Küreselleşme

advertisement
Küreselleşme
“İlginç” Bir Yüzyıl...
• Yarım yüzyıl süren Doğu-Batı gerginliğinin sona ermesi; Soğuk savaş
döneminin sona ermesi
• iki Almanya’nın birleşmesi;
• Yüzyıllardır savaşan ülkelerin neredeyse bütün bir kıtayı kapsayacak bir
Avrupa Birliği kurmaları; ulusların önce paralarından, sonra bayraklarından
vazgeçmeleri;
• Liberalizmin yükselişi
• Dünyanın neredeyse yarısına yakın bir kısmının birbiriyle iletişim
kurabilmesi;
• Ortak film ve spor yıldızları, MTV’nin ve CNN’in dünyanın her yerinden
seyredilebilmesi;
• Gerek ülkeler, gerek insanlar arasında gelir, bilgi ve olanak farklılıklarının
hiçbir zaman olmadığı kadar artması;
• 700 milyon kişi fakirlik sınırının altında yaşaması;
• Dünyanın en zengin üç kişinin toplam varlıklarının bütün az gelişmiş
ülkelerin GSMH toplamlarından ve 600 milyon kişinin toplam gelirinden
daha fazla olduğu bir dönem.
Aklımıza takılan sorular
• Küreselleşme farklılaşma mı yoksa
bütünleşme midir?
• Küreselleşme “yeni bir dünya düzeni” midir?
• Küreselleşme ile ulus-devlet bir güç kaybına
mı uğramaktadır?
Küreselleşme: Farklı Tanımlar
• Kültürel ve hegemonik bir süreç: Sosyologlar;
• Devletin psikolojik ve fiziksel alanı olarak toprak
kavramında değişim: Coğrafyacılar;
• Hem belirleyicileri tartışılan ve hem de dünya
politikasının aktörleri arasındaki ilişkileri belirleyen
değişken: Uluslararası İlişkilerciler;
“Gerçekten küreselleşmiş bir ekonominin yokluğunda
(küreselleşmenin) kültürel ve siyasal alandaki bir çok
etkisi geçici ve daha az tehdit edici olacaktır”.
(Thompson, 1996)
• en genel anlamıyla tanımlayacak olursak küreselleşme;
modernleşme, endüstriyel gelişme ve kitle iletişim
araçlarındaki yaygınlaşmaya paralel olarak, toplumsal
ilişkilerin karşılıklı etkileşim içerisinde yerel, bölgesel ve ulusal
sınırların ötesine geçerek dünya çapında yaygınlaşmasıdır.
Literatürde
küreselleşme,
dünya
toplumlarının
ekonomik, siyasal ve kültürel olarak birbirlerine
eklemlenmeleri olarak da tanımlanabilmektedir.
• Toplumsal ilişkilerin yerel, bölgesel ve ulusal sınırların ötesine geçerek zaman
ve mekân kavramlarının nasıl düya ölçeğinde sıkıştığını David Harvey (1997)
çok güzel bir örnekle açıklamaktadır.
• 1500-1800: Bir atla bir saatte ortalama on beş kilometre yol kat
edilmektedir.
• 1850-1930: Buharlı lokomotişerle saatte ortalama yüz kilometre yol
alınabilmektedir.
• 1950: Uçaklarla saatte 550-600 kilometre mesafe kat edilmektedir.
• 2000: Jet yolcu uçakları ile saatte 800-1.000 kilometre yol kat edilmektedir.
• Günümüzde televizyon ve Internet ile saniyeler üzerinden iletişim
sağlanabilmektedir.
• Harvey’in de belirttiği gibi, ulaşım araçlarının gelişmesi, özellikle iletişim
teknolojilerinin yaygınlaşmasıyla birlikte toplumsal ilişkiler yerel
bağlamından çıkarak küresel dünyanın bir parçası olmuştur. Günümüzün
iletişim teknolojisinin gücü, dünya ölçeğindeki toplumsal etkileşimin hızını,
yaygınlığını giderek artırmaktadır. Bütün bu süreçler, küresel düzeyde yeni
toplumsal, ekonomik ve siyasal oluşumları ortaya çıkarmakla birlikte
evrensellik, yerellik, ulus-devlet, siyasal otorite, milliyetçilik, etnisite, kimlik
ve kültür gibi kavramları da önemli ölçüde değişime uğratmaktadır.
• Küreselleşme kavramının kökeni küresel (global) sözcüğünden gelmektedir.
Küreselleşmenin olgusal düzeyde gelişmesi, tarihsel süreçte daha eskiye
dayanmakla birlikte, küreselleşme kavramı, özellikle yirminci yüzyılın son
çeyreğinde giderek artan bir sıklıkla kullanılmaya başlanmıştır.
Küreselleşme ile ilgili gündelik hayatta, siyasette, medyada ve akademik
çevrelerde çok yönlü tartışmalar yapılmaktadır.
Küreselleşme Nedir ?
Küreselleşme veya globalizasyon; ekonomik, sosyal,
teknolojik, kültürel ve politik açılardan ülkeler ve
toplumlar arası bütünleşme, entegrasyon ve
dayanışmanın artması anlamına gelmektedir.
- Anthony Giddens’a göre küreselleşme karmaşık
süreçlerin bir araya geldiği bir olgular kümesidir. Üstelik
çelişkili ya da birbirine zıt etkenlerin de devreye girdiği bir
süreçtir.
Giddens,
modernliğin
sonucu
olarak
değerlendirdiği küreselleşmeyi, yerel oluşumların millerce
ötedeki olaylarla biçimlendirildiği, dünya çapında
toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlamaktadır.
Küreselleşme Nedir?
• En genel anlamıyla küreselleşme, endüstriyel genişlemeye ve
kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasına paralel olarak siyasal,
kültürel ve ekonomik düzeydeki çokyönlü toplumsal ilişkilerin
dünya çapında yaygınlaşması olarak tanımlanmaktadır.
• Günümüzün iletişim teknolojisinin gücü, dünya ölçeğindeki
toplumsal
etkileşiminhızını
ve
yaygınlığını
giderek
artırmaktadır. Bütün bu süreçler, küresel düzeyde
yenitoplumsal ve yapısal oluşumları ortaya çıkarmakla sınırlı
kalmamakta fakat aynızamanda evrensellik, ulus-devlet,
siyasal otorite, yerellik, etnik yapılar ve toplumsal kimlik gibi
kavramları değişime uğratmaktadır.
Anthony Giddens: Zaman ve Mekansal Boyutta
Küreselleşme
• Giddens’a göre, küreselleşme ile birlikte gerek zaman kavramı
ve gerekse mekan kavramı belirli bir bölgeye bağlı olmaktan
çıkmakta ve bütün dünya toplumlarının ortak kullanımı haline
gelmektedir.
• Özellikle Greenwich ile birlikte herkezce geçerli sayılabilen bir
zaman kavramı (dakika, saat, gün ve yıl) dünyanın her tarafında
yerel olmaktan çıkartılmış ve küreselleşmiştir.
• Yine aynı şekilde teknolojinin gelişmesi, üretimin artışı ve
küresel iletişim araçlarının yaygınlaşmaya başlaması toplumsal
ilişkileri mekansal anlamda yerellikten çıkarmış
küreselleştirmiştir. Artık günümüzde insanoğlu kendi yöresi ile
ilgili olmayan bir konu hakkında bilgi sahibi olabilmekte ve
dünya sorunları üzerine tartışabilmektedir.
Giddens
• Giddens küreselleşmeyi zaman ve mekansal olarak
birbirlerinden oldukça çok uzakta gelişen olayların yerel
oluşumları biçimlendirebilmesi ve bu yolla birbirleri ile
ilişkili olan dünya ölçeğindeki toplumsal ilişkilerin giderek
yoğunlaşması olarak tanımlamaktadır.
• Küreselleşme ile ‘ulus-devlet’ ve ‘ulusalcılık’ gibi
kavramların öneminin giderek azalacağını özellikle
kapitalizmin uluslararasılaşmasının bunda çok etkili
olduğunu ancak bölgesel ve yerel düzlemde buna bir
tepki olarak ulusalcılık hareketlerinin, bölgesel-kültürel
kimliğin güçlenmesi veya yerel özerklik taleplerinin ön
plana çıkmasının olası olduğunu belirtmektedir.
• Dünya kapitalist ekonomisi: uluslararası ekonomik
ilişkiler daha çok ülkelerin ve çok uluslu şirketlerin kapitalist
türden iş bağlantıları, endüstriyel mal ve hizmetlerin alımı ve
satımı, dağıtımı ve pazarlanması ile belirlenmektedir. Ülkeler
arasındaki ekonomik gelişmişlik farklılığı da dünya kapitalist
ekonomi düzeninin bir sonucudur.
• Ulus-devlet sistemi: ulus-devletler bölgesel ve
uluslararası ekonomik politikaların yürütülmesi, uygulanması
ve düzenlemesinde oldukça etkin rol almaktadırlar. Ulusdevletler kendi aralarında siyasal ve ekonomik çıkarlaını
korumak ve geliştirmek için tıpkı Avrupa Topluluğu (AT)
örneğinde olduğu gibi, ‘küresel ulus-devlet sistemini’
oluşturmaya yönelebilmektedirler.
• Dünya askeri düzeni: Ortak silahlanma ve savunma
politikaları yoluyla birden fazla ülkenin (NATO) silahlı güçlerini
birleştirmesi küreselleşmenin önemli bir boyutunu meydana
getirmektedir. Böylece, belirli bir bölgede olan çatışma o
bölgedeki ulusların bağlı bulunduğu uluslararası askeri
örgütleri kolayca harekete geçirebilmekte ve yerel çatışmalar
bütün dünyayı ilgilendirebilen bir küresel sorun haline
gelebilmektedir.
• Uluslararası iş bölümü: modern endüstri yapılması
gereken işlerin düzeyine değil fakat aynı zamanda bölgesel
düzeyde var olan iş bölümü çerçevesi içerisinde endüstrinin
gelişmişlik düzeyine, sendikalaşma oranına, iş gücünün el
becerisine ve hammadde üretimine bağlıdır. Böylece küresel
olarak belirli bölgeler üretim merkezleri heline gelirken belirli
bölgeler endüstri dışı üretim faaliyetlerinde yoğunlaşmaktadır.
Robertson ve Küreseleşmeninin
Tarihsel Aşamaları
• Dünyanın toplumsal ve kültürel faktörlerin etkileşimi sonucu
yerel ve küresel düzeyde sürekli olarak yeniden üretilmesi
küresellşme kavramının özünü oluşturmaktadır.
• Robertson küreselleşme kavramını insan toplumlarının
gelişiminin belirli bir tarihsel aşamalarına bağlı olarak
açıklamaktadır:
• Oluşum aşaması: (Avrupa, 1400-1750) bireyselciliğin ve
humanizmin önem kazandığı ve ulusalcılığın ortaçağ toplum
anlayışına karşıt olarak ortaya çıktığı bir dönemdir.
• Başlangıç aşaması: (Avrupa, 1750-1875). Bu aşamada üniter
devlet kavramı, bütünleşme, uluslararası ilişkilerin
formalleşmesi, bireylerin birer yurttaş olarak ön plana çıktığı
ve insanlık kavramının daha da belirginleştiği bir dönemdir.
• Kalkış aşaması: (1875- 1925) artık ulusal toplum kavramının kabul
gördüğü, ulusal ve bireysel kimlik kavramlarının tartışıldığı, Avrupa
kıtası dışındaki bazı toplumların da uluslararası topluma katıldığı,
hümanizmin uluslararası düzeyde iyice yerleştiği ve küresel iletişimin
hızlandığı bir dönemdir.
• Hakimiyet için mücadele aşaması: (1925- 1960’lar) küresel boyutta
çok büyük savaşlara ve çatışmalara sahne olmuş, atom bombasının
kullanılmasının ve savaşlarda insanların kitlesel olarak
katledilmesinin bir sonucu olarak, insanın doğasına ve geleceğine
yönelik olan ilgiler artmıştır.
• Belirsizlik aşamasıdır: (1970- ???) bireyler son derece karmaşık olan
küresel oluşumlardan (ulusal, etnik, ırksal, cinsel, vs.)
etkilenmektedir. Bu aşamada küresel kuruluşların sayısı ve
hareketliliği artmakta buna karşın insan topluluğu farklı türden
kültürel ve etnik sorunlarla daha çok yüzleşmektedir. Ayrıca bu
dönem küresel kitle iletişim sisteminin güçlendiği ve bireylerin sivil
toplum, dünya vatandaşlığı, savaş karşıtlığı, insan hakları, çevrecilik,
vb. türden kavramlara olan ilgisinin arttığı bir dönemdir.
Wallerstein ve Kapitalist Dünya Ekonomisinin
Küreselleşmesi
• Wallerstein küreselleşme olgusunu kapitalist
ekonomik sisteminin işleyişine bağlı olarak
incelemeye çalışmaktadır. küreselleşmenin
kapitalist sermayenin sınır tanımayan
yayılmacılığının ve buna bağlı olarak ortaya
çıkan uluslararası işbölümünün bir yansıması
olarak görmektedir. Küresel dönüşümler
kapitalist sermayenin sürekli genişlemek
istemesinin doğal bir sonucudur.
Wallerstein
• Kapitalist dünya sisteminin işleyişini merkez ülkeler
(gelişmiş kapitalist ülkeler), çevre ülkeler (az gelişmiş
kapitalist ülkeler) ve yarı çevre ülkeler (yarı gelişmiş
kapitalist ülkeler) modeli çerçevesinde incelemektedir.
Wallerstein'e göre merkez ülkeler ekonomik olarak daha
güçlü oldukları için dünya ticaret düzenini kendi
çıkarlarına göre düzenlemekte ve böylece azgelişmiş
çevre ülkelerini doğal kaynaklar ve insan gücü açısından
sömürmektedirler. Böylece, Wallerstein küreselleşmenin
ülkeler arasındaki eşitsizliği süreklileştirdiğini ve bu
eşitsizliği küresel gelişmelere paralel olarak belirli
formlar içersinde yeniden ürettiğini öne sürmektedir.
Wallerstein
• Hiçbir tarihsel sistem kapitalist dünya
ekonomisi kadar kendi içinde ilintili, karmaşık,
yaygın ve ayrıntılı olmamıştır. Wallerstein'in
yaklaşımına göre, kapitalist dünya ekonomisi
genişlemeye her zaman gereksinimi olmuştur
ve bunun sonucu olarak son dörtyüzyılda
Avrupa merkezli bir sistemden bütün küreyi
kapsayacak bir sisteme geçmiştir.
• Bu süreç içerisinde merkez ülkeler kendi ulusal
devletlerini güçlendirmiş, ekonomilerini kalkındırmış ve
ulusal kültürlerini de geliştirmişlerdir. Buna karşın çevre
ülkeler ise ekonomik olarak merkez ülkelere bağımlı ve
geri kalmış, ve böylece ulusal devletlerini
güçlendirememişlerdir. Ayrıca, çevre ülkeleri merkez
ülkelerin kültürel etkisi altına girniştir. Böylece ekonomik
süreçte kapitalist sermayenin genişlemesine bağlı olarak
dünya çapına yayılan küreselleşme, kültürel boyutuda
içine alarak kapitalist dünyayı tek bir sistem haline
getirmiştir.
İmparatorluk (Hardth& Negri)
• Tarihsel bir perspektif içinde modernitenin hemen öncesinden
başlayarak bilgi, iktidar, yönetim, çokluk, egemenlik, politika,
yerellik, evrensellik, küreselleşme gibi temaların izini sürmekte ve
sonuç olarak küreselleşme çağı denilen sürecin analizine ve bu
sürecin catışmalı dinamiklerini tespit etmeye yönelmektedir.
• İmparatorluk küresel geç kapitalizm çağında ulus-devlet modelinin
gittikçe aşındığını ve artık günümüzde yaşanan gelişmeleri
anlamada emperyalizm kavramının yetersiz olduğunu iddia
etmektedir. Hardt ve Negri'ye göre küreselleşen tekelci kapital
sermaye kartelleri hiçbir engel tanımaksızın bütün ulusal sınırları
parçalamakta ve her önüne çıkan engeli paramparça
etmektedirler.
• Günümüzde artık “egemenlik yeni bir biçim almış, tek bir
hükmetme mantığı altında birleşmiş bir dizi ulusal ve ulus-üstü
organdan oluşmuştur” Bu yeni küresel egemenlik biçiminin
adı ‘İmparatorluk’tur.
• İmparatorluk, giderek bütün yerküreyi kendi açık ve
genişleyen hudutları içine katmakta olan merkezsiz ve
topraksız bir yönetim aygıtıdır.İmparatorluk'ta artık sömürü ve
tahakkümün sabit bir yerinin yoktur. Bundan dolayı ele
geçirilecek bir iktidar/güç odağı ve belli bir mücadele zemini
yoktur ve İmparatorluğa karşı eğer başarıya ulaşılmak
isteniyorsa mücadeleyi bütün toplumsal alanlara yaymak
gerekir.
• Komuta mekanizmalarının giderek daha fazla ‘demokratik’,
giderek daha fazla toplumsal alana içkin hale geldiği,
yurttaşların beyinleri ve bedenleri üzerinden dağıtıldığı bir
toplum” olan kontrol toplumuna geçişi yaşadığımız bu
postmodern küresel çağda artık sistem iktidarı, bütün
toplumsal alanların içine girerek varolan toplumsal yapının
evrilme yönünü belirleyen “kapitone noktalarını” tespit eder
ve günlük yaşam içerisindeki kültürel, siyasi, ekonomik vb.
pratikleri kendi söylem alanı üzerinden yeniden üretir.
• Günümüzde endüstriyel emek hegemonyasını
yitirmiş ve bunun yerini “maddi olmayan
emek” almıştır: Maddi olmayan emek sadece
bilgi, enformasyon, iletişim, ilişkiler veya
duygusal ifade gibi maddi olmayan ürünler
değil; aynı zamanda “fikirler, semboller, kodlar,
metinler, dilsel figürler ve imajlar” gibi ürünler
de üretir.
İmparatorluğun Yapısı
• karma bir kuruluş yapısı: Dünya bankası, IMF,
Dünya Ticaret Örgütü(DTÖ) vb. küresel ulusaşırı kuruluşlardan, ulus-devletlere ve oradan
da yerel ve ulusal nitelikteki Sivil Toplum
Kuruluşlarına(STK) kadar bir dizi kurumun nasıl
bütünlüklü bir şekilde küresel kuruluş dizgesi
içerisinde birlikte işlev gördüklerinin ancak bu
çerçevede anlaşılabilir.
Piramit
• ABD: Piramidin daralan en tepe noktasında, küresel iktidarın
zor kullanma tekelini elinde bulunduran ve “haklı savaş”
kavramını kendisine göre meşrulaştırabilen bir süper güç olan
ABD vardır. ABD kendi başına hareket edebilecekken,
imparatorluğun kuruluş mantığı doğrultusunda kendi
meşruluğunun temellerini sağlamlaştırmak için BM çatısı
altında diğer küresel güçlerle hareket etmeyi tercih eden bir
süper-güç konumundadır.
• Ara katman: Ulus-devletler. Bir dizi kuruluşla –G7, G8,
Davos, Paris ve Londra Kulüpleri- birbirine bağlanarak ortak
hareket etmek zorunda kalmışlardır.
• Çok uluslu şirketler: komuta mekanizmasının bütün yeryüzüne
dağılmasını ve bütünleşmeden çok eklemlenme özelliği
gösteren çeşitli ulus-aşırı korporasyanların dünya çapında
yaydığı sermaye akışı, teknoloji akışı, nüfus akışı, kültür akışı
vb. ağlardan oluşan bir yapı vardır. Küresel iktidar piramidinin
ilk katmanını besleyen bu üretici örgütler, küresel iktidarın ilk
katmanındaki merkezi gücün devamını sağlayan temel
sacayakları niteliğindedirler.
• Çoğunluk: küresel güç düzeninde halkların çıkarlarını temsil
etmeye çalışan gruplardan oluşur. İşte çokluk tam da bu en
alttaki katmanda belirginleşir.
Küreselleşmenin Siyasal Boyutu
• Küreselleşme: devletin fonksiyonlarını yerine getirdiği ortamın
temel niteliklerinin değişmesi:
– Toplumlararası ilişkilerin sadece ulus-devletlerin resmi
ilişkileri çerçevesinde değil, birçok farklı kanaldan
gerçekleşmesi;
– Devletlerin kendi çıkarlarını savunmaya yönelik “gerçekçi”
politika yaklaşımları yerine toplumların çevre, enerji,
nüfus, ticaret gibi konularda kaygılarının devletler ötesi
koalisyonlar yarattığı ve iç politika-dış politika konusu
ayrımı yapmayı zorlaştığı bir ortam;
– Ülkelerin kendi aralarındaki ekonomik ya da siyasi sorunları
silah marifetiyle çözmeye teşebbüs etmelerinin bu yeni
ortamda artık marjinal bir olasılık olması;
– Ulus devleti politikanın merkezine koyan yaklaşımı yerine
devletin artık eskisi kadar güçlü olmadığı, uluslararası ve
ulus-ötesi kurumların önem kazandığı bir yaklaşım
Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu: Nedenler: Bretton
Woods sisteminin çöküşü (1970)
• Devletlere refah ve kalkınma masraflarını karşılamaları için düşük riskli
belirli bir finansal akım düzeyini garanti etmekteydi;
• Uluslararası finansal işlemlerin, artan dış finansman talebini karşılama
konusundaki güvenirliliğine olan inancı besleyerek çöküşünü takip
eden süreçte uluslararası finansal etkinliklerin serbestleşmesi için
uygun bir ortam sağlamaktaydı;
• + 1973 petrol krizinin sonucu olarak OPEC ülkelerinin anormal döviz
fazlalarından kaynaklanan yeni ve daha karlı finansal araçlar arayışının,
finansal karteller üzerinde yarattığı rekabet baskısı= yeni finansal
sistem
Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu
Nedenler: Petrol ve Borç Krizleri
•
Petrol Krizleri:
– Tüm petrol tüketen ülkelerin artan ekonomik yükü,
– Değişen ülkeler arası gelir dağılımı:
• Gelişmiş ülkeler girdilerindeki bu artışı ihracat fiyatlarına yansıtarak karşılamada başarılı:
• 1970 ile 79 arasında petrol ihraç etmeyen üçüncü dünya ülkelerinin ticaret hadleri 0.7 puan
azalmış,
• Üçüncü dünya ülkelerinin ortalama yıllık büyümeleri 1970'lerde yüzde 5.7 ve 1980'lerde yüzde
4.1,
• üçüncü dünya ülkelerine yönelik sermaye: 1973 ile 1983 arasında gelişmekte olan ülkelerin
toplam dış borcu 809 milyar dolar,
– OPEC ülkelerinin ellerinde riskli ve yüksek getirili yatırım alanları arayan fonların
toplanması:
•
1982 Borç Krizi:
–
–
–
–
Ticari banka kredileri hacimlerinde görülen yükselme,
Vadelerde kısalma,
Artan faiz oranları => Geri ödemenin zorlaşması
+ Varolan finansal rezervler için artan rekabet ortamı gelişmekte olan ülkeleri gerekli
tedbirleri almadan borçlanma;
– Krizin ertelenmesi yerine ticari borçların dondurulması
Yeni Aktörler: IMF
Borç geri ödemelerinin düzenlenmesi için yeni
koalisyon: IMF & Dünya Bankası
1.Görüşmeler sırasında ekonomik bilgileri sunmak,.
2."stand-by" anlaşmasının temelini oluşturan bir ekonomik
program hazırlamak;
3.borçlunun söz verdiği ekonomik politikaları uygulayıp
uygulamadığını kontrol etmek;
1) IMF’in artan itibarlı rolü
2) Washington Konsensusu
Washington Konsensusu
• Ekonomik krizin nedenleri :
– a) korumacılıkta ve aşırı büyümüş kamu sektöründe tezahür eden aşırı devlet
müdahalesi,
– b) mali gevşeklik ve bütçe açığının kapatılması konusunda isteksizlikte görülen
ekonomik popülizm
• Ekonomik krizin tedavisi:
–
–
–
–
–
Ekonomik popülizmle mücadele etmeli,
Bütçe açıklarını kontrol altına almalı,
orta vadede devlet müdahalesini azaltmalı,
ticareti serbestleştirmeli,
ihracatı destekleyecek piyasa ekonomisine dayalı bir büyüme stratejisi
güdülmeli
Ortak Özellikler:
– Yatırım ve ticaretin serbestleşmesi,
– Korumacı politikaların kaldırılması,
– Devletin küçültülmesi
Küreselleşmenin Ekonomik Boyutu:
Nedenler
• Yeni borç alma olanaklarının ve direkt yardım fonlarının
azalması => yeni döviz kaynakları:
– İhracata yönelik büyüme:
• 1980 ve 1994 arasında alt ve orta alt gelir düzeyindeki
ülkelerin ihracatları yıllık ortalama büyüme oranları yüzde
5.5 ve 11.2
– Yabancı sermaye:
• Direkt yabancı yatırımların toplam uzun vadeli kaynak
akımlarına oranı 1980'de yüzde 13.5'ten 1990'da yüzde
46.5'e yükselmiştir.
– Faiz farklarıyla oynayarak kısa vadeli ve portföy
sermayeyi içeri çekmek:
• gelişmekte olan ülkelere kısa vadeli sermaye akımı
1980'de 4 milyar ABD dolarından 1992'de 37 milyar ABD
dolarına yükselmiştir.
Üçüncü Sanayi Devrimi:
* 5 Farklı Trend:
1.Esnek üretim sistemlerinin gelişmesi,
2.Uluslararası büyük şirketlerin devletleri andıran
merkezi bürokrasilerinin bu tür bir esnek üretim
biçimini yönetebilecek daha esnek ve yatay bir yapıya
dönüşmesi,
3.Bilişim teknolojilerinde yaşanan hızlı gelişim
operasyonel karar alma süreçlerini yerelleştirirken,
ulusötesi şirketin sinir sisteminin hiçbir zaman olmadığı
kadar etkin çalışabilmesi,
4.Kitle tüketim toplumunun çözülmesi ve neredeyse
birbirine çok az benzeyen pazar kümelerinin ortaya
çıkması.
5.Finansal pazarların uluslararasılaşması
Özetle...
• Gelişmekte olan ülkelerin çoğunlukla da ideolojik nedenlerden
dolayı:
– Ticaret duvarlarını indirerek ihracat yoluyla büyümeye;
– Finansal pazarlarını serbestleştirerek ve yatırım kolaylıkları
sağlayarak uluslararası kısa ve uzun vadeli fonlar için
rekabet etmeye çalıştıkları bir küresel iklimde;
– Merkez ülkeler kaynaklı ulusötesi şirketlerin daha büyük ve
daha farklılaşmış pazarlar için daha karlı üretim
yapabilmelerini sağlayacak esnek üretim sistemlerinin
gelişmesi;
– “bütün mal, sermaye ve hizmetlerin” küresel düzeyde
hareket edebilmesiyle tanımlanan küresel ekonominin
oluşmasına yol açmıştır.
Üretimin Uluslararasılaşması
• “hemen hemen her üretim faktörünün –para, teknoloji, bilgi ve malsınırları neredeyse güç harcamadan geçebilmesiyle, ABD, Alman
veya Japon ekonomileri kavramları anlamsız hale gelmektedir.
Ürünlerin her biri farklı bir ülkede üretilmiş parçalardan oluştuğu bir
dönemde, bir “Amerikan” bilgisayarı, “Alman” otomobili veya
“Japon” kamerası demenin anlamı ne olabilir ki?” (Gereffi,
1995:s.101)
Küreselleşmenin Bölüşümsel Sonuçları:
Varsayımlar
• Küreselleşmenin gelişmekte olan ülkeler için önemli sonuçları
vardır. Ticaret için yeni pazarların açılması, ticareti yapılan
malların sayısının artması ve çeşitlenmesi, artan özel sermaye
akımları ve teknolojiye daha kolay ulaşım gibi birçok yeni fırsat
bu sonuçların arasındadır.
• Küreselleşmeyi derinleştiren ve gelişmekte olan ülkelere
fırsatlar sağlayan dışa dönük reformlar küreselleşmenin hem
parçası hem de yararlananı olmuş gelişmekte olan her geçen
gün daha fazla sayıda ülke tarafından uygulanmaktadır.
• Etkinlik ve üretkenliğin öne çıkarılması ve ihracat ve yabancı
yatırımlar için daha uygun bir ortamın bulunmasıyla dışa
dönük reformlar gelişmekte olan ülkelerin ekonomik
beklentilerini yükseltmiştir.
Ülkelerarası Eşitsizlik
• “OECD ülkeleri küresel nüfusun yüzde 19’uyla,
– küresel ticaretin yüzde 71’ini,
– doğrudan yabancı yatırımların yüzde 58’ini
– tüm internet kullanıcılarının yüzde 91’ine sahiptirler.
• 10 ülke toplam ARGE harcamalarının yüzde 84’ünü
yapmaktadır ve ABD patentlerinin yüzde 95’ine
sahiptir.
• Gelişmekte olan ülkelerden yapılan patent
başvurularının yüzde 80’i gelişmiş ülkelerin
vatandaşları tarafından yapılmaktadır.
Toplum İçinde Eşitsizlik: Liberal Yaklaşım
Küreselleşme: “paylaşacak daha fazla servet”
•Yabancı sermayeye daha açık bir yapı yerel sermayeyi harekete geçirebilir, etkinliği ve
verimliliği arttırabildiği gibi bilgi akışına da yardımcı olabilir.
•Yabancı sermaye hareketliliklerine açık olmak portföy risklerini dağıtmak için daha
fazla fırsatların sunulmasına izin verecektir.
•Yabancı bankaların yerel finansal sisteme erişebilmeleri sermaye fazlası olanlarla
ihtiyacı olanlar arasındaki ilişkinin daha etkin hale gelmesine, bankaların kar hadlerinin
ve bunun bir sonucu olarak yatırım maliyetlerinin düşmesine yol açacaktır.
•Öte yandan dış ticaret açıklık kaynakların daha verimli kullanıldıkları alanlara
kaydırılmasına böylelikle de etkinliğin artmasıyla sonuçlanacaktır.
•Dış ticaret kısıtlamalarının kaldırılmasıyla yeni girdi mallarının ya da daha yüksek
kaliteli ara mallarının daha ucuza alınabilmesi, teknolojinin kolaylıkla transfer
edilebilmesine ve ekonominin genel olarak daha verimli olmasına neden
olacaktır(Agénor, 2002:s. 4).
Beklentiler: Benzeşme Teorisi
1) Bütün ülkeler sermayeyi kendilerine çekmek için benzer ve
“sermaye-dostu” politikalar güdecekler, yerel politikalar
arasındaki farklılıkların dolayısıyla demokrasilerin
etkisizleşeceğidir.
2) Politikaların benzeşmesi sonucunda ülkelerin refahları,
büyümeleri ve yatırımları da benzeşecek ve doğru
“sermayedostu” politikalar uygulayan fakir ülkeler sermaye
akımlarından aslan payı alacaklar ve hızla ekonomik büyüme
yoluyla zenginleşeceklerdir.
3) Son olarak da doğal ya da yapısal nedenlerden –örneğin
ulaşımın yetersizliği, kaliteli işgücüne sahip olmaları vs.- dolayı
dezavantajlı olan ülkeler, risklerinin yüksek olması nedeniyle
sermayeyi çekmekte de başarısız olacaklardır
Neoliberal Yapısal Uyum Politikaları
• Gerçek ücretlerde görülen ani düşme,
• Sosyal hizmet politikalarında küçülme:
• Etkinlik Hipotezi: Sosyal politika harcamalarının azalması
• Sosyal politika harcamaları ülkelerin rekabet gücüne zarar
vermektedir,
• Hükümetler sosyal politika harcamalarını borçlanma ya da
yüksek vergilendirmeyle finanse etmektedir,
• Sermaye kaçışı “tehdidi”: Sermaye hareketliliğinin artmasının
sonucu
• Uluslararası aktörler sosyal politika harcamalarının azalmasını
talep edecek,
• Güçsüzleşen işçi örgütleri politika değişikliklerine
direnemeyecek,
• İkame Hipotezi: Vatandaşların kayıplarının ikame edilmesi
– Etkinlik hipotezi siyasal değişkenleri yok sayıyor.
– Kaybedenler kayıplarının “ikamesi” için baskı yapacaklar,
İyimser Bakış Açısı
• Küreselleşmiş ülkelerde eğitim oranı yükselmiş (Dünya Bankası,
2002)
– enflasyon, orta öğretim gibi konularda iki grup arasında fark yok,
– ilk öğretimde aradaki fark 0.7 yıl,
– yüksek öğretimde “küreselleşmemiş” ülkelerin 0.22’ye 0.18
oranları daha yüksek...
• Küreselleşen ülkeler daha hızlı gelişmeye başlamışlar ve
1970’lerdeki 2.9’dan 1990’larda yüzde 5’lere kadar yüksek büyüme
hızları yaşamışlardır (Dünya Bankası, 2002)
• Yine de
– “Her bireysel çalışmanın bizim kanıtlar ormanımızdan oluşan
görüşümüze ters düşme olasılığı vardır...”
– “serbestliğin büyümeye zarar verdiği, buna karşılık korumacılığın
katkıda bulunduğunu gösteren herhangi bir çalışma yoktur”
– “rahatlıkla söyleyebiliriz ki savaş sonrası dönemde üçüncü dünya
ülkeleri arasında küreselleşme karşıtı bir zafer kazanmış bir tane
bile bulunmamaktadır”
Görgül Bulgular: Diğerleri
• “İster tarife kısıtlamalarına ya da tarife dışı kısıtlamalara dayalı olsunlar;
ister ticaret hacimlerine, ticari açılma göstergelerinden hiçbiri büyümeyle
istatistiksel olarak önemli bir bağlantı göstermiyor”
• “Ticaret engelleri düzeyiyle uzun vadeli büyüme arasında doğrudan bir
bağlantıya ne tarihten destek bulabiliriz, ne de yakın zamanlı kanıtlardan”
(Rodrik, 2000)
• 1980 sonrası dünyanın hiçbir bölgesinde ekonomik büyüme hızları 1960-80
arası dönemdeki kadar yüksek değildir. Çin hesaplama dışı bırakılırsa
büyüme hızı bir önceki 20 yıla göre düşüktür (Weisbort vd, 2000)
• Sermaye piyasalarının serbestleştirilmesinin büyüme üzerinde etkisinin
ancak sanayileşmiş ülkelerde görülebildiğini, ancak sanayileşmemiş
ülkelerde hala yüksek oranlarda sermaye korumacılığı yapılmaktadır
(Edison vd, 2002).
Yoksulluk: İyimser Beklentiler
• “Düşük gelirli ülkelerin küresel pazarlara
mamul mallar ve hizmetler üreterek dahil
olmasıyla, fakir insanlar kırsal alandaki
fakirliğe mahkum olmaktan kurtulacak ve
şehirlerde daha iyi işlere sahip olacaklardır”
(Dünya Bankası, 2002, s.1).
Küreselleşme ve Yoksulluk
– 80 ülke on yıl önceki kişi başına düşen gelirlerinden daha
düşük bir gelire sahiptir;
– 40 ülke yıllık yüzde 3’ten yüksek bir büyüme oranına
ulaşmıştır;
– 55 ülkenin gelirlerinin 1990’dan yana düşmektedir.
– En zengin ülkede yaşayan en fakir yüzde 20 ile, en fakir
ülkede yaşayan en fakir yüzde 20 arasındaki gelir farkı
1960’taki 30’a 1’den, 1990’da 60’a 1’e ve 1997’de 74’e 1’e
çıkmıştır;
– Yüksek gelirli ülkelerde yaşayan yüzde 20’lik bir nüfus
dünya hasılasının yüzde 86’sını, dünya ticaretinin yüzde
82’sini, doğrudan sermaye yatırımlarının yüzde 68’ini
almaktadır;
– Rusya’da en zengin yüzde 20’nin payı en fakir yüzde 20’nin
aldığı gelirin 11 katıdır;
– 19 OECD ülkesinden sadece 1 tanesinde gelir dağılımda çok
az bir iyileşme görülmüştür:
– 1996 yılından itibaren sözleşmesiz ya da farklı bir tür
sözleşmeli işçilerin toplam işgücü arasındaki oranları Şili’de
yüzde 30, Arjantin’de ise yüzde 36’dır. Latin Amerika’da
enformel sektörde istihdam edilenlerin oranı yüzde 58’e
yükselmiştir ve yaratılan her işin yüzde 85’i enformel
sektördedir; (UNDP, 1999)
Küreselleşme ve Yoksulluk
– 1950’den bugüne bir karşılaştırma yapıldığında dünya nüfusunun
yüzde 80’ini oluşturan 73 ülkenin sadece 9’unda gelir
eşitsizliğinin azaldığı belirtilmektedir; (UNDP, 2002)
– Dışa açılma fakir ülkelerde fakirler ve orta sınıf gelirleri üzerinde
negatif bir etkiye sahiptir. Gelir düzeyi ancak 5000-6000 dolar
düzeyine geldiğinde –örneğin Çek Cumhuriyetinde- dışa
açılmanın etkisi alt gelir grupları için pozitif olmaktadır;
– Fakir ülkelerde dışa açılma zenginlerin daha zengin,
fakirlerindaha fakir olmasına yol açmakta; ancak zengin
ülkelerde dışa açılma zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu
azaltmakta ve kuramsal beklentileri doğrulamakta... (Milanovic,
2002)
Tartışmalar...
• küreselleşme yaşanması gereken doğal bir süreç midir, yoksa Batı
devletlerinin az gelişmiş ülkeler üzerinde kurduğu “yeni bir emperyalist
yayılma” siyaseti midir? Gerek gündelik yaşamda, gerekse yazılı ve görsel
medyada küreselleşme olgusu, zaman zaman, emperyalizm veya
sömürgeleştirme gibi kavramlarla eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Hatta
kimilerine göre küreselleşme, ABD’nin kendi çıkarları doğrultusunda
dünyayı biçimlendirme çabalarından başka bir şey değildir. Bu yönüyle
küreselleşme, doğal bir süreç değil, başta ABD olmak üzere gelişmiş
ülkelerin dünyayı sömürgeleştirme projeleri olarak görülmektedir. Örneğin;
ABD’nin Ortadoğu’da petrol kaynaklarını kontrol altında tutmak için
uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesini (BOP) bu senaryonun bir
parçası olarak değerlendirilmektedir.
• Şu kuşku götürmez bir gerçektir ki özellikle son 200-300 yıl içerisinde
dünya toplumları artan bir ivmeyle etkileşim içerisine girmişlerdir.
Kuşkusuz, bu etkileşim önemli bir ölçüde gelişmiş olan batı ülkelerinin
lehine işlemektedir. Başta ABD olmak üzere gelişmiş olan ülkeler, kendi
ekonomik ve siyasal güçlerini kullanarak, küresel düzeydeki ilişkilere kendi
çıkarları doğrultusunda yön vermeye çalışmaktadırlar.
•
Bunda bir ölçüde başarılı da oldukları söylenebilir. Hatta 1989 yılında ABD ile
Sovyetler Birliği arasında 40 yıl sürmüş olan soğuk savaş döneminin sona ermesiyle
birlikte ABD’nin, tek bir süper güç olarak, dünyaya yeni bir düzen verme çabasının
küreselleşmeyi, ABD projesi haline getirmede önemli bir aşama olduğu da
söylenebilir. Bu çerçevede yeni dünya düzeni ABD önderliğinde gelişmiş ülkelerin
oğuk savaş sonrasında dünya ölçeğindeki çok yönlü siyasal ve ekonomik ilişkileri,
kendi kontrolleri altında tutma ve düzenlemeye çalışma çabasıdır denebilir.
•
Soğuk savaş sonrasında ortaya çıkan bu durum kuşkusuz, küreselleşmenin önemli
bir boyutunu ortaya koymaktadır. Ancak, yine de küreselleşme emperyalizm ya da
sömürgecilik kavramlarına indirgenmemelidir. Çünkü; küreselleşme yeni dünya
düzenini de içine alan çok daha geniş ve karmaşık ilişkileri içeren bir kavramdır.
Küreselleşme olgusu yalnızca gelişmiş ülkeler tarafından belirlenen tek yönlü
siyasal ve ekonomik ilişkilerle sınırlı bir kavram değildir.
• Kaldı ki küresel düzeydeki ilişkilerde, gelişmiş ülkelerin, az gelişmiş ülkelere
göre daha etkin ve güçlü görünmeleri, az gelişmiş ülkelerin küreselleşme
sürecine hiçbir etkisinin olmadığı anlamına gelmemelidir.
• Ayrıca, küreselleşme yalnızca soğuk savaş sonrası ortaya çıkan bir olgu
değildir. Tersine küreselleşme, tarihsel süreç içerisinde sürekli olarak
gelişen ve yaygınlaşan, bu bağlamda gelişmiş ya da az gelişmiş tüm
toplumların karşılıklı etkileşimlerini içeren çok daha geniş ve genel bir
kavramdır. Küreselleşme olgusu sömürge dışı ilişkileri de kapsamına alan
geniş bir kavramdır.
• Bu nedenle internet’te gezinme, iletişim araçlarını kullanma, dini ibadetler,
sportif faaliyetler, turizm ve seyahat gibi sosyal faaliyetleri emperyalizme
ve sömürgeciliğe indirgemek biraz abartılı olacaktır. Dolayısıyla
küreselleşme, bir yönüyle uygarlık tarihinde insanlığın geldiği kaçınılmaz
bir aşama, diğer yönüyle de etkili ve güçlü ülkelerin kendi çıkarlarını daha
fazla gerçekleştirebilme olanağı bulduğu bir sistemdir.
• Küreselleşme ile birlikte tartışılan bir diğer noktada ulus-devlet’in giderek
güç kaybına uğrayıp uğramadığı sorunudur. Martin Albrow’a göre (1996)
küresel çağda ulus-devletler hızla güç kaybetmektedir. Çünkü;
küreselleşme ile birlikte gerek ekonomik, gerek siyasal ve gerekse askeri
düzeyde çokuluslu kuruluşların sayısı ve gücü artmakta ve bu kuruluşlar
ulus-devletlerin gücünü azaltıcı faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Hatta yıllık
cirosu birçok ulus-devlettin milli gelirini aşan çokuluslu şirketler
bulunmaktadır. Dünya ekonomisine ulus-devletlerin değil, sayıları 100
civarında olan çokuluslu büyük şirketlerin yön verdiği öne sürülmektedir.
• Sorunun asıl kaynağıysa şudur: ulus-devletler kendilerinden çok daha güçlü
olan uluslararası şirketleri nasıl denetim altına alacaklardır? Eğer ulusdevletler bu çok güçlü uluslararası şirketleri denetleyemeyecek
durumdaysalar bu devasa şirketleri hangi güç kontrol altına alacaktır? Eğer
bu çok güçlü uluslararası şirketler, ulusdevlet tarafından değil de ulusdevlet sistemleri (örneğin Avrupa Birliği) tarafından kontrol edilebilecekse
bu durum ulus-devletin küreselleşme ile birlikte bir güç kaybına
uğradığının bir göstergesi değil midir?
• Gerçekten de dünyada meydana gelen ekonomik, siyasal ve kültürel
olaylar, belirli ölçülerde, ulus-devletlerin inisiyatişeri dışında gelişmiştir.
Örneğin; bir küresel kriz söz konusu olduğunda, bir ulus-devletin kendi
başına bu krizden kaçınması mümkün olamamaktadır. Çünkü; ulusdevletlerin sınırları içerisindeki ekonomik ve ticari ilişkiler, küresel
ekonominin birer uzantısı haline gelmiştir. Dolayısıyla küresel bir krizden
bir ulus-devletin etkilenmemesi diye bir şey artık söz konusu değildir.
Sorun yalnızca ekonomik alanla sınırlı da değildir. Örneğin; ozon
tabakasının delinmesi sonucu ortaya çıkan küresel ısınma, iklim değişikliği
ve kuraklıkla mücadelede ulus-devletler tek başlarına yetersiz
kalmaktadırlar. Yine domuz gribi gibi salgın hastalıkların yayılmasını
önleme konusunda da ulus-devletler tek başlarına çaresiz kalmaktadırlar.
• Uluslararası düzeyde çok etkili ve güçlü kuruluşlar ulus-devletlerin
üzerinde ve onları bağlayıcı kimi kararlar alabilmektedirler. Örneğin;
Birleşmiş Milletler (BM), NATO, Uluslararası Çalışma Teşkilatı (ILO) ve
Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi kuruluşların küresel düzeyde aldığı
karalara ulus-devletler uymak zorunda kalabilmektedirler. Ayrıca
uluslararası düzeyde Greenpeace, çevreci hareketler ve küreselleşme
karşıtı gibi yeni muhalif oluşumlar, kimi zaman, ulus-devletleri çok zor
durumda bırakabilmektedirler. Diğer taraftan Thomas Friedman (2006),
günümüz küresel dünyasında başta Internet olmak üzere kitle iletişim
teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte birçok sınırlamanın, engelin ortadan
kalktığını öne sürmekte ve “dünya düzdür” demektedir. Friedman’ın ifade
ettiği gibi dünya eğer düz ise ulus-devletlerin koyduğu siyasi sınırların
günümüz iletişim çağında herhangi bir anlamı kalmış mıdır? Tüm bu ve
buna benzer sorular literatürde çok yönlü olarak tartışılmaktadır.
• Ulus-devletlerin, başta çok uluslu şirketler olmak üzere, küresel güç
merkezlerinden kendilerini korunmak amacıyla bir araya gelip
oluşturdukları ulus-devlet sistemleri de başlı başına bir sorun
olabilmektedirler. Örneğin; bir ulus-devletler sistemi olan Avrupa Birliğinin
bizzat kendisi, kapsamındaki ulus-devletin üzerinde bir güç gibi
durmaktadır. Birden fazla ulus-devlet tarafından oluşturulan bir ulusdevlet
sisteminin küresel boyutta etkinliğinin artması, o birlik içerisinde yer alan
ulus-devletlerin gücünün arttığı anlamına gelmeyebilir. Örneğin; İngiltere,
Avrupa Birliğine üye bir ülke olarak, siyasal ve ekonomik gücün tek bir elde
yani Avrupa Birliği parlamentosunda tutulmak istenmesine şiddetle karşı
çıkmakta bunun, üye ülkelerin ulusal gücünü zayışatacağını öne
sürmektedir.
• Birçok ulus-devlet AB örneğinde olduğu gibi ulus-devlet sistemlerine
“ulusal egemenliklerinin tehdit altında olacağı” kaygısıyla şüpheyle
yaklaşmaktadırlar. Ancak, ulus-devletler, ulus-devlet sistemlerinin dışında
kaldıklarında da küresel ve bölgesel politikalarda etkinliklerini yitirebilme
riskiyle karşı karşıya kalabilmektedirler. Benzer konular Türkiye’nin olası AB
üyeliği konusunda da çok tartışılmaktadır. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine
ulusal egemenliği tehdit ettiği gerekçesiyle karşı olanlar olduğu gibi, AB
üyeliğinin Türkiye’nin sosyal ve ekonomik kalkınmasını hızlandıracağı ve
Türkiye’yi içinde bulunduğu bölgede daha etkili bir güç haline getireceği
gerekçesiyle destekleyenler de bulunmaktadır.
•
•
•
Küreselleşme literatüründe ulus-devletin güç kaybetmediğini tersine güç elde ettiğini
öne süren çok sayıda sosyal bilimci de vardır. Örneğin, Küreselleşme kavramına
şüpheyle yakalaşan Hirst ve Thompson (2000) ulus-devletlerin küreselleşme ile
birlikte daha da güçlendiklerini ve küresel gelişmelere karşı dirençlerini artıracak yeni
yol ve yöntemleri çok başarılı bir şekilde geliştirdiklerini öne sürmektedirler. Örneğin;
ulus-devletler yeni vergi uygulamaları, sınır kontrolleri, vize, yeni göçmen politikaları
ve mültecilere yönelik yeni yaptırımlar uygulayabilmektedirler (Hirst ve Thompson
2000).
Kimi ulus-devletler belli uluslararası yaptırımları ve kararları (insan hakları evrensel
beyannamesi gibi) hesaba katmaksızın bu yaptırımları ve kararları ihlal
edebilmektedirler. Yine birçok ulus-devlet, küresel ısınma ve iklim değişikliği
konusunda ortak mücadeleyi sağlamaya yönelik olarak oluşturulan ve Japonya’nın
Kyoto kentinde 1997 yılında imzalanan protokole rağmen atmosferdeki ozon
tabakasının delinmesini en fazla etkileyen karbon dioksit ve sera etkisine neden olan
beş gazın salınımını azaltma konusunda gerekli çabayı göstermemektedir.
Türkiye ise 2004 yılında Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini
(BMİDÇS) imzalamasına rağmen bu sözleşme içerisinde yer alan Kyoto protokolünde
belirtilen koşullara uyacağını ancak 2008 yılında açıklamış ve 2009 yılında
imzalamıştır.
• Siyasal ve kültürel açından bakıldığında küreselleşme süreci, yerel ve
bölgesel düzeyde belli tepkilere de neden olmaktadır. Bu tepkiler,
toplumların kendi sosyo kültürel kimliklerine daha fazla sarılma, küresel
güç merkezlerine karşı direnç gösterme, dinsel değerlere yönelme, yerel ve
etnik milliyetçilik arayışları şeklinde karşımıza çıkabilmektedir. Özellikle
Türkiye’nin yakın coğrafyasında yer alan Kafkasya ve Balkanlarda son 20
yılda meydana gelen dinsel, etnik ve siyasi oluşumları bu bağlamda
değerlendirebilir. Dolayısıyla küreselleşme, tüm dünyada büyük bir hızla
yayılırken belli yerel ve bölgesel tepkilerle de karşılaşabilmektedir.
Çözüm
• toplumsal eylemliliğinin önüne son derece
önemli ve işlevsel alternatifler koymaktadırlar.
Özellikle son yıllarda hızla yükselen yeni sosyal
hareketler alanında yaşanan pratik
eylemlilikler konusundaki paradigma
yoksunluğu alanında oluşan ciddi boşluğu
doldurabilecek bir potansiyel ve umut
taşıdığına inanılmaktadır.
Küreselleşmenin Faydaları
- Teknolojinin yaygınlaşması
- Bilginin yaygınlaşması ve hiçbir şeyin gizli kalmaması
- Farklı kültürler ve sosyal gruplar arasında yeni ilişkilerin kurularak
düşmanlıkların ortadan kaldırılması.
- Liberallere göre küresel rekabet sayesinde ürün kalitesinin artması
ve fiyatların ucuzlaması
- Yine liberallere göre ulus devletlerin piyasaya yenik düşerek
zayıflamaları ve artık bir baskı aygıtı olmaktan çıkması
- Sınırların belirsiz hale gelmesi ve insanlar için çok seçenekli bir
dünyanın ortaya çıkması
KÜRESELLEŞMENİN SONUÇLARI
• Küreselleşme ile birlikte kapalı toplumlar açık toplum haline gelmişlerdir.
• Küreselleşme yeni ürünlerin piyasaya çıkmasını ve dünya çapında
kullanılmasını sağlamıştır.
• Küreselleşme serbest ticaretin önünü açarak insanların dünyanın hangi
coğrafi mekânında yaşarlarsa yaşasınlar yeni ürünleri daha kolay, hızlı ve ucuz
bir şekilde ulaşma imkânına sahip olmuşlardır.
• Küreselleşme dünyadaki birçok otoriter ve baskıcı toplumun büyük bir hızla
demokratikleşmesine neden olmuştur.
• Küreselleşme uluslararası düzeyde çok yönlü işbirliğinin gelişmesine katkıda
bulunmuştur.
• Küreselleşme dünya vatandaşlığı kavramının ön plana çıkarmıştır.
• Küreselleşme dünya sorunlarının çözümüne yönelik bir duyarlılığın ve
bilincin gelişmesini sağlamıştır. Küreselleşmenin olumsuz sonuçlarına vurgu
yapan yaklaşımların temel tezleriniyse şu şekilde sıralamak mümkündür.
• Küreselleşme çevresel felaketlere neden olmuştur.
• Küreselleşme dünyada yoksulluğu artırmıştır.
• Küreselleşme büyük can ve mal kaybının olduğu savaşlara neden olmuştur.
• Küreselleşmenin nimetlerinden dünya nüfusunun yalnızca küçük bir bölümü
yararlanmaktadır.
• Küreselleşme az gelişmiş ülkelerin sömürülmesine neden olmaktadır.
• Küreselleşme insan değil sermaye odaklıdır.
• Küreselleşme yoksulları, göçmenleri, sığınmacıları ve mültecileri kontrol
altına alarak ezilmişlerin özgürlük alanını kısıtlamaktadır.
• Küreselleşme sınıfsal, etnik, kültürel ayrışmalara ve dışlanmalara neden
olmaktadır.
Kuşkusuz küreselleşme ile ilgili bu ünitede değinilmeyen daha çok sayıda
teorik yaklaşım bulunmaktadır. Ancak bu ünitede küreselleşme ile ilgili teorik
yaklaşımların en önde gelenlerine özet düzeyinde değinilmeye çalışılmıştır.
Kuşkusuz her yaklaşımın güçlü ve zayıf yönleri de vardır. Ancak yukarıda
değindiğimiz teorik yaklaşımlar çerçevesinde küreselleşme sürecine sosyolojik
olarak yaklaştığımızda ana hatlarıyla şu sonuçlara ulaşmak mümkündür.
• Toplumsal ve ekonomik ilişkiler yerel, bölgesel ve ulusal sınırların ötesine
taşmıştır.
• Küresel ve yerel oluşumlar karşılıklı olarak etkileşim halindedirler.
• Küreselleşme ulus-devletlerin gücünü zayışatmakla birlikte ulus-devletler
kendi güçlerini koruyabilecek çeşitli yol ve yöntemleri başarılı bir şekilde
uygulayabilmektedirler.
• Çok uluslu şirketlerin etki alanı genişlemiştir.
• Küreselleşme başta çevresel felaketler olmak üzere insan eliyle üretilmiş,
öngörülemez ve hesaplanamaz yapay risklere neden olmaktadır.
• Yeni iletişim teknolojileri (internet, Cep telefonu, vs.) yeni toplumsal ilişkiler
ağını ortaya çıkarmaktadır.
• Küreselleşme özü itibarıyla kapitalisttir ve eşitsizlik üzerine kuruludur.
• Küreselleşmenin hızı, yaygınlığı ve etkisi her geçen gün artmaktadır.
Download