ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

advertisement
ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KÜRESEL VE BÖLGESEL ÇALIŞMALAR A.B.D.
DÜNYA EKONOMİSİ
DOÇ. DR. BENAN ERES
ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ KİTABI 3. VE 4. BÖLÜMLERİN ÖZETİ
ÖZGÜR ÖZTÜRK
14944616
ANKARA 2014
ULUSLARIN DÜŞÜŞÜ – 3. VE 4. BÖLÜM ÖZETİ VE DEĞERLENDİRMESİ
3.BÖLÜM
38.PARALEL İKTİSADI
II. Dünya savaşı bitimine doğru Japonya’nın mağlubiyeti ve Kore adasındaki sömürge
yapısının zayıflamaya başlaması, bölgede yeni bir siyasal yapının da kurulmasını beraberinde
getirmiştir. Kore Adasının Güney ve Kuzey olarak iki bölgeye ayrılması sonrasında Güney
bölgenin ABD, Kuzeyin ise Sovyet idaresine verilmesi ile başlayan Soğuk Savaş süreci de,
Kuzey Kore’nin Güney Kore’ye saldırması ile son bulmuş ve bölgede artık siyasal, sosyal ve
ekonomik anlamda yeni bir düzen inşa edilmeye başlanmıştır.
Kore Adasının bölünmesi sonrasında, Amerika ve Sovyet Rusya idareleri altında bulunan
bölgelerin siyasal anlamda yönetim tarzlarını da etkilemiştir. Güney Kore, anti-komünist bir
liderin önderliğinde Amerika’nın desteği ile ekonomik ve siyasal kurumlarını yeniden
yapılandırmıştır. Her ne kadar, 1948 yılında yapılan seçimlerde, yeni başkan bir önceki başkan
gibi otoriter bir yönetim tarzı benimsese de özel mülkiyete dayalı bir piyasa ekonomisinin
benimsenmesi, ekonomik büyüme önündeki devlet engellerinin kaldırılması, başarılı şirketlere
kredi ve devlet teşviki sağlanması iktisadi büyümenin de önünü açmıştır. Kuzey Kore’de ise
tam tersi bir durumla karşı karşıya kalınmıştır. Sovyet idaresinin de etkisiyle, Komünist bir
liderin yönetimi altında, devlet güdümlü katı bir ekonomi politikası benimsenmiş, sanayi ve
tarımsal alanlarda özel mülkiyet kaldırılmış ve özgürlükler sadece piyasalarda değil, yaşamın
neredeyse her alanında kısıtlanmış, ekonomik ve sosyal alanlarda yapılan bu hamleler,
ekonomik durgunluğa neden olmuştur. Bu bölümde, aynı sınırlara sahip iki ülkenin iktisadi
büyüme hareketleri karşılaştırılırken, coğrafi ve/veya kültürel sebeplerin geçerliliği kapsam
dışında bırakılmış olup söz konusu farklılığın ana nedeninin kapsayıcı siyasal kurumlar üzerine
inşa edilen ekonomik kurumların olduğu ifade edilmiştir.
Ülkelerin ekonomik başarılarının kurumlara, ekonomik işleyişi belirleyen kurallara ve
bireysel teşviklere bağlı olduğu iddia edilmiştir. Örneğin, Kuzey Kore’de girişimcilik, insiyatif
alma özgürlüğü olmadığı gibi, eğitim seviyesi de düşüktür. Hatta verilen temel eğitimlerde bile,
mevcut devlet otoritesini ve yönetim şeklini meşrulaştırmaya çalışan bir eğitim sistemi
benimsenmiştir. Tek düze bir eğitim sistemi mevcuttur. Ayrıca, okuldan mezun olunduktan
sonra, 10 yıllık bir zorunlu askerlik görevi mevcuttur. Bireyler, ekonomik özgürlük ve özel
mülkiyet gibi kavramlar var olmadığı için gelecekten de umutlu olmadıkları gibi, her ne olursa
olsun gelir seviyelerinin yükselmeyeceğini de kabullenmişlerdir. Güney Kore’de ise, eğitim
seviyesi yüksek bir nüfus mevcut olup, devletin sağladığı bireysel teşviklerle vatandaşlar ister
girişimci, isterse işçi olarak çalışsalar da bir gün yatırımlarının karşılığını alacaklarını ve hatta
yaşam standartlarında önemli bir değişiklik olacağının farkındadırlar.
1
Bu bağlamda Güney Kore’de ABD’den alınan desteğinde etkisiyle, kapsayıcı ekonomik
kurumların varlığından söz edilmektedir.
Kapsayıcı kurumların varlığı, ekonomik etkinliği, verimlilik artışını ve ekonomik refahı
tetiklemekte ve ekonomik büyümenin de önünü kapatmaktadır. Burada kapsayıcı ekonomik
kurumların, kapsayıcı siyasal kurumlar tabanında gerçekleşmesi elbette, ekonomik büyüme için
önemli olgular olabilir. Ancak, bunun tam tersi durumlarda da ekonomik büyüme hayata
geçirilebilir.
Örneğin, Sovyetler Birliği’nin, Stalin döneminde yaptığı hamleler sonrasında
gerçekleştirilen sanayileşme hareketi ve buna bağlı olarak ortaya çıkan hızlı ekonomik büyüme
bu duruma örnek gösterilebilir. Ayrıca, söz konusu dönemde Kuzey Kore bahsi geçen
sınırlayıcı kurumların varlığı ve kapalı ekonomisine rağmen 1945-1960 yılları arasında geçen
sürede, Güney Kore’den daha hızlı büyümüştür. Bu anlamda, iktisadi büyüme kavramını sadece
kapsayıcı ekonomik kurumların varlığıyla açıklamak, dar bir bakış açısıyla meseleye bakmak
olacaktır. Yine, iki ülke arasındaki farklılıktan hareketle, Soğuk Savaş sonrasında, ABD’nin
Kuzey Kore’ye karşı uygulamış olduğu izolasyon politikası ve ambargolarda, iktisadi
büyümeyi ve/ veya büyümenin sürdürülebilirliğini etkileyen bir diğer husus olacak ve bu
duruma da değinmemek, ortaya atılan tezi eksik bırakacaktır. Ancak her şeye rağmen,
yazarların da sıklıkla bahsettiği refah seviyesine ulaşmak ve sürdürülebilir iktisadi büyümeyi
sağlamak için oluşturulan kapsayıcı siyasal ve ekonomik kurumlar, tek başına yeterli
olmayacaktır. Bu iki kurumun sağlıklı bir zemin üzerinde oluşturulması sonrasında teknoloji,
eğitim gibi faktörleri devreye sokmak, büyüme açısından önem arz etmektedir.
Kapsayıcı ekonomik kurumları yalnızca serbest piyasalar olarak algılamak da bir başka
yanılgı sebebi olacaktır. Kapsayıcı ekonomik kurumların devlete ihtiyaç duyacağı da aşikardır.
Çünkü örneğin Barbados’ta da piyasa mevcuttu ancak dar ve elit bir kesime hitap etmesi
nedeniyle, aynı topluma ait olan köleler, piyasanın bir parçası olmasına rağmen sistematik baskı
görmüş ve karar verme imkanları da ellerinden alınmıştı.
Sürdürülebilir ekonomik büyümeye, neredeyse her zaman emek, toprak ve sabit sermaye (
binalar, makinalar v.s ) ve bunların daha verimli hale gelmesini sağlayan teknolojik yeniliklerde
eşlik eder. Örneğin 100 yıl kadar geriye gitmek gerekirse, bugün bizim için alışılagelmiş
teknolojik konulardan yoksun durumda olan eski insanların yaşam standartları bizden geridedir.
Öyle ki o günden bugüne kadar yaşanan sosyo-ekonomik ilerlemelere olanak sağlayan şey de
kapsayıcı ekonomik kurumlardır. Örneğin Samsung, Daewoo gibi global şirketlerinde Güney
Kore’den çıkması şaşırtıcı olmayacaktır. Ancak, bu üretkenliği somutlaştıran olgu, yalnızca
teknolojik ilerlemeler değil, üretime katılan işçilerin teknik bilgisi ve eğitim seviyesidir. Yani,
söz konusu teknolojik gelişmeleri ortaya çıkardıktan sonra, bu teknolojileri nasıl kullanacağını
bilen işçilerin olmaması üretkenliği de ve ekonomik büyümeyi de sekteye uğratır.
Yine Kuzey Kore-Güne Kore karşılaştırması üzerinden yapılan tartışmada, iki ülkenin
iktisadi büyüme seviyeleri dikkate alındığında belirleyici diğer bir unsurunda siyasal
iktidarların izlemiş olduğu politikalardır. Burada önemli olan konu, siyasal kurumlarla
ekonomik kurumların etkileşimi sonrasında ortaya çıkan yapıdır. Siyasal kurumlar, ekonomik
büyümeyi hızlandırdığı gibi, sömürücü kurumları da ortaya çıkarabilecektir.
2
Siyasal güç dağılımının eşit olmaması halinde, mutlakiyetçi bir yapı ortaya çıkacağı ve
ekonomik büyümenin sürdürülebilir olmayacağı iddia edilmektedir ( Latin Amerika, Barbados,
Kuzey Kore gibi ). Ancak siyasal gücün eşit dağılması halinde, çoğulcu ve kapsayıcı
kurumların varlığından söz edilebilecek ve ekonomik büyümenin de önü açılacaktır.
Sömürücü siyasal kurumlar gücü dar bir elitin üzerinde yoğunlaştıracak ve genellikle
ekonomik kurumlar, bu elit tarafından toplumun geri kalanını sömürmek için
yapılandırılacaktır.
Sonuç olarak, siyasal ve ekonomik kurumlar arasında etkileşim ekonomik büyüme
üzerinde önemli bir olgu olarak göze çarpmakta olup, kapsayıcı kurumların oluşması halinde
ekonomik büyüme, sömürücü ekonomik kurumların oluşması halinde ise ekonomik durgunluk
ortaya çıkacaktır. Buradan hareketle, Belçika sömürüsünden kurtulmuş olan Kongo
Krallığında, ülkenin ekonomik kaynaklarının kral ve etrafındaki politik kesim için kullanmış
olması, var olan ekonomik büyüme imkanlarını sömürücü kurumlara dönüştürmüştür. Burada
Kongo Krallığı’nın ekonomik büyümesini otoriter rejime bağlamak da yeterli olmayacaktır.
Uzun yıllar boyunca, sömürülen bir ülkenin, toparlanması zaten zaman alacağı gibi, sömürge
zihniyetinin yerleştiği bir topluluğun da var olan kaynaklarını verimli kullanması mümkün
olmayacaktır.
Kurumların teşvik ettiği ekonomik büyüme, kazanan olduğu kadar kaybeden bir kesimde
yaratacaktır. Sanayi devrimi ile birlikte yaşanan teknolojik gelişmeler neticesinde, toplumun
refah ve gelir seviyesi önemli derece de artsa da ekonomik büyümenin ve teknolojik gelişmeler,
kaynakları eskiden yoğun olarak kullanan kesim için de yaratıcı bir yıkım oluşturmuş ve
ekonomik büyüme sürecine karşı çıkan bir kesimi oluşturmuştur.
Sömürücü ekonomik kurumlara dayalı büyümeye örnekler verilebilir. Karayipler’de
sömürücü ekonomik kurumların varlığından söz edilse de, bölgenin en büyük şeker üreticisi ve
ihracatçısı olması, zengin bir ekonomiye sahip ülkeler arasındadır. Bu ülkede elit kesim
tarafından yapılan yeni ekonomik hamleler, ülkenin ekonomik büyüme potansiyelini bitirmiş
ve durgunluğa sebep olabilmiştir. Ayrıca Sovyetlerde de durum farksızdır. Bu ülkede de
sömürücü kurumlar altında ülke idare edilse de düşük verimlilikte kullanılan tarımsal kaynaklar
sanayiye aktarılmış ve büyüme gerçekleşebilmiştir.
Başlangıçta verilen Güney Kore örneğine dönülecek olursa, bu ülke de bölünme sonrasında
antikomünist ve otoriter bir iktidarın varlığına rağmen yapılan hamlelerle ekonomik büyümenin
gerçekleştiğinden bahsetmiştik. Güney Kore lideri her ne kadar baskıcı bir yönetim tarzı
benimsese de, tüm toplum tarafından kabul gören ekonomik teşvikleri yerine getirmesi, siyasal
gücünü de elinde tutmasını sağlamıştır. Ancak burada Amerika’dan alınan destekle Kuzey Kore
tehdidinin bertaraf edilmesi gibi politik gelişmelerde, ekonomik büyümenin gerçekleşmesinde
aracı rol oynamıştır. Güney Kore örneği dışında kalan sömürücü siyasal kurumlara sahip,
Sovyetler ve Çin gibi ülkelerde, ekonomik büyüme sağlansa da sürdürülebilir ekonomik
büyümeyi sağlayamamışlardır.
3
4.BÖLÜM
KÜÇÜK FARKLILIKLAR VE KRİTİK DÖNEMEÇLER
Tarih boyunca yaşanan kritik olaylar ülkelerin ekonomik ve sosyal gelişiminde belirleyici
rol oynayabilmektedir. 14.yy’da ortaya çıkan ve tüm Avrupa’yı etkileyen veba salgını Ortaçağ
toplumu üzerinde sosyal, siyasal ve ekonomik anlamda dönüştürücü bir etki yaratmıştır.
Veba salgını sonrasında özellikle feodal yapının hakim olduğu Batı Avrupa ülkelerinde
oluşan emek kıtlığı, köylüler tarafından cezaların azaltılması ve ücret artış taleplerini de
beraberinde getirmiştir. Veba salgını Batı Avrupa’da iktisadi ve sosyal anlamda bu
değişiklikleri beraberinde getirirken, Doğu Avrupa ‘da arazi yapısının da genişliği nedeniyle
Lordlar’ın güçlenmesine ve daha geniş topraklara sahip olmasını sağlamıştır.
Ticari faaliyetler dikkate alındığında ise, Doğu Avrupa’da tarım ürünlerinin üretim hacmi
artmış, Batı’da ise, emek kıtlığı dikkate alındığında bu ürünlere olan ihtiyaç ve ithalat hacmi
artmıştır. Sonuç itibariyle, Aynı kıta üzerinde oluşan bu ciddi ayrım, Doğu’da feodal yapının
güçlenmesine, Batıda ise daha demokratik bir yapı oluşmasına neden olmuştur. Sonuç olarak
bu bölümde yapılan değerlendirmede, gerçekleşen bu kritik olay neticesinde her iki bölgede de
piyasa ekonomisinin varlığından bahsederken, Batı’da kapsayıcı ekonomik kurumların
oluştuğu, Doğu’da ise sömürücü ekonomik kurumların güçlendiği tezi ortaya atılmıştır. Elbette
ki, burada ortaya atılan tezin geçerlilik payı inkar edilmemelidir. Ancak yaşanan bu kritik olayı,
ekonomik büyüme kavramı ile direkt olarak ilişkilendirmek yeterli olmayacaktır.
17. yy sonrasında İngiltere de ortaya çıkan hızlı ekonomik büyüme olgusu, siyasal bir
dönüşümü de beraberinde getirmiştir. İngiltere’de yaşanan Görkemli Devrim sonrasında
yaşanan siyasal dönüşüm ve sonrasında ortaya çıkan çoğulcu yapı, kapsayıcı siyasal kurumların
oluşmasını sağlamış ve siyasal taban üzerinde kapsayıcı ekonomik kurumların oluşmasını da
hızlandırmıştır. Devrim hareketi ve sonrasında oluşan siyasal yapının etkisiyle ortaya çıkan
ekonomik büyümede, toplumun sisteme olan uyumunun da önemli olduğu göz ardı
edilmemelidir. İngiltere’de yaşanan ekonomik büyüme hareketinde, merkezi otorite yine
güçlüydü. Siyasal anlamda herhangi bir taviz verilmemesi ile birlikte, ekonomik büyümenin
önünü açmak için demokratik hamlelerde bulunulması, fikri mülkiyet haklarına ve bireysel
teşviklere önem verilmesi ve ticari faaliyetleri için çıkarılan ekonomik paketler ve buna bağlı
olarak emek ve sermayenin etkin kullanılması büyümeyi hızlandırmıştır. Fikri mülkiyet
haklarına verilen önem, ekonomi genelinde teknolojik ilerlemenin de lokomotifi olan buluşları
beraberinde getirmiştir. Bu durum işçilerin de verimini arttırmıştır. İngiltere’de siyasal olarak
oluşan çoğulcu düzen sonrasında parlamentonun gerçekleştirdiği finansal düzenlemeler,
piyasayı canlandırmış ve ekonomideki bu canlılık sınır ötesindeki sömürgelere de ulaşmıştır.
4
Ancak yaşanan bu iktisadi büyüme hareketinde, kapsayıcı kurumların varlığının önemi
büyük olmasına rağmen, İngiltere’nin sömürgeci anlayışının büyümeye etkisinden bahsetmek
gerekmektedir.
Kapsayıcı kurumların varlığının büyümeye katkıda bulunduğu açıktır ancak, ilgili
dönemde İngiltere’nin büyümesini sadece buna bağlamak yeterli olmayacaktır. İngiltere’nin
uluslararası arenada yaptığı politik hamleler, coğrafi ve kültürel yapının önemi yadsınamaz bir
gerçektir. Mevcut ekonomik ve siyasal kurumlar, güç dengesini şekillendirip, siyasal açıdan
neyin olanaklı olduğunu gösterirken, kritik dönemeçlerdeki olayların sonuçları ise tarihin
ağırlığıyla şekillenmektedir. Bu gibi dönemeçlerde izlenecek kurumsal gelişim rotası ise,
siyasal iktidarların yaşanan bu kritik olayları hangi menfaat ekseninde kullandığıyla ilişkilidir.
Görkemli devrimde, çoğulcu kurumların oluşmasını isteyen grubun başarısında, kraliyete
muhalefet eden tüccarları zenginleştiren Atlantik ticareti arasında bir ilişki bulunduğu
görülmektedir. Yazarlar, İngiltere örneğini verirken, bu ülkeyi sürekli olarak rol model olarak
göstermişlerdir. Söz konusu durum, yazarların tezlerinin doğruluğunu ispat etmekten başka bir
anlam ifade etmemektedir. Zira yine aynı dönemler dikkate alındığında, ortaya çıkan Fransız
devrim hareketi, neredeyse tüm dünyayı etkilese de bu devrim İngiltere ve Amerika’ya hiç
uymamıştır. Bu bakımdan, İngiltere’nin her ne kadar kapsayıcı kurumları inşa ettiği ifade edilse
de, monarşi düzeninden vazgeçmediği ve ülkenin tüm faaliyetlerinde monarşinin kontrolü elden
bırakmadığı bir gerçektir. İngiltere’nin büyüme hareketini ve bunun sürekliliğini sağlayan
bitmek tükenmek bilmeyen sömürü hırsıdır. Sömürgecilik faaliyetlerine hiç ara vermeyen ve
tüm sömürülen ülkelerin kaynakların direkt olarak ülkeye aktarıldığı bir ortamda, ekonomik
büyümeyi yalnızca kapsayıcı kurumların varlığına dayandırmak yeterli olmayacaktır.
18. yy ‘da İngiltere’nin piyasa ekonomisine dayalı kapsayıcı ekonomik kurumları inşa
etmesi, tüm dünyada hissedilmesine rağmen, her bölgede aynı kurumları oluşturmamıştır.
Örneğin, Sanayi devrimi ile başlayan süreç, Fransız devrimi ile farklı bir boyut kazanmış, Batı
Avrupa’daki ülkelerin kurumlarını İngiltere’dekilere yaşlaştırırken Doğu Avrupa daha da
uzaklaşmıştır. Amerika ve Kanada gibi ülkelerde İngiltere örnekleri görünürken, Latin
Amerika’da İspanyolların etkisiyle sömürücü kurumlar görülmüştür. Afrika’nın sanayi
devriminden çok az etkilenmesi ve ekonomik büyümeyi gerçekleştirememesinde merkezi ve
mutlakiyetçi devlet yönetimlerinin etkisi büyüktür. Burada Kongo için kritik dönemeç ise,
Avrupalıların ülkeye gelmesi sonrasında doğan ekonomik fırsatların ve özellikle tarımsal
üretimlere mutlakiyetçi yapı tarafından el konulması ve elitlerin silah ve lüks mallar
karşılığında köleleri Portekizlilere satması olarak gösterilecektir.
Bu dönemeçte, Kongo büyük bir krallığa dönüşecek kaynağa ve ekonomik büyüme
fırsatına sahipken, sömürücü kurumların etkisini ciddi manada hissetmiştir.
Her ne kadar 19.yy ‘da Afrika’da köle ticareti bitse de Avrupalı ülkelerin sömürgeci
faaliyetleri, ekonomik ve siyasal kurumların gelişimini engellemiştir. Esasında, Afrika’da
ekonomik büyümenin gerçekleşmemesini sadece mutlakiyetçi yönetim anlayışına bağlayarak,
tarihsel çerçevede analiz yapmak, eksik bir değerlendirme olacaktır. Çünkü, bölgenin
kaynaklarını ve emek gücünü, Afrika devletlerinin kendi menfaatleri için etkin
kullanamamalarında ana neden, başta İngiltere olmak üzere, büyük devletlerin uyguladığı
sömürgeci faaliyetlerdir.
5
Yapılan bu sömürgeci faaliyetler sonrasında, bölgede yer alan özgül malların, ülke içi
ekonomik faaliyetlere dahil edilemeyip, direkt olarak sömürgeci kaynaklara aktarılması ve hatta
emek gücünün de ciddi oranda sömürülmesi, ülkelerin var olan potansiyellerini de geri plana
atmıştır. Asya’da ise, mutlakiyetçi yapıya sahip kurumların varlığına rağmen, Japonya iktisadi
büyümeyi gerçekleştirmiştir. Bu bölgede Çin, Hindistan gibi ülkeler, kalkınmayı
gerçekleştirecek kaynaklara sahip olmalarına rağmen, siyasal iktidarın gücünü kaybetme
endişesi, kaynakların etkin kullanımını ve kapsayıcı ekonomik kurumların oluşumunu
engellemiş ve ekonomik büyüme gerçekleşmemiştir. Japonya’da ise, mutlakiyetçi yapının
varlığına rağmen, siyasal iktidarın gücünü kaybetme endişesi ve uluslararası tehditler, devrime
yol açmış ve ekonomi büyümüştür. Ancak, Japonya’da gerçekleşen ekonomik büyümeyi bu
kadar basit bir anlayışa indirgememek gerekmektedir.
Zira, bu ülkede, emek gücünün etkin kullanımı, kaynakları etkin kullanma becerisi ve
teknolojik gelişmelere paralel sanayide yaşanan gelişmeler bu durumda etkendir.
Sonuç olarak, ekonomik büyüme kavramında, güçlü ve kapsayıcı siyasal kurumların
üzerine oturtulan kapsayıcı ekonomik kurumların varlığı önemli olmakla birlikte, devletin
bireysel teşvik, özel mülkiyet gibi konulara ağırlık vermesi de önemlidir. Teknolojik
ilerlemeler ve toplumun eğitim seviyesi büyüme çabaları için gerekli kriterler olmakla birlikte,
kaynakların etkin kullanımı ve verimlilik açısında da önem arz etmektedir. Ancak, ekonomik
büyüme olgusunu tarihsel çerçevede değerlendirirken, ülkelerin coğrafi ve kültürel ve hatta
demografik yapılarını da göz ardı etmemek gerekmektedir.
Sadece kapsayıcı siyasal kurumların oluşmasıyla, kapsayıcı ekonomik kurumlar oluşur
demek, tarih boyunca katı yönetim tarzı benimseyen ancak, güçlü devlet otoritesinin sağlam bir
ekonomiye dayanacağını düşünen ülkeleri de yok saymakla eş değerdir. Zira iktisadi büyüme
kavramı, emek ve üretimle sağlanabilmekte olup, tarım, sanayi ve hizmet sektörleri ile aşamalı
bir yol izlemektedir. Sonuç itibariyle, devletin ekonomik büyüme konusunda zemini oluşturan
özel mülkiyet hukukunun gelişmesi ve bireysel güvenliğin sağlanması için gerekli bir kurum
olduğu unutulmamalıdır. Ülkelerin ekonomik anlamda büyümesi ve veya çöküş sürecine
girmesi yalnızca kapsayıcı kurumların varlığı ile açıklanmamalıdır. Tarih boyunca var olan
imparatorlukların çöküşlerini hazırlayan süreçte, dünyada süper güç olmak için verilen
sömürgecilik mücadelesi, izolasyon ve ambargo süreçleri ve diğer politik olayların varlığı önem
arz etmektedir.
6
Download