antik mısır medeniyeti

advertisement
ANTİK MISIR MEDENİYETİ
Mısır ünlü tarihçi Heredot’a gore her yönüyle özgün bir uygarlıktır.Bu uygarlık dışarıdan gelmeyip,
Aşağı Nil Vadisinde doğup, gelişmiştir.Ülke nil nehrinin bir armağanıdır.Hind, Çin ve
Mezopotamya ile birlikte dünyanın en eski medeniyetleri arasında yerini almaktadır.
Mısır’lı rahiplerden aldığı bazı bilgileri yazmış olan Heredot’a gore, Mısırda yazılı tarih
Heredot’tan 11.340 yıl öncesine dayanır.
Bu tarih tufan sonrası uygarlığımızın başlangıç
tarihidir.Bu büyük felaketten en az etkilenen bölgelerin başında ortadoğu gelmiştir. Akdeniz ve
Karadeniz ise daha az etkilenen bölgeler arasındadır. Dini kitaplarda bahsedilen Nuh tufanında bu
bölgelerde yaşayanlar Atlantik ve Pasifik Okyanusunda meydana gelenlerle kıyaslanamayacak
kadar küçük boyutta olmuştur. Oluşan büyük su baskınlarının sonucunda, Marmara Denizi ve
Karadeniz’i birleştiren İ stanbul Boğazı bu dönemde açılmış ve iki deniz büyük bir selle birlikte
birleşmiştir. (Bu konuyla ilgili yapılan bilimsel araştırmanın sonuçları Discovery Kanalında
yayınlanmıştır) O tarihlerde Mezapotamya uygarlıkları; Avrupa uygarlıklarından 400 yıl önde
bulunmaktaydı. Tufan sonrasında teknoloji ve bilim alanındaki yozlaşmaları nispeten
yavaşlatabilen Orta Asya, Mısır ve Mezapotamya yörelerindeki bazı merkezler bugünkü uygarlığın
beşiği olmuştur.
Mısır, Nil Delta’sı (yukarı Mısır) ve güneyi (şimdiki kuzey Mısır) Teb kenti merkez olarak ikiye
ayrılmaktaydı. Uygarlık, milattan once 3150 dolaylarında ilk firavunun yönetimi altında birleşti.
Aşağı ve yukarı Mısır’ın birleşmesinden doğan Mısır ,politik olarak izleyen 3000 yıl boyunca sürdü.
Yukarı Mısır tarihine ait en eski bilgiler milattan once 6000 yıllarını gösterir. Kuzey Mısır’daki Kral
Menes; Birleşik Mısır İ mparatorluğu’nun ilk firavunudur. Firavunlar dini ve siyasi otoriteyi
kendilerinde toplamışlardır. Kendilerini tanrı ilan etmişlerdir. Mısır’da Tanrı Kral,
Mezapotamya’da Rahip Kral anlayışının egemen oluşu bu topraklarda laik olmayan yönetim
anlayışını yansıtmaktadır. İ slamiyet; Arap yarımadasından dışarı taşarken, Mısır’da halkın bir kısmı
incilin, daha küçük bir bölümü ise Tevrat’ın etkisindeydi. Yine de büyük bir çoğunluk Osiris
öğretisine, Osiris dini adı altında bağlıydı. Mısır’da geçmişte yaşanan kültür izleri ilk kez
Hristiyan’lar tarafından tahrip edildi. Pek çok sayıda mabet kapattırıldı ve içlerindeki eserler yakılıp
yok edildi.
Milattan önce 525’te Persler tarafından, milattan once 333’te Büyük İ skender tarafından işgal
edildiler.
Antik Mısır tarihinde arada istikrarsız dönemlerin yaşandığı Orta Krallık olan bir dizi istikrarlı
krallık dönemleri yer alır. Antik Mısır; Yeni Krallık Döneminde en gelişkin haline
ulaştı. Ardından, ağır seyirli bir gerileme dönemine girildi. Mısır son dönemlerine doğru ard arda
gelen dış güçler karşısında yenilgilere uğradı.
Daha sonraki yıllarda Mısır askeri güçten çok zayıf düştü. Büyük askeri güçle gelen İ slam
ordularının karşısında fazla direnemedi ve teslim oldu. Halk da kılıç zoruyla müslüman oldu. Halife
Ömer’in döneminde işgal edilen Mısır’da Arap’ların ilk işi “İ skenderiye Okulu”nu dağıtmak oldu.
Bu öylesine büyük bir dağılmaydı ki; bu olay tarih kitaplarına daha sonraları İ skenderiye
Kitaplığı’nın yakılışı olarak geçecekti. Bu kitaplıktaki Tufan öncesine ait kutsal bilimle ilgili çok
sayıdaki ezoterik kitap yakılarak yok edildi. Ancak çok az sayıda da olsa, bazı gizli kitaplar bu
yıkımdan kaçırılabildi. İ şte günümüze kadar gelenler de bu belgeler oldu. Nuh Tufanı için şöyle
bir yorum yapılmaktadır.Simgesel olarak insan oğlunun mistik ve bilinmeyen güçlere ve kadere
karşı özgür düşüncesiyle aklını kullanarak baş kaldırması ve bunun sonunda da doğayı
yenmesidir..İ nsan burada erdemlerini ve bilimsel bilgisini kullanarak doğaya egemen oluşunu
destanlaştırmıştır.
İ slamiyeti kabul eder görünen İ skenderiye Okulu mensupları Fisagor ve Eflatun gibi Delf
Tapınağı’nda aydınlanıp sonra geri gelen filozoflar eserlerini yaymaya başladılar. O büyük ezoterik
birikim artık filozofların felsefi çalışmalarında kendilerine hayat buldular. Ezoterik birikim
sembollere bürünerek o zamanki filozofların eserlerinde var olmaya başladı Milattan once 31
yılında Erken Roma İ mparatorluğu’nun istilasına uğrayarak Roma’nın bir eyaleti haline geldi ve
böylece Erken Roma İ mparatorluğu; Firavunlar Devrini bitirdi.
Antik Mısır’daki başarılı dönemler, uygarlığın içinde ortaya çıkan gelişmelere, uygulamalara ve
kısmen de Nil Vadi’sinin koşullarına başarılı bir şekilde uyum sağlamasından geçmektedir.
MISIRDA YAZI VE MEDENİ YETLER
Mısırlılar; kendilerine özgü hiyeroglif yazısını kullanmışlardır, bu yazı sembollerden oluşuyordu. Bu
semboller bazen bir heceyi, bir kelimeyi hatta bazen bir cümleyi bile ifade edebiliyordu. Hiyeroglif
normal olarak sağdan sola yazılmakla birlikte, sütunlar yada satırlar halinde de yazılabilirdi. Az
sayıda rahibin bildiği hiyeroglif ,M.S.4.yy a kadar törensel olarak kullanılmış,Geleneksel dini
kurumlar dağıtılınca hiyeroglif yazı bilgisi de büyük ölçüde kaybolmuştur. Hermetik Öğretinin
simgesel yöntemi dil ile bütünleşmiş ve
22 harften oluşan mısır alfabesinin her harfe bir sırrın simgesi olarak kodlanmıştı.Ayrıca her harf
bir sayıya karşılık gelmekteydi.
Taş ocaklarının işletilmesi, anıtsal nitelik taşıyan piramit, tapınakların, dikili taşların yapımına
olanak sağlayan ölçümleme ve inşa etme teknikleri, matematikte Pi sayısı, tarım alanlarını sulama
ve tarım teknikleri, bilinen ilk geminin yapılması, Mısır fayans ve cam tekniği, yeni yazı biçimleri ve
bilinen en eski barış antlaşması (Kadeş M.Ö. 1280, Hititliler ile), hep Mısır medeniyetinin ne kadar
ileride olduğunu göstermektedir.
Etrafının çöl ve denizlerle kaplı olması Mısır’ın diğer medeniyetlerle etkileşiminin daha az
olmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Mısır kendine özgü bir medeniyet olarak gelişmiştir.
Astronomide de ilerlenmiş,, rasathaneler kurmuşlar, Nil Nehri’nin taşma sürelerini hesaplamışlar,
güneş yılı esasına dayanan ilk takvimi yapmışlardır. Roma’lılar Mısır’dan aldıkları bu takvimi
geliştirmiş ve bugünkü miladi takvimi oluşturulmuştur..
SOSYAL VE MEDENİ DURUM
İ skenderiye tapınaklar kapandıktan sonra gerek genel gerekse kişisel yontuların imha edilmesiyle
sonuçlanan geniş çaplı Pagan karşıtı ayaklanmalara sahne oldu. Sonuç olarak Mısır’da Pagan
kültürü azaldı ve hiyeroglifi okuyup yazabilme becerisi giderek ortadan kalktı. Mısır tapınaklarının
bazıları kiliseye dönüştürüldü bazıları ise çölde terk edildi.
Antik Mısır’lılar tüm sınıflardan insanları (kadın ve erkek) esasen hukuk önünde eşit olarak
kölelerden ayrı tuttu. Tüm Mısırlıların hatta en alt tabakadan köylülerin dahi, yapılan bir haksızlığın
düzeltilmesi için mahkemeye dilekçe verme hakkı vardı. Her kadın ve erkeğin kendi mallarını
satmaya, mal edinmeye, sözleşme yapmaya, evlenmeye ve boşanmaya, mirasçılığa ve mahkemede
hukuk anlaşmazlıklarını takip etmeye hakkı vardı. Evli çiftler ortaklaşa mal sahibi olabilirler ve
boşanma durumunda önceden yapılmış olan evlilik sözleşmesiyle haklarını koruyabilirlerdi.
Böylece evliliğin sona ermesi durumunda erkeğin eşine ve çocuklarına karşı olan mali
yükümlülükleri düzenlenebilmekteydi. Antik Yunan, Roma hatta dünya yüzündeki daha gelişkin
uygarlıklarla karşılaştırıldıklarında Antik Mısır’da kadınlar daha geniş başarı fırsatlarına ve daha
geniş kişisel karar ve tercih haklarına sahiptiler. Bir yandan Hatshepsut ve Kleopatra gibi kadın
firavunlar dahi olurken, diğer yandan yine bir kadın olan Amon, kültünün en yüksek mevkiine
çıkabilmiştir. Bu özgürlüklere karşın Antik Mısır’da kadınlar yönetimde resmi olarak rol oynamadı,
tapınaklarda da ikincil düzeydeydiler ve herhangi bir kadının herhangi bir erkek derecesinde
eğitim alması olası bir durum değildi.
HUKUK Sİ STEMİ
Hukuk sisteminin başı resmi olarak Firavun’du. Firavun; yasa çıkarma, adalet dağıtma ve hukuki
düzeni korumaktan sorumluydu, bir bakıma doğruluk ve adalet tanrıçası Maat’ın yeryüzündeki
temsiliydi.
MISIR’DA Dİ L
Mısır dili, Afro-Asyatik diller içinde yer alan Berberi diller ile Sami dil ailesine bağlı bir dildir. M.Ö.
3200 yıllarından orta çağ’a kadar yazıyı kullanan Mısır dili, yazıyı en uzun süre kullanan 2.dildir
(Sümerce’den sonra). Tarih bilgilerinde 1930 yıllarına kadar yer yüzündeki en eski uygarlığın Mısır
olduğuna inanılırdı.
TEKNOLOJİ VE TIP
Mısır uygarlığının sahip olduğu pek çok güzellik bilimle şekillenmiştir. Mısırda Tıp ve Anatomi
bilgileri çok yüksek seviyedeydi., Heredot, Mısır tıbbının önemli ölçüde uzmanlaşmış olduğunu
belirtmekteydi. Bazı hekimler sadece baş ya da mide üzerinde çalışırken, göz ve diş doktorları da
vardı..
Mısırlılar Gökyüzünü de izlemişler, böylece yön tayini, mevsim bilgileri ve zaman geçişini
hesaplamayla ilgili konularda bilgi sahibi olmuşlardır. Sel sularını kontrol etme ve sulama
sistemleri oluşturarak, matematik ve geometri bilgilerini ilerletmişler ve piramitlerin inşası
sonucunda ilk defa Pi sayısının tam değerini veren bir formül bulmuşlardır.
HERMETİ ZM
M.Ö.14.yüzyılda, bilinen ilk Mısırlıların Nil Vadisine çıkışlarıyla, Osiris dininin uygulandığı yeni bir
uygarlığın temelleri oluşmaya başlamıştır. Osiris’in müritlerinden olan Hermes, 42 ayrı kitapta
topladığı dinsel, yönetimsel, astronomik, astrolojik, coğrafi, geometrik ve matematik bilgileri
içeren kitapları ışığında, Nil vadisine yerleşen Beyaz Afrikalıların ileri Mısır uygarlığının
oluşumuna öncülük etmiştir.
Hermetizm, kökü tarihte kaybolmuş gizemli bir öğretidir ve Eski Mısır’da Hermes adı verilen,
efsanevi bir
kişinin
adına
istinaden
kurulmuştur.Ezoterik sistemde çalışmayı
zorunlu tutan antik öğretiler arasında öncelikli, hatta ayrıcalıklı bir yer tutmuştur. Kimilerince
tarihteki tüm ezoterik öğretilerin en eskisi olduğu bile benimsenmiştir.Hermetizmin başlangıcının
M.Ö.3000 yılına kadar uzandığı düşünülmektedir. Bazı kaynaklarda ise bu denli eski olmadığı ileri
sürülerek daha yakın tarihler verilir. Hermes’in tam olarak ne zaman yaşamış olduğu, hatta hatta
böyle bir kimsenin yaşamış olup olmadığı kesinlikle bilinmediğinden, Hermetizm’in başlangıç
zamanı da tam olarak belli değildir.
HERMES Kİ MDİ R ?
Hermes, Eski Mısır’ın çok ünlü varsayımsal bilgini ve düşünürüdür. Yunanlılar ona Hermes veya
Ermes, Romalılar ise Merkür derler. Hermes aynı zamanda Zeus’un habercisi, elçisidir. Platon
eserlerinde Hermes’in Mısırlı bir tanrı ya da Tanrı-insan olduğunu ve Mısırlıların ona ‘’Thoth’’ adını
verdiklerini belirtmiştir.
Hermes Yunan mitolojisinde Zeus ve Atlas’ın kızı Maia’ın oğludur. Yunanlılar Hermes için hem
kral,hem büyük rahip hem de din kurucusu olması nedeniyle, üç kere büyük ya da üç kere bilge
anlamına gelen Trismegistus sıfatını kullanmışlardır.Bazı görüşlere göre 3 Hermes vardı. İ lk
Hermes Tufan dan önce yaşıyordu, ikincisi Nuh’tu ve üçüncüsü Mısır da birinci Hermes’in
tabletlere yazdığı bilgileri bulan ve açıklayan Hermes’ti. Farklı zamanlarda yaşamış birden çok
Hermes’ten birçok kaynakta bahsedilmektedir. Bu görüşe göre Hermes bir özel isim değil, bir sıfat,
hatta bir lakaptır ve tek bir kişiye değil; otorite olan birtakım şahsiyetlere
verilen ortak bir ünvandır. Hermes hakkında çok şey söylenir. İ nsanlığa gökler ve tıp hakkında
bilgiler veren, harflerin ve yazının mucidi, insanlara giyinmeyi öğreten terzi, Allah’a ibadet için
evler inşa eden, Nuh Tufanından haber veren hep odur. Mısır medeniyetinde kutsal sayılan
gramer,mantık, hitabet, aritmetik, geometri, müzik ve astronomiden oluşan ‘’Yedi serbest ilmi’’
Hermes –Thoth’un bulduğu rivayet edilir.
HERMETİ ZM’İ N DOĞUŞU
Eski el yazması belgelerin bazılarında,Hermes ile ilgili bir efsanesel öykü anlatılır.Bu efsanesel
öyküde, diğerlerinde olduğu gibi, Tevrat’ın ilk bölümünden esinlenilmiştir;ama
bu Tevrat ta anlatılan öykülerden biri değildir. Üstelik bu öyküde Hermes adı da geçmez; fakat
sözü edilen kişi Hermes’tir.Buna göre; Hz.Nuh’un dört üvey kardeşi vardır. Erkek kardeşlerinim
adları; Yabal (Jabal), Y ubal (Jubal), Tubal-Kain, kız kardeşinin adı da Naama’dır. Bu üç erkek
kardeş, Tufan dan önce, tüm bilimlerin temelini oluşturan ‘’ Yedi bağımsız Bilim ve sanat’’ı
bulmuşlardır. Kız kardeşleri ise dokumacılık sanatını bulmuş olan kişidir.
Bu üç kardeş, yakında geleceğini bildikleri Tufan’dan sonra yitirilmemeleri için, tüm bildiklerini iki
sütun üzerine işlemişlerdir. Bu sütunlardan biri, ateşte yanmayan mermerden, diğeri ise suda
batmayan bir hafif taştan(kimilerine göre içi boş olmak üzere madenden) yapılmıştır.
Yüzyıllar sonra Hermes, bu iki sütundan birini bularak, ‘’Yedi bağımsız sanat ve bilim’’ i öğrenir.
Böylelikle çağında bilim ve sanatların üstadı olur. Gerek bilimsel, gerekse töresel nitelikler taşıyan
öğretisini de, bu bilgiler üzerine kurar.
Bu efsanesel öyküde sözü edilen Hermes, M.Ö.1100 yılı dolaylarında yaşamış olduğu ileri sürülen
Hermes’tir. Öyle olmazsa, dinsel kaynaklardaki benimseyişler uyarınca Tufan’ın oluştuğu tarih ile
Hermes’in yaşamış olduğu varsayılan dönem arasında bir çelişki doğar.
Ancak bu efsane, Eski Mısır’ın Hermetik kurumlarının bundan en az bin yıl, hatta daha eski oluşunu
açıklayamamaktadır. Böyle bir açıklamanın yapılabilmesi için, Tufanın mutlaka daha eski bir tarihte
oluşmuş bulunması gerekmektedir. Bilimsel bulgular ve Sümer Yazıtları’ından çıkarılmış olan
bilgiler de bunu doğrulamaktadır.
HERMETİ K ÖĞRETİ
Hermes’in öğretisi üç temel üzerine inşa edilmiştir. Birincisi kavramsal olup akla, ikincisi simgesel
olup sezgiye, üçüncüsü mistik olup, iç görüye ve iç deneyime hitap etmektedir. Hermetizmde
üçgen özel bir simge olarak kullanılmaktadır. Bunun bedeni anlayış, vicdan ve irfan gözünün
açılması için birbirini bütünleyen kavramların üçlü bir dizge olarak kullanılıyor olmasıdır. Hermes’e
göre amaç, insanın beş duyu bağından kurtulması ve özgürlüğüdür. Bu özgürlük, insanın nefsi
arzulardan arınarak, asıl kaynağa ilahi nura kavuşarak şuurlanmasıdır.
Hermes şöyle der:
Bir olan şeyin gizemini bulmak ve tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirmek için aşağıdaki olan
yukarıdakine eşittir ve yukarıda olan aşağıda olana eşittir. Bu bakış açısı mikro ve makro kosmosa,
dolayısıyla
insan
ve
evrene
bir
arada
bakmayı ve incelemeyi gerektirir. Hermes’e göre evrenin yedi katı vardır ve yedinci ve son kat
ölümsüzlüğe kavuşulan büyük aydınlıktır. Hermetizm öğretisinin temel öğelerinden biri olan’’ışıkkaranlık’’ diyalektiği de, sonradan çağlar boyunca birçok din ve inanç sistemine esin kaynağı
olmuştur. Hermetik düşünce, çevremizde olup bitene ‘’mikro’’ ve ‘’makro’’ boyutta ‘’diyalektik
yaklaşım’’ ile bakar. Bu felsefi yaklaşım her şeyin birbirine zıt fakat aynı oranda da birbirinden
ayrılamayan bir ikili düzen üzerine kurulduğunu kabul eder. Bu düşünce sistemine göre,
kavramların her biri karşıtını kendi içinde barındırır. Düşünce, bir tezden onun içindeki karşıtına
yani antiteze, bundan da yeniden karşıtına yani ilk kavrama dönmekle, iki kavramın birliğini
oluşturan üçüncü kavrama yani ’’ sentez’’ e ulaşır. Bu düşünce, her şeyde iki kutup veya iki yön
olduğunu, zıtların gerçekte sıcak ve soğuk gibi yalnızca aynı şeyin iki ucu olduğunu ve bu uçlar
arasında o şeyin çeşitli derecelerinin var olduğunu açıklar. Hermetik öğreti, zıtlıktan
tamamlayıcılığa geçişe dayanır. Hermes için son gaye nura kavuşmaktır. Hermes konuşmalarını
sonunda şöyle demektedir: İ nsanlar ölümlü tanrılar, tanrılarsa ölümsüz insanlardır. Nur sizsiniz ve
bu nur daima parlasın. Hermes veya Thoth, nurlanmış kişi anlamında kullanılan bir sıfattır.
Hermetizmin temel amacı hakikatin araştırılmasıdır. Bu bakımdan Hermetizm akıl ve bilimsellik
taşır. Gerçeklerin araştırılmasında Hermetizm tümüyle ezoterik bir yöntem izler ve bu yöntemin
kaçınılmaz gereği olarak, örgüte alınacak kişiler çok derin ve çok zorlu sınavlardan geçirilerek
seçilirlerdi.
Hermetizmin ezoterik bir yöntem izlemesinin temel gerekçeleri ise şunlardı:
1Zihinler
gelişmemiş veya gelişmeye elverişli olmayan kişiler gerçekleri ya anlayamaz ya da kaldıramazlar.
2- Özeleştiri yapamayanların gerçeklere ulaşabilme şansları yoktur.
3- Bireysel tutkulardan sıyrılamayanlar ve kötülüklerden tümüyle arınamamış kişiler ise,
Hermetizm verdiği bu bilgileri elde ederlerse yanlış ve zararlı yönde kullanabilirler.
4- Sağlık ve bedensel güçleri de zihinsel yetenekleri gibi yerinde olmayanlar da gerçekleri
araştırma yolundaki uzun ve zorlu girişimlere dayanamazlar
Hava Sınavı:
Adayın eline yağ kandili verilerek, demir kapıdan zifiri karanlık bir koridora bırakılırdı. Aday bir
süre sonra iyice daralan koridorda dizlerinin üzerinde sürünerek ilerleyebilirdi. Çok geçmeden
derin ve dibi görünmeyen bir kuyunun ağzına gelirdi ve gördüğü basamaktan inmeye başlayınca
birkaç basamaktan sonrasının olmadığını görürdü.
Kandille etrafını incelediğinde kuyunun karşı duvarında bir başka oyuğun bulunduğunu ve ancak
oraya tırmanabilmesi için elindeki kandili bırakması gerektiğini kavrardı. Kuyudan kurtulan aday,
bundan sonraki yolculuğunu zifiri karanlıkla sürdürür. Oyuğun ötesi bir labirent biçiminde
düzenlenmiştir ve çıkışı bulabilmesi için saatlerce uğraşması gerebilirdi. Sonunda ancak sürünerek
ilerleyebildiği koridorların çıkış yolunu bulabilirdi. Fakat burada demir parmaklıkla karşılaşırdı.
Aday ilk deneyişinde bu kapıyı açma olanağının bulunmadığını anlardı. Kimi zaman aday buradan
çıkartılana kadar saatlerce beklemesi gerekebilirdi. Bulunduğu yerden çıkarılan adayın kendisine
gelmesi ve dinlenmesi beklenilmeden, duvarlarında çeşitli simgelerin bulunduğu bir salona
alınırdı. Simgeler art arda gösterilir ne anlama geldiği yarım yamalak anlatılırdı. Sonra adaya
anlayıp anlamadığı sorulurdu. Aday anladığını söyleyecek olursa anlatması istenir ve hiçbir şey
anlamamış olduğu gösterilirdi. Aday açık yüreklilikle anlamadığını söylerse, o zamanda kendisine
daha çok öğreneceği şey olduğu anımsatılırdı. Uzun tekris yolculuğu ateş sınavı ile devam ederdi.
Ateş Sınavı:
Aday bir rahip tarafından her yanından alevler fışkıran, zemini korlarla kaplı fırın gibi bir koridorun
önüne getirilir ve buradan geçmesi istenilirdi. Bu koridordaki ateş dıştan bakınca korkunç olmakla
birlikte aslında aldatıcıydı. Önemli olan adayın ateşin içinden geçebilecek kadar yürekli olmasıydı.
Ateş sınavı su sınavına bağlanarak tekris yolculuğu devam ederdi.
Su Sınavı:
Ateş koridorundan çıkar çıkmaz aday bulanık su dolu bir havuzla karşılaşırdı. Bunu aşabilmek
için suya giren aday suyun buz gibi ve havuzun bataklık gibi olduğunu fark ederdi. Soğuk
kanlılığını koruyan aday bu sınavı da başarıyla bitirebilirdi. Bu sınavdan sonra aday, kuru giysiler
verilerek uyuması için büyük bir odaya götürülürdü. Aday uyandığında kendisini beklide sınavların
en zorlusu, buyrultu sınavı beklediğini bilmezdi.
Buyrultu sınavı
Aday uyandığında karşısında çok güzel bir genç kız bulurdu. Genç kız adaya onun hizmetinde
olduğunu söyler, ona raks eder, yiyecek sunar ve onunla yatması için
isteklendirirdi. Eğer aday kıza kanacak olursa, tüm bedensel güç ve yeteneklerine karşılık
buyrultısına egemen olmayı bilemediği için rahip olmaya hak kazanamadığı, ancak mabedin
gizemlerine yaklaşmış olduğu içinde ölmeden oradan çıkamayacağı anlatılırdı. Genç kıza
direnirsede
kız
tarafından
aşağılanır ve kızın şikayet de bulunduğu rahip adayı, dünya nimetlerinden yararlanmadığı için
azarlar , mabede alınamayacağını söyler. Hücreye kapatılır, kendisi hakkında yapılan görüşmeleri
duyardı. Sonunda bir rahip yanına gelir, buradaki gizemleri öğrenmiş olduğu için ölüme terk
edilmesine karar verildiğini bildirirdi. Aday aslında yeni ve son bir sınava, yani toprak sınavına
hazırlandığını bilmezdi.
Toprak Sınavı:
Aday sabaha karşı elleri ve gözleri bağlı mabetten çıkarılır, kuytu bir vadiye götürülür, orada
sadece başı dışarıda kalacak şekilde, daracık ve derin kazılmış bir çukura gömülürdü. Göz bağı
çıkarılır ve yalnız bırakılırdı. Bundan sonrada adayın aklının hala yerinde olduğunun anlaşılması için
sınavdan geçirilmesi gerekirdi. Bu sınavdan sonra ise karşılama töreni yapılırdı.
Karşılama töreni ve sonrası:
Tüm sınavlardan başarıyla geçen aday, İ sis’in heykelinin yanında, tüm rahiplerce görkemli bir
törenle karşılanırdı. Bundan sonra kendisine pastofor niteliği verilen aday için bedensel değil ama
zihinsel acılarla dolu bir dönem başlardı. Aday mabedin koridor ve bölmelerin duvarlarındaki
rölyef ve simgelerden anlam çıkarmaya çalışırdı. Kendisine incelemesi için bir takım papirüslerde
verilir, fakat hiçbir şey öğretilmezdi. Ancak ne yapmakta olduğu ve nelere ilgi duyduğu da sürekli
izlenirdi. Bundan sonra yıllar boyunca çeşitli evrelerden ve sınavlardan geçerdi. Tüm bu
aşamalardan sonra, kendisine özel üstat kıyafeti giydirilir ve yemin ettirilirdi. Eğer yeni üstat Mısırlı
ise, yönetici rahip olarak mabette görev yapar, yabancı uyruklu ise din kurmak veya kendisine
verilecek başka bir görevi yerine getirmek üzere ülkesine gönderilirdi. Ancak bu tür inisiyelere,
ayrılmadan önce, mabedin sırlarını inisiye edilmeyenlere vermeyeceklerine dair bir kez daha
ketumiyet yemini ettirilirdi. Aksine davrananlara, nerede olurlarsa olsunlar kendilerini ölümün
beklediği hatırlatılırdı.
Ayrıntıları bilinen çeşitli tekris yöntemleri arasında Hermetik Tekris, en ağır ve zorlu olanıdır.
Çağlar boyunca, ezoterik kurumların birçoğu, yalnızca öğrenimlerinin kapsamı bakımından değil,
tekris yöntemleri ve çalışma sistemleri bakımından da Hermetizm’den esinlenmişlerdir.
Hermetizm’in Masonluğa etkileri:
17.yüzyılda Aydınlanma akımının önemli kişilerini bünyesinde barındıran Masonların ilgi odağı da
Mısır oldu. Masonluğun tarihi, özellikle 17.yy da ki yeniden örgütlenme öncesi dönem, oldukça
karanlıktır. Masonluk başlangıçta, Ortaçağ Avrupa’sında katedraller ve diğer önemli yapılarda
çalışan duvarcıların oluşturduğu kapalı örgütlerdi. Reform ve dinsavaşlarından sonra İ ngiliz
Adalarında yaşamayı sürdüren örgüt,‘’soylu
ve
burjuva’’ üyelerinin girişiyle farklı bir niteliğe kavuştu ve ‘’Spekülatif Masonluk’’ oluştu.. Hermes’in
‘’Yukarıda ne varsa aşağıda da o var’’ mottosu, bireylerin tekamülünü, bütünün tekamülü için talep
eder. Hermetizm gibi ezoterik ve inisiyatik sistemler bireyin ‘’Nasıl düşünmeli? ‘’ sorusuna yanıt
verir. Hür düşünülmesini ve düşünceye saygı gösterilmesini öğütler. Amaç, bir sıra ve düzen
içerisinde sistemli olarak, mokro ve mikro kozmos bakış açısından; insanın Tanrısal özelliklerle
donanıp, Evrenin ahenk ve güzelliğine ulaşmasıdır. İ çerideki ve dışarıdaki birdir.
Hermes’in dediği gibi, ‘’Her parça bütünün temsilcisidir’’ ve parça bütüne ait olduğu müddetçe,
parçadaki değişim, bütünü de değiştirir. Bize düşen gelişim yolunda düşünmek ve çalışmaktır.
Latincede ‘’Çalışmak tapınmaktır’’ diye bir söz vardır. En önemlisi, erdemlerin ve düşüncelerin
eyleme geçirilmesi; teoride kalmamasıdır.
Bilimsel Bilgi nin Masonluktaki önemi büyüktür.Masonik eğitimin temelinde Bilimsel Bilgi
yatar.Masonluğun yüce amacına ulaşmak için çalışırken dayanılan kriterler akıl,ahlaksal ve
erdemsel değerler ve bilimdir.Yalnız bu değerlerle taçlandırılmış olan Özgür düşünceli bireylerin
mutluluk,yetkinlik ve bilgelik mertebesine yükseleceğine inanılır
Bilimsel bilgi erdemlerle donanmalı ve mutlaka toplumun yararına kullanılmalıdır. Ve tabii ki
bozulmadan ileriki nesillere aktarılmalıdır.İ şte bu nedenledir ki bu bilgiler yalnızca onları
taşıyabilecek ve değerlendirebilecek nitelikteki erdemli kişilere verilmelidir.Erdem ve ahlakın
olmadığı yerlerde bu bilginin şahsi çıkarlar için insanlığın kötülüğüne kullanıldığı da pek çok kere
görülmüştür.
Bilgi nesilden nesile geçtikçe insanlarda özgün düşünce yeteneği de artmış ,doğa olaylarını
çözdükçe mistik güç yerine aklı kull anmaya başlamışlardı .
HERMETİ ZM öğretilerinin, ayrıcalığı, aydınlattığı mensubuna kendi kendini tanıması yönünde
yaptığı uyarı ve öğütlerdir.
Kardeş Sevgi ve Saygılarımızla,
9 Haziran 2012
Füsun Haksal - Selma Ateş
KAYNAKÇALAR
Hermetika- Timothy Freke&Peter Gandy
Ansiklopedik Mason Sözlüğü – Murat Özgen Ayfer
Felsefe Ansiklopedisi –Orhan Hançerlioğlu
Geçmişten Günümüze Masonluk Tarihi- Emre Avşar
Kendini Bilmek Yolculuğu ve Ezoterik Bakış- Berk Yüksel
Antik Mısır Sırları- Ergun Candan
İ zmir Vadisi Petek Yayınları
İ nternet Yayınları (Cahit R.Üren; Kartal Cemevi Vakfı belgeleri)
Download