Başbakanın Soma`daki bir vatandaşa “İsrail Dölü” sözlerini sarf

advertisement
Başbakanın Soma’daki bir vatandaşa “İsrail Dölü” sözlerini sarf etmesi, gerçekten Türkiye
adına büyük talihsizlik. Ülkemizin başbakanının kendi vatandaşına bu şekilde bir nefret
söylemiyle hitap etmesi üzücü. Çok yazıldı çizildi hatırlarsanız; Erdoğan belediye başkanı bile
olmadan çok önce daha Beyoğlu İlçe Başkanı iken, ABD’deki Yahudi lobileri tarafından
“seçilmiş” kişi idi. Ofer meselesinde, Suriye sınırının mayından temizlenmesi konusunda
başbakan sürekli “Yahudi düşmanlığı yapmayın” diyordu. Davos’taki “One minute”
tiyatrosuyla taktik değişti, “Mavi Marmara”da insanlarımızın ölmesine göz yumulacak,
içeride İsrail’e atılıp tutulacak ama iş uygulamaya gelince İsrail’in her istediği yapılacak, iş
birliği sürecekti. Şu ana kadar da öyle oldu. Soma’da bir vatandaşa “İsrail dölü” denilmesi de
aynı taktiğin devamı. Davos’taki “one minute” çıkışından sonra kameralar karşısında ne
demişti hatırlayınız “Biz o sözleri İsrail Cumhurbaşkanı’na söylemedik, biz o sözleri
moderatöre söyledik”
Nitekim, resmi açıklamada Tel Aviv Büyükelçiliğimiz Maslahatgüzarı Doğan Işık, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın Soma’da İsraille ilintili sarf ettiği iddia edilen sözlerle ilgili,
“Başbakanımıza atfedilen ifadeler tamamıyla gerçek dışıdır. Sayın Başbakanımız hiç bir
şekilde iddia edildiği gibi bir ifadede bulunmamıştır” dedi. Halbuki hem bizler, hem de
İsrailliler biliyor ki bu sözler sarfedildi. Hem de bilerek, planlı bir şekilde. Gerçi maksadı da
aşsa, çark ediverir sıyrılırdı. Nato’nun Libya’da ne işinin olduğunu Erdoğan’a öğretmeleri çok
uzun sürmemişti mesela.
BOP eş başkanlığı, Kürt, Ermeni açılımları vs. Masonluk, Yahudilik, İlluminati, yeni dünya
düzeni kavramları ışığında AKP’nin “NOVUS ORDO SECLORUM-yeni dünya düzeni”nin
hedeflerini ve ilkelerini benimsemiş, yeni dünya düzenini kurmayı planlayanlarca
desteklenen ve hatta belki onların isteğiyle kurulmuş bir parti olduğunu öngörmek çok da
zor değil.
1.Başbakanlık konutunda Menorah’ın işi ne?
Biraz eskiye gidelim. Tarih Eylül 2004. Gazeteci Ali Kırca, başbakanlık konutunda Erdoğan’la
bir röportaj yapıyor ve bu röportaj ATV’den yayınlanıyor. İlginçlik burada başlıyor. Kırca ile
Erdoğan’ın arkasında Yahudiliğin kutsal yedi kollu şamdanı Menorah ekranda net bir şekilde
gösteriliyor. Yani arka fon özellikle böyle dizayn edilmiş ve 45 dakika boyunca sürekli ekrana
veriliyor.
Akif Beki’nin “Erdoğan’ın Harfleri” adlı kitabı aklımıza geliyor. Ne diyor Beki: “Başbakan
Erdoğan Musa peygamber soyundan geliyor. Abdullah Gül de yoldaşı ve iktidar paylaştığı
kardeşi Harun’a benziyor”
“Ve halis altından bir şamdan yapacaksın… Ve onun kandillerini yedi tane yapacaksın.”
(Tevrat-Çıkış: Bab 25: 31-37
2.AKP’nin sembolü olan ampul ne anlama geliyor?
Yahudilerin “gizli sırlar öğretisi” diye tabir edilen “Kabala”da ışık diye adlandırılan şey,
sonsuz ışıktır. Kabala’da ışığın sembolü “ampuldür.”
2006’da yayınlanan AK Parti Kurum Kimliği Klavuzu’na göre AK Parti adaleti, kalkınmayı ve
“aydınlanmayı” tesis etmenin gayreti içindedir.
İlluminati sembolleriyle dolu ABD dolarının arkasındaki piramitin üzerindeki gözün etrafında
“aydınlanma” resmedilir. Ayrıca İtalyanca köklü İlluminate kelimesi de “aydınlanma”
anlamına gelir. Ancak bu aydınlanma Rahmani değil, şeytanidir.
Menorah, 7 kolludur ve sözlük anlamına Bakıldığında yaklaşık olarak “Tanrı’nın lambası”
anlamına gelir. Ak Parti’nin sembolü de 7 huzmeli ampuldür.
Ampulün içindeki flaman ve flaman desteği illuminati sembollerinden şeytan Baphomet’in
tacı şeklinde dizayn edilmiş. Baphomet’in vücut yapısı, belden aşağısı erkek, gövdesi kadın,
kafası ise koçtur. Mason ayinlerinde baş köşeyi baphomet alır. Elleri ile oluşturduğu hareket
Mısır hiyerogliflerini andırır. Başbakan konuşurken özellikle bazı masonik hareketleri
tekrarlar. Baphomet’in işareti, kovulmuş bir melek olarak yeryüzünün ve gökyüzünün
hakimi olacağını ifade eder.
Ampulün içindeki turuncu renkli alan, İlluminati’nin kutsal ateşinin rengini simgeler.
Ampulün duy kısmında ise bir başka İlluminati sembolü bulunmaktadır: 911 simgesi.
911 rakamı aslında 9 ve 11 rakamlarının yan yana yazılmasıyla oluşur. İlluminati’de 10
rakamı Tanrı’yı simgelediği için atlanır. ABD’de acil yardım numarasının 911 olmasının
sebebi budur. Akılda kalıcı, kolay tuşlanan bir numara olması hedeflenseydi 999, 111 gibi
tekrar eden bir numara seçilirdi. Halbuki telefonda 9 tuşu nerede, 1 tuşu nerede…
911 rakamı özeldir. Bush, yeni dünya düzenini 9.11.1990’da duyurmuştur.
9.11.2001 ikiz kule saldırıları (ki aslında ayindir) yeni aşamaya geçiş için özellikle seçilmiştir.
3.AK Parti’nin renkleri neden altın sarısı ve mavi?
İsrail amblemindeki yedi kollu şamdan altın sarısı renginde ve zemin rengi açık mavidir.
Altın sarısı ve açık mavi AK Parti’nin iki rengidir.
Açık mavi ve beyaz, yahudilerin Tallit adını verdiği geleneksel dua şalının renklerinden gelir.
Aslında bu renklerin ana fikri 1810-1894 yılları arasında yaşamış olan Avusturyalı şair Ludwig
August Frankl’ın 1864 yılında yazdığı “Judah’s Colors-Yahuda’nın Renkleri” şiirinde ifade
edilmiştir. AKP’nin bayrak renklerinden biri de açık mavi ve beyazdır.
AKP kurumsal tanımlarında renklerine, logolarına çeşitli kılıflar uydurmuş.
http://www.akparti.org.tr/upload/documents/kurumsal.pdf
4.Yahudi cesaret ödülleri
Erdoğan, ABD’nin önde gelen Musevi kuruluşlarından Anti Defamation League tarafından
verilen cesaret ödülünü aldı. Erdoğan bu ödülü alırken “Vatandaşlarım adına nefreti ve
zorbalığı mağlup etmeye yönelik çabalarımıza devam etmeyi ve daimi barış ve adaletin
tohumlarını ekmeyi taahhüt ediyorum” ifadelerini kullandı. (Sabah 10 Haziran 2005)
Erdoğan, daha önce de 27 Ocak 2004’te ABD Yahudi Komitesi (AJC) tarafından da
ödüllendirilmişti.
5.Kendisi Yahudi, eşi Süryani mi?
Türkiye’de kökenleri en çok araştırılan kişilerden biridir Erdoğan. Kendisinin Rum, Ermeni,
Gürcü, Yahudi asıllı olduğu hakkındaki görüşler yoğundur.
1918 yılında İşgal kuvvetlerinin Anadolu’ya yayılmasıyla birlikte Trabzon ve Rize civarında
RUM-PONTUS devleti kuruldu. Üç yıl kadar bağımsız devlet olarak yaşadılar. Potamya
denilen bölge de bu devletin sınırları içindeydi. Osmanlı devletine vergi vermeyi kestiler ve
Osmanlı ordusuna asker vermeme kararı aldılar. Ülke işgalden kurtulduktan sonra
Atatürk’ün emriyle Hamidiye savaş gemisi denizden buraları bombaladı ve karadan da
kuşattı. RUM-PONTUS devleti hiç direnemeden yıkıldı. Bu tarihi gelişmenin doğal sonucu
olarak Bizans Pontus Rumlarının “POTAMYA” adını verdiği bölgenin adı İslamlaştırma
hareketi sonrası GÜNEYSU oldu.
Osmanlı Arşiv araştırmacısı ve uzman Muhammed Safi’nin Osmanlı Arşivinde bulduğu 1850
tarihli Rize Tahrir-i Öşür defteri bu konuda ayrıntılı bilgiler vermektedir. Osmanlı yönetimine
bağlı memurlar acil askeri ihtiyaçlardan dolayı Rize köylerini dolaşarak mahalle ve köylerde
hanelere uğrayarak isimleri deftere yazdılar. Aynı defter içinde o zamanki adı POTAMYA nın
“Karye-i Pulihoz Kaluharaf” köyü başlığı altında yazılanlar günümüzde Güneysu ilçesi
Dumankaya köyünü işaret eder.
Dumankaya köyü R.T. Erdoğan’ın ve atalarının köyüdür. Erdoğan’ın nüfus kayıtlarında baba
tarafının Rum kökenli hristiyan “BAGATA’lı eşkıya Memiş” sülalesinden ve baba tarafının
isimlerinin genelde Rumca (dedesinin adı Teyup’tür) olduğu sabittir. Bagata sonraları
bakatoğlu lakabına dönüşmüştür. İsyancı anlamına gelir.
Anne tarafının ise Gürcistan Batum civarından gelme Musevi bir aile olduğu, Havuli, Farfuli
ve Fatuli gibi Gürcüce isimlere rastlanıldığı tespit edilmiştir. Ahmet ve Yunus Erdoğan’ın ana
adı Havuli’dir. R.T Erdoğan ‘ın annesi olan Vesile Erdoğan’ın ana adı Fatuli’dir. Fatuli
Erdoğan’ın ana adı Farfuli’dir.
İddiaya göre R.T. Erdoğan’ın ana dili Rumca’dır. Nitekim 6 kasım 2002 tarihinde Yunan
Başbakanı Simitis’le iki saat baş başa ve tercüman olmadan görüşmüştür. Nitekim Rumlar
“Bizim çocuk Erdoğan” diye manşet atmışlardı. Erdoğan’ın baba tarafından büyük dedeleri
Pontuslu Rum, ana tarafından ise Gürcü yahudilerindendir.
Eşi Emine Erdoğan ise iddiaya göre Siirt’li Süryani soyundandır.
Emine (Gülbaran) Erdoğan’ın dedesinin adı Üzeyir, ninesinin adı ise Nili’dir.
Çanakkale savaşları döneminde NİLİ, Osmanlı Ordusu’nun içinden bilgi toplama güçlüğü
çeken İngilizlerin kurdurduğu bir istihbarat örgütüydü. Nili, Saraha Aaronson adlı genç bir
yahudi kadın casus tarafından işletiliyordu.
Emine Erdoğan’ın ninesi Nili’nin anne adı Narsa, baba adı ise İsmail’di. Narsa ismi,
Mezopotamya’da yaşamış olan Süryaniler tarafından sıkça kullanılan bir isimdi.
Başbakan, Siirt’in Aydınlar ilçesinin adını Tillo olarak değiştirdi. Tillo süryanice bir isim.
anlamı höyük, yani ölmüş krallar için yapılmış geniş ve yüksek toprak yığını mezar.
Erdoğan’ın Süryanilere hizmetlerinden biri de topraklarımızın Mor Gabriel Süryani Ortodoks
Manastırı’na bağışlanmasıydı.
Emine hanımın erkek kardeşi Eyüp Gülbaran’ın çocuklarından birinin adı
Şuayb(İsrailoğullarının peygamberi. Kızlarından biriyle Hz Musa evlenmiştir ve dolayısıyla Hz
Musa’nın kayınpederidir.)
Diğer kardeşi Hüseyin Gülbaran’ın oğlunun adı ise Lut’dur. (Lut kavmine gönderilen İbrani
peygamber)
Emine Erdoğan’ın o törende taktığı kolyede illüminati sembolleri belirlenmiştir. Ancak öte
yandan hristiyan öğretilerde ise Üçgen içinde bulunan açık göz, Tanrı’nın üzerimizde olan
tüm yetkisini sembolize eder. Ters haç ise Petrus’un alçak gönüllü bir biçimde İsa Mesih gibi
ölmeye layık olmadığını söylemesi ve bunun üzerine Romalılar tarafından ters olarak
çarmıha gerilmiş olmasına bağlanır.
Süryaniler, İsa peygamberi vaftiz eden Hazreti Yahya tarafından Hristiyan edildiklerini
söylerler. Kiliselerinde Müslümanlar gibi namaz kılarlar. Oruç, hac, tespih, tavaf, hac tıraşı
gibi İslâm’da olan ibadetler mevcuttur. Günde yedi vakit namazları vardır.
Süryaniler, Şeytan Er Ruha’nın (Ruda, Ruza, Uzza gibi adları da vardır) Âdem ile Havva’yı
yarattığını ve onun soyundan asil millet olduklarını savunurlar. Dişi şeytan Er Ruha, Kâbe’de
İslâm öncesi tapınılan Tanrı’nın kızı dişi şeytan El Uzza’ya karşılık gelir. Her iki inançta da dişi
şeytanın babasının ortak adı “Allah’tır.”
Bu yüzden “Abdullah” adı gibi Müslümanlarca sevilen birçok sahabe adları halen Süryaniler
arasında çok yaygındır. İslâm’ın, “Şeytan Bazut” dedikleri peygamberimiz Hz. Muhammed’in
uydurması olduğuna inanırlar.
Mardin, Urfa çevresi ve Suriye sınır içinde kalan bu bölgedeki dağlar onlar için kutsaldır. Bu
dağlara “Tur Abdin (Köleler Dağı) derler. Asur krallarınca soykırıma uğratıldıklarında bu
dağlara kaçıp asırlar boyunca eşkıyalık yaparak genel lakapları olan “Harrani” den
değiştirilerek ve “eşkıyalar anlamına gelen “Harami” adını aldıklarından bu dağları kutsal
sayarlar.
Birbirlerini tutarlar, kendilerini aralarında yaşadıkları halkın dininden, mezhebindenmiş gibi
tanıtırlar, onlar gibi ibadet ederler, evlerinde tekrar kendi ibadetlerini yaparlar.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, muhalefet lideri Kılıçdaroğlu’na “Önemli olan boy değil
soydur soy!” demesi, Kürt, Arap, Yezidi, Ermeni, Kıbrıs, Sümela manastırı,
Ahtamar(Akdamar) kilisesi gibi (Süryani Ermeni- Kripto Rum kilisesi) açılımlarının arkasında
geçmiş işbirlikçiliklerini zafere ulaştırma projesi yatmaktadır.
R. T. Erdoğan, 11 Ağustos 2004 tarihinde Gürcistan ziyaretinde Gürcü olduklarını ve
Gürcistan’dan Rize’ye göç ettiklerini söylemiş ise de 2007 yılında NTV’de katıldığı bir
programda çark ederek bu kez de Türk olduklarını iddia etmiştir.
16 Nisan 2011 tarihinde Güneysu ilçesine gittiğinde kendisini Rumca “Potamya’ya
hoşgeldin” diye karşıladıkları halde itiraz etmemiştir.
Karikatürün kaynağı;
http://4.bp.blogspot.com/-tQOpUS5Pt8k/TtAaeXYjKI/AAAAAAAADEQ/Q2OpQQZTWik/s640/AKP+S%C4%B0YASETLER%C4%B0.jpg
6.Arap Baharı mı?
İsrail stratejik düşüncesinde, tüm Arap devletlerinin daha küçük parçalara bölünmesi hep
tekrar tekrar görülen bir kavramdır. Örnek vermek gerekirse, Ze’ev Schiff, Ha’aretz’in askeri
muhabiri, bir yazısında Irak’ta İsrail için olabilecek en iyi şeyin: ”Irak’ın Şii ve Sünni devletler
ve Kürt tarafının ayrılması” (Ha’aretz 6/2/1982) olacağını yazmıştır…” Arap baharı ile ilgili
plan, 1982 yılında, Dünya Siyonist Yayın organı KİVUNİM’de yayınlanmıştı.
Mursi ile başlayan Mısır’ı parçalama planı halkın uyanıklığı ve Sisi’nin müdahalesi ile sekteye
uğradı. Ne diyordu bu planda? “..Bugün Arap Müslüman dünyasındaki en parçalanmış ülke
olan Sudan birbirlerine düşman olan 4 gruptan oluşmaktadır, Arap olmayan Afrikalı,
putperestler ve Hristiyanlardan oluşan çoğunluğu yöneten Arap Müslüman Sünni azınlık.
Mısır’da Sünni Müslüman çoğunluk yukarı Mısır’da baskın olan sayıları 7 milyona yakın olan
büyük bir Hristiyan azınlıkla karşı karşıyadır. Sedat 8 Mayıs tarihinde yaptığı konuşmada,
bunların Mısır’da “ikinci” bir Hıristiyan Lübnan’a benzer bir devlet kuracaklarından endişe
ettiğini söylemiştir…”
..”Mısır birçok otorite merkezine bölünmüş ve parçalanmıştır. Eğer Mısır parçalanırsa, Libya,
Sudan ve hatta daha uzaktaki devletler mevcut şekilleri ile varlıklarını sürdüremez ve
Mısır’ın çözülmesi ile birlikte onlar da çöküşe katılır. Mısır’ın yukarı bölümünde Hıristiyan
Kıpti bir devlet ile birlikte merkezi bir hükümet olmadan bölgesel güçleri ile bir kaç zayıf
devlet düşüncesi tarihi gelişimin anahtarıdır ve barış anlaşması ile sekteye uğramış olsa bile
uzun vadede kaçınılmazdır…”
Suriye konusunda da planda aynen şunlar yazıyor: “… Suriye ve daha sonra Irak’ın feshi ve
Lübnan’da olduğu gibi etnik ve dini bölgelere ayrılması İsrail’in uzun vadede Doğu
cephesindeki bir numaralı hedefidir ve bunun için kısa vadede bu devletlerin askeri gücünün
feshi ana hedeftir. Suriye etnik ve dini yapısına istinaden tıpkı bugün Lübnan’da olduğu gibi
birkaç eyalete bölünecek ve kıyıda Şii-Alevi bir eyalet, Halep bölgesinde Sünni bir eyalet,
Şam’da Kuzey komşusuna düşman olan bir diğer Sünni eyalet olacak ve Dürziler de belki
bize ait olan Golan’da, mutlaka Havran’da Kuzey Ürdün’de başka eyaletler kuracaklardır. Bu
gelişmeler uzun vadede barış ve güvenlik için garantör olacaktır ve bu hedef bugün bile
erişebileceğimiz bir noktadadır…”
Suriye’de de İran ve Rusya’nın desteği, Suriyelilerin büyük çoğunluğunun oynanan büyük
oyunu sezmesi sayesinde Esad 3 yılı aşkın bir süredir dünyanın dört bir tarafından gelen
sözde cihatçılara karşı direnebilmiştir.
Mısır ve Suriye şimdilik bu siyonist planı sekteye uğratmış gözükmektedirler. Tabi burada
şunu da ifade etmek gerekir. ABD yönetiminin (aslında kendi çocukları olan) El Kaide ve
İhvan hareketi ile birlikte hareket etmeye başlaması, ABD’de Obama yönetiminin çok ağır
eleştiriler almasına neden oldu. ABD kamuoyu, yıllardır düşman(?) olarak gösterilen El Kaide
ve İhvan hareketi ile kendi hükumetinin işbirliği içinde oluşunu sorgulamaya başlamıştı.
Bu noktada dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un Statesman’da yayınlanan Akıllı
Güç Sanatı başlıklı makalesini okumanızda fayda var.
AK Parti Arap Baharı’nın Neresinde?
Arap Baharı’nın başlangıç tarihi 2010 olmasına rağmen, Büyük Ortadoğu Projesi adı altında
bir proje olduğunu 2004 yılından başlamak suretiyle muhtelif yerlerde başbakan Erdoğan
açıklamış ve bununla da yetinmeyip bu projede Türkiye’nin de bir rolü olduğunu, kendisinin
de bu projenin eşbaşkanlarından biri olduğunu defalarca dile getirmişti.
İşte bu konuşmalardan bazıları:
25 Haziran 2004’te Çırağan Sarayı’ndaki ABD-Tesev-Alman Marshall Fonu Toplantısı’nda
Erdoğan şunları söyledi: “Üstlendiğimiz misyon gereği Ortadoğu ve Avrasya ülkelerine
yöneleceği… eşbaşkanı olduğumuz genişletilmiş Ortadoğu projesi için…”
Aynı tarihte NATO zirvesi öncesi Yeni Şafak’ta yayınlanan konuşmada bu eşbaşkanların
kimler olduğunu da öğreniyoruz: “Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin buraya
katılması… Eşbaşkanlar olarak Türkiye, İtalya, Yemen olarak üzerimize düşen görevi yerine
getirmeye çalışacağız..”
28 Ocak 2005’te Davos’ta Klaus Schwab’la yaptığı söyleşide ise şunları söylüyor eşbaşkan:
“Türkiye işlevini BOP içinde, bu bölgede etkin bir şekilde yerine getirecektir. Her
görüşmede, attığımız her adımda bunun uygulamasını yapıyoruz”
7 Haziran 2005’te Zaman Gazetesi’nde ABD yolculuğu esnasında verdiği bir röportajda
BOP’un kapsadığı alanları da açıklıyor başbakan: “Biliyorsunuz eşbaşkanlığını üstlendiğimiz
BOP sadece Ortadoğu’yu kapsamıyor… Bu konuda yapacağımız çalışmalara komşu
ülkelerden başladık. Suriye, Lübnan, Fas, Tunus gibi ülkelere geziler düzenliyoruz. Yakında
Cezayir’e gideceğiz, Ürdün’e gideceğiz”
Araya girip tekrar hatırlatalım, Arap Baharı 2010 yılında Tunus’ta başlıyor. Erdoğan projenin
kapsamını, eşbaşkanlarını 5-6 yıl öncesinden açıklıyor. Devam edelim…
8 Haziran 2005’te ABD’de Willard Otel’de bir basın toplantısında şunları söylüyor başbakan:
“Sea Island” sürecinde Türkiye, İtalya, ve Yemen geniş BOP’nde bir görev üstlendik ve
eşbaşkanlık bu üç ülkeye verildi.”
13 Eylül 2005’te ise ABD Dış İlişkiler Konseyi (CFR) toplantısında “Geniş Ortadoğu ve Kuzey
Afrika Girişimi içinde önemli bir rol oynuyoruz. Amerika’nın Ortadoğu’da oynayacağı önemli
bir rol var. Onun bir parçasıyız ve şu anda onun dahilinde çalışıyoruz.”
21 Şubat 2006, TBMM’de AKP grup toplantısında; “genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika
İnisiyatifi’ndeki rolümüz, eşbaşkanlık görevimiz bize özellikle Ortadoğu’da önemli görevler
yüklemektedir. Bugüne kadar başlattığımız bütün dış politika hamleleri, bu parametre
üzerine kurulmuştur.”
4 Mart 2006’da, AKP Bayrampaşa İlçe Kongresi’nde Recep Tayyip Erdoğan “Büyük Ortadoğu
Projesi’nin eşbaşkanlarından biri olduğunu açıkça itiraf ediyordu.
Bu açıklamalar gibi daha onlarca sesli, görüntülü ve yazılı basında arşivlerde kayıtlı
açıklamalara rağmen, Erdoğan çıkıp “Bizim BOP eşbaşkanı olduğumuzu ispat ederlerse biz
her şeye varız… Ama ispat edemezlerse namussuzdurlar, namerttirler” diyebiliyor.
Irak’a ikinci operasyonda ABD’li askerlerin ülkelerine sağ salim dönmeleri için dua eden
Erdoğan değil miydi?
7.Siyasal İslamcılık Batı projesi mi?
İsrail bu coğrafya’da sıkışmıştı. Arap milliyetçiliği ve sosyalizm İsrail devletini bir kaşık suda
boğmak üzereydi.
“1950’li yıllar Mısır’da genç subaylar hareketiyle Arap milliyetçiliğinin ve daha sonra panArabizmin doğduğu yıllar olmuştur. Arap milliyetçiliği Batı emperyalizmine karşı olmuştur.”
(Prof Dr. Hasan Köni, Avrasya Dosyası Yaz 2000, cilt:6, Sayı: 2, s.9)
Ünlü Fransız Müslüman entelektüel Roger Garaudy “İsrail Mitler ve Terör” adlı kitabında
şöyle yazıyor: “İslam’ın Yükselişi ve Çöküşü adlı eserimde Müslüman entegrizminin merkez
üssü olan Suudi Arabistan’ı gözler önüne serdim.
O eserde Amerika’nın Ortadoğu’yu istilasındaki suç ortağı olan Kral Fahd’ı İSLAMCILIĞI
İslam’ın bir hastalığı haline getiren “siyasi fahişe” olarak takdim ettim.” (R.Garaudy, İsrail
Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, Beşinci Basım Kasım 2000, s.9)
Garaudy’ye göre, “İslamcılık; İslam’a batı tarafından sokulmuş bir hastalıktır ve bu hastalığı
sokanlar da siyasal fahişedir” ve İslamcılık Amerika’nın Ortadoğu’daki hesaplarına uygun bir
siyasi manivela unsurudur.
Batı bunu iki türlü yapıyor: 1.El Kaide gibi radikal unsurları el altından destekleyip dünya
kamuoyunda İslam’a karşı bir antipati oluşturarak, 2-Siyasal İslam’ı kullanarak ülkelerde
karışıklığa sebep olmak ve böylece İsrail’in tehdit edilmesini önlemek.
11 Eylül ile alakalı kitaplardan birinin yazarı Lawrence Wright “Hayalet Kuleler” adlı
kitabında; Militan İslamcılığın, 1940’lı yıllarda Amerika’da eğitime gelen Mısırlı Seyid
Kutub’la başladığına işaret eder.
Kutub’un “Yoldaki İşaretler” kitabı İslamcıların başucu kitaplarındandır.
1960 yılında Alman Yahudisi bir ailenin kızı Amerika’da din değiştirerek Hıristiyanlığa avdet
etti. Ve 1934 New York doğumlu Margaret Marcus 1961 yılının Ramazan ayında da
Müslümanlığa geçtiğini ve ismini de Meryem Cemile olarak değiştirdiğini ilan etti.
Meryem Cemile yayın dünyasına hızlı bir giriş yaptı. Üst üste kitaplar yayınladı.
Kitapları Türkçeye de çevrilen Meryem Cemile’nin savunduğu temel fikir: “Milliyetçilik
kötüdür, İslamcılık iyidir” şeklinde özetlenebilir.
Meryem Cemile’nin kitapları “görünmez bir el tarafından” Arap ülkelerinde ve hatta
Türkiye’de de milyonlarca basılıp, bedava dağıtıldı.
Tesadüf bu ya, İsrail el altından İslamcı oluşumları destekliyor, milliyetçi gruplara
saldırıyordu. Yani Meryem Cemile’nin fikirlerine İsrail nasıl oluyorsa “bilmeden” hizmet
ediyordu.
8.Sembolik Zion Yılanı:
Sembolik yılanın takip edeceği harita çoktan çizilmiştir. MÖ 429’da Yunanistan, İsa’nın
doğumundan hemen önce Roma, 14. Lui’nin sarsılmaya başladığı dönemde Paris, ardından
Londra ve 1881’de Berlin’e ulaşmıştır. Sonraki menziller okla gösterilmiştir: Moskova, Kiev,
Odesa, Constantinople(İstanbul) ve ilk ve son nokta olan Kudüs.
9.AKP-İsrail İlişkileri
AKP’li Ömer Çelik’in 2004 yılında İsrail’e ziyaretinden iki ay önce TBMM’de yaptığı
konuşmada “Filistinlilerin yaptığını terör, İsrail’in yaptığını ise şiddet” olarak nitelendirdiğini
hatırlayalım.
6 Aralık 2004’te, cumhuriyet tarihinde ilk kez olmak üzere Ankara’da İsrail’e siyonizmin
kurucusu Theodor Herz’i anma izni verildiğini ve İsrail Büyükelçiliği’nin Ankara’da Milli
Kütüphane Konferans salonunda siyonizmi andığını unutmayalım.
İsrail ile 15 Temmuz 2004’te Ankara’da imzalanan mutabakat zaptıyla Serbest Ticaret
Anlaşması kapsamında “temel ve işlenmiş tarım ürünleri ticaretindeki tavizlerin karşılıklı
genişletilmesini müzakere etme konusunda anlaşıldı.
1 Mayıs 2005’te 200 milyon dolarlık Heron anlaşması yapıldı. ayrıca M60 tanklarının
modernizasyonu protokolü ve 17 ayrı askeri proje görüşüldü.
13 Haziran 2004’te ABD’de katıldığı bir panelde Erdoğan “Ben, (Ehud) Barak’ın başlatmış
olduğu barış sürecine katılıyorum. Ancak sayın Barak’ın başlattığı bu süreç devam etmedi.
Sayın Arafat büyük bir fırsat tepmiştir. Eğer o zaman oturulan masadan kalkmasaydı isabetli
olurdu. Şu anki sıkıntı budur. 80 yaşına merdiven dayamış olan bir Arafat barışın önünde bir
engel olamaz. Bu işi halklar arasında çözebiliriz.” demişti.
Urfa’daki “mayınlı arazilerin” İsrail’e verilmesinin tartışıldığı günlerde, 26 Mayıs 2009’da,
İsrail’in Ankara Büyükelçisi Gaby Levy “Yahudi Urfa Projesi” olarak bilinen “dinler
buluşması” kapsamında Urfa’yı ziyaret etti. Levy “Urfa ile Harran bizim için çok önemli, her
Yahudi için atalarımızın, dedelerimizin geldiği bu topraklara gelmek çok önemli” dedi.
İsrail sadece Güneydoğu’dan değil, “Anadolu Kartalı Tatbikatı Krizi” ile daha sonra gündeme
gelen Konya’dan da 2004 yılının sonunda 40 bin dönüm arazi aldı. AKP’nin “Tarımsal İşbirliği
ve Kalkınma Projesi” ile önünü açtığı bu satış işlemi ile verilen topraklar, ABD ve İsrail’in
eğitim için kullandığı hava üssünün hemen yanında bulunuyor.
AKP ile İsrail arasındaki bu alım-satım işleri oldukça ilginçti. Bakın dönemin Tarım Bakanı
Sami Güçlü, Konya’daki bu satıştan birkaç ay önce Şanlıurfa Ceylanpınar’ı isteyen İsraillilere
şu yanıtı verdiğini açıklıyordu: “Dedim ki, GAP’la ilgili düşünceleriniz, Türk kamuoyunda bir
kısım kanaatlerin oluşmasına neden oluyor. Bu nedenle başlangıç faaliyetlerimizi İç
Anadolu’ya kaydırarak, sulama teknolojisini Türk kamuoyuna sunalım. Bu sayede,
kamuoyunda oluşan çekingen hava kırılabilir.”
İsrail’in Türkiye’den toprak alımına kolaylık getiren 4916 sayılı yasa 19 Temmuz 2003
tarihinde AKP tarafından yürürlüğe konulmuştu.
İsrail, 6 Eylül 2007’de Suriye’nin gizli nükleer reaktörünü vurmak için Türkiye hava sahasını
kullandı.
İsrail, Lübnan’a saldırıp 28 gün sonunda Hizbullah’a yenilip geri çekilmek zorunda kaldığında
bölgeye AKP kararıyla Türk askeri gönderildi.
Tüm bu tarihi gerçekler ışığında bakıldığında, Davos şovunun AKP iktidarının güçlü kalması
için yapıldığı çok açık. Çünkü yeni dünya düzeninin hizmetkârı olduğunu iddia eden ve aynı
zamanda BOP eşbaşkanlığıyla övünen AKP, Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Girişimi (BOP)
projesini tasarlayanlar, bu planı en iyi şekilde ancak ve ancak İslamcı kılıfına büründürülmüş
iktidarlarla başarıya ulaştırabileceklerinin farkındalar.
Nitekim AKP sözcüsü Hüseyin Çelik, 14 Haziran 2010 tarihli Milliyet gazetesinde, Devrim
Sevimay’ın “İsrail’le kriz” sorusuna çok çarpıcı bir yanıt veriyor:
“Çelik: Türkiye’de antisemitizmin bir geçmişi var. Fakat bizimle birlikte antisemitizm falan
yok. Aksine bakın Sayın Başbakan’ın bu çıkışları olmasa Türkiye’de antisemitizm daha çok
artar.
“Milliyet: Yani bir anlamda şişede biriken gaz mı kaçırılmış oluyor bu sayede?
Çelik: Elbette, halk şöyle düşünüyor, ‘Verilmesi gereken tepkiyi benim devletim veriyor
zaten.’
Milliyet: Ve sakinleşiyor, öyle mi?
Çelik: Ve sakinleşiyor, çünkü ‘Benim adıma Tayyip Erdoğan konuşuyor’ diyor.”
Mavi Marmara cinayetlerinin ardından “İsrail’in bu saldırısına yönelik ne gibi yaptırımlar
uygulayacaksınız?” sorusuna Bülent Arınç “İsrail ile 3 tatbikat iptal edildi” şeklinde cevap
vermişti.
İsrail’in OECD üyeliğine kabul edilmesi Türkiye’nin desteği sayesinde gerçekleşti.
13 Şubat 2009 tarihinde dönemin Milli Eğitim bakanı Hüseyin Çelik, okullarda İsrail
mallarının boykot edilmemesi için bir genelge yayımladı.
Mavi Marmara konusunda Hakan Albayrak, 17 Nisan’da Yeni Şafak’ta “Bir grup AKP
milletvekili, 15 Mayıs’ta demir alması planlanan gemide çoktan yer ayırttı.” diye yazmıştı.
Ama nedense gemiye binen AKP’li milletvekili olmamıştı.
Vakit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, Haber Türk kanalında olaydan sonra şu
açıklamayı yapıyordu: Mavi Marmara gemisine binen Türklerin tam listesi sadece hükumete
verilmişti. Ama bu baskın sırasında görüldü ki, gemiye inen İsrail askerlerinin elinde de
birebir aynı liste var. Ve İsrailli askerlerin bu listeye dayanarak infazlar yapmış olma ihtimali
var. Yoksa neden açıklamıyorlar bunca süredir gerçek ölü ve yaralı sayısını?” şeklindeki
açıklamasını nasıl anlamalı?
Bir başka ilginç noktayla devam edelim. Suriye’deki savaş yüzünden Ürdün’e gidecek Türk
malları, İskenderun’dan kalkan feribotlarla Hayfa limanı üzerinden Ürdün ve diğer bölge
ülkelerine ulaştırılmaya başlamıştı.
İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın Orta Doğu ekonomik ilişkilerinden sorumlu yetkilisi Yael RaviaZadok “İsrail koridoru, ticari malların bölgesel nakliyatında en ucuz, en çabuk ve en güvenli
güzergâh. İhtiyaç olunca bölgesel oyuncuların bir çözüm bulmak için İsrail ile işbirliği
yaptığına iyi bir örnek” diye konuştu.
Financial Times’ın konuştuğu bir İsrailli yetkili de şunları diyor: “Keşifler ihtiyaçtan doğar.
Türkiye hükümeti İsrail’e bayılmıyor ama iş ticarete gelince İsrail bundan yararlanıyor.
Ürdünlüler de istediklerini alıyor – dolayısıyla herkes kazançlı çıkıyor.”
Bu noktada, CHP Erzincan Milletvekili Muharrem Işık’ın Şubat’ta Başbakan’a “Oğlunuz Burak
Erdoğan’a ait olduğu söylenen gemiler İsrail ile ne zamandan beri taşıma işi
yapmaktadırlar?” diye sorduğunu hatırlatalım.
Işık, soru önergesine şöyle devam etmişti: İsrail ile yapılan ticarette daha çok hangi ulaşım
aracı kullanılmaktadır? İsrail’e deniz yolu ile yapılan ticarette hangi şirketler çalışmaktadır?
Oğlunuza ait olduğu söylenen gemiler İsrail ile ne zamandan beri taşıma işi yapmaktadır?
Mavi Marmara krizinden sonra İsrail ile yapılan ticari işler askıya alınmış mıdır?”
İsrail ekonomisi yılın ikinci çeyreğinde Suriye’deki savaşa ve komşu Mısır ile Lübnan’daki
huzursuzlukların artmasına rağmen yüzde 5 büyüdü.
ABD’nin Suriye’ye olası saldırısı haberlerinin çıktığı günlerde İsrail para birimi ve Tel Aviv
borsasında düşüşler başlamıştı.
Siyasi ilişkiler soğumuş olsa da, İsrail İmalatçılar Birliği’nin verilerine göre İsrail’in Türkiye’ye
ihracatı 2009 yılından beri yüzde 60 artarak 1,5 milyar dolara ulaştı. Türkiye’nin İsrail’e
ihracatı da yüzde 40 artışla 2 milyar dolara yaklaştı.
10.AB-D ve İsrail’in AKP ve Erdoğan’a sataşmaları “Cambaza bak!” oyunu:
Neden böyle olduğuna geçmeden önce, yakın tarihin önemli bir olayını aktaralım:
1992 Eylül’ünde Soros Fon Yönetimi şirketinin sahibi George Soros, İngiliz Pound’una karşı
büyük bir mücadeleye girdi. Soros, bugüne kadar yaptığı işlerle dünyanın en büyük
spekülatörü ve yatırımcısı ünvanını zaten kazanmıştı. Ancak, bu kez söz konusu olan finans
tarihinin en büyük bahsiydi.
Ringin bir tarafında, geçmiş finansal performansıyla ünlü 62 yaşındaki bir para yöneticisi;
karşısında ise Büyük Britanya İmparatorluğu’nun güç ve kudret sembolü olan İngiltere
Merkez Bankası vardı. Gerçi Soros sahip olduğu servet ile Amerika’nın en büyük zenginleri
arasında sayılırdı. Fakat, karşısındaki rakibi parasal güçle alt etmenin hiçbir imkanı yoktu.
Ona karşı kullanabileceği en etkili silahı, sahip olduğu beyin gücü idi.
Tecrübeli para yöneticisi, büyük başarılar yanında bazı hatırı sayılır kayıplar da yaşamıştı. Bu
da, mağlubiyet nedir bilmeyen şanlı rakibine karşı onun bir avantajıydı. Peki, bunlar İngiliz
emperyalizminin en büyük temsilcisi konumundaki İngiliz Merkez Bankası’yla tek başına
savaşmakta yeterli olacak mıydı?
Yatırımcıları, spekülatörleri, fon yöneticileri ve basınıyla tüm finans dünyası, bu müthiş
mücadeleyi izlemeye koyulmuştur. Finans tarihinde, bir yatırımcının İngiliz Donanması kadar
güçlü, İngiliz Merkez Bankası’na kafa tuttuğu görülmüş değildi…
Böyle bir şey hayal bile edilemezdi. Büyük bahsin konusu şuydu: Soros’a göre İngiliz
ekonomisi kötüye gidiyordu ve tuzağa düşmüştü. Aşırı değerlenmiş olan Pound devalüasyon
baskısı altındaydı. Fakat İngiltere, Avrupa kur Mekanizması’na (ERM) girdiği için Pound’u
devalüe edemiyor ve 2.95 Alman Markı seviyesinde tutmak zorunda kalıyordu.
Soros, İngiltere’nin kendi isteğiyle para anlaşmasını terk ederek Pound’u devalüe etmesi
gerektiğini yoksa buna mecbur kalacağını iddialı bir şekilde öne sürdü. Aynı zamanda gerekli
spekülatif pozisyonları almaktan geri kalmadı. İngiltere Merkez Bankası başkanı ve hükümet,
bu iddiaya sert bir şekilde yanıt vererek Pound’un değerini düşürmeyeceklerini kesin bir
dille ilan ettiler ve önlem olarak İngiliz Merkez Bankası piyasadan 3 Milyar Dolar Sterlin satın
aldı ve faiz oranlarını 5 puan yükseltti. Bu şekilde Pound’u yatırımcı gözünde cazip kılmaya
çalıştılar.
Soros, bunu İngiliz Merkez Bankası ve hükümetinin ümitsiz son bir çırpınışı olarak yorumladı
ve Sterlin’e karşı aldığı pozisyonu daha da arttırdı. 14 Eylül Salı günü her zamanki vaktinde
yatağına yatmıştı. Ertesi sabah saat 7’de sahip olduğu fonun yöneticisi onu aradı ve kendisi
uykuda olduğu sırada düzenlediği para operasyonundan 985 Milyon Dolar kar ettiğini
söyledi.
Soros ne yapmıştı; henüz pahalı iken 10 Milyar Dolar Pound borçlanmış, bu parayla Alman
Markı satın almıştı. Tahminleri doğrultusunda Pound’un değeri Alman Markı karşısında
gerileyince elindeki Alman Markı’yla ucuzlamış olan Sterlin borcunu ödemiş ve büyük kar
elde etmişti.
Aslında operasyon basit gibi görünüyordu, fakat zor olan İngiliz Merkez Bankasına karşı
gelmekti. İzleyen üç hafta süresince Pound yanında İtalyan Lireti vs gibi diğer dövizlerden
kazandıklarının toplamı 2 Milyar Dolar’ı buluyordu. Soros’un finansal kehaneti aynen
gerçekleşmiş ve İngilizler, ERM’den çekilerek Pound’u devalüe etmek zorunda kalmıştı. Bu,
Pound’un 1967 yılından bu yana ilk devalüasyonuydu. 15 Eylül 1992 tarihi, mağrur İngilizler
tarafından Kara Çarşamba olarak adlandırıldı.
Bunu neden anlattım? Koskoca İngiltere Merkez Bankası’nı bir iddia uğruna alt eden tek bir
kişiden bahsediyoruz. Küresel sermayenin ülke sınırlarını tamamen yok ettiği günümüzde,
cari açığı, dış finansman açığı, enflasyonu, dış borcu dev boyutlara çıkmış Türkiye gibi bir
ülkeyi finansal yönden boğması çocuk oyuncağıdır. Türkiye’de bir iktidarı devirmenin yolu
ekonomik çöküşten geçer. Geçmişte hep böyle olmuş, krizlerle hükumetler devrilmiştir. Her
başı sıkıştığında AKP hükumetine finansman akışı sağlanmakta oluşu, Davos süreciyle
başlayan yeni aşamada, AB-D ve İsrail kanadından Erdoğan’a sözlü sataşmaların AKP’nin
içeride güçlü kalması için yapıldığı sonucuna ulaştırıyor bizi.
Yukarıda uzunca anlattığımız olaylar da bizim bu görüşümüzü destekliyor. AB-D ve İsrail,
kendisine Erdoğan’dan daha iyi bir eşbaşkan bulabilir miydi? İslam coğrafyasını kendi
istediği şekilde yeniden dizayn etmek isteyenler bunu en güzel El Kaide, İhvan ve İhvan
hareketinin Ortadoğu’daki uzantılarını kullanarak, İslam alemini uyutarak yapmasalar mıydı?
[status publish]
[geotag on]
[publicize off|twitter|facebook]
[category istihbarat]
[tags AK PARTİ DOSYASI, Yeni Dünya Düzeni, Parti, Ak Parti]
Download