Güzellik, Sevgi ve Aşk Üstüne... (Bu yazı 20.06.1996 tarihli Yeni Yüzyıl Gazetesi 'nde yayınlanmıştır.) Dünyaca ünlü “Newsweek’ Dergisinin 3.Haziran.1996 günlü sayısının kapak konusu “güzelliğin biyolojisi” ile ilgiliydi ve “fiziksel güzelliğin nasıl algılandığı” bilimsel açıdan sorgulanarak, kadın ve erkek vücutlarının ideal ölçütlerinin saptanıp, saptanamayacağını ve bu konuda yapılan çalışmaları çeşitli disiplinler açısından incelemeye ayrılmıştı. İlgiyle okuduğum bu yazı bana Türkiye’de her gün bitmez tükenmez ucuz siyasal manevraları, yolsuzlukları, mesleksel bir alışkanlıkla aba altından sopa gösterme davranışından vazgeçemeyen demokrat(!) politikacılarımızın söylemlerindeki dayanılmaz hafifliğe ve sıkıcılığa bu kadar yer verip de; neden güzel duygular üstüne bu denli az zaman ayırdığımızı anımsattı. Larousse, ‘güzel’ sözcüğünü “biçimindeki ahenk ve ölçülerindeki dengeyle estetik bir hayranlık uyandırarak, hoşa giden” şeklinde açıklamış. Newsweek’in söz konusu sayısına göre, 1994 yılında yapılan bir bilimsel araştırmanın kadın ve erkek güzelliğinin yüzlerce denek üzerindeki sonuçları, işin gizeminin insan vücudunun simetrik yapısında olduğunu göstermiş. Kadın ya da erkek yüz ve vücudun simetrik mükemmelliği iki cinsi de daha cazip kıldığından, bu niteliklere sahip olanların cinsel yaşamının da diğerlerinden daha önce başladığı kaydedilen bulgular arasında yer almaktadır. S.Freud, “insan gelişimi kuramında” insanlara yaşama dürtüsü veren özelliğin “libido” adlı bir çeşit enerjiden kaynaklandığını, ‘enerjinin sakınımı yasasına göre de yaşam boyu bu enerjinin azalıp, çoğalmadığını belirtmektedir. Ancak her kültür çevresi insanlardaki bu güzelliği kendine göre kamufle atme veya daha çok ortaya çıkarma kalıplarını geliştirmiştir. İnsanoğlu da yaradılışından kazanmış olduğu tüm bu cinsel dürtüleri yönlendirerek ve içinde yaşadığı kültürel normlara göre bir model oluşturarak, o modele benzeyen güzeli aramaya başlamıştır. Fakat ister o güzel, “(...) bir al şale bürünsün, yürüsün”; ister boz renkli kumsal, açık mavi gök yüzü ve biraz daha koyu mavi denizden oluşan bir doğal tuvalin önünde bir ya da iki küçük kumaş parçasının daha da çekici kıldığı ıslak vücudunu sergilesin, her zaman dikkatleri toplayabilmiş ve karşı cinsi etkileyebilmiştir. Bu, cinselliğin fizyolojik yönüdür. Ya duygusal yönü? Psikolojik kuramlardan hangisini benimserseniz, benimseyiniz -ki bu yazının konusu elbette o değildir- herhangi bir şekilde insanlar birbirini cezbederek bir arada olmak arzusunu göstereceklerdir. Bu öyle bir istekdir ki insanlık tarihi boyunca Kleopatra’dan, Güzel Helena’dan, Brook Shields’e dek uzanabilmektedir. İnsanlar için bilimsel açıdan temel ihtiyaçlar arasında olan “üreme, çoğalma” ihtiyacı toplumsal ve kültürel kalıplara göre idealize edilmektedir. Belli bir aşamadan sonra ise estetik duygular cinsel dürtüleri yönlendirir hale gelmektedir. Artık iki cins için de amaç birbirini cinsel yönden olduğu kadar, zihinlerde oluşan güzellik paradigmaları acısından estetik ve kültürel boyutun da paylaşımıdır. Toplumlar ekonomik ve sosyal refaha eriştikleri ve toplumbilimsel anlamda modernleştikleri oranda kadın erkek ilişkileri de evrensel ölçütler kazanmaya başlamıştır. Bu bir kültürel değişimdir. Ayrıca bu olgunun sekülarizmin ve bireyselciliğin gelişimiyle paralellik taşıması da bir rastlantı değildir. Bir anlamda modern insan duygularına ‘gem vuran’ değil; duygularını daha özgür fakat daha estetik kaygılarla ifade edebilen insandır. Bu ikisi arasında da ‘nüans’ değil, büyük bir fark vardır. Şimdi sormak istediğim şudur. Biz toplum olarak, yaşam denilen çok, çok kısa süremizde bu duygularımızı ön plana çıkarmaktan niçin korkan insanlarız? +Niçin yaşamdan değişik zevkler almayı hep ertelediğini Türkiye’de kaç kişi düşünmektedir? İçnde olduğumuz bu günlerde MTV’de verilen bir moda defilesinde R.Özbek, “gece ve gündüz kıyafetlerini, Türk kültürüyle en iyi biçimleyebilen bir modacı” olarak tanıtıldı.Gene bu alanının en ünlü isimleri 96’97 sezonunun temasını, ‘erkeksi’ görünen ama bu görüntünün altında ‘dişiliği’ ön plana çıkaran giysi ve makyajları tanıttılar. Bu insanların böylesine bir çalışma yapmaları, dünyayı etkilemeleri kaç kişi için ‘ilginç’ bir uğraştır? Ya da hemen her ay bir ayrı ülkede yapılan araba yarışlarında saatte (300) mille ‘ölümüne’ (ama ölmek için değil!) yarışan bir Villeneuve ya da Schumacher’i sizce güdülüyen nasıl bir duygudur? Beyin ve vücut hakimiyetini simgeleyen böyle bir yarıştan sonra flaş bir kişilik kazanan bu yarışçı, sizce yaşamını nasıl bir kadınla paylaşacaktır? Madalyonun tersini çevirirsek; acaba hangi nitelikte bir kadın bu yarışçı ya da paraşütçü veya şarkıcı, modacı ile birlikte olmayı isteyecek ve bunu gerçekleştirebilecektir. Bu örnekler kimilerine çok itici geliyorsa, şunu sormak isterim. Acaba Edgar A. Poe’yu (Annabel Lee) sevgilisi ölünce melekleri, ‘tanrıya’ şikayet ettiren duygu nedir? Ya da Yahya.Kemal Beyatlı’ya İspanyol dilberi -üstelik yüz kez- öptürme- duygusunu veren (ne kadar ilginç bir kültürel olgu olduğuna dikkatinizi çekerim!) ve bunu ‘şeytana’ yükleyen duygu nedir? Dostlar, bunun adı hepimizde var olan cinsel dürtüdür, sevgidir ve sevginin rafine bir ifadesi olan ‘aşk’dır... Şimdi bir düşünün son zamanlarda (ya da tüm yaşamınızda) içinizden hiç sevmek geldi mi? Yanıtınız “evet” ise bunu açığa vurdunuz mu? Karşı cinsten birisinin saçını okşayıp, elini tuttunuz mu? Bir ‘sevda türküsü’ mırıldandınız mı? Hiç değilse B.Adams’ın “Have you really loved a woman?” (Bir kadını gerçekten hiç sevdiniz mi?) şarkısını dinlediniz mi? Bir diğer ilginç örneği de İslam dininden vermek isterim. Eğer bir toplulukta ‘imamlık’ yapmaya yetkili birden çok aday varsa ve hepsinin din bilgisi, deneyim ve diğer özellikleri eş düzeyde ise ‘imamlık görevi’ içlerinden ‘karısı en güzel olanın’ hakkıdır. Ne dersiniz? Bırakın yaşamı bize kendi dünya görüşlerinden öğretmeye kalkan ve kendilerini, kendi kalıplarına zincirleyen yöneticileri ve herkesi. Önce korkmadan düşünün içinde yaşadığınız evrenin gizemini. Sonra da kendinize ve çevrenizdeki her şeye çiçeğe, güle, kuşlara ve insanlara bir ‘sevgi mesajı’ göndermeyi deneyiniz. O zaman bu dünyanın bir diğer boyutu olduğunu da fark edebileceksiniz. Ve dünya değil ama ‘siz’ değişeceksiniz. Mehmet Y. Yahyagil