SALAT ``Salat`` sözcüğü ``salv`` kökünden türemiştir ve ``salv

advertisement
SALAT
''Salat'' sözcüğü ''salv'' kökünden türemiştir ve ''salv'' kelimesinin mastarıdır. Bunun gibi,
emir kipi olan ''salli'' ve çoğulu ''sallu'', geçmiş zaman belirten ''salla'' hep ''salv'' kökünden
türemişlerdir.
Bugüne kadar yapılan Kur’an çevirilerinde ''salv'' kökünden türeyen yukarıda belirttiğimiz
kelimelerin tümü ''namaz'' ve ''dua'' anlamlarında çevrilmiştir. Kur’an çevirmenlerinin
kullandığı Arap dilinin güvenilir kaynağı olarak bilinen Kur’an Terimleri Sözlüğü’nde Ragıp El
İsfahani, “din bilginlerinin bildirdiğine göre salat, namaz ve duadır” demiştir. Açıklamasında
ne din bilgini ismi vermiş ne de bir kaynak eser belirtmiştir. Ragıp El İsfahani salat kelimesini
neredeyse bir geçiştirmeyle açıklamıştır.
''(salv) sözcüğü, isim olarak ''uyluk'', fiil olarak da ''uylukları hareket ettirmek'' demektir.
Bir kimsenin herhangi bir yüke destek vermek istediği zaman, uyluğunu (bacağın diz ile kalça
arasındaki bölümünü) yatay hale getirip yükün altına sokarak destek sağlaması da bu sözcük
ile ifade edilir. Emir kipi olarak (salv) kökünden türediği kabul edildiğinde (salli) sözcüğü,
''uyluklarını hareket ettir, ayağa kalk, yürü, çabala, şirke ve tağuta karşı çık, çok çalış, çok
gayret et, destek ol, sosyal yardım yap'' anlamındadır''.1 ''salv'' sözcüğünün mastarı ''salat''tır.
Aynı bizde ''yürü'' fiilinin mastarı ''yürümek'', ''git'' fiilinin mastarı ''gitmek''de olduğu gibi. Bu
anlamda salat destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak, sorunların çözümünü üzerine
almak, gerekeni yapmak anlamlarındadır.
Bugüne kadar yapılan Kur’an çevirilerinde ''salat'' kavramı karşılığı olarak ''namaz'' ve
''dua'' kelimelerinin kullanılması doğru değildir. Salat, ''namaz'' veya ''dua'' değildir. Buraya
kadar yaptığımız açıklamalardan ''Kur’an’da namaz yoktur'' anlamı kesinlikle
çıkarılmamalıdır. Söylediğimiz şey şudur: Namaz İslam'da vardır ama salat sözcüğünün
karşılığı değildir.
Sayın Hakkı Yılmaz'ın belirttiği gibi Kur’an’da namazın kaynağı olan ayet Araf 55'tir:
Rabbinize alçala alçala ve gizlice/açıkça göstererek dua edin. Kesinlikle O, haddi aşanları
sevmez.
Namazın tarifi bu ayette verilmektedir. Rabbinize tazarru ile dua edin; Rabbinize alçala
alçala dua edin. Bu ayette geçen ''tazarru'' kelimesi ''alçala alçala'' anlamındadır. Ve
namazdaki alçalmaları tarif etmektedir: 1.Alçalma: el bağlayış ve boyun büküş. 2.Alçalma:
ellerimizi dizlerimize koyduğumuz bölüm. 3.Alçalma: yere kapandığımız bölüm. Buradaki
alçalma hem bedenen hem de gönül olarak alçalmadır. Allah’ın büyüklüğü ve onun karşısında
duyduğumuz acizlik duygusu gereği bedenen ve manen tazarru ile alçalmak, bugün adına
''namaz'' dediğimiz eylemdir. ''Namaz'' kelimesi Türkçe değildir; dilimize Farsçadan geçmiş bir
kelimedir. ''Namaz'' kelime olarak Arapçada da yoktur. Adına ''namaz'' dediğimiz eylemin
Kur’an’daki aslı ve Türkçesi Araf 55 ile bildirilen “alçala alçala yakarmak” eylemidir.
Namazın Kuran'daki kaynağını tespit ettikten sonra, biz asıl konumuz olan salata dönelim.
Salatın uyluklamak, destek olmak, yardım etmek, sorunları sırtlamak, sorunların çözümünü
1
Hakkı Yılmaz, Tebyinü'l Kur’an, İşaret Y. 2008, Cilt 1 sf.283.
üzerine almak, gerekeni yapmak anlamında olduğunu belirtmiştik. Salat kavramı içerisine
tüm sorunlar girer; evin, ailenin, mahallenin, ülkenin, dünyanın sorunları salatın uğraştığı
sorunlardır ve salat iki yönlüdür: 1.Zihinsel yön 2.Mali yön.
Zihinsel Yön: Eğitim, öğretim yolu ile bireyleri toplumları aydınlatmak, olgunlaştırmak.
Mali Yön: Çeşitli imkanlar ile bireylerin mali sıkıntılarını sırtlamak, iş imkanları sağlamak,
emeklilere, hastalara yeterli güvenceyi vermek vs.
Yine Kur’an çevirilerinde yapılan bir diğer yanlış da ''ekimus salate'' kavramının ''namazı
kıl'' ya da ''namazı dosdoğru kıl'' şeklinde tercüme edilmesidir. ''ikame'', ''kılmak'' ya da
''dosdoğru kılmak'' değildir. ''ikame'', dikmek ve ayakta tutmak anlamındadır. ''ekimus salate
= salatı ikame et, salatı dimdik tut, salatı ayakta tut” demektir.
Salatı ikame etmenin zihinsel yönü: Eğitim öğretim için okullar açmak, düzenli bir eğitim
sistemi kurmak ve bu sistemi ayakta tutmak, eğitim ve öğretim alanında sosyal sorumluluk
almak. Bu görev devletin olmakla birlikte, kişilerin vakıflar dernekler vasıtasıyla yoksul
çocukların özellikle kız çocuklarının okutulmasına ve aydınlatılmasına yönelik faaliyetleri de
salatın ikamesidir.
Salatın ikamesinin mali yönü ise: İş alanlarının açılması suretiyle işsiz ve aşsız kesimin
kendi emeği ve onuru ile kendi ekmek parasının temini; Sosyal güvenlik kuruluşlarının teşkili
ile emeklilerin ve kendine bakamayacak derecede yaşlıların sosyal güvencelerinin temini;
yoksul ve yetimlerden bekar ve dul olanlarının her türlü çeyizleri ile birlikte evlerinin
kurulmasıdır. Zihinsel ve mali yönü belirtilen tüm sorunların sırtlanması, dertlere deva
olunması, tüm bunlar yapılıyor ise sistemin ayakta tutulması salatın ikamesidir.
Salat, Peygamberimizden sonra namazlaşmıştır. Salata çağırmak için bugün ''ezan''
dediğimiz duyuru yapılırdı. Dinin emrettiği, İslam yolunda malıyla ve canıyla didinmektir.
Ancak o vakitler, bu işi istemeden, sadece gösteriş amacıyla yapan riyakarlar vardı.
Peygamberimiz bu riyakarları samimi Müslümanlardan uzak tutmak istemiştir. Bunun için
salatın önünden, yapılan tüm salat faaliyetinin ''Allah adına'' yapıldığını gösteren bir yakarış
(namaz) ifa edilmiştir. Yakarış (namaz) bittikten sonra peygamberimiz cemaate dönmüş ve
cemaatin ne sorunu varsa dinlemiş, gereken emirleri vermiş, aç varsa doyurulmuş, barınaksız
varsa barınak temin edilmiş, zulüm varsa üstüne gitmenin yolları istişare edilmiş, savaş
gerekiyorsa onun kararı verilmiştir. Yani Peygamberimiz zamanında uygulanan salat, başta
yapılan yakarıştan (namazdan) sonra başlamıştır. Emevi hükümdarları Muaviye ve oğlu Yezid
zamanında yozlaşma başlamıştır. Mervan döneminde yozlaşma ve salatın terk edilmesinin ilk
adımları atılmıştır. Bugün de camilerde imam namazı kıldırdıktan sonra geriye döner. İşte
salat bu geriye dönüşten sonra başlardı. Bütün sorunlar masaya yatırılır, uyluklanması
gereken uyluklanır, desteklenmesi gereken desteklenir, eğitilmesi gereken eğitilir, her derde
deva olunurdu. Bugün sadece dönmek kısmı kalmış, salat ifa edilmez olmuştur.
Hz. Muhammed zamanında Mekkelilerin hazmedemediği şey, burada salat ve salihat
kavramları çerçevesinde anlatmaya çalıştığımız ve Kur’an’da tarifi bulunan dindir. Konu ne
olursa olsun, kişiler zamanlarından ayırıp eğitim öğretim görmek isteyenleri eğitecek,
aydınlatacak, olgunlaştıracak, maddi imkanı olmayanlar için ellerini ceplerine atacak, tüm
sosyal sorunlar her bir birey tarafından her gün tartışılacak, çözümler üretilecek, her bir birey
mahallesinden şehrine, ülkesinden içinde bulunduğu dünyaya kadar birçok sorunla
ilgilenecek, bunları çözmek için aklını işletecek, herkes aktif ve bilfiil çalışır durumda
olacaktır. İslam, miskin, eve kapanmış, zulme sesiz kalan bir insan tipi değil, her an ve hayatın
her aşamasında aktif, sosyal ve aksiyon halinde bir insan tipi arzulamaktadır. Bugünün eve
kapanmış seccade dışına çıkmayan Müslümanlık anlayışı, Kuran'ın arzu ettiği bir anlayış
değildir. Mekkelilerin hazmedemediği şey kendi malları üzerinde diledikleri gibi tasarruf
edememeleridir.
Hz. İbrahim zamanından beri Kabe Allah'ın evi idi ve insanlar Kabe'yi ziyarete İbrahim'den
bu yana gidiyorlardı. Hz. Muhammed’in de mensubu olduğu Kureyş kabilesi İslamiyet’ten
önce cahiliye döneminde Kabe'nin işlerini üstlenmişti. Kabileye dahil her sülalenin bir görevi
vardı. Kabe'nin bekçiliği, hacıların güvenliği, hacıların barınak ve yemek yedirme işleri, su
dağıtımı, hacılara yardım gibi konuların her biri Kureyş kabilesine mensup sülalelerce
paylaşılmıştı. Bu hac turizmi Kureyşlilere hem saygınlık hem de fazlaca kazanç sağlıyordu. O
dönemde Arabistan hiç güvenli değildi. Saldırıya uğramadan bir yerden bir yere gitmek ya da
ticaret kervanları çıkarmak çok zordu. Saldırılar sonucu insanlar öldürülüyor ya da köle olarak
alıkonuyordu. İnsanlar huzursuz ve tedirgindi. Her an bir saldırıya uğrama endişesi içinde
yaşıyorlardı. Oysaki Kabe'nin hizmetkarları konumundaki Kureyşliler herkesten saygı
görüyordu. Mekke'nin saldırıya uğraması söz konusu olmadığı gibi, sadece Kureyşli olmaları,
rahatlıkla kervan çıkarmalarına yetiyordu. Çok kimsenin rüşvetle ve binbir zorlukla
yürüttükleri kervan ticaretini Kureyşliler güven içinde yapabiliyordu. Mekke bu güvenlik
sayesinde cahiliye döneminde ticaretin merkezi konumunda idi. Bu güvenlikli durum
sayesinde de hac turizmi yanında kervan ticaretinden de oldukça yüklü paralar
kazanıyorlardı.
Hz. Muhammed bilindiği üzere Kur’an’ı tebliğ aşamasında amansız bir mücadeleye girdi.
Fil Suresinin inmesine sebep olan olayda, Habeşistan valisi Ebrehe ve ordusunun bir
boran/tayfun ile Allah'ın gazabına uğraması üzerine, Mekkeliler on yıl kadar putlarını bir
kenara bırakmışlar, Tek Allah'a ibadet etmişlerdi. Şimdi de Muhammed'e uymamaları için bir
sebep yoktu. Hz. Muhammed onlara hiç duymadıkları bir şeyi söylemiyordu. Bedir, Uhud ve
Hendek savaşlarına neden olup yüzlerce insanın ölmesine sebep olacaklarına, yine putlarını
bir kenara itip Allah'ın birliğini kabul edebilirlerdi. Canları ve malları Muhammed’in ordusu
karşısında tehlikeye girmiş iken iman edebilirlerdi ya da iman etmiş gibi gözükebilirlerdi.
Ancak konu iman meselesi değildi. Muhammed karşısında zor durumlara düşmelerine,
canlarını kaybetme durumuna gelmelerine rağmen iman etmediler. Bu da bize konunun iman
ile ilgili olmadığını gösteriyor. İslam salatla salihat işlemekle elini taşın altına koyan ve
Mekke'deki egemen sınıfın hakimiyetine mazlumlar yararına son veren bir sistem istiyordu.
Mekkeliler eğer İslam'ı kabul ederlerse kurmuş oldukları düzenin ellerinden gideceğini
biliyordu. Rahatlarının kaçacağı, düzenlerinin bozulacağı ortadaydı. Ellerini ceplerine atmak
zorunda kalacaklar, başkaları için harcamak zorunda kalacaklar, salat etmek, salihat işlemek
zorunda kalacaklar, kısaca ekonomileri ve kurdukları düzen bozulacaktı. Yoksa iman etmek ya
da iman eder gözükmek Mekkeliler için hiç de zor değildi. Konu İslam'ın getirdiği sistemin
kendi sistemlerini bozması, altın yumurtlayan tavuğun kesilmesi idi. İslam mallarına ve
dokunduğu için iman etmediler. Eğer İslam'ın getirdiği sistem mallarına dokunmamış olsaydı,
İslam beş vakit namaz, bir Cuma'dan ibaret olsaydı, Muhammed'in ordusu karşısındaki
tehlikeleri göze almazlar, çoktan Müslüman olurlardı. Ve bildikleri sistemi yürütmeye, devam
ederlerdi. Kasas 57 bu durumu çok güzel açıklamaktadır:
Ve "Biz seninle beraber doğru yola uyarsak, yurdumuzdan atılırız" dediler. Biz onları, Kendi
katımızdan bir rızk olarak, her şeyin ürünlerinin toplanıp getirildiği, güvenli, haram
[dokunulmaz] bir yere [Mekke'ye] yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler. (Kasas, 57)
Salat dinin direğidir. Salatın hakkıyla uygulandığı bir toplumda cehalet ve açlık olmaz.
Cehaletin ve açlığın olmadığı bir toplumda, zalimler insanları kandıramaz, ceplerini
dolduramaz. Dört halife döneminden sonraki Emeviler döneminde dinin salat yönünün
askıya alınması müşriklerin çıkarları ile örtüşmektedir. İslam'ın gözü açık, aydın, hayatın her
aşamasında aktif insanı, başkalarını sömürmeye ve onların sırtından para kazanmaya alışmış
kodamanların işine gelmemektedir. İslam, aydın ve karnı tok insanlardan oluşan bir barış
toplumu arzularken, mal düşkünü kodamanlar, cahil ve aç insanlar arzulamaktadır. Cehalet
insanları sömürmenin olmaz ise olmaz koşuludur.
Kur’an çevirmenlerinin salat kelimesini namaz ve dua olarak çevirirlerken düştükleri
çelişkilere birkaç örnek vermeyi yerinde görüyoruz.
Ahzab Suresi 56. ayete bir bakalım:
İnnellahe ve melaiketehu yusallune alen nebiyy, ya eyyuhellezine amenu sallu aleyhi ve
sellimu teslima.
Yukarıda Ahzab 56'nın transkripsiyonlu (çeviri yazı) çevirisini verdik. Dikkat edileceği üzere
iki yerde ''salli'' kelimesinin çoğulu şeklinde olan ''sallu'' kelimesi geçmektedir.
Şimdi Diyanetin çevirisine bakalım:
Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât
edin, selâm edin.
Diyanet, Kur’an’da 75 yerde geçen ''salat'' kelimesi ve türevlerini ''namaz'' ve ''dua''
anlamlarında çevirmiş olmasına rağmen burada ''salat''ı olduğu gibi bırakmış, ellememiştir.
Anlaşılacağı üzere Allah'ın peygambere namaz kılması ve dua etmesi anlamsız olacağı için,
''sallu'' kelimesi ''namaz'' ve ''dua'' anlamlarında çevrilememiş, kelime olduğu gibi ''salat''
şekliyle tercümeye alınmıştır.
Şimdi Süleyman Ateş çevirisine bakalım:
Allah’ı ve melekleri, Peygambere salât etmekte (onun şerefini gözetmeğe, şanını
yüceltmeğe özen göstermekte)dir. Ey inananlar, siz de ona salât edin, (onun şanını
yüceltmeğe özen gösterin); içtenlikle selâm edin (ona esenlik dileyin).
Süleyman Ateş de Kur’an çevirisinde ''salat'' kelimesini Diyanet gibi ''namaz'' ve ''dua''
anlamlarında almış, ancak o da bu surede salatı elleyememiş. Ancak diğer ayetlerde ''salat''ı
hep ''namaz'' ve ''dua'' anlamlarında çevirdiği için, bu ayeti de diğerlerine uydurabilme
gayreti içinde bolca parantez açarak, bir yerde ''Allah dua etmez namaz kılmaz ama
peygamberin şanını şerefini yüceltir'' demek istemiştir.
Şimdi Ahzab 56'yı burada yer alan ''salat'' kelimesinin anlamlarını vererek Sayın Hakkı
Yılmaz çevirisinden görelim:
Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'i destekliyorlar/o'na yardım ediyorlar/ o'nun için
gerekeni yapıyorlar. Ey müminler! Siz de o'na destek olun/o'na yardım edin/o'nun için
gerekeni yapın ve o'nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın!
Bu ayette, “Allah ve melekleri peygambere destek oluyorlar siz de destek olun”
denmektedir. Buradaki destek, bilfiil uylukları hareket ettirerek, çalışarak, çabalayarak,
yardım ederek, sorunları sırtlayarak, sosyal destekte bulunarak Peygambere ve dine yardımcı
olmak demektir.
Şimdi bir de Ahzab 43'e bakalım: Önce transkripsiyonlu çeviri.
Huvellezi yusalli aleykum ve melaiketuhu li yuhricekum minez zulumati ilen nur, ve kane
bil mu'minine rahîma.
Burada ''salv'' kökünden türeyen ''salli'' kelimesi ile karşı karşıyayız. Diyanet ve Süleyman
Ateş çevirilerine bakalım:
O, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size merhamet eden; melekleri de sizin için
bağışlanma dileyendir. Allah, müminlere çok merhamet edendir.
O (Allah)dır ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmet eder, melekleri
de (size acıyıp mağfiret dilerler. Allâh) inananlara karşı çok esirgeyendir.
Burada ''salli'' kelimesi Diyanet tarafından ''merhamet eden'' şeklinde çevrilmiş, Süleyman
Ateş'te ''rahmet eder'' şeklinde bir çeviri yapmış. Yine burada da görüleceği üzere Kur’an’da
yer alan ''salat'' kelimelerinin tamamını ''namaz'' ve ''dua'' olarak çevirmelerine karşılık, konu
Allah olduğunda ''salat'' kelimesine dokunamıyorlar.
Bir de Hud Suresi 87'ye bakalım; önce transkripsiyonlu çeviri:
Kalu ya şuaybu e salatuke te'muruke en netruke ma ya'budu abauna ev en nef'ale fi
emvalina ma neşa', inneke le entel halimur raşîd.
Süleyman Ateş çevirisi:
"Ey Şu'ayb, dediler, senin namazın mı sana, babalarımızın taptığı şeylerden yahut
mallarımız üzerinde dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi emrediyor? Oysa sen, yumuşak
huylu, akıllı(bir insan)sın!"
Diyanet çevirisi:
Dediler ki: “Ey Şu'ayb! Babalarımızın taptığını yahut mallarımız hakkında dilediğimizi
yapmayı terk etmemizi sana namazın mı emrediyor. Oysa sen gerçekten yumuşak huylu ve
aklı başında bir adamsın.”
Ayette toplumun kodamanları Şuayb'e bir soru yöneltiyor. Transkripsiyonlu çeviride
görüleceği üzere ''Sana salatın mı emrediyor... ?'' deniliyor. Ancak her iki çeviride de ''salat''
kelimesi ''namaz'' anlamında çevrilmiş ve sonuç olarak ''Sana namazın mı emrediyor?''
cümlesi ortaya çıkmış. Namaz, insandan Allah'a yönelik bir yakarmadır. İnsanın Allah'a
yakarması, insana hiçbir şey emretmez. Ancak insanın dini insana yapması gerekenleri ve
yapmaması gerekenleri emreder. Bu ayette ''salat'' kelimesi ''din'' karşılığı kullanılmıştır.
Buradan da Rabbimizin ''salat''ı neredeyse ''din''le eşitlediğini ve ''salat''a ne denli önem
verdiğini görüyoruz.
Şimdi Bakara 239. Ayete bakalım:
Fe in hiftum fe ricalen ev rukbana, fe iza emintum fezkurullahe ke ma allemekum ma lem
tekunu ta'lemûn.
Diyanet çevirisi:
Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, namazı yaya olarak veya binek üzerinde kılın. Güvenliğe
kavuşunca da, Allah’ı, daha önce bilmediğiniz ve onun size öğrettiği şekilde anın (namazı
normal vakitlerdeki gibi kılın).
Süleyman Ateş çevirisi:
Eğer (bir tehlikeden) korkarsanız, yaya yahut binmiş olarak kılın; güvene kavuştuğunuz
zaman, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği şekilde Allah’ı anın.
Burada yine Diyanet ve Süleyman Ateş çevirilerinde “namaz” kelimesi telaffuz
edilmektedir. Namazı olup olmadık o kadar çok yere koyuyorlar ki insanlara yürürken ya da
deve üzerinde namaz kıldıracak kadar ileri gidebiliyorlar. Ve yaptıkları bu çevirilerde de hiçbir
mantıksızlık görmüyorlar. Bu ayetin bahsettiği binit üzerinde zihinsel salat, yani zihinsel
destekttir.
Namaz Allah'a yapılan yakarıştır. Peygamberimiz zamanında salattan önce ifa edilmiştir.
Salat, namaz ile başlar. Ama namaz salat değildir. Aç mısınız? Yoksul musunuz? Mahallenizde
huzursuzluk çıkaran insanlar mı var? Kur’an öğrenmek mi istiyorsunuz? Mahallenizde
barınaksız biri mi var? Haydi, o zaman salata. Okumak istiyorsunuz ama üniversiteye gidecek
paranız yok. Üniversiteye gidiyorsunuz ama harcınızı yatıramıyorsunuz. Haydi, o zaman
salata. Mahallenizde yaşlı ve kendine bakamayan biri mi var? Sokak çocukları içinizi mi
acıtıyor? Haydi, o zaman salata. İnsanlık onur ve haysiyetine yaraşır bir yaşam istiyorsak
salatı tekrar ifa etmek mecburiyetindeyiz. İnsanları ve toplumu cehaletten ve yoksulluktan
kurtarmanın tek yolu salattır. İnsanlara iş imkanı sağlamanın, karınlarını kendilerinin
doyurmasını sağlamanın, emeğinin karşılığında onuruyla yaşamasını temin etmenin yolu
salattır. İnsanın madden, manen ve kültürel yönden sömürülmesini önlemenin tek yolu
salattır. Salatı bu denli ifa eden bir ülkenin önünde hiçbir güç duramaz.
Kur’an’daki tüm salat kelimesi ve türevlerini anlamına uygun şekilde salat olarak
çevirdiğimizde karşımıza şöyle bir sonuç çıkmaktadır. Bugün namaz vakitleri olarak bilinen ve
ezanla çağırıldığımız şey, namaz değil salattır. Namazdan önce yapılan ve adına abdest
dediğimiz temizlenme işlemi de namaz için değil salat içindir. Bu anlamda çevirmenlerin
bugün ''namaz'' diye çevirdiği ''salat'' kelimesinin geçtiği Kur’an ayetlerinin tümünün 2
analizlerini tekrar yapmak ve Türk Ulusunu bu hususta aydınlatmak zaruretleri vardır.
Şölen Can Evin
2
''salat'' kelimesi ve türevlerinin geçtiği ayetler (Ali İmran 39, Tevbe 5-11-18-54-71-84-103, Ahzab 43, Mearic
22-23-34, Müddesir 43, Maun 4, Nisa 102-103 Ahzab 56, Kıyamet 31, Ala 15, Alak 10, Bakara 3, 43, 83, 110,
125, 177, 238, 277, Nisa 43, 142, 162, Maide 6-12, 55, 58, 106, Enam 72-92-162, Enfal 3-35, İbrahim 31-37-40,
Meryem 31-55-59, Taha 14-132, Enbiya 73, Hac 35-41-78, Müminun 2, Nur 37-41-56-58, Neml 3, Rum 31,
Lokman 4-17, Mücadile 13, Cumua 9-10, Hud 87-114, Rad 22, İsra 78-110, Ankebut 45, Şura 38, Müzemmil 20,
Beyyine 5).
Download