.
Dünya Savaşı) tekrar gündeme gelmiştir.
Bir başka bakış açısı ile William Curtis, ‘Bölgeselcilik’ ve ‘Kimlik’ kavramlarını
birbiri ile eşdeğer tutar ve bu iki kavramın insanın yeryüzü kabuğunda
gerçekleştirdiği değişiklikleri anlatmak amacıyla kullanıldıklarını iddia eder. Bu
kavramları sıra dışı bir olgu değil kültürel bir olgu olarak tanımlar. Curtis ayrıca
modernizmin ve geleneğin yanlış yorumlandığını ve aslında modernizmin gelenekten
kaynaklandığını belirterek, en iyi geleneklerin tekrar düşünülmesi gerektiğini ve
bunun geçmişe ait fosilleşmiş biçimlerin tekrar kullanılması olarak yorumlanmaması
gerektiğini de ekler. ‘Bölgeselcilik’ i, geçmişin biçimsel ve sosyal strüktürlerini
araştırıp günün sosyal koşullarına göre dönüştürmek olarak tarifler [Curtis, 1985].
Mumford’un ve Curtis’in açıklamaları ‘Bölgeselcilik’-‘Modernite’-‘Kimlik’ gibi
kavramların zıtlıklar ile değil, birbiri içerisine geçen ve tarihsel süreç içerisindeki
neden-sonuç
ilişkileri
içerisinde
daha
doğru
yorumlanabileceklerine
işaret
etmektedir.
‘Bölgeselcilik’ in, heterojen bir karakteri olduğunu iddia eden Canizaro ise, bu
durumu post modern dönemin çoğulcu yapısı ile ilişkilendirir ve bu heterojenliğin
her bölgenin farklı yerel ve tarihi özelliği oluşuna bağlar. Canizaro ayrıca,
‘Bölgeselcilik’i her yerel ve tarihi duruma karşı farklılık gösteren, kendisini globalyerel, modern-geleneksel gibi bir takım gerilimler arasında var eden bir durum olarak
tarif eder [Canizaro, 2007]. ‘Bölgeselcilik’ in heterojen karakterine vurgu yapan bir
diğer isim Merill Jensenn, bölgenin doğasının, o bölgede yaşayan insanların,
isteklerine, amaçlarına ve standartlarına göre değişken olduğunu belirtir [Jensen, akt:
Canizaro, 2007]. Buradan hareketle, ‘Bölgeselcilik’ heterojen bir karaktere sahip,
bulunduğu her bağlama göre farklılaşarak, biricik ve tasarlandığı yere özgün sonuçlar
çıkarmak olarak yorumlanabilir.
9
Charles Correa ise ‘Bölgeselcilik’ tartışmasını kendi mimarlık anlayışı üzerinden
açıklar. Mimarlığındaki ‘Bölgeselcilik’i bulunduğu yerin iklimine duyarlı olmaya
bağlar ve bunu “Biçim iklimi izler” sözleri ile sloganlaştırır [Correa, akt: Özkan,
1985]. Correa’nın açıklamaları, günümüzde de gündemde olan ‘Ekolojik Mimarlığa’
işaret eder. Correa, bölgeselciliğin oluşumunda iklimi baş aktör olarak görmüş ve bu
görüşünü modern mimarlık’tan alıntıladığı popüler bir deyişle yaygınlaştırmaya
çalışmıştır.
Daha önce de belirtildiği gibi, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in temellerini attığı kabul
edilen Mumford’un özellikle 1940 yılında kaleme aldığı ‘The South in Architecture’
makalesi, öncelikle Gideon tarafından bütün bir modern harekete saldırı olarak kabul
edilmiştir. Uluslararası Modern Mimarlık’ın temsilcisi olarak kabul edilen Modern
Sanatlar Müzesi (MoMA), Mumford’un makalesine tepki olarak “Modern Mimarlığa
Ne Oluyor?” başlığıyla 1948’ yılında toplanmıştır. Mumford’un düşüncelerini
“anlaşılamayan, soyut bir ifade” olarak tanımlamışlardır. Aynı amaçla 1965’te tekrar
toplanan MoMA, Mumford’un bölgeselciliğini aynı şekilde eleştirmişlerdir.
Mumford’un ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e temel olarak kabul edilen ‘Bölgeselcilik’ ile
ilgili görüşleri, ‘Modern Mimarlık’ ın yeri, bağlamı göz ardı ederek, kentlerin
çehresini değiştiren yönlerine karşı ciddi eleştiriler içermektedir [Alofsin, 1980 (rev:
2007)].
Mumford’un ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e temel olarak kabul edilen, ‘Bölgeselcilik’ i
ise şu şekilde açıklanabilir. Mumford, dönemin ana probleminin, aynı anda hem
evrensel hem bölgeselin, kosmopolit ve yerelin, mekanik ve insana ait olanın
dengede tutulması ve evrensel kuralları sindirdikten sonra, bütün bunları insanın
isteklerine, doğaya, iklime, bitki örtüsüne ve topoğrafyaya bağdaştırmak olarak
tanımlamıştır [Mumford, akt: Alofsin, 2007]. Kendi ‘Bölgeselcilik’ yaklaşımını beş
ana başlıkta özetleyen Mumford, bölge kavramını bu kadar sistematik biçimde ele
10
alan, ilk kişidir1 [Lefaivre, 2003]. Mumford’un tarif ettiği evrensel-bölgesel
arasındaki denge problemi ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ana probleminin ilk dile
getirilişidir. Mumford, Amerikalı mimar Henry Hobson Richardson’un mimarlığını
öne çıkararak, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in düşünsel temellerine ilişkin ipuçları verir.
Mumford, Richardson’un mimarlığını dört özelliği ile öne çıkarmaktadır. İlk olarak
Richardson, yapılarında yerel malzeme kullanır. İkinci olarak ise, geleneksel beyaz
kulübeyi, geniş pencereli kulübeye dönüştürür ki bu Amerikan geleneğini sarsan bir
durum ve aynı zamanda modern bir müdahaledir. Üçüncü olarak Richardson yerel
renkleri kullanır. Son olarak ise, bilindik elemanları, bilinmedik yöntemlerle kullanır
[Alofsin, 1980 (rev: 2007)]. Özellikle Richardson’un bilindik elemanları alışılmadık
bir biçimde kullanması, ileride üzerinde durulacak olan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in
öne çıkan kavramlarından ‘Yabancılaştırma/yadırgatma’ nın ilk denemeleri olarak
değerlendirilebilir.
Richardson’un başlattığı, geleneksel veya alışıldık olanı alışılmışın dışında kullanma
yöntemi olan ‘yabancılaştırma/yadırgatma’ kavramının daha sonra Amerika’da,
Buffington, Sullivan, Root, Frank Lloyd Wright, John Galen Howard ve Bernard
Maybeck gibi takipçileri olmuş, bütün bu mimarlar Richardson’un yolundan giderek
geleneği aynı zamanda dönüştürerek kullanmış, diğer yandan da evrensel mimarlığın
biçimsel ifadesini araştırmışlardır. Mumford ayrıca, bu mimarların, modern ama aynı
zamanda uluslararası mimarlığa eleştirel gözle bakan mimarlar olduklarını
belirtmektedir [Canizaro, 2007].
Frampton, Tzonis ve Lefaivre ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i bir stil olarak değil, yaklaşım
olarak tanımlamışlardır. Richard Ingersoll da Tzonis-Lefaivre ve Frampton’a paralel
olarak, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bir üslup ile sonuçlanmayışını, söylemin Le
1
1. Mumford tarihselciliği reddeder.
2. Ona göre bölgesel olan, ‘genius loci’ de saklıdır.
3. Teknoloji ile ilişki kurar.
4. Kültürlerin kaynaşarak melezleşmesini destekler.
5. Bölgesel ile evrensel olanın kaynaşması gerektiğine inanır.
11
Corbusier’in beş ilkesi kadar veya Venturi’nin ‘ördek ve işlenmiş hangar’
örneklerinde
olduğu
gibi
ikonlara
ya
da
reçetelere
indirgenemeyerek,
görselleştirilmesinin zorluğu ile açıklar. Ingersoll ayrıca stil ile sonuçlanmayan
‘Eleştirel Bölgeselcilik’i anlamanın en iyi yolunun bina okumaktan geçtiğini
belirtmektedir. Örnek olarak ise Renzo Piano ve Richard Fitzgerald’ın Hounston’da
1987 yılında tasarladıkları Menil Koleksiyon (Resim 2.1) yapısını göstererek, bu
binayı
bölgedeki
kültüre,
iklime
ve
şehirciliğe
şiirsel
bir
tepki
olarak
değerlendirmektedir [Ingersoll, 1989].
Resim 2.1. Menil Koleksiyon, Renzo Piano ve Richard Fitzgerald, 1982-86, Houston
[greatbuildings, 2008].
Frampton, Tzonis ve Lefaivre ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i her ne kadar stil olarak değil,
yaklaşım olarak değerlendirseler de, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i bir takım sınıflamalar
içerisinde ele almışlardır. İlk olarak Frampton, 1980’leri kastederek, bu dönemde
tasarlanan herhangi bir binanın, o dönem için tarif edeceği dört kategoriden birinde
yer alacağını ileri sürer. Bu kategoriler: Produktivizm, Rasyonalizm, Strüktüralizm
ve Popülizm’dir. Frampton, bu kategorilere bir de ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in
eklenebileceğini, bu mimarlığın, ‘yer’ler oluşturarak, belli bir ‘yer’in toplumu ile
mimarlığı arasında yakın ilişki kurmaya çalıştığını savunur 1[Frampton, 1987].
Frampton’un
bu
sınıflamasından
sonra
1992
yılında,
içerisinde‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ in de bulunduğu bir başka sınıflamayı Tzonis ve Lefaivre yapar.
1
Almanca baskıdan çev: Esin Boyacıoğlu, 2007.
12
Onlara göre 1968’den bu yana Avrupa’daki mimari eğilimleri özetleyen sekiz grup
vardır ve bu gruplar şu şekilde sıralanabilir; Popülizm, Le rappel a I’ordre (call to
order), Neo-Rigorizm, Skin Rigorizm, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, ‘The call to disorder’
ve Realizm. Bu sınıflamanın ardından Tzonis ve Lefaivre 1968’den bu yana dünyada
birçok alanda olduğu gibi mimarlıkta da çeşitlilik ve bireyselliğin öne çıktığını
eklerler [Tzonis ve Lefaivre, 1996].
‘Eleştirel Bölgeselcilik’i, Tzonis ve Lefaivre’den alarak yaygınlaştıran Frampton,
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i açıklamak için, manifesto niteliğinde ilkeler koyar. Bu
ilkeler, değinileceği üzere, biçimsel reçeteler içermemektedir. Frampton, bu ilkelerin
ilkini 1983 yılında ‘Mimari Direniş için Altı Nokta’ (Towards a Critical
Regionalism: Six Points For an Architecture of Resistance)1başlığı altında
toplamıştır. Frampton 1987 yılında, 1983 yılında ortaya koyduğu bu altı ilkeden yola
çıkarak ‘Bölgeselci Mimarlık için On Nokta: Geçici Bir Polemik’ başlığı altında
ilkelerini geliştirmiştir. Frampton’un 1983 yılında ortaya koyduğu altı nokta ve 1987
yılında ortaya koyduğu on noktada bir takım kavramlar tekrar ederken, diğer
kavramlar eklenmiş veya eksiltilmiştir.
1983 yılında ortaya konan altı ilkeden ilki ‘Kültür ve Uygarlık’ da Frampton,
birtakım binaların teknolojinin doğrudan etkisi ile oluştuğu için anlamlı biçimlerin
oluşturulamadığından bahseder ve 1980’lerde yapıların oluşumunu iki kategori ile
özetler. Bunlardan birincisi, ‘High Tech’ yapılardır. Bu gruba örnek olarak ise
Richard Rogers’in bazı yapılarını gösterir. İkinci kategori ise ‘telafi edici cephe’
(compensatory facade) mimarlığıdır. Frampton bu kategori için ise örnek olarak
Robert Venturi ve Micheal Graves’in yapılarını gösterir (Resim 2.2-Resim 2.3).
1
“Mimari Direniş İçin Altı Nokta” olarak adlandırdığı ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in oluşumu için
koşullar şu şekildedir [Frampton, 1983].
1. Kültür ve Uygarlık
2. Avan-Gard’ın Yükselişi ve Düşüşü
3. Eleştirel Bölgeselcilik ve Dünya Kültürü
4. Yerin Formunun Direnişi
5. Doğaya Karşıt Kültür: Topoğrafya, Bağlam, İklim, Işık ve Tektonik Biçim
6. Görsel Olana Karşı Dokunsal Olan
13
Teknolojinin doğrudan etkisi ile oluşan yapıların, fayda sağlamak amacıyla
üretilmesi sonucu, kültür birikiminin tehlikeye düştüğünü de ekler [Frampton, 1983].
Resim 2. 2. Portland Binası, Micheal Graves, 1980, Portlan [greatbuildings. 2008].
Resim 2. 3: Country Evi, Robert Venturi, 1978-83, Kuzey Delaware [Lupher ve ark,
2006].
Altı ilkenin ikincisi olan ‘Avangard’ın Yükselişi ve Düşüşü’de ise Frampton,
Avangard’ 1ın zaman içerisinde farklı görevler üstlendiğinden bahseder. Toplumun
1
Avangard (Fransızca: avant-garde, İng: vanguarde) “Lafzen bir ordunun öncü birliğini tanımlayan,
fakat yirminci yüzyılın başından itibaren, mecazi olarak sanat teorisi ve politika felsefesinde,
seçkinlerin politik veya kültürel önderliğine işaret eden Fransezca bir terim” [Cevizci, 2005].
14
ve mimarlığın modernizasyonunun ayrılmaz bir parçası olarak tanımlanan
Avangard’ın etkisinin 1980’lerde azaldığını, sosyal değişime olan etkisinin
minimalize edildiğini de vurgular. Frampton, Avangard’ın, mimarlığın geleceğin
biçimlerini oluşturmak için olumlu etkisinin olduğunu söylerken buna örnek olarak
Neoklasizm’i gösterir. Frampton ilk kez burada ‘Dünya Kültürü’ ifadesini kullanır.
Bu ifade, dünyanın teknoloji sayesinde daha hızlı etkileşimi ile melez, ortak bir
kültürün oluşumuna işaret etmesi olarak yorumlanabilir. Bütün bu değişimler
neticesinde Avangard’ın sosyal değişimlere olan etkisi azalmış ve Charles Jencks’in
de belirttiği gibi Postmodern dönemde sanat, saf tekniğe ve saf görselliğe doğru
ilerlemiştir [Frampton, 1983].
Üçüncü ilke olan ‘Eleştirel Bölgeselcilik ve Dünya Kültürü’ nde Frampton’un
kullandığı dünya kültürü tanımı, melez bir uygarlık ve geleneksel kültüre işaret eder
ve mimarlığın günümüzde eleştirel olma durumunu ancak arrie-garde1 pozisyonu ile
mümkün olacağını vurgular [Frampton, 1983].
Diğer bir ilke olan ‘Yer’in Formunun Direnişi’ nde evrensel teknolojinin yersizliğe
neden olmasını, Heidegger’in varlığın ancak sınırları belirlenmiş alanlarda
olabileceği savından yola çıkarak, her şeyin aynılaşarak yersizleşmesine karşı,
insanların paylaşımları ile oluşan ortak belleğin, yere ait özelliklerinin farkında
olarak, yersizliğe ilişkin çözüm önerisinde bulunur. Bu açıklamalardan da
anlaşılacağı gibi insanların kendilerini yere ait kılmaları için mekâna katkıları da
büyük önem taşır. Frampton, teknoloji ürünü televizyonun bağımlısı olan insanların
ortak bir kültür oluşturma yetisinden yoksun olduklarını belirtir [Frampton, 1983].
“Avangardın davası, sanatı ve hayatı buluşturmaktır.” [Burger, 2003].
Arrie Fransızcada, gecikmiş, geri kalmış, çağına uymayan anlamına gelmektedir [Ağakay, 1962].
Garde ise yine Fransızcada koruma saklama anlamına gelir. Avangart (Fransızca: avant-garde,
avangard), Fransızca bir terim olan öncü birlik sözcüğünden gelir [Saraç, 1976]. Avangard’ın bu
tanımından yola çıkarak arrie-garde dönemindeki yeniliklerin gerisinde olan veya varolan değerleri
kullanan bir kavram olarak da kabul tanımlanabilir.
1
15
Frampton’un beşinci ilkesi, ‘Doğaya Karşıt Kültür: Topografya, Bağlam, İklim, Işık
ve Tektonik Form’ dur. Modern Avangart’ın tersine ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ doğa ile
daha doğrudan bir ilişki kurar. Modernin, rasyonel ve ekonomik bir kullanım
amacıyla yeri düzleştiren, ‘tabula rasa’ lar oluşturmasına karşın, ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ yaklaşımında yalnızca binanın zemine nasıl yerleşeceğini değil aynı
zamanda da arsanın tarihi, verneküler ve jeolojik formunun zeminle nasıl
ilişkileneceği, katman katman belirlendiğinde, arsa kendine ait özelliği ile
buluşacaktır. Yer’in verilerinin bu şekilde araştırılmasını ise Frampton, Mario
Botta’nın yerin tarımsal, jeolojik tarihini bilmek anlamına gelen ve bu gerçeklerin
farkında olunması sonucu duygusal davranmaya engel olan ‘Yeri inşa etme’
(‘Building the Site’) kavramı ile açıklar [Frampton,1983].
Altı ilkeden son ilke olan ‘Görsel Olana Karşı Dokunsal Olan’ da ise Frampton,
mimarlığın algısının yalnızca görsel olana değil aynı zamanda, malzeme, ısı gibi
görmenin dışındaki diğer duyu organlarına da hitap etmesi gerektiğini belirtmektedir.
Deneyimsellik her insanda ortak olan görmenin dışındaki, ışığın yoğunluğu,
aydınlık-karanlık, sıcaklık-soğukluk, malzemenin kokusu gibi diğer duyulara da
vurgu yapar. Frampton’un söylemlerinden deneyimsellik ilkesinde malzeme
kullanımının büyük önem taşıdığı sonucuna ulaşılabilir. Frampton, deneyimselliğin
en iyi tecrübe edileceği bina olarak Alvar Aalto’nun Saynatsalo Binasını verir
(Resim 2. 4). Frampton’un bu konuda vurguladığı bir diğer nokta ise mimarlıkta
görsel algının bir aracı olarak kullanılan perspektifin, etimolojik kökeninde var olan
idealize edilmiş bakışın, diğer algıları geri plana atmasıdır. Frampton, bu mimarlığın
perspektifler aracılığıyla aktarılmasını, Heidegger’in ‘yakınlığın kaybı’ (‘loss of
nearness’) olarak tanımladığı duruma neden olduğunu belirtir [Frampton, 1983].
16
Resim 2. 4. Saynatsalo Belediye Binası, Alvar Aa1to, 1948-52, Finlandiya [Tzonis
ve Lefaivre, 2003].
Daha önce kısaca değinildiği gibi, Frampton, 1983 yılında, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’
için ortaya koyduğu ilkeleri, 1987 yılında çeşitlendirir. ‘Bölgeselci Mimarlık için On
Nokta: Geçici Bir Polemik’ başlıklı ilkeler Frampton’un bu konu ile ilgili en
kapsamlı fikirlerini içerir. Frampton bu söyleminde, Bölgeselci Mimarlık için on
nokta 1 önermektedir.
Frampton on ilkede ortaya koyduğu, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i hem yüzeysel
kalmakla
eleştirdiği
postmodern
mimarlığa
hem
de
modern
teknolojinin
homojenleştiren etkilerine karşı bir cevap olarak tanımlar. Frampton, bölgeleri,
evrenselleşmeye karşı direnen alanlar olarak nitelendirerek tek bir kriter olamamakla
beraber, iyi mimarlığın aynı zamanda yerel mimarlık olduğunu da ekler [Frampton,
akt: Canizaro, 2007]. Frampton’un bu sözlerinden, aslında ortaya koyduğu ilkeler ile,
1
Bölgeselci Mimarlık İçin On Nokta:
1. Eleştirel Bölgeselcilik ve Vernaküler Form
2. Modern Hareket
3. Masal ve Bölgenin Gerçekliği
4. Bilgi ve Deneyim
5. Mekan/Yer
6. Tipoloji/Topoğrafya
7. Arkitektonik/ Sinografik
8. Yapay/Doğal
9. Görsel/Dokunsal
10. Post-modernizm ve Bölgeselcilik: Özet
17
iyi ve doğru mimarlık için genellemeler yaptığı söylenebilir. Ayrıca Frampton’un
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ ile ilgili 1983 ve ardından 1987 yıllarındaki söylemlerindeki
ortak noktanın, her ikisinde de dünyanın tek-tipleşemesine karşı, direnç göstermek
olduğu görülmektedir.
1987 yıllarını kastederek, sürekli bir değişim çemberi içerisine girmiş olayların,
geçmişle gelecek arasındaki ilişkiyi kopardığını iddia eden Frampton, buna karşı,
Aldo Van Eyck’ın “insanda değişmeyen durumun ne olduğunun araştırılması”
sözlerini referans gösterir [Frampton, 1987]. Frampton, buna ek olarak “moderni
tekrarlamadan mimarlığımızı nasıl bir zemin üzerine oturtabiliriz?” sorusunu ortaya
atar ve cevap olarak, kendi tanımı ile ‘spekülatif bir manifesto’ olarak on noktasını
açıklar. On noktayı özetlediği bu makale temelinde posmodern mimarlığın ürünü
olarak tanımladığı yüzeysel ve teknolojinin etkisi ile oluşmuş aynılaşan mimarlığa
karşı bir tepkidir [Frampton, 1987].
Frampton’un 1983 yılındaki altı ilkeyi geliştirerek ortaya koyduğu on ilke, kısaca ele
alındığında, birinci ilke olan, ‘Eleştirel Bölgeselcilik ve Verneküler Form’ da, özet
olarak Frampton’un vurguladığı durum, ‘Bölgeselcilik’in geçmişteki formların aynen
tekrar edilmesi olarak tanımlanan verneküler ile aynı durumu ifade etmek için
kullanılmamasıdır. Bu durumu ise, daha önce de bahsedilen Loos’un köylünün çatıyı
inşa ederken babasından gördüğü şekliyle, sorgulamadan inşa ettiği, tasarımcının ise,
verneküler
olana
daha
eleştirel
yaklaştığını
belirten
Frampton,
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ in bilinçli tercihlerden oluşan bir hareket olduğunu vurgular.
Frampton’a göre ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ iyileştirici, bilinçli ve eleştirel bir
çalışmadır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bir stil- üslup olmaktan çok bu durumları da
aşan bir kavram olduğunu belirtir [Frampton, 1987].
İkinci ilke olan ‘Modern Hareket’ te Frampton, modern’i tekrarlamadan önemli bir
kültür olarak kabul ettiği mirasından faydalanmaktan bahseder. Bu mirasta önemli
bulduğu isimlerin başında ise Frank Lloyd Wright gelir [Frampton, 1987]. Buradan
18
hareketle
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’in
özünde
modern
bir
hareket
olduğu
görülmektedir.
Bir diğer ilke olan ‘Efsane ve Bölgenin Gerçekliği’ inde bölgenin tarifinin yeniden
yapılması gerekliliğine işaret eden Frampton, doğru bölge tarifinin iklim ve yerellik
verileri ile olacağını vurgular. İlk olarak söylemin önemini vurgulayan Frampton,
yerel kültürlerden oluşan bir takım okulların (bu okulları ekolleşmiş gelenekler
olarak da yorumlamak mümkündür) oluşturulması gerekliliğinden bahseder. Bu
okulların, günümüzde aslında demode ve çoğu yerde yanlış ve genelde kaçınılmaz
olarak kullanılan evrensel yöntemlere karşın, direnç noktaları oluşturacağını belirtir.
Frampton bu okulları ‘efsane’ olarak isimlendirir ve bilinçli kültürlerin efsane gibi
olması gerektiğini eklemiştir. Yer’in gerçeklerinden yola çıkılarak oluşan bu
efsanelerden yalnızca yanılsama değil, aynı zamanda, eleştirel ve yaratıcı güç olarak
yararlanılabileceğinden bahseder. Frampton, metinlerin yazıldığı dönem olan
87’lerde öne çıkan ‘okul’ örneğine ise Mario Botta önderliğinde oluşan ‘Tiçino
Mimarlığını’ gösterir [Frampton, 1987].
‘Bilgi ve Deneyim’ ilkesinde ise Frampton, bilgi ve deneyim arasındaki farkı ortaya
koyar. Mimarlıkta teknolojinin aşırı derecede gelişmesi sonucu, eleştirel pratiğe
negatif etkisi olduğunu belirtir. Teknoloji aracılığıyla, gerçek olmayanın gerçekmiş
gibi sunulması sonucu, insanların mimarlığı deneyimlemek yerine, imajların
gösterdiği
kadarıyla
algıladıklarını
belirtir
ve
mimarlığın
algılanmasında
deneyimleme metodunun önemini tekrar vurgular [Frampton, 1987].
Beşinci ilke olan ‘Mekân/Yer’de Frampton, 1983 yılındaki altı ilkesinde de
vurguladığı üzere, sınırları belli olmayan mekâna karşı, bölgeler ile sınırları
belirleyip, tanımlı yer’ler oluşturmayı önerir. Bu önerisini Heidegger’in bir şeyin
varlığından bahsedebilmek için sınırlarının çizilebilmesi gerekliliğine bağlar. Fakat
her şeyin aynılaştığı bir dünyada yer’lerden bahsetmek giderek zorlaşmaktadır
[Frampton, 1987].
19
‘Tipoloji/Topografya’ ilkesinde Frampton, bu iki kavramı birbiri ile karşılaştırmalı
olarak açıklar. Tipolojiyi, mimari programdaki bir çeşitlilik olarak yorumlayan ve
hem kültüre hem de uygarlığa ait bir kavram olarak da tanımlayan Frampton,
tipolojinin herhangi düz bir arsaya uyabileceğinden bahseder. Buradan hareketle
Frampton’ un ‘tipoloji’nin evrensel yanını vurgularken, ‘topoğrafya’yı ise tamamıyla
yere özgü bir karakter olarak açıklamaktadır. Frampton bununla beraber konuya
açıklık getirmek amacıyla, Aydınlanma dönemine ait olan bina tiplerine örnek
olarak, ‘Ecole Polytechnique’ ve ‘Ecole des Beaux Arts’ a ait binaların evrensel
tipler olarak, bu binaların birçok programa uyabilen, gridler üzerine otururken, ‘Arts
and Crafts’ ın ürettiği biçimleri gerçek ve efsanevi tarihine uyum sağlayarak ve
topografya ile ilişkilenerek tasarlandıklarını belirtir [Frampton, 1987]. Bu
açıklamalarından Frampton’un topografyanın verilerinin farkında olmayı yerin
verilerinin farkında olmak ile ilişkilendirerek bu araçlar vasıtası ile biricik tasarımlar
oluşturmayı öne çıkardığı görülmektedir.
‘Arkitektonik/ Sinografik’ ilkesinde, Frampton ‘konstrüksiyon’ kelimesinin temelini,
çerçeve ve birleşmeye dayandırır ve ardından Yunanca tekton’dan kaynaklanan
‘Arkitektonik’ ile ‘Architect’ i ilişkilendirir. Bu açıklamalardan, Frampton’un
arkitektonik ile yalnızca binayı ayakta tutan tekniği değil aynı zamanda strüktürel
başarının efsanevi gerçeğini de ortaya koyduğu söylenebilir. Diğer taraftan
‘Sinografik’, ‘Scenograpy’ den gelir ki bu kelime Latin kökenine bağlı olarak
manzara/seyretme anlamına gelen scena’dan kaynak alır. Arkitektonik/ Sinografik’in
her zaman faklı anlamlar taşıdığına da dikkati çeken Frampton, birisi yerle
ilişkilenen yerel binalara ait bir kavram iken diğerinin Rönesans dönemine ait görsel
anlamlar yüklü bir kavram olduğu sonucu çıkarır [Frampton, 1987]. Özetle bu ilkede
Frampton’un işaret ettiği temel nokta binaların yalnızca imgelere indirgenmesine
karşın, yapı yapmanın da önemini vurgulamasıdır.
20
‘Yapay/Doğal’ ilkesinde ise Frampton, mimarlığın doğa ile ilişkisini sorgular ve
doğanın yalnızca, topoğrafya ve arsa olarak yorumlanmasına karşın, iklim, ışık gibi
faktörlerin de dikkate alınmasını öne çıkarır. Ayrıca, mimarlığın bütüncül olarak,
hem doğayı dikkate alarak hem de zamanın etkisi ile oluşması gerektiğini belirtir
[Frampton, 1987].
‘Görsel/Dokunsal’ da ise Frampton daha önce altı ilke açıkladığı gibi, mimarlığın
diğer sanat dallarından farklı olarak yalnızca görsel bir durum olmayıp, algı ile
ilişkilendiğini belirtir. Hava hareketi, akustik, çevredeki ısı ve koku gibi değişiklikler
mekânın ve mimarlığın algılanmasında etkilidirler [Frampton, 1987]. Frampton bu
ilkede özetle mimarlığın yalnızca görsel duyulara hitap etmeyip, aynı zamanda koku,
ses, ısı gibi diğer algılarla da okunabilen bir özelliğe sahip olduğunu
vurgulamaktadır. Bu ilkede Frampton’un özellikle malzeme gibi mimarlığın algısını
zenginleştirecek hususlara dikkat çektiği sonucu görülmektedir.
İlkelerden sonuncusu olan ‘Post-modernizm ve Bölgeselcilik: Özet’ de ise,
Frampton, Postmodernistlerin Modern Hareket’in sona erdiğini iddia ettiklerini ve iki
gruba ayrıldıklarını belirtir. Frampton’a göre birinci gruptakiler, geleneklere geri
dönmeyi öneren, Avangart’ın söyleminin gözden düştüğüne inanan, ‘NeoHistorisistler’ dir. İkinci grupta olan ‘Neo-Avangardist’ ler ise, global ütopyaları
kabul etmezken, Modernleşmenin, teknik ağırlıklı olmasına rağmen geleceğin
‘yaratıcı’ formları oluşturmasını desteklerler. Bu iki grup arasında Frampton, ikinci
grubu daha gerçekçi bulur ve ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in konumunun bu ikisi
arasında bir yer olduğunu belirtir [Frampton, 1987].
Frampton’un sırayla altı ve on nokta olarak ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ için koşul olarak
ortaya koyduğu ilkelerinde: yer, tektonik biçim, görsel-dokunsal ve topoğrafya
kavramlarını ortak olarak tartıştığı görülür. Frampton’un 1983 yılında ilk olarak
ortaya koyduğu altı noktada yeryüzünün aynılaşmasına karşı, tepkisel bir söylem
21
geliştirirken, on noktada bu söylemini daha evrensel bir düzleme taşıdığı
görülmüştür.
2.2. Günümüzde Eleştirel Bölgeselcilik Tartışmaları
1980’lerde
Tzonis-Lefaivre
ve
Frampton
tarafından
başlatılan
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ yaklaşımı, günümüzde başka isimler tarafından da tartışılmaktadır.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’in günümüzde de tartışılıyor olması, günümüzde de
canlılığını koruduğu şeklinde yorumlanmaktadır.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımını günümüze taşıyan isimlerden biri olan Timothy
J.R. Cassidy, Frampton’a paralel bir görüş olarak, postmodernizme bir alternatif
olarak gördüğü ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in Modern ve Postmodern mimarlığın eksik
yönlerine cevap aramak üzere ortaya çıktığını belirtir. Bu eksikliklerden biri olarak
kabul edilen mimari biçimlerin aynılaşmasına karşı direnç göstermek için ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ in gelenekler ile evrensel uygarlık arasında diyalektik bir ilişki
kurduğunu ifade eder. Cassidy, bölgesel- kültürel grupların yerel ve yabancı
etkilerden oluşan melez ifadeler oluşturması gerektiğini vurgular. Cassidy ayrıca,
daha önce açıklanan, geçmişle nostaljik bir biçimsel ilişki kurmamak üzere ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’in yabancılaştırma ve soyutlama yöntemini kullandığını yineler.
Cassidy’nin ek olarak vurgu yaptığı durum ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in geçmişe
nostaljik
dönüşler
yapmamak
için
kaçınılmaz
olarak
ayrıca
bağlam
ile
ilişkilenmesidir [Cassidy, 2000]. Cassidy’nin bu sözlerinden, Frampton’un ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ çerçevesinde 1980’lerde gündeme getirdiği bağlam, yabancılaştırma
ve melez kavramlarını günümüzde de tartıştığı görülmektedir.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ tartışmasını günümüzde doktora çalışmasının konusu yapan
Barbara Allen ise, “İyi mimarlığın %90’ı kültürel pratiklerden, %10’u ise stilden
oluşur” sözleri ile ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e göndermelerde bulunur. Burada
anlatılmak istenenin insanların nasıl göründüklerinden çok ne yaptıklarına ilişkin bir
22
yaklaşım olduğunu belirten Allen, bu sözlerin bölgeselcilik anlayışını çok iyi
açıkladığını vurgular [Allen, 2007]. Allen’in bu sözleri yukarıda bahsedilen ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ yaklaşımının bir stil ile sonuçlanmadığı ve ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ ci
binalar için bir takım genellemeler yapılmasının güç olacağı düşüncesi ile süreklilik
içerisindedir.
Allen de Cassidy’ de olduğu gibi melezlik tartışmasını gündeme getirir ve
Amerika’da yerlerin ve insanların daha çok melez kimliklerle oluştuğunu ve bunun
insanlar üzerindeki etkisinin çeşitliliğinden kaynaklandığını belirtir ve bölgeselci
mimarlığın, insanların uzamsal pratikleri ve normatif davranışlarının ölçüsüyle
oluşturulduğunu ekler. Bundan dolayı herhangi bir bölgeselci mimarlığın
araştırmasının, aynı zamanda oradaki yerin ve insanların araştırması olduğunu
belirtir. Allen’e göre bölge, sosyal olarak strüktüre edilmiş bir fikirdir ve Allen
bölgelerin birçok kültürün bir araya gelip oluşturdukları melez oluşumlar olarak da
tarif edilebileceğini belirtir. Allen ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i günümüzde tartışarak,
alternatif olarak ‘Performative Regionalism’ i önermiştir. Allen’ın ‘Performative
Regionalism’ inin %10 unu yapılı çevre, %90 ı ise insanların davranışları ile
ilişkilenir [Allen, 2007].
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i günümüzde tartışan bir diğer isim olan, Steven A. Moore,
1980 ve 1990’larda gözde olan eleştirel ve ileriye giden bölgeselciliği, geriye giden
nostaljik tutumlara karşı panzehir olarak görür ve özellikle bu düşüncenin temellerini
atan atan, Tzonis-Lefaivre ve ardından Frampton’un 1990’larda ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ ten uzak durduklarını ve başka konulara ilgi duydukları için onların
yerine başka isimlerin ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i tartıştıklarını ekler. Moore, ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’i iki ana başlık olan, yer ve teknoloji aracılığıyla inceler [Moore,
2007]. Moore, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in, hem teknolojik verileri hem de yer’e
ilişkin verileri desteklemesini diğer yanda modern bir eğilim olan eleştirelin karşı
koyucu karakterini kullanmasının bir karışıklığa yol açtığını söylemektedir. Bu
karışıklığa, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in aynı zamanda Martin Heidegger’in, Moore’nin
23
post modern olarak nitelediği, yaklaşımlarını kabul etmesi ile felsefi bir karışıklığa
da yol açtığını ekler ve ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in Bruno Latour’un ‘nonmodern’
olarak tarif ettiği kabullerle incelenmesinin daha doğru olduğunu iddia eder. Moore,
Latour’la aynı görüşü paylaştığını yani, söylemlerde modern olunduğunu, fakat
pratikte olunamadığını belirtir. Moore, ‘nonmodern’ diyaloğun mimarlıkta estetik ve
pratiklerden çok politika üzerine kurulduğunu belirtir ve Frampton’un ‘Eleştriel
Bölgeselcilik’ için belli noktalar önermesine benzer bir yaklaşımla öne sürdüğü
‘Nonmodern Bölgeselcilik’ için sekiz nokta önerir1 [Moore, 2007]. Moore sekiz
noktasında özetle yere, yerel işlere, ekolojiye (Frampton’un iklim olarak işaret ettiği
durum), teknolojiyle arasına koyduğu mesafe ve gündelik yaşama, kollektif bellek’e
yaptığı vurgu ile Frampton’un ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ için ortaya koyduğu ilkeler ile
paralellik gösterir.
Günümüzde yapılan bu tartışmalara bakılacak olursa genel olarak, 1980’lerde
Frampton tarafından da üzeri örtülü olarak tartışılan melez kavramının gününüzde de
öne çıktığı görülmektedir. Bir diğer öne çıkan nokta, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’i
tartışan isimlerin, kendi ‘Bölgeselcilik’ yaklaşımlarını başka sıfatlarla betimlemiş
olmalarıdır. (Allen; Regenererative Regionalism, Moore; Nonmodern Regionalism
vb. gibi).
Tzonis ve Lefaivre 2003 yılında çıkardıkları ‘Bugünün Mimarlığını Tanıtmak:
Eleştirel Bölgeselcilik ve Kimlik’in Tasarımı’ (‘Introducing an Architecture of
Present. Critical Regionalism and the Design of Identity’) 1980’lerden 2003’e dek
1
1. Farklı biçimde yaşayacak sosyal oluşumlar strüktüre edilmeli.
2. Bu sosyal oluşumlar yerin tektonik tarihine katılmalı.
3. Entegre edilmiş kültürel ve ekolojik yöntemler kullanılmalı.
4. Yerel işler ve ekolojik değerler tercih edilerek merkezi güçlere karşı durmalı.
5. Teknolojinin dayattığı estetetik politikalardan değil, günlük yaşamın gerektirdiği strüktürden yola
çıkmalı.
6. Teknolojilerin bir araya getirerek oluşturduğu mimarlık, eleştirel pratiklerin normalleşmesini
sağlamalı.
7. ‘Regenerative’ mimarlık, insana ait ortak noktaları birleştirerek yer’lerin oluşumunu desteklemeli.
8. Eleştirel ve tarihsel olarak öğretici yer’lerin oluşması için hayata dair pratikleri öne çıkaran bir
mimarlık tercih edilmelidir.
24
bir takım yapılar üzerinden ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i tartışmışlardır. Daha önce de
belirtildiği gibi ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Le Corbusier’in ‘beş ilkesinde’ olduğu gibi
biçime ilişkin genellemelerde bulunmaz. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bu özelliğine
paralel olarak Tzonis, 1980’lerden günümüze örnekledikleri bu yapıların ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ in tarihini oluşturmak için verilmediğini belirtir. Tzonis ayrıca bu
binaların birçok özellikleri ile ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in öne çıkardığı, bazı
sorunlara cevap aradıklarını belirtir. Bu binalara bakılırken özellikle ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ in teorik çerçevesini oluştururken ortaya koydukları ilkelerin
tamamının göz önünde bulundurulmaması gerektiğini de ekler [Tzonis, 2003].
Buradan hareketle ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in mimarlıkta bir takım ‘im’lerde olduğu
gibi, binaları biçimsel olarak bir gruba dâhil etmek gibi bir amaç taşımadığının bu
kitapta tekrar vurgulandığı görülmektedir.
Tzonis, ‘Bölgeselcilik’ ile ilgili gerçekleştirdikleri bütün araştırmalar sonucunda
‘çağdaş bölgeselcilik’ olarak nitelendirdikleri ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in gün
geçtikçe öneminin arttığını ve globalleşmenin etkisi kontrol altına alınmadığında,
özellikle ekonomik ve ekolojik alanlarda insanoğlunun felakete sürükleneceğini
belirterek bu noktada ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in önemini tekrar vurgular [Tzonis,
2003].
Tzonis ve Lefaivre, Frampton’un da örnek verdiği gibi Alvar Aalto’nun Saynatsalo
Belediye Binasını (Res 2.4) teknoloji ve arsa ile farklı türden bir ilişki kuran önemli
bir örnek olarak değerlendirir. Bunun dışında Tzonis ve Lefaivre, Oscar Niemeyer’in
‘Pampulha Dance Hall’ projesinde, (Resim 2.5) Le Corbusier’in gönüllü takipçisi
olduğuna ilişkin izlere rastlansa da, bölgesel girdilerin farkında olarak tasarımını
gerçekleştirdiğini belirtmektedir [Tzonis, 2003].
25
Resim 2. 5. Pampulha Dans Holü, Oscar Niemeyer, 1942, Brezilya [Tzonis ve
Lefaivre, 2003].
Tzonis ve Lefaivre Bölgeselcilik’in işaret ettiği duyarlılıklardan bir kısmına önem
veren diğer yapıları ise belli gruplara ayırarak örneklendirir. İlk olarak tasarımın,
bulunduğu çevreyle uyumlu bir şekilde biçimleniyor olmasının, aynı zamanda
bulunduğu alanın tarihsel bağlamı ile de uyumlu tasarlanmasına örnek olarak Moshe
Safdie’nin ‘Hebrew Union College’ (Resim 2.6) binasını örnek olarak gösterir
[Tzonis ve Lefaivre, 2003].
Resim 2. 6. Hebrew Union Koleji, 1976-88, İsrail [Tzonis ve Lefaivre, 2003].
26
Tzonis ve Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in öne çıkardığı bir diğer kavram olan
malzeme kullanımının öne çıkarılmasına örnek olarak Kengo Kuma’nın 2000’lerde
tamamlanan ‘Hiroshige Ando Museum’unu gösterirler (Resim 2.7).
Resim 2.7. Hiroshige Ando Müzesi, 1998-2000, Japonya [Tzonis ve Lefaivre, 2003].
İnşa edilmiş çevreye ve doğal arsaya uyumun mutlaka geleneksel yöntemlerle değil,
geleneksel olmayan yöntemlerle de yapılabileceğini vurgulayan Tzonis ve Lefaivre,
buna örnek olarak ise Santiago Calatarava’nın 2001 yılında tamamalanan ‘Ysios
Winery’ (Resim 2.8) yapısını örnek olarak gösterir.İnsanın yeryüzü ile ilişkisini
sağlamak için teknolojik olanakların da kullanılması Tzonis ve Lefaivre tarafından
öne çıkarılan bir diğer kavramdır. Buna örnek olarak MVRDV’nin Hagenelland
yapısı ile Foa’nın Yokohama Terminalini gösterir (Resim 2.9-Resim 2.10) .
Resim 2. 8: Ysios Şarap Evi, 1998-2001, İspanya [Tzonis ve Lefaivre, 2003].
27
Resim 2.9. Hegenelland, 1997-2001, Hollanda [Tzonis ve Lefaivre, 2003].
Resim 2.10. Yokohama Liman Terminali, 1995-2002, Japonya [Tzonis ve
Lefaivre,2003].
Bu bakış ile ele alındığında, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in çizdiği kavramsal çerçeve,
günümüzdeki
yapıları
yorumlamak
için
açılımlar
sağlamaktadır.
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’in vurguladığı, yer, bağlam, teknoloji ile kurulacak ilişkinin dengesi,
malzeme kullanımı gibi kavramlar günümüzde de canlılığını koruyan ve yapılarda
sorgulanması gereken özellikler olarak değerlendirilmektedir.
2.3. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e Eleştirel Bakışlar
Daha önce de belirtildiği gibi ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, mimarlıkta aynı anda hem
evrensele hem de yere ait verilere dikkati çeken bir düşünce biçimine sahiptir.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in aynı anda iki zıt kutup olarak da tanımlanabilen yer ve
teknolojiye eşit mesafede durma çabası, ortaya çıktığı günden itibaren ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ in eleştiri almasına neden olmuştur. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ortaya
28
çıktığı 1980’lerden günümüze aldığı eleştiriler, yaklaşımın analitik incelenmesinde
önem kazanmaktadır.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e ilk eleştiri niteliğindeki görüş, düşüncenin temellerini
atanlardan biri olan Antony Alofsin tarafından gelmiştir. Alofsin’in ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’in zayıf yönlerini de ortaya koyan bu tavrı özeleştiri olarak da
yorumlanabilir.
Alofsin,
Mumford’un
metinlerine
dayandırarak
ele
aldığı,
‘Konstrüktif Bölgeselcilik’ (Constructive Regionalism)’ in kendi içerisinde bir takım
çelişkileri barındırdığını belirtir. Bunlardan ilki, evrensel değerlerin bir taraftan
yapılara taşınırken, diğer taraftan evrensel stilin reddedilmesidir. Benzer biçimde,
Alofsin bir başka özeleştiri olarak, geleneksel teknoloji, el işçiliği övülürken aynı
zamanda çağdaş teknoloji, makine kullanımının da destekleniyor olmasını çelişki
olarak ortaya koyar. Alofsin’in ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in zayıflayan bir diğer
noktası olarak ortaya koyduğu durum ise, bu tür bir bölgeselcilik anlayışında
tasarımcının veya inşa edenin bireysel karakteri tasarımda okunabilirken, bireysel
övgülerin tasarımda kabul edilmemesidir. Alofsin’in son olarak eleştirdiği durum
‘Eleştirel Bölgeselcilik’in, yerel detayları öne çıkarırken, kültürel hazcılığı
reddetmesidir [Alofsin, 1980 (rev:2007)]. Alofsin’in ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e temel
olarak kabul edilen ‘Konstrüktif Bölgeselcilik’ i açıklarken, değindiği, evrensel
değerlerin yapılara taşındığı halde, bu tarz bir bölgeselcilikte evrensel stilin
reddedilmesi, diyalektik ve eleştirel bir bakışı çağrıştırır. Fakat ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ in söylemi hatırlanacak olursa, evrensel değerler olarak tanımlananın,
teknolojik olanakların ,yalnızca araç olarak kullanması olduğu görülmüştür. Burada
reddedilen durum, teknolojinin, yapının biçimsel diline tamamiyle hakim olup, bir
stil ortaya çıkarmasıdır.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i eleştiren diğer önemli isim olan Alan Colquhoun,
bölgeselcilikle ilgili yazdığı iki makalesinde de bölgeselciliğe iki sert eleştiri ve uyarı
getirmiştir. Bölgeselciliğin kendi içerisinde zıtlıkları, çelişkileri, yanlış yere
29
yerleştirilmiş zanları bulunduğunu belirten Colquhoun, 2005 yılında bu iki makalede
ne anlattığını özetlenmesi istendiğinde, şunları belirtmiştir:
“Benim bölgeselcilikle ilgili iki makalem, 1980’lerde Amerika’da Kenneth Frampton
ve Alexander Tzonis tarafından oluşturulan, geriye giden bir ütopyaya düşmeden
organik bir toplum öneren düşüncenin, yanlış olduğunu kanıtlamak üzere yazılmıştır.
İki makalede de iki farklı fakat birbiri ile ilgili tarihsel analizle bunun imkansız bir
proje olduğunu kanıtlamaya çalıştım, bugün ‘insani’ değerlerin ayakta kalabilmesi
için, geç kapitalizmin önerdiği yeni biçimlerin araştırılması gerektiğini iddia
ediyorum. Şu an durduğum noktadan baktığımda o zaman tartıştığım bir çok sorunun
şu an önemini yitirdiğini görüyorum. Şu an içinde bulunduğumuz dijital gelişmeler
sayesinde, yeni teknolojik ve kültürel problemlerle yalnızca gelişen dünyada değil,
tüm dünyada karşı karşıyayız” [Colquhoun, akt: Canizaro, 2007].
Bu saptamasında Colquhoun özetle, dijital gelişmelerin yaygınlaşmasından dolayı,
gündemin ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ tartışmalarının başladığı noktadan çok daha
ileriye taşındığını ve tüm dünyada yaygınlaştığını vurgular.
Colquhoun eleştirilerine, bölgeselci mimarların, dünyada fark edilmeyen kalıcı
anlamlar üzerine daha disiplinli ve özenli bir kuram geliştirmeleri gerektiğini ekler
ve çözüm olarak, bölgeselci mimarların daha çok gerçekçi olup “orijinal, az bulunan
ve bağlama duyarlı mimari düşünceler” geliştirmelerini önerir [Colquhoun, akt:
Canizaro, 2007].
Colquhoun’un
ifadelerinden
hareketle,
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’in
içerisinde
barındırdığı zıtlıkları sosyal olarak faydalı sonuçlara dönüştürmesi gerektiği
çıkmaktadır. Canizaro’nun dile getirişi ile, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in dünyanın
değişen şartlarına kendisini adapte edebilmesi için, her farklı kültürel duruma göre
farklılaşması gerekmektedir [Canizaro, 2007].
Colquhoun’un eleştirisine dönülecek olursa, yerel malzeme kullanımı, bağlama
duyarlılık, ölçek vb. kavramların gerçek bölgeselci mimarlığın benimsediği
kavramlar olduğunu vurguladığı görülmektedir. Ona göre, ‘bölgeselcilik’, kompleks
kültürel bir durum oluşturarak kültürün anlamını bozmuştur. Colquhoun, özellikle bu
30
durumun bölgeselciliğin, yeni ve sofistike bir yorumu olarak tanımladığı ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ te olduğunu belirtir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde eski bir
kavram olan ‘Bölgeselcilik’ in, nostaljik içeriğinin önüne geçmek için ‘Eleştirel’ ile
birleştirdiklerini belirten Colquhoun, Tzonis ve Lefaivre’nin burada ‘Eleştirel’ i iki
anlamda kullandıklarını ileri sürmüştür: Birinci anlam, insan ilişkilerinin yabancı
ekonomi ve güçler karşısında organize edilmesine karşı direnç göstermek ve
evrensel, rasyonalize uygarlığın akınına karşın, yerel kültürü destekleyen bir tutum
içerisinde olmaktır. Fakat Colquhoun, bu güne kadar bölgeselciliğin zaten bütün bu
söylenenleri sağladığını belirtir ‘eleştirel’ düşüncenin bu açıdan ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ e hiçbir şey katmadığını da eleştirisine ekler. ‘Eleştirel’in ikinci
anlamı ise, salt biçimsel alıntıların ve bölgesel elemanları bağlamlarından kopararak
kullanıp onları yabancılaştırmaktır. Colquhoun, bu iki anlamın birbiri ile hiçbir
ilişkisinin olmadığını vurgular ve ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ ile kastedilenin, iki farklı
düşünceye sahip olduğunu belirtir. Problemin bununla sınırlı kalmadığını, daha derin
olduğunu da vurgulayan Colquhoun ikinci anlamın birinciyi tamamiyle reddettiğini
öne sürer. Eskiden, var olan bölge kavramının artık var olmadığını, bu bölgelere ait
bir takım parçaların kullanılmasının ise, kitsch ile sonuçlanacağı inancını
taşımaktadır [Colquhoun, 2007].
Colquhoun yukarıda da bahsedilen bu duruma çözüm olarak, bölgeselciliğin, kendi
içerisinde barındırdığı paradokslar nedeniyle artık, bölgeselcilik kelimesini
kullanmayıp yerine yeni bir tanım bulmayı önerir. Bu noktada ise artık, iklimsel,
topoğrafik özellikleri olan bölgelerin yok olduğunu kastetmediğini, günümüzde
birçok ilginç çağdaş tasarımın yerel malzemeye, tipolojiye ve morfolojiye uyum
sağladığını fakat bu şekilde tasarım yapan mimarların, belli bir bölgeye referans
vermediğini, buna rağmen orijinal, basit ve bağlama duyarlı bir mimarlık
oluşturduklarını belirtir. Bu duruma örnek olarak, Herzog & de Meuron’ların
İtalya’da tasarladıkları ‘Tivole Ev’ini verir (Resim 2. 11). Bu evde, yereli temsil eden
taş duvar ile, rasyonel’i temsil eden beton taşıyıcılar vardır. Colquhoun bu binayı bir
sentez olarak okumanın imkansız olduğunu, aksine binanın sonsuz bir metin olarak
31
okunması
gerektiğini
belirtir.
Buradaki
durumun
‘bölgeselcilik’
olarak
adlandırılamayacağını da sözlerine ekler. Bunun yerine buradaki durumun, birçok
mimari kod üzerine oturtulmuş, küp, çerçeve, doğal malzemenin organikliği gibi güç
algılanan yorumlar olduğunu söylemiştir. Bu binaya bakarken zihnin hiçbiri
doğrulanmayan, birçok hipotez arasında gidip geldiğini belirtir [Colquhoun, 2007].
Colquhoun’un burada kod olarak öne çıkardığı doğal malzeme ve bağlam
kavramları, aslında ‘Eleştirel Bölgeselcilik’te de tartışılan kavramlardır.
Resim 2.11. Tivoli Evi, Herzog & de Meuron, İtalya [The Pritzker Architecture Prize
Book, 2001].
Colquhoun’a göre endüstrileşme ve geleneksel kültürlerin arasındaki ilişki, birbiri ile
sigortalanmış bir ilişki değildir. Le Corbusier’in tarifi ile bu birbiri içerisinde
melezleşmiş bir ilişki türüdür. Ayrıca Colquhoun, yerel alışkanlıkların tamamiyle
ortadan kalkamayacağını, ekonomik gereksinimlerin oluşturduğu kültürlerin yerini,
görsel tercihlerin oluşturduğu bir kültür anlayışına bıraktığını belirtmektedir
[Colquhoun, 2007].
Doğrudan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e olmasa da, yaklaşımın en güçlü yanı olan
‘kültür’ ve ‘yer’ kavramlarını Uğur Tanyeli, Farsi kökenli Hintli kuramcı
Bhabha’dan alıntıladığı düşüncelerle eleştirmiştir. Tanyeli 80’lerin sonlarında,
mimarlıkta, sanatta ve gündelik yaşamda amacın, yabancı olanın ayıklanıp, özde
32
mevcut olanın açıklanması iken şimdilerde, bunun zor olduğunu belirtmektedir. Bu
durumu Bhabha “artık, kültür karşılaştırmalarının ‘ben’ ile ‘öteki’ nin birbirine
karışması şeklinde cereyan etmediğini söyler ve Bhabha’ya göre artık biri “sömüren”
diğeri “sömürülen” değildir. Bunun tam tersine birlikte yeni pratikler üreten bir
karşılaşma oluşur ve bu karşılaşma, kültürde, karmaşıklık ve çelişki üretir [Tanyeli,
2007].
Bhabha ayrıca, kültürün sürekli olarak uluslararasılaştığını belirtir. Bu sürekli
melezlenmeler sonucunda, farklı toplumlarda farklı farklı melezlenmeler ortaya
koyduğu için, sonuç hiçbir zaman farklı toplumda aynı nitelik kazanmaz. Bhabha’nın
bu düşüncesini Tanyeli, dünyanın hiçbir yerinin tamamiyle homojen bir nitelik
kazanmayacağı olarak yorumlar [Tanyeli, 2007]. Tanyeli’nin bu açıklamaları,
Frampton’un ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in temellerini açıklarken sıkça başvurduğu,
Ricoeur’un 1961 yılındaki, dünyanın gitgide aynılaştığı uyarısına karşı bir cevaptır.
Tanyeli, Bhabha’ya dayandırdığı bu okumasında, Ricoeur’un altını çizdiği böyle bir
aynılaşma ihtimalinin olmadığını iddia etmektedir. Bhabha’nın bu kültür okumasını
Tanyeli, mimarlığa uyarlayarak ‘yer’ den bahsetmenin günümüzde zorlaştığı
şeklinde yorumlar ve bu düşüncelerini şu şekilde ifadeleştirir.
“Mimari pratiği gerçekleştiren özneler daha düşünmeye ve eylemeye başlamadan
önce bile orada, ‘yer’ de zorunlu olarak hazır olduğuna inanılan bir mimarlık
tahayyül etmek giderek savunulabilir olmaktan çıkıyor” [Tanyeli, 2007].
Bu aşamada şunu belirtmek gerekli olmaktadır, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in işaret ettiği
yere duyarlı mimarlık da hazır reçeteleri içermez, aksine özellikle vurgu yapılan yer
ve bağlam aracılığıyla sürekli dönüşen bir kimliği vardır. Doğrudan ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ e olmasa da, onun öne çıkardığı ‘yer, bağlam vb. gibi’ kavramları
günümüzde, eleştirel bir gözle ele alan Tanyeli de bu düşüncelerinde aslında yalnız
değildir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in de sürekli yere, bağlama vb. gibi faktörlere bağlı
olarak değişen karakterini vurgulamak yanlış olmayacaktır. Bir diğer ifade ile
33
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ teki yer, bağlam gibi kavramlar daha çok biçime ilişkin
değil, tasarımın yöntemine ilişkin önermelerdir.
Tanyeli ayrıca bu karşı duruşunu şu sözleri ile açıklar: “fiziksel çevre-bina, yermimarlık ürünü ilişkisinin zarf- mazruf ilişkisi olmadığını kavrayacaktır. Tasarım bir
ifade etme mekanından başka bir şey olmadığı içindir ki, hem yer’i tanımlarken, hem
de onu dikkate alarak biçim ve yapı üretirken, müphemlik ve çelişki üretmek
zorundadır. Yere ‘cuk oturan’ bir mimari yoktur ve olamaz”. Tanyeli, bütün bu
açıklamalarının ardından artık mimarlıkta bağlamdan ve kimlikten bahsetmenin
zorlaştığını
belirtir
[Tanyeli,
2007].
Tanyeli’nin
bu
ifadeleri
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’in öne çıkardığı kavramlara karşı bir duruş sergiler. Tanyeli,
günümüzdeki teknolojik etkileşmelerin etkisinin kaçınılmaz olduğunu ve bu gerçeğe
direnmenin boşuna bir çaba olduğunu ima etmektedir.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’in 1980’lerden günümüze analitik incelemesine bakıldığında
özetle, 1980’lerde Tzonis ve Lefaivre tarafından oluşturulan, daha sonraları
Frampton tarafından yaygınlaştırılan ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in, zaman içerisinde
kendi içerisinde de dönüşüme uğradığı görülmektedir. Özellikle Frampton 1987’de
ortaya koyduğu on noktadan sonra, söylemlerini başka yönlere kaydırmış ve
yaygınlaşmasını sağladığı bu düşünce biçimine yeni bir katkı yapmamıştır. Her ne
kadar 1980’lerde ortaya konsa da, mimarlıkta yerel ile evrensel arasında farklı bir
ilişkilenme biçimi öneren ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ özellikle, Heidegger’in yere ilişkin
fenomenolojik açılımları ile günümüzde de önem taşımaktadır. Colquhoun ve
Tanyeli’nin eleştirel gözle baktıkları ve tartıştıkları, yer, bağlam, gibi ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ in anahtar kavramlarının günümüz yapılarını bu tez bağlamında
yorumlamak için uygun kavramlar olduğu düşüncesi bu tezde temel alınmıştır.
34
2.4. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ Yaklaşımında Öne Çıkan Kavramlar
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in işaret ettiği gibi yerel ile evrensel arasında farklı bir ilişki
öneren yapıları okumak için ‘Eleştirel Bölgeselcilik’te öne çıkan kavramları
saptamanın önemli olduğu düşünülmektedir. Aşağıda incelenecek olan bu kavramlar
tez kapsamında, Frampton’un 1983 ve 1987 yıllarında sırası ile altı ve on nokta
olarak çizdiği kavramsal çerçeve içerisinden alıntıladığı ‘deneyimsellik’, ‘yerbağlam’, ‘tektonik-şiirsel’ kavramları ‘Direnç Noktaları’ olarak, özellikle Tzonis ve
Lefaivre tarafından tartışılan ‘yabancılaştırma/yadırgatma’ kavramı ise, ‘Avangart
Nokta’ olarak adlandırılmıştır.
2.4.1. ‘Direnç Noktaları’
Deneyimsellik
“Dokunmak, görme ile akrabadır. Dokunmak, duyuların temelidir.” [Pallasmaa,
2005].
Tez içerisinde karşılığı ‘deneyimsellik’ olarak adlandırılan kavram orijinal dilinde
Frampton’un isimlendirmesi ile ‘tactile’dır. İngilizce ‘touch’ anlamına gelen
‘dokunmak’tan alınmıştır [Webster’s Dictionary, 2000]. Bu sebepten dolayı Türkçe
‘dokunsal’ olarak da isimlendirilebilecek olan bu kavram tez içerisinde tecrübedeneyle kazanılan bilgilerin tümü [Cevizci, 2005]. anlamına gelen, ‘deneyimsel’
olarak ifadelendirilmektedir. Bu ifadelendirmenin asıl nedeni Frampton’un ‘tactile’
kavramına getirdiği açılımdır. Frampton’un işaret ettiği durum, mimarlığın yalnızca
görme duyusu ile değil, aynı zamanda koku, ses, dokunma, işitme vb. gibi diğer duyu
organları ile de tecrübe edilmesidir. Frampton’un bu açıklamaları, ‘tactile’
kavramının direk ilişkilendiği dokunmayı da kapsar. Fakat, ‘dokunsallık’ın tek
başına bu kavramı karşılamakta zayıf kalacağı inancından dolayı, tez içerisinde daha
kapsamlı bir tanım olan ‘deneyimsel’ kullanılmaktadır. ‘Deneyimsellik’ kavramının
35
kelime kökü olan ‘Deney’ i Ahmet Cevizci, “araştırmacının olguların kendi akışları
içerisinde ortaya çıkışlarını beklemeksizin, onları belli koşullar altında yapay olarak
üretmek” olarak tanımlamıştır. ‘Deneyim’ ise yine Cevizci’nin tanımına göre; “ne
salt öznel ne de salt nesnel bir durumdur, aksine dışsal olarak duyular, içsel olarak
ise duygu yoluyla elde edilecek malumat”tır [Cevizci, 2005]. Frampton’un tanımına
dönülecek olursa, yalnızca görsel mimari algı yerine, diğer duyuların da katıldığı bir
mimari algı türünü tanımlamak için deneyimselin, Cevizci’nin açıklamaları üzerine
de daha uygun bir kavram olduğu bir kez daha görülmektedir.
‘Deneyimsellik’ Frampton’un, 1983 yılında açıkladığı ‘Altı Nokta’da ve 1987
yılında altı noktayı geliştirerek ortaya koyduğu ‘On Nokta’ nın her ikisinde de yer
almıştır. Frampton her ikisinde de özellikle dokunma duyusunu vurgulamıştır.
Buradan hareketle, mimarlıkta malzeme seçiminin önemli olduğu sonucu
çıkmaktadır.
Deneyimselliğe bir başka örnek olarak Frampton, Luis Barragan’ın, çocuklukta
edindiği deneyimlerinin mimari pratiğine olan etkisini gösterir. Bu deneyimselliği,
Frampton efsanevi ve köklere dayanan bir hafıza olarak niteler. Barragan’ın duyarlı
ve yeryüzüne bağlı bir mimarlık ürettiğini de ekleyen Frampton, Barragan’ın renk ve
su gibi elemanları tasarımında sık kullanıyor olmasını Meksika’da geçirdiği çocukluk
günlerine ait zihinsel birikim ile gerekçelendirir [Frampton, 1992]. (Resim 2. 12)
İnsanların zihinlerinde yer alan, geçmişe ait bu tür mimari pratiklerine etki eden
deneyimleri deneyimsel hafıza olarak da adlandırmak mümkündür.
Frampton, ‘deneyimsellik’e önem veren, bir diğer örnek olarak ise Tadao Ando’nun
yapılarını gösterir. Frampton, Ando’nun deneyimsellikle olan ilişkisini ilk anda göze
çarpan geometrik düzenin önüne geçmek olarak tanımlar. Ando ise deneyimsellikle
olan ilişkisini, “ışığın ve malzemenin görevinin inşasından sonra bitmediği, zaman
içerisinde duyulara hitap edeceğini belirterek, mimarlıkta detayın kimlik oluşturmak
için en önemli eleman olduğunu vurgular [Ando, akt: Frampton, 1992].
36
‘Deneyimsellik’ mimarlığın algılanmasında, yalnızca görme duyusunun değil, diğer
algıların da öne çıkmasıdır. Bu noktada öne çıkan insan algısını farklı açılardan ele
almak ‘deneyimsellik’ kavramını tanımlamak için önemli görünmektedir. İnsanın
algısının parçalarını Gibson beş kategoride özetler.1 Bütüncül bir algının
gerçekleşmesi için bu algı parçalarının birlikte çalışması gerektiğini de sözlerine
ekler [Gibson, akt: Pallasmaa, 2005]. Pallasmaa ise Gibson’a paralel olarak algı’nın
parçalara ayrılamayacağını belirtir [Pallasma, 2005].
Teknolojinin gelişimi ile mimarlığın yalnızca görsel duyular aracılığıyla algısını
destekleyen sistemlere karşıt bir başka görüş olarak Pallasmaa, göz’ün diğer
duyularla ve bedenle birlikte çalıştığını ileri sürer [Pallasmaa, 2005]. Algılama
araçları (kulak, burun, deri vb.) her insanda ortaktır, fakat her insanda değişiklik
gösterebilecek ve algıyı etkileyen hafıza, hayal vb. gibi soyut kavramlardan dolayı
her insanın algısı farklılık gösterebilir. Bu farklılığı oluşturan hafızayı Pallasmaa,
insan bedeninin, yalnızca fiziksel ve zihinsel bir mevcudiyet olmadığı, hafıza ve
hayaller, geçmiş ve gelecek tarafından zenginleştirildiği şeklinde açıklar [Pallasmaa,
2005]. Edward S. Casely ise, insanların hafızalarının, beden hafızası olmadan
çalışamayacağını belirtir [Casely, akt: Pallasmaa, 2005]. Her insanın algısının
farklılaşmasına değinen bir başka isim, Merleau Ponty ise, algının bir paradoks
olduğunu, çünkü her insanda farklılık gösterdiğini belirtir [Ponty, akt: Pallasmaa,
2005].
Mimarlığın fiziksel ve zihinsel strüktürleri birleştirdiğini ifade eden Pallasmaa ayrıca
mimari deneyimin insan bedeni ile dünya arasında kişisel bir deneyim yaşanmasını
sağladığını belirtir. Buna örnek olarak, bir şehri ancak vücut ile tecrübe etmeyi
1
1. Görsel Sistemler
2. İşitsel Sistemler
3. Tatma ve koku sistemleri
4. Temel yönlendirici sistemler
5. Dokunsal Sistemler
37
gösterir. Kollar, kentteki arkad’ın uzunluğunu ve meydanın genişliğini ölçer. Bu
şekilde insan kendisini şehirde deneyimlemektedir [Pallasmaa, 2005]. MerleauPonty’nin felsefesi ise, insan bedenini deneyimin merkezine oturtur ve mekan
içerisindeki insan bedenini organizmadaki kalbe benzetir. Ponty, ayrıca mimarlık
sorunsalını “mimarlığın insan bedenine nasıl dokunduğunu görünür kılmak” olarak
tanımlar [Ponty, akt: Pallasmaa, 2005].
Yukarıda da değinildiği üzere, ‘dokunma’ deneyimsellik kavramının en öne çıkan
anahtar kelimesidir. Buna kanıt olarak, Hegel’in, mekânsal derinliği olan tek
duyunun, dokunma olduğu düşüncesi de verilebilir [Hegel, akt: Pallasmaa, 2005].
Modernist tasarımla başlayan, daha çok görsellik üzerine oturmuş, tek yönlü bir
tasarım yerine, ‘deneyimsellik’, insan bedeninin bütünüyle katıldığı, diğer algı
araçları olan, hafıza, hayalleri de katarak mimarlığın algılanması için daha derin
tümel algılamalar ile sonuçlanacağı üzerine gerekçelendirilmektedir [Pallasmaa,
2005].
Deneyimselliği ayrıca, mimarlığın anlaşılması için bir metod olarak tanımlayan
Pallasmaa, “derinin de renkleri ayırt edebildiğini”, diğer bir ifade ile derinin de
görebildiğini iddia eder. Her şeyi görme ve görülme potansiyeline göre
değerlendirildiği
günümüzde
görme
duyusunun
baskınlığının,
günümüzde
yabancılaşma ile sonuçlandığını da ekleyerek bu durumu eleştirmektedir [Pallasmaa,
2005]. Söz konusu edilen yabancılaşmanın, özellikle görselliği ön plana alan
tasarımlar sonucu oluştuğu söylenebilir. Bu tasarımlar, bilgisayar olanaklarını
kullanarak, insanın algıladığından, farklı bir dünyayı yansıtmaktadırlar. Diğer bir
ifade ile, dünya idealize edilerek gösterilmekte ve bu görüntüler, insanın duyuları ile
algıladığı görüntülerden farklı olduğu için yabancılaşmaya neden olmaktadır.
Dokunma duyusu ile görme duyusunu kıyaslayan Pallasmaa, “gözün mesafe ve
ayrışma aracı buna karşın dokunmanın yakınlığın ve özel olmanın aracı olduğunu
belirtir” [Pallasmaa, 2005].
38
Pallasmaa’nın yukarıda vurguladığı gibi bir tür yabancılaşmanın, özellikle görselliği
ön plana alan tasarımlar sonucu oluştuğu görülmektedir. Bu tasarımlar, insanın
bakışının yansımaları değildir. ‘Deneyimsellik’ ise, mimarlıkta unutulan görme
dışındaki, dokunma, koklama vb. gibi duyuların da tasarıma katılmasını
önermektedir.
Yer-Bağlam
Frampton ‘Yer’ i ‘Altı Nokta’ da ‘Yerin Formunun Direnişi’ başlığı ile ilkelerden
biri olarak ortaya koymuştur. Hatırlanacağı gibi ‘Mekan/Yer’ diyalektiği ise
Frampton’un 1987 yılında ortaya koyduğu ‘On nokta’ sından biridir. Bu başlıktan da
anlaşılacağı üzere Frampton, ‘yer’i ‘mekan’ ile birlikte ele almış ve bunun için
Heidegger’in fenomenolojik açılımlarından faydalanmıştır.
Frampton ‘yer’i, mimarlığın bilinçli bir şekilde sınırlanması olarak tanımlar. Binanın
tek başına hiçbir yer ile ilişkisi olmayan bir ürün olmasındansa, mimarın fiziksel
sınırlarının farkında olması anlamına gelen ‘yer’in formu’ nun farkında olması
gerektiğini, ‘yer’le kurulacak ilişkiyi ise iklim ve ışık ile kurulacak olan ilişkiye
bağlayarak açıklar [Frampton, 1983].
‘Eleştirel Bölgeselcilik’te Frampton’un ‘yer’i açıklarken kullandığı bir diğer metod,
bu kavramı mimarlar ve mimari pratikleri üzerinden ele almaktır. Örneğin, Frampton
Alvar Aalto’nun binalarının, topoğrafyanın spesifik biçimine ve yerel dokuya göre
konumlandığını ve Aalto’nun yerel malzeme, yerel ışık ve yerel işçilik’e duyarlı bir
mimari pratiği olduğunu vurgular [Frampton, 1983].
Frampton’un mimari pratiğini ‘yer’le ilişkilendirdiği bir diğer isim Luis
Barragan’dır. Barragan’ın ‘yer yaratma’ (‘place creation’) kavramının topoğrafya ile
uyumlu olmak anlamına geldiğini ekleyen Frampton, Barragan’ın (Resim 2.12)
39
evlerinin, duyulara hitap eden ve yeryüzünü (earthbound) analiz eden bir yaklaşımı
olduğunu belirtir [Frampton, 1983].
Resim 2.12. At Çiftliği, Luis Barragan, 1966-68, Los-Clubes [designmuseum, 2008].
Frampton’un mimari pratiğini yer ile ilişkilendirdiği bir başka isim ise Mario
Botta’dır (Resim 2. 13). Frampton, Botta’nın mimarlığında belirli bir ‘yer’e ilişkin
konulara konsantrasyon sağlayıp aynı zamanda teknolojiden de faydalandığını
belirtir. Botta’ya ait bir kavram olan ‘yeri inşa etme’ (‘building the site’), ‘yer’e ait
gerçeklere duyarlı olma ve tasarımı bu gerçeklere göre inşa etmek olarak
açıklanmıştır [Frampton, 1992].
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in yer’e ilişkin düşüncelerinin dışında, diğer ‘yer’
tartışmalarına bakılacak olursa, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’te olduğu gibi Kim Dovey de
‘yer’ ve ‘mekan’ ın diyalektik bir ilişkisi olduğunu belirtir [Dovey, 1999]. Mekanı ve
yeri birlikte ele alan bir diğer isim olan Merlau Ponty ise, mekanın ve yerin insan
bedeni ile dünya arasındaki ilişki ile tanımlanacağını belirtir [Ponty, 2006].
Yukarıda ele alınan, ‘mekan-yer’ arasındaki diyalektik ilişkiyi kavramak için
öncelikle,
mekan
kavramının
tanımına
bakılacak
olursa,
Hasan
Ünal
Nalbantoğlu’nun, “ ‘mekan’ ‘modern zamanlar’ a özgü içi boş kavramsal kalıp, soyut
bir kategori/kavramdır.” tanımı ile karşılaşılmaktadır. Yer’i ise yine Nalbantoğlu
40
“yalın anlamıyla bir cismin kapladığı mekan parçası” olarak tarifler [Metu, 2008].
Tek başına yapılmış bu tanımlar bile ‘yer-mekan’ ın birbirinden kesin çizgilerle
ayrılmadığını göstermektedir.
Resim 2. 13. Riva Vitale Evi, Mario Botta, 1972-73, Ticino-İsviçre [botta,2008].
Bu
kısa tanımlamaların
ardından
Frampton’un
‘yer’ kavramını,
özellikle
Heidegger’in düşünsel çerçevesi ile ele alışından ötürü, Heidegger’in ‘yer’ ile ilgili
düşüncelerine bakmak önemlidir. Heidegger, mimarın fantazisi bile olsa, inşa edilsin
edilmesin, mimarın tasarladığı binayı ister istemez çevresi içinde düşünmesi
gerektiğini ifade eder [Heidegger, 1971]. Buradan yola çıkarak çevre olarak
kastedilenin, topoğrafya, iklim, manzara vb. veriler olduğu sonucuna ulaşılabilir.
Aristoteles ve Heidegger’in ‘yer’ ve ‘mekan’ ile ilgili söylemlerinden edindiği
çıkarımlarını Nalbantoğlu, sanat çalışmasının ‘yer’i yaratırken aynı zamanda da
mekanı yarattığı şeklinde açıklar ve bu noktada Heidegger’in köprü örneğini, konuya
açıklık
getirmek
üzere
kullanır.
Köprü
daha
önce
var
olan
bir
yere
konumlanmamakta, o yeri yaratmaktadır [Heidgger, akt: Metu, 2008].
“İnsan, dili şekillendirdiğini zanneder, fakat dil insanı biçimlendirir.” [Heidegger,
1971] görüşüne sahip olan Heidegger; ilk olarak Almancası ‘bauen’, İngilizce
karşılığı ‘building’, yani inşa etmek olan kelimenin temelini, Almanca ‘bin’e, var
olmaya dayandırır. Buradan hareketle insanın yeryüzünü mesken tutabilmesi için,
41
inşa etme eylemini gerçekleştirmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır. Heidegger,
1950’leri kastederek, o günlerde gerçek anlamda mesken tutmanın gerçekleşmediğini
belirtir. Bu soruna çözüm olarak ise, insanın yeryüzünü mesken tutabilmesini,
kendisini güvende hissetmesine bağlar. Fakat buradaki güven duygusu, insanın
yalnızca fiziksel olarak tehlikelerden korunması anlamında değildir. İnsan, ruhsal
olarak da kendisini güvende hissetmek ister [Heidegger, 1971]. İleride daha detaylı
olarak ele alınacak olan şair Hölderlin’in şiir ve yeryüzünü mesken tutmayı
ilişkilendirmesi bu noktada önem kazanır. Hölderlin’e göre, insan kendisini cennete
karşı ölçülendirir. Bu ölçü yalnızca yeryüzünün ölçülmesi değildir. Cennet insanın
yeryüzünü mesken tutmasında, ölçü olarak aldığı, kendisini güvende hissettiği
‘yer’dir. Bu noktada Hölderlin, cennetin, mesken tutmak için oluşturduğu ölçüsünün,
onu şiirsel kılan şey olduğunu belirtir [Hölderlin, akt: Heidegger, 1971]. Buradan
hareketle, Hölderlin’in sözlerinden, ölümlü olan insanın, bu dünyada kendisini ait
hissedeceği yeri, sonsuza kadar yaşayabileceği yer olarak tahayyül ettiği cennete
göre ölçülendirmesi, onun için geçici olan yeryüzünde kendisini ait hissedeceği
mekanlar, oluşturma dürtüsünden kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu düşünce,
cennet nasıl bir ‘yer’dir ki insan kendisini cennete gerçekten ait hisseder? Sorusunu
beraberinde getirmektedir. Bu sorunun cevabı aslında, mimarlık insanın yer-yüzünü
mesken tutabilmesi, kendisini ait hissedebileceği mekanları oluşturabilmesi için neler
yapabilir? sorusunu da gündeme getirmektedir. Heidegger’in, 1950’lerde tartıştığı
yer-yüzünü mesken tutma kavramı, 2000’lere taşındığında, bu sorunun hala önem
taşıdığını söylemek yanlış olmaz. Günümüzde de global-lokal arasındaki gerginliğin
etkisi ile, insanların yaşadıkları mekanların, gerçekten yer-yüzünü mesken tuttukları
mekanlar olduğunu söylemek güçtür.
Heidegger’in yer-yüzünü mesken tutma ile ilgili açılımlarının ardından tekrar, yer ve
bağlam tartışmalarına dönülecek olursa, bir diğer isim olan Giddens’in, globalleşme
ve modernizasyon sonucu olarak ‘yer’in deneyiminin değiştiğini, global-lokal
geriliminin her ‘yer’de kendisini gösterdiği sözlerinin, Heidegger’in 1950’lerde işaret
ettiği problemi tekrar gündeme taşıdığı görülür. Fakat Giddens bu durumu yer’in yok
42
olması olarak değil, kimliğin yok olması olarak yorumlar [Giddens, akt: Dovey,
1999]. Yukarıda bahsedilen değişim sonucu yer’in deneyimlenmesinin de değiştiği
şeklinde yorumlanmaktadır. Bu değişim, bir takım yeni yer algılarını da yaratırken,
aynı zamanda ‘yer’ in önemini de ortaya çıkarır. David Harvey bu değişimlere karşı
direnenlerin, ‘yer’ organize etme konusunda daha başarılı olduklarını vurgular
[Harvey, akt: Dovey, 1998]. Hatta ‘yer’ oluşturmayı temelinde geleceği keşif ve
strüktüre etmek olarak yorumlayan Dovey’in [Dovey, 1999] ‘yer’ oluşturmanın
önemini vurguladığı görülmektedir. Bu noktada Heidegger’in ‘yer oluşturmakla ilgili
köprü örneği, Dovey’in vurguladığı geleceği keşif ve strüktüre etme ile örtüşür.
Köprü inşa edildikten sonra konumlanışı ile yer tarif eder ve gelecekte etrafındaki
olası gelişimlere işaret eder. Köprü ile tarif edilen ‘yer’, gelecekteki olası
yerleşimlere olanak sağlayarak geleceği strüktüre etmektedir.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ‘bağlam’ tanımına bakılacak olursa ilk olarak, ‘bağlam’ın;
iklim, ışık, insan algısı, işveren vb. gibi tasarıma girdi sağlayacak bütün veriler
olarak tanımlandığı görülmektedir.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ te, Frampton tarafından yer ve bağlam kavramları birlikte ele
alınmamamıştır. Fakat tez kapsamında bu iki kavram birlikte ele alınacaktır. Bunun
nedeni yukarıda da görüldüğü gibi, yer ve bağlam’ın birbiri içerisine geçmiş
kavramlar olduğu düşüncesidir. Bu iki kavram, birbirini tamamlayan parça bütün
ilişkisinde olmalarının yanı sıra beraber anlam kazanmaktadırlar.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bağlam anlayışını bir başka açıdan ele alan Cassidy,
‘Eleştirel Bölgeselcilik’te, Tzonis ve Lefaivre’nin tanımladığı bağlam’ın bölgenin
verileri ile ilişki kuran bir bağlam anlayışı olmadığını belirtir [Cassidy, 2007]. Tzonis
ve Lefaivre ise ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ te yapının biçimini, bağlamdan aldığını
belirtir. Tzonis ve Lefaivre’nin ilk bakışta Cassidy ile çelişkili gibi görünen
açıklamaları, aslında ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in bağlam tanımında, bölgenin verileri
43
ile direkt ilişki kurmaktansa, öncelikle oradaki bağlamı okuyup, onu dönüştürerek
aşan bir tavır olarak yorumlanmaktadır.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in yaygınlaşmasını sağlayan Frampton ise, bağlamsal
çerçeveye daha geniş bir açıdan bakarak, dünya çapındaki bağlamsal deneyimlerden
faydalanmak olarak açıklamış olup, dünyadaki bağlamsal çerçeve olarak, teknolojik
gelişmelerin de dikkate alınması gerektiğine dikkati çekmiştir [Frampton, akt:
Cassidy, 2007].
‘Eleştirel Bölgeselcilik’in ‘yer’e ve ‘bağlam’a getirdiği açılımlardan, yer’in fiziksel
sınırlarının
farkında
olup,
aynı
zamanda
da
teknolojinin
olanaklarından
faydalanmaya işaret ettiği görülmektedir.
Tektonik- Şiirsel
Daha önce de değinildiği üzere tektonik, Frampton’un ifadesi ile ‘Arkitektonik’ ile
ilişkilenmektedir. Yunanca tekton’dan kaynak alan ‘Arkitektonik’, ‘Architect’
kelimesine de dayanmaktadır. Türkçe’ye ‘mimar’ olarak çevrilen ‘architect’,
[Frampton, 1987] mimar’ın tektonik ifade gücüne sahip olduğuna işaret etmektedir.
Frampton ayrıca arkitektoniği yalnızca binayı ayakta tutan strüktür ile değil aynı
zamanda bu strüktürün ortaya çıkardığı efsanevi gerçeklik olarak da tanımlar.
Frampton’un bütün bu açıklamalarını ‘Architect’ ile ilişkilendiriyor olması
Frampton, 1987]. Frampton’un mimarın, tektonik ifade gücüne işaret ettiği şeklinde
yorumlanmaktadır. Frampton ayrıca, tektoniği mimarlığın yalnızca görsel bir durum
olmasının ötesinde, özerkliğinin, yerçekimine karşı şiirsel dirençte yattığını
vurgulamaktadır [Frampton, 1987]. Başka bir ifade ile ‘tektonik’ kabuğun şiirsel
inşası olarak tanımlanabilir. ‘Architect’ ile ‘Tektonik’ kelimelerini birbiri ile
ilişkilendiren
Frampton’un,
Heidegger’in,
‘dilin
insanı
biçimlendirme’
44
düşüncesinden yola çıkarak, ‘Architect’ kelimesinin mimara, kabuğu şiirsel inşa
etme yetisi kazandırdığı şeklinde yorumlanabilir.
Heidegger’ in yaptığı gibi, Frampton da dilin insanları biçimlendirdiği düşüncesi ile,
‘mimar’ adlandırmasının ona ilk olarak, strüktüre ilişkin şiirsel ifade yetisini verdiği
görülmektedir.
Bu aşamada, Frampton’un sıkça vurguladığı gibi mimarlıkta şiirselliği tartışmak
önem kazanır. Heidegger şairlerin gerçeklerle uğraşmayan, hayal ürünü dünyaları
ortaya koyan kişiler olduklarını belirtir [Heidegger, 1971] ve Hölderlin isimli şairin,
bir şiirinden alıntıladığı ‘Poetically man dwells’ (İnsanlar şiirsel bir biçimde
konutlaşırlar) mısrası üzerine, insanın şiirsel olarak mesken tutuşuna işaret eder.
Yunancada yapmak eylemi, ‘poiesis’ kelimesine karşılık gelir. Heidegger, İngilizce
poet-poetic (şiir- şiirsel)’ in Yunanca poiesis den kaynaklandığını belirtir [Heidegger,
1971]. Şiir, düz anlamları aşar ve çağrışımlar uyandırır. Heidegger’in vurgusu ile
yeryüzünde, herhangi bir şeyi ortaya çıkarma eylemi ancak şiirsel bir biçimde
gerçekleşir.
Heidegger’e göre şiir, yaşama karakter veren şeydir. Diğer bir ifade ile yaşamı yaşam
kılan şeydir. Şiir, insanın gerçekten yeryüzünü mesken tutmasını sağlar. Heidegger,
şiirsel ifadeye ulaşmayı, bir çeşit inşa etme eylemi olarak yorumlar ve insanların
mesken tutmanın ve şiirin doğasını dilden öğrendiklerini belirtir [Heidegger, 1971].
Hölderlin’in “İnsanlar şiirsel bir biçimde yeryüzünü mesken tutarlar.” ifadesini,
Heidegger, ölümlü olan insanın yeryüzünde mesken tutuşu olarak açıklar. ‘Şiirsel’
bir mesken tutuş insanı bu dünyadan uzaklaştırır. Şiirin kendi doğasına bakıldığında,
gerçeklerle ilişkisi olmadığı söylenebilir. Yeyüzünde şiirsel bir mesken tutma,
gerçeklerin üstünde durmaz. Hölderlin, şiirin bu çelişkili yanını, şiirsel ifadenin
yeryüzünde ve aslında yeryüzündeki gerçeklerden kaynak alarak oluşması gerçeği
ile, şiirsel ifadenin bir fantezi olma kuşkusunu gidermeye çalışmaktadır. Heidegger
45
burada bahsedilenin, şiirin gerçeklerden uzak olmadığı, aksine şiirin insanı
yeryüzüne yakınlaştırdığı, yeryüzüne ait kıldığı olduğunu söylemektedir. Heidegger
ayrıca, şairlerin şiirsel olarak mesken tutma fırsatlarının olduğunu, fakat eğlence
endüstrisi tarafından tehdit altına alınan, 1950’li yılları kastederek, bu koşullarda
insanoğlunun nasıl yeryüzünü mesken tutabileceği sorusunu gündeme getirir
[Heidegger, 1971].
Bu soruya cevap olarak ise Heidegger, yeryüzünü mesken tutmanın, ev sahibi olmak
anlamına gelmediğini belirtir. İnşa etmenin başka bir biçimi olan, şiirin doğasının
anlaşıldığında, yeryüzünü mesken tumanın da gerçekleşeceğini ekler. Bunun için
şiirin bilgisinin dilden alınması gerektiğini belirtir [Heidegger, 1971]. Yer kavramını
tartışırken bahsedildiği gibi, şiirin bilgisi olarak Hölderlin, cenneti göstermektedir
[Hölderlin, akt: Heidegger, 1971]. Heidegger, Hölderlin’in bu sözlerine şiirin
doğasının Tanrısallık ve gökyüzü olduğunu da ekleyerek gökyüzünün insana sınır
çizerek onun kendisini güvende hissetmesini sağladığını ifade etmektedir. Buradan
hareketle, yeryüzünü mesken tutmak için bir koşul olarak, sınırların çizilmesi
gösterilmiştir. Heidegger, ayrıca insanın yeryüzünü mesken tutmasının yeryüzüne
kimlik kazandırdığını da sözlerine ekler [Heidegger, 1971].
‘Eleştirel Bölgeselcilik’in tanımladığı şiirsellik, tasarım kuralları içermez. Bunun
yerine biçimi, bağlamdan kaynaklanır ve şiirsellik ‘belirli bir yere ait olan ve sınırları
belirli olan ‘yerler’ ve bağlı olduğu alana ait ortak temsillerden kaynaklanmaktadır
[Tzonis ve Lefaivre, 1990].
Frampton, mimarlığın özünün Yunalılarda ve Heidegger’ in düşüncesinde olduğu
gibi strüktürün şiirsel ifadesinde olduğunu belirtmektedir. Heidegger’in ve
Yunanlıların bu açılımını tektonik olarak isimlendirir [Frampton, akt: Nesbitt, 1996].
Alvaro Siza, Arkitektonik ifadenin amacının derinlere inmek olduğunu, böylelikle
pasif bir gerçekleştirme olmaktan çok, gerçekleri reddetmeden ve gerçeklerin her
46
görünüşünü tek tek analiz ederek oluştuğunu da sözlerine ekler. Bu sebeple tektonik,
sabit bir imajla sonuçlanmaz ve lineer bir gelişme göstermez, sürekli dönüşen bir
kimliği vardır. Dolayısıyla görsel ve grafiksel olmaktan çok tektonik ve deneyseldir
[Siza, Frampton, 1992].
Bahsedildiği üzere ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımı, mimarlığın görsel bir durum
olmasından çok tektonik bir durum olmasını destekler. Bu amaçla ışığı, hacmin ve
tektonik ifadenin ortaya çıkmasını sağlayan bir unsur olarak yorumlar [Frampton,
1992].
Frampton, tektonik ile ilgili söylemlerini 1980’lerde ‘Eleştirel Bölgeselcilik’
çerçevesinde ortaya koyarken, 1990’larda ‘The Case for Tectonic’ başlıklı makalesi
ile bu çerçeve dışında tek başına ele alır. Ayrıca 1995 yılındaki ‘Studies in Tectonic
Culture’ başlıklı kitabında Frampton, tektoniği yeryüzünün aynılaşmasına karşı
direnç gösteren bir yöntem olarak gösterir. Özetle Frampton, 1990’larda inşa etmenin
görsel bir olay olmasından çok strüktürel bir aktivite olduğunu yineler. Bir stil
olmayan Tektoniği, Robert Venturi ve Scott Brown’un yaygın ‘süslenmiş hangar’ ına
karşı direnç oluşturabilecek bir güç olarak tanımlar [Frampton, akt: Nesbitt, 1996].
Sonuç olarak, ‘kapitalizmin etkisi ile dünyanın tek-tipleşmesine karşı direnç
oluşturmak amacıyla, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in öne çıkardığı bir kavram olan yer’i
iki açıdan değerlendirmek mümkündür. İlk olarak yer’in fiziksel koşulları, yapının o
yere ait kılınmasını sağlayacak koşulları sağlar. Bu fiziksel koşulları; yerel malzeme,
ışık, iklim, manzara, topoğrafya, yerel doku ve yerel işçilik olarak açmak
mümkündür. Yer’in sınırını oluşturan ikinci koşul ise algısal kodlardır. Bu algısal
kodlar, mimarın yer’i algılarken kendi zihninde oluşturduğu kodlardır. Bir diğer
algıya ilişkin koşul ise, insanın yer-yüzünü mesken tutmasında, diğer bir ifade ile
kendisini yeryüzüne ait hissetmesinin sağlanmasıdır. Bu unsurların cevabını ise,
Heidegger’in şiire ilişkin açılımlarından almak mümkündür. Buna göre, insan ancak
şiirsel bir biçimde inşa ettiğinde, gerçekten mesken tutmuş sayılır. İnsan şiiri ve
47
şiirsel mekanları oluştururken, Hölderlin’in öne sürdüğü gibi, kendisini cennete göre
ölçülendirir. İnsanın şiirsel mekanlar üretmesinde bir diğer ölçü ise gökyüzüdür.
Gökyüzü, insana kubbemsi bir sınır çizerek kendisini güvende hissettirir.
2.4.4. ‘Avangart Nokta’
Yabancılaştırma/yadırgatma
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ e ismini veren ve temellendiren Tzonis ve Lefaivre’nin
yaklaşımın açılımını yaparlarken önemle üzerinde durdukları bir diğer kavram
‘yabancılaştırma/yadırgatma’
dır.
Tzonis
ve
Lefaivre
yabancılaştırmayı/yadırgatmayı, Rus Edebiyat teorisyeni, Victor Shklovsky’e
dayandırarak
açıklarlar.
İlk
kez
edebiyat
alanında
kullanılan
‘yabancılaştırma/yadırgatma’ yı Shklovsky 1965 yılındaki Tolstoy’un metinlerinde,
cümlelerin diziliş sırasını değiştirerek ‘bilinci delmek’ veya Rusça ‘ostraniye’ yani
‘alışık olunmayanı yapmak’ ile açıklamaktadır. İnsanların gündelik hayatta ezbere
aldıkları cümlelerin diziliş sırasını değiştirerek, onları alışık olmadıkları bir sıraya
koydukları zaman, yukarıda bahsedilen hafızaya alınmış bilgiler delinmiş, yerinden
oynatılmış olur [Tzonis & Lefaivre, 1986]. Bunun şiirdeki karşılığını antik dönemde
Aristotle, ‘bir deyişi normal söyleminden saptırarak farklılaştırmak’ olarak yorumlar
[Aristotle, akt: Tzonis ve Lefaivre, 1986]. İlk olarak Edebiyatta ortaya konulan bu
yöntem, daha sonraları mimarlık alanında da denenmiştir. Tzonis ve Lefaivre klasik
mimarlığın oranlar ile ilgili eserlerinin, bu durumu örneklediğini belirtir
[Tzonis&Lefaivre, 1986].
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ‘Yabancılaştırma/yadırgatma’ metodunun ilk olarak
gündeme gelişi Tzonis ve Lefaivre’nin Yunan Mimarlık Tarihini tartıştıkları ‘The
Grid and the Pathway’ başlıklı makalelerinde görülmektedir. Tzonis ve Lefaivre, bu
makalelerinde projelendirilmiş ütopyalardan çok, doğrudan deneyime dayanan bir
mimarlığın oluşturacağı iyileştirmeyi, ‘popüler mimarlıkta’ kullanılan tanıdık
48
elemanların, alışılmışın dışında kullanılması olarak tanımlar. Canizaro ise bu tanımın
Bölgeselcilik’
‘Eleştirel
in
gelecekteki
bir
stratejisi
olan
‘yabancılaştırma/yadırgatma’nın habercisi olduğunu belirtir [Canizaro, 2007].
Tzonis ve Lefaivre ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ i açıklarken, geleneğe eleştirel bakışı
gerektiren, modern yaklaşım tekniği olan, bina ve gözlemci arasında iletişim kurmayı
sağlayan yabancılaştırma/yadırgatma yöntemini, bölgesel elemanları farklı bir
biçimde kullanmak olarak da vurgular [Tzonis ve Lefaivre, akt: Nesbitt, 1996].
Nesbitt ise Tzonis ve Lefaivre’nin ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde ortaya
koydukları ‘Yabancılaştırma/yadırgatma’ yöntemini, ayrıştırmak (decomposing),
kimlik kazandırmak (identifying) ve tekrar bir araya getirmek (recomposing) olarak
formüle etmiştir. Nesbitt bu şekilde mimarların yalnızca kendilerine ait bölgelerde
tasarım yapma gibi sınırlamalarının ortadan kalktığını belirtir [Nesbitt, 1996].
Tzonis
ve
Lefaivre,
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’
in
şiirselliğinin,
‘yabancılaştırma/yadırgatma’ yöntemini kullanarak gerçekleştiğini belirtirler. Bu
şiirsel etki için referans olarak daha önce de bahsedilen Rus Edebiyatından,
Shklovsky’nin Edebiyatta kullandığı yöntemin mimarlıktaki uygulaması olarak
tanımlarlar [Tzonis ve Lefaivre, 1990]. Şiirsellik, İngilizcesi ‘poetics’, Yunan bir
kelime olan poein’den gelir ve bu kelime değinildiği üzere yalnızca edebiyat
alanında değil, her türlü entelektüel ve elle yapılan üretimde de ‘ortaya çıkarmak’
anlamında kullanılmaktadır. Şiir ve söz söyleme insanlığın oluşturduğu kültürün,
aynı zamanda klasik müzik, klasik edebiyat ve klasik mimarlığın temelidir. Tzonis ve
Lefaivre, mimarlıkta yeni düzenlerin ve yeni kompozisyonların kullanımının şiirsel
bir dünya oluşturacağından bahsetmektedir [Tzonis ve Lefaivre, 1986].
Tzonis & Lefaivre, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde değerlendirilebilecek,
yabancılaştırma örneği olarak, Rafael Moneo’nun Merida’daki Roma Müzesini örnek
olarak gösterir (Resim 2. 14). Bölgesel eleman olarak kullanılan Roma dönemindeki
49
şekli ile tuğladan oluşturulmuş kemer, o döneme ait etkiyi vurgular. Farklı olan,
kasıtlı olarak kalıntılar üzerinde oluşturulan grid sistemin, mevcut sistemin zıddı
yönünde ortaya konmasıdır. Tzonis-Lefaivre, bunun yalnızca eski düzenle yeni
düzeni birbirinden ayırmak için değil, aynı zamanda kentsel yaşamın ve toplumun
sürekliliğini kanıtlamak için yapıldığını belirtir [Tzonis ve Lefaivre, 1992].
Resim 2. 14. Roma Merida Müzesi, Rafael Moneo, 1985, İspanya [Stern, 1988].
‘Yabancılaştırma/yadırgatma’ ile ‘Eleştirel Bölgeselcilik’, aslında var olana eleştirel
bir
tavır
geliştirir.
Var
olan,
alışıldığı
biçimiyle
kullanılmaz.
Yabancılaştırma/yadırgatma, Frampton’un dünyanın aynılaşmasına karşı tavrının
dışında, yer’in de kendisini tekrar etmesine karşıdır. Bir diğer ifade ile
yabancılaştırma/yadırgatma, ‘yer’de var olandan yola çıkıp, tanınmayan, bilinmeyeni
arayarak ‘yeni’ye ulaşma çabasıdır. Bu durum ise, ilerlemeci bir tavır olarak
değerlendirilmektedir. Diğer bir ifade ile yabancılaştırmanın avangart bir tutum
olduğu söylenebilir. Buradaki avangart duruş, Frampton’un belirttiği gibi, başlangıç
noktasını arrie-garde’den alır, fakat ona yorum getirerek onu aşan bir tavır geliştirir.
50
3. HAN TÜMERTEKİN’İN B2 VE SM EVLERİNİN ‘ELEŞTİREL
BÖLGESELCİLİK’ İN ÖNE ÇIKAN KAVRAMLARI ARACILIĞIYLA
OKUNMASI
Birinci bölümde, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde Frampton’un özetle
mimarlığın özüne inerek, duyarlı mimarlık oluşturmak için kendisine çizdiği
çerçevede yer alan kavramları ele alınmıştır. Frampton, çizdiği bu çerçevede
dünyanın aynılaşmasına/bir-örnekleşmesine karşı, Heidegger’in dikkati çektiği yeryüzü ile insanoğlunun kurduğu ilişkide, her ‘yer’ in kendisine ait farklı problemleri
ile biricik olduğu düşüncesi öne çıkmaktadır. Heidegger, ölümlü olan insanın
yeryüzünü mesken tutabilmesini, öncelikli olarak kendisini güvende hissetmesine
bağlar. Bu güven duygusu, özünde insanın kendisini belli bir yere ait hissetmesi ile
ilişkilidir. Bu sebeple, Frampton, teknolojinin kendisini hızlı bir biçimde tekrar
edebilme özelliğinden dolayı, insanın yeryüzünü mesken tutmasını sağlayacak olan
biriciklik ve ait olma hissinin kaybolduğuna işaret eder. Daha önce de belirtildiği
üzere, Frampton insanda değişmeyeni aramak ile, aslında herkeste ortak olan
duyulara hitap ederek mimarlığı evrensel bir noktaya taşımaktan bahsetmektedir.
Han Tümertekin1’in tasarladığı B2 ve SM Ev’leri, Assos’a (Çanakkale) yedi
kilometre mesafede 450 nüfusu olan bir köyde yer almaktadır. Karşısında Ege Denizi
ve Midilli adası olan bu köy çok etkileyici bir manzaraya sahiptir [Tümertekin, 2001]
(Resim 3.1).
1
Han Tümertekin: 1958 İstanbul doğumlu mimar, 1976-82 yılları arasında, İstanbul Teknik
Üniversitesi’nde Lisans eğitimi almıştır. 1986-88 yıllarında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü’nde Y.Lisans eğitimi almış ve “Tarihsel Koruma ve Yakın Yıllarda İstanbul’daki Uygulama
Örnekleri” başlıklı tezini yazmıştır. 1986 yılından bu yana, Mimarlar Tasarım ve Danışmanlık Ltd.
adıyla kurulan, Mimarlık Ofisi’nde serbest mimar olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Mimar, 2004
yılında, B2 Evi ile Ağa Han Ödülünü, 2000 yılında Çatalhöyük Müzesi ile Ulusal Mimarlık Ödülünü,
1998 yılında ise ATK Lojmanları ile Ulusal Mimarlık Ödülünü almıştır. Tümertekin ayrıca, 2006
yılında Harvard Üniversitesi’nde stüdyo yöneticiliği, 2000- yılından bugüne Bilgi Üniversitesi Master
programında stüdyo yürütücülüğü yapmış ve buradaki proje yürütücülüğü devam etmektedir. Ayrıca,
yurt içi ve yurt dışında uygulanmış bir çok projeleri vardır. Mimar, şu günlerde Çin’de yeni
oluşturulacak olan bir mahallenin tasarımını yapacak en iyi yüz mimar arasına girmiş ve bu mahalle
için bir konut tasarlamıştır. (detaylı bilgi için. bkz.www.mimarlar.com).
51
Resim 3.1. Büyükhüsun Köyü Silüeti, 2007, Çanakkale-Türkiye [Arredemento
Mimarlık, 2007].
B2 ve SM Ev’leri, malzeme, yer vb. gibi bölgeye ait özellikler ile farklı bir biçimde
ilişki kurmaktadır. B2 Evi’nin, 2004 yılında bölgesel mimarlık ve kültürler
konusunda dünyaca önemli bir ödül olan Aga Han Ödülü’nü almış olması da, bu
ev’lerin Frampton’un çizdiği bu çerçeve için doğru örnekler olduğu düşüncesini
kuvvetlendirmektedir.
3.1. B2 Evi
Han Tümertekin’in B2 Evi1 (Büyükhüsun, Çanakkale, 2000-2001) (Resim 3.3)
kuzeyden güneye yedi metre uzunluğunda, üçgen şeklinde teraslamalar yapılarak
arsaya yerleştirilmiştir (Resim 3.2). Yamaçta yer alan B2 Evi’nde kullanılan
teraslama yöntemi köydeki diğer evlerde de kullanılmaktadır. Aralarında, 1.3 metre
yükseklik farkı bulunan arsa, bu teraslamalar ile iki platoya bölünmüştür. Bu iki
platodan, önde olan dikdörtgen biçimindeki bahçede ev yer alırken, yüksekte ve
arkada yer alan üçgen platoda bahçe bulunmaktadır (Resim 3.7)
1
B2 Ev’i ismini, kullanıcısı İstanbullu bir sanayicinin soyadının kodlamasından alır. Tümertekin’in
Selman ve Süha Bilal’e tasarladığı ikinci ev olduğu için B2 olarak adlandırılmıştır [Tümertekin,
2001].
52
Resim 3.2. B2 Evi Vaziyet Planı [Arkitera, 2008].
Resim 3.3. B2 Evi Görünüş [Aycı, 2007].
Evin sahipleri, inşaat maliyetlerini kontrol altında tutabilmek ve de bakım
gereksinimini azaltmak amacı ile evin ölçeğinde kısıtlamalar getirmişlerdir. Bu
sebeple program oldukça basittir. Zemin kat, açık mutfak ve tuvalet ile basit bir
oturma odası olarak tasarlanmıştır. Üst katta iki yatak odası ve ıslak hacimler yer
almaktadır (Resim 3.4-Resim 3.5). Bu iki kat arasındaki bağlantı, dışarıdan, ahşap ve
çelikten yapılmış merdiven aracılığıyla sağlanmaktadır [Arkitera, 2008].
53
Resim 3.4. B2 Evi Zemin Kat Plan Şeması [Arkitera,2008].
Resim 3.5. B2 Evi 1. Kat Plan Şeması [Arkitera,2008].
Resim 3.6. B2 Evi Kesiti [Arkitera, 2008].
54
Resim 3.7. B2 Evi Üçgen Bahçe [Aycı, 2007].
B2 Ev’i, 2004 yılında Ağa Han Mimarlık Ödülünü almıştır. Tümertekin tasarladığı
B2 Evi’ni “hiçbir şekilde geçmişe ve geleneksele teslim olmayan, bugünü
bünyesinde barındıran ama içerisinde bulunduğu çevre ile de ciddi bir alışveriş
içerisinde bulunan bir yapı” olarak tanımlar [Tümertekin, 2001].
İşverenin o köye gitme nedeni, yoğun iş hayatından bir tür inzivaya çekilmek, kentte
gerçekleştirdiği müzik dinlemek, kitap okumak gibi bütün eylemleri, burada da
devam ettirmektir. İşveren, köyde köylülerin yaşadıkları gibi bir yaşam
sürdürmeyecektir,
tersine
kendi
kentli
[Tümertekin, 2001].
Resim 3.8. B2 Evi İç Mekan [Aycı, 2007].
alışkanlıklarını
devam
ettirecektir
55
Yapı bir tür taş prizmadan oluşur, köyün genel dokusu da bu tür taş prizmalardan
oluşmaktadır. Arazi seçimini de Tümertekin’le beraber yapan işveren, arsanın
geometrisinin çok da elverişli bir geometriye sahip olmamasına karşın, arsanın köyün
topografyasındaki konumunun çok elverişli oluşundan dolayı bu arsayı seçtiklerini
belirtir. Arsa, köyün eteklerinde yer alır, köyün içerisinde değildir. Tümertekin,
arsanın bu konumunun işverenin oraya gitme nedeniyle tam olarak örtüştüğünü
vurgular [Tümertekin, 2001]. Bu şekilde işveren, arsayı seçerken orada ne şekilde
var olmak istediğinin de kararını vermiştir.
Resim 3,9. B2 Evi Eskiz Çalışması [Tümertekin, 2001].
Tümertekin, tasarımlarında yöntem olarak, tasarıma ilişkin ana problemi tespit edip,
bu problemin çözümü üzerine tasarım sürecini oluşturduğunu ifade etmektedir.
Ayrıca Tümertekin’in, “Asla çözümlerden değil, ama hep sorunlardan yola çıkarım.”
ifadesi de onun sorunlardan yola çıkma ile ilgili tasarım felsefesini destekler.
Tümertekin, B2 Evi’nin tasarımında temel soruyu, “köyde, aynı zamanda da büyük
oranda köyün olanakları kullanılarak, kentlinin evi nasıl yapılır?” üzerine kurmuştur.
Bir diğer problem alanını Tümertekin ‘yer’ ile ilişkisi üzerine kurgular ve, “ne
oranda yerelleşip ne oranda onun gerisinde kalacağız” sorusunu gündeme getirir. Bu
soruların ışığında, orada sürdürülecek yaşantının basitliğine de uyum sağlayan bir
56
prizmanın ortaya çıktığını sözlerine ekler [Tümertekin, 2001]. Görüldüğü üzere,
tasarım problemi, mimara başlangıç noktasını oluşturmuştur.
Tümertekin’in bir diğer önemli veri olarak ortaya koyduğu durum, bu prizmayı
konumlandırırken, manzaraya büyük öncelik vermektir. Bunun için manzarayla ev
arasına bahçe alınmamış, evin manzaraya açılan yüzeyi, arsanın manzara yönünde
sınırına dayanmıştır [Tümertekin, 2001] (Res. 3.10).
Resim 3. 10. B2 Evi Eskiz Çalışması [Tümertekin, 2001].
Yapının manzaraya açılan yüzeyindeki boşluk, şeffaf bir biçimde güneydoğuya
açılır. Bu veri aynı zamanda yapıyı güneş ışınlarından korumak için önlem almayı
gündeme getirmiştir. Bunun için yapının güneydoğu cephesinde hareketli bir panjur
sistemi yer almaktadır. Bu panjur sistemini Tümertekin, ayrıca kısa süreli
kullanılmak üzere tasarlanan yapıyı koruyan elemanlar olarak da tanımlar
[Tümertekin, 2001].
B2 Evi’nin içerisindeki yaşantı çok basittir, öyle ki alt katı üst kata bağlayan
merdiven dışarıya alınmıştır (Resim 3.11). Kullanıcı alt kattaki yaşama mekânından
üst kata çıkarken, dış mekândaki merdiveni kullanmaktadır. Bir başka deyişle evin
57
içerisindeki düşey sirkülasyon, dış mekâna alınmıştır. Tümertekin işverenin de cesur
tavrı ile iç mekân ile dış mekân arasındaki gerilimi zorlamıştır [Tümertekin, 2001].
Resim 3.11. B2 Evi Merdiven [Aycı, 2007].
Yamaçta yer alan köyden daha alçak bir konumda bulunan B2 Evi’ne, köyden
yaklaşılırken çatı algılanmaktadır. Bu sebeple çatının tasarımı da önem kazanmıştır.
Tümertekin duvar yüzeyindeki taş malzemeyi, çatı düzlemine de taşımış, alışıldık
biçimde teras çatı üzerine serilen çakıl yerine, malzeme olarak taş kullanmıştır.
Böylece, evin çatı düzlemi beşinci cephesi olarak tasarlanmıştır [Tümertekin, 2001].
Resim 3.12. B2 Evi İç Mekân [Aycı, 2007].
58
Tümertekin’in B2 Evi’ni tasarlarken ortaya koyduğu bir diğer problem, merdivenin
dışarı alınması sonucu iç mekânın iyice boşalması durumunu zorlayıp, taşıyıcıları
köşeye çekerek tek seferde dokuz metrelik açıklığı geçmektir. Bunun sonucunda
taşıyıcılar köşeye çekilmiş ve iyice büyümüştür. Yaşama mekânını olabildiğince
büyütmek amacı ile arkadaki taşıyıcı kalın bant ıslak hacimleri de içine almıştır. Bu
iki betonarme taşıyıcı arasındaki yerel malzeme olan taşın örülme işi, yerel ustalara
bırakılmıştır. Tümertekin, bu iki kalın baçtın arasını taşla doldurulmasını bir başka
şekilde de gerekçelendirir. Yapım aşamasında, bürodan şantiyeye beş saatte
ulaşılmaktadır. Yani şantiye ziyaretleri çok sık gerçekleşemeyecektir. Tümertekin,
problemli alanlar olan taşıyıcıları bu iki kalın bant içerisine alarak, şantiye
ziyaretlerinde bu sıkıntılı alanların kontrolü ile büyük oranla şantiyeyi kontrol
yüklerini hafifleteceklerini belirtmiştir [Tümertekin, 2001].
Resim 3.13. B2 Evi İnşaat Aşaması [Tümertekin, 2001].
Bahsedildiği üzere, Tümertekin’in B2 Evi’ni tasarlarken önemli bir veri olarak altını
çizdiği konu, buradaki yaşantının çok basit oluşudur. İç mekânda, mümkün
olduğunca yalın, karmaşa içermeyen bir mekân arayışı vardır. Kolonlar olabildiğince
yanlara çekilerek iki bant arasına alınarak iç mekânda sakin bir boşluk yaratılmıştır1.
B2 Evi’ne girildiğinde bu yapı kaç metrekare diye sordurtmaz. Bilindik terminoloji
1
İşveren, İstanbul’da tekstil işiyle uğraşan kişilerdir ve dileseler B2 Evi’ni bu günlerde bir çok kişinin
talep ettiği popüler villalar gibi yaptırabileceklerdir Fakat işveren, kent içerisindeki kargaşadan
kurtulmaya çalıştıklarını, basit bir yaşantı istediklerini belirtirler.
59
ile ifade edildiğinde B2 Ev’i iki oda bir salon, 650 metrekare arsa üzerine oturan,
boyutları dıştan dışa altı metreye on metre olan 150 metrekarelik bir evdir. Fakat
tasarım amacı ile birebir örtüşür biçimde, yapı bütün bilindik kodları ve alışkanlıkları
sorgular.
Resim 3.14. B2 Evi Islak Hacimler [Aycı, 2007].
Bu tez, B2 Evi’nin çağdaşlarından farklılaştığı düşünülen duruşunu sorgulamak ve
okumak üzere yapılmıştır. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımından alıntıladığı
kavramlar aracılığıyla bu evi okuma çabası, B2 Evi’nin, bilindik kodlardan uzak bu
yönünü anlamaya yöneliktir.
3.2. SM Evi
SM Evi de 1( Büyükhüsun, Çanakkale, 2004-2005) B2 Evi’nin bulunduğu Ayvacık’ın
Büyükhüsun Köyünde yer alan bir hafta sonu evidir. Dört kişilik kentli bir ailenin
kalabalık çevresi ile birlikte kullanmayı planladığı ev, köyün sınırında, toğoğrafya ile
örtüştüğü noktada yer alır. Arsa, köyün sınırını oluşturan hacimli bir taş duvara
1
SM Evi de B2 Evi’nde olduğu gibi ismini kullanıcısının baş harflerinden almaktadır. Evin sahipleri,
Sedef ve Murat Öztürk, SM Evi’ni yaptırmaya, B2 Evi’nin sahibi Selman Bilal’in B2 Evi’nde ziyaret
ettiklerinde karar verdiklerini belirtirler [Sedef ve Murat Öztürk, akt: Louie, 2007].
60
sırtını dayar ve dikdörtgen bir plan şemasına sahiptir. Bu dikdörtgenin uzun
kenarında 160 cm’de bir tekrarlanan çelik strüktür lineer bir biçimde uzanır.
Tasarımda dikdörtgenin uzun yönünde iç ile dış arasında kurgulanan duvarlar çoğu
kez şeffaf ve açılabilen özellikleri ile fiziksel olarak geçirgen bir mekânı tanımlarlar.
Bu geçirgenlik güney yönünde manzaraya bütünüyle şeffaf, cam yüzeyler ile, kuzey
yönünde ise evin konumu ve taş istinat duvarı ile arasında yaratılan sokağa açılan
yüzeyler ile sağlanır [Arredemento Mimarlık, 2007].
Resim 3.15. SM Evi [Arredemento Mimarlık, 2007].
SM Evi’nin 52 metre uzunluğundaki kuzey sınırını, köy yolu biçimlendirmektedir.
Yapının çevreden ve yoldan öncelikli olarak çatısı algılanmakta, arsanın kuzeyinde
yolu tutan duvar ise arsanın köy ile sınırını çizmektedir. Yapının ana taşıyıcılarını,
dikdötgenin kısa yönünde, kuzey-güney yönünde kurgulanmış betonarme perde
duvarlar oluşturur. Bu duvarlar aynı zamanda programa ilişkin organizasyon da
yaparak iç mekânın düzenini kurgular. Yapının kabuğunu ise, 160 cm’de bir
tekrarlanan çelik konstrüksiyon biçimlendirmektedir ve bu konstrüksiyonun arasını
masif taş duvarlar doldurur. Yapının kuzey sınırını oluşturan bu taş duvar zeminden
başlayarak yapının çatısına doğru kıvrılır ve çatıda da devam ederek evin üstünü
örterek sonlanır [Arkitera, 2008].
61
Resim 3.16. SM Evi Plan Şeması [Arkitera, 2008].
SM Evi’nin dikdörtgen plan şeması ve yüksek tavanı işverenin talebinden yola
çıkarak oluşmuştur. İşveren, fabrika yapılarını çok sevdiklerini, bu sebeple bir
tanesinin ölçüsünü alarak, Tümertekin’den bu ölçülerde bir ev istediklerini belirtir.
İşveren, ayrıca, komşu evlerin manzarasını kapatmamak adına yapının talep edilen
yüksekliğinin Tümertekin tarafından kesitte çalışıldığını ve bu durumun göz ardı
edilmediğini de sözlerine ekler [Arkitera, 2008].
SM Evi’ne köyden bakıldığında 40 metrelik bir taş yüzey görülmektedir (Res. 3.27).
Bu taş malzeme köyde görmeye alışık olunan bir malzemedir. SM Evi’nde de, B2
Evi’nde olduğu gibi tasarımın nirengi noktasını sınırda olma durumu oluşturur
[Korkmaz, 2007]. Her iki yapı da, köy ile boşluğa açılan vadinin sınırında
konumlanmaktadır.
62
Resim 3.17. SM Evi Eskiz Çalışması [Arkitera, 2008].
B2 Evi’nin aksine SM Evi’nde kalabalık arkadaş gruplarının ağırlanması ve dört
kişilik bir aileyi barındıracak bir kullanım öngörülmüştür. İşveren, B2 Evi’ndeki öne
çıkan yalnızlık, dinginlik düşüncesinin aksine burada hareketli bir yaşamanın
süreceğinin ipuçlarını verir. Yazın, şezlongları terasa çıkarıp terasta uyuduklarını
ifade eden kullanıcılar kapıları dahi kilitlemediklerini de sözlerine ekler [Arkitera,
2008].
SM Evi’nin misafir bölümü ile evsahiplerinin yaşadığı bölümü birbirinden ayıran
yarı-açık bölüm ‘Avlu Odası’ olarak adlandırılmıştır. Avlu odasının çatısında ızgara
sistemin arasını dolduran taş malzeme zeminde ışık gölge etkisi oluşturur. ‘Avlu
Odası’nın evin herkes tarafından en çok sevilen ve vakit geçirilmesi tercih edilen
mekânı olduğu kullanıcılar tarafından belirtilir. Sıcaklığın on dereceye düştüğü kış
sabahlarında dahi bu mekânın kullanıcı tarafından rahatça kullanılır [Arkitera, 2008]
(Resim 3.18).
63
Resim 3.18. SM Evi Avlu Odası [Arkitera, 2008].
3.3. ‘Direnç Noktaları’ ve B2 - SM Ev’leri
3.3.1. ‘Deneyimsellik’ ve B2 - SM Ev’leri
“Mimarlığımda, fiziksel ve duyusal bütün verileri tasarıma katarım” 1.
İkinci bölümde de tartışılan ‘deneyimsellik’ kavramı, hatırlanacağı üzere, temelinde
mimarlığın yalnızca görsel parametreler ile oluşturulan bir pratik olmadığına işaret
etmektedir. Teknolojinin etkisi ile oluşan bugünün mimarlık ortamının da etkisi ile
mimari mekânların sunumunda kullanılan perspektif ve üç boyutlu imajlar insanın
daha çok görsel algısına ilişkin sunumlardır. İnsanın mekânı algılarken farklı
duyuları da kullandığını vurgulayan kavram ‘deneyimsellik’ başlığı altında
tartışılmıştır (Daha detaylı bilgi için bkz. Bölüm 2.4).
‘Deneyimsellik’e Tümertekin’in B2 ve SM Ev’leri özelinde bakıldığında, iki açıdan
değerlendirilebilir. İlk olarak ‘deneyimsellik’ ile vurgulanan, mimarlık ürününün
görsel bir sonuca yönelik bir ürün olmadığı üzerinedir. Her iki ev de, Tümertekin’in
söylemlerinden
de
anlaşılacağı
üzere,
yalnızca
biçimsel
endişelerle
oluşturulmamıştır. Tümertekin’in bu iki ev özelinde, deneyimsellik ile ilişkilendiği
1
Han Tümertekin ile Ekim. 2008’de yapılan sözlü görüşmeden alınmıştır.
64
bir diğer nokta tasarımlarını gerçekleştirdiği yer ile kurmaya çalıştığı iletişimdir.
Tümertekin, yeri teşhis ederken tüm duyuları ile mekânı algılamaya çalışır ve
gündelik yaşamdaki deneyimlerini tasarımına bir girdi olarak dâhil etme çabası içine
girer. Tümertekin’in Büyükhüsun Köyü’nü dolaşırken edindiği deneyimler her iki
tasarımının gerçekleşmesine etki etmiştir. Tümertekin, tasarım problemini tespitini,
tasarımlarını gerçekleştireceği alana giderek ve o alanda “elimde ne var” saptaması
yaparak gerçekleştirdiğini belirtir. Bu durum onun tasarım yapacağı alanı
denetimlemesine ilişkin verdiği önemi göstermektedir. En büyük hayalini “bina
yapmadan mimarlık yapmak” olarak niteleyen Tümertekin’in bu sözleri de özünde
‘deneyimsellik’e vurgu yapmaktadır. Tümertekin bu durumu açıklamak için örnek
olarak, sahildeki bir düğünde, gündüz kumsala dikilen dört direğin, gece
aydınlatılması ile oluşturulan mekânda insanların alanın dışına taşmadan
eğlenmelerini vermiştir [Arkitera, 2007]. Burada herhangi bir inşa eylemi olmadan,
ışık etkisi ile insanlar yönlendirilmiş ve insanlar ışıkla tanımlanan alanın bir santim
bile dışına çıkmadan mekânı kullanmışlardır. Bu örnek, tamamıyla ışığın, aydınlık
bir mekân yaratarak insan algısını etkilemesi gerçeğini aktarır. Tümertekin’in
“Tasarıma ilişkin bütün cevaplar gerçek hayatta gizlidir”1 sözleri de özünde gündelik
deneyimlere
ve
insan
algısına
ait
gerçekliklerin
öne
çıkması
olarak
değerlendirilmektedir.
B2 Evi’nin hem basit, hem de karmaşık duygular yaratan içten bir ev olduğunu
belirten Tümertekin [Tümertekin, aka: Milliyet, 2008] in bu ifadesi ile de onun
mekânı denetimleyenin, algısına yönelik beklentisi görülmektedir.
Bahsedildiği üzere, 2004 yılında Aga Han Mimarlık Ödülü alan B2 Evi’nin jüri
raporunda yer alan ödül alma gerekçesi ile ilgili, “yapısında kusursuzluk ve mutluluk
barındırır” [Jüri Raporu, akt: Arkitera, 2008] ifadesi de, jürinin, B2 Evi’nin insan
algısına
1
yönelik
hassasiyetini
gözler
önüne
seren
Han Tümertekin ile Ekim. 2008’de yapılan sözlü görüşmeden alınmıştır.
bir
durum
olarak
65
değerlendirilmektedir. Aynı jürinin, “B2 Ev’i kendini fark ettirmiyor, hissettiriyor”
[Milliyet, 2008] tanımlaması da B2 Evi’nin, duyulara hitap ettiğinin başka bir kanıtı
olarak değerlendirilmektedir.
B2 Evi’nin iç mekânının deneyimini Korkmaz şu sözler ile açıklar. “Öğleden sonra
güneş bu filtrelerin arasından süzülerek doluyor evin içine, vadi manzarası silik bir
anı gibi kalıyor, her şey bulutsu bir ifadeye bürünüyor, mekân bambaşka okunuyor.
Yerel, doğal- taş, hasır malzemelerin oluşturduğu dokuların konturları, işlenmiş
malzemelerle- beton, alüminyum belirginleştirilmiş. İç mekânda bunlar artık beton
taşıyıcı, hasır panjur ve cam yüzeyler olarak değil, mekânın içinde yüzen, yer
değiştiren farklı dokulu düzlemler olarak okunuyor. Mekânın tek süsü bunlar, başka
süse gerek kalmıyor…” [Korkmaz, 2001]. Bu sözler de B2 Evi’nin yalnızca, görsel
endişelerle değil, insan algısına ilişkin gerçeklikleri dikkate alarak tasarlanmasına
işaret eden düşüncelerdir ve evin farklı zaman dilimlerinde insan üzerinde farklı
duyumsamalar oluşturduğunu aktarmaktadır (Resim 3.20).
Hatırlanacağı üzere ikinci bölümde Frampton, Ando’nun mimarlığı üzerinden
örneklediği, ışığın ve malzemenin yapı üzerindeki etkisinin inşasından sonra
bitmediğini, asıl görevinin inşasından sonra da devam ettiğini belirtir. B2 Evi’nde de
özellikle yapının kısa süreli kullanımından dolayı, manzaraya açılan şeffaf yüzeyi
kullanılmadığı zamanlarda korumak amacıyla tasarlanan, bir yandan da güneşi
engellemek amacıyla tercih edilen hasır panjurlar, iç mekânda kapatıldığında tıpkı
doğal bir perde gibi manzarayı örter ve iç mekâna ışığın etkileyici bir biçimde
girmesini sağlar ve bu durum iç mekânı deneyimleyenin duyularına hitap eden etkili
bir mekân oluşturur. Benzer biçimde SM Evi’nin avlu odası adı verilen, üst örtüde
çelik hasır arasını dolduran taşların arasından süzülen güneş ışınları B2 Evi’ndekine
benzer biçimde zeminde oluşturduğu ışık-gölge oyunları ile mekânı deneyimleyen
insanı etkiler (Resim 3.18-Resim 3.20). Bu şekilde, mekânlar günün değişik
zamanlarında, farklı mevsimlerde farklı algılanmış olur.
66
Tümertekin, B2 Evi’ne her gidişinde, köyün yamacından eve doğru yaklaşırken her
seferinde bir anlık duraksadığını belirtir. Tasarladığı bina tasarımcısına bile her
seferinde, aynı deneyimi yaşatır. Buradan hareketle Frampton’un da vurguladığı,
yapının görevinin inşasından sonra bitmediği aksine, deneyimlenme sürecinin,
tasarımcısı için bile devam ettiği görülmektedir.
Hatırlanacacağı üzere, Frampton’un işaret ettiği bir diğer husus olan, mimarlığın
‘deneyimselliği’ için malzeme seçiminin önemi, B2 Evi’nde ve SM Ev’lerinin her
ikisinde de kullanılan taş malzeme, ikinci bölümde de vurgulandığı üzere,
dokunulunarak algılamaya yönelik bir çabadır. Bu taş dokunun, ileride daha detaylı
olarak ‘yabancılaştırma/yadırgatma’ kavramı ile de inceleneceği üzere, köydeki
mevcut taş dokudan farklılaşarak insanın tüm duyularına hitap eden bir yanı olduğu
düşünülmektedir.
Resim 3.19. SM Evi Taş Duvar Dokusu [Arredemento Mimarlık, 2007].
67
Resim 3.20. B2 Evi Üst Kat Balkonu [Aycı, 2007].
B2 Evi manzaraya olabildiğince açılmak amacı ile arsanın manzaraya bakan kısmına
dayanır. Manzarayla arasına hiçbir şey koymamak için, bahçe yana alınmıştır.
Yapının sınırı bu noktada, boşluğa dayanır. Mütevazi ölçeği ile bir kulübe gibi
algılanma tehlikesi varken, bir ev olmaktan çok sınırda duran mükemmel bir prizma
olarak anıtsallaşmaktadır. Korkmaz da B2 Evi’nin anıtsallığını, Tümertekin’in yer’in
yalnızca ihtiyaçlarını değil arzusunun farkında olarak sonuçlandığını belirterek,
duvarları ve çatısı ile artık bir ev olarak değil, sonsuzluğa uzanan ve köydeki diğer
evlerden kendisine oluşturduğu mükemmel zemin ile farklılaşan mükemmel bir
prizma olarak değerlendirir [Korkmaz, 2001].
Resim 3.21. B2 Evi’nin sınırdaki konumu [Arkitera, 2008].
68
Tümertekin, Büyükhüsun Köy’ünün sokaklarında gezinirken (Resim 3.22) edindiği
deneyimlerini, SM Evi’ne de yansıtmıştır. SM Evi’nin köye sırtını dönerek
oluşturduğu kıvrılan taş duvarı ile teraslamalar sonucu oluşan köye sınır oluşturan taş
duvar arasındaki mekân adeta köyün sokaklarından biri gibi davranır. Kullanıcı, evin
arkasındaki bu sokağı çok sık kullanmaktadır. Burada yemek yeme eylemi de dahil,
çok zaman geçirmektedir.1 Yapının inşasından sonra kullanıcısı tarafından
deneyimlemesi ile aslında mimarın başlangıçtaki yaşantıya ilişkin öngörülerinin
doğru sonuçlandığının bir göstergesidir.
Resim 3.22. Büyükhüsun Köyü Sokağı [Aycı, 2007].
Resim 3.23. SM Evi Sokağı [Aycı, 2007].
1
Han Tümertekin ile Ekim. 2008’de yapılan sözlü görüşmeden alınmıştır.
69
Resim 3.24. SM Evi Sokağı [Aycı, 2007].
3.3.2. Yer- Bağlam ve B2 - SM Ev’leri
“Bir tasarımda, iki türlü çıkış noktası olabilir, yerin verilerinden hareket ederek
başlangıç noktası oluşturulabilir, ya da yok ederek…”1.
Hatırlanacağı üzere, Frampton ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ ile ‘yer’ kavramını tartışırken
yer’in mimarlığın bilinçli bir şekilde sınırlaması olarak tanımlamıştı. Buradan
hareketle B2 ve SM Ev’lerine bakılacak olursa, Tümertekin’in bu evlerin yerel bir
çevrede yer almasından dolayı, burada bulunan hazır koşulların işini kolaylaştırdığını
ifade etmesi2 aslında yer’le ilişkilendiğinin göstergesi olarak değerlendirilmektedir.
Tümertekin, bu iki evde başlangıç noktası olarak aslında kendisine ‘yer’de mevcut
olanı
almıştır.
Hatırlanacağı
üzere,
‘Eleştirel
Bölgeselcilik’in,
yeryüzünün
aynılaşmasına karşı direnç oluşturmak için ortaya koyduğu ‘yer’ kavramı, mimarın
yerin fiziksel ve algısal sınırlarının farkında olması olarak tanımlanmıştır.
1
Han Tümertekin ile Ekim. 2008’de yapılan sözlü görüşmeden alınmıştır.
70
Tümertekin’in tasarımlarını gerçekleştirirken, ortaya koyduğu “Elimde ne var tespiti”
de yerin fiziksel sınırlarını belirleme amaçlı bir çaba olarak yorumlanmaktadır.1
Örneğin işveren B2 Evi’nin arsasını Tümertekin ile beraber seçmiştir. Sonuç olarak
B2 Evi’nde Tümertekin’in “Elimde ne var tespiti” sonucunda elinde, geometrisi çok
da elverişli olmayan bir arsa, köyün yerel dokusunda mevcut olan taş, yerel işçiler,
boşluğa açılan bir manzara ve eğimli bir topografya bulunmaktadır.
B2 Ev’inde, yerel malzeme olan taş, iki kalın betonarme taşıyıcı bant arasında
kullanılmıştır. Betonarmenin yanında yerel bir malzeme olan taşın kullanımı fiziksel
sınırların farkında olma ve onları da kullanma çabası olarak değerlendirilmektedir.
Mimar, başka bir malzeme kullanabilecekken, orada var olan taşı kullanmıştır. Bu
salt ekonomik bir karar değil, belirtildiği gibi mimarın bu yolla bağlam ile de
ilişkilenmesini de sağlamaktadır.
B2 Ev’inde ‘yer’in tasarıma olan diğer bir etkisi ise manzaradır. Başka türlü ifade
etmek gerekirse manzara, ‘yer’in bir başka fiziksel sınırını oluşturmaktadır. Arsanın
konumu itibariyle, ev yamaca yerleşmiş ve boşluğa bakmaktadır (Resim3.25). Bu
noktada mimar, yapıyı arsanın sınırına yaklaştırır, neredeyse sınır ile arasında mesafe
yoktur. Arsanın sınırını, yapı oluşturur. Manzaraya açılabilmek adına, manzara ile ev
arasına bahçe bile alınmamıştır, bahçe yana alınmıştır. Manzaraya olabildiğince
açılabilmek için kullanılan sürekli cam yüzeyler, kanatlar ile parçalanmamış, kayar
sistemler aracılığıyla açılmıştır. B2 Evi’nin manzarayla ilişkilenmek amacıyla, aldığı
bu tasarım kararlarının etkisi, yer’in tasarımcıya sunduğu manzaranın koşullarını iyi
okumaktan kaynak alır.
Yapının, yukarıda bahsedilen manzaraya açılan şeffaf yüzeyi, güney cephesidir ve
güneş almaktadır. Yapının güneş aldığı zamanlarda, güneşe karşı kontrol amacıyla,
1
Han Tümertekin’in 2007 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesinde gerçekleştirdiği KAEM Konut
Semineri’nden alınmıştır.
71
metal çerçeve arasını dolduran hasır panjur, yapıyı güneşten korumak amacı ile
tasarlanmıştır. Güneşe ilişkin bu öngörü de yer’in sınırlarının farkında olmak olarak
yorumlanmaktadır.
Resim 3.25. B2 Evi Manzaraya bakış [Arkitera, 2008].
B2’nin doğayla kurduğu ilişki de bağlamından kaynaklanmaktadır. Bir kentlinin
gidip kırda/köyde ev alması demek, onun orada köylü gibi yaşayacağı anlamını
taşımaz. B2 Evi’nin bağlamsal çerçevesini kullanıcının kentteki yaşantısını kısmen
burada devam ettirecek olması oluşturur. Ev doğayla karışmaya onunla hemhal
olmaya çalışmaz. [Korkmaz, 2001]. Tümertekin, evin kullanıcısının burada köylü bir
yaşantı sürdürmemesi üzerine kurguladığı bağlamsal çerçeve ile tasarımını
gerçekleştirmiştir.
Tümertekin, B2 Evi ile ilişkili olarak, bu evin on santimetre dahi yerinden
oynatılamayacağını belirtir. Bununla ilgili günlerce çalıştığını da ekleyerek evi on
santimetre geriye kaydırdığınızda, evin arkasında bulunan, üst kat ile alt katı
buluşturan merdivenin altındaki alanın daralacağını ekler.1 Bu durum, ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’e eleştirel bakış bölümünde tartışılan Uğur Tanyeli’nin “günümüzde
‘yer’e cuk diye oturan yapı yoktur” eleştirisine bir cevap niteliği taşımaktadır. B2 Evi
1
Han Tümertekin ile Ekim. 2008’de yapılan sözlü görüşmeden alınmıştır.
72
bulunduğu arsayla, manzarayla, iç mekân ve dış mekân organizasyonu ile bulunduğu
‘yer’ ile sıkı ilişkiler kurmaktadır.
B2 Evi’nin yer ile olan ilişkisine bir başka yaklaşım Gülsüm Baydar Nalbantoğlu
tarafından yapılmaktadır. Nalbantoğlu, mimarlıkta yer kavramının farklı biçimlerde
tanımlamanın mümkün olduğunu belirtir. İlk akla gelen, çevrede yer alan ağaç, bitki
ya da diğer yapıları yok saymama, topoğrafyaya uyum gösterme gibi özelliklerin her
özenli
projede
görülebileceğini
belirtir.
Bir
diğer
durumum
ise
tasarım
problemindeki sorunları yer bağlamında tanımlamanın ‘yer’ i sorunsallaştırmak
olduğunu söyleyen Nalbantoğlu, B2 Evi’nin yer ile ikinci türden bir ilişki kurduğunu
belirtir [Nalbantoğlu, 2000].
B2 Evi’nin yer ile ilişkisini tartışan Korkmaz ise, Tümertekin’in B2 Evi’nde, ‘ev’ ile
‘yer’ arasındaki ilişkinin her ikisini de dönüştürerek, tanıdık olanı mükemmelleştirip,
daha önce farkına varılmamış olanı öne çıkardığını belirtir [Korkmaz, 2001].
Korkmaz’ın bu sözleri, Tümertekin’in yalnızca ‘yer’den bir takım veriler
toplamadığını, ayrıca ‘yer’in sahip olduğu fakat daha önce fark edilmeyeni öne
çıkararak, yere katkı sağlamayı amaçladığı şeklinde yorumlanmaktadır. Korkmaz
ayrıca, B2 Evi’nin yer ile olan ilişkisini, yer’in ihtiyaçlarına değil, arzusuna cevap
vermek olarak tanımlar. “Ev boşluğun gücüne anıtsallıkla cevap verir. Bu noktada
yer’in arzusu sınırda kurulan anıtsallıktır. Taşın döndüğü duvarları ve çatısıyla bu
artık bir ev değil, yeşil bir zemin üzerine oturan mükemmel bir prizmadır”
[Korkmaz, 2001].
İkinci bölümde bahsedildiği gibi, ‘yer’in fiziksel sınırlarının dışında, yerin algısal
sınırlarının da farkında olmak da ‘yer’ e karşı duyarlı bir mimarlık için gerekli
koşullardan biridir. Algısal sınırları, ikinci bölümün sonunda kavramları tartışırken
belirtildiği gibi, Heidegger’in yeryüzüne yer-leşme açılımları ile açıklamak
mümkündür. B2 ve SM Ev’leri Heidegger’in işaret ettiği gibi, algısal sınırlarını
neredeyse gökyüzüne kadar dayandırmışlardır. Bu durum, iç mekânı deneyimleyenin
73
yine Heidegger’in işaret ettiği gibi kendisini yer-yüzüne ait hissetmesine yönelik bir
çaba olarak değerlendirilmektedir.
B2 ve SM Evleri yan ve arka yüzeyinde olabildiğince sağırlaşarak, manzaraya
olabildiğince açılmıştır. Bu iki evde de, Tümertekin’in tanımladığı iç mekânın
sınırları pencerenin bittiği yer değildir. Fiziksel olan cam burada iç mekânı dış
etkilerden korurken, algısal olarak sınır, manzaranın boşluğuna, gökyüzü ile denizin
buluştuğu çizgiye dek uzanmaktadır. Korkmaz bu mekânın etkisini, “Olağan ve
gündelik olan her şey burada sıradanlaşır” şeklinde ifade etmiştir [Korkmaz, 1999].
Tümertekin’in bağlam ile ilişkisine bakılacak olunursa, bilindik bir şekilde, arsaya,
iklime vb. gibi faktörlere uymanın dışında, Tümertekin’in bağlama da eleştirel
yaklaştığı
görülür.
Tümertekin,
yerel
bağlamı
da
eleştirel
bakışı
ile
dönüştürmektedir.
Korkmaz Tümertekin’in bağlam ile ilişkisini B2 Evi üzerinden şu sözler ile açıklar,
“tasarımın bağlamı hiçbir girdi ıskalanmayacak şekilde tanımlandıktan sonra yapı
metaforik bir ilişkiyle kurulur. Bağlam, artık tasarımı açıklamaya yetmez, tasarım
onu aşar; bağlam tesadüfidir, tasarım mükemmelliğe ulaşmayı çabalar veya onun
sözleriyle “tasarımcı var olandan daha iyisinin/doğrusunun/güzelinin mümkün
olduğunun farkındadır. Bunu yapabilmenin enerjisini ve yükünü taşır.” Tasarım ve
bağlam iki ayrı ama bağlı dünya olarak yan yana dururlar. Bu ilişki Heidegger’in
köprü örneğini akla getirir: Köprü iki yakayı hem bir araya getirir hem de sonsuza
kadar birbirinden ayırır” [Korkmaz, 1999]. Korkmaz’ın bu sözleri de Tümertekin’in
bağlamla doğrudan değil, diyalektik bir ilişkisi olduğunu kanıtlar.
74
Resim 3.26. SM Evi manzaraya bakış [Arredemento Mimarlık, 2007].
Olayları ve anı o anki durumları ile değerlendirdiğini belirten Tümertekin’in bu
sözleri bağlamla kurduğu ilişkiyi açıklamaktadır. Buna ek olarak Tümertekin’in,
“Her tasarım değil, her yeni tasarım kendi sıfır noktasını arar”, ifadesi de her
tasarımın kendi bağlamı ile var olduğuna işaret ederek Tümertekin’in eleştirel
yaklaşımına ilişkin ipuçları verir [Tümertekin, 1999].
B2 Evi köyde hazır bulunan yerel dokuya ait prizmaları dikkate alarak tasarlamıştır.
Tümertekin günümüzdeki görsel kalabalığa rağmen, B2 Ev’inin biçimlenişinde
‘yer’de mevcut olan bağlamdan yola çıkmıştır.
B2 Evi’nde sürdürülecek yaşantının basitliğine paralel olarak bir prizmanın
oluştuğunu belirten Tümertekin’in, “hem bizim içini rahat kullanabilmemiz
açısından, hem de oradaki morfolojiye uyum açısından prizma iş görüyor”
[Tümertekin, 2001] sözleri de prizma kullanımının bağlamsal yanını açıklamaktadır.
B2 Evi’nde, iki kalın betonarme taşıyıcı bantta, ıslak hacimlerin çözülmesinde,
aslında bağlamsal bir gerekçe yatmaktadır. Tümertekin, İstanbul’dan şantiye
ziyaretlerini çok sık yapamayacakları için, problemli olan bu alanların kontrolünü,
şantiyeye gittiklerinde bir seferde yapmaya çalıştıklarını belirtir. Görüldüğü gibi
mekânların, oluşumunda şantiyeyi kontrol etme durumunun oluşturduğu bağlamsal
çerçeve etkili olmuştur. Bu kalın betonarme bantın kullanımı salt ekonomik veya
75
estetik bir karar değildir. Yukarıda da belirtildiği gibi bu yolla taşıyıcı ile bağlamın
ilişkisi kurulmuştur.
B2 Evi’nin bağlamsal çerçevesini oluşturan en önemli unsurlardan bir diğeri ise
kullanıcısıdır. “Köylü yaşantısı sürmeyen, yılın belli günlerinde orada vakit
geçirecek bir şehirlinin köylüymüş gibi bir mekân kurgulamaya kalkışması üstelik
konforundan da vazgeçmemesi durumunda ortaya bir garabet çıkıyor. B2 de böyle
bir dürüstlük çok okunaklıdır. ‘Köylü’ bir ev değil ama ‘köy’ de bir evdir.”
[Tümertekin, 2001] diyen Tümertekin’in tasarım problemini kullanıcının bağlamsal
çerçevesinden yola çıkarak elde ettiği görülür.
Değinildiği üzere arazi seçimini de Tümertekin’le yapan evin sahipleri’nin arsa’nın
seçiminde de benzer bağlamsal noktadan çıktıkları söylenebilir. Arsanın köy
içerisindeki konumlanışı ev sahibinin oraya gitme nedeni ile tam olarak
örtüşmektedir. Arsa, köyün ne tam içerisinde ne de dışındadır. Bu ikisi arasında bir
noktada yer almaktadır.
B2 Evi’nde alt kat ile üst katı birbirine bağlayan merdivenin dışarıda olmasının yine
bağlamsal bir yanı vardır. Kullanıcının “şehirden kalkıp böyle bir yere gidiyorsam,
bir kış akşamı üzerime montumu alıp, hafif ıslanarak üst kata çıkabilirim” kararı ile
merdiven dışarı alınmıştır [Tümertekin, 2001] (Resim 3.11). Daha önce de
değinildiği üzere Tümertekin mevcut bağlamı dikkate alır fakat yalnızca onu
kullanmaz, aynı zamanda ona yeni bir şeyler katar. B2 Ev’inde ev ile yer arasında
kurulan ilişki her ikisini de dönüştürür. B2 yeniyi aramaktan çok, tanıdık olanı
mükemmelleştirip, daha önce farkına varılmamış potansiyellerini ortaya çıkarır
[Korkmaz, 2001].
76
Tümertekin’in, Büyükhüsun Köyü’nde tasarladığı ikinci ev olan SM Ev’inde, çelik
strüktürün düzeninin, arsada var olan ağaç referans alınarak kurgulandığını belirtir
1
(Resim 3.27). Mevcut olan bir ağacın strüktürün oluşumuna etki etmesi
Tümertekin’in yer’le kurduğu ilişkiyi bir kez daha ortaya koymaktadır.
SM Evi’nin de biçimi başka bir bağlamsal ilişki ile oluşur. Evin sahipleri zeytinyağı
fabrikalarının ambara benzer tasarımlarını beğenirler, hatta eski fabrikaları çok
sevdikleri için bir tanesinin rölövesini alıp Tümertekin’e verirler. Bu sebeple ev
dikdörtgendir ve zihinlerde mevcut olan iç mekân yüksekliğine oranla SM Evi’nin iç
mekânı yüksektir [Arkitera, 2008]. Burada vurgulanabilecek bir diğer nokta,
Tümertekin’in tasarımlarında, işveren ile fikir alışverişini tasarımlarında girdi olarak
kullanarak, tasarımın bağlamsal yönünün önemli bir parçası haline getirmesidir.
Resim 3.27. SM Evi Görünüş [Arkitera, 2008].
SM Evi’nin yer ile kurduğu bir başka ilişkilenme biçimi, yapının taş yüzeyinin
çatıdan başlayarak köye doğru kıvrılıp topografya ile ev arasında fiziksel ve görsel
dengeyi kurmasıdır. Yapı yamacı içerisine alarak üzerini örter.
B2 ve SM Ev’lerinin yer ve bağlam ile kurdukları ilişki onları diğer yapılardan
ayırmaktadır. Heidegger’in işaret ettiği gibi yer-yüzünü mesken tutmak, insanın
yalnızca fiziksel koşullardan korunması değildir. İnsanın gerçekten yer-leşebilmesi
için kendisini güvende ve yer-yüzüne ait hissetmesi gerekmektedir. Bu açılardan, B2
ve SM Evleri, kendilerini görsel önceliklerle tasarlanmış evlerden ayırt ederek,
1
Han Tümertekin’in 2007 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesinde gerçekleştirdiği KAEM Konut
Semineri’nden alınmıştır.
77
Heidegger’in işaret ettiği yer-leşmeye yönelik çaba sarf etmektedirler (Resim 3.28Resim 3.29).
Resim 3.28. B2 Evi [Arkitera, 2008].
Resim 3.29. Villa Örneği [alanya-holidays, 2008].
B2 ve SM Ev’leri, bulundukları yer’e ait verileri başlangıç noktası olarak
kullanmaktadırlar. Fakat aynı zamanda, bu başlangıç noktasını aşan bir yanları
vardır. Bu evler, yer aldıkları yoğun yerel doku içerisinde öncelikle bulunduğu alanın
koşullarını anlamaya çalışarak bu koşulları bir adım öteye taşımaya çalışmışlardır.
B2 ve SM Ev’lerinde kapitalizmin etkisi ile dayatılan bir takım biçimsel sonuçlar
yerine, öncelikle kendi alanına ait güçlü, bağlamsal çerçeve anlaşılmıştır. Fakat
bütün bu yere ait verilerin dikkate alınmasının dışında, o yerdeki tutumu aşan da bir
tavır da vardır.
78
3.3.3. Tektonik-Şiirsel ve B2 - SM Ev’leri
“Gündelik olan ve göz önünde olanı kullanarak oluşan şiirsellik… Fransız foto
röportaj geleneğindeki fotoğrafçılar beni ortaokul yıllarımdan beri bu nedenle çok
etkilemiştir. Gözümüzün önünde olan bir şeyi, dikkat çekici bir şekilde ortaya
çıkartır. Güzel bir ‘resim’ gördüğünde o anı, ışığı ve çizdiği kompozisyonu
durdurduğunda müthiş bir şiirsellik kazandırır. Belki bahsettiğim duygusallık bu.
Elimizin altında her şeyin olduğunu düşünüyorum. Çizimleri uzakta, başka bir yerde
aramanın anlamı yok. Hepsi burada gözümüzün önünde ve elimizin altında. Bütün
mesele bizim gerçekleri toparlayıp burada kullanıma sokmamız [Arkitera, 2007].
İkinci bölümde tartışıldığı üzere ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde Frampton
tektoniği, strüktürün şiirsel ifadesi olarak tanımlamıştır. Yapı bileşenlerinin şiirsel
biçimde bir araya getirilmesi kabuğun şiirsel inşasıdır. Frampton aynı zamanda
malzeme, işçilik ve yerçekimi arasında şiirsel bir ilişki olmasını ve bu ilişkinin
gereksiz kaplama malzemeleri ile gizlenmemesi gerektiğini belirtir [Frampton,
1983].
Mimarın tektonik ifade gücünü Frampton, efsanevi bir güç olarak nitelemiştir
[Frampton, 1983]. Yapı elemanlarının, strüktürün, kolonun, kirişin, döşemenin,
duvarın mükemmel bir biçimde bir araya getirilip bir koruyucu kabuğun
oluşturulması
insanın içinde
yaşamak
istediği
ideal
mekânın
karşılığıdır.
Frampton’un işaret ettiği mekân ve yapı tanımı da budur. Bu noktada, Gotik
mimarlık, elde ettiği strüktür ve bu strüktürün gökyüzüne yüksekliğin uyandırdığı
saygı duygusu ile yüce bir yaratıcının varlığına işaret eder. Gotik mimarlık,
strüktürün üzerini kaplamaz, strüktür sergilenen bir elemandır. Çünkü tek görevi
binayı ayakta tutmak değil, aynı zamanda yapının şiirsel etkisini sağlamaktır. Diğer
bir ifade ile strüktür salt bir taşıyıcı olmanın ötesine geçip şiirsel bir ifadeye kavuşur,
kabuğun kendisi olur.
79
Bu aşamada, Frampton’un sıkça vurguladığı mimarlıkta şiirsel ifade kavramını
hatırlamak gerekir. Heidegger şairlerin gerçeklerle uğraşmayan, hayal ürünü
dünyaları ortaya koyan kişiler olduklarını belirtir [Heidegger, 1971]. İkinci bölümde
tartışıldığı üzere, Heidegger’in Hölderlin’den alıntıladığı ‘Poetically man dwells’
(İnsanlar şiirsel bir biçimde barınırlar) mısrası üzerinden, insanın yeryüzünü şiirsel
olarak
mesken
tutuşuna
işaret
eder.
Bahsedildiği
gibi,
Yunancada
yapmak/oluşturmak eylemi poiesis kelimesine karşılık gelir. Heidegger, İngilizce
poet-poetic (şiir- şiirsel) in Yunanca poiesis den kaynaklandığını, bu durum ise
yeryüzünde yapma eyleminin ancak şiirsel bir biçimde gerçekleştirildiğinde başarılı
olabildiği şeklinde yorumlanmaktadır [Heidegger, 1971].
Diğer taraftan Heidegger’in bir başka vurgusu ise, ölümlü olan insanların yer-yüzünü
mesken tutmalarına ilişkindir. Heidegger’e göre insanın yer-yüzünü mesken tutuşu
yalnızca fiziksel olarak ev sahibi olması ile ilgili değildir. Buradan hareketle,
yalnızca fiziksel koşulların sağlandığı bir mekân insanın yeryüzünü mesken
tutmasına ve kendisini yer-yüzüne ait hissetmesini sağlayan unsur değildir.
Değinildiği üzere, Heidegger’e göre insan’ın yeryüzünü mesken tutmasını sağlayan
en önemli unsur kendini güvende hissetmesidir [Heidegger, 1971]. Tekrar şiire
dönülecek olursa, şiir de bilindik gündelik ifadeleri, efsanevi bir şekilde söyleyerek
insanın yalnızca iletişimini sağlama amaçlı değil aynı zamanda duygularını harekete
geçirme amacı taşımaktadır. Buradan mimarlığa dönülecek olursa, mimarlığın insanı
fiziksel olarak koruması, onun görevinin gündelik bir ifade diliyle yapmak olarak
tariflenebilir. Fakat Heidegger’in işaret ettiği insanın gerçekten yeryüzünü mesken
tutabilmesi için ‘poiesis’ yani, yer-leşebilmesi için ayrıca şiirle/sanatla de
ilişkilenmesi gerekir. Mimarlık şiirle/sanatla nasıl ilişkilenir? İnsan şiirsel olarak
nasıl yer-yüzünü mesken tutar? Heidegger’in felsefe gözlüğüyle ortaya koyduğu
bütün bu düşünceler, bir mimarın gözlüğünden bakıldığında ne gösterir?
Bütün bu soruların cevabına aslında Frampton’un tektonik kavramı ile vermeye
çalıştığı görülmektedir. Frampton, strüktürün şiirsel ifadesi olarak tanımladığı
80
tektoniği, mimarlığın kendi araçları aracılığıyla duyulara hitap ederek şiirsel dili
yakalaması gerektiğini öne sürer. Tektonik, strüktürün kaplanmasına karşıdır.
Buradan hareketle, mimarlığın şiirsel ifadesi insanın yer-yüzünü mesken tutmasını
sağladığı sonucu çıkmaktadır.
Tümertekin’in B2 ve SM Ev’lerinin, her ikisinde de strüktürün herhangi başka bir
malzeme ile kaplanmadığı görülür. B2 Evi’nde iki yana çekilmiş betonarme perde
taşıyıcı sıvanmamıştır. Bu iki betonarme perdenin arasını dolduran taş duvarlarda ise
yöredeki geleneksel taş duvarlardan farklı olarak, derzler arasındaki derinlik
arttırılmıştır. Bütün bu arayışlar, aslında mimarlığı kendi araçları ile şiirsel olarak
ifade etmeye yönelik bir çabadır. SM Evi’nde de benzer biçimde çelik strüktürler
arası bölgede var olan taş malzeme ile örülmüştür. Strüktürün ve malzemenin birbiri
ile ilişkisi gözler önüne serilmiştir. Tasarım aşamasında her karar bu amaca yönelik
olarak verilmiştir. Sonuç olarak, malzemenin, strüktürün bir araya gelişlerinde ve
detaylar üzerinde incelikle durulmuş, gereken her durumda, durumun gerektirdiğine
göre mevcut prototip çözümlerden kaçınılmış ve şiirsellik sağlanmıştır.
B2 Evi’nin içerisinden, Ege Denizi’ne açılan boşluğa bakıldığında geniş pencerelerin
boşluğu çerçevelediği görülür. Daha önce de değinildiği üzere bahçe yan tarafa
alınarak, ev ile boşluk arasına hiçbir şeyin alınmaması sağlanmıştır. Boşluk
içerisindeki insanı yutacak gibidir [Korkmaz, 1999] (Resim 3.25). Manzaraya
köydeki diğer evler gibi daha küçük pencerelerden bakmak bir alternatifken,
Tümertekin bunu yapmamış, strüktüre boşluğu çerçeveleyen bir etki sağlamıştır.
Şiirle, gündelik ifade dilinin farklılığında olduğu gibi, ikisi de aynı şeyi söyler fakat
farklı biçimlerde söyler. Tıpkı şiirin insana hissettirdiği gibi, B2 Evi’de insana
boşluktaki sınırı vurgulayarak Heidegger’in altını çizdiği şiirsel olarak insanın
mesken tutma çabası görülür.
Tümertekin’in B2 Evi’nde taş işçiliği ve sıvanmamış perde beton ilişkisi
Frampton’un
tarif
ettiği,
tektonik
şiirsellik
içerisindedir.
Tümertekin’in
81
tasarımlarında öne çıkardığı ‘yalınlık’ kavramını bu aşamada hatırlamak faydalı
olacaktır. Bu anlamda dürüstlük, neye ihtiyaç varsa yalnızca onu kullanmayı ve
sergilemeyi gerektirir. Tümertekin’in B2 ve SM Evleri’nin her ikisinde de hiçbir
malzeme başka bir şeymiş gibi görünmez. Bütün detaylar okunur.
B2 Evi’nde, duvardan başlayıp, çatıda da devam eden taş yüzey ile betonarme
arasındaki ilişkinin Frampton’un işaret ettiği anlamda tektonik bir ifade gücü vardır.
Başka türlü de bir araya gelebilecek olan bu iki eleman, tıpkı şiirdeki kelimelerin
dizilişleri sonucu oluşan bütünün etkisi gibi, deneyimleyen üzerinde şiirsel bir etki
uyandırır, kişinin kendisini iyi hissetmesini sağlar. Daha önce de bahdesildiği gibi B2
Evi’nde manzaraya açılan yüzde kullanılan, metal çerçeve arasındaki hasır panjur
yarı geçirgen yapısı ile iç mekânda insanın duyularına ve duygularına hitap eder
(Resim 3.21).
İhsan Bilgin, B2 Evi’nde ilkel bir malzeme olan taşın duvardan tavan düzlemine
döndürülerek sürekli bir çerçeve oluşturulup bu çerçevenin önünün ve arkasının
serbest bir biçimde bırakılması ve dik arazinin tam sınırına oturuşu ile B2 Evi’ni
“minimal bir anıt” olarak tarifler. Bilgin ayrıca, ‘minimal anıt’ olarak tanımladığı bu
konutun gücünü konumlanışı itibariyle boşluğa yaptığı vurgudan aldığını belirtir
[Bilgin, 2005]. Bilgin, burada yapının küçük ölçeği ile kulübe etkisi verme
tehlikesine karşın, konumlanışı ile anıtsal bir etkiye dönüştüğünü vurgulayarak B2
Evinin bilindik kalıplardan çıkarak şiirsel bir etki yarattığını ima etmektedir.
B2 Evi’nde taş duvarın zeminle buluştuğu noktada görülen ızgaranın içerisinden
elektrik tesisatı geçmektedir (Resim 3.30). Tümertekin, bu ızgaranın yalnızca tesisat
için değil aynı zamanda süpürgelik yapma gereksinimini de ortadan kaldıran bir
detay olarak çözümlendiğini vurgulamıştır [Tümertekin, 2001]. Buradan hareketle,
yapının en ufak detayında bile, kabuğun şiirsel inşasının diğer bir ifade ile
‘tektonik’in göz önünde bulundurulduğu görülmektedir.
82
Resim 3.30. B2 Evi yan bahçe ve iç mekân tesisat ızgarası [Arkitera, 2008].
Resim 3.31. B2 Evi yan bahçe [Aycı,2007].
3.4. ‘Avangart Nokta’ ve B2 - SM Ev’leri
3.4.1. Yabancılaştırma/yadırgatma ve B2 - SM Ev’leri
“Mimaride icattan değil keşiften yanayım. “Ne olabilir” dense “Ne var” la daha çok
ilgileniyorum. Var olan malzemeden yola çıkarak ama o malzemeyi farklı bir
kullanımla yeniden var etmek ya da her zaman olduğu gibi, ama çok yeni
birlikteliklerle kullanmak…” [Tümertekin, 2001].
83
İkinci bölümde ele alınan yabancılaştırma/yadırgatma kavramları hatırlanacağı üzere,
Tzonis ve Lefaivre tarafından ‘popüler mimarlıkta’ kullanılan elemanların alışılmışın
dışında
kullanılması
olarak
tanımlanmıştı.
Vurgulandığı
üzere
yabancılaştırma/yadırgatma yöntemi; ayrıştırmak, kimlik kazandırmak ve tekrar bir
araya getirmek olarak formüle edilmiştir.
B2 Evi’ndeki taş kullanımı aslında o köydeki doğal taş kullanımından farklı değildir.
Tümertekin bu durumu şu sözleri ile açıklar, “Yerel taşı kullandım; yerel taş
ustalarıyla çalıştım. Yerel bir malzemeyi alıp çok farklı bir yapı tekniğiyle
uygulamaktansa, geleneksel yapım tekniğini yönlendirmek bana daha doğru geliyor.
Onlar taş duvarı yapıp derz dolgularını taşıracak kadar fazla dolduruyorlardı ve
böylece derz dolgu malzemesi taş yüzeyine sıvışıp taş duvarın dokusunu ciddi
şekilde algı açısından zedeliyordu. Biz sadece çok taşırmayıp, harcı hafif
sıyırmalarını istedik. Böylece daha rafine bir görünüm elde ettik. Demek istediğim
bu B2 Evi’nde bütün malzeme ve işlerin özetini yapan bir lafı var kalfanın. “30 yıldır
yaptığımız şeyleri 30 yıldır yaptığımız gibi yaptık; ama bambaşka bir şey çıktı.” Var
olana ne oranda yeni bir algı ya da yeni bir duygu ekleyebilirim diye düşünürüm
[Tümertekin,
2001].
Tümertekin’in
bu
sözleri,
Tzonis
ve
Lefaivre’nin
yabancılaştırma/yadırgatma kavramına yakın bir biçimde yeni arayışı içerisinde
olduğunu göstermektedir.
Korkmaz’ın ifadesi ile B2 Evi “hem tanıdık hem de yabancı olan: ‘gibi görünme’ ye
çalışmadan tanıdık, farklılaşmaya özenmeden yabancı… B2’yi ’hem tanıdık‘ hem
yabancı kılan, onu köye bağlayan hem de bağlamıyla arasına mesafe koyan en temel
strateji soyutlama. Zihinsel bir soyutlama. Zihinsel soyutlama görünenin arkasındaki
görünmeyen düzene nüfuz etmekle mümkün olur. Düzen tekrar edilir, görüntü
farklıdır. B2 köydeki evlerin prizmatik yapısını tekrar ediyor, ancak diğerleri gibi
bağlamına adapte olmaya çalışmıyor” [Korkmaz, 2001]. Prizma, köyden herhangi bir
prizma gibi değil, kendisine özel, oradaki özel duruşu ile var olan bir prizma olarak
algılanmaktadır.
84
B2 Evi’nde, genel olarak taşıyıcı bir eleman olan taş, burada strüktürün arasını
doldurmak amacıyla kullanılmıştır [Korkmaz, 2001]. Aynı durum SM Evi’nde de söz
konusudur. Taşıyıcı bir eleman olarak zihinlere kodlanmış olan taş burada taşınan
elemana dönüşmüştür [Tanyeli, 2007]. Aynı köyde yer alan bu iki evde yerel bir
malzeme
olan
taşın
kullanımında
‘yabancılaştırma/yadırgatma’
olarak
nitelenebilecek bir yöntem kullanmaktadırlar. Öncelikle zihinlerde taşıyıcı olarak yer
eden taşın zihinlerdeki yeri sarsılırken, hafızalardaki ikinci yer etme biçimi olan
kaplama elemanı kimliği de sarsılmaktadır. Taş burada ne taşıyıcıdır ne de kaplama
elemanıdır. Zihinlerdeki bu kalıp düşüncelerin sarsılmasına yol açan bu kullanım,
algıyı açmakta, insanı alışılageldik düşünme biçiminden uzaklaştırıp, uyarıcı etkisi
yapmaktadır. Benzer biçimde Nalbantoğlu da B2 Evi’nin yabancılık olgusunu
yaşattığını ve düşündürttüğünü dile getirir [Nalbantoğlu, 2000].
Resim 3.32. B2 Evi Köyden Yaklaşım [Aycı, 2007].
SM Evi’nin köy ile sınırını oluşturan duvarı, aslında köyde görmeye alışık olunan bir
duvardır. Fakat yakınana gittiğinizde, dokusu farklıdır ve diğerlerinden farklı olarak
taş kıvrılıp çatıya dönüşür [Korkmaz, 2007]. Genelde düşey olarak kullanılan bir
malzeme olan taş her iki evde de yaratıcı bir biçimde yatayda kullanmıştır. Taşın bu
85
biçimde kullanımı, bulunduğu alandan farklı bir kullanım biçimi olarak
deneyimleyeni, yabancılatır ve yadırgatır.
Büyükhüsun Köy’ünün oluşturduğu dokuya bakıldığında, evlerin çatılarının genelde
kiremit ile kaplandığı görülmektedir. B2 ve SM Ev’lerinde Tümertekin, düşey bir
eleman olan taşı, çatıda da devam ettirerek, mevcut olana yabancı bir tutum
sergilemiştir (Resim 3.10-Resim 3.33).
B2 ve SM Evleri, köyün dokusuna ilk bakışta anlaşılmayacak bir biçimde
farklılaşarak, bulundukları alana yabancılaşmaktadır. Böylelikle hem oraya ait,
‘yer’den kaynaklanan, hem de orayı aşan bir tutumları vardır.
Resim 3.33. SM Evi çatı yüzündeki taş duvar [Arkitera, 2008].
86
4. SONUÇ
Dünyada mimarlık alanında gitgide birbirine benzeyen mekânlar ve biçimler
üretilmesi,
mimarlık
kuramcıları
tarafından
önemli
bir
sorunsal
olarak
değerlendirilmektedir. Lewis Mumford bu konuyu bir sorun olarak ortaya koyan
kuramcılardan biridir. II. Dünya Savaşı sonrasındaki süreçte, hızlı yapılaşma
gereksiniminin 1940’lardaki bu tektipleşemede kuşkusuz etkisi mevcuttur. Fakat o
günlerde, kurtarıcı olarak görünen teknolojik gelişmeler, gün geçtikçe hâkimiyet
alanını arttırarak neredeyse tüm dünyaya yayılmış, bir çözüm olmaktan çıkıp
tekrarlanan bir durum olmaya başlamıştır. Lewis Mummford’un 1940’lardaki
tartışmalarından ilham alarak bu sorunu 1980’lere taşıyan ve tartışan ise ‘Eleştirel
Bölgeselcilik’ yaklaşımıdır.
‘Eleştirel Bölgeselcilik’, mimarlıktaki bahsedilen bu tek-tipleşmeye karşı eleştirel bir
tavır geliştirerek tepki göstermiştir. Bu eleştiriyi ise ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in
yaygınlaşmasını sağlayan Frampton, Frankfurt Okulu’ndan alıntıladığı yöntemlere
dayandırmıştır. Başka bir ifade ile ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ bu gidişata ancak eleştirel
bir tavır ile karşı durulabileceğini söylemektedir. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ bu söz
konusu gidişe karşı temelinde, ‘yer’i dikkate alırken, aynı zamanda yeni, çağdaş
teknolojinin de olanaklarını kullanmayı öngörmüştür. Yer’e ait özelliklerin eleştirel
olarak ele alınması için Frampton bir takım kavramlar ortaya koymuş ve biçimsel
reçetelere dönüştürmeden açıklamaya çalıştığı bu kavramları ‘Direnç Noktaları’
olarak adlandırmıştır. Bu kavramları 1983 ve 1987 yıllarında belirli başlıklar altında
toplayarak açıklamıştır. Frampton, bu kavramları özellikle Heidegger’den alıntıladığı
referanslara dayandırmış, Heidegger’in ‘yeryüzünü mesken tutmak’ / ‘yer-leşmek’
olarak isimlendirdiği bu kavramların, Frampton’un yeryüzününün tek-tipleşmesine
karşı, faydalandığı önemli açılımlar olduğu görülmüştür.
1980’lerden günümüze de yansımaları görülen ‘Eleştirel Bölgeselcilik’ in ortak
olarak tartıştığı, yer, bağlam, yabancılaştırma/yadırgatma kavramlarının günümüzde
87
de tartışıldığı, canlılığını koruduğu görülmüştür. ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in ortaya
çıktığı günden itibaren aldığı eleştiriler de tartışılan bu kavramları zenginleştirmesi
açısından önemli bulunmuştur. Bu eleştiriler, özetle günümüzde ‘yer’ tartışmasının
gerekliliğini sorgulayarak, mimarlığın ancak farklı arayışlarla ‘yeni’ olana
ulaşabileceğini vurgulamışlardır. Mimarlığın, günün koşullarını iyi anlaması
gerekliliği üzerinde duran bu eleştiriler, ayrıca mimarlığın tasarım yapan, bu
tasarımları ile hizmet veren bir alan olmaktan öteye bir amacı olmaması gerektiğini
vurgulamaktadırlar.
Bu tezin kendi çerçevesinde, mimarlığın hem içerik hem de biçimsel olarak
tekzipleşmeye karşı direnç gösterebileceği düşüncesi hâkim olmuştur. Bu direnç ise
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ yaklaşımının ortaya koyduğu kavramlar çerçevesinde
değerlendirmiş, ‘Eleştirel Bölgeselcilik’in, evrensel-yerel arasında kurguladığı farklı
türden bir ilişkilenme biçimi önerisi, çalışmanın odak noktasını oluşturmuştur. Tez
‘Eleştirel Bölgeselcilik’ çerçevesinde tartışılan bu kavramların, Han Tümertekin’in
B2 ve SM Ev’lerini okumak için uygun parametreler oluşturacağı düşüncesi üzerine
kurgulanmıştır.
Söz konusu iki evde var olduğu düşünülen evrensel ve yerel arasındaki bu farklı
ilişkilenme biçimi, Frampton’un çizdiği çerçeve içerisinden seçilen ve tez
çerçevesinde ‘Direnç Noktaları’ olarak adlandırılan; deneyimsellik, yer-bağlam,
tektonik-şiirsel kavramları ve ona eklenebilen Tzonis ve Lefaivre’nin tartıştığı ve
yine
tez
çerçevesinde
‘Avangart
Nokta’
olarak
adlandırılan,
yabancılaştırma/yadırgatma kavramları üzerinden anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu süreç
sonucunda aşağıdaki sonuçlara ulaşılmıştır.
Her iki ev de deneyimsellik kavramının hem tasarım boyutunda, hem de uygulama
ve kullanma boyutunda refede edildiği gözlenmiş ve denetimlenmiştir. Her iki
konutta da ışığın içeri alınması özel bir biçimde gerçekleştirilmiş, bu özelliği ile
algıyı bir tek görsel olarak değil farklı duyular yolu ile etkilediği saptanmıştır. Işığın
88
algısı, B2 Evi’nde hasır, SM Evi’nde ise taş dolgu tavan düzlemi arasından süzülerek
içeriye alınmış, ışığın mekân içerisine katkısı tartışılmaz olmuştur. Güneşin hareketi,
farklı mevsimlerin yarattığı farklı ışık etkisi ile aydınlatma, burada yalnızca iç
mekâna ışığın direkt olarak alınması için değil, iç mekânda farklı deneyimler
yaşanmasını sağlamıştır. Tümertekin Büyükhüsun Köyü’nün ölçeğini, ağırlıklı
kullanılan taş malzemesini tasarımlarına yansıtmıştır. Köyün sokaklarında,
duvarlarda kullanılan taşı, bu malzemenin zemindeki sürekliliğini, ayrıca köy
sokağının ölçeğini SM Evi’ne de taşımıştır. Başka bir ifade ile, mimarın özgün
mekânı deneyimlenmesi de tasarıma girdi sağlamıştır. Yine SM Evi’nde yapının
cephesini oluşturan taş duvar ile araziye istinat oluşturan taş duvar arasındaki mekân
da, köyün sokaklarının ölçeğini çağrıştırmaktadır. Burada sokak kavramı tartışılmış
ve özel bir mekâna dönüştürülmüştür. Her iki evde de kullanılan taş, beton, hasır,
çelik ve ahşap malzemeler, Frampton’un işaret ettiği biçimde dönüştürülerek
kullanılmıştır. Bu kullanım ise mekânın deneyimlenmesine zenginlik katmaktadır.
B2 ve SM Ev’lerinde Frampton’un işaret ettiği, yerel malzeme, yerel işçilik, iklim,
ışık, topografyaya uyum, manzara gibi faktörler dikkate alınmıştır. Her iki evin
topografyaya uyumu, yine yerel bir yöntem olan teraslama ile sağlanmış, evler
kendilerine oluşturulan mükemmel, düz platformlar üzerine oturtulmuşlardır.
Frampton’un ‘yer’ ile Heidegger’in işaret ettiği ilişki açısından B2 ve SM Ev’lerine
bakıldığında, her iki ev de köye sırtını dönerek, fiziksel olarak sınırlarını net bir
biçimde çizmişler, oralı olmadıklarını belirtmişlerdir. Fakat manzaraya açıldıkları ön
kısımda ise, geniş şeffaf yüzeyler aracılığıyla, manzaraya olabildiğince açılarak,
algısal sınırları zorlamışlardır. Bu anlamda bakıldığında iç mekânın sınırını, gökyüzü
ve denizin buluştuğu nokta oluşturmaktadır. Algısal ve fiziksel sınırların gerilimi ile
oynayan bu iki evin, bu tavırları, tam da Heidegger’in işaret ettiği yer-yüzüne yerleşme çabası olarak değerlendirilmiştir.
Büyükhüsun Köy’ünün siluetine bakıldığında, B2 ve SM Ev’leri, mevcut doku
içerisinde kaybolurlar. Fakat yakınına gelindiğinde, farklı taş kullanımı ile köy’deki
89
mevcut dokudan farklılaştıkları görülür. Bu yaklaşım onların köye farklı bir tavırla
eklemlenmelerini sağlamakta diğer bir ifade ile kendilerine özgün bir tavır ile köyde
var olmalarını sağlamaktadır.
B2 ve SM Ev’lerinde strüktür, yere ve bağlama ait gerçekliklerin tek tek analiz
edilmesi sonucu oluşmuştur. Bu sebeple taşıyıcı sergilenmiş, herhangi bir kaplama
elemanına ihtiyaç duyulmamıştır. Diğer bir ifade ile kabuk, şiirsel bir biçimde inşa
edilerek koruyucu bir kabuğa dönüşmüştür. Her iki evde de şiirde kelimelerin ustaca
dizilişi gibi, mimari elemanların yan yana gelişleri ile şiirsel bir etki elde edilmiştir.
Tıpkı şiirin düz anlamları aşan, çağrışımlar uyandırması gibi, bu evler de var olanı,
gizli duranı gün ışığına çıkararak, şiirsel bir ifade yakalamışlardır.
B2 ve SM Ev’lerinde kullanılan taş malzeme, köyün siluetine bakıldığında var olan
doku içerisinde kaybolur. Daha önce de belirtildiği gibi köye yaklaşıldığında bu
malzemenin geleneksel dokudan farklılaştığı görülmektedir. Taşın inşası esnasında,
derzler arasındaki malzemenin az kullanılması ile taşa derinlik kazandırılmış bu da
farklılık olarak kendisini okutmuştur. Var olanı sorgulayıp ona yeni bir şeyler katan,
onun farklı potansiyellerini ortaya çıkaran bir tutum sergilemektedir. B2 Evi’nde
beton taşıyıcılar arasını, SM Evi’nde ise, çelik strüktürün arasını dolduran, asıl
görevi, taşımak olan taş duvar burada, taşınan elemana dönüşmüştür. Ayrıca B2
Evi’nde, geleneksel kullanımında düşey bir eleman olarak zihinlerde yer etmiş olan
taş malzeme, çatıda da devam ettirilerek zihinlerdeki ezberi bozmuştur. Aynı şekilde
SM Evi’nde de, geleneksel olarak kırma çatıda kullanılan kiremidin yerini, bu kez de
malzeme olarak taş almıştır. Bütün bu öne çıkan özellikleri ile bu evler, köy’de var
olandan yola çıkıp, onda gizli olan başka özelliklerin peşine düşerek aynı zamanda
‘yeni’ arayışına girmişlerdir. Bu kullanımları ile bu evler, bulundukları yer’e
‘yabancılaşırken’ aynı zamanda gündelik olanı, ezbere alınan bilgiyi bozarak farklı
sözler söyleyebilmiş, evrensel mimarlığın ürünü olabilmişlerdir.
90
B2
ve
SM
Ev’lerinin
deneyimsellik,
yer-bağlam,
tektonik-şiirsel
ve
yabancılaştırma/yadırgatma kavramları aracılığıyla okunmaları ile, ‘yer’e ait var
olanı tespit edip, yerel bağlamın analizini yaparak, görme dışındaki duyulara da hitap
eden bir tasarım anlayışı geliştirmiş yapılar olduğu görülmüştür. Ayrıca bu evler,
yapının biçimsel estetiğini, mimarlığın kendi strüktürel araçlarını kullanarak şiirsel
bir etkiye taşımışlardır. Kısaca ifade etmek gerekirse, yerel olanı kendilerine
başlangıç noktası alan bu evler, her insanda ortak olan duyuları da dikkate alan
tavırları ile yereli, bölgeyi ve kültürleri aşarak tamamıyla evrensel bir noktaya
taşımışlardır. Bu iki ev, ‘yer’ in farklı potansiyellerini öne çıkararak, evrenseli arama
çabaları ile, hem bulunduğu yere, ama aynı zamanda da günümüz mimarlık pratiğine
önemli bir katkı sağlamaktadırlar.
Önemli bir sorun olarak ortaya konan, mimarlıkta tek-tipleşme, Heidegger’in tanımı
ile ‘yer-yüzünü mesken tutamama’ tehlikesine karşılık, mimarlığın kendi araçları ile
geliştireceği açılımlar önemlidir. Özellikle kent içerisinde hızla birbirini tekrar eden,
benzer tüketim nesneleri ve oluşturdukları benzer yaşamlar, bu tehlikeyi
arttırmaktadır. Bu açıdan, mimarlıkta bu tür arayışlarının değeri büyüktür. ‘Yer’ ile
nostaljik bir ilişki kurma biçimini reddeden bu yaklaşım, yerel ile kendisine özgü,
eleştirel bir ilişki kurmayı başarmıştır. ‘Yer’in farklı potansiyellerini ortaya çıkararak
hem bulunduğu yer’i, ama aynı zamanda çağın koşullarını da göz önüne alan bu
tavır, yer’den kaynak alan evrensel bir tutum olarak da, bu günün mimarlık
anlayışları arasında özel bir yer tutmaktadır.
Bu bağlamda bu çalışmanın yaptığı açılımlardan yola çıkarak günümüz mimarlığı
içinde özel duruşlar sergileyen başka yapılar benzer çalışmaların araştırma nesneleri
olabilirler. Ayrıca, tek-tipleşmenin önemli bir sorun olduğu kentsel alanda veya
farklı başka türlü bağlamlara ait yapılar farklı kavramsal çerçevelerde incelenebilir.
91
KAYNAKLAR
Ağakay, M.A., “Fransızca-Türkçe Sözlük”, Türk Dil Kurumu Basımevi, Ankara, 43
(1962).
Allen, B., “Constructive Regionalism”, Architectural Regionalism: Collected
Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press,
New York, 369-373 (2007).
Alofsin, B., L., “On Performative Regionalism”, Architectural Regionalism:
Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton
Architectural Press, New York, 421-426 (2007).
Aycı, H., Arşivinden (2007).
Bilgin, İ., “Houses in Solitude”, Architecture in Turkey Around 2000: Issues In
Discourse and Practice, ed: Tansel Korkaz Bilgin, Mimarlar Odası, Ankara, 133-135
(2005).
Canizaro, V.B., “Introduction”, Architectural Regionalism: Collected Writings on
Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York,
17-33 (2007).
Cevizci, A., “Paradigma Felsefe Sözlüğü”, Paradigma, İstanbul, 173-175, 453-456
(2005).
Burger, P., “Arka Kapak Sayfası”, Avangard Kuramı, Çev. Özbek, E., İletişim,
(2003).
Cassidy, T.C., “Introduction to “Becoming Regional over Time: Toward a Reflexive
Regionalism”, Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity,
Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 411-419
(2007).
92
Curtis, W. “Regionalism in Architecture”, Regionalism in Architecture: Exploring
Architecture in Islamic Culture, Concept Media, Ed: Robert Powell, Singapore, 7377 (1985).
Cevizci, A., “Felsefe Sözlüğü”, Pradigma, İstanbul, 173-174, 453-456 (2005).
Colquhoun, A., “The Concept of Regionalism”, Architectural Regionalism:
Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton
Architectural Press, New York, 147-155 (2007).
Colquhoun, A., “Critique of Regionalism”, Architectural Regionalism: Collected
Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition, Princeton Architectural Press,
New York, 141-145 (2007).
Curtis, W. “Regionalism in Architecture”, Regionalism in Architecture: Exploring
Architecture in Islamic Culture, Concept Media, Ed: Robert Powell, Singapore, 7377 (1985).
Dovey, K., “Local/Global”, Framing Places: Mediating Power in Built Form,
Routhledge, New York, 47-50 (1999).
Erkılıç M., "Legitimizing of the Regionalist Idea in Architecture through Mumford's
Early Writings", ODTÜ Mimarlık Fakültesi Dergisi, 18(1-2): 5-23 (1998).
Frampton, K., “Towards a Critical Regionalism: Six Points for an Architecture of
Resistance.” The Anti-Aesthetic: Essays on Postmodern Culture, Ed. Hal Foster.
Post Townsend, Washington, 16-30 (1983).
Frampton,
K.,
“Postskriptum
1983:
moderne
Architektur
und
kritischer
Regionalismus”, Die Architektur der Moderne, Deutsche Verlags-Anstalt, Stuttgart,
250 (1987).
93
Frampton, K. “Prospects for a Critical Regionalism”, Modern Architecture: A
Critical History, Thames and Hudson, New York, 314-327 (1992).
Frampton, K., “Ten Points on an Architecture Regionalism: A Provisional Polemic”,
Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and
Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 374-385 (1987).
Heidegger, M., “Building, Dwelling, Thinking”, Poetry, Language, Thought,
Haerper&Row Publishers, New York, 145-161 (1971).
Heidegger,
M.,
“Poetically
Man
Dwells”,
Poetry,
Language,
Thought,
Haerper&Row Publishers, New York, 217-228 (1971).
Ingersoll, R., “Critical Regionalism in Houston: A Case for the Menil Collection”,
Architectural Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and
Tradition, Princeton Architectural Press, New York, 387-392 (1989).
İnternet: Milliyet, “Kendime bir ev yapmaya vaktim yok”,
http://www.milliyet.com.tr/2004/12/07/pazar/paz01.html (2008).
İnternet: Merriam-Webster Online Sözlük,
http://www.merriam-webster.com/dictionary/tactile (2008).
İnternet: Great Buildings Collection “Search the Collection, Renzo Piano’,
http://www.greatbuildings.com/cgi-bin/gbc architect&architect=Renzo+Piano,
(2008).
İnternet: Design Museum, “Luis Barragan”,
http://www.designmuseum.org/design/luis-barragan (2008).
İnternet: Mario Botta Architetto, “Private Space”,
http://www.botta.ch/Page/Pr%201971_16_RivaSanVitale_en.php (2008).
94
İnternet: Arkiv, “Mimarlar, Han Tümertekin, Projeler”,
http://arkiv.arkitera.com/p789-b2-evi.html (2008).
İnternet: Arkiv, “Mimarlar, Han Tümertekin, Projeler”,
http://arkiv.arkitera.com/p6346-sm-evi.html (2008).
İnternet: Turkish Holiday-Rentals Choices, “Villa Alison”,
http://www.alanya-holidays.com/VillaAlison.htm (2008).
İnternet: Arkitera, “Ege'de Esintiye Taş ve Çelikten Teslimiyet”,
http://www.arkitera.com/news.php?action=displayNewsItem&ID=14112 (2008).
İnternet: Arkitera, “İhsan Bilgin ile Söyleşi”,
http://www.arkitera.com/v1/diyalog/hantumertekin/soylesi.htm (2007).
İnternet: Metu, “Nedir Bu Mekan Dedikleri?”
http://www.metu.edu.tr/~hun/home.html.
Korkmaz, T., Temmuz-Ağustos, XXI Dergisi, 878, 74-79 (2001).
Korkmaz, T., “Zorunlu /az / sessiz olanın gücü”, Arredemento Mimarlık Dergisi,
Aralık: 53, (1999).
Korkmaz, T., Aralık, “Duvar-ev”, Arredemento Mimarlık Dergisi, 42-46 (2007).
Korkmaz, T., Şubat, “Both Strange and Familiar”, Domus Dergisi, 878, 30-37
(2005).
Lefaivre, L., “Critical Regionalism: Architecture and Identity in a Globalized
World”, Prestel Press, New York, 35-39 (2003).
Moore, S. A., “Technology, Place and Nonmodern Regionalism”, Architectural
Regionalism: Collected Writings on Place, Identity, Modernity and Tradition,
Princeton Architectural Press, New York, 433-442 (2007).
95
Lupfer, G., Paul, J., Sigel, P., “Architectural Theory: From Renaissance to the
Present”, Taschen, Köln, 541 (2006).
Nalbatoğlu, G.B., “Yorumların Arayışı /Arayışların Yorumu”, Mimarlıkta Yeni
Arayışlar/ ‘Genç Türk Mimarları’, Tepe Mimarlık Kültürü Merkezi, Ankara, 114
(2000).
Nesbitt, K., “Introduction to Why Critical Regionalism Today”, Theorizing A New
Agenda for Architecture an Antropology of Architectural Theory 1965-1995. Ed.
Kate Nesbitt, Princeton Architectural Press, New York, 483 (1996).
Nesbitt, K. “Introduction to Rappel a I’ordre, The Case fort he Tectonic”, Theorizing
A New Agenda for Architecture an Antropology of Architectural Theory 1965-1995.
Ed. Kate Nesbitt, Princeton Architectural Press, New York, 516-530 (1996).
Nesbitt, K. “Introduction to “Prospects for a Critical Regionalsim” ”, Theorizing A
New Agenda for Architecture an Antropology of Architectural Theory 1965-1995.
Ed. Kate Nesbitt, Princeton Architectural Press, New York, 468-469 (1996).
Özkan, S., “Introduction: Regionalism within Modernism”, Regionalism in
Architecture: Exploring Architecture in Islamic Culture, Concept Media, Ed: Robert
Powell, Singapore, 9-16 (1985).
Pallasmaa, J, “Introduction: Touching The World”, The Eyes of The Skin, Wiley
Academy, Britain, 4, 11, 41, 48 (2005).
Ponty, M., M., “Algının Önceliği ve Onun Felsefi Sonuçları”, Algının Önceliği,
Kabalcı Yayınevi, çev: Yusuf Yıldırım, İstanbul, 47-50 (2006).
Saraç, T., “Fransızca-Türkçe Büyük Sözlük”, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara,
99 (1976).
Stern, R., A., M., Modern Classicism, Rizzoli, New York, 141 (1988).
96
The Pritzker Architecture Prize Book, “2001, Jacques Herzog& Pierre de Meuron”,
The Hyatt Foundation, California, 29 (2001).
“SM Evi”, Arredemento Mimarlık Dergisi, Mart: 38, 39, 46 (2007).
Tanyeli, U., Aralık, Arredemento Mimarlık, 46-54 (2007).
The New International Webster’s Dictionary & Thesaurus, Encyclopedic Edition,
Trident Press, Canada, 982 (2000).
Tümertekin, H., Yıldız Buluşması 2001, Ed. Sena Adalı, Birsen Yayınevi, İstanbul,
120-122 (2001).
Tümertekin, H., Sözen, H., Önder, A., Şengün, H., “Anytime Konferans Bildirileri”,
Der: Cynthia C. Davidson, Mimarlar Derneği 1927, Ankara, 53-55 (1999).
Tümertekin, H., Odtü Mimarlık Fakültesi, ‘Etkileşimler’ Programı Kapsamında Han
Tümertekin Sunuşu Aktan Acar Arşivinden (2001).
Tzonis, A., Lefaivre, L., “Critical Classicism: The Tragic Function”, Classical
Architecture: The Poetics of Order, MIT Press, London, 273-287 (1986).
Tzonis, A., Lefaivre, L., “Why Critical Regionalism Today?”, Theorizing A New
Agenda for Architecture an Antropology of Architectural Theory 1965-1995. Ed.
Kate Nesbitt, Princeton Architectural Press, New York, 484-501 (1990).
Tzonis, A., Lefaivre, L., “Introduction: Between Utopia and Reality: Eight
Tendencies in Architecture since 1968 in Europe”, Architecture in Europe: Memory
and Invention since 1968, Princeton Architectural Press, New York, 18-19 (1996).
Tzonis, A., “Introducing an Architecture of Present. Critical Regionalism and the
Design of Identity”, Critical Regionalism: Architecture and Identity in a Globalized
World, Prestel, Munich, 10-21 (2003).
97
Tzonis, A., Lefaivre, L., “Critical Regionalism: Architecture and Identity in a
Globalized World”, Prestel, Munich, 67, 59, 79, 111, 122, 125, 133 (2003).
98
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Soyadı, adı
Uyruğu
Doğum tarihi ve yeri
Medeni hali
Telefon
Faks
e-mail
: AYCI, Hilal
: T.C.
: 14.02.1983, Ankara
: Evli
: 0 (312) 582 36 13
: 0 (312) 231 01 83
: [email protected]
Eğitim
Derece
Lisans
Lise
Eğitim Birimi
Mezuniyet tarihi
Gazi Üniversitesi/ Mimarlık Bölümü
Ankara Atatürk Anadolu Lisesi
2005
2001
İş Deneyimi
Yıl
Yer
Görev
2005- Devam ediyor
2005 (Eylül-Aralık)
2005 (Haziran-Temmuz)
Gazi Üniversitesi
Gazi Üniversitesi
Mimor Mimarlık Bürosu
Araştırma Görevlisi
Öğrenci Asistan
Mimar
Yabancı Dil
İngilizce
Yarışmalar
TBMM Yapı Kompleksi Mimari Proje Yarışması
SOS AKM Fikir Projesi Yarışması
Ağustos. 2006 (3. Ödül)
Kasım. 2007
Download