Sadece İncelemek İçindir Ücreti Yoktur İnceledikten Sonra Siliniz ve Bulursanız Satın Alınız. Levent Şahverdi Arşivi <D Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları Meşelik Sokağı 2/3 Beyoğlu 34433 İstanbul www.iskulturyayinl:ıri.com.tr Kapak Tasarımı Birol Bayram Düzelti Necati Balbay Tasarım ve Uygu/,mıa Tipogrnf (02 1 2 ) 249 01 Ol Birinci Basını Ocak 2006, İstanbul ISBN 975-458-670-5 Basınıevi Şefik Matbaası (02 1 2 ) 472 15 00 Marmara Sanayi Sitesi M Blok 29 1 İkitelli 34306 İstanbul Levent Şahverdi Arşivi TÜRKiYE $BANKA.Si Kültür Yayınları istanbul'da işgal yılları i. Hakkı Sunata A nı Levent Şahverdi Arşivi Levent Şahverdi Arşivi İçindekiler MÜ TAREKE İSTANBULU Cepheden Eve Dönüş 11 Darülfünun'da Kiitipliğim 20 İzmir'in İşgali Haberi 29 İşgalcilere Karşı Sahtekarlık 54 İngiliz Tarzı: Olay Çıkar, İşgal Et 74 TÜ RKİYE CUMHURİYETİ'NE DOG RU Mustafa Kemal İstanbul'u Tanımıyor Sevres'e Doğru .... .............. . ... . . 91 101 Darülfünun'daki Hintli Askerler .. Ermenistan'la Harp ve Anlaşma 108 114 Londra Konferansı'na Doğru 120 İkinci İnönü Savaşı ......... 133 Sakarya Meydan Muharebesi 154 Büyük Taarruz ve Mütareke 165 Osmanlı Devleti'nin Çöküşü ve Lozan 172 Dizin . 183 Levent Şahverdi Arşivi Levent Şahverdi Arşivi Mütareke İstanbulu Levent Şahverdi Arşivi Darülfünun-ı Osmani Edebiyat Medresesi talebesine mahsus hüviyet varakası Numarası: 320 (üçyüzyirmi) İsim ve şöhret: İsmail Hakkı Efendi Mahall-i tevellüd: İstanbul Şube-i tahsil: Felsefe zümresine ikametgah: Çapa İbrahim Hadi Paşa Caddesi üç numerolu hane Dariilfiinun talebesine mahsus hukuk ve veziiifi '.htiva eden talinıat ve n izamnameyi tebliğ ve mütalaa eyledim. Bunlarla muayyen biitiin şeraite ve atien Maarif Nezareti'nce ittihaz edilecek mukarrerata itbaa ermeyi taahhüt ediyorum. İmza İhtar: Talebe bu hüviyet varakasını her zaman üzerinde taşımağa, müderrisin, muallinıin-i kiram heyet-i idare ve inzibat memurini taraflarından her talep vukuunda ibraz eylemeye mecburdur. Hüviyet varakası }'oklamalar ve imtihanlar için kat'iyen elzemd ir. Bu varaka olmaksızın hiçbir imtihana girilemez. Levent Şahverdi Arşivi Levent Şahverdi Arşivi Levent Şahverdi Arşivi Cepheden Eve Dönüş Kafkasya cephesinden başlayan ve üç hafta kadar süren dönüş yolcu­ luğundan sonra 17 Aralık 191 8'de ( 1 334) evime kavuşmuştum. İki gün dinlendikten sonra evden çık­ tım. Yangın yerlerinden geçerek Ç apa Kız Öğretmen O kulu'nun yanı na vardım. Ne büyük ve fela­ ketli bir yangı nmış bu. Oturduğu­ muz evin otuz met re yakınına ka­ dar yanmış İstanbul. Taa . . . Haliç kı yısında, Kü çükmustafapaşa'dan İ. Hakkı Sunata. başlamış, Fatih Camii'ni yakamamış. Marmara'ya doğru esen poyraz rüzgarı, Kocamustafapaşa'ya kadar, önüne gelen binlerce tahta binayı yakıp kavurarak, Samatya yakınlarına varmı ş. Her­ halde rüzgar kesilmiş ki, yangın deniz kıyısına ulaşamadan sön­ müş. Buraları havadan bombalansaydı bu kadar perişano lmaz­ dı. Yanan yerler mezarlıktan daha korkunç ve ıssız bir halde. Askerlik şubesine vardım. Dönüş kaydımı yaptırdım. Bir " hatıra" olarak saklamak için terhis kağıdımı vermedim. On­ da Gümrü ve Batum'un bizde olduğuna dair mühürler vardı. Bizim Darülfünun (üniversite) Ü çüncü günÜ niversite'ye gittim. Hukuk'a vardım. Fakülte mü­ dürü, Rauf Bey adlı nazik ve terbiyeli bir adam. Müdür mu11 Levent Şahverdi Arşivi avini, askere gitmeden önceki muavin Nuri Bey. Kendisi An­ karalı. Terhis kağıdımı göstererek fakültedeki kaydımı yeni­ ledim, üçüncü sınıfa girdi m . Tanıdığım arkadaşlardan birkaç kişi vardı: Hasan Dündar, Ali Galip, İbrahim Hakkı, İstepan, Aristo, Nafiz. Diğerlerini tanımıyorum. Ve ben on yedinci olarak gelmiştim. Dokuz yüz küsur mevcuttan on yedi. Ne kadar eksilmişiz. Derslere devama başladım. Kıymetli hocalarımız: Amme Hukuku, Veliyyütt in Bey; Usul ü Fıkıh, Seyyit Bey; Medeni Ka­ nun, Hacı Adil Bey; Devletler Hukuku, Nusret Bey. Ayrıca Mustafa Fevzi Bey ve Ebulula Bey gibi yine k ıymetli hocala­ rımız vardı. En iyi ders anlatan Seyyit Bey, ne yazık ki çok geç­ meden, " İttihatçı" diye yakalandı. Sonra İngilizler tarafından Malt a'ya gönderildi . Acı günler Her tarafta bir karamsarlı k vardı. İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri ve askeri polisleri sokaklarda dolaşıp duruyorlardı. Arkadaşlarımızdan Hasan Dündar ve Nahit gibi ileri atı ­ lanlar İhtiyat Zabitan Teavün Cemiyeti kurmuşlar. Yani, "Ye­ dek Subaylar Yardımlaşma Derneği. " Bana da haber verdiler. Hemen ben de girdim. Merkezimiz Beyazıt' taki Türk Ocağı. Milliyetçi ve ilerici gençlerin toplantı yeri . Bu sıralarda Hürriyet ve İtilaf Fırkası idareye ve hüküme­ te hakim durumda. Gerçi Tevfik Paşa gibi dürüst ve namus­ . lu bir sadrazam vardı.,, Meclis-i Mebusan henüz duruyordu.•· •· Fakat bu kargaşalı duru mda onların da pek sesi çıkmıyordu. Mondros Areşkesi'nden sonra İttihatçı liderler ülkeyi terk etti. İttihatçı­ lık varan hainliği olarak algılanıyordu artık. Bu koşullarda kurulan Ahmer İzzet Paşa kabinesinde (14 Ekim 1918) yer alan bakanlardan Maliye Baka­ nı Cavit Bey, Şeyhülislam Hayri Efendi, Rauf Orbay ve Dışişleri Bakanı Fet­ hi Okyar'a, İttihatçı oldukları gerekçesiyle Padişah Vahdertin'in itiraz etme­ si üzerine Ahmer İzzet Paşa istifa ederek kabinesini dağım (8 Kasım 1918). Yerine Tevfik Paşa ikinci kez sadrazam oldu (11 Kasım 1918). Tevfik Paşa kabinesinin 19 Kasım 1918'de meclisten güvenoyu almasıııdan bir ay sonra Meclis-i Mebusan , Padişah Vahdettin'in iradesiyle kapatıldı I> * ** 12 Levent Şahverdi Arşivi İşgal günlerinde İstanbul. Memleket i harbe sokan ve koca Osman l ı İmparat orluğu'na mezarcı lık yapan bir part iye mensup olduklarından ko lt ukla­ rı sallanıyordu. Gerçi İtt ihat çı ların kodamanları Almanlardan önce, bir Alman denizalt ısı ile memlekett en kaçmışlar, kalan İtt ihat çılar da Teceddüt (Yeni leşme) adı altı nda bir part i kur­ m uşl ar, ama ne de olsa şahıslar bell i olduğundan, İtt ihat çı ıl ­ ğ ı üzerl erinden söküp at amamışlardı . * Silahların teslimi İst anbul polis müdürü, Esat Paşa idi. Bizim Yedek Subay lar Yar­ dımlaşma Derneği'nden bazı arkadaşları çağırmış. Yedek su­ bayların t abancaları nı n t eslimini ist emiş. Bunlardan N ahit de, memleket in bu karı şı k ve geleceğin ne olacağı bilinmeyen za<J 121 Aralık1918). Bunun üzerine 12 Ocak'ta istifa eden Tevfik Paşa, e r­ tesi gün üçüncü kez sadrazamlığa atandı. * 11 Kasım 191 B'de kurulan Teceddüt Fırkası'nın yönetiminde yer alan yazar ve aydınlar arasında Yunus Nadi, Dr. Tevfik Rüştü Aras, İsmail Canbulat ve Galip Bahtiyar vardı. 13 Levent Şahverdi Arşivi manı nda hiçbir yedek subay tabancasını teslim etmez, ister­ seniz zorla alın, demiş. Esat Paşa, namuslu ve durumu tak­ dir eden bir adam: " Ben h ükümet adına söyl üyorum " demiş ve üstü kapalı zora gitmeyeceğini sezdirmiş. Bunu sınıfta Na­ hit bize anlattı . Bende tabanca yoktu. Ama evimde iki İngiliz mavzeri ve kasaturası ile beş yüze yakın da mermisi vardı . İngilizler bul­ sa epeyce tehl ikeli durum yaratırlardı benim için. Üç maaş Bu arada, hükümet bizim Yedek Subaylar Yardımlaşma Der­ neği'nin müracaatıyla mı, yoksa kendi düşüncesiyle mi, bir ka­ rar çıkardı . Terhis edilen yedek subaylara üç ay daha maaş ve erzak vereceklermiş: Aralık, ocak, şubat. Bunu İstanbul'daki kolordu merkezinden alacakmışız. Buna birçoğumuz sevindi. İkdam gazetesinde muhabirlik Hukuk'ta dersl ere gidiyorum, dışarıda da kendime iş arıyorum. Bir ara İkdam gazetesinde bir muhabirlik açılmış. Oraya başvurdum. Denemek için vazife verdiler. Bunların arasında bir de İaşe Umum Müdürü Melek Bey'in istifa edip etmediği­ nin tahkiki de yazılıydı.•· Bu umum müdürlük, Osmanlı Ban­ kası Yeni Cami Şubesi'nin karşısındaki binadaydı. Gazete ida­ resinden de bazı direktifler vermişler ve İaşe Umum Müdür­ l üğü'nde Niyazi Bey' den bu işi sorabileceğimi söylemişlerdi. Umum müdürlüğüne geldim. Melek Bey'in dairesini buldum. • Hükümetin bazı değirmenci lerle anlaşma yapıp, İstanbul halkının sırtın­ dan bazı kabine üyelerinin ve onların arkasındaki şebekenin büyük vurgun­ lar yaptığı ortaya çıkmıştı. Maliye, Nafia ve Evk a f N a zırlarının bu işte parmağı olduğu anlaşılınca bir tahkikat komisyonu kuruldu. Basın bu yol­ suzluk olayına günlerce yer verdi. Tevfik Paşa istifa ederek birkaç gün son­ ra kabineyi yeniden kurdu. Ama yolsuzluğa karışan Maliye, Evka f ve Na­ fia Nazırları yeni k abinede de yerini alırken yolsuzluğa karşı çıkan Dahili­ ye Nazırı (İçişleri Bakanı) k abineye alınmadı. 14 Levent Şahverdi Arşivi Umum müdürlük odasında toplantı varmış. İstanbul'un ek­ mek işi ihale edilecekmiş. Koridorda bir sürü açıkgöz çakal, aralarında şirketler kuruyorlar, İstanbul'u mıntıkalara ayırı­ yorlar, taksimler yapıyorlar; halbuki içeride ne kararlar ve­ rildiği, heni.i z belli değil. Bazı kişiler içeri girip çıkıyor. Herhal­ de bunlardan bir şeyler sızıyor. Ben Niyazi Bey'i sormuştum, "İçeride, toplantıda," cevabını aldım . Toplantı odasına girmek istedim. Kapıcı bırakmadı. Toplantı ikindiye kadar sürdü. Bir ara odanın kapısı açıldı, beyaz saçlı ve beyaz sakallı, kra­ vatlı, kolalı gömleğinin kolları dirseklerine kadar sıvanmış bi­ ri çıktı. Odacı ve orada bulunanlar biraz saygı ile kendisine yol verdiler. Ç ıktığı odanın kapısından içeriye bakıyorum. Epey­ ce kalabalık, on beş kişi kadar var. Büyükçe bir masa etrafın­ da otura otura bıkmışlar galiba, herkes ayakta. Hemen oda­ ya daldım. Birine sordum, " Niyazi Bey kim ? " diye, gösterdi . B u sırada telefon çaldı. Kimse konuşmaktan vazgeçip de telefona bakmıyor. Telefonun yakınında ben bulunuyorum . Mikrofonu aldım, " Alo kimsiniz?" dedi. " Ben, katip" dedim, arkasını getiremedim . "Siz kimsiniz? " Cevap: " Dahiliye na­ zırı.'' Melek Bey yok mu orada ? " Ben, " Galiba yok efendim," dedim. "Niyazi Bey?" " Burada efe ndim." Hemen Niyazi Bey'e seslendim, Dahiliye Nazırı'nın aradığını söyledim. Hemen koş­ tu telefona. Bakan ona da Melek Bey'i sormuş olacak ki, "Ap­ tes tazelemeye çıktı," cevabını verdi ve bir iki dakika devam eden konuşmadan sonra telefonu kapattı . Hemen Niyazi Bey'i yakaladım, "İkdam gazetesi muhabi­ riyim, Melek Bey'in istifa edip etmediğini anlamak istiyorum," dedim. O, " Görüyorsunuz işte vazifede, ne diyeyim başka . . . " diye Melek Bey'den bezginlik geldiğini gösteren bir edayla ce­ vap verdi. Anlaşıldı, istifa etmemiş. İstanbul'un ekmek taahhüdünü alacak olan zengin bir Rum imiş. Dışarıdaki çakallar da ondan koparacaklarmış ek­ mek bölgelerini. İkindi namazı kılmak için aptes tazelemeye • Mustafa Arif Bey. 15 Levent Şahverdi Arşivi çı kan Melek Bey gibi bunamı ş kı lı klı bir adam, böyle dala­ vereli işi nasıl başarır, bilmem. Böyle bir vazifeye piyasanın kurdu olmuş bir ada mı n getirilmesi lazı m. Kendi kendime ha­ yıflanarak odadan çı ktım. Dışarıda, "İttihatçıların tevkifini yazıyor" yaygarasıyla ak­ şam gazeteleri satılı yordu. Anladı m ki İttihatçıların ileri ge­ lenleri tutuklanmı ş . ikdam yurduna geldim. Adı nı bilmediğim biri oturu yor­ du. Bana, " Otur, gördüklerini yaz" dedi. Masanın kenarı na bir sandalye çektim, oturup yazdım. " Bana ne verebileceksiniz ? " dedim. " Ayda yirmi lira. Her sabah gelecek, vazifeni buradan a lacaksın . " Yirmi lira, bütün g ü n akşama kadar koş, havadis toplaya­ cağı m diye uğraş. Düşündüm. Yazı mı bı raktı m, eve geldim. Çok yorulmuşum. Öğleden sonraki bu çalışmayla bu kadar yoru­ lursam, yarı n sabahtan akşama kadar çalışı rsam derslerimi na­ sı l yetiştirebilirim? Hukuk'un ikinci sınıfından dört ders borçluyum. Ceza Muhakemeleri Usul ü Kanunu dersi de şim­ di ikinci sınıfta okutuluyor. Onu da eklersem beş ders. Bun­ lardan hemen imtihana girmem lazım. Müdüre sordum: " Ça­ lı ş, hazırladığın dersten hemen imtihana girersin " dedi. Ü çün­ cü sınıfa devam ediyorum. Bu sene onun da derslerinden im­ tihana girmem lazım. Vazgeçtim gazete muhabirliğinden. Bundan üç gün sonra da Melek Bey'in İaşe Umum Müdürlüğü' nden çıkarıldığını okudum gazetelerde. Karabet'in gelişi Gelişimden bir ay kadar sonra bizim Karabet salına salına sı ­ nıfa girdi. Birbirimizi bulmaktan sevinç duyduk. Babasını , ana­ sını sordum. "Ne yazık ki onları Deyrizor'a sürerken yolda öl­ dürmüşler. Kardeşim Parseh de bu yolda gitmiş," dedi . Kara­ bet' e, "Asıl senin gitmen lazı mdı. Senin uğruna o zavallı günah­ sızlar gitmiş" diyecektim, diyemedim. Zavallı adam oğlunun Taşnak komitesine girmesiyle kendisinin başı na ne bela geti16 Levent Şahverdi Arşivi receğini sezip, oğlunu bundan vazgeçirmeye uğraşmam için rica etmişti. Karabet'in kendisi asker olarak kurtuldu. Onun yerine babası ile anası ve kardeşi ölüme gitmiş. Karabet ar­ tık Türklerle birleşmeye imkan kalmadı ğını söyl edi ve herhan­ gi bir cemiyete katılmadı. Ama benimle arkadaşlığı na hiçbir bozukluk gelmeyeceğine de teminat verdi. Kendisi hakikaten Batum'da, Enver Paşa'nın kayı nbirade­ ri Şehzade Cemalettin Efendi' nin maiyetindeymiş. Rahat ça­ lışmı ş . Leon Efendi Müslüman olmuş Birkaç gün sonra da birinci sını ftan tanı dı ğı m Leon Efendi gel­ di. Leon Efendi yedek subay da olamamıştı . G özleri sakattı. Kendisi Amerika'dayken Meşrutiyet' in ilanından sonra Tür­ kiye'ye dönmüş, tahsiline devamla hukuka girmişti. " Asker olmadı ğı na göre sen nası l sağ kaldı n ? " diye sor­ dum. Şakacı bir arkadaştı. "Müslüman oldum, Müslüman" dedi. "Sürüyorlardı beni de. Konya Ereğlisi'ne varmı ştık. Bir fı r­ satını bul arak kaçtım köylere. Müslüman olursan seni köyü­ müze hoca yaparız dediler. Ölüme gitmektense Müslüman olup yakayı kurtarmak lazım. Hemen, 'La ilahe i llallah, Muham­ meden Resulullah' dedim. Müslüman ol mak bu kadar kolay­ mış." Ben, "O kadar kolay değil, bir de sünnet olacaktı n " dedim. Leon, " O ldum, oldum. Onu da kestiler. Kafamı n kefare­ tini böyle ödedim" diyerek güldürdü bizi. Nüfus kağıdını da gösterdi. Leon Efendi böylece kurtulmuş. Köyde öğretmenlik yapmış. Ben, "Şimdi ne yapacaksı n ? " diye sordum. "Hukuk'u bitireceğim, imtihanları vereceğim. Patrikhane bizi himayesine aldı. Ondan sonra tekrar Amerika'ya gidece­ ğim. Oturmam artı k Türkiye'de" dedi. Patrikhane Karabet'i de himayesine almış. O da birlikte bi­ tirecek Hukuk'u. Sonra ne yapacağı nı kararlaştı rmamış. 17 Levent Şahverdi Arşivi İngiliz askerleri l-iatbi3ıe Kışlası bahçesinde. İk inci sınıfta ik en bir Ceza Kan unu hocamız vardı. Diran Yedganyan Efendi. Centilmen,k ibar, nezak etli ve terbiyeli bir adamdı. O zavallıyı da Taşnak k omite sine mensup diye Bile­ cik 'e sürmüşler. Orada tifoya tutulmuş, ölmüş. Galiba bu Ermeni meselesinde birçok günahsız boşu bo­ şuna sürülmüş veya yollarda öldürülmüş. Suçlu suçsuz ayırt edilmemiş. Bizim ok uduğumuz "Halk " teorisine uymuyor bu işler. Bunun hük ümetçe nasıl uygulandığını, tabiik i bilmiyorum. İngilizler ve şımaranlar 1 9 1 9'un ( 1 335) ocak ayı geçti. Limandak i düşman gemileri ek ­ silmiyor, artıyor gibi. İstanbul'u işgal eden galip devletlerden, en ziyade İngilizler düşmanlık larını gösteriyorlar. O nlar ne­ dense bizlere çok diş biliyorlar. Buk ızgınlığın içinde, Ç anak ­ k ale mağlubiyeti de yer a lıyor gibi geldi bana. Fransızlar, İtal­ yanlar ok adar düşmanca davranmıyorlar. İ ngilizlerink urdu­ ğu polis teşk ilatı ,k anatlarını, bütün Hıristiyan topluluk ların üzerine germiş durumda . Bundan dolayı Rumlar ve Ermeni­ ler şımarmış halde. Benim mahallem, sessiz ve fak ir bir Müs18 Levent Şahverdi Arşivi lüman m ahallesi olduğundan baskı görm üyoruz. Fakat Beyoğ­ lu tarafı , artı k tamam ıyla bize düşman durumda. Benim de şim­ dilik o tarafla ilgim yok. Particilik Bizim Yedek Subaylar Yardımlaşma Derneği Türk Ocağı'nı mer­ kez yapı nca iktidar partisi tarafı ndan lekelendi. Gerçi henüz H ürriyet ve İtilaf Fırkası iktidarda değil. Ama, her tarafta ga­ lip bir durum göstermeye çalışıyor ve bizim yardı mlaşma ce­ miyetine yan gözle bakıyor, "İttihatçı " damgası nı vurm ak is­ tiyor. Bu düşünceyle karşı mıza "Osm anlı İhtiyat Zabitan Cemi­ yeti " yan i Osmanlı yedek subaylar cem iyeti, diye bir cem iyet çıkardılar. Onlar da yedek subay ama, Osmanlı sıfatını ta şı­ yor. Gerçi biz de Osmanlı hükümetinin tebaasıyız am a, ön­ ce bunun nedenini anlayamamıştık. Sonradan Damat Ferit Pa­ şa sadrazam olduğu zaman,<· Osmanlı yedek subaylar daha kuvvetli bir himaye görm eye başladılar. İşittiğimize göre açık­ ta olanları na da iş buluyorlarmış. Hatta başkanları nı Şile'ye kaymakam tayin etmişler. Karabet'le arkadaşlığımız Derslere çalı şıyorum. Bazen Karabet'le buluşuyoruz. Millicilik bakı mından düşman olsak da bu, arkadaşlığım ızı zedelemiyor. Beraber ders çalışm aya devam ediyoruz. Bazı derslerdem un­ tazam not tutuyorum. Bunun Karabet'e de faydası oluyor. Ken­ disi Kumkapı'da, bir Ermeni evinde pansiyoner. Muhit, sürgün edilm emiş Ermenilerin muhiti. Patrikhaneleri de o civarda. İ ş aramaktan da geri kalmı yorum . Ancak hukuka deva­ mıma mani olmayacak bir iş bulmam gerek. ,. Üçüncü Tevfik Paşa Hükümeti 3 Mart 1919'da İstifa edince Vahdettin ye­ ni kabineyi kurmakla damadı Ferit Paşa'yı görevlendirdi (Birinci Ferit Pa­ şa Kabinesi) (4 Mart 1919). 19 Levent Şahverdi Arşivi Darülfünun�da Katip/iğim Şubat sonlarına doğru Darülfünun umum müdürlük kal emin­ de bir katiplik açı lmış, yedi yüz kuruş maaşlı. Ç ok bir şey de­ ğil, bir teğmen maaşı . Zaten şubat sonuna kadar yedek su­ baylı ktan maaş alı yoruz. Martta da katiplikten almaya baş­ ladı m . Hukuk'u bitirinceye kadar bu işte çalı şırım, diye dü­ şündüm. Katiplik imtihanına girdim. Sekiz kişiydik. Ç oğu da öğrenciydi. Birkaç gün sonra kazandı ğımı bildirdiler. Sevin­ dim. Tayin için sağlı k raporu, şehadetname (diploma), iyi ah­ lak kağıdı ve buna benzer şeyler istediler. Hazı rladım. Yal ­ nız Vefa 'dan a ldığım şehadetname, Hukuk Fakültesi'ndeki ta lebe dosyasındaymış. Vermediler. Tal im ata aykırı dediler. Fakülteden çıkarsam veya i lgimi kesersem o vakit verecek­ lermiş. Başkatibe bunu anlattım. Buna göre bakanlığa tayinimi yazdı lar ve hukuk öğrencilerinden olduğumu da bu yazı da be­ lirttiler. Bakanlı k, talebeni n memur olamayacağını bildirerek tayinimi geri çevirdi. İ dare Hukuku hocamız Muslihi ttin Adil Bey bakanlı kta müsteşardı. Onu bulup durumu anlattım. "Tekrar yazsı nlar" dedi. Yazdılar. Hukuk'u bitirip öğrencilikle ilgimi kestikten sonra vazifeye başlamak üzere tayinimi yaptılar. Yine bana fay­ dasız. Hukuk Müdürü Rauf Bey'e başvurdum. O da öğrencilik­ le memurluğun birleşemeyeceğini söyledi. Darül fünun talimat­ namesini buldum, inceledim. Doğruymuş. Öğrencinin memur olamayacağı nı yazıyor. Halbuki öğrenciler arasında memur olanlar vardı. Bunun nasıl tevil edileceğini sordum. Müdür Bey, 20 Levent Şahverdi Arşivi 1909-1923 arasında Darülfunun (Veznecilerdeki Zeynep Hanım Konağı). onların memurken Hukuk'a müracaat la yazı ldıklarını söyle­ di. Ben de birkaç gün düşündükt en sonra bir dilekçe yazdım. Hukuk öğrenciliğinit erk ett iğimi ve lise şehadet namemin ge­ ri verilmesini ist edim. Müdür, "Tahsil it erk et mek olur mu ? Şurada kaç kişisiniz" dedi. "Şehadet namemi alacağım. Bir suret ini bakanlığa gönde­ receğim. Fakült e ile il gimi kest iğimi bildireceğim. Vazifeye baş­ layacağım. Ondan so nrat ekrar size gelip, şehadet namemi ve­ rip kaydımı yenileyecek ve derslere devam edeceğim," dedim. Müdür, "Allah, Allah," dedi, "olur m u böyle şey? Dur be­ raber umum müdüre gideli m . " Darülfünun u m u m m üdürü, Riyaziyeci Salih Zeki Bey'di (Sayar). Hast alanmışt ı. Akıl arızası nedeniyle Tıp Fakült esi ak­ liye ve asabiye kısm ına yatı rılmışt ı. Bakanlık da Salih Zek i Bey'in vazifesine son vermiş, yerine d e Edebiyat Fakült esi Mant ık Müderrisi N ai m Bey'i (Babanzade Ahmet N aim) t a­ yin et mişt i. (Zavallı Salih Bey iyi olamadı, birkaç ay sonra öl­ dü.) Hukuk Müdürü Rauf Bey'le, yeni Umum Müdür N ai m Bey'in huzuruna çıkt ık. Rauf Bey bana, " Anlat " dedi. 21 Levent Şahverdi Arşivi Naim Bey'in gösterdiği anlayış Ben de durumumu ayrıntılarıyla anlattım: Dört buçuk sene so n­ ra harpten döndüğüm ü, babamın harp içinde öldüğünü, an­ nem ve kardeşlerime bakmak zo runda o lduğumu, müsabaka imtihanını kazandığımı ve başvurma so nunda bakanlığın Hu­ kuk'u bitirerek ta hsille ilgimi kestik ten so nr a vazifeye başla­ mak üzere beni umum müdürlük kalemine t ayin ettiğini, ben de Hukuk'tan lise şehadetnamemi alarak ilgimi keseceğimi ve vazifeye başlayacağımı, birkaç gün so nra tekrar Hukuk'a mü­ racaat ederek kaydımı yenileyeceğimi anlattım. Naim Bey, "Bu, ne biçimsiz talimatname, ne biçimsiz iş. Bir genci şimdiden böyle yo llara sevk etmektense biz bir ya­ lanla bunu do ğru yo la ko yal ı m " dedi . Başkatibi çağırdı. " Hakkı Bey şimdi vazifeye başlasın, siz de bakanlığa bir yazı yazın: Ha kkı Bey Hukuk'la ilgisini kesmiştir, vazifeye başlattırılmıştır. Gereği nin yapılması, de­ yin " emrini verdi. Bana da, " Haydi git, vazifeye başla. Sabah­ ları derse gidersin. Öğleden so nra kalemde vazifeni yaparsın" dedi. Başka. tipleo dadan çıktık. Benim hukuka devam edeceği­ mi başkatip de işitmişti. Kaleme geldik, masama o turdum. Va­ zifeye başlama kağıdı nı yazdım. Naim Bey i mza etti. Kıitipliğe başladım Böylece 3 1 Mart 1 9 1 9 ( 1 335) tarihinde sivil devlet vazifesine ba şladım. Bu işi yo luna ko yuncaya kadar üç haftadan fazla zaman geçmişti . Artık içim rahattı. Çalışmam da düzene gir­ di. Kalemde bir başkatip muavini iki de katip vardık. En az ma­ aşı o lan bendim. Fakat bu, alınan erzak ve pahalılık ilavele­ riyle ayda o tuz lirayı geçiyo rdu. Öğleye kadar derste, akşama kadar da vazifedeydim. Ar­ tık Fen ve Edebiyat'taki vazifelileri tanımaya başlamıştım. Ede­ biyat Fakültesi Müdürü Behçet Bey, Fen Fakü ltesi Müdürü Namık Bey'di. Edebiyat Fakültesi dört bölümdü: Edebiyat, fe l22 Levent Şahverdi Arşivi sefe, tarih, co ğrafya . Fen Fakültesi riyaziyyat, tabiyyat, kimya ve fizik şubelerine ayrılmıştı. Tıp Fakültesi Haydarpaşa' daydı. Onun bölümleri hakkında b ilgim yo ktu. Edebiyat Fa kül tesi başkatibi, şair Kesriye li Sıtkı Bey; Fen başkatibi, Cemal Bey' di. İyi arkadaşlardı. O zamanki üniversite teşkilatı Harpten önce, yani 1 914 A ğusto su'na kadar üniversitenin adı " darülfünun" idi ve yalnız erkeklere mahsustu. Fakültelerin adı da "şu'be" idi. " Bölüm" demek, bu "şube" kelimesi. Fa­ kültelerin adı, harp içinde bir refo rmla "medrese" ve ho cala­ rın adı da "müderris" o lmuş. Hukuk medresesi, fen, edebiyat ve tıp medr eseleri gibi. Ho calarda o rdinaryüs pro fesör karşılığı "müderris " , pro ­ fesör karşılığı " muallim." "Müderris muavin i " şimdiki do ­ çent karşılığı idi. Ve yine harp içinde bir refo rm daha yapılmış, kızlar için de bir Darülfünun açılmış. Fakat bu, üniversite içinde bir ha­ rem dairesi şeklinde tatbik edilmiş. Öğleden önce erkek öğ­ rencilero kuyo r fakültelerde. Öğleden so nra erkekler çıkınca kızlar derse giriyo r. Kız üniversitesi " İnas Darülfünunu" di­ ye adlandırılmış. Kızlar çarşaflı ve yüzleri açık giriyo rlar ders­ lere. Kızlar en ço k co ğrafya, tarih, kimya, edebiyat ve felsefe bölümlerine kabul edilmişler. Ben vazifeye girdiğim zaman hu­ kuk birinci sınıfında üç kız talebe vardı. Tıp fakültesi kızla­ ra kapısını açma mıştı . Hukuk'taki teşkilat Harp içinde Hukuk üç seneye ind irilmi� . Harprcıı iinc e bu, dört seneydi . Ben birinci sınıfa hiç dev�ım etmemiŞiim. Y a l­ nız ho caları tanıyacak kadar, bir hdtan111 günleri ınikc"ı,-ı ders­ lere girm iştim. İkinci sınıfa munt azam devam ctnıişri,ıı. L;Ln o rada da 23 Levent Şahverdi Arşivi Darülfünun öğrencileri bir tören sırasında. sekiz dersten dördüne haziran ve temmuz aylarında girmiş, dördünü de eylül devresine bırakmıştım. Ben harpteyken yapılan teşkilatta hukuk tahsili üç sene­ ye indirilmiş. Bu müddeti bitirince mezuniyet şehadetnamesi ( diploma ) veriliyor. Mezuniyet sınıflarından sonra bir yıllık doktora sınıfı eklenmiş. Buna " doktor" unvanını almak iste­ yenler devam ediyorlar. Üçüncü sını fa, dördüncü sınıftaki dersler de eklenmiş. Ben geldiğim zaman bu sınıfta on bir ders vardı. Adli Tıp dersi kal­ dırıldı. On ders kaldı. Müderrisler meclisinin (profesörler ku­ rulu) verdiği karar mucibince, borçlu olduğumuz derslere her vakit girebiliyorduk. Kalan imtihanlara giriş Dersi hazırlayan, hocasını buluyor, boş bir odada imtihan olu­ veriyordu. Mecelle'den Hafız Şevket Hoca'yı yakalayıp im­ tihana girdim. On numara aldım. Hukukta aldığım biricik tam numara bu. 24 Levent Şahverdi Arşivi Ceza Usulü Muhakemesi hocası, Yusuf Ziya Bey'di. Bu ders şimdi ikinci sınıfta okutuluyor. Ben asker olmadan önce üçün­ cü sınıfın dersiydi. Bu dersi hocadan okumuş sayılmam. Ho­ cayı ta nımak için bir defa dersine girmiştim, o kadar. İmtihana hazırlandım. Hem önceden okunan ceza usulü kitabını okudum, hem Yusuf Ziya Bey'in formalarından ça­ lıştım. Arkadaşlar Yusuf Ziya Bey'den çok korkuyorlardı. İm­ tihanda haşlıyormuş çocukları, numarası da kıtmış. Bir gün hocayı yakaladım, "İmtihan" dedim. "Peki " dedi. Hemen müdür Rauf Bey'in odasına girdik. Rauf Bey de ora­ daymış. Ben sorduğu bahisleri anlattım. Karara bağlanmış hü­ k ümlerden bahsederken, " Evvelce buna, kaziyye-i muhkeme (kesin hüküm) denirdi. Siz formanızda bunu 'emri mukzi' ola­ rak kabul etm işsiniz" dedim. Yusuf Ziya Bey, " Sen hiç derse devam etmedin mi ? " dedi. "Hayır, devam imkanı olmadı. Harpten önce bu ders üçün­ cü sınıfta okunuyordu . Ben harpten gelince bu dersin ikinci sınıf dersleri arasında okunduğunu gördüm. Ben ise üçüncü sınıfa devam ediyorum. Anca k bir-iki dersinize girebildim, o da üçüncü sınıf derslerimi feda ederek" dedim. Hoca, " Yaa . . . " dedi. " Eski tabir ' kaziyye-i muhkeme'dir. Ben bunu ' emri mukzi'ye çevirdim." Ben, " Evet" dedim ve doğrularını tekrarladım. Hoca, "Kaç numara istiyorsun, al kağıdına yaz, imzalaya­ yım " dedi . Ben tereddüt ettim. Müdür Rauf Bey "on yaz" di­ ye işaret ediyordu. Bense terimleri yanlış bellediğim için mah­ cuptum. Hoca, " Söyle, kaç numara istiyorsun ? " diye sordu. Ben, mütevazı bir edayla, " Dokuz" dedim. Hoca hemen dokuz numarayı verdi, çıktı dışarıya. Arka­ sından da ben. Kapıda bekleyen arkadaşlar, "Kaç numara ver­ di ? " diye soruyorlar. Ben, "Dokuz" dedim. Arkadaşlar, " Çok sıktı m ı ? " dediler. Ben, "Hayır, korkacak bir şey yok Ziya Bey'in imtihanın­ dan" dedim. Ama on numara istemediğime de pişman oldum ve böylece ikinci sınıfın imtihanlarını verdim. 25 Levent Şahverdi Arşivi İşgal kumandanı d'Esperey limanda. Heyecanlı havadisler Bu sıralarda, Selanik' teki İngiliz ve F ransız Orduları Başkuman­ danı Franchet d' Esperey İstanbul'a geldi. Alman tarafları dev­ letlerin çöküşü önce Selanik cephesindeki Bulgar o rdusundan başlamıştı. So nra arkadan sırasıyla Avusturya, Türkiye ve Al­ manya çöktüler. Bu yüzden Franchet d'Esperey bir efsane kah­ ramanıo lmuştu ve İstanbul'a en büyük galip kumandan o la­ rak geliyo rdu. Bütün H ıristiyanlar, Avrupalı geçinen L evantenler, kendi­ sini beyaz bir ata bindirerek, yo llara halılar sererek ve her ta­ rafı Fransız bayraklarıyla do natarak, büyük bir fatih gibi çıl­ gınca alkışlamışlar. Ben o nu n geldiğini ve alk ışlandığını da ­ irede işitmiştim, ama nasıl o lduğunu bilmiyo rdum. Ertesi gün Süleyman Nazif Bey'in "Kara Bir Gün" başlı­ ğıyla yayımladığı başmaka leyi o kuyunca durumun veya du­ rumumuzun ne kadar acıklı ve ezicio lduğunu anladım. İstanbul adeta ikiye ayrılmıştı. Galata ve Beyo ğlu tarafı ar­ tık bizden ko pmuş, İngiliz, F ransız, İtalyan, Amerikalı ve Yu­ nanlılarla e ntern asyo nal bir memleket o lm uştu. 26 Levent Şahverdi Arşivi istanbul tarafı ise, mağlup o lmanın bütün ağır yükünü ve acısını taşıyan bahtı kara bir yer. Bir ara, istanbul'un, enternasyo nal bir hale getirileceği hak­ kında Reuter Ajansı'nın bir telgraf ı gazetelerde yazıldı. O gün bütün arkadaşlar, dersleri terk etti. Ko nferans salo nunda öğ­ renci hatipler söz alarak yapılacak hareket i heyecanla ileri sür­ meye başladılar. Her ağızda n bir ses çıkıyo rdu. Daha do ğru­ su ne yapacağımızı bilemiyo rduk, dertleşiyo rduk. Derste öğrenci lerini bulamayan ho calar da, bizleri araya­ rak ko nferans salo n una geldiler. Ho calarımızdan Rıza Tev­ fik Bey de kürsüye çıktı. Reuter Ajansı'nın yalan yanlış bir ha­ berine heyecanlanarak böyle telaşa kapılmamamızı ve Reuter Ajansı'nın bir ticaret şirketi o lduğunu, her isteyenin buna pa­ ra ile havadis uçurtabileceğini ve kend isinin bunu tahkik ederek bizlere hakikati bildireceğini söyledi. Fransız Edebiyatı Tarihi ho cası Şerif Bey de heyecanımızı haklı bulduğunu, fakat işin aslını öğrenmeden bir şey yapı­ lamayacağını a nlattı . Ertesi günü öğrendik ki Reuter Aj ansı'nın bu telgrafı bir esasa dayanmayan ve belki bizdeki Hıristiyanların duygula­ rını o kşayan tertipli bir telgrafmış. Öyle ama, Paris'te to pla­ nan Dört Büyükler'e (Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya), böy­ le bir şey düşünmeyi hatırlatmak istiyo r bunlar. Bazı hocalarımızın tutuklanması ittihatçıların tevkifi sırasında bizim Usulü Fıkıh ho camız Sey­ yit Bey'le, Mecelle ho camız Hacı A dil Bey tevkif de edilm iş­ lerdi. Bu kıymetli ho calarımızdan mahrum kaldık. Seyyit Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin mecliste grup başkanı idi. Hacı Adil Bey de kuvvetli bir ittihatçı idi. Fakat derste hiçbir vechile siyasetten bahsetmezlerdi. Her ikisi de en bilgili ve en güzel ders anlatan ho calarımızdı. Onlar gittikten so nrao ders­ lerin tadı kalmadı. Diğer ho calarımız da,o kuttu:d arını iyi bilen ve bildiği ka­ dar iyi anlatanlardı. Bunlarla kör to pal derslerimiz ilerliyo rdu. 27 Levent Şahverdi Arşivi Wilson prensipleri Bu on dört maddeden ibaret, meşhur prensipleri, azar azar ve zamanla toplayabildim. Bunu herkes söylüyo r, fakat "anlat" de­ yince bilmiyo rdu . On dört maddeyi de toplamak çok güç oldu . Şimdi buraya geçiriyo rum: 1. Gizli siyasete başvurulmaksızın gerçekleştirilecek açık bir barış. 2. Ekonomik engellerin mümküno lduğu nispette kaldırıl­ ması. 3. Silahların azaltılması. 4 . Devletlerin birbirlerine, bütün milletlerin milli güven­ liğini sağlayacak garantiler vermesi. 5. Sömürge meselelerinin tarafsız bir a nlayışla, halkları­ nın isteklerini göz önünde tutmak şartıyla çözülmesi. 6. Barış zamanında o lduğu gibi, savaş zamanında da de­ nizlerde tam bir dolaşma hürriyeti. 7. Bağımsızlığını sınırla ndırmak içi n hiçbir teşebbüse gi­ rişmeksizin Belçika'nın boşaltılması. 8. Alsas-Loren'in Fransa'ya geri verilmesi. 9. Denize çıkışı olan hür bir Polonya devletinin yeniden ku­ rulması ve Rusya'nın kendi politik gelişmesini serbestçe ta­ yin edebilme hakkı. 1 O. İtalya sınırlarının milliyetler sınırına göre düzeltilmesi. 1 1 . Balkanlar'da tarihin yarattığı milliyet farkları ve sa­ dakat yemini bağları esası üzerine toprakların taksimi için dostça görüş teatisi. 1 2 . Osmanlı devleti nin tebaası o lan milletler için, bağım­ sız bir gelişme imkanı sağlanması. 13. Avusturya- Macaristan milletleri için en yüksek bağım­ sız gelişme imkanları. 1 4 . Büyük küçük bütün devletlere karşılıkl ı siyasi bağım­ sızlık ve toprak bütünlüğü teminatı vereb ilmek için bir Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) kurulması. 28 Levent Şahverdi Arşivi İzmir'in İşgali Haberi 1 5 Mayıs 1 9 1 9 ( 1 335) günü Yunanlılar İzmir'e ask er çık armış. Bu,o gün öğleden so nra dediko duk abilinden söylenmeye baş­ ladı . 1 6 Mayıs tarihli gazetelerde bunun do ğruluğu meydana çık tı. Yunan ask eri Ko rdo n'a çık ınca, h ük ümetin emriyle, İzmir valisi, ask erlik k alem reisi ve daha bazı ileri gelenlerk arşı la­ maya çık mışlar. Çünk ü Yunanlılar do stça geliyo rlarmış. Bu, ne biçim hük ümet k i böyle emirleri veriyo r. Güya Paris'tek i D örtler (Dörtler Ko nseyi) bunak arar vermişler. Karaya çık an Yunan ask erleri, İzmir Metro po liti ve yerli Rumlar tarafından k arşılanmış. İlk çık an ask erler Ko rdo n' dan Kışla'ya do ğru iler­ lemeye başlamışlar. Bu sırada Vali İzzet Bey ve Albay Süleyman Fethi Bey, " ho ş geldiniz" demek için herhalde, bunlara do ğru ilerlemeye baş­ lamışlar. Yunan ask eri, şımarık Rumlarla sarılı, geliyo rmuş. Bu yerli Rumlar o nları k arşılamaya gelen bizimk ileri sarmışlar, "Zito Venizelo s" diye bağırmalarını istemişler. Ötek iler ga­ liba bağırmış, al bay, bağırmamış o lacak k i o nu süngülemiş, öldürmüşler. Müslüman ve Türk İzmirliler, Mezarlık başı mevk iinde to planmışlar, ama bir k arar a labilmişler mi bilmem. İlk havadisler bunlar. 1 7 Mayıs güni.i bütün üniversite öğrencileri heyecan için­ de, üzüntüden ders dinlemeye mecal yok ,o k adar sinir bo zuk ­ luğu içindeyiz. Öğrenciler derslere gitmedi,ko nferans salo nunda to plan­ dı. Ben hem memurum, hem talebe. Ben de gittim. İlk heye29 Levent Şahverdi Arşivi Yunan Ordusu lzmir'de. Levent Şahverdi Arşivi canlı ko nuşmalardan so nra Rum asıllı tale be el ri n bu to plan­ tıdan çıkması te kli f e di ldi. Bunu te k il f ede n Hasan D i.in­ dar'dı, bi zi m sınıftan . Yi ne bi zi m sınıftan A nado lulu bi r Rum asıllı arkadaş, şi d­ de tle buna mukabe el e tti . "Ne hakla be ni çıkarmak i sti yo rsu­ nuz? Be n, bu vatanın e vladı de ği l mi yim? Bu ko lumu bu va­ tan uğrunda kaybe tme dim mi ? " di ye bağırara k harpte yara­ lanıp, ke si lmi ş o l an so l ko lunu göste rdi . Hasan D ündar haklı bir te kli f yapmıştı. Rum asıllı arka­ daşın da müdafaası kuvve tli ydi. A caba bu arkadaş, Rumca bi l­ meye n ve kili se le ri nde Türkçe i ba de t e de n Ti.irk asıllı Orto ­ do kslardan mıydı ? Bi z bunlara he p Rum di yo rduk. Bir karar ve re me di k. A caba Rum asıllı de diği m iz tale be bui ddi asında sami mi miydi , te re ddi.ite düştük. Onlar kaldılar, çıkmadılar. F akat art ık çe ne si kuvve tli o lanlar, ne yapıl ması ge re kti ği hakkında daki kalarca söz söylüyo rlardı. To plantıyı duyan dı­ şarıdaki ye de k subaylar ve öte ki yükse ko kul öğre ncile ri ve bir kısım gaze te ci el r de ge lmişle r. Be n yarı ta el be , yarı me mur durumunda to plantıdayım. Bu gürültü ile vakit öğle yi ge çmi ş, üni ve rsite ni n kızlar kıs­ mı öğre ncile ri ge l mi şle r de rse . Ho caların bi r kısmı da salo n­ da, bizi " ne yapacaklar" diye se yre di yo rlar. Bi r kısmı da ko n­ fe rans salo nunun kapısı yanındaki o dalarda o turuyo r. Kız öğre nci el r,e rke kle rin to plantı halinde o lduğunu duyun­ ca, o nlar da zate n he ye canlılar, he psi to planmış, ge ldi el r ko n­ fe rans salo nuna. Erke k tale be le ri n arasında ye r bulup o tur­ dular. Naim Bey harem derdinde Be n kah kale me gi diyo rum, kah ko nfe rans salo nuna ge liyo rum. Bu arada kız öğre ncile rin,e rke kle rle karmakarışık to plandı­ ğını müdürü umumi Nai m Be y'e habe r ve rmi şle r. Be ni çağır­ d ı . Kızların da ko nfe rans salo nuna ge il p ge lme di ği ni so rdu. Be n kızların da çarşaflı o larak to plantıya katıldığını söyle dim. Naim Be y, " Karmakarışık mı o turuyo rlar ? " de di . 31 Levent Şahverdi Arşivi Ben, " Evet" dedim . Naim Bey, " Olmaz böyle rezalet. Hemen git söyle, kızlar derhal çıksınlar toplantıdan" ded i. Onlar, " Yahu, biz mem­ leket derdiyle içimiz yanarak toplanmış bulunuyoruz, Na im Hoca ne kafada. Bu kadar bayağı bir düşünce olmaz. Kız ta­ lebe çıkmayacak. Müdürü umumiye böyle söyle" dediler. Geldim, idareci arkadaşların söylediklerini Naim Bey'e an­ lattım. Naim Bey, " Çağır bana inzibat memurlarını ! " dedi. Git­ tim, bütün fakültelerin inzibat memurlarını çağırdım. Onla­ ra emir verdi: " Gidin, kız talebeleri çıkarın konferans salo­ n undan. " Hep beraber gittik. Dört tane inzibat memuru yüzlerce ki­ şiye nasıl söz geçirecek. Direttiler arkadaşlar: " Çıkmayacak­ lar, bu, eğlence toplantısı değil. Hepimizin içi aynı dertle ya­ narken biz kız talebeleri buradan çıkarmayız. Gidin, böyle söy­ leyin müdürü umumi beye" ded iler. İnzibat memurları yarım saat kadar, güya kendilerine gö­ re nasihat verici sözler söylediler. Ben dönüp geldim. Naim Bey'e, erkek talebenin, kızları toplantıdan çıkarmadıklarını söyledim. Keyfiyeti derhal nezarete yazmamı söyledi. Odaya geldim. Bakanlığa yazdım. Başkatip bunu gözden geçirdi. Naim Bey'e götürdü. Bazı tembihlerle, "Y azılsın" demiş. Yazdık. Bu arada bakanlı ktan acele bir kağıt geldi. Darülfünun umum müdürlüğünün i lga edildiği ve umum müdürlük kale­ minin vazifeye devam edeceği bildiriliyordu. Kağıdı başkati p, umum m üdüre götürdü . O sırada Maarif Nazırı Ali Kemal Bey'di. Galiba telefonla Naim Bey'e söylenmiş olacak ki, Na­ im Bey makamından ayrılmış. Biz de başsız kaldık. Ben yine konferans salonuna geldim. Neticeyi arkadaşla­ ra haber verdim, dediler ki: "Biz alelacele bir heyet gönder­ dik Maarif Nezareti'ne. Naim Bey'in bu m üdahalesini bildi­ rerek şikayet etti k . " Bakan Ali Kemal Bey, " Ben icabına ba­ karım " demiş. Onun neticesi, zavallı Naim Bey umum müdürlükten ol­ du. Ancak iki ay kadar bir vazife görebilmişti. 32 Levent Şahverdi Arşivi Protesto mitingleri To plantıda arkadaşlar, he ye can arasında bir karar aldılar. Akıl­ lıca bir karar de ğildi ama, o ldu: İzmir'de n Yunanlılar çıkarı­ lı ncaya kadar öğre ncile r de rsle re girme ye ce k ve vakit ge ç o l­ duğundan yarın, p azar günü, bütün müde rris ve muallimle rin de katılmasıyla bir to plantı yapılacak. 18 Mayıs. İzmir me se el sinin acı he ye canı de vam e diyo r. Sa­ bah, ünive rsite ye gide rke n , bütün dükkan ların kapalı o ldu­ ğunu gördüm.•:- De diko du lar sürüp gidiyo r: Yunanlıların as­ ke r çıkarması üze rine , İzmir'de büyük bir ihtilal çıktığı, biz­ de n altı yüz kadar ölü o lduğu, bu miktardan fazla da Yunan­ lının öldüğü ve bu hare ke te üç yüz kadar da kadının katıldı­ ğı söyle niyo r. Ko nfe rans salo nunda yapılan to plantıya müde rris ve mu­ allimle r de katıldılar. Ho calardan söz alanlar, durumu n ağır­ lığını be lirte re k itidal ve me tane tle düşünülme sini, hisle re ka­ pılıp yanlış he ye canlar yaratılmamasını söyle dile r. Pro fe sörle rde n so nra söz alan arkadaşlar to plantıyı he ye ­ canlı sözle rle uzatmaya başladılar. A ğırbaşlı hare ke t, gittik­ çe taşkınlıklara sahne o lmaya başladı. Bağıranlar, söz iste ye n­ el r gittikçe artıyo r, bir karara varılamıyo r, kararsız sözle r uza­ yıp gidiyo rdu. Be n ayrılıpo dama ge ldim. Ge lirke n de yine bir­ ço k de diko du dinle dim. Güya yine İstanbul be yne lmile l ( ulus­ lararası) bir şe hir haline ko nmak iste niyo rmuş. Ame rika m ü­ me ssilinde n, Osmanlı hi.iki.iıne tini tanımaması, İstanbul'u ida­ re e tme k üze re o n tane Müslüman ve o miktarda Hıristiyan­ dan o luşan bir he ye t ku rulması iste nilmiş. Bu durumda Fe rit Paşa kabine si istifa e tmiş.".,. 1 9 Mayıs. Bugün Da rülfünun kapısmdan gire rke n bazı ar­ kadaşlar, İzmir'de öle nler için bir me vlit okutulacağın ı ve hal­ kın o raya çağrılacağıııı söy el di. Y ine ko nfe rans salo nunda to p,. 17 Mayıs't:ı yapılan toplantıda, ertesi günü, yani 1 8 j\fayıs 1919 ulusal ma­ tem giinü ilan edildi. * ,. İzmir"in işgali üzerine gelişen olaylar karşısın·cJa İstifa edcıı Ferit Paşa üç gün sonra yeniden sadrazanılı�a atnııdı (İkinci Ferit Paşa Kabinesi). 33 Levent Şahverdi Arşivi ) anıldı. Büyük bir miting yapılmasının uygun olduğu karar­ laştırıldı. Arkadaşların bir kısmı bunun hazırlığını yapmak üze­ r e Türk Ocağı'na gitti. Bir kısmı da halka haber vermek üze­ re sokaklara, dükkanlara dağıldı. Miting, bugün öğleden son­ ra saat dörtte Saraçhanebaşı'nda, Fatih Belediyesi'nin önün­ deki meydanda yapılacak. Arkadaşların çoğu, halk arasına da­ ğılarak bir taşkınlığa meydan verilmemesine çalışacak. Oca­ ğa giden arkadaşlar da ufak kağıtlar bastırmışlar mi ting için, her tarafa dağıtmaya başlamışlar. Toplanma saatinden yarı m saat önce Fatih Belediyesi'nin önündeki meydana gittim. Bu­ rada ilk tayyare şehitleri Fethi, Sadık ve Nuri Beyler adına di­ kilmiş bir anıt var. Halk daha şimdiden meydanı hınca hınç doldurmuş. Sa­ at dörde kadar gelenler nereye sığacak! Herhalde çok kalaba­ lık olacak. İstanbul polis m üdürü, işgal kuvvetleri mümessillerinden birkaçı gelmişler. Türk Ocağı' na gitmiş olan arkadaşlar da gel­ diler, bi naya girdiler. Önce, Tayyare Şehitleri Anıtı'na bakan cephedeki balko­ na baştan başa siyah bir örtü örttüler ve arkadan kırmızı ren­ gi siyaha çevrilmiş beyaz ay yıldızlı bayrakları çıkararak as­ tılar. Daha konuşma başlamadan, pek çok k imse, bu siyah bayrakları görünce, hele kadınlar, "Ah . . . a h . . . bunu da mı gö­ recektik böyle . . . " diye ağlaşmaya başladılar. Benim bile göz­ lerim yaşarmıştı. Bir teessür uğultusu geliyordu halktan. Hiç­ bir konuşma yapılmasa, yalnız bu gösteri, halkın acı duygu­ sunu anlatmaya yeterliydi. Bu sırada Halide Hanım (H.E. Adıvar) siyah çarşafı ile bal­ kondan konuşmasına başladı. Gerçekten acıyı içten duyan bir i nsan olarak oradaki halkın da duygularını dile geti rdi. Bir­ çok insan kendini tutamıyor, gözyaşlarını döküyordu. Heye­ can ve teessürünü tutamayanlar, her türlü fedakarlığı ve ölü­ mü göze alarak çarpışacaklarını acı acı bağıranlar, kaynaşma­ yı bir kat daha artırıyor, kadınlar arasında telaş ve endişe uyan­ dırıyordu. Arkadaşlar halk arasına dağılmıştı. Fazla taşkınlık ol ursa 34 Levent Şahverdi Arşivi Sultanahmet mitingi dağılırken. önleyecektik. Ama bizler de o acı duygulara sürüklenmekten kendimizi alamıyorduk. Halide Hanım'dan sonra bizim devletler hukuku hocası Salahattin Bey konuştu. Daha birkaç kişinin konuşmasından sonra miting sonunda a lınan karar okundu ve herkesin da­ ğılması rica edildi. Üniversitey e döndük. Boş olan umum müdürlük odasın­ da toplandık: Halide Hanım, Salahattin Bey, Müfide F erit Ha­ nım, F erit Bey, Musli hittin Adil Bey ve sonradan gelen F aik Sab­ ri Bey. Öğrencil erden ben, Ali Gal ip ve öteki sınıf ve fa külte­ lerden, adlarını bilmediğim üç-beş arkadaş vardı toplantıda. Miting kararlarını Zatı Hazreti Padişahi'ye, Amerikan, İn­ giliz, F ransız ve İtalyan mümessi l liklerine halk namına tebliğ edecek, biri erkek ve biri kadın olmak üzere beş heyet seçe­ cektik. Halide Hanım'la Salahattin Bey'in Amerika, Müfide Hanım'la F aik Sabri Bey'in İngiltere mümessilliklerine, Müs­ lihittin Adil Bey'le öğrencilerden kıyafeti en düzgün hukuk bi­ rinci sınıftan bir efendinin ise Padişah'a gitmesi uygun bulun­ muştu ki Müslihittin Adil Bey Padişah'a asla gidemeyeceğini 35 Levent Şahverdi Arşivi ve başka birinin seçilmesini ileri sürdü. Zatı Hazreti Padişahi'ye ho calardan kimse gitmek istemiyo rdu. Bu esnada beni dışa­ rıdan çağırdılar. Çıktım, kaleme gittim. D ün, Ferit Paşa kabinesi istifa etmişti. Bir günde yeni ka­ bine teşekkül etmiş. Ali Kemal Bey bizim maariften çekilmiş, içişleri bakanı o lmuş. Bizim bakanl ığa Sa it Bey gelmiş, kim­ dir bilmem. Tekrar to plantıya dönünceye kadar, gidecek heyetlerin se­ çimi tamamlanmış, tebliğ edilecek kararları yazmak üzere he­ yetler gitmişler.•· İstanbul hakkında yine heyecanlı sözler do laşıyo r. Sakar­ ya'nın bat ısı, Bursa dahil o lmak üzere M armara havzası ve­ ya bütün Rumeli kısmı " Cemiyet-i Akvam" tarafından ida­ re edilecekmiş veya Yunanlılara verilecekmiş. Bir de İstanbul'a General Franchet d'Esperey'nin umumi vali o lacağı söylen­ tisi var. Endişe verici kara dediko dular. Heyetler - Kuruluşlar 20 Mayıs. Bu acı sayılı günlerde, pek işi o lmayan vazifeme git­ tim. Fakülteler kapalı. Öğle üzeri "ne var ne yo k" diye Ba­ bıali'ye gittim: Duygusuz bir ıssızlık. Öğleden so nra arkadaş­ ların yanına uğradım. Yine to plantı halindeler ve heyecanlı tar­ tışma ve ko nuşma içindeler. Bir " halk heyeti " kurmaya ka­ rar vermişler. Ahali arasında bir daya nışma ve gerektiği nde milli bir hareket vücuda getirmek ve bunu sürdürmek işini ko ­ m ışuyo rlardı. Ben de karışt ım, " Derhal bu heyeti kuralım öy­ leyse" dedim. Bu bir cem iyet halinde o lacaktı. K urucu o larak birbirimizi tezkiye (aklama) suretiyle cemiyeti kurduk. Bir de idare heyeti seçtik. Akşam gazetelerinde, Dörtler Meclisi'nce (Dörtler Ko nse­ yi: Birleşik Devletler, İngiltere, Fransa, İtalya) Türkiye hakkın­ da heni.iz hiçbir karar alınmadığı bildiriliyo r. Padişah'a gidecek olan heyet, Halide Edip Adıvar ve iki öğrenciden olu­ şuyordu. * 36 Levent Şahverdi Arşivi Cuma günü Ame rikan aske ri tarafı ndan İstanbul'un işgal e di el ce ği de dikodusu çıktı. Bütün Hıristiyan gaze te el r, İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalini se vinçli yazılarla uygun bulduklarını bildirme kte . Bi­ zim gaze te el r, taşradan ge le n he ye canlı prote sto te lgraflarıy­ la dolu. Ame rika müme ssiline miting kararların ı götüre ce k he ye t, aralarına bir de sarıklı katmışlar. Ame rika siyasi müme ssili, mi­ ting günü, kararların ke ndisine de gönde rilme sini iste miş. Yine mitingler ve... 21 Mayıs. Dün de Üsküdar'da bir miting yapılmış. Gaze te le r yine prote sto te lgraflarıyla dolu. Işık ve re ce k bir havadis yok, karanlık günle r. Ye tkili bazı yabancı çe vre el r, İzmir işgalinin, e nte rnasyonal ve ge çici olduğunu i el ri sürüyorlar. İnanılacak şe y m i bu? Türkiye 'nin kade ri, Dörtle r Me clisi'nce bahis ko­ nusu olmuş. Hindistan nazırı ve te msilcile ri, ke sinlikle Türki­ ye 'nin küçültülme me sini istiyorlarmış. Hatta bugün yaygın bir halde , Türkiye 'nin taksimine İngilte re katılırsa bütün Hint M üslümanları İngilte re uyrukluğunu te rk e de ce kle rini söyle ­ ye re k te hditte bulunmuşlar. Hatta Afganistan bile , bu hale bir prote sto olmak üze re İngilte re 'ye harp ilanıyla Hindistan'a sal­ dıracağını söyle miş. De dikodu fabrikası b öyle işliyor. Ama le­ himize ge lişe n hiçbir şe y yok. Sadrazam, bir te lgrafla sulh konfe ransına başvurmuş. Te lg­ rafın e sasıni gaze te le rde gördüm. Biraz tuhafıma gi tti . Akşamüze ri arkadaşların topla ntısına gittim. Cuma gü­ nü Sultanahme t 'te yapılacak miting için kararlar alıyorlar­ mış. 22 Mayıs. D ünkü havadisle rin harikatı (şaşkınlığı), İstan­ bul'un zaptı sırasında, Ayasofya'ya kapanan Bizanslıların, gök­ te n i ne ce k yardımı be k el me el ri kadarmış. Yazmaya ve te se l ­ liye de ğe r bir havadis yok. Rumlar, bizde ki tee ssür ve gale yan­ la e ğle niyorlar gibi. Son tutuklanan İttihatçılardan e ll i kadarı tahliye e dilmiş. 37 Levent Şahverdi Arşivi Dün ve bugün hava pek yağmurlu. Kara talihimiz göğe ak­ setmiş gibi. 2 3 Mayıs. Sabah Darülfünun'a geldiğim zaman bütün ar­ kadaşlar salondaydılar. Yine mitingde meydana gelmesi muh­ temel hislerin galeyanını frenleyip dizgi nlemek üzere halk arasına dağılmayı uygun bulduk ve Sultanahmet Meyda nı'na geldik. Yine halk çok kalabalıktı. <· Miting başlamadan önce mi narelerden salat ve selam okunuyor. Yine kara bayraklar konuşma kürsüsünü sarmış hatta minarelere bile takılmıştı. Halide Hanım, terbiyeci İsmail Hakkı Bey ( Baltacıoğlu), Hamdullah Suphi Bey (Tanrıöver) konuştular. Hamdullah Sup­ hi Bey konuşurken bir ara, "Dörtler Mecl isi madem asayişi bozuk görmüş, niye Yunanlılar gibi yakıp yıkıcı bir devlete ve­ riyorlar bu işi, neden medeni bir devlete ve mesela İtalyanla­ ra vermiyorlar ? " diye bir dil sürçmesi yapınca bizim talebe­ ler bağrıştılar: " Onu da istemiyoruz, sözünü geri al." Zaval­ lı Hamdullah Suphi Bey, "Onu da istemiyoruz" diyerek sözü­ ne devam etmişti. En son Nakiye Hanım (Elgün) konuştu. Onu iyice dinledim. Hakikaten ağır ve özl ü sözler söyledi. Miting yine istekler ka­ rarı ile kapandı. Mitinge yabancı gazeteciler de gelmişti. Dağılmaya başladık. Bu, mitinglerin en kalabalığıydı. Da­ ğılınca, Divanyolu halkla dolmuştu. Sultan Mahmut Türbe­ si'ne yaklaştığım zaman halk, Cağaloğlu Sokağı tarafından bir alkış tuttu. "Ne oluyor? " diye sordum. " Padişah geliyor" de­ diler. Ben de şaştım, o tarafa gittim. Gelen, Harbiye Nazırı Şev­ ket Turgut Paşa'ymış, hem de arabadan inmiş, yaya geliyor. Hal­ kın böyle yanlışlı k yapması düşünülemezdi. Kendi kendime, halktaki bu gösterinin, başlarındaki padişahın da böyle bir toplantıya gelmesi dileğinin ağır basmasından ileri geldiğini düşündüm. Yanılan bazı kimseler, "Tuh . . . değilmiş yahu . . . " di­ yorlardı. Bu da padişahın buna katılmamasını yermekten baş­ ka bir şey deği ldi. İzmir'de Yunan işgali sırasındaki yağma, tahripçilik ve * Mitinge katılanların sayısı 200 bin olarak rahmin edilmişti. 38 Levent Şahverdi Arşivi Yunan bayraklarıyla donatılmış Beyoğlu. adam öldürmenin pek acı neticelerini, gazetelere ek olarak çı­ karılan kısımlarda gördüm. Heyecanlı çalışmalar 24 Mayıs günü vazifeye gittim. Arkadaşların toplantısına ka­ tıldım. Kurduğumuz cemiyetin görebileceği işlerin neler ola­ cağı hakkında bir sonuca varamadık. Cemiyetin adını bile ko­ yamadık. Kimi "Kurtuluş Cemiyeti" kimi " Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" ve buna benzer adlar ileri sürüyordu. 25 Mayıs günü yine üniversite salonunda buluştuk. Bugün için Beyazıt Meydanı'nda bir miting yapılacaktı. Hükümet uy­ gun bulmamış ve izin vermemiş. Gazetelerde Türkiye hakkında sulh konferansı tarafından alınan kararlardan pek acı olarak bahsediliyor. Türkiye için Kuzey Anadolu'da bir kısım arazi bırakılıyormuş. İdari veka­ let kurmak üzere öteki Türk toprakları büyük devletler ara­ sında taksim ediliyormuş. Bu heyecan verici havadislerin hepsi nin gazeteci tahmin­ leri olduğunu Fransa mümessili beyan etmiş. 39 Levent Şahverdi Arşivi Ak şamüstü Beyo ğlu'na geçtim. Gün pazar o lduğundan, Rumların sok ak ları nasıl Yunan bayrak larıyla do nattığını gör­ mek ve içimde meydana gelen k ini artırmak ve hırslanmak is­ tedim. Yük sekk aldırım'ın alt başında, Arina Bank ası üstüne çek ilmiş Yu nan bayrağı yanında bizim bayrağın da dalgalan­ dığını gördüm. Neden bilmem, içimdek i k inli duygular silindi. Beyo ğlu ise tamamen sessiz ve sönük tü. Acaba bu taraf halk ı Rumlar, bütün gösteri arzularını ya­ k ın bir gelecek için mi sak lıyo rlar? 26 Mayıs'ta da mitinge izin yok . Bütün yedek subaylarko n­ ferans salo nunda to plandı. Ko nuşmalardan so nra padişaha bir telgraf çek ilmesinek arar verildi. Bundan ne bek liyo r ark adaş­ lar bilmem. Teselli verecek bir havadis yok . M illi heyecan ve sinirlilik , zo rak i bir sük unet a ltında gizli. Sarayda toplanmışlar 27 Mayıs. Dün sarayda bir saltanat şurası to planmış. Padişa­ hın ko nuşması ileo turum açılmış. Sadrazam Ferit Paşa'nınko ­ nuşması, padişahınk in i tak ip etmiş. Ferit Paşa geçmiş vak a­ ları anlatarak büyük devletlere vermişo lduğu birk aç no tadan bahsetmiş. Halbuk i benk endi hesabıma bu to plantıdan daha çok şey bek lerdim. Ne yazık k i meydana geleceğini tüylerim ürpere­ rek hissettiğim k aramsar düşünceler,k afamı daha k abuslu su­ rette sardı. Evvelce hiço lmazsa aldatıcı bir ümitlek endimi te­ selli ediyo rdum. Bugüno nlara da veda ettim. Yeis içindeyim. Yaşamak bana acı vek aranlık görünüyo r. Harpte ölseymişim daha hayırlıo lacak mış sanıyo rum. Hük ümet, Yunanlılarak ar­ şıko ymamayı söylemek te devam ediyo r. Vilayetlere böyle teb­ ligat yapmışlar. No talarla, siyaset yo llarıyla bu işleri düzel­ tecek lermiş. Mek tepk apanmasaydı, dersler devam etseydi, derslere ça­ l ışmak ve imtihanlara h azırlanmak la o yalanırdım. Ark adaş­ ların uğraşması bana bo ş bir ümit ve gaye peşinde ko ştuk la40 Levent Şahverdi Arşivi rı sanısını ve riyo r. Ümitsizlik kaygısı ve karamsarlık, bütün mo ­ ralimi bo zuyo r. Sağlam ve pürüzsüz düşüne miyo rum. He r şe ­ yi e ksik ve e le ml i görüyo rum. Türk Ocağı'na uğradım. Bir kısım arkadaşlar burada. Üç yüz kişi kadar varız. Be nim gibi düşüne nle r de var. Hasan Dün­ dar buradaki to plantıyı idare e diyo r. Karamsar düşünce el rimi­ zi a nlattım . De di ki: " Bandırma'da bir te şkilat kuruluyo r. Si­ lahlıo larak Yunanlılarla çarpışılacak. Arzu e de nle ro raya gi­ de bilir. " İyi bir şe y. Acaba be n gide bilir miyim? Sultanahmet'te mevlit D arülfünun'a vardığımda he me n bir vazife yükle di arkadaş­ lar. Bugün 28 Mayıs. İşimi bıraktım, do ğru Sultanahme t Ca­ mii'ne . Hafız Ke mal i el bazı güze l se sli kimse le r me vlito ku­ yacakm ış. Hafız Ke mal, halamın o ğlu İbrahim ağabe yin ar­ kadaşı. Fatih Rüştiye si'nde be rabe r o kumuşlardı. Me kte pte n çıkınca se sinin güze lliği saye sinde To phane Camii'ne müe zzin o l muş. O zamanlar o nu görme k için To phane Camii'ne cu­ ma namazı kılmaya gide rdik. So nra cami avlusundaki o da­ sında o tururo na şarkı ve ilahile r söyle tirdik. Böyle ce ke ndi­ sini tanımıştım. M üzikse ve rle rin " davud i " de dikle ri gür bir se si vardı. İzmir mate mi yüzünde n o da üzgündü. Candan ve gönülde n ge lmişti me vlito kumaya. Gün çarşamba o lmasına rağme n cami yine do ldu. Me vlitte n so nra bayrakları ve e şya ları alarak döndüm. Karanlık şayialar yine piyasada. Edirne ve civarının Yunan­ lılar tarafından işgal e d ile ce ği söyle niyo r. Bugün İranlıların da mate m günü. Bütün dükkanlarını ka­ pamışlar, bire r İran ve Türk bayrağı asmışlar kapalı kapıla­ rının önle rine . Halle ri ne gıpta e ttim. To prakları ve vatanla­ rıo lduğu gibi duruyo r. Bin üç yüz bilme m kaç se ne önce dö­ küle n Hüse yin'in kanı için ağlayıp dövünüyo rlar. Ne istiklal­ el ri ze de le nmiş, ne harbe girip milyo nlarca yurttaşlarını kay­ be tmişle r, ne de vatanlarını paramparçae tmişle r. Ya biz . . . Ge 41 Levent Şahverdi Arşivi nişle ye ce ğiz diye savaşa gire re k paramparça olmu�uz. Biricik suçumuz bu . . . Ye nilme k. Yeni miting - Malta'ya götürülenler Bugün 29 Mayıs. Okula ge ldim. Arkadaşlar yarın yine Sulta­ nahme t'te bir miting te rtiple mişle r. Bugünkü gaze te el rde İ ngilizle r tara fından yakalanıp sü­ rüle n İttihatçıların adları yazılı. İngilizle r bunları sabah e r­ ke nde n otomobille re istife de re k Arabyan Hanı'na götürmüş­ el r, oradan da akşamüze ri vapura yi.ikle yip Malta'ya gönde r­ mişle r. İttihatçıların muhalifle ri tarafından pe k uygun görüle n bu hare ke t, sinirle rimi bozdu. Bunları he p İngilizle r yapıyor. Ne F ransızlar, ne İtalyanlar ve ne Ame rikalılar böyle di.işkünlük­ el re sapıyorlar. İngilizle rde dinme ye n bir kuyruk acısı var. Götürüle nle r ne olursa olsun, memle ke timizin uyanık ve düşünür adamları. Me m el ke te karşı büyük bir suç işle miş ol­ salar dahi onları bizim sorguya çe kme miz ve ce zalandırmamız lazım . On ların, böyle hakare t e de rce sine götürülme si bizim için ağır, mane vi bir işke nce ve aşağılanma. Almanların kuca­ ğına atılarak harbi açanlar ise , kaçmışlar. Alsalar ya onları kaç­ tıkları ye rle rde n. H ürriye t ve İtilafçıların hırs ve kinle kararmış gözle ri ise bu hare ke ti alkışl ıyor. İttihatçıların vaktiyle Almanlara pe k hırslı ve tapmırcasına bağlı durumları, bugün Almanların ye rine İngilizle ri koyma k üze re , İtilafçılara ge çti. Ke şke İtilafçılar bu adamları ke ndile ri ce zalandırsaydı da, milli haysiye ti kıran bu hare ke te me ydan ve rme se ydile r. Aca­ ba ke ndile rinde bu kabiliye ti görme dile r de , gizlice İngilizle ­ ri mi bu yola te şvik e ttile r? Bir kısım F ransız gaze te le ri, hakkımızda " lütufkar" ne şri­ yata başlamış. Gaze te el rimiz bunları nakle de re k bir iyimse r­ lik ışığı ve rme k istiyor. Hakkımızda bu kadar acı tasavvurlar varke n bu yazıların bir faydası olabile ce k m i ? 42 Levent Şahverdi Arşivi Yine miting 30 Mayıs Cuma . Tatil günü. Darülfünun'a vardım. Bugünk ü miting hakk ında ko nuşuyo rdu ark adaşlar. Birtak ım saçma te ­ şe bbüsle rde n söz e diyo rlar. D üşünce el rinde yük sek ve fayda­ lı bir so nuç görünmüyo r. Be n ke ndimce daha e ne rj k i ümitle r bek le rdim. Ge rçi be n he r to plantıda bulunamıyo rum. Be lk i daha e saslı şe yle r düşünmüş o labilirle r. Yine Sultanahme t Me ydanı'na gittim. Bu, o radak i k i inci bü­ yük mitingdi . İsmail Hakk ı Be y, Şük lıfe Nihal Hanım, Ham­ dullah Suphi Be y ve adlarını bilme diğim ik i k işi ko nuştular. Bugünk ü miting, ilk miting k adar k alabalık o lmadı. Azgın bir Rum canavan 3 1 Mayıs'ta me kte pte yim. De rsle r yok . Gaze te el r dünk ü miting­ de söyle ne nle ri yazıyo r. Bazıları da L'Humanite gaze te sinin, "Türk iye 'nin birk aç gün önce tak sim e di l ip tek rar Basü ba­ de l-me vt'e mazhar e dil diğini (öldük te n so nra diriltildiğin i ) " yazdığından bahse diyo rlar. Sahih ve ke sin bir havadis yok . Bugün ramazanın birinci günüymüş. İftar ve sahur to p u atılmıyo r. Bizim binbaşı, taburk umandanı Ali Be y'de n mek tup aldım. 2 Haziran günü ok ula gide rke n aldığım bir gaze te de , Sad­ razam Fe rit Paşa'nın iste ği üze rine , Osmanlı de vle tinin huk u­ k unu savunmak üze re Paris'tek i ko nfe ra nsa gitme sine müsa­ ade e dilmiş. Hatta bu husus için Marsilya'yak adar gitmek üze ­ re Fransa hük ü me tince bir zırhlı tahsis e dilmiş. İzmir'in nasıl işga l e dil diği hakk ında, bugünk ü İkdam gaze te sinde İzmir'dek i ko o l rduk umandanı Nadir Paşa'nın be ­ yanatı var. İşgal, hak ik ate n pek fe ci o lmuş. 3 Haziran tarihli gaze te le rde Hırisanto s adlı bir Rum ca­ nisinin, Be yo ğlu'nda bir po lisko mise rini öldürdüğünüo kudum. Sek izk işilik bir de vriye nin e trafını saran Rumlar,o lduk ça he ­ ye can yaratarak Hırisanto s'uk urtarıp sak lamışlar. Çok uğraş­ tık tan so nra bir gün bizim po lisle r bunu bulup öldüre bildile r. 43 Levent Şahverdi Arşivi Sadrazama güvensizlik, üniversitenin açılması Birkaç gündür gazeteler, gidecek sulh murahhas heyeti hak­ kında heyecanlı yazılar yazmaya başladılar. 5 Haziran günü yüksekokul öğrencileri bizim konferans salonunda toplanmış, sadrazamın ehliyetsizliğinden konuşu­ yorlar. Biri de hemen Babıali'ye gidip sadrazamı yakalayarak gitmesini önlemeyi tekl i f ediyor. Nihayet gidecek heyete, memleketin istiklalinden hiçbir suretle vazgeçilmemesi hak­ kında bir muhtıra yazıp vermeyi kararlaştırdılar. 6 Haziran günü evden çıkmadım. Evde sakladığım iki İn­ giliz mavzerini temizleyip yağladım. Bunların beş yüz kadar mermisi de var. Epeyce gürültü ve patırtıdan sonra Darülfünun açılmıştı. Bu yüzden öğrenciler arasında kavga çıktı. Açılmasını isteyen­ lere kızanlar var. İzmir'in tahliyesine kadar okulun kapalı kal­ ması bence de manasız. Bu yüzden bir ders yılı mı kaybolsun? Ben de açılması taraftarıydım. 7 Haziran tarihli gazetelerde Ferit Paşa ile maiyetinin, Fran­ sızların Democratie zırhlısı ile yola çıktıklarını okudum. Tev­ fik Paşa rahatsızlığı yüzünden gidememiş. Sonradan bir İngi­ liz zırhlısı ile gidecekmiş. Gazeteler birbirlerine ateş püskü­ rüyor. Bir kısım gazeteler, giden murahhasların ehliyetsiz ve bilgisiz olduklarını ve bir kısmı da aksini iddia ediyor. Bu hal fırkacılık ihtiraslarının taşmasına sebep oldu. O kadar iğrenç ve murdar bir tartışma devam ediyor ki, fırka ihtirasının bu okumuş yazmış insanların kalplerini ne kadar kararttığını gös­ teriyor ve insanı tiksindiriyor. 8 Haziran günkü gazeteler Paris'e giden heyetin, sulh mu­ rahhası olarak değil, Şark meselesiyle Osmanlı hükümetine ait meselenin çözümlenmesi yolunda fikir ve m ütalaaları alına­ cak bir mütehassıs heyet olarak çağrıldığını, Paris gazetele­ rinden naklen yazıyor. Havalar bugün lerde pek yağmurlu, güneş ise pek az gö­ rtinüyor. Darülfünun açılmıştı ama bu defa da dersler geri kaldı di44 Levent Şahverdi Arşivi ye hocalar imt ihanı ge ri at ıyorlar. Be n ise bir an önce imt ihan­ ları ve rip fakülte yi bit irme k ist iyorum. Dün imt ihanların baş­ layıp de vam et me sini iste ye n arkadaşlarımla Müdür Rauf Be y'e başvurduk. Bir haft a içinde müde rrisle r me clisini t opla­ yarak bir karar alacağını vaat ett i. 9 Haziran günü Kayse ri'de n Tabiye ci Ahmet ge lmiş. K o­ nuşt uk. Kayse ri'de hiçbir milli he ye ca n ve hare ket olmadığı­ nı söyle d i . Bazı hareketler ve müdafaa-i hukuk İşitt iğim de dikodulara ve bazı havadisle re göre Must afa Ke ­ mal Paşa ordu müfett işi olarak Samsunt araflarına gönde ril­ miş. Samsun'dan Havza'ya ge çmiş. Güya ot araflarda Rum­ larla Türkle r arasında çat ışma varmış, bunu önle ye ce kmiş. Havza'da bir nut uk ve rmiş halka. Ne el r söyle miş bilmiyorum. Yal nız İst anbul'daki hükümet t araft arı gazete le r bunu şiddet ­ el te nkit e diyorlar. He rhalde hükümet in, " Yunan işgaline kar­ şı ge lme yin, be n siyaset yoluyla bunu halle de rim" fikrini te nkit et miş olacak. Halbuki bazı ye rle rde müdafaa başlamış, işine he mmiyet ­ li t arafı dağlardan e şkıyalar ine re k Yunan l ılarla çarpışmaya başlamışlar. Ayvalık'ı işgale de n Yunan kıt alarıyla Ali Be y çar­ pışmış. Bizim e ski a lay komut anı. Fakat maiyet inde ki ace mi aske rle r dağılmış. Ordu namına silah kullanan biricik adam. Yıldız'da, padişahın ot urduğu daire de yangın çıkmış. Bir ye rle r yanmış. Gazete el rde ki t afsilat ı sansür silmiş. Ağızdan işitt im ki, yatt ığı mahallin a tl ında bir pat lama olmuş, sonra da yangın. Ke ndisi de ge ce likle güç kurt ulmuş. Gazete el r sansürde n ge çiyor. Kağıt kıt l ığından ancak bir ve ya iki yaprak çıkıyorlar. Sansürün bozduğu ye rle r be yaz ka­ l ıyor. Be yaz ye r ne kadar çoksa o kadar havadis silinmiş oluyor. Saraydaki yangın hakkında başka bir habe r alamadım. 1 1 Haziran 1 9 1 9 ( 1 3 35 ) t arihli İkdam'da okudum: İst an­ bul ve hinte rlandının idare sinin Rusya'ya ve rilme si hakkın45 Levent Şahverdi Arşivi da bir Rus yazarı Times gaze te sine bir makale yazarak te k­ l i fte bulunmuş. Y akın zamanda Rusya'daki Bolşe vik idare si­ nin te mizle ne ce ğini ve Çarlık hüküme tinin iş başına ge el ce ­ ğini ile ri sürmüş ve bu te klife he mm iye tle te lakki e dilmiş. 12 Haziran günü Soma, Akhisar ve Aydın civarını Y unan­ l ı lar tah liye e tme kte ym işle r. Bugün dayımın aske ri tıbbiye de ki oğlu Ke mal ge ldi. Anne ­ sinin e şyalarını aldı, Adapazarı'na gitti. Bizim cemiyet 1 4 Haziran günü bir kart ge lmişti ce miye tte n . Me rke z Darül­ fünun'dan kaldırılmış, Büyük Re şit Paşa Numune Okulu'na nakle dilmiş. Oraya çağırıyorlar. Pazar günü gittim. Ce miye t "Türkiye Müdafaa-i Hukuk Ce miye ti " adını almış. He r taraf­ ta " müdafaa-i hukuk" adı altında ce miye tle r te şe kkül e diyor­ muş. "İzmir Müdafaa-i Hukuk, Trakya Müdafaa-i Hukuk, Vilayat-ı Şarkıye Müdafaa-i Hukuk Ce miye ti " gibi adlar altın­ da. İyi ki bizimkile r "İstanbul Müdafaa-i Hukuk" de me dile r, e n iyi adı buldular: "Türkiye Müdafaa-i Hukuk Ce miye ti," Ak­ hisar ve Soma'nm tahliye de dikodusu de vam e diyor. Üç gündür ne zle ve öksürükte n rahatsızım. Sağ ayağımda da romatizmaya be nze r bir ağrı var. Aske rlikte n zararsız kur­ tuldum diye se vinirke n bu ağrı be n i e ndişe le ndirdi. 17 Haziran günü bizim Kale m'e Alaattin ge ldi. Bizim ala­ yın makine li bölük kumandanı. O da karamsar, ne yapılaca­ ğını bilmiyor. Hale n Erzurum'da. Çarşamba günü, bizim tabur kumandanı Binbaşı Ali Be y'in e vi ne uğradım. Kayınvalide si ve fat e tmiş. Haziran havadisleri Artık imtihan için de rs çalışmalarıma hız ve rdim ve günlük ha­ vadisle re kulağımı tıkayıp de rsle rle uğraştım. 21 Haziran günkü gaze te le rde Paris'e gide n murahhaslar he ye tinin Onlar Me clisi'ne kabul e dildikte n sonra ge ri dön46 Levent Şahverdi Arşivi dü klerini o kudum. İzmir'in tahliyesi isteği kabul edilmediği gibi, Venizelo s, Denizli'yi dahi istemeye kalkışmış. Damat Fe­ rit Paşa'nın To ro slar'ın tabii bir huduto lduğu iddiasını ileri sür­ müş o l ması, gazetelerce alay ko nusu o luyo r. Ferit Paşa'nın memleket co ğrafya bilgisi ço k zayıf galiba. 22 Haziran günü dediko du o larak işittim ki Rumlar Ga­ lata tarafında bir camiyi dün gece basmışlar. Birço k kiliseyi, Fransızların göz yummasıyla silah, bo mba, mermi ve buna ben­ zer savaş aletleriyle do ldurmaktaymışlar. Böylece bir karga­ şalık çıkararak İstanbul'un emniyetsizlik yüzünden işgalini ha­ zırlıyo rlarmış. 23 Haziran günü, her günkü gibi, vazifeye gittim. Bugün­ lerin en mühim havadisi Almanların sulh muahedesini imza edip etmeyecekleri. Versailles'da galip devletlerin murahhas­ ları bir muahede hazırlamışlar. Almanlara vermişlerdi. İmza için verilen mühlet bugün bitiyo r. Bu yüzden bugün bir kar­ gaşalık ve bir bunal ım çıkacak mı çıkmayacak mı, bütün dün­ ya merakta. Doktor Lütfi'den mektup 25 Haziran' da Do kto r Lütfi' den mektup aldım. İki büyük say­ fada epeyce havadis var: Galip devletler; Mo ndro s Mütare­ kesi mucibince Kafkasya'da bizim elimize geçen Kars, Arda­ han ve Batum vilayet ve kazalarını bo şaltarak harpten önce­ ki hududa çekilmeye, bizi mecbur tutmuşlardı. Bizim asker­ ler çekilince buraları Ermeni ve Gürcülere geçecekti. Ben İstanbul'a geldikten tahminen bir ay kadar so nra ga­ zetelerdeo kudum ki, Karslılaro rada "Kars İslam Hükümeti " adı altında bo şaltılan yerleri kapsamak üzere müstakil bir hü­ k ümet kurmuşlar. •· Bizim Do kto r Lütfi de bu hükümette bir ,,. Üç liva bölgesinde, Kars, Ardahan, Oltu civarında oluşan bu grup önce Kars İslam Ş u rası adıyla 5 Kasım 1 9 1 8'de bir araya geldi. Ardahan ve Kars kong­ relerinden sonra Cenlıb-i Garbi Kafkasya Hükümct-i Muvakkatesi adını al­ dı. Bir süre bağımsız cumhuriyet ilan eden bu grup, 12 Nisan 1 9 1 9'da İngi­ lizlerce dağıtıldı. 47 Levent Şahverdi Arşivi vazi fe almak için oraya kaçmış. "Artık zillet altında yaşamak istemiyordum. Çünkü artık benliğimi duymuş, onun tadını al­ mıştım" diyor. Onun kaçtığını daha önce Tabur Kumandanı Ali Bey'den aldığım bir mektupta , " Senin Doktor Lütfi tab uru terk etti, Kars'a kaçtı " diye yazması üzerine öğrenmiştim. Lütfi, bu hükümeti n adını " Cenubu Garbi Kafkas Hükü­ met'i Muvakkates i " ( Geçici Güneybatı Kafkas Hükümeti) koyduk, diye yazıyor. Burada kendisi sevinçle karşılanıyor. Ça­ lışmaya başlıyorlar. Bir süre sonra İngilizlerin teşvikiyle etraf­ ta bulunan Kürt aşiretleri harekete geçerek buraları dağıtıyor ve Arap'tan gayri bütün subaylar tevkif, hapis ve idama mah­ kum ediliyor. " Arap subaylar, İ ngilizlerin adamları ve casus­ ları olduğundan bizim her şeyimizi İngilizlere haber vererek ha­ yatımızı ifnaya (yok etme) karar vermişlerdi . Hatta antiparan­ tez sana bir şey daha yazayım, bizim makineli tüfekçi üsteğ­ men Antakyalı Sabri bile ve daha birçokları onları n a damıy­ dı. Zavallı Sabri, çok esrar içer, iradesi zayıf biriydi. " Ben vuruldum ve Kağızman eteklerinden içeri kaçmaya mecbur oldum. Bu kötü durumda daha başka uzak yerlere git­ mek için yaptığım teşebbüsler, ne yazık ki fayda vermedi. Mec­ bur oldum Erzurum'a gelmeye ve kaçtığımdan ötürü bir müd­ det tevkif edildim. Sonra hapisten çıkardılar, merkez hasta­ nesine verdiler" diyor. Sonra, "Bu şartlar altında, memleket­ te nasıl çalışırım. Yine serbest bir yere kaçmak istiyorum" ila­ vesini yapıyor. Benim de "licencie en droit" (hukuk mezunu) olduğumu tahminle tebrik ediyor ve, " Artık padişahın mebus­ lar meclisi toplandıkta n sonra senin hukuk veya kanun bil­ gin kaç para eder" diye taş atıyor ve geldikten sonra bana ay­ rıntılı hatıralarını okuyacağını ekliyor. Ben de, " Hey koca beceriksiz vata nsever " dedim. 26 Haziran günü vazifeme gittim. 23 Haziran' da Alman­ lar sulh muahedesini imzala maya müttefikan karar vermiş­ ler ve imzalamışlar. Fransızlar büyük zafer gösterileri yapıyor­ larmış. Bunları yazıyor gazeteler. Doktor Lütfi ile Bin başı Ali Bey'e mektup yazdım. 48 Levent Şahverdi Arşivi Hükümetin zayıflığı - Fransız şenlikleri 27 Haziran Cuma. Tatil günü. Biraz gezdim. Şehzadebaşı, Di­ vanyolu, Sultanahmet ve hatta Gülhane Parkı dolaştığım yer­ ler arasında. Dahiliye Nazırı Ali Kemal Bey ile Harbiye Na­ zırı Şevket Turgut Paşa kabineden çekilmişler. 2 8 Haziran. Vazifedeyim. Dünkü gazetelerin yazılarından sezdiğim idare kısırlığı, bütün kabinede tamı tamına mevcut. Ama böyle zamanlarda kabinenin idare kabiliyetsizliği çok esef verilecek bir şey ise, onun böyle zayıf idaresini isteyenler de o derecede nefrete l ayık. Hakikaten bu memleket, iyi idare­ cilerden tamamen mahrum. Önümüzdeki zamanlar pek ka­ ranlık. Çalışılsa, milli istiklal elde edilse bile adamsızlık, yi­ ne bu memleketi felaketlere sürükleyecek. İkindiye doğru birçok top atıldı. Ertesi, 29 Hazir an günü öğrendik ki dünkü toplar, Almanların sulhu imzalaması se­ bebiyle, galip devletlerin donanması tarafından atılan toplar­ mış. Kabinede içişlerine Reşit Bey ( Rey), harbiyeye Ferit Paşa tayin edilmiş. Bir misafirlik - Bir Yunanlı 30 Haziran 1 9 1 9 ( 1 335) Pazartesi ve bayramın birinci günü. Şimdi harp felaketi yok ama, yenilginin, sızlayan acı yarala­ rı var. Yakındaki akrabaları dolaştım. Akşamüzeri Ayastefa­ nos'ta (Yeşilköy) oturan büyük halam Esma Hanım'a gittim. Ona böyle söz vermiştim. Oğlu Hacı İbrahim ağabeyle, sahil­ de bir gazinoda oturduk, içtik. Geç vakit eve döndük. Gece­ yi orada geçirdim . İçki, biraz tatlı geçirtti gecemi. İbrahim ağabey, Yunan tebaalı bir Rum'un evinde kiracı. Tesadüfen gazinoda konuştuk kendisiyle. İzmir'in işgalinin, sırf Venizelos'un bir hırsı olduğunu ve b u yüzden Türkiye' de bütün Rumların huzu runu kaçırdığını ve bunun sonunun hiç iyi olmayacağını söylemişti. Yunan tebaalı Rum'un bu fik­ ri çok tuhaf geldi bana. 49 Levent Şahverdi Arşivi 1 Temmuz günü dönerken Kumkapı'da Karabet' e. Vef a'da da Halim'e rastladım. Epeyce ko nuştuk. 2 Temmuz günü aldığım mektupta büyük dayım, A dapa­ zarı 'na davet ediyo r beni bayram için. Annemin annesini gör­ meyi pek arzu ediyo rdum. Ama imtihanlar da yarından so n­ ra başlıyo r. Öğle üzeri Karagümrük taraflarında yangın çık­ tı. Epeyce ev yandı. Annemin akrabalarından bir teyze vardı. O nlara gittim yardıma. Bereket ki evleri yanmadı. Şu İstan­ bul'un nuhusetli (uğursuz) yangınlarından illallah. İmtihanlar - İğrenç particilik 3 Temmuz günü imtihanlar başladı. Bugün Hukuk-ı Medeni­ ye i mtihanı. Buna girmiştim. Paris'e, sulh ko nf eransına gitmişo lan murahhasların zır­ va ve budalaca iddiaları, istiskale uğramış (so ğuk karşılanmış) . Clemenceau tarafından kendilerinino rada bulunmalarında bir faydao lmadığı bildirilmiş. Onlar da geri dönmek zo runda kal­ m ışlar. Burada ise Hürriyet ve İtilaf Fırkası 'nda iki ayrı, sefil gü­ ruhun hırslı, iğrenç kavga ve çekişmeleri gazetelerde yazılı. 4 Temmuz günü küçük dayımdan ve 35. Alay'daki Baba Hamdi'den mektup aldım. Paris'e, sulh ko nferansına giden mu­ rahhaslar geri dönüyo rlarmış. Fırkacıların hırlamaları gaze­ teleri do lduruyo r. 5 ve 6 Tem muz günleri de bu hırlaşma devamda. 7 Temmuz günü durum hakkında bir havadis yo k. Hür­ riyet ve İtilaf Fırkası'ndaki avaveli (hezeyanlı) çekişme İkdam gazetesine göre, ilerici lik ve gericilik meselesi imiş. 9 Temmuz günü Ticaret-i Berriye (Kara Ticaret Hukuku) imti hanına girdim. Havadisler yürüyor Gazete havadisleri: Ermenistan diktatörlüğüne Amerikalı al­ baylardan William Haskel adında biri tayin edilmiş Beşler Mec50 Levent Şahverdi Arşivi !isi tarafından. Birkaç günden beri, yine bir başka herif (gali­ ba adı Eşil) Osmanlı hakimiyetinde olmak üzere şark vilayet­ lerinde müşterek idare kurulması için bir proje hazırlamış. 1 O Temmuz havadisi: Enver, Talat ve Cemal Paşaları Alman imparatoru ile müşterek muhakeme edeceklermiş. 1 1 , 12, 1 3 Temmuz günleri arazi ve evkaf dersine çalışıyo­ rum. Bir evde iki ailenin oturması kadar kötü bir şey yok. Üst katta oturanlar, gece misafirlerine içki ziyafeti vererek geç va­ kitlere kadar dırlandılar. Ders çalışmam a l lak bullak oldu. 14 Temmuz. Fransızların milli bayramı. Rumlar ve Erme­ niler bu neşeli bayram şerefine mağaza ve dükkanlarını kapa­ tarak milli bayrama katılmışlar. Gece şenlikleri, hava fişekle­ ri, ışıklandırılmış uçaklar İstanbul göklerini kapladı. Günlerim norm a l geçiyor. Ders çalışma, vazifeye gitme gibi. 15 Temmuz'da murahhaslar Paris'ten gelmişler. 1 6 Temmuz günü Tabiyeci Ahmet Kayseri' den geldi yine. Aksaray'da bir kahvehanede oturduk. Kayseri'de memleket d üşüncesiyle bir kıpırdanma yokmuş hala. Damat Paşa çekildi 23 Temmuz'da Ferit Paşa istifa etmiş. •· Yeniden kabine teşki­ line memur edilmiş. Bu adam hakkında o kadar memnuniyet­ sizlik var ki. 23 Temmuz milli bayram. Hiç kimse bu bayramı kutlama­ d ı . Gazeteler yazmasaydı farkına varmayacaktık. Arazi ve Evkaf imti hanı başladı. M üderris Ebulula Bey (Mardin), çok kimseleri döndürüyor. Ben ancak 30 Temmuz günü imtihana girebildim ve yine ancak sınıfı geçebilecek ka­ dar bir numara a labildim: 5. Buna da memnunum. Bu, ma­ nasız bir ders gibi geliyor bana. Hele vakıflar bahsi. ,. Ferit Paşa'nın bu ikinci istifası 20 Temmuz 1 9 1 9'dur. Ancak ertesi gün Pa­ dişah tarafından yeniden hükümeti kurmakla görevlendirildi (Üçüncü Ferit Paşa Kabinesi). 51 Levent Şahverdi Arşivi Polis müdürlüğünde bir komiser muavinliği imtihanı açılmış. Buraya başvurdum. 2 Ağustos günü imtihana gir­ dim. Ne kadar çok müracaat varmış. Doldurduk salonu. Bu akşam k üçük halamın oğlu Fevzi geldi. Gece bizde kaldı. Bu gece yine yukarıdakilerin misafirleri var. Rakılı eğlen­ ce, gürültü, tepinme, kavga . . . 4 Ağustos günü Usul-i FıMustafa Kemal Amasya'da. kıh imtihanına girdim. Sekiz aldım. Bu aczime ve muvaffakiyetsizliğime k ızdım. O kadar çalıştığım halde böyle eksik numara alıyorum. Anlayamı­ yorum sebebini. İdrakim, düşüncem, hafızam yerinde. Aca­ ba günün hadiseleri, ev idaresi düşüncesi mi buna tesir edi­ yor? Üzüntümün derecesi, bu bakımdan pek kötü. Şu hukuk tahsilim hep kara günler içinde geçiyor. İlk girdiğim sene Balkan Harbi çıktı. O nun kargaşası arasında ilk iki sınıfı bi­ tirdim. İmtihanların akabinde seferberl i k ve sonra harp. Dört buçuk seneye yakın harp. Mağlup olduk. Mütareke dırıltıları arasında İstanbul'un işgali yetmiyormuş gibi Ada­ na'nın ve şimdi de İzmir'in işgali. Ve bu belalar arasında üniversite tahsili. Ne karışık ve karanlık şans. İmtihanlarda yüzde yüz muvaffak olacağımı biliyorum. Ama biraz iyi du­ rumda şehadetname alayım istiyorum. 5 Ağustos'tan 12 Ağustos'a kadar yazmaya değer bir olay geçmedi. 12 Ağustos'u 1 3 'e bağlayan gece harp divanı tutuk­ l ularından Halil Paşa (galiba Enver Paşa'nın amcası) ve Kü­ çük Talat Bey, askeri hapishaneden kaçmışlar. Bunlar harp me­ sulü sayılabilirler mi ki tevkif etmişler? 14 Ağustos günü akşamüzeri daireye Doktor Halim'le Ta­ biyeci Ahmet geldiler. Beyazıt'taki kahvehanede yarenlik ettik. Mustafa Kemal Paşa'ya karşı sevk edilen asker kıtaları Trabzon'a çıkınca Kuvayı Milliye'ye katılmışlar. Bunu ağız ha52 Levent Şahverdi Arşivi vadisi olarak işittim. Bu harekete memur edilen Müşir Abdul­ lah Paşa da bu yüzden hareketini geciktirmiş. Mustafa Kemal Paşa Havza'da ve Amasya'da birtakım nu­ tuklar söylemiş. Bunlar Ferit Paşa hü kümetinin hoşuna git­ memiş. Bazı hükümet taraftarı gazeteler bunu o vakitler ten­ kit ediyorlardı. Herhalde Paşa bir şeyler yapıyor ama ben tam havadis alamıyorum. Acaba neler söyledi ? İstanbul gazetele­ ri bundan tam olarak bahsedemiyorlar. Tek yaprak olarak çı­ kan gazetelerde sansürün sildiği yerler bomboş olarak çıkı­ yor. Erzurum'da bir kongre toplanmış, ne için ve ne karar ver­ mişler, bilmiyorum. Belki bilen arkadaşlar vardır. 2 1 Ağustos'ta Hukuk-ı Hususiyye-i Düvel'den (devletler özel hukuku) imtihana girdim. Dokuz aldım. Bu, son imtiha­ nımdı. 2 Ağustos'ta girdiğim komiser muavinliği imtihanını ka­ zanamamışım. Müdürlükten öğrendim. 31 Ağustos günü Dahiliye Nezareti'ne müracaatla bir va­ zife istedim. 53 Levent Şahverdi Arşivi İşgalcilere Karşı Sahtekarlık 2 Eylül 1 9 1 9 ( 1 335) Salı. Artık önümüzdeki bayramda Ada­ pazarı'na gitmeye karar verdim. Bunun için hükümetten se­ yahat vesikası almak lazımmış. Ne berbat hükümet, kızılacak şey. Hem memleketin en güzel yerini Yu nan işgal eder, hem de Yunan'a ateş etmeyeceksiniz diye valili klerine tebligat ya­ par, İzmir'de Yunanlıları karşılamaya giden vali ve maiyeti­ ne Yunanlılar ateş açar zavallı albayı öldürürler. Bu hükümet şu dağdaki eşkıyalar kadar vatan ve milletini sevmeyi bilmi­ yor. Dağdan inen Demirci Efe, Aydın tarafında Yunanlılarla çarpışıyor, yer yer çeteler kuruyor, bu vatan çocukları Yunan­ la savaşıyor. Hükümet bunların düşmanı . Şu seyahat vesika­ sı meselesi olmasaydı hükümetin bu derece düşük ve kötü ol­ duğunu anlamayacaktım. Gerçi Türk Ocağı'nda konuşulmuştu, çarpışmak isteyen Bandırma'ya geçsin, orada teşkilat kuruluyor, vazife alabilir giden arkadaşlar denilmişti. Ama şimdi Adapazarı için seya­ hat vesikası!.. Bizim mahallenin bağlı bulunduğu polis merkezine gittim . Boş bir seyahat vesikası aldım. Polis müdürlüğüne giderek dol­ durduğum vesikanın muamelesini yürütmek istedim. Memu­ riyetimce yüksek makamdan izin verilip verilmediğini sordu­ lar, resmi kağıt istediler. Darülfünun umum müdürlüğü kaldı­ rılmış, bakanlığın yüksek tedrisat umum müdürlüğünden mü­ saade a lmak lazımmış. Oraya başvurdum. Başkaribin müsa­ adesi olup olmadığı hakkında yazı istediler. Başkatibe söyle­ dim. "Ben gider yüksek tedrisat umum müdürünü görürüm " dedi. Yarın gidip görecek. 54 Levent Şahverdi Arşivi Birkaç günden beri bazı gazetelere göre siyasi durum lehi­ mize dönüyormuş. Fransa ve Amerika' da lehimizde bir cere­ yan varmış. İzmir'e gelen karma bir tahkik heyeti vazifesine devam ediyormuş. Sadrazam da Trakya Müslümanlarına Bul­ garlar tarafından yapılan zulümler için protestoda bulunmuş. 3 Eylül Çarşamba günü yüksek tedrisat müdürlüğünden izin vesikamı aldım, polis müdürlüğüne götürüp verdim. Se­ yahat vesikamı yarın verecekler. İçişleri Bakanlığı'na uğradım. Münhal memuriyet olmadı­ ğını söylediler. Yalnız İzmit'te münhal bir nahiye müdürlüğü için tavsiye verecekler. Adapazarı'na trenin hareket saatini öğ­ renmek için Haydarpaşa'ya gittim. 4 Eylül günü polis müdürlüğünden seyahat vesikamı al­ maya gittim. Yedek subaylar için Anadolu'ya gitme müsaade­ si yasaklanmış. Hükümetin bu emri üzerine seyahat vesikamı vermediler. Eve geldim. Canım çok sıkkın. Demek ki arkadaş­ lardan Anadolu'ya geçen ve Kuvayı Milliye teşkilatına katılan­ lar var ki hükümet kuşkulanmış. Adapazarı'na gitmeyi aklıma koydum. Herhangi hileli bir hareketi sevmem asla. Ama bu sefer, bu kafasız hükümete kar­ şı hileye başvurmayı uygun buldum. Hacer Yengemin evine vardım. Küçük amcamın oğlu Ab­ dullah'ın nüfus kağıdını aldım. Yine polis merkezine gittim. Boş bir seyahat kağıdı aldım. Abdullah'ın künyesini doldurdum. Alameti farika kısmını (mühür vurulacak yerini) komiser dol­ durdu. Komiserle eskiden tanışmıştım. Rumelili biri. Hareket Ordusu ile İstanbul'a gönüllü olarak gelmişti. Vefa Lisesi'nde­ ki arkadaşlardan, şimdi tıp fakültesinde okuyan bir arkada­ şın akrabasıyla . Ne suretle İstanbul'a girdiklerini anlatmıştı o zaman. Şimdi beni tanıyıp tanımadığım sormadım. Sanatımı kunduracı olarak yazdırdım. Ziyaret için Adapa­ zarı'na gideceğim ve bir ay içinde döneceğim kaydedildi. 5 Ey­ lül tarihinden muteber. İstanbul polis müdürli.iğüııe götürdüm. Dördüncü şube tarafından tasdik edildi. Resmi mühür ve im­ za tamam. 6 Eylül sabahı trenle hareket ettim . Maksadım iki dayımı 55 Levent Şahverdi Arşivi ve annemin annesi büyükannemi ziyaret etmek. Adı Azize Ha­ nım. Ve sonra orada bir iş bulursam çalışmak. Büyük dayım orada dava vekilliği yapıyordu. Harp sıra­ sında bu işe bir de aşar mültezimliği (vergi tahsildarlığı) ek­ lemiş. Yazıhanesini kapatmış. Yazıhanesi açık olsa bu işte be­ raber çalışmayı teklif edecektim. Bundan vazgeçtiği ni söyle­ di. Aşardan da ziyanda olduğunu ilave etti. Köylüler buğday kaçırmışlar. Başa çıkamamış onlarla. İznim on gündü, on beş gün kadar kaldım. Etrafı gezdim. Adapazarı 'nın ovası bizim memleketin en kuvvetli toprakla­ rından. Fakat ne yazık ki iyi bakılıp işlenemiyor. Bana göre İzmir'in topraklarından daha kuvvetli görünüyor. Önceleri bu­ ralara iki defa gelmiş, bir defasında Sapanca ' da kalmış, ka­ radan atla gezerek ve köylere uğrayarak Adapazarı'na gelmiş­ tim. Ovanın rutubeti çok fazla. Dayımın oturduğu evin bah­ çesinde iki metreden bol tatlı su çıkıyordu. Fazla kalamadım. Zavallı büyükannemi bu son görüşüm oldu. Dönerken büyük dayım tekrar gelmemi ve İstanbul'da kalmamamı söyledi. Samimi miydi bilemedim. 20 Eylül'de dön­ düm. 21 Eylül'de vazifeye başladım. İhtiyaten de bir doktor raporu almıştım bir haftalık. Bir gün önce başkatip bey, odacı İsmail Ağa'yı göndere­ rek beni aratmış, bulamayınca Kuvayı Milliye'ye katıldığımı sanmış. Şehadetnameyi yazmak ve almak da bir mesele. Gayet gü­ zel yazı olması lazımmış. Hukuk kaleminde böyle bir adam var. O na rica ettim, daire arkadaşı olduğundan bana parasız yaz­ dı. Bu, iki günümü aldı. Veda çayı 25 Eylül. Bu sene Hukuk'u bitirenler şerefine bir çay içme top­ lantısı yapacağız. Arkadaşları ve hocalarımızı bu toplantıya ça­ ğırmaya karar vermiştik talebe cemiyeti olarak. Bunun tertip­ lenmesi ve hazırlıklarıyla uğraştım arkadaşlarla. Hukuk salo­ nunu bu iş için uygun bulmuştuk. 56 Levent Şahverdi Arşivi İdareden bu seneki mezunların adlarını aldık. Ben sınıfta a ncak yirmi, en çok yirmi dört arkadaş görürdüm. İdareden a ldığımız listede 1 1 O kişinin adı çıktı. Bunlardan ancak yir­ mi birini şahsen tanıyordum. Karabet, Leon eski arkadaşla­ rımdı. M ünir, Hasan Dündar, Hüseyin Edip ve İbrahim Hak­ kı ile konuşurdum . Eylülün 26'ncı g ü n ü toplandık. B i r kısım hocalarımız da geldi. Devletler Hukuku hocası Salahattin Bey, konuşmasın­ da, bizlerin en çok çile çekmiş mezunlar olduğumuzu ve harp­ ten önceki mevcutla bugünkü mevcudu mukayese ederek ge­ lenlerden çok fazla arkadaşımızın harpte kaybedilmiş olduğu­ nu ve bunların adlarının soruşturularak, şehit olanların bir mer­ mer üzerine adlarının yazdırılacağını ve Dari.ilfünun'un mü­ nasip bir yerine asmak istediklerini ve harbin, tahsil hayatımı­ zı çok engellediğini ve buradaki okuma ile yetinmeyerek hu­ kuk konusunda bilgimizi artırmamız gerektiğini söyledi. Bu sözleri Amme Hukuku hocamız Veliyyüddin Bey de son dersinde söylemişti. Bu toplantı günü Karabet'le Halim'e de rastlamıştım. Onları da sürükleyerek getirdim toplantıya. Ha­ lim tıbbiyeliydi. Kuvayı Milliye gelişiyor 27 Eyli.il 1 91 9 ( 1 335) Cumartesi günü şehadetnamemi aldım. Akşam dönüşte Karabet'e rastladım. Beraber Kumkapı'ya git­ tik. Bir meyhaneye girdik. Leon da geldi oraya. Epeyce konuş­ tuk, eğlendik. Gece yarısına doğru eve döndüm. Leon Efen­ di Amerika'ya gideceğini tekrarladı. O, artık bu işte kararlı. Bugün Adapazarı'nın Kuvayı Milliye tarafından işgal edil­ diğini işittim. Mustafa Kemal Paşa, Türkiye'nin İtilaf asker­ leri tarafından boşaltılmasını ve vatan bütünlüğünün temini­ ni istemiş. İtilaf Devletleri de, Türkiye'nin tamamının askeri işgal a ltına alınmasından sonra sulh muahedesini düzenleyip bize vereceklerini söylemişler. 28 Eylül günü akşamüstü Sarayburnu'ndaki Fransız mü­ himmat deposunda yangın çıktı ve birçok patlama oldu. 29 Ey57 Levent Şahverdi Arşivi lül'de büyük dayıma mektup yazdım, teklifimi kabul ederse Adapazarı'na gitmek niyetindeyim. 30 Eylül günü bizim tabur binbaşısı Ali Bey ile eski iaşe za­ biti Galip Bey beni ziyarete geldiler. Epeyce konuştuk: Mustafa Kemal 4 Eylül'de Sivas'ta bir kongre toplamış. Bu, bütün memleketi kapsıyormuş. Kongrede birtakım kararlar alınmış. Kararların teferruatını bilemiyorlar. Zaten Ali Bey'in en çok sevdiği beş vakit namaz kılmaktır. Gazete okur mu, bil­ mem . Galip Bey rütbece küçük olmasına rağmen uyanıktır ve Fransızca da bilen bir arkadaştır. Yeni sadrazam Her günkü gibi 2 Ekim günü de vazifedeyim. Dört beş gün­ dür Adapazarı ve civarını eşkıyaların bastığı veya Kuvayı Mil­ liye'nin işgal ettiği söylentisi devam ediyor. Hükümet yanlısı gazetelere göre Mustafa Kemal taraftarları, eşkıya veya çete; Mustafa Kemal taraftarlarına göre ise Kuvayi Milliye, mem­ leketi kurtarmak için ortaya atılmış gönüllü kuvvetler. Bugün akşamüzeri şöyle bir gezmek niyetiyle Babıali tara­ fına gitmiştim. Dolaşırken, istifa eden Ferit Paşa'nın yerine ta­ yin edilen Ali Rıza Paşa'nın sadaret alayına rastladım. Zaten Anadolu ahval inin bugünkü hali alması ile mevkii büsbütün sarsılan Ferit Paşa'nın, hala sadrazam olarak kalmasına şa­ şıyordum. Bakalım yeni sadrazam ne yumurtalar çıkaracak ? Yeni vazife anyorum 7 Ekim günü Maarif Nezareti'ne giderek Anadolu' da bir va­ zife istedim. Fransızca bilseymişim bu civarda bir vazi fe ve­ receklermiş. Konya'da sekiz yüz ve bin kuruş aylıklı muitlik­ ler (bir nevi inzibat memuru ve ders müzakereci liği) varmış ve mektep yatılı olduğundan gece orada k alaca kmışım. Ye­ mek , içmek oradanmış. Fena değil ama a nnem ve kardeşle­ rim ne olacak? Ben daha paralı, mesela bir idadi (lise) müdür58 Levent Şahverdi Arşivi lüğü istiyordum. Adımı yazdılar cumartesi günü tekrar yok­ layacağım. Aynı gün, evvelce yanında çalıştığım komisyoncu Ali Rı­ za Bey'i gördüm. Ticaret müesseseleri durgun ve bir bekleme devri geçirdi klerinden münasip bir yer bulmak zormuş. Ta­ nıdıklarından Avukat Hasan Hayri Bey'e bir tavsiye yazdı. Git­ tim. Kendisinin yanında yer olmadığını ve arkadaşlarına so­ rarak cevabı cumartesi gün ü bildireceğini söyledi. 10 Ekim günü hava yağmurlu. Dayımın oğlu Kemal'le dört yol ağzındaki teyzeye uğradık. Dönüşte ben Karabet'le bulu­ şup yine beraber bir yerde kafa dumanladık. Öyle his olunuyor ki Kuvayı Milliye'nin gelişmesi, İttihat­ çıların bir muvaffakiyeti sayılıyor. Ben de önceleri o fikre ka­ pılmıştım ama bu gelişme İzmir' in işgali ile değişti. Birtakım efeler ve hatta eşkıyalar soygunculuğu bırakıp Yunanlılarla ça­ tışmaya başladılar. Onlar bile vatanı hükümetten daha fazla sevdiklerini ispatladılar. Artık bu durumda İttihatçılık iddiası­ nın geride kalması lazım. Avrupalıların bu gelişmeyi İttihat­ çılara yüklemesini, hükümet aleyhtarı gazeteler Türkiye Ajan­ sı 'nın müdürüyle Antant gazetesi sahibine yüklüyorlar. Aca­ ba çaresizlikten mi o adamlara isnatta bulunuyorlar? Hakikat­ te ise Avrupalıların Şark'taki en ince noktaları bildiklerine ka­ ni değiller. Muhalefet gazeteleri bu sebepten var kuvvetleriy­ le İttihatçıları suçluyor. Ama suçladıkları kimler, belli değil. En­ ver masum, Cemal Paşa lekesiz, sabık levazım reisi her şüp­ heden uzak . Fenalıkları yapan meydanda yok. 1 1 Ekim'de kardeşim Tevfik'i, Mercan'da Terzi Aziz Bey'in atölyesine verdim, terzilik öğrensin diye. İnşallah kendisi için hayırlı olur. Adliyeye müracaat 1 8 Ekim'de Adalet Bakanlığı'na gittim. Açı k memuriyetlere baktım. Antep sorgu hakimliği, Şarki Karahisar mahkeme aza­ l ığı, Enez ve İpsala savcılıkları açık. Müracaat için terceme-i hal kağıdı (özgeçmiş) ve sair evrak istediler. 59 Levent Şahverdi Arşivi 20 Ekim günü gittim evraklarımla. Fotoğraf ve rapor ek­ sikmiş. Arkadaşlar benden önce gidip kimi Çanakkale'yi ki­ mi İzmit'in kazalarını a l mışlar. Ben kararsızım. 21 Ekim'de rapor ve fotoğraflarla gittim. Isparta mahke­ me azalığı açık. Orayı istedim. Orası kapalı dediler. Şarki Ka­ rahisar azalığı açık, oraya tayinimi istedim. Bu da saçma ya . . . Halbuki benden önce birkaç kişi burası için müracaat etmiş. Bugün bizim Darülfünun'un muhtariyetine dair nizamname çıktı. Bu teşkilatta benim maaşıma zam yapılacağını söylediler. 22 Ekim' de adliyeye gittiysem de tayin ve intihap encüme­ ni (atama ve seçim komisyonu) evrak incelemesiyle meşgulmüş, giremedim içeri. Toplantı pazartesi gününe kalmış. Darülfünun teşkilatından ümide kapılayım m ı bilmem. 23 ve 24 Ekim günleri yine adliyeye uğradım. Sivas'ın Ha­ fik kazası açıkmış. Koçhisar ve Erbaa müdde-i umumilikleri (başsavcılıkları) de açık. Şarki Karahisar'dan vazgeçtiğimi bil­ dirdim. Amcamın kızı Selime'nin kocası Baki Bey Sivaslıydı. Buraların çok iyi olduğunu anlattı. Erbaa'ya talip olduğumu söyledim. Oraya olamaz dediler. Ne adamlar, hem açık diye yazıyorlar, hem müracaatı kabul etmiyorlar. Akşam evde Koç­ hisar için bir istida yazdım. 27 Ekim'de Koçhisar müdde-i umumiliğini istedim. Henüz açık değilmiş. Oradaki savcı başka yere nakledilecekmiş, on­ dan sonra olabi lirmiş. Pekala niye açık yazdınız öyleyse? Bu adliyenin işi de galiba aşureye benziyor, karmakarışık. Zat işleri müdürüne çıktım. Çatalca mahkeme azalığının açık olduğunu söyledi. Ben de oraya naklimi istedim. İnti hap encümeni toplandı. Beni çağırdılar içeri. Karahi­ sar'dan vazgeçtiğime dair imza aldılar ve Çatalca bidayet mah­ kemesi azalığına bin ku ruş maaşla tayinime karar verdiler. Darülfünun muhtariyet (özerklik) kazanıyor 1 Kasım 1 9 1 9 ( 1 335) Cumartesi günü yeni nizamnameye gö­ re Darülfünun Emini seçilecekmiş. Dört fakültenin müderris ve muallimleri davet edilmişti o gün için. 60 Levent Şahverdi Arşivi Konferans salonunda toplanılacak. Birkaç katiple gittik sa­ lona, gelenleri karşıladık. Davetlilerin hemen hepsi geldiler. Baş­ katip kürsüye çıktı, oturdu. Ben yanında, ayakta. Bütün tıp, hukuk, edebiyat ve fen fakülteleri hocaları ha­ zır. Başkatip bana, " Sen konuş " dedi. Mecburen konuştum. " Muhterem müderrislerimiz" diye başladım. "Yeni darülfünun nizamnamesi mucibince yüksek heyetiniz arasından seçimi idare etmek üzere en yaşlı zatın re­ islik makamına gelmesi gerekiyor" dedim. En yaşlı müderris Sair Bey'miş. Başkatip yerini Sair Bey'e verdi. Ben yine ayak­ ta, katip yerinde. Seçim kağıtlarını dağıtayım dedim. Doktor Akil M uhtar Bey'le Devletler Hukuku müderrisi Salahattin Bey, oturduk­ l arı yerlerden, " Tıp Fakültesi Viladiyye (doğum) hocası Be­ sim Ömer Paşa'yı en uygun buluyoruz. Arkadaşlar da tensip ediyorsa onu seçelim" teklifinde bulundular. Ben, zabıt kati­ bi gibi yapılan bütün işleri yazıyorum. Toplanan heyet, el kaldırarak ittifakla bu teklifi kabul et­ ti. Bu suretle, muhtariyet kazanan Darülfünun'un ilk rektö­ rü yani Darülfünun Emini Besim Ömer Paşa (Akalın) oldu. Ve Paşa da yerinde ayağa kalkarak arkadaşlarının kendi hakkın­ da gösterdiği bu kadr ü kıymet bilirliğine teşekkür etti. Da­ rülfünunu kırtasiyecilik çekişmelerinden kurtararak daha zi­ yade ilmi sahada veriml i bir hale getirmeye çalışacağını söy­ ledi ve birkaç cümle daha ilave etti. Bütün hocalar tarafından alkışlandı ve tebrik edildi. Dağıldılar. Biz de kaleme geldik, neticeyi bakanlığa yazdık. Maaşıma zam yok 2 Kasım günü Seyr-i Sefilin (Devlet Deniz Yolları) idaresine gi­ dip, açılan müfettiş muavinliği imtihanına adımı yazdırdım. Küçük dayım Süleyman' dan, maaşın artarsa oradan ayrıl­ ma mealinde bir mektup a ldım. 10 Kasım günü çıkan gazetelerde Çatalca bidayet mahke­ mesi azalığı na tayin edildiğimi okudum. 61 Levent Şahverdi Arşivi Büyük dayımdan paraca yardım istemiştim. Evvelce söy­ lediği gibi aşarda, para işinde zarar ettiğinden ancak erzak gön­ dermek suretiyle yardım yapabileceğini veyahut annemi Ada­ pazarı 'na göndermemi yazıyor. Kasımın yirmisine doğru bakanlık üç-beş kişinin maaşı­ nı artırdı. Bana bir şey yok. Bugün Hukuk M üdürü Rauf Bey beni çağırdı. Beraber Hukuk Fakültesi Reisi Salahattin Bey'i gördük, söyledik. "Şimdi sırası değil," dedi ve sonra, "olacak" d iye ilave etti. Şimdiye kadar düşünülmemiş. Şimdi nasıl bir sebep olacak da bunu d üşünecek bakanlık. Ümitli olmaklı­ ğım yersiz gibi. Artık Hukuk'u bitirdikten sonra biraz fazla para l ı bir yer arıyorum. Haydi Çatalca'ya gideyim, annemi ve çocukları ne yapacağım? Bedriye, Çapa Kız Öğretmen Oku­ lu'nun tatbikat ilkokulunda ve son sınıfta. Şimdi gidersem Bed­ riye öğretmen okulundan uzaklaşacak. İleride onun bütün me­ suliyeti benim üstümde kalacak. En çok beni düşündüren ta­ raf bu. Adalet Bakanlığı'na küsüyorum Günler geçiyor. Kasım ayı bitti, aralığın dördü oldu. Bir da­ ha uğradım a dliye zat işleri müdürlüğüne. Müdür muavini midir, başkatip midir, biri bakıyor bu işlere. Adamdan bir azar yedim. " Gezer gezer, işini takip etmez, yol paranı almaz­ sın. Seninle beraber tayini çıkanların hepsi vazifeleri başı­ na vardılar. Sen İsta nbul'da s i.i rttürüp d uruyorsun . " Bu m ünasebetsiz sözlere karşı, onun yanında oturan ve herhal­ de hakim olduğunu sandığım bir zat, " Canım, böyle söyle­ me, gecikmesinde bir sebep olduğunu da düşünmek lazım­ dır" dedi. Yol param hazırmış da günlerdir gelip almamışım. Adamın bu muamelesine kızarak yüzüstü bıraktım Çatalca ışını. Bir gün Karabet'e rastladım, durumu a nlattım. " Git yol­ luğunu al, gitme Çatalca'ya. Kazancını düşün. Anadolu'ya ta­ yin edilip yol parasını alan ve gitmeyenler var böyle." Fena fi­ kir değil. O vakit uzak bir yere tayin edilip de harcırah alsam 62 Levent Şahverdi Arşivi ve gitmesem iyi olacakmış. Bizim başkatip de biliyor Çatalca'ya tayinimi. Bana gitmemekliğimi, nasıl olsa burada maaşımın artacağını söylüyordu. Hatta o da, " Harcırahı al, git, bir ke­ re oranın durumunu gör, sonra dön, gel" diyordu. Ama iyi bir tavsiye değil bu. Düşündüm, burada yedi yüz kuruşun maaş ekleriyle bir­ li kte elime otuz üç lira kadar bir şey geçiyor. Çatalca azalığı­ na gidersem otuz sekiz buçuk lira kadar bir para geçecek eli­ me. Gitmeye değmez. Gerçi gitsem mesleğimin tatbiki cihe­ tinde bilgi sahibi olacağım. Belki serbest mesleğe hazırlanmış o lurum. Yi ne ev meselesini düşünerek vazgeçtim. Aralık ayı ilerliyor. Bir taraftan da siyasi durumda Mebus­ lar Meclisi için seçim yoluna gidildi. Gazetelerde bunun mü­ cadelesi yapılıyor. Adliye Bakanlığı da gazeteye bir ilan vermiş ayın yirmin­ ci günü, üç gün içinde yol paramı alıp vazifeme gitmezsem, is­ tifa etmiş sayılacakmışım. Harpten önce Darülfünun'da, Fransız Sefareti'nin açtığı Fransızca gece dersleri, bu defa İsta nbul'daki Fransız askeri mümessilliği tarafından yeniden açılacakmış. Rektörlüğe mü­ racaatla mutabık kalınmış. Bir de Hukuk'ta, doktora sınıfı­ nın açıldığını ve bir sene buraya devam edenlerin imtihana gi­ rip "doktor" unvanı alabileceklerini Hukuk Müdür Muavini Nuri Bey söyledi. Bu iki konu Çatalca'ya gitmekten vazgeçmemde çok tesir­ li oldu. Büyük dayımı mevlit kandilinde dağa kaldırmış eşkıyalar. Üzerindeki otuz lira ile beygirini almışlar. İki yüz altın lira ge­ tirmek şartı ile salıvermişler. Sonradan beygiri geri alınmış. Pa­ rayı alamamışl ar. Yeni Meclise doğru Mebus seçimleri işi devam ediyor. Hararetli safhaya da gir­ di. Hukuk Fakültesi'nden Salahatti n Bey ve Fen Fakültesi Başkatibi Cemal Bey İstanbul'dan, Edebiyat Fakültesi'nden 63 Levent Şahverdi Arşivi Terb iyeci İsmail Hakkı ve Felsefe Tarihi h ocası Mehmet Emin ( Erişirgil ) Beyler Niğde'den adaylıklarını koymuşlar. Neticeyi merakla bekl iyoruz. Bu aralık ayında bir " İspanyol nezlesi " çıktı İstanbul' da . Çok salgın bir hal aldı. Okullar kapandı. Annem, bu kötü has­ talığa tutuldu. 30-31 Aralık günleri, en şiddetli hastalık gün­ leriydi. Ocak ayının birinci günü akrabadan sayılan Doktor Ali İsmail Bey'in evine gittim . Ben varınca o, öteki kapıdan çık­ mış, eczanedeki muayenehanesine gitmiş. Ben de eczaneye uğ­ radım . Eve gelemeyeceğini söyledi ve bazı ilaçlar tarifiyle yetindi. Sonra bizim tıbbiyeli Halim'i gördüm. Bereket ki onun delaletiyle bazı i laçlar aldım. Annem on gün hasta yattıktan sonra düzelebildi. Murat Bey'in ölümü 1 920 ( 1 336) Ocak ayının beşinci günü bizim başkatip muavi­ ni Murat Bey vefat etmiş. O da İspanyol nezlesinden hastay­ dı. Gelemiyordu. Buna çok üzüldüm. Çok centilmen ve haki­ katen İstanbul'un zarif ve nezih terbiyesiyle yetişmiş bir adam­ dı . Fatih Camii'nde namazını kıldılar. İdaredeki arkadaşlar­ l a beraber gittik. Çarşamba'daki Nakşi tekkesi şeyhinin kar­ deşiymiş. Bunu hiç bilmiyordum. Dervişlerin zikirleriyle ce­ naze, tekkenin içine götürüldü, gömüldü. Bu ayın yedinci günü kardeşim Tevfik, yatağa düştü. Be­ la bir şey bu İspanyol nezlesi. Annem iyileşmek üzereyken o yakalandı. Çok ş ükür ki annem iyileşmeye yüz tutmuştu. Yine haftalardan beri memleket hakkında sinir bozucu ha­ vadisler devam edip gidiyor. Ayın yedinci günkü gazetelerine göre güya hükümet, Avrupa büyük devletlerinden birinin, mil­ li istiklalimize halel gelmemek şartıyla bize yardımını istemiş. Bu arada İstanbul'un mukadderatı meselesinde heyecan ya­ ratan havadisler çıktı. Yine üniversite ve yüksekokul öğren­ cileri, 9 Ocak Cuma günü Fatih'te bir miting yapmaya karar verdiler. Günün siyasi hadiseleri çok iç sıkıcı . 64 Levent Şahverdi Arşivi İşgal güçleri Çırağan Sarayı harabesinin önünde. Meclis açılıyor - Fransızca dersleri de 1 1 Ocak 1 920 ( 1 336) günü Mebusan Meclisi açıldı. Padişah güya rahatsızmış. Ona vekaleten sadrazam meclisi açmış. Bir­ çok mebus, Meclis'in Anadolu'da açılmasına taraftar olan Mustafa Kemal'i dinlemedi herhalde. İstanbul'da, bütün düş­ man toplarının tehdidi altında milletvekilleri nasıl serbestçe ko­ nuşup düşüncelerini söyleyecekler, insan buna şaşıyor. Bugün Darülfünun'daki Fransızca dersleri de açıldı. Saat beşten altıya kadar verilecek: Cumartesi, pazartesi, çarşamba günleri. İlk gün hocanın Fransızca söyled iklerini pek anlaya­ madım. Yüksekokul öğrencilerinin Fatih'te kararlaştırdıkları miting, l3 Ocak günü Sultanahmet'te yapıldı. Ayın 14'üncü günü vazifedeyim. Hukuk Fakültesi Reisi Sa­ lahattin Bey gelmiş. Kendisi heni.iz yüksek tedrisat umum mü­ dürlüğünden ayrılmamış. Bizim kalem arkadaşı Hulki Bey'le yanına girdik. Rektörlük kaleminde dört kişiyi işgal edecek kadar çok iş olmadığını ve ölen Murat Bey'in yerine başka bi65 Levent Şahverdi Arşivi rinin alınmayarak onun maaşının bir kısmının bizlere verilme­ sini ve fazlası nın münasip yerlere dağıtılmasını söyledik. Er­ tesi gün başkatibe Salahattin Bey'e söyledik lerimizi anlattık. Fena halde canı sıkıldı galiba. Ama bize hissetti rmemeye ça­ lıştı. Acaba maiyetinde fazla adam bulunmasından koltukla­ rı mı kabarıyor ? Rus ihtilali ve Lenin'in sözleri 1 6 Ocak 1 920 (1 336) Cuma günü kar yağmaya başladı. Soğuk çok fazla. Türk Ocağı' na gittim. Yusuf Akçura Bey, Rus İhti­ lali hakkında konferans verecek. İştirakiyyunun (yani bolşe­ viklik veya komünizmin) Şark'taki tarihi başlangıcından ka­ palı surette konuştu. Bugünkü esas konuya girmedi. Halbuki Darülfünun'a Moskova'dan Fransızca broşürler ara sıra geliyor. Bir tanesini ben almış ve Fransızcaya çalışmak­ ta olduğumdan, Türkçeye çevirmiştim . Lenin'in sözleri şöy­ leydi: Son amele, köylü ve asker mebuslarından kurulan Sov­ yet kongresi, Rus Sovyet Cumhuriyeti teşkilatını kabul et­ ti. Hayret edilecek cihet şudur ki, Avrupa'nın bütün bur­ j uva basını da bu teşkilatı tanıdı. Halbuki onlar, böyle bir teşkilatın bir eşini daha görmediklerini değil, onun imkan­ sız olduğunu da iddia ediyorlardı. Şimdiye kadar onların medeni dedikleri birtakım devletler vardı . Fa kat onların içinde amele sınıfı, her türlü hukuktan mahrumdu. Prus­ ya' da, bugüne kadar ameleler esirdiler. Ancak Landakla­ ra birkaç mebus gönderebilmek hakkına malik idiler ki, onların da oradaki iktidarsız şikayet ve tehditleri, baron­ ların ve junkerlerin (genç soyluların) istihzaları ve vah­ şi gülmeleriyle karşılanırdı. Fakat burj uvaziye hiçbir si­ yasi hak tanımayan bir devletin vücudu imkanı, o burj u­ va efendilerin asla hatırlarına gelmiyordu. Dünyanın bü­ tün teşkilatı esas olarak, mülkiyet denen hakkı, ya ni ha­ kikatte büyük sermayecilerin ve borsa hilecilerinin, ser66 Levent Şahverdi Arşivi vetten ma hrum sınıfı , hiçbir ceza dan korkmayarak kul­ l anan ve soyan b u murabahacıların (tefecilerin) hakkını kabul ediyor. Rus Sovyet Cumhuriyeti teşkilatı ilan ediyor ki, bütün istihsal vasıtaları, servet tevlit eden ( üreten) her şey biz­ zat çalışa n kesime aittir. Avrupa'nın burjuva matbuatının Rus teşkilatını fena bir rüya gibi görmesi, kalplerine düş­ müş olan bu korkunun heyecanı içinde, ona her fenalığı yüklemesi, şaşılacak bir şey deği ldir. O nlar istedikleri ka­ dar, 'Böyle bir teşkilatın yaşaması mümkün değildir, bun­ lar birtakım heyecanlı fanatiklerin yazmış oldukları ka­ ğıt parçalarıdır, onları tarih süpürüp temizleyecektir,' de­ sinler. Bize gelince: Avrupa'nın fukara -Proletarya- sınıfına seslenerek diyoruz ki, bu teşkilat, değil yalnız Rus ame­ lesinin, bütün dünya amelesinin kanıyla yazılmıştır. Ora­ da, sermaye a leminin muharebesinde mahvolan milyon­ larca fukaranın iniltileri aksediyor ve aynı zamanda ser­ maye, bu kadar cenaze yığınını, yayılmış olan bu kanla­ rı, bu gözyaşlarını silmeye muktedir değildir. Hatta bu­ gün ancak Rus fukarasının fayda landığı o büyük hak ve hürriyet fermanını da silmeye muktedir değildir. O ferman ki yarın bütün dünya fukara sınıfının müşterek nialı ola­ caktır. Bu sözler Rusya'nın kuruluşu ve idealini tamamıyla belirti­ yor. Bolşeviklik, herhalde komünistlik olacak ve Yusuf Ak­ çura Bey'in geveleyip açıklayamadığı konunun da bu olması gerek. Darülfünun'daki günler. . . 1 8 Ocak günü Besim Ömer Paşa'nın odasında senato toplan­ tısı yapılacaktı. Sabahattin Bey gelmişti. Ben de girdim. Sa­ bahattin Bey bizim görüşümüzü savunurken Köpri.ilüzade Fu­ at Bey'le İngiliz Edebiyat Tarihi hocası Mahmut Bey geldiler 67 Levent Şahverdi Arşivi ve derhal Edebiyat Fakültesi'nin kütüphane memurunun bir işe yaramaması yüzünden, oradan alınarak ölen Murat Bey'in yeri ne rektörlük kalemine verilmesini teklif ettiler. Salahattin Bey sustu, kendi görüşünü müdafaa etmedi. Kütüphane me­ m urluğu yapamayan bir adam, bizim ka lem de ne iş yapabi­ lir? Şu Darülfi.inun'da da bozuk çarklar var. Piyer Loti'yi anma töreni 2 1 Ocak günü Piyer Loti namına teşekkül eden cemiyet, rek­ törlük odasında toplanmıştı. Perşembe günü için Piyer Loti adı­ na konferans salonunda bir ihtifal (anına töreni) toplantısı yap­ maya karar verdiler. Piyer Loti Fransa' da, Türkiye lehinde kuv­ vetli kalemiyle neşriyat yapıyor ve bunun bizde tesiri büyük oluyordu. Cemiyet de bu yüzden kurulmuş ve Besim Ömer Pa­ şa da Fransa'da okuduğundan bu cemiyetin ku rucuları ara­ sına katılmıştı. Arkadaşım Hulki Bey üç gündür gelmiyor. Galiba hasta. Divanda Müderris Nadir Bey'in fen fakültesi reisliğine se­ çilmesi uygun bulunmadı. 23 Ocak günü, ü niversite konferans salonuna gittim öğ­ leden sonra. Piyer Loti şerefine ihtifal başlamak üzere. Oğlu ile birl ikte Veliaht Mecit Efendi, Abdülhak Hamit ve Süley­ man Nazif Beyler ve İstanbul'un ileri gelen şair, yazar ve ay­ dınları gelmişler. Reislik makamına Abdi.ilhak Hamit Bey'i ge­ çirdiler. Önce Abdülhak Hamit Bey namına bir yazı okundu. Son­ ra Süleyman Nazi f Bey, başlı başına çok tesirli konuşmasını yaptı. Bilhassa İstanbul'u zapteden Fatih'ten bahsederken onun büyük bir yanlışlık yaptığını, Rum Patrikliği'ni ve İstan­ bul Rumlarını geniş imtiyazlarla yerinde bıraktığını ve bunun bugünkü nesli n başına büyük dertler açtığını ve Fatih'in bu hatasının asla affedilmeyeceğini kendine mahsus taşkın heye­ canla anlatırken Veliaht Abdülmecit Efendi " bugünkü torun­ ları bu hatayı düzeltecektir" manasına gelen bir cümle sarf et­ ti ve şiddetle alkışlandı. Konuşmasının sonunda Süleyman Na68 Levent Şahverdi Arşivi Piyer Loti. zif Bey de kuvvetle alkışlandı. Bu konuşma çok tesirli ve ce­ ladetli (yiğitçe) idi. Sonra Yahya Kemal Bey Piyer Loti'nin ha­ yatından ve eserlerinden bahsetti ve Piyer Loti'ye hemşerilik unvanı verilmesi teklif edildi. Fahri hemşerilik kabul edildi. Bu toplantı, konferans salonunda yapılan en büyük toplan­ tılardan biri oldu. Acaba İngilizler bu toplantıya karşı ne şe­ kilde duygulandılar? Yine hükümet meselesi Harbiye Nazırı (Mersinli) Cemal Paşa ile Erkanı Harbiye Re­ isi Cevat Paşa ( Çobanlı) istifa etmişler. * Halk arasındaki de­ dikodu: İngilizler, sekiz yüz bin kişiyi silah altına alarak, Bol'' İngilizler, Ali Rıza Paşa hükümetinden, Batı Anadolu'daki Kuvayı Milli­ ye'ye destek verdiklerini öne sürerek Harbiye Bakanı Cemal Paşa ile Genel Kur­ may Başkanı Cevat Paşa'nın 48 saat içinde görevlerinden alınmalarını iste­ mişti. Mustafa Kemal, hükümete böyle bir notanın verilmesini " bağımsızlı­ ğa saldırı" olarak nitelemiş ve 22 Ocak'ta bütün mebuslara telgraf göndere­ rek bu notayı protesto etmelerini istemişti. Ali Rıza Paşa, Harbiye Bakanlığı'na Fevzi Çakmak'ı; Genelkurmay Başkan­ lığı'na ise Şevket Turgut'u atadı (Mart 1 920). 69 Levent Şahverdi Arşivi şeviklere karşı harp etmemizi teklif etmişler. Buna mukabil bi­ zim hayat ve varlığımızı kabul ve tasdik edeceklermiş. Bunu kabul etmeyen iki paşa da istifa etmişler. Nasıl ve kim uydu­ rur bunları ? 24 Ocak günü istifa sebebi başka şekle büründü: Musta­ fa Kemal Paşa İstanbul'a, hükümete şiddetli bir mektup gön­ dermiş. Hükümetin adli ve idari ıslahat için büyük devletler­ den birinden yardım isteğini uygun bulmamış. Halbuki ka­ bi nede bu fikri en çok müdafaa edenler bu iki paşaymış. Bu yüzden çekilmişler. Bu da çürük bir dedikodu. D ünkünün tam tersi. Yine bugünkü gazetelerde bunaltı veren bir havadis: Cle­ menceau, son Londra seyahatinde Lloyd George'la görüşmüş ve bizim İstanbul'dan tamamen çıkarılmamız fikrine onu iş­ tirake davet etmiş. Ne duruma düşmüşüz ya Rabbi, yani ameliyat masasına ya­ tırmışlar Osmanlı cesedini, her tarafından kesip biçiyorlar. 2 7 Ocak günü maaş aldım. Rahmetli Murat Bey, maarif yardım sandığından para almış, ben de ona kefildim. Maaşım­ dan iki yüz sekiz buçuk kuruş kesmişler. Azerbaycan istiklalinin yıldönümünü anma töreni 30 Ocak günü yine Darülfünun konferans salonunda toplan­ tı var. Yeni doğmuş olan Azerbaycan hükümetinin doğum yıl­ dönümü kutlanacak. Yusuf Akçura, Ruşen Eşref (Ünaydın) ve Ubeydul lah Bey ve efendiler konuştular. Ruşen Eşref herhal­ de Bakü'ye gitmiş olacak ki, oranın en ileri zenginlerinden bi­ rinin evine vardığı zaman onun en muhteşem salonuna giri­ yor. Duvarda gerili siyah bir perdeyi kaldırıyor bu zat. Altın­ dan bizim bayrağımız çıkıyor ve sonra bu zatın gözü sevinç gözyaşlarıyla dolu; " Yıllardır bugünü bekleyerek yaşıyor­ duk. Tanrıya şükür ki buna kavuştuk " diyor. Bu tablo haki­ katen çok içten duygu veren bir değer taşıyordu. Ama hatip­ lerden her üçü de bu harbe girmenin bütün gayesi buymuş gi­ bi harbe girmenin kutsal gayelerinden birinin bu suretle tahak70 Levent Şahverdi Arşivi kuk ettiğini söylüyor ve harbe giren hükümeti temize çıkarma­ ya çalışıyorlardı. Ama terhisim sırasında, Mondros Mütarekesi gereğince Kars, Ardahan ve Batum'u boşaltmayı kabullendiğimizi hiç hatırlamıyorlar. Şimdi Batum'da İngilizler var. Belki Azerbay­ can, Gürcistan ve hatta Ermenistan'da da İngilizlerin olma­ sı muhtemel. Bu durumda harbe girmiş olan hükümetin ide­ alini doğru bulmak kadar saçmalık olamaz. Geçen hafta Piyer Loti 'yi anma töreninde Süleyman Na­ zif Bey'in " bu milleti harbe birkaç serserinin sürüklediği ve bununla beraber buna müsait ortam bulmalarının, ancak ta­ rihi vakaların akışı sonucu olduğu" hakkındaki sözlerini ele alarak harbe bir azınlığın isteğiyle değil, bir kurtuluş ve öç al­ ma arzusu ile ve esir millettaşlarımızı k urtarmak idealiyle gir­ diğimizi anlatmak ve netice itibariyle bütün harbe girme cina­ yetinden, o hükümetin haklı ve affedilebilir durumda ol du­ ğunu belirtmek istiyorlardı. Halbuki harbin başlangıcında yal­ nızca Nil'i geçmek ve Mısır'ı zapt etmek düşüncesi vardı. Şüp­ hesiz bütün Müslümanların (o zaman İslamcı değildim ama ni­ ye böyle yazdım, düşünemiyorum) müstakil olması her kalp ve vicdanca bir amaç, hem çok yüce bir amaçtır. Fakat bizim harbe girmemizin bu gaye için olmadığı Enver Paşa'nın veda yazısında açıklanmıştır. " Harbin kati neticesi Avrupa'da alı­ nacak. O zamana kadar düşmanlarımızın, mümkün olduğu kadar fazla kuvveti ni cephelerimizde tutmak "mış. Tuttuk tabii. Ama memleketimiz çiğnenirken niye Galiçya'ya, Roman­ ya'ya, hatta Selanik cephesine kuvvetler gönderdik. Ruslar harpten çekilince neden biz de çekilmedik ? Bunun münaka­ şa yeri burası değil tabii. Ancak güzel bir milli gaye için ya­ pılan toplantıda, kör bir hi.i kümetin kafasızlığını örtmeye ça­ lışmak ve onun kutsal bir gaye için çalıştığını ileri sürerek on­ ların yanlış hareketlerini örtmeye çalışmak hiç de takdire de­ ğer bir hareket değildir. Bu, düpedüz kör bir fırkacılıktır. Hiç ol mazsa temiz ve içten gelen sevgiyle yapılan böyle topla n­ tılar, fırkacılığın kötü ihtiras kirlerinden uzak ka lmalı, de­ ğil mi ? 71 Levent Şahverdi Arşivi Kış mevsimi ve olaylar 5 Şubat 1 920 ( 1 336) Perşembe. Beş gi.i ndür aksırık, öksürük, nezle . . . berbat bir haldeyim. Şubat111 birinci günü maariften erzak almaya gittim, kalabalıktan alamadım. İkinci gün evden çıkmadım. Maaşımı artırma işi yapılamadı. Çatalca'ya başka biri ta­ yin edilmiş. Kuvayı Milliyeciler Bolşeviklik, İslam İttihatçılığı, Türkçü­ l ü k gibi birtakım dedikodularla halkın zihnini bulandırıyor­ lar. Göze çarpan şek ilde bir İngiliz aleyhtarlığı propaganda­ sı devamda. Hele şu Bolşeviklik propagandası; bunlar komü­ nistliğe vakıf olmadıkları halde, bunun satışını yapıyorlar. İşin garibi Türkçüler de buna sarılıyor. Müslümanlık fikirlerini ta­ şıyanlar bile. Bu arada bizim Darülfünun kapı çuhadarı (hademesi) Be­ kir Efendi bir nevi kağıt dağıtıp duruyor. Bir tane de bana ge­ tirdi: " İngiliz Muhipleri Cemiyeti'ne girme kağıdı" imiş. "Sa­ kın ha . . . " dedim Bekir Efendi'ye, " Götür, bunları aldığın ye­ re ver, böyle şeyleri Dari.ilfünun'a sokma," dedim. "Ya . . . " de­ di, " bunlar fena demek. " "Hemen, " dedim, "çık, geri ver. " Ha­ kikaten geri vermiş, geldi, haber verdi. 6 Şubat günü, Faik Sabri Bey (Duran), coğrafya darülme­ saisinde (çalışma salonu) Birleşik Amerika hakkında, esaslı bil­ gi veren bir konuşma yaptı. Cumartesi günü Beyoğlu'ndaki Amerikan yardım pazarı­ na şeker almaya gittim. Öğleden sonra olduğundan pazarı ka­ palı buldum. 9 Şubat'ta şekeri alabildim . O gi.in de kar, fırtı­ na, tipi bora halinde. O kadar şiddetli ki . . . On senedir görül­ memiş bir kışmış bu. Sokakta gidip gelenler de pek seyrek. Tramvaylar az işliyor. Beyoğlu tarafında eski Alman impara­ torunun kardan heykelini yapıp eğleniyorlar. Kabi ne bugün beyannamesini okuyacak mecliste. Kuva­ yı Milliyeci mebuslar, içişleri ve dışişleri ile adliye bakanla­ rının çekilmelerini istemiş ler. Onlar da istifa ederek yerleri­ ne Bursa Valisi Ebubekir Hazım (Tepeyran ) , Bi.ikreş eski el72 Levent Şahverdi Arşivi çisi Safa Bey ve Baş Müdde-i Umumi Kazım Beyler tayin edil­ mişler. 10 Şubat günü kış daha şiddetlendi. Sokaklarda sular don­ du. Akşama doğru fırınlarda ekmek kalmadı. Tramvaylar dün­ kü kadar da işleyemedi. İşime gitmiştim. Hükümet, beyannamesini Meclis'te oku­ muş. 1 04 itimat reyi almış. İki itimatsızlık, bir müstenkif (çe­ kimser) varmış. Beyannameyi gazetelerde okudum. Sönük ve ruhsuz bir şey. Hele ıslahat hakkındaki vaatler, yerine getiril­ mesi mümkün olamayan o kadar yalan sözler ki, insanı elin­ de olmadan güldürüyor. Mesela ecnebi memleketlerden uz­ manlar getirtilecek, bunlara teftiş salahiyeti verilerek ıslahat yapılacakmış . Kuvayı Milliye hakkında hiçbir söz yok. l2 Şubat. Dün rüzgar durdu. Hava açıldı. Ayaz şiddetli . Herkes dışarı çıktı a m a arabalar, tramvaylar v e otomobiller güçlükle işliyor. Bugün rüzgar güneye döndü. Karlar şiddet­ le erimeye başladı. Yollar, kudurmuş bir dereye döndü. Dışa­ rıda, geceye kalmak bile tehlikeli. Belediyede ise sokakları te­ mizletmeye kudret yok. Başkatip bugün, maaşımın on liraya çıkarılma yazısını yaz­ dı. Ölen Murat Bey'in maaşı 1 .750 k uruşmuş. Bunun üç yü­ zü bana, beş yüzü başkatibe veriliyor. 950 kuruşu hazineye ta­ sarruf kaydedilerek başkatip muavinliği kaldırılıyor. Rektör de uygun bulmuş bunu. 73 Levent Şahverdi Arşivi İngiliz Tarzı: Olay Çıkar, İşgal Et 1 4 Şubat. Dün Beyazıt'a kadar çıktım. Türk Ocağı'nı İngiliz­ ler işgal etmiş. Ocaklılar düşünce gösterisinde kendilerini tu­ tamadılar. İngilizlerinki ise büsbütün adilik. Hatta Harbiye Ne­ zareti 'ndeki itfaiye dairesini de yine İngilizler işgal etmiş. Bu­ mı gidip görmedim. Bu işgaller çok fena kuşkuland ırdı heni. Gündüz vazifeme, akşam da Fransızca dersine gittim. Fran­ sızca dersleri haftada dörde çıktı: Cumartesi, pazartesi, çar­ şamba, perşembe ve akşam saat beşten altıya kadar. Edebiyat Fakültesi de pazartesi ve perşembe sabahları saat sekizden do­ kuza kadar ders veriyor. Her ikisine de gidiyorum. Gazetelerdeki mühim havadis: Fransa Başvekili Milran, meclislerinin hariciye encümenindeki konuşmasında, İstan­ bul 'dan Türkleri çı kartmaktansa, sıkı ve milletlerarası bir kontrol altında bulundurmak şartıyla İstanbul' da bırakılma­ ları nı tercih ettiğini söylemiş. İyi havadis. 24 Şubat. Kar kalktı. Yolların çamuru kurudu. Hava serin, geceleri ayaz. Fransızca derslerine devam ediyorum. Yukarıda yazmayı unutmuşum: Ders yılı başından itibaren Hukuk'un doktora sınıfına devam ediyorum. Ders konferans salonunda veriliyor ve çok istifadeli. Bugün de vazifedeyim. İngilizlerin İstanbul'a gelen Akdeniz filosu askerleri Beyazıt'a kadar gelerek bir gösteri yapıp, gittiler. Yine bugün Darülfü­ nun'u iki İngiliz subayı ziyaret etti. Halleri nden, ziyaretleri­ nin üniversite binasının görülmeye değer yerlerini görmekten ibaret olduğu sanılıyordu. Ama bunların gelmesinin, işgal maksadına dayandığı kuşkusu uyandı. Öğrenci ve hocalar ara­ sında heyecan baş gösterdi. Bana yersiz gibi göründü bu hal. 74 Levent Şahverdi Arşivi Akşamüzeri Besim Ömer Paşa emir vererek üniversite ka­ pılarını kapatmış. Saçma fikir. Sanki kapılar kapalı olsa işgal edemeyecekler mi? İngi lizlerin son günlerde birçok yeri işgal etmesi, bu heyecanlı sanılara sebep oluyor. Bir haftadan beri dillerde dolaşan, Enver Paşa'nın yeşil or­ dusunun Hindistan'ı istila haberi, dün ve bugün yarı resmi ajansla yalanlandı. Bu dedikoduyu uyduran budalalar da bu­ na herhalde çok şaşmışlardır. Telaşlı iki gün daha geçti . 26 ve 27 Şubat günleri. İngilizler üniversiteyi işgal etmediler. Biga taraflarında, halkın Kuvayı Milliye'ye karşı ayakla­ narak milli heyet reislerinden bazılarını öldürdüklerini Peyam gazetesi yazıyor. Konya'da da hoşnutsuzluk varmış Millicile­ re karşı. Sulh konferansı hakkımızda mühim kararlar alıyormuş. İs­ tanbul 'un bizde kalacağı rivayetleri kuvvetli. Maaşımın bin kuruşa yükseltilmesini bakanlık uygun bul­ muş. Cumartesi günkü gazetelerde, her ne kadar İstanbul'un biz­ de bırakılacağı Lloyd George tarafından teyit edilmekte ise de bütün Türk ordusunun ilga edileceği, emniyet ve asayişin ken­ di orduları tarafından düzenleneceği yazılı. Doğru olabilir mi acaba ? 2 1 Şubat günü divan toplantısı vardı. Salahattin Bey de gel­ di, oldukça nikbin sözler söyledi. Kuvvetli bir hükümet gelip de İtilaf Devletleri'ne karşı mukavemet edebilse daha uygun şartlarla sulh yapabileceğimizi söyl üyordu. Mebusan Meclisi de pek sönük şekilde çalışıyor. Sık sık giz­ li toplantılar yapıyor. Karşılarında düşman zırhlı ve kruvazör­ leri olunca ne yapsın? Biricik yaptıkları iş " Misak-ı Milli" di­ ye bir hudut kabul etmek oldu. Açık oturumla cesaretli ko­ nuşma yapamıyorlar. Meclisin böylece İstanbul'da toplanmış olması hala şaşılacak şey. Nasıl kuvvetli bir karar alabilecek­ ler. Durumları bir hiç gibi. 3 Mart. İyi havadisler uçtu. Güya Maraş'ta Ermeniler aley­ hinde bir katliam olmuş. Bu, bizim hakkımızdaki kararı de­ ğiştirmeye vesile olmuş. İngilizlerin, İstanbul 'un bizde bıra- · 75 Levent Şahverdi Arşivi kılması hakkındaki sözleri de taşkınlıklara sebep olduğundan o fikir değiştirilmiş. 4 Mart günü kabine İstifa etmiş. Kim gelecek acaba yeri­ ne? Ancak 8 Mart günü teşekkül edebildi ise de yarım yama­ lak bir şey. •· 1 0 Mart güni.i Biga civarında milli kuvvetlerin dört köyü tahrip ettiği ve Anzavur çetesini dağıttığı gazetelerde yazılı. 1 5 Mart günü Maarif Nezareti'nden gelen bir yazıda konferans salonunun İngilizler tarafından işgal edileceği bildiriliyor. Mızıka bölüğünü basan ve askerleri öldüren İngilizler 1 6 M art 1 920 ( 1 33 6 ) sabahı üniversiteye giderken Yenikapı açıklarında bir zırhlı gördüm. Topları İstanbu l 'a çevrili. Biraz sonra öğrendim, bir Yunan zırhlısıymış. Neden acaba diye dü­ şünerek vazifeye geldim. Odacımız İsmail Ağa'dan öğrendim ki: Şehzadebaşı ' nda Letafet Apartmanı' nda bulunan Onun­ cu Kafkas Fırkası Mızıka Bölüğünü İngiliz askerleri basmış­ lar. Silah aramak istemişler. Onlar da uyku sersemliğiyle kar­ şı koymuşlar, İngilizler de ateş etmişler. Bizim askerlerden on iki, onlardan altı kişi telef olmuş. Bir miktar da yaralı varmış. Ö nce inanmadım. Bu binayı biliyordum. Harpten önce bura­ da bir oda tutmuş, bir cemiyet kurma hazırlığı yapmıştık. Bu­ raya yakındı, hemen oraya gittim. Kapıda silahsız bir nöbet­ çi duruyordu. Sokuldum; "Ne oldu?" diye sordum. "Oldu bir şey, çok durma burada" dedi. "Ölen var mı? " dedim. " İki ölü­ müz bir de ağır yaralımız var, kaldırdı lar" dedi. Daha ko­ nuşuyorduk ki bizim Medeni Hukuk hocamız Mustafa Fev­ zi Bey geliyordu. Çağırdı beni, biraz benzi uçuktu onun da . " Nasıl olmuş ? " diye sordu. Öğrendiklerimi söyledim. Beraber­ ce oradan ayrıldık. Mus-t:afa Fevzi Bey de mebustu. Üniver­ siteye döndüm. Yukarı sınıfa çıktım. İsmail Ağa'nın şayiası daAli Rıza Paşa kabinesi 3 Marr'ta istifa edince Salih Paşa, 8 Marr'ta yeni ka­ · bineyi vekaleten kurdu. • 76 Levent Şahverdi Arşivi ha kuvvetlenmiş, dillerde dolaşıyor. Hatta buna şu ilave de ya­ pılıyordu: İsta nbul Sultanisi'ni de ( lise) basmışlar, bütün ho­ cal arını götürmüşler. Hocalar derse gelmedi. Öğrenciler gittikçe sinirleniyorlar­ dı. Nihayet öteki dershanedekiler de gelince, kalabalık fazla­ laştı . Bir kısım efendi ler, gidip ölen neferlerin cenazesinde ha­ zır bulunmak istiyorlar. Diğer bir kısım kabul etmek istemi ­ yor, gitmek ve orada bulunmak hususunun zararlı olduğu fik­ rindeler. Ben de gitmemek taraftarıyım. Zaten cenazeleri kal­ dırmışlar, nerede olduklarını bilmiyoruz. Tartışma şiddet­ lendi . Sinirlilik, kızgınlık ve kavga derecesine vardı. Hemen belki yumruklaşma başlayacaktı. Felsefe hocası Rıza Tevfik Bey geldi. Bu sinirli ve kızgın havayı yatıştırmak için bazı söz­ ler söyledi. Üniversite gibi bir yerde yumruk kavgasının mü­ nasebetsiz olduğunu i leri sürdü. Öğrencilerden biri mebusla r ve ayan meclisinde bile yumrukla kavga edildiğini söyledi. Uzun çekişmelerden sonra cenazeye gitme fikri suya düştü. Cenaze­ ye gitmek için çıkan üç-beş kişi de dönüp geldi. Harbiye Nezareti de işgal ediliyor O sırada gördük ki Harbiye Nezareti'ne de muntazam İngi­ liz askerleri gidiyor. Beyazıt Meydanı'na gittim hemen. Bun­ ları seyre başladım. Zaten ben varıncaya kadar, meydanı ge­ çip b üyük kapıdan bakanlığın iç meydanına girmişler. Ne ka­ dar askerin içeri girdiğini bilmiyorum. Girenler herhalde b a­ kanlık binasını işgal etmeye başlamış olacaklar. Hala İngiliz­ lerin arkası gelmiyor. Üniversiteye döndüm. Bizim telefonları kesmişler. Bakan­ l ı k la konuşulamıyor. Galiba bütün haberleşme tellerini kes­ miş olacaklar. Öğleyin bizim konferans salonu da işgal edile­ cekti. Gelen giden olmadı. Harbiye Nezareti meydanının dı­ ş ında, birtakım yerlerde İngilizlerin Yeni Zelanda askeri bir­ likleri vardı. Gelenlerden haber aldık ki Bahriye Nezareti, Posta Telg­ raf Umum Müdürlüğü, asker sevk dairesi ve birçok dağınık 77 Levent Şahverdi Arşivi İşgal döneminde Tepebaşı. askeri daire işgal edilmiş. Duramadım içeride. Öğleden son­ ra tekrar çıktım. Halkta derin bir sessizlik var. Kızgın mı? Bu hali nasıl karşılıyorlar? Hiç kimsenin yüzü gülmediğine gö­ re, sanki bu sessizlikle bu hali protesto ediyorlar gibi geldi bana. Bahçekapı'ya, Eminönü'ne indim. Köprü'ye çıktım. Bir İn­ giliz zırhlısı, köprünün Karaköy ucu yakınına gelmiş, ön ve ar­ ka taretlerdeki en büyük topları ve yan toplarını, Harbiye Ne­ zareti'nin bulunduğu tarafa çevirmiş, tehdit edici bir durum almış. Bu hallerine içimden gülmek geldi. Burada bu duruma karşı koyacak kimse yok. Ne diye bu gösteriş? Limana girdik­ lerinden beri, şimdiye kadar İstanbul hüki.iıneti emirlerinin al­ tında . İstediklerini tutukluyorlar, götürüyorlar. Mani olan yok buna burada. Öteki düşman devletlerden, mesela ne Fransız, ne İtalyan ve ne Amerikan gemilerinden, buna iştirake benzer bir ema­ re yok. Herkes bu İngiliz gemisine bakmadan geçip gidiyor. Yal­ nız ben, görülmemiş acayip bir mahluk seyreder gibi birkaç da­ kika bunu seyrettim. 78 Levent Şahverdi Arşivi İngiliz belası ve tutuklamalar Mebuslardan birçoklarını n tutuklandığı söylentisi dolaşıyor. Meclis Başkanı Celalettin Arif Bey, bizim Devletler Hukuku ho­ cası Salahattin ve mebus Cami Beyler (Baykurt) " tutuklanan­ lar arasında . Göz Tabibi Esat (Milli Kongre Başkam Dr. Esat Işık), bizim rektör Besim Ömer Paşa'ııın da adları dolaıııyor bu arada. Taşra ile telgraf haberleşmesi de kesilmiş. Akşam gazetelerinde sade bir beyanname, resmi tebliğler gibi bir şey: Mem leketi fel akete sürükleyen İttihatçılardan, Kuvayı Mil­ liye' den, bunları tel'in ederekten bahsedil iyor ve geçici ola­ rak İstanbul'un işgal edildiğini ve sulh konferansının karar­ larıııı kabul edersek bunun kaldırılacağını, etmezsek İstan­ bul'un Türkiye'den alınacağını yazıyor. Ve bazı kimselerin tutuklandığında n bahsedil iyor. D ikkate değer başka bir şey yok. 17 Mart. Bazı yerlerde İngilizlerin araştırmaları sürüyor. Harbiye Nezareti (şimdiki İstanbul Üniversitesi merkez bina­ sı) olduğu gibi işgal altında. Sokaklarda, Beyazıt Meydanı'ndan Saraçhanebaşı'na kadar ikişer mangadan ibaret İngiliz dev­ riyeleri, bir nevi tertibat alarak dolaşıyorlar. Hukuk Dekanı Salahattin Bey bugün fakülteye gelmiş. Dün tutuklandığına dair söylentiler dolaşmıştı. Göz Tabibi Esat Paşa da tutuklan­ madan önce İngilizlere karşı koymuş, silah kullanılarak ya­ ralanmış veya öldürülmüş. Halide Hanım (H.E. Adıvar) tu­ tuklanmış. Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti erkanı toptan tu­ tuklanmışlar. Hamdullah Suphi (Tanrıöver), Çi.irüksulu Mah­ mut Paşa, Müşir İzzet Paşa ve benzerleri de tevkif edilmiş. Tu­ tuklananlar bin beş yüz ile dört bin kişi arasındaymış. Bugün kulağa gelen dedikodular bundan ibaret. Tasvir-i Efkar, Yeni Gün ve İleri gazetelerinin halefi olan gazeteler çıkmadı. Çıkanlar: Peyam, İkdam, Alemdar, Vakit. " Burada yaza rın bir yanılgısı söz konusu. Meclisi Mebusan'da iki dönem Fizan Millervekilliği yapan Cami Bey (Baykurt), Son Osmanlı Mebusan Mec· !isi seçimlerini kaybederek milletvekili seçilememişti. ilk Tl!MM'ye Aydın Mil­ letvekili olarak girdi ( 1 920). 79 Levent Şahverdi Arşivi Darülfünun'un işgali dedikoduları Muhaliflerden bazı eblehler, hatta hainler d iyeceğim geliyor, bu hallerden bir sevinç duyuyorlar. Güya bu yapılan hareket­ ler bizim için ta kdir ve tahsin imiş gibi bir neşe h issediyorlar. Hürriyet ve İtilaf Fırkası adamlarından Mehmet Ali Bey var­ dı. Fen kütüphanesi memuruydu. İşine son verilmişti . Bugün kapı çuhadarı (hademe) Bekir Efendi'yi Maarif Nezarei:i'nde görmüş; " Bak, ne yaptık onlara, daha neler yapacağız" demiş. Ne kafa, İtilafçılardan gayrisini hep İttihatçı sayıyorlar gali­ ba, budalalar. Bizim üniversite binasındaki sobaların bacaları duvar ara­ larından geçiyor, dumanı da damdan çıkıyordu. Bugün öğle­ den sonra, bunu gören birkaç kişi, " Darülfünun yanıyor" di­ ye itfaiyeye haber vermişler. Derhal itfaiye otomobilleri ve as­ kerleri binanın önüne geldi, biz de şaşırd ık. Halk üniversite­ nin önünde toplandı. Tabii bir şey yok . Herkes dağıldı. Saat beşten sonra iki İngiliz zabiti gelerek binayı görmek istediler. Gezip, gördüler. Ve gezerken güya burayı uygun bul­ muşlar. Birçok yerini görmediklerinden yarın tekrar gelecek­ lerini söyleyerek defolmuşlar. Onları gezdiren efendi de bura­ nın işgalinin muhakkak olacağını söylemiş. Olmaz şey değil , yaparlar b u n u da . 1 8 Mart gün ü •· Besim Ömer Paşa geldi. Bir gün önce ba­ na, yazı masasındaki Kuvayı Milliye gazete ve resmi tebliğ­ lerini kaldırmaklığım ha kkında haber göndermişti. Şayia lar (dedikodular) biraz hafifledi. Dün bin beş yüzden dört b ine kadar yapılan tevkifl er, bugün üç yüzle dört yüz arasında. Milliyetçiler veya İttihat Fırkası taraftarları arasında İn­ gilizlerin hareketleriyle ilgili istihzalı şayialar dolaşmaya baş­ ladı. Bilmem hangi kız okulunda, kızların çantalarında defter ve kitapları arasında silah ve muzır evrak arıyorlarmış. Ve sonra dün Harbiye Nezareti'nin büyük kısmını boşalt­ mışlar. Yalnız genelkurmay bi rinci, ikinci ve üçüncü şubele* Meclisi Mcbusan bugün son kez toplandı. 80 Levent Şahverdi Arşivi rini mühürleyerek muhafaza altına almışlar. Dedikodu kısmı: Bu boşaltmayı da korkularından yapmışlar. Korkmak kork­ mamak meselesi başka, tahliye ve işgal başka. Bunu bu şekil­ de yormaya kalkan zihniyet, hiç d ürüst bir düşünceye ve id­ rake sahip değil mi ? Mustafa Kemal Paşa, Anadolu'daki İtilaf hükümeti teba ve askerlerini, rehine makamında (rehine muamelesi yaparak) tu­ tuklamış ve o devletlerle m ünasebetini kesmiş. Hatta "İlan-ı harp " bile etmiş. Salı günü işgal m ünasebetiyle çıkan şayialardan en m ühi­ mi şuydu: Mustafa Kemal mühim kuvvetle Alemdağı'na gel­ miş. İstanbul'a girecekmiş. Fakat Enver Paşa da geliyormuş. (Nereden geldiğini kimse bilmiyor.) Sonra Kemal Paşa onu bek­ lemeye karar vermişmiş. Bütün Anadolu cihetinde bulunan İti­ laf Devleti askerleri, Rumeli cihetine kaçmaya başlamışlar ve buraya gelince onlar da Harbiye Nezareti'ni ve sair yerleri ba­ sarak yağma edecek, sonra kaçacak larmış. Fırkacılık ne kadar iğrenç bir şey. Üniversitenin işgali 1 9 ve 20 Mart, Cuma ve Cumartesi. Cuma günü Halim'le bu­ luştuk. Halim, İttihatçı geçinir ama akılsız değildir. Epeyce ko­ nuştuk, gezdik. Akşamüstü Kumkapı'da biraz çektik. Cumartesi günü üniversitedeyim. Geçen perşembe günü Be­ sim Ömer Paşa'ya tebligat yapılmış ki: Ayın 24'üne kadar üni­ versitenin mefruşattan gayri eşyası boşaltılsın. Dün bazı mu­ teber müderrislerle toplantı yapılmış, ne yapılabileceği konu­ şulmuş, düşünülmüş. Sonunda Rıza Tevfik ve Ali Kemal Bey­ lerden kurulu bir heyetin, mümessilliklere müracaatıyla bu işin önlenmeye çalışılması kararına varılmış. İnsanı karamsarlığa götüren haller. Mağlup olmayagör. Ama hınç çıkarmaya çalışan yalnız İngilizler oluyor. Onlara karşı insan o kadar sinirleniyor ki . . . Dolaşan devriyeleri gö­ rünce hemen tabancayı çek, vur, sen de öl. . . Ama devriye ge­ zen neferlerin bu işte suçu ne? Akdeniz fi losunu getir, işgali 81 Levent Şahverdi Arşivi genişlet, bir mızıka bölüğünü bas, zava llı birkaç neferi, uyku sersemliği arasmda öldür, güya gözdağı verecekler. Kabahat bunlarda değil, asıl onlara emir veren İngiliz hükümetinde, Lloyd George denen habis ruhluda. Şaşkın bir haldeyim. Havadis arıyorum, herkes kayıtsız gö­ rünüyor. Bir kısım sersemler de Piyer Loti ve Azerbaycan için toplantı düzenleyenleri la netliyorlar. Neye yarar bu lanet­ leme? İ ngilizler mektebin kapısına kadar telefon hattını uzattı­ lar. Bakalım çarşamba günü neler göreceğiz. Edirne'de Cafer Tayyar Paşa (Eğilmez) oranın istiklalini ilan etmiş. Palavra. 21 Mart günü, İngiliz zabitleri gelerek üniversitede kendi­ lerine layık ve uygun odaları ayırdılar. Üniversiteye Hintli as­ kerler yerleştirilecekmiş. 22 Mart günü, söylentiye göre İngiliz işgal kuvvetleri ku­ mandanı,* bir kısım maiyetiyle gelerek binayı gezmiş ve su­ baylara ayrılan odaları görmüş. Binanın yarısını işgal edecek­ lermiş. Yarısı bize kalacakmış. Rektörlük odası da İngilizler ta­ rafında kalıyor, bizim odayla beraber. Galiba Rıza Tevfik'le Ali Kemal'in tesiri olacak, binanın yarısı kurtuldu demek. Boşaltılması gereken yerler, öğrenci lerin de yardımıyla bo­ şaltıldı. Hukuk ve fen kütüphaneleri ve dershaneleri başka yer­ lere nakledildi. Biz, yukarı katta bir yere çıktık. Hukuk fakül­ tesi , konferans salonuna yerleştirildi. Bütçedeki açık sebebiyle bazı memurların çıkarılmasına, ba­ zılarının maaşlarının azaltılmasına karar verilmiş. Kadro dı­ şı kalacak memurlara maaşlarıyla bir misli de zam verilecek­ miş. Memurlar mahfili (odası) bu söylentilerle çalkalanıyor. Dedikodular: Kuvayı Milliye, İstanbul'un işgali üzerine ve İtilaf kuvvetlerinin Anadolu'ya geçmesi ihtimalini düşünerek bir rivayete göre Gebze, bir başka riva yete göre Bilecik civa­ rındaki büyük köprü ile Toros ve Amanos tünellerini tahrip etmiş. Evvelkinin doğruluğu kuvvetleniyor gibi. Çünkü iaşe • George Frnncis Milnc. 82 Levent Şahverdi Arşivi bakımından bütün İstanbul'daki unun mevcudu soruşturulu­ yormuş. Bir bu eksikti: Üniversite muhasebe müdürü, İzmir muha­ cirleri için toplanan paradan üç bin lirayı zimmetine geçirmiş. Mal iye müfettişleri soruşturmaya başladılar. Pazartesi günü telefonla üniversite öğretim üyelerinin faz­ la ders ve vazifelerini gösterir bir kadro cetveli istenmişti. Bu­ gün telefonla memurlar kısmım da istediler. Perşembe günü toplanacak bir mecliste bu meseleler bir karara bağlanacak­ mış. 24 Mart Çarşamba . İngilizler geldi, Darülfünun'un Vez­ neciler'e bakan yarı kısmını işgal etti. Burada en üst katta hu­ kuk, orta katta coğrafya ve rektörlük, alt katta tarih ve fen fa­ kültesinin kimya laboratuvarları vardı. Memurlar hakk ında türlü dedikodular yapılmakta. Peyam gazetesinde Ferit Paşa'ya sadaret teklif edildiği ya­ zılı. O da esas itibariyle kabul etmiş. Arkadaşlarıyla görüşüp kesin cevap verecekmiş. Halbuki Salih Paşa asaleten vazife­ de. Belki padişah kendisini istifaya davet edecektir. Dernek ida­ re durumu da berbat. Anadolu'da seferberlik ilan edilmiş. Galiba yarın harp ilan edecekler. Cuma günü Baki'nin evine uğradım. Yine bir sürü dediko­ du. Saçma sapan, heyecanlı laflar, insanı öldürecek. Peyam-ı Sabah'm rivayetine göre Damat Ferit Paşa Haz­ retleri en mümtaz muhaliflerden kabinesini teşkil buyuracak­ mış. Hükümet değişikliği tekrar Damat Paşa 28-29 Mart. Ferit Paşa kabinesinin teşkilini, Hürriyet ve İti­ lafçılar yine yüzlerine gözlerine bulaştırdılar sanıyorum. Sa­ bahattin, Reşit ve Lütfi Fikri Beyler, bir türlü Ferit Paşa'nın et­ rafında toplanamıyorlarmış. Ayrı göriişteyrnişler. On gündür hava yağmurlu, soğuk ve berbat gidiyor. İda­ remiz gibi. 83 Levent Şahverdi Arşivi 30 Mart. Anadolu ile ti­ cari m ü nasebet k e s i l m i ş . Köprü v e tünellerin yıkıldı­ ğı haberi yalanmış. l N i s a n . Gazetelerde o k u d u m k i , Kabine Edir­ ne'nin istiklal hareketi gibi teşebbüslerin memleket ve millet faydasına aykırı oldu­ ğunu ,düşünerek Kuvayı Mil­ liye reislerine bundan sonra böyle hareketlerde bulunma­ malarını tebliğ edecekmiş. Düşüncesizliğe bakın ki, bu bunamış heyet-i vükela ( bakanlar k uru l u ) , kendisinin Damat Ferit Paşa. Kuvayı M i l l iye tarafından tanınmadığını bildiği ve onlara dağılmaları için resmen emir verdiği halde şimdi onlara diyor ki, "Siz böyle hareketlerde bu­ lunmayın, bu, millet ve memleketin menfaatlerine aykırıdır" Şu halde o teşekkülün varlığını kabul ediyorsunuz ve resmen onlara müracaat ediyorsunuz demektir. Ne idraksizlik ve izan­ sızlık. Bu adamların herhalde beyin muvazenelerinde (denge­ lerinde) bir bozukluk var. Allah zaten bu halkın da hüküme­ tin de beyinlerine bir avuç çamur koymuş. Onlar kendilerini insana benzedikleri için adam sanıyorlar. Muhalifi de muva­ fık ı da öyle. Fransızlar, Ayasofya'daki Mimar Sinan yapısı hamamda bir istihbarat salonu açmışlar. 2 Nisan Cuma günü oraya gittim. Biraz mecmua ve kitap okudum. Gazeteleri gözden geçirdim. Bizim Fransızca dersi idarecisi Selim Bey burada vazifeli. 3 Nisan' dan itibaren Fransızca dersleri sıklaştırıldı. 4 Nisan' da Salih Paşa'nın çeki ldiğini (2 Nisan) ve yerine Ferit Paşa'nın sadarete getirildiğini öğrendik. �- İstifa sebebi, " Dördüncü Ferit Paşa Kabinesi, 5 Nisan 1 920. 84 Levent Şahverdi Arşivi beyanname meselesiymiş. Salih Paşa kabinesi, yukarıda yaz­ d ığım tavsiye hududunu aşmamak üzere bir beyanname neş­ rini istiyormuş. Halbuki Padişah, bununla yetinmiyor, bu teşkilatın ve bu kuvvetlerin milli emel ve menfaatlere asla uy­ maması yüzünden derhal dağılması ve dağıl madıkları takdir­ de kendilerinin mesul tutulması gerektiği ve hareketlerine devam edecek olurlarsa bu işe katılacak bütün subay ve me­ murların rütbeleri kaldırılacağı gibi kendilerinin terk edilecek­ leri ve İngilizler de Üzerlerine, öteki İtilaf Devletleri ile Türk kuvvetlerinden m ürekkep muhtelif kuvvetler sevk ile dağıtı­ lacağı fikrinden ibaretmiş. Salih Paşa bunu kabul etmeyince istifa etmiş. Yeni Damat Paşa kabinesi 5 Nisan. Kabine teşekkül etmiş. Kimlerden ibaret olduğunu öğrenemedim. 6 Nisan. Kabineyi öğrendim, eksik olarak: Damat Ferit Pa­ şa sadrazam ve dışişleri baka nı; Reşit Bey, içişleri; Operatör Doktor Cemil Paşa (Topuzlu) nafia (bu ikisi itimat edilebilir adamlar); Fahrettin Bey, maarif; Mehmet Sait Paşa, bahriye; Ha­ san Remzi Paşa, ticaret ve ziraat; Osman Ri fat Paşa, evkaf. Şeyhülislamlığa, Dürrizade Abdullah Efendi adında biri ge­ tirilmiş. Ferit Paşa'nın tayinine ait padişah yazısında Kuvayı Mil­ liye'nin hareketlerinin mil let ve devletin menfaatlerine aykı­ rı olduğundan bahisle bunların yola getirilmesi ve tepelenme­ si emrediliyor. 85 Levent Şahverdi Arşivi Levent Şahverdi Arşivi Türkiye Cumhuriyeti'ne Doğru � Levent Şahverdi Arşivi Resmin içi Sevgili yurt Resmin altı Bugünün çocukları yarının büyükleridir Çocıık Esirgeme Kıırıımıı aınblcminiıı altı Türkiya Himaye-i Etfal Cemiyeti I Kasaba Şubesi Cemiyet azasına mahsus hüviyet varakasıdır Tarih-i tesisi: 3 3 8 Nefaset Matbaası - İzmir Ey Müslümanlar! D ü şmanın şen'i teca vüzüyle ebeveyni kurban olmuş, evleri yurtları harap olmuş millete vedia olan şehit yavrularının ve yetimlerin hayatını kurtarmak, soğuktan, çamurdan, açlığın acı avakıbinden esirgeyip büyütmek ve bir sanatkar yapmak; hasılı bilumum etfali nesl-i müstakbele hazırlamak için Kasaba'da teessüs eden Türkiya Himaye-i Etfal Cemiyeti Şubesi'ne ve Yetimler Yurdu'na: merhamet ve şefkat gibi hiss-i insani ile yardıma şitab ediniz. Allah-ı Zülcelal " imm-el yetim fila takhir" buyuruyor. Cemiyetteki vazifesi: Heyet-i idare azasından Cemiyet kayd numarası: 4 İsmi ve pederinin ismi: İsmail Hakkı efendi bin Ahmer .\'1ahall-i veladeti ve senesi: İstanbul, 20 Meşgalesi: Kasaba ınüdde-i umumisi Cemiyete tarih-i duhulii : 1 Kanunsani 1 3 3 9 Senevi taahhüdü Kuruş 200 Duhuliye Kuruş 1 00 Levent Şahverdi Arşivi Levent Şahverdi Arşivi Levent Şahverdi Arşivi Mustafa Kemal İstanbul'u Tanımıyor 7, 8, 9 Nisan 1 920 ( 1 336). Ve günler geçmekte. 9'unda Fran­ sızca gazeteleri okudum: Mustafa Kemal Paşa İstanbul'daki hükümeti tanımıyor, Ankara'da yeni bir hükümet teşkil edi­ yor. Ve orada bütün vilayetlerden gönderilecek mebuslardan mürekkep bir millet meclisi teşkili teşebbüsüne geçmiş. İstan­ bul'a Anadolu'dan yapılacak bütün ihracatı yasaklamış. ,,_ Bunlar henüz Ferit Paşa kabinesinin kurulmasından ön­ ceki havadisler. Mustafa Kemal Paşa'yı şahsen Edirne' de görmüştüm 1 1 . ve 12. Tümenleri Galiçya'ya gönderecekti Liman von Sanders. O zaman kolordu kumandanımız Miralay Mustafa Kemal ve tü­ men kumandanımız Miralay Remzi Beylerdi. Kötü bir teftiş ver­ memiz bu kumandanlar tarafından gizli sözlerle emredilmişti. Liman Paşa bizi teftiş ettiği zaman pek kötü bir teftiş vermiş­ tik. Ve verdiğimiz bu kötü teftişten dolayı bize teşekkür edil­ mişti. Karşılığında Mustafa Kemal karargahı ile birlikte ikin­ ci ordu emrine verilerek Bingöl, Bitlis ve Muş taraflarına gön­ derilmiş, Remzi Bey de emekliye sevk edilmişti. O sıralarda Er­ zurum düşmüş, Ruslar ilerlemekte devam ediyorlardı. • İstanbul'un işgali üzerine 1 7 Mart'ta Ankara'da bir kurucu meclisinin ku­ rulmasına karar veren Mustafa Kemal, ordu komutanlarının da görüşleri­ ni alarak 19 Mart 1 9 1 9'da bu konuda bir genelge yayımladı. Bu genelgey­ le İstanbul hükümetinin ve meclisinin tanınmadığı açıkça ilan ediliyor ve An­ kara'da bir Milli Meclis oluşturulacağı bildiriliyordu. Meclis yeni seçilecek­ lerle birlikte İstanbul meclisinden gelecek üyelerden oluşturulacaktı. Bütün sivil toplum kuruluşları meclise aday gös:ermeye çağrılmıştı. Her sancaktan 5 üye seçilecekti. Seçimler gizli oyla yapılacak ve salt çoğunluk aranacaktı. 91 Levent Şahverdi Arşivi Mustafa Kemal Paşa (1 920). Levent Şahverdi Arşivi Mustafa Kemal, Edirne' de bize veda ederken de, vatanımı­ zın müdafaasının birinci derecede önemli bir vazife olduğu­ mı söyleyerek, inşallah arkamdan siz de gelirsiniz, demişti. Bu kadar dürüst düşünen bir adamın bir çapulcu güruhunun baş­ kanı olamayacağı şüphesizdir. Kızdığım nokta, madem ki memleket ve milleti bu kadar iyi düşünüyordu, daha tam ye­ nilgiye uğrayıp perişan olmadan önce ve Ruslar harpten çeki­ lince neden savsakladı da, İstanbul hükümetine o zaman kar­ şı gelip harpten çekilmeyi düşünmedi? Buna teşebbüs etsey­ di belki bütün ordu arkasından gelecekti. Şimdi şu noktada haklı ki, hmir'in Yunanlılar tarafından işgalini İstanbul hükümetinin miskince kabul etmesine kar­ şı, onun harekete geçmesi çok yerinde bir davranış. İstanbul hükümeti de hala Yunan ordusu ile çarpışmamak taraftarı. Mamafih, Yunanlı lar veyahut Venizelos, İzmir ve havali­ sini işgal etmeseydi, bizim halkımızın da ayranı kabarmaya­ caktı ya. Venizelos İzmir ve havalisini işgal etmekle memleket halkını uyandırdı ve harekete geçirdi. 10 Nisan günü padişahın doğum gününe rastlıyor diye Ma­ arif Nezareti okulları tatil ettirmişti. Yanlışmış. Padişahın do­ ğum günü yarınmış. Bugün boşu boşuna derssiz geçti. Öğleden sonra adliyeye gittim . Taşradaki savcı ve hakimlerin maaşları­ nı uzaklıklarına göre artırmışlar. Bin kuruştan 1 .750 kuruşa kadar. Ben de Bedriye'yi bu sene Çapa Kız Öğretmen Okulu'na yatılı yerleştirince m ünasip bir yere gitmeye çalışacağım. 1 1 Nisan öğleden sonra Bakırköy'e gittim, Hulki'yle buluş­ tum. Sahilde bir gazinoda biraz rakı içtik. Son trenle döndüm. Mebusan Meclisi'nin kapatılması 1 4 ve 1 5 Nisan: Hükümetçi gazeteler, Kuvayı Milliye'yi hemen hemen bir blöf saymaya başladılar. A lemdar gazetesi sütun­ larını Anzavur'un methiyle doldurmuş. Onun kahramanları­ nı ve kahramanlıklarını göklere çıkarıyor. Neredeyse Kuvayı Milliyecileri kesin, doğrayın diyecek . 93 Levent Şahverdi Arşivi Kuvayı Mil liyeci gazeteler sessiz. Halide Hanım, Adnan Bey, Celalettin Arif Bey kaçıp Ankara'ya varmışlar. Orada be­ yannameler yayımlamışlar. Ama Edebiyat Fakültesi 'nden Mehmet Emin Bey, terbiyeci İsmail Hakkı Bey ve hukukçu Sa­ la hattin Bey de mebustu, onlar gitmemişler. Damat Ferit Paşa'nın bir icraatı da, Mebusan Mecl isi'ni kapamak oldu ( 1 1 Nisan 1 920). Zaten meclisin İsta nbul'da toplanması da manasızdı . Düşman topları karşısında serbest konuşmak ve müzakere yapmanın mümkün olmadığını an­ lamışlar ve hep gizli toplantılar yapmışlardı. 1 6- 1 7 Nisan. Bugünlerde Kuvayı Milliye'nin muvaffaki­ yetine dair mübalağalı söylentiler dolaşıyor. Kazım Karabe­ kir Paşa'yı, Mustafa Kemal, Bursa ve Balıkesir havalisi kuman­ danlığına tayin etmiş. Balıkesir üzerine yürüyen Anzavur kuv­ vetleri, Balı kesir'in kuzeyinde bir çarpışmaya tutuşarak, bo­ zulup dağılmış, hatta sahile kadar kovalanmış ve bir İngiliz torpidosuna sığınmaya ancak vakit bulabilm iş. Bu söylenti­ ler, daha çok İttihatçı ve Kuvayı Milliye'yi blöf sayanları bu defa oldukça hakikate yaklaştırmış olacak. Belki hükümeti de uyandırarak daha şiddetli hareketler icrasına sevk edecek. Adapazarı'ndaki Kuvayı Milliye aleyhtarlığı hakkında Peyam gazetesinde tafsilat var. Fransızların buradaki bütün kuvvetlerini Kilikya'ya (Ada­ na ve civarı ) sevke teşebbüs ettikleri ve orada fena halde sı­ kıştıkları, edebiyat medresesinde Ali Kemal Bey'den işitilerek söyleniyor. 1 8-22 Nisan. Balıkesir taraflarında Anzavur'un tamamen bozulup perişan edildiği sözleri bir-iki gün daha söylenip dur­ du. Hükümet tarafını tutan gazeteler bunu şiddetle ya lanlı­ yor. Nihayet Anzavur kuvvetlerinin Balıkesir'e yaklaştıkları­ nı bugün yine gazetelerde gördüm. İmam bilmem nenin* kuv­ vetleri Balıkesir'i teslim a lmak üzereymiş, Anzavur da tekrar Bandırma'ya gelmiş. Şu anlaşılıyor ki Anzavur'u Bandırma'dan da Kuvayı Milliye çıkarmış. ,;. Gfıvur İ rnanl. 94 Levent Şahverdi Arşivi Edirne'de müstakil hareket eden Cafer Tayyar'ın İstanbul'a gelerek sadrazamla görüştüğü gazetelerde yazılı. Alemdar ga­ zetesi ise yakalanarak muhafaza altında getirildiğini yazıyor. Hukuk talebesi, fakülte reisi Salahattin Bey de beraber ola­ rak botanik darülmesaisini boşaltmışlar. Nazaret, bunun için ne ceza veri ldiğini sordu. Yapanların etekleri tutuştu. Üniversite öğrencileriyle öğretim üyeleri nin siyasetle uğ­ raşmamalarına dair Maarif Neza�eti'nden tebligat yapıldı. Kuvayı Milliye'ye karşı Kuvayı İnzibatiye 23, 24, 25 Nisan 1 920 ( 1 336): 23'ü cuma günü Beyazıt'a çık­ mıştım. Hükümet günlerden beri gönüllü yazmakla meşgul . Harbiye Nezareti meydanında, bütün işsiz güçsüzler, otuz lira aylıkla asker yazılıyorlarmış. Bunlara " Kuvayı İnzibatiye" adı verilmiş. Kuvayı Milliyecileri yakalayıp getireceklermiş. Hal­ lerine baktım, bir sürü çapulcu. Bunlar nasıl hemen asker olur da bir iş görürler? Bunları gören, şimdiden berbat, aç adam­ lar olduğunu fark eder. Süleyman Şefik Paşa adında biri de bu Kuvayı İnzibatiye'nin kumandanıymış. Kararga hını İzmit'te kuruyormuş. Oradan Ankara üzerine yürüyecekmiş. Anzavur İstanbul'a gelmiş. Hükümetçiler Anzavur'a ne ka­ dar ehemmiyet veriyorlar, nasıl adam acaba? Buradan mühim­ mat alıp gitmişmiş. Şimdiye kadar hükümet bir şey yapama­ dı, yapacağı da yok. Birtakım neticesiz tevkifler yapıyorlar. İs­ tanbul' da propagandaların bile önü al ınamadı. Kuvayı Mil­ liye, Bandırma'da otuzdan altmışa kadar adam asmış. Hükü­ met onlara karşı daima gevşek kalıyormuş. Adapazarı'ndan hiç mektup alamıyorum. 26, 27, 2 8 Nisan. Hükümetin kurduğu Kuvayı İnzibatiye, öyle görünüyor ki Bandırma ve Biga cephelerinde bir şeyler yapamadı. Aksine m üthiş darbeler yemiş. O tarafa gönderilen gönüllü efrat ya yeni lmiş, ya Kuvayı Milliye'ye katılmış. Adapazarı ve Bolu taraflarında ise hükümet kuvvetleri ga­ lip, yahut ora halkı Kuvayı Milliye aleyhine isyan ederek on95 Levent Şahverdi Arşivi !arın taraftarlarını tevkif ve perişan ediyor. Bu suretle birta­ kım yağmaların yapıldığı da söyleniyor. Ve Düzce, Bolu, Saf­ ranbolu, hatta Kastamonu'nun hükümet taraftarı kıtalarca iş­ gal edildiğini yazıyor gazeteler. Hatta Ankara üzerine bile ha­ reket etmişler. 2 9-30 Nisan: Aj ans telgraflarından alınan havadisler, İz­ mir'in ve Çatalca'ya kadar Rumeli'nin bizden alındığı ihtima­ lini veriyor. Söylentiler acı . Dayımın oğlu Kemal, Adapaza­ rı'ndan mektup almış. O nlar da bizi merak ediyorlarmış. 1 Mayıs günü sulh murahhasları yollandılar. •· 2 Mayıs gününe kadar üç günlük korkunç dedikodular: Bandırma ve Biga taraflarında Kuvayı Milliye'nin, kendileri­ ne karşı koyan halkı, çoluk çocuğuna bile bakmayarak top­ luca öldürdükleri, birçok kimseyi ve köyleri ateşe vererek yak­ tıkları, hatta bazı kimselerin üzerine gaz dökerek tutuşturduk­ ları, Bandırma'da yaralı yatanları bile oradan alarak idam et­ tikleri söyleniyor. Biga'n ın tamamen yandığı da bu söylenti­ ler arasında. Sulh havadisleri: Bize kalan arazide dokuz m ilyon Müs­ lüman, iki milyondan fazla da Müslüman olmayan nüfus kal­ dığını Avrupa gazeteleri nden alarak bizim gazeteler yazıyor. On güne kadar da bize kalan topraklar öğrenilecekmiş. 4-5 Mayıs. Adapazarı'ndaki büyük dayıma mektup yazdım. Bugünlerde o tarafa ait havadisler veya dedikodular kırlaştı . Kastamonu havadisleri sönükleşti. Anlaşılıyor ki hükümet mu­ vaffakiyetsizlik içinde. Hükümetin kurduğu gön üllü kıtalar da çok kötü bir bi­ çimde. Bunlar asker mi, çapulcu takımı mı anlaşılamıyor. Ada­ pazarı ve Düzce ha valisini yağmalamışlar. Eğer Ferit Paşa bun­ larla iş görecekse sonu çok berbat. Beyinsiz ka bine, hala ne iş yapacağını bilemiyor. 6-7 Mayıs günlerinde Geyve yakınlarında Kuvayı Milliye * Paris Barış Konfcransı'na gönderilen delegasyonda, Tevfik Paşa başkan­ lığında Dahiliye Nazırı (içişleri bakanı) Reşit (Rey) Bey, Maarif Nazırı (mil­ li eğirim bakanı) Fahrettin ( Rumbeyoğlu) Bey, Nafıa Nazırı (bayındırlık ba­ kanı) Cemil (Topuzlu) Paşa bulunuyordu ( 1 920). 96 Levent Şahverdi Arşivi ile çarpışma olduğunu ve milliyetçilerin yenilerek çek ildiğini hükümetçi gazetelerde okudum. Bolşeviklerle Lehistan savaşa tutuşmuştu. Bolşeviklerin sa­ vaşta Lehistan ve Ukrayna bölgelerinde fena halde mağlup ol­ duğu, iki binden fazla vagon, yüz altmıştan fazla lokomotif, otuz bini aşkın esir verdiği, Avrupa gazetelerinden naklen yazılı. Enver Paşa Bolşevik mi? Kafkasya'daki bolşevi kliğin Ermenistan'a sirayet ettiği ve bu hareketleri Nuri, Halil ( Kut) * ve Enver Paşaların idare ettik­ leri gazetelerde yazılı. Enver Paşa ve arkadaşları gibi aristok­ rat ve bencil sınıfı temsil eden şahısların, proletarya, yani fa­ kir sınıfın kurduğu bir idare sisteminin temsilcileri olan Bol­ şeviklerle nasıl birleşip çalıştıkları ve Bolşeviklerin bunları na­ sıl kabul ettiği, aklın alacağı bir şey deği l . Acaba Enver Paşa bir başarı kazandıktan sonra Bolşevikliği kendi sahasından sö­ küp temizleyecek m i ? Paris Barış Görüşmeleri Murahhaslarımız Paris'e varmış. Artık hakkımızdaki kararı öğ­ renme vakti yaklaştı demek. 1 2 Mayıs gününe kadar sulh muahedesi hakkında haber yok. Peyam gazetesi, hükümetin muntazam kuvvetlerinin Ada­ pazarı'na girdiğini ve Anzavur'un başarılarını yazıyor. İkdam gazetesi, Azerbaycan'daki Bolşeviklik durumundan bi lgi veriyor. 1 3-14 Mayıs. Sulh muahedesi, murahhaslarımıza verilmiş. Şartlar çok ağırmış. Rumeli hududu Çatalca'da oluyor, İzmir tamamıyla Yunanlılara gidiyormuş. Muahede özeti henüz ya­ yımlanmadı. Eve gelirken bir vakaya şahit oldum: Boş kamyonla TopEnver Paşa 'nın amcası. 97 Levent Şahverdi Arşivi İstanbul limanında bir Fransız torpido gemisi. kapı istikametine giden dört-beş Fransız neferi, Taşkasap semtinde ufak bir çocuktan simit aldılar. Parasını vermeyip arabayla hızla kaçıp gittil er. Çocuk ağlayarak kaldı. Banş antlaşmasının şartlan nasılmış? Sulh muahedesinin özeti: Rumeli hududu Çatalca'dan başlı­ yormuş. İzmir beş sene müddetle Yunan idaresinde kalacak, sonra onlara ilhak edilecekmiş. İstanbul bazı şartlar altında " Payitaht" olarak kalıyorsa da idaresi, Türkiye'nin dahil ol­ madığı milletlerarası bir idareye veriliyormuş. Ve daha birta­ kım hezeyanlar . . . 1 6 -20 Mayıs. Ş u kasvetli sulh muahedesini öğrenemedik hala. Mayısın yirmisi, ramazanın biri. Direklerarası, yine gece eğlencelerinin bulunduğu yer. Bir kısım asil ve zengin Rus mül­ tecisi burada bazı eğlence yerlerini kiralamış, işletiyor. Yarınki cuma günü Sultanahmet Meydanı'nda miting var­ mış. Kimler tertip etti bilmiyorum. 98 Levent Şahverdi Arşivi Hürriyet ve İtilaf'ın bir mitingi 2 1 Mayıs. Bugünkü mitinge Halim 'le beraber gittik. Halkı il­ gilendiren memleket meselelerinden konuşma yapmadıkların­ dan ve mem lekette husule gelmiş ve halkın zihnine ta mamen yerleşmiş bulunan İngiliz aleyhtarlığına, kin ve düşmanlığına rağmen ve devletin çok lehinde konuşmaya devam ettiklerin­ den, mitingde bulunan halk yavaş yavaş dağılmaya başladı. Nihayet bir-iki bin kişiden ibaret az bir kalabalık kaldı. Mil­ liyetçilerden birkaç tane taşkın, Rıza Tevfik konuşurken, "Sus" diye bağırdılar. Şu anlaşıldı ki, yahut ben öyle anladım ki: Bu memlekette fırkacılık duygusu ve hırsı, bütün memleket ve mil­ let duygusunun üstünde. Bir İttihatçı yabancı bir devletin ida­ resi altına girmeyi kabule razı; tek, İtilafçılar idare başına geç­ mesin. Buna karşı İtilafçılar da, İttihatçıların hüküm sürme­ sindense İngilizlerin idaresini tercihe hazır. Ara yerde benim gibi birkaç budala, millet kaygısıyla elem ve endişe çekerek göz­ yaşı dökmekte. Uzayan acı günler 22-27 Mayıs. Acı günler birbirini kovalıyor. Görünen bir ümit ışığı yok. Geleceğe doğru atılan adımlar gittikçe karanlığa gö­ mül üyor. Hükümetin kurduğu Kuvayı İnzibatiye'nin hareketleri ga­ liba tam çapulculuğa döküldü. İzmit ve ha valisi fevkalade ku­ mandanı Süleyman Şefik Paşa 'nın sekiz bin l irayı zimmeti ne geçirdiği söyleniyor ve kendisinin Ferit Paşa tarafından harp divanına sevk edildiği lafı dolaşıyor. Neticede, bütün bu mür­ tekiplerin (rüşvetçi) yaptıkları ziyan ve zarar millete yükleni­ yor. Kabiliyetsiz devlet adamlarının beceriksizliğinden doğan zararlar da milletin sırtında. Arada hep o yanıyor. Müdafaa-i Milliye deniyor, bütün masra f onun sırtında. İsyan bastırıl­ ması deniyoı� masrafı millet ödüyor. Harp deniyor, borcu o sır­ tına alıyor. Sulh deniyor, parasını o veriyor. Akılsız ve parazit bir zümre, bütün milletin kazancını yiyor, tüketiyor. Bütün fe99 Levent Şahverdi Arşivi nalık ve felaket, sırf bu tufeyli (asalak) sınıftan, çalışmayan fakat " hamiyet ve vata n " diye çırpınan ve homurdanan bu madrabazlardan geliyor. Çalışan halk, bu, hamiyet ve vatan diye bağırıp halkı soyanların elinde oyuncak. 100 Levent Şahverdi Arşivi Darnlfünun�daki Hintli Askerler 28-31 Mayıs. Darülfünun binasının yarı kısmına yerleştirilen Hintli İngiliz askerlerinden bazıları, araya yapılan tahta böl­ meleri, zemin katta aralayarak bizim tarafa geçiyormuş, ak­ şamları saat beşten sonra. Hademeler haber verdi bana. Bir akşam konuşabilmek üzere ben de beşten sonraya kaldım. Üç tanesi geldi. Konferans salonuna aldık. Anlaşamıyoruz. Ba­ na Hindistan'da çıkan Müslüman gazetelerini getirdiler. Fars­ ça ve Arapça kelimelerin yardımıyla anlaşmaya çalıştık. Ta­ bii yarım yamalak. Koca kavuklarına rağmen iyi insanlar. Biz­ den bir şeyler öğrenmeye çalışıyorlar. Öyle seziliyor ki İngi­ lizlerden onlar da memnun değiller. Mecusilerden nefret edi­ yorlarmış. Alt katta bir odayı cami yapmışlar, orada namaz kılıyorlarmış. Dışarı bırakmıyorlarmış. Bizim camileri soru­ yorlar. 1 -2 Haziran. Bugünlerde ramazan geçti . Bizim Hintli İn­ giliz askerlerinden üçü, bayram namazı için Beyazıt Camii'ne gitmeyi istediler. Ben de binada yatan odacılardan birine, bun­ ları bayram namazına götürmesini söyledim . Bayramdan sonra vazifeye geldiğim zaman, Müslüman Hintlilerin hepsinin kaldırıldığını, yerlerine Mecusi Hintli as­ kerlerin getirilmiş olduğunu gördüm. Aradaki tahta perdeler kuvvetle tamir edilmiş ve ara kapatılmıştı. Odacılara ne olduğunu sordum. Bayramın birinci günü H intli Müslüman askerleri almışlar, Beyazıt Camii'ne götür­ müşler erkenden. Bunlar ta . . . ön safa, mihrabın önüne varmış­ lar, imamın arkasında birinci safta oturmuşlar. Bayram nama­ zında hatip minbere çıkarak hutbe okumuş, sonra inmiş, bay101 Levent Şahverdi Arşivi ram n amazını kıldırmış. Namaz ve dua bitti kten sonra bun­ lar kalkıp, namaz kıldıran hatibi n elini öperek bayramlaşmış­ lar. Bunu gören bir cami dolusu halk da onlarla bayramlaş­ maya kalkmış. Ve bu kadar halkııı bu şekilde üç Hintli M üs­ lüman askerle bayramlaşmaya kalkması ve arada bir tekbir ge­ tirilmesi heyecan yaratmış, cemaatin dağılmasını geciktirmiş. Hadise dışarı a ksetmiş. Bunların camiye kaçtıklarını İngiliz­ ler haber almış. Bu yüzden Müslüman Hintli askerler Darül­ fünun'dan alınmış. Yerine Hintli Mecusi askerler getirilmiş. Ga­ liba tembih edilmiş olacak ki Mecusi askerler, bizim tarafa sert sert bakıyorlar. Şarllarda değişiklik yapılması beklentisi Böylece bayram da geçti. Yakalar öyle geçiyor ki. Sulh muahe­ desinin tadili hakkında teselli verici bir havadis yok. Ferit Pa• şa ramazan sonuna doğru Paris'e gitti . M illiciler, onun kaçtığı söylentisini çıkardı. Halkın dar görüşlü kesimi arasında bu havadis dalgalandı, durdu. Ferit Paşa 'nın hareket günü, ken­ disine karşı suikastte bulunan dört kişi asılmış. Paşa, kendi­ sine karşı tertip edilen bu komplodan korkarak kaçmışmış. Fe­ rit Paşa 'nın hareketinden dört gün sonra da Mustafa Reşit Bey'le (Rey) Cemil Paşa (Topuzlu) Paris'ten döndüler. Arife gü­ nü muahedemizin m ühim surette tadil edileceği ne dair Tür­ kiye ajansı tarafından gazetelerde birkaç telgraf ha vadisi gö­ rüldü. Reşit Bey'le Cemil Paşa yakında yine Paris'e gidecek­ lermiş. Yine söylentiler Anadolu'da milli hareket devam ediyormuş. İstanbul hi.i ki.iıne­ ti lehinde olmak üzere Kuvayı Milliye'ye karşı yapılan Bolu ve Adapazarı aya klanmaları kanlı . surette bastırılmış. Di.izce, Adapazarı ve Bolu' da birçok kimse idam edilmiş. Hatta da­ yımın hayatından bile şüpheleniyorum. İstaıı bul'a geldiği za­ man, "Uğraşına şu particilikle, gitme şu Hürriyet ve İtilaf Par102 Levent Şahverdi Arşivi tisi'ne" demiştim. Sessizce beni dinlemiş, sonra yine partiye gitmişti. Hasta lık bu. Bayram içinde o kadar heyecanlı dedikodular çıktı ki, hal­ kın zihni bu çalkantılar içinde kaynadı durdu. Bayramın ge­ lişi bile ancak sahur vaktinde ilan edildi. Bayram ayının görü­ l üşü çok geç haber verilmiş. Hükümet bunu geç ilan edince, bir kısım halk sevinç gösterisi olarak silah atmaya başlayınca bir­ çokları bunu Kuvayı Mi lliye tarafından İstanbul'un işgali ma­ nasına almış. Bunu ertesi gün öğrenmiştim. Güya Kuvayı Mil­ liye İzmit'te İngilizleri denize dökmüş, Gebze'yi, Pendik'i ve hat­ ta Kartal'ı işgal etmişler. Manisa'yı, İzmir'i geri almışlar. "İn­ şallah" diyeyi m. Ferit Paşa Avrupa'ya gitmeden istifa etmiş. Pa­ dişah, fetvalar ve sair suretlerle, " Yaptığın işleri temizle, on­ dan sonra çekil" demiş, istifasını kabul etmemiş. Ferit Paşa bu­ nun üzerine Avrupa'ya gitmişmiş. Avrupa' da sulh murahhas­ larımıza ehemmiyet vermiyorlarmış. Kuvayı Milliye'nin yarı resmi vekilleri Ahmet Rıza, Galip Kemali (Söylemezoğlu) ve Alfret Rüstem Beylerle müzakere ediyorlarmış. Ve daha bilmem neler, neler. . . İnsan bu söylentiler karşısında şaşırıp kalıyor. Ramazanın geçişi Ramazan, öteki ramazanlardan daha parlak geçti. Hele ak­ şamdan sonra Şehzadebaşı ve Direklararası a lemi, pek kala­ balık ve neşeliydi. Gecenin müptezel (adı çıkmış) koketleri, her cinsten yekdiğerine cilve ve işve yapmakta pek çok maha­ ret gösterdiler. Çalgılı kahvehaneler daha çoğaldı. Eğlence yer­ leri, at cambazhaneleri daha da arttı. Ama camiler de önce­ ki senelere göre daha kalabalık, namaz kılan daha fazla. Te­ rakki, maddilik ve manevilik, nur ve zulmet (karanlık) cihet­ l erindc mütenasip (uyumlu) gidiyor. Ben bile Şchzadebaşı'na çıktığım kadar camiye gittim. 22 Haziran Salı günü Kemal'i görmeye, Haydarpaşa'da­ ki Askeri Tıp Faki.iltesi'ne gittim. Üç-dört haftadır gelmeme­ si, imtihanlarının sıkıştırmasındanmış. Adapazarı'nda Kuva­ yı Mi ll iyeci ler dört kişi asmış. 103 Levent Şahverdi Arşivi ;şgal döneminde Bü)'ükada rıhtımı. Yunan işgalleri devam ediyor 23 Haziran 1 920 ( 1 33 6), Çarşamba. Bugünkü gazetelerde şu havadisler var: Polonya k onferansında, Yunanistan'a Anado­ lu hareketlerini ortadan kaldırma ve Mustafa Kemal kuvvet­ lerini terbiye etme görevi verilmiş. İzmir cephesinde Yunan­ lılar taarruz ederek Salihli ve Akhisar kasabalarını işgal etmiş­ ler ve daha doğuya, Kula ve Alaşehir istikametine ilerlemek­ teymişler. Bu havadis Peyam-ı Sabah gazetesinde, Rumca ga­ zetelerden nakil suretiyle yazılı. Ağız havadisi olarak da, İzmit civarında Kuvayı Milliye­ cilerin İngilizler tarafından perişan edildiği, Bursa'nın yine İngiliz askerleri tarafından işgal edildiği, hatta Samsun'a da çıkartma yapılmış olduğu söylentisi d o laşıyor. Bunlar d a galiba Kuvayı M i l liye aleyhtarların ı n fabrikasından çık­ ma. 2 7 Haziran Pazar günkü gazetelerde bir resmi tebliğ var. Yazılış tarzından İngiliz tebliği olduğu anlaşıl ıyor: Milliyet­ çilerin İzmit'te İngilizlere karşı yaptığı tecavüze karşı Yuna­ nistan'a, Mustafa Kemal kuvvetlerini yok etmek için geniş yet1 04 Levent Şahverdi Arşivi ki verildiği ve Yunan ordusunun kahir (ezici) muvaffakiyetler kazandığı yazılı. Ajans telgraflarında ise Türk kuvvetlerinin sekiz bin ka­ dar zayiat verdiği bildirilmekte. Acaba doğru mu ? İngilizler bunu yapmışlardır. Yu nanlıların hocaları onlar. Bizimkiler bu kadar kayıp verdiyseler pek yazık. 28-30 Haziran. Bugünlerde Yunan ilerleyişi durmuş ola­ cak. Yunanlılar bir tebliğ yapmıyorlar. Bu susmadan cesaret­ lenen Milliyetçiler, artık Yunanlıların mahvından, perişanlı­ ğından dem vuruyor. Manisa'nın geri alındığı haberi yine or­ taya çıktı. Alaşehir, Akhisar, Salihli işgalleri 1 -2 Temmuz. Durumun amansız hali devamda. Milliyetçiler hayali havadis çıkarmakta. Hakikat olarak görünen; Alaşe­ hir, Akhisar, Nazil l i Yunanlıların elinde. Korku ve endişe Ba­ lıkesir üzerinde. Bir kısım halk oradan muhacir olarak geliyor­ muş. Yunan, Balıkesir'in üç saat mesafesindeymiş. Balıkesir'in işgali 3-7 Temmuz. Balıkesir'in 2 Temmuz'da Yunanlılar tarafından alındığını işittik . * Birkaç gün sonraki Yunan resmi tebliğin­ den de Bandırma 'nın işgalini öğrendik. Pazartesi günü Beykoz' da bir vaka olmuş. Aslını öğrene­ medim. Bir söylentidir gidiyor. Güya yüz kişi kadar bir kuv­ vet Beykoz'u işgal etmiş. Oradan İstanbul'a kaçmaya başla­ mış halk. Hatta bazı kimseler yirmi l iraya kayık tutmuş, öy­ le geçmişler İstanbul'a. 7 Temmuz günü Beykoz'un doğusun­ daki koru ve ormanlarda yangın çıktığını öğrendik. Güya mil­ li kuvvetler oraya gelmişler. Bursa' dan gelenler durumun orada da fena olduğunu, eş,. Balıkesir'in Yunanlılar tarafından işgali 30 Haziran 1 920. Bu işgal o za­ manın koşullarında iki gün sonra duyulmuş olmalı. 105 Levent Şahverdi Arşivi raftan bazılarının Yunanlılara giderek, kendilerinin esasen Ku­ vayı Milliye' den nefret ettiklerini ve teslime hazır oldukları­ nı ve şehirde bir karışıklık çıkmaması için tedbir a lmala rını söylemişler. Kuvayı Mill iyeciler de şehrin bir kısmını yağma­ lamış. 8 , 9, 10 Temmuz. Cuma günü Baki ile Sultanahmet'teki kahvehanede oturduk, dertleştik. Kırmasti (Mustafakemalpa­ şa ) ve Mihalıç (Karacabey), Yunanlılar tarafı ndan işga l edil­ miş. İki günden beri sabah gazetesi, Yozgat ve Zile'nin topa tutulduğundan bahsedip duruyor. Güya ora halkı, milli kuv­ vetlere karşı isyan etmiş. Oralardan da esaslı ve doğru haber gelmiyor. Cumartesi günü Darülmuallimat ( Çapa Kız Öğretmen Okulu) Müdürü Ali Nazıma Bey'i gördük. Kızımın okula ya­ tılı girmesi için bazı bilgiler istediler. Bana birtakım kurt ma­ salları okudu. Ali Nazıma Bey Vefa 'da Fransızca hocamızdı. Üç sene ders almıştık ondan. Bursa'nın işgali 1 1 , 12, 1 3 Temmuz. Bursa'yı da Yu nanlılar a lmışlar ( 8 Tem­ muz 1 920 ) . Sulh meselesi berbat. Tadil ü m itleri kesik. Veni­ zelos tadile ait bütün ümitleri yok etmiş. Yunan işgalinin ilerlemesi durmuş. Eğer sulh muahedesi imzalanmazsa, bu, Yu­ nanlıların büyük emellerinin meydana gelmesine sebep ola­ cakmış. Yarın Fransızların milli bayramıymış. Şartlardaki değişiklik istemimize yanıt yok 1 4-20 Temmuz. Günler geçiyor. Damat Paşa Avrupa'dan dön­ dü. Muah edeye itirazlarımıza cevap vermemişler. Yunan iler­ lemesi durmuş. Sebebi belli değil . Son günlerde Çubuklu, Beykoz gibi Boğaziçi mevkilerin­ de eşkıyanın baskın yapması tarzındaki Kuvayı Milliyecile­ rin taarruzları dedikodu olarak söyleniyor. Bunları o tarafta106 Levent Şahverdi Arşivi ki Rum köylerinin tertiplemesi de muhtemel. Esaslı bir bilgi de alınamadı. Ama bir kısım İ ngilizle bir Yu nan taburu Çu­ buklu'yu ve ilerisini işgal etmiş. 107 Levent Şahverdi Arşivi Sevres'e Doğru 2 1 Temmuz. İtilaf Devletleri cevap vermişler. Güya temmuzun yirmisine kadar muahedeyi imzalamazsak Avrupa'dan büs­ b ütün çıkarılacağımızı bildirmişler. 22, 23, 24 Temmuz. 22'sinde padişahın başkanlığında, sa­ rayda bir danışma meclisi toplanmış. Bütün tecrübeli devlet adamları da buna çağrılmışlar. Müzakere sonunda muahede­ yi imzalamaya karar vermişler. Yalnız tarihçi Abdurrahman Şeref Bey'le, topçu feriki (tümgeneral) Rıza Paşa itiraz etmiş­ ler. Hatta Abdurrahman Şeref Bey, "Biz kimi temsil ediyoruz, Anadolu'nun da fikrini almalıyız" demiş. Fakat kimse dinle­ memış. Bu elemli durum sersemletti beni, büyük yeise düştüm. Söy­ lenenleri anlamaz hale geldim . Yanlış ve abuk sabuk cevap­ lar verince kendim de şaş ırıyorum. Böyle felaketli geçen za­ man, hayatımın yıllarını yiyor sanki. 25-30 Temmuz. Bir hafta içinde geçen vakalar, milli bakım­ dan çok acı ve yıkıcı. Yunanlıların Rumeli tarafında Edirne'yi işgaliyle başlayan hareketleri Çatalca yakınlarında sona er­ di. Muhtelif yerlerde devam eden çarpışmalarda acaba ne ka­ dar vatandaş öldü ve ocaklar söndü ? Cuma günü Kemal geldi. Babası olan büyük dayımdan mektup almış. Bugünlerde hava bunaltıcı bir sıcakla geçiyor. Hala muahede çekişmeleri 3 1 Temmuz ve 1 Ağustos. Sulh muahedesinin imzası gecikmiş. Bazı gazetelerde endişe baş göstermiş. İtalya, işgali altındaki 108 Levent Şahverdi Arşivi Oniki Ada'yı, Nitti kabinesi zamanında Yunan'a terk etmek üzere bir muahede imzalamış. Şimdi Giolitti kabi nesi, bunu kabul etmemiş, feshetmiş. Sebebi de Yunan'ın benim anlayı­ şıma göre fazla gen işlemesi ve bizim memleketimizde İtalya nüfuz mıntıkası olmak üzere ayrılan yerleri de işgal etmesi ola­ cak. Yunanlı lar da şimdi bizden işgal ettikleri yerleri, Oniki Ada'nın kıymetiyle kıyaslıyorlarmış. İtalya-Yunan ihtilafın­ da da dava, bizim topraklarımız. Gazetelerde ufak havadis kı­ sımlarında Adapazarı, Kandıra ve Hendek'in Millicilerden te­ mizlendiği yazılı. 2 Ağustos. Times gazetesinin yazdığına ve Yunan memba­ l arından sızan haberlere göre, hükümet, pek yakında Kuvayı Milliye'yi ortadan kaldırmazsa Yunanlılar Ankara'ya kadar gideceklermiş. 3 - 1 O Ağustos. Hafta sulh muahedesinin imzalanmasını beklemekle geçti. İmza neticelenmedi. Acaba neden? Bir idam Bu hafta, Ermenileri tehcir meselesinden Boğazlıyan Kayma­ kamı Kemal Bey'le Eski İçişleri Bakanı Hazım Bey, Ferit Pa­ şa'nın kurduğu divanı harpçe ölüme mahkum edildiler. Za­ vallı Kemal Bey . . . Ermenilerin öldürdüğü Türkler yetmiyor­ muş gibi, bir de onlar öldürdüler Kemal Bey'i. Bu, herhalde Avrupalıların hatırı için verilmiş bir kurban. Gençler, merasimle gömmek için Kemal Bey'in cenazesi­ ni a lmışlar. Hazım Bey'in mahkümiyeti, müebbet küreğe çev­ rilmiş. Kuvayı Milliye, Demirci cephesinde bir Yunan taburunu im­ ha ederek Demirci'yi Yunanlılardan almış. Sonra Yunanlılar, taze kuvvetlerle yeniden taarruz ederek Demirci'yi tekrar al­ m ışlar. Sevres imzalanmış 1 1 , 1 2 Ağustos 1 920 ( 1 3 36). 10 Ağustos günü Sevres Antlaş109 Levent Şahverdi Arşivi Seur'in inızası. ması imzalanmış.,,. İttihatçı Enver Paşa hüki.imetinin lanetlen­ miş idaresi, böyle lanetlenen bir sulh muahedesiyle sonuçlandı. 1 3 , 14 Ağustos. Cumartesi gazetelerinde okudum ki, Yu­ nan başvekili Venizelos'a beş el silah atılmış. Bunlardan iki­ si rastlamışsa da Venizelos ölmemiş. Yarası da o kadar teh­ likeli değilmiş. Ateş edenl er, iki Yunan zabitiymiş. Darülfünun'un İngilizlerce boşaltılması 1 5-29 Ağustos. 25 Ağustos kurban bayramı arefesi. O gün İn­ gilizler Dari.ilfünun'u boşalttılar, bize teslim ettiler. Ben de bi­ nayı gezdim. Göze çarpacak bir zarar ve hasar yapmamışlar. Hükümet bayramdan önce maaş veremedi. Para sıkıntı­ sı berbat. Bedriye'yi Çapa Kız Öğretmen Okulu'na kayıt et­ tiremedim. Maarif vekaleti buna mani olmuş. Çok canımı sık­ tı bu iş. ,. Scvrcs Antlaşması, Damat Ferit Paşa başkanlığında Hadi Paşa, Rıza Tev­ fik (Bölükbaşı) Paşa ve Bern Elçisi Reşit Halis Bey' den oluşan heyet tarafın­ dan imzalandı ( 1 O Ağustos 1 920). 110 Levent Şahverdi Arşivi 30 Ağustos günü üniversiteye gittim. Hademeler, boşa ltı­ lan yerleri temi zlemekle meşguller. Kuvayı Mi lliye'nin, Yunan cephesindeki kuvvetlerini çe­ kerek isyanları bastırm akla uğraşacağını gazetelerde oku­ dum. Bolu'ya Çerkez Ethem müfrezesini göndermişler. Halk­ tan birçok kimseyi idam etmişler. 3 1 Ağustos 5 Eylül. Hi.ikümet halii aylık veremedi . M e­ murluk berba tmış. M aaş, maaş . . . İlk fırsatta şu memurluğu atacağım üstümden. Buna ahdettim. Beclriye'yi yatılı olarak öğretmen okuluna sokamamaklığım hala canımı sıkıyor. - Yunanlılar harbe hazırlanıyor Yunanlıların son günlerdeki çatışmaları, genel bir taarruza ha­ zırlandıkları hissini veriyor. Birkaç gün önce Uşak'ı işgal eden Yunanlıların (29 Ağustos), dünkü gazetelerde Simav'ı işgal et­ tikleri yazılı. Gazeteler, Afyonkarahisar'la Kütahya'yı Milli­ cilerin tahliye ettiğini yazıyor. Ağustos başında, Amerika yardım komisyonunun açtığı satış mağazası kapandı. Buradan tam kiloluk ekmeği on ku­ ruşa a l ıyordum. İki ekmekle b ir gün i dare ediyorduk. Şimdi dışarıdan ikinci neviden üç ekmek almaya mecburum. Bun­ lar, kalite bakımından Amerikan ekmeğinden pek kötü ve be­ delleri de kırk iki kuruş. Berbat durum. Maaş derdi 7-8 Eylül. Bugün maaş verdiler. Bin kuruş maaştan emeklilik, vergi, yol parası kesildi kten sonra elime yedi yüz on kuruş pa­ ra geçti. M emurluk hayatının acı ve a lemli halleri bunlar. 1 O Eylül Cuma günü Selime'nin bir kızı dünyaya gelmiş. Annemi de çağırmışlardı. Onlarda kaldı. Evleri Samatya ya­ kınında. Bedriye kız öğretmen okuluna gündüzcü olarak da alın­ mad ı . 1 1 Eylül. Çok şükür maaşın geri kalan kısmını d a verdiler. 111 Levent Şahverdi Arşivi 1 5 - 1 9 Eylül. Birkaç gündür siyaset göğü biraz açılır gibi oldu. Fransa ve İtalya başbakanları görüşmüşler ve Ti.irkiye'ye müzaheret etmeye (destek vermeye) karar vermişler. İyi bir şey. Parti çekişmeleri 20-25 Eyli.il. Bugünler içinde Şeyhülislam Mustafa Sabri Efen­ di ile ticaret ve ziraat nazırı istifa ettiler. Sebep de, Millicile­ re bir kere daha ylllarsız hareketlerinden vazgeçme teklifiy­ miş. İstifa edenler bu düşünceye karşıymışlar. Birkaç gün son­ ra bir anlaşmazlık, bir şahsi tartışmadır başladı. Sonuç nedir, anlaşılmadığı yahut ben anlamadığım halde bu anl aşmazlık ve çekişmeler, nefret edilecek çirkin bir hal aldı. İtilafçı lardan Vasfi Efendi, Cemal Bey'i, yanardöner olmakla; Cemal Bey'de Vasfi Hoca'yı, bir kadı parçası diye aşağılayınca, ötekiler de birer makamdan ( hep bir ağızdan) hırlamaya başladılar. 2 6-30 Eylül. Günler geçmekte. Dayımın oğlu Kemal 'den haber aldım ki, babası Akyazı nahiyesine m üdür olmuş. Siya­ setle uğraşması kendisine pek pahalıya mal olmuş. Elinde av­ cunda bir şey kalmamış. Şimdi yengemi Mudanya'ya gitmek üzere İstanbul'a gönderecekmiş. Arsa satma hazırlığı 1 , 2, 3 Ekim. Bizim malum arsayı satmaya karar vererek be­ l ed iyeden çapını aldım. 370 arşın kadar bir şey. Kışlık odun ve kömür aldım. Siyaset havası yine öyle sıkıntılı ve karışık. Anadolu inat­ çı, İstanbul sersem, düşman, fırsatçı. 4-5 Ekim . Arsan ı n i ntikal muamelesi için mirasçı olacak kimselerin nüfus kağıtlarını topladım. Abdullah'ın, Hacer Yen­ ge'nin ve Selime'nin nüfus kağıtlarındaki adları yanlış. Dü­ zeltmek için uğraşmak lazım. Hava bozdu, birkaç gündür fasılasız yağmur yağıyor. Siyasi manzara da havalar gibi. Vakit gazetesindeki hava­ dis: Lütfi Fikri Bey, Anadolu hi.iki.i metiyle İstanbul h i.iki.ime112 Levent Şahverdi Arşivi tini uzlaştırmak için teşebbüse geçmiş. Sadrazam, Lütfi Fik­ ri Bey'i kabul etmiş ve kararlaştırdığı bazı şartlar altında uyuşmaya yatkın olduğunu söylemiş. Lütfi Fikri Bey'in baş­ kanlığı altında bir heyet Anadolu 'ya gidecek ve Mustafa Ke­ mal'le arkadaşla rına durumu anlatacak, aradaki anlaşmaz­ lığa bir son verilmesini teklif edecekmiş . 6-7 Ekim. Yağmur hala kesilmedi. Perşembe günü Üniver­ site'nin Fransızlar tarafından işgal edileceği söylendi. İki Fransız zabiti gel di, binayı gezdi. Sonra Maarif Nazırı Hadi Paşa geldi, o da gezdi . Yunanl ılar Edirne müftüsü i l e belediye reisini tevkif et­ mişler. Çarşamba günkü gazeteler, Mustafa Kemal'in, şahsi sela­ meti temin edilmek şartıyla isyancı hareketten vazgeçmek fik­ ri nde olduğunu yazıyor. Doğru olabilir m i bilmem ? 113 Levent Şahverdi Arşivi Ennenistan'la Harp ve Anlaşma 8 , 9, 1 0, 1 1 Ekim. Darülfünun'u Fransızların işgali söylentisi doğru çıkmadı. Mil licilerle Ermeniler arasında çarpışma başlamış. Sonuç resmi harbe varmış. Ermenistan da resmen harp ilan etmiş. Şim­ di K afkas cephesi harp halinde. Yağmurlar biraz kesildi. Herkes önümüzdeki kıştan ürküyor. 1 2- 1 6 Ekim. Şark'ta Ermenilerle harp devam ediyor. Geçen hafta Yunan kra lını maymun ısırmış. Bunun meydana getirdiği hastalık kötü bir netice doğurabilirmiş. Yunan­ lılar ve Rum alemi, bu havadisle çalkalanıyor. İstanbul hüki.i­ metiyle Anadolu'mın arasını bulma işi duraklamış gibi. Cu­ ma günü hava, bir bahar havası oldu. Arsanın mirasçılara intikal işiyle uğraşıyorum. Ya nlışlık­ lar durmadan artıyor ve işi geciktiriyor. 1 7-24 Ekim. Hava gamlı ve yağmurlu. Sokaklar, çamur­ dan bir bataklık halinde. Tevfik'in yaş, Abdu llah'ın ad düzel­ tilmesi mahkemeye düştü . Mahkeme bir türlü topla namıyor. Getirdiğim şahitlere, hele bizim Veli Efendi'ye karşı, işten alı­ koyduğum içi n, çok mahcubum. Veli Efendi, darphanede al­ tın ve gümüş eriticisi. Son Sadrazam Damat Ferit Paşa'nın düşüşü Siyasi durumda değişiklik. Ferit Paşa yine çekildi, Tevfik Pa­ şa sadrazam oldu . * Ferit Paşa 'nın acizliği ve idaredeki kabi* Sevrcs Antlaşması'nın imzalanmasına Anadolu'dan gelen şiddetli tepki [> 114 Levent Şahverdi Arşivi liyetsizliği hakkında pek kötü söylentiler dolaşıyor. Bugün Vakit gazetesinde yayımlanan Cemil Paşa 'nın istifa yazısı bu şayiaları kuvvetlendirdi. Şimdiye kadar Hürriyet ve İtilafçıların, Ferit Paşa hak­ k ında bol keseden verdikleri itimadın, bu kadar çürük bir cepheye yöneldiğini insan tah­ min dahi edemez. Hele akıllı geçinen Ali Kema l , hangi ka­ fayla onu müdafaa ediyor, bu da a nlaşılması karışık bir me­ sele. Yeni sadrazam Anadolu ile uyuşmak gayesi düşünülerek seçilmiş. Görünüş ve kabine Sadrazam Tevfik Paşa. azaları, bunu kuvvetlendiriyor. Ben de şu anormal halin bir an önce düzelmesini istiyorum. Anadolu'nun Ermenistan'la savaşı devam ediyor. Netice hakk ında henüz esaslı bir haber alamıyoruz. Yunan kralı ölüyor 26-29 Ekim 1920 ( 1 336). Ekimin 25'inci günü Yunan kralı öl­ müş. Rumlar matem içinde. Kiliselerin çanları saat başında çalıyor. Cuma günü kralın cesedi gömülecekmiş. Averof Zırh­ l ısı da saat başı bir top atıyor. Perşembe günü büyük dayım geldi. Adapazarı'ndan hay­ vanla İzmit'e, oradan da İstanbul'a gelmiş. Kemal de onun<l karşısında, işgal kuvvetleri, Damat Ferit Paşa'nın Ankara ve İstanbul hü­ künıetlerinin anlaşmasını engellediği gerekçesiyle görevden alınmasını iste­ diler. Bunun üzerine Ferit Paşa beşinci kez geldiği sadrazamlık görevinden çekildi ( 2 1 Ekim 1 920). Bu, Paşa'nın son hükümetiydi. Tevfik Paşa ise dör­ düncü kez sadrazam oldu. 115 Levent Şahverdi Arşivi la beraber geldi bize. Gece kaldılar. Cuma günü Kemal gitti, dayım bizde. Karamürsel'in Milliciler tarafından basıldığını, Yunanlıların da orayı topa tutarak tahrip ettiğini söyledi. İzmit'teki Yunan tümeni 30-31 Ekim - 1 Kasım. Dayım Adapazarı'na dönemedi. Ada­ pazarı Millicilerin eline geçmiş. İzmit'te de bir Yunan tüme­ ni varmış. İzmit'e gitmek, Yunanlılardan izin almaya bağlıy­ mış. Dayımın Adapazarı'na gitmesi ise galiba hiç mümkün de­ ğil. Bana bundan hiç bahis açmıyor. İstanbul hükümeti de Anadolu ile anlaşmak çarelerini arı­ yormuş. Kazım Karabekir'in zaferi ve Gümrü Antlaşması 8-1 3 Kasım 1 920 ( 1 33 6 ) . Durumda değişiklik yok. Anadolu ile barışmak istiyormuş İstanbul . İşitilen nağmeler, tekrarla­ nan nakarat bu. Şu birkaç gün içinde Kars'm Milliciler tarafından alındı­ ğını ve Ermenilerin m ütarekeye istekli olduklarını ve şartla­ rın da Brest-Litovsk Muahedesi şartlarına uygun olduğunu öğ­ rendik . " Bu, Anadolu hakkında büyük bir ümit yarattı . Ka­ zım Karabekir Paşa şöhretin zirvesine çıktı. Halkın sevincine hudut yok. Sanki son zaferi kazanmışız gibi. Dayım 1 2 Kasım' da İzmit'e gitti. Adapazarı'nda durumun düzelmediği, hazan çarpışmaların devam ettiği gazetelerde gö­ rülüyordu. Bu yüzden fazla beklemedi. Ne yapacak acaba? • Türk sınmna saldıran Taşnak Ermeni Devleti, Kazım Karabekir komuta­ sındaki Doğu Orduları tarafından yenilgiye uğratıldı. Kars, Sarıkamış ve Ol­ tu Ruslardan alınarak yeniden Misak-ı Milli sınırlarına ulaşıldı. Daha ön­ ce, 3 Mart 1 9 1 8 'de yapılan Brest-Litovsk Anrlaşması'nda Kars, Ardahan ve Batum'daki Rus işgali son bulmuştu. 1 920 yılındaki bu zaferin ardından im­ zalanan Gümrü Antlaşması (2-3 Aralık 1 920), Anadolu'daki Meclis Hükü­ meti'nin varlığının tanındığı ilk uluslararası antlaşma dır. 16 Mart 1 9 2 1 'de Moskova'da imzalanan yeni bir antlaşmayla Batum Sovyetler'e bırakıldı. 1 16 Levent Şahverdi Arşivi 1 4-15 Kasım. Tevfik'in yaş tespiti için adliyeye gittim. Aza­ lar gelmemiş. Bakılmadı işime. Nefretle ayrıldım. Biraz ora­ larda dolaştım. Kumkapı'da biraz içtikten sonra eve döndüm. Bir Amerikalı'nın konferansı Pazartesi günü üniversite konferans salonunda, bir Amerika­ lı konferans verdi : Bil hassa umumi harpten sonra ve bugün dahi insanlığın çekmekte olduğu sefalet ve ıstıraptan, bütün milletlerdeki memnuniyetsizlikten, halk arasındaki mücade­ leden, bütün medeni memleketlerdeki grevlerden ve bunların insanları sürüklediği sosyal değişmelerden, mücadelelerden ve kıtallerden bahsederek insanlığın büyük bir inkılap geçirmek­ te olduğunu ve yakın bir gelecekte yeni bir insanlık doğaca­ ğını ve bunların esasını şimdiki gençlerin atması icabettiğini ve bu esasların da sağlam ve temiz bir bünye ve vücut, hak ve adaleti amaç edinen bir talim ve terbiye ve her hususta doğ­ ruluğu biricik hareket yolu b ilen b ir karakter ile olabileceği­ ni ve insanların bir halikin (yaratıcı) mahluku olmaları itiba­ riyle kardeş bulunduklarını ve aralarındaki bu niza (anlaşmaz­ lık) ve cidalin ( kavga) bertaraf edilmesi gerektiğini, söyledi. Buna benzer pek faydalı düşünceler anlattı. Bugün kurtulmak isteyen milletlerin doğru ve temiz rehberlere muhtaç olduğu­ nu izah etti. Bu adamın insani hisleri karşısında büyülendim. Bedriye yatılı oluyor Bir haftadan beri Bedriye'nin Çapa Kız Öğretmen Okulu'na yatılı kaydedilmesi için uğraşıyorum. Çok şükür ki uğraşmam iyi bir neticeye vardı. Yarın yatağını alıp götürecek, okulda ka­ lacak. 1 6 Kasım günü Bedriye yatıl ı olmak üzere okula gitti. Yunan seçimlerini, umumi efkar dikkatle izliyor. Venize­ los'un kazandığı haberiyle kederlenenler, akşam gazetelerin­ de kral taraftarlarının kazandığını öğrenmekle bir sevince bo­ ğuldular. Ne diyeyim, Allah akıllar versin. Sanki İzmir'e ve Ana1 17 Levent Şahverdi Arşivi dolu'ya taarruz eden Venizelos da, Kral Konstantin gelince, "Bu­ yurun" diye İzmir'i geri mi verecek ? Venizelos düşüyor 1 7-23 Kasım. Venizelos'un seçimi kaybettiği kesinleşti. Der­ hal istifa ederek birkaç gün içinde Yunanistan'ı terk ettiğini gazetelerde okuduk. Bizim halk, bilhassa Milliciler, Venizelos'un kaybetmesine o kadar seviniyorlar ki, sanki Konstantin ve ta­ raftarları Türkmüş gibi. Azıcık korkmasalar, belki gazeteler­ de şiirler bile yazılacak. Acaba Konstantin Millicilere bir lü­ tufta mı bulunacak ? Vakıa Venizelos'un gitmesi bizim için ha­ yırlı. Mütemerrit ( ısrarcı ) bir kafa ile hareket edip işi hayır­ lı ve faydalı bir amaca ulaştıramadıktan sonra ne işe yarar Yu­ nan seçimleri ? Rus döküntüleri Güney Rusya'da Vrangel ordusu Bolşeviklerle çarpışıyordu. Galiba geçen sene Venizelos, Yunan ordusundan bir kısım askeri Odesa 'ya çıkarmıştı ve orada perişan bir halde deni­ ze dökülmüşlerd i. Şimdi Bolşevikler Vra ngel ordusunu ta­ mamen perişan etmişler. K ırım'a sığınan birçok aristokrat Rus ailesi ve çar ordusu artıkları, hemen aceleyle Kırım'ı bo­ şaltarak elliden fazla vapurla Kalamış Koyu açıklarına gel­ miş, demirlemiş ler. Ne olacakları, nereye çıkacakları veya gidecekleri belli değil. Fransızlar bunları hi mayeleri altına almış larmış. Anadolu meselesi muallakta. Bugünkü gazeteler, Anado­ lu'ya gönderilen irtibat memurlarının döndüği.ini.i yazıyor. Da­ hiliye nazırı bunu bir vasıta ile doğrulamış. Ekim aylığı hala verilmedi. Memurlar matemde. Güya hü­ küınetin istikraz edeceği ( borç alacağı) parayı, İtila f Devlet­ leri önlüyormuş. M uahede tasdik edilmedikçe para yokmuş. Bunu, mali müesseselere bildirmişler. 118 Levent Şahverdi Arşivi Felsefe şubesine yazılıyorum 24-28 Kasım . Hala maaş çıkacak diye bekl iyoruz. Devletin bütçe gelirini yiyen kısmı arasına gireli beri, bu bekleyiş ha­ yatımızın biricik işi. Sürür (sevinç) ve keder hep onun varlı­ ğı ve yokluğu ile oluyor. Bunu hem istemiyor, hem de ayrıla­ mıyorum. Şimdi de edebiyat fakültesinde tarih, sosyoloji, metafizik, psikoloji ve ahlak derslerini takip ediyorum. Hocaları sıra­ sıyla: İsmail Hakkı Bey, Mehmet Emin ( Erişirgil), İzmirli İs­ mail Hakkı, Necmettin Sadık, Rıza Tevfik, Mustafa Şekip ve İzzet Beyler. Mantık okutan Naim Bey'in ( Babanzade Ahmet Naim) dersine de gittim . Sarmadı bu ders beni . Sonra terk ettim. Yunanlılar, krallarının dönüşü hülyasıyla parlak duygular içinde. İtilaf Devletleri de onları takbih ( beğenmeme) ve tek­ dirde (paylama) berdevam. 119 Levent Şahverdi Arşivi Londra Konferansı'na Doğru Yeni Yunan başkumandanı Papulas, M ustafa Kemal'i tama­ men te'dibden (haddini bildirdikten) sonra askerini terhise ka­ rar vermiş. Buradaki Yunanlılar endişe içindeler. Venizelos'un ayrılmasıyla İtilaf Devletleri'nin, Yunan hakkındaki yardım ve teveccühlerinin son bulacağından korkuyorlar. Buna bağ­ lı ümitleri de uçup gidecek. M ühim bir siyasi mesele de, Londra'da toplanacak Fran­ sa, İngi ltere ve İtalya başvekillerinin, Yunan tahtı meselesiy­ le Şark meselesinin kesin hallini ve Sevres Muahedesi'nin ta­ dil veya tatbik şartlarını karar altına almayı düşünmeleri. Ba­ kalım, ondan da bizim için ne çıkaca k ? Fatma Teyze Balıkesir'e gitti, geldi. Annemi çağırtmış. Ben de gittim. Bana dört yüz lira emaneten verdi. Ben de Osman­ lı Bankası'nın Yenicami şubesine yatırdım. 29-30 Kasım ve 1 -2 Aralık, Pazartesi-Perşembe. Maaş sı­ kıntısı devamda. Anadolu ile uyuşma havadisi kapandı. İstanbul'dan Anadolu'ya bir heyet 3 Aralık. Dünkü gazeteler, İzzet Paşa'nın reisliğinde bir heye­ tin Anadolu'ya gittiğini yazıyor. Bizim Fen Fakültesi Reisi Fa­ tih Hoca da bu heyet arasında. Ne yapacaklar acaba ? 4-1 O Aralık. Anadolu'ya giden heyetten ha ber yok. Mil­ licilere taraftar gazeteler, anlaşma işinde iyi görüşlü haberler veriyor. Aleyhteki gazeteler anlaşma hususunda ümit besle­ miyorsa da yine anlaşmayı temenniden geri kalmıyor. 1 20 Levent Şahverdi Arşivi Sultanahmet'te İtilaf orduları karargahı. Levent Şahverdi Arşivi Eski kral Yunanistan'a dönecekmiş. Buradaki Venizelosçu Rumlar çok meyuslar. Hele bizim yerli Rumlar. Bir haftadır iyi giden havalar bozdu perşembe günü. 1 1 - 1 5 Aralık. Kayda değer bir şey yok. 1 6, 1 7, 1 8 Aralık. 1 8 'i Osmanlı istiklalinin yıldönümüy­ müş. Öğrenciler kısmen ders yapmadılar. O kulların pek ço­ ğu da tatil yapmış. Gazeteler, altının kıymetinin yükseldiğini, kağıt paranın düştüğünü yazıyor. Altın altı yüz kuruştan yukarı çıkmış. Hat­ ta bugün yedi yüze çıktığı haberi geldi. Kağıdın bu düşüşü, yiyecek, içecek, giyecek gibi birçok şeyin fiyatını yükseltecek. Yeniden sıkıntı başlayacak. Anadolu uyuşmasından da haber yok. Avrupa ajans h aberlerine bakılırsa anlaşma ümitleri yakın ve muhakkakmış. Temennimiz de bundan başka bir şey değil. Mısırlı bir hanımın teberruu (bağışı) 1 9-23 Aralık 1 920 ( 1 336). Üniversite için mühim havadis: Mı­ sırlı prenses merhume Fatma Hanım, Darülfünun'a yılda kırk­ elli bin Mısır lirası gelir temin eden ve Mısır'ın Delta kısmın­ da bulunan arazisini vakıf yapmış. Birkaç gün gazeteler bunu yazdı. İlgili hocalar toplantı yaptılar. Öğrenciler ve hocalar bun­ dan çok sevinçli . Ama Mısır İngilizlerin elinde. Bu para nasıl koparılacak ? Yunan Kralı Konstantin, Atina'sına kavuşmuş. Büyük gös­ terilerle karşılanmış. İtilaf başvekillerinin ay sonunda Nice'te toplanıp konuşmaları kararlaştırılmış ise de bu, ocak ayı ba­ şına bırakılmış. Konu, bizim meselemiz tabii. Anadolu'ya giden heyet dönmüş ise de netice hakkında ha­ ber yok. Bu hafta havalar bahar havası gibi geçti. 24-27 Aralık. Maaşlar, yüzde yirmi olmak üzere taksitle ve­ rilecekti. Onu da beceremediler. Herkes bu dertle elemli. Hat­ ta esnaf bile. Bugün Halim geldi. Anadolu'ya geçmek istediğini söyledi. 2 8-31 Aralık. Hükümetin parası yokmuş. Maaşın dörtte 1 22 Levent Şahverdi Arşivi biri verilecekmiş. Bunu bekleyerek günlerimiz geçti. Bakan­ lıktakilerin verildi. D arülfünun müesseseymiş, verilmedi. Batı'nın Şark meselesine bakışı Lloyd George'un, Şark meselesi hakkındaki sözleri olduk­ ça sevinç uyandırdı. Vakıa bunda bizi sevi ndirecek kati va­ at ve teminler yoksa da avam kamarasında söylediği, "Türk­ ler bize müracaat etmediler ki tekliflerini inceleyelim" ve " İz­ mir'i versek Edirne, Trakya diyecekler, yine boş durmayacak­ lar, entrikalarına devam edecekler" sözleri, düşünce kana­ atinde bir sarsıntı ve yumuşama husule geldiğine delalet edi­ yor. "Asi bir general" ile müzakereye girişemeyeceğini ve res­ men İsta nbul hükümetini tanıdığını beyan ediyor. Bunda n ümide düşen umumi efkar biraz seviniyor. Bizim halk da ne kadar saf. İngilizleri artık sarsılma kta olan ve temelleri çü­ rümüş bulunan bir binaya benzeterek yakın zamanda yıkı­ lacağını ümitle her a n bu akıbeti beklerken, onlarda hasıl olan ufak bir yumuşama duygusunu büyük ümit ve sevinçle kar­ şıl ıyor. Anadolu'ya giden Ahmet İzzet Paşa heyeti dönmek üzerey­ miş. İşinde muvaffak olmuş mu olmamış mı, bir bilgi yok. Cu­ ma günü çıkan a kşam gazeteleri Mustafa Kemal'in, ihtiram kı rası yapılması hakkındaki emirlerini yazıyor. Acaba hayır­ lı bir netice mi elde ettiler? Dedikodular: Mustafa Kemal heyetle geliyormuş. İngilizler resmi olmayarak İzmir'in iadesini ve Rumeli cihetinde Midye­ Enez hattını teklif ediyorlarmış. Edirne ve Dedeağaç'ı Bulgar­ lara vereceklermiş. Cuma günü Baki ve onun hemşehrisi Şevki ile parkı gez­ dik. Baki'nin kardeşi Faruk da İnebolu yoluyla Ankara'ya gi­ decekmiş. Bizim Halim de Anadolu'ya geçmek için uğraşıyormuş. Ya­ kında gitmesi muhtemel miş. 123 Levent Şahverdi Arşivi I92 I (IJJ 7) yılı 1 -5 Ocak 1 921 ( 1 337). Maaş havadisleri bozuk. Ekimin son dörtte biriyle kasım maaşı bu hafta verilecekmiş. Boşa çıkan ümitle sevindik. Çarşamba günkü gazetelerde, hükümetin ön­ ceden bankaya yatırdığı dört yüz bin altın liranın, bazı şart­ lar altında geri verilmesine İtilaf Devletleri'nce müsaade edil­ diği yazı lı. Kendi parasını bankadan geri almak için düşman­ dan izin bekleyen zavall ı hükümet! Anadolu 'ya giden heyet hala dönemed i . Adapazarı 'ndan mektup aldık. Büyükannemin ağzından küçük dayım Süleyman tarafından yazılmış. Büyük dayım, ti­ caretle uğraşmak üzere İzmit'e taşınmış. Süleyman dayım, es­ ki vazifesinde ve büyükannemle Adapazarı'nda kalmış. Büyü­ kannem ihtiyarlığından İstanbul'a gelemeyeceğinden, annemin oraya gelmesini istiyormuş. Büyük dayım herhalde fırkacılı­ ğından ötürü İzmit'e kaçmış olacak. Şark meselesiyle ilgili toplanacak konferans 6-14 Ocak. Alman taahhütlerinin yerine getirilmesi meselesiy­ le Şark meselesini i ncelemek ve sonuçlandırmak üzere bu ayın on dokuzunda Paris'te bir konferans toplanacakmış. Ev­ velce lehimizde olan teveccüh sönmeye başlamış. Diplomat­ larca yine fena düşüncelerle karşılanmaya başlamışız. Anado­ l u 'nun bir taarruzla Yunan cephesini sarsıp geri atamaması, Yunanlılar lehinde bir fikir uyandırmış. Hele Yunanlıların Bur­ sa cephesinde taarruza geçerek Millicileri geri atması ve Bile­ cik'i işgal etmesi belki de Konstantin lehinde bir durum uyan­ masına sebep olacakmış. Bunlar, gazete tahminleri. Anadolu'ya giden heyet orada kalacakmış söylentileri çık­ tı bir ara. Millicilerin hareketlerinde biraz mantıksızlık var gibi. Şim­ diye kadar İstanbul hükümetiyle uyuşmamakta direnmelerin­ den, ben, askeri teşkilatı tekemmül ettirmişler (geliştirmişler) ve Avrupa devletleriyle müzakere için salahiyet vermemele1 24 Levent Şahverdi Arşivi rini ve buna yanaşmamalarını, Yunanlı lara taarruzla onları tamamen denize dökerek kesin bir netice alacaklarına emin olduklarından sanıyordum. Bu ümidim boşa çıktı. Bilecik cep­ hesinde mukavemet bile edememişler. Ama Yunanlılar 9 Şu­ bat'ta, 30 nefer ölü ve 150 nefer yaralı vermişlerse de netice­ de yer kazanmışlar. Acaba daha tam bir ordu teşkilatı kura­ madılar mı ? 15-1 8 Ocak. Fransa'da meşhur Briand'ın başkanlığında ye­ ni bir kabine kurulmuş. Şark meselesini inceleyecek toplan­ tı 24 Ocak'a bırak ılmış. Ekimin son dörtte bir maaşını aldık. D urumumuz acıklı. Ticaret durgun. İnsan dışarıda da i ş bulamayacak. Birinci İnönü Zaferi Yunanlıların İnönü'nde milli kuvvetlerin şiddetli bir darbesiy­ le perişan bir halde Bursa'ya kadar kaçmaları, şu birkaç gü­ nün en heyecanlı havadisini teşkil ediyor. Bizimkilerin bu mu­ vaffakiyeti, Avrupalı ları n, Yunan hükümetine karşı besledik­ leri inancı ortadan kaldırsın ve bizi m hakkımızda iyi karar­ lar vermeyi temin etsin. Yine bu sıralarda Mill icilerin meşhur kahramanı Ethem Bey'in (Çerkez) de, Hürriyet ve İtilafçıların Anzavur'u gibi, Yunanlılarla birleştiğini ve Anadolu hükümetine ihanet ede­ rek silah kullanmaya başladığını gazetelerde okudum. Yazık, ş imdiye kadar Millicilere hizmet uğrunda bu kadar canlara kıyan bu adamın, bu hainliğe sapması neden acaba? Salahattin Bey'in ölümü 1 9, 20, 21 Ocak. Bir aydan beri Hukuk Fakültesi Reisi Sala­ hattin Bey hastaydı. Binanın merdivenlerini dinlene dinlene zor çıkıyordu. Bir toplantıda senato azası Akil Muhtar Bey, kendisini odasında muayene etmişti. Geldiği zaman, " Yahu, Salahattin Bey bitmiş, bitmiş" diyordu. Hastalığının ne oldu­ ğunu söylememişti. Bundan on beş gün geçmedi, ayın yirmin125 Levent Şahverdi Arşivi ci günü vefatını öğrendik. Hukuk öğrencileri, o gün dersle­ rini tatil etti . Hocalar ve öğrenciler müşterek bir cenaze me­ rasimi hazırladı lar. Fatih Camii mezarlığına defin için padi­ şahın İradesini aldılar. Ayın 21 'inci cuma günü, istimbotla Be­ bek'ten Sirkeci'ye nakledilen cenaze, büyük bir saygı ile Fa­ tih'e getirildi, namazı kılındı, ebedi mevkiine bırakıldı. Bilgi­ si, talebesinin en istifade edeceği kemal derecesine geldiği sı­ rada bu muhterem hocamızın ölümü beni de çok teessüre dü­ şürdü. Zavallı adam, memleket için de büyük bir istek ve sa­ mimiyetle uğraşmış ve çalışmıştı . İnegöl Yunanlılardan geri alınıyor Milliciler heni.iz Bursa'yı alamadılar. Fakat İnegöl'ü alarak Yu­ nanlıları eski mevzilerine sürdüler. Çerkez Ethem'in, i negöl'de esir düşerek idam edildiği ha­ vadisi çıkmış ise de sonradan doğrulanmadı. Maaş meselesi yerinde sayıyor. Sıkıntının sonu gelm iyor. Memur takımı hep bu dertte. İmtihan kontrolörlüğüm 22-25 Ocak. Cumartesi günü yine Darülfünun giriş imtihanı­ na memur edildim. Bazı hususi okullarla öğretmen okulu me­ zunları imtihanla alınıyor. Sualleri hocalar yazdırıyor. Ben im­ tihan salonunda kalarak cevapları topluyorum. Konuşmak ve kopya yasak tabii. Bir zavallı kız vardı, Hilmiye. iki defadır giriyor, kazanamıyor. Çapa Kız Öğretmen Okul u'ndan çık­ mış. Ünive rsite fen kısmına girmek istiyor. Kazanamaz, yal­ varır, yakarır. Artık bu sefer asistanlardan birine bıraktı m on dakika için öğrenci adaylarını. Bizim Hilmiye Hanım muvaf­ fak oldu. Pazar günü maliye nazırı çekildi. Abdullah Bey adlı biri gel­ di yerine. Ve o gün kasım ayının dörtte üç ı:n aaşını aldık. Salı günü, gündüz kar ve kış başladı, gece hava açıldı, yıl­ d ızlandı. 126 Levent Şahverdi Arşivi İstanbul ve Ankara'dan iki ayrı heyet Londra'ya çağrılıyor 26, 27, 2 8 Ocak. 2 7'si akşamı ve 28'i gazeteleri, biraz sevinç­ li havadisler verdiler: İngiltere Hariciye Bakanı Lord Curzon, Türkiye meselesini, Sevres Muahedesi'ni tetkik ve tadil etme­ den önce bir kere Türk ve Yunan hükümetlerinin düşünce ve görüşlerini almayı teklif etmiş. Sadrazam Tevfik Paşa'ya An­ kara ve İstanbul'un itimadını kazanmış ve murahhas heyetinin Londra'da yapılacak konferansa gönderilmelerini bildirmiş. Ay­ nı teklif Atina'ya da yapılmış. Bunlara ek olarak da İzmir ve Trakya'da Yunan askeri işgalinin kal dırılması ve Yunanis­ tan'a İzmir' de yalnı z iktisadi bir nüfuz mı ntıkası bırakılması, yine Lord Curzon tarafından teklif ediliyormuş. Sevindirdi bu haber bizleri. Rumlarda da fazlaca ümit kırıklığı ve yeis uyan­ d ırdı. Haydi hayırlısı şu bizimle bir olmayan Allah 'tan. İki Fransız polisi bizim evde Perşembe günü bizim eve i k i Fransız polisi gelmiş. Annemın ödü kopmuş. Bende i k i İngiliz mavzeri ile kasaturaları ve beş yüz kadar mermisi vardı. Yatakların arkasında duruyordi'.ı. Be­ reket evi aramamışlar. Kaçak birini sormuşlar, ev sahibinin ak­ rabasından biri ni. Bulamayınca gitmişler. Çerkez Ethem'in Yunanlılara iltica ettiğini yazıyor gaze­ teler. •· 29, 30, 3 1 Ocak ve l -2 Şubat. Hala durum belli değil . Ana­ dolu'dan bir haber yok. İki taraf uyuşamıyor mu, ne oluyor, belli değil. Bir türlü Londra'ya gidecek heyet seçilemedi. Ankara, İstanbul hükümetini tanımıyor 3-7 Şubat 1 92 1 ( 1 33 7 ) . Dün akşam çıkan Tercüman gazete­ sinde Anadolu ile yapılan telgraf konuşmaları yazılı. Bunlar- • Çerkez Ethem 26 Ocak 1921 'de Yunanlılara sığındı. 127 Levent Şahverdi Arşivi da Anadolu'nun teklifleri apaçık belli. Evvela İstanbul' da ken­ dine hükümet unvanı veren heyetin asla böyle bir salahiyeti ol­ madığını, Londra Konferansı'na murahhas da gönderemeye­ ceklerini ve çünkü büyük ve hakiki millet meclisinin Ankara'da olduğu nu ve İstanbul'daki heyetin kendisine fuzuli bir hükü­ met unvanı verdiğini ve bu heyetin biricik vazifesinin Anka­ ra hükümetini tanıyarak derhal dağılmaları olduğunu ve pa­ dişahın da bir irade ve hattı hümayun ile Ankara hükümetini tasdik etmesini, aksi takdirde mevkiinin mütezelzil (tartışılır) olduğunu ileri sürmüş. Netice henüz karışık, İsta nbul hüki.i­ metinin kararı bel l i değil. Ankaralılar, Avrupa ve Amerika'ya bir telgraf çekerek ken­ dilerinin sulh istediklerini ve Londra'ya gitmek üzere murah­ h as heyetlerini yola çıkardıklarını bildiriyorlardı . İstanbul hükümeti ise murahhaslarını tayin edip yola çı­ kamadı. 9 - 1 2 Şubat. İstanbul hükümeti, Ankara 'nın bütün teklif­ lerin i reddetti. Yalnız milli hakimiyet ve vatan namına bu a n­ laşmazlığın kapanması ve tek bir varl ı k olarak Londra Kon­ feransı'na gidilmesi teklif edilmiş ise de Ankara hükümetinin ayrı bir heyeti yola çıkarmış olması üzerine Tevfik ve Osman Nizami Paşalarla Mustafa Reşit (Rey) Paşa'dan meydana ge­ len bir heyet kurulması karar altına alındı. Galiba cumarte­ si günü yola çıkacaklar. Bu hafta yine bizim arsanın intikal muamelesiyle uğraştım. Bedriye ile Tevfik 1 3-20 Şubat. Havalar biraz iyi gittiyse de 20 Şubat Pazar gü­ nü şiddetli soğuk ve kar başladı. Halkın deyişine göre cem­ re düşüyormuş. Ayı n on beşinden itibaren Bedriye yine Çapa Öğretmen Okulu'na yatılı devama başladı. Allah muvaffakiyet, biraz da akıl versin. Tevfik de terziliğe bir türlü alışamıyor. Elinin çabuk olma­ dığını söylüyor yanında çalıştığı adamlar. " İyi iş çıkarıyor, fa1 28 Levent Şahverdi Arşivi kat çabuk işlemediğinden para kazanamaz" diyorlar. Öğre­ nemeyecek mi terziliği ? Delegeler Avrupa'da Avrupa'ya giden murahhaslar heyetinin çalışmaları henüz bel­ li olmadı. Londra Konferansı ayın yirmi birinde toplanacak­ mış. İki murahhas heyetinin birleşip birleşmediği anlaşılama­ dı. Ama Sevres Muahedesi'nin şiddetli hükümleri o kadar ağır ki i nsanın elde olmadan, ileride yavaş yavaş mahvolmaktan­ sa, hemen şimdi pençeleşerek ölümü tercih edesi geliyor. Eko­ nomik kayıtlar, toprak hükümlerinden daha ağır ve mahve­ dici. Bu muahede henüz yürürlüğe girmediği h alde, tabiyyet hükümlerinden kurtulmak için, birtakım hamiyetsiz ve cibil­ l iyetsizler fayda koparmaya kalkıyorlar. Kazanç vergisi ver­ memek için tabiyyet değiştirmeye çalışıyorlar. Bakalım neti­ ce nereye varacak ? Süleyman dayıma, Adapazarı'na geçen hafta mektup yaz­ dım. Maaş meselesi havada sallanıp duruyor. Hükümet, reji ida­ resinden iki milyon lira almak istemiş. M üdür salahiyetsizli­ ğinden bahisle Paris'e gitmiş. Londra'da görüşmeler başlıyor Londra Konferansı hakkında haberler gelmeye başladı. Ön­ ce Yunan murahhas heyeti konferansa kabul edilerek dinle­ nilmiş. Sonra bizim m urahhaslar heyetinden İstanbul'unki, sonra Ankara'nınkinin dinlenildiği ajanslar tarafından bildi­ rildi. Sonradan gazete havadislerine göre Tevfik Paşa ile Be­ kir Sami Bey (Kunduh) <· kucaklaşmışlar. Tevfik Paşa, bütün memleket adına söz söylemeyi Bekir Sami Bey'e bırakmış. Yu­ nan murahhas heyeti iddialarının, Fransız askeri heyeti tara­ fından itirazla karşılanması üzerine, birkaç gün sonra iddiala* Ankara'da kurulan 1'1cclis Hükümcti'nin dışişlcri bakanı. 129 Levent Şahverdi Arşivi rının makulat dairesine (akla yakın) indirilmesi, Lloyd Geor­ ge tarafından murahhas heyeti reisine (delegasyon başkanı­ na) bildirilmiş . Bizim murahhas heyetinin ileri sürdüğü görüş, İzmir'in ve Balkan Harbi'nden sonraki Rumeli hududunun geri verilme­ si, tam istiklal ve hakimiyeti temin edecek surette Sevres Mu­ ahedesi'nin mali, iktisadi ve diğer hükümlerinin değiştirilme­ si isteğinden ibaret. Her iki murahhas heyeti bunda birleşmiş­ ler. İkdam gazetesi sahibi Ahmet Cevdet'in bir telgrafına gö­ re, bizim iki murahhas heyeti arasında uyuşmazlık çıkacağı­ na ümit bağlamışlar (Dört Büyükler) . Bu ümitleri gerçekleş­ meyince, bozulmuşlar. Yalnız Bekir Sami Bey, Anadolu mu­ rahhaslarının, Türkiye'nin tek temsilcileri olduğu iddiasında diretmiş, kalmış. Maaş meselesi askıda. Parasızlık acılığı nı sürdürüyor. Kış ve soğuk ondan da acı. Baharı beklerken her gün bol bol kar yağmaya başladı. Geçen salı ve çarşamba günleri o kadar so­ ğuk oldu ki geçen senenin müthiş kışında bile bu derece soğuk görmemiştik. Arsa nın intikal işini bitirdim. Tapu senedini aldım. 27-28 Şubat. Londra Konferansı bizim için pek iyi karar­ lar alıyormuş. Gelen haberler öyle. Samimi ve içten gelen bir sevinç, her çehrede ümit ışıkları gösteriyor. Mütarekeden be­ ri en acı bunalımlar içinde kalan gönüllerimiz derece derece bu karanlıktan kurtuluyor, ufukta bir ümit açılıyor. Allah ve­ re de bu ümit karanlığa boğu lmasa. 1 -9 Mart 1 92 1 ( 1 337). Siyasi durum gün geçtikçe lehimi­ ze gelişmekte. Ama henüz hayırlı bir sarnıca varamadı. İçimiz, bu gidişin ve hayırlı gelişmenin bozulması ihtimaliyle o ka­ dar titriyor ki . . . Bir işkence ve eziklik içinde yaşıyor gibiyiz. Maaş meselesi Maaş hala yok. Acı sıkıntı devamda. Bu çarşamba günü ma­ l iye müsteşarı bir talimat çıkarmış. Ona göre maaş verilecek­ miş (muhtaçlara ) . Mesela bir adam öl ürse cenazesi için, ve1 30 Levent Şahverdi Arşivi ya kendisi ya da ailesinden biri hasta olursa bir miktar ma­ aş verilebilirmiş. Bir de çocuğu doğarsa verilirmiş. Bunlar için de doktordan rapor veya nüfus dairesinden doğum kağıdı la­ zımmış. Bütün sağlam arkadaşlarımız doktor raporu almaya başladılar. Memurları, resmi bir makam, yalancılığa böyle sü­ rüklüyor. Bu kadar sığ düşünce, bu kadar anlayış kısırlığı bil­ mem ki bizim bunak hükümetten gayri bir yerde görülür mü? 1 0- 1 4 Mart. Hala para meselesi, maaş çıkmaması. Karın doyurmak için bu ümide bağlanmak. Ne kadar acı şey. Her an "çıktı, çıkacak" sayıklamalarıyla tekkelerde zikreden der­ vişlere döndük. Ümitler kırılıp sönüyor. Bu halin bu kadar acı şekilde baş göstereceğini bilseydim çoktan Anadolu'ya ge­ çerdim. Fransızca öğrenme hevesi, hele son sene içinde felsefe şu­ besi derslerini merakla takip etmem, o tarafa gitme hislerimi tamamen gölgelemişti. Bu defa parasızlı k bunu yeniden tutuş­ turdu . Tanrı'dan hakkımda hayırlısını diliyorum, şu bizimle bir olmayan Tanrı'dan. Londra'dan haberler Sulh işi de bir sonuca bağlanamadı. İzmir ve Trakya'ya gön­ derilecek bir ta hkik heyetini Yunanlılar kabul etmemiş. Bu­ mın üzerine İngilizler yeni bir teklif ileri sürmüş. İzmir'e ida­ ri muhtariyet. Ve İstanbul hakkında temi nat. Bugünkü ga­ zetelerde yer tutan bu havadislerin bizde uyandırdığı tesir, bir şaşkınlıktan i baret. Tabii bunu da bizimkiler kabul etme­ yecek. Şu melun Yunan da tam ve iyi bir dayak yemedi gitti bizden. Adana cephesinde Fransızlarla yapılan uyuşma tamamla­ nırsa oradan Yunan cephesine getirilecek kuvvetlerle belki on­ lara tam bir darbe vurulabilir sanıyorum . 1 5- 1 9 Mart. Ş u geçen günlerdeki gazeteler teselli verici bir haber getirmedi. Sulh meselesi bir ay sonraya bırakıldı. İtal­ ya'nın bilmem hangi şehrinde toplanacaklarmış. İtilaf Dev­ letleri'nin yeni teklifleri oldukça uygunmuş. İktisadi, mali, as131 Levent Şahverdi Arşivi keri hükümlerde daha yumuşamışlar. Ama İzmir şehrinde yi­ ne bir Yunan müfrezesi bırakıyorlarmış. Trakya meselesi hiç bahis konusu olmamış. Yalnız İstanbul bize temin ediliyormuş. Hükümet, gazetelere verdiği resmi bir tebliğ i le verilen ve ve­ rilmesi muhtemel m üsaadeleri bildirdi. İstiklal Marşı Yine bugünlerde bir cuma günü Beyazıt Camii'nde mevlit okundu şehitlerin ruhuna. Duadan sonra bazı gençler, arala­ rında İçtihat mecmuasında çalışan İlhami Safa da vardı, kür­ süye çıkarak, "Dağılmayın, şimdi bir şiir okunacak," dediler. Ben de durdum. Kürsüye çıkan " İstiklal Marşı" diye okuma­ ya başladı. Mehm,et Akif'in, Büyük Mil let Meclisi'nce kabul edilmiş olan İstiklal Marşı'nı okudu. O a n hakikaten heyecan vericiydi. Cemaat dağılsa da hemen kürsünün etrafına top­ landık. İstiklal Marşı'nı yazdık. Ne kadar içten gelen bir duy­ guyla yazılmış. O gün içimizde ne fırtınalı kaynaşmalar ya­ rattı. Maaş meselesi Maaş meselesi hala o uğursuz durumda. Bugün yüzde on mik­ tarında maaşa mahsuben bir sadaka verdiler. Açlıktan ölme­ yelim diye galiba. Sokakta dilenenler herhalde bizden daha çok para kazanıyor. Allah böyle bir hale kimseyi düşürmesin. 19 Mart günü Besim Ömer Paşa Avrupa'ya gitti. Yerine Na­ zır Sait Bey vekalet edecek. Yine aynı gün Emine Yengem İs­ tanbul'a geldi. Osman dayımın karısı. Dayımın hareket hat­ tı hakkında köti.i birtakım şeyler söyledi. 132 Levent Şahverdi Arşivi İkinci İnönü Savaşı 20-2 8 Mart 1 92 1 ( 1 3 3 7 ) . Günler geçiyor. Ayın yirmi beşin­ ci günü, Anadolu içlerine doğru Yunan taarruzunun başladı­ ğını öğrendik. Gazetelerde Yunan resmi tebliğleri, hep ken­ di zafer haberlerini veriyor. Milli kuvvetlerin ricatı (geri çe­ kildiği ) söyleniyor. Birçokları bu ricatın Yunanlıları hakiki ve müstahkem mevziye çekinceye kadar devam edeceğini söylü­ yor. Fakat çiğnenen hep bizim yerler. Çiğneyenler ise Yunan gibi çapulcu bir ordu. Diliyorum ki bu çekilme uzamasın. Maaşlann bir bölümü ödendi Maaş biraz yüzümüzü güldürdü. Ara lık ayı maaşının yüzde onunu vermişlerdi. Onun geri kalanını ve ocak maaşının ya­ rısını verdiler. Bunalan halimiz biraz rahatladı. Pazartesi günü annem, yengem, Fatma teyzem ile amcamın kızları Halide ve Selime'yi Eyüp Sultan'a götürdüm. Dua et­ tiler. Afyon'un düşüşü 2 9-30 Mart. 28'inde Tercüman gazetesi bir havadis verdi, bi­ zi sevindirdi. 2 9'unda bu doğrulanmadı. Üste Afyonkarahi­ sar'ın düşmana geçtiğini büyük bir kederle öğrendik.* Bu harp * Afyon, 27 Mart - 7 Nisan 1 9 2 1 rarihleri arasında Yunan işgalinde kaldı. Sonra Yunanlılar kenti boşalttı. Afyonkaralıisar, 13 Temmuz 1 92 l 'de yeni­ den Yunanlılar tarafından işgal edilecekri. 133 Levent Şahverdi Arşivi ötekilerle mukayese edilemiyor. Evvelce Yunanlılar bütün Av­ rupa devletlerinin yardım ve müzaheretiyle (arka çıkmasıy­ l a ) Anadolu'yu işgal etmişti. Şimdi ise onlar bitaraf görünü­ yorlar. Sulh muahedesinin Yunanlılarla ilgili kısmını sırf on­ larla aramızda çözümlemek gerekiyor. Bu halde yenilgimiz bi­ zi kötü akıbete götürecek gibi. Geçen gün haritalara bakmış, durumu gözden geçirmiş­ tim. Demiryolunu düşmana kaptırmamak üzere yapılacak mü­ dafaanın Afyonkarahisar'ın beş-on kilometre batısından ve tahminen bin beş yüz rakımlı tepelerden başlayarak Kütah­ ya'ya ve oradan Bozöyük'e kadar uzanan dağlardan yapılma­ sı kanaatine varmıştım. Dün ise Afyon'un düşmesi pek acı bir surette zihnimi kararttı. Bu inceleme ve inancın verdiği itimat­ la orasının böyle çabuk düşman eline geçeceğini sanmıyordum. Bu ümidim uçup gitti. Eğer Eskişehir de bu a kıbete uğrarsa d urumumuz pek berbat olacak. O zaman, bütün demiryolu Yunanlıların eline geçecek ve onlar da demiryolu hattının do­ ğusunda ve ona paralel bir muharebe hattı kurarlarsa, uzun müddet mağlup edil mesi güç bir durum elde edecekler. Bu akı­ bet pek feci olacak. Keşke ben de Anadol u'ya gitseydim. Yunan'la böyle karşı karşıya kalacağımızı bilseydim ve böy­ le bir muharebeye tutuşulacağına kanaatim olsaydı herhalde giderdim. Allah göstermesin, bizimkiler mağlup olursa artık oraya sırf asker olmak üzere gitmek milli bir borç ve vazife olacak. Eskişehir'in de düştüğü söylentileri Bugün 30'u. Üzüntüm daha fazla. Eskişehir'in de düştüğü dil­ lerde dolaşıyor. Herkesin yüzünde silinmez bir keder var. Ömrümde bu kadar acı ve teselli kabul etmez bir hale d üştü­ ğümü bilmiyorum . Lanet olası. Nene lazım Fransızca öğre­ neceğim diye İstanbul' da kalmak. Kalkıp gitsene. Orada bel­ ki işe yarar, hiç olmazsa kalbini ve vicdanını teselli edecek bir vazifeyle çarpışırdın. Burada acz içinde çırpınmak, hiçbir iş yapamamak, ne kadar elemli. Bir vasıta bulup Edirne taraf1 34 Levent Şahverdi Arşivi larında bir çete tertibatı yapılıp gidilse ne kadar iyi olacak. Te­ şebbüs hususundaki zaaf ve aczim, beni böyle her şeyden mah­ rum bırakıyor. Maaş aldık diye sevinirken bu sevinç, acı bir kedere döndü. Akşam eve gel ince, dayımın oğlu Kemal'in bıraktığı Ter­ cüman gazetesinde bir havadis okuyarak teselli buldum. Hiç olmazsa Avrupa gazeteleri benim kadar karamsar değil . Bu, morali artırıyor. Fakat ne de olsa Eskişehir'in düşmesi ihtima­ li pek acı. Zaten iktisadın en buhranlı sahasında çırpınmak­ ta olan bu memleketi biraz daha ezip harap edecek. İnönü'nde ikinci zafer Bugünkü sabah gazeteleri bizi sevindirdi. Önceki kederleri sil­ di. İnönü civarında Yunanlılar tekrar yenilgiye uğrayarak bir tümenleri perişan ve kısmen esir edilmiş. Geri kalan kuvvet­ lerinin de büyük bir tehlikeye düşerek her an esir edilmeleri muhtemelmiş. Mübalağalı olması ihtimal dahilinde ise de ha­ berde büyük bir hakikatin kokusu var. Yu nanlıların bu cep­ hede taarruzlarının kırıl dığı anlaşı lıyor. Bugün padişahın doğum günüymüş. Bayraklar asılmış. Bu zafer sebebiyle bayra k ların miktarı daha çoğaldı. Çok şükür ki bu haber düştüğümüz acı durumdan bizi kurtardı. 1, 2, 3 Nisan 1 92 1 ( 1 337). Yu nanlıların yenildikleri ha­ beri kuvvetleniyor. İ n önü'nde hakikaten büyük kayıplara uğradıkları ve geri d önüp kaçmaya başladıkları bildiriliyor. Yunan resmi tebliğleri taarruzlarının durduğu şeklinde bunu tevi le (durumu başka biçimde göstermeye) çalışıyorlar. Bugün de Adapazarı'nın Yunanlılardan geri alındığı ve Yu­ nan'ın o taraftaki fırkasının yen ild iği gazetelerde yazılı. Yu­ nanlıların İzmit'te bir tümen askerleri var. Büyük dayımın karısı hala bizde. Adapazarı'na aldıramı­ yor dayım. Herhalde Hürriyet ve İtilaf fırkalı olarak Anka­ ra hi.ikümetine karşı biraz hıyanet durumuna düşmüş olacak. Fırkacılıktan vazgeçmesini o kadar söylemiştim. Benimle münakaşadan hep çeki niyordu. 135 Levent Şahverdi Arşivi Yunan Ordusu ilerliyor. Yunanlılar yine geri çekilmişler 4, 5, 7 Nisan. Havadisler daha iyileşti. Düşman, perişan suret­ te Bursa önündeki Aksu civarına, taarruzdan önceki mevzile­ rine döndü. Zayiatının fazla olduğu anlaşılıyor. Dün Bursa'nın geri alındığı lafı çıktıysa da doğrulanmadı. İnşallah o da olur. Bugün bütün camilerde mevlit okundu, dualar yapıldı. Ve Af­ yon'un geri alındığı gazetelerde yazılmışsa da arkası gelmedi. 7-1 2 Nisan. Afyon'un geri alınması doğrulanmadı. İki gün­ den beri Salihli'nin geri alındığı ve Afyon'dak i düşmanın ri­ cat yolunun kesilmiş olduğu söyleniyor. Havalar yine soğudu. Hatta dün sabah hafiften kar yağdı. 1 3- 1 9 Nisan. Aralıklı olarak Bursa'nın geri alındığı söy­ lendiyse de doğrulanmadı. Anlaşılıyor ki bu cephede bizim ta­ arruzumuz yok. Fakat güneyde düşman boş durmuyor. Dum­ lupınar' da bir muharebe olmuş. Yunanlılar Uşak'a çekilmiş­ ler. Orada takviye almışlar, müdafaada kalacaklarmış. Yunan­ lıların faaliyeti çok ziyade olmalı ki onların gazeteleri daima asker toplandığından bahsediyor. Hatta bugün a kşam gaze­ tesinde Yunanlıların Bursa cephesinde tekrar taarruza geçti­ ği yazılıydı. Bakalım doğrulanacak m ı ? 136 Levent Şahverdi Arşivi Dayımın karısı hala bizde. Havalar oldukça iyileşti. Baha­ rııı ılık ve tatlı sıcaklığı her tara fı kapladı. 20-27 Nisan. Harp havadisleri kesildi. Siyasi havadisler pa­ zarda. Fransa ve İngiltere başvekil leri görüşüyor. Yunan baş­ vekilinin gözleri heyecan ve merakla onlara dönmüş, oradan bir medet umuyor. Ve görünüş öyle gösteriyor ki o topla ntı, kendisini düşmüş olduğu bu sonu meçhul bataktan kurtarsın. Yengem hala başımızda misafir. Dayım da bana hiçbir şey yaz­ mıyor. Paraca sıkılıyorum. Biraz para artırıp bir elbise alacak­ tım. O da ev masrafına gitti. Şu dayımın fırkacılığı kendisi­ ni perişan etti . Beni de fırkacılığa lanet ettird i. 2 8 , 29, 30 Nisan ve 1 -2 Mayıs. Birkaç gündür yağan yağ­ mur durdu, hava iyileşti. Baharın genç ve şuh tazeliği bütün kırları, tarlaları şenlendirdi. Harp havadisleri durgun. Yunanlılar, hem gizli yoldan dö­ n üş yapar gibi sulhtan söz ediyorlar, hem de bütün gayret ve çabalarıyla kuvvet toplayıp taarruza hazırlanıyorlar. Sonucu zaman gösterecek . Hükümet ramazan için bir ayl ık, yani şubat aylığını verdi. Doktoracı Edip Bey'in şerefine çay Bugün, yani mayısın i kinci günü saat dörtten sonra Darülfü­ nun 'da hukuktan doktora imtihanında muvaffak olan arka­ daşımız Edip Bey'in şerefine hukuk talebe cemiyeti tarafından bir çay toplantısı yapı ldı. Davete ben de gitmiştim. Çok şe­ refli ve sevinç veren bir toplantı oldu. Ara sıra yapılan böy­ le toplantılar hakikaten çok tatlı ve manevi bir haz içinde ge­ çiyor. Alaturka ve alafranga çalınan birkaç hava, okunan şi­ ir, söylenen nutuklar, hatırlarda ve kalplerde munis ve sami­ mi heyecanlar uyandıran birer yadigar o larak kalacaktır. Edip'in başarısı bize böyle bir toplantıyı temin ettiği için müteşekkirim. Ne yazık ki bütün zekasına rağmen Edip'in di­ linde kekeme denecek kadar bir tutukluk var. 3-8 Mayıs. Ayın dördüncü günü Doktor Lütfi'den mek­ nı p aldım, sevindim. İki gün sonra da cevap yazdım. 137 Levent Şahverdi Arşivi 6 Mayıs günü hıdrellezmiş. Her senekinden fazla halk kır­ lara döküldü. 9-1 4 Mayıs. Kemal ayın on birinci günü dayımdan, yani babasından mektup almış. Annesini Adapazarı'na gönderdi. O gün ramazanın biriydi. Ben de rıhtıma kadar giderek ken­ d isini uğurladım. Havalar iyileşti. Ta tlı bir yaz başladı. 1 5-20 Mayıs. Dört-beş gündür hastayım. Nezlem berbat. Göğsüm fena. Öksürüğüm şiddetli. Bir türl ü iyi olamadım. Hastal ığım sürüp gidiyor. Anadolu'da kabine değişikliği Anadolu'dan gelen haberler bi raz karıştı. Ö nce Bekir Sami (Kunduh) Bey'in, birkaç gün sonra da, yani yirmi mayısta bü­ tün Ankara kabinesi azalarının istifaları haber alındı. Herhal­ de orada da durum mu ntazam ve ta bii yolunda değil. Öyle anlaşılıyor ki bazıları mutedil (ılımlı) ve anlaşmaya tara ftar, bazıları da harple bir netice almak istiyor. Bekir Sami Bey'in istifasına bakıl ırsa herhalde mutedillerin azınl ı kta kaldıkla­ rı anlaşılıyor. Bugün heyeti vekilenin (bakanlar kurulu) tama­ mının çekilmesi biraz garip. Durumu açık ve temiz bir suret­ te anlamak mümkün değil. Gemlik'te Yunan zulmü ve göç Yunan taa rruzunun başlamak üzere olduğuna dair kuvvetli söylentiler dolaşıyor. Gazetelerde buna dair yalan yanlış bir sürü havadis var. Hakiki durum anlaşılamıyor. Yunanlıların ve yerli Rumların Gemlik civarında yaptık­ ları zulüm ve işkenceden muzdarip olan birçok kimse İstan­ bul'a h icrete (göçe) başladı. Bunların Davut Paşa K ışlası'na yerleştirilmek üzere arabalarla götü rüldüklerini gördüm. Zavallılarda eşya ve malzeme namına kurtarabildi kleri hiç­ bir şey yok. Ne yatak, ne yastık, ne yiyecek, ne giyecek. Ya l­ nız kendileri, çırılçıplak. Ancak köylerinden çıkıp canları­ nı kurtarab ilmişler. Sefil Yunanın ve Rum ların meydana ge138 Levent Şahverdi Arşivi tirdiği bu alçak ve şeni (utanç verici) halleri unutmak m üm­ kün mü? Türk Ortodoks Patrikliği Anadolu' da bir Türk Ortodoks Patrikliği kurulmuş. Başına da Papa Eftim Efendi adında biri getirilmiş . •· Aklıma Rum­ ca bilmeyen ve kiliselerinde Türkçe i badet eden Karaköy'de­ ki Rum zannettiğim bahçeci geldi. istanbul'daki Rum patrik­ hanesi bu durumdan çok telaşa düştü. Ermeniler, biraz yola gelir gibi oldular. Türklerle araları­ nı soğutan idarecilerinden hesap sormak istiyorlar. 21 -27 Mayıs. Ankara'da yeni kabine kuruldu. Azaları aşı­ rı ve patavatsız hareket edecek adamlardan deği l . Hariciye­ ye Yusuf Kemal (Tengirşenk) Bey geliyor. İtimada çok layık ve ehil bir adam. Burada, Hukuk'ta iktisat hocasıydı. Anka­ ra hü kümeti kurulunca oraya gitmişti . Ramazan her seneki gibi geçiyor. Bu sene, Şehzadebaşı ve D ireklerarası'nda serbestçe gezmeye müsaade edi ldiğinden, gezmeye çıkanlar biraz fazla. Serbest gezme müsaadesi olun­ ca, erkeklerde mevcut beraber gezme düşkünlüğü ortadan kalkmasa da hafifledi. Salı günü Fatma Teyze ile Bakiler, çar­ şamba günü Hacer Yengeler, cuma günü de Fevziler geldi. 28-31 Mayıs. Anadolu'da meydana gelen değişiklik ve Be­ kir Sami Bey'in mutedil hareketine karşı çıkarılan i r i r�ız fer­ yatlarının ve sonuç olarak onun çekilmesinin, İtalya da da­ hil olmak üzere Avrupa devletlerince fena karşılandığı ve bu­ nun da Ankara'da heyecan ve sinirlilik uyandırdığı, birkaç gün­ dür gazetelerin en mühim havadislerini teşkil ediyor. ,,. * * Fener Patrikhanesi'nin, Yunanistan'ın Megali İdea siyasetini Anadolu 'da­ k i Ortodoks halk arasında yaymasına karşı, anadili Türkçe olan ve Türkçe ibadet eden Ortodoksları esas alarak bu Patriklik kurulmuştu. Papa Eftim'in Ankara'daki B.M.M. hükümetinc destek vermesine ve bazı yerel sorunları çözmesine rağmen Türk Ortodoks Patrikhanesi Lozan'da kapatıldı ve Cum­ huriyet'in i lanmdan sonra İstanbul'da sınırlı biçimde yeniden örgütlendi. ** Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey, Londra Konferansı'nda İngiltere, Fran- I> 139 Levent Şahverdi Arşivi Yunan taarruzunun başladığı söylendi, sonra da yalan­ landı. Cuma gününden beri annem rahatsız. O da bir üzüntü. Ma­ aş hakkı nda yine fena dedikodular. Güya maaş parasını İngi­ l izler zaptetmiş, verilemeyecekmiş, yahut yarım verilecekmiş. Bir sürü uydurma . Hala Yunan ve Rum mezalimi 1 -2 Haziran. Hemen hemen ramazan başından beri Kızılay mu­ hacir getirtmekte devam ediyor. Gemlik ve Yalova civarında­ ki halkın, sanıyorum hepsi getirtiliyor. Yunanlıların burada yap­ tıkları mezalim ve gaddarlık anlatılarak bitirilemiyor. Hükü­ metin teşebbüsüyle giden tahkik heyetleri, bakalım, nasıl bir sonuç elde edecek. Bugün Doktor Lütfi'den mektup aldım. Beni vekil yapmak istiyor. AyasofYa'da bir Kadir Gecesi 3 , 4, 5 Haziran. Günler birbirini kovaladı, geçti. 3 ' ü a kşamı Kadir Gecesi. İstanbul'u bırakıp Anadolu'ya geçmek düşüncesiyle dolu olduğumdan, geçen seneki rama­ zanda, Kadir Gecesi'nde Ayasofya Camii'ne gidemediğime pek eseflenmiştim. Ve bu ramazanı, asla düşünmediğim ve bilme­ diğim yerlerde geçireceğimi sanırken yine İstanbul' da kalın­ ca biraz sevindim. Neden bilmem, bu gecenin gel işini sabır­ sızlıkla bekledim. Akşam yemekten sonra evden çıkınca Baki'ye uğradım. Be­ raber Ayasofya Camii'ne gittik. Teraviden çıkıl mıştı. Kalaba­ l ığın çokluğu daha kapıda göze çarpıyordu. Bir uğultu ara­ sında giren çıkan karmakarışıktı . Kapıda sayısı bilinmeyecek [> sa ve İtalra'yla Türkiye'de bu ülkelere ayrıcalıklar getiren ikili sözleşme­ ler imzalayınca Meclis Hiikürneti'nce Misak-ı Milli'ye aykırı bulurınıuş ve Mus­ tafa Kemal'in sert tepkisini almıştı. Yapılan oylamada dışişleri bakanının gö­ revine son verilme kararı a lınmıştı. 140 Levent Şahverdi Arşivi kadar dilenci vardı. Bunlar orada nöbet bekleyen polisler ve askerler tarafından sır-aya dizilmişler, vızlayan sesleriyle, hiç aralıksız, hep istiyorlardı. Camiye gi rince, kalabalığın kulağı dolduran uğultusu içinde vaaz eden hocaların sert bağrışmaları kulağıma erişti. Rasgelen yerde oturarak Kuran'dan bir Tebareke veya Yasin suresini okuyan, önlerine birer mendil serili mollacıkların ara­ sından geçerek halkı etrafına toplayan vaizleri dinlemeye baş­ ladım. Bu vaizlerin saçma dırıltıları kadar içimi sıkan baya­ ğı ve adi lafları, hiçbir akıllı din adamından işitmedim. Ta . . . k üçüklüğümden, Fatih Camii'nde dolaşmaya başladığımdan beri, onlardan daima aynı nameleri, aynı safsataları dinler­ dim. Hep Kuran'ın ve hadislerin bizim için cansız ve ruhsuz taraflarını diriltmeye çalışmak ve neticede biraz daha öldür­ mek; namaz kılmamak, camilere gelmemek, ibadet etmemek, oruç tutmamak, kadınları açık saçık gezdirmek ve bilinen ta­ rihi birkaç masalı tekrarlamak ve bu hareketler için herkesi suç­ lamak ve cehenneme sokmak. Her camiye girişimde, bütün bunları işitmeme rağmen yine şöyle bir defa onların sözleri­ ne kulak vermeden geçemezdim. Bu defa da böyle oldu. Yıl­ lardan beri bu Ebu Cehil artıklarının bilgilerine bir şey eklen­ memış. Evden çıkarken aptes almıştım. Buna rağmen teravihe ye­ tişemedim ve namaz k ılamadım. Şimdi kenar bir yerde iki re­ kat namaz kılmak istedim. Niçi n ? Bu soruyu vicdanıma yö­ nelttiğim zaman inandırıcı bir cevap alamadım. Bu, yalnız mad­ di varlığımın soğuk bir tarzda beni sürüklediği bir hareket ola­ caktı. Ruhum, iç varlığım ve inancım bakımından bu yatıp kalk­ malara asla ihtiyaç duymuyordum. Bu hareketlerle beni ya­ radana karşı saygı ve sevgi göstermiş olacağımı bir türlü ka­ fam ve düşüncem alm ıyordu. Şimdiye kadar hakikaten bir­ çok namaz kıldım, tespih çektim. Tanrı'nın adını binlerce de­ fa tekrarladım . Dualar ettim. O zamanları d üşününce o ha­ reketlerimin hangi sebep ve tesirler altında meydana geldiği­ ni açık ve parlak bir şekilde tayin edemiyorum. Belki sert, ha­ şin ve sonsuz bir cehennem azabı düşüncesi beni korkutuyor141 Levent Şahverdi Arşivi du. Camilerde vaizlerden, evde büyüklerimden hep bunu işi­ tirdim . Ve elime geçen dine ait birkaç kitaptan hep bu acı tel­ ki nleri almıştı m. Onların içimde bıraktığı acı izler, bende sü­ rekli ve aralıksız bir i ba det eğilimi meydana getirmişti. Böy­ lece iyi bir hareket yaptığıma ve Tanrı'ya iyi ve sadık bir kul olduğuma kanmıştım. Bugün o saf ve tatsız inançlar beni terk etti. Vicdanımda büyük bir boşluk meydana geldi. Neden ve niçin i badet ede­ ceğim ? Bütün bu yatıp kalkmalar, saygı ve tapınma manası ta­ şır m ı ? O günlerden beri yıllar geçti. Nice ramazanlar, nice bay­ ramlar ve ne kadar yüceltilmiş ve takdis edilen geceler geçti. Ve hayatımızın sayfalarına ne kadar sayısız günler ekledik. Ha­ la da ekliyoruz ve hala da o günlerin her sabahında güneş do­ ğudan doğuyor ve batıdan batıyor. Geceleri göklerimizi süs­ leyen aynı yıldızlar gözlerimizi okşuyor. Bense, gelip geçen her mukaddes gecede daima olağa­ nüstü ve görülmedik şeyler arardım. Kavuştuğumuz her bay­ ramda her vakitkinden daha ziyade güzellikler, sevinçler ve saadetler beklerdim. Hepsi boş. Ne o geceler ve ne o gündüz­ ler, bize her zamankinden ziyade bir şey getirdi. İşte bu Ka­ dir Gecesi, işte Müslüman Tanrısı 'nın bu kadar yücelttiği ge­ ce. Ne değişiklik var? Yüzyıllardan beri gökleri süsleyen yıl­ dızlar, yine o eski varlıklarıyla gökten ışıklarını gönderiyor­ lar. Işıklarında bu geceye mahsus bir fazlalık yok. Hiçbiri, tak­ dis edilen bu gece için daha parlak ışık yollamıyor. Ayasof­ ya'nın, yüzlerce yılın nesillerini seyreden kubbeleri, yine o so­ ğuk ve donuk halini muhafaza ediyor. Direklerinde bu gece­ yi kutlamaya delalet eden samimi ve uhrevi bir eğilim, hep ay­ nı taş direkler, aynı kubbe, aynı toprak, aynı gökler. Ve bu şeyler, insanların en hazin ve yanık devirlerinde, en mesut ve neşeli günlerinde, daima o sabit ve sarsılmaz durumu­ nu korumuş ve devam ettirmiştir. Ne bir M üslüman'ın bayra­ mında, ne bir Hıristiyan'ın yortusunda tabiat, tebriklerini sun­ muştur. Yalnızca insanlar kendilerini aldatmışlardır. Şu halde niçin ibadet edeceğim, ne diyeceğim, ne isteyeceğim ve kimden? 142 Levent Şahverdi Arşivi Ufak bir direğin dibinde bir delikanlı iki büklüm olmuş, sesini, yalvarış ve yakarışını, içten gelen bir dilekle (Allahı­ ma işittireceğim diye) ciğerlerini dolduran bütün nefesiyle, ağ­ zından ve burnundan çıkardığı hırıltıya eklediği gözyaşlarıy­ la, derin derin inliyordu. Acaba neler istiyordu ? Mermer di­ reğin dibinde ağzı ndan çıkan o anlaşılmaz iniltiler, bir ibadet miydi ? Ötede beride tek başına namaz kılan i nsanlar arasına ben de karıştım. Namaza başladım. İki fatiha ve bir ihlas suresiy­ le iki rekat namaz kıldım, tespih çektim. Sıra duaya geldi. Hiç­ bir şey demeden kalktım. Ve bu hareketime de pişman oldum. İbadet miydi bu? Ayakta durmalar, eğilmeler, yatmalar ve kalk­ malar, benim ne iç durumumu arıttı ne de vicdanımı tatmi n etti. Ben o hareketimle sanki Tanrı'yı aldatmıştım. Belki be­ ni gören birkaç kişi, bu da nafile namazı kılıyor, i badet edi­ yor sanmıştır da takdir etmiştir. Halbuki ben yaptığım şu sah­ te iş ve hareketten üzülmüş, pişman olmuştum. Tekrar camiyi gezmeye başladım. Veliaht Mecit Efendi gel­ miş, arkasında iki yaveri, kalabalık arasında dolaşıp duruyor. Onu tanıyan meraklı bir kafile de arkasından gidiyor. Kütüphanenin önüne gelmiştim. Buraya henüz gelip otu­ ran b irkaç dervişin kılavuzluğuyla beş on kişi zikre, munta­ zam bir tempo ve tatlı bir makam ile " La ilahe illallah" de­ meye başladılar. Yanımda dervişe benzeyen bir sarıklı da var­ d ı . Dervişlerin ikisi pek d ikkat çekiciydi. Bunların biri uzun sakallı ve omuzlarına dökülür derecede uzun saçlıydı. Bütün görünüşüyle gayet tuhaf bir şekil ve durumda olan bu herif, bana bu kıyafetiyle Anadolu'yu dolaşan, cahil ve gafil hal­ kı aldatıp soyan mürai (ikiyüzlü ) ve hilekar birtakım din do­ landırıcılarını hatırlatıyordu. Öteki dervişin saçı daha tuhaf­ tı. İki kulağına rastlayan kısımlar ötekilerden daha uzun ol­ duğundan ensesi açık ve ensesinin yan tarafları uzun saçla­ rıyla örtülü. Zikir, gayet tatlı ve ahenkli bir tarzda başlamıştı. Ben de de şu hali sonuna kadar seyretmek hevesi uyandı. Sabrettim, ta . . . sonuna kadar. Zikre katılanlar arasında her nev'i insan, her 143 Levent Şahverdi Arşivi meslekten adam vardı. Türk, Arnavut, Acem, Boşnak ve son­ ra sarıklı, fesli, krava tlı eksik değildi. Hatta b irkaç polis bi­ le vardı ki ceketlerini ve kalpaklarını çıkartmışlar, başlarına birer mendil sarmışlar, zikre katılmaktan geri kalmıyorlardı. En çok bir şeyi merak ediyorum. Yapılan bu zikir, dere­ ce derece herkesin kalbini d ünya düşüncelerinden ayırarak, Allah'ı düşünmeye başlatacak, kafada ve zihinde hep o Allah ve onun büyüklüğü kalacak. Onun büyüklüğü, yüksekliği ve tanrısal varlığı, ruhlarda ve iç dünyalarda birleşerek orada Al­ lah sevgisi ve Allah aşkı parlayacak ve artık sırf onunla meş­ gul olan o zihinler, o dimağlar dünyayı unutarak baygın, sar­ hoş bir ruhani varlık içinde kalacaklar. . . Şüphesiz o hale ge­ len bir adamın ne kulağı bir söz işitir, ne de kafası ve zihni bir şey anlar. Çünkü, bu dünya denen maddi varlıkla ilgisini kes­ miş olmaları gerekir. Acaba bu adamlar o dereceye varabilecekler mi ? Yoksa yap­ tıkları, pek adi bir gösterişten mi ibaret kalacak? Oturularak yapılan zikir sona erdi. Ayağa kalkıldı. Otu­ ranların hepsi ayaktalar. Başlarını sağa çevirerek " La ilahe" d iyorlar ve sonra sola d önerek "İllallah" diye sözü tamam­ lıyorlar. Bu hareket de gittikçe ziyadeleşiyor ve şiddetleniyor. Bunların ortasında bir adam, yüzü zikredenlere dönük, zikir­ deki sözün düzgünlüğünü ve birliğini korumaya çalışıyor. Bu sırada orada duran bir Mevlevi de ayağa kalkarak yavaş ya­ vaş ellerini havaya kaldırmaya ve iki tarafa kanat gibi açarak dönmeye başladı. Bu Mevlevi dervişinin gayet parlak ve ya­ nık olan sesin i biraz önce başka bir yerde dinlem iştim. Ha­ reket hali ve tevhit sözleri gittikçe hızlanıyor, önceden harf­ ler birer birer anlaşılırken, şimdi kelimeler bile zar zor seçi­ l iyor. Ve bu hıza paralel olarak başlar da sağa sola daha ça­ buk dönüyor, Mevlevi de bu dönüşteki hızı artırıyor. Başlar­ dan fesler, kavuklar, mendiller fırlıyor, sarıklar d üşüyor, sal­ yalar akıyor, terler damlıyor, dayanılmaz pis bir koku her ta­ rafa yayılmaya başlıyor. Dayanamayarak elimle burnumu sıkıyor, mendilimle siliyorum. Bununla beraber sonuna kadar dayanarak bu eziyeti çekecek, şu rezalet nasıl bitecek, göre1 44 Levent Şahverdi Arşivi ceğim. Kalabalık o kadar arttı ki herkes birbirinin üzerine aba­ narak bin zahmetle olup geçen şeyleri görmeye çabalıyor. Şimdi hareket daha artmıştı . Başlar o kadar çabuk salla­ nıyor, Mevlevi o kadar hızlı dönüyor ki gözlerimle ancak ta­ kip edebiliyorum. Kafamda bir sersemlik duymaya başladım. Şaşıyorum, bu adamlar bu hale nasıl dayanabiliyorlar. Mev­ levinin dönüşleri o kadar çabuk ki, " Ha ş imdi yıkılacak, ha şimdi birine çarpıp devrilecek" sanıyorum. Şaşı lacak şey, o ka­ dar dar bir yerele, o kalabalık arasında, hiç kimseye dokunma­ dan, durmaksızın dönüyor, dönüyor. Şeyhin yanında duran sarıklı bir derviş de makamla, ilahi gibi bir şeyler okuyor, o ela bu zikrin hızını daha çok artırıyor­ du. En azından bir saat oldu. Harekette hiç yavaşlama ve du­ raklama yok. Aynı şiddet aynı hız. Söylenen zikir ve tahlili de anlaşılmaz bir hale geldi. Bir hırıltıdır si.iri.ip gidiyor. Ne söy­ leniyor belli değil. Hiç durmaksızın, ara vermeksizin, saç ve sakal karmakarışık, sağa sola kafa sallayan bu adamların inil­ tisi ve hırıltısı içinde i nsan dünyayı deği l, kendi varlığını bi­ le unutacak. Zaten b u hal içinde insanda düşünme yeteneği kalmaz ki. Şu gürültülü anda, mümkün olsa ela insan, çok gürültü çı­ karan bir tabanca patlatıverse, Allahın zikriyle bu kadar meş­ gul olan bu adamlar acaba ne hale gelirler? Bütün hızı ile dönüşe devam eden Mevlevi'nin kulağına, şeyhin bir lakırdı söylemesi üzerine, o derece Allahla yoğrul­ muş halde dönen o mevlevi, derhal bir kenara çekilerek, a henkli ve tatlı bir sesle dini bir kaside okumaya başladı. Dö­ nüşü ne kadar kolaylıkla duruverdi ve hiç yorulmamış gibi ka­ sideye nasıl geçti? Bu, her babayiğidin işi deği l. Sesi de ne ka­ dar yakıcı ve tesirli. Ben bile öyle kolay kolay etkilenmediğim halde bu adamın sesi beni duygulandırmaya başladı. Bu, ya­ pılan zikirlerin bende uyandırdığı bir tesir değildi. Sırf o se­ sin acı, yanık ve hüzünlü oluşuydu ki içimi titretiyor, gözü­ m ü yaşartıyor. Ne h issediyorum, bilemiyorum . İçim bir hü­ zünle doluyor. Bahtı kara bir devrin, kutsa l bir gecesinde, şu y üksek kubbe altında i nleyen seda, birçok zavallıyı ve birçok 145 Levent Şahverdi Arşivi talihs izi bana hatırlatıyor. Yıllardan beri her türlü felaketin ağır yumruklarıyla harap olan şu zavallı yurdun ve şu zaval­ lı mi lletin bütün ini ltileri ve yakınışları, şu anda ruhuma ak­ sediyor ve bu mateml i i nilti, beni acıklı bir düşünce yığınına atıyordu. Öyle, hep günahkarız. Bu güna hımız, hangi bece­ riksizliğimizden, hangi kayıtsızlığımızdan ileri geliyor? Bu ka­ dar acıyı çekmeye neden layık olduk ve hala bunları neden çe­ kiyoruz? Şüphe yok ki biz, mesut bir zamanın, yüzü gülen baht­ lı çocukları değiliz. Alnımızda, temiz bir varlığın aynası yok. Emellerimiz, bizden evvelkilerden daha sönük ama daha ge­ niş ve samimi. Bununla beraber yine hep o ahlar ve o iniltiler. Birden bire gözüme biri ilişti. Fesi yere fırlamış bir adam, belinden çıkardığı çora p örme şişi gibi bir şeyi, al nının bi raz üstüne, saçlarının a rasına ve ga liba başının derisine sapladı . Hafif bir surette elini zikrin temposuna uydurarak şişe vuru­ yor. Her vuruşta şiş biraz daha içeri giriyor. Sonra bir tane da­ ha çıkardı. Onu da göğsüne, sağ memesinin a ltına gelen ye­ re ve sanıyorum etle deri arasına soktu. İki vuruşta şişin ya­ rısı girdi. Daha dikkat ettim, yanaklarından da bir şiş sark­ mış, sallanıyor. Yanımdan bir ses "Rufai" dedi. Benim R ufa­ iler hakkında masal gibi dinlediğim sözlerde bir doğruluk pa­ yı varmış. Ama ben mübalağalı işitmiştim. Göğsünden soku­ yor şişi, arkasından çıkıyor; ağzından sokuyor, ensesinden çı­ kıyor gibi. Tabii bu çok mübalağalı. Bununla beraber işte bi­ raz hakikat payı var gibi. Herif göğsüne soktu. Kafasına sok­ tuğu şişi iyice göremedim. Daha önce dikkat etmediğime, gaf­ letim e canım sıkıldı. Ama iyice gördüklerim, hep deride kalı­ yordu. Mevlevi, o ihtizazlı (titrek) ve inletici sesiyle hiilii devam edi­ yor. Onun bütün kalplere ilettiği manevi zevk ve sevginin ru­ hani dalgaları, varl ığı mızı, unutulmaz bir haz içinde okşuyor ve bizi düşünceler içinde yüzdürüyordu. Ansızın kötü, aygır gibi bir sesin, haykırırcasına başladı­ ğı bir "Naat" ile herkes tatlı düşüncelerinden kurtuluverdi. Ru­ fai bile sokmuş olduğu şişleri çekti çıkardı ve zikrin ahengi de­ ğişti. Hızla sağa sola sallananlar, biraz yavaşladılar. Zikir söz146 Levent Şahverdi Arşivi cüğü de değişti. Bu defa " Ya . . . Hay " demeye başladılar. Bu da Allah'ın başka bir adı. Bu esnada birkaç Avrupalı veya İn­ giliz gelerek olanları seyre başladılar. Yanlarında sarıklı bir ho­ ca da vardı. Galiba İngilizce biliyor ve bu gelenlere tercüman­ lık yapıyor. Hocanın işareti üzerine yabancıların gözü Rufai'ye dikildi. Bir müddet sonra biri gelerek şeyhin kulağına ve şeyh de biraz sonra Rufai'ye bir şeyler söyledi. "Ben şiş vakasını ha­ tırladım. Bit tembih yapıldı sanırım. D ikkatle beklediğim halde Rufai'de bir değişiklik olmadı. Bekleye bekleye bıka n yabancılar da defoldu, gittiler. Artık " Ya hay" hızlanmaya ve bir hırıltıya dönmeye başladı. O kaba ve çirkin sesli adam da susmuştu. Sarıklı birinin okuduğu bir naat ile zikir devam edi­ yordu. Zikircilerden bazıları bu sefer coşmaya başladılar. Bi­ ri sağa sola hızla gidip geliyor, öyle şid detle sallanıyor ki ya­ n ındakileri deviriyor, Şeyh ve yanındakiler bunun farkına vardılar. Şeyhin işaretiyle dışarıdan, aklı başında, kafası bu yorucu hareketlerle sarsılmamış birini getirip oraya soktular. O da coşmuş olan adamın koluna girdi. Mübarek durmuyor, o kadar kuvvetle sağa sola gidip duruyor ki, yanında kolu­ na giren adamın varlığını bile duymuyor. Nihayet dışarıdan bir kişi daha gelerek öteki koluna girdi ve koltuklarından tu­ tarak bunu ortaya koydular, başından kavuğunu aldılar. Sır­ tında abadan bir cüppe varmış. Onu da çıkardılar. O hazret hala sağa sola, var kuvvetiyle gidip gel iyor. Bu yapılan işle­ rin farkında bile değil . Biraz sonra azıcık hava almış olmalı ki, hareketlerine biraz hafi flik geldi ve tekrar sıra.ya sokuldu. Herif galiba esrar sarhoşu. Ben de yerimi değiştirmiş, öteki taraftan dolaşarak yanla­ rına sokulmuştum. Ağır ter kokusu o kadar fena, o kadar da­ yanılmaz halde ki . . . Nasıl tahammül ettiğime hala şaşıyorum. Bununla beraber zikrin nasıl sona ereceğini merakla bekliyo­ rum. Zikir sözcüğü de öyle bir hal aldı ki, sanki bir ıkıntı. Ça­ buk çabuk ve aralı ksız tekrarlanıyor. Yine saç sakal karışmış, gözler kapanmış, o baş döndürücü salla nmalar devamda. Ben de bütün düşünce ve varlığın artık tamamıyla Allah'a bağ­ land ığına kanaat getiriyorum . Önde durup zikri idare eden 147 Levent Şahverdi Arşivi şeyhi n bu sırada ve zikrin coşkunlaşmış bir anında, hareket ve söz birliğini temin için, " Hep beraber, hep beraber" dedi­ ğini ve bunu o anlaşıl maz " Ya hay" harharasının temposuna uydurarak söylediğini ve zikreden lerin de onu işiterek hare­ ket ve zikir sözlerini düzelttiklerini görünce, kanaatim hemen devrildi, gitti. Keratalar, keratalar, demek ki gösteriş yapıyor­ larmış. Bir m üddet sonra orada oturan hocanın euzübesmele çe­ kerek Kuran' dan bir parça okumaya başlaması üzerine zikir sona erdi. Garip değil midir k i bu sırada önce zikri i dare etmiş olan ve, "Hep beraber, hep beraber" diyen şeyhin, vecde gelmiş gi­ bi başını çabuk çabuk sağa sola çevirme hareketine başlama­ sı, herkesin dikkatini çekti. Benim bu riyakar harekete o ka­ dar canım sıkıldı ki herifin saçlarını tutarak koparacağım gel­ di. Bilmem ki halkı böyle aldatmak ve kendileri hakkında hal­ kın kör ve sersem kafalarından işiti lmez bir takdir duygusu beklemek zikrin amacı mıdır? Ve bu hareket onların vicda­ nını tatmin mi ediyor ? Üç Kulhuvallahü ve sonra öteki sureler, bir Fatiha ve bir Eliflam suresi ve hatim duası bu kadar velveleyi tamamladı. Ben de dışarı çıktım. Baki Bey'i buldum. Sahur yiyormuş. Sonra sabah namazı için tekrar camiye girdik. İçerideki yu­ varlak küpten, sıra bekleyerek aptes aldık. Zikir yerindeki ka­ labalık dağılmış, yalnız şeyhle bir sarıklı kalmış. Sarıklı da ağır ve tatlı bir sesle Tebareke suresini okuyor. Öteki taraflarda da birkaç vaız hocası herzeler savuruyor, bağırıp çağırıp halkı azarlıyor. Kuran'ı dinlemeyi tercih ettim. Gelip orada kütüphanenin karşısındaki direğin dibinde, bir maksureni n (parmaklıklar­ la çevrilmiş yer) köşesinde oturdum. Hafif hafif uykum da ge­ l iyordu. Tatlı bir makamla okunan Kuran da bana bir ferah­ lık verir gibi oldu. Gittikçe caminin kalabalığı artmaya ve be­ nim bulunduğum yeri halk doldurmaya başladı. Evvelce dö­ nen Mevlevi de gelip yakınıma oturmuştu. Tebareke suresi bit­ tikten sonra Mevlevi, yine o hazin ve i nletici sesiyle okuma148 Levent Şahverdi Arşivi ya başladı. Artık, " Allah, Allah" diyenler, " Aman Ya Ra bbi " diye bağıranlar, " Aman ya Resülullah" diye feryat edenler art­ tıkça arttı. Bu ses hakikaten herkese tesir ediyordu. Rufai de oracıkta , karşımda oturmuş, o da coşan bir sesle, " Aman ya Muhammet" diye haykırdı. Derhal eli beline gitti. Oradan bir şiş çıkardı. Ağzına soktu, sol avucu ile bir defa itti, şiş girdi, yanağından çıktı, sarktı, kaldı. Sonra sol yanağına, alnına ve göğsüne soktu ve nihayet öylece baygın ve hareketsiz kaldı. Neden sonra Mevlevi'nin sesinin kesilmesi, o kötü, kaba se­ sin başlaması üzerine bütün heyecanlılar ve kendinden geçen­ ler toparlanıp, akıllarını başlarına aldılar. Namazdan sonra yine burada bir şeyler okundu ve yine mevlide başlandı. Yine aynı suretle herkes teessür ve heyeca­ na kapı ldı ve Rufai'nin şişleri saplaması, hep heyecan ve te­ essüre kapılması sırasında oluyor. Normal durumdayken bu­ mı yapamıyor. Mevlevi okurken bazı gençlerin ve bilhassa temiz giyinmiş, kravatlı, şık bir genç çocuğun hüngür hüngür ağladığını ve onun susması üzerine gidip yüzünü yıkadığını, başlaması üze­ rine tekrar gelerek ağladığını gördüm. " Acep nedendir? " de­ dim kendi kendime. Camiden çıktığım zaman, güneş doğalı bir saat kadar ol­ muştu. Eve gelirken düşünüyordum: Niçin camilere gittikçe dine ait inancım parçalanıyor, eziliyor, eksiliyor. Herkes d u­ alarını, kalplerinin b ü tün heyecanıyla Allah'larına yükseltip gönderdiği, yalvarış, yakarışta bulunduğu halde bunlara kar­ şı yabancı ve duygusuz kalıyorum. Manevi dediğimiz bu di­ ni inanç bende gittikçe yıkılıyor. Acaba i nsanlar Allah'ı dü­ şünmeyi bilemeyip böyle anormal hareketlerle ona yaklaşma­ ya mı çabalıyorlar? Böyle de olsa bunu, camiye gelip orta oyu­ nu oynar gibi halka gösteriş yapmaktaki mana ne? İngilizlerle gerginlik Haziranın ilk on beş günü içinde bayram da geçti. Anadolu ile İngiltere'nin arası fena halde gerginleşmişti. Ankara'da bazı149 Levent Şahverdi Arşivi !arının yaptığı sersemce hareket, tam Yunan warruzunun baş­ layacağı zamanda milletin başına daha başka endişeler çıka­ rıyor. Ne kadar da İzansız (anlayışsız) adamlar var. İçlerinde hakiki bilgili insan pek az galiba. Pek çoğu hamiyet tellalı, mil­ l iyet komisyoncusu olsa gerek. Gazete havadislerinden anlaşıldığına göre birkaç günde ha­ reketlerini biraz düzeltir gibi oldular ki, İ ngilizler yine taraf­ sız kalmak istiyorlarmış. Yunanlıların İzmit'ten çekilişi Haziranın son yarısında Yunanlılar taarruza geçemediler. Gün­ ler ise geçiyor. Bu zaman içinde İzmit milli hükümet tarafın­ dan işgal edildi. Yunanlılar herhalde oradaki tümenleri ni çekti. Yunanlıların İzmit hal kına çok feci işkence yaptığı işi­ tiliyor. Annemin uzaktan akrabası olan birisinin oğlu, Rum­ lar tarafından boğazından kesi lmek suretiyle öldürülmüş. Ankara'dakiler hareketlerini oldukça düzelttiler. İngiliz he­ yülasını şimdilik yine tarafsız bırakmaya muva ffak oldular. Yunanlılar çabalayıp, çırpınıp duruyorlar. Acaba İzmit'ten çek­ tikleri tümeni nereye götürdüler? Temmuzun ilk haftasında Doktor Lütfi' den iki mektup al­ dım. Beni vekil yapmakta istekli. Zaten buna, " Peki" demiş­ tim. Zavallının kız kardeşiyle annesi, arka arkaya ölmüşler. Buna çok müteessir oldum. Bugün yine mektup yazdım ona. Büyük dayımın da İzmit'ten, bel li olmayan bir yere kaçıp gittiğini haber aldım. Büyükannemi de götürüp götürmediği­ ni öğrenemedim. Herhalde Milliciler aleyh inde çok düşman­ ca hareket etmiş olmalı k i kalamamış orada. Yunan taarruzu tekrar başladı Temmuzun i kinci haftası. Söylene söylene ve yazıla yazıla bir türlü yapılamayan Yunan taarruzu nihayet ba�ladı. Yunan­ lılar ileri harekete devamdalar. Milli kuvvetler de geri çekil­ mede. En mühim muharebelerin Eskişehir-Kütahya hattında 150 Levent Şahverdi Arşivi olacağı söyleniyor. Afyon'tı Yunanlılar yine almışlar ( 1 3 Tem­ muz). Temmuzun üçüncü haftası. Önceki taarruzlarla kıyas edi­ lecek olursa, bu defaki Yunan taarruzuna karşı, Anadolu ordusuna güvenim daha fazla. Diliyorum ki bu güvenimde ya­ nılmayayım. Yunanlılar, güneyden, batıdan ve kuzeyden Kütahya mın­ tıkasını ve Anadolu ordusunu çevirmeye çalışıyorlar. Savaş her­ halde son şiddet derecesinde olacak. Sızan haberlerden bu an­ laşılıyor. Bugün akşamki resmi tebliğ, 1 6 Tem muz tarihli. Yunanlı­ lara Bilecik tarafında bir darbe vurulduğu, 14 kamyon ve bir binek otomobili ile bir miktar esir alındığı yazılı. Afyon taraf­ larında da bir taarruz olmuşsa da doğru bir haber henüz yok. Kütahya, Eskişehir düşüyor K ütahya'nın düştüğü, 1 8 Temmuz günü duyulmuştu. Bir ak­ şamüzeri, çarşamba günü tamamen doğrulandı. Bizim ordu gali ba pek sıkışık durumda. Orayı boşaltarak Eskişehir'e çe­ kilmekten başka çıkar yolları yok. Kudurmuş Yunanlıların sal­ dırıları kuvvetlerinin çokluğuna, silah ve vasıtalarının bollu­ ğuna dayandığından bizimkiler, öyle sanıyorum ki kuvvetle karşı duramadılar, geri çekildiler. Bu, herkesi müteessir etti . Ne yazık ki bugün havadisler biraz daha fenalaştı. Eskişehir'in de düştüğü perşembe gününden beri söylen iyor. 20 Temmuz ta rihli Anadolu resmi tebliğinde kuvvetlerin, Eskişehir'in do­ ğusuna alındığı söyleniyor ki, bu Eskişehir'in Yunanlılara bı­ rakı ldığını gösteriyor. Ne oluyor, hiç anlaşılmıyor. 1 7 Tem­ muz'da Kütahya, 20 Tenımuz'da Eskişehir elden gidiyor. Pek kötü bir durum. Şu hale karşı, elim ayağım sağlam olduğu hal­ de oraya gitmeyerek burada kollarımı sal layıp gezmeye uta­ nıyorum. Buna rağmen, hiç olmazsa daha gerilerde şiddetle karşı ko­ yacaklarına dair i.i ınidinı kuvvetl i . Bakalım, Sivrihisar mıntı­ kasına bir i.i mit bağlanıyor, orada ne olaca k ? 151 Levent Şahverdi Arşivi Endişeli günler Temmuzun üçüncü haftası. Seyitgazi' de ve Eskişehir'in doğu­ sunda düşmanın ileri hareketi durdurulmuş. İki günden be­ ri Yunan'ın, Karadeniz kıyılarında bazı yerlere asker çıkara­ cağı söyleniyor. Düşmanın bu hareketleri karşısında, İstan­ bul 'da kollarım bağlı durmak, ne can sıkıcı durum. İlk imka­ nı bulunca o tarafa geçmeye kararlıyım. Tem muzun son haftası geldi. Karadeniz kıyılarında her­ hangi bir yere Yu nanın asker çıkardığı lafları doğrulanma­ dı. Ve taarruzu duraklar gibi oldu. Yine anlaşılmaz bir durum başladı. Yunanlılar amaçladıkları zafer sulhunu elde edeme­ d i ler. Maaşların arası yine uzadı, parasızlıktan bunalmaya baş­ ladık. Yılın en sıcak günlerindeyiz. Bu yılki sıcaklar, çok ziya­ de imiş . . Yunanlılar İstanbul'a iştahlanıyor Ağustosun ilk haftasına girdik. Harp durumu değişmedi. Yu­ nanlıların Ankara'ya doğru taarruz hareketlerine devam ede­ cekleri söyleniyor. ,,. Ayrıca Trakya 'dan İstanbul'a doğru iler­ ledikleri söylentisi de bir hafta önce çıkmıştı. Londra'dan ge­ len telgraflarda, İngiltere hükümetinin böyle bir şeye asla mu­ vafakat etmeyeceği ve böyle hareket yapacak Yunan askeri­ ne karşı müttefik devlet kıtalarının karşı çıkarak mukavemet edecekleri söyleniyor. Evvelce İstanbul'un işgali söylentisine ehemmiyet vermezken, bunun ta . . . Avrupa devlet merkezle­ rine aksedecek derecede kuvvetle Yunanlı larca düşünüldüğü anlaşı lıyor. ,. Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak Ankara'daki l\�1:-.ı"nin 24 Temmuz günkü gizli oturumunda Anb.ra'nın boşaltılabileceği ihtimalinden söz etmiş; 4 Ağustos'taki görüşmelerde ise Mustafa Kcmal'iıı Başkomutan olarak or­ dunun başına geçmesi İstenmişti. S ı\ğustos'ta Dr. Rıza Nur ve a rkadaşla­ rınm önergesi kabul edilerek Mustafa Kemal çıkarılan Başkomutanlık Ya­ sası'na dayanarak yeniden ordunun başına getirilmişti. 1 52 Levent Şahverdi Arşivi Bayram için 8 Ağustos günü maaş verilecekmiş. Yarısı bor­ ca giderse yarısı bana kalacak. Büyük dayım olan adamla küçük dayım ve büyükannem Midilli'deymiş. Oğlu Kemal'e babasından mektup gelmiş. On­ dan öğrendim. Küçük dayım neden kaçmış, bunu anlayama­ dım. Onun partizanlığı yoktu. 1 53 Levent Şahverdi Arşivi Sakarya Meydan Muharebesi Ağustosun son üç haftası. Yunanlılar bir müddet durakladı. Sonra yine taarruza başladılar. Savaş, şimdi Sakarya Nehri et­ rafı ndaymış. D üşman, Sakarya Nehri'ni aşamamış diyorlar. Ankara 'da telaş varmış. Herhalde Yunanlılar da bitkin halde olacaklar ki Kütahya ve Eskişehir'i aldıkları zamanki hızları­ nı s ürdüremiyorlar. Bu arada bayram da geçti. Doktor Lütfi 'den de bir mek­ tup aldım. Bana vekaletname göndermek üzere olduğundan bahsediyor yine. Biraz kitap istiyor, Kazım Karabekir Paşa için­ miş. Yirmi otuz kadar, bilhassa Racine'in külliyatını. Paşa, Fransızca biliyor galiba. 1 337 ( 1 92 1 ) Eylülü'ni.in ilk günlerinde Yunanlıların kudur­ muşçasına hücumları devamda. Bizim ordu ikinci müdafaa hat­ tına çekil iyormuş. Bu havadis Yunanlılardan geliyor. Mama­ fih cephe düzeltmek için de çekilmiş ola bilirler. Eylülün ilk haftası bitmek üzere. Heyecanla harp havadi­ si bekliyoruz. Orduyu, Mustafa Kemal idare ediyormuş. Ağus­ tos ayında Büyük Millet Mecl isi'nin bütün salah iyetlerini haiz olmak üzere Başkumandanlık Kanunu çıkarılmıştı . Bu­ na göre emirleri kanun hükmi.inde sayıl ıyor. Lütfi'nin vekalet kağıdı perşembe günü geldi. Çırçır'daki ev mahkemece satılıyormuş. Ben de onun veki li olacakmışım. Eylülün dokuzuncu günü Ayasofya 'da mevlit okundu. Yi­ ne bizim Hafız Kemal okuyanlar arasında. Herkesin kalbi hü­ zün ve elemle dolu olduğundan, milli felaketin kurtuluşa dönüşmesi için yapılan duaya herkes büyük şevk ve istek le "Amin" ded i . 1 54 Levent Şahverdi Arşivi Eylülün ikinci gününden sonra harp cephesinden iyi ha­ berler gelmeye başladı. Yunanlıların iflahı kesilmiş, Ankara'ya kadar varacak takatları kalmamış. Yunan taarruzu kırıldı - Sakarya Zaferi Eylülün son iki haftası. Yunanlılar Ankara'ya varamadılar. Ge­ ri dönüşleri başladı. Bizim ordu da peşini bırakmıyor. Yunan­ lılar kendilerine o kadar güvenmişler ve bizim orduyu pek za­ yıf sanmışlar ki bizimkilerin hızla kendilerini kovalamaları kar­ şısında başkumandanları Papulas, ancak pij amasıyla kaçıp kurtulabilmiş. Kı lıcını ve elbiselerini bizimkiler ganimet ola­ rak almışlar. Artık Yunanlıların Mustafa Kemal'i esir etmeleri suya düş­ tü. Tekrar kuvvet alarak Eskişehir-Kütahya-Afyon hattına yer­ leşmişler. Anadolu'da, Sakarya Zaferi münasebetiyle şenlikler yapıl­ m ış. Biz de burada sevindik. Geçen günler 1 921 ( 1 337) Ekim ayı sıkınnlı bir buhran içinde geçti. Hukuk'un doktora sınıfını evvelce tamamlamıştım. Buna dair Hukuk Fakültesi'nden bir de tasdik kağıdı aldım. İstersem doktora im­ tihanına girebileceğim, ama bir tez hazırlamam şartıyla. Şimdi bir buhran içi ndeyim. Bir iç sıkıntını var ki neden ileri gel diği n i tayin edemiyorum. Buradaki hayatım sanki sonsuzluğa kadar sürecekmiş gibi geliyor bana. Bir senedir, yani iki sömestr boyunca Edebiyat Fakültesi'nin felsefe şubesine dinleyici olarak devam ettim. Sonunda fakül­ te başkatibi Sıtkı Bey, "Allah aşkına, iki sömestr devam ediyor­ sun. Gel , seni asil öğrenci olarak kaydedelim, bitirirsen bir de şehadetname alırsın," dedi. Ben de uydum bu teklife. Şimdi fel­ sefe şubesine öğrenci olarak devamdayım. Psikoloj i hocamız Mustafa Şekip Bey; Rıza Tevfik Bey metafizik ve epistemo­ loji; felsefe tarihi Mehmet Emin Bey (Erişirgil); ahlak İzzet Bey; 155 Levent Şahverdi Arşivi sosyoloji Necmettin Sadık Bey. Bu dersleri çok seviyorum. Hu­ kuka da yabancı değiller. Necmettin Sadık Bey, evvelce bu dersi okutan Ziya Gö­ kalp'in m uaviniymiş. Fransızca dersleri Fransızca akşam derslerine devam ediyorum. Bir akşam der­ se Fransız General Pelle çıkageldi . Harpten önce, Mösyö Ka­ lavo adında bir Fransızca hocamız vardı . O da subay elbise­ siyle ve Pelle ile beraber. Eski öğrencilerini tanıdı. Bu arada beni de generale tanıttı. Herhalde biz de galiba Fransız dost­ ları olacağız. General Pelle bizlere karşı on dakika süren kı­ sa bir konuşma yaptı. O kadar sade ve o kadar açık ve anla­ yışlı konuştu ki, bütün sözlerini kolaylı kla a nlayabildim. Ve eğer her Fransız böyle konuşsa, Fransızcayı öğrendim demek­ tir. Bu, bende Fransızcaya büyük istek uyandırdı. Sıkıntılı günlerim Şimdiye kadar yazmamakla beraber, birkaç aydır sıkıntılı ve­ ya buhranlı günler geçiriyordum. Ümit ve yeis, çarpışıyordu içimde. Bu iki hissin dalgaları içimi yiyor, yavaş yavaş, fa kat daima i nceden i nceye bütün varlığımı kemiren manevi bir elem ve işkencenin beni okşar gibi ısırdığını ve kemirdiğini du­ yuyorum. Kaç aydır bunu çekiyorum. Yaşadığım şu durum­ da bir şeyin yokluğunu hissediyorum. Anlıyorum ki bir şeye muhtacı m. İçimde ve ruhumda doldurulmasına ihtiyaç olan bir boşluk ve gaye var. Onu bir türlü anlayıp bulamıyorum. D ü­ şünüyorum, düşünüyorum. Ve bu düşüncelerle ıstırap içinde yaşıyorum. Birçok maddi gayret; yol yürümek, gezmek, konuş­ mak, eğlenmek bu sıkıntımı dindirmiyor, unutturmuyor. Ne is­ tiyorum, neye muhtacım ya Rabbi ? Yıllarca geçen hayatımda bu kadar acı bir yokluk duymam ıştım içimde. Ve halen beni yakan ve kafamı hırpalayan ve ezen o gaddar şeyin ne oldu­ ğumı düşünüyoru m. Hala onun yokluğuyla acılar içindeyim. 156 Levent Şahverdi Arşivi Sanıyorum ki hayatım boş bir varlıktır. O kadar faydasız bir varlık ki . . . Böyle yaşamak, ölmekten daha faydasızdır. Ölmek­ le belki bir fayda temin edeceğim. Hiç olmazsa bu boş haya­ tımla yaşayanlar arasında bir yer tutmayacağım. Beden var­ l ığımla bir yer tuttuğum halde, duygu, gönül ve ruh bakımın­ dan lazım olan bir nesne yok bende. Yok olan o şey ne kadar lazım ve zururi bir şeymiş ki, onun yokluğuyla bu kadar ez­ gin ve acıklıyım. Düşünceli olduğumu sezen bazı kimseler, ken­ dilerinin maddi düşünceleri kadar basit ve bayağı sebepler bu­ luyorlar buna. Annem bile komşulardan bir hamının bir me­ muru şiddetle sevdiğini ve ıstıraptan ağladığını söyledi. Aca­ ba annem iç sıkıntımı sezdi de mi böyle bir sevgiden ve kadın­ dan bahsetti? Bende yok olan bu değil ki . . . Darülfünun' da ta­ nıdığım ve konuştuğum kızlar var. Bunlar, öteki arkadaşlardan ziyade bana yakınlık gösteriyorlar. Esasen kal bimde bu arzu ve temenni var, ona karar vermişimdir. M ünasip vakti gelin­ ce yapacağım bunu. Ve edindiğim tecrübelerden anlıyorum: Bu kadar maddi bir şey, beni sıkıntıya düşüren nesne değildir. Hamiyet ! Acaba bu bende yok mu? Şu memleket için ça­ lış mıyorum. Bugün burada şu sefil ve miskin hayatı gütmek­ le i hanet mi ediyorum ? Bazen bu duygu, kalbimi hırpalıyor. Fakat bugün bu yokluk ve çaresizlik içinde ne yapabilirim ? Bu duygu beni en ziyade ezip düşündürüyor. Bununla beraber bende yok olan bu da değil . Hayatta acaba bir gaye mi takip etmiyorum? Bu da bir yokluk m u ? Bu sebeple h e r şeyi düşünerek, bir seneden beri dinleyici sıfatıyla devam ettiğim felsefe şubesine yazıldım. Önceleri se­ vindim. İç varlığım bakımından duyduğum yokluk biraz ay­ dınlanır gibi oldu. Ne yazık ki o da çok az sürdü. Yine sıkın­ tıdayım. Manevi bir işkencenin cendereleri arasındayım. Ki mden medet umayı m ? Doktor Lütfi'nin gelişi Ekim ayının otuz birinci pazartesi günü Ka lem'deyken Lüt­ fi çıkageldi. Hayret ve şaşkınlık içinde kaldım. Gelmesine de 157 Levent Şahverdi Arşivi çok sevindim. İçimdeki sıkıntı gidiverdi . Zorluğa bak ki bi­ zim eve götürmeye de sıkılıyorum. Kiraladığım evin alt kat iki odasında oturuyorum. Bu katta üç oda var. Biri boş. Şimdi onu da kiraladım . Kasım 1 921 ( 1 3 3 7 ) . Yunanl ıların taarruzu tam manasıy­ la durmuş bir halde. Papulas yüzünden rezil oldular. Musta­ fa Kemal, Mecl is salahiyetini haiz başkumandanlık vazifesi­ nin süres ini uzattı. Lütfi geldiği gün öğleyin beraber çı kmıştık. Kendisine bir muşamba aldı. Çırçır'daki evlerine beraber gittik. Orada bir şırınga yaptı . "Nedir ? " diye sordum. " Kuvvet ilacı, arsenik mahlulu" diye bir şeyler söyledi. Sonra yemek için dışarı çık­ tık. Beyazıt'a doğru gidiyorduk. Durumunda, gidişinde anor­ mal haller dikkatimi çekti. Nedir, anlayamadım. Rakı içme­ m işti, sarhoş değildi. Keyifl iydi. Ama neydi, neden ileri gel i­ yordu bu hal ? Ertesi sabah evine vardığım zaman, a ltına serili iki batta­ niyenin üzerine yarı uzanır vaziyette oturmuş, göğsü açık, kır­ mızı bir fanilanın saçaklı etekleri yorganın kenarına sarkmış, yanında Şevkiye Hala dediği bir kad ın ve bunun oğlu Meh­ met var. Onlara annesinin ve kız kardeşinin hayatını anlatı­ yor. Ama öyle laflar ediyor ki, öyle kahramanlı klardan bah­ sediyor ki . . . Elimde olmadan "Donkişot" aklıma geldi. İşin tuhafı sözlerine beni de şahit tutuyor ve anlattıklarını tasdik ettirmek istiyordu. Ben de bir şey demeden gülüyordum. Di kkatli olmaya karar verdim. Lütfi es kiden böyle değildi. Şimdi öyle bir Ben'lik gelmiş ki kendisine, bunun içinde yu­ varlanıp gidiyor. Söylediği palavralarla beni bile bıktırd ı. Lütfi morfinoman Nihayet halası ile oğlu gittiler. Gülerek kalktı . Kuvvet şırın­ gasını alınıştı yanına. İhtiyaç hissettiği kuvveti de almıştı. On iki buçuğa doğru dışarı çıktık. Kol kola yürürken yine bir sar­ hoş gevezel iğiyle durmadan söyleniyor. Tekrar şüphelendiğim için kullandığı şırınganın içinde ne olduğunu ısrarla sordum . 158 Levent Şahverdi Arşivi " Morfin" imiş. Şimdiye kadar kendisini günden güne düşkün, zelil ve sefil bir durumda gösterir biçimde yazdığı mektuplar­ da söylemek istediği de buymuş. Ben morfinden ne anlarım. Hiç . . . Bunu işitmek de o günün en basit ve ehemmiyetsiz bir lakırdısı gibi geçti. O gün Haydarpaşa'ya, Doktor Kazım'a gittik. Kazım, Lütfi'nin sınıf arkadaşı . Şimdi tıp fakültesi binasının karşısın­ da yeni yapılan tek katlı röntgen pavyonunda asistan olarak çalışmakta. Biraz konuştuktan sonra tıbbiye binasına geçtik. Kahvehane pikelerinin altında şırıngasını yaptı. Döndük, köp­ rüye geld ik, Beyoğlu'na çıktık. Yemek yedik. Fransız Tiyat­ rosu'nda oynanan Karmeıı operasına gittik. Fransızca, İngi­ l i zce ve İtalyancadan meydana gelen kokteyl bir dille oyna­ nan bir opera. Oyun çok geç bittiğinden bir otelde geceledik. Ertesi sabah erkenden vazifeye geldim. Karabet'in aşkı Öğleden sonra Karabet gelmişti. Onun da bir aşkı var. Ara sıra anlatmak i ster. Bugün de ondan bahsedecekmiş. Akşa­ m üzeri beraber Kumkapı'da bir Ermeni meyhanesine git­ tik. Başladı tekrar aşkını dökmeye. Komşularından bir Erme­ ni kızını seviyormuş. Bu kız bir gün bir Fransız subayı ile ah­ bap olmuş. Onunla Florya Plajı'na gitmişler, eğlenmişler. Sonra Fransız subayı, kızı evine kadar getirmiş, bırakmış. Bu nezaket ve terbiyeye hayran kalan kız gönlünü bu subaya kap­ tırmış. Şimdi Karabet, yanıp tutuştuğu bu kızla beni tanıştıracak, ben de onu Fransız subayından vazgeçirecekmişim. İçer içer bunu anlatır. "Karabet," dedim, " bu Fransız subayı yarın öbür gün defolur gider buradan. Ona bel bağlamak manasız. " Ka­ rabet, " Sen bunu benim sevgiliye söyle" diyor. Nihayet ta nıştırdı beni kızla. Güzelce bir Ermeni kızı. Bi­ raz saf ve çabuk inanacak cinsten. Bir Fransız okulunda bu­ lunmuş. Fransızca konuşabi liyor. Bilgisi kıt. Fransız subayı gidince her şey yoluna girdi ama daha bir159 Levent Şahverdi Arşivi kaç defa meyhanede Karabet'i n aşk serenadını dinlemek zo­ runda kaldım. Doktorun dışarıda iyileşemeyeceği 1 922 Ocak ayının ortalarındayız. Anadolu'da birbirini kova­ layan istifalar çok can sıkıcı. Fransa'da Briand kabinesinin is­ tifası, biraz fena düşünceler doğurdu. Hemen İzmit'e geçerek Anadolu'da bir hizmete girmek, hatta harbe iştirak etmek üze­ re asker olmak istiyorum. Sıkıntılı bir durumda ezilip buna­ l ıyorum . Doktor'un işi d e bir dert. N e kararsız, ne karışık renkli ve ne hercai adam. Uzun uğraşmalardan sonra dışarıda iyileşe­ meyeceğini ve hastaneye gitmeye karar verdiğini söyledi. Çok sevindim. 1 5 Ocak günü hastaneye gideceğiz. Salı günü erken­ den yola çıktık. Müzmin bir yağmur yiyerek Köprü'ye geldik. Hastanede, Zeynep Kamil Hastanesi 'nde, başhekimin yanı­ na yalnız gitmek istedi ve " kendi isteğiyle" diye kabul olun­ du. Ben de veda ederek ayrıldım. Ayrılırken her hafta cuma günü gelmemi tembihledi. İ l k hafta cuma günü gittiğim za­ man, kendisinin doğuya bakan, manzarası güzel bir odaya konduğunu gördüm. Şubat ayı girdi bu keşmekeş arasında. Hemen her hafta Zeynep Kamil'e gidip geliyorum. Bir defasında, gelirken bir şişe konyak getirmemi söyledi Lütfi. Odada yal nız olduğun­ dan içebilirmişiz. Artık gittiğim zamanlar bir şişe konyak be­ raberimde olurdu. Hatta bir defasında götürdüğüm bir şişe konyak yetişmedi, hademeyi gönderip bir şişe daha aldırdık. Onu içerken ortalık kararmış, Üsküdar'dan İstanbul'a kal­ kan son vapur kaçmış. Tarifeye baktık . Haydarpaşa'nın son vapurunun kalkmasına üç çeyrek saat var. Hemen yola çık­ tım . Karacaahmet'in karanlık, ıssız mezarlıklı sokaklarından geçerek konyağın tesiriyle, yıldırım gibi gelmişim Haydarpa­ şa'ya. Vapurun hareketine on beş dakika daha var. Büfeden birkaç kadeh daha konyak içtim. Vapur geldi. Nasıl döndüm eve bilmem. 1 60 Levent Şahverdi Arşivi Toptaşı ile Zeynep Kamil rekabeti 1 922 ( 133 8 ) Martı gel di. Doktor hala Zeynep Kamil 'de te­ davide. İki ay kadar kaldı galiba. Herhalde biraz iyileşmiş ola­ cak ki nisan ayına doğru Zeynep Kamil' den çıkmış. Telefon­ la bildirdi bana. Nasıl ve ne sebeple oraya geçtiğini sormadım. Kendisi asistan olarak hastanede çalıştığı nı söyledi. Toptaşı ile Zeynep Kamil arasında bir nevi çekememezlik var ga liba. Bir kısım tıbbiyeliler, Mazhar Osman'ı daha kali­ teli ve yüksek buluyorlar. Bir kısım asistaıılarsa Mustafa Hay­ rullah Bey'i tutuyorlar. Her ikisinin de kitaplarım okudum. Maz­ har Osrnan'ınki daha kuvvetli geldi bana. Akıl hastalıklarını daha ayrıntılı açıklıyor. Bu kitapları okumak sinirlerimi boz­ muştu ben im. Okudukça insan, birtakım hastalıkların belirti­ lerini kendisinde görmeye başlıyor. Böylece tuhaf ve yorucu bir k uruntuya kaptırıyor kendisini. Uykusuzluk, evham berbat. Zaten felsefe şubesinde, psikoloji dersinde ruhi değişiklik­ ler, hafıza hastalıkları gibi esaslı bahisler vardı. Mazhar Os­ man Bey'in akıl hastalıkları kitabında ise alkolikler, esrarkeş­ ler, morfinomanlar ve kokainomanlar bahislerini birkaç ke­ re ok umuştum. Bunların en korkuncu kokaindi. Alkolü n yirmi otuz senede meydana getireceği alkolik dejenereliği e n ç o k beş senede getiriyor v e tutulanların sonu mutlaka intihar oluyor. Morfin kullana nlar kendileri ni idare edebilirlerse bu müddet en çok yirmi senede meydana geliyor. Kokaini kullananlar, dünyayı pembe, insanları huri ve me­ lek, her tarafı güzellik içinde ve sevimli görüyormuş. Bu cennet hayatından ayrılmamak için durmadan kullanıyor ve sonunda beden ve dimağ bakımından perişan bir hale geliyor. Genç bir adam beş sene sonra berbat, buruşuk, çökmüş bir hal alıyor ve nihayet herhangi bir suretle muhakkak intihar ediyordu. · Morfinde bu hal biraz daha geç oluyordu. Bu bahisleri Doktor'a da okumuştum evvelce. " Netice intihardır " de­ m iştim . O da " Ben doktorum, kıvamını bili rim, ipin ucunu kaçırmam" demişti. Ama şimdi bile hakikaten dejenere olmuş­ tu, farkında değil di. 161 Levent Şahverdi Arşivi 1922 (133 8) Nisan ve Mayıs ayları D oktor bu aylarda hala Toptaşı 'nda. Birkaç defa ziyaretine gittim. Bana asistan arkadaşlarını takdim etti: Kenan Bey, Fah­ rettin ve daha bilmem kimler. Bir defasında kadınlar kısmı­ nı gezdim. Daha girerken bir kadın cebimden gazeteleri aşır­ mış. Getirdi verdi hasta bakıcılar. İnsanın akıl hastanesinde gördüklerini yazması, hemen hemen birkaç cilt kitap doldu­ racak kadar bol. Geziyoruz: Saçları ağarmış bir kadın üst ka­ tın koridorundan aşağıya, bir düşmana sesleniyor gibi. Gör­ med iği o düşmanın kötülüklerini sayıyor, arkasından küfür­ ler yağd ırıyor. Başka iki deli kadın, onu yatıştırmaya çalışı­ yor. Nihayet doktorla gardiyanlar bunu susturdular, koğuşa soktular. Bir genç kadına da sinir gelmiş, yalnız başına bir odaya ka­ pamış bunu hademeler. Bu genç kadının sesini ve bağırtısını duyunca taş odaya girdik bizi gezdiren doktorla. Genç kadın ne kadar da güzelmiş. O n sekiz, yirmi yaşlarında ancak var. Üzerindeki tek gömleği de parçalamış, çırılçıplak olmuş. Si­ nirinden oraya da işemiş. Doktoru görünce, hademelerin ona yaptıkları işkenceden bahsetti. Ne acınacak durum. Doktor, bu zavallıyı yatıştıracak sözler söyledi. Elbise giydirerek ora­ dan çıkarmalarını emretti. Akıl hastanesinde i nsan hayatın acı örneklerini görüyor ve karamsarlık içinde boğuluyor. Dışarı çıkınca, " Oh . . . normal hayat ne iyi şey, " dedim. Bizim doktor, burada biraz daha normale doğru ilerlemiş. Harp durumu Mevsim yaza doğru ilerledi kçe, durgunluk da devam ediyor. Yunanlılar Çatalca yakınlarına kadar Trakya'yı almışlardı. Şimdi de İstanbul'a girmek niyetleri varmış. Bu dedikodular son zamanlarda çıktı. Zaten İzmit'teki tümenlerini geri çek­ m işlerdi. Çubuklu ve Paşabahçe taraflarında da iki tabur askerleri vardı. Onları da çekti ler. Acaba Anadolu'ya mı gö1 62 Levent Şahverdi Arşivi türdüler, bil miyoruz. İki ihtimal düşünüyoruz: Ya Trakya'ya götürdüler, ya Anadolu'ya. Ama Anadolu'ya götürme ihtimal­ leri az. Zaten bunlar Anadolu'daydılar. Trakya'ya gitme ih­ timalleri daha kuvvetli. Sakarya'da zaferi kazanamayınca hiç olmazsa Trakya elimizde bulunsun, diyorlar. Galiba bu­ nu bir koz olarak kullanacaklar. Mustafa Kemal'in başkomutanlık yetkisi uzatıldı 1 922 ( 1 3 3 8 ) Ağustosu'na girdik. Doktor Lütfi şimdi de Gu­ reba Hastanesi'ne geçmiş. Bakteriyolog Osman Şerafettin Ho­ ca'mn yanında çalışıyor, hastanede yatıp kalkıyor. Doktor Ya­ kup Bey'in de anlattığına göre, Bakteriyolog Osman Şerafet­ tin Bey'in laboratuvarında yetişmiş olacak. Bugünlerde Yunanlılar da azdılar. Tekrar İstanbul'u işgal propagandası yapıyorlar. Biz de heyecanlanıyoruz. Hatta Fransızlar, Çatalca hududuna birkaç batarya topla bir mik­ tar asker göndermişler. Yunanlılar İstanbul üzerine yürüme­ ye kalkarlarsa ateşle karşı koyacaklar. Fransızların az sayıda askeri ne yapabilir? Konuşuyorduk aramızda, Yunan lılar İs­ tanbul'a hücuma kalkarsa biz de müdafaaya katılırız, diye. Ben­ de iki İngiliz mavzeri var. Beş yüze yakın da mermisi. Ne olur­ sa olsun buna karar verdik aramızda. Şu var ki, Yunanlıların Trakya'ya hakikaten Anadolu'dan birkaç tümen aktardıkları söyleniyor. Artık Anadolu'dan bık­ m ışlar. Böyle rivayetler de var. Bunları işittikçe heyecanlanı­ yoruz. Şaşırdılar Yunanlılar. Anadolu'da bir şey yapamayacak­ larını anladılar. Hiç olmazsa Trakya'yı elde tutmak istiyorlar. N ihayetleri nedir, kesin o larak anlayamıyoruz. Ama durum öyle gösteriyor ki Anadolu'da bizimkiler şimdi taarruza geç­ se düşmanı oldukça geri atarlar ve belki büsbütün mağlup eder­ ler. Bu konuda konuşmalarımızda o hale geldik ki, hemen im­ kanı olsa da bir mektup uçursak Anadolu 'ya, orada düşma­ nın karışık durumda olduğunu anlatsak. Bizim duydu klarımızı Ankara hi.i kümetinin veya Musta1 63 Levent Şahverdi Arşivi İşgal İstanbul'ıından. fa Kemal'in duymamasına imkan var mı? Mutlaka onlar da duyuyorlardır. Fakat orada da fikirler karışık. Meclis'te sabırsızlananlar var. Son defa Mustafa Kemal'in, Büyük Millet Meclisi'nin se­ lahiyetini haiz olmak üzere başkumandanlığını, müddetsiz ola­ rak uzattılar. Daha önceleri bu yetkiyi iki defa, üçer ay olmak üzere uzatmışlardı. Bu, epeyce çekişmeli olmuştu, aleyhte olan­ lar da çok bağırıp çağırmışlar. Bu a leyhtarlık İsta nbul'daki muha l iflerde daha kuvvetliydi. Hatta bu ayın sonuna doğru Mustafa Kemal, bütün Mecl is azalarına bir çay daveti yap­ mış, bunu Ali Kemal gazetesinde ele almış, " Vatanı kurtara­ cak fedakarlara bakın, düşman burunlarının d ibinde, onlar çay ziyafetlerinde eğlenmede" diye tenkit edici bir makale yaz­ mıştı. 1 64 Levent Şahverdi Arşivi Büyük Taarruz ve Mütareke Ağustosun bu son haftasında birden Anadolu ile bütün mu­ habereler kesildi. İstanbul gazetelerinde bir telaş. Biz de tela­ şa düştük. Anadolu' dan hiçbir telgraf gelmiyor. Mektup ve ben­ zeri şeyler de hep kesilmiş. Acaba bir ihtilal mi çıktı? Anka­ ra hükümetini devirdiler mi? Ve buna benzer konuşmalar. Hepimiz endişedeyiz. Birden ayın yirmi dokuzuncu günü bir dedikodu yayıldı: Bizimkiler Afyon'u Yunanlılardan almış­ lar. Ama Anadolu haberleşmesi hala kapalı. Acaba bu hava­ dis nereden çıktı diye herkes merakta. Bizim Doktor Halim'in gazetecilikle de ilgisi var. Akşam gazetesine gidip gelir. O ha­ ber getirdi: İstanbul limanındaki "Kılkış" adlı Yunan zırhlı­ sının telsizi bu haberi vermiş. Artık heyecanla bekliyoruz Ana­ dolu'nun bir açıklamasını. Daha bir müddet önce Afyon'u gezen bir İngiliz erkanı har­ bi (kurmayı), "Türklerin bu şehri almalarına asla imkan yok­ tur" demişti. Şimdi aldıklarına göre acaba harp nerede oluyor? Yunan membalarından (kayna klarından) harbin Kütahya ve Altıntaş civarında devam ettiğini öğreniyoruz. Kral Konstantin, Başkumandan Papulas'ı, Sakarya taarru­ zunu başaramadığı için almış, yerine Hacı Anesti adlı birini baş­ kumandan tayin etmişti. Eylül 1 922 ( 1 3 3 8 ) . Nihayet eylülün ikinci günüydü. Ana­ dolu Ajansı'nın resmi tebliği geldi: Düşman ordusu 30 Ağus­ tos'ta tamamen yenilmiş. Bu muharebeye " Başkumandanlık Meydan Muharebesi " adı verilmiş. Ti.irk ordusunun karşısın­ da karşı koyacak düşman kuvveti kalmamış. Resmi tebliğin sonunda "İlk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri " k umandası var. 1 65 Levent Şahverdi Arşivi �� ..: x 0:-.": , + General Trikopis 'in (x işaretli) esir alınışı. Sevinçten deliye dönüyorduk az daha . . . Ağlamak mı, gül­ mek mi, ne yapacağımızı şaşırdık . Yunanlılar, başkumandanları Hacı Anesti'yi azlettiler. Cep­ hede olan Trikopis adlı bir generallerini başkumandan yap­ mışlar. Bu zavallı başkumandan da Uşak civarında askerleriyle bir­ likte esir alınmış. Bu, Yunanın tam ve kesin bir yenilgisi demek. Eylülün yedisi oldu. Bir haftadır sonsuz bir sevincin saade­ ti içindeyiz. Coşkun bir hayat içinde yaşıyoruz. Bütün endi­ şe ve sıkıntıyı unuttuk. Hastalık, parasızlık, ıstırap, düşman­ lık, gelecek endişesi, her şey, her şey unutuldu. Yalnız Anado­ lu zaferi ve Yunan yenilgisi. Bundan başka hiçbir şey yok ka­ famızda. Kahvehaneler, meclisler ve hatta meyhaneler bu ha­ vadislerin neşesiyle çılgınca sevinen halkla dolu. Hamal, boya­ cı, hademe, kapıcı, bakkal, manav, memur, paşa, nazır, dok­ tor, avukat, muallim ve her kim o lursa olsun, sanki sırf bu­ nun için yaşıyor. Sabah ilk iş gazete almak oluyor. Akşama ka­ dar yine herkes havadis sabırsızlığıyla çırpınıyor. Bu sevincin gösterisi olarak, her taraf bayraklarla donanıyor. Evlerde, dük­ kanlarda, pencerelerde bayraklar asılı. Yen i bir zafer haberi, herkesi sonsuz sevince boğuyor. Yükünü götüren küfeci, bir 166 Levent Şahverdi Arşivi bayrak alıyor, küfesine takıyor. Müşteri götüren arabalar, bey­ girlerin başlarına bayraklar yerleştiriyor. Bazen bu bayraklı arabalara binip giden şapkalı Hıristiyanların durumu pek gü­ lünç ol uyor. Daha bizim ordu Gediz Vadisi'ne i nmeden Yunanistan'ın Anadolu'yu tahl iye etmek şartıyla, İ ngiltere, Fransa ve İtal­ ya devletleri vasıtasıyla mütareke isteğinde bulunduğunu öğ­ rendik. Bu devletler İzmir'deki konsolosluk larına yetki ver­ mişler, nerede buluşulacağını Ankara lı ükümetinden sormuş­ lar. Mustafa Kemal, "9 Eylül'de Nif'te buluşalım," cevabını vermiş. Bu, şu demek: 9 Eylül'de Nif bize geçecek. İzmir'in bur­ n u nun ucu. Düşman çekilirken, yolunun üzerinde bulunan şehirleri ya­ kıyor. Alaşehir, Salihli, Turgutlu, Manisa, hatta Menemen gi­ bi yerler yana nlar arasında. Yunan ordusuyla birl ikte onla­ rı desteklemiş olan bütün Rum ve Ermeniler de kaçıyormuş. İzmir ana baba günü halini almış. İzmir'in kurtuluşu 9 Eylül' de İzmir'in geri alınması, herkesi çılgın bir sevinç sar­ hoşluğuna boğdu. Yine sevinçten ağlayanlar hesapsızdı. Her taraf taşkın n ümayi şler (gösteriler) içinde. Ne hazindir ki bizim ordu İzmir'e girdikten ve duruma ha­ kim ol duktan birkaç gün sonra İzmir yanmaya başladı. Ajanslardan bu haberi işitiyorduk. Hem de İzmir'in en güzel yerleri, Frenk mahalleleri yan ıyor. Bunu, İzmir'de kalan Rum ve Ermeni fedaileri yapıyormuş. Nasıl oluyor da zafer kazan­ mış bir ordu, bu yangın tahri bini önleyemiyor? Yangın Bas­ mane taraflarından başlamış, ta . . . Kordon'a, denize kadar de­ vam etmiş. Sonra söndürülmüş mü, kendiliğinden mi sönmüş. Çok şükür ki Ba hribaba, Kokaryalı taraflarındaki evlere sıç­ ramamış. Geçmiş olan şu günler, büyük sevi ncin derin heyecan ve kayn;ıyışlarıyla geçmişe karışmakta. Bedbaht ve ölgün duy­ gularımız, ferah ve genişliğe doymakta. Uzun müddettir ka1 67 Levent Şahverdi Arşivi ranlık ve felaketle inleyen kalplerimiz daha mesut ve bahti­ yar günlerin gelmesini beklemekte. İzmir'in kurtuluşundan sonra Bursa'nın geri al ınması ve Yunanlıların ta mamen Anadolu'dan atılması ve ardından da Galip Devletler'in m ütareke için araya girmesi sevinç üze­ rine sevinç, saadet üzerine saadet getird i . Mudanya mütarekesi ve Trakya'nın kurtuluşu Eyli.il sonlarına doğru, mütareke için Mudanya'da toplandı­ lar. Bizim başımırahhas (başdelege), İsmet Paşa. Mondros Mi.i­ tarekesi'nden sonra İsmet Paşa'nın İstanbul'da, Harbiye Nezarcti 'nde sulh hazırl ık komisyonunda çal ıştığını biliyor­ dum. Herhalde en münasip adamı buldular bu müzakere için. Ekim ayı baş langıcında Harrington, ''. Fransız General Charpy ve İtalyan murahhası General Monbelli, Mudanya'da toplandılar. ,,. '' Çetin çalışmal ı müzakereler, herkese telaşlı ve endişeli günler yaşattı . Hele sinirli kimseler epeyce uyku­ suz geceler geçirdiler ve hele son günlerde bu kısının yekCınu epeyce arttı. Ama en karamsar bir günün sonunda "silahla­ rı bırakma" protokolünün imzası haberi, <· •=· * yeniden sevinç heyecanlarını taşırdı. Bu defa kalbi zayıf olanların birçoğunun kalplerine de kuvvet gel di. İstanbul hakkında hala bir karar yok. Acı bir zehir gibi du­ ran düşman kuvvetleri hiilii burada tesirlerini sürdürmeye ça­ lışıyorlar. Tebliğ ve kararları gazete sütun larını kirletiyor. İs­ tanbul İzmir kadar sıkıntı çekmedi gibi görünüyor. Hakikat­ te ise daha çok acılara şahit oldu. İstanbul'un ilk işgal faciasını görmedim. Terhis edilerek bu­ raya döndi.iği.iın zaman, bize ait İstanbul 'un bir sürü yaban­ cı devlet tarafından işgal edilmiş olduğunu görmek, acı bir ya­ ra almaktı. Sonra Fraııchet d'Esperey'nin İstan hul'u fetheder İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı ( 1 9 1 8 - 1 923) . . .. 3 Ekiın l 922. 1 1 Ekim 1 9 22. • '"' • 168 Levent Şahverdi Arşivi gibi gelişi zehirli bir tesi r yapmıştı. 1 6 Mart gününün sebep­ siz yere kana bulanması, Ferit Paşa hükümetinin kurduğu di­ vanı harplerin birtakım günahsızlara karşı saçtığı zülum, sonra birtakım aydın kimselerin tutuklanıp Malta'ya sürül­ meleri, parti kavgalarının alçakça ve vicdansızca sürdürülme­ si, yani düşmanın işgali yetişmiyormuş gibi parti mensupla­ rının birbirlerine d üşmeleri çekilir ıstırap değildi. Şimdi par­ ti çekişmeleri durdu. Muhalifler sığınacak delik arıyorlar. Düş­ man ise yine eski azametiyle duruyor. Şimdi sulh müzakerelerinin dikenli yollarına giriliyor. Orada Avrupa sırtlanlarıyla karşılaşacak olan murahhasları­ mızın başarıları için bin samimiyetle ve minnetle dua ediyo­ ruz. Ve o çetin yolda çarpışacak kahramanlara, orada da za­ ferler dil iyoruz. Avrupalılar, öyle sanıyorum ki, bizi çok üzerek birer birer müsaadekarlıkta bulunacaklar. Ve bütün kurnazlıklarını kul­ lanarak bizi düzenlerinin dışında bırakmamaya çalışacaklar­ dır. Bunun için sulh müzakeresi çok müşkül olacak. Bütün yo­ rucu çabalarla a ncak iyi bir sonuca ulaşılabilecektir. Yeni bir heyecan dalgası: Refet Paşa İstanbııl'da Bugün cumartesi. Perşembe gününden beri, yine kaynayan he­ yecanlarla sevinçteyiz. K afamızda ve içimizde sevinç doğura­ bi lecek ne b üyük kudret ve kabi liyet varmış. Yıllardan beri sönük duran bu d uygu, bugüne kadar meydana çıkmadı. Onun varlığını biz niçin hissetmedi k ? Seviniyoruz, öyle sevi ­ niyoruz ki . . . Şu anda bir keder istesek, onun bize gelmesi mümkün olmayacaktır. Seviniyoruz. Sonsuz bir kaynayışla se­ viniyoruz. Bu sevinç, içimizden geliyor. Onu durdurmak im­ kansız. Kaynıyoruz, fışkırıyoruz, taşıyoruz. Vecd içinde, son­ suzluk zevk inin nurları içinde yaşıyoruz. İki günden beri Refet Paşa (Bele) İstanbul' da bulunuyor. Mu­ danya Mi.itarekesi'nin imzasından beri doğmakta olan güneş­ le beraber Tra kya'yı teslim alacak olan kuvvetleri ve onların kumandanı olan Refet Paşa'yı yanan bir sabırla bekl iyoruz. 169 Levent Şahverdi Arşivi Refet Paşa Kıırtuluş Savaşı 'nın kazanılmasından sonra. Nihayet perşembe ( 1 9 Ekim 1 922) günü geldi. Sanki onun gelişiyle İstanbul'un havası da değişti. Şimdi teneffüs ettiğimiz hava, o eski hava değil gibi geliyor insana. Gerçi aynı gök al­ tında, aynı ufukla çevrili olarak daima değişik havasına alış­ tığımız İstanbul'un içindeyiz. Fakat bugünkü İstanbul, dün­ kü İstanbul değil. Değişen bir şey var ki bu kadar seviniyoruz. Bugün 21 Ekim. Refet Paşa Darül fünun'a geldi. Sonsuz bir şevk ve teheyyücle karşıladık. Talebe omuzlar üstünde üst ka­ ta, hukuk salonuna çıkardı. Orada Paşa'nın heyecanlı bir ko­ nuşmasını dinledik. Bu, milli gayeyi en açık, ayrıntılı ve en doğ­ ru tarzda ifade eden ve bize öğreten bir dersti. O andan iti­ baren milli hareketteki hakiki gayeye vakıf olabildim. Görüş­ lerim, daha derin olarak o fikrin hakikatına varabildi. Milli birlik gözümde canlandı. Eskiden beri hissedebildiklerimizi, düşündüklerimizi onun l isanından dinledim. Ben yalnız ken­ di başıma, onu sakin ve sessiz düşünürken, bu büyük adam­ lar, o düşünceleri tatbike kalkarak canlandırmış ve başarı yo­ lunda mesafeler almışlar. Bize yalnız ona iltihakla o yolda yü­ rümek düşüyor. O hitabeden sonra adeta kendime itimadım arttı. Ayakla­ rım daha kuvvetle bastığım yeri benimsemeye başladı. Tenef1 70 Levent Şahverdi Arşivi füsüm bile daha serbestledi. Mevhum, tereddütlü korkular içimden silindi. Korkusuz, tereddütsüz ve endişesiz sevinme­ ye başladım. Bu sevinçte hiçbir leke yoktu. Bundan on iki sene kadar önce, bir on temmuz günü bü­ tün harp gemileri toplanarak, Adalar civarından hareketle Haydarpaşa önünden geçmek suretiyle bir geçit resmi yapıl­ m ıştı. O zaman bütün gemiler, padişahın gelişini selamlamak için hep birden toplarını atmaya başladıklarında, o durumun uyandırdığı heyecanla gözlerim yaşarmıştı. Sevinmiştim. Fa­ kat, o vakit elimizdeki o gemilerin azlığı ve Avrupa devletle­ rinin kulaklarım dolduran büyük deniz kuvvetleri hatırıma ge­ lince müteessir olm uş, içten bir ezginlik d uymuştum. Bugün şu halimizle, k i elimizde h içbir harp gemisi olma­ dığı halde, yine o zamanki teessür ve ezginliğe benzer bir duy­ gu yok içimde. Elimizde yok. Fakat elde etmek azmi o kadar kuvvetli ki . . . Sanki şimdiden bu yakın kuvvet ve büyüklüğün şekillerini seçiyorum sanısındayım. Bugünkü gazetelerde, İngiliz başvekili Lloyd George'un is­ tifasını da okudum. Bunun da Anadolu zaferinin neticesi ol­ d uğuna şüphe yok. 171 Levent Şahverdi Arşivi Osmanlı Devleti'nin Çöküşü ve Lozan Kasım ayı büyük vakalar ve değişikliklerle geçti. Ekim sonu­ na doğru maaş alamadık. Ayın yirmi dördünde yarım maaş verilecekti. Mil let Meclisi, İstanbul hükümetinin yaptığı ve ya­ pacağı bütün işleri hükümsüz saydığından ve İstanbul'daki ban­ kalara bunu resmen bildirdiğinden, İstanbul hüküıneti banka­ lardan avans alamadı. Geliri zaten azalmıştı. Avans da alama­ yınca maaş yerinde saydı . Ankara'ya başvuruldu. Orası da bir cevap vermedi. Sonunda, İtilaf Devletleri'nin mümessillerinin emri üzerine İstanbul hükümeti beş yüz bin liralık avans alarak yarım maaşı bu ayın başında verebildi. Lozan'a davet ve padişahlığın ilgası Ta m bu sırada Lozan'da toplanacak sulh konferansı için da­ vet vuku bulmuş ve İstanbul'daki hükümete de bu, resmen teb­ liğ edil mişti. Sadrazam Tevfik Paşa, yalnız bir mura hhas he­ yeti gönderilmesi için Ankara'ya müracaat etti. Yazılan telg­ ra f zayıf fikirlileri bulandıracak mahiyetteydi. Bunun üzeri­ ne Büyük Millet Meclisi padişah lığı ilga ederek İstanbul hü­ k ümetini ortadan kaldırılmış saydı. Bu hal karşısında İstanbul'a bir vazife düşüyordu ki, o da hemen Anadolu hi.iki.imetiyle birleşmekti. Bunda tereddi.it edil­ medi. Ve İstanbul hi.ikümeti kendi kendine çöktü, göçüp gitti. Osmanlı saltanatı yerine "Milli saltanat" geldi ve bunun şerefine büyük gösteriler yapıldı. Kasımın beşinci günü üni­ versite öğrencileri muntazam bir yürüyüşle Beyoğlu tarafına geçti. O gi.in pazar olduğundan bütün Hıristiyanlar da dışa1 72 Levent Şahverdi Arşivi rıdaydı. Bir kısım Rumlar, yuhala rla aşağılandı. Bazı İngiliz polis ve inzibat memurları da bu gi bi il tifata nail oldular. Bu suretle, bir yük gibi daima sıkıntı vermekten başka bir meziyeti olmaya n İstanbul'un bunaklar hi.ikümeti de berta­ raf oldu. Ali Kemal'in linç edilmesi Milli Hakimiyet'in neşeleri geçmemişti ki Ali Kemal'in yaka­ lanarak İzmit'e göti.iri.ildi.iği.i ve orada ken disinin barbarca par­ çalanması faciası vukua geldi. Şu hale çok m üteessir oldum. Ali Kema l, nihayet ve ihanet derecesinde muhalefette bulun­ muş olsa da, böyle, halka öldi.i rtülecek bir adam değildi. Bu­ na müsaade etmek, gelecek için, bu hususta fena bir yol açmak demekti. Bir gün gelir ki bugi.in tebcil edilenler (yüceltilenler), o gi.ini.in en makhur (kahredilmiş) ve menfur (nefret edilen) ada­ mı olabilirler. Ve öyle bir yerde onların da böyle bir akıbete uğ­ ratılması için halka kin ve gaddarlık duyguları aşılanabilir. İzmit'teki idare adamlarının bunu düşünmemeleri pek garip. Şu hal karşısında Rıza Tevfik'in de böyle bir vartaya (tehli­ ke) düşmemesi için içimden temennilerde bulundum. Üniversiteden dört hocanın atılması Bu vesileyle şunu da hatırladım: Darülfünun' dan dört müder­ risin kovulması olayına, Rıza Tevfik'in bir konferansı başlan­ gıç veya sebep olmuştu. Şair Fuzuli hakkında Rıza Tevfik bir konferans verecekti. Bu, ilan edildi. O g i.i n konferans salonuna ün iversite öğren­ cilerinin pek çoğu, profesörlerin de büyük bir kısmı ve dışa­ rıdan edebiyatı sevenler gelmişler, salonu hınca hınç doldur­ muşbrdı. Rıza Tevfik Bey konuşmasına başladı. Fuzuli'nin en güzel şiirlerinden, hatta Türkçe kısımlarından parçalar okudu. Onun duygularını, anlayışlarını, sezişlerini bir şair ruhu ve görüşüy­ le anlattı . Daha sonra şairin hayatına ve bilgisine geçti. Onun 173 Levent Şahverdi Arşivi sadece Türkçe değil, Farsça ve Arapça şiirler yazdığını ve on­ ların da Türkçe kadar kuvvetli olduğunu ileri sürdü. Ve üç dil­ de bu kadar kuvvetli şiirler yazan, bu kadar bilgili ve kabi­ liyetli bir adamın Türklüğünden şüpheli olduğunu ve olsa ol­ sa ari bir kavimden olabileceğini ileri sürdü. Ve kıyamet burada koptu. Birden milliyetçi öğrenciler ve hele edebiyat fakültesindeki gençler köpürdüler. "Sözünü ge­ ri al, Türklüğe ihanet ediyorsun, sus, dinlemiyoruz, yalan söy­ lüyorsun, in aşağı oradan . " Ve daha buna benzer itirazlar ve bağırışlar başladı. Artık konferansın devamına imkan yoktu. Rıza Tevfik, bu sözlerinde samimi miydi ? Bana daha çok Türkçülere kızdığı için onlara bir sitem makamında söyler gi­ bi gelmişti. Böyle de olsa bu, bir özür veya sebep olamazdı onun içi n. Milliyetçilere kızıp, o ana kadar hep Ti.irk şairi bildiği­ miz ve şiirlerini ve divanını seve seve okuduğumuz o büyük, sevimli ve derin duygulu şairi başka millete mal etmek gerek­ mezdi. Gerçi Fuzuli, belki sünni değildi. Mezhep bakımından belki Alevi veya Şiiydi. Bu yoldan onu Türkl ükten çıkarma­ ya gerek yoktu. Rıza Tevfik cahil bir sünni adam değildi. Bu­ nu neden yaptı ve neden söyledi ? Bu cihet hala kafamda dü­ ğümlenmiş bir nokta gibi duruyor. Ve tabii, ondan sonra konferansa devam imkanı kalmadı. Ertesi gün Fars Edebiyatı Tarihi hocası Hüseyin Daniş Bey, bu tezi savunan bir yazı yazmış. Buna Cenap Bey de katılmış. Bu yazıları ve tartışmaları görmedim ve okuya madım. Edebiyat talebesi toplanmış, Rıza Tevfik, Hüseyin Daniş, Cenap Şahabettin ve Ali Kemal'i Darülfünun'dan atmaya ka­ rar vermişler. Ben felsefe şubesinde derse girmiştim. Halil Ve­ dat bir karar kağıdı getirdi. " Bunları istemeyeceğiz, darülfü­ nundan atacağız, imzalar m ısı n ? " dedi. O günkü kızgınl ıkla imzaladım. Yanımda hanım öğrencilerden birkaçı vardı. "A . . . Okumadan imzaladı" dediler. Acaba bunlar Rıza Tevfik'in kon­ feransında yok muydu ? Birkaç gün sonra uzun bir yazıya ekli olarak bu istek Rek­ tör Besim Ömer Paşa'ya verilmiş. İlk senato toplantısında görüş ülerek ileri sürülen isnatla1 74 Levent Şahverdi Arşivi rın ta hkiki kararlaştı rılmış. Toplantıda bulunan başkatip Mehmet Ali Bey, "Hocaları istemeyenlerin arasında senin de imzan var" ded i. İstenmeyen bu hoca ların derslerine de gir­ miyordu öğrenciler. Profesörler de istenmed iklerini gazeteler­ den öğrenmişlerdi. Rıza Tevfi k, iyi bir hoca ydı . Bilgisinden uzak kaldığıma acındım doğrusu. Ali Kemal'in tarih branşın­ daki dersine bir defa girmiştim. Ca nlı bir ders takriri (anlat­ ması) yoktu. Edebiyat fakültesi hocaları da tuhaftı. Ali Kemal bir ara ma_arif nazırı olmuştu. Ona yaranmak için Edebiyat Fakültesi müderrisler meclisi, kendisini " Asrı hazır tarihi" ho­ calığına a lmayı teklif etmişler, bilhassa Mehmet Emin Bey'le ( Erişirgil) terbiyeci İsmail Hakkı Bey'le (Baltacıoğlu) buna ze­ min hazırlamış ve desteklemişler ve böylece hocalığa alınmış­ tı. Herhangi bir fakülteye alınacak hocada aranan başlıca va­ sıf, "Bilgisini telkin kudreti olmak" lazımdı. Bu vasıf, Ali Ke­ mal'de yoktu . Öteki hocaların derslerinde bulunmadım. Senato, birkaç toplantı yaptı. Bir türlü karar veremedi. Ni­ hayet Anadolu Ajansı, Ankara 'nın fikrini açıkladı. Öğrenci­ lerin haklı olduğunu ve bu kabil profesörlerin üniversitede ye­ ri olmadığını yayımladı. Ancak bunun üzerine istenmeyen profesörlerin savunma ya­ zılarının alınmasına karar verildi. Başkatip bunu yazarak Pa­ şa'ya imzalattı ve Ali Kemal Bey ile Cenap Şaha bettin Bey'e, bu yazıları imza karşılığı vermeye beni memur ettiler. Cenap Bey, Bakırköy'de oturuyormuş. Önce ona gittim. Çok kötü bir rastlantı, o gün Cenap Bey'in bir kız yeğeni öl­ müş, köşk matem içinde. Cenaze ka ldırı lacak. Cenap Bey'in de yüzünde derin bir matem . Zarfı vermeyeyim diye düşün­ düm, bekledim. Bir ara kendisini tenhada görünce başsağlığı diledikten sonra zarfı verdim ve imzasını aldım. Bir müddet da­ ha durarak oradan yavaşça sıvıştım. Ali Kemal, Beyoğlu'nda, İstiklal Caddesi'nde, Tokatlıyan sırasında bir apartmanda oturuyormuş. Ona da gittim. Da­ ire kapısında bir hizmetçi kadın karşıladı. İçeri sokmadı be­ ni kadın. Konuşmamıza Ali Kemal Bey geldi. Zarfı verdim, imzasını aldım. Yazı yazmakla meşguldü galiba. 1 75 Levent Şahverdi Arşivi Nasıl savunma yaptıklarını bilmiyorum. Ni hayet senato bunların vazifelerine son verdi. Yeni hükümetimiz: Ankara İstanbul'un Anadolu'ya bağlanması üzerine öğretmenlik ve adliye memurluğu gibi birçok vazife, İstanbul'da bu lunanla­ ra teklif edilmeye başlandı. Birçok istekli de oraya başvurdu. Ben de m üracaat etmek istedim . Ama yol parası ancak tayin edildiğim yere vardığımda oradan alın acakmış. D üşünmeye başladım. Esasen ihtiyacım yalnız yol parasıyla kapanmı­ yordu. Kasımın on sekizinci cumartesi gi.ini.i, padişahlıktan ve Os­ manlı su ltanl ığından atılan Vahdettin'in kaçışını gazetelerde okudum. Buna hem üzüldüm hem şaştım. Şimdiki halde yal­ nız Halife unvanı kalan şu adamdan böyle aşağılık bir hare­ keti yapacağını asla ummazdım. Hem de bütün M i.i sli.iman­ ların halifesi sıfatıyla İngilizlere kaçıyor. Acaba bu memleke­ te ekilmiş olan nifak tohumunu başka yerlere ekmeye mi gi­ diyor? Bugünkü gazetelerde, Rıza Tevfik'i sadrazam ve Mus­ tafa Sabri denen adamı şeyhül islam yaptığını okudum. Rıza Tevfik'in, Ali Kemal gibi bir akı bete uğramamasını temenni ettiğim zaman, sırf bir ilim adamı olan Rıza Tevfi k'in, geri ka­ lan hayatını sadece bilgiye ve irfana adaması için istemiştim. Yine böyle siyaset çirkefliğinde yaşayacak bir adama ancak bir Ali Kemal akıbeti yaraşır. Bilgileri bu kadar yüksek adam­ ların, ne gi bi ruhi duygular altında siyasi işlere a let oldukla­ rını çözümleyemiyorum. Kaçına olayı üzerine Büyük Millet Meclisi, Mecit Efendi'yi halifelik makamına seçti. 24 Kasım'da Fatih Camii'nde ha­ lifelik a layı yapıldı. İstanbul sokakları kalabalık bir gün da­ ha yaşadı. Mecit Efendi'nin halife olmasından kalben bir memnuniyet duydum . Halk ise şahsi saltanatın kaldırılmasına rağmen hala ye­ ni padişahı göreceğiz diye akın akın Fatih yollarına dökül­ müştü. Hatta bir de " Padişahım çok yaşa " yazılı bir levha1 76 Levent Şahverdi Arşivi ya da rastladım . Birtakım kimseler bu levhayı taşıyıp gidiyor­ lardı. İşin tuhafı, Mecit Efendi'nin bindiği arabada Refet Pa­ şa'nın, elini kavuşturmuş, onun karşısında oturmakta oldu­ ğunu gördüm. Hal k ise padişahla halifeyi ayırt edemeyecek durumda. Ayın yirmisinde Lozan'da sulh müzakereleri başlamıştı. Hayırlı neticeler elde edilmesini temenni ediyoruz bizler de. Artık bir memuriyete talip olmak için sulhun akdini ve hü­ kümet merkezinin İstanbul'a gelmesini beklemeye karar ver­ dim. İzmir'in geri al ınması, Anadolu' dan düşmanın kovulma­ sı ve Trakya'nın Edirne dahil, Yuna nlılardan temizlenmesi Mustafa Kemal hükümetinin en büyük başarılarındandı. Bi­ zim Doktor Lütfi'ye de bu ani zaferler bir şok tesiri yaptı. Da­ ha k ış bastırma dan deniz yoluyla hemen Tra bzon'a gitti. Oradan herhalde Erzurum'a, askeri görevinin bulunduğu yere gidecek. Gitmeden Zeynep Kamil, Toptaşı ve son çalış­ tığı Gureba Hastanesi bakteriyoloji hocası Osman Şerafettin Bey' den birer kağıt almayı becermiş. Kendisini Sirkeci'den ha­ reket eden vapura kadar gidip uğurladım. Tahmin ediyo­ rum ki vazifesi başına gidince biraz sarsıntı geçirecek. İnziba­ ti bir ceza ile kurtulursa ne ala. Ama zafer şerefine belki de az bir ceza ile kurtulur sanıyorum. Günler geçmekte Kış günlerini geçiriyoruz. Rahatım da iyi. Lütfi gitmeden ön­ ce İstanbul'a izinl i gelmiş olan ve Karabekir Paşa 'nın yaveri bulunan Salahattin adlı subayla tanışmıştım. O sıralarda ak­ lıma esti, bir istida yazdım. Kars'ta bir muallim liğe tayinimi istedim ve yaver Salahattin Bey'den bunu takip etmesini ri­ ca ettim . Lütfi'ye de tembih ettim. Sonra neden bunu yaptı­ ğımı düşündüm. Manasız bir teşebbüste, bir netice çıkmadı. Gün ler geçtikçe, Rumlardan, Ermeni lerden taşkınlık ya­ panlar yavaş yavaş pılıyı pırtıyı toplayıp İstanbul'dan sa­ vuşmaya başladılar. Bizim Ka rabet, Ermeni avukatlardan 1 77 Levent Şahverdi Arşivi meşhur Çaylak Efendi'nin ya111nda yamak avukatı olarak çalışıyordu. Çaylak Efendi de Paris'e kaçmış. Yazıhanesi Ka­ rabet'e kalmış. Karabet de artık eski düşmanlığından vazgeç­ miş, evlenmiş de olacak ki artık İstanbul'u vatan olarak be­ nımsemış. Lozan Konferansı devam ediyor. Günü gününe kaydetme­ diğim bazı hadiseler: İlk önce harp ilan eden kabinenin sad­ razamı Sair Halim Paşa İtalya' da bir Ermeni kurşunu i le, da­ ha sonra Talat Paşa Berl in'de yine bir Ermeni kurşunu ile, En­ ver Paşa ise Türkistan'da Ruslar tarafından bir çarpışmada öl­ dürü l müştü. En sonunda Cemal Paşa da Ti fl is 'te aynı akı­ bete uğradı. Halbuki Ceımı l Paşa Ermenileri az çok korumuş­ tu. Gözü kararmış Ermeniler kinlerinden ötürü bunu ayırt edem iyorlardı . Esasen o paşalar da bu akıbete l::ıyık ol muş­ lardı ya . . . Bunları günü gününe not etmemişim. Herhalde bunlar üze­ rine ilerde epeyce yazılar yazılacaktır. Balkan harbinden son­ ra dahi olsa, o kadar geniş toprakları, ih tirasları uğruna kaybedenlere rahmet okunmayacaktır. " Zaten Osmanlı İmparatorluğu çökecek, yabancı unsur­ lar tasfiye edilecekti" diyorlar. Bu düşünce doğru olsa bile Su­ riye'yi, Lübnan'ı Fransa; Irak'ı ve bütün Mezopotamya'yı, Mu­ sul petrol mıntıkalarını İngiltere aldıktan sonra, bu tasfiye­ nin ne değeri kalır? Biz harbe girmeden bu tasfiyeyi yapsay­ dık, hem milyonlarla insan ölmez ve halk bu kadar sefalet çek­ mez, hem Suriye, Lübnan, Hicaz ve Irak'la ekonomik ve siya­ si bir bağlantı mız olurdu. Bu konuda düşünülecek ve yazıla­ cak şeyler çok, ama bir hatıra notlarında bunun yeri olma­ mak gerek. Kış içinde Edirne Mebusu Avukat Şeref Bey geldi Anka­ ra'dan. Hukuk salonunda, öğrencilere bir konferans verdi An­ kara hükümetinin kuruluş biçimi hakkında. Aklının erdiği ka­ dar bir şeyler anlattı. Şubat ve mart aylarında Lozan Konferansı deva m ediyor. Müzakerenin gidişi hakkında gazeteler, günü gününe hava­ dis veriyor. Gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın) da gitmiş Lozan'a. 178 Levent Şahverdi Arşivi Galiba bizim murahhaslar heyeti ona pek yüz vermiyormuş ki, havadislerini Fransız membalarından alarak yazıyormuş. Anadolu'ya giden gidene ve ben de Bir kısım tanıdıkları Anadolu' da vazife alarak gidiyor. Mual­ lim olsun, öteki mesleklerden olsun, taşınmaya başladılar. Bi­ zim Selime'nin kocası Baki Bey de istemiş bir vazife. Tokat ida­ disine (orta dereceli okul) müdür tayi n etmişler. İlkbaharda o da karısı Selime'yle kızı İsmet'i alarak, deniz yoluyla gitti. Onu da vapurda uğurladım. Bu arada adliye vekaleti de bir tebliğ neşretti. Hukuk me­ zunu adliyecilere i htiyaç olduğunu, bunların vekalete başvur­ ma larını ve İstanbul'dan yolluklarının verileceğini ilan edi­ yordu. Ben de müracaat edeyim dedim. Bu sefer de İç Anadolu'ya, uzak bir yere gönderirler endişesine kapıldım. Askerdeyken, demiryolu veya deniz kenarı olmayan bir yerde memuriyet yapmamaya karar vermiştim. Turgutlu'da başsavcılığım Bir gün nasıl oldu da senato toplantısında bu konuyu açtım, bilemiyorum. Hukuk fakültesinde iktisat hocamız, Aynizade Hasan Tahsin Bey, " Öyleyse ben adliye müsteşarına yazayım, seni yakın bir yerlere tayin etsinler" dedi. Ben de teşekkür et­ tim. Bir zamanlar Tahsin Bey rektör vekilliği yapmıştı, bu yüz­ den birkaç kere evine gitmiştim. Buradan daha iyi tanıyordu beni. Yazmış mektup, ben de istidam ı gönderdim. Nisan ortalarına doğru Manisa'nın Kasaba (Turgutlu) ka­ zasına müdde-i umumi ( başsavcı ) tayin etmişler 1 .200 kuruş aylıkla. Binden bin iki yüze yükseldim demektir. Yolluğumu, İstanbul maliyesinden a lacakmışım ve on beş günde gitmem l azımmış. Bu arada Fransa Sefareti, burs vererek Fransa'ya i ki üni­ versite mezunu gönderecekmiş. Biri edebiyatçı biri de hukuk1 79 Levent Şahverdi Arşivi çu olmalıymış. En azından yüz lira da geliri olmak lazımmış. Bunu Edebiyat Fakültesi Başkanı Mehmet Emin Bey (Erişir­ gil) düzenleyecek. Hemen Emin Bey'e başvurdum. Hukuk na­ mına beni göndersin diye. Durumumu sordu. Yüz lira geli­ rim yok. Fazla olarak maaşı mla anamı ve kardeşlerimi idare ediyorum. Eınin Bey, "Zor," dedi, " hatta zor değil, senin için imka nsız. " Bunun da olamayacağını biliyordum ama bir ke­ re başvurayım demiştim. Sonradan öğrendim: Fransa sefirinin Fransızca derslerini Dari.i l fünun 'da idare eden tarihçi Selim Bey'le, hukuktan Sıddık Sami'yi ( Onar) ayırmışl ar. Acaba Dari.i l fi.inun'da kalsam, ileride bir imkan ele geçer mi diye düşündüm. Annem, iki kardeşim varken bu, imkan­ sızdı. Bu yüzden adliyecilik yine tercihe değerdi. Bizim başka­ tip de, "Madem ki maarifte kalmak istemiyorsun, bir an ön­ ce adliyeye geç, kıdem kazan" demişti. Emrimin geldiğini başkatibe söyledi m. İki takım elbisem vardı. İyi dikilmiş şeyler değildi. Kapalıçarşı'ya giderek kulla­ nılmış el bise satanlardan çok iyi diki lmiş, kumaşı da göste­ rişli bir elbise satın aldım, on altı l iraya. Yolluğumu da aldım maliyeden. Gazetelerde okuduğuma göre Kasaba (Turgutlu), Yunanlılar tarafından yakılmış. Oturulacak bir ev bulabilecek miyim acaba? Evden yatak, yorgan, çamaşır ve buna benzer eşyamı ha­ zırladım. Nisan sonuna birkaç gün kala Darü l fünun'la para ve vazi fe ilgimi keserek arkadaşlara veda etti m . Bedriye, öğretmen okulunda yatılı . Tevfik, Şirket-i Hayri­ ye'de ( boğaz vapurlarında) kamarot. Annem de ben çağırın­ caya kadar kalacak İstanbul'da. Nisanın son günü iki vapur hareket ediyormuş İzmir'e. Bi­ ri doğruca, hiçbir iskeleye uğramadan gidecekmiş, fakat İngi­ liz bandıralı. Öteki Ti.irk bandıralı, fakat bütün iskelelere uğ­ rayacak. Belki üç geceden fazla yollarda kalacak. Ve çok ka­ labalık. İngiliz bandıralıyı tercih ettim. Eşyalarımla vapura gel­ dim. Tevfik de beni uğurlamak üzere geldi. Ama 30 Nisan gü­ nü vapur her nedense hareket etmedi. Tevfik de o gece benim­ le beraber vapurda kaldı. 1 80 Levent Şahverdi Arşivi Ertesi sabah yola çıktı vapur. Yeni kaderime doğru, yine İs­ tanbul' dan ayrılmak suretiyle, koşuyordum. Vapurun kama­ rasına girecek kadar çok değildi param. Güverte yolculuğu ya­ pıyordum. Mayısın birinci gi.i nüydi.i , hava açık ve ıl ıktı. Yol­ cular zaten azdı, çabuk ahbap olduk. Hatta ikinci gece top­ l uca rakı içtik. Mayısın üçüncü günü sabah erkenden İzmir rıhtımına yanaştık. Doğru Basmahane İstasyonu'na vardım. Tren varmış. Öğleden önce Turgutlu'ya geldim. Tarih: 3 Mayıs 1 3 39 ( 1 923) ısı Levent Şahverdi Arşivi Levent Şahverdi Arşivi Dizin Abdullah 55, 1 1 2, 1 1 4 Abdullah Bey 1 2 6 Abdurrahman Şeref Bey 128 Abdülmecit Efendi (veliaht, halife) 68, 1 43, 1 76, 1 77 Abdülhak Hamit 6 8 Adıvar, Halide Edip 34, 35, 36, 3 8 , 79, 94 Adıvar, Adnan 94 Ahmet Cevdet 1 30 Ahmet İzzet Paşa 1 2 , 1 2 3 Ahmet Rıza 1 0 3 Akalın, Besim Ömer 6 1 , 67, 6 8 , 75, 79, 8 0 , 8 1 , 1 32, 1 74 Akçura,Yusuf 66, 67, 70 Akil Muhtar Bey 6 1 , 1 25 Alaattin 46 Alfret Rüstem Bey 1 03 Ali Bey 43, 45, 46, 4 8 , 5 8 Ali Galip 1 2 , 3 5 Ali İsmail Bey 64 Ali Kemal Bey (dahi liye nazırı) 49, 1 1 5, 1 64, 1 73, 1 74 Ali Kemal Bey (maarif nazırı) 32, 36, 8 1 , 82, 94, 1 75, 1 76 Ali Nazıma Bey 1 06 Ali Rıza Bey 59 Ali Rıza Paşa 58, 69, 76 Antakyalı Sabri 48 Aras, Tevfik Rüştü 1 3 Aristo 1 2 Atatürk, M ustafa Kemal 45, 52, 53, 57, 5 8 , 65, 69, 70, 8 1 , 9 1 , 92, 93, 94, 1 04, 1 08 , 1 1 3 , 1 20, 1 23, 1 40, 1 52, 1 54, 1 55, 1 5 8, 1 6 3, 1 64, 1 67, 1 77 Aynizade, Hasan Tahsin 1 79 Aziz Bey 59 Azize Hanım 5 6 Baba Hamdi 50 Babanzade Ahmet Naim Bey 2 1 , 22, 3 1 , 32, 1 1 9 Bahtiyar, Galip 1 3 Baki 83, 1 06, 1 23, 1 39, 1 40 183 Levent Şahverdi Arşivi Baki Bey 60, 148, 1 79 Baltacıoğlu, İsmail Hakkı 3 8 , 43, 64, 88, 94, 1 1 9, . 1 75 Baykurt, Cami 79 Bedriye 62, 93, 1 1 0, 1 1 1 , 1 1 7, 1 2 8 , 1 8 0 Behçet Bey 22 Bekir Efendi 72, 80 Bekir Sami Bey (Kunduh) 1 29, 1 3 0, 1 3 8, 1 3 9 Bele, Refet 1 69, 1 70, 1 77 Besim Ömer Paşa (Akalın) 6 1 , 6 7, 68, 75, 79, 80, 8 1 , 1 32, 1 74 Bölükbaşı, Rıza Tevfik 1 1 0 Briand 1 25, 1 60 Çürüksulu Mahmut Paşa 79 Damat Ferit Paşa 1 9, 33, 36, 40, 4 3 , 44, 47, 49, 5 1 , 53, 5 8 , 8 3 , 84, 85, 9 1 , 94, 96, 99, 1 02, 1 03, 1 09, 1 1 0, 1 1 4, 1 1 5, 1 69 Demirci Efe 54, 1 09 Diran Yedganyan Efendi 1 8 Doktor Esat (Işık) 79 Duran, Faik Sabri 35, 72 D ürrizade Abdullah Efendi 85 Canbulat, İsmail 1 3 Cavit Bey 1 2 Celalettin Arif Bey 79, 94 Cema l Bey 23, 63, 1 1 2 Cemal Paşa 5 1 , 59, 69, 1 78 Cemalettin Efendi 1 7 Cemi l Paşa (Topuzlu) 85, 96, 1 02, 1 1 5 Cenap Şahabettin 1 74 , 1 75 Charpy 1 6 8 Clemenceau 50, 70 Curzon ( Lord ) 1 2 7 Ebulula Bey ( Mardin) 1 2, 51 Edip Bey 1 3 7 Eftim, Papa 1 3 9 Eğilmez, Cafer Tayyar 82, 95 Emine Yenge 1 32 Enver Paşa 1 7, 5 1 , 52, 59, 7 1 , 75, 8 1 , 97, 1 1 0, 1 78 Elgün, Nakiye 3 8 Erişirgi l, Mehmet Emin 64, 94, 1 1 9, 1 55 , 1 75, 1 8 0 Ersoy, Mehmet Akif 1 32 Esat Paş a 1 3, 1 4 Esma Hanım 49 Çakmak, Fevzi 69, 1 52 Çaylak Efendi 1 7 8 Çerkez Ethem 1 1 1 , 1 2 6 , 1 27 Çobanlı, Cevat 69 Faik Sabri Bey (Duran) 3 5, 72 Fatih Hoca 1 20 Fatih Sultan Mehmet 6 8 Fatma Hanım 1 22 1 84 Levent Şahverdi Arşivi Fatma Teyze 1 20, 1 3 3 , 1 3 9 Faruk 1 23 Ferit Bey 35 Fethi Bey 34 Fevzi 52, 1 3 9 Franchet d'Esperey 2 6 , 36, 168 Fuzuli 1 73, 1 74 Hilmiye Hanım 1 26 Hulki Bey 65, 6 8 Hz. Hüseyin 4 1 Hüseyi n Cahit (Yalçın) 1 78 Hüseyin Daniş Bey 1 74 Hüseyin Edip 57 Galip Bey 5 8 Gavu r İmam 94 Giol itti 1 09 Gökalp, Ziya 1 5 6 İbrahim 4 1 , 49 İbrahim Hakkı 12, 57 İlhami Safa 1 32 İsmail Ağa 56, 76 İsmail Hakkı Bey (İzmirli) 1 94 İsmet 1 79 İsmet Paşa 1 6 8 İstepan 1 2 İzzet Bey 1 1 9, 1 5 5 İzzet Bey (vali) 29 İzzet Paşa 79, 1 20, 1 2 3 Hacer Yenge 5 5 , 1 1 2, 1 39 Hacı Adil Bey 12, 2 7 Hacı İbrahim 4 9 Hacı Anesti 1 65, 1 66 Hadi Paşa 1 1 0, 1 1 3 Hafız Kemal 4 1 , 1 54 Halide 1 3 3 Halil Paşa 52 Halil Vedat 1 74 Halil Paşa (Kut) 97 Halim 50, 52, 57, 64, 8 1 , 99, 122, 1 2 3 , 1 65 Harrington (General ) 1 6 8 Hasan D ündar 1 2 , 3 1 , 4 1 , 57 Hasan Hayri Bey 5 9 Hasan Remzi Paşa 8 5 Hasan Tahsin Bey (Aynizade) 1 79 Haskel, William 5 0 Hayri Efendi 1 2 Hazım Bey 1 09 Işık, Dr. Esat 79 Karabet 1 6, 1 7, 1 9 , 5 0 , 57, 59, 62, 1 59, 1 60, 1 77, 1 78 Kalavo 1 56 Kazım 1 59 Kazım Bey 73 Kazım Karabekir Paşa 94, 1 1 6, 1 54, 178 Kemal 46, 59, 96, 1 03, 1 08 , 1 1 2, 1 1 5 , 1 1 6, 1 35, 138, 153 Kemal Bey 1 09 Kenan Bey 1 62 Küçük Talat Bey 52 185 Levent Şahverdi Arşivi Konstantin (Yunan Kra l ı ) 1 1 8, 1 22, 1 24, 1 65 Köprülüzade Fuat Bey 67 Kunduh, Bekir Sami 1 29, 1 30, 1 3 8, 1 39 Kut, Halil 97 Muslihittin Adil Bey 20, 35 Mustafa Arif Bey 1 5 Mustafa Fevzi Bey 1 2, 76 Mustafa Hayrullah Bey 161 Mustafa Sabri Efendi (şeyhülislam) 1 1 2, 1 76 Mustafa Şekip Bey 1 55 Müfide Ferit Hanım (Tek) 35 Münir 5 7 Müşir Abdullah Paşa 53 Lenin 66 Lloyd George 70, 75, 82, 123, 1 30, 1 71 Leon Efendi 1 7, 5 7 Lütfi 4 7 , 48, 1 37, 1 40, 1 50, 1 54, 1 57, 1 5 8, 1 59, 1 60, 1 63, 1 77 Lütfi Fikri Bey 83, 1 1 2, 113 Nadir Bey 6 8 Nadir Paşa 43 Nafiz 6 8 Nahit 1 2, 1 3, 1 4 Nakiye Hanım (Elgün) 3 8 Necmettin Sadık Bey 1 1 9, 1 56 Nitti 1 09 Niyazi Bey 1 4, 1 5 Nusret Bey 1 2 Nuri Bey 3 4 Nuri Bey (hukuk müdür muavini) 1 2 Mahmut Bey 67 Mardin, Ebulula 1 2, 5 1 Mazhar Osman (Uzman) 1 61 Mecit Efendi (bkz. Abdülmecit Efendi) 68, 1 4 3 , 1 76, 1 77 Mehmet Akif (Ersoy) 1 32 Mehmet 1 5 8 Mehmet Ali Bey 80, 1 75 Mehmet Emin Bey ( Erişirgil) 64, 94, 1 1 9, 1 55, 1 75, 1 80 Mehmet Sait Paşa 85 Melek Bey 1 4, 1 5, 1 6 Milne, George Francis 82 Milran 74 Monbelli 1 6 8 Murat Bey 64, 65, 6 8, 70, 73 Okyar, Fethi 1 2 Onar, Sıddık Sami 1 80 Orbay, Rauf 1 2 Osman 1 32 Osman Nizami Paşa 128 Osman Rifat Paşa 85 Osman Şerafettin 1 63, 1 77 Papa Eftim 1 3 9 186 Levent Şahverdi Arşivi Papulas 1 20, 1 55 , 1 5 8 , 1 65 Parseh 1 6 Pelle 1 56 Pi yer Loti 6 8 , 69, 71 , 82 Rauf Bey 1 1 , 20, 2 1 , 25, 45, 62 Remzi Bey 91 Remzi Paşa 8 5 Reşit Halis Bey 1 1 0 Rey, Mustafa Reşit 1 02, 128 Rıza Nur (Dr. ) 1 52 Rıza Paşa 1 0 8 Rıza Tevfik Bey 2 7, 77, 8 1 , 82, 99, 1 1 9, 1 55 , 1 73 , 1 74, 1 75, 1 76 Rumbeyoğlu, Fahrettin 85, 96 Sabahattin Bey 67, 83 Sadık Bey 34 Salahattin Bey 35, 57, 6 1 , 62, 63, 65, 66, 6 8 , 75, 79, 94, 95, 1 2 5 Salahattin Bey (yaver) 1 77 Safa Bey 73 Sait Bey 36, 6 1 , 1 32 Sait Halim Paşa 1 78 Salih Paşa 76, 8 3 , 84, 85 Salih Zeki Bey (Sayar) 2 1 S a nders, Liman v o n 91 Selim Bey 84, 1 8 0 Selime 60, 1 1 1 , 1 1 2 , 1 3 3 , 1 79 Seyyit Bey 12, 27 Sıtkı Bey ( Kesriyeli) 23 Sıtkı Bey 1 5 5 Söylemezoğlu, Galip Kemali 1 0 3 Süleyman 1 24, 1 29 Süleyman Fethi Bey 29 Süleyman Nazif Bey 26, 6 8 , 71 Süleyman Şefik Paşa 9 5 Şeref Bey 1 7 8 Şevki 1 2 3 Şevkiye 1 5 8 Şevket Hoca 24 Şevket Turgut Paşa 38, 49, 69 Şükufe Nihal Hanım 43 Talat Paşa 5 1 , 52, 1 78 Tanrıöver, Hamdullah Suphi 3 8 , 43, 79 Tek, Müfide Ferit 35 Tengirşenk, Yusuf Kemal 1 39 Tepeyran, Ebubekir Hazım 72 Tevfik 59, 64, 1 1 4, 1 1 7, 128, 1 80 Tevfik Paşa 12, 1 3, 14, 1 9 , 44, 9 6 , 1 1 4, 1 1 5, 1 27, 1 2 8, 1 29, 1 72 Topuzlu, Cemil 85, 96, 1 02, 1 1 5 Trikopis 1 6 6 Ta biyeci Ahmet 45, 5 1 , 52 Ubeydullah Bey 70 187 Levent Şahverdi Arşivi Ünaydın, Ruşen Eşref 70 Yahya Kemal Bey 69 Yakup Bey 1 6 3 Yalçın, Hüseyin Cahit 1 78 Yunus Nadi 1 3 Yusuf Ziya Bey 2 5 Vahdettin 12, 1 9, 1 76 Vasfi Efendi 1 1 2 Vel i Efendi 1 1 4 Veliyyüddin Bey 1 2, 57 Venizelos 29, 47, 49, 93, 1 06, 1 1 0, 1 1 7, 1 1 8, 1 20, 1 22 188 Levent Şahverdi Arşivi Levent Şahverdi Arşivi