Tevhid iki kısımdır. Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve

advertisement
Sorularlarisale.com
"Tevhid iki kısımdır. Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve bir
şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki
çeşitle onun malı olduğu bilinir. Biri; icmâlî,
âmiyânedir..." İzah eder misiniz?
“BİRİNCİ LEM'A: Tevhid iki kısımdır. Meselâ, nasıl ki bir çarşıya ve bir
şehre büyük bir zâtın mütenevvi malları gelse, iki çeşitle onun malı
olduğu bilinir. Biri; icmâlî, âmiyânedir ki, ‘Bu kadar azîm mal, ondan başka
kimsenin haddi değil ki sahip olabilsin.’ Fakat böyle âmî bir adamın
nezâretinde çok hırsızlık olabilir. Parçalarına çok adamlar sahip çıkabilir.
İkinci çeşit odur ki, her denk üzerinde yazıyı okur, her bir top üstünde
turrayı tanır, her bir ilân üstünde mührünü bilir bir surette, ‘Her şey o
zatındır.’ der. İşte şu halde, her bir şey o zâtı mânen gösterir.”
“Aynen öyle de: Tevhid dahi iki çeşittir.”
“Biri: Tevhid-i âmî ve zâhirîdir ki
yoktur, bu kâinat onundur.’ "
‘Cenâb-ı Hak birdir, şeriki, nazîri
“İkincisi: Tevhid-i hakikîdir ki, her şey üstünde sikke-i kudretini ve
hâtem-i rubûbiyetini ve nakş-ı kalemini görmekle doğrudan doğruya her
şeyden O’nun nuruna karşı bir pencere açıp O’nun birliğine ve her şey
O‘nun dest-i kudretinden çıktığına ve ulûhiyetinde ve Rubûbiyetinde ve
mülkünde hiçbir vechile, hiçbir şeriki ve muîni olmadığına, şuhuda yakın
bir yakîn ile tasdik edip îmân getirmektir ve bir nevi huzur-u daimî elde
etmektir. Biz dahi şu Söz’de, o hâlis ve âlî tevhîd-i hakikiyi gösterecek
şuaları zikredeceğiz.”
Tevhid; birleştirmek, birlemek, birlikte düşünmek demektir. “Allah’tan başka
ilah (hak Ma’bud) yoktur.” manasına gelen kelime-i tevhidde önce “Lâ ilâhe”
denilerek bütün batıl mabudlar reddedilir. Bunların tamamı batıl olmakta ve ibadete
layık olmamakta birleşirler. Sonra “illallah” denilerek hak Mabud’un ancak Allah
olduğu beyan edilir.
İkinci Şuâ’da şu temel cümle geçer ve örneklerle açıklaması yapılır:
page 1 / 5
"Tevhid ve vahdette cemâl-i İlâhî ve kemâl-i Rabbânî tezahür eder.”
Verilen örneklerden birisi rızık hakkındadır. Yediğimiz yemeği Allah’ın bir ihsanı
olarak görürüz ve Rezzak ancak Allah’tır deriz. Ancak, bizimle birlikte rızıklanan
yaklaşık yedi milyar insanı, bütün hayvanlar alemini, geçmiş zamanda rızıklanan ve
gelecek zamanda yaratılıp rızıklandırılacak olan bütün canlıları ve nihayet cennette
ebediyen rızıklanacak bütün insanları birlikte düşündüğümüzde Rezzak isminin
cemâli çok daha geniş bir aynada ve çok daha mükemmel olarak müşahede edilir.
Bu mâna bütün varlık alemini ve bütün esmâ tecellileri için de aynen
geçerlidir. Varlıkları tefekkür ederken onlara tevhid nazarıyla baktığımızda hiçbir
varlığı tesadüfe, tabiata yahut batıl mabudlara veremeyiz. Bunun için her varlık
üzerindeki tevhid mühürlerini okumak gerekir. Rızık örneğine tekrar dönecek
olursak, her bir meyve üzerinde şu mühür vardır: Ben bütün canlıları rızıklandıran
Rezzak’ın bir ihsanıyım.
İnsanların şirke düşmemeleri için Cenab-ı Hak bütün varlık aleminde birlik
mühürleri koymuştur.
“Kâinat bir şeceredir.
Anâsır onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır.
Hayvanat onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir.” (Mesnevî-i Nuriye,
Şemme)
Bir ağacın yüzlerce dalı, binlerce yaprağı, çiçeği, meyvesi olabilir. Bu çokluk
tevhid edilir ve binlerce şey bir tek kelimede toplanır: Ağaç
Ağacı bir bütün olarak gören ve değerlendiren kimse, onun bazı dallarını yahut
bir kısım meyvelerini farklı ilahlara isnat edemez. Bir ağacın iki ilahı olmaz. O
ağacın çekirdeğine bütün ağacın planını kim koymuşsa, ağacı o plana göre yaratan
da odur; başkası olamaz.
Biz bir ağacın tümünü birlikte görebiliyoruz ve rahatlıkla diyoruz ki, bu ağacın
tamamı bir elden çıkmıştır. Ama o ağacın bir dalında yol alan bir karıncayı bir an
için akıllı farz etsek, aynı net kararı ondan bekleyemeyiz. Onun nazarı ağacın
tümünü ihata edemediğinden farklı dalları değişik zatların eseri kabul etme hatasına
düşebilir.
page 2 / 5
İşte, bütün varlık Âlemini görmemiz ve bilmemiz mümkün olmadığından bizlerin
de böyle bir yanılgıya düşmememiz için Cenab-ı Hak, lütfuyla, eşya arasında
münasebetler kurmuş ve tevhidin delillerini her şey üstüne koymuştur.
"Her şey her şeyle bağlıdır. Bir şey her şeysiz yapılmaz. Bir şeyi
halk eden, her şeyi halk etmiştir.” (Mesnevî-i Nuriye, Nokta)
Odamızda el yapımı üç çeşit çiçek bulunsun. Bunların her birini ayrı bir kişi
yapmış olabilir. Zira, aralarında gözle görülür bir müştereklik yoktur. Ama yeryüzü
bahçesindeki yüz binlerle farklı çiçeğin aynı kudretle yaratıldığı ve aynı hikmetle
tanzim edildiği çok açıktır. Hepsi toprakta bitmişler, hepsi sulanmışlar, hepsi güneş
ışığından faydalanmışlar, hepsi açmak için baharı beklemişlerdir. O halde bahar
mevsimi ve bu unsurlar kimin emrinde ise bütün çiçekler de onun eseridir.
İki çiçeğin iki ayrı ilaha isnad edilebilmesi için, bu ilahların her birinin ayrı bir
güneşi, ayrı bir baharı, kısacası, ayrı bir kâinatı olması gerekir.
İşte müminler, Kur’ân’ın talimiyle, kâinat kitabını ve ondaki böyle nice mühürleri
rahatlıkla okur ve bütün eşyanın bir tek zatın mülkü, sanatı, eseri olduğuna şüphesiz
inanırlar.
“Her şey her şeyle bağlıdır.” hakikatinin sonsuz şahitleri vardır. Buna şöyle
bir örnek de veriliyor. Bir yaprak, dala bağlı olduğu gibi, dalı da ağaca bağlı, ağaç
yer küresine, o da güneşe bağlıdır. O halde bir yaprağı yapmak, ancak güneş ve
sistemini kudret elinde tutan zata mahsustur.
Okuması olmayan kişileri başkaları aldatabilir ve bazı şeyleri farklı ilahlara isnat
edebilirler. Üstad’ın ifadesiyle “böyle
âmi
bir adamın nezâretinde çok
hırsızlık olabilir.”
Bu hırsızlıklardan birkaçı :
Bazı kimseler Allah’ın kudretinin küçük şeylere taalluk etmediğini iddia ederler.
Onlara göre Cenab-ı Hak, sonsuz kudret ve azametiyle, böyle küçük şeylerle
meşgul olmaz. Bu adamlar, küçük mahlukları bir bakıma hırsızlamışlar, başka
ilahlara isnat etmişlerdir. Halbuki küçüklük ve büyüklük kavramları nisbidir; bize
page 3 / 5
göre küçük olan bir taş bir karıncaya göre muhteşem bir dağdır.
Kaldı ki; büyük dediğimiz her şey küçüklerden yapılmışlardır. Hücreyi yapmayan
bedene sahip çıkamaz. Atomu yapmayan dağın sahibi olamaz.
Bir diğer hırsızlık; şerleri Allah’ın yaratmadığı iddiasıdır. Şer dediğimiz şeyler
de yaratılmış olduğuna göre, onları Allah’tan başkasına isnat etmek mümkün
değildir. Zira, hayır olsun şer olsun her şeyin tek yaratıcısı O’dur.
Bu kişilerin aldandıkları en önemli nokta şudur:
Hayır ve şer dediğimiz şeyler yapılan işin kendisiyle değil, sıfatıyla ilgilidir.
Meselâ, konuşmak bir iş, bir fiildir. Konuşma mucizesini yaratan Allah’tır. İnsan
faydalı bir şey söylediğinde konuşması “hayır” olur, yalan söyleyince “şer” olur.
Her ikisini de Allah yaratır. Aksi görüşe göre, bir insan bir günde yüz tane doğru, yüz
tane de yanlış şey söylemişse, o kişi üzerinde iki yüz defa farklı ilahlar tasarrufta
bulunmuş olurlar. Hayır konuştuğunda sözlerini Allah yaratır, şer konuştuğunda,
-haşa- başkası yaratır.
Bir başka hırsızlık, akl-ı evvel safsatasıdır. Buna göre, Allah sadece ilk aklı
(akl-ı evveli) yaratmıştır, o da ikinci aklı yaratmış, bu ikinci de üçüncüyü
yaratmıştır... Onuncu akıl şu âlemi idare etmektedir. Bu görüş sahipleri de ilk
mahluktan sonrasında hırsızlık yapmışlar, onları başka ilahlara, kendi ifadeleriyle,
başka akıllara isnat etmişlerdir.
Zaten putperestlik, baştan sona bir hırsızlık silsilesidir.
Meyveyi ağacın, bebeği annenin yaptığını iddia etmek de ayrı birer hırsızlık
numunesidir.
Üstat Hazretleri tevhid-i hakikî’nin yolunu “her şey üstünde sikke-i kudretini
ve hâtem-i rubûbiyetini ve nakş-ı kalemini görmek” şeklinde özetliyor.
Sikke-i kudret; her bir şeyi yapmanın ancak Allah’ın sonsuz kudretine mahsus
olduğunu ders verir.
Hatem-i rububiyet;
Allah’ın bütün âlemlerin Rabbi olduğu hakikatini
hatırlatır. Rububiyet; terbiye etmek, bir şeyi kademeli olarak bir kemal noktaya
page 4 / 5
ulaştırmak demektir. Her bir şey bir âleme mensuptur; o âlemi kim terbiye etmişse
o ferdi de yine o terbiye etmiştir. Meselâ, bir tek gözü kim terbiye etmiş ve görür
hale getirmişse, bütün gözlerin Rabbi de ancak O’dur.
Çekirdekler
âlemini
ağaçlar
haline
getiren
kim
yumurta âlemlerinden de sayısız alemler çıkaran yine odur.
ise,
nutfe
ve
“Nakş-ı kalem” ifadesi, kâinatın bir kitap olduğu hakikatine işaret eder. Bu
kitabın tümü kimin kudret kaleminden çıkmışsa, bir tek harfini de o yazmıştır.
Her şeyde Allah’ın kudretini, hikmetini, rububiyetini, rahmetini ve sair isim, fiil
ve şuûnatını görebilen insan O’na “şuhuda yakın bir yakîn ile tasdik edip
îmân” getirir “ve bir nevi huzur-u daimî elde” eder.
Mülkün tamamı Allah’ın olduğu gibi varlıkların tümü de yine O’nun eserleri,
mahlukları, kullarıdırlar. Eşyayı bu mânada seyretmek insana “huzur-u daimî” gibi
mânevî bir hal kazandırabilir. Evliyanın huzur-ı daimisi, her an her şeyleriyle Allah’ın
huzurunda olduğunu bilmek, bu hali yaşamak ve O’ndan asla gafil olmamaktır.
Bizim bu yüksek mertebeye yetişmemiz çok zordur. Ancak, her eseri Allah’ın isim ve
sıfatlarının bir tecellisi olarak görmek suretiyle bu halin bir benzerine, bir derece,
mazhar olabiliriz.
page 5 / 5
Powered by TCPDF (www.tcpdf.org)
Download