Yüzleşmek İçin Holokost Eğitimi ve Eleştirel Bakış

advertisement
Yüzleşmek İçin Holokost Eğitimi ve Eleştirel Bakış
Eren Yıldırım Yetkin
“… Diğer bir deyişle: Eğitim, felsefenin de
katiyen yabancı olmadığı bir ideyi
gerçekleştirmelidir: korkunun
bastırılmaması.”
T.W. Adorno (Erziehung nach Ausschwitz)
20.08.2012’de Birikim Güncel’de yayınlanan Pınar Dost-Niyego’nun
“Negasyonist Roger Garaudy’nin ardından… Türkiye’de Holokost Eğitimi”
başlıklı yazısı üzerine aklımdaki birkaç soruyu tartışmaya açma gereği gördüm.
Bu yazıda, “Holokost eğitimi nedir?” sorusunu cevaplandırmak adına, Holokost
eğitiminin temel niteliğini ve öngörülen hedeflerini kısa bir giriş metni ile izah
etmeye çalışacağım. Sonrasında, Holokost eğitimine yöneltilen eğitimbilimsel
eleştirileri ele alarak, Türkiye’de verilmesi gündemde olan bu eğitimde hepimizin
sorması ve tartışması gereken farklı perspektifleri masaya yatırdım. Holokost
eğitimine yöneltilen eleştirileri ve eğitimin değerlendirmelerini, farklı ülkelerde
süregelen tartışmalar ışığında incelemeye çalıştım. Tartışılan konuları veya ele
alış biçimimi çok kötümser bulacaklar için baştan belirtmek isterim ki amacım, bu
eğitimin Türkiye’de gerekli olup olmadığını tartışmak değil, nasıl olması gerektiği
konusuyla yüzleşmemizin ehemmiyetini hatırlatmaktır.
Bu gereklilikle tanışmamız için Adorno’yu hatırlamakta fayda var.
Adorno’nun “Auschwitz bir daha yaşanmamalı” vurgusuyla başlatmış olduğu,
eğitim ve toplum tartışması evrilerek sürmüş, tartışmanın sınırlarını, Hessischen
Rundfunk’ta değindiği, erken yaş eğitimiyle kültürel ve toplumsal farkındalığın
gelişimi konularının ötesine taşımıştır.[i] Daha doğrusu taşımak zorunda kalmıştır,
çünkü hem diskur zaman ve global tarz-ı siyasetin etkisiyle değişmiş, hem de
insan yani an be an tarihi yazan bu etkilere maruz kalarak pozitif ve/veya negatif
deneyimler edinmiştir. Elbette Adorno dolaylı ya da dolaysız olarak - yazının
tartışma konusu olan - Holokost eğitiminden bahsetmemektedir. Mevzu bahis
olan, insan ve dolayısıyla toplum içinde ateşlenebilecek barbarlık ve şiddet
istemiyle yüzleşmenin önemidir. Ancak zamanın çarkları öyle sıkışmıştır ki,
Holokost eğitimi gibi programlara mecbur olmuşuzdur. Açmak gerekirse,
söylemin ve söz konusu eğitimin çarkları, eskiden, Adorno’nun bu konuşmayı
yapmış olduğu 1966 senesinde Auschwitz üzerinden yürütülebilirken, Soğuk
Savaş ve Orta-doğuya etkisi, İsrail-Filistin çıkmazı, mülteciler sorunsalı,
Lübnan İç Savaşı ve dahası hem algıyı, hem bakışı hem de sarf edilen sözleri
değişime uğratmıştır. Referans noktası evvelden beri “enternasyonal Yahudi” olan
1
antisemit söylem, zamanımızda “geçmişin mağduru, günümüzün mücrimi”
değişkeni üzerinden kendine, kendini gerçekleştirme alanı yaratabiliyorsa,
sözkonusu yüzleşmenin sağlanması için farklı yaklaşımların geliştirilmesi zaruret
kazanmaktadır.[ii] Ki Adorno’nun “mobil eğitim gruplarının kırsalda
çalışmasından” tutun da “(çift anlamlı) spora eleştirel bakış ve analiz” (1966; 2 f)
önermesine kadar belirttiği her bir element, değişimin sürekliliğini ön plana
çıkarmaktadır. Adorno, farklı bilim dallarının bu eğitim dönüşümüne destek
olabileceğini çeşitli şekillerde tekrar eder. Misal, aynı satırlarda sözü edilen
eğitimi etkileyecek bir diğer önerme / unsur da, fail profilinin psikanaliz
vesilesiyle çözümlenmesidir (ibd; 3 f). Bu sadece basit bir olguyu ortaya
çıkarmaya değil, aynı zamanda bu yönde toplumsallaşma ve içinde saklanan
“sorgulamadan gerçekleştirme” tutkusuna eleştirel bir yaklaşım getirilmesine
sebebiyet verecektir. 60’lı senelerde ortaya atılmış bu önermeyle, fail ve
destekçilerle yapılacak birebir görüşmeler kast edilmiş olsa da, günümüzde bu
çalışmalar biyografiler üzerinden yürütülmektedir.
“Kim ki, yaşananlar öyle değildi, o kadar kötü değildi diyorsa, o olanları
destekliyordur ve yeniden olması halinde de sorgusuz sualsiz izleyecek ya da
destekleyecektir” (ibd; 5) sözü negasyonist düşüncenin ve önermelerin
bilinçsizliğine bir göndermedir. Bunun yanı sıra “bilinçsiz kişisel mekanizma”
hedeflenerek, bu durumun yeniden yaşanmaması amacıyla, bir ortam yaratılması
gerekliliğini vurgulamaktadır Adorno. Yaratılan bu ortam sayesinde,
individuum’un kolektifin bilinçsiz itaat istemine doğru savrulması bir nebze de
olsun önlenebilecektir.
Ne kadar düşmanlık içeren düşünsel biçemde bir değişimden ve
dolayısıyla eğitim yaklaşım(lar)ında bir dönüşümden bahsediyor olsak da,
Adorno’nun işaret ettiği, dehşetin farkındalığını ve düşünsel otonomiyi –
kendisinin “kör kolektiflik” şeklinde nitelediğine karşıt kişi bazlı yapı - arttırmak
es geçilemeyecek bir öneme sahiptir, diğer bir ifadeyle bu tüm modern
yaklaşımların temel çıkış noktasıdır.
Konu antisemitizm ve Holokost olunca, eğitim…
Münazarasını gerekli gördüğüm sorulara (sorunlara) geçmeden önce,
antisemitizmin ve/veya Holokost mezaliminin okulda ne şekillerde konu
edildiğine dair kısa bir giriş yapmayı uygun buluyorum.
İlkin belirtilmesi gereken şudur ki, Holokost eğitimi dediğimiz, yek bir
ders kitabına dayalı sabit bir müfredat değil, her ülkenin kendi şartları ve
topografisi bağlamında ilk- ve ortaöğretim ve okul dışı eğitim şeklinde
hazırlanmış farklı pedagojik programlardır. Bu programlar dâhilinde, farklı yaş
gruplarını hedefleyen okuma kitaplarının hazırlanması, hareket pedagojisi
projelerinin desteklenmesi, sivil inisiyatiflerle işbirliği, çeşitli derslere bu
yaşanmışlığın ne şekilde gireceğinin belirlenmesi ve benzerleri devreye
girmektedir. Aslına bakarsanız, mevzu bahis konu tek bir makaleyle ortaya
2
konamayacak kadar geniş bir alanı kapsamaktadır ki bu alanın horizontal ve
vertikal genişliği[iii] farklı uzman(lık)ların tartışmaya katılımının gerekliliğini de
bizlere göstermektedir.
Horizontal alandan kasıt, farklı derslerin – tarih, siyaset, etik v.d. – konuyu
öğrenciye sunuşu ve sunuş metodolojisidir. Horizontal uzama, siyaset dersinde
geçmişte ve günümüzde ırkçı doktrinin Sosyal Darwinizmi nasıl kullandığı
konusunun işlenmesi ya da etik dersinde insan hakları çerçevesinde tehcir, zorunlu
çalışma ve kırımın analizinin yapılması örnek verilebilir. Kısacası hangi ders
1933–1945 yıllarını, hangi komponentler üzerinden kapsamına alacaktır
sorusunun cevaplandırılmasıdır horizontal uzamdan kast edilen. Diğer bir yandan,
her olguda gözlemlenebileceği gibi, tartışmalı – ve fikir teatisine her daim açık
olması gereken – vertikal uzam, bu eğitimin yapılandırılmasını sağlar ki bu alanda
masaya yatırılan, program(lar)ın neyi hangi strateji / yaklaşımlarla konu
edineceği, hedef grubu ve hedef edinimidir. Örnek olarak, program NSDAP’nin
mutlak hükmünü ilanından savaşın bitişine kadarki süreci soykırımı odağa alarak
mı işleyecektir, yoksa tartışmaya düşünsel bazda antisemitizmin geçmişten
günümüze geçirdiği değişimlerle mi başlayacaktır?[iv] Hedef edinim, öğrencinin
kendisiyle ve toplumunun dinamikleriyle yüzleşmesi olarak mı belirlenecek yoksa
devlet kurumunun enstrümanlarını ve bilhassa toplumu nasıl kullanabileceğini
insanlığın en büyük suçu konu edilerek öğrenmesi mi olacak?
Okurun vertikal boyutla kast edileni net görebilmesi için, Holokost
eğitiminin antisemitizm ve ayrımcılıkla mücadelede bir araç olarak kullanılması
düşüncesinden hareketle, bu uzama bir makale üzerinden kısaca değinmeyi ve bu
uzamı çözümlemeyi istiyorum. Monique Eckmann geçtiğimiz sene Berlin’de
düzenlenen Bildungsraum Lebenswelt (26–27.10.2011) sempozyumunda yaptığı
sunumda dört farklı eğitim stratejisinden söz etmektedir.[v] İlaveten, Eckmann
makalesinin başında antisemitizm çalışmalarında bulunan pedagogların hem fikir
olduğu bazı kritik noktaları da derliyor. Zannımca, bu derleme hem vertikal
uzamdaki tartışmalı durakları anlamlandırmak, hem de ileride Türkiye’de nelerle
karşı karşıya gelebileceğimizi göstermek açısından fevkalade yararlıdır. Holokost
ve Nazi tarihinin işlenmesinin günümüz antisemitizmini etkilemediği; “Yahudisiz
antisemitizm”in var olduğu; antisemitizmin bir dünyayı algılayış biçimi ve “biz”i
yapılandırmada bir araç olduğu; günümüzde sağ radikal antisemitizmden ziyade
önyargı ve komplo teorilerini temel alan bir düşmanlık biçiminin baskın varlığı;
antisemitizmin çeşitli biçimlerde kendini sakladığı – örn. İsrail eleştirisi ya da
kapitalizm eleştirisi altında; antisemitist siyasallaşmanın Ortadoğu sorunuyla el
ele ilerlediği fikri, üzerinde görüş birliğinin sağlandığı noktalardır (2012; 44f).
Mevzubahis dört stratejiyi açıklayarak devam etmek gerekirse, bunlar:
söylemsel enlemde antisemitizmle yüzleşme ve antisemitizmin dekonstrüksüyonu;
ayrımcılık çerçevesinde antisemitizmi öğrencinin kendi sosyal çevresi ve
deneyimlerinden hareketle mevzulaştırmak; antisemitizmi gruplar arası ihtilaf
olarak tanımlamak ve öğrenciyi/kişiyi hareket pedagojisiyle yüzleşmeye
yönlendirmek; Yahudi düşmanlığını bölgesel ve küresel eksende tarih ve şahsi
3
hatıratlarla yıkmaktır (ibd; 46). Her yaklaşımı artıları ve eksileriyle
değerlendirdiği araştırmasının sonucunda Eckmann, “biz” – “onlar” diskurunun
sosyo-bilişsel açıdan ortaya çıkartılmasının, yüzleşilmesinin ve yıkılmasının
yolunun, farklı yaklaşımlarla birbirini tamamlayıcı nitelikte çalışmalardan
geçtiğine dikkat çeker (ibd; f). Deyim yerindeyse, böylelikle, programların
vertikal boyutu bütünleyicilik kazanabilecektir. Bir diğer deyişle, antisemitizm
veya Holokost, ne sadece söylem analiziyle, ne de sadece hatırat çalışmasıyla
konu edilebilir. Benim, bu makale üzerinden Türkiye’ye baktığımda, dikkatimi
çeken iki önemli nokta bulunmakta. Birincisi, yazıda yer alan, pedagogların da
eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi gerektiği vurgusudur. İkincisiyse, toplumun
algılama biçiminin derinliklerine işlemiş diskurların kısa sürede (ve kısa süreli
eğitimlerle) yıkılamayacağının yine ve yeniden belirtilmesidir (ibd). Her iki
hususa ve yukarıda belirtilen eleştirilere yazının kalan kısmında ayrıca
değineceğim.
Horizontal ve vertikal uzamların Türkiye’ye en uygun şekilde
yapılandırılması, eğitimin başarı şansını kesinlikle arttıracaktır. Ancak sorulması
gereken, bu uzamların muktedirler tarafından mı analiz edileceği yoksa tartışma
kültürü ekseninde mi belirleneceğidir. Hedef ediniminin sürekliliği sağlamalarla
garantiye alınır ve bu kapının tek bir girişimle,[vi] “haydi bismillah” diyerek
açılamayacağı da açıktır. Her iki uzamın pedagoji bağlamında ve Türkiye
ekseninde tartışılması, temel kabul edilmelidir. Hükümetin International Task
Force (ITF) ya da Organisation for Economic Co-Operation and Development
(OECD) çizgisinde neyi kabul ettiği, işleyişin hukuki alt yapısı ya da devlet-i
âlinin bu programı ülkede uygulamadaki çıkarları, mevzu eğitim olduğunda sual
sayılmamalıdır.
Pedagojik eleştiriler
Holokost Eğitimi belli başlı noksanları sebebiyle Avrupa ülkelerinde bir
süredir tartışma konusu. Bu tartışmaların odağında, soykırım gibi bir noktaya nasıl
gelindiğinin tarihsel ve toplum bilimsel süzgeçten üstünkörü geçirilerek ele
alınması yer alıyor. Bir diğer soru ise, kökleri İncil yazımına dayanan Hıristiyan
Yahudi düşmanlığından günümüze kadarki süreçte detaylarıyla antisemitizmin ne
gibi hallere bürünerek sofraya konulduğuna değinilmeksizin eğitimin başarı
şansının ne olacağıdır. Başka bir ifadeyle, vertikal uzamdır söz konusu olan.
Bu iki soruyu açmak gerekirse – birincisinden başlayarak; Almanya’nın
Prusya militarizminin anısıyla imtihanı ve bu zihniyetin toplumun kılcal
damarlarına kadar işleyen Bismarck ve II. Reich ordugâhıyla yüzleşmesi çok geç
vukuu bulmuştur. Öyle ki 1945 sonrası ilk yıllarda, yüzleşme kültürünü içine
sindirdiğinden bahseden birçok Alman tarihçi Nasyonal Sosyalizmin arkaik fikir
babalarını tartışmanın kenarında köşesinde tutmaktan çekinmemiştir. Bu sebeple
olsa gerek, Alman toplumunda, halen daha, Prusya militarizmi, Nazi rejimi kadar
eleştirilmez ya da Prusya militarizminin eleştirilmeye gerek olmadığı
düşünülür.[vii] Holokost öylesi büyük bir eylemdir ve öylesi büyük bir travmaya
4
sebep olmuştur ki, Prusya militarizmi soykırımın bir nebze de olsa gerisine
atılmıştır. Tabir yerindeyse, Holokost’u doğuran olgular, Holokost’un gölgesinde
kalmıştır. Sonuç olarak, tarihte bir siyasi akımı incelerken kökenlerine ve evrilme
sürecine bakmak gerekmektedir ki bu kendini, ötekileştirme sayesinde var eden
faşist bir ideolojiyse, kökenlerini erken romantik-milliyetçilik (Almanya
bağlamında yukarıdan-aşağıya işleyen milliyetçiliktir burada bahsedilen)
akımlarında bulmak mümkündür. Nasıl ki Türkiye’nin ulus devlet kurulum
sürecini, 1908’e bakmadan, Türkçülük – Osmanlıcılık – İslamcılık çatışmalarını
analiz etmeden, İttihat ve Terakki dinamiklerini masaya yatırmadan
anlayamazsak, Almanya’yı milyonlarca insanın katline götüren sürecin resmini de
(en azından) 1871 – 1918 II. Reich’ını ve 1918 – 1933 Weimar Cumhuriyeti’ni
görmezden gelerek çıkaramayız.
İkinci soruya gelirsek; tarihsel süreçten bahsediyorsak, sadece devlet ve
ideolojilerin değil “öteki”nin de nasıl bir değişimden geçtiğine bakmamız gerekir.
Ki bu da, Holokost eğitiminde eksikliği hissedilen bir perspektiftir. Hıristiyan
anti-Judaizmin 19. yüzyıl endüstri devrimiyle kendisine nasıl bir söylem
tutturduğu tartışma konusu edilmelidir burada. Protocols of the Elders of Zion ve
Henry Ford’un The International Jew kitaplarının anti-Judaist nefreti sınıf, sınıfsal
aydınlanma, iş gücü, para sistemi v.b. perspektiflere nasıl oturttuğu, sonrasında
gelen Nazi ideolojisinin ırki antisemitizmi nasıl yonttuğudur burada sözü edilen.
Antisemitizm bununla da kalmamış, savaş sonrasında, 1948’de İsrail devletinin
kurulmasıyla farklı bir boyuta taşınmıştır.
Samuel Totten, ABD’deki Holokost eğitimini incelediği makalesinde
(2005), 2001 yılında, dokuz eyaletin devlet okulları için geliştirdiği Holokost
müfredatı olduğunu belirtip, tarihçi Lucy Dawidowicz’in eğitim planlarına olan
eleştirel bakışına – ki Dawidowicz birçok programın olayı sadece geçtiği zaman
ve mekân çerçevesinde masaya yatırdığını belirtmektedir - atıf yaparak aynı
soruna işaret etmektedir. Totten’ın sorusu, “anti-Judaizmin ve antisemitizmin
Hıristiyan düşünsel-kültürel dokusundaki yerini ve bunun Nazilerin ırkçı
antisemitizmini nasıl etkilediğini Holokost eğitiminde ele almaksızın nereye
varabiliriz?”dir (2005: 283) ve Totten, “Açıktır ki, (ders planlarındaki) ‘Neden’
sorusunun ihmali, öğrencilerin Holokost’u yetersiz idrakine sebebiyet verecektir.”
(ibd.) demektedir.
Tarihte hatta bırakın tarihi toplumda yer edinen hiçbir olgu tek bir sebebe
bağlanıp sınırlı bir sonuç analizine hapsedilemez. Oysa bu eğitim tipi 1933 – 1945
gibi kısa bir periyodu öğrencilere sunarken gerisini üstün körü işlemekte
(işleyebilmekte) ve en önemlisi, bu dönemin öncesini atlamaktadır. Bir başka
deyişle, bu ve bu tip noksanlar Holokost eğitiminin en önemli gediğini
oluşturmaktadır. Yahudi portresinin nasıl değiştiği, Almanya ve çevresindeki
(devlet bağlamında) ideolojilerin tarihsel evrimi az ya da çok atlanarak nereye,
nasıl bir yol ile ulaşılabilir? Bunlar, sözü edilen eğitim çalışmasına yöneltilen
eleştirilerin başında gelmektedir.
5
Bu minvalde, belki de en önemli pedagojik eleştirilerden birisi de,
Avrupa’daki Yahudilerin kırıma uğratılan objelerden çok bu kıtada 2000 senelik
geçmişleri olan insanlar olduğunun unutulması ya da bu konuya hafifçe
değinilmesidir. Bu insanların ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye değişen bir
kültürü, bir gelenekleri, farklı bir aile yapısı vardı. Kendi dillerini kullanıp, kendi
hastanelerinde tedaviye gidiyorlardı, kendi gazetelerini çıkartıyorlardı. Diğer her
vatandaş gibi trene biniyor, işe gidiyor, çalışıyor, para kazanıp gelecek hayalleri
kuruyorlardı ülkelerinde. Belki de en asimile oldukları zamanda –tam anlamıyla
eşit vatandaşlığı 1918’de kazandıklarını unutmayalım - böylesi bir trajedi yaşandı.
Avrupa ülkelerinde yaşamış ve yaşayan Yahudilerin günlük yaşamları, onların
insan olduğunu hatırlatma sürecinde önemli bir basamaktır. Bunun es geçilmesi
ya da vurgulanmaması, tekil bir “Yahudi” imgesi yaratabilir. Bu “Yahudi” imgesi
ne yazık ki şu anda öğrenciler arasında dekonstrükte edilmesi en zor konulardan
birisidir.[viii]
Bu imgeyi biraz açalım; Almanya’da bu konuları çalışan pedagoglara
deneyimlerini soracak olursanız, olasılıkla işiteceğiniz iki yakarış vardır: Birincisi,
“Gene mi Holokost?” diyen ve oflayan öğrenciler; ikincisi, “(Du) Jude”[ix]
kelimesini küfür olarak kullanan ve birbirlerini bu şekilde çağırmaktan
gocunmayan öğrenciler. Holokost’u derste ele almaktan sıkılan öğrencilere
sunulabilecek tonlarca seçenek varken, halen daha vurgu bu trajedi etrafında
yoğunlaşmaktadır. Filhakika, öğrencilerin yaşamı ve Yahudi yaşamının
çeşitliliğini duymaları gerekmektedir ki bu da bizi ikinci soruna, birbirini “(Du)
Jude” diye çağıran öğrencilerin kafalarındaki tek tip “Yahudi”yi yıkma imkânları
konusuna sevk etmektedir. Bu “kurban” koşullandırmasıyla özdeş Yahudi imgesi,
ancak, zamanının Yahudi toplumunun barındırdığı çeşitliliğin ve günümüzde
içerdiği siyasi çeşitliliğin vurgulanmasıyla parçalanabilmektedir. Ele alınması ne
kadar önem arz etse de, sadece Yahudilerin kurbanı oldukları Holokost’un
işlenmesiyle bu sonuca varmak mümkün olamamaktadır.
“Öğretmenlerimiz” ve “devletlilik” esası
Antisemitizm ve Holokost sınıfta konu edilecek ve tartışılacaksa, bunu
yapacak öğretmenin Osmanlı ve Türkiye tarihinden çok (veya bunların yanı sıra),
Endüstri Devrimi ve Avrupa’da modernleşme hareketlerine hâkim olması
gerekmektedir. Bu hâkimiyetini 19. yüzyıl Avrupa’sında sosyolojik dönüşümler
kapsamındaki bilgilerle pekiştirmesi ve daha da önemlisi, öğrencilerle bunu
tartışabilecek açık görüşlülük, sabır gibi niteliklere sahip olması bir zorunluluktur
– sabırlı olması gerekmektedir zira pek çok, sınırlı bakış açısına sahip öğrenciyle
karşılaşabilir, sonuçta Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı tedrisattan geçmiş,
tek tipleştirilmiş bir öğrenci profilinden bahsetmekteyiz. Dahası, kendini ırkçılık
karşıtı olarak konumlandıran ancak konu İsrail olduğunda Davut Yıldızı ve gamalı
haçı tahtaya iç içe çizmekte sakınca görmeyen öğretmenlerimizin de varlığı
aşikârdır.[x] Böyle bir okul ortamında Holokost eğitiminden nasıl bir sonuç
alınabilir ve bu öğretmenler bu eğitimi vermeye ne kadar yetkindir? Bu zihniyete
sahip, resmi tarih ve resmi siyaset algısını içselleştirmiş öğretmenlerle bu yola baş
6
koymak, önyargıların perçinlenmesi gibi bir felakete sebep olabilir.İngiltere’deki
öğretmen eğitimini ele aldığı makalesinde Ian Davies (2005) Holokost eğitimi
başlığı altında, öğretmen yetiştirme süreciyle ilgili dört öneride bulunuyor.
Davies, üçüncü önerisinde, yukarıda belirtilen soruna da parmak basıyor. Hikaye
tarzlı (narrativ) edinim ile bilişsel edinimin karma halinde sunulmasının,
eğitimbilim alanındaki üniversite öğrencilerini, evrensel insan hakları ve
demokrasinin her daim önceliğe sahip olduğu kabulüne götürdüğünü belirtirken,
kabul edilemez revizyonist argümanların her hangi şekilde bu edinim sürecinde
yer alamayacağını vurguluyor (2005; 277f). Bu önerinin yegâne temeli,
Negasyonist hareketin Holokost çerçevesinde suç sayılması değildir. Bu tip
basitleştirme çabaları, aynı zamanda, Adorno’nun da “bir daha olmaması için”
vurgusuna da tamamıyla karşıttır. Çünkü her şeyden önce, amacımız, insan
haklarının toplum içerisinde sağlam zeminlerde yükselmesidir, ölü sayımına
dayanan bayağı bir tarih tartışması değil.
Öğretmenler üzerinden, bağlı bulundukları kuruma, devlet-i âlinin “Milli
Eğitim Bakanlığı”na gelirsek, devlet tezini içselleştirmiş Talim ve Terbiye Kurulu
gibi kurumların bir sonraki problemi oluşturduğunu görürüz. Kurula yöneltmemiz
gereken sorular son derece basittir: bu kurulun yetkililerinin düşünce yapısını
değiştirmeksizin, Türkiye’nin Nazilerle yaptığı gizli kapaklı (ya da açıktan)
işbirliği sonucunda sadece yurtdışında yaşadığı için vatandaşlıktan çıkardığı
binlerce Yahudi müfredata nasıl sokulabilir? Holokost sırasında Türkiye
Cumhuriyeti “eski” vatandaşı 3000 kadar Yahudi’nin Avrupa’da can verdiğini
anlatmaksızın,[xi] bu eğitimin temel hedeflerine ulaşmak mümkün gözükmüyor.
Senelerdir duyduğumuz Türkiye’nin savaş sırasında Yahudi profesörleri kabul
ederken “hiçbir” çıkar göz etmemesi ya da 1492 Ladino göçünde namlı
“hoşgörüsü” sebebiyle Osmanlı’nın kapılarını Yahudilere hülyalarından
vurgulanmasından farksız olacaktır bu gerçeklerden kaçınmak. Kanlı tarihi
gerçeklerin öğrenciyle tartışılmaması, “Türkiye’de antisemitizm yoktur” yalanını
devam ettirmek olacaktır. Ki antisemitizmi ve ırkçılığı engellemek istiyor, bu
sebeple böyle bir program hazırlamayı düşünüyorsak, önce bu olguların toplumda
ne kadar yer ettiğini deşifre etmemiz gerekmektedir. Bu sebeple, Talim ve Terbiye
Kurulu, “devletli” öğretinin dışına çıkmak zorundadır, hatta belki de bu eğitimin
hedef edinimlerinin gerçekleşebilmesi için kendisi dışarıda kalmalıdır.
Ehmann’ın makalesinde (2005), öğretmenlerle ilgili olarak yönelttiğim
sorunun bir benzerine rastlanabilir. ITF’in, Holokost yaklaşımında yakaladığı
birleştirici eğilimin bazı toplumlarda sorunlarla karşılaştığını belirten Ehmann,
“nasyonal-sosyalist işgali Stalinist diktatoryanın takip ettiği post-komünist
ülkelerde” öğretmen ve öğrencilerin konuyu basit tarihsel bir case-study şeklinde
değil, insan hakları çerçevesinde kendi geçmişlerini de ortaya koyarak tartışmaları
ve ele almaları gerektiğini belirtiyor (ibd; 174). Aslına bakarsanız, bu doğu-blok
ülkelerinin çoğunda Demir Perde’nin yıkımasıyla birlikte tartışılan bir
sorudur.[xii] Doğu Almanya’nın anti-faşist eğitimiyle yoğrulan ve yontulan
toplumda, Holokost eğitimi çalışmaları, Almanya’nın birleşmesi sonrasında yeni
eyaletlerde (duvar sonrası BRD’ye katılanlar) ITF’den farklı yaklaşımlarla – misal
7
sivil inisiyatiflerin desteğiyle yürütülmektedir. Mecklenburg – Vorpommern
eyaletinde yürütülen, ABD merkezli Facing History and Ourselves kuruluşunun
desteğiyle oluşturulan ve otokrat eğilimlerle yüzleşmeyi temel hedef edinen
çalışma buna örnek teşkil etmektedir (ibd; 175f). Ki Holokost eğitimi denildiğinde
halen daha katledilen Sinti-Roman’ların arka planda bırakıldığını düşünürsek,
Ehmann’ın çalışmasının sonunda en önemli sorulardan birisini tekrarladığını
söyleyebiliriz: önemli olan, ne kadar sık ders verilmesi değil, neyin ve daha da
önemlisi nasıl öğrenilmesi gerektiğidir (ibd. 181).
Ne kadar post-komünist ülke kategorisine girmese de, Türkiye, Holokost
eğitiminin düzgün bir formülasyona kavuşabilmesi amacıyla, kendi tarihini
masaya yatırmalıdır. Bu mesnetle de sadece tarihi yaşanmışlıklara değil, diskur
formlarına da dikkat edilmesi gerekmektedir. Geçmişte ve günümüzdeki tarz-ı
söylemleri dikkate alarak, ileride ağacın altından çıkan çalılar gibi farklı
diskurların türememesi gayesiyle, eğitim programına Türkiye öznesine göre
eklemeler yapılmalıdır. Sadece 1933 – 1945 Almanyasını ele alacak bir Holokost
eğitimi müfredatı, daha doğrusu işi bu doğrultuda yontmaya çalışan anlayış,
Türkiye’deki anti-modernist ve Batı karşıtı söylemin güçlenmesine fırsat verebilir.
Müfredatın yapısı ve öğretmenin tutumuna bağlı olarak, bu trajediyi “Batının
ahlaksızlığı”na bağlamaya çalışanlara karşı müfredat ne tip dinamiklere sahip
olacaktır sorusu yöneltilmedir burada. Örneğin, Hitlerin çağdaşlarından Kudüs baş
müftüsü El-Huseyni’nin Nazilerle yaptığı işbirliği, bu tip bir anti-modernist
tutumun nereden kaynaklandığını gözler önüne serebilir. Böylesi bir müfredat,
öğrencileri aydınlatmak yerine, onların önyargılarla dolu, Batı karşıtı bir yola
savrulmalarına yol açabilir.
Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da, yukarıda da belirttiğim gibi,
Holokost eğitimi çalışmasını gerçekleştirmeyi düşünen ülkenin, müfredatı, kendi
dinamiklerine göre fakat ana amaçtan sapmaksızın düzenleyebilmesine yapılan
vurgudur. Yukarıda belirtilen, El-Huseyni’nin Nazi Almanyasıyla yaptığı işbirliği,
Türkiye gerçekleri göz önüne alındığında, üzerinde durulması gereken bir tarihi
gerçektir. Aynı şekilde, Müslüman coğrafyada doğan İslamist antisemitizmin
kökenlerinin Nazi ideolojisinde araştırılması, müfredata eklenmesi gereken başka
bir önemli konudur.
Bu bağlamda tartışılması gerektiğini düşündüğüm son soru, sivil
inisiyatiflerin, insan hakları aktivistlerinin (kişi ve kurumların) Milli Eğitim
Bakanlığına bağlı okullarda eğitim projelerini rahatça yürütüp yürütemeyecekleri
sorusudur. Düşünsel çoğulculuk anlayışının okullarda yer edinmesinin
sağlanması, Bakanlığın yapması gerekenlerin başında gelmektedir. Merkezden
onayla okullarda proje yürütme anlayışı, hem sivil toplumun bu eksende – ırkçılık
karşıtı pedagoji, demokrasi eğitimi v.b.- gelişememesine sebebiyet vermekte, hem
de öğrencileri düşünsel bağlamda tek tipleştirmektedir. Farklı ses ve hikâyeleri
öğrencilerin duyabilmesini sağlamak, hem şiddet-devlet-güç ilişkisinin
anlamlandırılmasına, hem de Eckmann’ın özetlediği formlardan diskurun
değişimine yardımcı olacaktır. Sormamız gereken, belki de, Ankara’dan dayatılan
8
“aydınlanmanın” taşlı yollarında öğrencilere merkez tarafından belirlenmiş bir
müfredatın sunulup, sunulmayacağıdır.
“Bizde neleri değiştirebilir?”e ek
Dost-Niyego’nun bahsettiği eğitim programı, ırkçılık, yabancı düşmanlığı
ve antisemit dinamikleri yavaşlatmanın yanı sıra daha farklı imkânlara da kapı
açacaktır. Türkiye’de anı kültürünün halen daha “şehit” kavramı üzerinden
yürütülen bir yüceleştirme döngüsüne sahip olduğunu düşünürsek, Holokost
eğitiminin, ülkeye Alman literatüründe Gedenkstätte olarak tabir edilen mekânları
(merkezleri) kazandırabileceğini, hâlihazırda ülkede bulunan “şehitliğe adanmış”
merkezlerin de bu minvalde dönüştürülebileceğini düşünebiliriz. Benzer
deneyimlerden geçmiş, Demir Perde Polonya’sı bu çerçevede doğru bir örnek
olarak alınabilir. Kranz’ın belirttiği üzere Komünist Polonya’da hem tarih
kitaplarında, hem de Gedenkstätte tipi merkezlerde yürütülen çalışmaların
temelini “şehit” kültü ve kültürü oluşturuyordu (2005; 232). Kranz, aynı
satırlarda, sözkonusu şehit kültü ve kahramanlaştırmanın beri yandan, devlet
kurumuna temel oluşturması amacıyla kullanıldığını da belirtiyor. Oysa şehitliğin
kavramsallaştırılması siyasi dönüşümün - özellikle - ikinci on senesinde hem
kişisel hem de kolektif algılama bazında hızlı değişimlere sahne oldu (ibd; f). Bu
değişim öncesinde, (sadece) Nazi işgali sırasında savaşarak can verenleri – şehit
kültü üzerinden - yücelten bir dil ve yaklaşım benimsenmişken, değişimle birlikte
hatırlama kültürü odaklı, savaşa, şiddete ve ayrımcılığa eleştirel bir çerçeveden
bakan bir yaklaşım bu merkezlerin ana ölçeği haline geliyor. Sözkonusu dönüşüm
öncesinde Polonya’da Gedenkstätte’lerde ve okul kitaplarındaHolokost ve Nazi
zulmünün ele alınışı Türkiye’yi aynalayan niteliktedir. Ancak, Kranz’ın, yaptığı
gözlemler doğrultusunda, bu dönüşümün yeterli seviyeye ulaşmadığını
düşündüğünü hatırlatmakta da fayda var.
Demir Perde Polonya’sındaki yapılanmaya benzer bir örneği, Çanakkale
Şehitliği’nde görebiliriz. “Şehit” kavramı üzerinde yükselen bir kurum,
ziyaretçilerine, bölgede ve mevzu bahis savaşta hayatını kaybedenlerin günlük
yaşamı, savaşın nasıl başladığı, savaşta ‘haklı’ ve ‘haksız’ kavramının
olamayacağı gibi konuları değil, etnosentrik söylem tipleriyle pekiştirilmiş,
“milli” olanın yüceltildiği bir tarih algısı sunmaktadır. Oysa savaşların pervasızca,
çıkarlar doğrultusunda yürütüldüğü gerçeğine odaklanmak; gelecek kuşakları,
savaş antolojisi yazmasını önleyecek, kan akıtmanın “vatanı”, toplumu ve insanı
nasıl travmalara sürüklediğini – ve sürükleyebileceğini - anlamlandırmaya sevk
edecek bir yoldur. Bu güç, gelecek kuşakların tartışma kültürünü geliştirirken,
kimsenin reddedemeyeceği hümanist tutumun pozitif getirilerinin de bu kuşaklar
tarafından içselleştirmesini sağlayacaktır. Holokost eğitimi, Polonya örneğinde
olduğu gibi, elbet Türkiye’de de tarih kurumları bazında bir dönüşüme sebebiyet
verecektir.
Holokost eğitiminin bir diğer elle tutulur etkisi de, çeşitli inisiyatifler
tarafından düzenlenecek, öğrencilerin, savaşın trajedisini hissedebilecekleri
9
yerlere yapılacak eğitim gezileridir. En yakınımızdaki Yunanistan’dan
Polonya’ya, İsrail’den Almanya’ya öğrenciler farklı kişi ve biyografilerle
tanışarak, tartışma gücünü arttırabileceklerdir. Bu gezilerin başka bir pozitif etkisi
de, hiç kuşkusuz, öğrenciler arasındaki kültürler arası etkileşimi arttıracak
olmasıdır. Öğrenciler, bu yolla, kendi içlerinde sınıf olarak, ne kadar farklı ama
aynı zamanda ne kadar benzer olduklarını kavrayacaklardır. Bu hedef, “diğeri”ne
karşı beslenen düşmanca hislerin kökünün kurutulması yolunda atılacak ilk
adımlardan biridir.
Olası çalışmaların, eğitim ve eğitim bilimle olan ilişkilerini arttırması
gerekliliği, üzerinde durulması gereken bir başka husustur. Müfredatların
hazırlanması sürecinde, sosyo-kültürel antropolojinin eğitim bilimiyle el ele
vermesinin yolu açılacaktır. Böylelikle, Anadolu her bağlamda özgürce
araştırılabilecektir, Aliyah öncesinde Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yaşayan
Türk ve Kürt Yahudilerinin hayatlarına bakışın derinleştirilmesi, sadece bilimsel
araştırmalarda değil, eğitimde de, çoğulcu perspektifin genişletilebilmesini
sağlayacaktır.
Holokost eğitiminin son ve en önemli getirilerden birisi de, Türkiye’de
antisemitizm çalışmalarının sağlıklı nitelikler kazanacak olmasıdır. Ülkede var
olduğu her daim, her çevrece yalanlanan antisemitizmin araştırılması, varlığının
teorik ve ampirik olarak ortaya koyulması, geç kalınmış bir girişimdir.
Antisemitizm çalışmalarından yola çıkarak, diğer tiplerdeki düşmanlık ve nefret
söylemleri de daha detaylı ve karşılaştırmalı olarak incelenebilecektir. Böyle bir
eğitim programı, doğal bir ön şart olarak, eğitimin pedagojik niteliklerin
belirlenmesinin yanı sıra, bilimsel alanda da antisemitizmin çerçevelendirilmiş
olmasını gereksinmektedir.
Sonsöz
Holokost eğitiminde ana amacın, gelecek nesillerin belirli bir topluluğu
ötekileştirmemesini sağlamak olduğu göz önüne alındığında, Türkiye’de
yapılması gereken eğitim çalışması için, kendi geçmişimizin karanlık sayfalarını
teker teker, öğrencilere objektif bir şekilde anlatmanın önemi de ortaya
çıkmaktadır.
Öneri eğitimin, Almanya ve Holokost ile sınırlı kalmaması gerektiği,
geçmişte olduğu kadar günümüzde de içinde yaşadığımız ve içimizde
“yaşattığımız” “öteki” olgusunu da öğrencilerle tartışabilmesi gerekmektedir.
“Ötekileştirici algı”, Rum, Ermeni, Yahudi, Kürt veya Alevi kimlikleriyle
yetinmemekte, göçmenleri ve mültecileri de hedefine almaktadır. Bu sebeple
Holokost eğitimiyle öğrencilerin gözlerini Nazi tarihine çevirirken, kafalarda
hâlihazırda yer etmiş önyargı ve stereotiplerin üzerini kumla kapatmamalıyız.
Diğer bir deyişle, öğrencilerin ve eğitmenlerin Inklusion – Exklusion kavramlarına
aşinalığını arttıracak şekilde, düzenlenecek bu eğitim programları öylesine
formüle edilmelidir ki, öğrencinin kendinde ve çevresinde yanlış gideni idrak
10
kabiliyeti de artsın. Aslında Adorno’nun “Ausschwitz’in bir daha olmaması için”
demesinin altında yatan budur. Toplama kampları yeniden yaşanmayacaktır ancak
kalemiyle, diliyle, çizgisiyle kamplar yaratanlar ne yazık ki her toplumda
kendilerine yer bulabilmektedir. Eğitimsel dönüşümle kast edilen, bu kişi ve
düşüncelere karşı, bilinçli bir kolektifliğin oluşturulması ve insani değerleri
yücelten bir ortam sağlanmasıdır.
Politika ve yakın tarih eğitiminin okullara girişi, fikir teatileriyle
ivmelendirilmelidir. Sadece eğitimin yapısal özellikleri veya ders kitaplarının
içeriği değil, aynı zamanda, yazıda ele alındığı gibi, öğretmenlerimize nasıl bir
eğitim vereceğimiz konusu da, Holokost eğitimi önerisiyle beraber düşünmemiz
gerekenler arasındadır.
Kaynakça
Adorno, Theodor W. (1966): Erziehung nach Ausschwitz. Vortrag im Hessischen
Rundfunk.
Davies, Ian (2005): Holocaust Education in der Lehrerbildung Englands. in:
Rathenow, H.F; Weber, N.H. (ed.): Nationalsozialismus und Holocaust.
Historisch-politisches Lernen in der Lehrerbildung. Hamburg. S. 271-281
Eckmann, Monique (2012): Gegenmittel. Bildungsstrategien gegen Antisemiten”.
in: Einsicht. Bulletin des Fritz Bauer Instituts 08 (Herbst 2012). S. 44 – 49
Ehmann,
Annegret
(2005):
Zwischen
Holocaust
Education
und
Menschenrechtserziehung. in: Rathenow, H.F; Weber, N.H. (ed.):
Nationalsozialismus und Holocaust. Historisch-politisches Lernen in der
Lehrerbildung. Hamburg. S. 169 - 183
Kranz, Tomasz (2005): Die Rolle der NS-Verbrechen in der Gedenkkultur Polens.
in: Rathenow, H.F; Weber, N.H. (ed.): Nationalsozialismus und Holocaust.
Historisch-politisches Lernen in der Lehrerbildung. Hamburg. S. 231 – 243
Totten, Samuel (2005): Holocaust Studies und Lehrerbildung in den Vereinigten
Staaten; in: Rathenow, H.F; Weber, N.H. (ed.): Nationalsozialismus und
Holocaust. Historisch-politisches Lernen in der Lehrerbildung. Hamburg. S. 281297
[i] Theodor W. Adorno’nun „Erziehung nach Ausschwitz“ başlıklı sunumu için:
http://www.unigiessen.de/~g31130/PDF/polphil/ErziehungAuschwitzOffBrief.pdf
[ii] Diskurda yaşanan bu değişime, teorem perspektifinden, ikincil Antisemitizmin
(sekundärer Antisemitismus) kendi temellendirme alanını Frankfurt Okulu
çalışmalarından bu yana nasıl genişlettiğine bakarak dahi işaret etmek
11
mümkündür. Sadece “mağdur-mücrim” “değişkenliği” vurgusu ya da bu vurgunun
yerleşim ve vukuu değil, aynı zamanda belirli bir tarihte kökleşmiş “enternasyonal
Yahudi” imgesinin nitel çerçevesinin, post-modern globalleşmeyi, sözkonusu
söylemin evrimsel parametrelerine dahil etmesi de başka bir örnektir düşmanlık
söyleminin geçirdiği değişime. Eskinin “enternasyonal Yahudi”siyle (tabiri caizse
Henry Ford’un “Yahudi”siyle), günümüz “enternasyonal Yahudi”si farklılıklar
barındırmanın ötesinde, bu iki imge farklı temellere oturtulmuştur. Her bir
değişkenin antisemit diskuru interseksiyonal (kesişenler ve kesişimler olgusu)
açıdan etkilemesi antisemitizm çalışmalarında göz ardı edilemeyecek önemdedir.
Çünkü söylemde ve algılayışta değişim (velhasıl evrim) süreklilik arz etmektedir,
bu süreklilik de en nihayetinde farklı alanların etkisine - ve karşılıklı etkileşime açıktır.
[iii] Bu iki uzam – horizontal ve vertikal – şahsi değerlendirmemdir.
[iv] Holokost bir yaşanmışlık olarak tarihsel ve benzeri açılardan somut şekilde
ele alınırken, antisemitizm bir dünya algılayışı – en basit, ancak aynı zamanda en
karmaşıklarından birisi - olması sebebiyle her şeyden önce söylem odaklı ve
görüngübilimsel bir analize ihtiyaç duyar. Antisemitizm, Yahudi mezarlıklarına
yapılan saldırılarda, İsrail’i protesto yürüyüşlerinde taşınan pankartlarda ya da dile
getirilen söylevlerle dışa vurulmaktadır. Böyle baktığımızda ampirik
değerlendirme önemlidir. Ancak tüm bu dışavurumlara gelene kadar, tabiri caizse
üst-egoya yapışık antisemit algılayış ve anlamlandırmadır bu “olayları” yaratan.
Holokost’u da her şeyden önce antisemitizmin bir yaratımı olarak değerlendirmek
gerekir. Soruyu bu şekilde sorduğumuzda, Holokost eğitiminin amacının,
antisemitizm, ırkçılık ve düşman yaratımını köreltme yollarından biri olduğunu
görür, tarihsel bir olayı açıklamayı amaçlamaktan çok düşünsel bir yapıyı
hedefine aldığını kavrarız.
[v] Eckmann’ın sunumunda ele alınan, antisemitizmin önlenmesini hedefleyen
eğitim çalışmalarının farklı stratejileridir. Holokost eğitimi bu çalışmaların sadece
bir parçasıdır – sunumun yayımlanmış hali için bkz: Bulletin des Fritz Bauer
Instituts 08 (Herbst 2012), S. 44–49
[vi] Sonuç olarak, düşmanlık tutumu ve nefret bazlı algılayış kendi hareket alanını
genişleterek değişmeye muktedirdir. Bu değişimi dikkate alarak yapılacak
sağlamalar eğitim programının gelişimini ve hedef edinime ulaşımı mümkün
kılacaktır.
[vii] Belki de bunun en net göstergesi birçok kentte varlığını sürdüren
Gneisenaustraße, Moltkestraße gibi cadde – sokak isimleridir.
[viii] Eckmann’ın ifadesiyle, toplumun diline işlemiş diskurların deşifresi ve bu
dilin dekontaminasyonu en çok zaman alacak birimdir. Mamafih, dilin, zamanın
farklı periyodlarındaki yaşanmışlıklar dahilinde değişikliğini göz önünde
bulunduracak olursak, antisemit tutumun da, günümüzde İsrail ve diaspora
12
üzerinden yürütülen (şekillendirilen) komplo teorileri demetini bünyesine kattığını
fark ederiz. Ötekileştirici nefret dili, önyargıların bayağılığı ve getirisi olan
düşünmeme kolaylığı sebebiyle, evrimini, farklı deneyimleri ve elementleri içine
alarak devam ettirmektedir.
[ix] Farklı etnik ve dini kökenlerin küfür olarak kullanıldığı Türkiye toplumsal
manzarasında tanıdık gelecektir bu tip nefret yakıştırmaları.
[x] Gamalı haç ile iç içe yansıtılan Davut Yıldızı, Sharon – Eichmann benzetmesi
v.b günümüz antisemit düşünce yapısının (ikincil antisemitizm) dışavurumunda
kullanılan sembollerin başında gelmektedir.
[xi] Konuyla ilgili şu ana kadar yapılmış en nitelikli – bildiğim kadarıyla da tek –
çalışma Corry Guttstadt’ın 2008 basımlı “Die Türkei, die Juden und der
Holocaust” kitabı.
[xii] Sonraki sayfalarda bir başka örneğini göreceğiz.
13
Download