Emir Hüseyin Şerif Hüseyin`e Karşı Biri Osmanlı`yı seçti, diğeri İngiliz

advertisement
Emir Hüseyin Şerif Hüseyin’e Karşı
Biri Osmanlı’yı seçti, diğeri İngiliz altınlarını...
Rusya, Bolşevik devrimden sonra âdet olduğu üzere önceki yönetimin kirli çamaşırlarını ifşa etme ve
yeni devrimin emperyalist amaçlar gütmediğini ispatlama çabasındaydı. Bunun bir tezahürü olarak
1916’da İngiltere, Fransa ve Rusya’nın ortak projesi olan Sykes-Picot Anlaşması’nı ifşa ederek bu
gizli anlaşmayı benimsemediğini belirtti. Dönemin Osmanlı yönetimi de, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e
sevinerek bildirdi bu haberi. Küplere binen zavallı Şerif, durumu İngilizlerden teyit etmek istedi. Ve
beklenen itiraf geldi: Evet, önceden böyle bir anlaşma planlanmıştı; ancak kendisiyle mutabakata
varıldıktan sonra Arap toprakları sömürgeci güçler arasında asla paylaşılmayacaktı.
Bu açıklamaya inanan Şerif Hüseyin, Osmanlı’ya karşı İngiliz denetimindeki başkaldırısına devam
etti. Hâlbuki onun gibi siyasetin içinde yetişen, Osmanlı payitahtında senelerce kalan, devlet erkânıyla
görüşen ve sonrasında Mekke emirliğine tayin edilen birinin İngiliz siyasetini bilmesi gerekirdi.
İngilizlerle yapılacak siyasî anlaşmaların akıbetini tahmin edebilmeliydi. Ama nerde! İşte bunun için
“zavallı” diyorum kendisine. Dehâ ve kurnazlıklarıyla bilinen İngilizleri bir yana bırakın, bölgedeki
kabile reisleriyle bile anlaşmaktan aciz bir isyancıyla karşı karşıyayız.
Şahsî menfaat ve mevkiini güçlendirme hırsı, onu İslam hilafetine karşı isyan bayrağını kaldırmaya
sevk etmiştir ne yazık ki. Şerif Hüseyin’in Osmanlı Devleti’ne isyan ettiği dönemde, Arap
yarımadasındaki belli başlı kabile reisleri ile bölgelerinde güçlü konumdaki liderlerin Osmanlı’ya
yönelik tutumlarını değerlendirmek isyanın boyut ve kapsamını anlamak açısından faydalı olacaktır.
1- Suudi Arabistan Krallığının kurucusu, dönemin Necid Emiri Kral Abdülaziz b. Suud, cihad fetvasına
olumlu cevap vermemişse de 1. Cihan Harbi’nde Osmanlılara karşı bir tavır da almamıştır. Şerif
Hüseyin’in çabalarına rağmen onun yanında yer almayarak, savaş boyunca tarafsız kalmayı
sürdürmüştür. Hatta son Yemen Valisi Mahmud Nedim Bey’in deyimiyle “İbn Suud’un yanında peyda
oluveren Shakespeare, Percy Cox ve Saint John Philby Per’in, aleyhimizdeki bütün teşvik ve
telkinatına rağmen bize karşı hasmane bir tavır almamıştır”.
2- Hail Emiri İbn Reşid, dedelerinden beri Osmanlı taraftarı olup sonuna kadar Osmanlı Devleti’ne
bağlı kalmayı sürdürmüştür.
3- Yemen’de İmam Yahya, 1911’de Osmanlı hükümetiyle akdettiği Dean anlaşması ile savaşın
sonuna kadar Osmanlı’nın yanında yer almıştır.
4- Yemen’in Asir bölgesinde etkili olan İbn Ayıd ailesi 1. Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı Devleti’ni
çok uğraştırmış ise de Cihan Harbi yıllarında son reisleri olan Hasan b. Ali’nin fazla bir etkinliği
kalmamıştır.
5- Cizan bölgesinde ortaya çıkan İdrisî, Osmanlı hükümetiyle anlaşma imzaladığı halde anlaşmaya
sadık kalmayıp Trablusgarp Savaşı yıllarında İtalyanlara, 1. Dünya Savaşı’nda İngilizlere aldanarak
Osmanlı yönetimine karşı tavrını savaşın sonuna kadar sürdürmüştür.
Medine Müdafii Fahreddin Paşa da hatıralarında Hicaz’daki kabilelerin Cihan Harbi’ndeki
tutumlarından bahseder. Mesela en büyük kabilelerden Harb kabilesinin bir kısım şeyh ve
muhariplerinin savaş boyunca devlete sadık kaldıklarını ondan öğreniyoruz. Ayrıca son Hicaz Valisi
Galib Paşa’nın vurdumduymazlık içinde gözleri önünde olup bitenlere kayıtsız kalmasını Hicaz
isyanının bastırılamamasının en önemli nedeni olarak gösterir. “Galib Paşa’nın yerinde önceki vali
Vehib Paşa bulunsaydı, Şerif Hüseyin’in isyan hazırlığına imkân verilmezdi” Fahreddin Paşa’ya göre.
Bunların dışında, geniş Arap yarımadasında etkin konumdaki pek çok kabile emiri/şeyhi mevcuttu.
Fakat savaş boyunca lehte ya da aleyhte takındıkları tavır savaşın sonucunu değiştirecek veya
yönlendirecek nitelikte değildi. Ancak burada, Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünden yana olup bu
uğurda şahsî menfaatlerinden feragat eden, sadık ve unutulmuş bir şahsiyetin hikâyesini nakletmek
yerinde olacaktır. Osmanlı’nın bekası için çırpınmasına rağmen savaşın sonucunu değiştirememişse
de adı tarihe yazılacak örnek isimlerden biri...
"Asla Türklere karşı savaşmam"
Kızıldeniz sahillerinde, Cidde’den kuzeye doğru 140 km’lik mesafedeki liman şehri Rabiğ’in emiri,
Harb kabileleri Mesruh koluna mensup Hüseyin b. Mübeyrik, 1. Dünya Savaşı yıllarında bölgenin
önemli aktörlerindendi. Prensip sahibi ve mütedeyyin bir şahıs olarak bilinir. Osmanlıların Hicaz’daki
son dönemiyle ilgili yazılarda (Feridun Kandemir, Eşref Kuşçubaşı…), hatta birçok Osmanlıca
belgede kendisinden övgüyle bahsedilir. Çöl Kaplanı Fahreddin Paşa, “asil ruhlu bu Arap şeyhi,
Medine müdafaasının son günlerine doğru Hicaz seferî kuvvetinin parası tükendiği ve İngilizlerin
zaferi kesinleştiği sırada, Hicaz seferî kuvvetlerine beş bin altın borç vermek civanmertliğini de
göstermişti” der. Başka bir yerde de açlıktan çekirge yemeye mahkûm olan “Medine’deki müdafiilere
yiyecek yardımı” yaptığını vurgular.
Taksim Belediye Kütüphanesi’nde Arapça bir nüshası bulunan, Ebû Cehl el-karnü’r-râbi ‘aşer Emîru
Mekke es-Sabık Hüseyin (“20. Asrın Ebu Cehil’i Şerif Hüseyin” diye tercüme edebileceğimiz), Şerif
Hüseyin’in ihanetlerini anlatan kitapta da Hüseyin b. Mübeyrik hakkında “asil, gayret sahibi ve
kendisine ilticada bulunanların hamisi olduğu” kaydı düşülmüştür. Şerif, isyandan önce hazırlık
yapmak ve gerekli desteği almak üzere Mekke ileri gelenleri ve ticaret erbabıyla gerçekleştirdiği
görüşmede bölgedeki nüfuz ve öneminden dolayı Hüseyin b. Mübeyrik’ten de yardım istemişti.
İngilizler de aracı olmuş ve kendisini sahildeki İngiliz bandırasına davet etmişlerse de o bunu şiddetle
reddetmiştir. Haziran 1916’da Mekke Emirinin Osmanlı’ya karşı ayaklandığını ve kendisinden destek
istediğini öğrenince hemen Cidde mutasarrıfına haber yollamış ve durumun şifreli telgrafla Hicaz
Valisi Galib Paşa’ya bildirilmesini rica etmiştir.
Diğer taraftan Şerif’in küçük oğlu Zeyd son defa babasının selamını ilettiğinde kendisine şu cevabı
verdiğini biliyoruz: “Ben ve bana tâbi olanlar hiçbir zaman Müslüman Türklere karşı savaşmayacağız”.
Diğer Harb kabile şeyhleri İngilizlerin desteğine sahip Şerif’e karşı koyacak bir güce
ulaşamayacaklarını ve ona uymaktan başka çarelerinin olmadığını belirtmelerine rağmen Hüseyin b.
Mübeyrik karşı duruşunda ısrar etmiş ve toplantıyı terk etmiştir. Bir süre sonra Şerif Hüseyin’den
gelen tehdit mesajlarına da aynı üslupla cevap vermiştir. Kendi kabilesi olan Harb kabilesi
Bedevîlerinin çoğu Şerif Hüseyin’in tarafında Osmanlı askerine karşı şiddetli çarpışmalarda yer
almalarına rağmen o bu isyana karşı çıkmış ve öldürüldüğü 1918 yılına kadar ısrarla Osmanlı
Devleti’nin yanında yer almayı sürdürmüştür. Onun emrindeki 4 bin kişilik bir kuvvetle Şerif’in
kuvvetlerine karşı savaştığını biliyoruz. Dahası, idaresindeki Rabiğ kenti Mekke’ye en yakın limanı
barındırdığından, İngilizler tarafından Şerif’e bu liman üzerinden gönderilen silah ve mühimmatı
müsadere ederek Osmanlı’ya teslimini gerçekleştirmiş, böylece
Şerif Hüseyin’in başarısını bir nebze de olsa geciktirmiştir. Mısır’daki İngiliz komiseri ve isyanın
mimarı McMahon, Abdullah Mahir el-Mübeyrik el-Ğanimi tarafından yayımlanan, ülkesinin Dışişlerine
yazdığı 5 Eylül 1916 tarihli bir mektupta “hâlihazırda savaşın Rabiğ kentindeki duruma bağlı kaldığını
ve şehri elinde bulunduran şeyhin behemehâl ortadan kaldırılması gerektiğini” bildirmiş, aksi takdirde
Cidde’nin elden çıkmasının işten bile olmadığını kaydetmişti.
"Şerif Hüseyin öldürttü"
Hüseyin b. Mübeyrik’e göre, Şerifin başkaldırdığı devlet İslam hilafetini temsil ediyordu. Dolayısıyla
başkaldırmak bir isyandı. Bu isyana karşı koymak ve devleti savunmak ise her Müslümanın üzerine
farzdı. Sonuçta sahildeki İngiliz ve Fransız gemilerinin bastırması, havadan İngiliz uçakları ve
karadan Şerif kuvvetlerine karşı verdiği amansız mücadele sonunda kenti terk etmeye mecbur edildi.
Harb kabilesinin bir kolu olan Zubeyd şeyhine iltica etmek zorunda kalınca da Rabiğ Şerif Hüseyin
kuvvetlerinin eline geçmiş ve emlakı müsadere edilmiştir. Evinin de isyancı Şerif’in küçük oğlu Zeyd’in
ikametgâhı haline dönüştürüldüğünü belirtelim (Ne gariptir ki, Eşref Kuşçubaşı Şerifin kuvvetlerine
esir düşüp Rabiğ’e getirildiğinde, o sıralarda Şerif Hüseyin’in ordu komutanı olan Aziz Ali el-Mısrî ile
işte bu evde görüşmüştür). Bir taraftan İngilizlerin baskısı, diğer taraftan Mekke Emiri Şerif Hüseyin’e
bağlı güçlerin Rabiğ kentini ele geçirmeleri üzerine Mübeyrik yine Harb urbanına bağlı Hıcr’a
sığınmak zorunda kalmıştı. Ancak Şerif kuvvetlerinin burayı da tehdit etmeleri üzerine üç şıktan birini
seçmesi gerekiyordu: Ya Abdulaziz b. Suud’a iltihak edecek, ya İngilizlerin denetimine girmiş olan
Rabiğ kentine geri dönecek veya kendisine aman veren ve Kur’an-ı Kerim’le beraber güven mektubu
gönderen Şerif’e inanıp Mekke’ye gidecekti. Yine aynı aileden Abdullah b. Mübeyrik’in aktardığına
göre Hüseyin b. Mübeyrik, arkadaşı olan ve kendisine çok güvenen Mekke Şafii müftüsü Şeyh
Ahmed Şems’e bir mektup yazarak Mekke’ye gelip gelmemesi hakkında görüş belirtmesini istemiş,
Mekke’ye gelmesinde bir sakınca olmayacağını belirtmesi üzerine ahde vefa gereği Mekke’ye gitmeyi
seçmişti. Etrafındaki insanlar her ne kadar onu bu isteğinden vazgeçirmek için çırpınıp Şerif’e
güvenilmeyeceğini ve kendi isteğiyle Mekke’ye gitmemesi gerektiğini bildirmişlerse de Mübeyrik
Mekke’ye yöneldi. Ne var ki Şerif’in yanında Ecyad kalesinde ikamet etmeye başladığında her gün
ölümle burun buruna gelecekti. Zira Şerif’in adamları kendisini ortadan kaldırmak için yemeğine
hemen her gün zehir katıyorlardı. Bunun farkına varmasına rağmen duymazlıktan gelmiş ve zehrin
etkisini azaltmak için limon yemeğe, hatta kahveyi bile limonlu içmeye başlamıştı. Bu şekilde ortadan
kaldırılamayan Hüseyin b. Mübeyrik, bir gün sabah namazını kılmak için Harem-i Şerif’e giderken
ateş edilerek öldürüldü. Allah rahmet eylesin!
Yerine geçen kardeşi İsmail de abisi gibi asalet ve prensip sahibi bir şahsiyet olup, siyasî dehâsı
yanında zenginliği ve kendisine bağlı ihlas sahibi insanların sayesinde büyük bir nüfuza sahipti.
Gerek Şerif Hüseyin, gerekse Suudi Arabistan yönetiminde hem bölge insanına, hem de Hacca gelen
Müslümanlara faydalı icraatları olmuştur. 1955 yılında vefat ettiğinde yaşı 90’ı geçmişti.
İsyana dönersek, Mekke Emiri Şerif Hüseyin’in sözde İttihat ve Terakki yönetimine, gerçekte ise
Osmanlı Hilafeti’ne karşı kalkıştığı bu isyanın başarıya ulaşmasında ve Osmanlıların Hicaz’dan
çekilmelerinde İngilizlerin büyük rolü olduğu açıktır. Fakat madalyonun bir de öbür tarafı var.
Fahreddin Paşa’nın da anlattığı gibi son Hicaz valisinin hatalı uygulamalarını ve bazı kaynakların ileri
sürdüğü üzere Mekke’deki kışlalardan atılan top mermilerinin Kâbe’ye isabet etmesi gibi bazı
çılgınlıkları da unutmamak gerekir. İttihat ve Terakki mensuplarının bazı sorumsuz hareketleri de
Mekke Emirinin elini güçlendirince Hüseyin b. Mübeyrik gibi Osmanlı taraftarı nice kabile şeyhinin
cansiperane çabaları maalesef müspet bir sonuç vermekten uzak kalmıştır.
İNGİLİZ ALTINLARI SİZİN OLSUN!
Şerif Hüseyin, askerlerinin önemli bir bölümünü teşkil eden Harb kabilesinden destekçilerini Hüseyin
b. Mübeyrik’in idaresindeki Rabiğ sahil şehrine yakın el-Kudayme denilen mevkide toplayarak onu da
isyana davet etti. Şerif Hüseyin burada üç gün devam eden toplantıda İngilizlerden aldığı altınları
kabile şeylerine dağıtarak kendilerinden destek ve güvence almak istedi. Ancak Hüseyin b. Mübeyrik
yine itiraz ederek Harb kabile şeyhleriyle özel bir toplantı yapmış, kendisine verilen altınları şaşkın
bakışlar arasında onlara dağıtmıştır. Bu hadise üzerine bölge üzerinde İngiliz uçakları dolaşmaya
başlamıştı. Böylece asil Arap şeyhi üzerinde psikolojik baskı uygulamaya çalışmışlarsa da onu
fikrinden caydırmaları mümkün olmamıştır.
Prof. Dr. Süheyl Sapan
Suudi Arabistan King Saud Üniversitesi
Öğretim Üyesi.
Kaynak: Derin Tarih
Mepa News, 2017-04-03 17:53:18
Download