Para - Banka Ünite Özetleri

advertisement
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 1: Para ve Finansal Sistem
Para ve Paranın Fonksiyonları
İktisatçıların tanımıyla para “satın alınan mal ve
hizmetlerin bedelinin karşı tarafa aktarılmasında ya da
borçların geri ödenmesinde genel kabul gören her şeydir”.
Farklı bir ifade ile para; değişimde genel kabul görmüş bir
nesnedir. Bu tanımlamanın paranın asıl fonksiyonu olan
değişim
fonksiyonuna
dayanılarak
yapıldığını
söyleyebiliriz. Paranın doğuşu da yine değişim fonksiyonu
ile ilgilidir. Trampa güçlükleri paranın çıkmasına yol
açmıştır. Paranın üç temel özelliği vardır. Birincisi,
değişim aracı olma fonksiyonudur. İkincisi, hesap
birimidir. Üçüncüsü değer saklama aracıdır. Bu üç
özellikten değişim aracı olma fonksiyonu parayı, tahvil,
hisse senedi ve konut gibi diğer varlıklardan ayırmaya
yaramaktadır.
Paranın
değişim
aracı
olarak
kullanılabilmesi için, bir standardının, genel kabul
görmesinin, bölünebilir, taşınabilir, bozulmama, kolay
taklit edilememe gibi özelliklere sahip olması gerekir.
Paranın üslendiği ikinci fonksiyon hesap birimi olması
yani
ekonomik
değerlerin
ölçümü
amacıyla
kullanılmasıdır. Hesap birimi olma fonksiyonu sadece
paraya özgü değildir. Uzun süre yüksek enflasyon yaşayan
ülkelerde fiyatlar başka ülkelerin para birimi cinsinden de
ifade edilebilmesini örnek olarak verebiliriz. Paranın son
özelliği olan değer saklama fonksiyonu, modern
ekonomilerde değişim fonksiyonu ile birlikte, paranın asli
fonksiyonu olarak kabul edilmektedir. Değişim
fonksiyonu, paranın iş görme güdüsüyle, değer saklama
fonksiyonu ise, spekülasyon güdüsüyle talep edilmesini
açıklar. Paranın en likit varlık olması ve alternatif finansal
varlıkların getirileri hakkındaki belirsizlikler nedeniyle,
nominal getirisi olmayan para, değer saklama aracı olarak
kullanılmaktadır.
Ödemeler Sisteminin Gelişimi
Değerli madenden ya da değeri olan metallerden meydana
gelen para sistemine mal para adı verilmektedir. İlk
çağlardan başlayarak birkaç yüzyıl öncesine kadar, mal
para bir değişim aracı olarak işlev görmüştür. Değerli
madenlere bağlı olarak çalışan bir ödeme sistemindeki en
büyük sorun, bu tür paranın çok ağır olması ve bir yerden
bir yere nakliyesinin sorun yaratmasıdır. Şüphesiz bu
sorunlardan birisi de nakliye sırasında gerçekleşebilecek
bir soygun tehlikesidir. Ödemeler sistemine konu olan
para zaman içerisinde değişime uğramış, mal para
sisteminden banknotlara, daha sonrada itibari paraya,
yasal düzenlemelerle geçilmiştir. Sonraları, kağıt para
kullanımından kaynaklanan zorlukları gideren çekler
ödemeler sisteminde kullanılmaya başlanmıştır. Elektronik
fon sisteminin gelişimi ile elektronik para ortaya çıkmıştır.
İnternet üzerinden gerçekleştirilen işlemlerin güvenliğinin
sağlanması, para basmanın basana bir gelir sağlaması
(senyoraj) düşünüldüğünde paranın olmadığı bir ekonomi
için daha çok zaman gerektiği savunulabilir.
Finansal Sistem ve Ekonomi
Finansal sistem, bir ekonominin işlemesi için gereken para
akışını sağlayan piyasaların oluşturduğu bir bütündür.
Finansal fonların el değiştirilmesi sırasında birileri borç
verirken, birileri de borç almaktadır. Borç verenler yani
fon fazlası olanlar, finansal varlıkların (bono, tahvil, hisse
senedi gibi) alıcılarıdır. Bu durum doğal olarak borç
verme işleminin karşılıksız olamayacağından kaynaklanır.
Borç alanlar yani fon açığı olanlar, finansal varlıkların
satıcısıdır. Fon akışı aracı kullanılmadan finansal piyasalar
üzerinden gerçekleştirilirse doğrudan finansman, fon akışı
finansal kurumlar aracılığıyla gerçekleştirilirse dolaylı
finansman adı verilir. Tüm dünyada dolaylı finansman,
doğrudan finansmandan daha yaygındır. Finansal sistem
fon transferini sağlarken aynı zamanda, riskin
paylaşılması, likidite sağlanması ve bilgi aktarımı
işlevlerini yerine getirmektedir. Yatırımcılar, risk
paylaşımını sağlamak için portföy çeşitlendirmesini
yaparak yatırımlarını alternatif finansal varlıklar arasında
pay ederler. Getirileri farklı yönde hareket eden
varlıklardan oluşan portföyle, bir varlığın getirisi
düşerken, diğerinin artabilir. Böylelikle varlık fiyatları
değişirken, toplamda portföyün getirisinin çok değişmesi
sağlanabilir. Farklı mali varlıklar içeren bir portföyün
oluşturulması
ve
riskin
dağıtılması
ya
da
paylaştırılabilmesi için, finansal sistemin alternatif
finansal varlıklar sunması gerekir. Finansal sistemin ikinci
işlevi ise sistem içinde yer alan alternatif varlıklar
kanalıyla daha likit yatırım olanakları sunmasıdır. Paraya
çevirirken her hangi bir işlem maliyeti ödenmiyor ve her
istediğimizde
bu
değişim
işlemini
gerçekleştirebiliyorsanız, tasarruflarınızı likit varlıklara
yatırmışsınız demektir. Finansal sistemin üçüncü işlevi,
bilginin toplanması ve aktarılmasıdır. Finansal fon
fazlalıklarını değerlendirmek isteyen yatırımcılar, finansal
varlıkların gelecek değerleri hakkında öngörüde bulunmak
için bilgiye ihtiyaç duyarlar. Finansal sistem bu bilgilerin
toplanmasında oldukça önemli rol oynar.
Finansal Varlıklar
Fon akımı karşılığında finansal varlık değişimi, fon fazlası
olanlarla fon açığı olanlar arasında finansal sistem
içerisinde gerçekleşmektedir. Finansal varlıklar, ortaklık
ya da alacaklılık hakkı sağlayan menkul kıymetlerdir.
Ortaklık hakkı sağlayan ilk tür finansal varlıklar, hisse
senedidir. Hisse senedi sahibine, ortaklık, yönetime
katılma (genel kurulda oy verme) ve kardan pay alma
hakkı sağlar. İkinci tür finansal varlıklar ise tahvil ve bono
gibi sahiplerine alacaklılık hakkı tanıyan menkul
kıymetlerdir. Finansal varlıkların en önemli özelliği
yatırım aracı olmalarıdır.
Finansal Kurumlar
Finansal sistemde finansal fonların akışına aracılık eden
kurumlardır. Finansal kurumları, mevduat toplayan
kuruluşlar, sigorta ve emeklilik fonları, borsa aracı
kurumları ve diğer yatırım aracıları olarak dört grupta
toplayabiliriz. Diğer yatırım aracılarını, finansal kiralama,
1
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 1: Para ve Finansal Sistem
faktöring, tüketici finansmanı ve varlık yatırım şirketleri
oluşturur. Bunların sektördeki payları son derece
küçüktür.
Finansal Piyasaların Türleri
Fon açığı olanlar yani borç alanlarla, fon fazlası olanlar
yani borç verenlerin karşılaştığı ve fonlarını değiştirdiği
piyasalardır.
Finansal
varlıkların
değiştirildiği
piyasalardır. Finansal piyasaların yapılanma biçimi,
birincil ve ikincil piyasalar, borç ve ortaklık piyasaları,
organize ve tezgah üstü (over the counter) piyasalar, spot
ve vadeli piyasalar ve para ve sermaye piyasaları
şeklindedir.
Dünyada Merkez Bankacılığının Gelişimi
Merkez bankalarının para politikasından sorumlu olmaları,
onları çok önemli kurum haline getirmektedir. Aldıkları
kararlarla, finansal kurumları ve ekonomiyi etkilerler.
Temel amacı, fiyat istikrarını ve finansal sistemin
istikrarını sağlamaktır. Dünyada ilk merkez bankası 1668
yılında İsveç’te kurulan Sveriges Riksbank’dır. 1694
yılında kurulan İngiltere Merkez Bankası (Bank of
England) da tarihteki en eski merkez bankalarından
biridir. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası ise 1930
yılında kurulmuş ve 1931 yılında faaliyete geçmiştir.
2
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 2: Mali Varlık Fiyatlarının Belirlenmesi
Faiz Haddinin Belirlenmesi
Bu ünitede; vadeye kadar verim, reel faiz, nominal faiz,
bugünkü
değer,
getiri
oranı
gibi
kavramlar
tanımlanmaktadır. Faiz haddinin nasıl belirleneceği, risk
ve faiz arasındaki ilişki ve döviz kurunun nasıl
belirleneceği, nominal ve reel döviz kurlarının arasındaki
farklar açıklanmakta ve bekleyişlerin döviz kurunun
bugün alacağı değer üzerindeki etkisi anlatılmaktadır.
Bugünkü Değer: Faiz haddi sıfıra eşit olmadığı sürece,
bir mali varlıktan bugün elde edilecek yüz lira ile bir yıl
sonra elde edilecek yüz lira aynı değil. Keza bir yıl
sonraki yüz lira ile iki yıl sonraki yüz lira da birbirlerine
eşit değiller. Farklı zamanlarda yapılan ödemelerin
bugünkü değerlerini bulmak ve dolayısıyla onları
karşılaştırabilmek için bir indirme işlemi yapıyoruz. Bu
işlemde kullanılan faiz haddine indirim faktörü
deniliyor. Bu indirim faktörü (faiz haddi) ne kadar
yüksekse ileri dönemlerde elde edilecek değerlerin
bugünkü değerleri de o kadar düşük oluyor.
Vadeye Kadar Verim: Mali varlığın satın alma fiyatını,
mali varlığın vadesi boyunca sahibine yapacağı
ödemelerin bugünkü değerine eşitliyor.
Tahvilin vadeye kadar verimi ile fiyatı arasında ters yönlü
bir ilişki vardır. Fiyatı ne kadar yüksekse (düşükse) verimi
o kadar düşük (yüksek) olur.
Getiri Oranı: Bir mali varlık vadesi bitmeden satılırsa,
satış fiyatı tahvilin üzerinde yazılı değerden farklı olduğu
sürece vadeye kadar verim ile getiri oranı farklı değer alır.
Pa fiyatına satın aldığınız bir tahvili vadesinden önce Ps
fiyatına satarsanız, bu tahvilden elde edeceğiniz getiri
!
oranı go = ! -1 olacaktır.
!!
Reel Faiz Haddi: Reel faiz, yaklaşık olarak nominal faiz
ile enflasyon arasındaki fark olarak tanımlanabilir.
Beklenen reel faiz haddini, nominal faiz haddi ile vade
boyunca gerçekleşmesi beklenen enflasyon oranı
arasındaki fark olarak hesaplıyoruz. Gerçekleşen reel faiz
haddini ise nominal faiz haddi ile gerçekleşen enflasyon
arasındaki fark olarak tanımlıyoruz (s:35; (6),(7)).
Faiz Haddinin Belirlenmesi
Faiz haddi, arz ve talebin dengeye gelmesi sonucunda
belirlenebilir.
Tahvil Talebi: Tahvilin talebi ile fiyatı arasında ki ilişki
ters yönlüdür. Tahvil fiyatı arttıkça (faizi düştükçe) talebi
de düşecektir. Tahvilin fiyatı düşmese bile talebi
yükselebilir. Aynı fiyat düzeyinde;
•
•
•
Ekonomik birimlerin servetlerinin artması,
Beklenen enflasyonun düşmesi,
Bir tahvilin likiditesinin diğer tahvillere kıyasla
yükselmesi,
•
Tahvilden alınan verginin düşmesi,
Tahvil talebini arttırır ve tahvil talep eğrisi sağa kayar. Bu
unsurlar tam ters yönde değişirlerse aynı fiyat düzeyinde
eskisine kıyasla daha az tahvil talep edilecek ve tahvil
talep eğrisi sola kayacaktır (s:36, şekil 2.1).
Tahvil Arzı: Tahvil arzı ile fiyatı arasındaki ilişki aynı
yönlüdür. Tahvil fiyatı yükseldikçe (faiz düştükçe) arzı
artacaktır. Aynı fiyat düzeyinde;
•
•
•
•
Kamu borçlanma ihtiyacının (devletin bütçe
açığının) artması,
Yatırım ortamının iyileşmesi
Beklenen enflasyonun yükselmesi
Ekonominin hızla büyümesi
Tahvil arzını arttırır ve tahvil arz eğrisi sağa kayar. Tahvil
arzını azaltan gelişmeler sonucunda ise tahvil arz eğrisi
sola kayar (s:37, şekil 2.2).
Denge: Denge tahvil fiyatı (denge faiz haddi) tahvil arz
ve talebinin eşitlendiği noktada belirleniyor. Tahvil
arzını artıran her unsur, tahvil talebini etkilemiyorsa
denge fiyat düzeyini düşürür (denge faiz haddini artırır).
Tahvil talebini artıran her unsur da tahvil arzını
etkilemiyorsa denge fiyat düzeyini artırır (denge faiz
haddini düşürür) (s:38, şekil 2.3).
Risk ve Faiz: Diğer özellikleri aynı, riskleri farklı
tahvillerin faizleri farklılaşır. Tahvili satanın tahvilden
doğan yükümlülüklerini yerine getirmemesi olasılığı ne
kadar yüksekse o tahvilin riski (kredi riski ya da iflas
riski) de o kadar yüksektir. Riski artan bir tahvilin talebi
düşer. Bu durumda bu tahvilin faizi de yükselir.
Kısa Vadeli Faiz Hadleri İle Uzun Vadeli Faiz
Hadleri Arasındaki İlişki
Kısa vadeli faizler ile uzun vadeli tahviller arsındaki
ilişkiyi verim (getiri) eğrileri göstermektedir.
Verim (getiri) eğrisi, diğer özellikleri (risk, likidite, vergi)
aynı ama vadeleri farklı tahvillerin belli bir zaman
içindeki veriminin vadeye göre nasıl değiştiğini gösterir.
Yatay eksende vade, dikey eksende verimin yer aldığı bir
düzlemde çizilir (s:40, Şekil 2.4)
Yukarı doğru eğimli verim eğrisi; uzun vadeli faizlerin
kısa vadeli faizlerden yüksek olduğunu, aşağı doğru
eğimli verim eğrisi; kısa vadeli faizlerin uzun vadeli
faizlerden yüksek olduğunu gösterir. Yatay verim eğrisi
ise her vadedeki verimin aynı olduğunu gösterir. Verim
eğrilerinin aldığı biçimi açıklamaya çalışan kuramlar
vardır. Bunlardan biri bekleyişler kuramı diğeri vade
primi kuramıdır.
Bekleyişler Kuramı: Bekleyişler kuramına göre, uzun
vadeli bir tahvilin yıllık verimi, yaklaşık olarak mevcut
dönemdeki kısa vadeli (mesela yıllık) faiz haddi ile o
tahvilin vadesi boyunca gerçekleşmesi beklenen kısa
vadeli (yıllık) faizlerin aritmetik ortalamasına eşittir.
1
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 2: Mali Varlık Fiyatlarının Belirlenmesi
Kısa vadeli faizlerin artacağı bekleniyorsa; yukarı doğru
eğimli verim eğrisi, kısa vadeli faizlerin düşeceği
bekleniyorsa; aşağı doğru eğimli verim eğrisi ortaya çıkar.
Kısa vadeli faizlerin değişmeyeceği bekleniyorsa yatay
verim eğrisi ortaya çıkar.
Satın alma gücü paritesinin ‘mutlak' biçimine göre, iki
ülkenin para birimi arasındaki nominal döviz kuru, iki
ülkedeki mal sepetlerinin fiyatlarını birbirlerine eşitler.
Vade Primi Kuramı: Uzun vadeli tahvilin yıllık verimi
yaklaşık olarak mevcut dönemdeki kısa vadeli faiz haddi
ile o tahvilin vadesi boyunca gerçekleşmesi beklenen kısa
vadeli faizlerin aritmetik ortalamasının bir vade primiyle
toplamına eşittir(s:42; (13)).
Daha yaygın kullanılanı ise ‘göreli’ satın alma gücü
paritesidir. Buna göre, nominal döviz kurundaki artışın,
yurtiçi enflasyon ile yurtdışı enflasyon arasındaki fark
kadar (𝜋! − 𝜋!∗ )olması gerekir.
Vade primi; uzun vadeli tahvilin satın alınması için
tasarruf sahibine ödenecek ek faizdir. Kısa dönemli
faizlerin belirgin biçimde düşmesi bekleniyorsa ılımlı bir
negatif eğim, kısa dönemli faizlerin hızlı biçimde düşmesi
bekleniyorsa; keskin bir negatif eğim, kısa vadeli faizlerde
değişme beklenmiyorsa yukarı doğru eğimli verim eğrisi
görülecektir. Kısa dönemli faizlerin artacağı ancak
aradaki farkın çok fazla olmayacağı bekleniyorsa; yatay
verim eğrisi görülür.
𝐸=
1 + 𝐸! =
•
•
•
Döviz kuru ihracat ve ithalat ile uluslararası sermaye
hareketlerinin önemli belirleyicilerinden biridir. Ayrıca
tüketim ve yatırım kararlarını etkilemektedir.
•
Reel Döviz Kuru: Aynı para birimi cinsinden ifade
edildiğinde iki ülke mallarının göreli fiyatlarını gösterir.
Nominal döviz kurunu yurt dışı fiyatlar genel düzeyi ile
çarpıp yurt içi fiyatlar genel düzeyine bölersek reel döviz
kurunu elde ederiz (s:43; (14)). Reel döviz kurunun
artması yerli paranın reel olarak değer kaybettiğini; reel
döviz kurunun azalması yerli paranın reel olarak değer
kazandığını gösterir.
Efektif (Çok Taraflı) Reel Döviz Kuru: Birden fazla döviz
kuru kullanılarak hesaplanan döviz kurudur.
Satın Alma Gücü Paritesi
Tek fiyat yasasına göre, taşıma maliyetleri ile dış ticareti
engelleyici kota ve gümrük vergisi gibi unsurlar dikkate
alınmazsa iki ayrı ülkede aynı kalitedeki iki malın fiyatı
aynı para birimi cinsinden ifade edildiğinde birbirlerine
eşit olmak durumundadır. Bu eşitlik nominal döviz
kurunca sağlanıyor. Satın alma gücü paritesi ise tek tek
mallardan değil, iki ülkedeki aynı mal sepetinden yola
çıkar .
!!!!
!!!!∗
Satın alma paritesi kısa dönemde geçerli değildir. Uzun
dönemde ise geçerli olduğunu gösteren sonuçlar da vardır,
tutmadığını gösteren sonuçlar da. Satın alma gücü
paritesinin uzun dönemde bile tutmamasının nedenlerini
şöyle sıralayabiliriz.
Döviz Kurunun Belirlenmesi
Nominal Döviz Kuru: Bir birim yabancı paranın yerli para
cinsinden değeridir. Sabit döviz kuru rejiminde nominal
döviz kurunun artmasına devalüasyon, nominal döviz
kurunun azalmasına revalüasyon denir. Dalgalı kur
rejiminde ise nominal döviz kurunun artması yerli paranın
değer kaybettiğini gösterir ve ihracat artar, ithalat azalır.
Nominal döviz kurunun azalması; yerli paranın değer
kazandığını gösterir ve ihracat azalır, ithalat artar.
!
!∗
Fiyat endekslerinin aynı mallardan oluşmaması,
Endekste yer alan mal ve hizmetlerin bir kısmın
dış ticarete konu olan mal ve hizmetlerden
olmaması,
Varsayılanın aksine dış ticaretin serbestçe
yapılmaması
Ulaştırma maliyetlerinin varlığı
Kapsanmamış Faiz Haddi Paritesi:
Sermaye hareketlerinin serbestleşmesi ile uluslararası
sermaye hareketlerinin birkaç günlük toplamı, tüm dünya
ülkeleri arasında yapılan mal ticaretinin bir yıllık toplamı
kadar oldu. Bu olgu ile birlikte döviz kuru bir mali
varlığın fiyatı olarak algılanmaya başlandı. Böylelikle,
döviz kurunun nasıl belirlendiğini inceleyen modeller de
mali varlık yaklaşımı çerçevesinde geliştirildiler.
Kapsanmamış faiz haddi paritesine göre yurtiçi faiz
haddi (yaklaşık olarak) yurtdışı faiz haddi ile nominal
döviz kurundaki değişim beklentisinin toplamına eşittir.
𝑖! = 𝑖!∗ +
𝐸!! + 1
−1
𝐸!
Kapsanmamış faiz haddi paritesini, döviz kurunu nasıl
belirlendiğini açıklayan bir kuram haline dönüştürmek
mümkün. Buna göre, döviz kuru yurtdışı faiz haddi ve
döviz kurunun ileride alacağı değere ilişkin bekleyişler
arttıkça yükseliyor, yurtiçi faiz haddi arttıkça azalıyor.
𝐸! =
1 + 𝑖∗
!
×𝐸!!!
1 + 𝑖!
Denklemin sağ tarafında yer alan diğer değişkenler aynı
kalmak üzere, yurtiçi faiz haddi ne kadar yüksekse
nominal döviz kuru da o kadar düşük değer alıyor.
Dolayısıyla, lira dolar karşısında o kadar değerli oluyor.
Tersine, yine diğer değişkenler aynı kalmak üzere, daha
yüksek bir yurtdışı faiz haddi dolar karşısında lirayı daha
değersiz kılıyor; nominal döviz kuru daha yüksek oluyor.
Yine diğer değişkenler aynı kalmak üzere, ileride nominal
2
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 2: Mali Varlık Fiyatlarının Belirlenmesi
döviz kurunun daha yüksek olacağı bekleyişi, nominal
döviz kurunu bugün daha yüksek kılıyor.
Yurtiçi faiz haddinin yükselmesi, diğer değişkenler aynı
kaldığı sürece döviz kurunu düşürür. Oysa yurtiçi faiz
haddi o ülkeye ilişkin risk algılaması arttığı için de
yükselebilir. Bu durumda döviz kurunun ileride
yükseleceği beklentisi hakim olabilir. Sonuçta, kur bekleyişleri yurtiçi faiz haddindeki yükselmeden daha fazla
artarak döviz kurunu yükseltebilir. Kısacası, her zaman
yüksek faiz düşük kura karşı gelmez.
3
İKT 301U-PARA VE BANKA
Ünite 3: Finansal Kurumlar ve Piyasalar
Finansal Sistemin İşleyişi
Finansal sistemin en önemli fonksiyonu fon fazlası
olanlarla fon açığı olanlar arasında fon akımının sağlıklı
olarak sağlanmasıdır. Sağlıklı bir sistemde fonlarda
verimli yatırımlara yöneleceğinden ekonomik verimlilik
artar. Ancak finansal piyasalarda belirsizlik sebebiyle
riskte her zaman mevcuttur. Riskler küreselleşme
sebebiyle sadece o bölge veya alanda değil tüm dünyayı
potansiyel krizlere açık hale getirebilir. Bu sebeple
finansal sistemin ekonominin işleyişini nasıl ve hangi
kanallardan etkilediğini bilmek gerekir.
Eksik Bilgi: Ters Seçim ve Ahlaki Tehlike
Finansal piyasalarda sözleşmemenin iki tarafının aynı
miktarda bilgiye sahip olmaması, borç alanın borç verene
göre daha çok bilgi sahibi olması durumu eksik bilgi
olarak adlandırılır. Ters seçim borç vermeden önce kime
borç vereceği seçilirken karşılaştığımız bu bilgi eksikliği
durumudur. Borç verenler açısından borç almaya
çalışanların ne tür risk taşıdıklarının tam olarak
bilinememesi ve borç almaya çalışan adayların potansiyel
olarak daha çok risk alma eğilimi taşıyan yatırımcılar
olması ters seçime yol açacaktır. İkinci tür bilgi eksikliği
ise sözleşme imzalandıktan sonra ortaya çıkar ve buna
ahlaki tehlike adı verilir. Ahlaki tehlike borç alanın parayı
uygun olmayan türde yatırımlarda kullanma riskidir.
Ters seçim sorununu çözmenin en basit yolu bilgi
eksikliğini gidermektir. Ancak bilgi eksikliğini
gidermenin de bir maliyeti vardır. Bu konuda değişik
çözüm önerileri sunulabilir. Bunlar: Kamu düzenlemeleri
ile piyasa aktörlerinin finansal durumları ile ilgili daha
çok bilgiyi kamuyla paylaşmalarını sağlamak. Kamusal
bilginin yanında özel şirketler ve uzmanlar aracılığıyla
oluşturulan bilginin raporlanarak ya da danışmanlık
yoluyla ilgililere satılması. Ancak bu yolda bedavacılık
sorununa yol açabilmektedir. Borç sözleşmelerine maddi
teminat koşulları eklemek. Şirketlerin özsermayelerini
(şirket bilançosunda varlıklarını toplamı ile borçlarının
toplamının farkı) bir tür teminat unsuru kapsamına almak
gibi.
Diğer bir sorunda ahlaki tehlike, asil-vekil problemidir.
Ahlaki tehlikenin özellikle ortaklık (hisse senedi)
piyasalarında ortaya çıkan özel durumuna Asil-Vekil
Problemi adı verilmektedir. İş başındaki yöneticilerin
(vekillerin) sahiplerin (asillerin) çıkarı yerine kendi
çıkarları doğrultusunda hareket etmesi sonucunda ortaya
çıkan ahlaki tehlike problemi Asil-Vekil problemi olarak
adlandırılır. Bu sorunun çözüm yolu ise bilgi eksikliğini
gidermektir. Mesela yöneticilerin daha sıkı denetlenmesi
düşünülebilir. Bir başka yol ise borç verenlerin hisse
senedi yerine borç senedini tercih etmesi tavsiye edilir. Bu
asil-vekil genel olarak da ahlaki tehlike sorununa gerçek
hayattan İmar Bankası ve Enron skandalları örnek
verilebilir. Borç piyasalarına bakıldığında ise borç
senetleri satın alınarak şirket ortağı haline gelinmediği
için eksik bilginin fazla sorun oluşturmayacağı
düşünülebilir. Ancak şirketi batması durumunda borç yine
ödenemeyecektir. Bu da ahlaki tehlike durumunun tam
olarak ortadan kalkmadığını gösterir. Bu durumda sorunu
azaltmanın yöntemlerinden biri de borcun teminata
bağlanması olabilir.
Bazı büyük şirketlerin ise karşılaştıkları sorunlar
neticesinde krize girmesi, batması ekonomiye büyük
sıkıntılar getirebilir (işsizlik, krizin yayılması). Kamu
otoriteleri böyle büyük bir soruna geçit vermek
istemezler, vermezler. Bu duruma “batmak için çok
büyük” politikası adı verilir. Fakat bu politikada şirketi
batmamıza izin verilmez mantığı ile risklerini bilerek
arttırmak gibi bazı ahlaki tehlikelere sevk edebilir.
Finansal Sistemin İktisadi Analizi
Finansal sistemin iktisadi analizi için öncelikle çeşitli
olgulardan bahsetmek gerekmektedir, bunlar:
Olgu 1:Ülkeler zenginleşip gelirleri arttıkça finansal
sistemleri de gelişir. Bu kapsamda yüksek gelirli ülkelerin
hem büyüklük hem de etkinlik açısından daha gelişmiş
finansal sistemlere sahip oldukları gözlemlenmektedir.
Olgu 2: Tüm dünyada dolaylı finansman doğrudan
finansmandan daha yaygındır. Hisse senedi, tahvil gibi
finansal varlıkların yatırımcılara satışının piyasalar
aracılığı ile direkt olarak yapılması olan doğrudan
finansman, araya bankalar gibi aracı kuruluşların girmesi
ile fon transferi ile fon transferi yapılması durumu olarak
ifade edilen dolaylı finansman kadar yaygın değildir.
Olgu 3: Gelişmiş ülkelerde bankalar ve diğer finansal
aracı kurumların yanı sıra menkul kıymetler borsaları da
daha büyük ve daha etkindir.
Olgu 4: Tüm dünyada bankalar en önemli finansal aracı
kurumlardır.
Olgu5: Şirketler dış finansman kaynağı olarak daha çok
banka kredisi kullanırlar.
Bu olgular ışığında yapılan değerlendirmeler sonucunda
görülmektedir ki küresel olarak menkul kıymetler
borsaları finansal sistem içerisinde önemli bir rol
oynamamaktadırlar. Bunun yerine hem şirketlerin
finansmanında hem de genel olarak dolaylı finansmanda
bankacılık sektörünün ağırlıklı bir rolü olduğu
görülmektedir. Bu anlamda kişilerin birikimlerini bankaya
yatırdıktan sonra artık bankaya güvenleri sebebiyle eksik
bilgi sorunuyla karşı karşıya kalmadıklarını ve bankanın
bilgi toplama işindeki uzmanlığı sayesinde sistemin
etkinliğini arttırdığı iddia edilebilir. İşte bu yüzden
dünyada dolaylı finansman daha yaygındır ve bankacılık
sektörü finansal sistemin içerisinde son derece kritik bir
role sahiptir.
Finansal Gelişme ve İktisadi aktivite
Finansal gelişmenin iktisadi aktivitenin gelişmesi açısında
önemi konusunda iktisatçılar farklı yaklaşımlar
1
İKT 301U-PARA VE BANKA
Ünite 3: Finansal Kurumlar ve Piyasalar
içerisindedirler. Kimileri finansal gelişmenin iktisadi
kalkınmanın tetikleyicisi olduğunu düşündükleri gibi
kimileri de iktisadi büyümenin finansal gelişmeyi
doğurduğunu iddia etmektedirler. Bunun yanında bazıları
da iktisadi gelişme açısından finansal faktörlerin fazla
önemli olmadığını düşünmektedirler. Son yıllarda yapılan
uygulamalı çalışmalar, finansal gelişmişliğin iktisadi
büyümeyi olumlu yönde etkilediği yönündeki görüşü
desteklemektedir.
Finansal sistem, belirsizliğin olduğu bir ortamda
kaynakların mekânlar arasında dağıtılmasını ve zamana
yayılmasını sağlamaktadır. Bu temel fonksiyonu daha iyi
anlamak için finansal sistemi alt guruplara bölüp finansal
sistemin işlevlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
Finansal sistem;
Tasarrufları ekonomiye aktarmakladır.
Yatırımlar hakkında bilgi edinmek ve kaynak dağılımı
işlevini yerine getirmektedir.
Risk yönetimini kolaylaştırmaktadır.
Değişimi kolaylaştırmaktadır.
İktisadi ise iki kanalı vardır. Bunlardan birisi sermaye
birikimi aracılığı ile ekonominin üretim kapasitesinin
arttırılması. Diğeri ise teknolojik yenilik aracılığı ile
üretkenliğin arttırılması. Etkin çalışan bir finansal
sistemin işlevlerinin büyümenin bu iki kanalını birden
etkilemesi beklenir. Sonuçta finansal sistem büyümenin
her iki kanalının da daha etkin hale gelmesiyle iktisadi
büyümeyi kolaylaştıracaktır. Ancak finansal sistem ile
iktisadi büyüme arasındaki etkileşimin boyutlarını
değerlendirdiğimizde bu ilişkinin tersinin de geçerli
olduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Büyüyen bir
ekonominin finansal servis talebi de artacaktır. Böylece
ekonomilerin büyüyüp zenginleşmesi finansal sistemin
gelişmesini de tetiklemiş olacaktır.
Bir diğer faktörde, finansal faktörlerin finansal sistem ile
ekonomik aktivite arasındaki etkileşimi farklı yönlerde
etkileyeceğinin unutulmaması gerekliliğidir. Ülkelerin
siyasi kurumlarının, vergi ve adalet sistemlerinin yapısı ve
işleyişi kaçınılmaz olarak hem iktisadi aktiviteyi hem de
finansal sistemi yakından etkileyecektir.
Finansal Krizler
Finansal kriz derken iki tür finansal krizden bahsetmek
gereklidir. Bunlar döviz krizleri ve bankacılık krizleri
olarak adlandırılabilirler. Ödemeler dengesi sorunlarıyla
tetiklenen döviz piyasasına yönelik spekülatif ataklar
sonucunda döviz kurundaki ani ve büyük hareketlerle
başlayan döviz krizleri 1970 – 1980 yılları periyodunda
sıklıkla görüle gelmiştir. 1980’lerden sonra ise bankacılık
krizlerinin daha sık ortaya çıktığını ve bu dönemde
çoğunlukla bankacılık krizleri ile döviz krizlerinin beraber
ortaya çıktığını görür hale gelinmiştir. Bankacılık krizleri
iki biçimde tanımlanabilir. Birincisi bankalardan hızlı
mevduat kaçışı sonucunda bir ya da daha çok bankanın
batması, kamuya devri ya da birleşmesi. İkinci olarak ise
mevduat kaçışı dışında nedenlerden dolayı bir ya da daha
çok bankanın batması. Her iki durumda da krizin tüm
sektörlere yayılması söz konusu olmaktadır.
Finansal kriz modellerine bakıldığında ise ilk kuşak kriz
modelleri para ve maliye politikasının uyumsuzluğunu
vurgulamaktadır. Buna göre finansal kriz bir ülkenin
bütçe açıklarını para basarak finanse etmesi sonucunda
ortaya çıkan aşırı kredi genişlemesinin yarattığı baskı
sonucunda sabit kur rejiminin çökmesi olarak
tanımlanabilir. İkinci kuşak modellerde para ve maliye
politikalarının uyumsuzluğunu vurgulayan birinci kuşak
modellerden ziyade kendi kendini doğrulayan kehanetler
ve sermayenin sürü davranışını vurgulamaktadır. İkinci
kuşak modellerde politika daha esnek, kur rejiminin
savunulup savunulmayacağı da kısa vadeli politika
esnekliği ile uzun vadede güvenilirlik arasındaki bir tercih
olarak ortaya çıkmaktadır.
Üçüncü kuşak modellerde ise 1990’larda döviz krizleri ile
banka krizlerinin beraber ortaya çıkıyor oluşu göz önüne
alınarak döviz krizlerinde bankacılık sektörünün rolü ön
plana çıkarılmaktadır.
Finansal krizlerin reel sektörü nasıl etkilediğini, hangi
kanallardan ekonomik aktiviteyi azalttığını maddeler
halinde aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
•
•
•
•
•
•
•
Borçlanma maliyetlerinin yükselmesi
Kredi daralması
Riskten kaçınma
Şirket özsermayeleri azalışları
Hane halkı özsermayelerinin değerlerinin
düşmesi
Döviz kuru değişmeleri
Güven azalışı
Sonuç olarak finansal krizler ister döviz krizleri olarak
ortaya çıksın, ister bankacılık krizi olarak gelişsin, isterse
ikiz kriz olarak patlak versin temelde üretimin düşmesine,
gelirin azalmasına ve çoğunlukla işsizliğin artmasına yol
açmaktadır.
Finansal krizlerin bir ülkede başlayarak finansal krizin
etkilerinin başka ülkelere hızlı ve şiddetli biçimde
yayılmasına finansal krizlerin bulaşma etkisi adı
verilmektedir. Bulaşma etkisinin ortaya çıktığı finansal
krizlerde üç ortak nokta bulunmaktadır. Bunlardan
birincisi krizden hemen önce artan uluslararası sermaye
girişinin kriz sonrasında hızlı ve şiddetli bir biçimde geri
dönmesi. İkincisi krizin başlangıcında Finansal
piyasalardan sürpriz bir açıklama gelmesi (bir bankanın
batması gibi). Son olarak üçüncüsü de bulaşma etkisinin
görüldüğü durumlarda ortak bir borç veren (uluslararası
finansal kuruluşlar, hedge fonları, bankalar vs. gibi)
olmasıdır. Krizlerin nasıl bulaştığını açıklayan farklı
görüşler bulunmaktadır. Bunlarda kısaca aşağıdaki gibi
açıklanmıştır:
2
İKT 301U-PARA VE BANKA
Ünite 3: Finansal Kurumlar ve Piyasalar
Sürü davranışı; Uluslararası sermaye hareketlerinde
sermayenin hızlı ve ani olarak toplu bir şekilde yön
değiştirmesidir. Bir sorunu algılayan sermaye o bölgeden
ayrılmaya başlarınca diğer sermaye öğeleri de bunun
sebebini sormadan araştırmadan aynı bir sürü mantığı ile
hareket etmeleri sebebiyle kriz derinleşmektedir.
Ticari bağlar; Ülkelerin birbirleri ile olan ticari bağlarının
yanında aynı uluslararası pazarlarda birbirleriyle rekabet
ediyor olmaları da krizlerin etkilerinin bulaşmasına
yardımcı olmaktadır. Bu bağlantılar sayesinde kriz
otomatik bir şekilde bulaşıcı hale gelebilmektedir.
Finansal bağlar; Ülkelerin birbirlerine finansal alanlarda
sıkı sıkıya bağlı olması sebebiyle bir bölgede çıkan krizin
çok kısa bir sürede etkileşim içinde olduğu diğer ülke ve
bölgeleri de etkilemesi.
Türkiye’deki finansal krizler bir mercek altına alınıp
incelendiğinde
aşağıdaki
gibi
sonuçlara
ulaşılabilmektedir. Türkiye’nin 1990’lardan itibaren dört
önemli finansal krizden etkilendiği görülebilmektedir. Bu
krizlerden ikisi 1994 ve 2001 yılları krizleri Türkiye’den
kaynaklanan ve bulaşma etkisinin görülmediği finansal
krizler. Diğer ikisi ise 1998 Rusya krizinin ve 2008
küresel krizin Türkiye ekonomisine bulaşması sonucu
ortaya çıkan dış kaynaklı krizlerdir.
Bunlar arasında özellikle 1994 krizi ülkede yanlış
politikalar uygulanması sonucunda oluşan bir kriz olması
sebebi ile kendini diğerlerinden ayırmaktadır. Krizin
öncesine bakıldığında makroekonomik göstergeler (bazı
kronik
sorunlar
dışında)
herhangi
bir
alarm
vermemektedir. Bu yıllarda krizi tetikleyen unsur politika
yapıcıların yüksek düzeydeki kamu borçlanma gereğinin
finansman yöntemini değiştirerek dönemin yüksek reel
faizini düşürme çabaları olmuştur. Karşılıksız basılan para
dövize olan talebi tetiklemiş ve bir döviz krizi ortaya
çıkmıştır. Krizin doruk noktasında hazine hükümetin faiz
düşürme operasyonunun başarısızlığının bedelini yıllık
%400 faizle borçlanmak durumunda kalarak ödemiştir.
İkincisi ise 2001 krizidir. Ülke aşırı yükselmiş olan kamu
borçlarının yükü, yüksek reel faiz, yüksek cari açık ve
diğer makroekonomik göstergeleri nedeniyle yüksek risk
taşımaktaydı. O yıllarda bankacılık kesiminde de ciddi
sorunlar olduğu da göz ardı edilmemelidir. Kamu
bankalarının görev zararları tüm varlıklarının %30’unu
bulmakta idi. Bozuk makroekonomik dengelere ek olarak
yüksek riskli bir bankacılık kesimi bulunmakta idi. İlgili
yıla doğru bazı bankaların Tasarruf Mevduatı sigorta
Fonuna devri güveni azaltıp riski iyice arttırmış idi. Bu
ortamda Merkez bankasının dövizi serbest dalgalanmaya
bırakmak zorunda kalmasıyla bariz olan kriz artık ortaya
çıkarmış oluyordu. Böyle bir ortamda da uluslararası
sermayenin sürü davranışıyla ülkeden çıkış yönünde
hareketlenmesi de krizi doğurmuş ve derinleştirmiştir.
Finansal
Piyasaların
Denetlenmesi
Düzenlenmesi
ve
Finansal kriz dönemlerinde sistemin güvenilirliğinin
düşmesinin ekonomik aktiviteye zarar vermesinden dolayı
ekonomiyi bu tür risklerden korumak amacıyla kamu
kesimi finansal kurumlar üzerinde çeşitli düzenlemeler
uygulamaktadır. Uygulanan düzenlemeler aşağıdaki gibi
sıralanabilir:
•
•
•
•
Giriş kısıtlaması uygulamaları
Şeffaflık
Banka bilançolarının denetlenmesi
Mevduat sigortası uygulaması ,
gibi finansal kurumların güvenilirliğini arttırmak amacıyla
kamu düzenlemeleri yapılmaktadır.
3
İKT301U-Para ve Banka
Ünite 4: Bankacılık Sektörü ve Banka Yönetimi
Bankacılık Sektörü Bilançosu
Türkiye’de bankaların finansal sektörden %78’lik bir pay
alması, bankaların finansal sektör için ne kadar önemli
olduğunu göstermektedir. Bankaları mevduat ve kalkınma
ve yatırım bankaları olarak iki ana grupta toplayabiliriz.
Bu iki banka türü arasındaki temel fark kullanılan fonların
kaynağıdır. Mevduat bankaları temelinde ticari işletmeler
olduğundan, ticari faaliyetlerini gösteren mali tablolar
oluşturmak zorundadır. Bilanço adı verilen bu mali tablo,
bir şirketin veya kişinin belirli bir dönemde mali durumu
hakkında bilgi vermektedir. Her ticari işletmeler gibi
bankaların da bir takım görevleri bulunmaktadır.
Bankaların temel aracılık görevi, bünyelerinde toplamış
oldukları fonları, ihtiyacı olan iktisadi birimlere kredi
vererek fon akışı sağlamaktır. Bankalar kredi olarak
dağıtmadığı fonları, finansal piyasalarda satılan kamu
borçlanma senetleri benzeri menkul kıymetlerde
değerlendirebilirler.
Varlıklar: Bankacılık sektöründeki varlıkları, rezervler,
menkul kıymetler, krediler ve diğer varlıklar olarak dört
başlık altında toplayabiliriz.
• Rezervler: Bankalar yasal olarak topladıkları
mevduatın Merkez Bankası tarafından belirlenen
bir orana karşılık gelen kısmını Merkez
Bankasında tutmak zorundadır. Bu karşılığa
zorunlu karşılıklar denilmektedir. Yasal olarak
toplanan her bir liralık mevduatın belli bir
oranının zorunlu karşılık olarak tutulması
gerekmektedir.
Merkez Bankası tarafından
belirlenen bu orana zorunlu karşılık oranı adı
verilmektedir.
• Menkul Kıymetler: menkul kıymetler temelde,
hazine ve devlet tahvilleri ve bonoları ve özel
sektör tahvilleri ve bonoları gibi borç
senetlerinden oluşmaktadır. Bankalar, riski düşük
ve likiditesi yüksek menkul kıymetlere öncelik
vermektedirler.
• Krediler: Bankacılık sisteminde krediler, menkul
kıymetlere göre daha düşük likiditeye sahip
olmasına rağmen bankaların varlıkları arasında
en önemli kalem olarak görülmektedir.
Yükümlülükler: Bankanın borcu olarak da görülebilen
yükümlülükler, mevduatlar, kullanılan krediler ve repo
işlemlerinden sağlanan fonlar olarak üç grupta
toplanabilir.
• Mevduatlar: Mevduatlar bankaların en temel
kaynağı
tasarruf
sahiplerinin
biriktirdiği
fonlardır. Türkiye’deki bankacılık sistemine göre
mevduatlar sahipliğe göre üçe ayrılırlar: tasarruf
mevduatı, ticari mevduat, resmi mevduat. Temel
anlamda kişiler tarafından bankalarda açılan
hesaplara tasarruf mevduatı, şirketler tarafından
açılan hesaplara ticari mevduat, kamu kurum ve
kuruluşlarınca açılan hesaplara resmi mevduat
adı verilir. Başka bir sınıflandırma ise mevduatın
vadesi yapısına göre yapılır. Buna göre banka
müşterisinin koşulsuz olarak bankadan parasını
çekebildiği banka hesaplarına vadesiz mevduat
adı verilir. Ancak bankaya yatırılan para belirli
bir vade sonunda alınabilirse yani paranın
bankadan çekilebilmesi için bir belli bir sürenin
geçmesi gerekiyorsa buna vadeli mevduat adı
verilir. Bu iki hesap türü arasındaki temel fark,
vadeli hesap sahibine banka tarafından faiz
ödemesi yapılırken, vadesiz hesap sahibine
herhangi bir faiz ödemesi yapılmamasıdır.
Ayrıca bankacılık sisteminde bu mevduat
türlerinin yanında döviz tevdiat hesabı da
bulunmaktadır.
Döviz
tevdiat
hesapları,
bankalarda yabancı para cinsinden tutulan vadeli
veya vadesiz mevduatlardır.
• Kullanılan Krediler: Bankalar mevduat toplamak
dışında borçlanarak da fon toplayabilirler.
Bankaların son borçlanma mercii olan Merkez
Bankasından aldıkları kredilere reeskont kredisi
adı verilir. Bankalar Merkez Bankasından almış
olduğu kredi karşılığında Merkez Bankasına
reeskont faizi ödemek zorundadırlar. Son yıllarda
bankalar açısından en önemli borçlanma tipi
yurtdışından alınan kredilerdir. Ancak bankalar
almış oldukları bu krediler karşısında kur riski ile
karşı karşıya kalacaktır. Bu durumda bankaların
bilançosunda döviz, altın cinsinden sahip olunan
varlıkların aynı cinsten borçları karşılayamaması
durumunu açıklayan açık pozisyon durumunu
yaratacaktır,
• Repo İşlemlerinden Sağlanan Fonlar: Bankalar
açısından son yıllarda artan öneme sahip bir
kaynak da repo işlemlerinden sağlanan fonlardır.
Bu kaynak IMKB bünyesindeki repo piyasasında
gerçekleştirilen işlemlerden sağlanmaktadır.
Repo ve ters repo özetle tahvil karşılığında kısa
vadeli borç alma ve verme işlemidir. Repo (Ters
repo) yazılı bir sözleşme çerçevesinde
belirlenmiş bir vadede, belirlenmiş bir fiyattan
geri almak (geri satmak) üzere bir menkul
kıymet satma (alma) işlemidir. Repo işleminde
değişilen menkul kıymetler genellikle sabit
getirili ikincil piyasada işlem gören, devlet
tahvili ve hazine bonosu gibi varlıklardır. Repo
piyasasına yetkili bankalar, Merkez Bankası ve
yetkili aracı kuruluşlar katılırlar. Bankaların bu
piyasadan sağladığı kaynak daha çok bankaların
kısa dönemli rezerv açıklarını karşılamak ve
likidite
sorunlarını
çözmek
amacıyla
kullanılmaktadır ve karşılığında repo faizi
ödenmektedir.
Özkaynaklar: Bankanın özkaynakları (banka sermayesi)
toplam varlıkları ile toplam yükümlülükleri arasındaki
farktır. Banka varlıklarındaki herhangi bir değer kaybı
karşısında, özkaynaklar bankanın borçlarını ödeyememe
ve batma riskine karşı sigorta görevini üstlenir.
• Türkiye’de Bankacılık Sektörü Bilançosundaki
Önemli Kalemlerin Gelişimi: Bankacılık
sektörünün en önemli varlık kalemi olan
kredilerin toplam varlıklar içerisindeki payını
1
İKT301U-Para ve Banka
Ünite 4: Bankacılık Sektörü ve Banka Yönetimi
gösteren S:93 Şekil 4.1.’e göre Türkiye’de dört
dönemde kredilerin toplam varlıklardan almış
olduğu pay düşüş göstermektedir. Bu dört
dönemden birincisi 1986-1988 dönemi, ikincisi
1991-1994 dönemi, üçüncü ve en büyük düşüş
1998-2002 dönemi ve son olarak 2008-2009
arasıdır. Bankacılık sektörünün temel fonksiyonu
finansal sektördeki fon fazlasını toplayarak
ihtiyaç duyan ekonomik birimlere aktarmak yani
kredi vermektir. Ancak çeşitli nedenlerle (reel
faizin çok yükselmesi gibi) bankalar için kredi
vermek yerine menkul kıymet tutmak daha kârlı
hale gelirse bu durumda bankalar temel aracılık
fonksiyonlarını yerine getiremez ve ekonominin
büyümesinde sıkıntılar ortaya çıkar. Bu
çerçevede tarihsel olarak bankaların toplam
varlıklarına oranla en az kredi yarattıkları yıllar
1998-2002 yılları arası olmuştur. Bu kredi
daralması dönemi Türkiye ekonomisinin %7,5
oranıyla tarihsel olarak en çok küçüldüğü kriz
yılının öncesine denk düşmektedir. Diğer taraftan
bankaların bilançolarının yükümlülükler kısmına
bakıldığında bankacılık sisteminin temel
kaynağının mevduatlar olduğu söylenebilir. S:94
Şekil 4.2’e göre, Türkiye’de 1992-2005 yılları
arasında
bankacılık
sisteminin
topladığı
mevduatların yarısına yakın kısmını döviz
tevdiat hesabı oluşturmaktadır. DTH hesaplarının
özellikle kur belirsizliğinin arttığı ve Türk
Lirası’nın değer kaybettiği 1994 yılında %50 ile
ilk sıçramayı yaptığı daha sonra 2001-2002
yıllarında %55 seviyesine çıkarak rekor kırdığı
görülmektedir. Son yıllarda makroekonomik
göstergelerin iyileşmesi ile birlikte Türk
Lirası’nın
değer
kazanmaya
başlaması,
DTH’larının öneminin azalttığı görülmektedir.
Temel Bankacılık
Bankalar, ticari işletmeler olduğundan ve her ticari
işletme gibi temelde kâr etmek amacını güderler. Bankalar
temel bankacılık işlemi sırasında bir tür varlık dönüşümü
yapmaktadırlar. Bankalar vadesi daha uzun olan kredi
verebilmek için daha kısa vadeli olan mevduat hesapları
aracılığıyla kaynak toplamaktadır yani kısa vadeli araçları
uzun vadeliye dönüştürmektedir. Bankalar aracılık
fonksiyonunu gerçekleştirirken piyasalarda vadeleri
uzatmakta ve riskleri azaltmaktadır.
•
•
Banka Yönetimi
Banka yönetimi sorunlarını, likidite yönetimi, varlık
yönetimi, yükümlülük yönetimi, özkaynak yönetimi, faiz
riski yönetimi olarak beş başlık altında toplayabiliriz.
• Likitide Yönetimi: Bankaların kaynaklarını
serbest rezerv olarak tutmaları durumunda
alternatif maliyeti kredi ve menkul kıymetler gibi
faiz getirisi olan gelirden vaz geçmeleridir.
Banka yöneticileri rezerv açığını kapatmak
amacıyla üç yönteme başvurabilir. Birincisi,
banka borç alabilir yani kredi kullanma
yöntemine gidebilir. Kullanılan bu kredinin
•
doğal olarak bir maliyeti olacaktır ve buda
krediye ödenecek faizdir. Eğer banka Merkez
Bankasından kredi kullandıysa yani reeskont
kredisi aldıysa reeskont faiz oranına tabi
olacaktır. Eğer bankalar arası piyasadan
borçlandıysa buradaki faiz oranında bir maliyet
oluşacaktır. Banka likidite ihtiyacını yurtdışından
karşılamayı tercih ediyorsa uluslararası faiz
oranını ödeyecektir. Bankanın rezerv açığını
kapatmasının ikinci yolu ise, menkul kıymet
satmasıdır. Son olarak banka rezerv ihtiyacını
verdiği kredileri azaltarak da karşılayabilir.
Varlık Yönetimi: Kâr etmeyi amaçlayan bankalar
bu amaca yönelik olarak düşük riskli, yüksek
getirili ve yüksek likiditeye sahip varlıkları tercih
ederler. Ancak bu üç özelliği aynı anda sağlamak
kolay olmayacağı için bankanın yapması gereken
dört temel ilke bulunmaktadır. Bunlardan
birincisi kredilerin riskini düşük tutmak gerekir.
kredilerin geri ödenmeme riskine kredi riski adı
verilir ve bankaların karşılaştığı en önemli
risklerden biridir. bankalar öncelikli olarak
borcunu zamanında ödeyecek ve mümkün olan
en yüksek faizi ödeyebilecek kredi müşterileri
bulmaya çalışırlar. Kredi veren bankanın
müşterisinin kredi riskini değerlendirebilmesi ve
kredi verirken tutucu davranması beklenir.
İkincisi ise, bankaların menkul kıymetler
portföyünün yüksek getiri ve düşük faiz getiren
varlıklardan oluşması gerekir. Bir diğer temel
ilke ise, varlık yönetiminde riski düşürmek için
varlık çeşitliliğini sağlamak gereklidir. Varlık
çeşitliliği sahip olunan portföydeki varlıkların
getirilerinin birbirinden farklı yönde hareket
etmesidir. Son temel ilke olarak, likidite
yönetimine önem vermesidir.
Yükümlülük Yönetimi: Finansal sektörün
küreselleşmeye başlamasından önce bankaların
mevduat toplamak dışında bir kaynağı yoktur.
Küreselleşme ve bankacılık sektöründeki
teknolojik gelişme ile birlikte mevduat dışı
kaynakların banka yükümlülükleri içindeki
payında tüm dünyada artış olmuştur. Bankaların
daha çok mevduat çekebilmek için faiz üzerinden
birbirleriyle rekabete girmeleri genellikle
faizlerin yükselmesi sonucunda sektörün
risklerini arttıracağı için söz konusu değildir.
Bunun yerine bankalar daha çok mevduat
çekebilmek için mevduat sahiplerine sundukları
hizmetler aracılığı ile birbirleri ile rekabet
etmektedirler.
Özkaynak Yönetimi: Özkaynak yönetiminin en
temel özelliği sermaye yeterliliğini sağlamaktır.
Bankalar özkaynaklarının ne kadar olması
gerektiği konusunda karar verirken üç noktaya
önem verirler. Öncelikle bankaların özkaynağı
iflas riskine karşı sigorta görevi görür.
Özkaynakları yüksek bankaların varlıklarının
2
İKT301U-Para ve Banka
Ünite 4: Bankacılık Sektörü ve Banka Yönetimi
değeri borçlarından yüksektir. İkinci olarak
özkaynakların ne kadar yüksek olduğu banka
sahiplerinin, yani bankanın hissedarlarının ne
kadar getiri elde edeceğini belirler. Son olarak
yasal olarak bankaların özkaynaklarının belirli
bir sermaye yeterlilik oranının altına inmesine
izin verilmez. Uluslararası Basel II uzlaşısına
göre sermaye yeterlilik oranının en alt limiti %8
olmak zorundadır. Özkaynakların yüksek olması,
birtakım avantajlar sağlamasının yanı sıra ayrıca
banka sahiplerinin getirisini de belirler. Bu
durumun anlaşılabilmesi için iki orana bakmak
gerekir: birincisi,
Varlık getiri oranı (ROA)= Vergi sonrası net kar
/ toplam varlıklar
bu oran bankanın faaliyeti sonucunda 1 liralık
varlık başına hangi oranda kâr ettiğini gösterir.
Bu anlamda ROA oranı bir bankanın ne kadar
etkin
işletildiğinin
ölçüsüdür.
ROA’nın
yükselmesi varlıkların daha kârlı hâle geldiğini
göstereceğinden arzu edilen bir durumdur ve
bankanın etkinliğinin arttığına işaret eder. Diğer
bir kârlılık göstergesi ise banka sahiplerinin
hangi oranda kâr ettiğini gösteren
Özkaynak Getiri Oranı (ROE) = Vergi sonrası
net kar / özkaynaklar
bu oran, banka sermayedarlarının bankaya
yatırdıkları her 1 lira sermaye karşılığında ne
oranda kâr ettiklerini gösterir. Bu iki kârlılık
oranını, toplam varlıkların özkaynaklara oranını
gösteren Özkaynak Çarpanı Oranı (EM) ile
ilişkilendirebiliriz.
Özkaynak Çarpanı= Toplam varlıklar /
Özkaynak buradan şöyle bir bağlantı kurulabilir:
ROA x EM = ROE
belirli bir varlık getiri oranı için bankanın
sermayesi ne kadar düşükse özkaynak getiri
oranı o kadar yüksek olacaktır. Bu sonucu
bankanın ortakları açısından değerlendirecek
olursak bankada daha az sermaye tutmanın
avantajlı olduğu sonucuna varabiliriz. Banka
sahiplerinin çıkarı daha az sermaye tutmak
yönündedir.
•
Risk Yönetimi: Bankalar açısından risk
yönetimini, likidite riski, kredi riski, faiz riski,
piyasa riski ve kur riski olarak beş ana başlık
altında toplayabiliriz. Birincisi, likidite riski
bankadan beklenmedik ve yüksek oranlarda
mevduatın çıkması olasılığı olarak tanımlanır.
İkincisi kredi riski, verilen borçların geri
ödenmemesi olasılığıdır. Bankanın bu riski
azaltması için, bilgi eksikliğini gidermesi
gerekmektedir. Üçüncüsü, faiz riski faiz
dalgalanmaları sonucunda bankanın kârının
düşme riskidir. Bankaların yükümlülükleri
genelde kısa vadeli iken, bankanın varlıklarının
uzun vadeli olması, faiz oranlarındaki bir
değişiklik karşısında bankanın gelir ve gider
kalemlerini farklı şekilde etkileyebilir. Bankalar
açısından, değişen faizli yükümlülükleri değişen
faizli varlıklarından fazla ise, bankaların kârları
faizlerle ters yönlü hareket eder; faizler
yükselirken kârlar düşer, faizler düşerken karlar
yükselir. Bu durumda banka yöneticilerin
bankanın varlıklarını ve yükümlülüklerini
değişen faiz karşısında nasıl bir ayarlama
içerisine gireceklerini açık analiz yöntemi ile
belirlerler. Açık analiz, banka kârının bir faiz
değişikliği sonucunda ne kadar değişeceğini
hesaplama yöntemidir. Açık analiz;
(∆∏ = GAP x ∆i)
Burada; ∆∏ (Banka karındaki değişkenlik) GAP
(değişen faizli bilanço açığı = değişken varlıklar
– değişken faizli yükümlülükler), i (beklenen faiz
değişikliği). Risk yönetiminin dördüncü başlığı
olan piyasa riski, bankaların finansal piyasalarda
yaptıkları menkul değerler işlemleri sonucunda
zarar etme riskidir. Risk yönetimini son başlığı
olan kur riski, bankaların taşıdıkları döviz
pozisyonu
nedeniyle
döviz
kurundaki
değişikliklerin sonucunda kârlarının düşme
riskidir.
3
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 5: Para Arzının Belirlenmesi ve Para Piyasasında Denge
Para Arzının Belirlenmesi
Para arzı (M1), dolaşımdaki para (C) ve vadesiz
mevduatlardan (D) oluşmaktadır. M1 para arzı olarak
ifade ettiğimiz para tanımı dar tanımlı para olarak
bilinmektedir. Para arzı tanımı içerisinde ticari bankaların
ve banka müşterilerinin belirlediği vadesiz mevduat
kalemi de yer almaktadır.
Para arzını belirleyen iki temel değişken parasal taban ve
para çarpanıdır. Para çarpanının değeri ve ekonomideki
para arz miktarını etkileyen üç ekonomik birim söz
konusudur:
1.
2.
3.
Merkez bankası
Bankacılık sistemi
Banka dışı kesim (Mevduat sahipleri)
Para Arzının
Bankaları
Belirlenmesi
Yönüyle
Merkez
Merkez bankasının günlük işlemleri para arz sürecinde
önemlidir. Bu sebeple merkez bankası bilançosunu
oluşturan aktif ve pasiflerin değişimine bakmamız
gerekmektedir.
Merkez
bankası
pasifinde
(yükümlülükler), dolaşımdaki para ve rezerv kalemleri yer
almaktadır. Pasif kalemindeki değişiklikler para tabanında
da değişime neden olacaktır.
1.
2.
Dolaşımdaki para, banka dışı kesimin elinde
tuttuğu nakit para olarak tanımlanmaktadır.
Rezervler, serbest rezervler ve zorunlu
karşılıkların toplamına eşittir. Bankalar ani
mevduat çıkışları durumda mevduat sahiplerine
karşı olan sorumlulukları gereği Merkez
bankasınca belirlenen zorunlu karşılık oranını
tutmaktadırlar. Merkez bankasında tutulan bu
rezervlere ise zorunlu karşılık denilmektedir.
Merkez
bankalarınca
belirlenen
zorunlu
karşılığın yanı sıra bankalar, yatırım fırsatlarını
değerlendirebilecek likit bir kaleme sahip olma
amacıyla zorunlu karşılık oranı üzerinde bir
miktarı nakit olarak tutabilirler. Bu duruma ise
serbest rezerv denilmektedir. ( Rezervler =
Zorunlu Rezervler + Bankaların Serbest
Rezervler)
Merkez bankasının aktif kaleminde ise aşağıdaki kalemler
bulunmaktadır.
1.
2.
3.
Döviz rezervleri,
Menkul kıymetler,
Reeskont krediler.
Merkez bankası bilançosundaki pasif kaleminin bir
maliyeti söz konusu değilken, aktif kaleminin faiz getirisi
söz konusudur.
Merkez Bankası ve Parasal Tabanın Kontrolü
Parasal taban, dolaşımdaki para (C) ile banka rezervleri
(R) toplamından oluşmaktadır (MB = C + R). Parasal
taban, merkez bankasının kendi dışındaki kesimlere yani
bankacılık kesimi ve banka dışı kesimlere karşı
yükümlülüğü ifade etmektedir. Dolaşımdaki para; merkez
bankasının parayı bulunduran şirketlere ve hane halkına
karşı sorumluluğunu, rezerv para; merkez bankasının diğer
bankalara karşı yükümlülüğünü ifade etmektedir.
Merkez bankası faiz haddini istediği düzeyde tutabilmek
için para talebine uygun para arzı yaratmak zorundadır.
Dolayısıyla, faiz haddini değiştirdiğinde para arzı da
değişecektir. Merkez bankası parasal taban üzerinde etkili
olabilmek için kullanacağı öncelikli araç açık piyasa
işlemleridir. Açık piyasa işlemleri, merkez bankasının
tahvil ve bono piyasasından kamu kesimi menkul
kıymetlerini alıp satmasıdır. Doğrudan menkul kıymet
alımı ile parasal tabandaki artış kalıcı, geri satım vaadiyle
alım (repo) işlem yaptığında parasal tabanda artış geçici
olacaktır. Açık piyasa işlemleriyle satım yaptığında ise
parasal taban üzerindeki etki tam ters yönde olacaktır(
Merkez bankası parasal tabanı azaltmak istiyorsa açık
piyasa işlemlerini kullanarak devlet tahvili satabilir).
Para Arzının Belirlenmesi Yönüyle Bankacılık
Sektörü
Para arzını etkileyen aktörlerden biri merkez bankası iken,
diğeri bankacılık sektörüdür. Bankacılık sektörü, parasal
taban ve para arzı yoluyla dolaşımdaki para miktarını
etkileyerek elindeki serbest rezervleri tekrar piyasaya
kredi verme yöntemiyle dâhil etmesiyle kaydi para
yaratarak para arzını artırır. Kaydi para, bankalar
tarafından yaratılan para mevduatlarından ve muhasebe
kayıtlarından oluşan basılı olmayan paradır. Bankacılık
sisteminin para arzını arttırması kaydi para çarpanı veya
mevduat çarpanı dediğimiz yöntem ile hesaplanır.
Bölümde anlatılan varsayımlar altında bankanın rezerv
miktarı, mevduat miktarı(D) ile zorunlu karşılık oranının
(𝑟! ) çarpımına eşit olacaktır.
Para Çarpanın Elde Edilmesi
Parasal taban büyük ölçüde merkez bankası tarafından
kontrol edilmekteyken toplam para arzı miktarı parasal
tabanın belirli bir katı kadardır. Toplam para arzı miktarını
parasal taban ile ilişkilendirmemize yarayan çarpan
değerini bulmak için, para arz miktarının dört değişkene
bağlı olarak oluşmaktadır.
Para arzı miktarını M1 ve parasal tabanı MB ile
gösterirsek çarpanın (m) değerine aşağıdaki eşitlikle
ulaşırız.
M1 = m × MB
1.
Parasal taban, büyük ölçüde merkez bankası
tarafından kontrol edilmektedir.
1
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 5: Para Arzının Belirlenmesi ve Para Piyasasında Denge
2.
3.
4.
Bankacılık sektörü ve banka dışı kesimin
davranışlarının değişmediği ortamda, parasal
tabanın artışı para arzını arttıracaktır.
Zorunlu karşılık oranı merkez bankasınca
belirlenir
Serbest rezerv oranı, bankacılık sektörü
tarafından belirlenir. Merkez bankasının parasal
tabanı sabit tuttuğu ortamda zorunlu rezerv oranı
ve serbest rezerv oranı değişkenlerinden birinde
meydana gelecek artış, para çarpanının değerini
küçülterek para arzını azaltacaktır.
Nakit oranı, banka dışı kesimin kararlarına bağlı
olarak belirlenir.
Banka dışı kesimden bir kişi, bankada bulunan mevduatını
çekip nakit olarak tutmaya başlarsa dolaşımdaki para
miktarını arttıracak ve rezerv miktarını azaltacaktır.
Bankacılık kesiminin rezervlerindeki her bir birimlik
artışın, bir birimden fazla mevduat artışına yol açtığını
biliyoruz.
Para Piyasasında Denge
Bir ekonomide tüm bireylerin ve kurumların hemen
harcanabilir durumda bulundurmak istediği para stokuna
para talebi denir. Para miktarını belirleyen üç faktör
vardır:
1.
2.
Fiyat düzeyi, fiyatlarda meydana gelen bir artış
aynı miktarda mal ve hizmeti satın alabilmek için
daha fazla miktarda para gerektireceği için
nominal para talebiyle fiyatlar arasında doğru
yönlü ve oransal bir ilişki söz konusudur.
Nominal para miktarı, para birimi cinsinden
ölçülen para miktarına denilmektedir. Nominal
para talebi; ekonomik birimlerin farklı amaçlarla
ellerinde bulundurmak istedikleri nakit para veya
ödeme aracı olarak kullanabileceği para benzeri
diğer varlıkların toplamıdır. Reel para miktarı
ise, sabit fiyatlarla ölçülen para miktarıdır ve reel
para talebi miktarımız fiyat düzeyinde
bağımsızdır.
Reel gelir, bireylerin ve şirketlerin tutmak
istedikleri para miktarı harcamalarına bağlıdır.
Gelirle harcama arasında doğru yönlü bir ilişki
söz konusudur. Bu sebeple gelir arttıkça
harcamalar artacak, harcamalara bağlı olarak da
para talebi artacaktır.
3.
Faiz oranı, ödünç alınan para fiyatıdır. Bir
varlığın fırsat maliyeti arttıkça ekonomik birimler
o varlığın ikamesi arayışına girerler. Böyle bir
durumda para tutmanın fırsat maliyeti arttıkça
diğer koşullar sabitken, reel para tutma talebi
azalır. Paranın alternatif maliyeti ise, para tutarak
elde ettiğimiz faiz getirisi (sıfır) ile para yerine
başka varlık tutmamız durumunda elde
edeceğimiz faiz getirisi arasındaki fark olarak
belirlenir. Faiz oranlarının düşük olduğu bir
ortamda kaybedilen faiz kazancı anlamındaki
maliyet düşük olacaktır.
Faiz oranları yükseldikçe ise,
maliyette
yükselecektir. Bu nedenle faiz oranları ile para
talebi arasında negatif yönlü bir ilişki söz
konusudur.
Para talebi eğrisi, para tutmayı etkileyen diğer bütün
faktörler sabitken talep edilen reel para miktarı ile faiz
oranı arasındaki ilişkiyi gösterir. Gelir ve fiyatlar genel
düzeyi sabitken bireyler tutmak istedikleri para miktarı ile
faiz oranı arasındaki ters yönlü ilişkiyi göstermektedir. Bu
sebeple para talebi eğrisi negatif eğimlidir. Faiz
oranındaki artış ve azalışların etkisi para talebi eğrisi
üzerinde değişikliklere sebep olur. Faiz oranları dışında
reel gelirimizdeki azalma para talebini azaltarak para
talebi eğrisi sola doğru kaydırırken, gelirdeki artış eğrinin
sağa kaymasına neden olur.
Para Piyasasında
Belirlenimi
Denge
ve
Faiz
Oranının
Para piyasasında denge para arz ve talebinin eşitlendiği
noktada gerçekleşecektir. Para arzı eğrisi ( 𝑀 ! ) para
tutmayı etkileyen diğer tüm şartlar sabitken para arzı stoku
ile faiz oranı arasındaki ilişkiyi gösterir ve bu ilişki
pozitiftir. Para arzı ve talebinin eşit olduğu noktada denge
faiz oranı belirlenecektir. Faiz oranının, denge faiz
oranından büyük olduğu durumda arz fazlası oluşacak
tersi durumda ise talep fazlası oluşacaktır.
Para arzı ile para talebi (D) noktasında birbirine
eşitlenecek ve bu noktada denge faiz oranı belirlenecektir.
Faiz oranlarının, denge faiz oranının üstüne çıktığı bir
noktada para arzı, para talebinden büyük olacaktır. Para
arzının para talebinin üzerine çıkması neticesinde
bireylerin ellerindeki para miktarı, tutmak istedikleri para
miktarından fazla olacaktır. Bu durumda, bireyler tutmak
istedikleri miktarın üzerindeki parayla faiz getirisi olan
tahvil satın alacaklardır.
2
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 6: Para Politikası ve Parasal Aktarım Mekanizması
Parasal Aktarım Mekanizması
Parasal
aktarım
mekanizması,
para
politikası
uygulamalarının üretim ve fiyatlar genel düzeyi
değişenlerini hangi kanallar aracılığıyla ne kadar bir
gecikmeyle ne ölçüde etkilediğini incelemektedir.
Başka bir deyişle merkez bankalarının para politikası
uygulamaları öncelikle kısa vadeli faiz hadlerini
değiştirmektedir. Bu değişikliklerin de toplam talep
üzerinde değişiklikler yaratması sonucu; üretim, istihdam
ve fiyat düzeylerinde farklılıklar oluşmaktadır. Oluşan bu
değişiklikler zincirine parasal aktarım mekanizması denir.
Parasal aktarım
içermektedir.
•
•
•
•
mekanizması
aşağıdaki
maddeleri
Faiz Kanalı
Döviz Kuru Kanalı
Kredi Kanalı
Varlık Fiyatları Kanalı
Parasal Aktarım Mekanizmasında Gecikme
Sorunu
Merkez bankaları, fiyat istikrarını ve finansal istikrarı
sağlamak gibi iki temel amacı gerçekleştirmek için hangi
politika
araçlarını
kullanacaklarını
belirlemek
zorundadırlar. Bu süreçte para politikasını uygulayanların
yaşadıkları problemlerden biri gecikme sorunudur.
Uygulanan para politikasının hedef değişkenler üzerinde
etki göstermesi zaman alabilir ve hedeflenen amaçlara
ulaşılması gecikebilir. Para politikasının uygulanmasında
iki tür gecikme söz konusudur:
1.
2.
İç Gecikme
Dış Gecikme
Maliye Politikası ve Para Politikası Arasındaki
Etkileşim
Para politikasından arzu edilen sonuçların alınması için
maliye politikasının da para politikası ile uyumlu olması
gerekmektedir. Başka bir deyişle, parasal aktarım
mekanizmalarının sağlıklı işleyebilmesi için maliye
politikası ile para politikasının uyumu önemlidir.
Maliye politikası ile para politikası arasındaki etkileşimin
daha iyi anlaşılması için öncelikle üzerinde durulması
gereken konular vardır. Bunlar;
a.
b.
c.
Kamu borcu ve açıkların finansman ı
Sevimsiz monetarist aritmetik
Mali baskınlık ve parasal baskınlık
Kamu Borcu ve Açıkların Finansmanı: Hane halklarının
ve şirketlerin olduğu gibi bir devletin de harcamaları
gelirinden fazla olabilir. Harcamaları gelirinden fazla olan
bir devletin bu açığın finansmanı için borç alması gerekir.
Bu finansman üç şekilde ortaya çıkabilir; kendi parası
cinsinden borçlanabilir, yabancı para cinsinden
borçlanabilir ve son olarak merkez bankasına para
bastırarak o parayı kendisine borç olarak vermesini
isteyebilir.
Sevimsiz Monetarist Aritmetik: Maliye politikasının
disiplinsiz olması ve para politikası ile arasında bir
uyuşmazlık olması durumunda parasal genişlemeden
kaçınılmasının uzun dönemde daha yüksek bir
enflasyonist etki doğurabileceğini gösteren durumdur.
Mali Baskınlık ve Parasal Baskınlık: Mali baskınlık kısaca
yüksek bütçe açığı ve enflasyonu az önemseyen bir
ekonomik yapı olarak açıklanabilir. Parasal baskınlık ise,
para politikasını uygulamakla yükümlü Merkez
Bankası’nın para politikasını bağımsız bir şekilde
oluşturduğu, maliye politikasını ise bütçe açıklarını para
politikası hedeflerini destekleyecek şekilde belirlediği bir
ekonomik yapıdır.
Enflasyon ve Enflasyonun Maliyetleri
Bir ekonomide fiyatlar toplam talep ile toplam arzı
dengelemek üzerine değişmektedir. Buna göre bir
ekonomide toplam talep toplam arzı aşarsa fiyatlar genel
düzeyi yükselecektir. Fiyatlar genel düzeyindeki sürekli
artış ise enflasyon olarak tanımlanmaktadır.
Yıllık fiyat artışlarının yıllar, hatta on yıllarla ölçülen uzun
dönemler boyunca yüksek rakamlarda seyretmesi ise
kronik enflasyon olarak tanımlanmaktadır.
Enflasyonun Hesaplanması ve Fiyat Endeksleri
Ülke genelindeki fiyatlar genel düzeyindeki değişmeler,
fiyat endekslerinden yararlanılarak hesaplanmaktadır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) fiyatlar genel
düzeyinde gerçekleşen değişimleri izlemek amacıyla,
üretici fiyatları endeksi (ÜFE) ve tüketici fiyatları endeksi
(TÜFE) olmak üzere iki fiyat endeksi yayınlamaktadır.
TÜFE hane halklarının tüketim harcamalarında yer alan
mal ve hizmetlerin belirli zaman aralıklarında
fiyatlarındaki değimleri göstermektedir. ÜFE ise tarım,
imalat sanayi, madencilik ve enerji sektörlerinde üretimi
yapılan malların, üretici tarafından yurtiçi peşin satış
fiyatlarındaki değişimleri göstermektedir.
Endekslerin hazırlanmasında ise öncelikle bir baz yılı
seçilir. Belirli malları içeren bir sepet oluşturulur ve bu
sepetin baz yıldaki parasal değeri tespit edilir. Takip eden
yıllarda yine aynı sepetin aldığı değer tespit edilerek fiyat
karşılaştırasında bulunulur.
Tüketici fiyat endeksinin amacı hane halkları tarafından
belirli bir ihtiyacı karşılamak amacıyla satın alınan mal ve
hizmetlerin genel fiyat düzeyindeki değişimini ölçmektir.
Ancak piyasadaki tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarının
izlenmesi imkânsız olduğu için hane halklarının yaptıkları
tüketim harcamaları içinde en fazla paya sahip mal ve
hizmetler kapsama alınmaktadır. Aynı şekilde üretici
fiyatları endeksinde ülke ekonomisi içinde üretimi yapılan
tüm malların fiyatlarının takip edilmesi imkânsızdır. Bu
nedenle, ürünün toplam satış değerinin, toplam satış
gelirinden aldığı paya göre bir seçim yapılmaktadır.
1
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 6: Para Politikası ve Parasal Aktarım Mekanizması
Enflasyonun merkez bankaları için neden bu kadar önemli
olduğu, ekonomide yarattığı maliyetler ve yüksek
enflasyondan kimlerin zarar gördüğü konusu da oldukça
önemlidir. Bu konular; beklenmeyen enflasyon maliyetleri
ve beklenen enflasyon maliyetleri başlıklarıyla
açıklanabilmektedir.
Beklenmeyen
Enflasyon
Maliyetleri:
Önceden
öngörülemeyen enflasyon ekonomik birimlere üç farklı
maliyet yaratır. Bunlar; fiyatların yanlış belirlenmesi,
servetin borç alanlar ve borç verenler arasında yeniden
dağılımı ve son olarak geleceğe ilişkin belirsizliklerin
artması olarak belirtilebilir.
Fiyatların yanlış belirlenmesi aynı zamanda bireylerin ve
firmaların arz ve talep kararlarının hatalı olmasına neden
olacaktır. Bu durumu özellikle para yanılgısı yol açar.
Para yanılgısı, fiyatlar genel düzeyindeki artışa bağlı
olarak paranın satın alma gücünde ortaya çıkan düşüşün
ekonomik birimler tarafından anlaşılamamasıdır.
Beklenmeyen, aynı zamanda, servetin, kredi verenlerden
(alacaklılar), kredi kullananlara (borçlular) doğru yeniden
dağılımına yol açar. Yani enflasyon, borçluların lehine,
alacaklıların aleyhine bir durumdur.
Beklenmeyen enflasyonun maliyetleri, enflasyon oranı
yükseldikçe artmaktadır. Enflasyon oranı yükseldikçe
bireyler bir sonraki dönemde enflasyon oranının artacağı
veya azalacağı konusunda daha büyük bir belirsizlik ile
karşı karşıya kalacaktır. Bu belirsizlik ekonomik
birimlerin kredi kullanma veya yatırıma başlama gibi
konularda verdikleri kararlardan vazgeçmesine yol
açabilir.
Beklenen Enflasyon Maliyetleri: Ekonomik birimler
gerçekleşecek enflasyonu tam olarak tahmin etseler bile,
enflasyon ekonomiye bazı maliyetler yükler. Beklenen
enflasyonun yarattığı maliyetleri dört maddede
sıralayabiliriz.
•
•
•
•
Enflasyon para bulunduranların gizli bir
enflasyon vergisine maruz kalmasına yol açar.
Enflasyon vergisi, ellerinde para bulunduranların
sermaye
kaybına
uğraması
şeklinde
tanımlanabilir.
Fiyat kataloglarını sürekli değiştiren firmalar
“menü maliyeti” ile karşı karşıya kalır. Yeni
katalogların basılması ve dağıtılması gibi
unsurlar menü maliyetlerini oluşturmaktadır.
Enflasyon nominal geliri sabit olan bireyleri
doğrudan negatif etkiler.
Enflasyon vergi sisteminin etkinliğini azaltarak
tasarruflar ve yatırımlar üzerinden negatif etki
yaratır. Bu durumun nasıl gerçekleştiğini bir
örnekle açıklamak, konuyu daha anlaşılır
kılacaktır. Buna göre;
faiz oranının %30 olduğunu düşünelim. Mevduat
hesabımızda 1 yıl vadeli 10 bin liramız varsa vade
sonunda 3 bin lira faiz geliri elde ederiz. Yalnız, reel
getirimiz ancak nominal kazancımızın enflasyondan
arındırılması ile bulunabilir. Yani, 3 bin liralık faiz
gelirimizin 2 bin lirası enflasyon nedeniyle aşınmaya
uğramıştır ve reel faiz gelirimiz bin liradır. Ancak gelir
üzerinden ödeyeceğimiz vergi miktarı reel gelirimiz değil
nominal gelirimiz esas alınarak hesaplanır. Vergi oranının
%15 olması durumunda faiz gelirimiz için ödeyeceğimiz
vergi miktarı 450 lira olacaktır. Oysaki reel kazancımız
sadece bin liradır ve enflasyona bağlı olarak bu kazancın
yarıya yakınını vergi olarak vermemiz gerekmektedir”
Deflasyon ve Likidite Tuzağı
Deflasyon bir ekonomide fiyatlar genel düzeyinin belirli
bir zaman aralığında sürekli düşüş göstermesi durumudur.
Bu durumu daha açık anlatmak gerekirse, eğer toplam
talep önemli ölçüde azalırsa toplam arz toplam talebi
geçecek ve fiyatlar düşecektir. Bir diğer seçenek ise
toplam arzda ani ve geniş çaplı bir artış olmasıdır.
Deflasyondan çıkış oldukça zaman alabilmektedir. Bunun
iki nedeni vardır. Birincisi deflasyonist sürece bir kere
girildiğinde, ekonomik birimlerde gelecek dönemlerde
fiyatların daha da düşeceği beklentisi oluşacak ve
planlanan harcamalar sonraki dönemlere erteleyecektir.
Bu durum hem şirketlerin karlılığını önemli ölçüde
azaltacak hem de harcamaların azalmasına bağlı olarak
toplam talepte ciddi bir düşüşe neden olacak. Bu süreçte
maliyetlerde bir azaltma yoluna gidilecek ve işten
çıkarmalar ve ücretlerde indirimler ortaya çıkacak.
Deflasyondan çıkışın zaman alabilmesinin ikinci nedeni
ise, likidite tuzağı ile ilgili bir durumdur. Likidite tuzağı,
bir ekonomide gerçekleşen üretim düzeyi, potansiyel
üretim düzeyinin altındayken nominal faizlerin sıfır
sınırına düşmesidir. Toplam talep eksikliği nedeniyle
ekonomi,
kapasitesinin
oldukça
altında
üretim
yapmaktadır. Böyle bir durumdan çıkmanın bir yolu para
politikasını gevşeterek faiz haddini düşürmektir. Faiz
haddindeki düşme bir yandan yatırımları artıracak, öte
yandan da döviz kurunu artırarak net ihracaatı
yükseltecektir. Böylelikle toplam talep artacak ve
deflasyonist baskılar azalacaktır. Ancak likidite tuzağının
olduğu bir ekonomi de faiz haddi zaten sıfır ya da sıfıra
yakın bir yerdedir ve daha fazla da düşemez. Bu durumda
deflasyonist baskılardan kurtulmak için genişlemeci bir
maliye politikası izlemek gerekir.
“Ülkemizde gelir vergisi ödenirken reel gelir değil,
nominal gelir esas alınmaktadır. Yıllık enflasyon oranının
%20 olduğu bir ekonomik ortamda mevduatlara ödenen
2
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 7: Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Para Politikası Rejimleri
Merkez Bankası Bağımsızlığı
Siyasi iktidar, bütçe açıklarını kapatmak için merkez
bankalarına para bastırma yolunu seçebilir ya da işsizlik
oranını suni olarak düşük tutmak için merkez bankasından
faiz sınırını düşük tutmasını talep edebilir. Fakat bu tür
geçici para politikalarının enflasyonu yükselttiği ve
ekonomiye olan etkilerinin yapay ve geçici olduğu
görülmüştür. İşte bu noktada, merkez bankasının siyasi
otoriteden bağımsızlığı, demokrasi ile yönetilen ülkelerde
önem kazanmıştır.
Merkez bankasının bağımsızlığını aşağıdaki alt başlıklarda
inceleyebiliriz.
Araç ve amaç bağımsızlığı: Eğer merkez bankası
amaçlarını kendi belirleyebiliyorsa, amaç bağımsızlığına
sahiptir demektir. Zaten aksi durum demokrasi ile
örtüşmemekledir. Araç bağımsızlığı ise, merkez
bankasının amaçlarına ulaşmak için kullanacağı araçları
kendisi belirleyebilme hakkına sahip olması demektir.
Ekonomik bağımsızlık: Eğer merkez bankası kamu
kesimine kredi açması yasalar ile engellenmiş ise,
ekonomik bağımsızlığa sahiptir denilebilir.
Politik bağımsızlık: Siyasi mekanizmaların, merkez
bankasının yöneticilerini istediği zaman ve istediği gibi
değiştirme hakkına sahip olmaması, merkez bankasının
politik bağımsızlığı olduğu anlamına gelir.
Demokratik ülkelerde, yasalarla merkez bankalarının
bağımsızlığı garanti altına alınmış olsa bile, uygulamada
durum farklı olabiliyor. Bu konuda yapılan araştırmalarda,
bağımsız merkez bankası olan ülkelerde enflasyonun daha
düşük seyrettiği bulgularına ulaşılmıştır.
9 Mayıs 2001 de yürürlüğe giren TCMB Kanunu ile
merkez bankası ‘bağımlılık-bağımsızlık’ ölçeğinde
bağımsızlığa daha yakın bir yere getirilmiştir.
Parasal Kontrol
Parasal
genişlemenin
yüksek
enflasyona
ve
hiperenflasyona yol açtığı günümüzde neredeyse tüm
iktisatçının ortak kanısıdır. Bu kanının altında ise
enflasyonun kontrol altına alınması için para arzının da
kontrol altına alınması gerçeği yatar.
Bu durum iki soruyu beraberinde getirir: hangi para arzı
ve o para arzı hangi seviyede tutulmalı? Birinci sorunun
cevabı: enflasyonun ileride izleyeceği yol ile hangi para
arzı arasındaki ilişki en kuvvetli ilişki ise o para arzıdır.
İkinci sorunun cevabı ise: reel gelir ve reel faiz tahminleri
ver iken oluşmasını istedikleri enflasyona karşı gelen para
talebi kadar para arz etmeye çalışırlar.
Parasal kontrolün ise iki amacı vardır. Birincisi, enflasyon
beklentilerinin şekillendirilmek istenmesidir. İkincisi ise,
hedeflenen enflasyon ile uyumlu miktarda bir para
hacminin sistemde dolaşmasının hedeflenmesidir.
Fakat para büyüklüklerine dayanan bu tür para politikaları
1990’lardan itibaren pek çok ülkede terk edilmeye
başlandı. Çünkü enflasyonla ilişkili olduğu düşünülen, bu
nedenle de kontrol edilmeye çalışılan parasal büyüklük, bu
tür mali yenilikler nedeniyle zamanla enflasyonla ilişkisini
yitirebiliyordu ve aynı zamanda sokaktaki vatandaş için bu
parasal büyüklük ve bunun ne kadar bir enflasyon
yaratacağı konularının çok açık değildi.
Türkiye’nin de parasal kontrol uygulamaları hakkında
deneyimi vardır.
1990’da TCMB kendi isteği ile;
•
•
•
•
TCMB’nin bilanço büyüklüğü
TCMB’nin toplam iç yükümlülükleri
TCMB’nin toplam iç varlıkları
Merkez bankası parası
konularında parasal büyüklüğün artış hızına kısıtlama
getirdi.
Aynı zamanda, Türkiye IMF e başvurmuş ve imzalanan
stand-by anlaşması sonucunda TCMB’nin bilançosuna da
kısıtlamalar konulmuş ve böylelikle ‘zorunlu’ parasal
kontrol uygulaması tecrübe edilmiştir.
Döviz Kuruna Dayalı Rejimler
Döviz kuruna dayalı rejimlerinin bir kısmı parasal kontrol
ya da enflasyon hedeflemesi rejimlerini tamamlayıcı
olarak uygulanırlar.
Döviz kuru rejimlerini
inceleyebiliriz;
dört
ana
başlık
altında
Resmi dolarizasyon: Bu rejim, yerli paranın kullanımdan
kaldırılıp
yerine
yabancı
bir
para
biriminin
kullanılmasıdır. Bu rejimin adının dolarizasyon olmasının
nedeni, burada yabancı paranın genelde ‘dolar’ olmasıdır.
Resmi olması özelliğini ise bu kararın hükümet tarafından
verilmesinden almaktadır. Buradaki asıl amaç geçilen para
biriminin saygınlığından faydalanarak kendi faiz oranını o
gelişmiş ülkenin faiz oranına düşürmeye çabalamaktır. Bu
rejimin dünyada bilinen en iyi örneği Ekvator ve
Panama’dır.
Bu rejimin faydaları
bulunmaktadır;
1.
2.
3.
olduğu
gibi
zararları
da
Senyoraj gelirinden vazgeçilmesi
Merkez banklarının ‘son başvurma mercii’ olma
görevlerini yerine getirememeleri
Para politikasından vazgeçilmesi
Para kurulları: Bu rejimde, döviz rezervi ne kadarsa
merkez bankası ancak o kadar sisteme yerli para arz
edebilir. Dolayısıyla, bu rejimi uygulayan bir ülke, döviz
karşılığı dışında, yani ‘karşılıksız’ para basamaz ve
böylelikle yüksek enflasyonun arkasındaki en büyük
sebebi ortadan kaldıracağını düşünür.
1
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 7: Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Para Politikası Rejimleri
Bu rejimin, resmi dolarizasyondan en belirgin farkı, o
ülkenin başka bir ülkenin resmi para birimine geçiş
yapmamasıdır.
Para kurulunun yerine getirmesi gereken üç koşulu vardır;
1.
2.
3.
Geçilen para birimine karşı yerli paranın
değerinin sabit kalmasının sağlanması
Ekonomik birimlerin istedikleri zaman yerli para
verip geçilen bu para biriminden satın
almalarının ya da tam tersini yapmalarının
kısıtlanmaması
Para kurulunun tüm yükümlülüklerini o sabit
döviz kurundan karşılayacak kadar döviz rezervi
olması
Bu rejiminin de bazı dezavantajları vardır. Mesela, resmi
dolarizasyonda olduğu gibi, merkez bankası son başvurma
mercii işlevini yitirir. Bir diğer olumsuz yönü ise, bir
ekonomik kriz olursa yoğun yabancı sermaye çıkışı
olacaktır ve böylelikle o para kurulunun döviz rezervleri
azalacaktır. Bu durum ise, o ülkenin ekonomideki dolaşan
yerli parasının azalması anlamına gelmektedir. Bu da
kerdi hacmini daraltır ve faizlerin yükselmesine yol
açacaktır.
Bu rejimin dünyada pek çok uygulayıcısı vardır: Britanya
kolonileri, Arjantin, Bulgaristan vb.
Sabit döviz kuru rejimleri: Bu rejimler, genellikle yüksek
ve inatçı enflasyonla boğuşan ülkelerin başvurduğu bir
yöntemdir. Böylelikle bu ülkeler parasal ve mali disiplini
sağlayıp enflasyonu kontrol altına tutmak ve ekonomik
belirsizliği ortadan kaldırıp yurtiçi faiz hadlerinin yurtdışı
faiz hadlerine yakın olmasını amaçlamaktadırlar.
Bu ülkeler, sabit döviz kuru rejimlerini iki şekilde
uygulayabilirler;
1.
2.
Bir ülke yerli parasını gelişmiş bir ülkenin
parasına bağlar. Örneğin, 1 dolar X lira dır
deniliyor ve merkez bankası 1 doları X lira
düzeyinde tutmak için gerekli zamanlarda döviz
alıp satar.
Bir diğer yol ise döviz kurunun her gün alacağı
değeri önceden açıklamaktır. Bu, genellikle
enflasyonun,
paranın
bağlandığı
ülkenin
enflasyonundan yüksek olacağının beklendiği
ülkelerde uygulanmaktadır. Aradaki farkı
giderecek şekilde döviz kurunun önceden
açıklanan oranda yükselmesine izin verilir ki
döviz kurundaki artışın yurt içi ile yurtdışı
enflasyon arasındaki fark kadar olmasına çalışılır.
Bu uygulamaya, Türkiye 2000 yılının başında
başlamış fakat 2001 yılının Şubat ayında patlak
veren kriz ile son vermiştir.
Bu rejimden beklenen faydaları görebilmek için, bu
uygulamaların sürdürülebilir olduğuna dair ekonomik
birimlerde bir güven hissinin olması gerekmektedir.
Dalgalı döviz kuru rejimleri:
rejimlerini ikiye ayırabiliriz.
•
•
Dalgalı döviz kuru
Saf dalgalı kur sistemi
Kirli dalgalı kur sistemi
Saf dalgalı kur rejimi uygulanan bir ülkede merkez
bankası döviz kuruna müdahale etmez. Döviz kuru döviz
piyasasında belirlenir. Döviz talebi arzından fazlaysa
döviz kuru artar, azsa da düşer. Fakat bu tür bir uygulama
pratikte pek görülmez. Daha ziyade, merkez bankasının hiç değil de seyrek bir şekilde döviz kuruna müdahalesi
olduğu durumlar gözlenir.
Diğer taraftan, kirli dalgalı kur sisteminde ise merkez
bankası döviz kuruna daha sık müdahale eder.
Dalgalı döviz kuru rejiminin en iyi yanı merkez
bankasının korumakla yükümlü olduğu bir döviz kuru
yok. Döviz kuru arz talep koşullarına bağlı olarak
piyasada belirlenir. Bu özelliği sayesinde, sabit döviz kuru
rejiminin aksine, daha kolay sürdürülebilir bir
uygulamadır. Fakat döviz kurunda oluşabilecek
dalgalanmalar aynı zamanda belirsizlik olarak ta
görülebilir.
Enflasyon Hedeflemesi
Enflasyon hedeflemesi, parasal kontrol rejiminin gözden
düşmesiyle ortaya çıkmış bir sistemdir.
Bu rejimde, merkez bankasına yasal olarak fiyat istikrarını
sağlama görevi verilir, kamu kesimine kredi açması
yasaklanır ve merkez bankası, siyasi iktidar ile birlikte
çalışarak kısa ve orta vadeli enflasyon hedefleri belirler ve
kamuoyuna duyurulur. İki çeşidi olabilir;
a.
b.
Esnek enflasyon hedeflemesi: üretim düzeyi ile
üretimin potansiyel düzeyi arasındaki fark da
dikkate alınır
Katı enflasyon hedeflemesi: bu tür bir fark
dikkate alınmaz
Klasik enflasyon hedeflemesi ile amaç, enflasyon ile
enflasyon hedefi arasındaki farkı en aza indirmek ve
üretim düzeyi ile potansiyel üretim düzeyinin arasındaki
farkı en aza indirmektir.
Faizin artmasıyla talep ve üretim düşecektir; faizin
düşmesiyle talep ve üretim artacaktır. Bu artışla üretim
düzeyinin potansiyel üretim düzeyine yakınlaşması
sağlanmaktadır.
Aynı zamanda, üretim düzeyi ile enflasyon arasında da bir
ilişki mevcuttur. Böylelikle, politika faizini değiştiren bir
merkez bankası, hem üretimi hem de enflasyonu
etkileyebilecektir.
Fakat daha sonradan görüldü ki fiyat istikrarını sağlamak
otomatik olarak finansal istikrarı sağlamaya yetmiyordu
ve dolayısıyla küresel kriz patlak verdi. Böylelikle para
politikalarında yeni arayışlar başladı.
2
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 7: Merkez Bankası Bağımsızlığı ve Para Politikası Rejimleri
Bir merkez bankasının ortada hiçbir sebep yokken
enflasyon hedeflemesi yapması doğru değildir. Bazı
önkoşullarının ortaya çıkması gerekmektedir. Bu temel
önkoşullar;
•
•
•
Merkez bankasının bağımsız olması
Mali baskınlık olmamalı
Finansal sistemin sağlıklı olmasıdır.
Aynı
zamanda,
merkez
bankaları
kamuoyuyla
istatistikleri, raporları ve gerekçelerini paylaşarak,
şeffaflık gerekliliğini de yerine getirmelidir.
Enflasyon hedeflemesini
uygulanmalı;
a.
b.
c.
d.
e.
f.
uygularken,
şu
adımlar
Amaç fonksiyonunda hangi değişkenler yer
alacağının belirlenmeli
Hangi
enflasyonun
hedefleneceği
karara
bağlanmalı
Enflasyon hedefinin bir nokta mı yoksa bir aralık
şeklinde mi olacağı
Enflasyon hedefinin kaç yıllık saptanacağına
karar verilmeli
İletişim politikasının nasıl düzenleneceğine karar
verilmeli
Bir ‘çıkış stratejisi’ belirlenmeli
Türkiye’de ise 2001-2005 yılları arsında örtük enflasyon
hedeflemesi rejimi uygulandı. 2006 yılında ise klasik
enflasyon hedeflemesine geçildi. 2002-2011 yılları
arasındaki enflasyon ve büyüme oranları için ders
kitabınızın 188. sayfasındaki tablo 7.1’i inceleyiniz.
3
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 8: Para Politikasının Amaçları ve Araçları
Para Politikasının Amaçları
Enflasyon ile para politikası arasında önemli bir ilişki
olduğunu gördük. Bu ilişkinin doğal sonucu olarak çağdaş
bir merkez bankasının ilk temel amacı fiyat istikrarını
sağlamak oluyor. Finansal sistem tehlike altındaysa
finansal sistemi o durumdan çekip çıkarmak asıl temel
amaç hâline geliyor.
Para Politikasının Araçları
Yatırım ve tüketim kararları kredi almak ve kredi vermek,
ücret sözleşmesi, kira anlaşması gibi uzun dönemli
sözleşmelerde MB’ sının etkisi bulunmaktadır.
Zorunlu Karşılık Oranları, Sermaye yeterlilik oranları bu
araçlardandır.
Fiyat İstikrarı:
Küresel krize kadar temel politika araçlarının başında
kısa vadeli faiz oranları geliyordu.
Para politikası ile enflasyon arasında çok yakın bir ilişki
vardır. Para politikasının en önemli amacı fiyat
istikrarıdır. Fiyat istikrarı ‘sıfır enflasyon’ anlamına
gelmez. Enflasyonun %2 ila %4 arası olması normaldir.
Küresel krizden sonra, tek başına politika faizini
kullanarak hem finansal istikrarı hem de fiyat istikrarını
sağlayamayacaklarını düşünen merkez bankaları başka
politika araçlarını da kullanmaya yöneldiler.
Finansal İstikrar:
Finansal istikrarsızlık Unsurları ”açık döviz pozisyonu”,
“vade uyuşmazlığı”, “sorunlu krediler”, “yetersiz sermaye
sorunu” ve “likidite sorunu”, olarak sıralanabilir. Finansal
istikrarı sağlamak merkez bankasının görevidir. Merkez
bankalarının yukarıda sözünü ettiğim likidite sıkışıklığını
giderme sorumlulukları var. Buna merkez bankasının ‘son
başvurma merci’ olması deniliyor.
Diğer Amaçlar:
Bankaların şirketlere ve tüketicilere açtıkları kredilerin
ekonomi açısından önemi büyüktür. Hele finansal kriz
dönemlerinde yaşanan kredi daralması ekonomilerin
küçülmelerine ve işsizliğin yaygınlaşmasına yol
açabiliyor.
Bu nedenle, kredi piyasasının düzgün çalışması merkez
bankaları açısından önemli. Varlık fiyatlarında balon
oluşması önemli bir finansal istikrarsızlık kaynağıdır.
Balon şiştikçe, varlık fiyatları artıyor; servet artıyor.
Alınan riskler de artıyor. Balon patladığı zaman ise varlık
fiyatlarındaki keskin düşüşle birlikte servetler eriyor,
bilançolar bozuluyor.
TCMB’nin Amaçları:
Merkez Bankası fiyat istikrarını sağlamak ve bunu
sağlarken de para politikasını ve araçlarını kendi belirler.
Hükümetin büyüme ve istihdam politikalarını destekler.
Yasanın dördüncü maddesinde daha sonra ‘Bankanın
temel görevleri’ sıralanıyor. Bu görevlerden biri şöyle:
“Finansal sistemde istikrarı sağlayıcı ya da para ve döviz
piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirleri almak”.
‘Bankanın temel yetkilerinden birkaçı: “Banka,
olağanüstü hallerde ve Tasarruf Mevduatı Sigorta
Fonu’nun (TMSF) kaynaklarının ihtiyacı karşılamaması
durumunda, belirleyeceği usul ve esaslara göre bu Fona
avans vermeye yetkilidir.” Bir diğeri: “Banka, nihai kredi
mercii olarak bankalara kredi verme işlerini yürütür.”
Koridor Sistemi ve Politika Faizi:
Çağdaş MB’ sının en önemli araçlarının başında kısa
vadeli faiz oranları gelir. Piyasadaki bu faiz oranına
politika faizi deniyor. Bu koridorun alt faiz oranını ve üst
faiz oranını MB’sı belirliyor ve faizin bu koridorda
kalmasını sağlıyor.
Bankacılık Sisteminin Likidite Talebi ve Likidite Arzı:
Likidite talebini belirleyen üç unsur vardır. Bunların en
önemlisi Zorunlu Karşılık uygulamasıdır. Bankalar
topladıkları mevduatın bir kısmını MB tutmak
zorundadırlar.
İkinci
unsur
müşterilerin
nakit
taleplerindeki değişikliklerdir. Üçüncü unsur ise
hazinelerin borçlanma politikasıdır.
Likidite Yönetimi:
Ekonomide, MB’nın fiyat istikrarını ve finansal istikrarı
sağlamak amaçlarına uygun likidite koşullarının oluşması
için yapılıyor.
Zorunlu (Munzam) Karşılık Oranı:
Bu uygulamanın temel amacı finansal istikrardır. MB’ sın
da toplanan bu karşılıklar sigorta niteliğindedir.
Bu uygulamanın en önemli nedeni finansal istikrara
katkıda bulunmak. Birincisi, merkez bankasında toplanan
zorunlu karşılıklar beklenmedik mevduat çekilişlerine
karşı bir sigorta işlevi görüyorlar. İkincisi, zorunlu
karşılık oranları değiştirilerek bankaların açabilecekleri
kredi miktarı azaltılabilir.
Makro-sakıngan Araçlar:
Finansal sistemde oluşabilecek riskleri önlemeye yarar.
Türkiye’de bu işin asıl sorumlusu BDDK dur.
Zorunlu karşılık oranlarının artırılarak hızlı kredi
genişlemesinin frenlenmesi, makro-sakıngan önlemler
arasında sayılabilir.
1
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 8: Para Politikasının Amaçları ve Araçları
Açık Piyasa İşlemleri:
Çağdaş merkez bankaları likidite yönetimini temel olarak
açık piyasa işlemleri ile yapıyorlar. Piyasada likidite
sıkışıklığı varsa ana araç “repo” işlemidir. Repo iki ayaklı
bir işlemdir. İlk ayakta MB ticari bankadan menkul
kıymet (tahvil)satın alıyor. Banka, bu satışı “geri almak”
vadiyle yapıyor. İkinci ayakta ise işlem tersine dönüyor.
Banka, sattığı tahvili MB’ sından satın alıyor. Sonuçta,
sistemin geçici likidite gereksinimi karşılanmış oluyor.
Merkez bankası sistemdeki likidite sıkışıklığının kalıcı
olduğunu düşünüyorsa, bankalardan doğrudan tahvil
alabilir. Tersi olduğunda ise doğrudan tahvil satımına
gidebilir. Merkez bankalarının mevduat almalarının
genellikle bir sınırı yoktur. Bu sınırı; bankların kredi
alırken verebildikleri teminat miktarı belirlemektedir.
Reeskont Kredileri:
Merkez bankalarınca diğer finansal kurumlara verilen bir
kredi türüdür.
İletişim Politikası:
MB ‘sının duyuruları, yöneticilerin açıklamaları incelenir
ve medyadan takip edilir. Bu gibi konuları takip eden ve
değerlendiren uzmanlar vardır.
Döviz Kuru Politikası Araçları:
Merkez Bankası döviz piyasasına müdahalelerde
bulunabilir. Döviz kuru rejimi ‘saf’ bir dalgalı kur rejimi
ise herhangi bir müdahale söz konusu olmayacaktır. Buna
karşın, idare edilen dalgalı kur rejimlerinde ‘idare edilme
derecesinde’ bağlı olarak Merkez Bankası müdahaleler
yapabilir.
Merkez bankalarının finansal sistemden döviz almalarının
iki temel etkisi olur: Birincisi, sistemde döviz talebi artar
ve aksine başka bir gelişme yoksa döviz kuru yükselir.
İkincisi, finansal sisteme çıkan yerli para miktarı satın
alınan dövizin yerli para karşılığı kadar artar. Merkez
bankaları döviz sattıklarında ise bu etkilerin tersi gözlenir.
TCMB’nin Araçları
cinsinden zorunlu karşılıklar faiz ödemeye başlamıştı.
Aralık 2011’de geçerli olan mevzuat çerçevesinde artık
faiz ödemesi yapılmıyor.
Koridor Sistemi ve Politika Faizi:
TCMB 2002 yılı ortasından bu yana koridor sistemini
kullanıyor. Bu faizleri Para Politikası Kurulu saptıyor. Bu
kurulun toplantıları her ay yapılıyor. Bir dahaki toplantıya
kadar borç alma ve borç verme faiz oranları belirlenip
koridorun içinde yer alan faiz oranları açıklanıyor.
Bu faizler TCMB bünyesindeki Bankalar arası Para
Piyasası ile İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB)
Repo-Ters Repo Pazarı’nda geçerli olan faizlerdir.
2010’un son aylarından itibaren TCMB faiz koridorunun
genişliğini de bir para politikası aracı olarak kullanmaya
başladı. Özellikle 2011’in ikinci yarısında Avrupa’da
yaşanan finansal krizin derinleşmesiyle birlikte, politika
faizi ile koridorun üst sınırı arasındaki farkı açtı.
Bunun temel nedeni, Avrupa’da yaşananların ileriye
ilişkin belirsizlikleri son derece artırmasıydı. Böylelikle
TCMB, kısa vadeli piyasa faizinin politika faizi ile üst
sınır arasında gerekirse her gün değişik bir yerde olmasını
sağlayabilecek duruma geldi. Bu esneklik, öte yandan
piyasa faizinin politika faizinden uzaklaşması riskini de
beraberinde getirdi.
Açık Piyasa işlemleri:
TCMB açık piyasa işlemlerini ya İMKB Repo-Ters Repo
Pazarı’nda ya da kendi Bünyesinde gerçekleştiriyor.
Repo, ters repo, doğrudan alım ve doğrudan satım
yapabiliyor.
Reeskont Kredisi ve Reeskont Faiz Oranı:
Verilen kredi karşılığında TCMB vadesine en çok 120
gün kalmış şirket ticari senetlerini ve akreditif alacağı gibi
ticari belgeleri teminat olarak alıyor. Bankanın ödemesi
gereken reeskont faizini TCMB belirliyor.
Zorunlu Karşılık Sistemi:
İletişim Politikası:
Bankaların hangi yükümlülüklerinin zorunlu karşılık
uygulamasına tabi olduklarını TCMB belirliyor. Zorunlu
karşılıklara tabi yükümlülükler iki haftada bir cuma
günleri
itibarıyla
hesaplanıyor.
Bankanın
bu
yükümlülükleri, kendileri için geçerli olan zorunlu
karşılık oranları ile çarpılarak o bankanın tutması gereken
zorunlu karşılık tutarı bulunuyor. Bu karşılıklar TCMB’de
açılan hesaplarda tutuluyor.
TCMB’de tutmak zorunda oldukları karşılıkların % 40’a
kadar olan kısmı döviz, yüzde 10’a kadar olan kısmı altın,
kalanı ise lira cinsinden tutulabiliyordu.
Yabancı para zorunlu karşılıklar ise altın ve döviz cinsinden tutuluyordu. TCMB 2001 krizinden sonra lira
TCMB’nin en önemli iki iletişim aracı Para Politikası
Kurulu toplantılarından sonra yayınlanan duyurular ve üç
ayda bir yayınlanan Enflasyon Raporu. Ayrıca, TCMB
2001 sonundan başlayarak her yılbaşından önce yeni yılda
uygulanacak para ve döviz kuru politikası hakkında
ayrıntılı bir rapor açıklıyor. Yılda iki kez Finansal istikrar
Raporu ve her ay son enflasyon verisini değerlendiren
kısa bir rapor yayınlanıyor.
Döviz Müdahaleleri ve İhaleleri:
Türkiye’de 2001 krizinden sonra dalgalı döviz kuru rejimi
uygulanmaya başlandı. Bu sistemin ruhuna uygun olarak
2
İKT301U-PARA VE BANKA
Ünite 8: Para Politikasının Amaçları ve Araçları
TCMB, finansal piyasalarda gerginliğin had safhada
olduğu dönemler (mesela 2008 sonu-2009’un başları,
2011’in ikinci yarısı gibi) dışında sürpriz döviz
müdahalelerinden kaçındı. Genellikle, döviz rezervlerini
artırmak için kuralları önceden duyurulan ihalelerle
piyasadan günlük döviz alımına gitti. Finansal piyasalarda
gerginliğin arttığı dönemlerde ise bu uygulamasını
durdurdu. Gerginliğin artarak finansal sistemde döviz
likiditesinin son derece azalması durumunda ise hem
sürpriz döviz satım müdahaleleri yaptı hem de düzenli
döviz satım ihaleleri düzenledi. Özellikle 2011’in ikinci
yarısında bu uygulama giderek yoğunlaştı.
3
Download