II. Meşrutiyet Dönemi Türk Tiyatrosu ve Tiyatro Eserleri

advertisement
T.C.
CUMHURİYET ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
YENİ TÜRK EDEBİYATI ANA BİLİM DALI
YÜKSEK LİSANS ÖDEVİ
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ
TÜRK TİYATROSU
Ve
TİYATRO ESERLERİ
Danışman
Doç. Dr. Ahmet BOZDOĞAN
Hazırlayan
Semra DEMİR
2010SOY032
KASIM, 2010
SİVAS
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ TÜRK TİYATROSU VE TİYATRO ESERLERİ
GİRİŞ
Tanzimat’la birlikte Türk edebiyatına giren yeni edebî türlerden olan “tiyatro”,
1839’dan itibaren Osmanlı-Türk toplumunun hayatına girmiştir. Yeni bir türle tanışan
edebiyat camiası adapte ve tercüme eserlerle bu yeni türe alışmaya başladılar. Zira, Türk
toplumunun “drama” olarak hayatında var olan Karagöz ile Hacivat ve onun diğer bir şekli
olan Orta Oyunu modern tiyatrodan oldukça farklıydı. Modern tiyatrodaki sahne, perde,
kostüm gibi materyaller yanında muhteva da alışılmışın dışında bir şekil içermekteydi.
Alemdar Yalçın’a göre; “Tiyatro edebiyatının bir memlekette muvaffak olabilmesi için
birtakım yardımcı unsurlara ihtiyaç vardır. Bunlardan birincisi sahne ve seyirci, ikincisi ise
oyundur. Yani müellif, aktör, seyirci üçlüsü olmadan bir memleketin tiyatro edebiyatından da
söz etmek bir hayli zordur.” (Yalçın, 2002: 11)
Türk tiyatrosu bilinçli bir seyirciden mahrum başladı bu yola. Oyuncularımızın da çok
bilgili ve başarılı olamadığını düşünecek olursak Yalçın’ın bahsettiği önemli iki yardımcı
unsur olmadan ya da tam olarak yeterli hale gelmeden biz tiyatro ile tanışmış olduk. Durum
böyle olunca sahnelenmekten çok okunmak için yazılan eserler çıktı ortaya.
1876’ya kadar hızlı şekilde yaygınlaşan tiyatro, ilk başlarda yabancı kumpanyalar
tarafından sergilenen oyunlarla varlık göstermeye çalıştı. İlk telif eserimiz, Şinâsi tarafından
yazılan “Şair Evlenmesi” (1859) Türk tiyatro tarihinde bu açıdan önemli bir yere sahiptir.
Yerli kumpanyaların kurulması, Osmanlı Tiyatrosu’nun açılması bu hızlı gelişime katkı
sağlamıştır. Fakat 1876’dan sonra II. Abdülhamid’in yönetimi tamamen ele geçirmesi ve
sonraları tiyatro eserlerinin geniş halk kitlelerine hürriyet aşılama tehlikesi yönetimin
tiyatroya da el atmasına sebep oldu. 1884’te Osmanlı Tiyatrosu yıkıldı ve yaklaşık 35 yıl
devam eden tiyatro heyecanı büyük darbe aldı. Bunun ardından toplumsal, siyasî ve fikrî
eserlere sansür getiren yönetim hiçbir mesajı olmayan, sanat değeri taşımayan eserlere ancak
izin verir hale geldi. Böyle olunca tiyatro çalışmaları kendine çok farklı yönler çizmeye
başladı. Bunlardan bir tanesi Tanzimat’ın ikinci neslinin ortaya koyduğu “okunmak için”
yazılan tiyatro eserleriydi. Servet-i Fünûn ve Ara Nesil sanatçıları ise tiyatrodan bütünüyle
uzak kalarak farklı bir yol izlediler. Tiyatronun -büyük ölçüde- yerini bıraktığı “tuluat” ise
1908’e kadar varlığını yoğun bir şekilde sürdürdü.
Yaklaşık 35 yıl sürekli canlı ve hareketli kalan tiyatro, istibdat dönemi ile 33 yıl
sustu/susturuldu. 1908’de tekrar ilan edilen meşrutiyet her alanda olduğu gibi tiyatro alanında
da büyük ve şuursuz bir hareketliğe ve bunun getirdiği bir dağınıklığa sebep oldu.
Büyük bir baskıdan kurtulan, söylemek istediklerini yıllarca yutmak zorunda kalan,
kısacası özgürlüğü iliklerine kadar hisseden hemen herkes bir şeyler yazmaya başladı. Birçok
tiyatro, kumpanya kuruldu, birçok tiyatro eseri halkla buluştu. Halk özellikle, ilk dönemde
yazılan özgürlük yanlısı eserlere büyük rağbet gösterdi. Zamanla, hem özgürlük ve hürriyet
heyecanının eski yerini kaybetmesi hem de İttihat ve Terakki’nin istenenin aksine baskıcı bir
yönetim anlayışına meyletmesi tiyatro eserlerindeki muhtevanın da büyük ölçüde değişmesine
sebep oldu.
Nicelik bakımından oldukça üstün fakat nitelik bakımından pek ciddi bir değere sahip
olmayan bu dönem tiyatrosu hem eserlerdeki kalitesizlik hem sahnelenmelerindeki yetersizlik
hem de tiyatroların bir birlik oluşturamaması sonucu ortaya çıkan dağınıklık sebebiyle elbette
önemli eleştirilere maruz kalacaktı ve kadı da. Fakat unutmamak gerekir ki, bu dönem modern
Türk tiyatrosunun vücuda gelişinde, “kendi” oluşunda ve belki toplumsal anlamda ciddi bir
misyon yüklenmesinde çok önemli bir yere sahiptir. Bu kalabalık ve kargaşa arasından
sıyrılarak Türk tiyatrosunun imarında rol alan değerli birçok isim bugün Avrupa’daki
benzerleriyle yarışır hale gelen Türk tiyatrosu için birer mihenk taşı sayılmaktadırlar.
2
1.1. II. Meşrutiyet’in İlanının Türk Tiyatrosuna Yansıması
Meşrutiyetin ikinci kez ilanının ardından ilk iki gün büyük bir suskunluk ve
tedirginlik söz konusudur. Gazetelerde çıkan haberler, ilanlar bir ihtiyat ve korku ile
karşılanmıştır önce. Fakat ikinci günün sonunda bu korkunun yersiz olduğu anlaşılmış ve
aylar süren kutlamalar yapılmıştır.
Tiyatro alanında da kendini gösteren özgürlük adeta mantar gibi türeyen tiyatro ve
kumpanyalara sahne olmuştur. O zamana kadar çevrelerince yadırganan aktör olma heveslisi
birçok genç yavaş yavaş cesaret kazanmış ve oyunlar çıkarmaya başlamıştır. Meşrutiyetin
üçüncü günü Sahne-i Heves adıyla bir tiyatro, Sanayi-i Nefise adıyla bir kumpanya kurulur.
Bunların ardından Darü’t-Temsil-i Osmani adıyla kurulan bir heyet “Ramses” isimli bir
piyesi sahneler. Bu ardı ardına çıkan tiyatrolar ve tiyatro eserleri eğitimsiz ama hevesli genç
neslin amatör ruhla yaptığı çıkışlardan ibaret kalır ve neredeyse tamamına yakını kısa sürede
sönüp gider. (Yalçın, 2002: 31)
Tiyatro denilince akla gelen ikinci önemli unsur, seyirci yani halk için de
söyleyeceklerimiz bunlara yakın ifadeler olacak. İlanın ardından baskıdan kurtulup kendini
aşırı bir özgürlük ortamında bulan halk da bu tür sosyal olaylara yoğun ilgi göstermeye başlar.
23 Temmuz 1908’den hemen sonra sahnelenen Tanzimat dönemi hürriyetçi yazarlarının
(Namık Kemâl, Şemsettin Sami, Ebuzziya Tevfik) tiyatroları (Vatan -yahut- Silistre,
Gülnihal, Âkif Bey, Besâ, Ecel-i Kaza, vb.) seyirciden büyük ilgi gördü. O dönem,
insanlarda zaten yoğun olan hürriyet coşkusunu daha da artıran bu oyunlar amatör tiyatro
heveslilerini daha da cesaretlendirmiş ve etraflarına birkaç kişi toplayarak tiyatro kurmalarına,
buldukları yerde oyun sahnelemelerine sebep olmuştur. Osmanlı Komedi Kumpanyası,
Vatan Tiyatrosu Kumpanyası, Milli Osmanlı Dram Tiyatrosu, Heveskerân Cemiyeti,
Osmanlı İhtilal Kumpanyası, Millet Tiyatrosu, Yeni Osmanlı Tiyatrosu, Tasfiye-i Ahlak
Kumpanyası, Jön Türk Tiyatro Heyeti, Türk Sahnesi 1 bu şekilde kurulan ve büyük
çoğunluğu bir-iki oyundan sonra dağılan kumpanyalardan bazılarıdır. (Çetişili vd., 2007: 234235)
1.2. Milli Tiyatro Oluşturma Çabaları
Amatörce yapılan çalışmalar, bir bütünlüğün olmayışından kaynaklanan dağınıklık
zaman zaman bir “milli tiyatro” kurma düşüncesinin de oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Örneğin İsmail Çetişli’nin bahsettiği, 1909’da Recaizade Mahmut Ekrem’in başkanlığında;
Ahmet Hikmet, Cenap Şehabeddin, Hüseyin Cahit, Hüseyin Rahmi, İzzet Melih, Ali Kemal
ve Mehmet Rauf’la oluşturulan bir edebi heyet bu amaçla kurulur. Fakat 31 Mart Vakıası
üzerine fazla bir varlık gösteremeden dağılır. (Çetişli vd., 2007: 235)
Dönemin ilk ciddi ve uzun ömürlü topluluğu Burhaneddin Tepsi Kumpanyası’dır.
Konuyla ilgili bir tekzip yazısını Burhaneddin Bey’in2 kaleminden Alemdar Yalçın vesilesiyle
aynen aktaralım: “1908 senesi meşrutiyetinin ikinci ayında Paris’ten Muallimim Silve’nin
konservatuardaki devam ettiğim sınıfımdan çıkıp İstanbul’a geldim. İstanbul şehremaneti
bana Tepebaşı’ndaki Elyevmi Şehir Tiyatrosu idare müdüriyeti tarafından işgal olunan
odaları vardı. Benim ricam üzerine müze müdürü Hamdi, Recaizade Ekrem, Tevfik Fikret
Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf, Ahmet Hikmet vesair bazı tiyatro muhipleri tarafından bir
heyet-i edebiye teşkil olundu ve derhal kumpanyanın tesisiyle işe başladım. Bunların hepsi
benim namıma ve benim için yapıldı. Ahalimiz tarafından büyük tezahüratla karşılandım.
Bundan sonra Muvahhit, Ertuğrul Muhsin ve İ. Galip kumpanyama geldiler. Kendilerinin de
1
2
Geniş bilgi için bkz. (And: 1983)
Geniş bilgi için bkz. (Burhaneddin Bey: 1941)
3
itiraf ettikleri vechile aile çocuklarından mürekkep ilk tiyatro kumpanyasını yaparak
memleketimizde en büyük inkılabı yaptım ve yine bundan (19) sene mukaddemde (1922) yine
ilk Türk hanımlarını sahneye ben çıkardım.” (Yalçın, 2002: 32) Dönemin önemli
edebiyatçılarının teşviki ve desteği ile kurulan heyet Türk tiyatrosu açısından ele alınabilecek
önemli bir teşebbüstür.
Dönemin bir başka ciddi teşebbüsü için Çetişli 1914’te kurulup faaliyete başlayan ve
sonraları adı İstanbul Şehir Tiyatroları olarak geçen Dârülbedâyi-i Osmanî’yi adres
göstermektedir: “İstanbul belediye başkanlarından Operatör Cemil Paşa’nın girişimleri ile
tanınmış Fransız aktör ve Odeon Tiyatrosu müdürü Pierre Antoine İstanbul’a davet edilir. Bir
okul olarak düşünülen Dârülbedâyi-i Osmanî tiyatro faaliyetlerinin yanında oyuncu da
yetiştirecektir. Savaş şartları sebebiyle ancak 1915’te Hüseyin Suad’ın “Çürük Temel” isimli
adapte eseriyle perdelerini açabilen kurum, Türk sanatkârlarını tiyatro türünde eser yazmaya
teşvik etmesi bakımından da önemlidir. Nitekim 1915’ten itibaren yazarların tiyatro türüne
yöneldikleri görülür.” (Çetişli vd., 2007: 235) 14 Temmuz 1914’te alınacak talebeleri tespit
etmek üzere bir imtihan açılmış, ardından dersleri verecek hocalar da tayin edilmiştir.
Dönemin tanınmış aktörleri Dârülbedâyi-i Osmanî Tiyatro Mektebi’ne hoca tayin edilmiştir.
Mınakyan Efendi, Ahmet Fehim Efendi, Rıza Tevfik, Halit Fahri, Yahya Kemal bu isimler
arasındadır. Dârülbedâyi-i Osmanî’nin çalışmaları Osmanlı Devleti’nin Dünya Savaşı’na
Almanya yanında katılmasıyla yarım kalmıştır. Fransa ile savaşa girmemiz sebebiyle Antoine
mukavelenin bitmesini beklemeden memleketine dönmüştür. (Yalçın, 2002: 43-44)
Bu dönemde genellikle siyasi ve içtimai konulara temas etmeyen adapte yahut başka
Fransız Bulvar Tiyatrosu komedileri de sahnelenmiştir. Dârülbedâyi dışında Muhsin Ertuğrul
tarafından kurulan Edebi Tiyatro Heyeti Kuzey Avrupa’da gelişen teknikle piyesler
sahnelemiştir.
Devletin de bir yönetim tekniği olarak tiyatrodan istifade etme düşüncesini Alemdar
Yalçın 29 Ocak 1917 tarihli bir gazete haberinden3 aktarmaktadır: “Memnuniyetle istihbar
olunduğuna göre bazı zevat ve makam-ı aliyyece, millet-i muhteremin Ordu-yu Hümayün
hissiyatı cengaveranesiş ila’maksadıyla suret-i mahsusada askeri piyesler tertip ve tahrir
ettirilmeye başlanılmıştır. Sahnenin hissiyat üzerine tesir-i mahsusu bugün aşikar bir hakikat
oluğundan teşebüs-i vakıayı memnuniyetle karşılıyoruz. İlk eser Irak Cephe-i Harbinin
mefahirini tezekküren yazılmış “Sancak Altında” unvanlı piyes olup kariben kefe-i luzum-ı
askeriyesiyle mükemmelen ve muntazaman mevki-i muhtelifede vazı sahne edilecektir.”
(Yalçın, 2002: 45-46)
II. Meşrutiyet sonrasında kendinden önceki döneme göre daha canlı bir tiyatro
olduğunu ve bütün olumsuzluklara rağmen bu dönem tiyatrosunun Cumhuriyet Dönemi Türk
tiyatrosunun zeminini oluşturduğunu ifade eden İsmail Çetişli, tiyatronun bu kadar heyecan
ve teşebbüse rağmen istenilen, hak ettiği kalite ve seviyeye ulaşamamasını bazı önemli
engellere bağlamaktadır: “Söz konusu teşebbüs ve heyecana rağmen II. Meşrutiyet sonrası
Türk tiyatrosunun varlığını sürdürüp gelişebilmesine imkân vermeyen birtakım engeller
mevcuttur. Bunlar:
- Peş peşe gelen savaşların (Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya, İstiklâl) tiyatro
sanatı yapabilme imkânlarını ortadan kaldırması;
- Yetişmiş profesyonel oyuncu yokluğu veya yetersizliği;
- Müslüman-Türk kadınının sahneye çıkmaması/çıkamaması;
-Profesyonel oyuncu yetiştirecek eğitim kurumlarının olmaması;
-Seyircinin tiyatro kültüründen bir hayli uzak olması;
-Tiyatro binalarının yetersizliği;
3
Geniş bilgi için bkz.: Dr. Kemal Yavuz, Reşat Nuri Güntekin’in Tiyatro ile İlgili Makaleleri, s. 425.
4
-Devlet, belediyeler ve diğer kurumların tiyatroya yeterince maddî ve manevî destek
vermemesi/verememesi;
-Kaliteli telif, tercüme veya adapte eserlerin azlığı;
-Bazı kesimlerin tiyatroya karşı olumsuz tavır takınması;
- Tiyatro faaliyetlerinin büyük ölçüde İstanbul’la sınırlı kalması.
Belirtilen sebepler dönemin tiyatrosunun profesyonel bir kimlik içinde
kurumlaşmasına, süreklilik içinde gelişip zenginleşmesine, çeşitli kusur, eksiklik ve
yetersizliklerden arınarak mükemmelleşmesine imkân vermemiştir. Dolayısıyla 1908-1923
dönemi Türk tiyatrosu, profesyonellikten bir hayli uzak ve daha çok amatör; bina, oyun ve
oyuncu bakımından yetersiz; ayrıca dönemin siyasi ve fikri akımlarının tesiri altındadır.”
(Çetişli vd., 2007: 235-236)
1.3. II. Meşrutiyet Döneminde Konularına Göre Tiyatro Eserleri
Bu dönem tiyatrosundan bahsederken kalitesini, kalıcılığını, seviyesini, sahne vs.
mükemmelliğini bir kenara bırakarak söyleyebildiğimiz tek kesin yargı; bu dönemde çok fazla
tiyatro eseri verildiğidir. Bu çokluk elbette ki, ister istemez, konu bakımından da çeşitliliği
mecburi kılmaktadır. İlk başlarda yoğun olarak gördüğümüz Abdülhamid aleyhtarlığı, yeni
rejim taraftarlığı hürriyet sarhoşluğu içinde bir süre varlığını ve etkisini korumuştur. Fakat
sonraları hürriyet ve özgürlük kavramlarının içinin boşalması hatta daha doğru bir ifadeyle
zaten içi boş olan bu kavramların doldurulamaması, İttihat ve Terakki’nin beklenenin aksine
baskıcı bir rejime yönelmesi bu duyguların neredeyse yok olmasına sebep olmuştur. Yok
olmasa da aksileri ile yer değiştiren bu duygular tiyatro eserlerinin konularına da etki etmiştir.
Daha sonraları tiyatroda “hayal kırıklığı” olarak ifade edilen bu duygulardan halk uzaklaşmış
ve toplumsal konulara meyletmiştir. Sürecin de etkisiyle “savaş, ideolojik fikirler, aile-birey”
gibi yaklaşımlar tiyatro eserlerinin konuları olmuştur. Şimdi bu konuları ve bu konularda
yazılan eserleri çok ayrıntılı olamasa da vermeye çalışalım:
1.3.1. Abdülhamid ve Yönetimini Tenkit
II. Meşrutiyet’in ilanı Türk toplumu için birçok anlamda dönüm noktasıdır. Her
şeyden önce 33 yıl biriken, biriktikçe katılaşan Abdülhamid ve istibdat kininin alenen ifade
edilebildiği bir dönemin başlangıcıdır. Bu ifade kendini kimi zaman bir şiirde, kimi zaman bir
romanda ve elbette kimi zaman da bir tiyatro sahnesinde bulmuştur. İlk dönemde en çok
rağbet gören tiyatro eserleri, bu yüzden, bu kinin anlatıldığı eserler olmuştur.
Bu kısımda zikredebileceğimiz ilk eser Ahmet Bahri’nin “Gasp ve Nedamet ve Yine
İhanet” (1910) isimli eseri olacaktır. 35 parçadan oluşan eserin Milli Kütüphane’de bulunan
nüshasında 23 parçadan sonrası yoktur.
Yine bu konuyla alakalı bir başka piyes de Mithat Cemal’in “Kemal” (1912) isimli
eseridir. Sultan Abdülhamid Han’ın cülus merasimi ile başlayan eserde tarihi bir vakıa olan
devlet ricalinden iki karakterin mücadelesinde Mahmut Paşa’nın üstün gelişi anlatılmaktadır.
İstibdat yönetiminin ortaya çıkmasıyla alakalı piyeslerden bir tanesi de “Mithat
Paşa”-yahut-“Hükm-i İdam”dır. Yıldız mahkemeleriyle alakalı olan piyes Abdülhamid’in
cülusu ve ilk padişahlık devrelerini anlatmaktadır.
Bizzat padişahın şahsiyetini eleştiren bir piyes olan “Yıldız Faciaları” (1911)
Morâlızade Vassaf Kadri’ye ait bir eserdir. Her perdesi ayrı bir konuya temas eden eserde
tasvirler dikkat çekmektedir.
Söz konusu olan Abdülhamid ve eski yönetim olunca 31 Mart Vakıa’sı da elbette
eserlerin konuları arasındadır. Bununla ilgili önemli bir eser Dr. Kamil Bey’in “Düzgün Yüz-
5
yahut-Hürriyet Ordusu”dur (1912). Piyeste padişahın şahsıyla ilgili ithamlar propaganda
amaçlı olup tamamıyla hayal ürünüdür.
Burada zikredeceğimiz bir başka eser Fehime Nüzhet’in hafiyeliği eleştirmek
maksadıyla yazdığı “Bir Zalimin Encamı”dır (1908).
Bir başka önemli konu olan rüşvetle ilgili ise en dikkat çeken eser Tahsin Nahid’in
“Jön Türk” (1909) isimli eseridir. Piyes Mınakyan tarafından repertuarına alınarak
gösterilmiştir. (Yalçın, 2002: 49-104)
Ayrıca; Moralızâde Vassaf Kadri’nin “Sultan Murad” (1912), “Mukaddeme-i
İnkılap”; Dr. Kamil Bey’in “Canlı Cenaze” (1909), “Bükülmez Kol-yahut-10 Temmuz”
(1909); Ahmet Cevat’ın “Yıldızın Sonu” (1909); Yusuf Niyazi’nin “Hafiye Melanetleri”
(1912), “Mülevves-yahut-Bir Casusun Akıbeti” (1912); Fehime Nüzhet’in “Adalet Yerini
Buldu”; Halil Rüşdü’nün “10 Temmuz” (1908); Enis Avni’nin “Aşk ve İstibdat” (1910);
Hüseyin Nazmi’nin “Genç Zabit-yahut-İstibdat Zulümleri”; Şehbenderzâde Ahmet
Hilmi’nin “Bir Fedakârın Ölümü” (1910) isimli eserleri de Abdülhamid ve yönetiminin
eleştirilmesi çerçevesinde yazılmış başlıca eserlerdir.
1.3.2 Yeni Rejim Taraftarlığı ve Hayal Kırıklığı
Bu dönem sahnelenen tiyatro eserlerinin konularını oluşturan Abdülhamid ve istibdat
aleyhtarlığı aynı zamanda ve doğal olarak yeni rejim taraftarlığını da beraberinde getirmiştir.
Baskıdan kurtulan insanlar hürriyeti coşkuyla yaşamaya başlamış, bu coşku tiyatro eserlerine
de yansımıştır. Yukarıda adı geçen eserlerin birçoğu aynı zamanda hürriyet yanlısı olan
eserlerdir.
Fakat bu coşku bir süre sonra sönmüş, insanlar bekledikleri ve hayal ettikleri o büyük
değişimi görememiş, büyük ümitlerle iktidara gelen İttihat ve Terakki beklenenin aksine bir
başarı sağlayamamış, rüşvet, iktidar mücadelesi ve bunların getirdiği olumsuz sonuçlar
neticesinde baskıcı bir anlayış ortaya çıkmıştır. Böyle olunca eserler, bu yanlış yönetimi ve
başarısızlıklarını sergileyen oyunlarla durumu sahneye yansıtmaya başladılar.
Bu konuyu ele alan eserlerden ilk olarak bahsedeceğimiz Safvet Nezihi’nin “İzah ve
İstizah” isimli piyesidir. Hiciv mahiyeti taşıyan eser, yeni rejim içindeki meclis faaliyetlerini
ele almış ve bu sebeple devrinde büyük eleştirilere maruz kalmıştır.
İttihat ve Terakki Cemiyeti içinde yaşananların da eserlere konu olduğu dönemde bu
mahiyette ele alınabilecek önemli bir eser de “Devr-i Sabıkta Vükela” isimli piyestir. İttihat
ve Terakki Cemiyeti’nin gizli kabul merasimine yer veren piyes, cemiyete girenlerin sonradan
verdikleri bilgiye de aynen uymaktadır. Hadise, gözleri bağlanan bir zabitin Kur’an-ı Kerim
ve silah üzerine yemin etmesidir. Hüseyin Cahit Bey’in de bu yemin merasimini benzer bir
şekilde anlattığını söyleyen Alemdar Yalçın konuyla ilgili şu ifadelere yer verir: “O zaman
Nur-ı Osmaniye’de Şeref sokağında olan Tasvir-i Efkâr gazetesinin idarehanesinde cereyan
eden hadise, Hüseyin Cahit Bey’in gözleri bağlanarak bir başka odaya alınıp bir iskemleye
oturtulduğunu, sonra gözleri açılınca karşısında başı kırmızı bir örtüyle kapalı olan şahsın
cemiyetin hususi arması önünde bulunduğunu, tabanca ve Kur’an üzerine yemin ettiğini
anlatmaktadır.”4 (Yalçın, 2002: 106)
Şu eserleri de yine bu konu içinde ele almak doğru olacaktır: Safvet Nezihi
“Garibeler” (1909), İhsan Adlî “Hâile-i Mahmut Şevket-yahut-Hürriyet Kurbanları”
(1919), Bulgurluzâde Rıza Bey “Caniler Saltanatı” (1919), Aka Gündüz “Aşk ve İstibdat”.
(Çetişli vd., 2007: 238)
4
Geniş bilgi için bkz.: Yalçın, Hüseyin Cahit, Siyasal Anılar, sayfa: 50 vd.
6
1.3.3. Aile ve Toplum Hayatında Yaşanan Olumsuzluklar
II. Meşrutiyet’le devlet yapısında ve yönetiminde gerçekleşen ciddi değişim, kendini
aile ve toplum yaşantısı içinde de gösterir. Meşrutiyetin ilanından önce başlayan Avrupalı gibi
yaşama merakı, meşrutiyetin ilanıyla birlikte daha da hızlı bir gelişme gösterir. Buradaki
“gelişme” ifadesini, yazık ki, olumlu bir anlamda kullanamıyoruz. Zira, bundan önce
Tanzimat devrinde başlayan yanlış Batılılaşma, taklitçi yaşam, gördüğünü hatta duyduğunu
olduğu gibi alma şeklindeki bilinçsiz hareketler sadece taklitçi bir Avrupaî yaşantıyı
yaygınlaştırmaya yaramıştır. Bu da, doğal olarak, insanımızın aile ve toplum yaşantısında
ciddi anlamda yozlaşmaya sebep olmuştur. Artık eğlencelere Müslüman erkekler de katılmaya,
Avrupaî mefruşat kullanılmaya, eğlence mekânları Beyoğlu sınırlarını aşıp neredeyse tüm
İstanbul’a yayılmaya başlamıştı.
Elbette ki tüm toplumu saran bu hastalık, tiyatro eserlerinin de konusu olmuştur. Kimi
tiyatro eserlerinde Avrupaî mefruşat ve eşyaların tasvirleri önemli yer tutar. Bu konuda
Alemdar Yalçın’ın şu ifadeleri durumu açıklar niteliktedir: “Mefruşatın ve davranışların
asrileşmesi ve aile hayatında umumileşmesini bilhassa Servet-i Fünûn edebiyatçılarının
piyeslerinde görmekteyiz. Mehmet Rauf ve Raif Necdet’in birlikte yazdıkları “Traje”de tablo
ve sahne tasvirlerinin hemen tamamında Avrupaî mefruşat kullanılır.
“Aşk Dersi” isimli piyeste de bir alafranga kadın yatak odası anlatılır. Başlıca dikkat
çekici eşyalar şunlardır: Bir Venüs heykeli, siyah mobilyadan bir kadın çalışma masası,
şezlong. Mehmet Rauf’un “Pençe” isimli piyesinde de tablolar bu şekilde en ince teferruatına
kadar tasvir edilir.” (Yalçın, 2002: 246)
Toplum yozlaşmasını konu eden bazı tiyatro eserleri de şunlardır: Hüseyin Suad “Kirli
Çamaşırlar” (1910), Şehabeddin Süleyman “Fırtına” (1910), Safveti Ziya “Haralambos
Cankiyadis” (1912), Afife Kemal “İrşad-ı Şebab”, Mehmet Rauf “Sansar” (1920) ve
“Pençe” (1909), Reşat Nuri Güntekin “Hançer” (1921), Hüseyin Rahmi “Hazan Bülbülü”,
Sermet Muhtar Alus “Ev İlacı” (1919), Ahmet Reşat “Bey’in Hakkı Var” (1919). (Çetişli vd.,
2007: 239)
Bu dönem tiyatro yazarlarının en çok eser verdikleri konulardan bir tanesi de sosyal
hayatın bir başka yönü olan “aile”dir. Meşrutiyetin ilanı ile başlayan heyecanın yavaş yavaş
sönmesinin ardından artık edebi anlamda hayata yaklaşıldığı, eserlerde aile, kadın, evlilik gibi
konularda yapıcı yaklaşımların ortaya çıktığı görülür.5 Eserlerde yoğunlukla aşk, aile zoruyla
evlilik, imkânsız aşk, görücü usulü evlilik, düşmüş kadınların sebep oldukları yıkımlar, yasak
aşkla gelen ihanet, çok kadınla evlilik gibi konular bu çerçevede ele alınanların başlıcalarıdır.
(Çetişli vd., 2007: 239)
Yusuf Ziya’nın “Hafiye Melanetleri”, Ali Haydar Emir’in “Nereye”, Tahsin Nahit ve
Nevvare Ruhsar’ın birlikte yazdıkları “Jön Türk”, Aka Gündüz’ün “Muhterem Katil”,
Ahmet Hikmet’in “Kadın Oyuncak Değildir”, Abdülhalim Hadi’nin “Şefka”, Tahsin Nahit
ve Şehabeddin Süleyman’ın birlikte yazdığı “Ben… Başka” isimli eserleri aşk, kadın ve
evlilik üçgeninde cereyan eden konuları ele alan eserlerin başlıcalarıdır. (Yalçın, 2002: 248253)
1.3.4. Siyasî Anlamda Öne Çıkan Fikir ve İdeolojiler
1908-1923 yılları, yüzyıllar boyu varlığını sürdüren ve uzun bir dönem dünyaya hakim
olan bir devletin etkinliğini kaybetme, ezilme ve nihayet yok olma sürecinin adeta son
perdesidir. Bu yıllar, büyük çöküş içinde, başta siyasiler ve aydınlar olmak üzere, toplumun
her kesiminin kurtarmak ve kurtulmak adına çırpınışının ve bu çırpınışların sona götürüşünün
5
Geniş bilgi için bkz.: (Akı: 1968)
7
en acı şekliyle yaşandığı yıllardır. İşte bu çaresizlik içinde kurtuluş ümidiyle ortaya birçok
fikir ve ideoloji atılmıştır. Kimi kurtuluşu “Osmanlı” çatısı altında bir olmada, kimi “Türklük”
kimliğinde, kimi “İslam” sancağı altında toplanmada görmüştür. Ortaya atılan bu çok çeşitli
fikirlerden bir kısmı devlet politikası olarak benimsenmek istenmiş, bir kısmı ortaya atanlar
dışında kimseden yankı bulmamıştır.
İşte bu ortamda fikir üreten aydınlardan büyük bir kısmı sanatçıydı ve fikirlerini sanat
eserleriyle halka ulaştırmayı hedeflediler. Tiyatro da o dönemde bu amaçla kullanılan bir
edebi tür olarak karşımıza çıkmaktadır. Hatta tiyatro diğer türlere göre daha kısa sürede daha
çok kitleye ulaştığı için bu anlamda daha fazla rağbet gördü diyebiliriz. Genel olarak
Türkçülük, İslamcılık, Osmanlıcılık, Feminizm ve Halkçılık başlıkları altında
toplayabileceğimiz bu fikir ve ideolojiler çerçevesinde yazılan tiyatro eserlerini, hiç olmazsa
isimlerini zikrederek vermeye çalışalım.
1.3.4.1. Türkçülük ile İlgili Tiyatro Eserleri
Bu konuyla ilgili ilk söyleyeceğimiz piyes Aka Gündüz’e ait olan “Yarım Türkler”
(1919)dir. Siyasi Türkçülük hareketinin önde gelen isimlerinden olan Aka Gündüz
romanlarında olduğu gibi tiyatrolarında da Türkçülük fikrini savunan bir isimdir. Söz konusu
eser de kozmopolitizm ve Türkçülük anlayışının mücadelesini işleyen önemli bir eserdir.
Yine Mehmet Sırrı’nın “Türk Kanı” (1913) da Türkçülük ve özellikle de Turancılık
fikrinin savunulduğu bir piyestir. Eser, okullarda ahlak dersinde anlatılan, milletlerin ve
insanların kardeşliğine inanmayan Orhan’ın meseleye Türkçülük açısından bakışını ve tek
kurtuluşu “Turan”da gördüğünü anlatmaktadır. (Yalçın, 2002: 184-187)
Ayrıca; Aka Gündüz’ün “Muhterem Katil” (1914), Bitlisli Rıza Suat’ın “İzmir’in
İşgali” (1922), Celal Esat’ın “Bay Turgan” (1914), Musahipzâde Celal’ın “Türk Kızı”
(1909) isimli piyeslerinde de Türkçülük fikri işlenmektedir. (Çetişli vd., 2007: 240)
1.3.4.2. İslamcılık ile İlgili Tiyatro Eserleri
Bu ideolojiyi işleyen ilk eser, Birinci Dünya Savaşı’nın ilk yıllarında Muhiddin
Baba’nın kaleme aldığı “Halife Ordusu Mısır ve Kafkasta” (1915) isimli piyestir. Kafkas
Cephesi’nde halkın, halifenin emrine uyarak, Osmanlı ordusuyla savaşa katılmasının işlendiği
eserde İslamcılık fikri savunulmaktadır. İsmini İslamcılık fikrinden alan “Yavuz Sultan
Selim ve İttihad-ı İslam Siyaseti” isimli piyes ise Alemdar Yalçın’a göre ismiyle konusu
birbirine pek de yakın olmayan bir piyestir. “Piyesin ismi ile mevzuu arasında yakın bir
münasebet yoktur. Çünkü Yavuz Sultan Selim Han’ın ittihad-ı İslam siyasetinin can alıcı
noktası olan Mısır Seferi’ne hiç temas edilmemektedir.” (Yalçın, 2002: 182-183)
1.3.4.3. Osmanlıcılık ile İlgili Tiyatro Eserleri
Osmancılık fikrini savunan eserler arsında öncelikle Silahçı Tahsin’in “Girid” (1910)
isimli eseri sayılabilir. Eser Girid adasının Osmanlı-Yunanlılar tarafından işgalini ve oradaki
Müslüman halkın gördüğü zulüm ve baskıyı anlatmaktadır.
Yine Yusuf Ziya Suat’ın “İzmir’in İşgali” isimli eseri bu çerçevede kaleme alınmış
eserler arasında sayılmaktadır. Piyes, şartların değişmesi neticesinde Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti adını alan Cemiyet-i Mukaddese’nin Türkçülük fikri ile Hürriyet ve İtilaf
Fırkası’nın Osmancılık fikri arasındaki çatışmayı ele almaktadır. (Yalçın, 2002: 175-177)
8
1.3.4.4. Feminizm ile İlgili Tiyatro Eserleri
Bu konuda ele alınan eserleri Alemdar Yalçın üç başlıkta toplar: “Kadın haklarını
müdafaa eden veya kadınlara cemiyette daha fazla yer verilmesi lazım geldiğini ileri süren
fikir hareketinin piyeslere aksini üç noktada toplamak mümkündür:
a. Kadının erkekler gibi devrin siyasi hareketlerine katılmasını müdafaa eden
piyesler.
b. Kadınların cemiyet içinde evlilik ve boşanma dahil olmak üzere erkeklere eşit
olması lazım geldiğini ileri süren fikirleri işleyen piyesler. Bu tarz piyesler kadınerkek münasebetlerini de birçok noktadan tenkit etmektedir.
c. Türk kadınları ile yabancı kadınları karşılaştıran piyesler. (Yalçın, 2002: 201-202)
Bu tür piyeslerden ilki Rıza Suat’ın “İzmir’e Doğru” isimli eseridir. Eserde İttihat ve
Terakki Cemiyeti mensuplarının yeni bir cemiyet kurmak için yaptıkları toplantılarda verilen
konuşmalarla kadına cemiyet içinde erkeklerle eşit görev verilmesi fikri işlenir.
Mevcut siyasi rejime karşı kadınların daha aktif olmasını savunan bir başka piyes ise
Tahsin Nahit’in “Jön Türk” isimli eseridir. Eser kadın-erkek münasebetlerine değinerek
kadınların da en az erkekler kadar rejim aleyhine çalışmaları gerektiğini işler.
Kadınların görücü usulü ile evlendirilmelerini, bir mal gibi alınıp satılmalarını tenkit
eden bir eser ise Cenap Şehabeddin’in “Körebe” isimli piyesidir. Eser aile geçimsizlik ve
huzursuzluklarına kadın-erkek eşitsizliğinin sebep olduğu konusunu işler.
Kadın konusunu bambaşka bir açıdan işleyen önemli bir eser de Afife Kemal’in
“İrşad-ı Şebab” isimli piyesidir. Eserde Avrupalı olabilmek adına evlilikten uzak duran,
sanatçılığın evlilikle son bulacağını düşünen genç kızlar eleştirilir. Yazar, kadınların hayat
içinde daha aktif olmalarından yana tavır koyar ancak bir kadının ilahi bir kanun olan annelik
vasfını da taşıması gerektiği fikrini savunur.
Kadın haklarını savunan bir başka eser, Selanikli Abdi Tevfik Bey’in “Bir Kelime…
Müthiş Bir Felaket” isimli eseridir. Eser, eşi yabancı bir kadınla münasebet yaşayan bir
kadının düştüğü güç durumları anlatırken, kadının evlilik ilişkilerinde erkek karşısında kanuni
hak ve korumasının olmayışını eleştirir. (Yalçın, 2002: 198-207)
Ayrıca; İzzet Melih’in “Leyla”, Müfit Ratib’in “Zencir” (1920), H. Ziya Uşaklıgil’in
“Kabus” (1918) isimli piyesleri de bu çerçevede ele alınabilecek eserler arasındadır. (Çetişli
vd., 2007: 240)
1.3.4.5. Halkçılık ile İlgili Tiyatro Eserleri
Dönemin Osmanlı aydınlarının öne sürdüğü bir başka fikir ise “halka gitme” fikridir.
Bu, ya halktan harisi bir terbiye almak için ya da halka medeniyet götürmek için yapılmalıdır.
Bu konuda en önemli eserler Tunalı Hilmi Bey’in Memiş Çavuş serisidir. (Yalçın, 2002: 189)
“Mebuslar Meclisinde Bir Köylü” (1910), “Memiş Çavuş Sayvanda” (1922), “Köylü
Memiş Çavuş Ankara’da Halk Dersleri Kürsüsü’nde” (1923) isimli eserler bu seri içinde
köy, köylü ve onun sorunları üzerinde durur. (Çetişli vd., 2007: 240)
1.3.5. II. Meşrutiyet Sonrası Yaşanan Savaşların Perdeye Yansıması
II. Meşrutiyet sonrasında peş peşe yaşanan savaşlar 20. yy. Türk tarihinin önemli bir
kısmını oluşturmaktadır. Trablusgarp, Balkan, Birinci Dünya ve İstiklâl savaşları milletin her
ferdini olduğu gibi tiyatro sanatçılarını da etkilemiştir. Yaşanan savaşlar, savaşların getirdiği
acı ve zorluklar, Türk askerinin gösterdiği kahramanlıklar, kaybedilen topraklar tiyatro
eserlerinin önemli bir kısmının konusunu oluşturmuştur. (Çetişli vd., 2007: 240)
9
Abdurrahman Ali’nin “Devlet-i Âliye-İtalyan Muharebesi-yahut-General
Konova’nın Nedameti” (1922), Mehmet Raif Bey’in “Osmanlı-İtalya Trablusgarp
Muharebesi-yahut-Osmanlı Muzafferiyeti” (1912) isimli eserleri Trablusgarp savaşını;
Süleyman Sırrı’nın “Gayz” (1912), Melikzâde Fuat’ın “Edirne Müdafaası-yahut-Şükrü
Paşa” (1913) isimli eserleri Balkan savaşlarını; Bulgurluzâde Rıza’nın “Caniler Saltanatı”
(1914), Muhiddin Baba’nın “Halife Ordusu Mısır ve Kafkasta”, Muhiddin Mekki’nin
“Vatan Daha Güzel”, Abdülhalim Hadi’nin “Şefka”, Aka Gündüz’ün “Muhterem Katil”,
Mithat Cemal Kuntay’ın “Yirmisekiz Kanunuevvel” (1918), Faik Ali Ozansoy’un
“Payitaht’ın Kapısında”, İbrahim Aleaddin’in “Sulh ve Harp”, Feyzullah Sacid’in
“Yaradılış Cilvesi” isimli eserleri de Birinci Dünya savaşını konu alan piyeslerdir. (Yalçın,
2002: 139-164)
1.4. Edebi Akımlara Göre II. Meşrutiyet Türk Tiyatrosu
II. Meşrutiyet Türk tiyatrosunu, yazarların bağlı oldukları edebi akımlara göre tasnif
etmek mümkün olsa da bu çok sağlıklı bir tasnif olmayacaktır. Zira bu dönemdeki tiyatro
mektepleri anlayış bakımından birbirlerinden çok farklı olmadıkları gibi hemen hepsi
eserlerini aynı dönemde vermişlerdir.Biz burada dönemin edebi akımları içinde tiyatroyla az
veya çok herhangi bir sebeple temasta olan yazarların isimlerini vermekle yetineceğiz.
Servet-i Fünûn Tiyatrosu: Cenap Şehabeddin, Halit Ziya Uşaklıgil, Hüseyin Suat,
Mehmet Rauf, Ali Ekrem, Safveti Ziya.
Fecr-i Âti Tiyatrosu: Tahsin Nahit, Müfit Ratip, Şehabeddin Süleyman, İzzet Melih.
Milli Edebiyat Tiyatrosu: Yusuf Ziya, Halit Fahri, Aka Gündüz, Reşat Nuri, Halide
Edip, Yakup Kadri. (Çetişli vd., 2007: 241)
Ayrıca; Kenan Akyüz, bu dönemde Milli Edebiyat içinde yalnızca tiyatroyla ilgilenen
iki isimden bahseder: İbnürrefik Ahmed Nuri (1866-1935) ve Müsahipzâde Celal (1868-1959).
(Akyüz, 1995: 177-178)
Sonuç
Tiyatro türü Tanzimat’la birlikte Türk edebiyatına girmiş, ilk andan itibaren tercüme
ve adapte eserlerle edebiyatımız içinde kendisine yer edinme uğraşına girmiştir. İlk telif
eserimiz “Şair Evlenmesi” (1859) ile birlikte bir Türk kimliği de kazanma yoluna giren tiyatro,
Abdülhamid dönemi sıkı yönetiminin baskısına maruz kalmaktan kendini kurtaramamıştır.
Uzun bir dönem (yaklaşık 33 yıl) suskun kalan ve sadece okunmak için yazılan eserlerle
varlık göstermeye çalışan tiyatromuz II. Meşrutiyet’in tekrar ilan edilmesiyle birlikte
eskisinden daha hareketli bir döneme girmiştir. Uzun bir süre baskı altında kalan sanatkârlar,
hürriyetin kendine verdiği özgürlükle yıllarca söyleyemediklerini haykırmak isteyenler ve
kısacası söyleyecek sözü olduğuna inanan hemen herkes tiyatro kurmaya, tiyatro eseri
yazmaya başlamıştır. Ülkede kısa sürede birçok tiyatro, kumpanya kurulmuş, birçok tiyatro
eseri yazılmış, birçok piyes sahnelenmiştir. Ne var ki, bu sayısal zenginlik eserlerde
kalitesizliğe ve geçiciliğe sebep olmuştur. Kumpanyaların çoğu bir-iki piyesten sonra
kapanmış, tiyatro yazarlarının birçoğu ise yazdığı tek eserle kalmıştır. Dönemin şartları gereği
çok farklı yönlerden malzeme bulan tiyatro yazarları buna rağmen “kendi” olan, Avrupaî
anlamda mükemmelliğe ulaşmış eserler verememiş, yazılan eserler de bu açıdan ciddi
sayılabilecek kalitede sahnelenememiştir.
10
Fakat çeşitli sebeplerle birçok olumsuzluklar yaşayan ve bunlar arasında varolmaya
çalışan dönemin Türk tiyatrosu, her açıdan Modern Türk tiyatrosunun temelini oluşturmuş,
zeminini hazırlamıştır. Nitekim bu karışıklık ve kalabalık içinden sıyrılan bazı önemli isimler
(Muhsin Ertuğrul, Mınakyan Efendi gibi) Modern Türk tiyatrosunun inşasında önemli roller
üstlenmiş ve belki de o dönemki tecrübelerinin bir sonucu olarak bugünkü Türk tiyatrosunun
başarısına imza atmışlardır.
11
KAYNAKÇA
Akı, Niyazi (1968), Çağdaş Türk Tiyatrosuna Toplu Bakış, AÜ Edebiyat Fak. Yay.,
Ankara, s: 13.
Akyüz, Kenan (1995), Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri (1860-1923), İnkılâp
Kitapevi, İstanbul.
Alemdar, Yalçın (2002), II. Meşrutiyette Tiyatro Edebiyatı Tarihi, Akçağ Yay.,
Ankara.
And, Metin (1983), Türk Tiyatrosunun Evreleri, Turhan Kitabevi, Ankara.
Burhanaddin Bey, Tekzip Yazısı, Akşam Gazetesi, 1 Teşrin-i Sani.
Çetişli, İsmail vd. (2007), “İkinci Meşrutiyet Döneminde Ortaya Çıkan Fikrî, Siyasî
Hareketler ve Türk Edebiyatına Yansımaları”, İkinci Meşrytiyet Dönemi Türk Edebiyatı, (Haz.
Prof. Dr. İsmail Çetişli, Prof. Dr. Nurullah Çetin, Prof. Dr. Abide Doğan, Doç. Dr. Alim Gür,
Şenol Demir, Cengiz Karataş), Akçağ Yay., Ankara, 125-364.
Dr. Kemal Yavuz, Reşat Nuri Güntekin’in Tiyatro ile İlgili Makaleleri, s: 425.
Yalçın, Hüseyin Cahit, Siyasal Anılar, s: 50 vd.
12
Download