T.B.M.M. B : 117 16 . 7 . 2004 O :4 gütlenmesini devletin varlığı için bir tehdit faktörü olarak görmüş, dernek kurma, derneklere üye ol­ ma ve derneklerin faaliyetlerine önemli ölçüde yasak ve kısıtlamalar getirmiştir. Bu durum, ül­ kemizde devlet ile sivil toplum kuruluşları arasında derin bir güven bunalımına neden olmuştur. Kanundaki bu yaklaşım uygulamaya da yansımış ve oluşan güven bunalımı daha da derinleşmiştir. Kanunda birçok kez değişiklik yapılmasına rağmen, içerdiği yasaklayıcı yaklaşım ve sivil toplum kuruluşlarına duyulan güvensizlik hissi varlığını devam ettirmiştir. Örneğin, dördüncü, altıncı ve yedinci uyum paketlerinde sivil toplumlarla ilgili, derneklerle ilgili bazı yenilemeler, iyileştirmeler yapılmıştır; ama, bu yeterli olmamıştır. Değerli milletvekilleri, değişen ulusal ve uluslararası sosyoekonomik şartlar dahilinde ül­ kemizdeki sivil toplum kuruluşlarının ve kaçınılmaz olarak demokrasinin gelişmesi ve tabana yayıl­ ması mevcut mevzuat ve sivil toplum anlayışıyla mümkün gözükmemektedir. Değişim etkilerini birçok alanda göstermekte, ülkeleri ve toplumları değişmeye zorlamaktadır. Öncelikle, gelişen teknoloji sayesinde bilginin tabana yayılması inanılmaz derecede hızlanmış ve dünya global bir köy haline gelmiştir. Globalleşme sürecinde ortaya çıkan fırsatları ve tehditleri ön­ ceden görmek ve önlemleri almak bakımından devletin yasama, yürütme ve yargı organlarının yanında, sivil toplumun da güçlenmesi ve bu süreçteki yerini alması hayatî önemi haizdir. İkinci önemli değişim süreci de, ülkemizin içinde bulunduğu demokratikleşme sürecidir. Bu süreç, Yüce Atatürk'ün bize gösterdiği muasır medeniyetler seviyesine ulaşma hedefinin son hal­ kasını oluşturmaktadır. Sağlıklı bir demokrasi, bütün toplum kesimlerinin yeteri ölçüde temsili ve bu yolla toplumda çoksesliliğin sağlanmasıyla mümkün olacaktır. Bu bağlamda, siyasî partiler, sendikalar, dernekler, vakıflar ve diğer gönüllü kuruluşların yeteri ölçüde güçlenerek kurumsallaşmaları, sivil toplumdevlet otoritesi dengesinin kurulmasını ve bu yolla demokrasinin güvence altına alınmasını sağ­ layacaktır. Sivil toplum kuruluşları, çoğulcu ve katılımcı demokrasinin ve sağlıklı toplumsal yapının vaz­ geçilmez unsurları olarak, toplumsal sorunların kalıcı, dengeli ve sorunsuz bir biçimde çözümlen­ mesinde ve kamu sektörünün yetersiz kaldığı alanlarda topluma hizmet götürmede önemli role sahiplerdir ve bu rollerini yeterince yerine getirebilmeleri için, sivil toplum kuruluşları için yasal ve kurumsal yapının geliştirilmesi zorunluluk arz etmektedir. Üçüncü ve en önemli değişim ise, ülkemizin Avrupa Birliğine üyelik sürecinde siyasî, ekonomik ve hukukî alanlarda yapması gereken reformlardan kaynaklanmaktadır. Sanayileşmiş toplumların ve Avrupa kimliğinin yansıması ve ayrılmaz bir parçası haline gelen sivil toplum, sos­ yal Avrupa'nın inşamda ve Avrupa'nın bütünleşmesinde de önemli bir yere sahiptir. AB'nin tarihsel gelişimi izlenirse, topluluk politikalarında ve etkinliklerinde sivil toplumun, insan haklarının ve demokratik değerlerin giderek daha fazla önem kazandığı görülmektedir. Artık, her şeyi devletten beklemeyen Avrupa toplumları, temsil ettikleri farklı çıkarlar, ilgi alanları ve hedefleri için yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde örgütlenmekte ve bu örgütlenme Avrupa çapında hızla yayılmaktadır. Böylelikle, kitlelerin taleplerini daha güçlü bir şekilde dile getirmektedirler. Adaylık statüsü 1999 Aralık ayında Helsinki'de Avrupa Birliği Konseyince kabul edilen ve AB'yle uyum hazırlıkları için kollan sıvayan Türkiye'nin penceresinden sivil toplum ve AB'yle iliş­ kileri ele alındığında, Türkiye'de de sivil toplumun çeşitli konularda sesini yükselttiği ve rolünün giderek arttığı izlenmektedir. Sivil toplum, AB'yi oluşturan yasal belgeler, politikalar, yasal çer­ çeveler, kurumsal yapının tamamı olan müktesebatın da çok önemli bir unsurudur. Müktesebat, özellikle de sosyal politika ve istihdam başlığı, topluluk hükümlerinin uygulanması için gerekli yapılar arasında sosyal ortaklarla sivil toplumu oluşturan ve sosyal güvenlik, kadın ve erkeklere eşit fırsatlar, yoksullukla mücadele ve ırkçılıkla savaş gibi konularda etkin bir biçimde çalışan sivil top­ lum kuruluşlarına ve aktörlerine de yer vermektedir. Bu bakımdan, Helsinki sonrası dönemde bir -709-