12 mayıs 2014

advertisement
12 MAYIS 2014
CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ
Türkiye, Ağustos ayında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin atmosferine girdi. Geçmiş seçimlerde olduğu
gibi, toplumun asıl sorunları ve gerçek gündemini bir kenara iten kısır ve yapay polemikler, önümüzdeki seçim
sürecinde de devam edecek gibi görünüyor. Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde Başbakan ile Barolar Birliği
Başkanı arasında geçen tartışma da toplumda bir siyasal karşıtlık oluşturma ameliyesidir. Bir siyasi parti olarak
zaman zaman hükümeti ve icraatlarını sert bir dille eleştirmekle beraber Danıştay’ın 146. Kuruluş yıldönümünde,
TBB Başkanının sebep olduğu manzarayı tasvip etmiyoruz. Yargı kurumları ile ilgili yıldönüm törenlerinde, yargı
mensuplarının tamamen hukuk ve yargıya dair değerlendirmelerle gündeme gelmesi gerekirken, siyasi duruş ve
tepkileri ile gündem olmaları Türkiye’de bir gelenek halini almaya başladı. Bunu doğru bulmuyoruz. Adalete ve
temel insan haklarına yönelik eleştirilerin, kişisel ikbal ve siyasal amaçların aracı haline dönüştürülmesi doğru
değildir. TBB başkanının yaptığı konuşmayı usul ve üslup olarak tasvip etmemenin yanında, içerik olarak doğrular
içerse de mağdur olarak sıraladığı isim ve dosyalar açısından tamamen ideolojik taraflı olarak görüyor ve samimi
bulmuyoruz. Zira uzunca konuşmasında ve mağdur sıralamasında, bu ülkenin gerçek mağdurları olan İslami dava
ve şahsiyetlerden bir tane örneğe bile yer vermemiştir. Kaldı ki başörtülü avukatlara kan kusturan bir kuruluşun
başındaki ismin hak, hukuk konusunda inandırıcılığı da yoktur. Bütün bunlarla beraber hükümetin ve Başbakanın,
kimden geldiğine bakmaksızın haklı ve makul eleştirilere kulak vermesi ve adaleti ayakta tutmak adına vakit
kaybetmeden gerekli adımları atması gerektiği hususu tartışmasızdır. Türkiye’nin, önümüzdeki süreçte halkının
inanç değerlerini özümsemiş, adil ve cesur bir Cumhurbaşkanına ihtiyacı olduğu muhakkaktır. Seçim döneminde
bu nitelikte adayların ortaya çıkmasının halkın maslahatına uygun düşeceğine inanıyoruz.
BAKANLAR HAKKINDAKİ SORUŞTURMA
TBMM`de, eski bakanlar Çağlayan, Güler, Bağış ve Bayraktar`la ilgili tek bir Meclis Soruşturma Komisyonu
kurulmasına karar verildi. 17 Aralık’ta bakanların çocuklarının da aralarında bulunduğu pek çok kişinin
tutuklanması ile başlayan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının bakanlarla ilgili olan kısmı, geç de olsa meclis
gündemine taşınmış oldu. Hükümetin kendisine yönelik bir darbe girişimi olarak kamuoyuna sunduğu, ancak
gelişen süreçte adeta ortaya saçılan delillerle çok ciddi suçlamaları barındırdığı görüldü. Hatırlanacağı üzere
soruşturma savcılarının ve görevli emniyet müdürlerinin soruşturmadan el çektirilmesinden sonra tutuklananlar
tahliye edilmiş ve soruşturma gündemden düşmüştü. Bakanlar ile ilgili iddiaların meclis bünyesinde oluşturulacak
bir komisyonla araştırılacak olması olumludur. Geçmişte kurulan başta Roboski katliamı ile ilgili olmak üzere pek
çok araştırma komisyonunun sadece devleti ve hükümeti aklama görevi gördüğü düşünüldüğünde, komisyonun
sonuç itibariyle olmasa bile kurulması itibariyle soruşturmaya değer bir suçlamanın varlığının kabulü anlamına
gelmektedir. Bu açıdan 17 Aralık sürecinin devlet ve hükümet için bir temizlenme vesilesi olmasını diliyoruz ancak
hükümetin sergilediği koruma refleksli tavırlar bu konudaki beklentileri karşılamaktan uzaktır.
SAĞLIKSIZ EKONOMİK BÜYÜME
Dünya Bankası'nın satın alma gücü paritesine göre, Türkiye'nin Gayri Safi Yurtiçi Hasılası 1 trilyon 315 milyar
dolara ulaştı. Ancak gerek devletin, gerekse vatandaşın oluşan bu ekonomik büyümeye göre harcama öncelikleri
ve yöneldiği ihtiyaçlar sağlıklı ekonomiye işaret etmemektedir. BDDK verilerine göre geçen yıl Türkiye'de nakdi
kredilerin mevduata oranı birçok ilde yüzde 300’leri aşmış durumdadır. Tasarruf miktarından çok daha fazlasını
faizli krediler eliyle borçlanan bir toplum ve ekonomi yapısının sağlıklı olduğu söylenemez. Toplumda en temel
ihtiyaçlardan olan konut sorununun çözülemediği, 2012 yılı istatistikleri itibariyle elde edilen gelirin yüzde 25,8’inin
barınma için harcandığı, en az harcamanın ise yüzde 1,8 ile sağlık hizmetlerine ayrıldığı açıklandı. Devletin en
temel hizmetleri olan eğitim, sağlık ve güvenlik konusunda personel ihtiyacını karşılayamadığını açıklayan Devlet
Personel Başkanlığı tarafından halen 127 bin öğretmene ihtiyaç duyulduğunu, doktor ve polis ihtiyacının da ikinci
ve üçüncü sırada yer aldığı ifade edildi. Faize dayalı ekonomik sistemin rakamsal büyüme hacmi her ne olursa
olsun, nitelikli bir ekonomik büyümenin yerini tutamayacağı açıktır. Gerek özel, gerekse kamu harcama
önceliklerinin gözden geçirilmesi, devletin asli görevlerinin yerine getirilmesi, israfa ve dolayısıyla faizli krediye
alan açan yaklaşımlardan uzaklaşılması gerektiğine inanıyoruz. Sağlıklı bir toplum inşasının, helal ve meşru
olmayan ekonomi modelleri ile sağlanamayacağını hatırlatıyoruz.
ÇÖZÜM SÜRECİ VE PKK EYLEMLERİ
Çözüm sürecinin, Devlet ile PKK arasında sıcak bir çatışma yaşanmaması dolayısıyla ölümlerin olmamasını,
Kürdistan ve Türkiye halklarının nispeten huzur ve barış ortamına kavuşması bakımından olumlu olduğunu birçok
vesile ile vurguladık. Hükümetin gelişen süreçte batı illerine asker veya polis cenazesi gelmemesini birincil hedef
olarak belirlediği, buna karşılık, PKK’nin sivil halka ve özellikle de İslami kurum ve kuruluşlara yönelik saldırılarına
göz yumduğu müşahede edilmektedir. Hükümet bu anlayışıyla adeta danışıklı bir şekilde PKK’ye alan açmış
görüntüsü veriyor. Kaçırma, yol kesme, bombalı saldırı gibi pek çok eylem, devlet görevlilerine yönelik olmadığı
sürece görmezden gelindi. En son geçtiğimiz hafta 18 yaş altı onlarca çocuğun piknik sonrası dağa götürüldüğü,
bazı çocukların ailelerin tepkisi üzerine geri gönderildiği bir süreç yaşandı. Halen çocuklarının geri getirilmesini
isteyen birçok anne ve babanın endişeli bekleyişi sürüyor. PKK veya Hükümet çevresine yönelik en küçük bir hak
ihlalinde bile kamuoyu oluşturmayı görev bilen onlarca STK ve İnsan Hakları Örgütleri, Çocuk Hakları
Komisyonları, olan biten karşısında sessiz kalmayı tercih etmişlerdir. Hükümet veya devlet kanadından herhangi
bir açıklama yapılmamış olması da Kürt halkının, varılan anlaşma gereği Devlet ve PKK tarafından gözden
çıkarıldığını göstermektedir. Halkın can, mal, din, akıl ve nesil emniyeti devletin/hükümetin veya örgütlerin keyfine
bırakılamaz. Ne karşılığında olursa olsun pazarlık konusuna indirgenmesi kabul edilemez.
MADDİ KALKINMANIN BEDELİ MANEVİ ÇÖKÜŞ
Toplumun örf ve ahlaki değerlerine aykırı birçok proje, Devlet destekli SODES kapsamında gençlerin
yozlaştırılması için hayata geçirilmektedir. Ağrı’da “dansın sultanları” adıyla pratize edilen proje halkın tepkisi ile
karşılaştı. Bir yandan dindar nesil yetiştirmeyi vadeden hükümetin, özellikle Kürt illerinde üstelik halkın parasıyla
böylesi projeleri desteklemesi, izaha muhtaçtır. Hükümet, devlet imkânlarını kullanarak toplumun manevi ve ahlaki
dinamiklerini hedef alan bu türden faaliyetlerle meşgul olurken, öte yandan özgürlükler adına İslam’a ve
Müslümanlara hakareti cesaretlendirmekte ve halkının inanç değerlerine yönelik saldırılara karşı caydırıcı hiçbir
önlem almamaktadır. Ekşi sözlük gibi Kur’an-ı Kerime hakaret eden internet sitelerinin küstahça yayınları bu
duruma açık birer örnektir. Hükümet, İslam’ın veya başka dinlerin kutsallarına yönelik hakaretlere karşı caydırıcı
cezalar öngören yasal düzenlemeler yapmalı, ahlaki ve manevi değerleri tahkir eden faaliyetlerden el çekmelidir.
UYGUR MÜLTECİLER
Uygur Müslümanları yıllardır Çin baskısı altında yaşamaktadırlar. Çin’de yaşadıkları zulüm ve baskılardan
kaçarak çeşitli ülkelere mülteci olarak sığınanların sayısı da her geçen gün artmaktadır. Aralarında kadın ve
çocukların da bulunduğu 35 Uygur Müslümanın, uzun süredir Atatürk Havalimanı’nda bekletildiği, Türkiye’ye
girişlerine izin verilmediği bilinmektedir. Siyasal şartları her ne olursa olsun Çin zulmünden kaçıp Türkiye’ye
sığınan mültecilerin ülkeye kabulü her şeyden önce insani olarak hükümet yetkililerinin bir vazifesidir. İnsan
onuruna yakışmayan şartlarda havaalanında tutulan Müslüman kardeşlerimize, durumlarına uygun bir barınma ve
beslenme imkânı tanınmalıdır. Hükümet yetkilileri, İnsani ve İslami sorumluluklarının gereğini yerine getirmelidir.
NİJEYRA
Niijerya’da Boko Haram örgütünce 200 kadar kız çocuğunun okullardan kaçırılması sonrasında, örgüt tarafından
bu kızların pazarda satılacağı yönünde yapılan açıklamalar, bütün İslam âleminde kınandı ve kızların derhal
serbest bırakılması istendi. Nijerya’nın kaçırma olaylarına yönelik Dünya Müslüman Âlimler Birliği de benzer bir
açıklama yaparak kaçırılan kızların serbest bırakılmalarını istedi. İslami mücadeleyi benimseyen ve Batılı Eğitim
Sistemi ile mücadele eden hareketin İslami olmayan eylem biçimlerinden derhal vazgeçmesi ve kız çocuklarının
serbest bırakılması için de İslam ülkelerince girişimlerde bulunulması gerekmektedir.
Download