Aksoy, Üçok, Mumcu, Kışlalı

advertisement
Aksoy, Üçok, Mumcu, Kışlalı
Unutulan dosyalar
IŞIK KANSU
ANKARA - Cumhuriyet, unutulan Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet Taner
Kışlalı cinayetlerinin dava dosyalarını yeniden açtı. Dava dosyalarını titizlikle inceleyen
araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım, dört suikastı da gerçekleştiren kişi ve grupların İran İslam
devrimi yolunda yürüdüklerine inandıklarını belirterek, “Cinayetlerin, İran’ın Türkiye misyonları
çevresinde örgütlendiği ve İran’da istihbarat, suikast, silah, bombalama eğitimi görmüş
gruplarca işlendiği kesinleşmiştir” dedi.
Mustafa Yıldırım, Yargıtay’ca da onanan suikast dava dosyalarına ilişkin sorularımıza şu
yanıtları verdi:
- Uğur Mumcu’nun yaşamını, çalışmalarını, yazdıklarını ve cinayet davası dosyalarını
incelediniz. Edindiğiniz izlenimi öğrenmek isterdim.
- Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı ve yabancı elçilik
görevlilerinin, yurdumuza sığınmış İranlıların öldürülmelerini, Prof. Yuda Yürüm’ün ve bazı
yabancı diplomatların yaralanması, birçok bombalı eylemi konu edinen dava dosyasını
inceledim.
Cinayetleri işleyenlerin büyük bölümü mahkûm olmuş; ancak davalar sıradan cinayet
davalarının ötesine geçerek, Türkiye Cumhuriyeti devletini ele geçirmeye ya da yıkmaya yönelik
örgüt davaları olarak sonuçlandırılamamıştır.
‘İran’da eğitim aldılar’
- Dosyalarda Aksoy-Mumcu-Kışlalı cinayetlerinin iz sürücülüğünün var olduğu
biliniyor. Dosyadan bu üç cinayetin neden ve hangi çevrelerce hangi siyaset uğruna
yapıldığı sonucuna ulaşabildiniz mi?
Cinayetlerin, İran’ın Türkiye misyonları çevresinde örgütlendiği, daha sonra İran’da istihbarat,
suikast, silah, bombalama eğitimi görmüş gruplarca işlendiği kesinleşmiştir.
- Bunu dosya hükmünden çıkarıyorsunuz değil mi?
- Evet, bu gerçekler, dava dosyalarında yer alan belgelerde, kararlarda tüm açıklığıyla yer
alıyor.
- Dosya içeriğinde cinayetlerden hüküm giymişlerin itirafları var mı?
- Yalnızca Ankara’da görülen davada değil, İranlı sığınmacıların kaçırılması, öldürülmesiyle ilgili
davalardaki itiraflarda da yer alıyor.
- Dosyada yer alan ve hüküm giyenler bir taşeron örgüt gibi mi gözüküyor? Tetikçiler,
cinayetleri tek başlarına mı işlemişler?
- Taşeron örgütten kasıt, birden fazla odağa para ya da başka çıkar karşılığı hizmet eden
bağımsız gruplarsa, hayır, cinayetleri işleyenler taşeron değildirler.
- Görevlendirilmiş tetikçiler diyebilir miyiz o zaman?
- “Tetikçi” çıkar karşılığında cinayet işleyen kişiyse, “tetikçi” diyemeyiz; ama belirli ilişkiler
ağında talimatla çalışan örgüt ya da eylem grupları diyebiliriz.
‘Türkiye engel olarak görülüyordu’
- Arkalarındaki güç sizce kim ya da kimler?
- Suikast, adam kaçırma, cinayet suçlarını işleyenlerin arkasında kimlerin olduğu sanıkların
ifadelerinde açıkça belirtilmiştir. Türkiye’den Tahran’a yerleşmiş gidip orada olan kişilerin, İran
istihbaratı ve Kudüs Ordusu sorumlularıyla ilişki kurması sonucu örgütlenmiş eylem ve
propaganda birimleridir.
- İran, Türkiye’de bu tür yöntemlere niçin başvurdu sizce?
- İran’da yönetimi ele geçirenler, “İslam devrimi”ni başka ülkelere yayarak, kendi güdümlerinde
bir İslam devletleri birliği kurmak istediler. Türkiye; din esaslarına dayalı olmayan rejimi ve çok
partili siyasal düzeniyle İslam devriminin yayılması önünde en büyük engel olarak görülüyordu.
Kudüs Ordusu’nun en önemli eylem alanı Türkiye olmuştur.
- Kudüs Ordusu nedir?
- İran’da yeni rejimi kuranlar, öncelikle çevre ülkelere İslam devrimi ihraç etmeye kararlıydılar.
Humeyni’nin emriyle “Kudüs Ordusu” adını verdikleri savaşçı birlikler kurdular; amaç öteki
ülkelerde bu orduya bağlı silahlı birimler oluşturmaktı. Bu ordunun görevlileri, komşu
ülkelerden, bu arada Türkiye’den getirilen elemanları eğittiler.
‘Üst düzey subaylarca eğitildiler’
- Bu elemanlarla nasıl bağlantı kurulmuş?
- Eğitilen elemanlar Türkiye’de vurucu timler oluşturmak için öncelikle geçmişte silahlı
eylemelere katılmış, bazıları hapiste yatıp çıkmış olan kişilerle bağlantı kurdular. İran kültür
merkezlerine gelip gidenlerden militan devşirdiler. Ayrıca daha geniş bir propaganda ve eleman
kazanma ağı kurdular; yayınlar çıkardılar, lokaller açtılar.
Ülkelerine dönen elemanlardan oluşan gruplar, doğrudan İran’dan ya da Türkiye’ye gönderilen
Kudüs Ordusu üst düzey subaylarınca yönetildiler; ellerine silah verildi. Örgüt elemanları evler,
villalar, taşıt araçları satın aldılar, sayısız sahte pasaport ve kimlik elde ettiler. Para kaynaklarını
İran’la yapılan ticari kazanç olarak açıkladılar.
- Bir anlamda gizli işleri için Türkiye’de açık açık çalışmışlar. Öyle mi anlamak gerek?
- Onların anlayışına ve inanışına göre söylemek gerekirse; bu kişiler ve gruplar, İran İslam
devrimi yolunda yürümüşlerdir. Yine onların deyişlerine göre “rehberleri” Ayetullah Humeyni
ve İran’daki “Hocat-ül-İslam” denilen en üst otoritedir. Açıktan çalıştıkları bir gerçek. Örneğin,
bir yabancı elçilik görevlisinin öldürülmesinden sonra, eylemi yayın yoluyla övdüler ve
“Kemalist diktatörlük ders alsın!” diye bir de tehdit savurdular.
‘Tetikçiler biliniyor, ama arkasındakiler açığa çıkmadı!’
- Cinayetler de aynı odak tarafından mı yönlendirildi?
- İranlı istihbaratçılar Türkiye’ye geldiler, eğittikleri elemanlara gerekli emirleri, silahları ve parayı
verdiler. Cinayetler işlendi!
Onlara göre, “Allah’ın emridir” suikastlar, bombalamalar.
- Kudüs Ordusu’nun Hizbullah ile bir bağlantısı var mıydı?
- Kudüs Ordusu’nun, Güneydoğu Anadolu’daki silahlı “gerilla” birimini (“Hizbullah” diye anıldı)
kuranlar da İran’da eğitildi. Onların içerdeki ilişkilerini ortaya çıkarmak için çalışan Gaffar Okkan
öldürüldü. Kudüs Ordusu örgütünü yönetenler, mahkeme dosyalarına 2000 yılında geçti. Hizbullah
konusunda da “Tetikçiler biliniyor, ama arkasındakiler açığa çıkmadı!” propagandası yanıltıcıdır.
Yanıltıcıdır; çünkü bilerek ya da bilmeyerek örgütün arkasında Türkiye’nin devlet güvenlik kurumlarının
bulunduğu izlenimi uyandırılarak İran’ın sorumluluğu sisler altına itilmektedir. Örneğin, “Hizbullah”
denilen örgütü jandarmanın kurduğu kolaylıkla ileri sürülmektedir. Bu savı ilk ortaya atan PKK idi.
‘İran’da eğitim görüp Türkiye’ye dönüyorlar’
- Burada asıl sorgulanması gereken, bir dış istihbarat örgütünün Türkiye’de aktardığınız gibi
çalışma yapabilmesi, değil mi?
- Evet, asıl sorgulanması gereken, bu kadar açıkta çalışmış, elemanları sayısız kere İran’a gidip
gelmiş bir örgütün 1990-99 yılları arasında, seri cinayetleri bu denli kolayca işleyebilmesidir. Bundan
daha önemlisi, İran-Türkiye eleman trafiğini yöneten, Tahran’da yaşayan, İran’ın dış propaganda
radyosunda çalışan, yazıları Türkiye’de açık adıyla yayımlanan, Türkiye Cumhuriyeti uyrukluların
adları, 2000 yılında, mahkeme dosyasında yer almıştı. Mahkemelerce bu kişilerin en azından
ifadelerine başvurmak için bir girişimde bulunulmamış olması, büyük bir eksikliktir...
- İran ile olan bağlantılar o dönemde sıklaşıyor, öyle mi?
- Düşünün bir kere; Türkiye’den bazı kişiler, resmi olarak pasaport alıyorlar, sınır kapılarından İran’a
gidiyorlar, eğitim görüyorlar ve Türkiye’ye dönüyorlar. Amaçlarını, yayınlarında hiç çekincesiz
belirtiyorlar. İran’dan hocalar konferanslara geliyorlar, bunların arasında Humeyni’nin kızı da var. Bu
rahatlığın nedenini o dönemlerde ülkeyi yönetenlere sormak gerekmiyor mu?
- Kuşkusuz gerekiyor. Nedir bu? Kasıt mı, ihmal mi? İran bağlantılı bu gizli çalışmalar, devletin
içindeki kimi görevlilerin işine mi geliyor?
- “Terörle mücadele” ettiğini ileri süren bir ülkeye, komşudan terör eylemcileri, diplomat maskeli
operatörler rahatça girip çıkarken devletin güvenlik kurumlarının habersiz olduğu düşünülürse, orada
devletin kurumsal olarak varlığından söz edilemez.
Bu yüzden güvenlikle ilgili kurumlar görevlerini eksik de olsa yerine getirmiş olabilirler. Ancak iktidar
sahibi seçilmişlerin titiz davrandıklarını söylemek güçtür. Siyasal iktidarlar ya seçilmiş devlet
yöneticilerinin, devletler arası ilişkilerdeki çıkarları ön plana almış olmaları da bir başka olasılıktır.
Aksoy, Üçok, Mumcu, Kışlalı
‘Suikastçılar izlenmedi’
IŞIK KANSU
ANKARA - Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım; Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve
Ahmet Taner Kışlalı’ya yönelen suikastları gerçekleştirenlerin, önceden deneme gereği kimi
yerleri bombaladıklarını anımsattı. Devleti yönetenlerin, o dönemde İran kaynaklı terörün PKK
terörü kadar önemli olduğunu kabul edip yalnızca bu konularla ilgili birimler oluşturulmamasını
eleştiren Yıldırım, “Cinayetler işlendi, öldürülenlerin önderlikleri, yol göstericilikleri, örnek
alınası mücadele güçleri ortadan kalktı” dedi.
Yıldırım; Aksoy, Üçok, Mumcu ve Kışlalı suikastlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- Dosyada hükümlülerin Türkiye’de hiç izlenmeden çalışma yapabildiklerine ilişkin ipuçları var
mı?
- Yalnızca Ankara’daki olayları ele alırsak suçlular işe Muammer Aksoy’u öldürmekle
başlamadılar. Deneme gereği bazı yerleri bombaladılar. Diyanet Vakfı’nın satış yerini yaktılar.
Hac olaylarında, militanları kanlı bir saldırıyla etkisizleştiren Arabistan devletine tepki duyarak
Ankara’da bir diplomatik görevliyi, Gazze olaylarına karşılık da İsrail elçilik görevlisini ve
Amerikalı bir teknisyeni öldürdüler. Örgütün serbestçe yayın yaptığı, Ankara’nın merkezinde
lokaller açtığı, eğitim kursları düzenlediği düşünülürse, ne ölçüde izlendikleri de anlaşılabilir.
- Sanırım, hükümlüler işledikleri cinayetleri yargılama sırasında tümüyle reddetme gibi bir
tutum içine de girmediler...
- Her davada olduğu gibi “Umut Davası” adı verilen yargılama sürecinde de, başlangıçta böyle
bir tutum almışlar; ama daha sonra bazıları “pişmanlık yasasından” yararlanmak için ya da
ideolojik kararlılıkla eylemlerini reddetmemişlerdir.
- Kudüs Ordusu’nun hedefinde neden Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu ve Ahmet
Taner Kışlalı vardı?
- Şurası açıktır ki; bu kişiler, “İslam devrimi” girişimleri önünde önemli engeller
oluşturabilecek, toplumda saygınlığı ve etkinliği tartışılmaz yazar, araştırmacı ve bilim
insanlarıdır. Örneğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel ilkelerine, araştırmalarıyla,
konuşmalarıyla, yazıları ve kitaplarıyla, sahip çıkan Uğur Mumcu’nun varlığı, İslam devrimi
önünde en büyük engeldi. Uğur Mumcu yalnızca ilkeleri korumakla kalmıyor; somut olayların
izini sürerek, kanıtlarını sergileyerek devletin kurumlarını da bu konularda sürekli olarak göreve
çağırıyor; yöneticilerini uyarıyordu. Hem de hiçbir kişi, örgüt ve kurumdan çekinmeden!
Mumcu tek başına savaştı
- Sizce Uğur Mumcu’nun, cinayeti gerçekleştirenler açısından en rahatsız edici yanı neydi?
- Devletin temel yapısını değiştirmek için kestirme bir yola gidilmekteydi. İktidarı ele geçirmenin
önündeki en büyük engel olan Silahlı Kuvvetleri kökten ele geçirmek için bir yöntem
geliştirilmişti. Belirli çevrelerin, cemaatlerin, tarikatların yönlendirmesine çok, ama çok açık
olan din esaslı liseleri bitiren gençlerin Harp Okulu’na girmesinin önünü açmak için yasa
tasarısı hazırlanmaktaydı.
Uğur Mumcu, işte bu değişikliğe karşı, neredeyse tek başına savaşıyordu. Son yazılarından
birinin de bu konuda olduğunu unutmamak gerekir. Cinayet sonrası tepkiler üzerine bu yasa
değişikliği gerçekleştirilememiştir.
- Çetin Emeç ve Turan Dursun’u katleden ekiple Ankara’da cinayet işleyenler arasında bir bağ
var mı?
- İstanbul’daki suikastçılar ayrı bir gruptur. Onlar da pek çok kez İran’a gidip gelmişler.
Birbirinden bağımsız görünen; ama bazen akrabalıklarla, geçmiş örgütsel bağlarla birbirleriyle
ilişkili olabiliyorlar. Gruptan gruba geçenler de var. Ancak en önemlisi, İran ajanlarının
suikastlarda, adam kaçırmalarda grupları ya da kişileri birbirinden habersiz kullanmış olmalıdır.
Bir başka yöntem de geçerlidir: Kişiler, yayınlarda hedef gösterilebiliyor, eylemci gruplar da
“vaziyetten vazife çıkararak” cinayet işleyebiliyorlar. Bu yönteme “yerinde zuhur” diyorlar.
İranlı ajanlar, başka ülkelerde gerçekleştirdikleri suikastlarda benzeri yöntemler
kullanmışlardır. Öncelikle o ülkelerde öldürülecek kişileri izleme, istihbarat toplama çalışmaları
gerçekleştirilmiş; daha sonra diplomatik maskeli gruplar silahları taşımış; vurucu gruplar
ayrıca ülkeye girmiş ve işi tamamlamış; silahlar yine diplomat maskelilerce ülkeden
çıkarılmıştır.
Yıldırım, konuyla ilgili birimler oluşturulması sağlansaydı cinayetlerin önlenebileceği
ihtimaline dikkat çekti
‘Devlet ihmalkâr davrandı’
© “Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra iz sürülseydi, diğer cinayetler engellenebilir
miydi?” diye sorduğumuz Yıldırım, “Kısacası devleti yönetenler, bu işlerin PKK terörü kadar
önemli olduğunu kabul edip yalnızca bu konularla ilgili birimler oluşturulmasını sağlasalardı”
diye cevap verdi.
IŞIK KANSU
ANKARA - Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım, Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra gerekli
birimler oluşturulsaydı diğer cinayetlerin engellenebileceğini söyledi. Yıldırım; Aksoy, Üçok, Mumcu ve
Kışlalı suikastlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra iz sürülseydi, diğer cinayetler engellenebilir
miydi?
- İz sürülmek bir yana, sınır geçişlerine, yasal görünümlü çalışmalara, eylem zincirlerinde başı
çekenlere, yurtdışıyla iletişim kayıtlarına, yayın merkezlerine, diplomat maskeli yabancılara, kültür
merkezlerinden çıkıp özel lokal ya da vakıf merkezlerinde, kitapçı dükkânlarında buluşanlara… Daha
da önemlisi Tahran’da yerleşik Türkiye Cumhuriyeti uyruklu kişilerin ilişkilerine, yurtiçi bağlantılarına
dikkat edilseydi… Kısacası devleti yönetenler, bu işlerin PKK terörü kadar önemli olduğunu kabul edip
yalnızca bu konularla ilgili birimler oluşturulmasını sağlasalardı…
- İhmal mi?
- En hafif nitelemeyle “ihmal” ya da “savsaklama” denilebilir. Siyasetçinin ideolojik etkisiyle, siyasal
çıkar hesaplarıyla, teknolojik olanaksızlıklar, daha da önemlisi Cumhuriyetin ilkelerine sahip çıkacak
denli iyi yetiştirilmiş personel eksikliği yan yana gelince sonuçlar böyle oluyor. İşin özü, cumhuriyet
devletinin varlığını sürdürecek ideolojik eksiklik ve dirayetsizlik, dikkatsizlik, yabancı devletlerle yapılan
işbirliğine güvenerek içeriyi ihmal etmek…
- Savsaklamaya bir örnek verebilir misiniz?
- Devlet yöneticileri İran’la ekonomik ilişkilerden medet umdukları için İran yönetimini sıkıştırmamış
olabilirler. Bakanların İran gezilerinde “İranlı yetkililerin önüne terörist eğitim kamplarını gösterir
harita ya da krokiler konulduğu” haberlerde birkaç kez yer almıştı. Ancak sonuca yönelik bir
gelişme olmuyordu. Çıkar deyince, İranlı ünlü gazeteci Amir Taheri, İran-Irak savaşı sırasında
Avrupa’dan silah yükleyen TIR’ların Türkiye’den geçtiğini yazıyordu. Ayrıca İran’daki PKK kamplarını
da unutmamak gerekiyor.
- Soruşturma kilidini açan anahtar, sanırım İstanbul’daki Hizbullah operasyonunda bulundu.
Küdus Ordusu’nun şifresini çözen Hüseyin Velioğlu’nun bilgisayar kayıtları mıydı?
- Doğrudur. İstanbul’daki Tevhid-Kudüs ekibinden bir kişi Hüseyin Velioğlu’nun örgütüne geçmek için
yazı yazmış. Bu yazının kaydı da bilgisayar belleğinde bulunmuş. Yazıda, Uğur Mumcu’yu kimlerin
öldürdüğünden söz etmiş. Kayıt çözüldükten kısa süre sonra güvenlik görevlileri kişileri izlemeye
başlayıp kısa sürede toplamış.
- Bu kayıtlara daha önce ulaşılamaz mıydı?
- Daha önce de belirttiğim gibi, ortalıkta gezinen, açıktan örgütlenen, eylemlere katılan, İran’a gidip
gelen bu kişiler, İranlı diplomat maskeli Kudüs Ordusu subayları izlenseydi…
- Ya da şöyle sorayım, niye daha önce ulaşılamadı? Aynı soru, kasıt mı, ihmal mi?
- Bu sorunuzun belgeli bir yanıtı yok; çünkü bu yönde bir soruşturma yapılmamış. Ancak şurasını
unutmamalı ki, Türkiye’deki İran İslam devrimi yolunu benimseyenler yalnızca yargılanan ya da
firardaki militanlar değildir. Onca yıldır çalışmaların, örgütlenmenin, propagandanın, ideolojik eğitimin
sonucunda, çok sayıda insan İran’ı İslam devriminin merkezi olarak kabul etmiş; Ayet-ul-Allahları
devrimin rehberi olarak benimsemiştir. Bu durumda, kasıt, ihmal, ciddiyetsizlik, sistemsizlik iç içe
geçmiş olabilir.
- Yakalananlar hüküm giydi. Ya yakalanamayanlar, kaçaklar?.. O konuda bir bilgi var mı?
- Uğur Mumcu’nun öldürülmesi olayına katılan Oğuz Demir ile ilgili bir gelişme yok. İran’da ilişkileri
kurmaya yardımcı olanlardan Mehmet Ali Akbulut’un da nerede olduğu bilinmiyor. İran’a giden militan
adaylarını konuk eden, istihbaratçılarla buluşturan Selahattin Eş Çakırgil, İran radyosunda çalıştı;
halen Türkiye’deki gazetelerde, İslam devrimcilerinin internet sitelerinde güncel yazılar yayımlıyor.
Davada, bu kişilerin en azından ifadelerinin alınması için Dışişleri Bakanlığı’ndan bir istekte
bulunulduğunu belirtir kayıt yok. Zamanaşımına uğramaması için 2009’da bu kişilerle ilgili yeni bir dava
açıldı.
SÜRECEK
Muammer Aksoy
Okkan yaşasaydı durum başka olurdu
IŞIK KANSU
ANKARA - Araştırmacı-yazar Mustafa Yıldırım, Muammer Aksoy’un katledilmesinden sonra
gerekli birimler oluşturulsaydı diğer cinayetlerin engellenebileceğini söyledi. Yıldırım, Aksoy,
Üçok, Mumcu ve Kışlalı suikastlarına ilişkin sorularımıza şu karşılıkları verdi:
- Gaffar Okkan’ın Hizbullah’ın çözülme sürecinde yeri neydi?
- Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar Okkan, Hizbullah ve İslam devrim örgütlenmesini uzun
süredir izlemekteydi; hatta Beykoz’daki ev baskınını yerinde izlemişti. Daha sonra
operasyonları sürdürmüş, zanlılar listesinden söz etmişti. İzlediği militanları birer casus, yani
yabancı devlete bağlı militanlar olarak ilk kez o nitelemiş ve Uğur Mumcu’nun katillerini
bulacağını bildirmiş, bu eylemleri “uluslararası eylem” olarak nitelemişti. Operasyonları
sürdürürken Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü olan 24 Ocak’ta görevli arkadaşlarıyla birlikte
öldürüldü. Gaffar Okkan, çalışmalarını Türkiye boyutunda sürdürebilecek bir üst görevde
olsaydı, olaylar çok değişik bir yönde gelişebilirdi.
- Cinayetlerin arka planında başka yabancı devletlerin, özellikle CIA’nın bulunduğu da hep ileri
sürüldü...
- Uğur Mumcu’nun izlediği, açığa çıkardığı kirli olaylara karışanlar, silah ve uyuşturucu
tüccarları, bu ticaretten pay alan kişiler, örgütler, foyasını meydana çıkardığı CIA görevlileri ve
içerdeki ortakları, ona hakareti görev bilen muhbir liberaller, onun öldürülmesine üzülmüş
olamazlar! Onun yılmaz bir Kemalist ve bağımsızlık sevdalısı olması nedeniyle yabancı
devletlerle ilişkilerin bozulmasından hoşlanmayan sivil-asker yöneticiler de kuşkusuz vardır.
Sırf bu yüzden onu askeri mahkemelerde yargılamışlar, subay olmasını engelleyerek “sakıncalı
piyade” yapmışlardır. Böyle düşünenler, dosya takipçisi olamayan, barışçı, hoşgörülü Bahriye
Üçok’un, Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürülme gerekçelerini açıklamakta güçlük çekeceklerdir.
Ancak cinayetler, suikastlar kesin delillere göre çözümlenebilir; önyargılara ya da siyasal
inançlara göre değil. Öfkelerimize kapılarak İran İslam devrimcilerinin yayılma politikalarını
görmezden gelemeyiz. Uğur Mumcu için “İslamcılarla alıp veremediği yoktu” demek, onun tam
bağımsızlıkçı karakterine, ömür boyu sürdürdüğü savaşımı görmezden gelmek ve daha da acısı
cinayeti işleyenleri ve işletenleri aklamak demektir.
- Kudüs Ordusu’nun Türkiye’den İran’da eğitildiği söylenen üyelerinin, İran dışındaki kimi
istihbarat örgütleri, örneğin CIA tarafından devşirilmiş kişilerden oluştuğunu ileri süren
çevreler de oldu. Ne diyorsunuz?
- Kanıtsız varsayımlar yalnızca komplo teorisyenliğine yarar. Kanıtsız mantıksal kurgularla
gerçekleri sis altında bırakmak ve İran istihbaratını bu kadar yeteneksiz sanmak aldatıcı olur.
Ne ki, CIA’nın ülkemizde sağlam, deneyimli bir şebekesi olduğunu söylemek yanlış olmaz.
CIA’nın bu cinayetlerle ilgili bilgisi olmaması da tuhaf olurdu. Ayrıca cinayetlerin Amerika’nın
ulusal devletleri sarsıcı “din hürriyeti” operasyonuna yardımcı olduğu da bir gerçektir; ama
buradan ABD’nin Kudüs Ordusu’nu yönettiğini çıkarmak, gerçekleri çarpıtmak isteyenlere
yardımcı olur.
- Öldürülenler yaşasaydı son yirmi yıldır ne yaparlardı?
- Muammer Aksoy yaşasaydı, en evvel yurdumuzun öz kaynaklarının yabancılara peşkeş
çekilmesini engellemek için hem insanları örgütler, hem de yasal savaşımı sonuna dek
sürdürürdü. Bahriye Üçok yaşasaydı; militanlar, İran İslam devrimine inanmış sözde eğitimciler
fakültelerde, din işlerinde o denli kolayca çalışamazlardı. Ayrıca Bahriye Üçok, kim bilir kaç
aydın düşünceli ilahiyatçı yetiştirip hurafecilerin keyfini kaçırırdı. Ahmet Taner Kışlalı
yaşasaydı, son on yılda Cumhuriyetin temel ilkelerine sahip çıkan kim bilir kaç genç yönetici,
akademisyen ve gazeteci yetişirdi. Uğur Mumcu yaşasaydı, pek çok şey olurdu; ama her
şeyden önce gazetecilik ilkelerine sonuna dek bağlı, nice genç gazeteciye önderlik ederdi de,
örümcek ağları o kadar kolay örülemezdi. Hepsinden önemlisi Uğur Mumcu, geçmişten
çıkardığı dersleri de göz önüne alarak ihtilalcilik tuzaklarına dikkat çekerdi. Belki de nice
değerli insan, Amerikan İslamcılarının zindanlarına düşmezdi.
‘TÜM YOL GÖSTERİCİLER ÖLDÜRÜLDÜ’
- Üç suikastın, özellikle bölücülük ve gericiliğin kabardığı bugünkü ortama varmamızı
kolaylaştıran bir etkisi oldu mu?
- Olmaz olur mu!.. 1988-1993 arası örgütlerin ilk eylem dönemidir. Kendilerine güvenleri artan örgütler,
sonraki yıllarda hem eylemliliklerini yükseltmişler, siyasal desteklerini ve çevrelerini genişletmişler,
hem de radikal örgütlülüğü geliştirmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırmaya ya da iyice
zayıflatarak bir parçasını koparmaya çalışanlardan oluşan koalisyon büyümüştür. Buna bir de Batı’dan
gelen kimliksizleştirme, kendine yabancılaştırma ve bunun sonucunda federasyonlardan oluşan
mozaik bir devlet kurdurma saldırısı eklenmiştir.
Cinayetler işlendi, öldürülenlerin önderlikleri, yol göstericilikleri, örnek alınası mücadele güçleri ortadan
kalktı. Dayanaksız, gerçekleri yansıtmayan teorilerle ve hülyalarla yıllar geçti. İslam devrimcileri, Kürt
milliyetçileri, ultra-liberaller, öteki etnik milliyetçiler, örümcek ağının ustaları, 1923 Cumhuriyeti’nin
bağımsız devletine karşı tek cephede buluştular. Kısaca; uyarıcılar, yol göstericiler öldürüldü; alan
gerici örgütlere ve bağımsızlık karşıtlarına kaldı.
Download