Untitled - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ
KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠ
Ahmet Hulusi AKKAġ
DOKTORA TEZĠ
KAMU HUKUKU ANABĠLĠMDALI
KAMU HUKUKU BĠLĠMDALI
GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
EKĠM 2014
iv
CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ
BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠ
(Doktora Tezi)
Ahmet Hulusi AKKAġ
GAZĠ ÜNĠVERSĠTESĠ
SOSYAL BĠLĠMLER ENSTĠTÜSÜ
Ekim 2014
ÖZET
Hukuk düzeninin birliği, bütün hukuk düzeninin bir ahenk içerisinde bulunması amacıyla, farklı hukuk
disiplinlerinin birbirleri ile bir bağlantı içerisinde bulunmasını ifade eder. Hukuk düzeninin birliği yalnızca
maddi hukukta değil, muhakeme hukuku sahasında da geçerli olan bir düĢüncedir. Diğer mahkemeler
tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etkisinin, hukuk düzeninin birliği ile uyumlu bir Ģekilde ele
alınması gerekir. Bu sayede kiĢi hangi norma uyması gerektiğini bilecek ve dolayısıyla hukuki güvenlik
ilkesi tesis edilebilecektir. Ancak hukuk düzeninin birliği düĢüncesi, bir mahkeme tarafından verilen hükmün
ceza mahkemesine nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna değil, niçin etki etmesi gerektiği sorusuna bir yanıt
içerir. Diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine nasıl etki etmesi gerektiği
sorusuna kesin hüküm kurumu cevap verir. Kesin hüküm kurumu bu soruya cevap verirken hukuk düzeninin
birliği düĢüncesine dayanır. Kesin hükmün amaçlarından birisi de ortaya çıkan uyuĢmazlıkların kesin bir
Ģekilde son bulmasını sağlamaktır (maddi anlamda kesin hüküm). Maddi anlamda kesin hükmün bir olumlu
yönünün bir de olumsuz yönünün olduğu kabul edilmektedir. Kesin hükmün olumsuz etkisi, aynı meselenin
bir daha dava konusu edilememesi (ne bis in idem) anlamına gelirken; kesin hükmün olumlu etkisi, bir
mahkeme hükmüne konu bir uyuĢmazlığın sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkması halinde,
sonraki yargılamayı yapan mahkemenin bu ön sorun hakkında karar verememesi, bu konuda verilmiĢ
mahkeme hükmü ile bağlı olması anlamına gelir. Önceki mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlık, bu
mahkemenin mensup olduğu muhakeme alanında, sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkabileceği
gibi, söz konusu uyuĢmazlık sonraki bir davada, fakat ilk hükmü veren mahkemenin muhakeme alanı
dıĢındaki bir mahkeme önünde de çıkmıĢ olabilir. Dolayısıyla kesin hükmün olumlu etkisi, sadece hükmü
veren mahkemenin mensup olduğu muhakeme alanı ile sınırlı olamaz. Gerek bağlayıcılık etkisinde gerekse
de maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisinde önemli olan husus, muhakemeyi yapan hakimin önceden
kesin hükümle tespit edilmiĢ bir hukuki sonucu kendi kuracağı hükme dayanak teĢkil ettirmesidir. Bu
nedenle, maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi ile konumuz olan bağlayıcılık etkisinin aynı Ģeyler
olduğunu söylemek gerekir. Bir mahkeme hükmünün ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olabilmesi
için ilk baĢta bu hükmün kesinleĢmiĢ olması gerekir. Çünkü bir hüküm olağan kanun yollarına baĢvurulmak
suretiyle değiĢtirilebilir olduğu müddetçe, bu hükmün diğer mahkemeler tarafından dikkate alınması söz
konusu olamaz. Bir mahkeme hükmünün diğer bir mahkeme için bağlayıcı olabilmesi, ilk hükmün daha önce
verilmiĢ olmasını gerektirir. Bu hükmün ceza davasının konusunu oluĢturan fiilden önce mi kesinliğe
kavuĢması gerektiği; yoksa ceza mahkemesi hükmünden önce mi kesinliğe kavuĢması gerektiği, verilen
hükmün niteliğine göre farklılık gösterir. Bağlayıcı etkiye sahip olacak mahkeme hükmü ile maddi gerçeğin
ortaya çıkarılmıĢ olması gerekir. Muhakemelerde farklı ilkelerin benimsenmiĢ olmasının, bütün muhakeme
alanlarının amacının maddi gerçeği ortaya çıkarmak olduğu gerçeğine bir zarar vermez. Bu nedenle bir
yargılama sonucunda maddi gerçek ortaya çıkarılmıĢ ise bunun ceza mahkemesi için bağlayıcı olması esastır.
Bir mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlık daha sonraki ceza davasında bir ön sorun olarak ortaya çıkarsa
ancak bu durumda ilk mahkeme hükmü ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olabilir. Mevzuatımızda
diğer mahkeme hükümlerinin bir ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğuracağına veya doğurmayacağına
iliĢkin genel bir düzenleme yoktur. Yargıtay da vermiĢ olduğu bazı kararlarında bağlayıcılık etkisini kabul
ederken, bazı kararlarında ise diğer bir mahkeme hükmünün ceza mahkemesi üzerinde etki edemeyeceğine
hükmetmiĢtir. Bu nedenle mevzuatımızda bağlayıcılık etkisine yer veren örneğin CMK’nın 218’inci,
HMK’nın 214’üncü ve TCK’nın 127’nci maddesi gibi düzenlemelerin tetkik edilmesine de çalıĢılmıĢtır.
Bilim Kodu
: 501.2.015
Anahtar Kelimeler
: Ceza Muhakemesi, Maddi Anlamda Kesin Hüküm, Bağlayıcılık Etkisi, Hukuk
Düzeninin Birliği
Sayfa Adedi
: 294
Tez DanıĢmanı :
: Prof. Dr. Cumhur ġahin
v
THE EFFECTS OF JUDICIAL AUTHORITIES’ JUDGEMENTS ON EACH OTHER IN
TERMS OF CRIMINAL PROCEDURE
(Ph. D. Thesis)
Ahmet Hulusi AKKAġ
GAZĠ UNIVERSITY
INSTITUTE OF SOCIAL SCIENCES
October 2014
ABSTRACT
The integrity of the legal system indicates the interrelationship among different legal disciplines in order to
reach a harmony in the whole legal system. The idea of the integrity of the legal system is not just valid
within the field of substantive law but also within the procedural law. The effect of the decisions given by
the other courts on the criminal courts should be taken into account considering the integrity of the legal
system. Therefore one would know the legal norms to obey and the principle of the legal security would be
established. However, the idea of the integrity of the legal system does not give an answer to the question of
“how” a court decision would affect the criminal courts, but instead it gives an answer to the question of
“why”. The doctrine of the final judgement gives an answer to how the decisions given by the courts except
criminal courts should affect criminal courts. While answering such question, the doctrine of the final
judgement depends on the idea of the integrity of the legal system. Preventing a matter from raising again
before a court is one of the purposes of the final judgement (the final judgement on the merits). It is accepted
that the final judgement on the merits has one positive and one negative effect. While the negative effect of
the final judgement refers that no legal action can be instituted twice for the same cause of action (ne bis in
idem), the positive effect means that once an issue of fact has been determined before a court, that issue
cannot be relitigated again before a different court. The positive effect of the final judgement cannot be
limited to the court’s procedural distinction. In other words, the positive effect of the final judgement still
revealed when an issue of fact has been determined before a court is relitigated before a court which adopts a
different procedure than the previous one. Both regarding the binding effect and the positive effect of the
final judgement on the merits, the crucial thing is while giving a decision; a judge should depend on an issue
of fact previously determined with a final judgement. Thus, the positive effect of the final judgement on the
merits and the binding effect are identical. In order to have a binding effect for criminal courts, a court
decision needs to be a final judgement and is no longer subject to appeal. As far as a court decision can be
changed through the appeal process, it cannot be possible for other courts to take such decision into
consideration. In order to have a binding effect for another court, a court decision needs to be given
previously. Whether such a previous court decision should be finalised before the act of crime or the decision
of the criminal court regarding such act depends on the characteristics of the decision. In order to have a
binding effect, a court decision needs to reveal the factual truth. Even though different principles are applied
in different courts, all the proceedings in courts have the aim of seeking the factual truth. Therefore, if the
factual truth is revealed by a court decision, such decision has a binding effect for criminal courts. If an issue
of fact in a court decision appears as a preliminary issue in a later criminal prosecution, the previous court
decision has a binding effect for the criminal court. In Turkish positive law, there is no general legislation
concerning the binding effect of the other courts’ decisions on criminal courts. While the Turkish Supreme
Court has concluded that the other courts’ decisions have binding effect on criminal courts in some of its
decisions, the Court has ruled in some other decisions on the contrary. Therefore, the article 218 of the
Turkish Criminal Procedure Code, the article 214 of the Turkish Civil Procedure Code and the article 127 of
the Turkish Criminal Code which regulates the binding effect are examined in this study.
Science Code
Key Words
: 501.2.015
: Criminal Procedure, the final judgement on the merits, the integrity of the legal system,
the binding effect.
Page Number
Supervisor
: 294
: Prof. Dr.Cumhur ġahin
vi
TEġEKKÜR
Ceza muhakemesi hukukunun tartıĢmalı konularından birisi de ceza mahkemesinin diğer
mahkeme hükümleri ile bağlı olup olmayacağıdır. Konuya iliĢkin muhakeme kanunlarında
genel bir hükmün bulunmaması ve kanunlarda yer alan düzenlemelerin birbirleri ile uyum arz
etmemesi; öğretide birlik arz eden bir görüĢün ortaya çıkmasını engellediği gibi, Yargıtay
kararlarında da istikrarsızlığa sebep olmuĢtur. Hocalarım Prof. Dr. Cumhur ġahin ve Prof. Dr.
Ġzzet Özgenç’in önerileri doğrultusunda doktora tez konusu olarak belirlenen “Ceza
Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi”, Türk
öğretisinde genellikle hukuk ve ceza mahkemelerinin birbirlerine karĢılıklı etkisi bağlamında
ele alınmıĢtır. Meseleyi sadece ceza mahkemesi açısından ele alan bir Türkçe monografik esere
rastlamıĢ bulunmamaktayız. Bu nedenle özellikle Alman mahkeme içtihatları ve öğretisi
ıĢığında konu ele alınmaya çalıĢılmıĢtır.
Tezimi yazarken içine düĢtüğüm karamsarlıkları sakin duruĢu ve öğütleri ile aĢmamı
sağlayan Prof. Dr. Cumhur ġahin elbette teĢekkür etmem gereken kiĢilerin baĢında
gelmektedir. Kıymetli fikirlerinden istifade etmeye çalıĢtığım hocam Prof. Dr. Ġzzet Özgenç’e
de teĢekkürü bir borç bilirim. Tez savunmamda bulunan ve eleĢtirileri ile tezin Ģekillenmesini
sağlayan hocalarım Prof. Dr. Ender Ethem Atay’a, Prof. Dr. Mahmut Koca’ya müteĢekkirim.
Kendisini bir hocadan ziyade bir büyüğüm ve bir ağabeyim saydığım Prof. Dr. Ġlhan
Üzülmez’i ayrıca zikretmek isterim.
ÇalıĢmanın hazırlanması sırasında Yüksek Öğretim Kurulu bursu kapsamında Augsburg
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde misafir araĢtırmacı olarak bulundum. Bu vesile ile Augsburg
Üniversitesi’nin imkânlarından faydalanmam konusunda bana yardımcı olan Prof. Dr. Henning
Rosenau’ya ve Doç. Dr. Erhan Temel’e teĢekkürü bir borç bilirim. Akademik hayatımın
baĢından itibaren bana yol gösterici olan hocalarım Prof. Dr. Hakan Hakeri’yi ve Yard. Doç.
Dr. Akın Ünal’ı da anmadan geçemeyeceğim.
Tezimi okuyarak eleĢtirilerini sunan arkadaĢım Öğretim Görevlisi Dr. Ömer Çelen ve
Musa Ġyiler; AraĢtırma Görevlisi arkadaĢlarım Ali ġahin Kılıç, Gökhan Ölmez, Ġsmail
Köküsarı, Burcu Baytemir Kontacı ve kuzenim Nail Tanrıöven de teĢekkür edilmesi gereken
kiĢiler arasında bulunmaktadırlar. Almanya’dan döndükten sonra ihtiyacını duyduğum bazı
kaynakların teminini sağlayan kadim dostum Gökhan ġahan’a da teĢekkürü bir borç bilirim.
Evlatları olmaktan her zaman gurur duyduğum annem Fatma ve babam Salih AkkaĢ’a ve
ayrıca en zor zamanlarımda yanımda olan eĢim Güllü AkkaĢ’a ne kadar teĢekkür etsem azdır.
Son söz elbette yuvamızın neĢe kaynağı ve Ģu satırları yazarken dahi yanımdan bir an için
ayrılmayan canım kızım Fatma Ġdil AkkaĢ’ındır.
vii
İÇİNDEKİLER
ÖZET.............................................................................................................................................................. ĠV
ABSTRACT ..................................................................................................................................................... V
TEġEKKÜR................................................................................................................................................... VĠ
ĠÇĠNDEKĠLER ............................................................................................................................................ VĠĠ
KISALTMALAR........................................................................................................................................... XĠ
1.
GĠRĠġ ........................................................................................................................................................ 1
2. CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ
ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN TEMELĠNDE YATAN DÜġÜNCE: HUKUK DÜZENĠNĠN BĠRLĠĞĠ ...... 5
2.1. HUKUK DÜZENĠNĠN BĠRLĠĞĠ................................................................................................................. 5
2.1.1. Tanım ve Kavram......................................................................................................................... 5
2.1.2. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesine YaklaĢımlar .................................................................... 6
2.1.2.1.
2.1.2.2.
2.1.2.3.
2.1.3.
ġekli ve Maddi YaklaĢımlar ................................................................................................................. 6
Sübjektif ve Objektif YaklaĢımlar ........................................................................................................ 7
Güncel YaklaĢım .................................................................................................................................. 7
Hukuk Düzeninin Birliğine Olan Gereksinimin SomutlaĢtırılması .............................................. 8
2.1.3.1. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesinin Kanun Koyucunun Faaliyetlerine Yansıması ........................ 8
2.1.3.1.1. Kavram Birliği ve Hukuk Düzeninin Birliği ................................................................................. 8
2.1.3.1.2. Genel Özellik Arz Eden Düzenlemelerin Hukukun Diğer Alanlarına Aktarılması ..................... 11
2.1.3.2. Hukuk Düzeninin Birliği Bağlamında Hukuka Aykırılık ................................................................... 16
2.1.3.2.1. Tanım ......................................................................................................................................... 17
2.1.3.2.2. Hukuka Aykırılığın Kapsamı ...................................................................................................... 18
2.1.3.3. Hukuk Düzeninin Birliği ve Ġdare Bağlantısı ..................................................................................... 26
2.1.3.3.1. Genel Olarak Ġdare Bağlantısı Kavramı ...................................................................................... 26
2.1.3.3.2. Ġdare Bağlantısının Görünüm ġekilleri ....................................................................................... 27
2.1.3.4. Diğer Hukuk Disiplinlerinin Amaçlarını Ġhlal Etme Yasağı Olarak Hukuk Düzeninin Birliği .......... 31
2.1.3.4.1. Para Cezalarının Vergi Borcundan Ġndirilememesi .................................................................... 32
2.1.3.4.2. Ahlaka Aykırı Bir ĠĢin Gördürülmesi Ġçin Ödenen Meblağın, Hile Sonucu Verildiği Gerekçesi
ile Geri Ġstenememesi ..................................................................................................................................... 32
2.1.3.4.3. Hukuk Muhakemesinde Geçerli Olan Senetle Ġspat Kuralının Ceza Muhakemesinde
Uygulanabilirliği Sorunu ................................................................................................................................ 33
2.2. HUKUK DÜZENĠNĠN BĠRLĠĞĠ VE HUKUKĠ GÜVENLĠK .......................................................................... 37
2.2.1. Hukuki Güvenlik ........................................................................................................................ 37
2.2.2. Hukuki Güvenlik ve Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesinin Bağlantısı ................................... 39
2.3. HUKUK DÜZENĠNĠN BĠRLĠĞĠ DÜġÜNCESĠNĠN CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ
KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠ MESELESĠNE YANSIMASI .................................................. 41
2.3.1. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesine KarĢı Çıkan GörüĢ ....................................................... 41
2.3.2. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi
Meselesinin Sadece Bir Muhakeme Hukuku Konusu Olduğu GörüĢü .................................................... 42
2.3.3. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi
Meselesini Yargılama Birliği Bağlamında Ele Alan GörüĢ ..................................................................... 43
2.3.4. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi
Meselesini Hukuk Düzeninin Birliği Bağlamında Ele Alan GörüĢ ......................................................... 44
2.3.5. GörüĢümüz ................................................................................................................................ 45
3. CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ
ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNE (BAĞLAYICILIK ETKĠSĠ) GENEL BAKIġ ............................................... 49
3.1. MESELENĠN ORTAYA KONULMASI ..................................................................................................... 49
3.2. BAĞLAYICILIK ................................................................................................................................... 51
3.2.1. Tanım ......................................................................................................................................... 51
viii
3.2.2. Bağlayıcılık Etkisi mi, Kesin Delil mi? ..................................................................................... 52
3.3. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠ VE MADDĠ ANLAMDA KESĠN HÜKÜM ............................................................ 54
3.3.1. Genel Olarak Kesin Hüküm ...................................................................................................... 54
3.3.2. Maddi Anlamda Kesin Hükmün Kapsamı ................................................................................ 57
3.3.2.1.
3.3.2.2.
3.3.3.
3.3.4.
Kesin Hükmün Olumsuz Etkisi Bakımından ..................................................................................... 57
Kesin Hükmün Olumlu Etkisi Bakımından ....................................................................................... 59
Bağlayıcılık Etkisinin Maddi Anlamda Kesin Hükmün Olumlu Yönünü OluĢturması............. 62
Bağlayıcılık Etkisinin Mahiyeti ve Kesin Hüküm Teorileri ...................................................... 65
3.3.4.1.
3.3.4.2.
3.3.4.3.
Maddi Hukuk Teorisi ......................................................................................................................... 66
Usul Hukuku Teorisi ......................................................................................................................... 67
Teorilerin Değerlendirilmesi ............................................................................................................. 67
3.4. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠNĠN DĠĞER HÜKÜM ETKĠSĠ TÜRLERĠ ĠLE KARġILAġTIRILMASI ......................... 69
3.4.1. ĠnĢai Etki ile KarĢılaĢtırılması .................................................................................................... 69
3.4.1.1.
3.4.1.2.
3.4.1.3.
3.4.2.
Unsur Etkisi ile KarĢılaĢtırılması ............................................................................................... 74
3.4.2.1.
3.4.2.2.
3.4.2.3.
3.4.3.
Genel Olarak ĠnĢai Etki ...................................................................................................................... 69
Hangi Mahkeme Hükümlerinin ĠnĢai Etki OluĢturabileceği Sorunu .................................................. 70
ĠnĢai Etkinin Bağlayıcılık Etkisinden Farkı ........................................................................................ 73
Genel Olarak Unsur Etkisi .................................................................................................................. 74
Unsur Etkisinin Diğer Muhakeme Alanlarına Sirayeti ....................................................................... 75
Unsur Etkisinin Bağlayıcılık Etkisinden Farkı ................................................................................... 79
Tespit Etkisi ile KarĢılaĢtırılması ............................................................................................... 80
3.4.3.1.
3.4.3.2.
3.4.3.3.
Genel Olarak Tespit Etkisi ................................................................................................................. 80
Tespit Etkisi ile Bağlayıcılık Etkisinin ĠliĢkisi ................................................................................... 81
Tespit Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi ................................................................................ 81
3.5. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠNĠN ALEYHĠNDE VE LEHĠNDE ĠLERĠ SÜRÜLEN GÖRÜġLER ............................... 84
3.5.1. Aleyhinde Ġleri Sürülen GörüĢler ............................................................................................... 85
3.5.1.1. Ceza Hâkiminin Maddi Gerçeği AraĢtırma Zorunluluğu Nedeniyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ .. 85
3.5.1.2.
Ceza Hâkiminin Bir Diğer Ceza Mahkemesi Hükmü ile Dahi Bağlı Olmaması Nedeniyle
Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ ............................................................................................................................. 86
3.5.1.3. Ġlk Hükümdeki Olası YanlıĢlıkların Devam Edeceği DüĢüncesiyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ .. 88
3.5.1.4.
Hukuki Dinlenilme Hakkına Zarar Vereceği Gerekçesiyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ ............... 89
3.5.1.5.
Ceza Muhakemesi ile Diğer Muhakeme Alanlarının Korudukları Menfaatlerin Farklı Olması
Nedeniyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ ............................................................................................................ 89
3.5.1.6.
Kesin Hükmün Sübjektif Sınırı Nedeniyle Diğer Muhakeme Alanlarında Yer Alan Mahkemeler
Tarafından Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesini Bağlamayacağı GörüĢü ..................................................... 92
3.5.2.
Lehinde Ġleri Sürülen GörüĢler .................................................................................................. 92
Hükmün Bünyesinde Kamusal Bir Emir Barındırdığı Gerekçesi ile Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ
92
3.5.2.2.
Yargılamanın Yenilenmesi Sebeplerinden Yola Çıkarak Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ ............... 93
3.5.2.3.
Daha Önceki Ceza Mahkemesi Hükmünün Aynı Sanık Hakkında Olması Durumunda Bağlayıcılığı
Kabul Eden GörüĢ ............................................................................................................................................... 94
3.5.2.4.
Önceki Ceza Mahkemesi Tarafından Verilen Beraat Hükmünün Bağlayıcılığını Kabul Eden GörüĢ 94
3.5.2.5.
Yargılamaların Ekonomikliği Gerekçesiyle Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ ................................... 95
3.5.2.1.
3.5.3. GörüĢümüz ................................................................................................................................ 96
3.6. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠNĠN ġARTLARI ............................................................................................... 103
3.6.1. Ġlk Hükmün KesinleĢmiĢ Olması ............................................................................................ 103
3.6.2. Ġlk Hükmün Zaman Bakımından Önce Olması ........................................................................ 106
3.6.3. Ġlk Hüküm ile Maddi Gerçeğin Ortaya ÇıkarılmıĢ Olması ..................................................... 108
3.6.4. Bağlayıcı Etki Doğuracak Hükmün Ceza Mahkemesi Huzurunda Ortaya Çıkan Ön Sorun
Hakkında Olması (Präjudizialität) ......................................................................................................... 112
3.6.4.1. Genel Olarak Ön Sorun TeĢkil Etme ................................................................................................ 112
3.6.4.2.
Ön Sorun TeĢkil Edebilmenin ġartları ............................................................................................. 114
3.6.4.2.1. Soyut Hukuki Tanımların Aynılığı ........................................................................................... 114
3.6.4.2.2. Ceza Davasında Sanık Olarak Yer Alan KiĢinin Önceki Davanın Taraflarından Birisi Olması 115
3.6.4.2.3. UyuĢmazlık Konusunun Aynılığı ............................................................................................. 121
3.7.
BAĞLAYICILIK ETKĠSĠNĠN BENZER KURUMLARLA KARġILAġTIRILMASI .......................................... 128
ix
3.7.1. Anayasa Mahkemesi Kararlarının Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması ...................................... 129
3.7.2. Ġçtihadı BirleĢtirme Kararlarının Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması ........................................ 132
3.7.3. Madde ve Yer Bakımından Yetki UyuĢmazlıklarında Merciin VermiĢ Olduğu Kararların
Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması .......................................................................................................... 135
3.7.4. Hükme KarĢı BaĢvurulan Kanun Yolu Yargılaması Sonucunda Üst Dereceli Mahkemelerin
VermiĢ Oldukları Kararlara Direnilememesi ile KarĢılaĢtırılması ........................................................ 137
3.8. BAĞLAYICILIK ETKĠSĠ VE HAKĠM BAĞIMSIZLIĞI .............................................................................. 140
3.8.1. Genel Olarak Hakim Bağımsızlığı .......................................................................................... 140
3.8.2. Hakim Bağımsızlığının Yargı Erkine KarĢı Korunması .......................................................... 141
3.8.3. Bağlayıcılığın Hakim Bağımsızlığı Üzerine Etkisi ................................................................. 143
4. MEVZUATIMIZDA YER ALAN DÜZENLEMELERĠN CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA
YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠ KAPSAMINDA
DEĞERLENDĠRĠLMESĠ ............................................................................................................................ 145
4.1. CEZA MAHKEMESĠ HARĠCĠNDEKĠ MAHKEMELER TARAFINDAN VERĠLEN HÜKÜMLERĠN CEZA
MAHKEMESĠ ĠÇĠN BAĞLAYICILIĞINA DAĠR DÜZENLEMELERĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ................................. 145
4.1.1. Ceza Mahkemesinin Bekletici Sorun Kararı Vermesi veya Nispi Muhakeme Yapması (CMK
md. 218)................................................................................................................................................. 145
4.1.1.1. Madde Hakkında Genel Bilgi ........................................................................................................... 145
4.1.1.2. Bekletici Sorun Kararı Verme veya Nispi Muhakeme Yapma Konusunda Ceza Mahkemesinin Takdir
Yetkisinin Sınırı ................................................................................................................................................. 148
4.1.1.2.1. Takdir Yetkisinin Zaman Ġtibariyle Sınırlandırılması ............................................................... 148
4.1.1.2.2. Takdir Yetkisinin Konu Ġtibariyle Sınırlandırılması ................................................................. 151
4.1.1.3. CMK md. 218 Uyarınca Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesine Etkisi ........................................ 154
4.1.1.3.1.
Bekletici Sorun Kararı Verilmesi Durumunda Ġlgili Yargı Yerince Verilen Hükmün Ceza
Mahkemesine Etkisi ...................................................................................................................................... 154
4.1.1.3.2. YaĢ Tashihine ĠliĢkin VerilmiĢ Hukuk Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi . 156
4.1.2. Senedin Sahteliği Hakkında Verilen Hukuk Mahkemesi Hükmünün veya Kararının Ceza
Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığı (HMK md. 214, f. 1).............................................................................. 161
4.1.2.1. HMK’nın 214’üncü Maddesinin Kapsamı........................................................................................ 161
4.1.2.2. Senedin Sahteliği Hakkında Verilen Hukuk Mahkemesi Hükmünün veya Kararının Ceza
Muhakemesine Etkisi......................................................................................................................................... 165
4.1.2.2.1. Senedin Sahte Olmadığı Hakkında Verilen Kararların Ceza Muhakemesine Etkisi ................. 165
4.1.2.2.2. Senedin Sahte Olduğu Hakkında Verilen Kararların Ceza Muhakemesine Etkisi .................... 167
4.1.2.3. Senedin Sahteliğinin Hem Hukuk Muhakemesinde Hem de Ceza Muhakemesinde AraĢtırılması
Durumunda Bekletici Sorun Kararı Verilmesi ................................................................................................... 168
4.1.3. Ġdare Bağlantısının Bulunduğu Suçlarda Ceza Mahkemesinin Gerek Ġdari ĠĢlemlerle Gerekse
de Bu ĠĢlemler Hakkında Ġdare Mahkemeleri Tarafından Verilen Hükümler ile Bağlılığı.................... 170
4.1.3.1. Genel Olarak .................................................................................................................................... 170
4.1.3.2. Ġdari ĠĢlemlerin Maddi Ceza Hukukuna Etkisi ................................................................................. 174
4.1.3.2.1. Hukuka Uygun Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi ...................................................................................... 174
4.1.3.2.2. Hatalı Olarak Tesis Edilen Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi .................................................................... 175
4.1.3.3. Ġdari ĠĢlemler ile Ceza Hakiminin Bağlılığı ...................................................................................... 181
4.1.3.3.1. Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemler Bakımından ................................................................................. 181
4.1.3.3.2. Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemler Bakımından .............................................................................. 182
4.1.3.4.
Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda Verilen Ġdare Mahkemesi Hükümlerinin
Ceza Mahkemesine Etkisi .................................................................................................................................. 182
4.1.3.4.1.
Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda Verilen Ġdare
Mahkemesi Hükümlerinin Etkisi .................................................................................................................. 182
4.1.3.4.2.
Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda Verilen Ġdare
Mahkemesi Hükümlerinin Etkisi .................................................................................................................. 183
4.1.4.
Vergi Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi .................................................. 184
4.1.4.1.
4.1.4.2.
4.1.4.3.
Genel Olarak.................................................................................................................................... 184
VUK’un 367’inci Maddesinin Son Fıkrasının Vergi Mahkemelerini de Kapsaması Sorunu........... 186
Vergi Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığı ............................................ 188
x
4.1.5. Grev veya Lokavtın KanundıĢı Olup Olmadığına ĠliĢkin ĠĢ Mahkemesi Hükmünün Ceza
Davaları Ġçin Kesin Delil OluĢturması (6356 Sayılı Kanun md. 71, f. 1) .............................................. 192
4.1.5.1.
Düzenleme Hakkında Genel Bilgi ................................................................................................... 192
4.1.5.2.
Grev ve Lokavtın Tanımı................................................................................................................. 193
4.1.5.3.
Kanun DıĢı Grev ve Lokavt Halleri ................................................................................................. 194
4.1.5.3.1. Amaç Unsuru Bakımından Kanun DıĢı Grev veya Lokavt ....................................................... 194
4.1.5.3.2.
Kanunda Öngörülen Usule Uyulmaksızın Yapılan Grev veya Lokavt..................................... 196
4.1.5.3.3.
Kanunda Öngörülen Yasak ve Sınırlandırmalara Uyulmadan Yapılan Grev veya Lokavt ...... 196
4.1.5.4. Grev veya Lokavtın Kanun DıĢı Olup Olmadığının Tespit Edilmesi ............................................... 197
4.1.5.4.1.
Tespit Davası Açmaya Yetkili Olanlar ve Görevli ve Yetkili Mahkeme ................................. 197
4.1.5.4.2.
Grev veya Lokavtın Kanun DıĢı Olup Olmadığını Tespit Eden Mahkeme Hükmünün Açılacak
Davalara Etkisi.............................................................................................................................................. 198
4.2. DĠĞER CEZA MAHKEMELERĠ TARAFINDAN VERĠLEN HÜKÜMLERĠN CEZA MAHKEMESĠ ĠÇĠN
BAĞLAYICILIĞINA DAĠR DÜZENLEMELERĠN DEĞERLENDĠRĠLMESĠ ............................................................. 201
4.2.1. Hakaret Suçunda Ġsnadın Ġspatlanması (TCK md. 127, f. 1) ................................................... 201
4.2.1.1.
TCK md. 127’deki Düzenleme Hakkında Genel Bilgi .................................................................... 203
4.2.1.2.
Ġsnat Edilen ve Aynı Zamanda Suç TeĢkil Eden Fiiller Hakkında Verilen Hükümlerin Hakaret
Suçundan Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi .................................................................................................. 204
4.2.1.2.1.
Mahkumiyet Hükmünün Etkisi ............................................................................................... 206
4.2.1.2.2.
Beraat Hükmünün Etkisi .......................................................................................................... 208
4.2.1.2.3.
Diğer Hükümlerin Etkisi .......................................................................................................... 208
4.2.1.3.
Ġsnat Edilen Ancak Suç TeĢkil Etmeyen Fiiller Hakkında Kurulan Hükümlerin Hakaret Suçundan
Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi ................................................................................................................... 210
4.2.2.
Bağlantılı Davalarda Kurulan Hükümlerin Birbirine Etkisi ..................................................... 211
4.2.2.1.
Genel Olarak Bağlantılı Davalar...................................................................................................... 211
4.2.2.2.
Bağlantılı Dava ÇeĢitleri.................................................................................................................. 211
4.2.2.2.1.
Tek Yönlü Bağlantı- KarıĢık Bağlantı ..................................................................................... 211
4.2.2.2.2.
Dar Bağlantı- GeniĢ Bağlantı ................................................................................................... 212
4.2.2.3.
Bağlantılı Davalarda BirleĢtirme ..................................................................................................... 212
4.2.2.4.
BirleĢtirilmeyen Bağlantılı Davalar Sonucunda Kurulan Hükümlerin Diğer Yargılamayı Yapan
Mahkeme Ġçin Bağlayıcılığı............................................................................................................................... 215
4.2.3. Türk Ceza Kanunu’nda Yer Alan ve Kanuni Tarifinde Öncül Suça Yer Veren Bazı Suç
Tiplerine ĠliĢkin Yargılamalarda, Öncül Suçla Ġlgili Verilen Kararların veya Hükümlerin Bu
Yargılamalara Etkisi .............................................................................................................................. 217
4.2.3.1.
Genel Olarak Öncül Suç Kavramı ................................................................................................... 217
4.2.3.2.
Öncül Suç ile Asıl Suç Arasındaki ĠliĢki ......................................................................................... 219
4.2.3.3.
Öncül Suçtan Dolayı Kurulan Hükmün veya Verilen Hakim ya da Mahkeme Kararının Asıl Suçtan
Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi ................................................................................................................... 220
4.2.3.3.1.
Suç Tipleri Hakkında Genel Bilgi ............................................................................................ 220
4.2.3.3.2.
Hüküm Türlerine Göre Değerlendirme .................................................................................... 230
5. SONUÇ ...................................................................................................................................................... 243
KAYNAKLAR.............................................................................................................................................. 259
xi
KISALTMALAR
Bu çalıĢmada kullanılmıĢ kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aĢağıda sunulmuĢtur.
Kısaltmalar
Açıklamalar
ABD
AD
AG
AĠHM
AĠHS
Art.
AÜEHFD
AÜHFD
AYD
BayObLG
BFH
BGH
BGHSt
BımSchG
: Ankara Barosu Dergisi
: Adalet Dergisi
: Amtsgericht
: Avrupa Ġnsan Hakları Mahkemesi
: Avrupa Ġnsan Hakları SözleĢmesi
: Artikel
: Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk Fakültesi Dergisi
: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
: Askeri Yargıtay Dergisi
: Bayerisches Oberstes Landesgericht
: Bundesfinanzhof
: Bundesgerichtshof
: Entscheidungen des Bundesgerichtshof in Strafsachen
: Gesetz zum Schutz vor schädlichen Umweltswirkungen durch
Luftverunreinigungen, Geräusche, Erschütterungen und ähnliche
Vorgänge
: Borçlar Kanunu
: Bakınız
: Bundestagsdrucksache
: Bundesverfassungsgericht
: Entscheidungen des Bundesverfassungsgerichts
: Gesetz über das Bundesverfassungsgericht
: Ceza Dairesi
: Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Ġnfazı Hakkında Kanun
: Ceza Hukuku Dergisi
: Ceza Muhakemesi Kanunu
: Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu
: Çeviren
: Devlet Memurları Kanunu
: Dipnot
: Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
: Esas
: Einkommensteuergesetz
: Ege Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
: Fıkra
: Goldammer’s Archiv für Strafrecht
: Grundgesetz
: Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
: Hukuk Dairesi
: Hukuk Muhakemeleri Kanunu
: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu
: Ġstanbul Barosu Dergisi
: Ġcra ve Ġflas Kanunu
: Ġstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası
: Ġdari Yargılama Usulü Kanunu
BK
bkz.
BT-Drs
BVerfG
BVerfGE
BVerfGG
CD
CGTĠHK
CHD
CMK
CMUK
çev.
DMK
dn.
DÜHFD
E.
EStG
EÜHFD
f.
GA
GG
GÜHFD
HD
HMK
HUMK
ĠBD
ĠĠK
ĠÜHFM
ĠYUK
xii
JA
JuBeG
JuMoG
JZ
K.
KÜHFD
md.
NJW
Nr.
NStZ
OLG
OWĠG
PVSK
RKD
Rn.
s.
SBArD
StGB
StPO
StR
SÜHFD
TBBD
TBMM
TCK
TDK
TĠSGLK
vd.
vs.
VUK
YCGK
YD
YHGK
YĠBK
YKD
ZPO
ZStW
: Juristische Arbeitsblätter
:Entwurf eines Ersten Gesetzes zur Beschleunigung von Verfahren der
Justiz
: Entwurf eines Gesetzes zur Modernisierung der Justiz
: Juristische Zeitung
: Karar
: Kocaeli Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
: Madde
: Neue Juristische Wochenschrift
: Nummer
:Neue Zeitschrift für Strafrecht
: Oberlandesgericht
: Gesetz über Ordnungswidrigkeiten
: Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu
: Resmi Kararlar Dergisi
: Randnummer
: Sayfa
: Sosyal Bilimler AraĢtırma Dergisi
: Strafgesetzbuch
: Strafprozessordnung
: Strafrecht
: Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
: Türkiye Barolar Birliği Dergisi
: Türkiye Büyük Millet Meclisi
: Türk Ceza Kanunu
: Türk Dil Kurumu
: Toplu ĠĢ SözleĢmesi Grev ve Lokavt Kanunu
: Ve devamı
: Vesaire
: Vergi Usul Kanunu
: Yargıtay Ceza Genel Kurulu
: Yargıtay Dergisi
: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
: Yargıtay Ġçtihadı BirleĢtirme Kararı
: Yargıtay Kararları Dergisi
: Zivilprozessordnung
: Zeitschrift für die gesamte Strafrechtswissenschaft
1
1. GĠRĠġ
Konunun Takdimi
ÇalıĢmamızın
konusunu
“Ceza
Muhakemesi
Bağlamında
Yargı
Mercileri
Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi” oluĢturmaktadır.
Yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisi denildiği zaman; sonraki
yargılamada ön sorun olarak ortaya çıkan uyuĢmazlığın bir baĢka mahkeme tarafından
çözülmüĢ olması durumunda, ön sorun hakkında verilen bu hükmün asıl uyuĢmazlıktan
dolayı yargılama yapan mahkeme için bağlayıcı olup olmayacağı söz konusu edilir. Bu
durum, uygulamada önemli bir sorun olarak ortaya çıkmakta ve gerek öğretide gerek yargı
kararlarında farklı Ģekillerde çözüme kavuĢturulmaktadır. Konuya iliĢkin olarak özellikle
Yargıtay kararlarında bir istikrar söz konusu değildir. Bunun da temel sebebi,
mevzuatımızda yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisini düzenleyen genel
bir düzenlemenin bulunmamasıdır. Mevzuatın değiĢik yerlerinde bulunan düzenlemeler ise
birbirleriyle uyum arz etmemektedir. Bu düzenlemelerden yola çıkarak yargı mercileri
kararlarının birbirlerine niçin etki etmesi veya niçin etki etmemesi gerektiğine iliĢkin bir
sonuca ulaĢılamayacağını düĢünüyoruz.
Kanımızca yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde etki etmesinin kural olarak
kabul edilmesi gerekir. Yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde etki etmesinin
bütünüyle reddedilmesi halinde, aynı konuya iliĢkin olarak birbirleriyle çeliĢen hükümler
ortaya çıkabilir. Hatta birbirleriyle çeliĢen bu hükümler dolayısıyla aynı fiil farklı
mahkemeler tarafından, hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı olarak değerlendirilmiĢ
olabilir. Bu durum ise hukuk devleti prensibine dayanan hukuki güvenlik ilkesine ve hukuk
düzeninin birliği düĢüncesine aykırılık teĢkil eder.
Açıklanan nedenlerle yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde etki etmesi
gerektiği düĢüncesinin temelinin hukuk düzeninin birliğinde olduğunu düĢünmekteyiz.
Ancak hukuk düzeninin birliği düĢüncesi, yargı mercilerinin kararlarının birbirleri üzerinde
nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna değil; niçin etki etmesi gerektiği sorusuna bir yanıt
içerir. Yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde nasıl etki etmesi gerektiğinin kesin
hüküm kurumu bağlamında değerlendirilmesi gerekir.
2
Konunun Sınırlandırılması
ÇalıĢmamızda bütün yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde etkisi değil;
sadece hukuk, idare, vergi ve ceza mahkemelerinin bir ceza mahkemesine etkisi
değerlendirilmiĢtir 1 . Bunun için de ilk baĢta bağlayıcılık etkisi ile ilgili genel bir
değerlendirme yapılmaya çalıĢılmıĢ, daha sonra ise mevzuatta diğer mahkemeler tarafından
verilen hükümlerin ceza mahkemesine etkisine iliĢkin somut düzenlemeler ele alınmıĢtır.
Ülkemizin de dahil olduğu Kıta Avrupa’sı hukuk sisteminde yargı ayrılığı sistemi
kabul edilmiĢtir. Yargı ayrılığı sisteminin kabul edildiği ülkelerde kiĢilere ayrı hukuk,
devlete ayrı hukuk uygulanmaktadır 2 . Bu sistemin ayırıcı özelliği olarak, adli yargının
dıĢında bir de idari yargının bulunuyor olması gösterilmektedir3. Adliye mahkemelerinin
ve idare mahkemelerinin birbirinden bağımsız iki düzen oluĢturduğu yargı ayrılığı
sisteminde, bu düzenlerin her birisi “yargı kolu” olarak adlandırılmaktadır 4 . Ülkemizde
geçerli olan yargı ayrılığı sisteminde adliye mahkemeleri hukuk ve ceza mahkemelerinden
oluĢur5 ve bu mahkemelerinin temyiz mercii Yargıtay’dır. Ġdari yargıda yer alan idare ve
vergi mahkemelerinin temyiz mercii ise DanıĢtay’dır. Dolayısıyla ceza mahkemeleri
haricindeki mahkemeleri ifade ederken, diğer yargı kolundaki mahkemeler ifadesini
kullanmak doğru olmayacaktır. Zira adli yargı kolu içerisinde yer alan hukuk mahkemesi
hükmünün de ceza mahkemesine etkisi gündeme gelebilmektedir. Açıklanan bu
gerekçelerden dolayı çalıĢmamızda ceza mahkemeleri haricindeki bütün mahkemeler için
“farklı muhakeme alanlarında görev yapan mahkemeler” ifadesini kullanmayı uygun
bulduk.
ÇalıĢma konumuzun yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisi olması
nedeniyle, hangi kararların bağlayıcılık etkisi doğuracağının da açıklığa kavuĢturulması
gerekir.
Türk Dil Kurumu (TDK) Türkçe Sözlükte “karar”, “bir iş veya sorun hakkında
düşünülerek verilen kesin yargı” olarak tarif edilmiĢtir. Kelimenin hukuk literatüründeki
anlamının ise “herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı, hüküm” olduğu
belirtilmiĢtir 6 . Bu verilen tanımdan karar ve hüküm ifadelerinin aynı anlama geldiği
sonucu çıkmaktadır. Oysa muhakeme hukukunda karar ve hüküm aynı kurumlar değildir.
1
2
3
4
5
6
Yabancı mahkeme kararlarının da bir ceza mahkemesine etkisi gündeme gelebilirse de konu bütünlüğünü
sağlamak için sadece Türk mahkemelerinin kararları değerlendirmeye tabi tutulmuĢtur.
Gözler, K. (2013). Hukuka Giriş. (10. Baskı). Bursa, s. 464.
Gözler, 2013, s. 464.
Gözler, 2013, s. 464.
Arslan, R. ve Tanrıver, S. (2001). Yargı Örgütü Hukuku. (2. Baskı). Ankara, s. 53.
http://tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.
530bbb6d5e7f93.82145581.
3
Muhakeme hukukunda “karar” hükmü de içeren genel bir kavram olarak kullanılmaktadır.
Bu bakımdan her hüküm bir karar olmakla birlikte, her karar hüküm değildir7.
Hakimlerin fikri iĢlemleri olarak nitelendirilen kararlar nitelikleri bakımından “idare
kararları” ve “yargılama kararları” Ģeklinde ikili bir ayrıma tabi tutulmuĢtur8. Yargılama,
uyuĢmazlığın kolektif muhakeme yapılarak çözülmesi faaliyeti olduğu için uyuĢmazlığın
çözülmesi esnasında verilen kararlar da yargılama kararlarıdır9.
Yargılama kararları da hakimlik ve mahkeme kararları Ģeklinde ikiye ayrılmakta olup
mahkeme kararları da ara karar ve nihai karar Ģeklinde ikiye ayrılmaktadır10. Ara karar,
nihai kararları hazırlayıcı nitelikteki kararlardır11. Ceza muhakemesinde yapılan bu tanıma
benzer bir Ģekilde hukuk muhakemesinde de ara kararlar “yargılamaya son vermeyen,
bilakis onu yürütmeye, ilerletmeye yarayan kararlar” Ģeklinde tarif edilmiĢtir.
Mahkemelerin, madde ve yer bakımından yetkisizlik taleplerinin reddine iliĢkin kararları
veya bir delilin kabule Ģayan olup olmadığına iliĢkin kararları ara kararlara örnek olarak
gösterilmektedir 12 . Hukuk muhakemesi için verilen bu örneklerin ceza muhakemesi ve
idari muhakeme için de geçerli olduğuna kuĢku yoktur. Ara kararlar yargılamaya son
vermeyen kararlar olduğu ve taraflar arasındaki uyuĢmazlığı nihai bir Ģekilde
gidermedikleri için; sonraki yargılamayı yapan mahkeme için herhangi bir bağlayıcı etkiye
sahip olmazlar. Bu bakımdan ara kararların kural olarak diğer yargı mercileri üzerinde
etkisi söz konusu olamaz. Ancak kanun koyucu bu kuralın aksini kabul etmiĢ olabilir.
Nitekim HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasında hukuk mahkemesi tarafından
verilen ara kararların da ceza mahkemesi için bağlayıcı olduğu kabul edilmiĢtir.
Muhakemeye son veren ve hakimin davadan elini çekmesi sonucunu doğuran
kararlara ise nihai karar denilir13. Nihai kararlar ise esasa iliĢkin nihai kararlar ve usule
iliĢkin nihai kararlar olmak üzere ikiye ayrılır14. Bir mahkeme hükmünden bahsedildiği
zaman esasa iliĢkin nihai kararlar anlaĢılır. Bu bakımdan hüküm, davayı esastan
çözümleyen, taraflar arasındaki uyuĢmazlığı nihai olarak sona erdiren kararlardır15. Usule
7
8
9
10
11
12
13
14
15
Pekcanıtez, H., Atalay, O. ve Özekes, M. (2011). Medeni Usul Hukuku. (12. Bası). Ankara, s. 537; Balcı,
M. (2013). Ceza Muhakemesinde Hüküm ve Çeşitleri. Ankara, s. 20.
Kunter, N. (1989). Ceza Muhakemesi Hukuku. (YenileĢtirilmiĢ ve GeliĢtirilmiĢ Dokuzuncu Bası).
Ġstanbul, s. 498.
Kunter, 1989, s. 498.
Kunter, 1989, s. 500.
Kunter, 1989, s. 501.
Kuru, B., Arslan, R. ve Yılmaz, E. (2011). Medeni Usul Hukuku. (22. Baskı). Ankara, s. 467.
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 468.
Hukuk muhakemesinde buna ek olarak “davanın konusuz kalması halinde verilen kararlar” da nihai
kararlar arasında sayılmaktadır (Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 468).
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 469.
4
iliĢkin nihai kararlar ile de yargılama sona erer ve davaya bakmakta olan mahkeme o
davadan elini çeker. Ancak bu kararlar ile taraflar arasındaki uyuĢmazlık henüz sona ermiĢ
değildir. Çünkü usule iliĢkin nihai kararlar, taraflar arasındaki uyuĢmazlık hakkında bir
çözüm içermezler 16 . Bu nedenle yargı mercileri tarafından verilen usule iliĢkin nihai
kararların, uyuĢmazlık konusu olayın esasına iliĢkin olmamaları nedeniyle, sonraki
yargılamada bağlayıcı bir etkiye sahip olmaları söz konusu değildir. Bu kararlar yalnızca
usul bakımından kesin hüküm etkisi teĢkil ederler17. Esasa iliĢkin nihai kararlar ise hüküm
olarak adlandırılmaktadır. Bağlayıcı etkiye sahip olabilecek kararlar, iĢin esasına girip
taraflar arasındaki uyuĢmazlığa son veren nihai kararlar, baĢka bir deyiĢle hükümlerdir. Bu
nedenle çalıĢmamızda bağlayıcı etkiye sahip olabilecek nihai kararları belirtmek için
“hüküm” ifadesi kullanılmıĢtır.
ÇalıĢmamız üç bölümden oluĢmaktadır. Birinci bölümde yargı mercileri kararlarının
birbirleri üzerindeki etkisinin temelinde yatan düĢünce olan hukuk düzeninin birliği
açıklanmıĢ; bu bölümün sonunda hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin, yargı mercileri
tarafından verilen kararların ceza mahkemesine etkisi sorununa yansıması ele alınmıĢtır.
Ġkinci bölümde bağlayıcılık etkisi denildiği zaman neyin anlaĢılması gerektiği
açıklanmıĢ; bağlayıcılık etkisinin aleyhinde ve lehinde ileri sürülen görüĢler ortaya
konulduktan sonra, kendi görüĢümüz belirtilmiĢ; bağlayıcılık etkisi ile diğer hüküm etkisi
türleri karĢılaĢtırılmıĢ; bağlayıcılık etkisinin Ģartları ortaya konulmuĢ; bazı mahkeme
kararları ile ilgili olarak mevzuatın değiĢik yerlerinde geçen “bağlar”, “bu kararlara karĢı
direnilemez”, “kesindir” gibi ifadelerin bağlayıcılık etkisi ile bağlantısı ortaya konulmuĢ;
nihayetinde bağlayıcılık etkisinin hakim bağımsızlığına aykırılık teĢkil edip etmediği
açıklanmıĢtır.
Üçüncü bölümde mevzuatın değiĢik yerlerinde bağlayıcılık etkisine yer veren
düzenlemeler tek tek değerlendirilmiĢtir. Bu değerlendirme yapılırken ceza mahkemesi
haricindeki mahkemelerin ceza mahkemesi üzerindeki etkisi ve ceza mahkemeleri
tarafından verilen hükümlerin diğer bir ceza mahkemesine etkisi iki ayrı ana baĢlık altında
ele alınmıĢtır.
16
17
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 470.
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 694.
5
2. CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ
BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNĠN TEMELĠNDE YATAN DÜġÜNCE:
HUKUK DÜZENĠNĠN BĠRLĠĞĠ
2.1.
Hukuk Düzeninin Birliği
2.1.1. Tanım ve Kavram
Karl Engisch’in 1935 yılında yazdığı kitabın baĢlığı olarak kullanmıĢ olduğu “Hukuk
Düzeninin Birliği” (Die Einheit der Rechtsordnung) ifadesi, daha sonra hukuki bir kavram
haline gelmiĢtir18. Hukuk düzeninin birliği, bütün hukuk düzeninin bir ahenk içerisinde
bulunması amacıyla, farklı hukuk disiplinlerinin birbirleri ile bağlantı içerisinde
bulunmasını ifade eder. Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin arkasında yatan sebep, farklı
hukuk disiplinlerinin birbirleri ile bağlantısız bir Ģekilde bulunmalarını önlemek ve böylece
uyumlu bir bütünlük arz etmelerini sağlamaktır. Hukuk düzeninin, kamu hukuku- özel
hukuk Ģeklinde bölümlere, bunların da alt disiplinlere ayrılması, hukuk düzeninin birliği
düĢüncesine herhangi bir aykırılık teĢkil etmez. Hukuk düzeninin birliği düĢüncesine
aykırılık teĢkil eden husus, farklı hukuk disiplinlerinde birbiriyle çeliĢkili normatif
düzenlemelerin ve farklı muhakeme alanlarında görev yapan mahkemelerin birbirleri ile
çeliĢki arz eden hükümlerinin mevcut olmasıdır. BaĢka bir deyiĢle, kamu hukuku- özel
hukuk gibi bir ayrım bütünlük arz eden bir hukuk düzeninde bulunabilir ve hatta
bulunmalıdır19. Yeter ki farklı hukuk disiplinlerine iliĢkin normatif düzenlemeler ve farklı
muhakeme alanlarında görev yapan mahkemeler tarafından verilen hükümler, diğer hukuk
disiplinlerine iliĢkin normatif düzenlemeleri ve mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümleri
iĢlevsiz hale getirmesin20.
18
19
20
Dagmar, F. (1998). Einheit der Rechtsordnung: zur verfassungsrechtlichen Relevanz einer juristischen
Argumentationsfigur. Tübingen, s. 1; Bräutigam-Ernst, S. (2010). Die Bedeutung von
Verwaltungsvorschriften für das Strafrecht. Baden-Baden, s. 330.
Eğer Kant’ın dilinden konuĢacak olursak, “ bütün meslekler, el sanatları ve sanatlar iĢ bölümünden
kazançlı çıkmıĢlardır; çünkü o zaman, bir kiĢi her Ģeyi yapmaz; her biri, bir iĢi en yetkin ve en kolay
Ģekilde yapabilmek için, yapılıĢı bakımından diğerlerinden gözle görülür bir biçimde farklı olan bir iĢi
yapmakla yetinir”, Kant, I. (2009). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi (çev. Kuçuradi Ġ.). (Dördüncü
Baskı). Ġstanbul, s. 3.
Dagmar, 1998, s.142.
6
2.1.2. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesine YaklaĢımlar
Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinden neyin anlaĢılması gerektiği sorusu öğretide
farklı Ģekilde cevaplandırılmıĢ, bu düĢünce farklı bakıĢ açılarından ele alınmıĢtır. Neyi
ifade ettiği hususunda farklı görüĢler ileri sürülmüĢ olsa da hukuk düzeninin birliği
düĢüncesinin nihai amacı, farklı hukuk disiplinlerinin uyumlu bir bütün haline
getirilmesidir. Burada bu farklı bakıĢ açılarını ortaya koymaya çalıĢacağız.
2.1.2.1.
ġekli ve Maddi YaklaĢımlar
Hukuk düzeninin Ģekli anlamda birliği, aynı Ģekilde kullanılan kavramların aynı
anlama gelmesi gerektiğini ifade eder. Hukuk, farklı kategorilere ayrılmıĢ ve farklı yaĢam
iliĢkilerine göre ĢekillendirilmiĢ olsa da hukuk düzeninin Ģekli anlamda birliği, bütünlük
arz eden kavramların oluĢturulması suretiyle garanti altına alınmalıdır 21 . Fakat bazı
yazarlara göre, hukuk disiplinlerinin birbirlerinden bağımsız hale getirilmiĢ olması,
bunların kendilerine has özellikler göstermesine ve birbirlerinden farklılaĢmasına sebep
olur. Bu durum, hukuki kavramların göreceli olması sonucunu ortaya çıkarır. Bu görüĢe
paralel olarak çeĢitli hukuk disiplinlerinde ortak olarak kullanılan örneğin nedensellik ya
da taksir gibi temel kavramların hukuk disiplinlerine has özellikler nedeniyle farklı
anlamlar ihtiva etmeleri mümkündür22.
Hukuk düzeninin maddi anlamda birliği ise diğer hukuk disiplinlerince yapılan
değerlendirmelerin dikkate alınması gerekliliği ile ilgilidir. Maddi birlikten kasıt, hukuk
düzeninin değerlendirme tutarsızlıklarından arındırılmıĢ olmasıdır 23 . Bu noktada, klasik
örnek ise bir fiilin hukuka uygunluk değerlendirmesinin hukuk düzeni içerisinde bütünlük
arz eder Ģekilde yapılmasıdır24. BaĢka bir deyiĢle, aynı fiilin bir hukuk disiplini tarafından
hukuka uygun, baĢka bir hukuk disiplini tarafından hukuka aykırı olarak değerlendirilmesi,
maddi anlamda hukuk düzeninin birliği yaklaĢımı bakımından tutarlı olmayacaktır.
21
22
23
24
Dagmar, 1998, s. 162.
Günther, H. L. (1983). Strafrechtswidrigkeit und Strafunrechtsausschluβ. Köln; Berlin; Bonn; München,
s. 94.
Bräutigam-Ernst, 2010, s. 336.
Bräutigam-Ernst, 2010, s. 336.
7
2.1.2.2.
Sübjektif ve Objektif YaklaĢımlar
Hukuk düzeninin birliği düĢüncesine kiĢiler cephesinden bakıldığında Ģöyle bir
durum ortaya çıkmaktadır: Normun muhatabı kiĢinin, aynı kavramların farklı hukuk
disiplinlerinde farklı anlamlarda kullanılması (Ģekli anlamda hukuk düzeninin birliği) ya da
gerçekleĢtirmiĢ olduğu bir fiilin farklı hukuk disiplinleri tarafından farklı değerlendirilmesi
suretiyle (maddi anlamda hukuk düzeninin birliği) güvensiz duruma düĢürülmemesi
gerekir 25 . Buraya kadar olan husus hukuk düzeninin sübjektif anlamda birliğidir. Zira
burada normun muhatabı kiĢinin bakıĢ açısından bir değerlendirme yapılmaktadır.
Diğer taraftan bir hukuk disiplininin amacına ulaĢması, baĢka bir hukuk disiplinine
iliĢkin kanuni düzenlemeler ile engellenmemelidir. Bu husus, kiĢilerin menfaatleri ile
doğrudan ilgili olmadığı için burada hukuk düzeninin birliğinin objektif anlamda
sağlanması söz konusudur26.
Gerek yargı kararlarında gerekse de öğretide yapılan tartıĢmalarda, hukuk düzeninin
birliğine ağırlıklı olarak birey cephesinden bakıldığı görülmektedir 27. Normun muhatabı
kiĢi, aynı hukuk düzeninin içerisinde yer alan farklı düzenlemeler nedeniyle güvensiz hale
getirilmemelidir. KiĢilere, gerçekleĢtirecekleri fiilden önce, bu fiilin doğuracağı sonuçları
bilmelerinin, en azından öngörebilmelerinin garanti edilmesi gerekir. Eğer aynı fiil farklı
hukuk disiplinleri tarafından farklı değerlendirilmelere tabi tutulursa anayasal bir ilke olan
hukuki güvenlik ilkesine aykırı davranılması söz konusu olur. BaĢka bir deyiĢle, devlet
bireyler ile farklı dillerle konuĢmamalıdır28.
2.1.2.3.
Güncel YaklaĢım
Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin son yıllarda önem kazanmasının baĢlıca
nedeni, hukuki düzenlemelerin sayısal olarak çok fazlalaĢmasıdır. Bu düzenlemelerde
yaĢanan enflasyon nedeniyle hukuk düzeni öngörülemez ya da kontrol edilemez bir
duruma gelmiĢtir.
25
26
27
28
Dagmar, 1998, s. 163.
Dagmar, 1998, s. 163.
Dagmar, 1998, s. 163.
Dagmar, 1998, s. 163.
8
Hukuki düzenlemelerde yaĢanan enflasyonun sonucu ise birbiriyle çeliĢen
düzenlemelerin ortaya çıkmasıdır
29
. Hukuki düzenlemelerin ve farklı mahkemeler
tarafından verilen hükümlerin birbirleriyle çeliĢmesi arzu edilmemektedir. Dolayısıyla
günümüzde hukuk düzeninin birliği, hukuk düzeninin tutarlılık arz etmesi gerektiği
anlamına indirgenmiĢtir30. Bu anlamı ile hukuk düzeninin birliği, hem soyut hem somut
gereklilik normlarını (Sollensätze) kapsamaktadır. Bu kapsamda sadece kanunların değil,
bundan daha fazla bir Ģekilde idari makamlar tarafından verilen kararların ve mahkemeler
tarafından verilen hükümlerin kendi içlerinde tutarlılık arz etmesi gerekir.
2.1.3. Hukuk Düzeninin Birliğine Olan Gereksinimin SomutlaĢtırılması
Bütünlük arz eden bir hukuk düzeninde, birbirleriyle çeliĢen düzenlemelerden ve
mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerden kaçınmak için hukuk düzeninin birliği
düĢüncesi değiĢik Ģekillerde ele alınmaktadır. Fakat bunlardan dördü öne çıkmaktadır.
2.1.3.1.
Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesinin Kanun Koyucunun Faaliyetlerine
Yansıması
2.1.3.1.1. Kavram Birliği ve Hukuk Düzeninin Birliği
Hukuk düzeninin birliği denilince ilk akla gelen hususun hukuk terminolojisinde
birliğin sağlanması gereği olduğu söylenmektedir31. Bunu sağlama yükümlülüğü de daha
çok kanun koyucuya aittir. Yoksa hukuk öğretisinin bir hukuki kurumu farklı Ģekillerde
adlandırmasının, hukuk düzeninin birliği ile doğrudan bir ilgisi yoktur32.
29
30
31
32
Dagmar, 1998, s. 2; Benzer durumun bir hukuk disiplininin içerisinde de söz konusu olduğu Ģu Ģekilde
belirtilmektedir: “ülkemizde idare hukuku kurallarının başta anayasa, kanun, kanun hükmünde
kararname, tüzük, yönetmelik; hatta yüzlerce adsız düzenleyici işlemle düzenlenmiş olması, bu kuralları
uygulayan kamu görevlilerini zorlamakta, kimi zaman düzensiz ve birbiriyle çelişen hükümler sebebiyle
keyfi uygulamalara neden olmaktadır” Akyılmaz, B., Sezginer M. ve Kaya, C. (2014). Türk İdare
Hukuku. (GüncelleĢtirilmiĢ ve GeliltirilmiĢ 5. Baskı). Ankara, s. 43.
Dagmar, 1998, s. 143.
Dagmar, 1998, s. 157.
Örneğin Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin Ġnfazı Hakkında Kanun’un 107 ve devamı maddelerinde
düzenlenen “koĢullu salıverilme” kurumu öğretide, “meĢruten tahliye”, “Ģartla salıverme”, “koĢullu
salıverme” olarak farklı Ģekilde adlandırılmaktadır. Bkz. AkkaĢ, A. H. (2008). KoĢullu Salıverilme. Gazi
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt XII, sayı 1-2, s. 305 vd; Benzer Ģekilde idare hukukunda, idari
iĢlemle ilgili olarak “tasarruf”, “muamele”, “karar”, “kural”, “norm”, “düzenleme” gibi çeĢitli ifadelerin
kullanıldığı; ancak bu durumun sürekli değiĢim ve geliĢim gösteren bir hukuk dalı olan idare hukuku için
gerekli ve hatta zorunlu olduğu savunulmaktadır. Bkz. Akyılmaz, B. (2000). İdari Usul İlkeleri Işığında
İdari İşlemin Yapılış Usulü. Ankara, s. 23.
9
Kavram birliğinden, belirli bir durum ile ilgili olarak bir hukuki terimin sadece belirli
Ģeklinin kullanılması gerekliliği anlaĢılır33. ENGISCH’e göre, kanun koyucunun bir tanıma
dayalı olan hukuk kurallarına iliĢkin terminolojide duraksaması ya da daha doğru ifade ile
farklı kavramları tercih etmesi durumunda, teknik anlamda bir çatıĢma vardır 34. Teknik
anlamda çatıĢma, aynı terimin farklı hukuk disiplinlerinde farklı anlamlara sahip olması
Ģeklinde ortaya çıkabileceği gibi; aynı husus için farklı hukuk disiplinlerinde farklı
terimlerin kullanılması Ģeklinde de ortaya çıkabilir35. Bu gibi durumlarda gerçek anlamda
bir çatıĢmadan ziyade, hukuki terimlerin oluĢturulmasında bir problemin söz konusu
olduğu savunulmaktadır36. Bu yüzden teknik anlamdaki çatıĢmalar diğer çatıĢma türlerine
oranla daha az sorun teĢkil etmektedir 37 . ENGISCH’in tarifi ile teknik anlamdaki
çatıĢmalar, bugün birçok yazar tarafından hukuki bakımdan çok tehlikeli görülmese de bu
tarz çatıĢmaların normun açıklığı ve belirlilik ilkelerine temas ettiğini savunan yazarlar da
mevcuttur38.
Hukuk düzeni, tutarlılık arz etmek zorunda olduğu için aynı terimler farklı hukuk
disiplinlerinde kullanılmıĢ olsa da aynı anlama sahip olmalıdırlar39. Örneğin, Türk Ceza
Kanunu’nun (TCK) çeĢitli maddelerinde geçen “zilyet” ifadesinin40 Medeni Kanunda yer
alan “zilyet” ifadesi ile aynı anlama gelmesi gerekmektedir41.
33
34
35
36
37
38
39
40
41
Dagmar, 1998, s. 158.
Engisch, K. (1935). Die Einheit der Rechtsordnung. Heidelberg, s. 43.
Engisch, 1935, s. 43.
Renzikowski,J. (1992). Wertungswidersprüche als (straf-) rechtsmethodisches Problem. GA, s. 159.
Von Arnauld, A. (2006). Rechssicherheit Perspektische Annäherungen an eine idée directrice des Rechts.
Tübingen, s. 259; Bräutigam-Ernst, 2010, s. 331.
Schall, H. (1990). Umweltschutz durch Strafrecht: Anspruch und Wirklichkeit. NJW, s. 1265; Dagmar,
1998, s. 191.
Dagmar, 1998, s. 165; Baldus, M. (1995). Die Einheit der Rechtsordnung. Berlin, s. 11; aksi yönde bkz.
CoĢkun-Karadağ, N. (2009). Hukuki Güvenlik Ġlkesinin Vergi Planlamasında TaĢıdığı Anlam. Prof. Dr.
Mualla Öncel’e Armağan, cilt 1, Ankara, s. 693 vd. Yazara göre, vergi kanunlarında kullanılan kavramlar
günlük dildeki ve diğer kanunlardaki kullanımından farklılık arz edebilir. Bu kavramlar, ilgili kanundaki
anlamıyla kullanılıyorsa açıkça bu kanuna atıf yapılmalıdır. Gayrimenkul, mesken gibi kavramlar vergi
kanununda özel bir anlamda kullanılıyorsa, bunun açıkça belirtilmesi gerekir. Vergi hukukunun özelliği
bahane edilerek yeni kavramlar oluĢturulması hukuk bütünlüğüne zarar verir (CoĢkun-Karadağ, 2009, s.
760).
Zilyet ifadesine TCK’da Hırsızlık (md. 141), Kullanma Hırsızlığı (md. 146), Güveni Kötüye Kullanma
(md. 155), KaybolmuĢ veya Hata Sonucu Ele GeçmiĢ EĢya Üzerinde Tasarruf (md. 160), KarĢılıksız
Yararlanma (md. 163) ve Zimmet (md. 247) suçlarında yer verilmiĢtir.
Benzer bir husus gerek ceza hukukunda kullanılan gerekse de medeni hukukta kullanılan “fiil ehliyeti”
kavramı ile ilgili olarak söz konusu olmaktadır. Öğretide ÖZGENÇ, fiil ehliyetini, bir kiĢinin
davranıĢlarını belli bir gayeye doğru yönlendirebilme yeteneği olarak tarif etmekte ve bu kavramın Alman
hukukunda kullanılan “Handlugsfähigkeit” ifadesine karĢılık geldiğini belirtmektedir. Yazara göre, bu
bakımdan medeni hukukta kullanılan hak ehliyet-fiil ehliyeti ayrımı isabetsizdir. Medeni hukukta
kullanılan “fiil ehliyeti” kavramı yerine “hukuki muamele ehliyeti” kavramının kullanılması daha isabetli
olur (Özgenç, Ġ. (2014). Türk Ceza Hukuku, Genel Hükümler. (Gözden GeçirilmiĢ ve GüncellenmiĢ 10.
Bası). Ankara, s. 160, dn. 127).
10
Kavram birliğinin sağlanması bütün hukuk düzeni açısından geçerli olmakla birlikte,
birbirleri ile yakın bir bağlantı içerisinde bulunan hukuk disiplinleri açısından ayrı bir
öneme sahiptir 42 . Örneğin idare hukuku ile ceza hukukunun sıkı bir bağlantı içerisinde
bulunduğu çevre ceza hukuku bakımından durum Ģu Ģekilde örneklendirilebilir. Çevre ceza
hukukunda önemli bir yere sahip “atık” veya “atom reaktörü” gibi kavramlar idare
hukukunda ve ceza hukukunda aynı anlamı ifade etmelidir43. Nitekim bu durumla ilgili
olarak Alman Ceza Kanunu’nda (StGB) yapılan değiĢiklik ile Kanunun 327’inci
paragrafında yer alan “çöp yok etme tesisi”44 terimi yerine “çöp arıtma tesisi”45 teriminin
getirildiği belirtilmektedir46. Ġdare hukukunun, ceza hukukuna bu etkisi kavram bağlantısı
olarak adlandırılmaktadır. Bu konuyla ilgili açıklamalar çalıĢmamızın “Ġdare Bağlantısı ve
Hukuk Düzeninin Birliği” baĢlığı altında yapılacaktır.
Aynı hukuki kurumun farklı hukuk disiplinlerinde farklı Ģekillerde adlandırılması
kavram birliğini zedeler niteliktedir. Ne yazık ki ülkemizdeki kanun yapma çalıĢmalarında
bu duruma özen gösterilmemektedir. Örneğin Anayasanın yasama dokunulmazlığını
düzenleyen 83’üncü maddesinin ikinci fıkrasında, seçimden önce veya sonra bir suç
iĢlediği iddia edilen milletvekilinin, Meclisin kararı olmadıkça tutulamayacağı, sorguya
çekilemeyeceği, tutuklanamayacağı ve yargılanamayacağı belirtilmiĢtir. Bazı yazarlar,
yakalama ile tutulma ifadelerinin eĢ anlamlı olduğunu, zira Anayasa’da bazen yakalama,
bazen de yakalanamaz anlamında “tutulamaz” ifadesi ile yakalama yerine tutulmanın da
kullanıldığını belirtmiĢlerdir 47 . 23.03.2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanununun Yürürlük ve Uygulama ġekli Hakkında Kanun’un 18’inci maddesi ile
1.06.2005 tarihi itibariyle yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü
Kanununun (CMUK) birçok hükmünde yakalama yerine “tutulma” ifadesi kullanılmıĢtır48.
42
43
44
45
46
47
48
Schall, 1990, s. 1265.
Schall, 1990, s. 1265.
Abfallbeseitigungsanlage.
Abfallentsorgungsanlage.
Dagmar, 1998, s. 19.
Tosun, Ö. (1981). Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri. cilt 1, Genel Kısım, (Üçüncü Bası). Ġstanbul, s.
685; buna karĢılık KUNTER, anayasada kullanılan “tutma” ifadesinin hatalı olduğunu bunun yerine
“yakalama” ifadesinin kullanılması gerektiğini savunmaktadır (Bkz. Kunter, 1989, s. 101).
Bu ifadeye yer veren hükümler Ģu Ģekilde idi:
1- CMUK md. 106/3: “Tutuklama müzekkeresinin sureti tutma anında tebliğ edilir. Bu mümkün
olmadığı takdirde de, tutma sebepleri ve aleyhindeki isnat sanığa hemen yazılı olarak bildirilmekle
beraber tevkif evine konulduğunun en geç ertesi günü kendisine tebliğ olunur.”
2- CMUK md. 108/1: “Sanık tutuklama müzekkeresi üzerine tutulduğunda derhal ve nihayet yirmidört
saat içinde yetkili hakim önüne çıkarılarak sorguya çekilir ve tutmanın devam edip etmeyeceği hakkında
bir karar verilir.”
3- CMUK md. 108/son: “Bu Kanunun 223 üncü maddesinin ikinci fıkrası ile 229 uncu maddesindeki
tutuklama sebepleri hariç sanığın sorgusu sırasında yalnız Cumhuriyet Savcısı ile müdafi hazır bulunabilir
11
Anayasa’nın 83’üncü maddesinde yer alan düzenleme, 1.06.2005 tarihinde yürürlüğe
giren 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) hükümleri
karĢısında daha sorunlu bir hale gelmiĢtir. Zira 1412 sayılı CMUK’un aksine 5271 sayılı
CMK yakalama ve gözaltına alma Ģeklinde iki farklı koruma tedbirini kabul etmiĢtir 49.
Bunun yanında, “tutulma” adı altında ayrı bir düzenlemeye yer verilmemiĢtir. Anayasadaki
düzenleme karĢısında, kanunda açıkça düzenlenen yakalama ve gözaltına alma koruma
tedbirlerinin yanında, bunların ikisini de kapsayacak nitelikte, tutulma adında üçüncü bir
koruma tedbirinin olduğu izlenimi uyanmaktadır. Sonuç olarak Anayasa’da yer alan bu
düzenlemelerin ceza muhakemesi sistemi ile uyumlu hale getirilmesi gerekmektedir.
Örnekleri çoğaltmak mümkünse de çalıĢma konumuzdan uzaklaĢmamak adına,
münferit bir çalıĢma konusu olmayı hak eden kavram birliği sorunu hakkında bu kısa
açıklamalar ile yetinmeyi uygun buluyoruz.
2.1.3.1.2. Genel Özellik Arz Eden Düzenlemelerin Hukukun Diğer Alanlarına
Aktarılması
Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin kanun koyucunun faaliyetlerinde önem arz
ettiği bir baĢka husus, bir hukuk disiplininde yer alan ve fakat sadece bu hukuk disiplini
için değil, diğer hukuk disiplinlerinde de uygulama kabiliyeti bulan kurumlarda bir
uyumun bulunmasının gerekmesidir. Bu konuda özellikle hukuka uygunluk nedenleri
bağlamında yapılan tartıĢmalar ön plana çıkmaktadır. Bunun da nedeni, hukuka uygunluk
nedenlerinin hukuk düzeninin bütününden çıkartılması gerekip gerekmediği sorunu bir
yana; bu nedenlere, birbirleri ile yakın bağlantı içerisinde bulunan hukuk disiplinlerine
iliĢkin kanuni düzenlemelerde yer verilmiĢ olmasıdır.
49
ve tutulmanın devam edip etmeyeceği hakkında bir karar verilmeden önce Cumhuriyet Savcısı ile hazır
bulunan müdafi dinlenir.”
4- CMUK md. 109: “Sanık 108 inci maddede gösterilen süre içinde yetkili hakim önüne çıkarılamazsa
aynı süre içinde tutulma yerine en yakın sulh hakimi önüne çıkarılır.
Sorguya çekilmede tutuklama müzekkeresinin geri alındığı veya tutulan kimsenin tutuklama
müzekkeresinde yazılan Ģahıs olmadığı anlaĢılırsa sanık hemen salıverilir.”
1412 sayılı Kanun döneminde yakalama, gözaltına almayı da kapsayacak Ģekilde anlaĢılmakta ve öğretide
yakalama için Ģöyle bir tanım getirilmekte idi: “ Şüphelinin veya sanığın kişi hürriyetinin, herhangi bir
hakim kararı olmaksızın sınırlandırılarak nezarethane adı verilen yere konmasına yakalama denir.”
Öztürk, B. Özbek, V.Ö. ve Erdem, M. R. (2001). Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku. (Gözden
GeçirilmiĢ ve GeniĢletilmiĢ 6. Baskı), Ankara, s. 586.
12
Örneğin, Almanya’da Düzene Aykırılıklar Kanunu’nun (OWiG) 15’inci paragrafında
bir hukuka uygunluk nedeni olan “meĢru savunma hali” düzenlenmiĢtir 50 . Düzene
Aykırılıklar Kanunu’ndaki bu düzenleme, Alman Ceza Kanunu’nun 32’nci paragrafında
düzenlenen
“meĢru
savunma
hali”
hukuka
uygunluk
nedeninden
esinlenerek
hazırlanmıĢtır.
GUNTHER’in tespiti ile Düzene Aykırılıklar Kanunu’nun gerekçesinde, genel
düzenlemelerin uyumlaĢtırılması gerekliliğini, aksi takdirde Ceza Kanunu’nda ve Düzene
Aykırılıklar Kanunu’nda farklı düzenlemelerin yer almasının hukuk sisteminin
bütünlüğüne zarar vereceği belirtilmiĢtir. Fakat diğer taraftan aynı gerekçede, ceza
hukukunun ve düzene aykırılıklar hukukunun kendilerine has özelliklerinin göz önünde
bulundurulması karĢısında, Ceza Kanunu’nun genel hükümlerinin doğrudan Düzene
Aykırılıklar Kanunu’na aktarılmasının mümkün olmayacağı söylenmiĢtir51.
GUNTHER, Ceza Kanunu’nun 32’nci paragrafı örnek alınarak hazırlanan Düzene
Aykırılıklar Kanunu’nun 15’inci paragrafının sadece düzene aykırılıklar bakımından
geçerli olacağını savunmaktadır. Yazara göre, eğer kanun koyucu bütünlük arz eden bir
hukuka aykırılık kavramını ve buna paralel olarak bütün hukuk düzeni bakımından sonuç
doğuracak hukuka uygunluk nedenlerinin varlığını kabul etmiĢ olsaydı, Düzene
Aykırılıklar Kanunu’ndaki bu düzenlemeler gereksiz hale gelecekti. Çünkü bu durumda
gerek Ceza Kanunu’nda gerekse de Medeni Kanun’da düzenlenmiĢ bir hukuka uygunluk
nedeni olan meĢru savunma halinin düzene aykırılıklar için de geçerli olması söz konusu
olacaktı52.
Hukuka uygunluk nedenlerinin bir hukuk disiplininde uygulanabilmesi için mutlaka
o hukuk disiplinine iliĢkin kanuni düzenlemede yer alması gerektiğini savunan bu görüĢe
katılmamaktayız. Zira aĢağıda hukuka aykırılık konusunda da bahsedileceği gibi, hukuka
uygunluk nedenleri hukuk düzeninin bir bölümünden kaynaklanabilir. Fakat bu neden
50
51
52
Söz konusu madde metni Ģu Ģekildedir: “(1) Her kim, meşru savunma hali içerisinde bir hareket
gerçekleştirirse, hukuka aykırı davranmış olmaz. (2) Meşru savunma, kişinin kendisine veya bir başkasına
yönelik saldırıyı defetmek amacıyla gerçekleştirdiği ve gerekli olan bir savunma hareketidir. (3) Meşru
savunmanın sınırları heyecan, korku veya telaş ile aşılmışsa, faile ceza verilmez”. http://www.gesetzeim-internet.de/owig_1968/__15.html, eriĢim tarihi 01.07.2013. Söz konusu düzenlemenin ilk iki fıkrası
StGB §32’nin ve üçüncü fıkrası ise meĢru savunmada sınırın aĢılması halini düzenleyen StGB § 33’ün
aynısıdır.
Günther, 1983, s. 39.
Günther, 1983, s. 39.
13
bütün hukuk disiplinleri için uygulama kabiliyeti bulur. Yani bu nedenin varlığı
durumunda fiil, hukuk düzeninin diğer bölümleri açısından da hukuka uygun hale gelir53.
Alman Düzene Aykırılıklar Kanunu ile kıyaslama yapabileceğimiz 30.03.2005 tarihli
ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’na baktığımızda, hukuka uygunluk nedenleri ile ilgili
hususun Kanunun 12’nci maddesinde düzenlenmiĢ olduğunu görmekteyiz. Ġlgili maddede,
“Bu kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, Türk Ceza Kanununun hukuka uygunluk
nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlere ilişkin hükümleri, kabahatler
bakımından da uygulanır” ifadesine yer verilmiĢtir54. Hukuk düzeninin birliği ile uyum arz
eden bu düzenlemede açıkça TCK’daki düzenlemelerin kabahatler bakımından da geçerli
olduğu vurgulanmıĢtır. Fakat belirtmek gerekir ki sadece TCK’da yer alan hukuka
uygunluk nedenleri değil, diğer kanunlarda yer alan hukuka uygunluk nedenleri de
kabahatler bakımından uygulama kabiliyetini haizdir.
Kanun koyucunun 12’nci maddede geçen “Bu kanunda aksine hüküm bulunmayan
hallerde” ifadesi ile neyi anlatmak istediğinin ortaya konulması gerekir. Öğretide, kanun
koyucu, bu ifade ile bir kabahati düzenleyen kanunda özel bir hukuka uygunluk
düzenlemesine yer vermiĢ ise artık TCK’daki genel nitelikteki hukuka uygunluk
nedenlerinin uygulama alanı bulamayacağı ileri sürülmektedir55. Kanımızca kanun koyucu
burada hukuka uygunluk nedenlerinden ziyade kusurluluğu kaldıran nedenlerle ilgili bir
noktaya iĢaret etmektedir. ġöyle ki TCK’da yer alan yaĢ küçüklüğüne veya akıl hastalığına
iliĢkin düzenlemeler birer kusurluluğu kaldıran veya azaltan düzenlemelerdir. BaĢka bir
deyiĢle, bu düzenlemeler sayesinde iĢlemiĢ olduğu suçun varlığına rağmen, faile ya hiç
53
54
55
Akbulut, B. (2010). Türk Ceza Kanunu ile Kabahatler Kanununun Genel Hükümlerinin Yaptırım
Hükümleri Dışında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi. Ankara, s. 339; Kangal, Z. (2011). Kabahatler
Hukuku. Ġstanbul, s. 120; Yargıtay da, davalının davacıyı meĢru savunma sınırları içerisinde kalarak
öldürmeye çalıĢtığını, bunun ceza mahkemesince Ģüpheye yer bırakmayacak derecede tespit edildiğini,
meĢru savunmanın varlığı halinde saldıranın kiĢiliğine ve mallarına yapılan zararın haksız olamayacağını,
bu nedenle davacının tazminat istemeye hakkı olmadığına karar vermiĢtir: Yargıtay 4. HD, 15.03.1976
tarih ve E. 1975/6678, K. 1976/2634 sayılı karar (Arslan, Ġ. (1980). Ceza Hukuku Kurallarının Haksız
Fiilden Doğan Tazminat Taleplerine Etkisi. YD, Ekim, cilt 6, sayı 4, s. 524); Eren de, meĢru savunma
sınırları içerisinde savunmada bulunan kiĢinin, saldırıda bulunan kiĢinin mallarına veya Ģahsına vermiĢ
olduğu zararları tazmin etmek zorunda olmadığını belirtmiĢtir. Bkz. Eren, F. (2012). Borçlar Hukuku
Genel Hükümler. (14. Baskı). Ankara, s. 608.
Her ne kadar madde metninde “Türk Ceza Kanununun hukuka uygunluk nedenleri ile kusurluluğu
ortadan kaldıran nedenlere ilişkin hükümleri” ifadesine yer verilmiĢse de TCK’da hukuka uygunluk
nedenleri ile kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler Ģeklinde bir ayrıma gidilmemiĢtir. TCK’nın ilgili
bölüm baĢlığı “ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler” Ģeklindedir. Burada meselenin
çözümünde sıklıkla CMK md. 223 hükmünden yola çıkılarak TCK’daki hukuka uygunluk nedenlerinin
hakkın kullanılması (TCK md. 26, f. 1), kanun hükmünü yerine getirme (TCK md. 24, f. 1), meşru
savunma (TCK md. 25, f. 1) ve ilgilinin rızası (TCK md. 26, f. 2) olduğu belirtilmektedir (Kangal, 2011, s.
121; Akbulut, 2010, s. 344).
Kangal, 2011, s. 121.
14
ceza verilmemekte ya da verilecek cezada belli bir oranda indirim yapılması söz konusu
olmaktadır.
Ancak
kabahatler
bakımından
TCK’dan
farklı
düzenlemelere
yer
verilebilmektedir. Nitekim Kabahatler Kanunu’nun 11’inci maddesinin birinci fıkrasında
on beĢ yaĢından küçüklere, iĢlemiĢ oldukları kabahatler nedeniyle idari para cezası
verilemeyeceği hüküm altına alınarak TCK’nın yaĢ küçüklüğüne iliĢkin düzenlemelerinden
ayrık bir düzenlemeye yer verilmiĢtir56.
Üzerinde durulması gereken diğer bir husus ise meĢru savunma halinde kolluğun
silah kullanmasına iliĢkin düzenlemelerdir. Bu noktada ilk karĢımıza çıkan düzenleme
4.07.1934 tarih ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun (PVSK) 02.06.2007
tarihli ve 5681 sayılı Kanun’un 4’üncü maddesi ile değiĢik 16’ncı maddesidir. Ġlgili
maddenin ilk beĢ fıkrasında, polisin zor kullanma yetkisinin Ģartları belirtildikten sonra,
altıncı fıkrada, kendisine veya baĢkasına yönelik bir saldırı karĢısında, zor kullanmaya
iliĢkin koĢullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı TCK’nın meĢru savunmaya iliĢkin
hükümleri çerçevesinde savunmada bulunabileceği hüküm altına alınmıĢtır. Ayrıca yedinci
fıkranın “a” bendi gereği polis, meĢru savunma halinde gerektiğinde silah da kullanmaya
yetkilidir57.
56
57
Nitekim Kanun maddesinin gerekçesi de bu görüĢümüzü desteklemektedir. Bu nedenle madde
gerekçesine yer vermekte yarar görmekteyiz: “Madde metninde, Türk Ceza Kanununun hukuka uygunluk
nedenleriyle kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerine ilişkin hükümlerinin kabahatler açısından da
uygulanabileceği kabul edilmiştir. Ancak, Tasarıda aksine hüküm bulunan haller saklı tutulmuştur. Türk
Ceza Kanununun hukuka uygunluk nedenlerine ilişkin hükümleri, hakkın kullanılması, görevin yerine
getirilmesi, meşru savunma ve ilgilinin rızası olmak üzere dört ana grupta toplanabilir. Kusurluluğu
etkileyen nedenlere ilişkin hükümleri ise, kusurluluğu azaltan veya ortadan kaldıran nedenler olarak iki
gruba ayrılabilir. Maddenin düzenlemesine göre, hukuka uygunluk nedenleri ile zorunluluk hali, cebir
veya tehdit etkisinde olma, hukuka aykırı ve fakat bağlayıcı emrin yerine getirilmesi gibi kusurluluğu
ortadan kaldıran nedenlerin varlığı halinde, idarî para cezasına karar verilemeyecektir. Ancak, yaş
küçüklüğü ve akıl hastalığı ile ilgili olarak Tasarıda ayrı hükümlere yer verilmiş olması dolayısıyla, Türk
Ceza Kanununun bu hallere özgü hükümleri kabahatler açısından uygulanamayacaktır. Keza, Türk Ceza
Kanununun örneğin haksız tahrik gibi kusurluluğu azaltan nedenlere ilişkin hükümleri, kabahatler
açısından uygulanamayacaktır” (TBMM, Dönem: 22, Yasama Yılı: 3, Sıra sayısı: 840).
PVSK’nın “Zor ve Silah Kullanma” baĢlıklı 16’ıncı maddesi Ģu Ģekildedir: (1) Polis, görevini yaparken
direniĢle karĢılaĢması halinde, bu direniĢi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.
(2) Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz
hale getirecek Ģekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî Ģartları
gerçekleĢtiğinde silah kullanılabilir. (3) Ġkinci fıkrada yer alan; a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kiĢilere
karĢı veya eĢya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü, b) Maddî güç; polisin direnen kiĢilere
karĢı veya eĢya üzerinde bedenî kuvvetin dıĢında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı su, göz yaĢartıcı gazlar
veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını, ifade eder. (4) Zor
kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı
yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor
kullanılabilir. (5) Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı
araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak
müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden
kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir. (6) Polis, kendisine veya baĢkasına yönelik bir saldırı
karĢısında, zor kullanmaya iliĢkin koĢullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meĢru
savunmaya iliĢkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur. (7) Polis; a) MeĢru savunma hakkının
15
Görüleceği gibi, kanun koyucu TCK’daki meĢru savunmaya iliĢkin düzenlemelerin
polis mevzuatı için de geçerli olduğunu hukuk düzeninin birliği gereğince kabul etmiĢtir.
Polisin meĢru savunma halinde olmasına karĢılık, silah kullanma yetkisinin Ģartlarının
oluĢmadığı gerekçesi ile disiplin yaptırımına maruz bırakılması ya da meĢru savunmanın
Ģartlarının normal kiĢilere nazaran, polis için farklı düzenlenmesi hukuk düzeninin
birliğine aykırılık teĢkil eder. BaĢka bir deyiĢle, meĢru savunma halinde olan kiĢinin kolluk
görevlisi veya sivil kiĢi olması arasında bir fark söz konusu değildir 58 . ġu hususu da
belirtmek gerekir ki meĢru savunma durumunda polisin zor ve silah kullanma yetkisine
iliĢkin düzenlemelere baĢvurmaksızın da doğrudan TCK’nın meĢru savunmaya iliĢkin
düzenlemelerine müracaat edilebilir 59 . Gerek PVSK’da gerekse de kollukla ilgili diğer
kanunlarda, meĢru savunma halinde zor ve silah kullanmaya iliĢkin bir düzenleme
bulunmasaydı dahi TCK’da yer alan düzenlemeler gereğince, meĢru savunma durumunda
bulunan kolluk görevlisi silah kullanma yetkisine sahip olacaktı.
Mevzuatımızdaki her düzenlemenin PVSK’daki kadar sorunsuz olduğu söylenemez.
MeĢru savunmaya iliĢkin düzenlemelere yer veren bazı kanunların kaleme alınıĢ
Ģekillerinden, sanki bu kanunların kolluk için öngördükleri meĢru savunma yetkisinin sivil
kiĢilere oranla daha geniĢ kapsamlı olduğu izlenimi uyanmaktadır. Örneğin 13.05.1971
tarih ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’nun 19.09.1980 tarih ve 2301 sayılı kanunun
3’üncü maddesi ile değiĢik 4’üncü maddesinin ikinci fıkrasında meĢru savunma durumuna
düĢen güvenlik kuvvetleri mensuplarının doğruca ve duraksamadan hedefe ateĢ
edebilecekleri belirtilmektedir. Benzer düzenlemeye 25.10.1985 tarih ve 2935 sayılı
Olağanüstü Hal Kanunu’nun 23’üncü maddesinin ikinci fıkrasında da yer verilmiĢtir 60 .
58
59
60
kullanılması kapsamında, b) Bedenî kuvvet ve maddî güç kullanarak etkisiz hale getiremediği direniĢ
karĢısında, bu direniĢi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde, c) Hakkında tutuklama, gözaltına alma, zorla
getirme kararı veya yakalama emri verilmiĢ olan kiĢilerin ya da suçüstü halinde Ģüphelinin yakalanmasını
sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde, silah kullanmaya yetkilidir. (8) Polis, yedinci fıkranın (c) bendi
kapsamında silah kullanmadan önce kiĢiye duyabileceği Ģekilde "dur" çağrısında bulunur. KiĢinin bu
çağrıya uymayarak kaçmaya devam etmesi halinde, önce uyarı amacıyla silahla ateĢ edilebilir. Buna
rağmen kaçmakta ısrar etmesi dolayısıyla ele geçirilmesinin mümkün olmaması halinde ise kiĢinin
yakalanmasını sağlamak amacıyla ve sağlayacak ölçüde silahla ateĢ edilebilir. (9) Polis, direniĢi kırmak
ya da yakalamak amacıyla zor veya silah kullanma yetkisini kullanırken, kendisine karĢı silahla saldırıya
teĢebbüs edilmesi halinde, silahla saldırıya teĢebbüs eden kiĢiye karĢı saldırı tehlikesini etkisiz kılacak
ölçüde duraksamadan silahla ateĢ edebilir.
Dönmezer, S. (2005). Kolluğun Zor Kullanma Yetkisi ve Ġnsan Hakları. Kolluğun Silah Kullanma Yetkisi,
Ġstanbul, s. 24.
Özgenç, 2014, s. 304.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, “sözü edilen bu hükümleri "ateş etme yetkisi" "öldürme yetkisi" anlamına
gelmez. Anılan Kanunun 4. maddesinin 2. fıkrasında sözü edilen yetki, aynı maddenin 1. fıkrasından
kaynaklanmaktadır. 1. fıkrada "görevlilerin ... Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği,
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu, Jandarma Teşkilat ve Vazife Nizamnamesinde silah kullanmayı icap
16
Kolluğun bahsedilen durumlarda genelde, Anayasada garanti altına alınan “yaşama
hakkı”na ve “vücut dokunulmazlığı” na müdahale edecek olması karĢısında meselenin
kanuni düzenleme ile çözülmesi ve ilgili kanunların yeknesak bir hale getirilmesinin
zorunlu olduğu aĢikârdır61.
2.1.3.2.
Hukuk Düzeninin Birliği Bağlamında Hukuka Aykırılık
Hukuk düzeninin birliği bağlamında tartıĢılması gereken en önemli konu belki de bir
fiilin hukuka aykırılığının hukuk düzeninin tamamı açısından mı; yoksa her bir hukuk
disiplini bakımından ayrı ayrı mı tespit edileceğidir 62.
Bu noktada ilk akla gelen husus, kanun koyucunun bir hukuk disiplinine iliĢkin
yapmıĢ olduğu düzenlemede hukuka aykırı veya hukuka uygun olarak belirlediği bir fiili
baĢka bir hukuk disiplinine iliĢkin olarak yapmıĢ olduğu düzenlemede tam tersi Ģeklinde
düzenleyebilip düzenleyemeyeceğidir. Ġkinci husus ise hukuku uygulamakla görevli
mahkemelerin durumudur. Bu bakımdan bir mahkemenin, bir baĢka mahkeme tarafından
hukuka uygunluğu veya aykrılığı tespit edilmiĢ bir fiili, bu tespitin aksi yönünde
değerlendirebilip değerlendiremeyeceğinin de tartıĢılması gerekir. Zira hukuka aykırı
davranmıĢ bir kiĢi, bu fiili nedeni ile yargılanır ve gerçekleĢtirdiği fiil dolayısıyla bu kiĢi
hakkında bir hüküm tesis edilirse ancak bu durumda hukuktan ve bir hukuk düzeninden
bahsedilebilir63. Çünkü diğer toplumsal düzen kuralları gibi normatif bir özellik arz eden
hukuk
kurallarının
konusu
da
belirli
bir
insan
davranıĢının
yapılması
veya
yapılmamasıdır64. KonulmuĢ olan bu kurallara riayet edilip edilmediğinin en etkin Ģekilde
kontrolü ise mahkemeler vasıtasıyla yapılmaktadır. ÇekiĢmesiz yargılamalar hariç,
mahkemeler tarafından verilen hükümler ise öz itibari ile bir fiilin hukuka uygun olup
61
62
63
64
ettiren hal ve şartlardan herhangi birinin tahakkuku halinde, silah kullanma yetkisini haiz ... oldukları"
hüküm altına alınmıştır”, diyerek söz konusu hükümleri sınırlandırma yoluna gitmiĢtir, YCGK,
6.10.1986 tarih ve E. 1986/199, K. 1986/419 sayılı karar, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 05.09.2011;
kararın eleĢtirisi için bkz. Özgenç Ġ. (1994, Ocak-ġubat-Mart). Emniyet Görevlilerinin Silah Kullanması
Üzerine DüĢünceler. İBD, 68(1-2-3). s. 98.
Yenisey, F. (2005). Kolluğun Zor ve Silah Kullanma Yetkisi:Mukayeseli Hukuk, AĠHM Kararları.
Kolluğun Silah Kullanma Yetkisi, Ġstanbul, s. 104; Nitekim 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele
Kanunu’nun “Silah Kullanma Yetkisi”ni düzenleyen 22. maddesinin birinci fıkrasında “ancak silahla
karşılığa yeltenilmesi ve sair surette meşru müdafaa durumuna düşülmesi halinde, yetkili memurlar
saldırıyı etkisiz kılacak oranda doğrudan hedefe ateş edebilir” denilmek suretiyle, bu eleĢtiriler dikkate
alınmıĢtır.
Baldus, 1995, s. 12.
Aral, V. (2010). Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine. Ġstanbul, s. 104.
Gözler, 2013, s. 56.
17
olmadığına iliĢkindir 65 . Bu hükmü veren mahkeme bir ceza mahkemesi, bir hukuk
mahkemesi veya bir idare mahkemesi olabilir 66 . Bu bakımdan hukuk düzeninin birliği
bağlamında,
hukuka
aykırılıktan
ne
anlaĢılması
gerektiğinin
ortaya
konulması
gerekmektedir.
2.1.3.2.1. Tanım
Hukuka aykırılık genel anlamıyla, hukuk normuna karĢı geliĢ veya gerçekleĢtirilen
fiilin hukuk düzeni ile çatıĢma içerisinde bulunması olarak tanımlanmaktadır 67 . Kanun
koyucu, insanların toplum içerisinde birlikte yaĢamalarını garanti altına almak amacıyla,
hukuk normu olarak adlandırılan (Rechtsnormen) bağlayıcı davranıĢ kuralları ihdas
etmiĢtir. Bu davranıĢ kuralları bir fiilin gerçekleĢtirilmesi yönündeki emirlerden
oluĢabileceği gibi, gerçekleĢtirilmemesi yönündeki yasaklardan da oluĢabilir. Bu bakımdan
hukuka aykırılık, kiĢinin hukuk normu içerisindeki davranıĢ kurallarına karĢı geliĢidir68.
Fiil ile hukuk düzeni arasında bir çeliĢme söz konusu ise hukuka aykırı bir fiilden
bahsedilir69.
Hukuka aykırılık ile haksızlık kavramları çoğu zaman eĢ anlamlı olarak
kullanılmaktadır. Ancak bu ikisi farklı kavramlardır. Hukuka aykırılık, kiĢinin hukuk
normuna karĢı gelmesi iken 70 ; haksızlık, hukuka aykırı olarak değerlendirilen fiilin
kendisidir71. Haksızlık teĢkil eden fiil, bir haksız fiil, suç ya da idari yaptırım gerektiren bir
65
Aral, 2010, s. 104.
TOSUN’un tamamıyla katıldığımız görüĢünü burada zikretmekte yarar buluyoruz: “Her şeyden önce,
“yargılama görevi”nin tek olduğu görülmektedir. Yargılama ile yapılan iş demek olan yargılama görevi,
mahkemelerin yaptığı iş, uyuşmazlığı çözmektir. Uyuşmazlığı çözümlemek, somut bir olayı hukuk
kuralları ile karşılaştırmak ve bir sonuca varmak yani olayın hukuka uygun mu aykırı mı olduğunu
saptamaktır; uyuşmazlığı sona erdirmektir. Her hakimin yaptığı iş budur; bu hakim ister ceza,ister hukuk,
ister idare, ister anayasa hakimi olsun yapılan iş budur; değişiklik sadece uyuşmazlığın çeşididir. Demek
ki, yargılamada aynı olan, yapılan iştir, görevdir.” Tosun, 1981, s. 268.
67
Kirchhof, P. (1978). Unterschiedliche Rechtswidrigkeiten in einer einheitlichen Rechtsordnung.
Heidelberg-Karlsruhe, s. 5; Hakeri, H. (2014). Ceza Hukuku Genel Hükümler. (17. Baskı). Ankara, s.
283; “hukuka aykırılık, maddi ve manevi unsurları tamam ve yasadaki tanıma uygun olan eylem ile hukuk
düzeni arasındaki aykırılık, eylemin yalnız ceza hukukuyla değil, bütün hukuk düzeni ile çatışma halinde
bulunmasıdır” (Alacakaptan, U. (1975). Suçun Unsurları. Ankara, s. 95).
68
Jescheck, H. H. ve Weigend, T. (1996). Lehrbuch des Strafrechts, Allgemeiner Teil. (5. vollständig
neubearbeitete und erweiterte Auflage). Berlin, s.233.
69
Katoğlu, T. (2003). Ceza Hukukunda Hukuka Aykırılık. Ankara, s. 19.
70
“Hukuka aykırılık bir değer hükmüdür. Hukuk düzeninin hukuka aykırı olarak nitelendirdiği bir davranış,
bir fiili önce hukuka aykırı olarak nitelendirip, sonra da bazı sebeplerin varlığını ileri sürüp, bu
sebeplerin fiilin hukuka aykırılığını ortadan kaldırdığını iddia etmek mümkün değildir” Eren, 2012, s.
601.
71
Roxin, C. (2006). Strafrecht Allgemeiner Teil. Band I, (4. vollständig neu bearbeitete Auflage). München,
s. 601; Jescheck/Weigend, 1996, s. 233.
66
18
kabahat olabilir. Bu bakımdan fiil ya hukuka uygundur ya da hukuka aykırıdır. Hukuka
uygunluk ve hukuka aykırılık arasında bir gri alan söz konusu değildir. Ayrıca fiile hukuka
aykırılık vasfı verildikten sonra, hukuka aykırılığın derecelendirilmesi söz konusu
değildir72. Buna karĢılık bahse konu fiilin haksızlık içeriğinin azlığından veya çokluğundan
bahsedilebilir 73 . Haksızlık içeriğinin farklılığı, o fiile uygulanacak yaptırım Ģeklinin
belirlenmesinde ve uygulanacak yaptırımların hangi ağırlıkta uygulanması gerektiği
hususunda bir ölçüt oluĢturur.
Ceza hukuku öğretisinde hukuka aykırılığın suçun unsurlarından hangisine dahil
olacağı konusunda görüĢ birliği yoktur 74 . Bu konudaki tartıĢmalara girmeksizin, Ģunu
belirtelim ki hukuka aykırılığın suçun genel bir unsuru olduğunu kabul etmekteyiz 75 .
Yukarıda yaptığımız tanımda da görüleceği gibi, bizce hukuka aykırılık tüm hukuk
düzeninin fiil hakkında yapmıĢ olduğu değersizlik yargısıdır. Bu fiilin suç teĢkil etmesinin
ön koĢulu, ceza hukukunda geçerli olan kanunilik prensibi gereğince (Anayasa md. 38;
TCK md. 2), kanunda belirtilen suç kalıbına tam olarak uymasıdır. Fiilin kanunda belirtilen
tipe uygunluğu belirlenirken, fiil sadece ceza hukuku bakımından bir değerlendirmeye tabi
tutulmaktadır. Bu aĢamadan sonra fiili hukuka uygun hale getiren bir nedenin
bulunmaması durumunda, fiil suç teĢkil edecektir76.
2.1.3.2.2. Hukuka Aykırılığın Kapsamı
Hukuka Aykırılığı Hukuk Düzeninin Bütünü Açısından Geçerli Sayan GörüĢ
ENGISCH, yukarıda bahsetmiĢ olduğumuz teknik anlamda çatıĢmaların yanında, bir
baĢka çatıĢma türü olarak norm çatıĢmasını görmektedir. Bir fiil hukuk düzeni içerisinde
aynı zamanda yasaklanmıĢ ve izin verilmiĢ, yasaklanmıĢ ve emredilmiĢ; kısacası bir fiil
aynı anda hem hukuka aykırı hem de hukuka uygun olarak düzenlenmiĢ ise bu durumda bir
norm çatıĢması söz konusudur 77 . Diğer taraftan bir davranıĢın hem emredilmiĢ hem de
yasaklanmıĢ olması, hukuk normunun insan davranıĢı üzerindeki kontrol ve düzenleme
fonksiyonunu geçersiz kılar78.
72
73
74
75
76
77
78
Hakeri, 2014, s. 283.
Özgenç, 2014, s. 286.
Bu konudaki tartıĢmalar için bkz. Dönmezer, S. ve Erman, S. (1999). Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku,
Genel Kısım Cilt II. (Yeniden Gözden GeçirilmiĢ On ikinci Bası). Ġstanbul, no. 667 vd.
Koca, M. ve Üzülmez, Ġ. (2014). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. (Gözden GeçirilmiĢ ve
GüncellenmiĢ 7. Baskı). Ankara, s. 250.
Koca/Üzülmez, 2014, s. 250.
Engisch, 1935, s. 46; Renzikowski, 1992, s. 160.
Von Arnauld, 2006, s. 260.
19
Bu görüĢe paralel olarak ÖZGENÇ, bir fiilin hukuka aykırı olmasının, onun bütün
hukuk düzenine aykırı olduğu anlamına geldiğini; hukukun farklı disiplinlere ayrılmıĢ
olmasının, bu disiplinler arasında hukuka uygunluk ve hukuka aykırılık bağlamında farklı
ölçütlerin olduğu anlamına gelmeyeceğini belirtmiĢtir79.
Hukuk düzeni kiĢilerin yapmak ve yapmamak zorunda oldukları fiillere iliĢkin
kurallardan oluĢmaktadır 80 . Bu görüĢten yola çıkıldığında, bir kimse belirli bir hukuk
disiplinince öngörülmüĢ kurallara uymak zorunda ise bu kiĢiye yüklenmiĢ mutlak bir ödev
söz konusudur. Hukukun bir bölümü için norm tarafından belirlenmiĢ kurallara uymak
yükümlülüğü var ise diğer bir bölüm için böyle bir ödevin olmadığı iddia edilemez81.
Hukuka aykırılığı parçalanması mümkün olmayan bir kavram olarak gören
DÖNMEZER/ERMAN’a göre de bir fiil, belirli bir hukuk disiplinine göre hukuka uygun
kabul edildikten sonra, bu fiilin baĢka bir hukuk disiplinince hukuka aykırı sayılması
hukuk kavramının özüne ters düĢer. Ceza kuralına aykırılık diye adlandırılan kavram,
hukuka uygunluk nedenlerinin sadece ceza hukukunda aranması sonucunu doğuracaktır.
Ancak bir fiilin gerçekleĢmesine izin verecek bir hukuk kuralı ceza hukuku dıĢında da
bulunabilir82. Yazarlara göre, bir fiilin hukuka aykırı olduğu genel olarak tespit edildikten
sonra, bu fiilin ceza hukuku bakımından da hukuka aykırılık niteliğine sahip olup
olmadığının ayrıca araĢtırılması gerekir. Bu özel anlamı gereğince cezai hukuka
aykırılıktan söz etmek mümkün olabilecektir83.
Hukuka Aykırılığı Münferit Hukuk Disiplinlerine Aykırılık Olarak Kabul Eden GörüĢ
Hukuka aykırılığı hukuk düzeninin bütününe inhisar ettiren görüĢün aksine, bazı
yazarlarca hukuka aykırılık dar yorumlanmıĢtır. Bu bağlamda bahsedilmesi gereken ilk
görüĢe göre, bir fiile açıkça ya da üstü kapalı bir biçimde bütün hukuk düzeni tarafından
yasak getirilmiĢ ise mutlak hukuka aykırılıktan; bu fiile sadece belirli bir hukuk
disiplinince yasak getirilmesine karĢılık, diğer hukuk disiplinlerince yasak getirilmemiĢ ise
nispi hukuka aykırılıktan söz etmek gerekir84.
79
80
81
82
83
84
Özgenç, 2014, s. 282; aynı yönde bkz. Koca/Üzülmez, 2014, s. 251.
Kaneti, S. (2007). Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru. Ġstanbul, s. 80.
Kaneti, 2007, s. 101.
Dönmezer/Erman, 1999, no. 679.
Dönmezer/Erman, 1999, no. 679; KUNTER’e göre “bu tabir ile fiilin, hukuka aykırılık unsurunu da
ihtiva eden kanuni tipe uygunluğunun, yani müşahhas suçun kasdedildiğini belirtmekte fayda vardır”
(Kunter, N. (1949). Suçun Kanuni Unsurları Nazariyesi. Ġstanbul, s. 114).
Manzini, I, 1950, s. 96-97’den naklen: Dönmezer/Erman, 1999, no. 677.
20
Bu anlayıĢ bizi hukuka aykırılığın göreceliliği görüĢüne götürür. Bu görüĢ
taraftarlarına göre, farklı hukuk disiplinleri aynı olaya farklı bakıĢ açılarından bakmaktadır.
Örneğin otobanda hız sınırlarını aĢarak seyreden bir araç söz konusu ise otoban görevlileri,
aracın hızlı seyretmesini hukuka aykırılık olarak değerlendirir. Buna karĢılık ceza
takibatını yapmakla görevli savcılık organları, sürücünün ve araç sahibinin hareketini, ceza
hukukunda hukuka aykırılık bağlamında ele alır. Sorumluluk hakkında karar verecek
hukuk hakimi ise olayın bütününü sebep-sonuç iliĢkisi içerisinde inceler ve ortada bir zarar
söz konusu ise bu zarar bağlamında bir değerlendirme yapar. BaĢka bir deyiĢle polis,
hukuku esas olarak zarar tehlikesi ile ilgilenirken; ceza hukuku, zarar veren kiĢi ile;
sorumluluk hukuku ise zarar görenin durumu ve zarar ile ilgilenir85. Bu görecelilik aynı
hukuk disiplini içerisinde dahi söz konusu olabilir. Örneğin meĢru savunma halinde olan
bir kimsenin saldırıyı gerçekleĢtirene karĢı yapmıĢ olduğu hareket, hukuka uygun olarak
değerlendirilirken; bu davranıĢın saldırıyı gerçekleĢtireni aĢıp üçüncü bir Ģahsa yönelmesi
halinde, aynı fiil hukuka aykırılık teĢkil eder86.
Hukuka aykırılığın göreceliliğinin bir baĢka sonucu, bir fiilin ceza hukuku
bakımından hukuka aykırılığının ortadan kalkmıĢ olmasına rağmen, fiili gerçekleĢtiren
kiĢinin diğer hukuk disiplinleri tarafından öngörülen yaptırımlarla karĢılaĢabilmesidir.
BaĢka bir deyiĢle, yalnızca ceza hukuku bakımından hukuka aykırılığı kaldıran; fakat
bunun karĢısında diğer hukuk disiplinlerindeki hukuka aykırılığı saklı tutan nedenler de
vardır. Bu görüĢ taraftarlarına göre, örneğin üçüncü kiĢi lehine meĢru müdafaada
bulunmak için görev yerini terk eden askerin davranıĢı ceza hukuku bakımından hukuka
uygun olmasına rağmen; bu durum o askerin görev yerini terk etmesi nedeniyle disiplin
yaptırımına maruz kalmasına engel olmaz87.
85
86
87
Kirchhof, 1978, s. 5; Hans-Joachim Rudolphi’ye göre de birden fazla hukuk disiplinine karĢı gelen bir
hareketi, bu hareketin doğurduğu farklı sonuçlara göre farklı Ģekilde yaptırıma tabi tutmak, bunun sonucu
olarak bir hukuk düzenine aykırılık bakımından hukuka uygun, diğer bir hukuk düzeni tarafından hukuka
aykırı olarak değerlendirmek, hukuk düzeninin birliği ile uyum içerisindedir (Bräutigam-Ernst, 2010, s.
338).
Kirchhof, 1978, s. 12.
Giulio Battaglini, Dritto Penale, Parte Generale, 2. Bası, Bologna, 1940’tan naklen: Kunter, 1949, s. 109;
KILIÇOĞLU’na göre, bir sanık ceza yargılamasından, eylemi meĢru savunma halinde iĢlediği gerekçesi
ile beraat etmiĢ olsa da; hukuk hakimi meĢru savunmayı sabit görmeyerek, aynı Ģahsı, tazminata mahkum
edebilir (Kılıçoğlu, A. (1972). Haksız Fiillerden Sorumlulukta Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk ĠliĢkisi.
AÜHFD, 29 (3-4), s. 197). Fakat yazar makalesinin ilerleyen bölümlerinde, ceza mahkemesince verilen
mahkumiyet kararlarının hukuk hakimini bağlamamasının sadece kusurun takdiri ve zarar miktarını tayin
hususuna hasredildiğini, bunun dıĢındaki haller bakımından ceza mahkemesinin mahkumiyet kararının
hukuk mahkemesi için bağlayıcı olduğunu belirtmiĢtir. Yazar, “aksi tutum, bir kimsenin bir fiili işlemiş
olduğu için cezasını çekmesi, diğer taraftan bu fiili işlememiş olduğu kabul edilerek tazminata mesul
tutulması gibi garip bir sonucun doğmasına yol açar, adliyenin nüfuzunu kırardı” diyerek kendi
içerisinde çeliĢkiye düĢmüĢtür (Kılıçoğlu, 1972, s. 201). Zira yazarın mahkumiyet kararlarının
21
Hukuka aykırılığın temelini hukuka aykırılık teĢkil eden fiile uygulanacak
müeyyidede gören bir baĢka görüĢe göre, belli bir müeyyide öngörülmeden önce hukuka
aykırılığın varlığından bahsetmek söz konusu olamaz. Hukuka aykırılık ile müeyyide aynı
niteliğe sahiptir. Müeyyide, hukuka aykırılığın sadece vücuduna yol açmaz, aynı zamanda
hukuka aykırılığın doğasını belirler. Bu bakımdan genel bir hukuka aykırılıktan
bahsedilmesinin yerine; eğer bu fiil ceza hukuku düzenine karĢı geliĢ ise cezai hukuka
aykırılıktan, idare hukuku düzenine karĢı geliĢ ise idari hukuka aykırılıktan bahsetmek
gerekir88.
Hukuka aykırılık kavramı ile cezai hukuka aykırılık kavramı arasında fark olduğunu
ileri süren GUNTHER’e göre, bir fiilin hukuka uygunluk veya hukuka aykırılık
değerlendirmesi genel hukuk öğretisine ait olan bir problemdir. Ceza hukuku, genel hukuk
öğretisi tarafından bir fiilin hukuka aykırı olarak belirlenmesi üzerine inĢa edilir. Genel
hukuk öğretisi tarafından belirlenen hukuka aykırı davranıĢın sadece ufak bir kısmı ceza
hukuku açısından suç teĢkil eder. Ceza hukukunda geçerli olan kanunsuz suç ve ceza
olmaz ilkesi gereğince, bir suçtan söz etmek için bu hareketin tipik olması gerekmektedir.
Bu yüzden, genel hukuk öğretisinin yapmıĢ olduğu hukuka aykırılık değerlendirmesi tipik
fiilin bir Ģartıdır; buna karĢılık bir fiilin cezai hukuka aykırılık değerlendirmesi fiilin
tipikliğinden sonra gelir89.
Tipiklik ve cezai hukuka aykırılığı aynı gören baĢka bir görüĢe göre, bir davranıĢa
idare hukuku ve medeni hukuk tarafından izin verilmiĢse bu davranıĢ ceza hukuku
tarafından yaptırıma bağlanamaz. Fakat bunun tam tersi ise her zaman zorunlu değildir.
BaĢka bir deyiĢle, idare hukukuna veya medeni hukuka aykırı davranıĢ zorunlu olarak tipik
ve cezai anlamda hukuka aykırı olmak zorunda değildir. Ceza hukuku bakımından bu fiil
cezaya layık bir haksızlık olabilecek nitelikte midir değil midir, bunun değerlendirilmesi
yapılmalıdır90.
Aynı fiilin farklı hukuk disiplinlerince farklı değerlendirilmesini norm çatıĢması
olarak değerlendiren ENGISCH’in görüĢleri eleĢtiriye maruz kalmıĢtır. Buna göre, hukuk
devleti prensibinin kanun koyucuya içeriği vatandaĢ tarafından en azından ilke olarak
88
89
90
bağlayıcılığına iliĢkin belirtmiĢ olduğu husus, meĢru savunma bakımından da geçerlidir. BaĢka bir
deyiĢle, bir mahkeme tarafından fiilin “meĢru savunma” gerekçesi ile hukuka uygun olduğunu söyleyip;
aynı fiile baĢka bir mahkemece, hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile bir yaptırım öngörmek de garip bir
durumdur ve yargıya güveni sarsar.
Katoğlu, 2003, s. 26.
Günther, 1983, s. 19.
Bräutigam-Ernst, 2010, s. 339.
22
anlaĢılabilen normlar oluĢturmasını Ģart koĢması, belirli bir fiilin bütün hukuk düzeni
içerisinde her zaman ya hukuka uygun ya da hukuka aykırı olarak değerlendirilmesi
gerektiği anlamına gelmemektedir. Örneğin bir polis memuru, silah kullanma yetkisinin
Ģartları oluĢmadığı halde, meĢru savunma halinde kalması nedeniyle silahını kullanmıĢ ise
kendi mevzuatına aykırı hareket ettiğini bilmektedir. Bu yüzden aynı hareketin aynı anda
hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı olarak değerlendirilmiĢ olması, bu normların
muhatabı için açık olmadığı ve bu yüzden onun bu hukuki duruma göre hareketlerini
yönlendiremeyeceği anlamına gelmez91. Bu görüĢ doğrultusunda, polis memurunun her ne
kadar meĢru savunma halinde olduğu için cezalandırılması söz konusu olmasa da; silah
kullanma yetkisinin Ģartlarının oluĢmaması nedeniyle, bu kiĢiye disiplin yaptırımının
uygulanacak olması, anayasal bir sorun teĢkil etmez.
GörüĢümüz
Bir fiil hakkında hukuka aykırılık değerlendirmesinin, hukuk düzeninin bütününün
göz önünde bulundurulması suretiyle yapılması gerektiği kanaatindeyiz. Bu değerlendirme,
kaynağını davranıĢ normlarından alır. Esasını, olması gereken insan davranıĢlarının teĢkil
ettiği, bu bakımdan insanın tekamülü için örnek teĢkil eden davranıĢ normlarının 92 icra
ettiği ilk fonksiyon, insanın bazı davranıĢlarının doğru olmadığının tespitidir93. Buradan
anlaĢılmaktadır ki hukuk düzeninin hukuka aykırı olarak değerlendirdiği fiil, aslında hukuk
öncesi sahada da bir değersizlik oluĢturmaktadır. Bir fiilin sadece karĢı geldiği normun yer
aldığı hukuk disiplinine aykırı olduğunu savunmak ise hukuk düzeninin birliğini
tanımamak anlamına gelir 94 . BaĢka bir deyiĢle, medeni hukuka aykırılık veya ceza
hukukuna aykırılık gibi nitelendirmelerin yanlıĢ olduğu kanaatindeyiz. Zira bir fiil belirli
bir hukuk disiplini tarafından yaptırıma bağlanmamıĢ olsa da hukuka aykırılık vasfı
taĢıyabilir. Örneğin 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda evli çiftlerin zinası suç olarak
düzenlenmiĢ olmasına rağmen; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda bu fiilin
cezalandırılmamıĢ olması, hukuka aykırılık teĢkil etmediği anlamına gelmemektedir.
Nitekim eĢlerin zinası mevcut hukuk sistemimizde bir boĢanma nedeni olarak
değerlendirilmektedir.
91
92
93
94
Dagmar, 1998, s. 244.
Özgenç, Ġ. (1996). DavranıĢ Normları Teorisi Haksızlık ve Müeyyide ĠliĢkisi. SÜHFD Prof. Dr. M. Şakir
Berki’ye Armağan, 5 (1-2). s. 444.
Özgenç, 1996, s. 447.
Kaneti, 2007, s. 107.
23
GUNTHER; bütünlük arz eden bir hukuka aykırılık kavramını savunanların, medeni
hukuk veya idare hukuku kapsamında hukuka uygun sayılan fiilin ceza hukuku
bakımından hukuka aykırı olarak nitelendirilemeyeceğini savunduklarını; bu durumun tam
tersinin ise göz ardı edildiğini belirtmektedir. BaĢka bir deyiĢle, medeni hukuk ve idare
hukuku açısından hukuka aykırı olarak değerlendirilen bir fiilin, otomatik olarak “cezai
hukuka aykırılık” sonucu doğurmaması, bütünlük arz eden hukuka aykırılık kavramı
taraftarlarınca görmezden gelinmektedir95.
Yazarın görüĢlerinin kısmen isabetli olduğunu kaydetmek gerekir. Zira bir fiil ceza
hukuku tarafından korunmaya değer hukuki menfaatleri zarara uğratıyorsa veya tehlikeye
düĢürüyorsa ancak bu durumda ceza hukuku yaptırımları ile karĢılaĢır. Diğer yandan ceza
hukuku yaptırımları, kiĢi hürriyetine en ağır müdahale teĢkil eden yaptırımlar oldukları için
bu yaptırımlara ancak sosyal bakımdan tehlike arz eden fiili önleyecek yegane yöntem
olmaları durumunda baĢvurulur
96
. Bir fiilin cezaya layık bir haksızlık olarak
değerlendirilebilmesi için cezaya liyakat sınırına ulaĢmıĢ olması gerekir97. Fakat bu durum
farklı bir cezai hukuka aykırılık görüĢünün kabul edilmesi için gerekçe olamaz. Zira daha
önce de belirttiğimiz gibi, bir fiilin ceza hukuku tarafından cezalandırılmıyor olması, o
fiilin hukuka uygun olduğu anlamına gelmez. Bütünlük arz eden bir hukuka aykırılık
görüĢünün taraftarı olduğumuz için bu gibi durumlarda fiilin sadece ceza hukuku
tarafından cezalandırılmadığı sonucu ortaya çıkar. Yoksa ceza hukuku bu fiilin hukuka
uygunluğu veya aykırılığı hususunda bir değerlendirme yapmamaktadır. Bu fiilin hukuka
uygun olup olmadığına iliĢkin bir değerlendirme bütün hukuk düzeni açısından
yapılmalıdır98.
95
96
97
98
Günther, 1983, s. 45-46.
Renzikowski, 1992, s. 169; Bräutigam-Ernst, 2010, s. 339.
OLG Hamm. (1970). NJW, s. 2074- 2075; Yargıtay da örf ve adet hukukunun ceza hukukuna kaynak
teĢkil edebileceğini belirttiği bir kararında konumuzla ilgili Ģu görüĢlere yer vermiĢtir: “hırsızlık
cürmünün oluşması için suçun nicelik yeterliği açısından gereken boyutlara ulaşmadığı neticesine
varıldığından” YCGK, 26.10.1987 tarih ve E. 1987/6-406, K. 1987/499 sayılı kararı.
www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 05. 10. 2011.
Ancak belirtmemiz gerekir ki; soyut bir haksızlığın haksızlık içeriğinin fazla olması durumunda, baĢka bir
deyiĢle bu haksızlığın cezaya liyakat sınırına ulaĢmıĢ olması durumunda, onun kanunlarda suç olarak
düzenlenmesinin gerekli olduğunu savunuyoruz. Bir fiil kanuni tarifteki tanıma uyuyor ise bu fiili suç
olarak kabul etmek gerekir. Bu nedenle Yargıtay’ın vermiĢ olduğu kararın isabetli olmadığı
kanaatindeyiz. Zira bu kararda her ne kadar hırsızlık suçu gerçekleĢmiĢ olsa da somut hırsızlık fiilinin
haksızlık içeriğinin az olmasından bahsedilebilirdi. Nitekim 5271 sayılı CMK, iĢlenen fiilin haksızlık
içeriğinin az olması durumunda hakimin sanık hakkında “ceza verilmesine yer olmadığı kararı”
verebilmesine imkan tanımıĢtır (CMK md. 223, f. 4, bent “d”).
Bu yüzden, hukuka aykırı fiilleri doğurdukları hukuki veya cezai mesuliyete göre 1- Haksız fiil teĢkil edip
suç teĢkil etmeyen fiiller 2- Suç teĢkil ettikleri halde haksız fiil sayılmayan fiiller 3- Hem suç hem de
24
Hukuka aykırılığın temelini fiile uygulanacak müeyyidede gören görüĢ de isabetli
değildir. Zira bahse konu fiile bir müeyyide uygulanmadan önce de bu fiil hukuka aykırılık
vasfı taĢımaktadır. Bir davranıĢın emredici veya yasaklayıcı Ģekilde düzenlenmiĢ olan
davranıĢ normlarına aykırılık teĢkil etmesi, ona haksızlık muhtevası kazandırır. Burada
yapılan haksızlık değerlendirmesi, bir davranıĢın suç teĢkil edip etmediği hususunda
yapılan değerlendirmeden daha önce yapılmaktadır. Sorumluluk ancak davranıĢ normlarına
aykırı hareket edilmesi halinde söz konusu olur. Bu sorumluluk davranıĢın mahiyetine göre
cezai veya idari olabileceği gibi, özel hukuk sorumluluğu da olabilir. DavranıĢ normuna
aykırı hareket eden kiĢi, bu davranıĢı ile belli bir kiĢinin hukukunu ihlal etmiĢ ise özel
hukuk sorumluluğundan; davranıĢ normuna aykırı hareket, hukuk toplumundaki düzeni
ciddi bir tehlikeye maruz bırakmıĢsa kamu hukuku sorumluluğundan bahsedilir99.
Hukuka aykırılığın hukuk düzeninin bütünü bakımından geçerli olduğunu kabul
ettikten sonra, bir fiili hukuka uygun hale getiren nedenlerin de bütün hukuk düzeni
bakımından geçerli olduğunu savunduğumuz ortaya çıkar. Yukarıda da belirttiğimiz gibi,
bu bakımdan bir fiil ya hukuka aykırıdır ya da değildir. Hukuka uygunluk ve hukuka
aykırılık arasında hukuktan arındırılmıĢ bir alan mevcut değildir. Hiçbir hukuk kuralı
tarafından düzenlenmemiĢ fiiller de hukuken önemlidir. Bir hususun hukuk kuralları
tarafından düzenlenmemiĢ olması, o fiilin gerçekleĢtirilmesinde kiĢilerin özgür olduğu
anlamına gelir100.
Hukuka uygunluk nedenleri kamu hukukundan kaynaklanabileceği gibi, özel
hukuktan da kaynaklanabilir. Hukuk düzeninin birliği gereği, hukuka uygunluk nedenleri
sadece ilgili bulundukları hukuk disiplini bakımından değil, diğer hukuk disiplinleri
bakımından da sonuç doğurup fiili hukuka uygun hale getirirler 101 . Hukuka uygunluk
nedeni kapsamında gerçekleĢtirilen fiile ne ceza hukuku yaptırımının ne de baĢka bir
99
100
101
haksız fiil sayılan fiiller, Ģeklinde üçlü bir tasnife tabi tutan görüĢe katılmamaktayız. (bkz. Kılıçoğlu,
1972, s. 185-186).
Özgenç, 1996, s. 451.
Katoğlu, 2003, s. 23; ROXIN’e göre, Alman hukukunda da ağırlıktaki görüĢ bir fiilin ya hukuka uygun ya
da hukuka aykırı olduğunu kabul etmektedir. Fakat son yıllarda ağırlık kazanan bir görüĢ, bunların
dıĢında bir üçüncü alanın olduğunu savunmaktadır. Bu alan, hukukun kayıtsız kaldığı alandır (rechtsfreier
Raum). Yazara göre, bu alanda nasıl hareket edilmesi gerektiği kanun koyucu tarafından kiĢinin kendi
vicdanına bırakılmıĢtır. Örneğin her iki çocuğu boğulma tehlikesi geçiren ve bunlardan sadece birisini
kurtarabilecek durumda olan babanın çocuklardan birisini kurtarmak için tercih yapması; ya da bir kiĢiyi
taĢıyabilecek dirençte olan tırmanma halatında asılı kalan iki dağcıdan, üstteki dağcının kendisini
kurtarmak için ipi kesmesi olayları hukukun kayıtsız kaldığı alanlar değildir (Roxin, 2006, s. 610).
Keçelioğlu, E. (2010, Mart-Nisan). Kusurluluğu Ortadan Kaldıran Sebeplerle Hukuka Uygunluk
Sebepleri Arasındaki Ayrımın TCK’nın Uygulaması Bakımından Pratik Sonuçları. TBBD, (87), s. 302;
Günther, 1983, s. 2.
25
hukuk disiplininin yaptırımının uygulanması söz konusu olabilir102. Örneğin bir saldırıya
maruz kalan kiĢi, insan olmanın bir gereği olarak, bu saldırıya karĢılık verir. KiĢinin bu
hareketi hukuk düzeninin korumaya çalıĢtığı bir hakka yönelik olduğu için bu saldırıyı
bertaraf etmek amacıyla yapılan savunma hareketi hukukun amacıyla örtüĢür 103 . Bu
nedenle meĢru savunma halinde bulunan kiĢinin ne cezai ne de hukuki sorumluluğu söz
konusu olur. YapmıĢ olduğumuz açıklamalar nedeniyle, yukarıda bahsettiğimiz polisin
meĢru savunma halinde silah kullanması durumunda ceza sorumluluğu doğmamasına
rağmen, disiplin sorumluluğunun doğacağı görüĢüne katılmamaktayız104.
Ayrıca hukuka uygunluk nedenlerinin sınırının aĢılması halinde, aynı fiilin hem
hukuka uygun hem de hukuka aykırı olarak değerlendirilebileceği görüĢünde de isabet
yoktur. Zira hukuka uygunluk nedenleri, gerçekleĢtirilen fiili eğer bu fiil hukuka uygunluk
nedenlerinin sınırları içerisinde kalmıĢ ise hukuka uygun hale getirmektedir. Fakat hukuka
uygunluk nedenleri ile çizilen sınırın aĢılması durumunda, farklı bir değerlendirmenin
yapılması gerekmektedir. Buna göre, failin aĢkın kısımdan dolayı sorumlu tutulup
tutulmayacağı; sorumlu tutulacaksa ne Ģekilde sorumlu olacağı araĢtırılacaktır
105
.
Görüldüğü gibi, bu noktada yapılacak değerlendirme, failin fiilinin aĢkın kısmı üzerinde
yapılmaktadır. Bu yüzden yukarıda verilen meĢru savunmada sınırın aĢılması örneğinde,
fiilin tamamının hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı olarak değerlendirilebileceği
görüĢüne katılmamaktayız.
102
103
104
105
Koca/Üzülmez, 2014, s. 254.
Koca/Üzülmez, 2014, s. 260; “Yasal savunma halinde işlenen fiil, hukuka uygundur, çünkü hukuk düzeni
hakkın ve haklının saldırıya uğramasına izin vermez.” YCGK, 15.02.2000 tarih ve E. 2000/22, K.
2000/27, sayılı kararı (Kaban, M., AĢaner, H., Güven, Ö. ve Yalvaç, G. (2001). Yargıtay Ceza Genel
Kurulu Kararları. Ankara, s. 59).
Bu durum, Alman hukukunda ciddi tartıĢmalara neden olmuĢtur. Bir görüĢ, polisin meĢru savunma
hükümlerinden faydalanmasını fakat bunun karĢısında disiplin sorumluluğunun devam etmesi gerektiğini
savunurken; baĢka bir görüĢ, meĢru savunma durumunda bulunan polisin, disiplin sorumluluğunun da
doğmayacağını savunmaktadır. Bu görüĢlere karĢı, aslında ilk görüĢe yakın bir görüĢ ortaya atılmıĢtır. Bu
son görüĢe göre, polisin meĢru savunma halinde bulunup bulunmadığını tespit edecek ceza hakimi, fiilin
hukuka uygun olup olmadığı yönünde bir değerlendirme yapmamalı, sadece kiĢinin ceza alıp
almayacağına karar vermelidir (Dagmar, 1998, s. 57 vd). TartıĢmaların asıl sebebinin polis
mevzuatlarındaki silah kullanmaya iliĢkin düzenlemeler olduğunu düĢünmekteyiz. Örneğin Bayern Polis
Vazife ve Salahiyet Kanunu’nun (Gesetz über die Aufgaben und Befugnisse der Bayerischen Staatlichen
Polizei) 60’ıncı paragrafında genel bir ilkeye yer verilmiĢtir. Anılan hüküm gereği polisin doğrudan zor
kullanma yetkisi bu Kanunun, 61 ile 69. paragrafları arasında düzenlenmiĢtir. 60. paragrafın ikinci
fıkrasında ise “meşru savunma ve zorunluluk haline ilişkin düzenlemelerin medeni hukuk ve ceza hukuku
bakımından doğuracağı etkiler saklıdır” hükmüne yer verilmiĢtir. Kanun daha sonra 67. paragrafta
polisin hangi durumlarda silah kullanabileceğini belirtmiĢtir. Polisin meĢru savunma halinde, 67.
paragraftaki Ģartlarla sınırlı kalmadan silah kullanabileceği açıkça belirtilmediği için kanunun ilgili
hükümleri farklı Ģekillerde yorumlanabilmektedir.
Koca/Üzülmez, 2014, s. 284.
26
2.1.3.3.
Hukuk Düzeninin Birliği ve Ġdare Bağlantısı
2.1.3.3.1. Genel Olarak Ġdare Bağlantısı Kavramı
Hukuk düzeninin birliği kavramı ile ilgili tartıĢmalar, Alman hukukunda seksenli
yıllarda idare hukuku ile ceza hukuku arasındaki iliĢki dolayısıyla yeniden gündeme
gelmiĢtir106. Özellikle idare hukukunun ceza hukukunu yönlendirici etkisi, bu iki hukuk
disiplininin yakın bir iliĢki içerisinde bulunduğu çevre hukuku alanında görülmüĢtür 107.
Bunun nedeni olarak Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 28’inci bölümünde108 düzenlenen
çevreye karĢı iĢlenen suçların, kanun yapma tekniği bakımından, idare hukuku ile
bağlantılı olması gösterilmektedir 109 . Ceza hukukunun, çevre hukuku alanında, idare
hukuku
ile
bağlantılı
olması,
“çevre
hukukunda
idare
bağlantısı”
olarak
adlandırılmaktadır110.
Esasen, çevre hukukunda doğal yaĢama olumsuz yönde etki eden her insan
davranıĢının yaptırım altına alınması söz konusu değildir111. Çünkü insanın havayı, suyu
veya toprağı etkilemeden yaĢaması mümkün değildir. Bu bakımdan idare hukukunun,
teknik ve standartları göz önünde bulundurarak bazı fiilleri hukuka uygun olarak
değerlendirmesi ve bunlara müsaade etmesi, zorunlu olarak ceza hukukunu idare hukuku
ile bağlı hale getirmektedir. Bu nedenle, ceza hukukunun idare hukuku tarafından müsaade
edilen fiilleri cezalandıramayacağı görüĢü ileri sürülmüĢtür 112 . Hukuk düzeninin birliği
düĢüncesi de ayrıntılı, kanuni çözüme kavuĢturulmuĢ ve idare tarafından somutlaĢtırılmıĢ
idari bir durumun, ceza hukukunda gerek suç tiplerinin oluĢturulmasında gerekse de bu
kanun hükümlerinin uygulanmasında dikkate alınmasını gerektirir113.
Her ne kadar idare bağlantısı, genellikle ceza hukuku alanında ele alınmıĢ olsa da
diğer suç tiplerinde de tesis edilmiĢ olabilir. Örneğin çevreye karĢı suçlar arasında yer alan
TCK’nın “Ġmar Kirliliğine Neden Olma” baĢlıklı 184’üncü maddesinin birinci fıkrasında,
yapı ruhsatiyesi alınmadan veya ruhsata aykırı olarak bina yapılmasının veya
yaptırılmasının cezalandırılması öngörülerek suç tipinde bir idare bağlantısı tesis
106
107
108
109
110
111
112
113
Dagmar, 1998, s. 16.
Dagmar, 1998, s. 16.
ġu an itibariyle 29’uncu bölüm.
Dagmar, 1998, s. 16.
Dagmar, 1998, s. 16.
Dagmar, 1998, s. 23.
Breuer, R. (1988). Empfehlen sich Änderungen des strafrechtlichen Umweltschutzes insbesondere in
Verbindung mit dem Verwaltungsrecht?. NJW, s. 2077.
Breuer, 1988, s. 2078.
27
edilmiĢtir. Benzer Ģekilde, TCK’nın “UyuĢturucu veya Uyarıcı Madde Ġmal ve Ticareti”
baĢlıklı 188’inci maddesinin birinci fıkrasında da uyuĢturucu veya uyarıcı maddelerin
ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak imal, ithal veya ihraç edilmesi yaptırım altına
alınmıĢtır. Görüleceği gibi, her iki suç tipinin de ortak noktası öngörülen fiillerin ruhsatsız
veya ruhsata aykırı olarak gerçekleĢmesi gerektiğidir. Dolayısıyla “Ġmar Kirliliğine Neden
Olma” suçu bakımından yapılan açıklamalar uyuĢturucu maddelerin imal, ithal veya ihracı
için de geçerli olacaktır.
2.1.3.3.2. Ġdare Bağlantısının Görünüm ġekilleri
Ġdare bağlantısının kavram bağlantısı, idare hukuku bağlantısı ve idari iĢlem
bağlantısı olmak üzere üç farklı görünüm Ģeklinin olduğu ileri sürülmüĢtür114.
Kavram Bağlantısı (Begrifflicheakzessorietät)
Kavram birliğinin sağlanmasının, hukuk düzeninin birliği açısından gerekli; bu
durumun birbiriyle yakın bağlantı içerisinde bulunan hukuk disiplinleri açısından ayrı bir
öneme sahip olduğunu belirtmiĢtik. Bu bakımdan örneğin idare hukuku ile ceza hukukunun
birbiriyle yakın bağlantı içerisinde bulunduğu çevre ceza hukuku alanında bu birliğin
sağlanması gerekir. Bu da daha çok idare hukukunda kullanılan kavramların ceza
hukukunda da kabul edilmesi sonucunu doğurur115. Bu durumda, ceza hukukunun kavram
bağlantısından söz edilir. Kavram bağlantısı dolayısıyla idare hukukunun ceza hukuku
üzerindeki etkisi, suç tipinde kullanılan terminolojide birlik sağlanmasına iliĢkindir.
Nitekim TCK’nın “Ġmar Kirliliğine Neden Olma” baĢlıklı 184’üncü maddesi formüle
edilirken, Ġmar Kanunu’nda yer alan “yapı ruhsatiyesi” kavramının tercih edildiği
belirtilmiĢtir116.
Benzer bir duruma TCK’nın “Çevrenin Kasten Kirletilmesi” baĢlıklı 181’inci
maddesinde rastlamaktayız. Maddede “atık” veya “artıkların” ilgili kanunlardaki teknik
usullere aykırı ve çevreye zarar verecek Ģekilde toprağa, havaya veya suya verilmesi;
ayrıca “atık” veya “artıkların” izinsiz olarak ülkeye sokulması yaptırım altına alınmıĢtır.
Maddede yer alan “atık” veya “artık” ifadelerinin ne anlama geldiğine iliĢkin bir tanım ise
114
Dagmar, 1998, s. 18; Schall, 1990, s. 1265.
Schmitz, R. (2014). Vorbemerkung zu den §§ 324 ff. Münchener Kommentar zum StGB. Band 5, (2.
Auflage), Rn. 42; Dagmar, 1998, s. 19.
116
Bkz. TBMM Adalet Komisyonu ile Genel Kurulunda Türk Ceza Kanunu Tasarısının Maddeleri
Üzerindeki GörüĢmeler, Adalet Bakanlığı Yayın ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı, Ankara, s. 640.
115
28
TCK’da yer almamaktadır. Bu kavramların ne anlama geldiği yine ilgili kanunlardaki
düzenlemelerden ve tanımlardan çıkarılabilir117. Nitekim 2872 sayılı Çevre Kanunu’nun
2’nci maddesinde “atık” kavramı tarif edilmiĢtir. Buna göre “atık”; “herhangi bir faaliyet
sonucunda çevreye atılan veya bırakılan zararlı maddeleri” ifade eder. Buna karĢılık, söz
konusu
kanunda
“artık”
kavramının
ne
anlama
geldiğine
iliĢkin
bir
tanım
bulunmamaktadır 118 . Öğretide bir görüĢ, “artık” kavramının “tüketildikten sonra geriye
kalan ve elden çıkarılan her türlü madde” olarak tanımlanabileceğini; kanun koyucunun,
TCK’daki ilgili hükmü oluĢtururken atık olarak tanımlanamayacak ancak elden
çıkarılmasıyla çevreye zarar verme ihtimali olan maddelerle çevrenin kirletilmesini
önlemek istediğini savunmaktadır119. Kanımızca “artık” kavramının herhangi bir kanuni
tanımı bulunmamasına rağmen, TCK md. 181’de bu kavrama yer verilmesi suçta ve cezada
kanunilik ilkesine, dolayısıyla hukuki güvenlik ilkesine aykırılık teĢkil eder. Zira
kanundaki bu düzenleme karĢısında kiĢiler; hangi maddelerin toprağa, havaya veya suya
bırakılmasının veya hangi maddelerin izinsiz olarak ülkeye sokulmasının suç teĢkil ettiğini
bilmeyerek güvencesiz duruma düĢürülmektedir.
Ġdare hukukundaki kavramlara suç tiplerinde yer verilmesi, bu kavramlarda yapılan
değiĢikliklerin, eĢ zamanlı olarak ceza hukukuna da yansıtılmasını zorunlu kılar. Bu
bakımdan daha önce de belirtildiği gibi, Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 327’nci
paragrafında kullanılmakta olan “çöp yok etme tesisi” kavramı yerine “çöp arıtma tesisi”
kavramı kabul edilmiĢtir.
Ġdare Hukuku Bağlantısı (Verwaltungsrechtakzessorietät)
Ġdare hukuku bağlantısından, ceza kanunlarında yer alan suç tiplerinin idare hukuku
normları ile bağlı hale getirilmiĢ olması anlaĢılır. Böyle bir durumda cezalandırılabilirlik,
failin gerek idare hukukuna iliĢkin kanunlara gerekse de bu kanunlara dayanılarak çıkarılan
tüzük, yönetmelik gibi idarenin düzenleyici iĢlemlerine aykırı hareket etmesine bağlı hale
getirilebilir 120 . Örneğin Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 329’uncu paragrafının birinci
fıkrasında Federal Emisyondan Koruma Kanunu’na (Bundesimmissionsschutzgesetz)
117
118
119
120
Talas, Serdar. (2013). Türk Ceza Kanunu’nda Çevrenin Kasten ve Taksirle Kirletilmesi Suçları. İÜHFM,
LXXI(1), s. 1151.
Ancak Kanuna 3.3.1988 tarih ve 3416 sayılı Kanunu’nun 11. maddesi ile eklenen Geçici Madde 2’de “Bu
Kanunun 12 ve 13 üncü maddelerinde belirtilen ilgili yönetmelikler yürürlüğe konuluncaya kadar, her
türlü yakıt, atık, artık ve kimyasal maddenin ithali Çevre Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Devlet
Bakanının onayına tabidir” denilmek suretiyle “artık” kavramı kullanılmıĢtır.
YokuĢ Sevük, H. (2013). Çevre Hukuku. Ankara, s. 298.
Breuer, 1988, s. 2079; Schall, 1990, s. 1265; Scheele, R. (1993). Zur Bindung des Strafrichters an
fehlerhafte behördliche Genehmigungen im Umweltstrafrecht. Berlin, s. 19.
29
dayanılarak çıkarılan düzenlemelere aykırı fiil, suç olarak tanımlanmıĢtır. Benzer bir
Ģekilde, TCK’nın “Çevrenin Kasten Kirletilmesi” baĢlıklı 181’inci maddesinin birinci
fıkrasında, atık veya artıkların toprağa, suya veya havaya verilmesi suç olarak
düzenlenmiĢtir. Bu suçun varlığından bahsedilebilmesi için fiilin “ilgili kanunlarla
belirlenen usule aykırı olması” Ģart koĢulmak suretiyle kanun koyucu, fıkrada belirtilen suç
bakımından idare hukuku bağlantısını kabul etmiĢtir121. Bir görüĢ, çevre ceza hukukuna
iliĢkin kanuni düzenlemelerde idare hukuku bağlantısının tesis edilmesinin, teknik ve
ekonomik geliĢmelere ceza hukukunun daha hızlı bir Ģekilde adapte olmasını sağlayacağını
savunmaktadır122.
Bu konuda üzerinde durulması gereken en önemli husus, idare hukuku bağlantısının
kanun haricindeki düzenlemeler ile kurulmasının suçta ve cezada kanunilik ilkesine
aykırılık teĢkil edip etmeyeceğidir 123 . Hukukumuzda yapılan tartıĢmalar daha ziyade
TCK’nın 181’inci maddesine iliĢkindir. Öğretide bir görüĢ, TCK’nın 181’inci maddesinin
birinci fıkrasında yer alan “ilgili kanun” ifadesinden sadece kanunların değil, bir kanuna
dayalı
olarak
savunmaktadır
124
çıkarılan
idarenin
düzenleyici
iĢlemlerinin
de
kastedildiğini
. Bu görüĢe göre, bağlantının idarenin düzenleyici iĢlemleri ile kurulması
durumunda beyaz hüküm de söz konusu olmaz. Zira düzenlemede, suç oluĢturan fiil ve
yaptırımı açıkça belirlenmiĢtir 125 . Ayrıca çevrenin korunmasına yönelik tüm teknik
usullerin kanunlarla düzenlenmesinin imkanı yoktur. Bu kanunlara dayanılarak çıkarılan
yönetmeliklerde öngörülen teknik usullere aykırılıkların da ilgili kanunlarla belirlenen
teknik usullere aykırılık olarak kabulü gerekir126.
Bu görüĢe karĢılık olarak fıkrada geçen “ilgili kanunlar” ifadesi ile Ģekli anlamdaki
kanunların anlaĢılması gerektiği savunulmuĢtur. Zira aksi durumun kabul edilmesi halinde,
idarenin düzenleyici iĢlemleriyle bir fiilin suç olarak kabul edilmesi veya suç olmaktan
çıkarılması mümkün hale gelecektir127.
Kanımızca ikinci olarak belirtilen görüĢte isabet vardır. Çünkü suçta ve cezada
kanunilik ilkesi, hangi fiillerin suç teĢkil edeceğinin mutlaka kanunla belirlenmesini Ģart
koĢar. Bu nedenle “ilgili kanun” ifadesinin kanun haricindeki diğer düzenleyici iĢlemleri
121
122
123
124
125
126
127
YokuĢ Sevük, 2013, s. 302.
Schall, 1990, s. 1266.
Zira TCK’nın “Suçta ve Cezada Kanunilik Ġlkesi” baĢlıklı 2’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre,
“Ġdarenin düzenleyici iĢlemleriyle suç ve ceza konulamaz”.
YokuĢ Sevük, 2013, s. 302; Talas, 2013, s. 1153.
Talas, 2013, s. 1153.
YokuĢ Sevük, 2013, s. 302.
Alıca, S. (2008). Türkiye’de Çevre Suçları. Uğur Alacakaptan’a Armağan. cilt 1, Ġstanbul, s. 63.
30
de kapsadığının kabul edilmesi, suçun unsurlarının kanun harici düzenlemelerle çizilmesi
anlamına gelir. TCK’nın 181’inci maddesinin yapım süreci de görüĢümüzü teyit
etmektedir. Maddenin birinci fıkrasının Adalet Alt Komisyonu’nda kabul edilen tasarı
metninde, suçun oluĢabilmesi için “ilgili mevzuatta belirlenen teknik usullere” aykırı
hareket edilmesi gerekmekteydi. Maddeye iliĢkin Adalet Komisyonu’nda yapılan
değiĢiklikte, suçta ve cezada kanunilik ilkesine riayet etmek amacıyla “ilgili mevzuatta”
ifadesinin “ilgili kanunlarla” olarak değiĢtirildiği belirtilmiĢtir128,129.
Ġdari ĠĢlem Bağlantısı (Verwaltungsaktakzessorietät)
Ġdari iĢlem bağlantısı ile kastedilen Ģey, ceza kanunlarında yer alan suç tiplerinin
maddi idare hukukuna değil de bir idari iĢlem, baĢka bir deyiĢle, somut durumda idari
makamlarının vermiĢ olduğu kararlar ile bağlı olmasıdır 130 . Ġdari iĢlem bağlantısının
olduğu suçlarda genelde, idareden izin alınmadan veya idare tarafından konulmuĢ
yasaklara aykırılık teĢkil eden fiiller ceza yaptırımı altına alınmaktadır 131 . Bu tarz bir
bağlantıyı Alman kanun koyucusu, örneğin Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 327’nci
paragrafının birinci fırkasında oluĢturmuĢtur. Ġlgili düzenlemedeki suçun oluĢabilmesi için
fiilin idari makamların izni olmadan gerçekleĢtirilmesi gerekir 132 . Ġdari makamlardan
verilen geçerli bir iznin varlığı durumunda, hukuka aykırı bir fiilin varlığından söz
edilemez. Aynı Ģekilde, Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 324’üncü paragrafında
“yetkisiz” Ģekilde suyun kirletilmesi cezalandırılmaktadır. Bu fiil bakımından da kiĢinin
sadece idari makamlardan aldığı iznin hukuka aykırılığı kaldıran bir etkisinin olduğu kabul
TBMM Adalet Komisyonu ile Genel Kurulunda Türk Ceza Kanunu Tasarısının Maddeleri Üzerindeki
GörüĢmeler, Adalet Bakanlığı Yayın ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı, Ankara, s. 635.
129
Her ne kadar çevre ceza hukukuna iliĢkin olmasa da Anayasa Mahkemesi’nin, TCK’nın “Ġnfaz Kurumuna
veya Tutukevine Yasak EĢya Sokmak” baĢlıklı 297’nci maddesinin ikinci fıkrası ile ilgili vermiĢ olduğu
karar, burada yapılan tartıĢmalara ıĢık tutar niteliktedir. Söz konusu düzenlemede “Birinci fırkada
sayılanların dıĢında kalıp da yetkili makamlar tarafından infaz kurumuna veya tutukevine sokulması
yasak olan eĢyayı, bu yasağı bilerek, infaz kurumuna veya tutukevine sokan veya bulunduran ya da
kullanan kiĢi” cezalandırılmaktaydı. Anayasa Mahkemesi söz konusu düzenlemeyi Anayasa’nın 38’inci
maddesinde düzenlenen “suçta ve cezada kanunilik ilkesi”ne aykırı bularak iptal etmiĢtir. Yüksek
Mahkeme’ye göre, “297. maddenin (1) numaralı fıkrasında suça konu olabilecek eşyaların nitelikleri tek
tek sayılmış olmasına karşın, itiraz konusu kuralda böyle bir nitelik belirlemesi yapılmadan, sınırsız,
belirsiz ve geniş bir alanda idare içinde yer alan yetkili makama suça konu olabilecek eşyaları belirleme
yetkisi tanınmıştır. Buna göre kuralda, idare içinde yer alan yetkili makama suça konu olabilecek
eşyaları belirlerken hangi nitelikleri esas alacağı hususuna açık ve belirgin olarak yer verilmediğinden
dolayı kural, belirli ve öngörülebilir olmadığı gibi suçun yasallığı ilkesine de uygun değildir”, Anayasa
Mahkemesi, 7.7.2011 tarih ve E. 2010/69 E. ve 2011/116 K. sayılı kararı,
http://www.kararlar.anayasa.gov.tr/kararYeni.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=3409&
content=, eriĢim tarihi 05.01.2014.
130
Dagmar, 1998, s. 20; Schall, 1990, s. 1266; Scheele, 1993, s. 22; Breuer, 1988, s. 2079.
131
Schmitz, 2014, Rn. 46.
132
Dagmar, 1998, s. 20.
128
31
edilmektedir. KiĢinin, iznin Ģartlarını yerine getirmiĢ olmasına rağmen, herhangi bir izin
veya ruhsat almamıĢ olması durumunda ise hukuka uygun bir fiilden bahsedilemez 133 .
BaĢka bir deyiĢle, kiĢiye suyu kirletme yetkisi veren bir idari iĢlem, fiili hukuka uygun hale
getirecektir134. TCK’nın 181’inci maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen suç bakımından
da idari iĢlem bağlantısı kabul edilmiĢtir. Zira söz konusu fıkradaki suçun oluĢabilmesi için
atık veya artıkların ülkeye izinsiz sokulması gerekir. Eğer atık veya artıkları ülkeye sokan
kiĢiye yetkili makamlar tarafından bir izin verilmiĢ ise belirtilen suç oluĢmayacaktır.
Burada Ģu hususa dikkat çekmek gerekmektedir. Ġdari iĢlem bağlantısının söz konusu
olduğu suçlarda, idari iĢlemin sebep unsurunun mutlaka kanunla belirlenmiĢ olması
gerekir. Örneğin, TCK’nın 181’inci maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen suçun
oluĢabilmesi için, kiĢinin hangi tür atık veya artıkların izne tabi olduğunu 135; hangi tür
atıkların ülkeye sokulmasının yasak olduğunu136, dolayısıyla bu atıkları ülkeye izin almıĢ
olsa bile getiremeyeceğini bilebilmesi için söz konusu hususun kanunda açıkça belirtilmiĢ
olması gerekir.
2.1.3.4.
Diğer Hukuk Disiplinlerinin Amaçlarını Ġhlal Etme Yasağı Olarak Hukuk
Düzeninin Birliği
Hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin arkasında yatan baĢka bir husus da farklı
hukuk disiplinlerinin birbirlerinin amaçlarını karĢılıklı olarak ihlal etmelerinin ve
sınırlandırmalarının yasaklanmasıdır. Hukuk düzeninin farklı hukuk disiplinlerinin bir
yığınından daha fazla bir Ģey olduğunu ifade etmiĢtik. Bu demektir ki farklı hukuk
disiplinleri mutlaka bir ahenk içerisinde bulunmalıdırlar. Eğer bir hukuk disiplini
çerçevesinde oluĢturulmuĢ kuralların, diğer hukuk disiplini çerçevesinde oluĢturulmuĢ
kurallar nedeniyle uygulanmasının bir anlamı kalmıyorsa bu ahenk bozulmuĢ demektir. Bu
konu ile ilgili önemli gördüğümüz birkaç hususun açıklanmasında fayda vardır.
133
Breuer, 1988, s. 2080.
Dagmar, 1998, s. 20.
135
2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 13’üncü maddesinin üçüncü fıkrasına göre, “Başbakanlık Dış Ticaret
Müsteşarlığı bazı yakıtların, maddelerin, atıkların, tehlikeli kimyasallar ile bu kimyasalları içeren
eşyaların ithalini, Bakanlığın görüşünü alarak yasaklayabilir veya kontrole tâbi tutabilir”. Görüleceği
gibi, hangi atıkların ülkeye getirilmesinin izne tabi olduğu BaĢbakanlık DıĢ Ticaret MüsteĢarlığının
belirlemesine bağlı kılınmıĢtır. Hangi atıkların ülkeye getirilmesinin izne tabi tutulacağı idari bir
tasarrufla belirleneceği için bu durumun da yine suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık teĢkil ettiğini
belirtmek gerekir.
136
2872 sayılı Çevre Kanunu’nun 13’üncü maddesinin dördüncü fıkrasına göre, “Tehlikeli atıkların ithalatı
yasaktır”.
134
32
2.1.3.4.1. Para Cezalarının Vergi Borcundan Ġndirilememesi
Diğer hukuk disiplinlerinin amaçlarını ihlal etme yasağı bağlamında öne çıkan bir
husus, para cezalarının gider olarak gösterilerek tahakkuk eden vergi borcundan
indirilebilip indirilememesi sorunudur137. Hukuk düzeninin birliği bağlamında, kesilen hem
idari hem de adli para cezalarının, tahakkuk eden vergi borcundan indirilmemesinin kabul
edilmesinin temelinde yatan düĢünce, hukuki güvenlik ilkesi ve normun açıklığı ilkesinden
ziyade; diğer hukuk disiplinlerinin amaçlarının göz önünde bulundurulmasının
gerekliliğidir. Bu yüzden vergi hukuku, ceza hukukunun doğuracağı etkileri geçersiz hale
getiremez138.
Bu görüĢ paralelinde, Gelir Vergisi Kanunu’nun 41’inci maddesinin altıncı
fıkrasında, her türlü para cezaları ve vergi cezaları ile teĢebbüs sahibinin suçlarından doğan
tazminatlara iliĢkin ödemelerin gider olarak gösterilemeyeceği hüküm altına alınmıĢtır.
Benzer bir düzenleme Almanya’da Federal Gelir Vergisi Kanunu’na (EStG) 1984 yılında
eklenmiĢtir. Anılan kanunun 4’üncü paragrafının beĢinci fıkrasının birinci bendinin sekiz
numaralı alt bendine göre, mahkemeler ve Gelir Vergisi Kanunu’nca yetkili kılınan
organlar tarafından verilen para cezaları ve uyarı cezaları ile Avrupa Birliği organlarınca
bu kapsamda verilen cezalar, tahakkuk eden vergiden indirilemezler. Kanunda yapılan bu
değiĢikliğin gerekçesinde ise açıkça değiĢikliğin hukuk düzeninin birliğini garanti altına
almak amacıyla yapıldığı belirtilmiĢtir139.
2.1.3.4.2. Ahlaka Aykırı Bir ĠĢin Gördürülmesi Ġçin Ödenen Meblağın, Hile Sonucu
Verildiği Gerekçesi ile Geri Ġstenememesi
Bu noktada ele alacağımız bir baĢka husus ise haksız veya ahlaka aykırı bir iĢin
gördürülmesi için ödenen meblağın, hile ile elde edildiği gerekçesiyle, ödeme yapılan
kiĢiden alınıp alınmayacağıdır. Konuyu bir örnekle açıklığa kavuĢturacak olursak: A, kamu
görevlisi K’yı çok iyi tanıdığını, ona istediği her iĢi sorunsuzca yaptırabileceğini söyler. Bu
sözlere itimat eden B, görevin gereklerine aykırı olarak bir iĢi yapması amacıyla K’ya
verilmek üzere, A’ya bir miktar para verir. Daha sonra A’nın dolandırmak amacıyla
hareket ettiği anlaĢılır ve A, TCK’nın 157’inci maddesinde düzenlenen “Dolandırıcılık”
137
138
139
Dagmar, 1998, s. 161.
Dagmar, 1998, s. 161.
Dagmar, 1998, s. 386.
33
suçundan dolayı mahkum olur. Burada B’nin, A’ya vermiĢ olduğu parayı geri istemesi
durumunda özel hukukta geçerli olan bir ilke gündeme gelecektir. Bu ilke, Borçlar
Kanunu’nun 81’inci maddesinde düzenlenmiĢtir. Buna göre, “hukuka ve ahlaka aykırı bir
sonucun gerçekleşmesi amacıyla verilen şey geri istenemez”. Bu nedenle, kiĢinin
dolandırıldığı ceza mahkemesi hükmü ile sabit olsa da bahse konu meblağ hukuka ve
ahlaka aykırı bir amaç için ödenmiĢ olduğu için paranın geri alınması söz konusu
olamaz140,141.
2.1.3.4.3. Hukuk Muhakemesinde Geçerli Olan Senetle Ġspat Kuralının Ceza
Muhakemesinde Uygulanabilirliği Sorunu
Diğer hukuk disiplinlerinin amaçlarını ihlal etme yasağı bağlamında üzerinde
durulması gereken bir diğer konu ise hukuk muhakemesinde geçerli olan senetle ispat
kuralının, ceza muhakemesinde de uygulanabilir olup olmadığı sorunudur. Daha açık bir
Ģekilde ifade edecek olursak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) senetle ispat
Ģartına tabi tuttuğu bir husus 142 , bir suç dolayısıyla ceza mahkemesinde mevzu bahis
olunca, her türlü delille ispat edilebilecek midir, yoksa HMK’daki bu düzenlemenin içinin
boĢaltılmasının önlenmesi adına, ceza muhakemesinde de senetle ispat kuralı mı geçerli
olacaktır?
140
141
142
Aynı yönde bkz. Tunçomağ, K. (1962). Mahkeme Kararları Kroniği. İÜHFM, XXVIII(3-4), s. 846;
Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında aynı gerekçelere dayanmıĢtır: “davacının kocasının cezai
takibattan kurtulması için davalının adli mercilere vereceğini beyan ederek kendisinden almış olduğu 700
liranın tahsilini istediği ve davalının bu fiilinden ötürü ceza mahkemesince dolandırıcılıktan mahkum
edildiği anlaşılmış ve Borçlar Kanunu’nun 53’ünci maddesi uyarınca ceza mahkemesinin mahkumiyet
kararları hukuk hâkimini takyit eylemesi gerekmekte bulunmuş ise de, bu husustaki muhkem kaziye, fiilin
sübutuna müessir olup, aynı kanunun 65’inci maddesi muvacehesinde şahsi hak talebine müessir
olmamak icap eder. Çünkü mezkûr maddede haksız yahut ahlaka mugayir bir maksat istihsali için verilen
bir şeyin istirdat edilemeyeceği açıkça belirtilmiştir. Bu cihet göz önünde tutulmadan yerinde olmayan
sebep ve düşüncelerle yazılı şekilde tahsile karar verilmesi yolsuz ve bozma dileği bu bakımdan yerinde
olduğundan hükmün bu sebepten bozulmasına…” Yargıtay 3. HD, 13.1.1961 tarih ve E. 623, K. 275
sayılı kararı (AD, Kasım- Aralık 1961, (11-12), s. 1175).
Her ne kadar somut olayda söz konusu meblağ, dolandırıcılık suçundan mahkum olmuĢ kiĢiden alınıp
suçun mağduruna verilemeyecekse de bu durum, dolandırıcılık suçunun faili hakkında TCK’nın 55’inci
maddesinde düzenlenen kazanç müsaderesi hükümlerinin uygulanmasına engel değildir.
HMK’nın “Senetle Ġspat Zorunluluğu” baĢlığını taĢıyan 200’üncü maddesi hükmü Ģu Ģekildedir: “(1)Bir
hakkın doğumu, düĢürülmesi, devri, değiĢtirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla
yapılan hukuki iĢlemlerin, yapıldıkları zamanki miktar veya değerleri ikibinbeĢyüz Türk Lirasını geçtiği
takdirde senetle ispat olunması gerekir. Bu hukuki iĢlemlerin miktar veya değeri ödeme veya borçtan
kurtarma gibi bir nedenle ikibinbeĢyüz Türk Lirasından aĢağı düĢse bile senetsiz ispat olunamaz. (2) Bu
madde uyarınca senetle ispatı gereken hususlarda birinci fıkradaki düzenleme hatırlatılarak karĢı tarafın
açık muvafakati hâlinde tanık dinlenebilir”.
34
Bahse konu sorun ile ilgili Yargıtay’ın bazı suç tipleri hakkında vermiĢ olduğu
kararlar, öğreti açısından belirleyici olmuĢtur. Yargıtay tarafından, baĢlangıçta yalan yere
yemin suçuna (765 sayılı TCK md. 287, TCK md. 275); sonraları ise açığa imzanın kötüye
kullanılması suçuna
(765 sayılı TCK md. 509, TCK md. 209) dair verilen kararlar
üzerinde bu konu tartıĢılmıĢtır.
Yalan yere yemin suçuna iliĢkin mesele genelde Ģu Ģekilde cereyan etmiĢtir: A, B
aleyhine hukuk mahkemesinde alacak davası açmıĢtır. Söz konusu alacak senetle ispat
sınırları içerisinde kalmasına rağmen, A’nın elinde alacağı ispatlayan bir senet
bulunmamaktadır. Elinde senet bulunmayan A, borcunun olmadığına dair B’ye yemin
verdirir. B’nin borcunun olmadığına dair yemin etmesi üzerine A’nın davası reddedilir. A,
bunun üzerine B hakkında yalan yere yemin ettiği gerekçesi ile suç duyurusunda bulunur
ve ceza davasında tanık dinletmek suretiyle B’nin yalan söylediğini ispat etmek ister. Bu
suretle, hukuk mahkemesinde reddedilmiĢ bir iddia, ceza mahkemesi huzurunda dolaylı bir
yoldan ispat edilmeye çalıĢılmaktadır143.
Yargıtay’ın 2 Nisan 1941 tarihli Ġçtihadı BirleĢtirme Kararına kadar bu konuya
iliĢkin olarak uygulamada birlik yoktu. Yargıtay’ın bazı kararlarında bu gibi durumlarda
ceza mahkemesinde tanık dinletilebileceği kabul edilirken, diğer kararlarında uyuĢmazlığın
ancak senetle ispat edilebileceği kabul edilmekteydi 144 . Yargıtay, söz konusu içtihadı
birleĢtirme kararında, hukuk mahkemesi huzurunda iĢlenen yalan yere yemin suçunun ceza
mahkemelerindeki duruĢmalarında ceza hâkimlerinin yazılı delil aramalarının gerektiğine
hükmetmiĢtir145,146.
Oğuzman, K. (1952, Mart). HUMK’nun Ġspatını Kanuni Delile Tabi Tuttuğu Bir Mesele Bir Suç
Dolayısıyle Ceza Mahkemesinde Mevzubahis Olunca Her Türlü Delille Ġspat Edilebilir mi?. İBD, XXVI
(3), s. 147.
144
Bu kararlar için bkz. Dönmezer, S. (1943). Mahkeme Ġçtihatları. İÜHFM, IX (1-2), s. 431 vd.
145
“Hukuk Davalarında müddei ve müddealeyh sıfatını haiz olduğu halde yalan yere yemin eden kimsenin
Türk Ceza Kanunun (287) nci maddesine tevfikan cezalandırılması için ceza mahkemesinde yapılacak
duruşmasında ceza hakiminin bir nevi beyyine ile tekayyüd edip etmeyeceği hakkında hususi ve sarih bir
kayıt yoktur. Gerçi Ceza Muhakeme Usulü Kanunun (254) üncü maddesinde (mahkeme irat ve ikame
edilen delillerin duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaate göre takdir eder.) Denilmiş ise de; Bu ıtlak
diğer suçlardan bariz hususiyetle farklı bulunan yalan yere yemin suçuna da şamil olmaması iktiza eder.
Çünkü, Hukuk Davaları Usulü Muhakemeleri Kanununun (287) nci maddesinde sırf intizamı amme
mülahazasıyla (kanunun bir delil ile ispatını emreylediği hususların başka suretle ispat olunamayacağı)
katiyetle ifade edilmiş ve yine hukuk usulünün (445) inci maddesinin (6) ncı bendinde (Mahkûmunaleyhin
yalan yere yemin ettiği ikrarı veya beyyinei tahririye ile sabit olmuş olması) deyu yazılı bulunması da
yalan yere yemin suçunun ancak ikrar veya beyyinei tahririye ile ispat edilmesi lüzumuna işaret
mahiyetinde bulunmuştur. Ceza Muhakemeleri usulünün sakit bulunduğu hususlarda daha umumî bir
usulü kanunî olan hukuk muhakemeleri usulünün hükümlerine müracaat olunmak mutat bulunmasına
göre ceza usulü Muhakemesi Kanunun zikri geçen (254) üncü maddesinin ıtlak ibaresi yalan yere yemin
suçunun sübut sebeplerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümleri ile ceza hakiminin takayyüt
etmesini kabulde ehemmiyetli bir mahzur tasavvur olunamaz. Aksini iltizamda ise Hukuk Mahkemesinde
Kanunun emreylediği yazılı beyyineyi hukuki münasebetin teessüsünde ihmal eden bir tarafın hasmına
143
35
Yargıtay, “açığa imzanın kötüye kullanılması” suçuna iliĢkin vermiĢ olduğu içtihadı
birleĢtirme kararında da aynı gerekçeyi benimsemiĢtir147.
Yargıtay’ın her iki içtihadı birleĢtirme kararındaki hareket noktası, hukuk
muhakemesinde kabul edilmiĢ olan senetle ispat kuralının ceza muhakemesi vasıta
kılınarak iĢlevsiz hale getirilmemesi ve diğer taraftan aynı konuya iliĢkin farklı hükümlerin
çıkmasının önüne geçilmesidir. Bu amacı sağlamak adına Yargıtay, ispat konusunda ceza
hâkiminin sınırlanabileceğini kabul etmiĢtir. Yargıtay’ın bu içtihadı öğretide bazı yazarlar
tarafından kabul görmüĢtür 148 . Bu yazarlardan BELGESAY’a göre, CMUK md. 255
yemin verdirdikten sonra ceza mahkemesine müracaatla şahit ikame etmek ve binnetice tazminat adı
altında isteyeceği hakkı şahsî ile hasmını mahkûm ettirerek iadei muhakeme yolunu fiilen refettirmek ve
cezaya da çarptırmak iktidarı ve bu suretle nizamı amme için konulan bir müeyyideyi kıymetsiz bir hale
koymak fırsat ve salahiyeti bahşedilmiş, diğer taraftan da kanunî tahdidata riayet etmeyenlerin elinde
yalan yere yemin suçunun bir tehdit vasıtası olarak kullanılmasına cevaz verilmiş olur. Bundan başka iki
mahkemenin kararları arasında taraflara müessir bir takım tezatların ve kanunların hükümleri arasında
bazı ahenksizliklerin husulüne sebebiyet verilmiş olur. Hukuk Mahkemesinde, tekevvün eden ve diğer
suçlara nazaran bir hususiyet arz eden bu suçun, maznunun ceza mahkemesindeki duruşmasında ceza
hakiminin Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunda yazılı tahdidata tabi tutulmasından doğacak mahzurlar
daha mühim olduğundan bu hususta ceza hakiminin Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunun vaz eylediği
tahdidatıyla mukayyet olmasını kabul ile derpiş edilen mahzurlara meydan bırakmamak icap eder.
Binaenaleyh tahriri vesika ile ispatı lazım gelen meselede hukuk mahkemelerinde yalan yere yemin
etmekle maznunualeyh olan kimselerin ceza mahkemelerindeki duruşmalarında ceza hakimlerinin Hukuk
Davaları Usulü Muhakemeleri Kanunun 287, 288, 289 ve 290 ncı maddeleri hükümleriyle mukayyet
olarak yazılı delil arayıp ona göre hüküm vermeleri lazım geleceğine ekseriyeti sülüsan ile karar verildi”
YĠBK, 2.04.1941 tarih ve E. 1940/19, K. 1941/12 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi,
18.04.2012.
146
Yargıtay bu görüĢünü daha sonraki kararlarında da devam ettirmiĢtir: “Sanık tarafından yalan yere
yapıldığı iddia olunan yeminin kanıt yokluğu nedeniyle kendisine yöneltildiği anlaşıldığından, bu suçun
yazılı biçimde ispatı gerektiği gözetilmelidir” Yargıtay 4. CD, 24.11.2004 tarih ve E. 2003/953, K.
2004/11430 sayılı kararı; “Sanıklar tarafından yalan yere yapıldığı iddia olunan yeminin, delil yokluğu
nedeniyle teklif edildiği anlaşıldığına göre, bu suçu yazılı delille kanıtlamak gerektiği gözetilmeden
hükümlülük kararı verilmesi doğru değildir” Yargıtay 4. CD, 16.12.1986 tarih ve E. 1986/9718, K.
1986/10207 sayılı kararı; “Kiraya verilen dükkanın ihtilaflı yıllık kira bedelinin saptanması davasında,
hukuk mahkemesinde delil yokluğu nedeniyle teklif ve yerine getirilen yeminin yalan yere yapıldığının,
ceza mahkemesinde tanıkla kanıtlanması olanaksızdır” Yargıtay 4. CD, 6.04.1983 tarih ve E. 1983/1574,
K. 1983/1994 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi, 18.04.2012.
147
“İmzalı boş bir kağıdın anlaşmaya aykırı olarak doldurulduğu iddiasının cezada sabit görülerek verilen
mahkumiyet kararının aksine olarak hukuk mahkemesinde böyle bir iddianın yerinde olmadığının kabulü
ile alacağın gerçek bulunduğu sabit olduğu takdirde, alacaklı ceza kararı sonucu mahkum olacak ve fakat
aynı alacaklı hukuk mahkemesi kararı sonucu alacağını icrada tahsil edecektir. Böylesine çelişkili
durumun ortaya çıkmasına hukuk mantığının cevaz vermeyeceği doğaldır. Bu sonucu benimsemek
Borçlar Kanunu'nun az önce açıklanan 53. maddesindeki hukuki esaslarla da bağdaştırılamaz. Aksinin
kabulü halinde senet borçlusu hiç bir zaman ne İcra Tetkik Mercii Hakimliğine, ne de Ticaret
Mahkemesine başvurma yoluna gitmeyecek, şahit temin ederek C. Savcılığına başvurarak dava
açılmasını, kamu davasına da katılarak şahsi hakkının hüküm altına alınmasına ve asıl önemli olan
TCK.nun 36. maddesine dayanarak davaya konu belgenin zoralımına karar verilmesini sağlayabilecektir.
Hal böyle olunca ve bu yol açılınca HUMK ve İİK hükümleriyle getirilen sınırlamaların uygulama
olanağı da eylemli olarak kalkacaktır” YĠBK, 24.03.1989 tarih ve E. 1988/1, K. 1989/2 sayılı kararı,
www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 03.11.2011.
148
Erem, F. (1993). Türk Ceza Kanunu Şerhi Özel Hükümler Cilt 3. Ankara, s. 2492; Yasa, F. (1937). Yalan
Yere Yemin Suçu ve Sübut Delilleri. Adliye Ceridesi, 9, s. 784 vd; Belgesay, M. R. (1942). Yalan Yemin
Suçunun Ġspatına Dair Türkiye Temyiz Mahkemesi Tevhidi Ġçtihat Kararının Analizi. Adliye Ceridesi,
36
hükmü ne kadar mutlak olursa olsun, senetle ispatı düzenleyen Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanunu (HUMK) md. 288 hükmünün ceza mahkemelerinde uygulanmasına
engel olmaz149.
Ġspat konusunda ceza hâkiminin sınırlandırılması kanımızca doğru değildir 150 .
Bilindiği gibi ceza muhakemesinde maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi için delil
serbestîsi ilkesi kabul edilmiĢtir. Delil serbestîsi, ceza muhakemesinde her Ģeyin delil
olabilmesi, her Ģeyin her Ģeyle ispatlanabilmesi, hukuk muhakemesinin aksine belli bir ana
kadar değil, duruĢmanın her aĢamasında delil ileri sürülmesi ve bunun sonucunda da
delillerin hâkim tarafından serbestçe değerlendirilmesi anlamına gelir
151
. Ceza
muhakemesinde kural olarak delil serbestîsi kabul edildiği için bu ilkeden ayrılmak ancak
kanunun açıkça izin verdiği bir durumda söz konusu olur152. Bahse konu suçlar açısından
ise kanunda böyle açık bir muvafakati barındıran bir hüküm bulunmamaktadır. Bu nedenle
yüksek mahkemenin 1941 tarihli içtihadı birleĢtirme kararında “Hukuk Davalarında
müddei ve müddealeyh sıfatını haiz olduğu halde yalan yere yemin eden kimsenin Türk
Ceza Kanunun (287) nci maddesine tevfikan cezalandırılması için ceza mahkemesinde
yapılacak duruşmasında ceza hakiminin bir nevi beyyine ile tekayyüd edip etmeyeceği
hakkında hususi ve sarih bir kayıt yoktur” Ģeklinde vermiĢ olduğu hüküm isabetli değildir.
Zira CMK’da delil serbestîsi ilkesi geçerli olduğu için bahsedilen hususla alakalı özel ve
açık bir düzenlemenin olmayıĢı, bu durumda da delil serbestîsi ilkesinin geçerli olduğu
anlamına gelir.
Hukuk muhakemesinde hakim olan senetle ispat kuralının ceza muhakemesinde
uygulanacak olması, ceza muhakemesi hukukunda geçerli olan maddi gerçeğin
araĢtırılması ve delil serbestisi ilkelerinin iĢlevsiz hale gelmesine yol açar153. Bu bakımdan
ceza muhakemesinde senetle ispat kuralının iĢletilmemesi sonucunda, aynı konuya iliĢkin
birbirleriyle çeliĢkili kararların çıkacağını savunmak da isabetli değildir. Zira alacağını
senetle ispatlayamayan kiĢinin davası, bu kimsenin o hakka sahip olmadığı gerekçesi ile
149
150
151
152
153
(sayı 6), s. 745 vd; YavaĢ, M. (2009). Senetle İspat ve Senede Karşı Senetle İspat Kuralları ile Bu
Kuralların İstisnaları. Ankara, s. 226.
Belgesay, 1942, s. 750.
Oğuzman, 1952, s. 146 vd; Dönmezer, 1943, s. 431 vd; Feyzioğlu, M. (2002). Ceza Muhakemesinde
Vicdani Kanaat. Ankara, s. 94 vd; Centel, N. ve Zafer, H. (2014). Ceza Muhakemesi Hukuku.
(YenilenmiĢ ve Gözden GeçirilmiĢ 11. Bası). Ġstanbul, s.7, 8; Gökcen, A. (2013). Belgede Sahtecilik
Suçları. (3. Baskı). Ankara, s. 77; Ünver, Y. (1995-1996). Ceza Yargılaması Hukukunda Ġspata ĠliĢkin Bir
Yargıtay ĠBK’nın Ġncelenmesi. İÜHFM, LV(1-2), s. 183 vd.
ġahin, C. ve Göktürk, N. (2013). Ceza Muhakemesi Hukuku. Ġkinci Cilt, (Gözden GeçirilmiĢ ve
GüncellenmiĢ 2. Baskı). Ankara, s. 18.
Oğuzman, 1952, s. 150; Dönmezer, 1943, s. 437; Ünver, 1995-1996, s. 202.
Oğuzman, 1952, s. 150.
37
değil;
sadece
mevcut
deliller
çerçevesinde
alacağını
ispatlayamadığı
için
reddedilmektedir154. BaĢka bir deyiĢle, böyle bir durumda hukuk mahkemesinin alacaklının
talebini
reddettiğine
iliĢkin
hükmü,
bu
kiĢinin
gerçekte
alacaklı
olmadığını
göstermemektedir. Hukuk mahkemesi huzurunda yemin eden borçlu hakkında yapılan ceza
yargılamasında ise delil serbestisi ilkesi gereğince, bu kiĢinin gerçeği söyleyip söylemediği
tanık dahil bütün ispat vasıtaları ile araĢtırılır. Bunun sonucunda alacağını senetle
ispatlayamadığı için hukuk davası aleyhine sonuçlanan alacaklı, borçlunun yalan yere
yemin ettiğini ve kendisine borçlu olduğunu, dinleteceği tanıklarla ispatlayabilir. Ceza
mahkemesinin, hukuk davasında yalan yere yemin eden ya da açığa atılan imzayı kötüye
kullanan kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili her türlü delille ispat etmesi, hukuk ve ceza
mahkemesi hükümleri arasında bir çeliĢkinin oluĢtuğu anlamına gelmez. Bu bakımdan
ceza mahkemesinin, hukuk mahkemesinin aksine, açığa atılan imzayı kötüye kullanan veya
yalan yere yemin eden kiĢiler hakkında mahkumiyet kararı vermesi, diğer hukuk
disiplinlerinin amaçlarını ihlal etme yasağına aykırılık teĢkil etmez.
2.2.
Hukuk Düzeninin Birliği ve Hukuki Güvenlik
2.2.1. Hukuki Güvenlik
Hukuk düzeninin öncelikli görevi toplum yaĢamını bir düzen içerisine oturtmaktır.
Bu görevin yerine getirilmesini, maddi adalet ilkesi ile birlikte hukuk devletinin temel
unsurlarından hukuki güvenlik ilkesi mümkün kılar155. Hukuki güvenlik ilkesinin iĢlevsel
olması sayesinde hukuk kuralları Ģeffaf, genel ve açık hale gelir. Böylece normun muhatabı
kiĢi, nasıl hareket etmesi gerektiğini bilebilir, en azından tahmin edebilir ve
gerçekleĢtirdiği hareketin hukuki sonuçlarını öngörebilir156.
Hukuki güvenliğin ne anlama geldiği noktasında somut bir tanım yapılmamaktadır.
Kavramı ifade etmenin göstermiĢ olduğu güçlük karĢısında yazarlar bir tanım yapmaktan
kaçınmıĢlardır. Hukuki güvenliğin tanımlanması yerine, bu ilkeye ait olduğu belirtilen
diğer ilkelerden faydalanılmıĢtır. Bu yüzden “hukuki güvenlik nedir?” sorusu yerine,
154
155
156
Oğuzman, 1952, s. 154; Dönmezer, 1943, s. 438.
Günther, 1983, s. 94.
Köküsarı, Ġ. (2008, Kasım-Aralık). Hukuk Devletinde Bireyin Hukuki Güvenliği ve Önemi. Kazancı
Hakemli Hukuk Dergisi, (51-52), s. 7.
38
“hukuki güvenlik neyi gerektirir?” ya da “hukuki güvenliğe neler dahildir?” soruları
sorulmaktadır157.
Bir görüĢe göre hukuki güvenlik ilkesi, hukuk kurallarının muhatapları için açık,
belirli ve kararlı bir çerçeve oluĢturmasını; ayrıca bu kiĢilere fiillerinin sonuçlarını
öngörme olanağı vermesini gerekli kılar158.
ARAL da bir tanım vermek yerine hukuki güvenliğin gerçekleĢmesinin bazı Ģartların
varlığına bağlı olduğunu belirtmiĢtir 159 : Birincisi, bahse konu hukuk kuralının devlet
gücüyle uygulanıyor olması baĢka bir deyiĢle, yürürlükte olmasıdır. Ġkincisi, hukukun
kesin ve açık kavramlara yer vermesi, bunun karĢısında hakime geniĢ takdir yetkisi
vermemesidir. Üçüncüsü, hukuk üzerinde tartıĢma bulunmayan, sınırları belirli kavramlara
yer vermelidir. Dördüncüsü ise, gerçekleĢmesi mümkün olmasa da hukukun sürekli ve
değiĢmez olmasıdır.
Anayasa Mahkemesi de vermiĢ olduğu bir kararında hukuki güvenliği Ģu Ģekilde tarif
etmiĢtir: “Hukuk devleti ilkesinin önkoşullarından biri olan hukuk güvenliği ile kişilerin
hukuki güvenliğinin sağlanması amaçlanmaktadır. Hukuk güvenliği ilkesi, hukuk
normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven
duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici
yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar”160.
Hukuki güvenlik kavramının içeriğini en geniĢ Ģekliyle Franz SCHOLZ oluĢturmaya
çalıĢmıĢtır. SCHOLZ’a göre hukuki güvenlik, yaĢama iliĢkin hakları mümkün olduğunca
tam manasıyla ve etkili bir Ģekilde koruyan ve bu korumayı tarafsız ve adil bir Ģekilde
gerçekleĢtiren bir hukuki durumdur. Bu durum, hukuki koruma mekanizmaları ile
sağlanmakta ve hak arayan kiĢinin güveni hukukun adil kullanılması suretiyle tesis
edilmektedir161.
Hukuki güvenlik ilkesi, gelecekteki hukuki durumun Ģimdiden beklenilebilir ya da
öngörülebilir olmasını amaçlar. Bu amaçtan hareket edildiğinde hukuki güvenlik ilkesinin
157
158
159
160
161
Von Arnauld, 2006, s. 102.
Kaboğlu, Ġ. (2009). Anayasa Hukuku Dersleri Genel Esaslar. (Gözden GeçirilmiĢ 5. Baskı). Ġstanbul, s.
391; CoĢkun-Karadağ, 2009, s. 720.
Aral, 2010, s. 22.
Anayasa Mahkemesi, 7.2.2008 tarih ve E. 2005/38, K. 2008/53 sayılı karar,
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=2571&content=,
eriĢim tarihi 10.08.2011; Anayasa mahkemesi hukuki güvenlik hakkında geliĢtirmiĢ olduğu bu tanımı
diğer kararlarında da kullanmıĢtır. Bkz. Anayasa Mahkemesi, 11.06.2009 tarih ve E. 2007/115, K.
2009/80
sayılı
karar,
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=2803&content=,
eriĢim tarihi 11.08.2011.
Scholz, F. (1955). Die Rechtssicherheit. Berlin, s. 3.
39
temel esaslarını öngörülebilirlik (Berechenbarkeit), güvenilirlik (Verlässlichkeit) ve
tanınabilirlik (Erkennbarkeit) olarak belirleyebiliriz
162
. Öngörülebilirlik, gelecekte
hukukun ne olacağı ile ilgilidir. Ġstikrarlı olan ve değiĢimi ya da gelecekteki kullanımı
öngörülebilir olan hukuk, güvenli bir hukuktur. Tanınabilirlik, hukukun aleni olmasının
yanında daha açık olmasını gerektirir. Buradan hukukun belirli, net ve anlaĢılabilir olması
gerektiği sonucuna ulaĢılır. Güvenilirlik, hukukun istikrarlı olmasını gerekli kılar, bunun
da baĢlıca Ģartı hukukun yürürlükte olmasıdır163. Normun açıklığı, belirlilik, kesin hüküm,
geçmiĢe yürümeme ilkeleri gibi hukuki güvenliğe ait olan ilkeler, bu temel esaslar altında
sınıflandırılmalıdır 164 . Fakat bahse konu ilkelerin temel esaslar altında sınıflandırılması
demek, onların birbirlerinden tamamen bağımsız oldukları anlamına gelmemektedir. Bu
ilkeler çoğu zaman tek baĢlarına değil, ancak diğer ilkeler ile birlikte hukuki güvenliği
sağlayabilmektedir. Bu yüzden hukuki güvenliğe ait olduğu belirtilen bu ilkeler genelde
birlikte anılmaktadır.
2.2.2. Hukuki Güvenlik ve Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesinin Bağlantısı
Hukuk devleti ile hukuki güvenlik ilkesi arasında sıkı bir bağ olduğunu düĢünen
SCHOLZ’a göre hukuk devleti, hukuki güvenliğin devletidir 165 . Aynı Ģekilde hukuk
düzeninin birliği ile hukuk devleti arasında sıkı bir bağ olduğunu düĢünen yazarlara göre
de hukuk düzeninin birliği, hukuk devleti ilkesinden meydana gelmiĢtir; burada hukuk
devleti ile ilgili bir ilke söz konusudur166. Bu iki ilkeyi hukuk devleti ortak paydasında
birleĢtiren baĢka bir görüĢe göre de hukuki güvenlik, belirlilik ve aynı zamanda hukuk
düzeninin birliğinin çıkıĢ noktası olan hukuk düzeninin tutarlılık arz etmesi, hukuk devleti
prensibinin birer sonuçlarıdır167.
Bu iki ilkenin de hukuk devletinden doğmuĢ olduğunun söylenmesi, aralarındaki
bağlantının tespit edilmesi için yeterli değildir. Bu yüzden meselenin daha da
somutlaĢtırılması, özellikle hukuki güvenlik ilkesinin unsurları olarak görülen ilkelerden
bazılarının daha yakından incelenmesi gerekir.
162
Von Arnauld, 2006, s. 105.
Von Arnauld, 2006, s. 106.
164
Von Arnauld, 2006, s. 106.
165
Scholz, 1955, s. 5.
166
Schall, 1990, s. 1265.
167
Günther, 1983, s. 94.
163
40
Bu kapsamda belirlilik ilkesi önem arz eder. Bir görüĢe göre, hukuk düzenin birliği
için hukuki güvenlik ilkesinden türemiĢ olan belirlilik ilkesi168 önemli bir yere sahiptir169.
ġöyle ki, devlet toplum yaĢamını her Ģeyden önce yasama, yürütme ve yargı tarafından
verilen emir ve getirilen yasaklar sayesinde garanti altına alır. Bu verilen emir ve getirilen
yasaklar ilgili kiĢi için bir değer ölçüsü olarak hizmet eder. Bu kiĢi de kendisini emir ve
yasaklar ile belirlenmiĢ davranıĢa uyma yönünde motive eder. Böylece vazedilmiĢ bu emir
ve yasaklara bakılarak kiĢilerin hareketleri bir değerlendirmeye tabi tutulur. Ancak bu
bahsedilen durumun gerçekleĢebilmesi için kiĢinin kendisine yöneltilen emir ve yasakları
bilmesi gerekir. Bunun için de kiĢinin nasıl hareket etmesi gerektiğinin ve hareketinin
hukuki sonuçlarının açık ve anlaĢılır olması gerekir170. Diğer taraftan, emir veya yasağın
toplumdaki düzen görevini ifa edebilmesi için diğer hukuki emirler ve değerlendirmeler ile
çatıĢma içinde olmaması da gerekir. Bu çatıĢmanın söz konusu olduğu durumlarda ilgili
kiĢi ne hukuki durumunu bilebilir ne de kendi davranıĢını bu emir ve yasaklara göre
yönlendirebilir. Bu yüzden hukuki güvenlik ilkesi, hukuk düzenin birliğinin çıkıĢ noktası
olarak görülür171.
Görüldüğü gibi, hukuk düzeninin birliği için hukuki güvenliğin bir unsuru olan
belirlilik ilkesi önemli bir yere sahiptir. Hukuki belirliliğin tam olarak sağlanabilmesi için
öngörülebilirliğin de tesis edilmiĢ olması gerekir. Öngörülebilirliğin iki farklı yönünün
önem arz ettiği düĢüncesindeyiz. Birincisi, hukuk kurallarının öngörülebilir olmasıdır.
Hukuk devleti olmanın bir gereği olarak idarenin ve kiĢilerin uymak zorunda oldukları
hukuk kurallarının ne olduğunun bilinmesi ve bu kuralların açık, düzenli ve güvenli bir
sistem içinde bulunmaları gerekir172. Ayrıca kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilin hukuki
neticelerini öngörebilmesi, hukuk kuralları arasında birbirine aykırı hükümlerin
Anayasa Mahkemesi yukarıda dn. 113’te zikrettiğimiz kararında belirlilik ilkesini Ģu Ģekilde açıklamıĢtır:
“Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye
göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer
vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi
uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi zorunludur. Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle
bağlantılı olup yasal bir düzenlemede hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya
sonucun bağlandığını, bireyin, belirli bir kesinlik içinde bilmesi gerekmektedir. Birey ancak bu durumda
kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını,
bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu
güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.”, Anayasa Mahkemesi, 11.06.2009
Tarih ve E. 2007/115, K. 2009/80 sayılı karar.
169
Günther, 1983, s. 94.
170
Günther, 1983, s. 95.
171
Günther, 1983, s. 95.
172
Oytan, M. (1996, Temmuz-Ağustos). Mevzuatın Ayıklanması ve Yürürlükte Olanların Tek Metin Halinde
Derlenmesi ÇalıĢmaları ve Sonuçları. Yeni Türkiye Dergisi Yargı Reformu Özel Sayısı, Temmuz-Ağustos
2 (10), s. 232.
168
41
bulunmamasına bağlıdır. Ġkincisi ise mahkeme kararlarının öngörülebilirliğidir. Aslında bu
durum birinci durumla yakından ilgilidir. Zira mahkemeler, hukuk kurallarını somut
olaylara
uygulayan
merciiler
oldukları
için
hukuk
kurallarında
mevcut
olan
öngörülemezlik doğrudan veya dolaylı olarak yargı kararlarına da yansıyacaktır. Diğer
taraftan hukuka aykırılık bahsinde ele alındığı üzere, kiĢinin gerçekleĢtirdiği fiilin hukuka
uygunluk bakımından farklı mahkemelerce birbirine çeliĢki arz edecek Ģekilde
değerlendirilmesi, bu kiĢinin fiilinin hukuki sonuçlarını öngörememesine neden olur. Bu
durum da sonuç itibariyle hukuki güvenlik ilkesini zedeler.
2.3. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesinin Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı
Mercileri Kararlarının Birbirleri Üzerindeki Etkisi Meselesine Yansıması
2.3.1. Hukuk Düzeninin Birliği DüĢüncesine KarĢı Çıkan GörüĢ
Hukuk düzeninin birliği düĢüncesine karĢı olan yazarlar, görüĢlerini düĢüncenin
anayasal bir temele sahip olmamasına dayandırmaktadırlar 173 . Çünkü bu görüĢteki
yazarlara göre, bir ilke veya bir düĢünce temellerini yazılı ya da yazısız anayasada bulduğu
ölçüde hukuk uygulaması için bir öneme sahiptir174.
BaĢka bir görüĢe göre, hukuk düzeninin birliği düĢüncesi temelini adaletin
gerekliliğinden (Gerechtigkeitsgebot) almaktadır; birlik, hukuk düzeninin tutarlılık arz
etmesini garanti altına almaya çalıĢmak suretiyle, sadece eĢitlik ilkesinin bir
karakteristiğini meydana getirmektedir. Diğer bir üst değer olan “hukuki güvenlik ilkesi”
de aynı amaca hizmet etmektedir175. Bir baĢka yazara göre ise anayasa, kanun koyucuya
farklı hukuk disiplinleri arasında ortaya çıkabilecek çeliĢkileri giderme yönünde bir
yükümlülük yüklememiĢtir. Bu bağlamda anayasal bir ilke söz konusu değildir176. Yine bir
baĢka yazar da anayasanın daha önceden hukuk düzeninin birliğine iliĢkin unsurları
düzenlememiĢ olması nedeniyle, hukuk düzeninin birliğinin anayasa tarafından Ģart
173
174
175
176
Dagmar, 1998, s. 10.
Dagmar, 1998, s. 399; Bräutigam-Ernst, 2010, s. 334.
Canaris, Claus- Wilhelm, Systemdenken und Systembegriff in der Jurisprudenz, 2. Aufl., Berlin,
1983, s. 17’den naklen, Dagmar, 1998, s. 10.
Degenhart Christoph, Staatsrecht I, 7. Auflage, Heidelberg 1991, paragraf 307’den naklen, Dagmar,
1998, s. 12.
42
koĢulduğunun söylenemeyeceğini savunmaktadır. Çünkü anayasa, hukuk düzeninin
belirleyici bir yapı taĢıdır177.
BaĢka bir görüĢe göre, hukuk düzeninin birliği düĢüncesi, münferit hukuk disiplinleri
tarafından kabul edilen hukuka aykırılık kavramını reddeder. Hukuk düzeninin birliği
düĢüncesine göre, bir fiil ya hukuka aykırıdır ya da hukuka uygundur178. Hukuk düzeninin
birliği düĢüncesinin kuvvetlenebilmesi için yürürlükteki hukukta bir takım Ģartların
bulunması gerekir. Ancak anayasada hukuk düzeninin birliği düzenlenmiĢ değildir. Ġlkenin
kabulü belki farklı hukuk disiplinleri arasındaki çatıĢmaları çözmekte önem arz edebilir.
Ancak bu amacı gerçekleĢtirmek için de bu kuruma ihtiyaç yoktur 179 . ÇatıĢmanın söz
konusu olduğu durumlarda, sonraki kanunun önceki kanunu yürürlükten kaldırdığını
belirten ilke gibi (lex posterior derogat legi priori) genel hukuk kaidelerinden hareket
edilerek çatıĢmaların önüne geçilebilir180.
2.3.2.
Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri
Üzerindeki Etkisi Meselesinin Sadece Bir Muhakeme Hukuku Konusu
Olduğu GörüĢü
Bu görüĢteki yazarlar, hukuk düzeninin birliği düĢüncesinin ceza muhakemesi
bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde etki etmesine dayanak teĢkil
etmeyeceğini, bu meselenin muhakeme hukuku kuralları çerçevesinde halledilebilecek bir
mesele olduğunu savunmaktadır181.
Hukuk düzeninin birliği düĢüncesine paralel olarak, bir hukuki münasebetle ilgilenen
mahkemenin, bu görevini tüm yargı erki adına yaptığı ve somut olay hakkında bir hüküm
kurduğu inkâr edilemez. Bu bakımdan baĢka bir mahkemenin, yargı erki adına aynı anda
bu hükümden daha farklı bir hükme ulaĢmasının savunulması zor gözükmektedir.
Meseleye daha yakından bakıldığında, aynı konu hakkında birbiriyle çeliĢen hükümlerin
ortaya çıkmasının mümkün olmadığı görülür. Çünkü bir muhakeme kuralı olarak, aynı
dava konusu, daha sonra bir baĢka muhakemenin konusu olamaz182.
177
178
179
180
181
182
Friedrich Müller, Die Einheit der Verfassung, Berlin 1979, s. 106’dan naklen, Dagmar, 1998, s. 182.
Peine, F. J. (1990). Privatrechtsgestaltung durch Anlagengenehmigung. NJW, s. 2446.
Peine, 1990, s. 2446.
Peine, 1990, s. 2446.
Bruns, H.J. (1957). Bindet die Rechtskraft Deklaratorischer Urteile Der Zivil- und Verwaltungsgerichte
Auch Den Strafrichter?. Festschrift Für Friedrich Lent Zum 75. Geburtstag, München und Berlin, s. 109;
Haaf, E. (1984). Die Fernwirkungen gerichtlicher und behördlicher Entscheidungen. Paderborn, s. 43.
Haaf, 1984, s. 44.
43
Diğer taraftan, anayasadaki kanuni hakim güvencesinden doğan yetki kuralları
(madde bakımından yetki, yer bakımından yetki vs.), bir kiĢinin aynı meseleyi birden çok
mahkeme önüne getirmesine engel olur. Ayrıca birer muhakeme Ģartı olan, aynı konuda
daha önceden verilmiĢ bir kararın bulunmaması (kesin hüküm) ve davanın görülmekte
olmaması (derdestlik) kurumları da aynı meselenin bir kez daha ele alınmasına engeldir183.
Buraya kadar olan husus aynı konunun aynı muhakeme alanı içerisinde tekrardan ele
alınıp alınmayacağına iliĢkindir. Diğer taraftan bu görüĢe göre bir hukuk düzeni, temsili
olarak bir binanın dıĢ çerçevesini oluĢturmaktadır184. Buradan, hukuk düzeni içerisinde yer
alan farklı hukuk disiplinlerinin bağımsız bölümleri oluĢturduğu ve bunun sonucunda da
hukuk düzeninin içerisinde birbirinden farklı hükümlerin verilebileceğinin önceden
öngörüldüğü sonucu çıkmaktadır. Netice olarak, hukuk düzeni bir hukuki iliĢkiye dayalı
olarak sonuçların aynı olmasını sağlamak amacıyla, bütünlük arz eden bir sistem
öngörmez. Tam aksine kamusal organlar, devlet gücünü kullanmada farklı araçlar, yollar,
enstrümanlar ve karar yöntemleri kullanırlar. Böylece idari makamlar ile mahkemeler
arasında ve aynı zamanda yargı erki içinde farklı kararlar ortaya çıkabilir 185 . Zira bir
muhakeme alanında maddi gerçeğin araĢtırılması esas iken, baĢka bir muhakeme alanında
Ģekli gerçeğin araĢtırılması öngörülmüĢ olabilir. Böylece muhakeme alanlarının farklı
ilkelerden
hareketle
oluĢturulmaları,
hukuk
düzeninin,
bu
alanlarda
yer
alan
mahkemelerden farklı hükümler çıkma olasılığını önceden kabullendiği anlamına gelir.
Benzer prensiplere sahip muhakeme alanlarından aynı konuya iliĢkin farklı hükümlerin
çıkmasının yasaklanması teorik olarak düĢünülebilirse de bu sorun hukuk düzeninin birliği
ile alakalı değil, yalın bir muhakeme hukuku problemidir186.
2.3.3. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri
Üzerindeki Etkisi Meselesini Yargılama Birliği Bağlamında Ele Alan GörüĢ
Yargılama birliği ilkesi, her devlet içinde yargı erkinin tek oluĢunu ve Devletin
egemenliğine tabi bütün Ģahısların bir tek yargılama kuvvetine bağlı oluĢunu ifade eder187.
Hukuki uyuĢmazlıkların türüne göre yargı teĢkilatının örneğin adli yargı ve idari yargı, adli
yargının da kendi içerisinde ceza ve hukuk yargısı Ģeklinde muhakeme alanlarına ayrılmıĢ
183
184
185
186
187
Haaf, 1984, s. 44.
Haaf, 1984, s. 45.
Haaf, 1984, s. 45.
Haaf, 1984, s. 45.
Kunter, 1989, s. 142.
44
olması, yargılama birliği ilkesine aykırılık teĢkil etmez188. Buna karĢılık, aynı konuda en az
iki mahkemenin görevli olması, yargılama birliğine aykırılık teĢkil eder. Bu da genellikle
aynı devlet mekanizması içerisindeki büyük baskı gruplarının kendilerine faydalı olan,
normal kiĢilerin yargılandıkları mahkemelerin yanında, bu gruplarla ilgili uyuĢmazlıkları
çözen mahkemelerin teĢekkül edilmesini sağlamaları ile meydana çıkar. KUNTER’in
deyimiyle “kendi mahkememi isterim” sözü yargılama birliğine aykırılık teĢkil eder189.
Türk hukukunda bir görüĢ ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının
birbirleri üzerindeki etkisini yargılama birliği bağlamında ele almaktadır. Bu görüĢ
taraftarlarına göre, yargı mercileri kararlarının birbirlerine ve aynı zamanda diğer
mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etkisi meselesi, genelin
aksine yargı (kesin hüküm) nedeniyle değil, yargılama birliği nedeniyle kabul edilmelidir.
Bu bağlamda Ģu gerekçeler ileri sürülmüĢtür:
“Bir mahkeme kararı kesinleşince yargı olur ve onun bazı etkileri vardır:
değiştirilemez, bağlayıcı olur. Yargı kavramı ile bu sorunu açıklamaya çalıştığımızda, bir
son kararın yargı durumuna erişmesi yani ilişkin olduğu uyuşmazlığın bir daha ele
alınmaması için üç koşul gerektiğini görürüz. Bunlar konunun, sebebin ve tarafların aynı
olmasıdır. Bir uyuşmazlık hukuk mahkemesinde çözümlenirken taraflar A ve B olabilir;
ceza mahkemesinde ise taraflar savcı ve B’dir; taraflar aynı değildir. Bir hukuk
mahkemesinde karar verilirken dava konusu tazminattır; ceza mahkemesinde ise
cezalandırmaktır; konu aynı değildir. Bir hukuk mahkemesinde dava sebebi haksız fiildir;
ceza mahkemesinde ise dava sebebi için gerekli üç koşulun aynı olması durumu
incelediğimiz sorun bakımından doğru değildir; sorunu yargılama birliği ilkesi
bakımından ele almak gereklidir”190 .
2.3.4. Ceza Muhakemesi Bağlamında Yargı Mercileri Kararlarının Birbirleri
Üzerindeki Etkisi Meselesini Hukuk Düzeninin Birliği Bağlamında Ele Alan
GörüĢ
Bu görüĢe göre, hukuk düzeninin birliği ilkesi, ceza muhakemesi bağlamında yargı
mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisi meselesine dayanak teĢkil eden bir
husustur. Bu bağlamda, BINDING’in görüĢleri öne çıkmaktadır. Yazar, kaleme almıĢ
188
189
190
Kunter, 1989, s. 144; Tosun, 1981, 270.
Kunter, 1989, s. 144.
Tosun, 1981, s. 279.
45
olduğu eserinde 191 her ne kadar hukuk düzeninin birliğinden ziyade, devlet gücünün
bütünlüğünden (Einheitlichkeit der Staatsgewalt) bahsetmiĢse de bu görüĢün ilk
savunucularından biri olarak kabul edilmektedir192. Yazara göre, devlet adına hareket etme
yetkisine sahip bir makamın irade açıklamasının, baĢka bir organ tarafından görmezden
gelinmesi ya da ortadan kaldırılması devletin bütünlüğüne zarar verir193. Devlet gücünün
bütünlük arz etmesinden iki önemli ilke doğmaktadır: Devlet faaliyetlerinin mümkün
olduğunca ekonomik bir Ģekilde gerçekleĢtirilmesi ve mümkün olduğunca birbirleriyle
uyum arz etmeleridir. Aynı devletin tamamen aynı olan bir hukuki sorunla birkaç sefer
ilgilenmesi, iĢgücü israfına neden olduğu gibi; meselenin her ele alınıĢında farklı sonuçlara
ulaĢma ihtimali de olur. Bu da devletin adil ve akil olduğu düĢüncesini zedeler194.
2.3.5. GörüĢümüz
Yukarıda belirtilen görüĢlerden hukuk düzeninin birliği düĢüncesini reddeden görüĢ
kabul edilemez. ġöyle ki; çalıĢmamızın en baĢından itibaren açıklamaya çalıĢtığımız üzere,
hukuk düzeninin birliği düĢüncesi hukuk devleti prensibine dayanan bir düĢüncedir. Hukuk
düzeninin birliği düĢüncesine karĢı çıkan yazarlardan bazıları, anayasanın kanun koyucuya
farklı hukuk disiplinleri arasında ortaya çıkabilecek çatıĢmaları giderme yönünde bir
yükümlülük yüklemediğini savunmaktadırlar. Oysa ki bir hukuk devleti prensibi olduğu
günümüzde ittifakla kabul edilen ve hatta Anayasa Mahkemesi dahil bir çok mahkeme
içtihadında kendisine atıf yapılan “hukuki güvenlik ilkesi” bir kimsenin gerçekleĢtirmiĢ
olduğu bir fiilin aynı anda hem hukuka aykırı hem de hukuka uygun olarak
değerlendirilmesini yasaklar. Aynı Ģekilde bir hak veya bir hukuki iliĢkinin bir mahkeme
tarafından var olduğu tespit edildikten sonra, bir baĢka mahkeme tarafından mevcut
olmadığının hükme bağlanması da hukuki güvenlik ilkesine aykırılık teĢkil eder. Bu
bağlamda, hukuk düzeninin birliği düĢüncesi ile hukuki güvenlik ilkesinin iliĢkisini ortaya
koymaya çalıĢtık. Bu nedenle, anayasal bir temeli olmadığı gerekçesi ile hukuk düzeninin
191
192
193
194
Binding, K. (1915). Strafrechtliche und Strafprozessuale Abhandlungen. (Zweiter Band). München und
Leipzig.
Haaf, 1984, s. 43.
Binding, 1915, s. 304.
Binding, 1915, s. 348; Tschöpe, H. G. (1934). Die Grenzen der Bindung des Strafrichters an die
Präjudiziellen Entscheidungen Gerichtlicher und Sonstiger Behörden. Jena, s. 7; Aksi görüĢte olan
yazarlara göre körü körüne daha önce verilmiĢ kararlara bağlanmak, bu kararların tekrardan ele alınarak
farklı Ģekilde değerlendirilmesinden daha fazla bir Ģekilde devlet otoritesine zarar verir. Bkz. Grünwald,
G. (1964). Die Teilrechtskraft im Strafverfahren. Göttingen, s. 41.
46
birliği düĢüncesini reddetmek, ilk etapta hukuki güvenlik ilkesini ve aynı zamanda hukuk
devleti prensibini de tanımamak anlamına gelir.
Ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisi
meselesinin yalnızca bir muhakeme hukuku problemi olduğunu iddia etmek de doğru
değildir. Bu yazarlar, aynı konunun daha sonra bir baĢka muhakemenin konusu olmasının
imkansız olduğunu belirtmekteler. BaĢka bir deyiĢle, bir sonraki bölümde üzerinde
duracağımız ve kesin hükmün olumsuz etkisi olarak nitelendirdiğimiz “Ne bis in idem”
ilkesinden hareketle bu sonuca varmaktadırlar. 6100 sayılı HMK’nın 303’üncü maddesinde
Ģu hüküm yer almaktadır: “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer
bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının,
dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı
olması gerekir” (HMK md. 303, f. 1). Benzer düzenlemeye 6100 sayılı Kanun ile
yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 237’nci
maddesinde yer verilmiĢti. 5271 sayılı CMK’da açıkça “Ne bis in idem” ilkesine yer
verilmemiĢ olsa da 223’üncü maddede “Aynı fiil nedeniyle, aynı sanık için önceden
verilmiş bir hüküm veya açılmış bir dava varsa davanın reddinde karar verilir” (CMK md.
223, f. 7) denilmek suretiyle, bu ilkenin ceza muhakemesi sahasında da uygulanma imkanı
bulması sağlanmıĢtır. Ġdari muhakemeye iliĢkin mevzuatta açık bir Ģekilde zikredilmemiĢ
olsa da kesin hükmün olumsuz etkisinin idari muhakeme tarafından da kabul edildiği
belirtilmektedir 195 . “Ne bis in idem” ilkesi, farklı muhakeme alanlarında farklı Ģartlara
sahip olsa da doğurduğu etki sonraki muhakemenin yapılmamasını sonuçlayan olumsuz bir
etkidir ve kural olarak hükmü veren mahkeme ile aynı muhakeme alanında yer alan
mahkemeler bakımından etki doğurur. Oysa maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi
olarak nitelendirdiğimiz bağlayıcılık etkisinde ise aynı fiilden dolayı farklı muhakeme
alanlarında yapılan bir yargılamanın sonunda veya ceza muhakemesinde ön sorun olarak
ortaya çıkan mesele hakkında verilen hükmün ceza mahkemesine etkisi söz konusudur.
Dolayısıyla bağlayıcılık etkisinin söz konusu olduğu durumlarda, ilk verilen mahkeme
hükmünün sonraki yapılan ceza muhakemesinin yapılmamasını sonuçlayan bir olumsuz
etkisi bulunmamaktadır. Böyle bir etkiyi yalın bir muhakeme hukuku problemi olarak
görmek ise sorunu temellendirmeden, bu soruna çözüm aramak anlamına gelir.
195
Çağlayan, R. (1999). Ġdari Yargıda Kesin Hüküm. AÜEHFD, III (1), s. 126 vd.
47
Ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerindeki etkisi
meselesini yargılama birliği ve hukuk düzeninin birliği bağlamında ele alan görüĢleri
birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Hukuk düzeninin birliği düĢüncesi günümüzde
aynı konuya iliĢkin gerek soyut hukuki normların gerekse mahkemeler tarafından verilen
hükümlerin birbiriyle çeliĢik olmamasını gerekli kılar. Görüleceği gibi, hukuk düzeninin
birliği düĢüncesi sadece maddi hukukta değil, muhakeme hukuku sahasında da geçerli olan
bir düĢüncedir196. Yargılama birliği de yargılama yetkisinin devletin birlik arz eden bir
faaliyeti olduğu ve bu yetkinin değiĢik mahkemeler tarafından kullanılmıĢ olmasının
sonucunda, birbiriyle çeliĢki arz eden kararların çıkmaması gerektiği düĢüncesine dayanır.
Bu bakımdan yargılama birliği düĢüncesinin de hukuk düzeninin birliği düĢüncesinden
kaynaklandığı belirtilmektedir197. Kanımızca da muhakeme hukuku ile maddi hukuku ayrı
değerlendirmek imkansızdır. Soyut hukuk kurallarında birbiriyle çeliĢen düzenlemelerin
hukuk düzeninin birliğine aykırılık teĢkil ettiğini söyledikten sonra, bu kuralları
uygulamakla görevli mahkemelerin verecekleri hükümlerin birbirleriyle çeliĢebileceğini
kabul etmek, açık bir çeliĢki arz eder. Zira mahkemeler tarafından verilen hükümlerin
birbiriyle çeliĢmesi durumunda, maddi hukuk kurallarında oluĢturulmaya çalıĢılan düzenin
herhangi bir anlamı kalmaz. Ancak gerek hukuk düzeninin birliği gerekse de yargılama
birliği düĢüncesi; ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri
üzerinde nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna değil, niçin etki etmesi gerektiği sorusuna bir
yanıt içerir. Ceza muhakemesi bağlamında yargı mercileri kararlarının birbirleri üzerinde
nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna kesin hüküm kurumu cevap verir. Kesin hüküm
kurumu bu soruya cevap verirken hukuk düzeninin birliği ve yargılama birliği düĢüncesine
dayanır.
196
197
Ünver, Y. ve Hakeri, H. (2013). Ceza Muhakemesi Hukuku. (8. Baskı). Ankara, s. 108.
Völzmann, A. (2006). Die Bindungswirkung von Strafurteilen im Zivilprozess. Köln-Berlin-München, s.
149.
48
49
3. CEZA MUHAKEMESĠ BAĞLAMINDA YARGI MERCĠLERĠ KARARLARININ
BĠRBĠRLERĠ ÜZERĠNDEKĠ ETKĠSĠNE (BAĞLAYICILIK ETKĠSĠ) GENEL
BAKIġ
Meselenin Ortaya Konulması
3.1.
Yargı mercileri arasında, gördükleri iĢlere veya çözümledikleri uyuĢmazlıklara göre
bir ayrım söz konusudur. Bu ayrım, genellikle yargılamanın temelinde yatan uyuĢmazlığın
niteliğine göre yapılmaktadır. Bu sayede hakimlerin sürekli benzer iĢlerle ilgilenerek daha
verimli çalıĢtıkları ve iyi iĢ çıkardıkları söylenmektedir198. Farklı muhakeme alanlarına ait
mahkemelerin ve hakimlerin farklı iĢler ile ilgilenmeleri neticesinde verdikleri kararlar da
farklılaĢmakta ve birinin verdiği kararın kural olarak ötekinin verdiği kararla; birinin
yaptığı
yargılamanın
ötekinin
yaptığı
yargılama
ile
doğrudan
bir
iliĢkisi
bulunmamaktadır 199 . Ancak istisnai de olsa, ortaya çıkan uyuĢmazlıklar ve bunun
neticesinde verilen hükümlerin diğer muhakeme alanlarında yer alan mahkemeleri de
ilgilendirmesi söz konusu olabilmektedir200.
Bu durum bazen aynı fiilin farklı hukuk disiplinlerinde yer alan yaptırımları
gerektirmesi durumunda ortaya çıkabilmektedir. Örneğin, haksız bir fiil özel hukuk
cephesinden tazminat sorumluluğunu gerektirirken; suç teĢkil etmesi halinde, bazen de
ceza hukuku cephesinden bir ceza yaptırımının uygulanmasını gerekli kılabilir. Bazen de
bir ceza mahkemesinin çözmesi gereken uyuĢmazlık gerek diğer muhakeme alanlarındaki
gerekse de bu uyuĢmazlığı çözecek mahkeme ile aynı muhakeme alanında yer alan
mahkemenin çözeceği bir uyuĢmazlığa bağlı kılınmaktadır. Bu gibi durumlarda bir
mahkemenin, hakkında hüküm vermiĢ olduğu uyuĢmazlık, baĢka bir mahkemenin vereceği
hüküm için bir ön sorun teĢkil etmektedir. Örneğin bir malın mülkiyetinin kime ait
olduğunu belirleyen bir hukuk mahkemesi hükmü, daha sonra bu malın çalınması
durumunda, hırsızlık suçundan dolayı yapılacak yargılamada önem arz edebilir ve bu
sayede hakkında hüküm verilen uyuĢmazlık bir ön sorun olarak ortaya çıkabilir. Ya da
hırsızlık suçundan dolayı verilmiĢ mahkeme hükmü, daha sonra hırsızlık suçunun
konusunu oluĢturan malın satın alınması nedeniyle yapılan yargılamada önem arz edebilir
198
199
200
Tosun, 1981, s. 271.
Tosun, 1981, s. 275.
Bötticher, E. (1960). Die Bindung der Gerichte an Entscheidungen anderer Gerichte. Karlsruhe, s. 540.
50
ve bu hükme konu uyuĢmazlık sonraki yapılan yargılamada bir ön sorun olarak ortaya
çıkabilir.
Ceza mahkemelerinin kendi yargılama yetkileri dıĢındaki ve baĢka bir yargılamada
dava konusu teĢkil edebilecek bir sorun hakkında nispi muhakeme yapmak suretiyle karar
verebilmesi kabul edilmekle birlikte (CMK md. 218); bu sorunun yetkili mahkeme
tarafından önceden çözülmüĢ olması durumunda, ceza mahkemesinin verilen bu hükümle
bağlı olup olmadığı, dolayısıyla ceza mahkemesinin bu sorun hakkında da nispi muhakeme
yapıp yapamayacağı konusunda mevzuatta açık bir düzenleme bulunmamaktadır201.
Bu yüzden mahkemeler tarafından verilen hükümlerin, daha sonraki yargılamayı ne
Ģekilde etkileyeceği sıkça karĢılaĢılan bir soru haline gelmektedir 202 . Bu bağlamda Ģu
sorular sorulabilir: Ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön sorunun daha önceden
baĢka bir mahkeme veya organ tarafından çözüme kavuĢturulmuĢ olması, ceza
mahkemesince bu soruna iliĢkin yeniden delil toplanmasına engel olur mu? Ceza davasına
katılan taraflardan birisinin, ön sorun hakkında verilen hükmün doğru olmadığı itirazı,
mahkeme tarafından dikkate alınır mı? Mahkeme, ön sorun hakkında verilen hükmün
doğruluğundan Ģüphe duyarsa, kendisi bu sorun hakkında yeniden karar verebilir mi? Ön
sorun hakkında yapılan yargılama henüz sonuçlanmamıĢ ise ceza mahkemesi durma kararı
verebilir mi203? Son soruya olumlu yanıt verilmesi halinde bir baĢka soru daha gündeme
gelmektedir: Acaba bu durumda ön sorun hakkında verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ olan mahkeme
hükmü ile ceza mahkemesi bağlı mıdır?
Görüleceği gibi, bu soruların merkezinde ceza mahkemesinin, gerek diğer muhakeme
alanlarındaki mahkemeler gerek baĢka bir ceza mahkemesi tarafından verilen hüküm ile
bağlı olup olmayacağı meselesi yatmaktadır. Bu konuya iliĢkin ne öğreti ne de yargı
kararlarında görüĢ birliği mevcuttur. Mesele hakkında birbirinden çok farklı görüĢlerin
ortaya çıkmasının esas sebebi; ceza muhakemesine iliĢkin kanunlarda, ceza mahkemesinin
diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olacağını öngören veya diğer mahkeme hükümlerinin
dikkate alınmasını yasaklayan genel bir düzenlemenin bulunmamasıdır 204 . ÇalıĢmanın
esasını burada yer alan sorulara verilecek yanıtlar oluĢturacaktır. Ancak bu konulara temas
etmeden önce, ilk baĢta bağlayıcılıktan ne anlaĢılması gerektiğinin ortaya konulması
gerekir.
201
202
203
204
Bruns, 1957, s. 108.
Haaf, 1984, s. 15.
Haaf, 1984, s. 15.
Waldeyer, K. (2006). Die Bedeutung eines rechtskräftigen Strafurteils im Rahmen der Strafzumessung.
Hamburg, s. 67; Haaf, 1984, s. 16.
51
3.2.
Bağlayıcılık
3.2.1. Tanım
Ġlgi, iliĢki, rabıta anlamlarına gelen “bağ” kelimesinden türemiĢ olan “bağlayıcılık”
kelimesi, TDK Türkçe Sözlükte “bağlayıcı olma durumu” olarak tarif edilmektedir205. Bu
tanım ile neyin kastedilmek istendiği tam olarak anlaĢılamamaktadır. Zira bir bilinmez,
baĢka bir bilinmez kullanılarak açıklanmıĢtır. Bu nedenle “bağlayıcı” kavramının ne
anlama geldiğine de bakılması gerekmektedir. Yine TDK Türkçe Sözlükte “bağlayıcı”
sıfatı “uyulması zorunlu” olan Ģey anlamına gelecek Ģekilde tanımlanmıĢtır 206 . Bu
tanımdan hareket edildiğinde bağlayıcılığın karĢılıklı bir iliĢki içinde bulunma durumuna
iĢaret ettiği ortaya çıkar. Bu iliĢkide “uyulması zorunlu” olan cephesinden bakıldığında
bağlayıcılık, uyması zorunlu olan cephesinden bakıldığında ise bağlılık durumu söz
konusudur. Bağlayıcılık iliĢkisinin edilgen durumunda olan “bağlılık” kelime anlamı
olarak, “birine karşı, sevgi, saygı ile yakınlık duyma ve gösterme, sadakat” anlamına
gelmektedir 207 . Bilimsel anlamda ise daha çok psikoloji ilmi sahasında; bir partnere,
norma, değere veya bir nesneye karĢı zorunluluk olarak kabul edilen bir iliĢkiyi ifade
edecek Ģekilde kullanılmaktadır
208
. GörünüĢte, bağlılık kelimesinin bu anlamı
çalıĢmamızda ve ayrıca hukuk literatüründe kullanılan anlamından uzakmıĢ gibi
durmaktadır. Ancak bir mahkemenin, baĢka bir mahkeme hükmüne karĢı bağlılığı da bir
zorunluluktan kaynaklanmaktadır. Bu zorunluluk bir baĢka makamın kararına karĢı
gelmeme, onunla çeliĢen bir hüküm vermeme Ģeklinde tezahür eder. Bu yüzden
“zorunluluk olarak kabul edilen iliĢki” sadece psikoloji sahası ile sınırlandırılamaz209.
Bağlayıcılık etkisi ise genel olarak bir mahkemenin, vereceği hükümde
değerlendirmesi gereken hususların daha önceden baĢka bir mahkeme hükmü ile tespit
edilmiĢ olmasıdır. Bu, bazen ceza davasının konusunu oluĢturan fiilin daha önce bir dava
konusunu teĢkil ettiği; bazen de baĢka bir mahkeme tarafından hükme bağlanmıĢ veya
bağlanacak bir uyuĢmazlığın, ceza yargılamasında bir ön sorun olarak ortaya çıkması
durumunda gündeme gelir. Bağlayıcılık etkisinin söz konusu olduğu durumlarda
205
206
207
208
209
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.4fd9d5cae2e7f2.
52425189.
http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.4fd9d0e1adda52.
16604839.
http://www.tdk.gov.tr/TR/Genel/SozBul.aspx?F6E10F8892433CFFAAF6AA849816B2EF
4376734BD947CDE&Kelime=ba%c4%9fl%c4%b1l%c4%b1k
Heil, U. (1983). Die Bindung der Gerichte an Entscheidungen anderer Gerichte. Bochum, s. 10.
Heil, 1983, s. 11.
52
mahkeme, ne ilk verilmiĢ hükümden ayrı bir karar verebilir ne de ilk hükmün dayandığı
konularda yeniden delil ikame edebilir210. Sonraki mahkemenin ilk mahkeme hükmü ile
çeliĢememesi, aynı zamanda o mahkeme hükmünün içeriğinin doğru olarak kabul edildiği
anlamına da gelir211.
3.2.2. Bağlayıcılık Etkisi mi, Kesin Delil mi?
Görüldüğü gibi bağlayıcılık etkisinin gündeme geldiği durumlarda, ilk yargılama
sonucunda verilen hükmün sonraki ceza yargılamasının yapılamaması sonucunu doğuran
olumsuz bir etkisi bulunmamaktadır.
AĢağıda ayrıntılı Ģekilde ele alınacağı üzere bağlayıcılık etkisi, maddi anlamda kesin
hüküm konusu çerçevesinde ele alınması gereken bir konudur. 6100 sayılı HMK
haricindeki diğer muhakeme kanunlarında maddi anlamda kesin hükme iliĢkin açık bir
düzenlemeye rastlanmamaktadır212. Daha önce de bahsedildiği gibi, HMK’nın 303’üncü
maddesinde kesin hüküm kurumu düzenlenmiĢtir. Bu düzenlemeye göre kesin hüküm
sonraki muhakeme bakımından olumsuz bir etkiye sahiptir. Fakat bu etkinin ortaya
çıkabilmesi için ilk dava ile ikinci davanın taraflarının, sebeplerinin ve konularının
(davacının talep sonucunun) aynı olması gerekir. Ancak kesin hüküm sadece olumsuz etki
ile sınırlı değildir. Bunun yanında bir de kesin hükmün olumlu etkisi mevcuttur213.
Hukuk muhakemesinde “kesin hüküm” kesin deliller arasında kabul edilmektedir.
Bir hususun kesin delil olmasının en önemli sonucu ispat kuvveti açısındandır. Hukuk
muhakemesinde taraflardan birisi iddiasını kesin delil ile ispat ederse ve karĢı taraf da buna
karĢı kesin delil sunamaz ise hakimin kesin delil sunan tarafın lehine karar vermek zorunda
olduğu belirtilmektedir 214 . Bu bakımdan kesin hükümle sonuçlanmıĢ bir uyuĢmazlığın
ardından aynı taraflar arasında yeni bir uyuĢmazlık çıkması durumunda; ilk yargılama
sonucunda verilen hüküm, ikinci yargılamada kesin delil teĢkil eder. Örneğin kira
bedelinin tespiti davası sonucunda verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ olan hükümden sonra, davacı ev
sahibinin kira alacağının ödenmesi için açmıĢ olduğu alacak davasında, ilk verilen
mahkeme hükmü kesin delil teĢkil eder. Bu bakımdan kiracı, alacak davasında kira
210
211
212
213
214
Völzmann, 2006, s. 4; Bötticher, 1960, s. 526; Heil, 1983, s. 10.
Haaf, 1984, s. 26.
6100 sayılı kanunla yürürlükten kaldırılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda da benzer
bir hükme yer verilmiĢti. Anılan düzenleme Ģu Ģekilde idi: “Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil
eden husus hakkında muteberdir. Kaziyei muhkeme, mevcuttur denilebilmek için iki tarafın ve
müddeabihin ve istinat olunan sebebin müttehit olması lazımdır” (HUMK md. 237).
Yurtcan, E. (1987). Ceza Yargılamasında Kesin Hüküm. Ġstanbul, s. 27.
Karslı, A. (2012). Medeni Muhakeme Hukuku. (3. Baskı). Ġstanbul, s. 570.
53
miktarının daha az olduğunu ileri süremez. Bunun yanında ev sahibi de kira miktarının
daha fazla olduğunu ileri süremez215.
Yapılan açıklamalardan da anlaĢılmaktadır ki her iki mahkemenin hukuk mahkemesi
olması halinde, dava sebebi ve taraflar aynı ise ilk davada verilen hüküm sonraki dava
açısından kesin delil teĢkil eder. Buradan hareket eden bazı yazarlar, hukuk mahkemesi
hükmünün istisnai bazı hallerde 216 ceza mahkemesi için de kesin delil teĢkil edeceğini
savunmaktadırlar 217 . Bu görüĢün ceza muhakemesi sahasına taĢınıp taĢınamayacağının;
baĢka bir deyiĢle, ceza muhakemesinde “kesin delil” kavramının kullanılabilip
kullanılamayacağının tetkik edilmesi gerekir.
Ceza muhakemesi kısaca, maddi ceza hukukunun ihlal edilip edilmediğinin
araĢtırılması faaliyetidir. Ceza muhakemesinin bu faaliyeti yürütmesi için gerekli olan
deliller önceden hazırlanmadıkları gibi, gizlenmek istenmektedir218. Ceza muhakemesinde
delil serbestisinin kabul edilmesinin nedenlerinden birisi de ceza muhakemesinin belirtmiĢ
olduğumuz bu özelliğidir. Ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesinin geçerli olmasının
önemli bazı sonuçları vardır: Bunlardan ilki her Ģeyin delil olabilmesidir. Ġkincisi, her
vakıanın her Ģekilde ispat edilebilmesi; üçüncüsü ise muhakemenin her aĢamasında delil
215
216
217
218
Kuru, B. (2001). Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt 5. (altıncı baskı), s. 5068.
Bu yazarlara göre hukuk mahkemesi ile ceza mahkemesinin kararlarının kural olarak birbirlerini
etkilemesi söz konusu değildir. Ancak istisnai hallerde hukuk mahkemesi kararı ceza mahkemesi için
kesin delil teĢkil edebilir. Bu hallerin hukuk yargılamasında senedin sahte olmadığına iliĢkin hukuk
mahkemesi kararının ceza mahkemesini etkilemesi (HMK md. 214/1), yaĢ düzeltilmesine iliĢkin ceza
yargılamasından önce verilmiĢ hukuk mahkemesi kararının ceza mahkemesini etkilemesi ve en son olarak
ceza mahkemesinin bir meselenin halli için bekletici mesele saydığı durumlarda hukuk mahkemesinin
verdiği kararın ceza mahkemesini etkilemesi (CMK md. 218/1) olduğu ifade edilmektedir
(Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 700). Belirtmemiz gerekir ki, hukuk düzeninin birliği ilkesini savunmanın
bir sonucu olarak, bütün mahkemeler yargı erkinin birer temsilcileridirler. Bu nedenle mahkemelerin
verdikleri hükümlerin birbirlerini etkilemesi kural, etkilememesi ise istisnadır. Ġstisnai bir düzenlemenin
ise açık bir kanun hükmü ile gösterilmesi gerekir. Mevzuatımızın bütünü ele alındığında mahkeme
hükümlerinin birbirlerini etkilemeyeceğine veya etkileyeceğine iliĢkin genel bir düzenleme mevcut
değildir. Ayrıca yazarların istisna olarak belirttiği hallerden sadece hukuk mahkemesi tarafından senedin
sahte olmadığına iliĢkin verilen kararın ceza mahkemesini bağlayacağı kanuni bir düzenlemede hüküm
altına alınmıĢtır. Diğer belirtilen hallerin hiçbirisinde ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararı ile
bağlı olacağına veya olmayacağına iliĢkin kanunlarda bir düzenleme yer almamaktadır. Sonuç olarak,
yazarların hukuk mahkemesi kararlarının istisna olarak ceza mahkemesine etki etmesi gerektiği görüĢüne
katılmamaktayız.
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 701; 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu’nun 71.
maddesinde de bu yazarların görüĢünün benimsendiğini düĢünmekteyiz. Zira söz konusu Kanun’un ilgili
maddesinde grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin iĢ mahkemesince tespit davası
sonucunda verilen hükmün ceza davaları için de kesin delil teĢkil edeceği hüküm altına alınmıĢtır. Benzer
düzenlemeye 6356 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılan 2822 sayılı Toplu ĠĢ SözleĢmesi Grev ve
Lokavt Kanunu’nun 46’ıncı maddesinde de yer verilmiĢti.
ġahin/Göktürk, 2013, s. 18.
54
ileri sürülebilmesidir. Hakimin, sunulmuĢ olan delilleri serbestçe değerlendirebilmesi de bu
ilkenin bir sonucudur219.
Delil serbestisi ilkesinin önemli bir baĢka sonucu da kanundaki bazı istisnai haller
dıĢında220 bütün delillerin soyut olarak eĢ değerde olmasıdır221. Hukuk muhakemesinden
ayrı olarak ceza muhakemesinde kesin delil takdiri delil Ģeklinde bir ayrıma gidilmemiĢtir.
Bu bakımdan öğretideki bazı yazarlar hukuk mahkemesi kararlarının ceza mahkemesine
etkisi meselesinde “kesin delil” yerine, haklı olarak, hukuk mahkemesi kararının “kesin
hüküm” teĢkil edeceğini belirtmiĢlerdir222. Burada kesin hükümle kastedilen Ģey, sonraki
yargılamanın yapılamaması sonucunu doğuran olumsuz bir etki değildir. Zira ilk
yargılamanın konusu bir özel hukuk uyuĢmazlığı, ikinci yargılamanın konusu ise bir ceza
uyuĢmazlığıdır. Bu nedenle, açıkça belirtilmemiĢ olsa da kesin hükümden kasıt
bağlayıcılık etkisidir. Kanaatimizce de bir mahkeme tarafından verilen hükmün ceza
mahkemesine etkisine iliĢkin olarak bu mahkemenin hükmünün “kesin delil” teĢkil ettiğini
söylemek ceza muhakemesine hakim olan delil serbestisi ilkesi karĢında mümkün değildir.
Bunun yerine bu mahkeme hükmünün bağlayıcılık etkisinden bahsetmek gerekmektedir.
3.3.
Bağlayıcılık Etkisi ve Maddi Anlamda Kesin Hüküm
3.3.1. Genel Olarak Kesin Hüküm
Diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etki edebilmesi
için onların tartıĢılamaz hale gelmiĢ olması, baĢka bir deyiĢle kesin hükme ulaĢmıĢ
bulunmalarının gerektiği kabul edilir. Kesin hüküm ise -eski tabiriyle kaziyei muhkememahkemeler tarafından verilmiĢ hükümlerin belli Ģartlar altında kazanmıĢ oldukları kanuni
gerçekliktir 223 . Kesin hükmün amacı, bir taraftan kiĢiler arasındaki uyuĢmazlıkların
219
220
221
222
223
ġahin/Göktürk, 2013, s. 18.
CMK’nın 210’uncu maddesinin birinci fıkrasına göre, “Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret
ise bu tanık duruĢmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinleme sırasında düzenlenmiĢ tutanağın
veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçemez”. Kanun burada bazı durumlarda tanık
beyanının belge deliline nazaran daha kıymetli olduğunu kabul etmiĢtir. Bir diğer hal ise, duruĢma
tutanaklarının ispat gücüne iliĢkindir. CMK’nın 222’inci maddesine göre, “duruĢmanın nasıl yapıldığı,
kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığı, ancak tutanakla ispat olunabilir.
Tutanağa karĢı yalnız sahtecilik iddiası yöneltilebilir”. Bu iki istisnai hal dıĢında ceza muhakemesinde
delillerin hepsi soyut olarak eĢ değerde görülmüĢtür.
ġahin/Göktürk, 2013, s. 18; Ünver/Hakeri, 2013, s. 87.
Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 2011, s. 582; bir mahkeme hükmü için “kesin delil” ifadesinin kullanılmasının
yanlıĢ olduğunu belirten görüĢ için bkz. Akkan, M. (2009). Medeni Usul Hukukunda Tarafların Farklı
Olması Durumunda Kesin Hükmün Delil Niteliği. DÜHFD, 11(Özel Sayı), s. 8.
Postacıoğlu, Ġ. (1975). Medeni Usul Hukuku Dersleri. Ġstanbul, s. 677; KUNTER, “kesin hüküm”
ifadesini yanlıĢ bulmakta, bunun yerine “Yargı” ifadesinin kullanılmasını Ģu gerekçelerle savunmaktadır:
55
sonsuza kadar sürmesinin önüne geçmek (Ģekli anlamda kesin hüküm); diğer taraftan da
ortaya çıkan uyuĢmazlıkların kesin bir Ģekilde son bulmasını sağlamaktır (maddi anlamda
kesin hüküm)224. Bu bakımdan kesin hüküm kurumu, Ģekli anlamda kesin hüküm ve maddi
anlamda kesin hüküm olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.
Verilen hükme karĢı olağan kanun yollarına baĢvurulamaması durumunda, bu
hükmün Ģekli anlamda kesinleĢtiğinden bahsedilir225. ġekli anlamda kesin hükmün amacı
bir davanın sona ermesine hizmet etmektir226. Ancak Ģunu ifade etmek gerekir ki, Ģekli
anlamda kesinlik aynı muhakeme alanına iliĢkindir. BaĢka bir deyiĢle, bir fiilden dolayı bir
kiĢi hakkında örneğin ceza yargılamasının yapılmıĢ ve hükmün kesinleĢmiĢ olması, o fiil
dolayısıyla tazminat talep edilmesine engel oluĢturmaz. Bu nedenle Ģekli anlamda kesin
hükmü Ģu Ģekilde tarif etmenin daha doğru olduğunu düĢünüyoruz: ġekli anlamda kesin
hüküm, bir hükmün aynı muhakeme alanı bakımından artık ortadan kaldırılamaması, o
hükme karĢı olağan kanun yollarına gidilememesi anlamına gelir 227 . Kararların Ģekli
anlamda kesinlik kazanmaları, davaların, dolayısıyla uyuĢmazlıkların sürekli olarak devam
etmesini önler228. ġekli anlamda kesin hüküm, mahkemenin hükmüne karĢı baĢvurulacak
herhangi bir kanun yolu bulunmuyorsa veya böyle bir kanun yolu bulunmasına rağmen,
224
225
226
227
228
“Yargı, taraflar bakımından kesinlik ihtiyacını karşılar. Her kararın tartışılmasına imkan olmadığından,
bazılarının tartışılamayacağı önceden kabul edilir. Bunlara “kesin karar” denir. Bazıları da
verildiklerinde kesin değildir. Bunlar, aleyhlerinde olağan kanun yolu kabul edilen kararlardır. Fakat
zorunluluklarla bunların da bir an gelip kesinleştiği kabul olunur. Bunlara da “kesinleşmiş karar” denir.
O halde “yargı” terimi hem kesin kararı, hem kesinleşmiş kararı ifade eder. Bu sebeple “kaziye-i
muhakeme” karşılığı olarak “kesin karar” veya “kesin hüküm” değil, “yargı” denilmelidir”(Kunter,
1989, s. 44); Hakkında yargı kararı ile yarılmıĢ hukuki uyuĢmazlığın sonsuza kadar çözümlenmiĢ
sayılmasına “res iudicata” denilmektedir. Bu tanımdan hareket eden GÖZLER, öğreti ve yargı
kararlarında ve hatta mevzuatta kullanılan “kesin hüküm” teriminin sadece Ģekli anlamda kesin hüküm
olarak adlandırılan duruma iĢaret ettiğini, “res iudicata” karĢılığı olarak yargılanmıĢ Ģey anlamında
“yargı” teriminin daha doğru olacağını belirtmektedir. Fakat yazara göre, “yargı” ifadesinin kullanılması
bu ifadenin diğer anlamları ile karıĢtırılmasına müsaittir. Bu nedenle ya “res iudicata” ya da bunun tam
karĢılığı olan “kaziye-i mahkuminbiha” ifadesi kullanılmalıdır (bkz. Gözler, K. (2007). Res Ġudicata’nın
Türkçesi Üzerine. AÜHFD, 56( 2).
Akcan, R. (1988). Hukuk ve Ceza Mahkemesi Kararlarının Birbirine Etkisi, YayınlanmamıĢ Yüksek
Lisans Tezi, Ankara, s. 22; bunların yanında mahkeme kararlarına saygı duyulmasını ve bu kararlara
uyulmasını sağlamak ve birbirlerine zıt kararların verilmesine engel olmak da kesin hükmün amaçları
arasında gösterilmektedir (Çenberci, M. (1964). Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, AD, (9-12), s. 1136;
Karslı, 2012, s. 603; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 686). Ceza muhakemesi açısından ise sanığın
korunmasının da kesin hükmün amaçları arasında öne çıktığı savunulmaktadır. Zira bir hukuk devletinde
bir kiĢinin aynı eylemden dolayı tekrar takibata uğramayacağının garanti edilmesi gerekmektedir (Haaf,
1984, s. 108).
Yurtcan, 1987, s. 14; Karslı, 2012, s. 603; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 684; Akcan, 1988, s. 23;
Çenberci, 1964, s. 1134; Rosenberg, L., Schwab, K. H. ve Gottwald, P. (1993). Zivilprozessrecht.
München, s. 908; Spinellis, D. (1962). Die Materielle Rechtskraft des Strafurteils. München, s. 16; Önen,
E. (1981). İnşai Dava. Ankara, s. 174; Selçuk, S. (1973, Kasım). Medeni Usul Hukukunda Kesin Hüküm,
ġartları, Kesin Hüküm Ġtirazı. AD, yıl 64, sayı 11, s. 939; Çağlayan, R, 1999, s. 123.
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 684; Akcan, 1988, s. 24.
Roxin,C. (1995). Strafverfahrensrecht. (24. Auflage). München, s. 371.
Akcan, 1988, s. 24.
56
davayı kaybeden tarafın bu hakkı zamanında kullanmaktan kaçınması halinde veya kanun
yollarına baĢvurulmuĢ olup da hüküm temyiz mahkemesince (Yargıtayca) onanmıĢsa
gerçekleĢir229.
Maddi anlamda kesin hükmü ise Ģu Ģekilde tarif etmek mümkündür: Maddi anlamda
kesinlik, yargısal kararlara tanınan kanuni hakikat vasfıdır 230 . Maddi anlamda kesin
hükmün en önemli amacı, bu kararlara saygı duyulmasını ve uyulmasını sağlamaktır231.
Hükme kanuni bir gerçeklik niteliği tanındığından gerek taraflar gerek mahkemeler bu
belirlenen gerçekle bağlı olurlar ve artık mevcut kararın verilmesine neden olan
uyuĢmazlık son bularak, yeniden tartıĢma mevzuu yapılması imkansız hale gelir232. Maddi
anlamda kesinlik, diğer taraftan çeliĢkili hükümler verilmesine engel olarak toplum hayatı
için gerekli olan hukuki düzeni sağlar.
ġekli anlamda kesin hüküm yargılamanın usulen sonlandırılması ile alakalı iken;
maddi anlamda kesin hüküm, hükmün içeriğinin göstermiĢ olduğu etkidir. Maddi anlamda
kesin hükmün etkisini gösterebilmesi için hükmün Ģeklen kesinleĢmiĢ olması gerekir233. Bu
nedenle ileride görüleceği gibi, biz de bir hükmün Ģekli anlamda kesinleĢmiĢ olmasını
bağlayıcılığın bir Ģartı olarak kabul etmekteyiz.
Mahkemeler tarafından verilen hükümler, kesinliğe kavuĢmaları ile adeta bir kanun
hükmü gibi, ilgililer hakkında bağlayıcı duruma gelir. Bir mahkeme hükmüne bu Ģekilde
kanuni gerçeklik vasfı tanınması, hakimlerin hiçbir zaman yanlıĢ karar vermeyecekleri
anlamına gelmez. Tam aksine, bununla uyuĢmazlıkların sürekli ele alınarak hukuka olan
güvenin ve saygının toplum nazarında kaybolması önlenmek istenmektedir234,235.
229
230
231
232
233
234
235
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 684; Akcan, 1988, s. 25; Haaf, 1984, s. 103.
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 686; Akcan, 1988, s. 29; Çenberci, 1964, s. 1136.
Akcan, 1988, s. 29.
Schwab, K. H. (1960). Bindung des Strafrichters an rechtskräftige Zivilurteile. NJW, s. 2171; Akcan,
1988, s. 29.
Kuttner, G. (1914). Urteilswirkungen Ausserhalb des Zivilprozesses. München, s. 17; Akkan, 2009, s. 5;
Çenberci, 1964, s. 1156; Selçuk, 1973, s. 953; Haaf, 1984, s. 104; Yurtcan, 1987, s. 19;
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 685; Çağlayan, R, 1999, s. 124; Völzmann, 2006, s. 66.
Yurtcan, 1987, s. 8; Özkaya-Ferendeci, H. Ö. (2009). Kesin Hükmün Objektif Sınırları. Ġstanbul, s. 1;
Abel, G. (1961). Rechtskraft und Feststellungswirkung des Strafurteils. Nürnberg, s. 20; Heil, 1983, s. 20;
Beling, Deutsches Reichsprozessrecht, 1928, s. 269’dan naklen: Schmidt, G. (1966). Schuldspruch und
Rechtskraft. JZ, Nr. 3, s. 90; Alman Anayasa Mahkemesi de bir kararında hukuki barıĢ ve hukuki
güvenliğin hukuk devletinin önemli unsurlarından birisi olduğuna, bu ilkelerin tesis edilmesi adına bazen
yanlıĢ kararlara dahi katlanılabileceğine hükmetmiĢtir (BVerfG, Urteil vom 1.7.1953- 1 BvL 23/51, NJW
1953, s. 1138).
Aynı konuya iliĢkin olarak yeniden muhakeme yapılmasının ve hüküm kurulmasının yasaklanmasından
Ģu sonuçlar elde edilmeye çalıĢılmaktadır: ilk olarak, bu sayede hak arayan kiĢi hangi karara göre hareket
edeceği noktasında bir belirsizlik yaĢamayacaktır. Ġkinci olarak, kesin hüküm sayesinde aynı konuda
sadece bir mahkeme hükmü olacağı için, mahkemelerin itibarını sarsan, birbiriyle çeliĢen kararlara
57
3.3.2. Maddi Anlamda Kesin Hükmün Kapsamı
Maddi anlamda kesin hükmü, hükmün göstermiĢ olduğu etki olarak tarif etmiĢtik. Bu
nedenle, kesin hüküm etkisi denildiği zaman aslında maddi anlamda kesin hükümden
bahsedilmektedir. Bu bakımdan maddi anlamda kesin hükmün bir olumlu yönünün, bir de
olumsuz yönünün olduğu kabul edilmektedir 236 . Kesin hükmün olumsuz etkisi, aynı
meselenin bir daha dava konusu edilememesi (ne bis in idem) anlamına gelirken; kesin
hükmün olumlu etkisi, bir mahkeme hükmüne konu bir uyuĢmazlığın sonraki bir
yargılamada ön sorun olarak ortaya çıkması halinde, sonraki yargılamayı yapan
mahkemenin bu ön sorun hakkında karar verememesi, bu konuda verilmiĢ mahkeme
hükmü ile bağlı olması anlamına gelir237. Maddi anlamda kesin hükmü olumlu ve olumsuz
etki Ģeklinde ikiye ayırdığımız için kesin hükmün kapsamını da her iki etkiye göre ayrı
olarak belirlemek gerekmektedir.
3.3.2.1.
Kesin Hükmün Olumsuz Etkisi Bakımından
Kesin hükmün olumsuz etkisi daha çok “ne bis in idem” ilkesi olarak bilinmekte ve
genelde bir ceza muhakemesi prensibi olarak kabul edilmektedir. Fakat diğer muhakeme
alanlarına iliĢkin uyuĢmazlıklar bakımından da bu ilke geçerli olmaktadır238. Bu yüzden
kesin hükmün olumsuz etkisinin kapsamının her bir muhakeme alanı bakımından
belirlenmesi gerekmektedir. Her ne kadar çalıĢmamızda kesin hükmün olumsuz etkisi olan
“ne bis in idem” ilkesi incelenmeyecekse de kesin hüküm kurumunun daha iyi
anlaĢılabilmesi için bu ilke hakkında kısa da olsa bir bilgi verilmesinin yararlı olacağı
kanaatindeyiz.
Hukuk muhakemesinde kesin hükmün olumsuz etkisinin gündeme gelebilmesi için
ilk dava ile ikinci davanın konularının, sebeplerinin ve taraflarının aynı olması gerektiği
belirtilmektedir 239 . 6100 sayılı HMK’nın 303’üncü maddesi de esasen bu durum
çerçevesinde kaleme alınmıĢtır. Eski dava ile yeni davanın konularının aynı olup
olmadığının tespit edilebilmesi için hakimin, ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davanın
236
237
238
239
rastlanmayacaktır. Bu açıklanan nedenlerden dolayı kesin hüküm, hukuki güvenlik ilkesini gerçekleĢtiren
bir kurumdur (Haaf, 1984, s. 108).
Spinellis, 1962, s. 17; Yurtcan, 1987, s. 27 vd.
Yurtcan, 1987, s. 29.
Oğurlu,Y. (2003). Ceza Mahkemesi Kararının Disiplin Cezalarına Etkisi ve Sorunu Ne Bis Ġn Ġdem
Kuralı. AÜHFD, 52(2), s. 103.
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 687; Gözler, 2007, s. 48.
58
talep sonucunu karĢılaĢtırması gerekir 240 . Hukuk muhakemesinde bu üç unsur birlikte
arandığı için aynı kiĢiler arasında, aynı dava sebebi olsa da dava konusunun değiĢmesi
durumunda kesin hükmün olumsuz etkisinden bahsedilemeyecektir. Örneğin davacı, aynı
dava sebebine dayalı olarak davalıdan ilk dava ile manevi tazminat, ikinci dava ile de
maddi tazminat talep edebilir. Bunun önünde herhangi bir engel yoktur241.
Asıl olarak ceza muhakemesi ile özdeĢleĢmiĢ olan “ne bis in idem” ilkesine göre bir
kiĢi hakkında kamu davası açıldıktan veya hüküm verildikten sonra, aynı fiilden dolayı bu
kiĢi tekrardan yargılanamaz ve hakkında yeni bir hüküm verilemez 242 . Görüleceği gibi,
ceza muhakemesinde ilkenin iki unsuru bulunmaktadır. Bunlar kiĢinin ve fiilin aynılığıdır.
Bir karĢılaĢtırma yapılacak olursa fiil, hukuk muhakemesindeki dava sebebine karĢılık
gelmektedir. Bu karĢılaĢtırmadan da ceza muhakemesi bakımından ilkenin göstermiĢ
olduğu etkinin hukuk muhakemesinde göstermiĢ olduğu etkiden farklı olduğu kolayca
anlaĢılır. Zira daha önce söylediğimiz üzere, hukuk muhakemesinde aynı dava sebebine
dayalı olarak, baĢka bir talepte bulunulmasına “ne bis in idem” ilkesi engel
oluĢturmamaktadır. Buna karĢılık, ceza muhakemesinde aynı fiile iliĢkin bir yargılama
yapıldıktan sonra, bu fiile dayalı olarak baĢka bir suçtan dolayı yargılama yapılmasına “ne
bis in idem” ilkesi engel olur. Buna rağmen, aynı fiilden dolayı aynı sanık hakkında yeni
bir yargılama yapılmıĢ ise bu yargılamanın yok hükmünde olduğu kabul edilmektedir243.
Örneğin bir kiĢi hırsızlık suçundan dolayı yargılandıktan ve hakkında hüküm verildikten
sonra, gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilin aslında güveni kötüye kullanma olduğu gerekçesi ile
tekrardan yargılanamaz
244
. Ceza muhakemesinde “ne bis in idem” ilkesinin adil
yargılanma hakkının bir sonucu olması nedeniyle, hukuk muhakemesi ile aralarında böyle
bir farkın oluĢtuğu söylenebilir. Çünkü aynı fiilden dolayı yargılanmıĢ bir kiĢinin, bu
hüküm kesinleĢtikten sonra tekrardan yargılanması, hem adalet duygusunu rencide eder
hem de failin aĢırı Ģekilde cezalandırılması anlamına gelir245. Bu nedenle, “ne bis in idem”
ceza muhakemesinde sanığın korunmasına da hizmet eden bir ilkedir246.
240
241
242
243
244
245
246
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 687.
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 687.
Özgenç, Ġ. (2002, Temmuz). Non Bis Ġn Ġdem Kuralının Milletlerarası Değeri ve TCK.nun 10/A Maddesi
Hükmüne ĠliĢkin Değerlendirme. YD, 28(3). s. 323.
Roxin, 1995, s. 372.
Erem, F. (1963). Ceza Usulünde Kesin Hüküm. AÜHFD, 20 (3-4), s. 46.
Cihan, E. ve Yenisey, F. (2004). Ne bis in idem Ġlkesi. Çetin Özek Armağanı, Ġstanbul, s. 220; Özen,M.
(2010). Non Bis Ġn Ġdem (Aynı Fiilden Dolayı Ġki Kez Yargılama Olmaz) Ġlkesi. GÜHFD, XIV(1), s. 391;
GülĢen, R. (2005, Eylül). Yeni Türk Ceza Kanunu ve Milletlerarası Ceza Hukuku Bağlamında Non Bis in
Ġdem Ġlkesi. SBArD Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’ye Armağan, (6), s. 374.
Roxin, 1995, s. 373.
59
Ġdari muhakemeye iliĢkin mevzuatta açık bir Ģekilde zikredilmemiĢ olsa da kesin
hükmün olumsuz etkisinin idari muhakeme tarafından da kabul edildiği belirtilmektedir247.
Ġdari muhakemede kesin hükmün olumsuz etkisinin gösterdiği etki, hukuk muhakemesi ile
benzerlik arz etmektedir. Aynen hukuk muhakemesinde olduğu gibi, idari muhakemede de
aynı sebebe dayalı olarak yeni bir dava açılamaz. AçılmıĢ olsa bile, önceki davada verilmiĢ
karar kesin hüküm oluĢturacağı için bu yeni dava kesin hükmün varlığı nedeniyle
reddedilir. Bunun yanında idari muhakemede idari iĢleme karĢı açılan iptal davasında
mahkeme, iĢin esasına girdikten sonra idari iĢlemi yetki, Ģekil, sebep, konu ve maksat
yönlerinden inceler. Davacı, örneğin sadece yetki unsuru yönünden dava açmıĢ ve
mahkeme sadece yetki unsuru yönünden davayı reddetmiĢse, süresinde olmak Ģartıyla bu
sefer davacının aynı iĢleme karĢı diğer unsurlar yönünden dava açabileceğinin hukuken
mümkün olduğu belirtilmektedir 248 . Ġdare hukuku cephesinden bakıldığında ise kesin
hükmün önleyici etkisi olan “ne bis in idem” ilkesinin idari yaptırımların hepsi bakımından
kendi aralarında geçerli olduğu savunulmaktadır249.
Kesin hükmün olumsuz etkisi olan “ne bis in idem” ilkesi diğer muhakeme
alanlarında, aynı muhakeme alanı içerisinde olmak kaydıyla, aynı sebebe dayalı olarak
aynı taleple dava açılmasına engel olmaktadır. Ceza muhakemesinde ise bir fiile iliĢkin
olarak sanık hakkında karar verildikten sonra, bu fiil nedeniyle kiĢinin tekrar yargılanması
mümkün olmamaktadır. Ġlkenin diğer muhakeme alanlarına sirayet etmesi kural olarak
mümkün değildir. Bu nedenle örneğin, kiĢi aynı fiilden dolayı ikinci bir ceza
kovuĢturmasına uğramayacaksa da bu kiĢi hakkında aynı fiile iliĢkin olarak diğer hukuk
disiplini yaptırımlarının uygulanmasına bir engel yoktur250.
3.3.2.2.
Kesin Hükmün Olumlu Etkisi Bakımından
Kesin hükmün olumsuz etkisi kural olarak sadece aynı muhakeme alanına iliĢkin
uyuĢmazlıklar arasında geçerli olur. Buna karĢılık, aynı uyuĢmazlık konusuna iliĢkin olarak
diğer muhakeme alanında yeni bir dava açılabilir. Örneğin hırsızlık suçundan mahkum
olmuĢ bir kiĢi hakkında, aynı fiilinden dolayı yeniden bir ceza muhakemesi yapılamazken;
bu kiĢi aleyhine ceza muhakemesi sonuçlandıktan sonra veya ceza muhakemesi devam
ederken örneğin bir tazminat davası açılabilir.
247
248
249
250
Çağlayan, R, 1999, s. 126 vd.
Çağlayan, R, 1999, s. 138.
Oğurlu, 2003, s. 105.
Özen, 2010, s. 390.
60
Buna karĢılık, kesin hükmün amacından hareket edildiğinde, kesin hükmün olumlu
etkisinin diğer muhakeme alanlarındaki mahkemelere de etki etmesinin gerektiği
söylenebilir 251 . Kesin hükmün amacı, bir yönüyle taraflar için hukuki bir belirlilik
oluĢturmak, diğer yönüyle de aynı uyuĢmazlığın birden fazla tartıĢılmasının önüne geçmek
olunca, böyle bir etki hem yargılamaya katılanların, hem de toplumun menfaatinedir.
Fakat bazı yazarlarca sırf kesin hükmün amacından hareket etmenin, bizi her zaman
için doğru sonuca götürmeyebileceği dile getirilmektedir252. Bunun nedeni ise henüz bu
aĢamada kesin hükmün Ģartlarının dikkate alınmamıĢ olmasıdır253. Bu yazarlara göre, ilk
olarak kesin hüküm etkisinden bahsedebilmek için sonraki davada çözülmesi gereken (ön)
sorun ile ilk davada ele alınan sorunun tamamıyla aynı olması gerekmektedir. Önceki
mahkeme ile sonraki mahkemenin farklı muhakeme alanlarında yer almaları durumunda
ise bu ayniyeti tespit etmek çok da kolay olmamaktadır 254 . Ġkinci olarak, kesin hüküm
etkisinin nispi bir karakter ihtiva etmesidir. Ġlke olarak kesin hüküm, sadece davaya
katılmıĢ kiĢiler üzerinde etki gösterir. Sonraki yargılamanın baĢka bir muhakeme alanına
mensup bir mahkemede yapılması durumunda, ilk davaya katılanlar ile sonraki davaya
katılanlar çoğu zaman aynı kiĢiler olmayacaktır255. Bu durumda, sonraki davaya katılmıĢ,
ancak ilk davanın tarafı olmayan bir kimseyi, verilmiĢ ilk hükümle bağlı tutmanın hukuk
mantığı ile ne derece örtüĢtüğü sorusu gündeme gelir 256 . Zira bu kiĢi, ilk davaya
katılmadığı için hükme karĢı kendisini savunamamıĢ, hükmün oluĢmasında herhangi bir
müdahalesi olmayan bir kiĢidir257.
Maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi, bir mahkeme hükmüne konu
uyuĢmazlığın sonraki davada ön sorun olarak ortaya çıkması halinde, sonraki mahkemenin
bu ön sorun hakkında karar verememesi, bu konuda verilmiĢ hüküm ile bağlı olması
Ģeklinde tarif edilmiĢti. Bu etkiyi aynı muhakeme alanı içerisinde açıklamak nispeten daha
kolaydır258. Örneğin hukuk muhakemesinde bir önceki dava ile sonraki davanın sebebinin,
taraflarının ve konusunun aynı olması durumunda kesin hükmün olumsuz etkisinden
bahsedilmesine karĢılık 259 ; bir önceki davanın tarafları ile dava sebebi aynı fakat dava
251
252
253
254
255
256
257
258
259
Schwab, 1960, s. 2173.
Haaf, 1984, s.110.
Haaf, 1984, s.110.
Haaf, 1984, s.110.
Haaf, 1984, s. 111.
Haaf, 1984, s. 111.
Haaf, 1984, s. 111.
Haaf, 1984, s. 15; Grunsky, W. (1968). Zur Bindungswirkung der Materiellen Rechtskraft im
Strafprozess. Tübinger Festschrift für Eduard Kern, Tübingen, s. 224.
Akkan, 2009, s. 14.
61
konuları farklı ise kesin hükmün olumlu etkisinden bahsedilir. Bu durumda kanun
gereğince bir önceki mahkeme hükmü, sonraki muhakemede kesin delil teĢkil eder (HMK
md. 204, f. 1). Ancak dava sebebi veya davanın tarafları da farklı ise önceki verilen
mahkeme hükmünün, güçlü bir takdiri delil olduğu söylenmektedir 260 . Zira böyle bir
durumda kesin hükmün nispi oluĢu, baĢka bir deyiĢle sadece davanın tarafları bakımından
etki doğurması, üçüncü kiĢinin kendisinin dahil olmadığı davadan etkilenmemesine iliĢkin
menfaati, usul ekonomisi ilkesi ve çeliĢik kararların önlenmesi amaçlarından üstün
tutulmalıdır261.
Açıklamalardan da anlaĢıldığı gibi önceki mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlık, bu
mahkemenin mensup olduğu muhakeme alanında, sonraki bir davada ön sorun olarak
ortaya çıkabilir. Örneğin ev sahibi, kiracıya karĢı, kira borcunu ödemediği gerekçesiyle,
tahliye davası açmıĢ ve dava ev sahibi lehine sonuçlanmıĢtır. Ev sahibi, bu sefer de yine
aynı kiracıya karĢı alacak davası açmıĢtır. Bu davada, ilk verilen hüküm, kesin hükmün
olumlu etkisini göstereceğinden kiracı artık borcunun olmadığını ileri süremeyecektir.
Söz konusu uyuĢmazlık sonraki bir davada, fakat ilk hükmü veren mahkemenin
muhakeme alanı dıĢındaki bir mahkeme önünde de çıkmıĢ olabilir. Örneğin, bir kiĢinin
yaptırmıĢ olduğu bina ruhsata aykırı olduğu gerekçesi ile idare tarafından mühürlenir.
Mühürleme iĢlemine karĢı açılan iptal davası idare mahkemesi tarafından, binanın ruhsata
aykırı olduğu gerekçesiyle reddedilir. Sonra bu kiĢi hakkında ruhsata aykırı bina
260
261
Kuru, 2001, cilt 5, s. 5084; “Davacı taraf, dava konusu taşınmazın miras bırakanından kaldığını ileri
sürdüğüne göre, davacıdan miras bırakanına ait veraset belgesi istenip tereke iştirak halinde mülkiyet
hükümlerine tabi ise, tüm mirasçıların davaya katılmalarının sağlanması veya miras ortaklığına bir
mümessil tayin ettirilerek onun huzur ile yargılamaya devam olunması ve bundan sonra işin esası
hakkında bir karar verilmesi gerekmektedir. Bundan ayrı bu davanın davalısı Şehri tarafından davacı
Güllü'nün kardeşi Bayram aleyhine açılmış olan 1980/5 esas sayılı dava, başarı ile sonuçlanmış ve davalı
Bayram’ın el atmasının önlenmesine dair mahkemece verilen hüküm Yargıtay'ca onanmak suretiyle
kesinleşmiştir. Bu kez, Bayram'ın kardeşi güllü tarafından aynı yer hakkında Şehri aleyhine men'i
müdahale davası açılmış ve yapılan yargılama sonunda mahkemece, 1.12.1980 tarihli ve 1980/50 esas,
1980/202 karar sayılı hükmün, kesin hükmü olarak kabul edilip, davanın reddine karar verilmiştir. Kesin
hükmün koşulları HUMK.nun 237. maddesinde sayılmıştır. Bu madde hükmüne göre, bir hükmün kesin
hüküm olabilmesi için; taraflarının, dava konusunun ve dayanılan sebebin aynı olması gerekmektedir.
Oysa, bu son davadaki taraflarla eski hükmün tarafları arasında fark vardır. Bir davada verilen kesin
hükmü, bu davanın taraflarından biri tarafından, başkaca birine "üçüncü kişiye" karşı açılan veya
üçüncü kişi tarafından birinci davanın taraflarından birine karşı açılan ve konusu ile dava sebebi
"vakıalar” aynı olan ikinci bir davada kesin deli teşkil etmez; çünkü iki davanın tarafları farklıdır. Fakat,
birinci davada verilen kesin hüküm, ikinci davada kuvvetli bir takdiri delil teşkil eder. Bu esas göz
önünde tutulmak suretiyle tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde gösterecekleri deliller toplanıp
birlikte değerlendirildikten sonra uyuşmazlık hakkında bir karar verilmesi gerekir. Bunlardan zuhur ile
yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz ve davacının temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile hükmün
BOZULMASINA karar verildi” Yargıtay 8. HD, 16.12.1981 tarih ve E. 1981/12206, K. 1981/12135 sayılı
kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 12.07.2013.
Yıldırım, N. D. (1996). Türk, İsviçre ve Alman Medeni Usul Hukukunda Kesin Hükmün Sübjektif
Sınırları. Ġstanbul, s. 49.
62
yapmaktan dolayı ceza davası açılır (TCK md. 184, f. 1). Görüleceği gibi, idari
uyuĢmazlığın konusu, bu kiĢinin ruhsata aykırı bina yapıp yapmadığıdır. Bu mesele ise
önceki bir mahkeme hükmü ile kesin bir Ģekilde çözülmüĢtür. Bu nedenle ceza
muhakemesinde binanın ruhsata uygun olup olmadığı tartıĢılmamalıdır. Zira ceza
muhakemesinde de önem arz eden husus, aynı kiĢinin ruhsata aykırı bina yapıp
yapmadığıdır. Verilen iki örnek karĢılaĢtırıldığında, söz konusu uyuĢmazlıkların ilk kararı
veren mahkemenin bağlı olduğu muhakeme alanında çıkması ile baĢka bir muhakeme
alanında çıkması arasında herhangi bir farkın olmadığı anlaĢılmaktadır. Bu nedenle, maddi
anlamda kesin hükmün olumlu etkisinin, hükmün verildiği muhakeme alanını aĢıp diğer
muhakeme alanlarına sirayet edebileceğini kabul etmek gerekir. Buradan yola çıkıldığında,
kesin hükmün olumlu etkisini sadece kendi muhakeme alanı içerisinde göstereceği anlayıĢı
terk edilmelidir262.
3.3.3.
Bağlayıcılık Etkisinin Maddi Anlamda Kesin Hükmün Olumlu Yönünü
OluĢturması
Maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisinin diğer muhakeme alanlarına da sirayet
edebileceğini ortaya koyduktan sonra, onun bağlayıcılık etkisi ile aynı Ģey olduğunu
söylemek çok da zor olmamaktadır. Zira gerek bağlayıcılık etkisinde gerekse de maddi
anlamda kesin hükmün olumlu etkisinde önemli olan husus, yargılamayı yapan hakimin
önceden kesin hükümle tespit edilmiĢ bir hukuki sonucu kendi kuracağı hükme dayanak
teĢkil ettirmesidir 263 . Hakim, hükmünü adeta ilk verilen mahkeme hükmü üzerine inĢa
etmektedir. Böyle bir durumda, kesin hükmün olumsuz etkisi olan “ne bis in idem”
uygulama alanı bulamaz. Çünkü ilk dava ile ikinci davanın konuları (idem) aynı
değildir264.
Kesin hükmün amacı, taraflar arasındaki uyuĢmazlığı bir nihayete erdirmek ve
böylece aynı konuda birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasını önlemektir. Ceza
muhakemesinde ise buna ek olarak, Ģüpheli veya sanığın bir daha ceza takibatına
uğramayacağına yönelik güveninin tesis edilmesi de kesin hükmün öncelikli amaçları
arasında yer almaktadır265. Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesindeki amaç da aynı konu
262
263
264
265
Bötticher, 1960, s. 535.
Heil, 1983, s. 27.
Heil, 1983, s. 27.
Roxin, 1995, s. 373.
63
hakkında birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının önlenmesidir. Bu bakımdan her
iki etkinin amaçları bakımından da bir benzerliğin olduğu görülür.
Öğretideki bir görüĢün maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisini, hükmün
verildiği muhakeme alanı ile sınırlı olarak kabul ettiğini belirtmiĢtik. Zira bu görüĢe göre,
hükmün verildiği mahkemeler farklı muhakeme alanlarında olduğu zaman iki husus
karĢımıza çıkar: Birincisi, uyuĢmazlıklar ister istemez farklılaĢmaktadır. Ġkincisi, davaya
baĢka kimseler dâhil olacağı için maddi anlamda kesin hükmün Ģartlarından birisi olan
“taraf aynılığı” yerine gelmeyecektir266. Bu bakımdan hem objektif Ģartın, hem de sübjektif
Ģartın yerine getirilmemiĢ olmasından dolayı, bir mahkeme hükmünün farklı muhakeme
alanlarında göstermiĢ olduğu etki, maddi anlamda kesin hüküm etkisi ile açıklanamaz 267.
Ġstisnaen her iki davanın konusu olan uyuĢmazlığın tamamen birbiriyle örtüĢtüğü
durumlarda dahi bir bağlayıcılık etkisinden bahsedilemez. Çünkü böyle bir durumda
sonraki yargılamayı yapacak mahkeme, önündeki uyuĢmazlık ile hakkında hüküm verilmiĢ
uyuĢmazlığın aynı olup olmadığını denetlemek durumundadır. Bunu yaparken de
muhtemelen yeni delil ikamesine ihtiyaç duyacaktır. Böyle olunca da bağlayıcılık etkisinde
olduğu gibi, bir önceki mahkeme hükmünün doğrudan kendi hükmüne dayanak teĢkil
ettirilmesi de söz konusu olmayacaktır268.
BaĢka bir görüĢe göre ise bir mahkemenin vermiĢ olduğu hükmün kesin hüküm etkisi
doğurması, kural olarak bu mahkemenin bağlı olduğu muhakeme alanı içerisinde söz
konusudur. Fakat bu verilen hükmün diğer muhakeme alanlarındaki mahkemelere etkisi
meselesi, hükmün aynı muhakeme alanı içerisinde doğurduğu etkiden farklı bir Ģekilde
açıklanamaz. Bu etki farklı muhakeme alanlarına da sirayet etse, temelini gene hukuki
güvenlik ve hukuk devleti prensiplerinde bulur. Zira bir mahkeme, yetkisi dahilinde
bakmıĢ olduğu uyuĢmazlık hakkında yargı erkinin bir temsilcisi olarak karar
vermektedir 269 . Hakkında kesin bir Ģekilde karar verilen uyuĢmazlığın aynı muhakeme
alanı içerisinde bir daha ele alınmamasını maddi anlamda kesin hüküm kurumu garanti
eder. Hukuki güvenlik ilkesi zedelenmek istenmiyorsa bu uyuĢmazlığın bir defa ele
alınmasını sağlamak için bu etkinin, kararın verildiği muhakeme alanını aĢması gerekir.
Fakat bunun maddi anlamda kesin hüküm kurumu ile sağlanabilip sağlanamayacağı
konusu net değildir. Bu yüzden ayrı bir hüküm etkisi olarak bağlayıcılıktan
266
267
268
269
Haaf, 1984, s. 110-111.
Haaf, 1984, s. 110 vd.
Haaf, 1984, s. 129.
Heil, 1983, s. 46.
64
bahsedilmektedir270. Bu görüĢ taraftarlarına göre, bağlayıcılık etkisi ile kesin hüküm etkisi
arasında davaların konusu bakımından bir farklılık bulunmaktadır. Bağlayıcılık etkisinin
söz konusu olduğu durumlarda, önceki hüküm sonraki hükmün bir kısmına iliĢkin
olmaktadır. Her iki davanın konusu farklı olduğu için sonraki mahkeme çözeceği
uyuĢmazlığın bir kısmı ile ayniyet gösteren önceki hükmün ayniyetini tespit etmek
amacıyla bu hükmü incelemek zorundadır. Kesin hüküm etkisinde ise her iki davanın
konusunun aynı olması gerekir271.
Bir önceki baĢlıkta, hükmü veren mahkemeler farklı muhakeme alanlarında görev
yapan mahkemeler olsa da bazı durumlarda önlerine gelen uyuĢmazlıkların benzer olduğu
ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır. Bu nedenle mahkemelerin farklı muhakeme alanlarında
görev yapıyor olmasının, her zaman için uyuĢmazlık konularını farklılaĢtırdığı görüĢüne
katılmamaktayız. Ayrıca, daha önce de açıkladığımız üzere, kesin hükmün bir olumsuz
etkisinin, bir de olumlu etkisinin mevcut bulunduğunu savunmaktayız. Olumlu etkiden
bahsedebilmek için zorunlu olarak her iki davanın konularının farklı olması ya da aynı
fiilin farklı muhakeme alanlarında yürütülen yargılamaların konusunu oluĢturması gerekir.
Bu etki hukuk muhakemesinde kesin delil olarak adlandırılmaktadır. Belki bu tabir hukuk
muhakemesi için doğru olabilir. Zira HMK’da mahkeme ilamlarının sahteliği ispat
oluncaya kadar kesin delil sayılacağı açık bir Ģekilde düzenlenmiĢtir (HMK md. 204, f. 1).
Ancak böyle bir düzenlemeye CMK’da yer verilmemiĢtir. Bu bir eksiklik değildir. Zira
ceza muhakemesinde delil serbestisi ilkesi geçerli olduğu için ceza muhakemesi kesin delil
kavramına yabancıdır. Ancak Ģunu belirtmek gerekir ki bu durumda da doğan etki kesin
hüküm nedeniyledir. Bu nedenle ceza muhakemesi bakımından kesin delil yerine
bağlayıcılık etkisinden bahsetmek gerekir.
Hukukumuzda ise daha çok ceza ve hukuk mahkemesi iliĢkisinde ortaya çıkmıĢ olsa
da; bir mahkeme tarafından verilen hükmün, aynı konuya iliĢkin ve fakat baĢka bir
muhakeme alanındaki mahkeme üzerinde göstermiĢ olduğu etki, ağırlıklı olarak ve isabetli
bir Ģekilde kesin hüküm bağlamında ele alınmıĢtır272. Buna karĢılık, öğretide diğer bazı
270
271
272
Heil, 1983, s. 47.
Heil, 1983, s. 59.
Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 2011, s. 582; Tosun, 1981, s. 288; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 701; Ceza
mahkemesi hükmünün hukuk mahkemesine etkisine iliĢkin olarak Yargıtay da vermiĢ olduğu bir
kararında bu hususu dile getirmiĢtir. Kararın konumuzu ilgilendiren kısmının gerekçesi Ģu Ģekildedir:
“Davacı, müdahil O. ve vekilinin bu açıklama ve beyanlarına rağmen Yozgat Ağır Ceza Mahkemesi’nce
sanıklardan M’nin TCK’nın 456/4, 51/2 ve 59’uncu maddeleri gereğince 13 gün süre ile Z’nin ise
TCK’nın 456/3, 51/1 ve 59’uncu maddeleri gereğince 3 yıl 1 ay ve 15 gün süre ile hapislerine 5.10.1978
gün ve 97/117 sayı ile karar verildiği ve M’nin cezasında hesap hatası yapıldığı anlaşıldığından onun
cezası 16 güne çıkarılmak suretiyle karar onanmak suretiyle kesinleştiği mahkemece benimsenmiştir. O
halde davacının gözünün kör olmasına, davalı Z’nin sebebiyet verdiğinde çekişme kalmamıştır. Bu yön
65
yazarlar ceza mahkemesi tarafından verilen hükmün hukuk mahkemesi için bağlayıcı
olması durumlarını kesin hüküm kurumuyla açıklamamaktadırlar. Bu yazarların düĢüncesi
de yukarıda belirttiğimiz görüĢe paralellik arz etmektedir. Nitekim bu yazarlara göre, her
iki davanın konuları farklı olacağından ortada kesin hükümden bahsedilecek bir durum
yoktur. Hukuk yargıcının bağlılığının sebebi, bir mahkemede maddi olayın araĢtırılıp,
belirlenmiĢ olmasının tabi sonucudur273. Kanımızca bu görüĢ, yargılama birliği ve hukuk
düzeninin birliği düĢüncelerini kabul etmesi bakımından isabetli bir görüĢtür. Ancak diğer
taraftan yargılama birliği ve hukuk düzeninin birliği düĢüncesi bir mahkemenin baĢka bir
mahkeme hükmüne bağlayıcı etki doğurması için yalnızca bir dayanak noktası teĢkil
edebilir. BaĢka bir deyiĢle, yargılama birliği ve hukuk düzeninin birliği, bir muhakeme
alanındaki kesin hükmün diğer muhakeme alanlarında niçin etki göstermesi gerektiğini
açıklar. Bu nedenle diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine
etki edip edemeyeceğini kesin hüküm kurumu çerçevesinde ele almak gerekmektedir.
3.3.4. Bağlayıcılık Etkisinin Mahiyeti ve Kesin Hüküm Teorileri
Bağlayıcılık etkisinin mahiyeti noktasında öne çıkan iki teori mevcuttur. Bunlardan
birincisi maddi hukuk teorisi, ikincisi ise usul hukuku teorisidir274. Kabul edilen teoriye
273
274
ceza mahkemesinin kesinleşmiş ilamı ile gerçekleşmiştir. Borçlar Kanunu’nun 53’üncü maddesi
hükmüne göre ceza mahkemesinin bu mahkumiyet kararı hukuk hakimini de bağlar bu da kuşkusuzdur”
YHGK, 8.10.1986 tarih ve E. 1985/4-369, K. 1986/841 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi
4.9.2012.
Tunçomağ, K. (1963). Mahkeme Kararları Kroniği. İÜHFM, XXIX( 1-2), s. 379; Türker, E. (1980,
Ocak). Ceza Mahkemesi Kararlarının Haksız Fiiller Konusunda Hukuk Hakiminin Kararlarına Etkisi.
Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Dergisi, XVI(1), s. 318; Erçin, F. (2000). Ceza Mahkemesi
Kararlarının Hukuk Mahkemesine Etkisi - Borçlar Kanunu 53.maddesi. Ġstanbul, s. 54; Kılıçoğlu, 1972,
s. 208; Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında ceza mahkemesi hükmünün hukuk mahkemesi için
bağlayıcı etki doğurmasını kesin hükümde görmemiĢtir. Kararın konumuzu ilgilendiren kısmı Ģu
Ģekildedir: “yukarıdan beri bağlayıcılık yönü belirtilen kararların bu niteliği, kesin hüküm-muhkem
kaziye olması itibariyle değil, 53’üncü maddesinin esas hukuku yönünden koyduğu kuralla Usulün
295’inci maddesinin mehaz kanundan farklı olarak getirdiği esasa dayanmaktadır” Yargıtay 4. HD,
9.1.1973 tarih ve E. 1972/4940, K. 1973/189 sayılı kararı, (RKD, 1973/8, s. 179-182).
Bu teorilerin yanında bir de “yargısal sözleĢme” teorisinin bulunduğu belirtilmektedir. Kökünü
Ulpianus’tan aldığına inanılan yargısal sözleĢme teorisine göre dava açılması bir çeĢit yargısal sözleĢme
olarak görülmektedir. Taraflar mahkemeye baĢvurmakla, önceden onun hükmüne uymak yönünde
anlaĢmıĢ sayılmaktadırlar. Bu nedenle hakimin verdiği karar, yargısal sözleĢme gereğince tarafları
bağlayacaktır (Bkz. Çenberci, 1964, s. 1136; Ayrıca bkz. Selçuk, 1973, s. 942). UyuĢmazlığın
mahkemeye taraflar arası sözleĢme sonucu değil, hakkın inkar ve ihlali sonucu intikal etmiĢ bulunmasına,
kesin hükmün sözleĢmeden öte yalnız tarafları değil, mahkeme ve kanun koyucuyu da bağlayıcı nitelikte
olmasına dayanılarak bu görüĢ eleĢtirilmiĢtir. Zira yargısal sözleĢme yalnızca özel hukuk münasebetleri
için söz konusu olabilir. Buna karĢılık ceza davasında tasarrufu mümkün olmayan haklar söz konusu
olmaktadır (EleĢtiriler için bkz. Erem, F. (1978). Ceza Usulü Hukuku. (GeniĢletilmiĢ BeĢinci Baskı).
Ankara, s. 642).
66
göre hükmün göstermiĢ olduğu etkinin kapsamı farklılık arz etmektedir. Bu teorilerden
kısa da olsa bahsetmek konunun anlaĢılması için önemlidir.
3.3.4.1.
Maddi Hukuk Teorisi
Kurucusu olarak Friedrich Carl v. Savigny’nin gösterildiği275 maddi hukuk teorisine
göre kesin hüküm, daha önce mevcut olmayan, yeni bir hak meydana getirir276. Bu teori
taraftarları hükmü maddi gerçekle örtüĢmeyen hükümler ve maddi gerçekle örtüĢen
hükümler Ģeklinde ikiye ayırmaktadırlar. Hukuk muhakemesinde ve idari muhakemede
maddi gerçekle örtüĢen hüküm, hüküm anına kadar olan hukuki durumun onaylanması
anlamına gelir. Buna karĢılık, maddi gerçekle örtüĢmeyen hüküm ise yeni bir hukuki
durum meydana getirir: Hükümle hatalı olarak kabul edilen talep sayesinde haksız durum
haklı duruma; hükümle hatalı olarak reddedilen talep neticesinde, haklı durum haksız
duruma dönüĢmektedir277. Aynı Ģekilde, ceza muhakemesinde de maddi gerçekle örtüĢen
hüküm, devletin cezalandırma hakkını teyit etmekte veya devletin cezalandırma hakkını
ortadan kaldırmaktadır. Maddi gerçekle örtüĢmeyen hüküm ise ya devlet için yeni bir
cezalandırma hakkı meydana getirmekte (sanığın hatalı olarak mahkûm olması halinde) ya
da devletin cezalandırma hakkını ortadan kaldırmaktadır (sanığın hatalı olarak beraat
etmesi halinde)278.
Bu teori taraftarlarına göre hükmün kesinleĢmesinden sonra, her hakim bu hükümle
oluĢmuĢ yeni hukuki durumu kabul etmek zorundadır. BaĢka bir deyiĢle, maddi hukuk
teorisi taraftarları sonraki yargılamayı yapacak hakimin ilk hüküm ile zorunlu olarak bağlı
olacağını savunmaktadırlar279. Böylece ceza hakimi dahi hukuk mahkemesinin kesinleĢmiĢ
tespitlerini görmezden gelemez.
Maddi hukuk teorisinin kabul edilmesi halinde, sonraki hakimin bağlılığı bir
mahkeme hükmüne karĢı değil; tam aksine, yeni oluĢturulmuĢ hukuki duruma karĢı olur.
275
276
277
278
279
Özkaya- Ferendeci, 2009, s. 89; Bloomeyer, A. (1968). Kesin Hüküm Tesiri ve Sınırları (çev. Yazman,
Ġrfan). AÜHFD, 25 (3-4), s. 226; baĢka bir yazar tarafından ise bu teorinin kurucuları olarak Kohler ve
Pagenstecher gösterilmektedir. Bu görüĢ için bkz. Trousil, T. J. (2005). Die Bindung des Zivilricters an
strafgerichtliche Erkenntnisse. Köln, s. 30; ayrıca bkz. Spinellis, Dionysios; s. 20; Heil, 1983, s. 21, dn. 1.
Kuttner, 1914, s. 218; Tschöpe, 1934, s. 26.
Haaf, 1984, s. 105; Trousil, 2005, s. 31; Heil, 1983, s. 22.
Hellmann,J. (1954). Die Bindung des Strafrichters an Straf-, Zivil- und Verwaltungsgerichtsurteile. Iburg,
s. 33.
Schwab, 1960, s. 2171; Kuttner, 1914, s. 218.
67
Zira maddi hukuk teorisine göre, bütün hükümler yeni bir hukuki durum meydana getirirler
(inĢai hüküm)280.
3.3.4.2.
Usul Hukuku Teorisi
Günümüzde ağırlıklı olarak kabul edilen usul hukuku teorisine göre, hüküm sadece
neyin haklı neyin haksız olduğuna iliĢkin verilir. Hüküm, kural olarak yeni bir hukuk inĢa
etmez281. Bu hüküm hatalı da verilmiĢ olabilir. Fakat bu, gerçek hukuki durumun değiĢtiği
anlamına asla gelmez.
Usul hukuku teorisine göre kesinleĢmiĢ hükmün konusunu oluĢturan uyuĢmazlık, ön
sorun olarak ortaya çıktığı davada sonraki yargılamayı yapan mahkeme tarafından göz
önünde bulundurulmalıdır. Fakat bu göz önünde bulundurma, kesin hükmün olumlu
etkisinin söz konusu olduğu durumlarda, sonraki mahkemenin meseleyi tekrardan ele alıp,
önceki mahkemenin hükmüne paralel bir karar verme Ģeklinde değil; önceki mahkemenin
hükmüne uyma, onu gerçek kabul etme Ģeklinde tezahür eder. Maddi hukuk teorisi
taraftarlarının aksine, usul hukuku teorisi taraftarlarına göre kesin hükmün olumsuz
etkisinin mevcut olduğu durumda sonraki hakim iĢin esasına girmeden, davayı kesin
hüküm gerekçesi ile reddetmelidir. Zira ancak bu sayede birbiriyle çeliĢen hükümlerin
verilmesinin önüne geçilebilir282.
Kesin hükmün doğurduğu bu mecburiyet sadece sonraki yargılamayı yapacak hakim
bakımından geçerli değildir. Kesin hüküm etkisini davaya katılan kiĢiler üzerinde
gösterdiği için bu davaya katılmıĢ kiĢiler de aynı meseleyi bir daha baĢka bir mahkeme
huzuruna götüremezler283.
3.3.4.3. Teorilerin Değerlendirilmesi
Maddi hukuk teorisi günümüzde hemen hemen hiç savunulmamaktadır. Bunun
nedenlerinden birisi olarak maddi hukuk teorisinin usule iliĢkin hükümleri açıklamakta
yetersiz kalması gösterilebilir. Örneğin temyiz süresi geçtikten sonra temyiz talebinin
neden reddedilmesinin gerektiği, maddi hukuk teorisi çerçevesinde cevaplandırılabilecek
280
281
282
283
Haaf, 1984, s. 105; Bloomeyer, A, 1968, s. 226; Bruns, 1957, s. 130; Heil, 1983, s. 23.
Haaf, 1984, s. 107; Erem, 1963, s. 37.
Tschöpe, 1934, s. 31; Schwab, 1960, s. 2171; aksi görüĢ için bkz. Heil, 1983, s. 26 vd.
Tschöpe, 1934, s. 31.
68
bir soru değildir 284 . Ayrıca, maddi anlamda kesin hükmün sonuçlarının sadece davanın
tarafları arasında doğmasının gerektiği de maddi hukuk teorisince açıklanamamaktadır. Bu
görüĢ tarafından bütün hükümler inĢai hüküm olarak kabul edilince, bu hükmün davanın
taraflarının yanı sıra üçüncü kiĢileri de bağlaması icap eder 285 . Ancak gerek davanın
taraflarının gerekse de üçüncü kiĢilerin hükümle bağlılığı kesin hüküm etkisi dolayısıyla
değil; tam aksine anayasal bir prensip olan hukuka ve kanuna bağlılıktan kaynaklanacaktır.
Çünkü hükümle yeni bir hukuki durum oluĢturulmaktadır ve oluĢturulan bu yeni hukuki
duruma herkes uymak zorundadır286.
Maddi gerçekle uyum arz etmeyen hükümlerin istisnayı oluĢturması gerekirken,
maddi hukuk teorisinin bunun tam aksine, bu hükümlerden yola çıkarak teoriyi
temellendirmeye çalıĢması da eleĢtirilmiĢtir 287 . Buna karĢılık usul hukuku teorisi ise
hükmün gerçekliği hakkında bir Ģey söylememektedir. Bu teoriye göre bir hüküm, hatalı
olarak da verilmiĢ olabilir. Fakat bu durum o hükmün kesin hüküm haline gelmesine engel
değildir. Eğer hüküm maddi gerçekle uyuĢmuyorsa; bu mesele, Ģartlarını taĢıması
durumunda, yargılamanın yenilenmesi suretiyle giderilebilir. Bu nedenle maddi gerçekle
bağdaĢmayan bir hükmün ortaya çıkması usul hukuku teorisi açısından çok da fazla bir
sorun teĢkil etmemektedir288. Ancak maddi hukuk teorisi, maddi gerçekle bağdaĢmayan
hükümlerin bile yeni bir hukuki durum oluĢturduğunu kabul edince, bu hükümlerin
yargılamanın yenilenmesi gibi müesseseler sayesinde nasıl ortadan kaldırılacağı noktasında
çözümsüz kalmaktadır.
Maddi hukuk teorisi, tüm hatalı hükümlerin sonuçta birer inĢai hüküm özelliği
kazanacağı fikrine ağırlık vermek suretiyle bu tür hükümlerin kapsamını oldukça
geniĢletmiĢtir. Bu doğru olmayan bir yargıdır. Çünkü inĢai hükümler ancak kanunun
öngördüğü durumlarda verilirler. ĠnĢai hükümler bakımından numerus clausus ilkesi
geçerlidir 289 . Ayrıca maddi hukuk teorisi bütün hükümlerin neden inĢai hüküm olması
gerektiğini yeteri derecede açıklayamamaktadır. Genel olarak hakim, vermiĢ olduğu
hükümle bir hak yaratmaz, sadece kanuna göre haklı olanı tespit eder290.
Maddi hukuk teorisinin kabul edilmesi, hüküm ile kanunun aynı derecede olduğunun
kabul edilmesi anlamına gelir. Ancak ikisi arasındaki temel fark, kanunların soyut-genel
284
285
286
287
288
289
290
Haaf, 1984, s. 106.
Haaf, 1984, s. 106.
Trousil, 2005, s. 33.
Haaf, 1984, s. 106; Heil, 1983, s. 23.
Trousil, 2005, s. 33.
Önen, 1981, s. 176.
Önen, 1981, s. 177.
69
hukuki sonuçlar ihtiva etmesine karĢılık; hükümlerin somut bir hukuki durum hakkında
varılan yargıyı ifade etmesidir291.
Açıklanan nedenlerden dolayı günümüzde maddi hukuk teorisi terk edilmiĢ, bunun
yerine usul hukuku teorisi kabul görmüĢtür. Ancak usul hukuku teorisi de maddi anlamda
kesin hükmün olumlu etkisinin ceza mahkemelerine etkisini kendi içerisinde farklı Ģekilde
cevaplandırmaktadır. Kimi yazarlar ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile
bağlı olduğunu kabul ederken, kimi yazarlar ise bu bağlılığı reddetmektedirler. Bu
görüĢlere bağlayıcılık etkisinin lehinde ve aleyhinde ileri sürülen görüĢler baĢlığı altında
yer vereceğiz.
3.4.
Bağlayıcılık Etkisinin Diğer Hüküm Etkisi Türleri Ġle KarĢılaĢtırılması
Bağlayıcılık etkisi ile maddi anlamda kesin hükmün bağlantısı ortaya konulduktan
sonra, genel olarak bir mahkeme hükmünün göstermiĢ olduğu diğer etkilerden bahsetmek
gerekmektedir. Muhakeme hukukunda bir hükmün içeriğine bazı etkiler tanınmıĢ olabilir.
Bu etkileri topyekûn hüküm etkileri olarak adlandırabiliriz292. Bu bağlamda kesin hüküm
etkisinin haricinde öne çıkan etki türlerini inĢai etki, unsur etkisi ve tespit etkisi olarak
sayabiliriz.
3.4.1. ĠnĢai Etki ile KarĢılaĢtırılması
3.4.1.1.
Genel Olarak ĠnĢai Etki
Mevcut bir hukuki durumun değiĢtirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki
durumun meydana getirilmesine inĢai dava293, bu davanın kabulü halinde verilen hükme
ise inĢai hüküm, bu hükmün göstermiĢ olduğu etkiye de inĢai etki denilmektedir. Mesela,
boĢanma davası sonucunda verilen karar inĢai bir hükümdür. Çünkü evlilik birliği ortadan
kalkmıĢ ve bu birliği oluĢturan eĢler farklı bir statüye kavuĢmuĢlardır. ĠnĢai etki kendisini,
daha önce mevcut olmayan bir hukuki sonucun bu hükümle oluĢturulmasında gösterir294.
ĠnĢai hükümler bir hukuki iliĢki tesis ederler veya bir hukuki iliĢkiyi değiĢtirirler ya da onu
ortadan kaldırırlar. Bu hükümler hukuki değiĢiklik ile karar anına kadar mevcut olmayan
291
292
293
294
Völzmann, 2006, s. 58.
Haaf, 1984, s. 59.
Kuru, B. (1988). Tespit Davaları. (2. Basım). Ġstanbul, s. 8; Heil, 1983, s. 15; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011,
s. 277.
Haaf, 1984, s. 65.
70
bir hukuki sonuç meydana getirirler ve herkes için bağlayıcı olurlar. Hukuki güvenlik
ilkesi gereğince, bu karar ancak kesinleĢmesi halinde hüküm ve sonuç doğurur295.
ĠnĢai davalar, hukuki iliĢkiye bağlı olarak maddi veya usuli bir hukuki sonucun
doğması için açılması gereken davalardır 296 . Davanın konusunu oluĢturan maddi vakıa,
hukuki iliĢkinin değiĢmesi için tek baĢına yeterli değildir. Bu konuda mutlaka bir dava
açılması gerekir297. Örneğin boĢanma davası inĢai bir dava ve boĢanmanın gerçekleĢmesi
kararı da inĢai bir hükümdür. Ancak boĢanmanın gerçekleĢebilmesi için bir davanın
açılması gerekir. Bu nedenle, Medeni Kanun’da yer alan boĢanma sebepleri gerçekleĢmiĢ
olsa bile diğer eĢin dava açmaması halinde evlilik birliği varlığını sürdürmeye devam eder.
3.4.1.2.
Hangi Mahkeme Hükümlerinin ĠnĢai Etki OluĢturabileceği Sorunu
Yukarıdaki örneklerden anlaĢıldığı üzere inĢai etki, daha ziyade hukuk mahkemeleri
tarafından verilen hükümlere tanınmıĢ bir özelliktir. Ancak bunun yanında bazı idare
mahkemesi hükümlerinin de inĢai hüküm olduğu kabul edilmektedir. Nasıl ki, evlilik
birliğinin boĢanma ile sona ermesi kararı sadece hukuk hakimi tarafından göz önünde
bulundurulacak bir mesele değilse; bir idari iĢlemin idare mahkemesince ortadan
kaldırılması da sadece idare hakimi tarafından göz önünde bulundurulacak bir mesele
değildir298. Bu nedenle, bir idari iĢlemin iptali için açılan davada talebin yerinde görülmesi,
bu idari iĢlemin hukuka aykırı olduğunun kanıtıdır. Bu doğrultuda verilen hüküm de inĢai
bir hükümdür299.
Bazı hukuk ve idare mahkemesi hükümlerinin inĢai etki doğurabilecekleri kabul
edilse de ceza mahkemesi hükümlerinin inĢai etki gösterip göstermediği konusu
tartıĢmalıdır. Ceza mahkemesi hükmünün de inĢai etki doğuracağını kabul eden yazarlar
arasında dahi bir takım görüĢ ayrılıkları bulunmaktadır.
Ceza mahkemesi hükmünün de bir inĢai hüküm etkisi doğuracağı, en geniĢ anlamıyla
MARXEN’in görüĢlerinde yer almaktadır. Bu yazar, ceza mahkemesi hükmünün
mahiyetini belirlerken, ceza muhakemesinde geçerli olan “Ģüpheden sanık yararlanır
ilkesi”nden hareket etmektedir. Buna göre, kiĢinin suçlu olup olmadığı ilk defa hükümle
ortaya çıkar. Daha öncesinde soruĢturma ve kovuĢturma makamları, bir suçun varlığını ne
295
296
297
298
299
Haaf, 1984, s. 63; Önen, 1981, s. 175.
Önen, 1981, s. 166.
Önen, 1981, s. 167.
Bötticher, 1960, s. 515.
Bötticher, 1960, s. 539.
71
iddia edebilir ne de kiĢiye suçluymuĢ gibi muamele edebilir. Suç ilk olarak hükümle
meydana gelmiĢtir 300 . Bu açıklanan gerekçe ile yazar, ceza hukukunda geçerli olan
kanunsuz suç olmaz ilkesini (nullum crimen sine lege), yargılamasız suç olmaz (nullum
crimen sine processu) Ģeklinde yeniden formüle etmiĢtir301.
Bu görüĢe karĢı, haklı olarak suçun bir yargılamadan bağımsız bir Ģekilde ortaya
çıktığı ve ceza davasının konusunun iddianamede yer alan fiil olduğu, bunun da fiilin ceza
yargılaması yapılmadan da mevcut bulunduğu sonucuna götürdüğü belirtilmektedir 302 .
Ayrıca MARXEN’in görüĢlerinin suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık teĢkil
edeceği de savunulmuĢtur 303 . Zira suçta ve cezada kanunilik ilkesine göre, bir suçun
cezalandırılabilmesi için fiil gerçekleĢtirilmeden önce, neyin suç olduğu kanun koyucu
tarafından açıkça belirlenmelidir. Suçun ilk defa ceza yargılaması sonucunda verilen
hüküm ile ortaya çıktığının söylenmesi, suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırı bir
Ģekilde, suçun belirlenmesinin mahkeme, yani yargı erki tarafından yapıldığı anlamına
gelir.
Bir baĢka görüĢ ise bütün mahkumiyet hükümlerinin inĢai hüküm Ģeklinde olduğunu;
zira bu hükümle birlikte sanığın, cezalandırılmamıĢ olma durumundan (der rechtliche
Zustand des Nicht-bestraft-seins) cezalandırılmıĢ olma durumuna (der recthlihce Zustand
des Bestraft-seins) geçtiğini savunmaktadır304. Yine bu yazarlara göre, ceza muhakemesi
hukuku, cezalandırılabilir fiil için maddi ceza hukukunda öngörülen yaptırımların yerine
getirilmesine hizmet eder. Bu hizmet ancak devlet organlarının sürece katılması sayesinde
yerine getirilebilir 305 . Bu bakımdan ceza, icrası sadece mahkeme hükmü sayesinde
mümkün olan hukuki bir sonuçtur. Hükmün inĢai etki doğuran kısmı ise bu hukuki sonuç
hakkında verilen karardır306.
Sanığın statüsünden hareket eden bir baĢka görüĢ de ceza mahkemesi hükmünün
inĢai hüküm olduğunu kabul etmektedir. Bu görüĢün MARXEN’in görüĢünden temel farkı,
suçun hükümden önce ve hükümden bağımsız bir Ģekilde ortaya çıktığını kabul etmesidir.
Bu yazarlara göre, ceza mahkemesi hükmü bir statü hükmüdür ve bu nedenle bir inĢai
hükümdür. ġöyle ki sanık mahkum olduğu zaman bir hukuki statüden (özgür birey), baĢka
300
301
302
303
304
305
306
Klaus Marxen, Straftatsystem und Strafprozess, Berlin, 1984, s. 345’ten naklen, Waldeyer, 2006, s. 176.
Zaczyk, R. (1988). Bindungswirkung eines rechtskräftigen Strafurteils für das materielle Strafrecht. GA,
s. 360.
Zaczyk, 1988, s. 360; Waldeyer, 2006, s. 183.
Zaczyk, 1988, s. 360; Waldeyer, 2006, s. 183.
Schmidt, E. (1964). Lehrkommentar zur Strafprozessordnung zum Gerichtsverfassungsgesetz, Teil I.
Göttingen, Rn. 30; Abel, 1961, s. 15.
Schmidt, E, 1964, Rn. 24.
Schmidt, E, 1964, Rn. 29.
72
bir hukuki statüye (hükümlü) geçmektedir307. Ceza mahkemesi hükmü, bir statü hükmü
olarak değerlendirilince, beraat kararları dahi inĢai karar olmaktadır. Zira beraat kararıyla,
muhakeme sürecinde sanığın statüsünde oluĢan belirsizlik ortadan kalkmaktadır308. Her ne
kadar ceza mahkemesi hükmü bir statü hükmü, dolayısıyla inĢai bir hüküm olsa da bu
görüĢe göre, sanık hakkında verilen mahkumiyet hükmüne konu hususun, sonraki bir
davada ön sorun olarak ortaya çıkması durumunda, sonraki mahkeme ilk mahkemenin
mahkumiyet kararı ile bağlı değildir. Zira sanığın sonraki davada diğer kiĢilerle eĢit Ģekilde
masum sayılma hakkı söz konusudur. Böyle olunca da bu kiĢinin ön sorun teĢkil eden
suçunun, daha sonraki davada tekrardan araĢtırılması ve tespit edilmesi gerekir309.
Bu yazarların görüĢünden hareket edilirse Ģu örnek olay bakımından verilmiĢ olan ilk
mahkumiyet hükmünün herhangi bir bağlayıcılık etkisi yoktur: A, hırsızlık suçundan
dolayı mahkûm olmuĢtur ve bu karar kesinleĢmiĢtir. Daha sonra A, hırsızlık konusu
malları, bunların hırsızlık ürünü olduğunu bilen B’ye satmıĢtır. B hakkında, suç eĢyasını
satın alma suçundan (TCK md. 165) dolayı yapılacak yargılamada, A’nın hırsızlık suçunu
iĢleyip iĢlemediği tekrardan araĢtırılmalıdır. VerilmiĢ olan mahkumiyet kararı ile
yetinilmemelidir310.
Yapılan tartıĢmaların odak noktasını, diğer muhakeme alanlarında geçerliliği kabul
edilen inĢai hükümlerin ceza muhakemesi alanına taĢınmaya çalıĢılması oluĢturmaktadır.
ĠnĢai hükmün temel özelliği, maddi hukuki durumu değiĢtirmesidir. Örneğin, boĢanma
kararı ile evli bireylerin hukuki durumu değiĢmekte, bu kiĢiler verilen hükümle bekar
bireyler
konumuna
gelmektedirler.
Benzer
bir
durumun
ceza
muhakemesine
taĢınılabilirliğine ise Ģüphe ile yaklaĢılmalıdır. Zira mahkumiyet kararlarının inĢai hüküm
olduğunu kabul etmek, sanığın bu hüküm ile suçsuz konumundan suçlu konumuna geçtiği
anlamına gelir. Oysaki gerek Anayasa’nın 38’inci maddesinin dördüncü fıkrasında gerekse
de AĠHS’nin 6. maddesinin ikinci fıkrasında Ģüpheli veya sanığın, hakkında kesinleĢmiĢ
bir hüküm verilinceye kadar “suçsuz olduğu”ndan değil “suçsuz sayılacağı”ndan
bahsedilmektedir. Suçsuz olmak ile suçsuz sayılmak farklı Ģeylerdir. Suçsuzluk karinesi
olarak da adlandırılan bu ilke, Ģüpheli veya sanığın suçsuz olduğunun varsayılmasından
ibarettir 311 . Ġlke bu yönüyle özellikle soruĢturma ve kovuĢturma makamlarına karĢı bir
koruma sağlamaktadır. Sanığın, hakkında yürütülen yargılamanın sonunda beraat
307
308
309
310
311
Zaczyk, 1988, s. 364.
Zaczyk, 1988, s. 364, dn. 44.
Zaczyk, 1988, s. 370.
Zaczyk, 1988, s. 370.
Feyzioğlu, M. (1999). Suçsuzluk Karinesi. AÜHFD, 48(1-4), s. 139.
73
edebileceği ihtimali göz önünde bulundurulduğunda, suçsuz sayılması bir gerekliliktir.
Adil bir yargılama yapmanın gereği olarak sanığa suçu iĢlediği ön yargısıyla
yaklaĢılmamalı; sanığın suçsuzluğunu ispatlaması değil, tam aksine, savcılığın kiĢinin
suçlu olduğunu ispatlaması gerekir.
Görüleceği gibi sanığın, hakkında hüküm verilinceye kadar masum sayılmasının
gerekçesi, sanığın suçsuz olması değil, adil bir yargılamanın yapılabilmesinin
sağlanmasıdır. Aslında sanık, eğer suç iĢlemiĢse bu anda suçlu konumuna girmektedir.
KiĢinin gerçekleĢtirdiği bu suçtan dolayı mahkum olması ise gerçek durumu ortaya
çıkaran, onu tespit eden bir hüküm niteliğindedir. Aynı Ģekilde sanık hakkında verilen
beraat kararı da sanığın gerçek durumunu ortaya koyan bir hüküm niteliğindedir.
3.4.1.3.
ĠnĢai Etkinin Bağlayıcılık Etkisinden Farkı
Bağlayıcılık etkisi ile inĢai etkiyi birbirinden ayırt etmek oldukça güçtür. Her iki etki
de sonuçta, sonraki mahkemenin ilk verilen mahkeme hükmü doğrultusunda hareket
etmesini sağlasa da inĢai etkide mevcut hukuki durumun değiĢmesi söz konusudur.
Bağlayıcılık etkisinde ise verilen mahkeme hükmü, mevcut hukuki duruma iliĢkindir. Yani
bir anlamda verilen mahkeme hükmü tespit etkisi gösterir312.
Öğretideki hakim görüĢe göre, bir hükmün inĢai olması, onun herkese karĢı ve herkes
için etki doğuracağı anlamına gelir. Böylece inĢai hükmün daha sonraki hakim kararı
üzerindeki bağlayıcılığı, onun bu kurucu etkisinden kaynaklanır 313 . Buna karĢılık kesin
hüküm, etkisini sadece davaya katılanlar üzerinde gösterir.
Bağlayıcılık etkisini kabul etmeyen yazarlar dahi inĢai hükümlerle ceza
mahkemesinin bağlı olduğunu kabul etmektedirler. Ancak ceza hakimi hükmün içeriği ile
değil, bu hükümle değiĢmiĢ hukuki durumla bağlıdır 314 . Bu bakımdan yeni bir hukuki
durum kuran, değiĢtiren veyahut mevcut hukuki durumu ortadan kaldıran idari iĢlemler
dahi istisnai olarak ceza mahkemesini bağlar315.
312
313
314
315
Waldeyer, 2006, s. 175; Yıldırım, 1996, s. 60; Önen, 1981, s. 179.
Bötticher, 1960, s. 515; Heil, 1983, s. 53; Gollwitzer, W. (2001). §262. Löwe-Rosenberg Kommentar.
(Vierter
Band),
Berlin,
Rn.
15;
Meyer-Goβner,
L.
(2005).
Strafprozessordnung,
Gerichtsverfassungsgesetz, Nebengesetze und ergänzende Bestimmungen §262. (48. Neu bearbeitete
Auflage). München, Rn. 3.
Kugler, R. (1955). Die Bindung des Strafrichters an Zivilurteile. Nürnberg, s. 8; Hellmann, 1954, s. 21;
Koch, H.J. (1963). Ist der Strafrichter an Zivilurteile Gebunden?. Hamburg, s. 5; Heil, 1983, s. 53.
Gollwitzer, 2001, Rn. 11; Meyer-Goβner, 2005, § 262, Rn. 3; Hellmann, 1954, s. 21; Haaf, 1984, s. 71.
74
Ceza hakimi de inĢai hükmü göz önünde bulundurmalıdır. Bu hüküm bir hukuk
mahkemesi hükmü dahi olabilir. Örneğin TCK’nın 167’inci maddesindeki Ģahsi cezasızlık
sebebinin uygulanabilmesi için hırsızlık suçunun faili ile mağdurunun suç iĢlendiği anda
evli olmaları gerekir. Söz konusu hırsızlık fiilinin gerçekleĢtiği anda kiĢiler boĢanmıĢ ise
hırsızlık suçunun faili Ģahsi cezasızlık sebebinden faydalanamaz316. Bu boĢanma kararına
rağmen ceza hakimi bu kiĢilerin hala eĢ olduklarını söyleyemez317.
ĠnĢai hüküm, doğrudan Ģahsi hukuki durum üzerinde kurucu etki doğurur. Hukuki
durum, dıĢ dünyada hükümden sonraki Ģekliyle varlık gösterir. Dolayısıyla bu hukuki
durum ile alakadar olan baĢka bir hakim, hukuki durumu mevcut hali ile kabul eder. Bunun
gerekçesi, hakimin önceki mahkeme hükmüne güvenmesi değil, hukuki durumun
yargılamanın yapıldığı anda değiĢmiĢ olmasıdır318. Bu bakımdan inĢai hükmün meydana
getirdiği etki, maddi anlamdaki kesin hüküm etkisinden farklıdır. BaĢka bir deyiĢle, inĢai
hükümler maddi anlamda kesin hüküm etkisinden dolayı değil; sadece inĢai etki
kuvvetinden istifade ettikleri için değiĢtirilemezler319. Aradaki bu farklılıktan dolayı, inĢai
etki ile bağlayıcılık etkisinin farklı etki türleri olduğu iddia edilmektedir320.
Aralarında belirtilen bu farkların olduğu inkar edilmese de sonuçtan hareket etmenin
daha doğru olacağını düĢünmekteyiz. Zira her iki durumda da sonraki mahkeme ilk
mahkeme hükmü doğrultusunda hareket etmektedir. Bağlayıcılık etkisinde ilk verilen
mahkeme hükmü doğrudan bir etki gösterirken; inĢai etkide hüküm dolaylı bir etkiye sahip
olmaktadır. Zira inĢai etkide sonraki mahkemenin göz önünde bulundurduğu husus,
mahkeme hükmü ile değiĢikliğe uğramıĢ olan hukuki durumdur. Ancak dikkat edilmelidir
ki, bu hukuki durum da bir mahkeme hükmü ile oluĢmuĢtur. Bu nedenle inĢai etkinin de
bağlayıcılık etkisi kapsamında değerlendirilebileceğini düĢünmekteyiz.
3.4.2. Unsur Etkisi ile KarĢılaĢtırılması
3.4.2.1.
Genel Olarak Unsur Etkisi
Maddi ceza hukuku, bazı suç tanımlarında belirli bir mahkeme hükmünün, hakim
veya mahkeme kararının veyahut bir idari iĢlemin yalnızca varlığını bir unsur Ģartı olarak
düzenleyebilmektedir. Bu gibi durumlarda bir unsur etkisi gündeme gelir. Unsur etkisinden
316
317
318
319
320
Bötticher, 1960, s. 524.
Tschöpe, 1934, s. 18.
Heil, 1983, s. 15; Haaf, 1984, s. 69.
Kuru, 1988, s. 9, dn. 22.
Waldeyer, 2006, s. 175.
75
bahsettiğimizde, bir yargılama sonucunda verilen hüküm, sonraki davada verilecek
hükmün dayandığı bir hukuk kuralının unsurunu ya da koĢulunu oluĢturmaktadır321. Bu
bakımdan bazen bir suç tipinde bir ceza mahkemesi hükmü veya bir hakim veya mahkeme
kararı unsur olarak düzenlenmiĢ olabilir. Örneğin TCK’nın “Suçluyu Kayırma” baĢlıklı
283’üncü maddesinin birinci fıkrasında “suç işleyen bir kişiye araştırma, yakalanma,
tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için imkan sağlayan” kiĢinin
cezalandırılacağı hükmüne yer verilmiĢtir. Burada suçluyu kayırma suçundan dolayı
yargılama yapan mahkeme, sanığın, bir baĢkası hakkında verilen örneğin bir tutuklama
kararının etkisiz kılınması amacıyla, bu kiĢiye imkan sağlayıp sağlamadığını araĢtıracaktır.
Buna karĢılık, bu mahkemenin kayrılan kiĢi hakkında verilen tutuklama kararının hukuka
uygun olup olmadığını denetleme yetkisi ise yoktur322.
Aynen inĢai etkide olduğu gibi, ceza mahkemesi daha önceki mahkeme hükmünden
ziyade, doğrudan değiĢikliğe uğramıĢ hukuki durumu dikkate alır323. Somut düzenlemede
bir unsur etkisinin mevcudiyetinden bahsedilmez 324 . Bilakis, unsur etkisinin var olup
olmadığı, hükmün değerlendirilmesi sonucu ortaya çıkarılmalıdır.
3.4.2.2.
Unsur Etkisinin Diğer Muhakeme Alanlarına Sirayeti
Unsur etkisi sadece hükmün verilmiĢ olduğu muhakeme alanı ile sınırlı değildir.
Belirli bir hukuk disiplininin iĢleyiĢine iliĢkin bir kanunda dahi baĢka bir hukuk disiplinine
iliĢkin konularda yargılama yapan bir mahkeme tarafından verilmiĢ hükümler bir bağlantı
noktası olarak düzenlenebilir325. Bu bakımdan, bir ceza mahkemesinin vereceği hüküm de
diğer hukuk disiplinlerine iliĢkin kanuni düzenlemelerde bir unsur olarak öngörülmüĢ
olabilir. Örneğin, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun (DMK) 48’inci maddesinin
beĢinci fıkrası gereğince, maddede belirtilen suçlardan dolayı hapis cezasına mahkum
olunması veya kasten iĢlenen herhangi bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla hapis
cezasına mahkum olunması, kiĢinin devlet memurluğuna alınmasına engel teĢkil eder326.
Bu suçlardan mahkum olan bir kiĢinin, devlet memurluğuna alınması talebinin söz konusu
mahkumiyet gerekçesi ile reddedilmesi halinde, bu iĢleme karĢı idari yargıda dava açması
durumunda, idari yargı yeri bu kiĢi hakkında verilmiĢ bir mahkumiyet kararının varlığını
321
322
323
324
325
326
Gollwitzer, 2001, Rn. 20; Koch, 1963, s. 8; Akkan, 2009, s. 26.
Waldeyer, 2006, s. 161.
Heil, 1983, s. 54; Koch, 1963, s. 8; Grunsky, 1968, s. 232; Bruns, 1957, s. 110; Bötticher, 1960, s. 514.
Yıldırım, 1996, s. 55.
Haaf, 1984, s. 80.
Akyılmaz/Sezginer/Kaya, 2014, s. 639.
76
tespit etmekle yetinecek; ceza mahkemesi hükmünün doğru olup olmadığını ise
denetleyemeyecektir.
Aynı Ģekilde, bir suç tipinde diğer muhakeme alanlarındaki bir mahkeme hükmüne
bir unsur olarak yer verilmiĢ olabilir. Örneğin, Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 84’üncü
paragrafında yer alan suç bakımından da bir unsur etkisi söz konusudur. Anılan
düzenlemeye göre, faaliyetinin anayasaya aykırı olduğuna karar verilmiĢ bir siyasi partinin
devam ettirilmesi suç olarak düzenlenmiĢtir. Bu suç tipinde görüleceği gibi, partinin
anayasaya aykırı olduğuna Anayasa Mahkemesince karar verilmektedir 327 . Anayasaya
aykırı bir partinin devam ettirilmesi suçundan dolayı yargılama yapan ceza mahkemesi,
artık bu partinin anayasaya aykırı olup olmadığını denetleyemez. Anayasa Mahkemesi’nin
vermiĢ olduğu hüküm bir unsur etkisi doğurduğu için ceza mahkemesi, anayasaya aykırı
olduğuna karar verilmiĢ bir partinin devam ettirilmesi suçundan dolayı yargılama
yaparken, sadece Anayasa Mahkemesi’nin parti kapatmaya iliĢkin kararının varlığını tespit
etmelidir. Buna karĢılık ceza mahkemesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararının hukuka uygun
olup olmadığını ise denetlemeye yetkili değildir
328
. Ceza mahkemesi, Anayasa
Mahkemesi’nin partinin anayasaya aykırı olduğuna iliĢkin vermiĢ olduğu karar ile
bağlıdır329.
Hukukumuzda da benzer Ģekilde hakim veya mahkeme kararı veya mahkeme hükmü
bir suç tipinde maddi unsur olarak yer almıĢ olabilmektedir. Bu durumlarda da suç
hakkında yargılama yapan mahkeme, önceki hükmün veya hakim ya da mahkeme
kararının hukuka uygun olup olmadığını denetleme yetkisine sahip değildir. Mahkeme, suç
tipi bakımından böyle bir mahkeme hükmünün veya hakim ya da mahkeme kararının var
olup olmadığını tespit etmekle yetinecektir. Örneğin 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair
Kanun’da330 böyle bir düzenlemeye yer verilmiĢti. Adı geçen Kanun’un 2’nci maddesinde,
1’inci maddede belirtilen Ģekilde eĢlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında
yaĢayan diğer aile bireylerinden birinin aile içi Ģiddete maruz kalması üzerine Aile
Mahkemesi Hakimi’nin belli süreyle maddede sayılan tedbirlere hükmetmesinden sonra,
belirlenen sürede koruma kararına aykırı davranılması suç olarak düzenlenmiĢti. Bu
327
328
329
330
Stenberg-Lieben, D. (2010). § 84. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage).
München, Rn. 2; Gollwitzer, 2001, Rn. 21.
Steinmetz J. (2012). § 84. Münchener Kommentar zum StGB, (Herausgegeben von Joecks, Wolfgang;
Miebach, Klaus), (2. Auflage). München, Rn. 8.
Stenberg-Lieben, 2010, Rn. 4.
Bu Kanun 8.03.2012 tarihinde kabul edilen 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına KarĢı ġiddetin
Önlenmesine Dair Kanun” ile yürürlükten kaldırılmıĢtır. 6284 sayılı Kanuna göre Ģiddet uygulayan
kiĢinin tedbir kararlarına uymaması halinde, bu kiĢi hakim kararı ile üç günden on güne kadar zorlama
hapsine tabi tutulabilecektir (md. 13, f. 1).
77
noktada sorun arz eden husus, söz konusu suçtan dolayı yargılama yapan ceza
mahkemesinin, koruma kararı veren Aile Mahkemesinin kararının hukuka uygunluğunu
denetleyebilip denetleyemeyeceğiydi. Konuya iliĢkin olarak Yargıtay vermiĢ olduğu bir
kararında, ceza mahkemesinin, kesinleĢmiĢ tedbir kararının içeriğini denetleme olanağının
bulunmadığını; sadece sanığın koruma tedbirine aykırı davranıp davranmadığını
araĢtırması gerektiğine hükmetmiĢtir331.
Sadece mahkeme karar veya hükümleri değil, idari iĢlemler de bazı suç tiplerinde bir
unsur olarak yer almıĢ olabilirler. Böyle bir durumda idari iĢlemin tek baĢına bir unsur
331
Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararına yansıyan olay Ģu Ģekilde gerçekleĢmiĢtir: Sanık hakkında, aynı çatı
altında nikahsız olarak birlikte yaĢadığı eĢine karĢı tehdit ve Ģiddet içeren eylemleri nedeni ile
mahkemece (Tufanbeyli Asliye Hukuk Mahkemesi) Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un 1’inci
maddesinin “a” bendi gereği 4 ay süre ile Ģiddet ve korkuya dayalı davranıĢlarda bulunmaması tedbirine
karar verilmiĢtir. Ancak sanığın, 4 aylık süre içerisinde eĢine karĢı etkili eylemde bulunduğu iddia
edilmiĢtir. Bunun üzerine sanık hakkında 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un 2’inci maddesi
uyarınca kamu davası açılmıĢ olsa da, mahkumiyetine yeterli delil olmaması nedeniyle beraat kararı
verilmiĢtir. Davayı temyiz üzerine inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesi mahkumiyet hükmü kurulması için
yeterli delil olduğu gerekçesi ile verilen beraat kararının bozulmasına karar vermiĢtir. Ceza dairesi bu
sonuca ulaĢırken hukuk mahkemesinin tedbir kararının içeriğini de denetlemiĢ ve nikahsız birliktelik
durumunda dahi söz konusu kanundaki koruma tedbirlerine baĢvurulabileceğini belirtmiĢtir. Yargıtay
Cumhuriyet BaĢsavcılığı’na göre ise, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu anlamında bir aileden söz
edebilmek için Medeni Kanun hükümlerine göre kurulmuĢ yasal bir evliliğin bulunması Ģarttır. Bu
nedenle aile gibi yaĢıyor olsalar da, resmi nikahsız olarak sürdürülen birliktelikler bir aile sayılamaz ve
4320 sayılı kanun kapsamındaki koruma tedbirleri bu birliktelikler hakkında uygulanamaz. Bu yönüyle
hukuk mahkemesinin, kanuni anlamda korunması mümkün olmayan bir konuda karar vermesi halinde, bu
kararın içeriğinin de sonraki bir (ceza) mahkeme (si) tarafından denetlenmesi mümkündür. BaĢsavcılık bu
gerekçelerle özel daire kararının kaldırılmasını Ceza Genel Kurulu’ndan talep etmiĢtir. Ceza Genel
Kurulu yapmıĢ olduğu inceleme sonucunda konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile ilgili olarak Ģu tespitlerde
bulunmuĢtur: “Anılan Yasanın (Ailenin Korunmasına Dair Kanun) 2. maddesinde ise; 1. maddeye göre
verilmiş bulunan tedbir kararlarının etkin kılınmasına yönelik bir yaptırıma yer verilmiştir. Bu
maddedeki suçun oluşabilmesi için, öncelikle, birinci madde uyarınca verilmiş ve kesinleşmiş bir tedbir
kararının bulunması, ikinci olarak, tedbir kararına uyulmaması halinde hürriyeti bağlayıcı cezaya
hükmedileceği keyfiyetini de içeren tedbir kararının, aleyhine tedbir kararı verilmiş bulunan kişiye tebliğ
edilmiş olması, üçüncü olarak ise, tedbir kararının, kararda belirtilmiş olan süre içerisinde ihlal edilmiş
olması, gerekmektedir. Belirtilen üç koşulun birlikte gerçekleşmesi halinde, durumu öğrenen Cumhuriyet
savcısı 4320 sayılı Yasanın 2. maddesi uyarınca tedbire uymayan kişi hakkında Sulh Ceza Mahkemesinde
kamu davası açmak zorundadır. Görüldüğü üzere, anılan Yasa ile Cumhuriyet savcısına yüklenen ödev;
1. maddeye göre verilmiş olan tedbir kararının içeriğini denetlemek değil, kesinleşmiş olan tedbir
kararının uygulanabilirliğini sağlamak, takip etmek ve ihlal edilmesi halinde de kamu davası açmaktır.
Zira, Cumhuriyet savcısının 1. madde uyarınca tedbir kararı verilmesini isteme yetkisi bulunmasına
rağmen, verilmiş bulunan tedbir kararına karşı yasa yoluna başvurma yetkisi bulunmamaktadır.
Dolayısıyla, gerek Anayasaya uygun sosyal devlet olmanın bir gereği olarak, gerekse uluslararası
sözleşmelerden etkilenilmek suretiyle, aile içi şiddetin önüne geçmeyi amaçlayan Yasa Koyucu Yasanın 1.
maddesinde korumanın şeklini, sınırlarını ve korumadan yararlanma usulünü belirlerken, 2. maddesinde
“aile içi şiddeti” önleme fonksiyonunu etkin kılmak adına, 1. madde uyarınca verilmiş bulunan tedbir
kararlarına uymayanları cezalandırma yoluna gitmiştir. 4320 sayılı Yasada ihdas edilmiş olan suçla
korunan hukuki yarar, “4320 sayılı Yasanın 1. maddesi uyarınca verilmiş bulunan tedbir kararının
hukuki otoritesidir”. Bu nedenle de, Cumhuriyet savcısını veya Sulh Ceza Hakimini ilgilendiren; 1.
madde uyarınca verilmiş ve kesinleşmiş bir tedbir kararının bulunması ve bu kararda hükmedilen
tedbirlere uyulmamış olmasıdır, yoksa kesinleşmiş olan tedbir kararının içeriğinin doğru olup olmadığı
Cumhuriyet savcısı ve ceza hakimi tarafından denetlenemez” Yargıtay CGK, 08. 12. 2009 tarih ve E.
2009/7-131, K. 2009/284 sayılı kararı, (Akçin, Ġ., Erel, K., Hatipoğlu, C., Bozoğlu, S., Fazla, Y., Örer, F.
B. ve Özbey, Ö. (2012). Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları (2005-2012), Ankara, s. 1647 vd).
78
etkisi doğurup doğurmayacağının; baĢka bir deyiĢle, ceza mahkemesinin bu idari iĢlemle
bağlı olup olmayacağının tetkik edilmesi gerekir.
Kanımızca bir idari iĢlemin bir suç tipinde unsur olarak düzenlenmiĢ olması, bu idari
iĢlemin ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurmasına yol açmaz. Aksi kabul, idari
iĢlemler ile mahkeme hükümlerinin eĢ değer oldukları anlamına gelir. Örneğin bir kiĢinin
ruhsat alarak yapımına baĢladığı bir inĢaat, belediye ekiplerince ruhsata aykırı olduğu
gerekçesi ile mühürlenir (3194 sayılı Ġmar Kanunu md. 32)332. ĠĢleme karĢı idari yargıda
dava açma süresinin geçirilmesi sebebiyle, bu iĢlem kesinleĢir. Bu kiĢi hakkında aynı
zamanda imar kirliliğine neden olma suçundan (TCK md. 184) dolayı yargılama yapan
ceza mahkemesi, kiĢinin gerçekten ruhsata aykırı bina yapıp yapmadığını artık serbestçe
değerlendirmelidir.
Her ne kadar iki ceza mahkemesi arasında olsa da unsur etkisinin gündeme geldiği
tekerrüre iliĢkin düzenlemelerden de bahsetmekte fayda vardır. Mevcut ceza hukuku
sistemimizde
tekerrür,
cezanın
ağırlaĢtırılmasını
gerektiren
bir
hal
olarak
düzenlenmemiĢtir. Tekerrür kurumu, hapis veya adli para cezasının seçimlik olarak
öngörüldüğü hallerde, sonraki suça iliĢkin uygulanacak olan koĢullu salıverilme süresinde
ve mahkum olunan hapis cezasının infazından sonra kiĢi hakkında denetimli serbestlik
tedbiri uygulanması ile bağlantılı olarak dikkate alınacaktır 333 . Bu bakımdan örneğin
mükerrir A Ģahsı, hapis veya adli para cezasının seçimlik olarak öngörüldüğü bir suçu
iĢlese ve bu davada önceki mahkumiyetinin haksız olduğunu, bu nedenle kendisinin
mükerrir sayılmayacağını ve sonuçta hakkında adli para cezasına hükmedilebileceğini
iddia etse334, bu iddia tekerrür halinde iĢlenen suçtan dolayı yargılama yapan mahkemece
dikkate alınacak mıdır? Bu soruya olumsuz yanıt vermek gerekir. Zira ilk suçtan dolayı
verilmiĢ mahkumiyet hükmü, tekerrür hükümlerinin uygulanması için bir unsur teĢkil
etmekte ve tekerrür halinde iĢlenen suçtan dolayı yargılamayı yapacak olan mahkeme
tekerrür hükümlerinin uygulanmasında sadece önceden mahkumiyet kararının varlığını
araĢtıracaktır. Önceki mahkumiyet kararının doğru olup olmadığını ise araĢtırmayacaktır.
Bu bakımdan, öğretide bağlayıcılık etkisini kabul etmeyen yazarlar dahi tekerrür
332
333
334
Almanya’da Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi (OLG Stuttgart) park yasağının ihlali fiiline iliĢkin bir
olayda, park yasağı iĢaretinin bir idari iĢlem olduğunu ve bu nedenle ceza hakiminin bu iĢlemin hukuka
uygunluğunu, iĢlemin yoklukla malul olma durumu hariç, denetleme yetkisinin olmadığını belirtmiĢtir.
Bkz. OLG Stuttgart, Urteil vom 7.09.1966- 1Ss 314/66. (1967). NJW, s. 122.
Özgenç, 2014, s. 795.
TCK’nın 58’inci maddesinin üçüncü fıkrası hükmüne göre, “Tekerrür halinde, sonraki suça ilişkin kanun
maddesinde seçimlik olarak hapis cezası ile adli para cezası öngörülmüşse, hapis cezasına hükmolunur”.
79
hükümlerinin uygulanmasında sonraki yargılamayı yapan mahkemenin ilk mahkemenin
hükmü ile bağlı olduğunu kabul etmektedirler335.
3.4.2.3.
Unsur Etkisinin Bağlayıcılık Etkisinden Farkı
Bağlayıcılık etkisini, bir mahkemenin kuracağı hükümde tespit etmesi gereken
hususların daha önceden baĢka bir mahkeme hükmü ile tespit edilmiĢ olması Ģeklinde tarif
etmiĢtik. Bu nedenle bağlayıcılık etkisinin söz konusu olabilmesi için ilk hükme konu
uyuĢmazlığın
sonraki
belirtilmektedir
336
davada
bir
ön
sorun
olarak
ortaya
çıkması
gerektiği
. Bu yönüyle bağlayıcılık etkisinde ilk mahkemenin vermiĢ olduğu
hüküm, sonraki yargılamayı yapacak olan ceza mahkemesi için önem arz eder. BaĢka bir
deyiĢle, sonraki yargılamayı yapacak olan hakim, ilk mahkemenin kurmuĢ olduğu hükmün
içeriği ile bağlıdır.
Unsur etkisinin söz konusu olduğu durumlarda ise ilk hükümle ulaĢılan sonuçların ön
sorun teĢkil eder bir yanının bulunmadığı savunulmaktadır337. Mahkeme, unsur etkisinde
bu iĢlemin veya hükmün sadece etkinliğini denetler, içerik olarak hukuka uygunluklarını
ise denetlemeye gerek yoktur338. Bu görüĢteki yazarlara göre, sonraki yargılamayı yapacak
Schmidt, E, 1964, Rn. 322; Grünwald, 1964, s. 43; Grunsky, 1968, s. 232; Yurtcan, 1987, s. 33; ancak
aksi görüĢte olan yazarlar da mevcuttur. Bu yazarlar tekerrür halinde iĢlenen suçlarda sonraki yargılamayı
yapacak mahkemenin sanık hakkında ilk verilmiĢ kararı yanlıĢ bulması durumunda tekerrür hükümlerini
uygulamayabileceğini kabul etmektedirler. Bu görüĢler için bakınız Alsberg-Nüse, Der Beweisantrag im
Strafprozess, 2. Auflage, 1956, s. 91 ve Eduard Kern, “Die Aussetzung des Strafverfahrens zur Klärung
präjudizieller Fragen nach § 262 StPO”, Die Reichsgerichtspraxis im deutschen Rechtsleben, Bd. V,
1929, s. 149’dan naklen: Schmidt, G, 1966, s. 93; ayrıca Abel, 1961, s. 74. Alman hukukunda istisnai
olarak yargı kararlarında, aksi görüĢte olan yazarların görüĢleri de benimsenmiĢtir. Buna iliĢkin olarak
yaĢanmıĢ bir olayın ve bu olay neticesinde verilmiĢ mahkeme kararının aktarılmasının yararlı olacağı
kanısındayız. Olay Ģu Ģekilde gerçekleĢmiĢtir: Eyalet mahkemesi bir sanığı kredi dolandırıcılığı ve
belgede sahtecilik suçundan toplamda 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırmıĢtır. Mahkemenin yapmıĢ olduğu
bu yargılamaya, sanık hakkında Doğu Almanya’da verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ mahkumiyet kararı okunmak
suretiyle dahil edilmiĢtir. Sanık, okunan bu hükmün gerçekliğine itiraz etmiĢ ve bu konuda iki tane
Ģahidinin olduğunu belirtmiĢtir. Mahkeme ise, bahse konu olay hakkında kesinleĢmiĢ bir mahkeme
hükmü olduğu gerekçesi ile sanığın bu konuya iliĢkin tanık dinletme talebini reddetmiĢtir. Mahkeme,
cezanın belirlenmesinde sanık hakkında verilmiĢ önceki mahkumiyet kararını dayanak olarak
göstermiĢtir. Bu olayla ilgili Federal Alman Yüksek Mahkemesi özetle Ģu kararı vermiĢtir: Bir sanık
hakkında daha önce verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ mahkumiyet kararı, sanığın daha sonra iĢlediği bir suçta
tekrardan gündeme gelirse, önceki verilmiĢ kesin hüküm ceza hakimini bağlamaz. Söz konusu önceki
suça iliĢkin eylemin nasıl gerçekleĢtiğini, sonraki yargılamayı yapan mahkemenin araĢtırması gerekir. Bu
tarz hükümler, bir belge delili olmaları hasebiyle, sonraki yargılamaya getirilebilirler. Ancak sonraki
yargılamayı yapan mahkeme, bu delilleri tetkik etmeden, sadece kesinleĢmiĢ bir mahkeme hükmü olduğu
gerekçesiyle kendi kararına dayanak teĢkil ettiremez. Eğer yargılamaya katılan kiĢilerden birisi, daha
önce verilmiĢ hükmün gerçekliğine itiraz ederse, mahkeme yapacağı araĢtırma ile hükmün üzerinde
oluĢan Ģüpheleri gidermek zorundadır (BGH, Beschluss vom, 3.6.1997- 1 StR, 183/97, NJW, 1997, s.
2828).
336
Waldeyer, 2006, s. 163.
337
Haaf, 1984, s. 78.
338
Gollwitzer, 2001, Rn. 20.
335
80
olan hakim, sadece önceki hükmün mevcudiyetini dikkate almakla yetineceği için
muhakeme hukukuna iliĢkin olarak bağlayıcılık etkisinden de söz edilemez339.
Öğretide hakim olan bu görüĢün karĢısındaki yazarlara göre ise bağlayıcılık etkisi ile
unsur etkisi arasındaki ayrım teknik anlamda bir ayrımdır. Sonuçta her ikisinin de
doğurduğu etki aynıdır. Bu yazarlara göre, bir hükmün kesin hüküm etkisinde olduğu gibi,
yenilemez bir Ģekilde gerçek olarak görülmesi ile unsur etkisinde olduğu üzere, daha
sonraki hükmün sadece bir hükmün varlığına sonuç bağlaması arasında sonuçta bir
farklılık söz konusu değildir. Zira her iki durumda da önceki hükmün içeriği, sonraki
mahkeme için bağlayıcı olmaktadır340.
Azınlıkta kalan bu ikinci görüĢün daha isabetli olduğu kanısındayız. Çünkü hem
unsur etkisinin olduğu hallerde hem de bağlayıcılık etkisinin kabul edildiği hallerde,
yargılama yapan mahkeme daha önceki mahkeme hükmü ile bağlı olmaktadır. Ġlk
mahkeme hükmünün bağlayıcılığının, sonraki mahkemenin ilk mahkeme hükmünü sadece
tespit etmesi sonucunda oluĢması (unsur etkisi) ile ilk hükmün içeriğinin etki etmesi
sonucunda oluĢması (bağlayıcılık etkisi) arasında bir fark söz konusu değildir. Bu
bakımdan bağlayıcılık etkisinin unsur etkisini de içerisine alan bir üst kavram olarak ele
alınması daha isabetli olacaktır.
3.4.3. Tespit Etkisi ile KarĢılaĢtırılması
3.4.3.1.
Genel Olarak Tespit Etkisi
Özel hukukta bir hukuki iliĢkinin var olup olmadığını tespit etmek için açılan
davalara tespit davası
denmektedir
342
341
, bunun neticesinde verilen hükümlere ise tespit hükmü
. Tespit davasında, genel olarak taraflardan birisinin iddia ettiği hukuki
iliĢkinin varlığı veya yokluğu hakkında kesin bir Ģekilde karar verilir. Sonraki bir
yargılamada, aynı sorun ile meĢgul olan mahkemenin bu ilk verilen hüküm ile bağlı
olmasına tespit etkisi denilir343. Ancak Ģu hususu da belirtmek lazımdır ki sadece tespit
davaları sonucunda değil, gerek eda davaları sonucunda gerekse de inĢai dava sonucunda
bir tespit hükmü verilmiĢ olabilir. Zira eda davasının kabulü halinde hüküm, ilk olarak
davanın dayandığı hakkın veya hukuki iliĢkinin var olduğunu tespit eder; ikinci olarak ise
339
340
341
342
343
Haaf, 1984, s. 78; Trousil, 2005, s. 28; Schmidt, G, 1966, s. 93; Völzmann, 2006, s. 53.
Grunsky, 1968, s. 232.
Kuru, 1988, s. 18; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 271.
Kuru, 1988, s. 99.
Hellmann, 1954, s. 42; Heil, 1983, s. 18.
81
davacının istediği edanın yerine getirilmesi hususunda davalıya yöneltilmiĢ bir emir
içerir344. Buna karĢılık, eda davasının reddine iliĢkin hüküm ise doğaldır ki yalnızca bir
tespit hükmüdür. Zira burada verilen karar ile davacının iddia ettiği hakkın veya hukuki
iliĢkinin mevcut olmadığı tespit edilmektedir345. Eda davasının reddine iliĢkin hüküm gibi,
inĢai davanın reddine iliĢkin hüküm de bir tespit hükmüdür. Zira bu ret kararı ile davacının
varlığını iddia ettiği inĢai hakkın mevcut olmadığı tespit edilmektedir346.
3.4.3.2.
Tespit Etkisi ile Bağlayıcılık Etkisinin ĠliĢkisi
Tespit davasını, genel olarak bir hukuki iliĢkinin var olup olmadığının tespit
edilmesine iliĢkin davalar olarak tarif etmiĢtik. Bunun yanında, özel hukuktaki inĢai
davalarda ve eda davalarında bu davaların kabulü halinde mutlaka bir tespitin yapılmasının
gerektiği; ayrıca gerek eda davalarının gerekse de inĢai davaların reddinin, davaya konu
iliĢkinin var olmadığı anlamına geldiği için birer tespit hükümleri olduğunu belirtmiĢtik.
Diğer taraftan bağlayıcılık etkisi, bir hükme konu uyuĢmazlığın ceza davasında ön sorun
olarak ortaya çıkmasının ardından, bu konuya iliĢkin verilmiĢ mahkeme hükmünün
gösterdiği etkidir. Bu yönüyle bağlayıcılık etkisinin tipik Ģeklini tespit hükümleri
oluĢturmaktadır. Bu özelliklerinden dolayı tespit hükümlerinin göstermiĢ olduğu etki ile
kesin hüküm etkisinin eĢ değer olduğu söylenmektedir 347 . Bağlayıcılık etkisi ile ilgili
tartıĢmaların odak noktasını da tespit hükümleri oluĢturmaktadır.
3.4.3.3. Tespit Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi
Tespit hükümlerinin ve eda davası sonucunda verilen hükümlerin ceza hakimi için
bağlayıcılık etkisi doğurmayacağı bazı yazarlar tarafından savunulmaktadır
348
. Bu
yazarlara göre, Ģu örnek olayda hukuk mahkemesi hükmünün ceza mahkemesine herhangi
bir etkisi yoktur: A’nın B aleyhine açmıĢ olduğu dava neticesinde mahkeme, belirli bir
menkul malın A’ya ait olduğuna karar vermiĢtir. Bu karar kesinleĢmiĢtir. B, bu malı A’dan
344
345
346
347
348
Eda davasının kabulüne iliĢkin kararda, hem tespit hem de eda hükmüne yer verilmesinin gerektiği
savunulmaktadır. Bu görüĢ için bkz. Kuru, 1988, s. 8; aynı yönde Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 271.
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 271.
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 279.
Önen, 1981, s. 173.
Eschelbach, R. (2010). § 262. Strafprozessordnung Kommentar (Herausgegeben von Graf, Jürgen
Peter), München, Rn. 5.
82
geri almıĢtır349. Böyle bir durumda, bu görüĢ taraftarlarına göre, hukuk mahkemesi menkul
malın sahibinin A olduğuna karar vermiĢ olsa da ceza mahkemesi malın gerçek sahibinin B
olduğu gerekçesi ile B’yi üzerine atılı hırsızlık suçundan dolayı beraat ettirebilir. Ancak
herkes için ve herkese karĢı etki doğurabilecek türden olan tespit hükümlerinin ise ceza
hakimi için de bağlayıcı olduğu kabul edilmektedir350. Mesela, babalığı tespit eden hukuk
mahkemesi hükmü, ceza hakimi açısından da bağlayıcılık etkisi doğuracaktır.
Alman hukukunda tespit hükümlerinin ceza mahkemesine etkisi hakkında yapılan
tartıĢmalar, nafaka yükümlülüğüne iliĢkin verilen hükümlerde somutlaĢmaktadır
351
.
Federal Alman Yüksek Mahkemesi, eski tarihli bir kararında, nafaka yükümlülüğünün
ihlalinden dolayı yapılan ceza yargılamasında, sanığın hukuk mahkemesince önceden
nafakaya mahkum edilmesi veya nafaka talebinin hukuk mahkemesince reddedilmesinin
ceza mahkemesini bağlamayacağına hükmetmiĢtir352. BaĢka bir deyiĢle, hukuk mahkemesi
kiĢinin nafaka ödemesi gerektiğine hükmetmiĢ olsa da ceza mahkemesi sanığın nafaka
ödemesinin gerekli olmadığı gerekçesiyle sanık hakkında beraat kararı verebilir. Bunun
gerekçesi olarak da hukuk muhakemesinde Ģekli gerçeğin; buna karĢılık, ceza
muhakemesinde maddi gerçeğin aranılıyor olması gösterilmektedir 353 . Bu bakımdan,
hukuk mahkemesi tarafından sanığın nafaka ödemesine karar verildikten sonra, sanığın bu
karara uymamasının nafaka yükümlülüğünün ihlali suçuna vücut verip vermediğinin tespiti
ceza mahkemesine aittir354. Yüksek mahkemenin vermiĢ olduğu bu karar gerek öğreti ve
gerekse de uygulamanın konuya yaklaĢımına öncülük etmiĢtir.
Buna karĢılık denilmiĢtir ki, nafaka yükümlülüğünün varlığının tespiti hem hukuk
muhakemesinde
hem
de
ceza
muhakemesinde
medeni
hukuk
cephesinden
değerlendirilmelidir 355 . Daha somut bir ifadeyle, ceza hakimi, nafaka yükümlülüğünün
349
350
351
352
353
354
355
Heil, 1983, s. 9; benzer bir olay için bkz. Tschöpe, 1934, s. 2.
Lenckner, T. (2010). § 170. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch. (28. Auflage). München, Rn. 11; Kuttner,
1914, s. 70; Gollwitzer, 2001, Rn. 11.
Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) konuya iliĢkin §170 birinci fıkra düzenlemesi Ģu Ģekildedir: “Her kim,
kanuni nafaka yükümlülüğünü yerine getirmez ve bunun sonucunda nafaka alacaklısının yaĢamsal
ihtiyaçlarını karĢılayamama tehlikesi doğarsa veya nafaka alacaklısının üçüncü bir kiĢiden yardım aldığı
durumlarda, bu kiĢinin yardımı olmasaydı yaĢamsal ihtiyaçlarını karĢılayamama tehlikesi doğmuĢ
olsaydı, üç yıla kadar hapis cezası veya para cezası ile cezalandırılır”.
BGH, Beschluss vom 4.11.1953, 4 StR 91/53. (1954). NJW, 1954, s. 81; aynı yönde bkz. OLG Stuttgart,
Urteil vom 11.03.1960-2Ss 786/59. (1960). NJW, s. 2204.
Engelhardt, H. (2008). § 262. Karlsruher Kommenter Zur Strafprozessordnung (Herausgegeben von
Hannich, Rolf), (6. Auflage). München, Rn. 3; Gollwitzer, 2001, Rn. 11.
BGH. (1954). NJW, s. 82.
Bruns, 1957, s. 127.
83
ihlali suçuna iliĢkin yapılan yargılamada, sanığın nafaka yükümlülüğünün olup olmadığı
hakkında verilmiĢ hukuk mahkemesi hükmü ile bağlıdır356.
Bir görüĢe göre, sanık hakkında nafaka yükümlülüğünü ihlal ettiği gerekçesi ile bir
ceza yargılaması yapılmadan önce, sanığın nafaka yükümlüsü olmadığını söyleyen bir
hukuk mahkemesi hükmü varsa, artık ceza mahkemesinin nafaka yükümlülüğünün ihlal
edildiğine hükmedememesi gerekir 357 . Aynı Ģekilde, kiĢi hukuk mahkemesi tarafından
daha önceden malın maliki olarak kabul edilmiĢ ve bu yönde bir hüküm verilmiĢ ise artık
söz konusu malı çaldığı gerekçesi ile hırsızlık suçundan dolayı cezalandırılamamalıdır358.
Görüleceği gibi, her iki durumda hukuk mahkemesi hükmünün ceza mahkemesi üzerinde
göstermiĢ olduğu etki bir tespit hükmünden kaynaklanmaktadır. Zira burada hukuk
mahkemesi tarafından malın mülkiyetinin kime ait olduğu veya nafaka yükümlülüğünün
olup olmadığı tespit edilmektedir.
Nafaka yükümlülüğünün ihlaline iliĢkin olarak hukuk mahkemesince verilmiĢ
hükümlerin ceza mahkemesine etki etmeyeceğini savunan yazarlar, neticede hakkaniyete
aykırı hükümler verilebileceğini öngördükleri için görüĢlerini yumuĢatma yoluna
gitmiĢlerdir. Mesela, eğer kiĢi hakkında hukuk mahkemesinde bir nafaka davası açılmıĢ ve
hukuk mahkemesi kiĢinin nafaka ödemek zorunda olmadığına hükmetmiĢse bu hükmün bu
kiĢi hakkında nafaka yükümlülüğünü ihlalden dolayı yapılacak ceza yargılamasına etki
etmesi gerekir. Çünkü bu kiĢi verilmiĢ olan hukuk mahkemesi hükmüne güvenmiĢtir. Bu
nedenle bu kiĢi, nafaka yükümlülüğünün varlığı konusunda kaçınılmaz bir hataya
düĢmüĢtür. KiĢinin düĢmüĢ olduğu bu kaçınılmaz hata ceza hakimi tarafından göz önünde
bulundurulmalıdır 359 . Zira böyle bir durumda kiĢinin cezalandırılmaya kalkıĢılması
kiĢilerin yargıya güvenlerinin sarsılması gibi çok ağır sonuçları doğurur360.
Kanımızca gerek tespit etkisinin söz konusu olduğu diğer durumlarda gerekse de
nafaka yükümlülüğünün ihlali ile ilgili olarak önceden verilmiĢ bir mahkeme hükmünün
bulunduğu durumlarda, ceza mahkemesinin bu hükmü görmezden gelmesi hukuk
düzeninin birliği ile örtüĢmez. Zira nafaka yükümlülüğünün ihlali suçunun oluĢabilmesi
için ilk baĢta bir nafaka yükümlülüğünün olması gerekir. Sanığın nafaka yükümlüsü
356
357
358
359
360
Kaiser, E. (1972). Bindung des Strafrichters an Zivilurteile in Verfahren nach § 170 b StGB. NJW, Heft
41, s. 1847; Lenckner, § 170, Rn. 13.
Bötticher, 1960, s. 525.
Bötticher, 1960, s. 525; Schwab, 1960, s. 2172.
Eschelbach, 2010, Rn. 5; Gollwitzer, 2001, Rn. 11.
Schwab, 1960, s. 2170.
84
olduğunu tespit eden bir hukuk mahkemesi hükmü var ise artık ceza mahkemesinin bu
hükmü görmezden gelmesi mümkün değildir.
ġu hususu da belirtmekte fayda vardır ki sanığın hukuk mahkemesinde nafaka
ödemeye mahkum edilmiĢ olması, nafaka yükümlülüğünün ihlali durumunda onun ceza
mahkemesi tarafından mutlaka cezalandırılacağı anlamına da gelmez 361 . Böyle bir
durumda, hukuk düzeninin birliği düĢüncesine aykırılık teĢkil eden husus, hukuk
mahkemesinin
nafaka
yükümlülüğünün
oluĢtuğunu
belirtmesine
rağmen,
ceza
mahkemesinin kendi değerlendirmesi sonucunda nafaka yükümlülüğünün oluĢmadığına
kanaat getirerek sanığı beraat ettirmesidir. Yoksa, ceza mahkemesinin hukuk
mahkemesinin hükmü doğrultusunda nafaka yükümlülüğünün oluĢtuğunu kabul etmesine
rağmen, ceza hukukuna hakim olan ilkeler çerçevesinde, örneğin sanığın tehdit sonucu
nafaka borcunu ödememiĢ olması durumunda olduğu gibi, sanık hakkında herhangi bir
cezaya hükmetmemiĢ olmasının hukuk düzeninin birliği ilkesine aykırılık teĢkil
etmeyeceği kanaatindeyiz.
3.5.
Bağlayıcılık Etkisinin Aleyhinde Ve Lehinde Ġleri Sürülen GörüĢler
Mevzuatımızda diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerle ceza mahkemesinin
bağlı olduğuna veya olmadığına iliĢkin genel bir düzenleme bulunmamaktadır.
Bağlayıcılık etkisi ile ilgili mevcut düzenlemeler ise birbiriyle uyumlu değildir.
Bazılarında diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesi için
bağlayıcı olduğu belirtilirken362, bazılarında ise ceza mahkemesinin bağlı olmayacağı363
açık bir Ģekilde belirtilmektedir. Bu nedenle gerek öğreti gerekse de mahkeme kararlarında
bağlayıcılığın lehinde ve aleyhinde görüĢler ortaya çıkmaktadır. Biz de bu belirtilen
duruma paralel olarak bağlayıcılık ile ilgili görüĢleri iki grup halinde incelemeye
çalıĢacağız.
361
362
363
Schwab, 1960, s. 2172.
Örn. 6356 Sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu’nun 71’inci maddesi, 6100 Sayılı Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’nun 214/1 hükümleri, ceza mahkemelerinin diğer mahkemeler tarafından verilen
hükümler veya kararlar ile bağlı olduğuna yer veren kanuni düzenlemelerdir.
Örn. 213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’nun 367’inci maddesinin dördüncü fıkrasında vergi makam ve
mercilerinin kararlarının ceza hakimini bağlamayacağı hükmüne yer verilmiĢtir.
85
3.5.1. Aleyhinde Ġleri Sürülen GörüĢler
Öğreti ve uygulamada ceza mahkemesinin diğer mahkemeler tarafından verilen
hükümler ile bağlı olmayacağına iliĢkin değiĢik görüĢler ileri sürülmektedir. Bu
görüĢlerden bir kısmı bağlayıcılık etkisini tamamen reddederken; diğer bir kısmı, hükmü
veren mahkemeye göre bağlayıcılığı ya kabul etmektedir ya da reddetmektedir.
Bu baĢlık altında görüĢlerden yola çıkılarak bir tasnif yapılmaya çalıĢılmıĢtır. Bu
nedenle bağlayıcılığın karĢısında olan bazı yazarların farklı gerekçelerini farklı baĢlıklar
altında toplama zarureti doğmuĢtur.
Aslında ceza mahkemesinin diğer mahkemeler tarafından verilen hükümler ile bağlı
olmadığını savunan yazarların temel dayanağı, ceza muhakemesinde maddi gerçeğin
araĢtırılması ilkesinin geçerli olmasıdır. Ancak bu durum bazı görüĢlerde açıkça dile
getirilirken, bazı durumlarda bu görüĢten hareket edilerek farklı gerekçeler ileri
sürülmüĢtür. Bağlayıcılık etkisinin aleyhinde ileri sürülen görüĢleri oluĢtururken bu husus
da göz önünde bulundurulmuĢtur.
3.5.1.1.
Ceza Hâkiminin Maddi Gerçeği AraĢtırma Zorunluluğu Nedeniyle
Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ
Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeğe ulaĢmaktır. Maddi gerçek ise bugüne
dayanılarak dünün öğrenilmesidir 364 . Ceza muhakemesinde maddi gerçeğin araĢtırılıyor
olmasının en önemli sonucu, soruĢturma ve kovuĢturma makamlarının olayı resen
araĢtırmasının ve bunun sonucunda da mahkemenin toplanan delilleri vicdani kanaatine
göre serbestçe değerlendirmesinin kabul edilmesidir (CMK md. 217, f. 2).
Ceza hakiminin diğer mahkemeler tarafından verilen hükümler ile bağlı olmaması
gerektiğini savunan yazarların dayanak noktası da ceza muhakemesinde maddi gerçeğin
aranıyor olmasıdır. Bu yazarlara göre, bağlayıcılığı kabul etmek, ceza hakimine,
gerçekliğinden Ģüphe duyduğu bir durumu zorla kabul ettirmek anlamına gelir. Bu da ceza
muhakemesinde geçerli olan, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ve adalet prensiplerine
aykırılık teĢkil eder 365.
364
365
ġahin/Göktürk, 2013, s. 15.
Schmidt, E, 1964, Rn. 322; Schmidt, G, 1966, s. 94; Hellmann, 1954, s. 68; Abel, 1961, s. 34; Yurtcan,
1987, s. 32; Feyzioğlu, 2002, s. 137.
86
Ceza hukuku, kiĢi hak ve hürriyetlerine en ağır müdahaleyi oluĢturan hukuk
disiplinidir. Bir kiĢinin haksız yere mahkum olması, toplumun adalete olan güven
duygusunda tamiri mümkün olmayan yaralar açar. Bu yüzden bu hukuk disiplini
çerçevesinde, adaletin tecelli etmesi ile kesin hüküm nedeniyle diğer mahkeme hükümleri
ile bağlılık (hukuki güvenlik gerekçesiyle) bir terazinin farklı iki kefesine konulsa adaletin
tecelli etmesinin yer aldığı taraf daha ağır gelir366. Zira her ceza hakiminin maddi gerçeği
kendi kanaatine göre değerlendirmesi gerektiği, muhakemenin vazgeçilmez bir ilkesidir.
Kesin hüküm nedeniyle, vazgeçilmez olan bu ilkeye sınırlandırma getirilemez367. Ancak bu
görüĢte olan yazarlar, her iki dava arasında uzunca bir zaman aralığının girmiĢ olması
durumunda, maddi gerçeğe ulaĢmanın güçlük arz edeceğini de itiraf etmektedirler368.
Bir önceki mahkemenin bir ceza mahkemesi olması durumunda dahi yine ceza
muhakemesinde hakim olan maddi gerçeğin aranmasından hareket edilerek, bağlayıcılık
etkisi reddedilmektedir. Bu görüĢteki yazarlara göre, ceza muhakemesinde maddi gerçek
araĢtırılsa da mahkemelerin hükümleri ile ulaĢtığı gerçeklik hiçbir zaman mutlak gerçeğin
kendisi değildir. Mahkemenin ulaĢtığı gerçeklik, belirli bir yargılamanın sonunda ve belirli
delillerin değerlendirilmesi sonucunda ulaĢılan gerçekliktir. Mahkemenin ulaĢtığı bu
gerçeklik, mutlak gerçek ile bazen az bazen ise çok uyum içerisindedir. Bu nedenle
ulaĢılan gerçeklik her zaman için sübjektif bir karakter arz eder. Ġlk verilmiĢ hükme konu
olan uyuĢmazlık, sonraki bir davada bir ön sorun olarak ortaya çıkarsa sonraki yargılamayı
yapan ceza mahkemesinin de bu ön sorun hakkında kendi gerçeğini tesis etmesi gerekir369.
3.5.1.2.
Ceza Hâkiminin Bir Diğer Ceza Mahkemesi Hükmü ile Dahi Bağlı
Olmaması Nedeniyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ
Bu görüĢ ceza hakiminin vicdani kanaatine göre karar vermesi gerektiğini esas
almıĢtır. Ceza muhakemesi öğretisinde, ceza hakiminin olay hakkında vicdani kanaatine
göre karar vermesi gerektiği yönünde görüĢ birliği mevcuttur. Bu ilkeden yola çıkılarak
denilmiĢtir ki eğer ceza hakimi baĢka bir mahkeme hükmü ile bağlı olursa, vicdani
kanaatine göre hüküm vermiĢ olmaz. Çünkü hakimin kanaati ile baĢka bir mahkemenin
hükmü yer değiĢtirmiĢtir370. Bu nedenle ceza hakimi, hukuk mahkemesi hükmü ile asla
366
367
368
369
370
Hellmann, 1954, s. 69.
Yurtcan, 1987, s. 32; Feyzioğlu, 2002, s. 137.
Yurtcan, 1987, s. 32.
Tolksdorf, K. (1999). Zur Bindung des Strafrichters an Feststellungen rechtskräftiger Strafurteile.
Festschrift für Gerald Grünwald, (1. Auflage). Baden- Baden, s. 737.
Abel, 1961, s. 7.
87
bağlı olamaz. Zira ceza hakimi, bir ön sorunun değerlendirilmesi noktasında, bu ön sorun
baĢka bir ceza mahkemesi tarafından çözülmüĢ olsa dahi vicdani kanaate göre hüküm
verilmesi ilkesi gereğince, bu mahkemenin kararına uymak zorunda değildir. Bu bakımdan
kendi muhakeme alanındaki bir mahkemenin hükmü ile bağlı olmayan bir mahkeme,
evleviyetle baĢka bir muhakeme alanındaki mahkeme hükmü ile de bağlı olmaz371.
Önceki mahkemenin bir ceza mahkemesi olması durumunda bağlayıcılığı kabul
etmeyen yazarları iki grupta toplamak mümkündür. Ġlk gruptaki yazarlar önceki ceza
mahkemesi hükmünün bağlayıcılık etkisi doğurmasını, ceza yargılamasının görevinden
hareket ederek reddetmektedirler. Bu yazarlara göre, ceza yargılamasının temel görevi
sanığın cezalandırılmasıdır. Bundan dolayı ceza davasının konusu, devletin cezalandırma
hakkının olup olmadığının tespitidir 372 . Sanık hakkında mahkumiyet hükmü verilmiĢ
olması, bu hakkın var olduğu; beraat hükmü ise bu hakkın mevcut olmadığı anlamına
gelir373. Bu nedenle hükmün kesin hükme kavuĢan kısmı ise sadece devletin cezalandırma
hakkının olup olmadığının tespitidir. Ancak devletin cezalandırma üzerindeki bu hakkı,
daha sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkmaz. Daha sonraki davada ön sorun
olarak ortaya çıkacak husus, sanığın daha önceden suç iĢleyip iĢlemediğidir. Bu da
mahkumiyet veya beraat hükmü ile kesin bir Ģekilde tespit edilmiĢ değildir. Böyle olunca
da kesin hükme kavuĢmamıĢ bir hususun, daha sonraki davada bağlayıcılık etkisi
göstermesi söz konusu olamaz. Bu görüĢe göre, önceki mahkeme hükmü sonraki davaya
belge delili olarak sunulabilir. Ancak bu durum, önceki mahkemenin hükmünün sonraki
hakim için bağlayıcı olacağı anlamına gelmez. Sonraki hakim delillerin serbestçe takdir
edilmesi prensibi gereğince, önceki mahkeme hükmünü diğer delillerle birlikte bir
değerlendirmeye tabi tutar374.
Ġkinci gruptaki yazarlar, sanık tarafından gerçekleĢtirilen suç hakkında verilen
hükmün kesinleĢtiğini kabul etmelerine rağmen, ilk hükmü veren ceza mahkemesi
hükmünün baĢka bir konu hakkında yargılama yapan ceza mahkemesi için bağlayıcı etki
doğurmayacağı görüĢündedirler 375 . Bu yazarlara göre, ceza mahkemesi hükmü yalnızca
kesin hükmün olumsuz etkisinin söz konusu olduğu durumlarda bağlayıcı bir etkiye
sahiptir. Dava konularının farklı olduğu durumlarda, sonraki ceza mahkemesi önceki ceza
mahkemesi hükmü ile bağlı değildir. Ceza mahkemesinde delillerin serbestçe araĢtırılması
371
372
373
374
375
Koch, 1963, s. 50; Abel, 1961, s. 8.
Abel, 1961, s. 66
Abel, 1961, s. 65.
Abel, 1961, s. 71.
Schmidt, E, 1964, Rn. 322; Schmidt, G, 1966, s. 94; Hellmann, 1954, s. 68.
88
ve değerlendirilmesi ilkesi geçerlidir (CMK md. 217, f. 2; StPO § 261). Bir ceza
mahkemesi, kesinleĢmiĢ baĢka bir ceza mahkemesi hükmü ile bağlı olduğu müddetçe
delilleri serbestçe araĢtırıp değerlendiremeyecek, aynı zamanda bir yükümlülük olan bu
yetkisini yerine getiremeyecektir376.
Görüldüğü gibi bu görüĢteki yazarlar önceki mahkemenin bir ceza mahkemesi
olması durumunda dahi bağlayıcılığı kabul etmemektedirler. Kanunda aksine bir
düzenleme (TCK md. 127 gibi) mevcut değilse diğer ceza mahkemelerinden verilen
hükümler de ceza hakimini bağlamaz. Aynı husus, bir idari iĢlemin hukuka uygunluğu
hakkında verilen idare mahkemesi hükümleri için de geçerlidir. Yani idare mahkemesi
tarafından bir idari iĢlemin hukuka uygun olduğuna karar verilmiĢ olsa da ceza mahkemesi,
ön sorun teĢkil etmesi nedeniyle değerlendirmek zorunda olduğu bu idari iĢlemi hukuka
aykırı olarak değerlendirebilir. Maddi gerçeğin araĢtırılması ilkesi bunu gerektirir377.
3.5.1.3.
Ġlk
Hükümdeki
Olası
YanlıĢlıkların
Devam
Edeceği
DüĢüncesiyle
Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ
Bu görüĢteki yazarlara göre, bağlayıcılık etkisinin kabul edilmemesi durumunda
birbiriyle çeliĢen hükümler ortaya çıkabilir. Fakat bağlayıcılık etkisinin söz konusu olması
durumunda ilk hükümde yapılan hata daha sonraki yargılamada devam eder. Bu durum ise
mahkeme hükümlerinin birbiriyle çeliĢmesinden daha vahim bir durum arz eder378.
Bu görüĢteki yazarlar, görüĢlerini gerekçelendirirken hukuki güvenlik ilkesini
referans almaktadırlar. Bu yazarlara göre, ilk hükmün hatalı olması ve bu hükme
bağlayıcılık etkisinin tanınması durumunda, ikinci yargılamada ulaĢılan sonuç da hatalı
olacaktır. Eğer bağlayıcılık etkisi kabul edilmez ise sonraki hükmün gerçeğe uygun bir
hüküm olması daha kuvvetli bir ihtimal olur. Ġki hatalı hükmün verilmesi, tek hatalı
hükmün verilmesine nazaran daha fazla bir Ģekilde hukuki güvenlik ilkesini zedeler379.
376
377
378
379
Hellmann, 1954, s. 68.
Moschüring, H. (1993). § 262. Reihe Alternative Kommentare Kommentar zur Strafprozeβordnung. Band
2, Teilband 2 (Gesamtherasugeber Wassermann Rudolf), Luchterhand, Rn. 7.
Henkel, s. 392(Strafprozessrecht 1968)’den naklen Yurtcan, 1987, s. 31.
Bruns, 1957, s. 143 dn. 2.
89
3.5.1.4.
Hukuki Dinlenilme Hakkına Zarar Vereceği Gerekçesiyle Bağlayıcılığı
Reddeden GörüĢ
Bağlayıcılık etkisini kabul etmeyen baĢka bir görüĢ, bunun nedeni olarak hukuki
dinlenilme hakkını (rechtlichen gehörs) görmektedir. Bu ilkeye göre herkes, bütün
muhakeme hukuku alanları bakımından geçerli olmak üzere, hakkında bir hüküm
verilmezden evvel olaya iliĢkin iddialarını ve savunmalarını hakime sunmak imkanına
sahip olmalıdır. Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi bu ilkeye zarar verir. Zira
bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi ile olayın taraflarının sonraki mahkeme önünde bu
olaya iliĢkin iddia ve savunma yapma olanakları ellerinden alınmıĢ olur380.
3.5.1.5.
Ceza
Muhakemesi
ile
Diğer
Muhakeme
Alanlarının
Korudukları
Menfaatlerin Farklı Olması Nedeniyle Bağlayıcılığı Reddeden GörüĢ
Bazı yazarlar önceki mahkemenin ceza mahkemesi olmaması halinde, bu
mahkemelerin farklı bir menfaati korudukları gerekçesi ile ceza mahkemesi açısından
bağlayıcı bir hüküm veremeyeceklerini savunmaktadırlar381.
Hukuk muhakemesinde tarafların karĢılıklı çatıĢan menfaatleri söz konusu iken; ceza
muhakemesi
devletin
yoğunlaĢmaktadır
382
suç
iĢleyen
kiĢiyi
cezalandırması
hakkı
üzerinde
. Ayrıca hukuk ve ceza davalarının amaçları ve yargılama usulleri
birbirinden tamamıyla farklıdır: Ceza davalarının amacı genel menfaate, hukuk davalarının
amacı ise özel menfaate dayanmaktadır. Bunun sonucu olarak da ceza muhakemesinde
deliller serbest Ģekilde ele alınırken; hukuk muhakemesinde bu serbesti söz konusu
değildir. Bundan dolayı, delillerini serbestçe takdir eden bir hakimi, hükmünü kanunun
öngördüğü delillere dayandırmaya mecbur olan ve takdirlerinde serbest olmayan
hakimlerin hükümlerini kabul etmeye mecbur tutmak, açık bir mantıksızlığı gösterir383.
380
381
382
383
Plank J.W, “Soll einem prozessordnungsgemäβ erlassenem strafrichterlichen Urtheile, wodurch eine
Frage entschieden ist, welche der Entscheidung einer Civilsache präjudiziert, für diese letztere die Kraft
eines vollen Beweises eingeräumt werden?”, Gutachten, Verhandlungen des Siebenten deutschen
Juristentages, 1. Band, Berlin (1868), s. 3’den naklen, Trousil, 2005, s. 16.
Tolksdorf, 1999, s. 734.
Hellmann, 1954, s. 90.
Kantar, B. (1957). Ceza Muhakemeleri Usulü, Birinci Kitap. (Dördüncü Bası). Ankara, s. 310; aynı
Ģekilde hukuk hakiminin ceza mahkemesi kararlarından bağımsız olduğu belirtilirken de ceza hukuku ile
borçlar hukukunun amaçlarının birbirinden farklı olduğu gerekçesine dayanılmaktadır. Bu görüĢe göre, “
ceza hukuku esas itibariyle kamu yararı amacına yöneliktir ve bu arada suçlunun ıslahını ön plana
almaktadır. Buna karĢın borçlar hukukunun dolaylı olarak kamu yararı amacından hareket ettiği
söylenebilirse de görünür ilk amacı haksız fiile uğrayanın kiĢisel zararının giderilmesidir” (Türker, 1980,
s. 313).
90
Hukuk muhakemesinde ve ceza muhakemesinde uyuĢmazlık konuları farklı olduğu
için (ceza muhakemesinde söz konusu edilen Ģey devletin cezalandırma hakkı iken; hukuk
muhakemesinde, tarafların özel hukuka iliĢkin talepleridir), maddi olgulara iliĢkin tespitler
birbirleri için kesin hükme kavuĢmazlar. Bu yüzden hukuk hakimi, sanık ceza yargılaması
sonucunda beraat etmiĢ olsa da davalı aleyhine hüküm verebilir. Maddi olgularla ilgili
tespitlerin bağlayıcılığına iliĢkin soru, kesin hüküm etkisi ile ilgili bir soru değildir. Eğer
bu konuda özel bir düzenleme mevcut değilse maddi olgulara iliĢkin tespitler bir
bağlayıcılık etkisi doğurmazlar384.
Bu görüĢteki yazarlardan bazıları, hukuk mahkemesinin kesin hükmünün ceza
davasına hiçbir etkisinin olmayacağını, fakat ceza mahkemesince bekletici sorun yapılmıĢ
ise bu konudaki kesinleĢmiĢ hukuk mahkemesi kararının ceza davasını etkileyeceğini
savunmaktadır 385 . Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında “hukuk ve ceza davalarının
konuları, tarafları ve mahiyetleri tamamıyla ayrı olduğu cihetle, hukuk mahkemelerinden
verilen kesinleşmiş bir hükmün kural olarak ceza davasına etkili olmaması” gerektiği
kanaatindedir386.
384
385
386
Bruns, 1957, s. 122.
Taner, T. (1950). Ceza Muhakemeleri Usulü. (Ġkinci bası). Ġstanbul, s. 104-105.
“Ceza hakiminin, hangi hallerde hukuk mahkemesinin kararı ile bağlı olduğu hususunun aydınlığa
kavuşturulmasında yarar bulunmaktadır. Ceza kakimi, CMUK 'nun cevaz verdiği ve sanık iradesine bağlı
kalmadığı "re 'sen tahkik" ve delil toplama imkanına sahip olduğu halde, hukuk hakimi, davacı veya
davalı tarafından talep ve iddia edilmeyen bir hususu (HUMK m. 74 ve 75) asla kendiliğinden nazarı
itibare alamaz ve onun tahkikine girişemez. Binaenalyh, ceza hakimi, delil toplama yönünden, hukuk
hakiminden daha serbest ve daha farklı durumdadır (İsmail Doğanay, Hukuk Hakimi Ceza Mahkemesi
'nin Hangi Kararı ile Bağlıdır. Yargıtay Dergisi, 1975; sayı : 2). CMUK 'nun 254. maddesinde :
(Mahkemenin irat ve ikame edilen delilleri duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaata göre takdir
edeceği) hükme bağlanmıştır. Bu hüküm, hakimin vicdani kanaatine büyük önem verildiğini gösterir ve
bir ceza davasına hakimin, gerceğe güvenli biçimde ulaşabilmesi için, olayla ilgili tüm delillerle, arasına
zorunluluk olmadıkça bir aracı girmeksizin, doğrudan doğruya ilişki kurması gereklidir. Hukuk usulünde
hakim çok kez yasaya ve şekle ilişkin delillerle bağlıdır. Ceza usulünde ise delillere dayalı vicdani kanı
söz konusu olduğundan delil serbestliği esastır. Delillerin suçluluğu kesinlikle ispatlayıcı güçte olduğu
kanısına varmadan hakimini mahkumiyet kararı vermemesi gerekir. Tam bir kanıya varılmayan, kuşkulu
hallerde, kuşkunun sanığın lehine olduğu kuralına uyulmak gerektiği gibi (Selami Akdağ, Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanunu Şerhi, s. 410); hukuk ve ceza davalarının konuları, tarafları ve mahiyetleri
tamamıyla ayrı olduğu cihetle, hukuk mahkemelerinden verilen kesinleşmiş bir hükmün kural olarak ceza
davasına etkili olmaması gerekir. Ancak, hukuk mahkemesinin kesin hükme bağladığı meselenin halli,
daha önce meselei müstehire (bekletici neden) şeklinde ceza mahkemesinden hukuk mahkemesine tevdi
edilmiş ise, bu konuda verilecek hüküm, diğer delillerle birlikte takdir edilecek ve kuşkusuz ceza
mahkemesince gözönünde tutulacaktır. Olayımızda böyle bir durum da söz konusu değildir. Bartın 2. A.
Hukuk Mahkemesi 'nin 1978/449 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; yasa dışı lokavtın unsurlarından
olan, işverenin 57 işçiyi işten çıkarmasıyla işyerinde faaliyetin büsbütün ortadan kalkmadığı hususu
yeterince araştırılmadan adı geçen mahkemece hüküm kurulduğu görüldüğü gibi; yerel mahkemenin,
sanık ve vekili tarafından ileri sürülen ve sanığın suç kastına tayinine yarayacak delilleri toplama gereği
duymadan, Bartın 2. A. Hukuk Mahkemesi 'nin 19.9.1978 tarihli kesinleşmiş kararına dayanarak müsnet
suçun oluştuğunu kabul etmesi yerinde bulunmadığından sanık vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,
direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir” YCGK, 21.04. 1980 tarih ve E. 1980/9-110, K.
1980/166 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 26.10.2011.
91
Bir mahkeme tarafından verilmiĢ hükmün diğer muhakeme alanlarına sirayet etmesi
üzerindeki tartıĢma yeni değildir. Mesela, 1868 yılında yapılan 7. Alman Hukukçular
Kongresinde, neredeyse görüĢ birliği halinde, hukuk mahkemesinin ceza hakiminin
tespitleri
ile
bağlı
(Kognitionsfreiheit)
olması,
gerekçesi
hakimin
araĢtırma
özgürlüğünü
ile reddedilmiĢtir. Bu durumun,
sınırlandırdığı
maddi
gerçeğin
araĢtırılmasının hukuk davalarındakinden daha önemli olduğu ceza davalarında ve bu
bakımdan ceza hakimi açısından evleviyetle kabul edilmesinin gerekli olduğu
savunulmaktadır387.
Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi ile ilgili bir baĢka giriĢim, yine Almanya’da
2003 yılında, iki farklı kanun tasarısının hazırlanması suretiyle gerçekleĢtirilmiĢtir. Her ne
kadar bu kanun tasarıları ceza mahkemesi hükümlerinin hukuk mahkemelerine etkisi ile
ilgili olsa da konumuz açısından bahsedilmeye değerlerdir. Bunlardan ilki “Birinci
Yargılamaların Hızlandırılmasına ĠliĢkin Kanun Tasarısı” (Entwurf eines Ersten Gesetzes
zur Beschleunigung von Verfahren der Justiz- JuBeG) 388 ,
ModernleĢtirilmesine
ĠliĢkin
Kanun
Modernisierung der Justiz- JuMoG)
389
Tasarısıdır
(Entwurf
bir diğeri ise Yargının
eines
Gesetzes
zur
. Ġlk tasarıda Alman Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun (ZPO) 286’ıncı paragrafına bir üçüncü fıkra eklenmek istenmekteydi 390 .
Ġkinci tasarıda ise yine Alman Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na 415’inci paragraftan sonra
gelmek üzere, 415a paragrafının eklenmesi öngörülmüĢtü391.
Belirtilen tasarı metinleri392, 1 Temmuz 2004 tarihinde kabul edilen ve 1 Eylül 2004
tarihinde yürürlüğe giren “Birinci Yargının ModernleĢtirilmesi Kanunu’nda (1.
Justizmodernisierungsgesetz) yer almamıĢlardır
393
. Bunun gerekçesi olarak ceza
muhakemesinde ve hukuk muhakemesinde farklı yargılama prensiplerinin kabul edilmesi
387
388
389
390
391
392
393
Bötticher, 1960, s. 524; Trousil, 2005, s. 4.
Tasarının tam metni için bkz. BT-Drs, 15/1508, http://dipbt.bundestag.de/dip21/btd/15/015/1501508.pdf,
eriĢim tarihi: 03.06.2012.
Tasarının
tam
metni
için
bkz.
BT-Drs,
15/999,
s.
1
vd,
http://dipbt.bundestag.de/dip21/btd/15/009/1500999.pdf, eriĢim tarihi: 03.06.2012.
Alman Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (ZPO) 286’ıncı paragrafına eklenmek istenen üçüncü fıkra
hükmü Ģu Ģekilde idi: “KesinleĢmiĢ bir ceza mahkemesinin olaya iliĢkin tespitleri, aynı olaya iliĢkin
taleplerden dolayı açılan davada mahkemeyi bağlar. Eğer mahkeme ceza hükmünün gerçekliğinden Ģüphe
duyuyorsa veya olayı farklı değerlendirmek veya yeniden delil ikamesi için hukuki gerekçeleri
bulunuyorsa, ceza mahkemesinin kararının bağlayıcılık etkisi bulunmaz”, bkz. BT-Drs, 15/999, s. 3.
Alman Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenmesi düĢünülen “KesinleĢmiĢ Ceza Mahkemesi
Hükümlerinin Ġspat Kuvveti” baĢlıklı 415a paragrafı Ģu Ģekilde idi: “1- Cezalara ve kabahatlere iliĢkin
kesinleĢmiĢ mahkeme hükümleri, ispat etmiĢ oldukları olaylara iliĢkin tam bir kanıt teĢkil ederler. 2Taraflardan birisinin, gerekçeli olmak kaydıyla, yeni kanıt önerisi üzerine aynı olay ile ilgili yeni
delillerin toplanması mümkündür”, bkz. BT-Drs, 15/1508, s. 6.
Belirtilen tasarı metinleri, daha sonra “Birinci Yargının ModernleĢtirilmesi Kanununa ĠliĢkin Tasarı”
baĢlığı altında birleĢtirilmiĢtir, bkz. BT-Drs, 15/3482, s. 3.
Trousil, 2005, s. 2.
92
gösterilmiĢtir. Bu bakımdan taraflarca getirilme (dispositionsgrundsatz) ve resen araĢtırma
ilkesinin (untersuchungsgrundsatz) karıĢtırılması kabul edilemez. Zira eğer bu tasarı kabul
edilmiĢ olsa, ilgililerin hukuki durumları açıkça kötüleĢtirilmiĢ olacaktır. Ayrıca ceza
mahkemesi
hükümlerinin
muhakemesindeki
mevcut
hukuk
mahkemesine
kurallara
da
büyük
etkisini
zarar
kabul
verecektir.
etmek,
ceza
Çünkü
ceza
muhakemesinde ulaĢılan sonuçların hukuk muhakemesinde nasıl bir sonuç doğuracağını
sanık öngörebilecek durumda değildir394.
3.5.1.6.
Kesin Hükmün Sübjektif Sınırı Nedeniyle Diğer Muhakeme Alanlarında
Yer Alan Mahkemeler Tarafından Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesini
Bağlamayacağı GörüĢü
Bu görüĢ taraftarlarına göre, kesin hükmün sübjektif sınırı ceza mahkemesinin hukuk
mahkemesi kararı ile bağlı olmasına engel teĢkil eder. Zira hukuk mahkemesinin kesin
hüküm etkisi yalnızca ilk davaya katılan kiĢiler üzerinde doğar. Ancak ceza davasının bir
tarafını temsil eden savcılık hiçbir zaman hukuk davasında bir taraf olamaz. Taraf
aynılığından bahsedilemeyince de kesin hüküm etkisi kendiliğinden oluĢmayacaktır. Bu
yüzden ceza hakimi de hukuk mahkemesi hükmü ile bağlı olamaz395.
3.5.2. Lehinde Ġleri Sürülen GörüĢler
Bağlayıcılık etkisinin karĢısında olan yazarlar gibi, bağlayıcılık etkisini savunan
yazarlar da görüĢlerini birden fazla sebebe dayandırmaktadırlar. Bu nedenle, aynen
bağlayıcılık etkisinin aleyhinde ileri sürülen görüĢlerde olduğu gibi, bazı yazarların farklı
gerekçelerine farklı baĢlıklar altında yer vermiĢ bulunmaktayız.
3.5.2.1.
Hükmün Bünyesinde Kamusal Bir Emir Barındırdığı Gerekçesi ile
Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ
Bağlayıcılık etkisinin lehinde ileri sürülen görüĢlerin en eskisi olan bu görüĢün temel
çıkıĢ noktası, mahkemelerin aslında devlet otoritesinin birer temsilcisi olarak görev
394
395
BT-Drs, 15/3482, s. 17.
Bruns, 1957, s. 136; AĢık, Ġ. (1998-1999). Ceza ve Hukuk Yargılama Usulleri Arasındaki BaĢlıca Farklar
ve Bunun Ġki Yargılama Faaliyetinin Birbirini Etkilemesi Açısından Önemi. KÜHFD, yıl 2, sayı 2, s. 9.
93
yapmasından ve verdikleri hükümlerin bütünlük arz eden devlet otoritesinin bir
yansımasından ve tasdik edilmesinden baĢka bir Ģey olmadığı düĢüncesidir396.
Bu düĢüncenin bir sonucu olarak bir hüküm, sadece somut bir hukuki durumu tespit
etmiĢ olması nedeniyle değil; ayrıca ve daha fazla bir Ģekilde, devletin iradesinin bir
yansıması olması nedeniyle, bağlayıcı etkiye sahiptir. Bu haliyle bir mahkeme hükmü,
herkes için ve herkese karĢı kamusal bir emir ihtiva eder397. Aynı Ģekilde, idari merciler ve
mahkemeler de bağlayıcı olan bu kamusal emri dikkate almalıdırlar. Hiçbir mahkemenin
veya idari merciin verilmiĢ olan bu hükmü Ģüpheli hale sokma yetkisi yoktur398.
3.5.2.2.
Yargılamanın Yenilenmesi Sebeplerinden Yola Çıkarak Bağlayıcılığı Kabul
Eden GörüĢ
Yargılamanın yenilenmesi sebeplerinin hukuki güvenlik ilkesi nedeniyle kabul
edilmesinden yola çıkan bir görüĢ, bu sebeplerin, bağlayıcılık etkisinin kabul edildiğini
gösteren bir kanıt olarak görülebileceğini belirtmektedir 399 . Bir hükümde yargılamanın
yenilenmesini gerektirecek bir hata söz konusu değilse bu hüküm, sonraki hâkim için
bağlayıcıdır.
Sonraki
yargılamayı
yapan
mahkeme,
ilk
hükümde
yargılamanın
yenilenmesini gerektirecek bir hata görürse o hükümden ayrılabilir400. Çünkü yargılamanın
yenilenmesi söz konusu olursa mahkeme, önceki hükmünü değiĢtirme hakkına sahiptir. Bir
mahkemenin kendi hükmünden ayrılabildiği durumlarda, baĢka bir mahkemeyi bu
mahkemenin ilk verilen hükmü ile bağlı tutmak açık bir çeliĢki arz eder401.
Konuyla ilgili Yargıtay’ın, bir ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi hükmüne etkisi
hakkında vermiĢ olduğu bir karar dikkat çekicidir. Yüksek mahkeme her ne kadar
yargılamanın yenilenmesi sebeplerinden bahsetmemiĢse de bu baĢlık altında belirtilen
görüĢe paralel bir Ģekilde, ilk hükmün hatalı olarak verildiğinin anlaĢılması durumunda, bu
hüküm ortadan kalkmıĢ olmasa da sonraki mahkemenin bu hükümden ayrılabileceğine
karar vermiĢtir402.
396
397
398
399
400
401
402
Kuttner, 1914, s. 3.
Binding, 1915, s. 347.
Kuttner, 1914, s. 3.
Waldeyer, 2006, s. 146; Binding, 1915, s. 350.
Binding, 1915, 315, s. 351; Zaczyk, 1988, s. 371.
Binding, 1915, s. 350.
Yüksek mahkeme, kararında özetle Ģu hususları belirtmiĢtir: “Davacı kendisini davalının dövmüş
olduğunu ve bu yüzden bir takım giderlere katlandığını ileri sürerek bunların tazminini istemiştir. Davalı,
dövme olayından dolayı ceza mahkemesince hükümlendirilmiş ve hükümlülük kararı kesinleşmiştir.
94
3.5.2.3.
Daha Önceki Ceza Mahkemesi Hükmünün Aynı Sanık Hakkında Olması
Durumunda Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ
Bu görüĢteki yazarlar, her iki yargılamanın da aynı sanık hakkında yürütülmüĢ
olması durumunda bağlayıcılığı kabul etmiĢtir403. Böyle bir durumda sanığın aynı olmasına
karĢılık, davanın konusu olan fiillerin farklı olması gerektiğini belirtmekte fayda vardır.
Zira fiilin de aynı olması durumunda kesin hükmün olumlu etkisinden değil, olumsuz
etkisinden bahsetmek gerekir.
Bu bakımdan Ģu örnek olayda bu yazarlar tarafından bir bağlayıcılık etkisinin söz
konusu olacağı ve sonraki yargılamayı yapacak hakimin, ilk mahkeme hükmü ile bağlı
olacağı savunulmaktadır: A, sigortalı evinde, genel güvenliği tehlikeye sokacak Ģekilde,
kasten yangına sebebiyet vermekten dolayı mahkum edilir (TCK md. 170). A’nın, evinin
yandığı gerekçesi ile sigorta Ģirketinden sigorta parasını talep etmesi üzerine, bu sefer de A
hakkında, nitelikli dolandırıcılığa teĢebbüs etmekten dolayı soruĢturma baĢlatılır ve
iddianame düzenlenir (TCK md. 158, f. 1, bent “k”). Bu yazarlara göre, bu örnek olayda,
dolandırıcılık suçundan dolayı yargılama yapan mahkemenin, dolandırıcılığın dayanağını
oluĢturan evin yakılması olayını araĢtırmasına gerek yoktur 404 . Verilen örnekten de
anlaĢılmaktadır ki bu yazarlara göre bağlayıcılık, sanığın hem lehine hem de aleyhine etki
göstermiĢ olabilir. Bağlayıcılığın sanığın aleyhine de etki gösterebilmesinin temel sebebi,
bir önceki davada sanığın kendisini savunma imkanını bulmuĢ olmasıdır. Bu sayede, temel
bir sanık hakkı olan hukuki dinlenilme hakkına da aykırı davranılmamıĢ olunmaktadır.
3.5.2.4.
Önceki
Ceza
Mahkemesi
Tarafından
Verilen
Beraat
Hükmünün
Bağlayıcılığını Kabul Eden GörüĢ
Bu görüĢ taraftarları önceki mahkemenin bir ceza mahkemesi olması durumunda,
sadece verilmiĢ beraat hükümlerinin bağlayıcılık etkisi doğurabileceğini savunmaktadır.
403
404
Davacı, bu olaylara dayanarak şimdiki davayı açmış ve bu dava sırasında kendisini dövenin davalı
olmayıp, kardeşleri olduğunu ve fakat davalının kardeşlerinin suçunu üzerine almış bulunduğunu ileri
sürmüştür. Hakimin haklı olarak titizlik göstermesi ve kendisine sözlerinin ne demek olduğunu sorarak
durumu yeniden açıklatması üzerine son sözlerinde davacı direnmiştir. Buna göre ve bir kimsenin kendi
davasını çürüten sözlerinin hukuk davalarında ona karşı sonuç doğurmasının usul hukukunun temel
kurallarından bulunmasına ve bu tazminat davasının hukuki nitelikçe kamu düzenini ilgilendiren bir dava
olmamasına göre burada Borçlar Kanunu’nun 53’üncü maddesi uyarınca ceza mahkemesi hükümlülük
kararının hukuk hakimini bağlayacağı ileri sürülemez” YHGK, 22.5.1963 tarih ve E. 3/14, K. 13 sayılı
kararı, (AD, yıl 54, Eylül-Ekim 1963, sayı 9-10, s. 1060-1061).
Grunsky, 1968, s. 223 vd.
Grunsky, 1968, s. 235.
95
Buna karĢılık, bir kiĢi hakkında verilmiĢ olan mahkumiyet hükmüne konu uyuĢmazlık,
daha sonraki bir yargılamada ön sorun olarak ortaya çıkarsa bu kiĢinin sonraki davada
diğer kiĢilerle eĢit Ģekilde masum sayılma hakkı söz konusu olur. Bu nedenle de bu kiĢinin
ön sorun teĢkil eden suçunun, daha sonraki davada tekrardan araĢtırılması ve tespit
edilmesi gerekir 405 . Bu görüĢün kabul edilmesi durumunda, bir önceki baĢlıkta vermiĢ
olduğumuz örnekte, kiĢi genel güvenliği kasten tehlikeye sokmaktan mahkum olduktan
sonra, dolandırıcılık suçundan dolayı yargılandığı davada, evini kasten yakmadığı
konusunda delil ileri sürebilecektir.
3.5.2.5.
Yargılamaların Ekonomikliği Gerekçesiyle Bağlayıcılığı Kabul Eden GörüĢ
Kesin hükmün bağlayıcılık etkisine sahip olmayacağını savunanlara karĢı denilmiĢtir
ki kesin hükmün bağlayıcılık etkisine sahip olmamasını, temelde ceza hukukunda geçerli
olan maddi gerçeğin aranmasına dayandırmak doğru değildir. KesinleĢmiĢ bulunan bir
hüküm yeniden ele alınmamalıdır. Kesin hükmün varlığının kabul edilmemesinin
neticesinde, her hakim aynı olayı tekrar ele almak isterse önceki hükmün verilmesi için
geçirilmiĢ bulunan zamanın ve bunun için yapılan masrafların boĢa gitmesi tehlikesiyle
karĢılaĢılabileceği gibi406, aynı konuya iliĢkin olarak verilmiĢ çeliĢkili hükümler de ortaya
çıkabilecektir. Bu nedenle kesin hükmün varlığının kabul edilmesi gerekir. Aksi takdirde
toplum düzenini ve kiĢilerin adalete olan güvenini sağlamak zor olur407.
Yukarıda zikrettiğimiz “Birinci Yargılamaların Hızlandırılmasına ĠliĢkin Kanun
Tasarısı”nın (JuBeG) gerekçesinde de benzer hususlara atıf yapılmıĢtır. Bu doğrultuda,
önceki mahkeme hükmü ile bağlı olacak mahkemenin iĢ yükü azalmıĢ olacaktır. Ayrıca ilk
mahkeme hükmü ile olay anı arasında daha kısa bir zaman aralığı olduğu için delil durumu
ilk hüküm anında daha iyi olacaktır408.
Yargının ModernleĢtirilmesine ĠliĢkin Kanun Tasarısı (JuMoG) ile Alman Hukuk
Muhakemeleri Kanunu’na eklenmek istenen 415a maddesinin gerekçesinde de benzer
hususlara temas edilmiĢtir. Bu kapsamda, ilk yargılama olan ceza yargılamasında mağdur
olarak yer alan kiĢinin, aynı olaya iliĢkin açmıĢ olduğu daha sonraki hukuk davasında, bu
olayın neticesini, mesela sanığın evinden hırsızlık yaptığını, ispat etmesine gerek yoktur.
405
406
407
408
Zaczyk, 1988, s. 370.
BT-Drs 15/1508, s. 12.
Akcan, 1988, s. 52.
BT- Drs, 15/999, s. 17.
96
Böylece aynı hususa iliĢkin aynı iĢlemlerin sonraki yargılamada tekrarlanmasının önüne
geçilmiĢ olur409.
Bir ceza mahkemesi hükmünün hukuk mahkemesine etkisi bakımından ileri sürülen
Ģu görüĢün diğer mahkemeler tarafından verilen hükmün ceza mahkemesine etkisi
bakımından da geçerli olduğu düĢüncesindeyiz. Bu görüĢe göre; bağlayıcılık etkisi
zamandan, emekten ve yargılama için yapılacak masraflardan tasarruf edilmesini sağlar.
Eğer bir olaya iliĢkin gerçeklik, Ģüpheye yer bırakmayacak Ģekilde bir ceza mahkemesi
tarafından ortaya konulmuĢ ise hukuk mahkemesi de ceza mahkemesinin bu hükmünden
yola çıkarak olaya özel hukuk hükümlerini uygulayabilir. Zira ceza mahkemesi bazen kiĢi
hakkında müebbet hapse hükmedebilmekte ve devlet de bu hükmün icrası noktasında
herhangi bir çekince göstermemektedir. Hukuk mahkemesinin de bu hükme güven
noktasında bir çekince göstermemesi gerekir. Aksi bir durumda, yani hukuk mahkemesinin
ceza mahkemesinin hükmüne konu olan olayla ilgili tekrardan bir araĢtırma yapması, ceza
mahkemesinin itibarını ve etkinliğini azaltır410.
3.5.3. GörüĢümüz
Bağlayıcılık etkisinin leh ve aleyhinde ileri sürülen görüĢler kapsamındaki temel
sorun; hukuk, idare ve ceza mahkemelerinin vermiĢ oldukları hükümlerin sonraki ceza
davasında kesin hüküm etkisi doğurup doğurmayacağıdır.
Bağlayıcılık etkisinin aleyhinde görüĢ bildiren yazarların temel çıkıĢ noktası, ceza
muhakemesinde maddi gerçeğin aranması olsa da görüĢler kendi içerisinde farklılık arz
etmektedir. Aynı Ģekilde, bağlayıcılık etkisinin lehinde ileri sürülen görüĢlerin temel çıkıĢ
noktası, aynı konuda birbiriyle çeliĢen hükümlerin verilmesinin önlenmesi suretiyle hukuki
güvenliğin tesis edilmesi olsa da yine görüĢlerin kendi içerisinde farklılaĢtığı
görülmektedir. Bu nedenle, ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olup
olmadığının; bağlı ise hangi hükümler ile bağlı olduğunun ve bağlılığın sınırının ne olması
gerektiğinin belirlenebilmesi için belirtilen bu görüĢlerin tetkik edilmesinin zorunlu olduğu
kanaatindeyiz.
409
410
BT- Drs, 15/1508, s. 20.
Eduard von Liszt, “Soll einem prozessordnungsgemäβ erlassenem strafrichterlichen Urtheile, wodurch
eine Frage entschieden ist, welche der Entscheidung einer Civilsache präjudiziert, für diese letztere die
Kraft eines vollen Beweises eingeräumt werden”, Gutachten, Verhandlungen des Siebenten deutschen
Juristentages, 1. Band, Berlin, 1868, s. 35’den naklen, Trousil, 2005, s. 15.
97
Bağlayıcılık etkisinin aleyhinde ileri sürülen görüşlerle ilgili olarak, ceza
muhakemesinde maddi gerçeğin araĢtırılıyor ve bunun sonucunda da toplanan delillerin
mahkemece serbestçe değerlendiriliyor olması, ilk baĢta ceza mahkemesinin diğer
mahkeme hükümleri ile bağlı olmayacağına iliĢkin bir dayanak noktası gibi görülebilir.
Ancak bu hususun daha yakından incelenmesi gerekmektedir. Bu bağlamda ilk olarak Ģu
soru sorulmalıdır: Acaba bu ilke mutlak mıdır? BaĢka bir ifadeyle, ceza muhakemesinde
maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun araĢtırılacak mıdır? Bu soruya olumsuz yanıt
vermek gereklidir. Zira delil yasakları kapsamında bu ilkeye önemli sınırlandırmalar
getirilmiĢtir. Örneğin ifade almada yasak usullerin kullanılması (CMK md. 148) veya
hakim ya da gecikmesinde sakınca bulunan hallerde savcı kararı olmadan iletiĢimin
denetlenememesi (CMK 135), bu kapsamda düĢünülebilir. Delillerin serbestçe
değerlendirilmesi gerektiği ilkesinin düzenlendiği CMK’nın 217’nci maddesinin ikinci
fıkrasına göre, hükme esas teĢkil edecek deliller mutlaka hukuka uygun bir Ģekilde
toplanmıĢ olmalıdır. Hukuka aykırı Ģekilde elde edilmiĢ deliller, maddi gerçeği ortaya
çıkarıyor olsa da hükme esas teĢkil edemez. Bu durumda toplanan diğer delillerin
mahkûmiyet hükmü verilebilmesi için yeterli olmaması durumunda, sanık hakkında beraat
kararının verilmesi gerekir.
Diğer taraftan mevzuatımızda yer alan bazı düzenlemeler ile ceza mahkemesinin
aynı konuya iliĢkin araĢtırma yapmasına bir sınırlandırma getirilmiĢ olabilir. Örneğin
hakaret suçunda, mağdurun isnat edilen fiilden dolayı bir baĢka mahkeme tarafından
mahkum edilmesi durumunda, faile ceza verilmeyecektir (TCK md. 127, f. 1). Bu gibi
durumda isnat edilen fiil ile ilgili olarak mağdur, hakaret suçuna iliĢkin davada, o fiili
gerçekleĢtirmediğini ileri süremez. Bu çerçevede grev ve lokavtın kanun dıĢı olup
olmadığına iliĢkin iĢ mahkemesinin tespitleri de ceza hakimini bağlar. ĠĢ mahkemesi grev
veya lokavtın kanun dıĢı olduğuna karar vermiĢ ise ceza hakimi kanuni olduğunu
söyleyemez (6356 sayılı Kanun md. 71).
Tüm bu örnekler göstermektedir ki hukuk düzenimiz de ceza muhakemesinde maddi
gerçeğin araĢtırılması ilkesine sınırlandırmaların getirilmesine yabancı değildir. Kanunda
belirtilen bu sınırlandırmaların yanında, hukuk devleti olmanın bir gereği olarak kesin
hükme saygı, hukuk düzeninin birliğinin ve hukuki güvenliğin tesis edilmesinin
sağlanması amacıyla da maddi gerçeğin araĢtırılmasına sınırlandırılma getirilmiĢ olabilir.
Bu bakımdan belirtilen bu ilkeleri hayata geçirmek üzere, aynı konu hakkında birbiriyle
çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının önlenmesi için bağlayıcılık etkisinin kabul
98
edilebileceği kanaatindeyiz. Bu nedenlerle, maddi gerçeğin araĢtırılması ilkesinin
gerekliliği, tek baĢına bağlayıcılığın kabul edilmemesi için yeterli bir gerekçe değildir411.
Ceza mahkemesinin olaya ilişkin tespitlerinin kesin hükme kavuşmadığını savunan
görüş, bugün için tarihi bir değer taĢımanın ötesine geçemez. Zira ceza mahkemesi
tarafından verilen hükümlerin de kesin hükme kavuĢtuğu, gerek öğreti gerekse de yargı
kararlarında oybirliği ile kabul edilmiĢtir. Ceza muhakemesinin görevi ve amacı, sadece
devletin cezalandırma hakkının tespiti ve tesis edilmesi değildir412. Bunun yanında, sanığın
iddia edilen fiili gerçekleĢtirmiĢ olup olmadığının ortaya çıkarılması da ceza
muhakemesinin amaçları ve görevleri arasındadır. Böyle olunca, sanığın gerçekleĢtirmiĢ
olduğu fiil üzerinde yapılan tespitler de kesin hükme kavuĢur.
İlk hükümdeki yanlışlıkların devam edeceği düşüncesiyle bağlayıcılığı reddeden
görüş, ilk hükmün maddi gerçekle uyumlu olabileceğini göz ardı etmektedir. Bağlayıcılık
etkisinin kabul edilmesi halinde, önceki mahkemece verilmiĢ yanlıĢ hükümlerin sonraki
yargılamaya taĢınacağı tehlikesi olsa da; bağlayıcılığın kabul edilmediği durumda da
mahkemenin doğru bir hükümden ayrılması tehlikesinin bulunduğunu unutmamak
gerekir 413 . Görüleceği gibi, hükümdeki yanlıĢlığın devam edeceği görüĢü, bağlayıcılığı
reddetmek için tek baĢına bir gerekçe olamaz.
Hukuki dinlenilme hakkının da bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi halinde bir
zarara uğramıĢ olması söz konusu değildir. Zira “Bağlayıcılık Etkisinin ġartları” baĢlığı
altında değineceğimiz üzere, sonraki ceza yargılamasında sanık olarak yer alan kiĢinin,
bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün konusunu oluĢturan uyuĢmazlığın bir tarafı olması
gerekir. Aksi durumda hukuki dinlenilme hakkına zarar verilir. Sanık, önceki uyuĢmazlığın
bir tarafı olunca, kurulmuĢ olan bu hükme karĢı savunma yapma hakkını elde etmiĢtir.
BaĢka bir deyiĢle, ilk kurulan hüküm, sanığın hiç dahil olmadığı, gidiĢatına müdahale
edemediği bir dava sonunda verilmiĢ olmayacaktır. Bu sayede hukuki dinlenilme hakkının
zarara uğratılması ihtimali de ortadan kalkmıĢ olur.
Ceza muhakemesi ile diğer muhakeme alanlarının korudukları menfaatlerin farklı
olması nedeniyle bağlayıcılığı kabul etmeyen görüş de eleĢtiriye açıktır. Maddi anlamda
kesin hükmün olumlu etkisi bağlamında açıklamaya çalıĢtığımız üzere, diğer muhakeme
alanlarında yer alan mahkemelerin verdikleri hükümler de ceza davasında kesin hüküm
etkisi gösterebilir. Bu bakımdan hukuk muhakemesi ve ceza muhakemesi arasında bir
411
412
413
Tolksdorf, 1999, s. 735.
Abel, 1961, s. 61.
Waldeyer, 2006, s. 148; Haaf, 1984, s. 26.
99
takım farkların bulunması, hukuk mahkemesi tarafından verilen hükümlerin ceza
mahkemesi için bağlayıcılık etkisi doğurmasına engel olmamalıdır414. Aralarındaki mevcut
farklılıklar nedeniyle hukuk muhakemesinde Ģekli gerçeğin arandığı, buna karĢılık ceza
muhakemesinde maddi gerçeğin arandığı görüĢüne katılmıyoruz. Kanımızca maddi
gerçeğin araĢtırılması, bütün muhakemelerin amacıdır415.
Ceza hakiminin diğer mahkemeler tarafından verilen hükümler ile bağlı olmaması,
bu mahkemelerin taraflar nezdindeki itibarına zarar verir 416 . Zira bir baĢka mahkeme
tarafından dikkate alınmayan bir hükmün taraflar üzerindeki etkisi de o oranda az olur.
Ayrıca mahkemeler tarafından verilen hükümlere uyulması ve hükümlerin yerine
getirilmesi anayasal bir ilke olarak düzenlenmiĢtir (1982 Anayasası md. 138, f. 4). Ceza
mahkemesinin, ön sorun hakkında karar vermiĢ olan mahkeme hükmü ile bağlı olmaması
neticesinde, birbiriyle çeliĢen iki farklı hüküm ortaya çıkar. Tarafların da aynı olduğunu
düĢündüğümüzde, aynı kiĢilere yönelik ve aynı konu ile bağlantılı, birbiriyle çeliĢen iki
farklı hükmün çıkması söz konusu olur. Anayasa gereği bu iki hükme de uyulması
gerekecektir. Fakat bir hüküm doğrultusunda hareket edilmesi, diğer hükmün gereklerinin
yerine getirilmemesi anlamına gelir. Bu durumda kiĢilerin hangi hükme uymaları gerektiği
konusunda yaĢayacakları belirsizlik, doğrudan hukuki güvenlik ilkesine zarar verir.
Sübjektif sınırından hareket ederek önceki hükmün ceza mahkemesi için kesin hüküm
etkisi göstermeyeceği görüşüne de katılmamaktayız. Bu görüĢte olduğu gibi, eğer savcıyı
ceza muhakemesinde bir taraf olarak ele alırsak diğer mahkemelerin (hukuk
mahkemesinin) hükümlerinin ceza mahkemesine etki etmeyeceği görüĢü isabetli olabilir.
Ancak ceza muhakemesi bir taraf muhakemesi değildir. Ceza muhakemesinde kamu adına
bir yargılama yapılmaktadır. Suç kamu düzenini bozduğu için bu suçun soruĢturulması da
kamunun bir temsilcisi olan savcı tarafından yapılmaktadır. Savcı soruĢturmayı yürütürken
sadece Ģüphelinin aleyhine olan delilleri değil, lehine olan delilleri de toplamak zorundadır
(CMK md. 160, f. 2). SoruĢturmayı kamu adına yürüten savcılık, kovuĢturma aĢamasında
yine kamu adına iddia makamında yer almaktadır. Ġddia makamında yer alan savcılık,
kamu adına hareket ettiği için hatalı görmüĢ olduğu hükme karĢı sanığın lehine olarak da
kanun yollarına baĢvurabilir. Bu nedenle bir taraf muhakemesi olmayan ceza
muhakemesindeki savcının, hukuk muhakemesinde olduğu gibi bir taraf olarak
414
415
416
Akcan, 1988, s. 56; Koch, 1963, s. 55.
Akcan, 1988, s. 61; Völzmann, 2006, s. 147; YavaĢ, 2009, s. 210.
Schwab, 1960, s. 2169.
100
değerlendirilemeyeceğini, savcıdan hareketle sonraki ceza muhakemesinde ve önceki
muhakemede yer alan tarafların aynı olmadığının ileri sürülemeyeceği görüĢündeyiz.
Bağlayıcılık etkisinin lehinde ileri sürülen görüşlerle ilgili olarak, hükmün
bünyesinde kamusal bir emir barındırdığı gerekçesi ile bağlayıcılığı kabul eden görüş,
bugün için tarihi bir değer taĢımanın ötesine geçemez. Bu görüĢün çıkıĢ noktası,
mahkemelerin devletin egemenlik yetkisini kullanan birer temsilcisi olmaları ve bu yüzden
mahkemeler tarafından verilen hükümlerin bu egemenlik yetkisinin yansımasından baĢka
bir Ģey olmadığıdır417. Bunun sonucu olarak hüküm, somut hukuki durumun tespitinden
öte, bünyesinde herkes için ve herkese karĢı geçerli olan kamusal bir emir barındırır.
Yargının, devletin egemenlik yetkisinin bir yansıması olmasından ve adli iĢlemlerin birer
kamusal faaliyet olmalarından Ģüphe duyulmasa da kamusal nitelik taĢıyan bu faaliyetin
genel olarak herkes için bir yükümlülük arz etmesi söz konusu değildir. Otoriter devlet
anlayıĢının bir yansıması olan bu görüĢ bugün için kabul edilemez 418 . Yargı kararları,
onların sırf bir kamu otoritesi tarafından verilmesi nedeniyle değil, daha ziyade hukuk
düzeni ile uyumlu olmaları nedeniyle bir meĢruiyet kazanır. Açıklanan nedenlerle
günümüzde bu görüĢün yerine, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, kesin hüküm
etkisinin sadece aynı dava sebebi ve konuya iliĢkin olarak yalnızca davanın taraflarının
üzerinde doğacağı kabul edilmektedir. Zira bir hukuk devletinde hiç kimse, gidiĢatına
müdahale edemediği, tarafı dahi olmadığı bir yargılama sonucunda verilen hükümle bağlı
kılınamaz.
Bu teori bugün için geçerliliğini yitirmiĢ olsa da temel söylemi bağlayıcılık etkisinin
kabul edilmesinde hala kabul görmektedir. Zira bağlayıcılık etkisini kabul eden görüĢlerin
birçoğunun dayanak noktası, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya
çıkmasının, mahkemelere ve dolaylı olarak da devlet otoritesine olan güveni sarsacağı
inancıdır419.
Bağlayıcılığın lehinde ileri sürülen görüşlerden, hükümde yargılamanın yenilenmesi
sebepleri mevcut ise mahkemenin ilk hükümden ayrılabileceği görüşü de eleĢtiriye açıktır.
Ġlk olarak Ģu söylenmelidir ki bağlayıcılık etkisi ile kesin hükmün yargılamanın
yenilenmesi yoluyla ortadan kaldırılması farklı konulardır420. Yargılamanın yenilenmesi ile
daha önce kesinleĢmiĢ bir hüküm ortadan kaldırılmaktadır. Yargılamanın yenilenmesi
üzerine yapılan davanın ve ortadan kaldırılan hükme iliĢkin davanın konuları aynıdır.
Völzmann, 2006, s. 55.
Haaf, 1984, s. 40.
419
Haaf, 1984, s. 42.
420
Grünwald, 1964, s. 41.
417
418
101
Yargılamanın yenilenmesi kurumunun amacı, kesinleĢmiĢ hükümdeki bulunan yanlıĢlıkları
ortadan kaldırmaktır. Bağlayıcılık etkisinde ise daha önce kesinleĢmiĢ bir mahkeme
hükmüne konu uyuĢmazlığın, sonraki bir ceza davasında ön sorun olarak ortaya çıkması
söz konusudur. Bağlayıcılık etkisinin amacı, uyuĢmazlık konuları farklı olan hükümler
arasında bir çeliĢkinin ortaya çıkmasını önlemektir. Bu bakımdan, bağlayıcılık etkisi söz
konusu olduğunda, önceki kesinleĢmiĢ hüküm mevcut halini muhafaza etmektedir.
Yargılamanın yenilenmesinde ise kesin hüküm ortadan kalkmaktadır.
Ġkinci olarak ilk hükmün hatalı olduğuna kanaat getirilmesi suretiyle bu hükümden
ayrılmak, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasına neden olur.
Bu durum da daha önce belirttiğimiz üzere, yargıya olan güveni sarsar. Diğer taraftan
sonraki yargılamayı yapan ceza mahkemesinin kendi yargılamasından elde ettiği
bilgilerden ve tanık beyanlarından hareketle ilk hükmün hatalı olduğuna karar vermesi,
kabul edilemez 421 . Bir kere mahkemenin böyle bir yetkisinin olduğuna kuĢku ile
yaklaĢmak gerekir. Zira 1982 Anayasası’nın 36’ncı maddesine göre, hiçbir mahkeme,
görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz. Bu hükmün tersi anlamından,
mahkemelerin görev ve yetkilerine girmeyen bir davaya bakmalarının da yasak olduğu
sonucu ortaya çıkar. Ancak kanunda aksine bir düzenleme mevcut ise mahkemeler bu
iĢlerde de yetkili ve görevli olabilirler. Hakkında karar verilmiĢ bir uyuĢmazlık ile ilgili,
mahkemelerin tekrardan araĢtırma yapmaları ve delil toplamaları kanımızca bu belirtilen
hüküm gereğince mümkün değildir. Bu gibi bir durumda mahkemenin önceden verilmiĢ ve
kesinleĢmiĢ mahkeme hükmüne saygı göstermesi gerekir. Eğer kuracağı hüküm için önceki
mahkeme hükmü önem arz ediyorsa ceza mahkemesinin yapacağı Ģey, hatalı gördüğü,
ancak kesinleĢmiĢ olan bu hükmün, hükmün verildiği muhakeme alanında belirtilen
yöntemler çerçevesinde ortadan kaldırılmasını sağlamaktır. Zira mevzuatımızda kesin
hükmün ortadan kaldırılması yolları açıkça düzenlenmiĢtir. Bu yollara baĢvurulmadan,
baĢka bir deyiĢle, verilmiĢ olan hüküm ortadan kaldırılmadan, o hükmün aksini kabul
etmek kesin hüküm kurumunu iĢlevsiz hale getirir422.
Sonraki ceza davasında sanık olarak yer alan kişi hakkında, farklı bir fiilden dolayı
önceden yapılan yargılama sonucunda verilen hükmün bağlayıcılık etkisine sahip
olduğunu belirten görüşte isabet vardır. Zira sonraki davada sanık olarak bulunan kiĢi,
bağlayıcılık etkisinin söz konusu olduğu davada yer alan bir kiĢi olduğu için bu hükme
421
422
Benzer Ģekilde, ceza mahkemesinin bu belirtilen gerekçelerle hukuk mahkemesi kararı ile bağlı olmaması
da eleĢtirilmektedir. Bkz. Çenberci, 1964, s. 1143, dn. 43.
Yargıtay 5. CD, 8.02.1963 tarih ve 496/1953 sayılı kararı , (Çağlayan, M. (1966). Ceza Muhakemeleri
Usulü Kanunu Cilt2. Ankara, s. 418).
102
karĢı savunmasını yapabilmiĢ ve bunun sonucunda da hukuki dinlenilme hakkı muhafaza
edilmiĢtir. Her iki mahkemenin de bir ceza mahkemesi olmasına iliĢkin olan bu görüĢün,
diğer
mahkemeler
ile
ceza
mahkemesi
arasında
da
geçerli
olması
gerektiği
düĢüncesindeyiz. Dolayısıyla sonraki ceza davasında sanık olarak yer alan kiĢinin, önceki
hukuk davasının veya idari davanın taraflarından birisi olması durumunda bu
mahkemelerde yapılan yargılama sonucunda verilen hükmün, biraz sonra tespit edeceğimiz
Ģartların bulunması kaydıyla, ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olması gerekir.
Yazarların sigorta dolandırıcılığına iliĢkin vermiĢ olduğu örnek olayda sigorta
dolandırıcılığına iliĢkin yapılan yargılamada mahkeme, evin kasten yakıldığını tespit eden
mahkeme hükmü ile bağlıdır. Ancak burada Ģu hususu belirtmekte fayda vardır ki
dolandırıcılık suçu bir amaç suçudur. Zira bu suçun oluĢabilmesi için failin sigorta bedelini
almak maksadıyla hareket etmiĢ olması gerekir. Bu nedenle mahkeme her ne kadar sanığın
evini kasten yakıp yakmadığını araĢtırmayacaksa da evin sigorta bedeli alınmak
maksadıyla yakılıp yakılmadığını araĢtırmak zorundadır.
Masumiyet karinesinden yola çıkarak sadece ceza mahkemelerince verilen beraat
kararlarına bağlayıcılık etkisi tanıyan görüşe de katılmamaktayız. Masumiyet karinesi, bir
kiĢinin hakkında mahkumiyet kararı verilinceye kadar suçlu sayılmamasını gerektirir.
Ġlkeye öneminden dolayı 1982 Anayasası’nda da yer verilmiĢtir (1982 Anayasası md. 38, f.
4). Görüleceği gibi, ilke bir davada kiĢi hakkında hüküm verilinceye kadar geçerlidir. Bu
karine kesinleĢmiĢ hükümle ortadan kalkar. Bundan sonra kiĢi ya suçludur ya suçsuzdur.
KiĢinin mahkum olduğu suçla ilgili olarak baĢka bir suçtan dolayı yapılan sonraki
yargılamada masum olduğundan bahsetmek, hakkında verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ hükmü
görmezlikten gelmek olur423.
Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesindeki temel amaç, yargılamaların hızlı ve
ekonomik yapılmalarının sağlanmasıdır. Bu sayede ceza mahkemelerinin iĢ yükleri de
azalır424. Ceza muhakemesinde maddi gerçek aranmaktadır. Ancak bu prensibin AĠHS’nin
6’ncı maddesinin birinci fıkrasında yer alan makul sürede yargılanma hakkı ile birlikte
423
424
Waldeyer, 2006, s. 140.
Bu görüĢe karĢı denilmiĢtir ki, diğer bir mahkemenin hükmü ile bağlı olan mahkemenin yargılamayı daha
hızlı ve ekonomik yapacağı doğrudur. Ancak olaya bağlayıcı etki gösteren mahkeme cephesinden
bakıldığında durum tam tersidir. ġöyle ki, bu dava aleyhlerine sonuçlanan taraflar, hükmün sonraki
yapılan yargılamada da etki göstereceğini bilmektedirler. Bu nedenle sonraki yargılamada aleyhlerine
olarak mahkumiyet kararı çıkacağı düĢüncesinde olacaklardır. Sonuç olarak, yargılama aleyhine
sonuçlanan kiĢi bu hükmü mutlaka kanun yoluna taĢıyacaktır. Böyle olunca da bu sefer kanun yoluna
götürülen dosya sayısı çoğalacak ve üst dereceli mahkemelerin iĢ yükü artacaktır (Trousil, 2005, s. 80).
103
düĢünülmesi gerekir425. Makul sürede yargılanma hakkı, bir suçun aydınlatılmasının makul
bir zaman aralığında gerçekleĢtirilmesini Ģart koĢar. Bu sayede hem kamunun
menfaatlerinin hem de sanığın menfaatlerinin korunması amaçlanır. Yargılamanın
ekonomikliği ve ceza yargılamasının makul bir sürede bitirilmesi gerekliliği göz önünde
bulundurulduğunda, bağlayıcılık etkisinin kabul edilmemesi yargılamaların uzamasına ve
gereksiz iĢ gücü kaybına neden olacaktır426.
3.6.
Bağlayıcılık Etkisinin ġartları
Ceza muhakemesinde kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi açık bir
Ģekilde düzenlenmediği için diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin bir ceza
mahkemesi için hangi durumlarda bağlayıcı olacağının Ģartlarını belirlerken, kesin hükmün
ceza muhakemesinde açıkça düzenlendiği “ne bis in idem” ilkesinden ve diğer muhakeme
alanlarında yer alan düzenlemelerden istifade edilebilir. Bu düzenlemeler göz önünde
bulundurulduğunda, bir mahkemenin hükmünün ceza mahkemesine etki edebilmesi için
gerekli Ģartları Ģu Ģekilde sıralayabiliriz:
3.6.1. Ġlk Hükmün KesinleĢmiĢ Olması
Ġlk hükmün ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurması, sonraki ceza hakiminin
olayları serbestçe araĢtırma özgürlüğünü (Kognitionsfreiheit) önemli ölçüde kısıtlar. Bu
nedenle, ilk verilen hükmün usule iliĢkin bir takım kıstasları yerine getirmesi Ģart
koĢulmalıdır427.
Bir hükmün diğer mahkemeler tarafından ölçüt alınabilmesi, bu hükmün kesinlik
kazanmıĢ olmasına bağlıdır. Hüküm olağan kanun yollarına baĢvurulmak suretiyle
değiĢtirilebilir olduğu müddetçe, bu hükmün diğer mahkemeler tarafından dikkate alınması
Waldeyer, 2006, s. 119; Federal Alman Yüksek Mahkemesi de vermiĢ olduğu bir kararında yurt dıĢında
bulunan bir tanığın dinlenmesinden, yargılamanın makul sürede bitirilmesi gerekçesi ile
vazgeçilebileceğini belirtmiĢtir. Mahkeme, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ilkesinin, yurt dıĢındaki
tanığı davet etmeyi gerektirip gerektirmediğine iliĢkin olarak menfaatler tartımından hareket
edilebileceğini belirtmiĢtir. Mahkemeye göre, bu tartımda suçun ağırlığı, delil araçlarının delil değeri ve
anlamı bir tarafta; tanığın davet edilmesi ve dinlenmesi neticesinde yargılamanın geciktiriliyor olması bir
tarafta bulunacaktır (BGH, Beschluß vom 25. 4. 2002 - 3 StR 506/01. (2002). NJW, s. 2403).
426
Waldeyer, 2006, s. 122.
427
Haaf, 1984, s. 31.
425
104
söz konusu olamaz. Bu nedenle diğer mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza
mahkemesini bağlayabilmesi için bu hükümlerin kesinleĢmiĢ olmaları gerekir428.
Ġlk hükmün kesinleĢmesi “Ģekli anlamda kesin hüküm” terimi ile ifade edilmektedir.
Buna göre, hükme karĢı olağan kanun yollarına müracaat edilemiyorsa belli bir konuya
iliĢkin uyuĢmazlık hakkında verilmiĢ olan hüküm kesinleĢmiĢ sayılır429. Bu kesinlik bazen
hükmün kurulduğu anda meydana gelir. Bu gibi durumlarda kanun yoluna (istinaf veya
temyiz) baĢvurulamayan bir hüküm söz konusudur. Bazen de hüküm verildiği anda kesin
değildir. Böyle bir durumda hükme karĢı ilgililer kanun yoluna gitme hakkına sahiptirler.
Kanun yoluna gitme hakkına sahip kiĢilerin, bu haklarını süresi içerisinde kullanmamıĢ
olmaları veya kullanmıĢ olmalarına rağmen hükmün üst dereceli mahkeme tarafından
onanması ve bu onama kararına karĢı gidilebilecek olağan kanun yolu olmaması
durumunda hüküm kesinleĢmiĢ olur.
Ġlk mahkeme hükmünün kesinleĢmesi ile doğrudan bağlantılı olan bir baĢka husus ise
bu hükmün hangi kısmının kesinliğe kavuĢacağı konusudur. Bilindiği gibi, mahkeme
hükümleri bir hüküm fıkrası (tenor) ve bir de gerekçe kısmından oluĢmaktadır. Yapılan
tartıĢmalar ise mahkeme hükümlerinin sadece tenor kısmının mı, yoksa bunun yanında
gerekçe kısmının da mı kesinliğe kavuĢacağına iliĢkindir. Bu konuda ortaya çıkan görüĢleri
bağlayıcı etkinin kaynağı olan mahkemenin bir hukuk mahkemesi, bir idare mahkemesi
veya bir ceza mahkemesi olmasına göre ayrı olarak ortaya koymak gerekir:
Hukuk mahkemeleri bakımından ağırlıklı olarak, hükmün sadece tenor kısmının
kesinleĢtiği kabul edilmektedir. Zira hukuk davalarında hakim, kural olarak iddia ve
savunma ile bağlıdır ve bu nedenle tarafların taleplerinden fazlasına hükmedemez.
Hükmün tenor kısmı ise ya davacının talebinin reddini ya da davacının talebinin kabulü
neticesinde dava ile elde edilmek istenen amacı bildiren kısımdır. Muhakemede ise
tarafların ve hakimin çabası bu amacı sağlamaya yöneliktir. Bu nedenle, kesin hüküm kural
olarak hüküm fıkrasına tanınmalıdır430.
428
429
430
Kugler, 1955, s. 31; Hellmann, 1954, s. 7; Koch, 1963, s. 11; Tschöpe, 1934, s. 4; Abel, 1961, s. 9. Diğer
mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurması ile bu
hükümlerin infaz edilebilirliğinin farklı hususlar olduğunu ve bu iki kurumun birbiriyle karıĢtırılmaması
gerektiğini belirtmekte fayda vardır. Zira bir hüküm, kanuni düzenlemeler gereğince veya o muhakemeye
iliĢkin özellikler nedeniyle kesinleĢmiĢ olmasa da icra edilebilir. Bu hükmün icra edilebilir olması, ceza
mahkemesi için bağlayıcı etki doğuracağı anlamına gelmez. Bu bakımdan hukuk muhakemesine iliĢkin
birçok uyuĢmazlıkta hükmün icra edilebilmesi için kesinleĢmiĢ olması Ģart değildir. Buna karĢılık, ceza
mahkemelerinden verilmiĢ mahkumiyet kararlarının infaz edilebilmesi için kesinleĢmiĢ olmaları Ģarttır
(CGTĠHK md. 4).
Yurtcan, 1987, s. 14.
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 694; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 2011, s. 571; Selçuk, 1973, s. 951; Kuru,
2001, cilt 5, s. 5049.
105
Resen araĢtırma ilkesinin geçerli olduğu idari muhakemede ise idare mahkemesi
hükümlerinin gerekçe kısmının da kesinleĢtiği ve bağlayıcı etkiye sahip oldukları kabul
edilmektedir431.
Aynen idari muhakemede olduğu gibi ceza muhakemesinde de resen araĢtırma ilkesi
geçerli olsa da ceza mahkemesi hükümlerinin hangi kısmının kesinliğe kavuĢtuğu
hususunda tartıĢmalar mevcuttur. Bazı yazarlar ceza mahkemesi hükmünün gerekçe
kısmının kesin hükme kavuĢmadığı görüĢündedirler432. Hükmün gerekçe kısmının neden
kesinliğe kavuĢmadığı konusunda ise sessiz kalınmıĢtır 433 . Bu yazarlara göre, hükmün
gerekçe kısmı kesin hükme kavuĢmadığı için daha önce verilen ceza mahkemesi hükmü
aynı sanığın baĢka bir fiilinden dolayı yapılan yargılamada bağlayıcı etkiye sahip olamaz.
Bu bakımdan Ģu örnek olayda herhangi bir bağlayıcılık etkisi ortaya çıkmaz: A, kanunsuz
avlanma suçundan dolayı beraat eder. Bu hükümden sonra, gerçekleĢtirdiği baĢka bir
fiilden dolayı, A hakkında yine kanunsuz avlanmadan dolayı dava açılır. A’yı yargılayacak
olan mahkeme ilk hükme konu fiilin gerçekleĢtirildiğini kabul ederek, A’yı itiyat haline
getirilmiĢ kanunsuz avlanmadan dolayı mahkum edebilir434.
KarĢı görüĢteki yazarlara göre ise kesin hüküm etkisinin derinliği maddi olarak da
değerlendirilmeli ve dava konusu ile sınırlandırılmalıdır. Ceza muhakemesinin amacı
maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Maddi gerçek ise sanığın ceza davasının konusunu
oluĢturan ve aynı zamanda suç teĢkil eden fiili iĢleyip iĢlemediğidir. Bu bakımdan ceza
muhakemesinin ana görevi fiile iliĢkin tespitlerin yapılmasıdır. Bu nedenle hüküm
gerekçesinde yapılan tespitler de kesin hükme kavuĢurlar435.
431
432
433
434
435
DanıĢtay konuya iliĢkin olarak vermiĢ olduğu bazı kararlarında özetle Ģu hususlara vurgu yapmıĢtır: “Bir
yargı yerince yasada gösterilen usullere göre verilen karar, itiraz ve temyiz yollarından geçerek veya
itiraz ve temyiz süreleri sona ererek kesinleştikten sonra yargılamanın iadesi gibi bazı istisnaların
dışında artık değişmez bir nitelik kazanır, hiç bir makam, merci, hatta kararı vermiş olan yargı yeri dahi
başka bir kararıyla onu değiştiremez. İşte yargı kararlarının bu değişmezlik kuvvet ve niteliğine kesin
hüküm (muhkem kaziye) denilmektedir. Yine kesin hüküm halini alan bir yargı kararının sadece hüküm
fıkrası itibariyle değil aynı zamanda gerekçesi itibariyle de en başta davanın taraflarını bağladığı,
bunların kesin hükme bağlanan bir uyuşmazlığın yeniden tartışılmasını hukuken mümkün kılacak bir
olanağa sahip bulunmadıkları ve yargı yerinin de kesin hükümle çözümlenen uyuşmazlık hakkında
yeniden karar veremeyeceği açıktır” DanıĢtay 5. Dairesi, 06.11.2002 tarih ve E. 1999/2310, K.
2002/4242 sayılı kararı; “hüküm fıkrasına zorunlu bir şekilde bağlı olan ve bu nedenle kesin hüküm teşkil
eden gerekçeye karşı da lehine hüküm kurulan tarafın temyiz yoluna başvurması mümkündür” DanıĢtay
5. Dairesi, 16.03.1999 tarih ve E. 1998/4303, K. 1999/705 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim
tarihi 11.02. 2013.
Roxin, 1995, s. 373; Meyer-Goβner, L, 2005, Einleitung, Rn. 170; Beulke, W. (2004). Strafprozessrecht.
Heidelberg, Rn. 503.
Waldeyer, 2006, s. 71.
Beulke, 2004, Rn. 503; karĢı görüĢ için bkz. Zaczyk, 1988, s. 371.
Schmidt, E, 1964, Rn. 318 vd; Binding, 1915, s. 308; Tschöpe, 1934, s. 22.
106
Kanımızca bu ikinci görüĢte isabet vardır. Zira örneğin bir mahkumiyet hükmünde,
sanığın gerçekleĢtirdiği hangi fiilinin suça vücut verdiğini tespit edebilmek için hükmün
gerekçe kısmına bakmak gerekir. Gerek Anayasa’nın 141’inci maddesinin üçüncü
fıkrasında gerekse de CMK’nın 33’üncü maddesinin birinci fıkrasında, mahkeme
hükümlerinin gerekçeli yazılacağı belirtilerek gerekçenin hükmün ayrılmaz bir parçası
olduğu vurgulanmıĢtır 436 . Hükmün ayrılmaz bir parçası olan gerekçenin de hükümle
birlikte kesinliğe kavuĢacağı muhakkaktır. Bu nedenle hükmün tenor kısmı ile gerekçe
kısmı arasında oluĢturulmaya çalıĢılan farklılık kabul edilemez437.
3.6.2. Ġlk Hükmün Zaman Bakımından Önce Olması
Bir mahkeme hükmünün diğer bir mahkeme için bağlayıcı olabilmesi, ilk hükmün
daha önce verilmiĢ olmasını gerektirir. Bu durum inĢai hükümler ve tespit hükümleri için
de geçerlidir. Çünkü bir Ģeyin kendisinden daha sonra meydana gelmiĢ bir Ģey ile bağlı
olması düĢünülemez438.
Bir görüĢe göre, bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün ceza davasının konusunu
oluĢturan fiilin iĢlenmesinden önce kesinleĢmiĢ olması gerekir. Zira bir fiilin
gerçekleĢtirilmesinden sonra ve fakat ceza kovuĢturmasından önce verilmiĢ hüküm ile ceza
hakiminin bağlı olduğunu söylemek, ceza hakiminin araĢtırma özgürlüğüne bir
sınırlandırma getirmek anlamına gelir439.
Yukarıda bağlayıcılık etkisinin görünüĢ Ģekillerinden birisi olarak bir mahkeme
hükmünün veya hakim veya mahkeme kararının bir suç tipinin unsuru olması hallerini de
(unsur etkisi) zikretmiĢtik. GRUNSKY, unsur etkisinin sadece erteleme ve tekerrüre iliĢkin
düzenlemelere münhasır olduğunu kabul etmektedir. Yazara göre, unsur etkisinin doğduğu
durumların hepsinin ortak özelliği, sanığın gerçekleĢtirmiĢ olduğu sonraki fiilinin ilk dava
sonucunda verilen hükmün kesinleĢmesinden sonra iĢlenmiĢ olmasıdır. Bu da
göstermektedir ki kanun koyucu, her iki dava arasındaki bağlantıyı yeterli görmemiĢ, buna
ek olarak sanığın bir hüküm aracılığıyla uyarılmasını da aramıĢtır. Eğer sanık hükümle
yapılan bu uyarıya rağmen uslanmaz ise hakkında hükmedilecek cezanın miktarı artırılacak
veya hükmedilecek cezanın infaz rejimi ağırlaĢtırılacaktır. Hükmün bu uyarı fonksiyonu
kesin hükmün etkisi bakımından da dikkate alınmalıdır. Bu Ģu anlama gelmektedir:
436
437
438
439
Feyzioğlu, 2002, s. 136.
Waldeyer, 2006, s. 73.
Heil, 1983, s. 11.
Bötticher, 1960, s. 524; OLG Braunschweig, Urteil vom 12.12. 1952- Ss 133/52. (1953). NJW, s. 558.
107
GerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilden dolayı yargılanan sanığın bu fiili, bağlayıcılık etkisi
doğuracak hükmün verilmesinden sonra gerçekleĢtirmiĢ olması gerekir440.
ĠnĢai hükümlerin de bağlayıcılık etkisi doğuracağından bahsetmiĢtik. Bu hükümler
yeni bir hukuki durum meydana getirdikleri için bu hükümlerin de cezalandırılabilir fiilin
gerçekleĢtirilmesinden önce kesinleĢmiĢ olmasının gerektiği savunulmaktadır441. Mesela,
eĢlerin boĢanmasına iliĢkin hüküm inĢai bir hükümdür. Evlilik birliği, kesinleĢmiĢ bir
hükümle ortadan kalktıktan sonra, eĢlerin birbirlerine karĢı iĢlemiĢ oldukları bazı suçlardan
dolayı Ģahsi cezasızlık sebebi söz konusu olamaz (TCK md. 167). Ancak bu hüküm
kesinleĢmeden önce, örneğin bir eĢ diğer eĢe karĢı hırsızlık suçunu iĢlerse, Ģahsi cezasızlık
sebebi söz konusu olur442.
Diğer bazı yazarlar ise ilk mahkemenin hükmünün sonraki ceza mahkemesine etki
edebilmesi için ceza mahkemesi hükmünden önce verilmiĢ olmasını yeterli görmektedir443.
Doğaldır ki bu hüküm sonraki ceza mahkemesi hükmünden önce kesinleĢmesi halinde
etkisini gösterebilir. Eğer bir kesin hüküm, ceza mahkemesine etki edecekse bu hükmün
ceza davasının konusu olan fiilin iĢlenmesinden önce verilip verilmemesi önemli
değildir444. Bu durum özellikle bekletici sorun kararı verilmesi bakımından ayrı bir öneme
sahiptir 445 . Zira CMK’nın 218’inci maddesine göre, ceza mahkemesi, yüklenen suçun
ispatının ceza mahkemelerinden baĢka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun
çözümüne bağlı olması halinde, bu meselenin görevli mahkemede çözülmesi için bekletici
sorun kararı verebilir. Bu durum gösteriyor ki bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün ceza
davasının konusunu oluĢturan fiilden önce kesinleĢmesi her zaman için gerekli değildir.
Bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün ceza davasının konusunu oluĢturan fiilden önce
kesinleĢmesini mutlak bir Ģekilde savunmak, açıkça CMK md. 218 hükmüne aykırılık
teĢkil eder.
Kanımızca her iki görüĢün de kendi cephesinden bakıldığında haklı yanları
bulunmaktadır. Ancak yukarıda yazarların kendi görüĢlerini güçlendirmek amacıyla vermiĢ
oldukları örneklerden hareketle bir genelleme yapılamaz. Mesela tekerrür hükümlerinin
iĢletilebilmesi için daha önce iĢlenen suçtan dolayı verilen hüküm kesinleĢtikten sonra yeni
bir suçun iĢlenmesi gerekir (TCK md. 58, f. 1). Burada kiĢinin ilk hükümle ikaz edildiği,
440
441
442
443
444
445
Grunsky, 1968, s. 235.
OLG Oldenburg, Urteil vom 18.09.1951- Ss 130/51. (1952). NJW, s. 118; Hellmann, 1954, s. 21;
Gollwitzer, 2001, Rn. 16; Eschelbach, 2010, Rn. 4; Engelhardt, 2008, Rn. 6.
Bötticher, 1960, s. 524.
Kuttner, 1914, s. 72; Schwab, 1960, s. 2169; Koch, 1963, s. 11
Schwab, 1960, s. 2169.
Çenberci, 1964, s. 1158.
108
bu ikaza rağmen tekrardan suç iĢlemesi nedeniyle kiĢiye verilecek cezanın hukuki
sonuçlarının daha farklı olacağı belirtilmiĢtir. KiĢinin ilk hükümle uyarıldığından
bahsetmek için de doğal olarak ilk hükmün tekerrür halinde gerçekleĢtirilen fiilden önce
kesinleĢmesi gerekir446. Fakat unsur etkisinin söz konusu olduğu her durumda, unsur etkisi
doğuracak hükmün sonraki hükmün konusunu oluĢturan fiilden önce kesinleĢmesi
gerekmemektedir. Örneğin TCK’nın 165’inci maddesinde “Suç EĢyasının Satın Alınması
veya Kabul Edilmesi” suçu düzenlenmiĢtir. Bu suçun oluĢabilmesi için daha önce bir
suçun iĢlenmiĢ olması gerekir. Fakat bu öncül suç hakkında verilecek hüküm, bu suçtan
kaynaklanan eĢyanın satın alınması veya kabul edilmesi fiilinden sonra da kesinleĢmiĢ
olabilir. Maddenin gerekçesinde de açıkça, suç eĢyasının satın alınması veya kabul
edilmesi suçunun oluĢabilmesi için öncül suçtan dolayı daha önceden mahkumiyet kararı
verilmesinin gerekmediği belirtilmiĢtir.
Sonuç olarak bağlayıcılık etkisinden bahsedebilmek için ilk hükmün sonraki ceza
mahkemesi hükmünden önce verilmesi gerekir. Ancak bu hükmün sonraki ceza davasının
konusunu oluĢturan fiilin iĢlenmesinden önce mi verilmesinin gerektiği, yoksa fiilin
iĢlenmesinden sonra ve fakat hükümden önce verilmesinin mi yeterli olacağı hususunun
her somut olaya göre değerlendirilmesi gerektiği kanaatindeyiz.
3.6.3. Ġlk Hüküm ile Maddi Gerçeğin Ortaya ÇıkarılmıĢ Olması
Ceza muhakemesinin amacı maddi gerçeği ortaya çıkarmaktır. Bu nedenle ceza
mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olan bir mahkeme hükmünün de maddi gerçeği
ortaya çıkarmıĢ olması gerekir. Ancak böyle bir durumun varlığı halinde, bağlayıcı etkiye
sahip bir mahkeme hükmünden bahsedebiliriz.
Belirli bir hukuki soruna iliĢkin olarak mahkemelerin kurmuĢ oldukları hükmün
içeriğinin muhakemeye hakim olan ilkenin tasarruf ilkesi 447 (Dispositionsmaxime) veya
resen
446
447
448
hareket
ilkesi
448
(Offizialmaxime)
olmasına
göre
farklılık
arz
edeceği
Grünwald, Gerald; Die materielle Rechtskraft im Strafverfahren der Bumdenrepublik Deutschland, in:
Deutsche strafrechtliche Landesreferate zum IX. Internationalen Kongress für Rechtsvergleichung,
Teheran, 1974, Beiheft zur ZStW, s. 119’dan naklen, Waldeyer, 2006, s. 166.
Tarafların dava konusu üzerinde ve yargılamanın seyri hakkında etki edebildiklerini ifade eden ilkeye
tasarruf ilkesi denilmektedir (Alangoya, Y. (1979). Medeni Usul Hukukunda Vakıaların ve Delillerin
Toplanmasına İlişkin İlkeler. Ġstanbul, s. 2; Karslı, 2012, s. 293). Davanın ancak taraf iradesiyle açılması,
ihtilaf konusunun davacı tarafından belirlenmesi, feragat, kabul ve sulh yolu ile dava konusu ve yargılama
üstünde tasarruf edilmesi; davanın geri alınabilmesi, kanun yoluna müracaattan feragat edilmesi, tasarruf
ilkesinin somut yansımaları olarak değerlendirilmektedir (Alangoya, 1979, s. 3).
Hakimin taraflarca bir istem olmadan harekete geçebilmesini ve hüküm verebilmesini ifade eden ilkeye
ise resen hareket ilkesi denilmektedir (Alangoya, 1979, s. 3; Karslı, 2012, s. 297).
109
savunulmaktadır449. Bu yazarlara göre, tasarruf ilkesinin geçerli olduğu bir davada, örneğin
davacı tarafın davadan feragat etmesi durumunda, mahkeme davaya konu hakkın mevcut
olup olmadığını söylemeden davayı reddedecektir. Bu nedenle, tasarruf ilkesinin söz
konusu olduğu bir dava sonucunda verilen hüküm, dava konusu hakkın mevcut olup
olmadığına iliĢkin soruya yanıt içermez450.
Aynı
Ģekilde
taraflarca
getirilme
ilkesinin
(Verhandlungsmaxime,
Beibringungsgrundsatz) geçerli olduğu bir dava sonucunda verilen hüküm ile resen
araĢtırma ilkesinin (Untersuchungsmaxime, Ermittlungsgrundsatz) geçerli olduğu bir dava
sonucunda verilen hükmün, gerek konularının gerekse de dayandıkları temellerin farklı
olacağı savunulmaktadır 451 . Resen araĢtırma ilkesinin geçerli olduğu bir davada yargı
mercileri, uyuĢmazlık konusunun taraflarından bağımsız olarak gerekli bütün maddi
vakıaları ve ispat araçlarını yargılamaya getirmekle görevli ve yetkilidir. Taraflarca
getirilme ilkesinin hakim olduğu bir davada ise mahkeme, sadece taraflarca getirilen ispat
araçları ve bunlarla ispatlanan vakıaları hükmüne esas teĢkil ettirebilir 452 . Taraflarca
getirilme ilkesine göre hakim, iki taraftan birinin söylemediği Ģeyi veya vakıaları
kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranıĢlarda dahi bulunamaz
(HMK md. 25, f. 1). Bu nedenle, delillerin getirilmesinin taraflara bırakılmasının, çoğu
zaman olayı aydınlatacak hususların mahkemenin bilgisi haricinde kalmasına ve
mahkemenin kurmuĢ olduğu hükmün ise maddi gerçekle örtüĢmemesine yol açtığı
savunulmaktadır 453 . Aralarındaki bu farktan dolayı taraflarca getirilme ilkesinin hakim
olduğu bir davada Ģekli gerçeğin arandığı, resen araĢtırma ilkesinin geçerli olduğu bir
davada ise maddi gerçeğin arandığı söylenmektedir454.
Bir muhakeme alanında genel olarak hangi ilkenin geçerli olacağı, davaya konu
uyuĢmazlığın özelliği ile doğrudan alakalıdır. Bu bakımdan örneğin hukuk muhakemesine
konu uyuĢmazlıklar eĢit süjeler arasında meydana gelir. Bu süjeler uyuĢmazlık konusu olay
hakkında en iyi bilgiye sahip durumdadırlar. Bu nedenle uyuĢmazlık konusunun
aydınlatılması için ispat vasıtalarının, uyuĢmazlığın taraflarından istenmesi en mantıklı
449
450
451
452
453
454
Haaf, 1984, s. 116.
Haaf, 1984, s. 117.
Haaf, 1984, s. 120.
Alangoya, 1979, s. 9; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 351.
Haaf, 1984, s. 121; Fakat bu görüĢe karĢı, taraflarca getirilme ilkesinin hukuk muhakemede sınırsız bir
Ģekilde uygulanacak olmasının, hakimin yanlıĢ dava malzemesine göre karar vereceği durumlarını ortaya
çıkaracağı; bu tehlikenin önüne geçmek için tarafların doğruluk ödevi, hakimin davayı aydınlatma ödevi,
tarafların isticvabı, geciken dava malzemesinin reddi gibi bir takım prensiplerin kabul edildiği
belirtilmektedir (Karslı, 2012, s. 303 vd).
Haaf, 1984, s. 122; Abel, 1961, s. 16; Gollwitzer, 2001, Rn. 3; OLG Oldenburg, Urteil vom 18.09.1951Ss 130/51. (1952). NJW, s. 118.
110
yoldur. UyuĢmazlık konusunun tarafları kendilerinin haklı olduğunu göstermek için adeta
birbirleriyle yarıĢırlar 455 . Diğer taraftan hukuk muhakemesine iliĢkin uyuĢmazlıklardan
doğan hak ihlalleri çoğu zaman kamusal haklara yönelik değil, bireysel haklara yöneliktir.
Kamu düzenini ilgilendirmeyen bir durumda, kiĢiler adına resen hareket edilmesi ve resen
delil araĢtırmasına giriĢilmesi, kamu otoritesinin organlarından beklenemez.
Hukuk muhakemesinde kural olarak taraflarca getirilme ilkesinin geçerli olmasına
karĢılık, idari muhakemede ve ceza muhakemesinde resen araĢtırma ilkesi geçerlidir 456.
Bunun sebebi, idari muhakemede ve ceza muhakemesinde resen araĢtırma ilkesi sayesinde
maddi gerçeğin daha kolay bir Ģekilde ortaya çıkarılacak olmasıdır. Bu bakımdan, örneğin
idari uyuĢmazlıklarda, bu uyuĢmazlığın aydınlatılmasını sağlayacak deliller, genelde
davanın taraflarından olan idarenin elinde bulunmaktadır. Ġdare mahkemesi hakiminin
resen araĢtırma yetkisine sahip olması ile ancak bu deliller davaya dahil edilebilir. Eğer
idari muhakemede de aynen hukuk muhakemesinde olduğu gibi taraflarca getirilme ilkesi
geçerli olsaydı, idare mahkemesi hakiminin sağlıklı bir karar veremeyeceğini kabul etmek
gerekecekti. Zira idari muhakemede taraflarca getirilme ilkesinin geçerli olması
durumunda, gerçekleĢtirdiği idari eylem veya iĢleme karĢı dava açılan idare, bu eylem veya
iĢlemin hukuka aykırı olup olmadığını aydınlatacak delilleri mahkemeye sunmaktan imtina
edebilecektir.
Kanımızca her iki muhakeme bakımından farklı ilkelerin geçerli olması, bazı
durumlarda bağlayıcılık etkisine engel teĢkil etse de bu ilkelerin farklılığından hareketle
bağlayıcılık etkisini peĢinen reddetmek doğru olmaz. Zira belirli bir hukuki uyuĢmazlık
hakkında verilecek mahkeme hükmünün içeriğinin, söz konusu davaya hakim olan ilkenin
tasarruf ilkesi (Dispositionsmaxime) ya da resen hareket ilkesi (Offizialmaxime); taraflarca
getirilme
ilkesi
(Verhandlungsmaxime)
ya
da
resen
araĢtırma
ilkesi
(Untersuchungsgrundsatz) olmasına göre farklılık arz edeceği bir hakikattir. Bu bakımdan
yargılamanın hangi ilkeye göre yapıldığı, bu yargılamanın sadece Ģekline iliĢkin bir husus
olmakla kalmaz; aynı zamanda, yargılama sonucunda verilecek hükmün içeriğine de etki
edebilir 457 . Diğer taraftan bütün muhakeme alanlarının amacının uyuĢmazlığın temelini
oluĢturan maddi vakıaların gerçekten vuku bulup bulmadıklarını tespit etmek ve buna göre
455
456
457
Alangoya, 1979, s. 88.
Sunay, S. ġ. (1997). İdari Yargılama Usulüne Hakim Olan İlkeler Karşısında İsbat ve Delil Hususları,
Ġstanbul, s. 5.
Haaf, 1984, s. 116.
111
doğru bir hüküm vermek olduğu kanısındayız 458 . Gerçeğin bulunup ortaya çıkarılması
açısından muhakeme alanları arasında bir fark yoktur. Bir muhakeme hukuku alanındaki
hakime, delillerin ve vakıaların araĢtırılması açısından, diğer muhakeme hukuku alanındaki
hakimden daha geniĢ veya daha az yetki verilmiĢ olması, bu amaç üzerinde bir değiĢiklik
meydana getirmez459. Bu nedenle bir yargılama sonucunda maddi gerçek ortaya çıkarılmıĢ
ise bunun ceza mahkemesi için bağlayıcı olması esastır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi, yargılamanın hangi ilkeye göre yapıldığı, bu
yargılamanın sadece Ģekline iliĢkin bir husus olmakla kalmaz; aynı zamanda, yargılama
sonucunda verilecek hükmün içeriğine de etki edebilir. Bu etki neticesinde maddi gerçeğin
araĢtırılmasından vazgeçilmekte ise söz konusu yargılama sonucunda kurulan hükmün de
ceza mahkemesi üzerinde bağlayıcı bir etkiye sahip olmadığını kabul etmek gerekir.
Örneğin tasarruf ilkesinin geçerli olduğu bir yargılamada davalı taraf, davacının alacağını
ispatlayan senedin gerçekliğini kabul ettiğinde ve bu senede karĢı borcu ödediğini gösteren
bir senet ileri süremediğinde, mahkeme kural olarak davacının alacaklı olduğuna
hükmedecektir. Mahkeme burada senedin gerçekliğini veya sahteliğini araĢtırmayacaktır.
Bu gibi durumda alacaklının bu senede dayanarak alacağını temin etmiĢ olması, bu senedin
sahte olmadığı anlamına gelmez. Senedi düzenleyen kiĢi aleyhine sonradan belgede
sahtecilik suçundan dolayı yapılan ceza yargılamasında, ilk verilmiĢ hukuk mahkemesi
hükmünün bir etkisi olamaz. Aynı durum, davacının davasından feragat etmesi ya da
senedin sahte olduğunu ikrar etmesi halleri için de geçerli olmalıdır. Zira ne davadan
feragat ne de ikrar neticesinde maddi gerçek ortaya çıkarılmıĢ değildir460.
Aynı Ģekilde usule iliĢkin nedenlerden dolayı bazı durumlarda dava reddedilmekte ve
aynı konu bakımından tekrardan dava açılması söz konusu olamamaktaysa da bu gibi
durumlarda da iĢin esasına girilip maddi gerçek henüz ortaya çıkarılmıĢ değildir. Bu
yüzden ilk hükmün kesinleĢmesi nedeniyle değil de dava açma süresinin geçirilmesi gibi
nedenlerle dava açma hakkının kaybı durumunda, o konu hakkında ilgili mahkemede dava
açılamayacak olması, sonraki yargılamayı yapacak ceza mahkemesi için herhangi bir
bağlayıcı etki doğurmayacaktır. Konu bir örnekle açıklanırsa daha iyi anlaĢılacaktır: Bir
458
459
460
Bu bakımdan ALANGOYA’nın Ģu görüĢünde isabet vardır: “ maddi hukuk kuralların unsurlarını
karşılayacak maddi vakıaları tespit ve uygun olan normu olaya uygulama şeklindeki yargılama
faaliyetine dayanan her usul sisteminde, bu maddi vakıaların gerçekten vukubulup bulmadıklarını tespit
ve böylece doğru hüküm verebilme amaçtır. Burada söz konusu edilen gerçek 19’uncu yüzyılın şekli
gerçeği değildir. Hiçbir usul, kendisinin maddi gerçek ile ilgilenmediğini sadece şekli gerçeği yeterli
gördüğünü iddia edemez” (Alangoya, 1979, s. 86).
Alangoya, 1979, s. 87.
Haaf, 1984, s. 117.
112
kiĢi belirli bir malın kendisine ait olduğu gerekçesi ile hukuk mahkemesinde istihkak
davası açması için gerekli süreyi geçirir. Daha sonra bu kiĢi bu malı çalmaktan dolayı
yargılandığı ceza mahkemesinin önünde, bu malın kendisine ait olduğunu iddia eder.
Kanımızca ceza mahkemesi bu kiĢinin gerçekten malın maliki olup olmadığını
araĢtırmalıdır. Yoksa kiĢinin istihkak davasını açmamıĢ olması, onun gerçekten de o malın
sahibi olduğuna ceza mahkemesi tarafından karar verilmesine engel değildir.
Bir görüĢe göre ise kiĢinin ihmali veya kasıtlı hareketsizliği ceza hukuku sahasına
taĢınmalıdır. BaĢka bir deyiĢle, kiĢi istihkak davasının süresini kaçırmıĢsa artık o malın
maliki olduğunu ceza mahkemesi önünde iddia edememelidir. Ceza hakimi de bu kiĢinin
malın asıl sahibi olduğuna karar vermemelidir461. Bu görüĢe karĢı haklı olarak denilmiĢtir
ki dava açma süresinin kaçırılması sebebiyle bir konu üzerinde hak iddia edilememesi ile
esasa iliĢkin bir dava ile o hakkın mevcut olmadığının tespit edilmesi farklı Ģeylerdir.
Ġkinci durumda o konu hakkında verilmiĢ bir mahkeme hükmü söz konusudur462. O konu
hakkında bir mahkeme hükmünün olması demek; tarafların meseleyi devletin bağımsız,
tarafsız ve doğal hakim güvencesini yerine getirmiĢ olan bir makamı huzurunda tartıĢmıĢ
ve bu makamın da yapılan tartıĢma neticesinde kimin haklı kimin haksız olduğuna karar
vermiĢ olduğu anlamına gelir. Bu nedenle, iĢin esasına mahkeme tarafından girilmiĢ ve
maddi gerçek ortaya çıkarılmıĢ ise artık bu hükmün kural olarak bir ceza mahkemesi
tarafından göz önünde bulundurulması gerekir.
3.6.4. Bağlayıcı Etki Doğuracak Hükmün Ceza Mahkemesi Huzurunda Ortaya
Çıkan Ön Sorun Hakkında Olması (Präjudizialität)
3.6.4.1.
Genel Olarak Ön Sorun TeĢkil Etme
Bir mahkeme hükmü, sonraki ceza yargılaması sonucunda verilecek hüküm için
önemli ise ancak bu durumda bağlayıcı etkiye sahip olabilir. Bunun için de ilk hükümde
ulaĢılan hukuki sonucun, sonraki ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön sorun 463
461
462
463
Bruns, 1957, s. 128.
Bötticher, 1960, s. 533.
“Ön sorun” kavramı ile yakın bir anlama sahip olan bir baĢka kavram ise “Bekletici sorun” kavramıdır.
Öğretide bu iki kavramın aynı olmadığı savunulmaktadır (Pekcanıtez, H. (1980). Bekletici Sorun.
EÜHFD, 1(1-4). s. 252; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 483; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 2011, s. 395). Bir
davada, davaya devam edilebilmesi ve davanın karara bağlanabilmesi için çözümlenmesi gereken
sorunlara ön sorun adı verilirken (Pekcanıtez/Atalay/Özekes, 2011, s. 395); bir davadaki asıl sorun
hakkında karar verilebilmesi için daha önce baĢka bir mahkeme tarafından çözülmesi gereken sorunlara
ise bekletici sorun adı verilir (Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 483). Bu bağlamda geniĢ anlamda ön sorun
kavramı bekletici sorunu da içermektedir (Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 483; Pekcanıtez/Atalay/Özekes,
113
hakkında olmasının gerektiği savunulmaktadır(Präjudizialität) 464 . Mesela, bir eĢyanın
mülkiyeti konusunda önceden verilmiĢ bir hukuk mahkemesi hükmüne konu teĢkil eden
sorun, sonradan mülkiyet hakkının hırsızlık ve yağma gibi suçlarla ihlal edilmesi
durumunda, yapılacak ceza yargılaması için önem arz edebilir465.
Nitekim CMK’nın “Ceza Mahkemelerinin Ek Yetkisi” baĢlıklı 218’inci maddesinde
“yüklenen suçun ispatı ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren
bir sorunun çözümüne bağlı ise” ifadesiyle, ilk mahkeme hükmüne konu teĢkil eden
uyuĢmazlığın ceza davası için önem arz etmesi gerektiği hususu vurgulanmıĢtır. Aynı
Ģekilde, diğer muhakeme kanunlarının bekletici sorun sayarak davaya ara verilmesi
hakkındaki düzenlemelerinde de benzer ifadelere yer verilmiĢtir. Buna iliĢkin olarak,
HMK’nın 165’inci maddesinin birinci fıkrasında Ģu yönde bir hüküm bulunmaktadır: “Bir
davada hüküm verilebilmesi, başka bir davaya, idari makamın tespitine yahut dava
konusuyla ilgili bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığına kısmen veya tamamen bağlı ise
mahkemece o davanın sonuçlanmasına veya idari makamın kararına kadar dava
bekletilebilir”. Aynı düzenlemeye Alman Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (ZPO)
148’inci ve Alman Ġdari Muhakeme Kanunu’nun (VwGO) 94’üncü paragraflarında da yer
verilmiĢtir466.
Daha önce de belirtildiği gibi, bir sorun hakkında ceza yargılaması baĢlamadan önce
hüküm verilmiĢ ve bu hükmün kesinleĢmiĢ olması, bu sorunun ön sorun teĢkil
edebilmesine engel değildir. Böyle bir durumda, sadece ceza mahkemesinin bekletici sorun
464
465
466
2011, s. 395). HMK bu iki kavram arasında bir farklılığın olduğunu kabulden hareketle, her iki
müesseseye farklı maddelerde yer vermiĢtir. Aynı Ģekilde CMK da “Ceza Mahkemelerinin Ek Yetkisi”
baĢlıklı 218’inci maddesinde, yüklenen suçun ispatının ceza mahkemelerinden baĢka bir mahkemenin
görev alanına girmesi durumunda ceza mahkemesinin bu konuyu bekletici sorun sayacağını belirterek
dolaylı da olsa, hukuk muhakemesi öğretisinde savunulan görüĢü benimsemiĢtir.
Görüleceği gibi, bekletici sorundan bahsedildiği durumlarda, bu soruna iliĢkin olarak ilgili yargı yerince
henüz karar verilmemiĢ olması söz konusudur. Ön sorun hakkında ilgili yargı yerinde henüz yargılama
devam etmekteyse veya henüz bir dava açılmamıĢ ise asıl davanın bu sorun hakkında verilecek hükmü
beklemesi gerekir. Böyle bir durumda bekletici sorundan bahsedilmesi elbette daha doğru olur. Ancak,
ceza muhakemesi baĢlamadan önce de ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön sorun hakkında daha
önceden karar verilmiĢ olması mümkündür. Bahsedilen bu son durumda da belirtmiĢ olduğumuz diğer
Ģartların yerine gelmesi durumunda, ilgili yargı yeri tarafından verilen hükmün ceza mahkemesinin
vereceği hükme etki etmesinin mümkün olduğunu düĢünmekteyiz. Bu nedenle Almancada kullanılmakta
olan “präjudizialität” kavramının karĢılığı olarak “ön sorun teĢkil edebilme” ifadesinin kullanılmasının
daha uygun olacağı kanısındayız.
Hellmann, 1954, s. 6; Bruns, 1957, s. 118; Koch, 1963, s. 12; Haaf, 1984, s. 29.
Hellmann, 1954, s. 6; Yargıtay ise bir kararında, hukuk mahkemelerinden verilen kesinleĢmiĢ hükmün
kural olarak ceza davasını bağlamayacağını; buna karĢılık bu mesele hakkında ceza mahkemesi tarafından
bekletici sorun kararı verilmiĢ ise buna iliĢkin olarak hukuk mahkemesi tarafından verilen hükmün ceza
mahkemesince değerlendirileceğine hükmetmiĢtir. YCGK, 21. 04. 1980 tarih ve E. 1980/9- 110, K.
1980/166 sayılı kararı, (YKD, VI(10), Ekim 1980, s. 1410 vd).
Ġlgili
kanunlardaki
düzenlemelerin
orijinal
metinleri
için
bkz.
www.gesetze-iminternet.de/vwgo/_94.html, www.gesetze-im-internet.de/zpo/_148.html.
114
kararı verebilmesi veya nispi muhakeme yapabilmesi sorunu gündeme gelir ki bu hususla
ilgili açıklamaları bir sonraki bölümde yapmaya çalıĢacağız.
Bağlayıcı etki doğuracak hükme konu uyuĢmazlığın ceza davasında ön sorun teĢkil
edebilmesi için de bir takım Ģartların yerine getirilmiĢ olması gerekir.
3.6.4.2.
Ön Sorun TeĢkil Edebilmenin ġartları
3.6.4.2.1. Soyut Hukuki Tanımların Aynılığı
Soyut hukuki tanımların aynılığı sorunu, ön sorun hakkında hüküm vermiĢ veya
verecek mahkemenin bir ceza mahkemesi olmaması durumunda ortaya çıkar. Zira önceki
mahkemenin bir ceza mahkemesi olması durumunda, sonraki mahkemenin de aynı kanuni
düzenlemelere dayanacak olması nedeniyle, hukuki tanımların aynılığı ile ilgili bir
problem söz konusu olmaz.
Ġlk bölümde hukuk düzeninin birliğinden bahsederken, aynı terimlerin farklı hukuk
disiplinlerinde kullanılması durumunda da aynı anlama sahip olmalarının gerekli olduğunu
belirtmiĢtik. Ancak birçok kanunda kullanılan aynı kavramların hukuk disiplinlerine göre
ayrı anlamlara geldiği de bir hakikattir.
Bu bakımdan ceza mahkemeleri haricindeki
mahkemelerin (hukuk mahkemesi) hükmünün ceza mahkemesi huzurunda ortaya çıkan ön
sorun hakkında olduğunun kabul edilebilmesi için her iki hukuki iliĢkiyi tarif eden
tanımların aynı olması, ayrıca olayların da örtüĢmesi gerekir467. Örneğin akraba, niĢanlı
veya kamu görevlisi gibi kavramlar içerik olarak her iki yargılama açısından
örtüĢmüyorlarsa, diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin sonraki ceza mahkemesi
huzurunda ortaya çıkan ön sorun hakkında olması ve bu meseleye iliĢkin olarak ilgili yargı
yerinde henüz bir karar verilmemiĢ olması durumunda, ceza mahkemesinin buna bağlı
olarak bekletici sorun kararı verebilmesi söz konusu olamaz468,469.
467
468
Bruns, 1957, s. 126; Koch, 1963, s. 12; Tschöpe, 1934, s. 6.
Serbest meslek icra eden avukatlar bazı yazarlarca idare hukuku uygulaması bakımından kamu görevlisi
olarak değerlendirilmemektedir. Zira bu yazarlara göre, “kamu kesimindeki bir teĢkilata bağlı olarak
görev yapma” kamu görevlisi sayılmanın olmazsa olmaz bir Ģartı olarak görülmektedir. Buna karĢılık,
özel hukuk tüzel kiĢisi tarafından istihdam edilen kiĢiler, kamu kesimindeki bir teĢkilata bağlı olmaksızın
kamuya yararlı hizmet ifa edenler veya kamu hizmeti ifa edenler kamu görevlisi sayılmamaktadır
(Akyılmaz/Sezginer/Kaya, 2014, s. 623; Atay, E. E. (2012). İdare Hukuku. (GüncellenmiĢ ve Gözden
GeçirilmiĢ 4. Bası). Ankara, s. 820). Konuya iliĢkin olarak DanıĢtay da vermiĢ olduğu bir kararında,
serbest meslek icra eden avukatların bir kamu hizmeti yerine getirdikleri gerekçesi ile memurlar gibi
kamu görevlisi sayılamayacaklarını ve bu bağlamda af kanunu hükümlerinden faydalanamayacaklarını
belirtmiĢtir. Yüksek mahkemenin söz konusu kararının konumuzu ilgilendiren kısmı Ģu Ģekildedir: “1136
sayılı Avukatlık Yasasının 1.maddesinde Avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir şeklinde
115
3.6.4.2.2. Ceza Davasında Sanık Olarak Yer Alan KiĢinin Önceki Davanın
Taraflarından Birisi Olması
Genel Olarak
Kural olarak kesin hüküm sadece davanın tarafları için ve bu kiĢilere karĢı geçerli
olur. Davaya katılmayan diğer kiĢiler bakımından bu hükmün bağlayıcılığından söz
edilemez 470 . Bu bakımdan kesin hükmün etkisi oldukça sınırlandırılmıĢ olmaktadır. Bu
etkinin yalnızca davanın taraflarına hasredilmesinin sebebi, davaya katılmamıĢ kiĢilerin bu
davanın sonuçlarından etkilenmesinin söz konusu olmamasındandır. Bu hükümden dolayı,
davanın tarafı olmayan üçüncü kiĢi ne bir hak iktisap edebilir ne de bir hak kaybına
uğrayabilir471. Eğer ilk davanın tarafları ile ikinci davanın tarafları ve dava sebebi aynı;
buna karĢılık her iki davanın konusu farklı ise kesin hükmün olumlu etkisi söz konusu
469
470
471
tanımlanmıştır. Anılan yasa kuralından anlaşılacağı üzere avukatlık mesleği bir kamu hizmeti olmakla
beraber serbest bir meslek olduğundan avukatların memurlar gibi kamu görevlisi olarak kabulüne olanak
yoktur. Bu durumda davacıya verilen ceza 3817 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Disiplin
Cezalarının Affı Hakkındaki Yasa kapsamında bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle Ankara 4.İdare
Mahkemesi kararının bozulmasına karar verildi” DanıĢtay 8. Dairesi, 27.1.1994 tarih ve E. 1993/177, K.
1994/306 sayılı karar, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 4.9.2012.
765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun 279’uncu maddesinde kamu görevlisi ve kamu hizmetlisi ayrımı
yapılmaktaydı. Maddeye göre, ceza kanununun uygulanmasında devamlı veya geçici olarak, teĢrii, idari
veya adli bir kamu görevi gören devlet veya diğer her türlü kamu kurumlarının memur, müstahdemleri;
devamlı veya geçici, ücretsiz veya ücretli, ihtiyari veya mecburi olarak teĢrii, idari veya adli bir kamu
görevi gören diğer kimseler memur sayılmaktaydı. 5237 sayılı TCK’da ise kamu görevlisi deyiminden;
kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli
veya geçici olarak katılan kiĢi anlaĢılmaktadır (TCK md. 6, f. 1, bent “c”). Madde gerekçesinde açıkça,
765 sayılı Türk Ceza Kanunu döneminde kabul edilen memurlar ve diğer kamu görevlileri ayrımının terk
edildiği; kamusal faaliyet ölçütü esas alınarak, memur tanımını da içine alan kamu görevlisi tanımının
benimsendiği belirtilmektedir. Bu kabul karĢısında, mesleklerinin icrası bağlamında avukat veya
noterlerin de kamu görevlisi olarak kabul edilmesi gerekir. 5237 sayılı TCK’nın 6’ıncı maddesinin birinci
fıkrasının “c bendindeki kamu görevlisi tanımından hareket edildiğinde, avukatların da kamu görevlisi
olduğunun kabul edilmesi gerekir. Avukatların kamu görevlisi olduğunu açıkça ifade eden bir hükme
TCK’nın 94’üncü maddesinin ikinci fıkrasının “b” bendinde yer verilmiĢtir. Söz konusu hükme göre,
avukata veya diğer kamu görevlilerine karĢı görevlerinden dolayı iĢkence edilmesi, iĢkence suçunun
nitelikli halini oluĢturur. Ceza kanunlarının uygulanmasında avukatların kamu görevlisi olarak kabul
edilmesi karĢısında maddede “avukatlar ve diğer kamu görevlileri” ifadesinin kullanılmasının gereksiz bir
tekrar olduğu belirtilmektedir (Mahmutoğlu, F. S. ve Talas S. (2007, Ocak). Avukatların Görev Suçları ve
Yargılanması Rejimi. İBD Ceza Hukuku Özel Sayısı, s. 18, dn. 10). Yargıtay da avukatlara karĢı
görevlerinden dolayı iĢlenen suçların kamu görevlisine karĢı iĢlenmiĢ sayılması gerektiğine karar
vermiĢtir. Yüksek Mahkeme’nin konuya iliĢkin vermiĢ olduğu bir kararının özeti Ģu Ģekildedir: “Sanığın,
çocuk teslimine ilişkin mahkeme ilamının icrası için evine gelen davalı vekili katılan avukata karşı "hangi
hakla çocukları almaya geldin, kalkın buradan gidin, buradan kan çıkar, çocukları vermem" diyerek
tehdit etmesi eyleminin TCY’nin 258/1.maddesine uyduğu gözetilmelidir (5237 sayılı TCK md. 265/1)”
Yargıtay 4. CD, 23.11.2004 tarih ve E. 2003/11512, K. 2004/11292 sayılı kararı, www.hukukturk.com,
eriĢim tarihi 23.11.2012. Ancak aynı Yüksek Mahkeme, failinin bir kamu görevlisi olması durumunda
baĢka bir suça vücut vereceği hallerde, avukat tarafından iĢlenen suçun güveni kötüye kullanma olarak
değerlendirilmesi gerektiğine karar vermiĢtir. Yargıtay 4. CD, 13.04.2011 tarih ve E. 2011/101, K.
2011/4975 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 23.11.2012.
Yıldırım, 1996, s. 15.
Waldeyer, 2006, s. 281.
116
olacak ve sonraki yargılamayı yapacak mahkeme için ilk verilmiĢ hüküm bağlayıcılık
etkisi doğuracaktır.
Önceki mahkemenin diğer muhakeme alanlarında yer alan bir mahkeme olması
durumunda, mutlak bir taraf aynılığından bahsetmek her zaman için mümkün olmayabilir.
Örneğin, önceki mahkeme bir hukuk mahkemesi ise bu mahkemenin yapmıĢ olduğu
yargılamada davacı ve davalı taraf yer alacaktır. Buna karĢılık ceza davasında, mağdurun
veya suçtan zarar görenin davaya katılması bir zorunluluk arz etmediği için (CMK md. 237
vd) önceki davanın tarafları ile ceza davasında yer alan kiĢilerin aynılığı çoğu zaman
gerçekleĢmez. Bu nedenle, önceki davanın taraflarının ceza davasının konusunu oluĢturan
maddi uyuĢmazlığın da tarafı olmaları halinde diğer muhakeme alanlarında yer alan
mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza mahkemesi bakımından bağlayıcı etkiye
sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Bu kiĢilerin ceza davasında sanık ve katılan Ģeklinde
karĢılıklı bulunmaları ise gerekli değildir. Aksi kabul, bağlayıcılık etkisinin doğabilmesini
kiĢilerin iradesine bırakmak anlamına gelir. Daha açık bir ifadeyle, önceki davada davacı
veya davalı olarak yer alan, ceza yargılamasında ise mağdur olarak bulunan kiĢinin davaya
katılma talebinde bulunması ve bu talebin mahkemece kabul edilmesi halinde bağlayıcılık
etkisinin doğacağını; bu kiĢinin katılma talebinde bulunmaması durumunda bağlayıcılık
etkisinin doğmayacağını kabul etmek, kesin hüküm kurumu ile bağdaĢmaz.
Diğer muhakeme alanlarında kesin hükmün yalnızca davanın tarafları bakımından
geçerli olacağı düĢüncesi, ceza mahkemesi hükmünün sanığa karĢı geçerli olması hususuna
da aktarılabilir472. BaĢka bir deyiĢle, ilk mahkemenin bir ceza mahkemesi olması halinde,
bağlayıcılık etkisinden bahsedebilmek için kural olarak her iki yargılamanın da aynı sanık
hakkında yapılmıĢ olması gerekir. Kesin hükmün olumsuz etkisi olan “ne bis in idem”
nasıl ki ceza yargılamasında sadece aynı sanık bakımından geçerli ise kesin hükmün
olumlu etkisi olan bağlayıcılık da aynı sanık için veya aynı sanığa karĢı geçerli olmalıdır.
Bu bakımdan ceza mahkemesi hükmünün herkes için ve herkese karĢı geçerli olduğu
görüĢünde isabet yoktur473.
472
473
Waldeyer, 2006, s. 281.
Bkz. Zaczyk, 1988, s. 362; Alman Anayasası’nın 103’üncü paragrafının birinci fıkrasında “meram
anlatma ilkesi” düzenlenmiĢtir. Bu düzenlemeden yola çıkan bazı yazarlar, sonraki ceza davasında sanık
olarak yer alan kiĢinin, sanık olarak yer almadığı bir yargılama sonucunda verilen hükümlerle bağlı
olmadığını; bu hükümlere bağlayıcılık etkisinin tanınmasının ise bu kiĢilerin gidiĢatına hiç müdahale
edemediği bir yargılama sonucunda verilen hükümler ile bağlı tutulacağı anlamına geleceğini
belirtmektedirler. Böyle bir durum ise bu yazarlara göre meram anlatma ilkesine aykırılık teĢkil edecektir
(Waldeyer, 2006, s. 282).
117
Ceza Davasında Sanık Olarak Yer Alan KiĢinin Önceki Davanın Taraflarından Birisi
Olmasa da Bağlayıcılık Etkisinin Doğacağı Haller
Ġlk hükme konu uyuĢmazlığın sonraki ceza davasında bir ön sorun olarak ortaya
çıkabilmesi ve bunun sonucunda söz konusu uyuĢmazlık hakkında verilen hükmün sonraki
ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olabilmesi, sonraki ceza davasında sanık olarak
yer alan kiĢinin, bağlayıcı etki gösterecek hükme konu uyuĢmazlığın bir tarafı olmasına
bağlıdır. Ancak bazı durumlarda, her iki yargılama farklı kiĢiler hakkında yapılmıĢ olsa
bile ilk verilen mahkeme hükmünün sonraki ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurması
söz konusu olur.
Kanunda Açık Bir Düzenlemenin Bulunduğu Haller
Bazı istisnai durumlarda, kanuna açık bir hüküm sevk edilerek bağlayıcılık etkisi
doğurması söz konusu olan hükme konu uyuĢmazlığın taraflarının baĢka kiĢiler olmasına
rağmen; bu dava sonucunda verilen hükmün, farklı sanık hakkında yargılama yapan ceza
mahkemesi bakımından bağlayıcılık etkisi doğuracağı hüküm altına alınmıĢ olabilir. Bu
durumla ilgili olarak mevzuatımızda rastladığımız tek örnek hakaret suçunda isnadın ispat
edilmiĢ olması hususudur (TCK md. 127, f. 1). Söz konusu düzenlemeye göre hakaret
edilen kiĢi, hakarete konu ve aynı zamanda suç teĢkil eden fiilinden dolayı mahkum olursa;
hakaret eden kiĢi isnadını ispat etmiĢ sayılır ve hakkında hakaret suçundan dolayı açılan
davadan beraat eder. Görüleceği gibi, burada iki yargılama söz konusudur. Birincisi,
hakaret eden kiĢiye karĢı yürütülen ceza yargılaması; ikincisi ise hakaret edilen kiĢi
hakkında hakarete konu fiile iliĢkin olarak yürütülen ceza yargılamasıdır. BaĢka bir
deyiĢle, yürütülen her iki yargılama da farklı sanıklar hakkındadır. Ancak kanun koyucu,
söz konusu düzenlemede, hakaret edilen kiĢinin hakarete konu fiil nedeniyle mahkum
olması durumunda, isnadın ispat edilmiĢ olacağını, dolayısıyla bu yargılama sonucunda
verilen hükmün hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapacak mahkemeyi bağlayacağını
kabul etmiĢtir.
Her ne kadar TCK’da açık bir düzenleme bulunmuyor olsa da hakaret suçu ile
benzerlikler gösteren iftira ve yalan tanıklık suçlarında da farklı sanıklar hakkında yapılan
yargılamanın diğer yargılamaya etki etmesinin gerektiği savunulmaktadır. Bu görüĢteki
yazarlara göre, aksi takdirde birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkma ihtimali söz
konusu olur. Bu bakımdan, örneğin A, iĢlemediğini bildiği halde, B hakkında bir suç
isnadında bulunur. B, yapılan ihbarın iftira olduğunun anlaĢılması üzerine davadan beraat
118
eder. Bu durumda, A hakkında yapılan yargılamada mahkemenin sadece manevi unsur
bakımından bir değerlendirme yapması gerekir474.
Kanımızca iftira veya yalan tanıklık suçlarından dolayı yapılan yargılamada bu
fiillerin bir baĢka yargılama esnasında iĢlendiğinin anlaĢılması ve bu yargılamayı yapan
mahkemenin söz konusu fiillerin iftira veya yalan tanıklık olduğunu, vermiĢ olduğu
hükmün gerekçe kısmında belirtmiĢ olması, iftira veya yalan tanıklıktan dolayı yargılama
yapan mahkemenin, gerekçede belirtilen bu tespit ile bağlı olmasını gerektirmez. Zira
örneğin iftira suçunun konusunu oluĢturan suçtan ve iftira suçundan dolayı yapılan
yargılamada sanık olarak yer alan kiĢiler farklıdır. Bu bakımdan maddi anlamda kesin
hükmün sübjektif koĢulu oluĢmamıĢtır. Dolayısıyla iftira suçunun konusunu oluĢturan
suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda verilen hükmün gerekçesinde belirtilen bir
hususun, iftira suçundan dolayı yapılan yargılamayı yapan mahkemeyi bağlayacağını kabul
etmek; iftira suçunun sanığının, gidiĢatına hiç müdahale etmediği bir yargılama sonucunda
verilen hükümden sorumlu tutulması anlamına gelir475. Bu nedenle her ne kadar hakaret
suçu ile benzerlik gösterseler de kanunda bağlayıcılığa iliĢkin açık bir düzenleme olmadığı
için iftira ve yalan tanıklık suçlarının konusunu oluĢturan suçların yargılaması sonucunda
verilen hükümlerin, iftira ve yalan tanıklık suçları dolayısı ile yargılama yapan mahkeme
için herhangi bir bağlayıcı etkisi olmayacaktır. Ġftira ve yalan tanıklık suçlarından dolayı
yargılama yapan mahkemenin, bu suçların konusunu oluĢturan maddi olayları tekrardan
araĢtırması gerekir.
İnşai Hüküm Etkisi ve Unsur Etkisinin Söz Konusu Olduğu Haller
Öğretideki hakim olan görüĢe göre, inĢai hükümlerin herkes için ve herkese karĢı
geçerli olduğunun kabul edildiğini belirtmiĢtik476. Buradan çıkarılan diğer bir sonuç, inĢai
hükme konu uyuĢmazlığın bir sonraki ceza davasında bir ön sorun olarak ortaya çıkması
durumunda, her iki yargılama farklı kiĢiler hakkında yapılıyor olsa da hükmün ceza
mahkemesi için bağlayıcı etki doğuracak olmasıdır. Bağlayıcılık etkisini kabul etmeyen
yazarlar dahi ceza mahkemesinin inĢai hükümler ile bağlı olacağını kabul etmektedirler477.
474
Erem, 1963, s. 44.
Askeri Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında, zimmet suçundan dolayı yapılan yargılamada tanık
olarak dinlenen kiĢinin yalan tanıklık yaptığının ortaya çıkmasının ve bu durumunun zimmet suçundan
dolayı verilen hükmün gerekçesinde belirtilmiĢ olmasının, yalan tanıklık suçundan dolayı yapılan
yargılamada bağlayıcı etki doğurmayacağına hükmetmiĢtir. Askeri Yargıtay 1. Dairesi, 15.03.2006 tarih
ve E. 2006/362, K. 2006/417 sayılı kararı, (AYD, 2007, (20), s. 568).
476
Bkz. 3.4.1.1.3.
477
Bkz. 3.4.1.1.3. dn. 313.
475
119
Unsur etkisinin söz konusu olduğu durumlarda ise genellikle daha sonraki ceza
davasında sanık olarak yer alan kiĢi, unsur etkisi doğuran önceki hükme konu
uyuĢmazlığın bir tarafını teĢkil eder. Bu hüküm bir ceza mahkemesi hükmü ise ilgili
davada sanık olarak yer alan kiĢi daha sonraki ceza davasında da sanık olarak yer
almaktadır. Örneğin TCK’da önceden iĢlenen suçtan dolayı verilen hüküm kesinleĢtikten
sonra, yeni bir suçun iĢlenmesi halinde, tekerrür hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiĢtir
(TCK md. 58, f. 1). Görüleceği gibi, önceki suç ile tekerrür halinde iĢlenen suçun faili aynı
kiĢidir. Tekerrür halinde iĢlenen suçtan dolayı tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar
verecek mahkeme, sadece önceki suça iliĢkin verilmiĢ ve kesinleĢmiĢ mahkeme hükmünün
varlığını kontrol eder. Buna karĢılık, bu mahkeme hükmünün hukuka uygun verilip
verilmediğini ise kontrol etmez. Alman Ceza Kanunu’nda da “Meslek Ġcra Yasağının
Ġhlali” suçu açısından bir unsur etkisinin söz konusu olduğu (StGB § 145c), bu suçtan
dolayı yargılamayı yapan mahkemenin daha önceden meslek icra yasağına karar veren
mahkemenin
hükmünü
hukuka
uygunluk
yönünden
denetleyemeyeceği
kabul
edilmektedir478.
Bunun yanında unsur etkisini doğuran mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlığın
tarafları ile sonraki ceza davasında yer alan sanık, farklı kiĢiler olabilir. Örneğin TCK’nın
“Suçluyu Kayırma” baĢlıklı 283’üncü maddesinin birinci fıkrasında, suç iĢleyen bir kiĢiye
araĢtırma, yakalanma, tutuklanma veya hükmün infazından kurtulması için yardım
sağlayan kiĢinin cezalandırılacağı hüküm altına alınmıĢtır. Hükümden de açıkça
anlaĢılabileceği gibi, suçluyu kayırma suçunun faili ile hakkında araĢtırma, yakalama,
tutuklama kararı verilen veya hüküm kurulan kiĢi farklı kiĢilerdir. Bu kiĢi hakkında
verilmiĢ karar veya hüküm suçluyu kayırma suçu bakımından bir unsur etkisi
göstermektedir. TCK’nın “Suç EĢyasının Satın Alınması veya Kabul Edilmesi” baĢlıklı
165’inci maddesinde bir suçun iĢlenmesiyle elde edilen eĢyayı veya diğer malvarlığı
değerini, bu suçun iĢlenmesine iĢtirak etmeksizin, satan, devreden, satın alan veya kabul
eden kiĢinin cezalandırılacağı hüküm altına alınmıĢtır. Aynı Ģekilde suç eĢyasının satın
alınması veya kabul edilmesi suçunun faili ile bu suçun öncülü olan suçun faili farklı
kimselerdir. Suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan dolayı mahkumiyet
hükmü tesis edilebilmesi için ilk baĢta öncül suçun gerçekleĢtiğinin bir hükümle
belirlenmiĢ olması gerekir479. Bu suça iliĢkin verilen mahkeme hükmü, suç eĢyasının satın
alınması veya kabul edilmesi suçundan dolayı yapılan yargılama bakımından bir unsur
478
479
Haaf, 1984, s. 76.
Özgenç, Ġ. (2013). Suç Örgütleri. (Gözden GeçirilmiĢ ve GeniĢletilmiĢ 7. Bası). Ankara, s. 132.
120
etkisi doğurur. BaĢka bir deyiĢle, örneğin öncül suç faili hakkında mahkumiyet kararı
verildikten sonra, suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan dolayı
yargılama yapan mahkeme, öncül suçun gerçekleĢtiğinden hareket edecek, bu hususu
tekrardan araĢtırma konusu yapmayacaktır.
Ceza Davasının Konusunu Oluşturan Fiil ile İlgili Objektif Bir Değerlendirmenin Yapıldığı
Haller
Ceza davasında sanık olarak yer alan kiĢinin, bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün
konusu olan uyuĢmazlığın taraflarından birisinin olmasının gerekmediği bir diğer durum da
ceza davasının konusunu oluĢturan fiil ile ilgili daha önceden objektif bir değerlendirmenin
yapılmıĢ olmasıdır. Objektiflik ile uyuĢmazlık konusu hakkında failin sübjektif
durumundan arındırılmıĢ bir Ģekilde hüküm verilmiĢ olması kastedilmektedir.
Bu durum daha çok ceza mahkemeleri arasında söz konusu olduğu için öğreti de
bağlayıcılığı ceza mahkemelerini esas alarak kabul etmiĢ veya reddetmiĢtir. Biz de
önemine binaen bu durum hakkında, çalıĢmamızın son bölümünde, ayrı bir baĢlık atlında
açıklamalarda bulunacağız.
Ceza mahkemeleri arasında ortaya çıkan bu durumun ceza davasının konusunu
oluĢturan fiil ile ilgili bir baĢka mahkemenin objektif bir değerlendirme yaptığı durumlarda
da geçerli olduğu kanısındayız. Ġlk bölümde hukuk düzeninin birliği bağlamında hukuka
aykırılık bahsinde, bir fiilin bütün hukuk düzeni bakımından hukuka uygun veya hukuka
aykırı olduğunu söylemiĢtik 480 . Bu bakımdan bir idare mahkemesi veya bir hukuk
mahkemesi, gerçekleĢtirilen ve dava konusu olan fiilin hukuka uygun olduğu gerekçesi ile
davacının davasını reddetmiĢ ise artık verilen bu hükmün ceza mahkemesi için de bağlayıcı
olması ve ceza mahkemesinin bu fiilin hukuka aykırı olduğuna karar verememesi gerekir.
Aynı Ģekilde hukuk veya idare mahkemesi davaya konu olan fiilin hiç vuku bulmadığına
veya daha sonraki ceza yargılamasında sanık olarak yer alan kiĢi tarafından
gerçekleĢtirilmediğine karar vermiĢ ise bu konuda verilen hükümlerin de ceza
mahkemesini bağlaması gerekir481.
480
481
Bkz. 2.1.3.2.
Yargıtay da eski bir kararında kesin hükme uyma zorunluluğundan hareketle, fiilin sübut ve ademi
sübutuna iliĢkin kararların ceza yargıcını bağlayacağına hükmetmiĢtir. Mahkeme bu kararında Ģu
hususları dile getirmiĢtir: “ceza yargıcı ceza sorumluluğu tayinde hukuk kaideleriyle hukuk mahkemesi
kararlarına ve hukuk yargıcı da tazmini sorumluluğu tayin ve tespitte ceza hukuku esasları ile ceza
mahkemesi kararlarına bağlı değildir… Ancak bu kaide sorumluluğu tayinde ceza ve hukuk
prensiplerinin bağımsızlıkları noktasından caridir. Bir vitrin camının kırılmasında kast bulunmadığından
121
3.6.4.2.3. UyuĢmazlık Konusunun Aynılığı
UyuĢmazlık Konusunun Ceza Davasının Konusunu OluĢturan ve Suç TeĢkil Eden Fiile
ĠliĢkin Olması Durumunda
Fiilin Aynılığının Tespiti
Fiil, kişinin iradesiyle hakim olduğu belli bir neticeyi gerçekleştirmeye matuf ve
harici dünyada cereyan eden bir davranış, Ģeklinde tarif edilebilir482. Bu bakımdan fiil
icrai bir davranıĢla iĢlenebileceği gibi, ihmali bir davranıĢla da iĢlenebilir483.
Haksızlık teĢkil eden fiil, aynı zamanda hem ceza hukuku yaptırımlarını gerektiren
bir suç hem de diğer hukuk disiplinlerinin yaptırımlarını gerektiren bir haksızlık olabilir.
Bu durumda, aynı fiilin ceza mahkemesindekinin yanında, farklı mahkemelerdeki
yargılamaların da konusunu teĢkil etmesi söz konusudur. Örneğin, kamu görevlisi olan bir
kiĢi, bir baĢka kiĢiye karĢı kasten yaralama suçunu iĢler. Failin gerçekleĢtirmiĢ olduğu bu
fiil, suç teĢkil etmesi nedeniyle bir ceza davasının; haksız fiil teĢkil etmesi nedeniyle bir
hukuk davasının; disiplin yaptırımını gerektirmesi nedeniyle de bir idari davanın konusunu
oluĢturabilir.
CMK’da, HMK’da olduğunun aksine, dava konusunu ve kesin hükmün objektif
sınırlarını belirleyen bir düzenlemeye yer verilmemiĢtir. Ancak ceza davasının konusu ile
hükmün konusunun aynı Ģeyler olduğu, bu nedenle de dava konusunun tespitinin, kesin
hükmün sınırları bakımından belirleyici olacağı savunulmaktadır 484 . CMK’da hükmün
konusunun ise ancak iddianamede unsurları gösterilen suça iliĢkin fiil olduğu
belirtilmektedir (CMK md. 225, f. 1). Benzer düzenlemeye Alman Ceza Muhakemesi
ceza hukuku bakımından sanığın sorumlu tutulmasına imkan bulunmadığından ceza hukuku bakımından
sanığın sorumlu tutulmasına imkan bulunmadığı gerekçesi ile ceza mahkemesinden verilen beraat hükmü
dikkatsizlikle yapılan bir zararın tazmini münasebetiyle yine bu hadise hakkında hukuk kaidelerini
yorumlayan hukuk yargıcını şüphesiz takyit etmez. Ancak vitrinin kırıldığı zaman sanığın başka bir
mekanda bulunduğuna dair ceza mahkemesinin ademi sübut bakımından vardığı netice ve verdiği kararın
hasıl ettiği kaziye-i muhkeme hukuk mahkemesini takyit ettiği gibi, hukuk mahkemesinin de fiilin sübut ve
ademi sübutu bakımından vereceği kararın ceza mahkemesini takyit etmesi tabiidir. Aksi halde, delilleri
takdirde her iki zümre mahkemesi arasında belirecek görüş ayrılıkları tekevvün eden kaziye-i muhkemi
bertaraf eder ve toplumda emniyet ve istikrarı selbeden tezatlara yol açar. Binaenaleyh katileşen hukuk
mahkemesi hükmü ile çalındığı iddia edilen malın sanığın malı olduğu kabul edilmiş olmasına göre
yargılamanın iadesi veya başka suretle hukuk mahkemesi hükmü ıslah edilmedikçe aynı meselenin ceza
mahkemesinde tekrar mevzuu bahsedilmesi doğru görülemez” Yargıtay 2. HD, 11.12.1945 tarih ve 10809
sayılı kararı, (Tan, H. (1951, Mayıs). Medeni Hukuk Münasebetlerine Müteallik Meselelerde Ceza
Mahkemesinin Yetkisi. AD, (5), s. 660).
482
Özgenç, 2014, s. 159.
483
Özgenç, 2014, s. 159.
484
Abel, 1961, s. 47.
122
Kanunu’nun (StPO) 155 ve 264’üncü paragraflarında yer verilmiĢtir. UyuĢmazlık konusu
fiilin aynılığından söz edebilmek için daha önceki yargılamada verilmiĢ hükmün konusu
ile ceza davasındaki ön sorunun aynı olması gerekir.
Haksızlık teĢkil eden fiil hukuk davasının sebebini oluĢturmaktadır. Haksız fiili
gerçekleĢtiren kiĢiye karĢı açılan davada dava sebebi, davacının davasını dayandırdığı
vakıalardır. Bu vakıalar ile ceza davasının konusunu oluĢturan fiilin aynı olması gerekir.
Hukuk davasında davacının, talebini dayandırdığı vakıaların oluĢturduğu hayat olayını
mahkemeye sunması yeterlidir. Bunun yanı sıra davacı, hukuki sebebi bildirmek zorunda
değildir 485 . Hukuk davasında mahkeme, taraflar arasında tartıĢmalı bulunan hususlar
hakkında karar vereceğinden, dava konusu ile hükmün konusu aynı Ģeylerdir. Kesin
hükmün konusu ise davada ileri sürülen talepler hakkında verilen karardır 486 . Hukuk
davasında, dava konusunu davacı tarafın talebi belirlemektedir. Bu talep üzerine
yargılamanın hangi husus üzerinde yapılacağı ve mahkemeden hangi hususa iliĢkin karar
vermesinin isteneceği tespit edilmektedir 487 . Bundan dolayı uyuĢmazlık konusu fiilin
aynılığını tespit etmek için ilk dava sonucu çıkan kararın hüküm fıkrası ile ikinci ceza
davasının konusunu karĢılaĢtırmak gerekecektir. HMK’nın 303’üncü maddesinin ikinci
fıkrasına göre bir hüküm, davada veya karĢılık davada ileri sürülen taleplerden sadece
hükme bağlanmıĢ olanlar hakkında kesin hüküm teĢkil eder. Bu nedenle bağlayıcılık
etkisini de yalnızca hükme bağlanmıĢ talepler ya da dava konusu gösterir. Sonuç olarak,
hukuk muhakemesinde kesin hükmün sınırı taraflarca üzerinde karar verilmesi istenen
taleptir. Bu talep, dava konusunu oluĢturur488.
Ġdari muhakemede ise davanın konusu açılan davanın türüne göre farklılık gösterir.
Ġptal davalarında davanın konusu idari iĢlemdir. Davacının davasını açarken hangi idari
iĢleme karĢı iptal davasını açtığını belirtmesi gerekir489.
Ġdari muhakemede de maddi anlamda kesin hükmün konusunun davacının talebi
hakkında mahkeme tarafından verilen kararın olduğu belirtilmektedir490. Ceza davasının
konusunu oluĢturan fiil ile aynı olması gereken Ģey ise iptal davasının konusunu oluĢturan
idari iĢlemin yapılmasına sebep olan hukuki ya da fiili etkenlerdir. Bunlara idari iĢlemin
sebep unsuru da denilmektedir. Bir idari iĢlemin sebebi maddi bir fiilin yanında bir hukuki
485
486
487
488
489
490
Özkaya- Ferendeci, 2009, s. 44.
Heil, 1983, s. 37.
Özkaya- Ferendeci, 2009, s. 177.
Özkaya- Ferendeci, 2009, s. 180.
Çağlayan, R. (2011). İdari Yargılama Hukuku. Ankara, s. 160.
Haaf, 1984, s. 112.
123
iĢlem de olabilir 491 . Örneğin bir kamu görevlisinin gerçeğe aykırı rapor ve belge
düzenlemesi (DMK md. 125/D-f) kademe ilerlemesinin durdurulmasını gerektiren bir
fiildir. Hakkında verilen kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına karĢı ilgili kamu
görevlisinin açmıĢ olduğu iptal davasında, davanın konusu kademe ilerlemesinin
durdurulmasına iliĢkin idari iĢlem; idari iĢlemin sebep unsuru ise kamu görevlisinin
gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemesi fiilidir. DMK’nın 141’inci maddesi hükmüne
göre, hakkında görevden uzaklaĢtırma kararı verilen kiĢiye maaĢının 2/3’ü ödenir. Burada
ise maaĢın az ödenmesini sonuçlayan idari iĢlemin sebebini, bir hukuki iĢlem olan
görevden uzaklaĢtırma kararının oluĢturduğu belirtilmektedir 492 . Ġdari iĢlemin sebebi
yukarıdaki örnekten de anlaĢılacağı üzere, kamu görevlisinin gerçeğe aykırı rapor
düzenlemesi Ģeklinde açık ifadelerle belirlenmesine karĢılık; kamu düzeni, genel sağlık,
genel ahlak Ģeklinde, muğlak ifadelerle de belirlenmiĢ olabilir. Ġdari iĢlemin sebep
unsurunun genel, soyut veya muğlak olduğu durumlarda da idarenin sebep olarak somut
olay veya durumlara dayanmak zorunda olduğu savunulmaktadır493.
Ġptal davalarında idari iĢlemin sebep unsurunu oluĢturan fiil, davacı tarafından
gerçekleĢtirilmektedir. Buna karĢılık tam yargı davalarının konusunu idare tarafından
gerçekleĢtirilen ve bir zarara sebep olan eylem veya iĢlem oluĢturur. Bu bakımdan tam
yargı davası sonucunda verilen hüküm, bu iĢlemi gerçekleĢtiren kamu görevlisi hakkında
yürütülen ceza davası açısından önem arz edebilir. Örneğin, bir kapalı ceza infaz
kurumunda hükümlü olarak bulunan bir kiĢi, infaz koruma memurlarının dikkatsizliğinden
faydalanarak yan koğuĢa geçer ve aralarında husumet bulunan diğer bir mahkumu öldürür.
Bu olayla ilgili, ölen Ģahsın yakınlarının Adalet Bakanlığı aleyhine açmıĢ olduğu tam yargı
davasında mahkeme, infaz koruma memurlarının görevlerinin gereklerine aykırı
davranarak diğer bir mahkumun ölümüne sebep oldukları gerekçesi ile Adalet
Bakanlığının, ölen kiĢinin yakınlarına tazminat ödemesine hükmeder. Aynı zamanda ilgili
kamu görevlileri hakkında, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle,
kiĢilerin mağduriyetine sebep oldukları gerekçesi ile kamu davası açılır (TCK md. 257, f.
1). Görüleceği gibi, her iki davada da önem arz eden husus, infaz koruma memurlarının
görevinin gereklerine aykırı davranıp davranmadığıdır.
491
492
493
Çağlayan, R, 2011, s. 341.
Çağlayan, R, 2011, s. 341.
Çağlayan, R, 2011, s. 342.
124
Uyuşmazlık Konusunun Ceza Davasının Konusunu Oluşturan ve Aynı Zamanda Suç Teşkil
Eden Fiile İlişkin Olması Durumunda Bağlayıcılık Sorunu
UyuĢmazlık konusunun aynı zamanda ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç
teĢkil eden fiile iliĢkin olması durumunda, mahkemeler tarafından fiil hakkında yapılacak
değerlendirmelerin birbirleriyle uyum arz etmesi, geniĢ anlamda hukuk düzeninin birliği
ile alakalı bir husustur. Bu nedenle örneğin bir mahkeme, fiili hukuka uygun bulurken;
diğerinin fiili hukuka aykırı olarak değerlendirmesi ya da bir mahkemenin fiilin fail
tarafından gerçekleĢtirildiğini belirtmesine karĢılık, diğer mahkeme tarafından fiilin o fail
tarafından gerçekleĢtirilmediğinin söylenmesi, birbirleriyle çeliĢen hükümlerin ortaya
çıkmasına neden olur 494 . Bu tarz çeliĢkili hükümlerin çıkmasının önüne geçilmesi
gerekmektedir.
Birbirleriyle çeliĢki arz eden hükümlerin ortaya çıkmaması için ise aynı fiil hakkında
farklı muhakeme alanlarında yapılan yargılamalardan birisinin diğerini beklemesi gerekir.
Hukukumuzda bir fiilin hem suç hem de diğer hukuk disiplinlerindeki yaptırımları
gerektirmesi halinde, diğer mahkemelerin ceza mahkemesinin hükmünü beklemesi
gerektiğine iliĢkin genel bir düzenleme mevcut değildir
495
. Aynı Ģekilde ceza
mahkemesinin, diğer mahkemeler tarafından verilecek hükmü beklemesine iliĢkin de genel
bir düzenleme mevcut değildir. Konu hakkında mevzuatımızda bulunan düzenlemeler ise
birbirleri ile uyum arz etmemektedir. Örneğin DMK’da, aynı olaydan dolayı memur
hakkında ceza mahkemesinde kovuĢturmaya baĢlanmıĢ olmasının, disiplin kovuĢturmasını
geciktirmeyeceği hüküm altına alınmıĢtır (md. 131, f. 1). Benzer bir düzenlemeye
Hakimler ve Savcılar Kanunu’nda yer verilmiĢtir (md. 72, f. 1). Buna karĢılık Avukatlık
Kanunu’nda, disiplin iĢlem ve kararına konu teĢkil edecek bir eylemde bulunmuĢ olan
avukat hakkında aynı eylemlerden dolayı ceza mahkemesinde dava açılmıĢ olmasının
avukat hakkındaki disiplin kovuĢturması için zorunlu bir bekletici mesele teĢkil edeceği
hüküm altına alınmıĢtır (md. 140, f. 2). Aynı Ģekilde Noterlik Kanunu’nda da disiplin iĢlem
ve kararına konu teĢkil eden fiilinden dolayı hakkında ceza soruĢturması açılmıĢ bulunan
noter hakkındaki disiplin kovuĢturmasının, ceza soruĢturmasının kesin bir karar veya
hükümle sonuçlanmasına kadar bekletileceği hüküm altına alınmıĢtır (md. 142, f. 2)496.
494
495
496
Arslan, 1980, s. 508.
Arslan, 1980, s. 509.
Mevzuatımızdaki düzenlemelere karĢılık Ġtalyan Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bir fiilin hem bir suç
hem de haksız fiile vücut vermesine iliĢkin genel bir düzenleme bulunmaktadır. Buna göre, bir fiil hem
bir suç hem de bir haksız fiile vücut veriyorsa, eğer ceza yargılamasına baĢlanmıĢ ise hukuk
yargılamasının duracağı açıkça hüküm altına alınmıĢtır ( Ġtalyan Ceza Muhakemesi Kanunu md. 3). Aynı
Ģekilde anılan Kanun’un 27’nci maddesinde ceza mahkemesi tarafından verilen hükmün hukuk
125
Hukukumuzda konu hakkında genel bir düzenleme bulunmadığı için öğretide konuya
iliĢkin farklı görüĢler ileri sürülmüĢtür. Bir görüĢe göre, mahkemelerin birbiriyle çeliĢen
hükümler vermesinin önüne geçmek amacıyla, hukuk mahkemesinin ceza davasının
sonucunu beklemesi gerekmektedir497. BaĢka bir görüĢ ise bekletici sorunun bir davada
yapılan ve o davaya bakan mahkemenin yargı yetkisi dıĢında olan bir husus ile ilgili
olduğunu; ancak bu gibi durumda haksız fiil ile ilgili yargılamayı yapmaya hukuk
mahkemesinin yetkili olduğunu, bu nedenle de hukuk mahkemesinin ceza mahkemesi
kararını beklemesinin gereksiz olduğunu savunmaktadır498.
Yargıtay ise vermiĢ olduğu bazı kararlarda suç teĢkil eden fiilin, örneğin bir boĢanma
sebebi 499 veya iĢ akdinin haklı nedenle feshini teĢkil etmesi 500 durumlarında hukuk
mahkemesinin ceza mahkemesinin hükmünün kesinleĢmesini beklemesi gerektiği ve
mahkemesi için bağlayıcı olduğu açıkça belirtilmiĢtir. Buna göre, “hükmü veya müteaddit maddede
gösterilen kararı müteakip suçluya veya medeni hukuk bakımından sorumlu kiĢiye karĢı baĢlatılan veya
devam edilen tazminata veya iadeye iliĢkin medeni ve idari yargılamada söz konusu hüküm veya karar
fiilin mevcut olduğu, fiilin hukuka aykırı olduğu veya mahkumun sorumluluğu konularında kesin hüküm
niteliğini taĢırlar…” (bkz. Arslan, 1980, s. 512).
497
Tosun, 1981, s. 334; Arslan, 1980, s. 511.
498
Türker, 1980, s. 312-313.
499
“Zina, mutlak bir boşanma sebebi teşkil eder. Onun için boşanma davasında Ceza mahkemesinin
kesinleşmiş kararı dışında başkaca bir delil aranmasına gerek yoktur. Ceza ilamı, başlı başına boşanma
kararı vermeye yeterlidir. Bu itibarla olayda Hukuk hakiminin kesinleşen zinaya ilişkin cezalandırma
ilamına rağmen, fiilin sabit olup olmadığı konusunda yeniden araştırma yapması ve zinanın mevcut
olmadığı yolunda sonuca ulaşması yanlıştır” Yargıtay 2. HD, 24.10.1988 tarih ve 8407/9547 sayılı
kararı, (ġener, E. (1997). Uygulamada ve Teoride Her Yönüyle Boşanma. Ankara, s. 51); “Davalının
başkasiyle münasebet tesis ettiği ve tevali eden işbu zinasından dolayı mahkum olduğu dosyada mevcut
kesinleşmiş ilam ile sübuta ermiştir. Ceza mahkemesinin mahkumiyet kararı hukuk hakimini bağlar”
Yargıtay 2. HD, 26.12.1972 tarih ve 7046/7371 sayılı kararı, (ġener, 1997, s. 52); “Davalı kadın,
kocasına hakaret etmiş ve ayrıca müessir fiilde bulunmuş ve her iki suçtan dolayı Ü. Sulh Ceza
Mahkemesinin 12.5.1988 tarihli ve 1553/886 sayılı kesinleşmiş kararı ile mahkum olmuştur. Dava
dilekçesinde bu olay pek fena muamele olarak nitelendirilerek boşanma istenmiştir… Ceza mahkemesinin
aynı zamanda boşanma sebebi bir suçtan dolayı verdiği ve mahkumiyet kararında belirlenen maddi olgu,
boşanma davasında hukuk hakimini bağlar, kesin delil teşkil eder” Yargıtay 2. HD, 29.09.1988 tarih ve
7363/8606 sayılı kararı, (ġener, 1997, s. 69); Yüksek mahkeme sırf mahkumiyet hükümlerinin değil,
beraat hükümlerinin dahi hukuk mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olabileceği görüĢündedir: “Olayda
kadına atfedilen hareket, açık bir yerde (alenen) erkekle cinsel ilişkide, yani zinada bulunmaktan
ibarettir. Oysa ceza mahkemesinin kararında, böyle bir olayın vaki olmadığı, şikayet ve ihbarın, sırf bir
tertipten ibaret bulunduğu vurgulanmış, beraat kararı verilmiş, hüküm kesinleşmiştir. Şu durumda kadına
izafe edilen fiil sübuta ermemiştir. Az önce belirtildiği üzere hukuk hakimi tespit ile bağlıdır. Onun için
hakim delil toplayarak kadın yararına meydana gelen işbu kesin hükmü ortadan kaldıramaz” Yargıtay 2.
HD, 30.06.1986 tarih ve 6295/6584 sayılı kararı, (ġener, 1997, s. 53).
500
“Davacı iş akdinin haksız olarak feshedildiğini, davalı ise davacının mağaza müdürü olarak çalıştığı
işletmedeki emtiaları hile ile yok ederek zimmetine geçirdiğini ve şirketin kasasından hukuka aykırı para
tahsil ettiğini, keza bu fiilleri gizlemek amacıyla çeşitli muhasebe ve kayıt hilelerine başvurduğunu, bu
nedenlerle şirket yönetim kurulunun 10.1.2005 tarih 25 no.lu kararı ile davacının iş akdine İş K.nun
25/11 maddesi uyarınca feshedilmesine karar verdiğini beyan etmiştir. Davacı hakkında davalının
şikayeti üzerine söz konusu eylemle ilgili ceza mahkemesinde emniyeti suistimal davası açılmış olup,
beraat kararı verilmiş ise de kararın kesinleşmediği anlaşılmaktadır. Fail-eylem ilişkisi maddi bir
olgudur. Dolayısı ile ceza mahkemesinde bu yöne ilişkin verilecek karar B.K. 53. maddesine göre sonuca
etkili olmaktadır. Bu nedenle mahkemece ceza mahkemesinin kararının kesinleşmesi beklenmelidir. Eksik
araştırma ile karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir” Yargıtay 9. HD, 06.06.2011 tarih ve E.
2011/26212, K. 2011/16791 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 24.07.2013.
126
hukuk mahkemesinin ceza mahkemesi hükmü ile bağlı olacağı sonucuna varmıĢtır. Ancak
yüksek mahkeme bir kararında hukuk mahkemesinin ceza mahkemesi hükmünün
kesinleĢmesini beklemesine gerek olmadığına, yerel mahkemenin eldeki deliller ile sonuca
ulaĢabileceğine hükmetmiĢtir501.
Kanımızca, bir fiilin hem bir ceza davasının konusunu hem de diğer muhakeme
alanlarındaki davaların konusunu oluĢturması durumunda, diğer mahkemelerin ceza
mahkemesi hükmünün kesinleĢmesini beklemesi, böylece ceza mahkemesi hükmünün
diğer mahkemeler için bağlayıcı etkiye sahip olması gerekir. Bunun temel sebebi, bir fiilin
bir haksızlık teĢkil edip etmediğinin araĢtırılmasında, ceza muhakemesi araçlarının daha
etkili olmasıdır. Örneğin, haksız fiilden dolayı hukuk mahkemesinde yapılan bir
yargılamada olaya iliĢkin deliller taraflarca getirilir. Bu yargılamada tanık dinletilmesi
mümkün olsa da tanıklar yine taraflarca temin edilir. Buna karĢılık aynı fiile iliĢkin yapılan
ceza yargılamasında, soruĢturma bir kamu otoritesi olan savcılık ve onun emrindeki adli
kolluk tarafından yapılır. SoruĢturma ve kovuĢturma makamları bir delile ulaĢmak için zor
kullanma yetkisine sahiptirler. Örneğin olayın tanığı duruĢmada mahkeme tarafından zorla
getirtilebilir (CMK md. 44, f. 1; md. 146, f. 7). Dahası, delillerin muhafazası ve sanık
hakkında verilen hükmün infaz edilebilmesi için Ģüpheli veya sanığın soruĢturma ve
kovuĢturma makamlarının elinin altında olması sağlanabilir. Bunun için Ģüpheli veya sanık
hakkında tutuklama veya adli kontrol gibi koruma tedbirlerine baĢvurulabilir. Sonuç
olarak, ceza yargılaması sonucunda ulaĢılan gerçeklik maddi gerçeğe daha fazla
yaklaĢır502.
UyuĢmazlık konusunu bir suça iliĢkin fiilin oluĢturması durumunda ceza
mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olmaması esas itibariyle geçerli
olmalıdır. Mesela, bir kiĢi hakkında hırsızlık suçunu iĢlediği gerekçesi ile hem tazminat
hem de ceza davası açılmıĢ olsun. Bu durumda, ceza mahkemesinin, tazminat davasına
bakan mahkemenin kararını beklemesi söz konusu olmamalıdır. Hatta diğer mahkemenin
ceza davasının sonucunu beklemesi gerekir503. Ancak, mevzuatımızda bu duruma iliĢkin
genel bir düzenleme bulunmadığı için her iki yargılamanın paralel yürümesinde herhangi
bir kanuni engel yoktur. Bu nedenle eğer diğer muhakeme alanlarındaki dava ceza
501
502
503
“Hukuk hakimi topladığı delillerle maddi olayı sabit sayabilir. Bu bakımdan, hukuk hakiminin ceza
mahkemesindeki davanın sonucunu beklemeden zina eylemini var saymasında kanuna aykırılık yoktur”
Yargıtay 2. HD, 27.09.1976 tarih ve, 4884/6456 sayılı kararı, (YKD, 1978/5, s. 691-692).
Akcan, 1988, s. 18.
Engelhardt, 2008, Rn. 7.
127
davasından önce sonuçlanmıĢ ise ceza mahkemesinin verilen bu mahkeme hükmünü göz
önünde bulundurması gerekir504.
Her ne kadar uyuĢmazlık konusunun ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil
eden bir fiil olması durumunda, diğer mahkemelerin ceza mahkemesinin konuya iliĢkin
vereceği hükmü beklemeleri gerekirse de istisnai bazı durumlarda ceza mahkemesinin
diğer mahkemenin hükmünü beklemesi gerekir.
Eğer kanunda açıkça diğer mahkeme tarafından verilen hükmün ceza mahkemesini
bağlayacağına iliĢkin bir düzenleme bulunuyorsa ceza mahkemesinin, diğer mahkeme
hükmünün kesinleĢmesini beklemesi gerekir. Buna iliĢkin olarak HMK’da bir düzenleme
bulunmaktadır. Söz konusu Kanun’un 214’üncü maddesinin birinci fıkrasına göre,
belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleĢtikten sonra, söz
konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenemez. Görüldüğü
üzere, söz konusu düzenlemede açıkça belirtilmemiĢ olsa da ceza mahkemesinde sahtelik
iddiasının dinlenememesi, ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi tarafından verilen karar
ile bağlı olması sonucunu doğurur. Bu nedenle kanundaki açık düzenleme karĢısında, bir
belgenin (senedin) sahteliği hem hukuk muhakemesinin hem de ceza muhakemesinin
konusunu oluĢturmakta ise ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararını beklemesi
gerekir.
Kanunda açık bir düzenleme bulunmuyor olsa bile eğer ceza davasının konusunu
oluĢturan fiilin hukuka uygun olup olmadığına iliĢkin değerlendirme, diğer muhakeme
alanlarında bulunan ve ceza mahkemesine göre uzman sayılan bir mahkeme tarafından
yapılacak ise ceza mahkemesinin bu mahkemenin fiil hakkında vereceği hükmün
kesinleĢmesini beklemesi gerekir505.
Aynı fiile iliĢkin birbiriyle çeliĢki arz eden hükümlerin önüne geçmek için Ceza mahkemelerinin ek
yetkisini düzenleyen CMK’nın 218’inci maddesine, birinci fıkradan sonra gelmek üzere, Ģu yönde bir
fıkranın eklenmesinin gerektiği kanaatindeyiz: (2) Bir fiilin hem bir ceza davasının hem de diğer
muhakeme alanlarındaki davaların konusunu oluĢturması durumunda, ceza davası sonucunda verilen
hüküm kesinleĢinceye kadar diğer haksızlığa iliĢkin yargılama durur. Ceza mahkemesi hükmü, diğer
haksızlıkla ilgili uygulama kabiliyeti bulduğu müddetçe, hükmü verecek mahkemeyi bağlar.
505
“Kamu ihale kurumunca verilen ihalenin iptaline dair kararın iptaline ilişkin olarak, MESKİ tarafından
belirtilen idare aleyhine Ankara 2. İdare Mahkemesine açılan 2006/748, ihaleyi kazanan şirket
tarafından Kamu İhale Kurumu ile MESKİ yönetim kurulu tarafından verilmiş ihalenin iptali kararlarının
iptaline dair belirtilen idareler aleyhine Ankara 11. İdare Mahkemesine açılan 2006/1656 Esas sayılı
davaların bu dava ile irtibatı nazara alınarak, halen karara çıkmamışsa kesinleşmiş sonuçlarının
beklenilmesi, sonuçlanıp kesinleşmesi halinde ise delil olarak dosya arasına onaylı suretlerinin
konulmasından sonra, iddia ve kanıtların birlikte değerlendirilmesi suretiyle sanığın hukuki durumunun
tayin ve takdir edilmesi gerektiği gözetilmeden eksik araştırma ile hüküm kurulması…” (Yargıtay 5. CD,
28.11.2007 tarih ve E. 2012/4508, K. 2012/12798 sayılı kararı). Söz konusu karara konu olayda sanıklar
hakkında ihaleye fesat karıĢtırdıkları gerekçesi ile yerel mahkeme tarafından mahkumiyet hükmü
504
128
UyuĢmazlık Konusunun Ceza Davasının Konusunu OluĢturan ve Suç TeĢkil Eden Fiilin
Bir Unsuruna ĠliĢkin Olması Durumunda
Bazen de diğer mahkeme hükmü, ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil
eden fiilin tamamı hakkında değil, bu suçun maddi unsurlarından birisi hakkında olabilir.
Böyle bir durumda verilen mahkeme hükmü, bağlayıcılık etkisi için belirttiğimiz diğer
Ģartları taĢıması ve suçun oluĢup oluĢmadığı hususunda ya da nitelikli hallerin uygulanması
bakımından önem arz ediyorsa ceza mahkemesi bu mahkeme hükmü ile bağlıdır.
Diğer mahkeme hükümlerinin, ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden
fiilin bir unsuruna iliĢkin olması durumu ile diğer mahkeme hükmünün ceza mahkemesi
bakımından bir unsur etkisi doğurması durumunu birbirleri ile karıĢtırmamak gerekir.
Unsur etkisinde bir mahkeme hükmü veya hakim ya da bir mahkeme kararı suç tipinin bir
unsuru olarak düzenlenmiĢtir. Örneğin “Suçluyu Kayırma” suçunda, hakkında yakalama
kararı verilmiĢ bir kiĢinin kayrılması cezalandırılması gereken bir hareket olarak
düzenlenmiĢtir. Öncül suç faili hakkında bir yakalama kararının verilmiĢ olması, suçluyu
kayırma suçunun bir unsurunu teĢkil etmekte, bu yönüyle bu kiĢinin yakalanmasına iliĢkin
karar, suçluyu kayırma suçu açısından bir unsur etkisi doğurmaktadır. Görüleceği gibi,
unsur etkisinin söz konusu olduğu suç tiplerinde, bir mahkeme hükmü veya hakim ya da
mahkeme kararı, açık bir Ģekilde yer almaktadır. Buna karĢılık, ceza davasının konusunu
oluĢturan ve suç teĢkil eden fiilin bir unsuruna iliĢkin mahkeme hükümleri tespit hükmü
Ģeklinde olabileceği gibi bir inĢai hüküm de olabilir. Örneğin hırsızlık suçuna konu menkul
malın bir hukuk mahkemesince, ceza davasında sanık olarak bulunan kiĢiye ait olduğuna
hükmedilmesi, bu kiĢinin kendi menkul malı üzerinde hırsızlık suçunu iĢleyememesi
sonucunu doğurması yönünden önem arz eder.
3.7.
Bağlayıcılık Etkisinin Benzer Kurumlarla KarĢılaĢtırılması
Mevzuatımızda bazı kurumlarla ilgili olarak mahkemeler tarafından verilen
hükümlerin bağlayıcı olduğuna iliĢkin düzenlemelere yer verilmiĢtir. Bu düzenlemelerde
yer alan hükümlerin bağlayıcı oluĢu ile maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan
verilmiĢtir. Ancak sanıklar, Kamu Ġhale Kurumunca ihalenin iptaline iliĢkin verilen kararın iptali
amacıyla idari yargıda dava açmıĢlardır. Yargıtay’a göre Kamu Ġhale Kanunu’na bir aykırılığın olup
olmadığını tespit etme konusunda uzman yargı yeri idari yargıdır. Bu nedenle Yargıtay’ın, ceza
mahkemesinin bu konuya iliĢkin idare mahkemesinin kararını beklemesine karar vermesi isabetlidir.
Ancak aynı fiile iliĢkin verilen mahkeme hükmünün kesin hüküm teĢkil etmesi yerine sadece delil olarak
değerlendirileceğini belirtmesi ise isabetsizdir. Ayrıca bkz. Yargıtay 11. CD, 01.12.2003 tarih ve
10407/8521 sayılı kararı, (Hatipoğlu, M. ve Parlar, A. (2005). Özel Ceza Yasaları Uygulamalarında
Ekonomik ve Ticari Suçlar. Ankara, s. 330).
129
bağlayıcılık etkisinin mi yoksa baĢka bir Ģeyin mi kastedildiğinin araĢtırılması; bunun için
de maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi ile söz konusu
hükümlerde yer alan bağlayıcı olma durumlarının karĢılaĢtırılması gerekmektedir.
3.7.1. Anayasa Mahkemesi Kararlarının Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması
1982 Anayasası’nın 153’üncü maddesinin son fıkrasına göre, Anayasa Mahkemesi
kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkiĢileri
bağlar. Burada kullanılan “bağlar” ifadesinin, bir kararın içeriğine uyma ve bu karar
doğrultusunda hareket etme anlamına geldiği belirtilmektedir506. Bu hükümden de açıkça
anlaĢıldığı gibi yargı organları dahi Anayasa Mahkemesi kararları ile bağlıdır. ÇalıĢma
konumuz, diğer yargı mercilerinin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza mahkemesine etkisi
olduğu için anayasanın ilgili hükmünün çalıĢmamız açısından bir dayanak noktası
olabileceği izlenimi uyanmaktadır. Zira her iki durumda da bağlayıcılığın konusu bir yargı
kararıdır. Bağlayıcılığın muhatabı ise baĢka bir yargı organıdır 507 . Bu düzenlemede
Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığının bütün yargı organları için geçerli
olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan, bağlayıcılığın muhatabı olan mahkemenin ilk
derece mahkemesi veya yüksek dereceli mahkeme olması arasında bir fark söz konusu
değildir508.
ÇalıĢmamızda ele aldığımız bağlayıcılık, kesin hükmün olumlu bir etkisi
niteliğindedir. Bu nedenle konumuz açısından, bir mahkeme hükmünün baĢka bir
mahkeme bakımından bağlayıcılığından söz edebilmek için her iki hüküm arasında, ele
aldıkları uyuĢmazlıklar ve davanın tarafları bakımından bir bağlantı bulunmalıdır. Anayasa
Mahkemesi kararları ise 153’üncü maddede belirtilen bütün organ ve makamları bağlayıcı
etkiye sahiptir. Doğal olarak bir ceza mahkemesi de Anayasa Mahkemesinin vermiĢ
olduğu kararlarla bağlıdır. Ancak, ceza mahkemesinin Anayasa Mahkemesi kararları ile
bağlı olması, aynı konuya iliĢkin daha önce verilmiĢ diğer mahkeme hükümleri ile bağlı
olması hakkında bir yanıt içermemektedir509. Zira her iki durum da birbirlerinden farklı
amaçları ihtiva etmektedir.
506
507
508
509
Köküsarı, Ġ. (2009). Anayasa Mahkemesi Kararlarının Türleri ve Nitelikleri. Ġstanbul, s. 224.
Heil, 1983, s. 66. 1982 Anayasası’nın 153. Maddesine paralel bir düzenleme Alman Anayasa Mahkemesi
Kanunu’nda (BVerfGG) yer almaktadır. Anılan kanunun 31’inci Paragrafının ilk fıkrasına göre, Anayasa
mahkemesi kararları Federal ve Federe anayasa organları, bütün mahkemeler ve idare makamları için
bağlayıcıdır.
Köküsarı, 2009, s. 240.
Waldeyer, 2006, s. 211.
130
Kesin hükmün temel amacı, bir uyuĢmazlık hakkında nihai bir karara ulaĢarak bu
uyuĢmazlığın sürüncemede kalmasını engellemektir. Kesin hüküm bu yönüyle hukuki
güvenlik ilkesine hizmet etmektedir. Bu nedenle kesin hüküm, hükme konu olmuĢ somut
uyuĢmazlığın tekrardan bir uyuĢmazlık konusu olması noktasında etkisini gösterir.
Anayasa mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı konusu ise daha çok anayasanın üstünlüğü
ile ilgilidir. Anayasa mahkemesinin temel görevi anayasayı yorumlamak suretiyle, hukuk
düzeninde bir güvenin ve istikrarın oluĢmasını sağlamaktır510. Bu görevin tam anlamıyla
yerine getirilebilmesi için zorunlu olarak Anayasa mahkemesi kararlarına bağlayıcılık
etkisinin tanınması gerekir. Anayasa mahkemesi kararları ile bağlılık bir bakıma anayasa
ile bağlılık anlamına gelmektedir511.
1982 Anayasası’nda, hiçbir kimsenin veya organın, kaynağını Anayasadan almayan
bir Devlet yetkisini kullanamayacağı (Anayasa md. 6, f. son) ve ayrıca anayasa
hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluĢ ve
kiĢileri bağlayacağı hüküm altına alınmıĢtır (Anayasa md. 11). Fakat bu durum bu
organların her zaman anayasanın çizdiği sınırlar içerisinde kalacakları ve böylece
anayasaya uygun davranacakları anlamına gelmez. Anayasaya uygunluğu denetlemek
amacıyla gerek ülkemizde gerekse de diğer ülkelerde anayasa yargısına yer verilmiĢ ve
bunun sonucu olarak da anayasa mahkemeleri kurulmuĢtur512. Anayasanın bağlayıcılığının
sözde kalmaması için kurulmuĢ olan bu mahkeme kararlarının da bağlayıcı olması adeta
bir zorunluluk oluĢturmaktadır. Görüleceği gibi, Anayasa Mahkemesi kararlarına tanınan
bu bağlayıcılık etkisi, farklı yargı mercilerinin hükümleri arasındaki çeliĢkiyi gidermek
amacıyla değil; tam aksine anayasanın iĢlerliğini ve saygınlığını korumak amacıyla kabul
edilmiĢtir.
Açıklanan nedenlerden dolayı, Anayasa’nın 153’üncü maddesinde yer alan
bağlayıcılık, kesin hükmün olumlu etkisi niteliğinde bir bağlayıcılık olarak görülemez.
Anayasa mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ile ilgili üzerinde durulması gereken
bir diğer konu, bireysel baĢvuru513 sonucu verilen ihlal kararların durumudur. 6216 sayılı
510
511
512
513
Rupp, H. (1968). Zur Bindungswirkung der Entscheidungen des Bundesverfassungsgerichts. Tübinger
Festschrift für Eduard Kern, Tübingen, s. 405.
Heil, 1983, s. 68.
Döner, A. (2008). Anayasa Mahkemesi Kararlarının Gerekçelerinin Bağlayıcılığına ĠliĢkin Bazı Sorunlar.
Prof. Dr. Ergun Özbudun’a Armağan, cilt II, Ankara, s. 215.
Temel hak ve özgürlükleri kamu gücü tarafından ihlal edilen kiĢilerin Anayasa Mahkemesine baĢvurduğu
yol olarak tarif edilen (Karaman, E. (2013). Karşılaştırmalı Anayasa Yargısında Bireysel Başvuru Yolu.
Ġstanbul, s. 34) bireysel baĢvuru, 12.09.2010 tarihinde yapılan halkoylaması sonucunda hukukumuza
girmiĢtir. Akabinde, 1982 Anayasası’nın 148’inci maddesinde gerekli değiĢiklikler yapılmıĢ ve bireysel
baĢvuru yolunun da düzenlendiği 30.03.2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin KuruluĢu ve
Yargılama Usulleri Hakkında Kanun kabul edilmiĢtir.
131
Kanun’un 50’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre, bireysel baĢvuru sonucunda Anayasa
Mahkemesince “tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmıĢsa, ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama 514 yapmak üzere dosya ilgili
mahkemeye gönderilir… Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa
Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak Ģekilde
mümkünse dosya üzerinden karar verir”. Hükümden de anlaĢılacağı gibi, yeniden
yargılama yapacak mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararı doğrultusunda karar
vermek zorundadır515.
Anayasa mahkemesinin bireysel baĢvuru sonucunda vermiĢ olduğu kararın
bağlayıcılığının iki yönü bulunmaktadır. Birincisi, Anayasa Mahkemesinin bu konudaki
vermiĢ olduğu kararın bağlayıcı olmasının temel sebebi, Anayasa’nın 153’üncü
maddesinin son fıkrasıdır. Bu durumda söz konusu edilen bağlayıcılığın, maddi anlamda
kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi ile bir ilgisinin olmadığını, yukarıdaki
paragraflarda açıklamaya çalıĢmıĢtık. Ġkincisi ise Anayasa Mahkemesi’nin bireysel
baĢvuru sonucu vermiĢ olduğu ihlal kararına konu olay ile ilk derece mahkemesinin bir
temel hakkın ihlaline neden olduğu tespit edilen kararın dayanağı olay aynıdır. Bu
bakımdan Anayasa Mahkemesi bir ihlal tespit ettiğinde, ilk derece mahkemesi yapmıĢ
olduğu yargılamayı yenileyerek aynı olaya iliĢkin Anayasa Mahkemesi kararı
doğrultusunda karar verecektir. Örneğin Anayasa Mahkemesi, milletvekili seçilen sanığın
tutuklu bulunmasının, Anayasa’nın 67’nci maddesinde güvence altına alınan seçme ve
seçilme haklarını ihlal ettiği sonucuna varırsa ilk derece mahkemesi, sanığın tutukluluk
haline son vermelidir516. Anayasa Mahkemesinin bireysel baĢvuruya iliĢkin ihlal kararının
bağlayıcılığı; aynen aĢağıda açıklayacağımız kanun yolu yargılamasında, üst dereceli
mahkemenin vermiĢ olduğu kararın bağlayıcılığında olduğu gibi, aynı konuya iliĢkindir.
Konumuz olan bağlayıcılık etkisinde ise farklı mahkemelerin farklı dava konusu üzerinde
vermiĢ oldukları kararlarının, Ģartların bulunması halinde, birbirine etki etmesi söz
konusudur.
514
515
516
Fıkrada geçen “yeniden yargılama yapmak” ifadesi her zaman için bir olağanüstü kanun yolu olan
“yargılamanın yenilenmesi”ne karĢılık gelmemektedir. Zira fıkrada mahkeme kararlarından bahsedildiği
için özellikle bir ceza yargılaması içerisinde verilen örneğin bir tutuklama kararı da bir hak ihlaline sebep
olabilir. Böyle bir durumda yeniden yargılama yapmak ifadesi, ceza yargılamasının tümünün değil,
sadece tutuklama yargılamasının yeniden yapılması anlamına gelmektedir.
Karaman, 2013, s. 305.
Anayasa Mahkemesi 4. 12. 2013 tarih ve BaĢvuru no: 2012/1272 sayılı kararı,
http://www.kararlar.anayasa.gov.tr/kararYeni.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=100006
54&content=balbay.
132
Görüleceği üzere, bireysel baĢvuru sonucunda verilen ihlal kararı neticesinde, ilk
derece mahkemesinin yeniden yargılama yapmak suretiyle Anayasa Mahkemesi kararı ile
bağlı olmasının, konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir ilgisi yoktur.
3.7.2. Ġçtihadı BirleĢtirme Kararlarının Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması
Yüksek mahkemelerin temel görevi hukuk kurallarının yurt çapında eĢit ve aynı
Ģekilde uygulanmasını sağlamaktır. Mevzuatta öngörülen kanun yolu sisteminin iĢletilmesi
suretiyle, ilk derece mahkemeleri tarafından verilen kararların denetimi sağlanır ve bunun
sonucunda da somut durumlara hangi kanun hükümlerinin uygulanması gerektiği ortaya
çıkarılmıĢ olur. Ancak yüksek mahkemelerin değiĢik zamanlarda verdiği kararlar arasında
çeliĢkiler olabileceği gibi; daire sayılarının fazlalığı karĢısında, benzer uyuĢmazlıklarla
ilgili birbiriyle çeliĢen kararların çıkması da söz konusu olabilmektedir. Birbiriyle çeliĢen
kararların giderilmesinin bir çaresi de içtihatların birleĢtirilmesi yoluna gidilmesidir. Bu
bakımdan içtihadı birleĢtirme kararını Ģu Ģekilde tarif edebiliriz: Bir olayda uygulanacak
olan hukuk kuralının hangisinin olduğu yönünde verilen kararlar arasında çeliĢmeye
düĢülmesi veya bir olayda uygulanacak bir hukuk kuralının baĢka davalarda değiĢik
biçimde yorumlanarak uygulanması durumunda, ortaya atılan hukuki görüĢlerden
hangisinin hukuka uygun olduğunu belirtmek üzere alınan ve bağlayıcı olan kararlara
içtihadı birleĢtirme kararı denir517. Bu amaçla gerek Yargıtay518, gerek DanıĢtay519 gerekse
517
518
519
Anayasa Mahkemesi 12.06.1969 tarih ve E. 1968/38, K. 1969/34 sayılı kararı,
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=274&content=,
eriĢim tarihi 22.09.2012.
4.02.1983 tarih ve 2797 numaralı Yargıtay Kanunu’nun 7, 15, 16, 17, 27, 41, 42, 50, 58’inci
maddelerinde bu kurumdan bahsedilmiĢ, ancak asıl olarak Kanun’un 45’inci maddesinde içtihatların
birleĢtirilmesi kurumu doğrudan düzenlenmiĢtir. Kanuna göre, içtihadı birleĢtirme kararı vermeye yetkili
makamlar, Yargıtay Büyük Genel Kurulu ile Hukuk ve Ceza Genel Kurullarıdır. Hukuk Genel Kurulunun
benzer olaylarda birbirine aykırı biçimde verdiği kararları ile Ceza Genel Kurulunun yine benzer
olaylarda birbirine aykırı olarak verdiği kararları veya Hukuk Genel Kurulu ile Ceza Genel Kurulu;
Hukuk Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi; Hukuk Genel Kurulu ile bir ceza dairesi veya Ceza Genel
Kurulu ile bir ceza dairesi; Ceza Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi veya bir hukuk dairesi ile bir ceza
dairesi arasındaki içtihat uyuĢmazlıklarını gidermek ve içtihatları birleĢtirmek yetki ve görevini Yargıtay
Büyük Genel Kurulu yerine getirir (Yargıtay Kanunu, md. 16, fıkra 1- 5). Hukuk ve Ceza Genel Kurulları
ise Ģu durumlarda içtihatları birleĢtirmekle yetkili ve görevlidir: Aynı veya farklı yer bölge adliye
mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar bakımından hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri
arasında uyuĢmazlık bulunursa; Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat
uyuĢmazlıkları bulunursa; Yargıtay dairelerinden biri, yerleĢmiĢ içtihadından dönmek isterse veya benzer
olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiĢ bulunursa ( Yargıtay Kanun md. 15). Hukuk ve Ceza Genel
Kurulları’nın içtihadı birleĢtirme yetkisi maddede ortak Ģekilde düzenlenmiĢ olsa da hukuk daireleri söz
konusu olduğu zaman Hukuk Genel Kurulu’nun; ceza daireleri söz konusu olduğunda ise Ceza Genel
Kurulu’nun içtihatları birleĢtirmekle yetkili olduğu maddeden açıkça anlaĢılmaktadır.
6.01.1982 tarih ve 2575 numaralı DanıĢtay Kanunu’nun 39’uncu maddesine göre, İçtihatları Birleştirme
Kurulu, dava dairelerinin veya idari ve vergi dava daireleri kurullarının kendi kararları veya ayrı ayrı
verdikleri kararlar arasında aykırılık veya uyuşmazlık görüldüğü veyahut birleştirilmiş içtihatların
133
Askeri Yargıtay 520 ve nihayetinde Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi 521 Kanunlarında
içtihadı birleĢtirme müessesesine yer verilmiĢtir522.
Ġçtihadı birleĢtirme kararları, o kararı veren yüksek mahkemenin baĢında bulunduğu
yargı kolu (muhakeme alanı) için bağlayıcı bir etkiye sahiptir523. Ayrıca bu kararlar, aynen
kesin hükümde olduğu gibi, verildikleri andan sonraki durumlar için bağlayıcı olurlar.
Ġçtihadı birleĢtirme kararından önce kesinleĢmiĢ mahkeme kararları ise içtihadı birleĢtirme
kararlarından etkilenmezler524.
Ġçtihadı birleĢtirme yoluna belirli bir somut olayda ortaya çıkan uyuĢmazlığın
giderilmesi amacıyla baĢvurulmaz. Bunun tam aksine bu yola, benzer durumlarda
uygulanan hukuk kurallarının ülke çapında birliğinin sağlanması amacıyla baĢvurulur525.
Bu bakımdan içtihadı birleĢtirme kararı verilmesinin amacı somut davalarla ilgili özel ve
520
521
522
523
524
525
değiştirilmesi gerekli görüldüğü takdirde, Danıştay Başkanının havalesi üzerine, Başsavcının düşüncesi
alındıktan sonra işi inceler ve lüzumlu görürse, içtihadın birleştirilmesi veya değiştirilmesi hakkında
karar verir.
27.06.1972 tarih ve 1600 numaralı Askeri Yargıtay Kanunu’nun 30’uncu maddesine göre, Askeri
Yargıtay’ın bir dairesi hukuki bir meselede kendinin yerleşmiş bir içtihadından veya Daireler Kurulunun
veya diğer bir dairenin yerleşmiş içtihadından ayrılmak isterse veya bir daire ile Daireler Kurulunun
kararları arasında aykırılık bulunursa bu konudaki içtihatların birleştirilmesi Genel Kurulun içhatları
birleştirme toplantısında karara bağlanır.
4.07.1972 tarih ve 1602 numaralı Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi Kanunu’nun “Genel Kurul’un
Görevleri” baĢlıklı 29’uncu maddesine göre, Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi Genel Kurulu, dairelerin
veya Daireler Kurulunun kendi kararları veya ayrı ayrı verdikleri kararlar arasında aykırılık veya
uyuşmazlık görüldüğü veyahut birleştirilmiş içtihatların değiştirilmesi gerekli sayıldığı takdirde,
Başsavcının düşüncesi alındıktan sonra işi incelemek ve gerektiğinde, içtihadın birleştirilmesi veya
değiştirilmesi hakkında karar vermekle yetkili ve görevlidir.
Bilge, N. (1974). Yargısal Ġçtihatların Bağlayıcı Etkileri ve Ġçtihadı BirleĢtirme Kararları. Dr. A. Recai
Seçkin’e Armağan. Ankara, s. 245; Kuru, B. (1977). İçtihatların Birleştirilmesi Yolu ile İlgili Bazı
Sorunlar. Ankara, s. 15.
Yürürlükte bulunan Yargıtay Kanunu’na göre, Ġçtihadı birleĢtirme kararları benzer hukuki konularda
Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar (Yargıtay Kanunu md. 45, f. 5).
Yargıtay bakımından özellik arz eden husus, adli yargı alanında Yargıtay Büyük Genel Kurulu’nun yanı
sıra Hukuk ve Ceza Genel Kurulları’nın da içtihadı birleĢtirme kararı vermeye yetkili olmasıdır. KURU,
1973 tarihli ve 1730 numaralı Yargıtay Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde yazmıĢ olduğu eserinde
Yargıtay Ġçtihadı BirleĢtirme Büyük Genel Kurulu’nun vermiĢ olduğu içtihadı birleĢtirme kararlarının
bütün adalet mahkemelerini, bütün Yargıtay dairelerini ve Hukuk Genel Kurulu ile Ceza Genel Kurulunu
bağlayacağını belirtmiĢtir. Buna karĢılık yazara göre, Yargıtay Hukuk Bölümü Ġçtihadı BirleĢtirme Genel
Kurulu’nun vermiĢ olduğu içtihadı birleĢtirme kararları, yalnız bütün hukuk dairelerini ve Hukuk Genel
Kurulu’nu bağlar; ceza dairelerini ve Ceza Genel Kurulu’nu bağlamaz. Çünkü bu içtihadı birleĢtirme
kararlarının verilmesine ceza daireleri baĢkan ve üyeleri katılmıĢ değildir (Bkz. Kuru, 1977, s. 28). Aynı
durum Yargıtay Ceza Bölümü Ġçtihadı BirleĢtirme Genel Kurulu’nun kararları açısından da geçerli olsa
gerektir. Aynı görüĢün halen yürürlükte olan 2797 numaralı Yargıtay Kanunu bakımından da geçerli
olduğu savunulmaktadır (Bkz. CoĢkun, K. (2001). Ġçtihatların BirleĢtirilmesi. ABD, (1), s. 124). DanıĢtay
Kanunu’na göre, DanıĢtay tarafından alınan içtihadı birleĢtirme kararlarına DanıĢtay daire ve kurulları ile
idari mahkemeler ve idare uymak zorundadır (DanıĢtay Kanunu md. 40, f. 4). Askeri Yargıtay Kanunu’na
göre, Askeri Yargıtay tarafından verilen içtihatları birleĢtirme kararları, benzer olaylarda Askeri Yargıtay
Daireler Kurulu ile daireleri ve askeri mahkemeler ile disiplin mahkemelerini bağlar (Askeri Yargıtay
Kanunu md. 32, f. 1). Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi Kanunu’na göre ise, Askeri Yüksek Ġdare
Mahkemesi tarafından alınan içtihadı birleĢtirme kararlarına bu mahkeme organları ile idare uymak
zorundadır (Askeri Yüksek Ġdare Mahkemesi Kanunu, md. 29, f. 4).
Bilge, 1974, s. 266.
Bilge, 1974, s. 278.
134
öznel kararlar vermek değil, benzer olaylarda uygulama bakımından yararlanılabilecek
genel ve nesnel kurallara eriĢmektir526. Buna karĢılık bağlayıcılık etkisindeki amaç ise aynı
olaya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının engellenmek istenmesidir.
Aralarındaki bu temel farktan dolayı içtihadı birleĢtirme kararları ile diğer mahkemelerin
bağlı olacağının bir takım kanunlarda hüküm altına alınmıĢ olmasının, konumuz olan
bağlayıcılık etkisi ile bir iliĢkisi yoktur.
Her ne kadar bağlayıcılık etkisi ile içtihadı birleĢtirme kararlarının bağlayıcılığı,
birbirlerinden tamamen farklı kurumlar olsalar da her ikisi de hukuki güvenlik ilkesinin
tesis edilmesine yardımcı olurlar. Zira kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi,
aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasını engellemek suretiyle
hukuki güvenlik ilkesine hizmet eder. Aynı Ģekilde içtihadı birleĢtirme kurumu da hukuki
güvenlik ilkesine hizmet etmektedir. Anayasa Mahkemesi her ne kadar hukuki güvenlik
ilkesinden doğrudan bahsetmese de içtihadı birleĢtirme kurumunun hukuki güvenlik ilkesi
ile bağlantısını Ģu Ģekilde kurmuĢtur: “mahkemelerin benzer olaylarda verdikleri kararlar
arasında çelişmeler doğabilmekte ve bu çelişmeler Anayasa'nın 12. Maddesinde (1982
Anayasası md. 10) tanınan yasa önünde eşitlik ilkesini zedelemekte ve bundan dolayı
içtihatlar arasında birlik sağlama zorunluğu ortaya çıkmaktadır. Anayasa'nın 139.
Maddesi (1982 Anayasası md. 154) hükmü ile 12. maddesi hükmü bir arada düşünülünce,
Yargıtay'ın anayasal görevleri arasında içtihat birliğini sağlama görevinin bulunduğu da
açıkça görülmektedir. Yargıtay'ın, gerek alt mahkemelerin verdikleri kararları denetlemek
görevini, gerekse hukuk kurallarının yorumlanmasında birliği gerçekleştirme, başka
deyimle, çelişmeleri önleme görevini yapabilmesi için, verdiği kararların hiç değilse bir
bölümünün mahkemeleri bağlayıcı kararlar olması gerekmektedir. Gerçekten Yargıtay
kararlarının hiç değilse bir bölümüne bağlayıcı nitelik tanınmayacak olursa, Yargıtay
görüşünün benimsenmesi, mahkemelerin iradesine bağlı kalacak ve Yargıtay'ın durumu,
danışma yolu ile karar veren bir yer olmaktan ileri gidemeyecektir. Sosyal açıdan adaletin
en önemli gereklerinden birisi, belli olaylara belli hükümlerin tek anlamda olmak üzere
uygulanmasıdır. Demek ki aynı nitelikteki olaylara başka başka hükümlerin ya da aynı
hükmün başka başka biçimlerde uygulanması, doğrudan doğruya adalet duygusunu incitici
ve yurttaşların Devlete karşı güvenini azaltıcı ve yerine göre temelden sarsıcı bir etki
doğurmaktadır. İşte sosyal bakımdan çok ağır olan bu sakıncayı önlemek üzere Anayasa,
Yargıtay'a, adlî yargı alanında hukuk uygulamalarında birliği sağlamak görevini dahi
526
Bilge, 1974, s. 278.
135
vermiştir. Özet olarak denilebilir ki, içtihadı birleştirme kararlan vermek yetkisi ve bu
kararların bütün mahkemeler için bağlayıcı olmak niteliği, bir bakıma Anayasa'nın 139 ve
12. maddeleri hükümlerinin uygulanmasını sağlamaya elverişli tedbirlerdendir”527.
Anayasa Mahkemesi’nin söz konusu kararından hareket edildiğinde Ģu söylenebilir
ki hukuk düzenimiz benzerlik arz eden durumlarda dahi birbiriyle çeliĢen kararların
engellenmesine yönelik müesseseleri kabul etmektedir. Bu kabulün, aynı konuya iliĢkin
birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının önlenmesi bakımından evleviyetle geçerli
olması gerekir.
3.7.3. Madde ve Yer Bakımından Yetki UyuĢmazlıklarında Merciin VermiĢ Olduğu
Kararların Bağlayıcılığı ile KarĢılaĢtırılması
Bir ülkenin içerisinde birden fazla yargı kolunun bulunması, mevcut uyuĢmazlığın
nasıl ve nerede çözüleceği noktasında bazı sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir528.
Bu sorunların çözülmesi amacıyla ülkemizde UyuĢmazlık Mahkemesi kurulmuĢtur529.
Buna karĢılık, bu uyuĢmazlık aynı muhakeme alanı içerisinde çıkmıĢ ise bu
uyuĢmazlığı çözmekle hangi yargı yerinin görevli olacağı her bir muhakeme kanununda
ayrı
ayrı
belirlenmiĢ
bulunmaktadır.
Aynı
muhakeme
alanı
içerisinde
çıkan
uyuĢmazlıkların öne çıkanları madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarıdır. Belirli bir
uyuĢmazlığa aynı muhakeme alanı içerisindeki ilk derece mahkemelerinden hangisinin
527
528
529
Anayasa Mahkemesi, 12.06.1969 tarih ve E. 1968/38, K. 1969/34 sayılı kararı,
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=274&content=,
eriĢim tarihi 22.09.2012.
Çağlayan, R, 1999, s. 127.
12/06/1979 tarihli ve 2247 sayılı UyuĢmazlık Mahkemesinin KuruluĢ ve ĠĢleyiĢi Hakkında Kanun’un
1’inci maddesine göre, Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli,
idari ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili
ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir. Bu hükme göre, UyuĢmazlık
Mahkemesi farklı yargı kollarındaki mahkemeler arasında doğacak görev, daha doğru ifadeyle yargı yolu
uyuĢmazlıklarını çözüme kavuĢturduğu gibi, farklı yargı kolları arasındaki mahkemeler arasındaki hüküm
uyuĢmazlıklarını da gidermekle yetkili ve görevlidir. Bir önceki baĢlıkta aynı yargı kolu içerisindeki
mahkemeler arasında hüküm uyuĢmazlıklarının çıkması durumunda bunun Ġçtihadı BirleĢtirme Kararları
ile giderileceğini belirtmiĢtik. ÇalıĢmamızın baĢında ise bir uyuĢmazlığın birden fazla farklı yönünün
olabileceğini ve bu uyuĢmazlığın aynı zamanda örneğin hem idari yargının hem de adli yargının konusu
olabileceğini belirtmiĢtik. ĠĢte aynı uyuĢmazlığın farklı yargı kollarındaki mahkemeler önünde yer alması
durumunda, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen kararların çıkması muhtemeldir. Bu uyuĢmazlığın
Ġçtihadı BirleĢtirme Kararları ile de giderilemeyeceği muhakkaktır. Zira Ġçtihadı BirleĢtirme Kararları
aynı muhakeme alanı içerisinde veya aynı yargı kolu içerisinde doğan uyuĢmazlıkların giderilmesi için
baĢvurulabilen bir yoldur. Bu nedenle farklı yargı kollarında yer alan mahkemeler arasında, uyuĢmazlık
hakkında verilmiĢ nihai kararlar aiptalrasındaki çeliĢkinin giderilmesi için UyuĢmazlık Mahkemesi
görevli ve yetkili kılınmıĢtır.
136
(madde bakımından yetki) ve hangi yerdeki (yer bakımından yetki) mahkemenin
bakacağını düzenleyen kurallara genel olarak yetki kuralları adı verilir530.
Madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında nasıl hareket edileceği her bir
muhakeme kanununda farklı Ģekilde düzenlenmiĢtir. ÇalıĢma konumuzunun dıĢında
kaldığından, burada bu farklar ve uyuĢmazlıkların nasıl giderileceği hakkında bilgi
verilmeyecektir. Bizim için önem arz eden husus, madde ve yer bakımından yetki
uyuĢmazlıklarında madde veya yer bakımından yetkili yargı yerini belirleyen ve kararına
karĢı herhangi bir kanun yoluna gidilemeyen merciin kararının, bu kararda madde veya yer
bakımından yetkili olarak belirtilen yargı merci için bağlayıcı olmasıdır531.
Merciin madde veya yer bakımından yetkiye iliĢkin olarak vermiĢ olduğu kararın,
madde veya yer bakımından yetkili mahkeme için bağlayıcı olmasının konumuz olan
bağlayıcılık etkisi ile bir ilgisinin olup olmadığının ortaya konulması gerekir.
Her ne kadar madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında olduğu gibi,
bağlayıcılık etkisinde de bağlayıcılığın muhatabı bir mahkeme olsa da bağlayıcılık
etkisinde sonraki mahkemenin bağlı olduğu Ģey, çözmesi gereken uyuĢmazlık hakkında
önceden verilmiĢ bir mahkeme hükmüdür. Bu durumda iĢin esası hakkında verilmiĢ bir
hüküm mevcuttur ve bağlayıcı etkiye sahip olan ise bu hükümdür. Bu hükme konu
uyuĢmazlık ise sonraki yargılamada bir ön sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Madde ve yer
bakımından yetki uyuĢmazlıklarında ise ortada henüz iĢin esası hakkında verilmiĢ bir karar
mevcut değildir. Merciin vermiĢ olduğu karar, bu kararda madde ve yer bakımından yetkili
olarak belirtilen mahkeme için bağlayıcı olsa da ortada iĢin esasını çözen bir karar
530
531
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 119.
Aslında mevzuatımızda bu konuda birlik arz eden bir ifade kullanılmamaktadır. Örneğin 6100 sayılı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda konuya iliĢkin olarak, “Bölge adliye mahkemesince veya Yargıtayca
verilen yargı yeri belirlenmesi ile kanun yolu incelemesi sonucunda kesinleĢen göreve veya yetkiye
iliĢkin kararlar, davaya ondan sonra bakacak mahkemeyi bağlar” (HMK md. 23, f. 2) ifadesine yer
verilmiĢtir. Buna karĢılık CMK’da görev ve yetki konusunda mahkemeler arasında uyuĢmazlık çıktığında
görevli ve yetkili mahkemeyi ortak yüksek görevli mahkemenin belirleyeceği hüküm altına alınmıĢtır
(CMK md. 4, f. 2;17, f. 1). Ceza muhakemesinde de merciin vermiĢ olduğu kararın kesin olduğu ve buna
karĢı kanun yoluna gidilemeyeceği görüĢü hakimdir (ġahin, C. (2014). Ceza Muhakemesi Hukuku. Birinci
Cilt, (Gözden GeçirilmiĢ ve GüncellenmiĢ 5. Baskı). Ankara, s. 235). Ġdari muhakeme içerisinde yer alan
mahkemeler arasında görev ve yetki uyuĢmazlığı çıktığı durumda görevli ve yetkili mahkemeyi yerine
göre DanıĢtay veya Bölge Ġdare Mahkemeleri belirler. ĠYUK’ta bu mahkemelerin görev ve yetki
uyuĢmazlığına iliĢkin vermiĢ oldukları kararların kesin olduğu belirtilmektedir (ĠYUK md. 43, f. 3). Bir
mahkemenin kararının ister kesin olduğundan isterse de bir baĢka mahkeme için bağlayıcı olduğundan
bahsedilsin aynı sonuca ulaĢılmaktadır. Her iki durumda da görevli veya yetkili olarak görülen mahkeme,
merciin görev veya yetki hakkında vermiĢ olduğu karara uymak zorundadır. Bu bakımdan bu tarz bir
durumda mahkemenin kararının bağlayıcı olduğunun veya kesin olduğunun belirtilmesi suretiyle birlik
arz etmeyen ifadelerin kullanılması, sadece kavram birliği bakımından önem arz eden bir husustur.
137
bulunmadığı için bu karara konu uyuĢmazlığın da sonraki yargılamada bir ön sorun olarak
ortaya çıkması söz konusu olamaz532.
Madde ve yer bakımından yetki kurallarına iliĢkin düzenlemelerin ortak yönü, bu
konudaki uyuĢmazlığın bir noktada nihayete erdirilmesini amaç edinmeleridir. Zira madde
ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıkları çıktığı zaman, henüz esas yargılamaya
geçilememekte veya esas yargılama devam ederken madde veya yer bakımından yetki
sorunu ortaya çıkmıĢ ise esas yargılamaya devam edilememektedir. Eğer bu uyuĢmazlık
sürüncemede bırakılırsa yargılamanın uzaması ve bu nedenle sanığın makul sürede
yargılanma hakkına zarar verilmesi tehlikesi doğar. Diğer taraftan, yargılamanın uzaması
yargılamanın ekonomikliği ilkesine de aykırılık oluĢturur. Bu durum yargılamayı yapan
devlete ek bir külfet getirir. Bu yüzden bu tarz uyuĢmazlıkların kısa sürede
sonuçlandırılması arzulanır533. Bunun için de bir noktadan sonra madde ve yer bakımından
yetkiye iliĢkin verilen kararların kesin olduğu kabul edilmektedir. Bu bakımdan madde ve
yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında merciin vermiĢ olduğu kararın bağlayıcı olması ile
amaçlanan hususun, maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisinin
amacı arasında önemli bir farkın olduğu ortaya çıkar. Madde ve yer bakımından yetki
uyuĢmazlıklarında merciin kararının bağlayıcı olmasının amacı, usule iliĢkin bu tarz
uyuĢmazlıkların bir an önce bitirilerek esas yargılamaya bir an önce geçilmesini
sağlamaktır. Maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılığın amacı ise
daha önce de belirttiğimiz gibi, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya
çıkmasının önlenmek istenmesidir.
Sonuç itibariyle, madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında merciin vermiĢ
olduğu kararın bağlayıcı oluĢunun, maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan
bağlayıcılık etkisi ile bir iliĢkisi bulunmamaktadır.
3.7.4. Hükme KarĢı BaĢvurulan Kanun Yolu Yargılaması Sonucunda Üst Dereceli
Mahkemelerin
VermiĢ
Oldukları
Kararlara
Direnilememesi
ile
KarĢılaĢtırılması
Yargı mercilerince verilen hükmün temel özelliği, onun tarafların iĢtirakiyle verilmiĢ,
baĢka bir ifadeyle kolektif oluĢudur 534 . Tarafların iĢtirakiyle, yani iĢbirliği içerisinde
532
533
534
Heil, 1983, s. 88.
Heil, 1983, s. 87.
Kunter, 1989, s. 38.
138
verilmiĢ olması, hakimin verdiği hükmün bağlayıcı olmasının sebebidir. Hükmün kolektif
oluĢu, bu karara baĢka hakimlerin katılması suretiyle de sağlanır. Bunun zorunlu bir
sonucu olarak hakimin kurmuĢ olduğu hüküm genelde bir denetime tabi tutulur535. Derece
yargılaması olarak da ifade edilen bu durum sayesinde, bir iĢe baĢka yargı merciin bir daha
bakması sağlanır. Bu sayede bir hüküm birden fazla hakimin denetiminden geçer ve daha
isabetli bir sonuca ulaĢılır536. Tabii ki bu denetimin ilânihaye devam etmesi de söz konusu
olamaz. Hüküm üzerindeki denetimin de bir aĢamada nihai bir kararla son bulması, hem
adalet hem de hukuki güvenlik ilkesi nedeniyle gereklidir. Hangi aĢamadan sonra verilmiĢ
kararın kesinlik taĢıyacağını belirleme yetkisi ise kanun koyucudadır.
CMK’da olağan ve olağanüstü kanun yolları Ģeklinde ikili bir ayrıma gidilmiĢ; itiraz
kanun yolu, olağan kanun yolları arasında sayılmıĢtır. Kanuna göre, hakim kararları ile
kanunun gösterdiği hallerde, mahkeme kararlarına karĢı itiraz kanun yoluna gidilebilir
(CMK md. 267, f. 1). Bu durum karĢısında, itiraz kanun yolunun sadece hakim veya
mahkeme kararlarına karĢı baĢvurulabilen bir kanun yolu olduğu, hükme karĢı ise kanunda
öngörülen diğer kanun yollarına baĢvurmanın mümkün olduğu sonucuna ulaĢırız. Ayrıca,
her ne kadar CMK’da itiraz üzerine merciin verdiği kararların kesin olduğu hükme
bağlanmıĢsa da (CMK md. 271, f. 4) burada merciin vermiĢ olduğu kararın aynen madde
ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarındaki merciin vermiĢ olduğu kararların kesin oluĢu
ile benzerlik taĢıdığını belirtmekte fayda vardır. Bu yönüyle itiraz üzerine merciin vermiĢ
olduğu kararın kesin oluĢu ile konumuz olan bağlayıcılık etkisinin farklı Ģeyler olduğunu
söyleyebiliriz. Açıklanan gerekçelerle, bu baĢlık altında sadece hükme karĢı baĢvurulan
535
536
Bir uyuĢmazlık hakkında verilmiĢ ilk derece mahkemesi hükmünün çoğu zaman verildiği anda
kesinleĢmemesinin, bu karara karĢı kanun yoluna müracaat edilebilmesinin bazı nedenleri vardır.
Bunların baĢında, verilen karardan tatmin olmayan tarafın ikna edilmesi zarureti gelir. Bu da kiĢilere ilk
derece mahkemelerinden verilen kararları denetletme imkanının sunulması suretiyle yerine getirilir. Tabi
bu belirttiğimiz husus, daha çok özel hukuk uyuĢmazlıkları için geçerli olabilir. Ceza muhakemesi toplum
adına yapıldığı için, ilk derece mahkemesi tarafından verilmiĢ kararda bulunan hukuka aykırılıkların
giderilmesinde kamunun yararı vardır. BaĢka bir deyiĢle, ceza muhakemesinde kanun yollarının
öngörülmesinin baĢlıca nedeninin öncelikli olarak kiĢilerin tatmini değil, kararda bulunan hukuka
aykırılıkların ortadan kaldırılması olduğu söylenebilir. Bununla bağlantılı bir diğer neden de hukuk
kurallarının doğru ve bütün yurt sathında birlik içerisinde uygulanmasının sağlanmasının gerekli
olmasıdır (Bkz. Bilge, N. (1966). Yargıtay Kurullarında GeliĢme ve Reform Zorunluluğu. AÜHFD, 22(1),
s. 244).
Kunter, 1989, s. 41; Anayasa Mahkemesi de içtihadı birleĢtirme kararlarının Anayasaya aykırılığı
istemiyle açılan ve daha önce de zikrettiğimiz kararında, kanun yolu denetiminin gerekliliğini Ģu
gerekçelerle savunmuĢtur: “Hâkimler de her insan gibi yanılabilir, usule ve yasaya aykırı kararlar
verebilir veya hâkimlerin verdikleri kararlar, taraflar için doyurucu olmayabilir. Bu durum, mahkeme
kararına karĢı mahkemenin kendisine veya baĢka bir mahkemeye baĢvurarak bu kararların yeniden
incelettirilmesi zorunluluğunu doğurmuĢtur. Yargıtay bu zorunluluğu karĢılamak ereği ile ve özel yasa ile
kurulmuĢtur”, Anayasa Mahkemesi 12.06.1969 tarih ve E. 1968/38, K. 1969/34 sayılı karar,
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=274&content=,
eriĢim tarihi 22.09.2012.
139
kanun yollarında üst dereceli mahkemenin vermiĢ olduğu kararların alt dereceli
mahkemeyi bağlaması inceleme konusu edilecektir.
Kanun yolu yargılamasında uyuĢmazlığın bir noktadan sonra devam etmesini
önlemek amacıyla, üst dereceli mahkeme kararlarına bağlayıcılık etkisinin tanındığını
belirtmiĢtik. Bu bakımdan, kanun yolları aĢamasında da alt dereceli mahkemelerin üst
dereceli mahkeme kararları ile bağlı olduğuna iliĢkin hükümler bulunmaktadır. Gerçi bu
gibi durumlarda kanun koyucu, alt dereceli mahkemenin üst dereceli mahkeme kararı ile
bağlı olduğundan değil de üst dereceli mahkeme kararlarının kesinliğinden veya bu
kararlara karĢı direnmenin yasak olduğundan bahsetmektedir537. Alman Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun temyizin düzenlendiği 358’inci paragrafında ise ilk derece mahkemesinin
temyiz mahkemesi kararları ile bağlı olduğu ve bu mahkemenin bozma gerekçelerini
sonraki kuracağı hükme dayanak teĢkil ettirmesinin gerektiği ifade edilmektedir.
Hukukumuzdaki düzenlemenin aksine, Alman hukukunda mahkeme kararlarının kesin
olduğu veya bu kararlara karĢı direnmenin yasak olması ifadesine karĢılık, bu kararları
kendi kararına dayanak teĢkil ettirme anlamına gelecek “Zugrunde zu legen” ifadesi tercih
edilmiĢtir. Aynı ifadeye Alman Medeni Usul Kanunu’nun 563’üncü paragrafının ikinci
fıkrasında da yer verilmiĢtir. Sonuç olarak, bu düzenlemelerden de bir mahkemenin vermiĢ
olduğu kararın baĢka bir mahkeme için bağlayıcı olması sonucu çıkmaktadır. Zira bir
mahkemenin kararının kesin olmasının veya o karara karĢı direnmenin söz konusu
olmamasının, bu kararın muhatabı olan mahkemenin veya ilgilinin verilmiĢ karara karĢı
gideceği bir kanun yolunun olmaması ve kararın muhatabı olan mahkemenin o karar
doğrultusunda hareket etmesi gerektiği anlaĢılır. Sonuç itibariyle alt dereceli mahkemenin
her halükarda üst dereceli mahkeme kararı ile bağlılığı söz konusu olacaktır.
Bir hükme karĢı baĢvurulan kanun yolu sonucunda üst dereceli mahkemelerin
kararlarının bir noktadan sonra kesinlik arz etmesi veya alt dereceli mahkemenin bu
mahkeme kararlarına karĢı direnememesi, alt dereceli mahkemenin üst dereceli mahkeme
kararı doğrultusunda hareket etmesini zorunlu kılar. Bu bakımdan belirtilen bu hususların
bağlayıcılık etkisi ile bir bağlantısının olup olmadığı sorusu akla gelir.
Bir yargılama içerisinde söz konusu olan ve hükme karĢı baĢvurulan kanun yolları
bağlamında ortaya çıkan bağlayıcılık ile konumuz olan bağlayıcılık etkisi arasında önemli
537
Örneğin CMK’nın 284’üncü maddesinin birinci fıkrasında, Bölge adliye mahkemesi karar ve
hükümlerine karĢı direnilemeyeceği; aynı Ģekilde temyiz üzerine Yargıtay tarafından verilen bozma
kararlarına karĢı bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkının olduğu, ancak direnme
üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karĢı direnilemeyeceği hüküm altına alınmıĢtır
(CMK md. 307, f. 4).
140
farklar mevcuttur. Birincisi ve belki de en önemlisi, kanun yolu aĢamasında üst dereceli
mahkemenin vermiĢ olduğu kararın ve alt dereceli mahkemenin vermiĢ olduğu kararın
dayandığı uyuĢmazlığın aynı olmasıdır. Oysa bağlayıcılık etkisinin söz konusu olduğu
durumlarda her iki yargılamanın konusu farklıdır. Her iki mahkemenin farklı muhakeme
alanlarında bulunması durumunda, aynı fiilin farklı yönlerden değerlendirilmesi ve bu
değerlendirmenin sonraki ceza mahkemesi için önem arz etmesi de söz konusu olabilir.
Aralarındaki bir diğer fark ise kanun yolu aĢamasında bağlayıcı karar veren veya hükmüne
karĢı direnilemeyen mahkeme ile bu zorunluluğun yöneldiği mahkemenin bir alt-üst iliĢkisi
içerisinde bulunmasıdır. Oysa bağlayıcılık etkisinde bağlayıcı karar veren mahkeme ile bu
kararın muhatabı mahkeme arasında bir alt-üst iliĢkisi bulunmamaktadır538.
3.8.
Bağlayıcılık Etkisi ve Hakim Bağımsızlığı
3.8.1. Genel Olarak Hakim Bağımsızlığı
Hakimler, eğer kararlarını verirken özgür iseler; baskı ve tesir altında da
bulunmuyorlarsa hakim bağımsızlığı 539 var demektir. Ayrıca hakimlere baskı yapılması
kadar, baskı yapılması ihtimali de hakim bağımsızlığını etkiler 540 . Hakim bağımsızlığı,
anayasayı oluĢturan temel prensipler arasında sayılmasının yanında; kuvvetler ayrılığı
prensibinin bir yansıması ve aynı zamanda bir hukuk devleti prensibidir 541 . Kuvvetler
ayrılığı ilkesinin doğal bir sonucu olarak bir hukuk devletinde, hakimlerin yasama ve
yürütme organlarına karĢı bağımsız olması esastır. Yasama ve özellikle yürütme organı,
Hukukumuzda bazı durumlarda Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla (1982 Anayasası md. 148, f.
6,7) ya da Yargıtay Ceza Genel Kurulu (Yargıtay Kanunu md. 15) veya Yargıtay Ceza Daireleri
(Hakimler Savcılar Kanunu, md. 90, f. 1) anayasada ve ilgili kanunlarda belirtilen kiĢiler hakkında
yargılama yapmaktadır. Söz konusu düzenlemelere bakıldığında, yargılanan kiĢilerin taĢıdıkları unvan
dolayısıyla yargılamaların bu mahkemelerde yapıldığı ortaya çıkar. Bu mahkemelerin söz konusu
yargılamalar bağlamında bir kanun yolu mahkemesi olarak görev yapmadıkları ortadadır. Normal bir
vatandaĢın genel yetkili mahkemelerde yargılanması ile kanunlarda ve Anayasa’da belirtilen kiĢilerin
yüksek dereceli bir mahkemede yargılanması arasında bir fark yoktur. Yüksek dereceli mahkemelerde de
yapılan yargılamalarda, sanığın taraf olduğu baĢka bir uyuĢmazlık hakkında verilen karar önem arz
edebilir. Bu yönüyle bir bağlayıcılık etkisi gündeme gelebilir.
539
Öğretide “hakim bağımsızlığı” kavramı yerine ve aynı anlama gelecek Ģekilde, “yargı bağımsızlığı” ve
“mahkeme bağımsızlığı” kavramları da kullanılmaktadır. Bir görüĢe göre, “yargı bağımsızlığı” kavramı
diğer kavramlara nazaran konuyu ifade bakımından daha kapsayıcı olduğu için daha tercih edilebilir
görülmektedir (Yavuz, B. (2012). Kuruluş ve İşleyişi Bakımından Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı ve
Tarafsızlığı, Ankara, s. 12).
540
Kunter, 1989, s. 347.
541
Detterbeck, S. (2007). Art. 97. Grundgesetz Kommentar (Herausgegeben von Michael Sachs), München,
Rn. 1.
538
141
mahkemelere yargılama görevinin icrası sırasında görevleriyle alakalı emir ve talimat
veremez542.
Hakim bağımsızlığı ülkemizde anayasal teminat altına alınmıĢtır. Bu bakımdan 1982
Anayasası’na göre, hakimler görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka
uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya
kiĢi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez;
genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz (md. 138, f. 1, 2).
Hakimin yapmıĢ olduğu yargılama faaliyetinin temel amacı, çatıĢan menfaatler
arasında adil bir dengeyi sağlamaktır. Adaletin sağlanabilmesinin temel Ģartı, hakimin
yargılama dıĢı etkilere kapılmadan karar verebilmesidir. Yargılama dıĢı etkiler yasamadan,
yürütmeden, hakimin bulunduğu ortamdan veya davanın taraflarından veyahut medyadan
gelebileceği gibi, yargı erkinin kendi içerisinden dahi gelebilmektedir 543 . ÇalıĢma
konumuz esas itibariyle diğer mahkemelerden verilen hükümlerin ceza mahkemesine etkisi
olduğuna göre, bizi ilgilendiren husus, yargı erkinden kaynaklanan bağlayıcılık etkisinin
hakim bağımsızlığına aykırılık teĢkil edip etmeyeceğidir.
3.8.2. Hakim Bağımsızlığının Yargı Erkine KarĢı Korunması
Anayasa’nın yukarıda belirtilen hükmü gereğince, hakimin gerek aynı düzeydeki
mahkemelere karĢı gerekse de üst dereceli mahkemelere karĢı korunması hakim
bağımsızlığının bir gereğidir 544 . Bu noktadaki bağımsızlığın kapsamının belirlenmesi
gerekmektedir.
Ġlk olarak hakimin aynı düzeydeki diğer hakim ve mahkemelere karĢı
bağımsızlığının sağlanması gerekir. Bu açıdan hakim, kendi önündeki olay hakkında karar
verirken, bu olaya benzer nitelikteki mahkeme kararlarından istifade edebilir. Ancak
hakimin bu kararlardan istifade edecek olması, mutlaka o hükümlere uygun karar vereceği
anlamına gelmemektedir545. Hakimler, önlerinde bulunan uyuĢmazlıklarla ilgili yargılama
yaparken bağımsızdırlar. Hakimin önünde bulunan uyuĢmazlık, her ne kadar hakkında
542
543
544
545
Ünal, ġ. (1995). Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hakimlik Teminatı. Ankara, s.
6; Kuvvetler ayrılığı ilkesinin hakim bağımsızlığı açısından önemli olduğu, ancak hakim bağımsızlığının
tek baĢına gerekçesi olamayacağı, hakim bağımsızlığının varlık sebebi açısından hukuk devleti, adil
yargılanma hakkı, demokratik devlet gibi ilkelerin daha güçlü gerekçeler oluĢturduğu kabul edilmektedir
(Yavuz, 2012, s. 15).
BVerfG (3. Kammer des Zweiten Senats), Beschluβ vom 29.02.1996- 2 BvR 136/96, NJW, 1996, s. 2149
vd.
Demirkol, F. (1991). Yargı Bağımsızlığı. Ġstanbul, s. 78.
Yavuz, 2012, s. 101.
142
hüküm verilmiĢ uyuĢmazlıkla benzerlik gösterse de sonuçta birbirlerinin aynısı değillerdir.
Bu nedenle hakim, benzer durum ile ilgili verilmiĢ kararlar ile kural olarak bağlı
değildir546. Bazen benzer duruma iliĢkin emsal teĢkil eden karar, aynı mahkemenin daha
önce vermiĢ olduğu bir karar da olabilir. Bu durumda dahi mahkemenin aynı kararı
tekrarlamak zorunda olmadığı kabul edilmektedir547.
Ġkinci olarak hakimin bağımsızlığının üst dereceli mahkemelere karĢı da korunması
gerekir. Yargı teĢkilatının dereceli bir yapıya sahip olması, hakim bağımsızlığına aykırılık
teĢkil etmez 548 . Zira yargı teĢkilatının dereceli bir yapıda olmasının sebebi, ilk derece
yargılamasında verilmiĢ hatalı kararların, üst dereceli mahkemelerce denetlenmesi sonucu
giderilerek daha adil kararların verilmesini sağlamaktır. Ġki dereceli bir yargılamada hatalı
bir kararın verilmesi ihtimali, tek dereceli yargılamada hatalı bir karar verilmesi
ihtimalinden daha düĢüktür549.
Yargı teĢkilatında dereceli bir yapının olması, üst dereceli mahkemelerin alt dereceli
mahkemelere çözecekleri uyuĢmazlıklarla ilgili emir verebileceği anlamına gelmez.
Yüksek dereceli hakimlerin, önceden genel nitelikli emir ve talimat vermesi hakim
bağımsızlığı ilkesi ile bağdaĢmaz 550 . Bir önceki paragrafta da belirtildiği gibi, yargı
teĢkilatında dereceli bir yapının kabul edilmesinin sebebi, daha doğru ve daha adil bir
kararın verilmesini sağlamaktır. Bu bakımdan ilk derece mahkemesi hükmünü kurarken
tamamen bağımsızdır. Üst dereceli mahkeme de verilmiĢ bir hükmü denetlerken tamamen
bağımsızdır551.
Açıklanan nedenlerden dolayı bir hakim veya mahkemenin kararının baĢka bir hakim
veya mahkeme tarafından denetlenmesinin, hakim bağımsızlığı ile doğrudan bir ilgisi
yoktur. Ayrıca, denetim muhakemesinin bir gereği olarak uyuĢmazlık konusu hakkında bir
aĢamadan sonra nihai bir kararın verilmesi gerekmektedir. Bunu sağlamanın yolu da belli
bir aĢamadan sonra üst dereceli mahkeme kararına uyulmasının zorunlu tutulmasıdır.
546
547
548
549
550
551
Demirkol, 1991, s. 79.
Gözler, 2013, s. 176; TOSUN, vermiĢ olduğu örnekte, aynı konuya iliĢkin durumlarda dahi hakimlerin
kararlarının birbirlerini etkilemeyeceğini savunmaktadır. Yazara göre, “bir kitabın müstehcen olduğu
konusundaki mahkumiyet kararına rağmen, aynı kitabın bir baĢka baskısı için açılmıĢ davada hakim daha
önce bu kitabın aynı olan basısı için verilmiĢ kararla bağlı değildir; açılan dava üzerine yeniden bir
muhakeme yapılır ve gerekli karar verilir; bu karar birinci karar gibi olabilir yahut değiĢik olabilir. Bunun
tersi kabul edildiğinde sonraki mahkeme ilk mahkemenin emri ile hareket etmiĢ olur; bu ise bağımsızlığa
ayıkırı düĢtüğünden kabul edilemez” (Tosun, 1981, s. 362).
Yavuz, 2012, s. 98.
Gözler, 2013, s. 461.
Kunter, 1989, s. 355.
Tosun, 1981, s. 362; Demirkol, 1991, s. 79.
143
Nitekim Anayasa Mahkemesi de vermiĢ olduğu bir kararında, itiraz üzerine mercii
tarafından verilen kararların kesin olmasını hakim bağımsızlığına aykırı bulmamıĢtır552.
3.8.3. Bağlayıcılığın Hakim Bağımsızlığı Üzerine Etkisi
Bağlayıcılık etkisinin kabul edilmesi halinde ceza hakimi, bir olayın tespit
edilmesinde veya olaya bir kanun maddesinin uygulanmasında kendisini özgür
hissetmeyebilir. Çünkü ön sorun hakkında daha önceden bir hüküm verilmiĢtir. BaĢka bir
deyiĢle, bu hususa iliĢkin daha önce yapılmıĢ olan bir değerlendirme ceza hakimin önünde
mevcut bulunmaktadır 553 . Ceza hakimi, vicdani kanaatiyle serbestçe karar vermeden,
sadece bu sorun hakkında daha önceki mahkemenin kararı yönünde hüküm kuracaktır. Bu
gerekçelerle bu durum bazı yazarlar tarafından hakimin delilleri serbestçe değerlendirmesi
ilkesine getirilmiĢ önemli bir sınırlandırma olarak görülmektedir554.
ġu hususu belirtmek gerekir ki hakim bağımsızlığına iliĢkin düzenlemeler ceza
hakimine özel bir ayrıcalık bahĢetmemektedir. Ceza hakimi gibi diğer hakimler de hakim
552
553
554
“Bir yargılama yerinin verdiği kararda kanuna ve geçerli bir hukuk kuralına aykırılık olduğunun ileri
sürülmesi ile ortaya çıkan uyuşmazlığın çözülmek üzere yargılama yeri önüne getirilmesi, bir "kanun
yolu" davasının açılması niteliğindedir… Yargı yerlerinde görev yapan hâkimler de her insan gibi
yanılabilir, usul ve kanuna aykırı düşen bazı kararlar vermiş olabilirler veya verdikleri kararlar, taraflar
için doyurucu sayılmayabilir. Diğer yönden hâkimlerin, belli olaylarda uyguladıkları kanunları ve ilgili
öteki hukuk kurallarını kendi kamlarına göre başka başka biçimlerde yorumlamaları olanağı ve olasılığı
vardır. İşte yargı yerlerinin verdikleri kararlarda, gerek yanılma gerekse başka biçimde yorumlama
sonucu olarak doğan ve olağan sayılması gereken kanuna ve hukuka aykırılıkların zamanında
giderilmesini sağlamak amacıyla bazı uygun metotların konulması zorunlu olmuştur. Genel olarak
"Kanun yolu" diye tanımlanan bu metotlara başvurulması olanağı ile gerek toplum gerekse taraflar için
güvence sağlanması görevi de yerine getirilmiş olmaktadır. Böylece bir temel hukukî uyuşmazlığın yargı
yerlerince çözülmesi sonunda esastan verilecek kararların, gerek bireylerin gerekse toplumun adalet
duygularını daha büyük ölçüde doyurması da gerçekleşecektir… Şu hale göre, bir hâkimin veya
mahkemenin işlem veya kararının başka bir hâkim veya mahkeme tarafından denetlenmesi, 132.
maddenin kapsamı dışında kalmaktadır. Bu bakımdan, verilen kararların veya hükümlerin Anayasa'ya,
kanuna ve hukuka uygunluğunu güvenlik altına almak üzere, bir işin veya uyuşmazlığın çözülmesi için bir
yargı yerince verilen karar veya hükmün başka bir hâkime veya mahkemeye incelettirilmesini ve o hâkim
veya mahkeme kararının ilk kararı veya hükmü veren hâkim veya mahkeme için bağlayıcı olmasını
öngören bir kanun hükmü, Anayasa'nın sözü edilen maddesindeki, "mahkemelerin bağımsızlığı" ilkesine
aykırı sayılamaz. Hattâ böyle bir maddenin kendi kapsamı içinde hâkimleri ve mahkemeleri Anayasa'ya,
kanuna ve hukuka uygun karar veya hüküm vermekle ödevli kılan kuralın, gerçekten uygulanması ereğini
güden bir tedbir hükmü niteliğinde olduğu da söylenebilir” Anayasa Mahkemesi, 18.2.1971 tarih ve E.
1970/31,
K.
1971/21
sayılı
kararı,
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=337&content=,
eriĢim tarihi 9.3.2012. Anayasa Mahkemesi aynı gerekçelerle, temyiz yargılaması üzerine Yargıtay Ceza
Genel Kurulu’nun kararlarının kesin olmasının hakim bağımsızlığına aykırı olduğu nedeniyle CMUK’un
ilgili maddelerinin iptali için yapılan baĢvuruyu reddetmiĢtir. Bkz. Anayasa Mahkemesi, 20.10.1977 tarih
ve
E.
1977/112,
K.
1977/128
sayılı
karar,
http://www.anayasa.gov.tr/index.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=513&content=,
eriĢim tarihi 9.3.2012.
Bötticher, 1960, s. 513; Schwab, 1960, s. 2171.
Hellmann, 1954, s. 13; Trousil, 2005, s. 2.
144
bağımsızlığından istifade etmektedirler 555 . Buna karĢılık, bazı muhakeme kanunlarında
ispat kurallarına sınırlandırmalar getirilebilmektedir. Mesela, hukuk muhakemesinde
hakim ikrar ile bağlı kılınmıĢtır. Bu gibi durumlarda da aslında hakimin olay hakkında
yapacağı araĢtırmaya bir sınırlandırma getirilmesi söz konusudur. Fakat bağlayıcılık ile bu
husus farklıdır. Bağlayıcılıkta hakimin olayı araĢtırmasına getirilen sınırlandırmanın
nedeni, aynı meselenin daha önceden baĢka bir hakim kararı ile belirlenmiĢ olmasıdır.
Diğer taraftan, daha önceki bir hakim kararı ile bağlılığın örneğin temyiz mahkemesinin ilk
derece mahkemesinin olaya iliĢkin tespitleri ile bağlı olması ile pek bir farkı yoktur. Bu iki
durum birlikte ele alındığında Ģu söylenebilir, bir olayın tek bir hakim tarafından mı, yoksa
birden fazla hakim tarafından mı araĢtırılmasının yeterli olacağını belirleme yetkisi bir
hukuk devletinde yasa koyucunun bileceği bir iĢtir 556 . Nasıl ki kanun yolu aĢamasında
uyuĢmazlığa bir noktadan sonra son vermek gerekmekte ise bağlayıcılıkta da aynı Ģey söz
konusudur. Bu bakımdan bağlayıcılık sadece aynı meselenin tekrardan baĢka bir hakim
incelemesinden geçirilmemesi anlamına gelir. Bu yüzden bağlayıcılık denildiği zaman,
hakimin araĢtırmasına getirilmiĢ bir sınırlamadan değil, yapılacak araĢtırmanın sayısına
getirilen bir sınırlamadan bahsedilir. Sonuç olarak bağlayıcılık etkisinin hakim
bağımsızlığına bir etkisinin olmadığı ortaya çıkar557.
555
556
557
Waldeyer, 2006, s. 109.
Bötticher, 1960, s. 514.
Bötticher, 1960, s. 514; Heil, 1983, s. 52.
145
4. MEVZUATIMIZDA YER ALAN DÜZENLEMELERĠN CEZA
MUHAKEMESĠ
KARARLARININ
BAĞLAMINDA
BĠRBĠRLERĠ
YARGI
MERCĠLERĠ
ÜZERĠNDEKĠ
ETKĠSĠ
KAPSAMINDA DEĞERLENDĠRĠLMESĠ
4.1. Ceza Mahkemesi Haricindeki Mahkemeler Tarafından Verilen Hükümlerin
Ceza Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığına Dair Düzenlemelerin Değerlendirilmesi
Ceza Mahkemesinin Bekletici Sorun Kararı Vermesi veya Nispi Muhakeme
4.1.1.
Yapması (CMK md. 218)
4.1.1.1.
Madde Hakkında Genel Bilgi
Bir ceza davasında hükmün verilmesi bazen ceza davasının konusunu teĢkil etmeyen
bir sorunun çözülmesine bağlı kılınmıĢ olabilir. Bu duruma iliĢkin olarak CMK’nın
218’inci maddesinin birinci fıkrasında Ģu hükme yer verilmiĢtir: “Yüklenen suçun ispatı,
ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun çözümüne
bağlı ise; ceza mahkemesi bu sorunla ilgili olarak da bu kanun hükümlerine göre karar
verebilir. Ancak bu sorunla ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış
davanın sonuçlanması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilir”.
Düzenlemeye göre, bu gibi bir durumda ceza hakiminin önünde iki seçenek
bulunmaktadır: Ġlk olarak, ceza hakimi ön sorun hakkında kendisi karar verebilir. Ceza
hakimi, sorunu kendisinin çözecek olması halinde, olayı CMK’da geçerli olan prensiplere
göre çözer558. Bu düzenleme, ceza hakimine kendi yetki alanı dıĢındaki bir sorun hakkında
da karar verme yetkisini mümkün kılmaktadır. Eğer ceza hakimi ilk yolu tercih etmez ise
uyuĢmazlığın ilgili yargı yerinde karara bağlanması için bekleme kararı verebilir. Ceza
hakimi, bekletici sorun kararını yargılamaya katılanların talebi üzerine veya resen de
verebilir559.
558
559
“Bu fıkradan anlaşılıyor ki, eğer bir fiilin cezalandırılıp cezalandırılmayacağına karar vermek, evvela
hukuki bir meselenin halledilmesini icap ettiriyorsa, ceza mahkemesi bu meseleyi de serbest takdir
prensibine göre halleder. Yoksa halli lazım gelen meselenin hukuki olması onun Hukuk Muhakemeleri
Usulü Kanunu hükümleri ile bağlı tutulmasını istilzam etmez. Mademki ceza mahkemesinde delillerin
serbest takdiri kaidesi hakimdir, o halde bu mahkemede halli lazım gelen bütün meselelerin hallinde de
bu kaideye riayet lazımgelir” (Kantar, 1957, s. 306); Moschüring, 1993, Rn. 1; Engelhardt, 2008, Rn. 1;
Gollwitzer, 2001, Rn. 3.
Eschelbach, 2010, Rn. 6.
146
Ceza mahkemesine bekletici sorun yapma veya sorunu kendisinin çözme yetkisinin
tanınmıĢ olmasının nedeni, farklı yargı mercilerinin aynı sorun ile meĢgul olmalarını,
ayrıca aynı soruna iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin verilmesini engellemektir 560 .
Düzenlemenin bu belirtilenlerle bağlantılı bir baĢka amacı ise yargılamanın hızlı ve
ekonomik bir Ģekilde yapılmasını sağlamaktır561. Bu nedenle ceza mahkemesi, bu amaçları
göz önünde bulundurmak suretiyle, takdir hakkını hangi seçenekten yana kullanacağına
karar vermelidir.
1412 sayılı CMUK’un 255’inci maddesine göre, bir fiilin suç olup olmaması “adi
hukuka” ait bir sorunun çözümüne bağlı ise ceza hakimi sorunu ceza muhakemesi
hükümleri çerçevesinde çözebileceği gibi, bu durumu bekletici sorun da sayabilirdi. Madde
bir bütün olarak değerlendirildiğinde, adi hukuktan kastın özel hukuk iliĢkileri olduğu
sonucuna ulaĢılmaktaydı. Zira söz konusu
maddenin üçüncü fıkrasında, ceza
mahkemesinin hukuk mahkemesinin kararını bekleyebileceği belirtilmekteydi. Bu nedenle,
sanki bir fiilin suç olup olmaması idari yargıda çözülmesi gereken bir sorunun halline bağlı
olması durumunda, CMUK’un 255’inci maddesi hükmünün uygulanmayacağı gibi bir
sonuç ortaya çıkmaktaydı. Buna karĢılık CMK’nın 218’inci maddesinde, “yüklenen suçun
ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına giren bir sorunun
çözümüne bağlı ise” denilmek suretiyle, idari uyuĢmazlıklar da açıkça söz konusu hüküm
kapsamına alınmıĢtır562.
560
561
562
Moschüring, 1993, Rn. 28; Bir baĢka görüĢe göre ise ceza mahkemelerine bekletici sorun kararı verme
yetkisinin tanınmıĢ olmasının nedeni, birbiriyle çeliĢen kararların verilmesinin önüne geçmek olamaz.
Düzenlemenin asıl amacı, yargılamanın ekonomik yapılması ilkesinin arkasına sığınarak, ceza
muhakemesinin kötüye kullanılmasının önüne geçmektir. Zira tecrübe göstermiĢtir ki, diğer hukuk
disiplinleri ile bağlantılı durumlarda, bu hukuk disiplinine iliĢkin uyuĢmazlıklar ceza mahkemesine
çözdürülmek istenmektedir. Çünkü ceza muhakemesinde delil serbestisinin oluĢu, iddia sahibinin
iddiasını daha rahat ispatlamasına olanak sağlamaktadır. Bu nedenle, birçok durumda hukuki
uyuĢmazlıkların ceza muhakemesi içerisinde çözdürülme giriĢimleri olmaktadır. Eğer ceza mahkemesine
hukuk mahkemesi kararını bekleme yetkisi verilmemiĢ olsa ceza hakimi bu uyuĢmazlık hakkında da karar
vermek zorunda kalacaktı (Gollwitzer, 2001, Rn. 25). Bu görüĢe katılmasak da görüĢün kendi içerisinde
tutarlı olduğunu belirtmemiz gerekir. Zira hem bağlayıcılık etkisini kabul etmeyip hem bu yetkinin
birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasını engellemek olduğunu söylemek bir çeliĢki arz eder. Çünkü
bağlayıcılık etkisini kabul etmemek, bekletici soruna iliĢkin verilen hüküm ile ceza hakiminin bağlı
olmayacağı anlamına gelmektedir. Bu durumda ceza hakimi, ön sorunu çözen mahkeme hükmü ile tatmin
olmaz ise kendisi bu hükümden ayrılabilecektir. Sonuçta, bağlayıcılık etkisinin kabul edilmemesi, doğal
olarak birbiriyle çeliĢen hükümlerin meydana çıkabileceğinin kabullenilmesi anlamına gelir. Bu nedenle,
hem bağlayıcılık etkisini kabul etmeyip hem de CMK md. 218 hükmünün (StPO § 262) birbiriyle çeliĢen
hükümlerin ortaya çıkmasını engellemek olduğunu söylemek, açık bir çeliĢkidir.
Moschüring, 1993, Rn. 28; Eschelbach, 2010, Rn. 6; Gollwitzer, 2001, Rn. 25.
Benzer bir düzenleme Alman StPO’nun 262’inci paragrafında yer almaktadır. Düzenleme Ģu Ģekildedir:
“StPO 262: 1) Bir fiilin cezalandırılabilirliği özel hukuka ait bir iliĢki hakkında verilecek karara bağlı ise,
ceza hakimi bu mesele hakkında da, ceza yargılamasında ispata ve usule iliĢkin hükümler çerçevesinde,
karar verir. 2) Mahkeme ayrıca, yargılamaya ara vermeye ve davaya katılanlardan birisine hukuk
mahkemesinde dava açmak için süre vermeye veya hukuk mahkemesinin kararını beklemeye yetkilidir”.
147
Yüklenen suçun ispatının baĢka bir ceza mahkemesinin yetkisine giren bir suçun
iĢlenip iĢlenmediğine bağlı olması halinde, bu durumda da yargılamayı yapan ceza
mahkemesinin bekletici sorun kararı verebilip veremeyeceği konusu tartıĢmalıdır. Alman
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (StPO), CMK md. 218 hükmünün karĢılığı olan 262’nci
paragrafında sadece hukuki uyuĢmazlıklar zikredildiği için yüklenen suçun ispatının baĢka
bir ceza mahkemesinin yetkisine giren bir suçun iĢlenip iĢlenmediğine bağlı olması
halinde, ceza mahkemesinin bu madde hükümlerine göre hareket edemeyeceği görüĢü
savunulmaktadır563.
Hukukumuzda ise yüklenen suçun ispatının baĢka bir ceza mahkemesinin yetkisine
giren bir suçun iĢlenip iĢlenmediğine bağlı olması halinde, ilk baĢta davaların
birleĢtirilmesi müessesinin iĢletilmesi gerekir. Çünkü böyle bir durumda suçlar arasında bir
bağlantı söz konusudur. Bağlantılı suçlarda ise ilk olarak savcılık, birleĢtirmek suretiyle
davaları yüksek görevli mahkemede açabilir (CMK md. 9). Davalar ayrı mahkemelerde
açılmıĢ olsa da kovuĢturma evresinin her aĢamasında, bağlantılı ceza davalarının
birleĢtirilmesine yüksek görevli mahkeme tarafından karar verilebilir (CMK md. 10, f. 1).
Görüleceği gibi, uyuĢmazlıklar arasında bir bağlantı bulunması durumunda, davaların
birleĢtirilmesine
karar
verilip
uyuĢmazlık
yüksek
görevli
mahkemede
çözüme
kavuĢturulacağı için bekletici sorun kararı verme veya nispi muhakeme yapma yollarına
gerek dahi bulunmayacaktır. Fakat uyuĢmazlıklar arasında bağlantı bulunması, davaların
mutlaka birleĢtirileceği anlamına da gelmemektedir. Eğer davaların birleĢtirilmesi suretiyle
yargılama daha çabuk ve ekonomik yapılacaksa ve daha isabetli bir karar verilecekse
birleĢtirme yapılmasında fayda vardır. Buna karĢılık davaların birleĢtirilmesinde fayda yok
ise davalar ayrı görülmeye devam eder.
Ancak böyle bir durumda, yargılamayı yapan ceza mahkemesinin diğer ceza
mahkemesinin konuya iliĢkin vereceği hükmü beklemesi gerekir. Her ne kadar CMK’nın
218’inci maddesinde “yüklenen suçun ispatı, ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin
görev alanına giren bir sorunun çözümüne bağlı ise” denilmek suretiyle, yüklenen suçun
ispatının baĢka bir ceza mahkemesinin yetkisine girmesi durumunda bekletici sorun kararı
verilemeyeceği gibi bir durum ortaya çıksa da mahkemenin bu durumla ilgili de bekletici
563
CMUK md. 255 hükmünün aslı olan Alman StPO 262 hükmünde de hukuk uyuĢmazlıkları zikredilmiĢ,
idari veya diğer uyuĢmazlıklardan bahsedilmemiĢtir. Ancak, Alman öğretisinde StPO § 262 hükmünün
hukuk uyuĢmazlıkları dıĢındaki uyuĢmazlıklar için de uygulanabileceği noktasında görüĢ birliği
mevcuttur (Moschüring, 1993, Rn. 2; Eschelbach, 2010, Rn. 2; Gollwitzer, 2001, Rn. 1; Meyer-Goβner,
2005, § 262, Rn. 1).
Gollwitzer, 2001, Rn. 33
148
sorun kararı verebileceği kanaatindeyiz. Bu durumda, ceza muhakemesinde serbest olan
kıyas müessesesine baĢvurulmak suretiyle bir çözüm yoluna gidilebilir. Çünkü
mevzuatımızda bir baĢka ceza mahkemesinin yapacağı yargılamanın beklenmesi
gerektiğine iliĢkin düzenlemeler bulunmaktadır (Örn. TCK md. 127). Söz konusu
düzenlemelerden yola çıkarak yüklenen suçun ispatının baĢka bir ceza mahkemesinin
yetkisine giren bir suçun iĢlenip iĢlenmediğine bağlı olması halinde de bekletici sorun
kararı verilebileceği sonucuna ulaĢılabilir.
Bekletici sorun kararı verilmesinin veya nispi muhakeme yapılmasının sadece ilk
derece mahkemelerinde değil, istinaf aĢamasında da uygulanma imkanına sahip olduğu;
buna karĢılık temyiz aĢamasında ise bu hükmün uygulanamayacağı kabul edilmektedir.
Bunun sebebinin ise temyiz mahkemesinin, kural olarak baĢka olayların tespitini ve onların
değerlendirilmesini dikkate alamayacak olması gösterilmektedir564.
4.1.1.2.
Bekletici Sorun Kararı Verme veya Nispi Muhakeme Yapma Konusunda
Ceza Mahkemesinin Takdir Yetkisinin Sınırı
4.1.1.2.1. Takdir Yetkisinin Zaman Ġtibariyle Sınırlandırılması
Takdir yetkisinin zaman itibariyle sınırlandırılması ile kastedilen, mahkemenin ne
zaman nispi muhakeme yapmaya karar vermesi ne zaman bekletici sorun kararı vermesi
gerektiğidir. Bu bakımdan ön sorun ile ilgili üç ihtimal ortaya çıkabilir. Ġlk olarak, ceza
yargılaması yapılırken ön sorun hakkında ilgili yargı yerinde henüz bir dava açılmamıĢ
olabilir. Ġkinci olarak, ceza yargılamasına paralel bir Ģekilde, ilgili yargı yerinde de ön
sorun hakkında bir yargılama yapılıyor olabilir. Son olarak da ceza mahkemesi ön sorunu
tespit etmeden önce, bu sorun hakkında ilgili yargı yerinde bir karar verilmiĢ olabilir. Bu
ihtimaller çerçevesinde ceza mahkemesinin sorunu kendisinin mi çözeceği, yoksa bu
durumu bir bekletici sorun mu sayacağının tespit edilmesi gerekir.
Maddenin düzenlemesinden, ceza hakiminin bekletici sorun kararı verme veya nispi
muhakeme yapma yollarından birisini seçme konusunda tamamen serbest olduğu izlenimi
uyanmaktadır. Ancak soruna daha yakından bakıldığında, bunu söylemenin o kadar da
kolay olmadığı ortaya çıkmaktadır. Zira ön sorun hakkında ilgili yargı yerinde ceza
yargılamasından önce dava açılmıĢ olması veya bu sorun hakkında önceden ilgili yargı
yerince karar verilmiĢ olması hallerinde, nasıl hareket edileceğine iliĢkin olarak madde
564
Gollwitzer, 2001, Rn. 27.
149
metninde açık bir ifade yer almamaktadır. Kanımızca ceza hakiminin bu serbestisi, ön
sorun hakkında ilgili yargı yerinde herhangi bir yargılama yapılmamıĢ olması durumunda
tamdır. Zira maddenin ilk fıkrasının “Ancak” diye baĢlayan ikinci cümlesini göz önünde
bulundurduğumuzda, ceza hakiminin bu serbestisinin söz konusu olabilmesi için henüz
ortada diğer mahkemeler tarafından bir yargılamanın yapılmamıĢ olması gerektiği sonucu
çıkar. Çünkü ikinci cümlenin “ancak” diye baĢlaması, fıkrada yer alan her iki cümlenin bir
bağlantı içinde olduğunun göstergesidir. Fıkranın ikinci cümlesine göre ise ceza hakimi, bu
sorunla ilgili olarak görevli mahkemede dava açılması veya açılmış davanın sonuçlanması
ile ilgili olarak bekletici sorun kararı verebilecektir. Görüleceği gibi, ilgili yargı yerinde
henüz dava açılmamıĢ olması durumunda ceza mahkemesi dava açılması için bekletici
sorun kararı verebilir veya sorunu kendisi çözer. Ġlgili yargı yerinde açılmıĢ bir dava var
ise ceza hakimi ancak bekletici sorun kararı verebilir565.
Sonuç olarak 218’inci maddenin birinci fıkrasına göre ceza hakiminin önünde henüz
ceza mahkemelerinden baĢka bir mahkemeye götürülmemiĢ bir sorunla ilgili iki seçenek
bulunmaktadır: ceza hakimi bu sorunu ya kendisi çözecek ya da sorunun baĢka bir
mahkemede çözülmesi için veya açılmıĢ davanın sonucunun beklenmesi için bekletici
sorun kararı verecektir. Buna karĢılık ön sorun ile ilgili olarak ilgili yargı yerinde açılmıĢ
bir dava bulunmakta ise ceza hakimi sadece bekletici sorun kararı verebilecektir.
Ön sorun hakkında ilgili yargı yerinde henüz bir dava açılmamıĢ ise ceza mahkemesi
ilgililere süre vererek bu sorun hakkında ilgili yargı yerinde dava açılmasını sağlayabilir.
Ceza mahkemesinin ilgililere süre vermiĢ olması, bu kiĢilerin ilgili yargı yerinde dava
açmak zorunda oldukları anlamına gelmemektedir 566 . Tayin ettiği süre zarfında dava
açılmamıĢ olması durumunda, ceza mahkemesinin ön sorun hakkında kendisinin karar
vermesi mümkündür567. Ġlgililerin belirlenen süre zarfında dava açmamaları halinde, ceza
mahkemesinin yeniden bir süre tayin etmesine ise herhangi bir kanuni engel olmasa da bu
durum, ceza yargılamasının gereksiz yere uzaması anlamına gelir. Bekletici sorun
565
566
567
Kantar, 1957, s. 307; Ġlgili yargı yerinde açılmıĢ bir dava olması halinde ceza mahkemesi nispi
muhakeme yapamasa da, yapmıĢ olduğu yargılamaya ara verip vermeme konusunda takdir hakkına
sahiptir. Bkz. Tan, 1951, s. 663.
Moschüring, 1993, Rn. 39; Engelhardt, 2008, Rn. 10; Gollwitzer, 2001, Rn. 40.
HMK’nın bekletici sorunun düzenlendiği 165’inci maddesinde yer alan düzenlemeye göre ise; hukuk
mahkemesinin bekletici sorun kararı verdiği durumlarda, ilgili yargı yerinde dava açması için kendisine
süre verilen taraf, bu süre içerisinde davasını açmaz ise, bu tarafın bu husustaki iddiasından vazgeçmiĢ
sayılacağı hüküm altına alınmıĢtır (HMK md. 165, f. 2). Söz konusu düzenleme tasarruf ilkesinin geçerli
olması nedeniyle hukuk muhakeme açısından kabul edilebilir. Fakat ceza mahkemesinin bekletici sorun
kararı verdiği durumlarda ilgili yargı yerinde dava açılmamıĢ olması, ilgililerin bu haklarından vazgeçtiği
anlamına gelmez. Ceza muhakemesinde maddi gerçek araĢtırıldığı için artık böyle bir durumda konuyla
ilgili olarak ceza mahkemesinin kendisinin karar vermesi en uygun yoldur.
150
sayılması nedeniyle ceza yargılamasına ara verilmesi durumunda, dava zamanaĢımına
iliĢkin süreler durur (TCK md. 67, f. 1)568. Fakat sürenin durmuĢ olması, sanığın makul
sürede yargılanma hakkına bir istisna getirilebileceği anlamına gelmemektedir. Ġlgili yargı
yerinde dava açılmasını sağlamak amacıyla ceza davasının sürekli durmasına karar
vermek, ceza muhakemesinin makul sürede bitirilememesine neden olabilir. Bunun
neticesinde de sanığın söz konusu hakkı ihlal edilmiĢ olur. Bu nedenle, ceza mahkemesinin
ilgililerin dava açıp açmayacaklarını en kısa sürede netleĢtirip bu kiĢilerin vereceği karara
göre hareket etmesinde büyük yarar vardır.
Ön sorun, daha önceden kesin bir Ģekilde ilgili yargı yerinde sonuçlandırılmıĢ ise;
ceza hakiminin nispi muhakeme yapmasının veya bekletici sorun kararı vermesinin
mümkün olmadığı savunulmaktadır 569 . Bu görüĢe kısmen katıldığımızı, kısmen de
katılmadığımızı belirtmekte fayda vardır. ġöyle ki, ön sorun hakkında ilgili yargı yerince
önceden karar verilmiĢ olması durumunda ceza hakimi, bekletici sorun sayarak ilgili yargı
yerinde dava açılmasına karar veremez. Zira bu sorun hakkında daha önceden kesinleĢmiĢ
bir hüküm mevcuttur. Taraflardan birisi tekrardan dava açmak isterse bu durumda ilgili
yargı yerindeki ikinci mahkeme, kesin hüküm bulunması nedeniyle davayı kabul
etmeyecektir. ĠĢletilmesi olanağı dahi bulunmayan bir yola baĢvurulmasının ise kabul
edilmemesi gerekir. Bu yönüyle belirtilen görüĢ isabetlidir.
Buna karĢılık, tezimizin ikinci bölümünde, bağlayıcılık etkisinin Ģartları belirtilerek
hangi mahkeme hükümlerinin ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olması gerektiği,
hangilerinin ise bağlayıcı etkiye sahip olamayacağı açıklanmaya çalıĢılmıĢtır. Bu
bakımdan, ilgili yargı yerince ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olmayan bir
hüküm verilmesi durumunda, ceza mahkemesi bekletici sorun sayarak ilgili yargı yerinde
tekrardan dava açılmasına karar veremez ise de bu durumla ilgili nispi muhakeme yapabilir
568
569
Güngör, D ve Okuyucu-Ergün, G. (2009). Ceza Muhakemesinde Bekletici Sorun Kararının Dava
ZamanaĢımının Durmasına Etkisi. TBBD, (83), s. 69; Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında bu hususu
dolaylı olarak dile getirmiĢtir. Anılan kararın konumuzu ilgilendiren kısmı Ģu Ģekildedir: “Yerel
mahkemece, 3.3.1987 tarihli oturumda, kadastro mahkemesinin dava dosyasının sonucunun
beklenilmesine karar verilmiş ise de, yapılan keşiflerde suça konu emvalin kesildiği yerin itirazlı 1193
nolu parsel dışında kaldığı, dolayısıyla dava konusu yer ile orman emvalinin kesildiği yerin aynı yerler
olmadığı, mahkemece suça konu emvalin kesildiği yerin, orman olup olmadığı usulünce araştırılmak
suretiyle sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, sanığın hukuki durumunu hiçbir şekilde
etkilemeyecek olan kadastro mahkemesine açılan dava sonucunun beklenilmesinin, ön sorun olarak kabul
edilemeyeceği, zamanaşımını kesen en son işlem tarihi olan sanığın sorgusunun yapıldığı 8.7.1983
tarihinden itibaren TCY’nin 102/4. Maddesinde belirtilen 5 yıllık zamanaşımı süresinin 8.7.1988
tarihinde dolduğu saptandığından, kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına ilişkin
direnme kararı isabetlidir” YCGK, 04.05.2004 tarih ve E. 2004/3-89, K. 2004/110 sayılı kararı,
www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 22.05.2012.
Oğuzman, 1952, s. 149; bağlayıcılık etkisini kabul etmeyen yazarlar da bu durumda ceza hakiminin
bekletici sorun kararı veremeyeceği, buna karĢılık nispi muhakeme yapabileceği görüĢündedirler
(Gollwitzer, 2001, Rn. 34).
151
ve sorunu kendisine yetecek ölçüde çözebilir. Ġlgili yargı yerince ceza mahkemesini
bağlayıcı etkiye sahip bir hükmün verilmiĢ olması durumunda ise ceza mahkemesi bu
verilen mahkeme hükmü ile bağlı olacağı için konu ile ilgili nispi muhakeme yapamaz.
4.1.1.2.2. Takdir Yetkisinin Konu Ġtibariyle Sınırlandırılması
Takdir yetkisinin konu itibariyle sınırlandırılmasından, ceza mahkemesinin,
öngörülen bu iki yoldan birisini seçme yönündeki takdir yetkisinin her türlü uyuĢmazlık
bakımından mutlak olmadığı kastedilmektedir. Kanun koyucu bazen bu gibi durumlarda
ceza mahkemesinin sorunu kendisinin çözmesini zorunlu kılarken; bazı durumlarda ise
bekletici sorun kararı vermesini zorunlu kılmıĢ olabilir.
Bekletici Sorun Kararının Verilmesinin Zorunlu Olduğu Haller
Hukukumuzda bekletici sorun kararının verilmesinin zorunlu olmasının en tipik
örneğini Anayasaya aykırılık iddiaları oluĢturmaktadır. Böyle bir durumda, ceza hakimi de
zorunlu olarak bekletici sorun kararı vererek bu sorunun ilgili yargı yerinde
sonuçlandırılmasına kadar yargılamaya ara vermek zorundadır. 1982 Anayasası’nın
152’nci maddesinin birinci fıkrasına göre, “bir davaya bakmakta olan mahkeme,
uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı
görürse veya taraflardan birinin ileri sürdüğü aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına
varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davayı geri bırakır”. Bu
hüküm gereğince, uygulayacağı kanun hükümleri bakımından bir anayasaya aykırılık
sorunu ortaya çıkması halinde ceza mahkemesi, bu sorunu kendisi çözemeyecek ve zorunlu
olarak bu durumu bekletici sorun sayacaktır.
Ceza mahkemelerinin bekletici sorun kararı vermek zorunda olduğu haller anayasaya
aykırılık iddiası ile sınırlı değildir. Bekletici sorun kararının verilmesinin zorunlu olduğu
bir baĢka durum ise Türk VatandaĢlığı Kanunu’nda yer almaktadır. Bilindiği üzere, ceza
hukukunda mülkilik ilkesi geçerlidir. Bu ilke gereğince suç Türkiye’de ister yabancı isterse
de bir Türk vatandaĢı tarafından iĢlenmiĢ olsun, olaya Türk kanunları uygulanır (TCK md.
8). Buna karĢılık yabancı ülkede iĢlenilen suçlarda fail veya mağdurun Türk vatandaĢı olup
olmaması, Türk mahkemelerinin yetkili olup olmamasında etkili olabilmektedir. ĠĢte böyle
bir durumda, fail veya mağdurun Türk vatandaĢı olup olmadığı noktasında dava esnasında
bir tereddüt yaĢanırsa ceza mahkemesi mutlaka bekletici sorun kararı vermek zorundadır.
Zira 5901 sayılı Türk VatandaĢlığı Kanunu’nun 36’ncı maddesinin üçüncü fıkrasına göre,
152
“bir kişinin Türk vatandaşı olup olmadığı konusunda herhangi bir tereddüde düşüldüğü
takdirde, bu husus Bakanlıktan sorulur”. Burada kastedilen bakanlığın ĠçiĢleri Bakanlığı
olduğu açıktır (5901 sayılı Kanun md. 3)570.
Bekletici sorun kararının verilmesinin zorunlu olduğu bir baĢka durum da 2247 sayılı
UyuĢmazlık Mahkemesinin KuruluĢ ve ĠĢleyiĢi Hakkındaki Kanun’da düzenlenmiĢtir.
Adli, idari ve askeri yargı yerleri arasında olumlu görev uyuĢmazlığının571 çıkması halinde
görev konusunda UyuĢmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın
görülmesi geri bırakılır (2247 sayılı Kanun md. 18, f. 1). UyuĢmazlık Mahkemesi kararını
altı ay içerisinde vermelidir. Eğer altı ay içerisinde UyuĢmazlık Mahkemesi’nin kararı
gelmez ise yargılamaya devam olunur. Altı ay geçtikten sonra ve fakat esasa iliĢkin bir
karar verilmeden önce, UyuĢmazlık Mahkemesinin kararının gelmesi durumunda,
UyuĢmazlık Mahkemesinin göreve iliĢkin vermiĢ olduğu karara uyulması gerekmektedir
(2247 sayılı Kanun md. 18, f. 2).
Ceza mahkemeleri arasında olumlu madde (CMK md. 4) ve yer bakımından yetki
(CMK md. 17) uyuĢmazlıklarının çıkması halinde de mahkemeler yargılamaya devam
edemezler. Bu konuda merci tarafından bir karar verilinceye kadar yargılamanın
durdurulması gerekmektedir.
Bekletici sorun kararı vermenin zorunlu olmadığı diğer bütün durumlarda bekletici
sorun kararı verme veya nispi muhakeme yapma yetkisi ceza hakimindedir572. Yargıtay ise
1412 sayılı CMUK zamanında vermiĢ olduğu bir kararında, yaĢ düzeltme ve fiilin suç olup
olmamasına
iliĢkin
konular
dıĢındaki
sorunlara
ceza
mahkemesince
karar
verilemeyeceğini; bu gibi durumlarda ceza mahkemesinin ya bekletici sorun kararı vermesi
ya da eldeki kayıtlarla yetinerek hüküm kurması gerektiğine hükmetmiĢtir573. Yargıtay’ın
570
571
572
573
Bu konu ile ilgili olarak yürürlükten kaldırılan 403 sayılı Türk VatandaĢlığı Kanunu’nun 41’inci
maddesinde daha açık bir ifadeye yer verildiği kanısındayız. Bu hükme göre “Danıştay dışında herhangi
bir Türk yargı organı önünde bir kimsenin Türk vatandaşı olup olmadığı iddia edilir veya ilgili organ
tarafından tereddüde düşülürse bu husus İçişleri bakanlığından sorulur. İçişleri bakanlığı en geç bir ay
içinde kararını bildirir. İçişleri bakanlığınca verilen kararın davaya bakmakta olan mahkemece taraflara
tebliğinden başlayarak bir ay içinde ilgililerce Danıştay’a başvurulmadığı takdirde bakanlık kararı
kesinleşir. 2’nci fıkrada, belirtilen şekilde Danıştay’a başvurulursa, bakılmakta olan dava, karara kadar
durdurulur. Sözü edilen fıkra gereğince yapılan müracaatları Danıştay üç ay içinde kesin olarak karara
bağlar”.
Kanun’un 17’inci maddesine göre, olumlu görev uyuĢmazlığı Ģu Ģekilde tanımlanmıĢtır: “ Olumlu görev
uyuşmazlığı; adli, idari ve askeri yargıya bağlı ayrı iki yargı merciine açılan ve tarafları, konusu ve
sebebi aynı olan davalarda bu yargı mercilerinin her ikisinin kendilerini görevli sayan kararlar vermiş
olmaları, görev kararlarına karşı itiraz yolunun açık olduğu ceza davalarında bu kararların kesinleşmiş
bulunması” haline denir.
Güngör/Okuyucu-Ergün, 2009, s. 70.
“Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanığın adam öldürme suçunun sübutu kabul, oluşa ve
soruşturma sonuçlarına uygun şekilde cezayı azaltıcı tahrik ve takdire ilişkin sebeplerin nitelik ve
derecesi takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen
153
bu kararı 1412 sayılı CMUK’un 255’inci maddesinin birinci fıkrası hükmü ile uyum arz
etmektedir. Zira ilgili kanuni düzenlemede “bir fiilin suç olup olmamasının adi hukuka
ilişkin bir meselenin halline bağlı” olması durumunda ceza mahkemesinin kendisinin bu
sorun hakkında karar verebileceği belirtilmiĢti. Yani Yargıtay’ın belirttiği gibi, fiilin suç
teĢkil edip etmemesi değil de; suç olmakla beraber, özel hukuka iliĢkin bir problemin
çözümü, bu suçun mahiyetinde bir değiĢiklik yapacak ise bu durumda ceza mahkemesinin
sorunu kendisinin çözmesine olanak yoktu.
Yargıtay’ın söz konusu içtihadının 5271 sayılı CMK karĢısında ise bir geçerliliğinin
kalmadığı düĢüncesindeyiz. Zira CMK’nın 218’inci maddesinin 1’inci fıkrasına göre,
“yüklenen suçun ispatının ceza mahkemelerinden başka bir mahkemenin görev alanına
giren bir sorunun çözümüne bağlı ise” ceza mahkemesi bu sorun hakkında kendisi karar
verebilir. CMK bu yönüyle CMUK’tan daha geniĢ kapsamlıdır. Çünkü “Yüklenen suçun
ispatı” kavramının içerisine eylemin suç teĢkil edip etmemesi sorunu girebileceği gibi, o
eylemin baĢka bir suçu veya suçun nitelikli halini oluĢturup oluĢturmaması hususu da girer.
Bekletici Sorun Kararının Verilmesinin Yasak Olduğu Haller
Bazı durumlarda ise bekletici sorun kararının verilmesi kanun tarafından yasaklanmıĢ
olabilir. CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, “ kovuşturma evresinde
mağdur veya sanığın yaşının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir sorunla
karşılaşılması halinde; mahkeme, ilgili kanunda belirlenen usule göre bu sorunu çözerek
hükmünü verir”. Bu düzenlemeden açıkça anlaĢıldığı üzere, sanığın veya mağdurun
yaĢının düzeltilmesi gerektiğinde, ceza mahkemesi zorunlu olarak bu sorunu kendisi
gidermelidir.
hükümde bozma nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin duruşmalı
incelemede; tahrikin derecesine, Cumhuriyet Savcısının; otopsi raporunun beklenmesi gerektiğine ilişen
ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, Ancak; a) CMUK. 255. maddesinin, bir fiilin suç olup
olmaması adi hukuka ait bir meselenin halline bağlı olan durumlarda ceza mahkemesinin bu meseleye
dair karar vermesinin mümkün olduğuna işaret etmesi, maktülenin anne adında yapılan değişikliğin ise
eylemin suç olup olmadığını değil suçun niteliğini değiştirmesi karşısında, ceza mahkemesinin nüfus
kaydında böyle bir düzeltmeye karar verme yetkisinin bulunmadığı gözetilmeden maktülenin anne adının
"C." olarak düzeltilmesine karar verilip buna göre suça vasıf verilmesi, b) Yaş düzeltilmesine veya
meselenin suç olup olmamasına ilişkin ihtilaflar dışındaki meselelere ceza mahkemesince karar
verilemeyeceğinden, bu gibi durumlarda hukuk mahkemesine dava açılmış ise sonucuna intizar
edilmesi, aksi takdirde mevcut kayıtlarla yetinilerek hüküm kurulması gerektiğinden sanığın mevcut
kayıtlar dikkate alınarak TCK.nun 448,51/1,59. maddeleri uyarınca mahkumiyetine karar verilmesi
icap ederken yazılı şekilde mahkumiyetine hükmedilmesi, Kanuna aykırı, sanık ve C.Savcısının temyiz
itirazları bu itibarla kabul edilerek hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi (BOZULMASINA), 26.6.2001
gününde oybirliği ile karar verildi” Yargıtay 1. CD, 26.06.2001 tarih ve E. 2001/2184, K. 2001/2972
sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 22.05.2012.
154
Burada
dikkat
edilmesi
gereken
husus,
sanığın
veya
mağdurun
yaĢının
düzeltilmesinin ceza hükümleri bakımından önem arz etmesi gerektiğidir. Örneğin, sanığın
18 yaĢını ikmal etmiĢ olup olmaması sanığa verilecek cezanın miktarı bakımından önem
arz eder. Buna karĢılık sanığın örneğin 29 yaĢında mı, yoksa 30 yaĢında mı olduğu
uygulanacak ceza hükümleri bakımından bir önem arz etmez. Bu belirtilen ikinci durumda,
sanık hakkında bir ceza yargılamasının yapılıyor olması, sanığın yaĢının mutlaka ceza
mahkemesi tarafından düzeltilmesi gerektiği anlamına gelmez574. Böyle bir durumda ceza
mahkemesinin, sanığın veya mağdurun yaĢını düzeltmeye yetkisi dahi yoktur. Yargıtay da
vermiĢ olduğu kararlarında, görülmekte olan bir ceza yargılaması varsa ve ceza hükümleri
bakımından
gerekli
olması
durumunda,
sanığın
veya
mağdurun
yaĢının
ceza
mahkemesince düzeltilmesi gerektiğini belirtmiĢtir575.
CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasında açıkça belirtilmiĢ olmasa da diğer
bazı konular bakımından da ceza mahkemesi bekletici sorun kararı veremez. Örneğin,
taksirli yaralamadan dolayı sanık hakkında hem ceza yargılaması hem de mağdurun
zararının tazmini için bir hukuk yargılaması sürdürülmektedir. Suçun manevi unsurunu
tespit etmek bizzat ceza hakiminin görevidir. Bu nedenle ceza hakiminin, fiilin taksirli olup
olmadığını kendisinin değerlendirmesi gerekir, tazminat davasının sonucunu bekleme
yetkisi ise yoktur576.
4.1.1.3.
CMK md. 218 Uyarınca Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesine Etkisi
4.1.1.3.1. Bekletici Sorun Kararı Verilmesi Durumunda Ġlgili Yargı Yerince Verilen
Hükmün Ceza Mahkemesine Etkisi
CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesi, ceza hakimine ilgili
yargı yerinin hükmünü bekleme imkanı vermesine karĢılık madde, bu mahkemelerin
vermiĢ oldukları hükümlerin ceza hakiminin kararına etkisinin ne olacağı konusunda ise
sessiz kalmaktadır577. Aslında bağlayıcılık konusunda zikrettiğimiz görüĢler bekletici sorun
574
575
576
577
Yargıtay 1. CD, 20.9.1957 tarih ve 566/2541 sayılı kararı, (Baykal, A. (1973, Mayıs-Haziran). Ceza
Davası Sırasında YaĢ Kayıtlarının Düzeltilmesi. AD, (5-6), s. 419).
Yargıtay 18. HD, 28.12.2004 tarih ve E. 2004/9139, K. 2004/10256 sayılı kararı; Yargıtay 18. HD,
09.03.2004 tarih ve E. 2004/676, K. 2004/1843 sayılı karar; Yargıtay 5. CD, 15.12.2003 tarih ve E.
2003/184, K. 2003/7337 sayılı karar; YCGK, 13.06. 2000 tarih ve E. 2000/124, K. 2000/125 sayılı kararı;
Yargıtay 10. CD, 22.04.1999 tarih ve E. 1999/1415, K. 1999/4763 sayılı kararı, www.hukukturk.com,
eriĢim tarihi 23.05.2012.
Gollwitzer, 2001, Rn. 30.
Bruns, 1957, s. 107.
155
kararı verilmesi durumu açısından da geçerlidir. Çünkü bir mahkeme hükmüne bağlayıcılık
etkisi tanınıyorsa bu mahkeme hükmünün, bağlayıcılık etkisi doğuracağı yargılamadan
önce verilmesi veya bu yargılamanın durması neticesinde verilmesi arasında bir fark
yoktur. Bu nedenle bu baĢlık altında bağlayıcılık etkisi üzerine sadece bekletici sorun
çerçevesinde zikredilen görüĢleri aktarmakla yetineceğiz.
Öğretide bekletici sorun kararı verilmesi durumunda dahi ceza mahkemesinin ön
sorun hakkında verilen mahkeme hükmü ile bağlı olmadığını düĢünen yazarlar
çoğunluktadır. Bu yazarlara göre, ceza hakiminin bağlılıktan masuniyeti, ön sorun
hakkında verilmiĢ hükümler bakımından da geçerlidir. Ön soruna iliĢkin hüküm, suç teĢkil
eden fiilin gerçekleĢtirilmesinden önce verilmiĢ olsa bile, bu hükmün herhangi bir
bağlayıcılık etkisi yoktur. Ceza hakimi, bu ön sorun hakkında kendisi özgürce karar
verebilir. Ancak verilen mahkeme hükmünün gerçekliğine inanmıĢ ise bu hükmü kendi
hükmüne de dayanak teĢkil ettirebilir578. Bu nedenle ceza hakimi, ön sorun hakkında karar
verilebilmesi için hukuk mahkemesinin kararını bekleyebilir. Böyle bir durumda, verilmiĢ
hukuk mahkemesi hükmünü kendi hükmüne dayanak teĢkil ettirmek, tamamen ceza
hakiminin takdirinde olan bir husustur579.
Bir önceki bölümde, daha önceden verilmiĢ mahkeme hükmünün kural olarak ceza
hakimi açısından bağlayıcı etkisinin olduğunu kabul edince; ceza mahkemesinin bekletici
sorun kararı vermesi halinde verilecek mahkeme hükmünün bağlayıcı etki doğuracağını
evleviyetle kabul etmek gerekir580. Zira ceza yargılamasının durdurulmasındaki asıl amaç,
aynı konuya iliĢkin hem ceza mahkemesinin hem de diğer muhakeme alanlarındaki
mahkemelerin birbiriyle çeliĢen hükümler vermesinin önlenmek istenmesidir 581 . Ceza
hakimi bekletici sorun kararı vererek bir bakıma bu konuda verilecek mahkeme hükmünü
kabul edeceğini baĢtan belirtmiĢtir. Bu nedenle, ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı
578
579
580
581
Tan, 1951, s. 662; Engelhardt, 2008, Rn. 3; Gollwitzer, 2001, Rn. 3; Moschüring, 1993, Rn. 6;
Eschelbach, 2010, Rn. 2; Kaiser, 1972, s. 1848; Waldeyer, 2006, s. 142; Federal Alman Yüksek
Mahkemesi de vermiĢ olduğu bir kararında, ceza mahkemesinin StPO § 262’ye göre bekletici sorun kararı
verdiği durumlarda dahi verilen mahkeme kararı ile bağlı olmayacağı görüĢündedir. Yüksek mahkemeye
göre ceza mahkemesi yalnızca inĢai etki doğuran hukuk mahkemesi kararları ile bağlıdır (BGH, Beschluβ
vom 4.11.1953, 4 StR 91/53. (1954). NJW, s. 82).
OLG Stuttgart, Urteil vom 11.03.1960- 2Ss 786/59. (1960). NJW, s. 2204; OLG Oldenburg, Urteil vom
18.09.1951- Ss 130/51. (1952). NJW, s. 118; Gollwitzer, 2001, Rn. 10.
Dönmezer, 1943, s. 438; Koch, 1963, s. 20.
Koch, 1963, s. 20.
156
verebilmesini kabul ettikten sonra, bunun sonucunda verilen mahkeme hükmü ile bağlı
olmadığının söylenmesi açık bir çeliĢki arz eder582.
4.1.1.3.2. YaĢ Tashihine ĠliĢkin VerilmiĢ Hukuk Mahkemesi Hükümlerinin Ceza
Mahkemesine Etkisi
Diğer mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza mahkemesine etkisi ile ilgili
CMK’nın 218’inci maddesi bağlamında tartıĢmak istediğimiz bir baĢka sorun, sanığın veya
mağdurun yaĢının daha önceden bir mahkeme hükmü ile düzeltilmiĢ olması halinde ceza
mahkemesinin ne yapacağıdır.
Bu noktada iki farklı görüĢ ortaya çıkmaktadır. Birinci görüĢteki yazarlar, sanık veya
mağdurun yaĢına iliĢkin daha önceden bir hukuk mahkemesi hükmü olsa da bununla ceza
mahkemesinin bağlı olmayacağını ve ceza hakiminin sanığın veya mağdurun yaĢını
tekrardan tespit edebileceğini savunmaktadırlar. Ġkinci görüĢteki yazarlar ise yaĢ
düzeltmeye iliĢkin hukuk mahkemesi tarafından bir hüküm verilmiĢ olması durumunda,
ceza mahkemesinin bu hükümle bağlı olması gerektiğini; bundan dolayı yeniden sanığın
veya mağdurun yaĢının tespit edilemeyeceği kanaatindedirler.
Yargıtay kararlarında ise bir istikrar söz konusu değildir. Yüksek mahkeme vermiĢ
olduğu bazı kararlarında, ceza mahkemesinin sanığın veya mağdurun yaĢını düzelten
hukuk mahkemesi kararı ile bağlı olacağını söylerken; diğer bazı kararlarında ise ceza
mahkemesinin maddi gerçeği araĢtırdığı gerekçesiyle, hukuk mahkemesi hükmünden
ayrılabileceğine hükmetmiĢtir.
582
Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 702; “mağdura ait zeytinleri terhin ettiği kabul edildiği ahvalde maznun,
bahis mevzuu zeytinlerin kendisine satıldığını tahkikatın her safhasında dermeyan etmiştir. Bu husus
hakkında mağdur, maznun Kemal Ziya Özyücel ile Muazzez Özyücel ve Ziraat Bankası aleyhine zeytin
bedeli 14.000 liranın tahsiline mütedair Gemlik asliye hukuk mahkemesinde dava açmıştır. İşbu dava
neticesinde istihsal edilecek karar emniyeti suiistimal davasının esasına müessir olacağından, mesele-i
müstehire mahiyetinde olan hukuk davasının sonucunun beklenilmesi lüzumunun düşünülmemesinde de
isabet mütalaa edilemediğinden, meselenin bir kere de yüksek umumi ceza heyetince tetkik olunarak yazılı
sebeplerden dolayı daire kararının kaldırılarak mahalli mahkemesi kararının bozulmasına karar
verilmesi hususunda itiraz edilmekle, icabı görüşülüp düşünüldü: dosya münderecatına ve tahkikat
safahatına göre itiraz varit görüldüğünden 4’üncü ceza dairesinin 24.4.1959 tarihli tasdik kararının
kaldırılmasına ekseriyetle karar verildi” YCGK, 15.6.1959 tarih ve 46/46 sayılı kararı, (Çağlayan, M,
1966, s. 424); ayrıca bkz. Yargıtay 2. CD, 26.5.1959 tarih ve 18514/18593 sayılı kararı, (Çağlayan, M,
1966, s. 425).
157
Hukuk Mahkemesince Hüküm VerilmiĢ Olsa da Ceza Hakiminin YaĢ Düzeltmesi
Yapabileceği GörüĢü
Bu görüĢteki yazarlara göre, sanık veya mağdurun yaĢı daha önceden bir hukuk
mahkemesi tarafından düzeltilmiĢ olsa da eğer ceza hakimi sanığın veya mağdurun
düzeltilmiĢ bu yaĢının doğru olmadığını düĢünüyorsa gerçek yaĢı tekrardan araĢtırır583.
Bu yazarlardan bazıları, yaĢ düzeltme ile ilgili ceza mahkemesinin bir nispi
muhakeme yaptığı görüĢündedir. Nispi muhakeme yapılmıĢ olması; eğer mağdur veya
sanığın yaĢı ilk defa ceza mahkemesi tarafından düzeltiliyor ise ceza yargılamasından
sonra sanık veya mağdurun yaĢını düzeltmek amacıyla tekrardan görevli ve yetkili yargı
yerinde dava açabileceği anlamına gelmektedir. Bu nedenle, ceza mahkemesinin yaptığı iĢe
düzeltme dahi denilmemeli, yaĢ tespitinden söz edilmelidir584. Ceza mahkemesinin yaptığı
iĢ yaĢ düzeltme değil, sadece gerçek yaĢı tespit olduğu için sanığın veya mağdurun yaĢının
önceden hukuk mahkemesinde düzeltilmiĢ olması bir anlam ifade etmez. Ceza mahkemesi,
eğer önceden verilmiĢ hukuk mahkemesi hükmüne itibar etmiyorsa sadece o yargılama ile
sınırlı olmak kaydıyla, sanığın veya mağdurun gerçek yaĢını tespit edebilir.
Buna karĢılık bir baĢka görüĢe göre ise ceza mahkemesinin yaptığı iĢ nispi
muhakeme değildir. Bu durumda davaların birleĢtirilmesi söz konusudur. BaĢka bir deyiĢle
ceza mahkemesinin sanığın veya mağdurun yaĢını düzelttiği durumda, bu karar sadece o
dava bakımından değil, her iĢ bakımından geçerli olmalıdır. Bunun sonucu olarak da ceza
mahkemesi tarafından yaĢı düzeltilmiĢ olan kiĢi, hukuk mahkemesinde tekrardan yaĢını
düzeltmek isterse bu talebi, Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 36’ncı maddesinin birinci
fıkrasının “b” bendi 585 nedeniyle reddedilmelidir 586 . YaĢ düzeltme iĢi, ceza mahkemesi
583
584
585
586
Kunter, 1989, s. 311; Hukuk mahkemesince hüküm verilmiĢ olsa da ceza hakiminin tekrardan yaĢ tespiti
yapabileceği görüĢünü savunan yazarlara YCGK’nın 30. 03. 1981 tarih ve E. 1981/5-2, K. 1981/106
sayılı kararı ilham vermiĢtir. Yargıtay söz konusu kararında özetle Ģu hususları belirtmiĢtir: “Mağdurenin
olay tarihindeki gerçek yaşı, Adli Tıp Meclisi raporu gibi kuşkuya yer bırakmayacak bir delille kesinlikle
saptanabildiği ve bu gerçek yaşı ile, nüfus kaydındaki kesinleşmiş bir ilamla düzeltilmiş yaşı arasında,
olayımızda olduğu gibi, sanık aleyhine sonuç doğuracak şekilde bir uyum bulunmadığı takdirde, ceza
hakiminin maddi hakikat açık bir şekilde ortada iken, şekli hakikatle yetinip sanığa daha fazla bir ceza
verilmesi gibi, hak ve adalet duygularını inciten bir uygulama yapıp yapamayacağı sorunu yine de
zihinleri kurcalamakta ve bu olay dolayısıyla gündemimizde yer almış bulunmaktadır…”,
www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 25. 05. 2012; aynı yönde Yargıtay 5. CD, 2.2.1982 tarih ve E.
1982/44, K. 1982/229 sayılı kararı, (YKD, Haziran 1982, 8(6), s. 876-877).
Kunter, 1989, s. 312, dn. 92.
Söz konusu hüküm Anayasa Mahkemesince iptal edilmiĢtir. Kararın tam metni için bkz. Anayasa
Mahkemesi,
30.03.2012
tarih
ve
E.
2011/34,
K.
2012/48
sayılı
kararı,
http://www.kararlar.anayasa.gov.tr/kararYeni.php?l=manage_karar&ref=show&action=karar&id=100002
57&content=, eriĢim tarihi, 27.01.2014.
Tosun, 1981, s. 338; Yargıtay da bir içtihadı birleĢtirme kararında, ceza mahkemelerince yapılan yaĢ
tespitlerinin dahi nüfus kütüğüne iĢlenmesi gerektiğine karar vermiĢtir: YĠBK, 31.01. 1945 tarih ve E.
1944/22, K. 1945/3 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 25.05.2012.
158
tarafından davaların birleĢtirilmesi suretiyle yapıldığı için kural olarak hukuk mahkemesi
tarafından verilmiĢ karar ceza mahkemesi için bir karine oluĢturur. Ancak hukuk
mahkemesinin vermiĢ olduğu bu kararın aksi sabit olursa ceza mahkemesi, bu karardan
ayrılabilir ve sanığın veya mağdurun yaĢını kendisi tespit eder587. Sonuç olarak bu görüĢ de
ilk görüĢ gibi, ceza mahkemesinin hatalı olarak değerlendirdiği hukuk mahkemesi
hükmünden ayrılabileceğini kabul etmektedir. Zira bir taraftan ceza muhakemesinde maddi
gerçek, hukuk muhakemesinde ise Ģekli gerçek aranmaktadır. Diğer taraftan, hukuk ve
ceza davalarının konuları, tarafları ve mahiyetleri tamamıyla ayrı olduğu için hukuk
mahkemelerinden verilen kesinleĢmiĢ bir hükmün kural olarak ceza davasına herhangi bir
etkisinin olmaması gerekir. Ancak hukuk mahkemesinin kesin hükme bağladığı meselenin
halli, daha önce bekletici mesele yapılarak hukuk mahkemesine tevdi edilmiĢ ise bu
konuda verilecek hüküm, diğer delillerle birlikte takdir edilir ve kuĢkusuz ceza
mahkemesince göz önünde tutulur588.
Hukuk Mahkemesince Hüküm VerilmiĢ Olması Durumunda Ceza Hakiminin YaĢ
Düzeltmesi Yapamayacağı GörüĢü
Diğer görüĢteki yazarlara göre, sanık veya mağdurun yaĢı daha önceden bir hukuk
mahkemesi tarafından düzeltilmiĢ ise ceza hakimi, sanığın veya mağdurun yaĢını tekrardan
düzeltemez. Zira hukuk mahkemesince verilmiĢ hüküm ceza mahkemesi için kesin hüküm
teĢkil eder589.
Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında özetle Ģu hususu dile getirmiĢtir: “…ceza
davası açılmadan evvel yaş tashihi davalının asliye hukuk mahkemesince karar verilerek
kesinleşmesine göre, hukuk mahkemesi ilamının doğruluğundan şüphe edilmeye, yeniden
tashihi yoluna gitmeye hukuk muhakemeleri usulü kanununun 237’inci maddesi mani
olduğu
gibi,
muhakemenin
iadesi
yoluna
başvurularak
kesin
hüküm
ortadan
kaldırılmadıkça yaş tashihi isteğinin ceza mahkemesince yeniden ele alınmasına imkan
yoktur”590.
587
588
589
590
Tosun, 1981, s. 291.
YCGK, 30. 03. 1981 tarih ve E. 1981/5-2, K. 1981/106 sayılı kararı.
Baykal, 1973, s. 423; Akcan, 1988, s. 80; Erçin, 2000, s. 45; Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 701.
Yargıtay 1. CD, 25. 09. 1963 tarih ve 1281/1850 sayılı kararı, (Baykal, 1973, s. 422); ayrıca bkz. YCGK,
19.11.1962 tarih ve 48/44 sayılı kararı; Yargıtay 1. CD, 2.10.1962 tarih ve 2120/2325 sayılı kararı,
(Çağlayan, M, 1966, s. 419-420).
159
GörüĢümüz
Kanımızca yaĢ düzeltmeye iliĢkin olarak hukuk mahkemesince önceden verilmiĢ
hüküm, ceza mahkemesini bağlar. Bu görüĢümüzün gerekçelerini Ģu Ģekilde sıralayabiliriz:
Ġlk olarak ceza mahkemeleri de sanığın veya mağdurun yaĢını düzeltirken bunu nispi
muhakeme Ģeklinde değil; tam aksine davaların birleĢtirilmesi Ģeklinde yapmaktadır.
Çünkü CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasında açıkça, ceza mahkemesinin ilgili
kanundaki hükümler çerçevesinde sanığın veya mağdurun yaĢına iliĢkin sorunu çözeceği
hüküm altına alınmıĢtır. Eğer kanun koyucu ceza mahkemesinin sorunu kendi
yargılamasına yetecek oranda çözeceği düĢüncesindeyse bunu açıkça belirtirdi. Ayrıca söz
konusu edilen sanığın veya mağdurun yaĢının tespitinin, ceza yargılamasına yetecek
oranda çözülmesi ne anlama gelmektedir? Sanığın veya mağdurun ceza yargılaması
bakımından belirli bir yaĢta, diğer durumlarda farklı bir yaĢta olduklarını kabul etmek ne
derece doğrudur? Hukuk mahkemesi yaĢ tespiti ile ilgili hatalı bir karar vermiĢ olabilir.
Fakat bu hatalı kararla bağlı olunmamasını sağlamak için ceza mahkemesinin yaptığı iĢ
nispi muhakeme olarak değerlendirilemez.
Yargıtay da vermiĢ olduğu bazı kararlarında açılmıĢ bir ceza davası var ise hukuk
mahkemesindeki dava ile ceza davasının birleĢtirilmesi gerektiğine hükmetmiĢtir591. Zira
her iki uyuĢmazlığın da konusu, sebebi ve tarafları aynıdır. Davaların birleĢtirilmesinin
gerektiğini söylemek, Yargıtay’ın ceza mahkemesinin yaĢ düzeltmeye iliĢkin yapmıĢ
olduğu iĢin bir nispi muhakeme değil, bağımsız bir dava olduğunu kabul ettiği anlamına
gelir.
Ġkinci olarak CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasında açıkça, ceza
mahkemesinin de ilgili kanun hükümlerine göre meseleyi çözeceğinden bahsedilmektedir.
Bu demek oluyor ki, yaĢ düzeltmeye iliĢkin olarak önceki hukuk mahkemesi ile ceza
mahkemesi aynı usulü takip edecektir. Bu nedenle Yargıtay’ın 30.03.1981 tarihli kararında
savunduğu “maddi gerçeği araştıran ceza mahkemesinin şekli gerçeği araştıran mahkeme
kararı ile bağlı olmayacağı” görüĢüne katılmamaktayız. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu
591
“Ceza Usulünün 255’inci maddesinin son fıkrası hükmünce tahkikat esnasında yaş tashihleri Nüfus
Kanunu’ndaki usule göre ceza mahkemelerine aittir. Son tahkikatın açılması kararında Usulün
255/sonuncu maddesi icabınca lüzum görülecek tashihin mahkemece nazara alınmasına işaret olunmakla
beraber, mahkeme maznunun yaş tashihi davasına Taş Köprü asliye hukuk mahkemesinde bakılmakta
olduğuna muttali olduğu halde, o dava dosyasını getirip birleştirerek ağır cezada, maznunun yaşının
tashihine lüzum bulunup bulunmadığını ve delillerini tetkik etmesi ve röntgen ile kemik sistemini tetkik
ettirerek hakiki yaşını tespit eylemesi icap ederken Taş Köprü hukuk mahkemesindeki yaş davası
neticesini bekleyerek vazifesiz mahkemenin vermiş olduğu 10.10.1956 tarihli karara istinatla maznunun
doğumunun 1.3.1926 olduğunu kabul ile hüküm tesisi yolsuzdur” Yargıtay 1. CD, 189/2985, (Çağlayan,
M, 1966, s. 422).
160
vermiĢ olduğu bir kararında, “yaş tashihi istenen kimsenin tashih edilecek yaşta bir kardeşi
bulunur ve ikiz olmadıkları anlaşılır ise diğer kardeşlerin celp ve muayenesinden hasıl
olacak kanaate göre hüküm verilmelidir” demektedir592. Bu karardan da açıkça anlaĢıldığı
üzere, hukuk mahkemesi de ilgilinin gerçek yaĢını tespit etmek amacıyla gerekli bütün
incelemeleri yapmalıdır. Davacının talebi ve tanıkların ifadeleri ile yetinmemelidir.
Ceza mahkemesince yapılan yaĢ düzeltme iĢinin ayrı bir dava olarak görülmesinin
bir diğer sonucu, hukuk mahkemeleri ile ceza mahkemeleri arasında görev uyuĢmazlığının
çıkacak olmasıdır. Bu bakımdan ceza muhakemesinin hangi aĢamasında hukuk
mahkemeleri yetkili olmalı, hangi aĢamasında ceza mahkemeleri yetkili olmalı, onun tespit
edilmesi de gerekir:
Ġlk olarak Ģüphelinin veya mağdurun yaĢı ile ilgili problem soruĢturma aĢamasında
ortaya çıkmıĢ olabilir. ġüpheli veya mağdurun gerçek yaĢının tespiti soruĢturma
aĢamasında da önem arz etmektedir. SoruĢturma aĢamasında ortada henüz görevli ve
yetkili mahkeme bulunmadığı ve savcılığın yaĢ düzeltmeye iliĢkin bir yetkisi olmadığı için
bu aĢamada ortaya çıkan sorun hukuk mahkemesi tarafından giderilmelidir. Sorun hukuk
mahkemesi tarafından giderilinceye kadar yaĢ tespiti ile ilgili olanlar bakımından
soruĢturma iĢlemleri askıya alınmalıdır593.
Ġkinci olarak hukuk mahkemesindeki yaĢ düzeltmeye iliĢkin açılmıĢ dava, ceza
muhakemesinde kovuĢturma evresine geçildikten sonra açılmıĢ olabileceği gibi; hukuk
mahkemesinde dava devam ederken, diğer taraftan ceza muhakemesinde kovuĢturma
evresine geçilmiĢ olabilir. CMK’nın 218’inci maddesinin ikinci fıkrasına göre, kovuĢturma
evresinde mağdur veya sanığın yaĢı ile ilgili bir problemin çözülmesi noktasında ceza
592
593
YHGK, 27. 12. 1950 tarih ve 2-148-93/99 sayılı kararı, (Baykal, 1973, s. 419).
“1.10.1986 doğumlu olan sanığın 21.9.1997 suç tarihinde 10 yaşında olup 11 yaşından küçük olması
sebebiyle 2253 sayılı kanunun 11. maddesi gereğince hakkında kamu davası açılmasının mümkün
olmadığı, c. savcılığınca yaşı yönünden kuşku duyulması halinde Asliye Hukuk Mahkemesi'ne dava açılıp
yaşının düzeltilmesinin istenmesi ve sonucunda 11 yaşından büyük olduğu anlaşılırsa kamu davasının
açılması gerekli olduğu cihetle CMUK'nun 255. maddesine göre yaş tashihlerinin ceza mahkemesinde
yapılmasının usulen açılmış davalarda uygulanabileceği gözetilerek aynı kanunun 253/4. maddesi
uyarınca yargılamanın durmasına ve dosyanın C. Savcılığına tevdiine karar verilmesi gerekirken hataı
olarak açılan davada yargılama sürdürülüp yaş tashihi de yapılmak suretiyle hüküm kurulması, bozmayı
gerektirmiş sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri
incelenmeksizin hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak (BOZULMASINA), 24.2.2000 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi” Yargıtay 2. CD, 24. 02. 2000 tarih ve E. 2000/1437, K. 2000/2034 sayılı
kararı; aynı yöndeki kararlar için bkz. Yargıtay 18. HD, 24. 10. 1995 tarih ve E. 1995/10227, K.
1995/10625 sayılı kararı; Yargıtay 2. CD, 29. 09. 1994 tarih ve E. 1994/ 8254, K. 1994/9667 sayılı kararı;
YCGK, 04. 05. 1987 tarih ve E. 1987/6-121, K. 1987/251 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim
tarihi 28.05.2012.
161
mahkemeleri yetkili olduğu için hukuk mahkemesinin böyle bir davaya bakmaması ve
görevsizlik kararı vermesi gerekir594.
4.1.2. Senedin Sahteliği Hakkında Verilen Hukuk Mahkemesi Hükmünün veya
Kararının Ceza Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığı (HMK md. 214, f. 1)
4.1.2.1.
HMK’nın 214’üncü Maddesinin Kapsamı
HMK’ya göre, belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar
kesinleĢtikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası
dinlenmez (HMK md. 214, f. 1). HMK’da bulunan bu hükmün, 1086 sayılı HUMK’un
314’üncü maddesi ile aynı olduğu ve HUMK’ta yer alan düzenlemenin günümüz
Türkçesi’ne uyarlanarak HMK’ya aktarıldığı söylenmektedir595. HUMK’un ilgili 314’üncü
maddesi Ģu Ģekildeydi: “Resmi ve gayrı resmi her nevi senedatın sahteliğini iddia eden
kimse asıl davayı rüyet eden mahkemede bu iddiasını gerek davayı asliye ve gerek davayı
hadise suretiyle ikame edebilir. Usulüne tevfikan icra kılınan tetkikat neticesinde senedin
sahte olmadığına dair mahkemeden sadır olan karar kesbi katiyet ettikten sonra iş bu senet
hakkında mahakimi cezaiyede dahi sahtelik iddiası mesmu olmaz”.
HUMK’un 314’üncü maddesinde senet kelimesinin çoğulu olan “senedat” ifadesinin
karĢılığı olarak HMK’nın 214’üncü maddesinde “belge” ifadesi kullanılmıĢtır. HMK’ya
göre, uyuĢmazlık konusu vakıaları ispata elveriĢli yazılı veya basılı metin, senet, çizim,
plan, kroki, fotoğraf, film, görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki
veriler ve bunlara benzer bilgi taĢıyıcıları bu Kanuna göre belgedir (HMK md. 199).
Görüleceği gibi, HMK’nın 214’üncü maddesinde kullanılan belge, senet kavramını da
594
595
“Dava, S. G.'in nüfus kütüğünde yazılı 03.03.1992 olan doğum tarihinin 03.03.1989 olarak değiştirilmesi
istemine ilişkindir. Dosyada toplanan bilgi ve belgelerden, doğum tarihinin düzeltilmesi istenilen S. G.'in
Afyon ili Şuhut ilçesi nüfusuna kayıtlı olduğu ve velisi ( babası ) ile birlikte Afyon il merkezinde oturduğu,
buna göre 1587 Sayılı Nüfus Yasası'nın 46.maddesi hükmü uyarınca davaya bakmakta adı geçenin
oturduğu yer Afyon Asliye Hukuk Mahkemesi'nin yetkili bulunduğu anlaşılmakta ise de; Eskişehir Ağır
Ceza Mahkemesi'nin 27.01.2005 gün ve 2004/470 esas sayılı yazısı içeriğinden S.'ın rızası ile kaçırılıp
alıkonulmak suçlarından sanık E. G. hakkında kamu davasının açılmış olduğu belirlendiği cihetle, Ceza
Muhakemeleri Usulü Kanununun 255.maddesinin son fıkrası uyarınca mağdurenin yaşının düzeltilmesi
davasının adı geçen Ağır Ceza Mahkemesinde görülmesi gerekir” Yargıtay 18. HD, 29. 03. 2005 tarih ve
E. 2005/1705, K. 2005/2924 sayılı kararı; aynı yöndeki kararlar için bkz. Yargıtay 18. HD, 28. 12. 2004
tarih ve E. 2004/9139, K. 2004/10256 sayılı kararı; Yargıtay 18. HD, 09. 03. 2004 tarih ve E. 2004/676,
K. 2004/1843 sayılı kararı; Yargıtay 18. HD, 27.01.2011 tarih ve E. 2010/12143, K. 2011/689 sayılı
kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 28.05.2012.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/574), TBMM, Dönem 23,
Yasama Yılı: 3, s. 68.
162
içine alan ve ondan daha geniĢ bir anlama sahip olan bir kavramdır 596 . Dolayısıyla
HMK’nın 214’üncü maddesi hükmüne, HUMK’un 314’üncü maddesinin yalnızca
günümüz Türkçesine uyarlanmıĢ hali denilmesi isabetsizdir.
Ceza hukuku öğretisinde ise belge, “olayları nakleden, içerdiği irade beyanları
hukuken değer taĢıyan ve muayyen kimse tarafından oluĢturulan her türlü yazı” Ģeklinde
tanımlanmıĢtır 597 . Resmi Belgede Sahtecilik suçunun düzenlendiği TCK’nın 204’üncü
maddesinin gerekçesinde de belge ile ilgili Ģu açıklamalara yer verilmiĢtir: “Belge, eski
dilimizde “evrak” kelimesi karşılığında kullanılmakta olup, yazılı kağıt anlamına
gelmektedir. Bu bakımdan, yazılı kağıt niteliğinde olmayan şey, ispat kuvveti ne olursa
olsun, belge niteliği taşımamaktadır… Ayrıca belirtilmelidir ki, her ne kadar, belgeden söz
edilen durumlarda yazılı bir kağıdın varlığı gerekli ise de; bazı durumlarda belgenin
varlığını kabul için, yazının kağıt üzerinde olması gerekmez. Bir metal levha üzerine yazı
yazılması halinde de belgenin varlığını kabul etmek gerekir. Bu itibarla, araç plakaları da
resmi belge olarak kabul edilmek gerekir ”. Buradan da anlaĢılmaktadır ki ceza hukuku
uygulamasında belge, sadece yazılı kağıt niteliğinde olan veya üzerlerine yazı yazılması
gereken bir takım maddelere inhisar ettirilmiĢ olup özel hukuktaki belge tarifinden daha
dar bir anlama sahiptir. Zira ceza hukuku uygulamasında bir belgeden bahsedilebilmesi
için belgenin okunabilir olması Ģarttır. Bu nedenle ses ve görüntülerin yer aldığı CD’ler
veya fotoğraf belge sayılmaz 598 . Buna karĢılık HMK’nın 199’uncu maddesi gereğince,
uyuĢmazlık konusu vakıayı ispata yarayan plan, kroki, fotoğraf vs. dahi HMK
uygulamasında belge sayılmıĢtır. Ceza hukuku uygulamasında kullanılan belge kavramı ile
hukuk muhakemesi uygulamasında kullanılan belge kavramı aynı anlama gelmemektedir.
Bu durum çalıĢmamızın ilk bölümünde değindiğimiz kavram birliğinin hukuk düzeninin
birliği açısından önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da anlaĢılmaktadır ki HUMK’un 314’üncü
maddesi ile amaçlanan hususun; hukuk mahkemesinde bir senedin sahte olmadığı hüküm
altına alınmıĢ ise bu senetle ilgili olarak ceza mahkemesi huzurunda belgede sahtecilik
suçlarından
596
597
598
599
599
dolayı tekrardan yargılama yapılmasının önlenmesi olduğu ortaya
Senet, “bir kimsenin vücuda getirdiği veya getirttiği ve kendi aleyhinde delil teĢkil eden yazılı belge”
olarak tarif edildikten sonra; HMK’nın belge kavramını senet yerine kullanmadığı, zira HMK’da senet
kavramı ve gücünün korunduğu, bu nedenle özel hukukta geçerli olan senetle ispat kuralının, belge ile
ispat kuralı haline gelmediği belirtilmektedir (Kuru/Arslan/Yılmaz, 2011, s. 388).
Gökcen, 2013, s. 71.
Gökcen, 2013, s. 73.
Belgede sahtecilik suçları TCK’nın ikinci kitabının “Topluma KarĢı Suçlar” baĢlıklı üçüncü kısmının,
“Kamu Güvenine KarĢı Suçlar” baĢlıklı dördüncü bölümünde 204-212’inci maddeler arasında
düzenlenmiĢtir. Bu bölümde yer alan suç tipleri ise Ģunlardır: Resmi Belgede Sahtecilik (TCK md. 204);
163
çıkmaktaydı. Oysa HMK’nın 214’üncü maddesinde senet kavramı yerine belge kavramının
kullanılması ve ayrıca HMK’nın 199’uncu maddesinde belgeden ne anlaĢılması
gerektiğinin tarif edilmesi karĢısında, hukuk mahkemesi tarafından belgenin sahte olmadığı
hakkında verilen kararın sadece belgede sahtecilik suçlarından dolayı yapılan
yargılamalara değil; ceza mahkemesi huzurunda herhangi bir suçtan dolayı yapılan
yargılamalara da etki etmesinin söz konusu olabileceği gibi bir durum ortaya çıkmaktadır.
Ancak, HMK’nın 214’üncü maddesinde geçen “ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası
dinlenmez” ifadesi ile kastedilen Ģey, iddia makamı olan Cumhuriyet savcılığının belgede
sahtecilik suçlarından dolayı Ģüpheli hakkında iddianame düzenleyememesi; söz konusu
hükme rağmen Ģüpheli hakkında iddianamenin düzenlenmiĢ olması durumunda ise
mahkemenin sanık hakkında beraat kararı vermesi gerektiğidir. Dolayısıyla HMK’nın ilgili
düzenlemesinde her ne kadar “senet” yerine belge ifadesi kullanılarak bir anlam
kargaĢasına neden olunmuĢsa da bu düzenlemeyi de belgede sahtecilik suçları ile sınırlı
olarak anlamak gerekmektedir.
HMK’nın 214’üncü maddesine göre gerek senedin sahte olduğuna iliĢkin açılan
sahtecilik davası sonucunda verilen hüküm gerekse de bir senede dayalı olarak açılan
davada (örn. Alacak davası) senedin sahteliğinin iddia edilmesi üzerine, mahkemenin
senedin sahte olmadığı hakkında vermiĢ olduğu karar600, ceza mahkemesi bakımından aynı
etkiye sahip olacaktır. Her ne kadar düzenlemede senedin (belgenin) sahte olmadığına
hukuk mahkemesi tarafından karar verildikten sonra, senedin sahteliği iddiası ceza
mahkemesinde dinlenmez denilse de; burada söz konusu edilen husus, senedin sahte
olmadığı hakkında verilen hukuk mahkemesi kararının ceza mahkemesi için bağlayıcı
olmasıdır. Bu nedenle, senedin sahte olmadığı hukuk mahkemesince tespit edilmiĢ ise ceza
mahkemesi huzurunda senedin sahte olduğu ileri sürülemeyecektir.
Madde metninde her ne kadar ceza mahkemesi denilmiĢ olsa da bu durumu ceza
muhakemesi sistemi ile telif etmek gerekmektedir. Dolayısıyla hukuk mahkemesince
Resmi Belgeyi Bozmak, Yok Etmek veya Gizlemek (TCK md. 205); Belgenin Düzenlenmesinde Yalan
Beyan (TCK md. 206); Özel Belgede Sahtecilik (TCK md. 207); Özel Belgeyi Bozmak, Yok Etmek ve
Gizlemek (TCK md. 208); Açığa Atılan Ġmzanın Kötüye Kullanılması (TCK md. 209). 765 sayılı
TCK’nın ikinci kitabının “Ammenin Ġtimadı Aleyhine Cürümler” baĢlıklı altıncı babının “Evrakta
Sahtekarlık” isimli üçüncü ve “Hüviyet Cüzdanı ve Nüfus Tezkeresi, Pasaport, Ruhsatname, Ġlmühaber,
ġahadetname ve Beyannamelerde Sahtekarlık” suçları, 5237 sayılı TCK’nın “Belgede Sahtecilik”
suçlarına karĢılık gelmekteydi. Öğretideki bazı yazarlara göre, 5237 sayılı TCK’da bulunan düzenlemeler
765 sayılı TCK’daki düzenlemelere oranla daha kolay uygulanabilen ve kanunilik ilkesine daha uygun
olan düzenlemelerdir (Gökcen, 2013, s. 33).
600
“İbraz edilen senedin sahteliğini iddia eden kimse, davayı gören mahkemede bu iddiasını hadise şeklinde
ileri sürebileceği gibi, ayrı dava da açabilir. Ayrı bir senet iptal davası açmakta hukuki yarar vardır”
Yargıtay 13. HD, 17.04.1986 tarih ve E. 1986/1986, K. 1986/2341 sayılı kararı, www.hukukturk.com,
eriĢim tarihi 25.06.2013.
164
senedin sahte olmadığı hakkında karar verildikten ve bu karar kesinleĢtikten sonra, aynı
senede dayalı olarak bir kiĢi hakkında belgede sahtecilik suçlarından dolayı soruĢturma
açılmıĢ ise Cumhuriyet savcılığının da kovuĢturmaya yer olmadığı kararı vermesi gerekir.
Cumhuriyet savcılığı, senedin sahte olmadığı hakkında verilmiĢ hukuk mahkemesi kararını
gözden kaçırarak iddianame düzenlemiĢ ve iddianame mahkeme tarafından kabul edilmiĢ
ise601 ceza mahkemesinin sanık hakkında CMK’nın 223’üncü maddesinin ikinci fıkrasının
“a” bendi gereğince beraat kararı vermesi gerekir. Bu yüzden HMK’nın 214’üncü
maddesinin birinci fıkrası hükmünden bahsederken ceza mahkemesi yerine, ceza
muhakemesi organları ifadesinin kullanılmasının daha doğru olacağı kanaatindeyiz.
Madde metninde, yalnızca hukuk mahkemesince senedin sahte olmadığı hakkında
verilen kararların ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olduğunun belirtilmesi
karĢısında, senedin sahte olduğu hakkında verilen kararların bağlayıcı olup olmayacağı
sorusu akla gelmektedir. HUMK’un yürürlükte olduğu dönemde, düzenlemeden yola çıkan
bazı yazarlar, senedin sahte olduğu hakkında verilen hukuk mahkemesi kararının veya
hükmünün ceza mahkemesi için bağlayıcı olmayacağını savunmaktaydılar602. Bu yazarlara
göre, hukuk mahkemesi tarafından senedin sahte olduğu karara bağlandıktan sonra dahi
ceza mahkemesi senedi düzenleyen kiĢinin sorumsuzluğuna ve beraatına karar
verebilirdi603. Bu nedenle her ne kadar madde metninde belirtilmiĢ olmasa da senedin sahte
olmadığı hakkındaki hukuk mahkemesi kararının, ceza muhakemesi organları için
bağlayıcı olup olmayacağının da değerlendirilmesi gerekir. Ayrıca hukuk mahkemesinde
senette sahtecilik yapıldığı gerekçesi ile ayrı bir dava açıldıktan veya senedin sahteliği
davada ön sorun olarak ileri sürüldükten önce ya da sonra; ancak her halükarda hukuk
mahkemesince senedin sahteliği hakkında bir karar verilmeden önce, belgede sahtecilik
suçlarından dolayı bir ceza soruĢturmasının baĢlatılmasında herhangi bir kanuni engel
bulunmamaktadır. Bu nedenle hukuk mahkemesi tarafından senedin sahteliği hakkındaki
601
602
603
Hukuk mahkemesi tarafından verilen senedin sahte olmadığına dair kesinleĢmiĢ hüküm veya kararın
bulunduğu, iddianame düzenlendikten sonra ve fakat henüz iddianamenin incelenmesi esnasında ortaya
çıksa bu durumun iddianamenin iadesi sebebi teĢkil edebilip edemeyeceği sorusu akla gelebilir.
Kanımızca böyle bir durumda mahkeme, CMK md. 170’teki Ģartları taĢıyan ve baĢka bir iade sebebi
bulunmayan bir iddianameyi kabul etmeli ve sanık hakkında beraat kararı vermelidir. Zira iddianamenin
iadesi sebepleri CMK md. 174’te sınırlı bir Ģekilde sayılmıĢtır. Sanık hakkında beraat kararının
verilmesini gerektiren bir durumun ortaya çıkması ise iddianamenin iadesi sebebi olarak sayılmamıĢtır.
Ancak mahkeme baĢka bir sebepten dolayı iddianamenin iadesine karar vermiĢ ise iddianame kendisine
iade edilen Cumhuriyet BaĢsavcılığı, hukuk mahkemesinin kararını gerekçe göstererek Ģüpheli hakkında
kovuĢturmaya yer olmadığı kararı vermelidir.
Kuru, B. (2001). Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt 2. (altıncı baskı). Ġstanbul, s. 2169; Postacıoğlu, 1975,
s. 709; Arslan, 1980, s. 514; Kılıçoğlu, 1972, s. 188.
Kuru, 2001, cilt 2, s. 2169.
165
kararın veriliĢ anına göre değiĢik ihtimaller çerçevesinde konuyu değerlendirmek
gerekmektedir.
4.1.2.2.
Senedin Sahteliği Hakkında Verilen Hukuk Mahkemesi Hükmünün veya
Kararının Ceza Muhakemesine Etkisi
Bu baĢlık altında, belgede sahtecilik suçları ile ilgili ceza muhakemesi yapılmadan
önce hukuk mahkemesi tarafından senedin sahteliği hakkında verilen kararların ceza
muhakemesine etkisi ele alınacaktır. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi, senet (belge)
hem hukuk muhakemesinin hem de ceza muhakemesinin eĢ zamanlı olarak konusu olabilir.
Böyle bir durumda ise hangi mahkemenin diğerinin kararını beklemesi gerektiği veya
böyle bir durumda bekletici sorun kararının verilmesinin gerekip gerekmediği sorunu
ortaya çıkmaktadır. Bu hususun ayrı bir değerlendirmeye tabi tutulmasının gerektiği
kanaatindeyiz.
4.1.2.2.1. Senedin
Sahte
Olmadığı
Hakkında
Verilen
Kararların
Ceza
Muhakemesine Etkisi
HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasının açık düzenlemesi gereğince hukuk
mahkemesi senedin (belgenin) sahte olmadığına karar vermiĢ ise artık ceza mahkemesinde
aynı senede dayalı olarak belgede sahtecilik yapıldığı gerekçesi ile dava açılamayacaktır.
Daha önce de söylediğimiz gibi, bu hükmün soruĢturma aĢamasını da kapsaması gerekir.
Hukuk mahkemesi tarafından senedin sahte olmadığı hakkındaki kararın kesinleĢmesinden
sonra, aynı senede dayalı olarak bu senedi düzenleyen veya senedin altında imzası bulunan
kiĢi hakkında bir de belgede sahtecilikten dolayı suç duyurusunda bulunulmuĢ veya
savcılık resen harekete geçmiĢ ise savcılığın da kovuĢturmaya yer olmadığı kararı vermesi
gerekir 604 . Hukukumuzda kural olarak savcılığın, yürütülen soruĢturma sonucunda bir
604
Yargıtay da bir kararında HUMK’un 314’üncü madde düzenlemesinin soruĢturma evresi bakımından da
sonuç doğuracağına hükmetmiĢtir. Söz konusu kararın özeti Ģu Ģekildedir: “Müşteki Hüseyin ve Ayşe
tarafından senedin sahte olduğu ileri sürülerek hukuk mahkemesinde açılan dava reddedilmiş ve bu karar
da kesinleşmiş olmasına göre, Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanunu’nun 314’üncü maddesi sarahati
muvacehesinde artık bu senet hakkında cezada, iş hazırlık tahkikatında ise, sahtecilikten dolayı hakkında
başkaca bir tahkikat yapılmaksızın savcılıkça takibata mahal olmadığına, ilk tahkikata intikal etmişse
muhakemenin menine ve mahkeme safhasında bulunduğu takdirde de, sanığın beraatına karar verilmesi
icap edeceği ve ancak sözü edilen Kanun’un 315’inci maddesine tevfikan hukuk ve ticaret
mahkemelerince senedin sahteliğine karar verildiğinde ciheti cezaiyede sanıkların bu sahtekarlık suçu ile
bir alaka ve münasebetlerinin tespiti bakımından davanın görülebileceğine göre sanığın mahkumiyetine
166
iddianame düzenlemesi ve bu iddianamenin kabul edilmesi ile kovuĢturma evresine
geçildiği için HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkra düzenlemesinin daha çok
soruĢturma evresinde sonuç doğurması söz konusu olmaktadır. KovuĢturmaya yer olmadığı
kararı verilmek suretiyle soruĢturma evresi sonlandırıldığı ve bu kararın kesinleĢmesi
halinde kovuĢturma evresine geçilemediği için söz konusu düzenleme ancak istisnai
durumlarda ceza mahkemeleri için bir anlam ifade edecektir.
Hukuk mahkemesinin senedin sahte olmadığı hakkında vermiĢ olduğu kararların
hepsinin mi ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olması gerektiği de tartıĢılması
gereken bir sorundur. Zira tezimizin ikinci bölümünde bağlayıcılık etkisinin Ģartlarından
bahsederken, bir mahkemenin vermiĢ olduğu hükmün ceza mahkemesi için bağlayıcı
olabilmesi için bu hükümle maddi gerçeğin ortaya çıkarılmıĢ olmasının gerektiğini
belirtmiĢtik. Bu nedenle hukuk mahkemesi, aynen ceza muhakemesi organlarının da
yapacağı araĢtırmalar sonucunda, senedin sahte olmadığını tespit etmiĢ ise verilen bu
hükmün veya kararın ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olacağını kabul etmek
gerekir.
HMK’nın 211’inci maddesinde, belge üzerinde sahtelik incelemesinin nasıl
yapılacağı hüküm altına alınmıĢtır. Buna göre, hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı
isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememiĢse huzurda bu kiĢiye yazı yazdırıp imza
attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim, sahtelik
konusunda baĢka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise
gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında bir karar verir. Ġsticvap
için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr
etmiĢ olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiĢ sayılır; bu husus kendisine
çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir. Hakim yapmıĢ olduğu incelemeye rağmen,
belgenin sahteliği konusunda bir kanaat edinememiĢ ise bilirkiĢi incelemesine karar verir.
BilirkiĢi incelemesinden önce, mevcutsa o tarafa ait olan karĢılaĢtırma yapmaya elveriĢli
yazı ve imzalar, ilgili yerlerden getirtilir. BilirkiĢi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde
edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. BilirkiĢi, inceleme için gerekli görürse,
kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep
edebilir (HMK md. 211).
Görüleceği gibi söz konusu düzenleme çerçevesinde henüz maddi gerçek ortaya
çıkarılmamıĢ olsa bile hukuk muhakemesinde, davaya taraf olanların iradesinin etkisi
karar verilmesi, bozmayı gerektirmiş ve temyiz itirazları bu itibarla varit bulunmuş olduğundan”
Yargıtay 6. CD, 30.04.1970 tarih ve E. 1979, K. 2173 sayılı kararı, (RKD, 1971, III/2, s. 21-22).
167
sonucunda, hakim, bir belgenin sahte olmadığına karar verebilmektedir. HMK’nın 211’inci
maddesinin düzenlemesi ile HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasının birlikte
değerlendirilmesi durumunda, hukuk mahkemesi tarafından maddi gerçeğin ortaya
çıkarılmadığı durumlarda verilen karar veya hükümlerin dahi ceza muhakemesi organları
bakımından bağlayıcı olması gerektiği sonucu çıkar. Bu durum ise ceza muhakemesinde
geçerli olan maddi gerçeğin araĢtırılması ilkesine açık bir aykırılık teĢkil eder. Bu nedenle
HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasında yapılacak bir değiĢiklik ile hukuk
mahkemesi tarafından verilen ve yalnızca maddi gerçeği ortaya çıkaran karar veya
hükümlerin ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olacağı hüküm altına alınmalıdır605.
4.1.2.2.2. Senedin Sahte Olduğu Hakkında Verilen Kararların Ceza Muhakemesine
Etkisi
HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasında, sadece senedin (belgenin) sahte
olmadığı hakkında verilen hukuk mahkemesi hüküm veya kararının ceza mahkemesi için
bağlayıcı olduğu hususu düzenlendiği için; bazı yazarlara göre, hukuk mahkemesince
senedin (belgenin) sahte olduğu hakkında verilen kararlar ise ceza mahkemesini bağlamaz.
Böyle
bir
durumda,
ceza
mahkemesinin
senedi
(belgeyi)
düzenleyen
kiĢinin
sorumsuzluğuna ve beraatına karar verebileceği savunulmaktadır606.
Bu görüĢe kısmen katılmakla birlikte, bazı hususlarda bu görüĢün isabetsiz olduğu
kanaatindeyiz. ġöyle ki hukuk mahkemesi senedin sahte olduğuna karar vermiĢ olsa bile,
bu, ceza mahkemesinin senedi düzenleyen kiĢi hakkında mutlaka mahkumiyet kararı
vermesini gerektirmez. Örneğin, belgenin sahte olmasına rağmen, belgeyi düzenleyen
kiĢinin yaĢ küçüklüğü veya akıl hastalığı gibi bir nedenle kusur yeteneğinin bulunmaması
(CMK md. 223, f. 3, bent “a”), kiĢinin sahte belgeyi cebir veya tehdit etkisiyle
düzenlemesi (CMK md. 223, f. 3, bent “b”) gibi durumlarda kiĢinin kusurunun
bulunmaması dolayısıyla bu kiĢi hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı
verilecektir. Her ne kadar hukuk mahkemesi senedin sahteliğine karar vermiĢ ise de ceza
mahkemesi, yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması (CMK md.
223, f. 2, bent “c”) veya iddianamede sanık olarak gösterilen kiĢinin yüklenen suçu
Yaptığımız açıklamalar neticesinde HMK md 214, f. 1 düzenlemesinin Ģu Ģekilde olması gerektiği
kanaatindeyiz: "Bu Kanun'un 211'inci maddesi gereğince yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde,
belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar veya hüküm kesinleştikten sonra, söz
konusu belge hakkında ceza muhakemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez".
606
Kuru, 2001, cilt 2, s. 2169.
605
168
iĢlediğinin sabit olmaması nedeniyle (CMK md. 223, f. 2, bent “e”), bu kiĢi hakkında
beraat kararı verebilir. Bu yönüyle senedin sahte olduğu hakkında hukuk mahkemesi
tarafından verilen karar veya hüküm ceza mahkemesi için bağlayıcı olmayacaktır.
Görüleceği gibi, belirtilen bu durumların hepsinde ceza mahkemesi, belgenin sahteliği
hakkında bir değerlendirme yapmadan, sırf sanığın durumundan hareket ederek bir hüküm
tesis etmektedir. Dolayısıyla ceza mahkemesi tarafından belirtilen ceza verilmesine yer
olmadığı veya beraat kararı verilmesi halleri, hukuk mahkemesi kararı veya hükmü ile
çeliĢen bir durum ortaya çıkarmaz. Bu nedenle ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi
kararı veya hükmü ile bağlı olmamasını, belirtilen bu haller ile sınırlı olarak anlamak
gerektiği kanaatindeyiz.
Diğer taraftan HMK’nın 212’inci maddesi gereğince hukuk mahkemesi, senedin
sahte olduğuna dair karar kesinleĢtikten sonra, senedin altına sahte olduğunu yazarak bu
senedi iptal eder. Böyle bir senetle ilgili yapılan ceza muhakemesinde, mahkemenin bu
senedin sahte olmadığından hareketle hüküm tesis etmesi ise birbiriyle çeliĢen hükümlerin
ortaya çıkmasına neden olur. Dolayısıyla hukuk mahkemesi senedin sahte olduğuna karar
verdikten sonra, ceza mahkemesi senedin sahte olmadığına karar veremez; hukuk
mahkemesinin senedin sahte olduğu hakkında vermiĢ olduğu karar ile bağlıdır.
4.1.2.3.
Senedin Sahteliğinin Hem Hukuk Muhakemesinde Hem de Ceza
Muhakemesinde
AraĢtırılması
Durumunda
Bekletici
Sorun
Kararı
Verilmesi
Senetle ilgili ceza muhakemesinde belgede sahtecilik suçlarından dolayı bir
soruĢturma veya kovuĢturma baĢlatılmıĢ iken; aynı zamanda hukuk mahkemesinde de
senedin sahte olduğu asıl davada bir ön sorun olarak ileri sürülmüĢ veya bağımsız bir
davanın konusu edilmiĢ olabilir. Mevzuatımızda bu duruma engel teĢkil edecek bir
düzenleme ise bulunmamaktadır.
Bir görüĢe göre, HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrası (HMUK md. 314)
açıkça, hukuk mahkemesi tarafından senedin sahte olmadığı hakkında verilen kararın ceza
muhakemesi organları için bağlayıcı olacağını belirttiği için ceza mahkemesinin hukuk
mahkemesi kararını bekletici sorun sayması gerekmektedir607. Yargıtay da vermiĢ olduğu
bir kararında, hukuk mahkemesi tarafından senedin sahte olmadığına karar verilmesi
607
Kunter, 1989, s. 315.
169
üzerine, aynı konunun tekrardan ceza mahkemesinde araĢtırılamayacağına ve bu nedenle
ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararını beklemesi gerektiğine hükmetmiĢtir608.
Diğer bir görüĢ, senedin sahte olmadığı hakkında hukuk mahkemesinde bir karar
verilmeden önce, senedin sahte olduğu hakkında ceza mahkemesinde bir dava açılmıĢ ise
davanın ceza mahkemesince yürütülüp karara bağlanmasına herhangi bir engel
olmayacağını savunmaktadır. Zira Kanun koyucu “karar kesinleĢtikten sonra” demek
suretiyle, ancak kesinleĢen hukuk mahkemesi kararlarına veya hükümlerine bağlayıcılık
etkisi tanımıĢtır609. Böyle bir durumda, hukuk mahkemesinin ceza mahkemesinin kararını
beklemesinde yarar vardır610. Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında, senetle ilgili olarak
ceza mahkemesinde belgede sahtecilikten dolayı bir dava açılmıĢ olmasının karĢısında, icra
tetkik merciin bu davayı bekletici sorun sayması gerektiğine hükmetmiĢtir611.
Ġleri sürülen diğer bir görüĢe göre ise hangi mahkemenin diğerinin kararını bekletici
sorun sayması gerektiği konusunda genel bir kural konulamaz. Mahkemelerden birisinde
yürütülen dava diğerindeki yürütülen davadan daha ileri bir safhada ise diğer mahkemenin
bekletici sorun kararı vermesi gerekir612.
Kanımızca ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı vermesinin gerekli olduğunu
savunan görüĢte isabet vardır 613 . Zira HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrası
uyarınca, gerek herhangi bir ceza soruĢturması veya kovuĢturması yürütülmeden gerekse
de ceza soruĢturması veya kovuĢturması ile eĢ zamanlı yürüyen bir dava sonucunda
608
609
610
611
612
613
Yargıtay’ın söz konusu kararının özeti Ģu Ģekildedir: “her ne kadar sahteliği iddia olunan milli emlak
müdürlüğü ifadeli 5011/591 sayı ve 9.1.1952 tarihli yazı; hukuk usulü muhakemeleri kanununun
314’üncü maddesinde yazılı resmi senedattan madut değil ise de, tapuda yapılan intikal muameleleri
sahteliği iddia olunan bu vesikaya müsteniden yapılmış ve senetler de buna göre verilmiş bulunmasına ve
hazinece hukuk mahkemesine açılan davada bu vesikaya istinaden yapılan intikal muamelesinin iptali
istenmiş olmasına göre, hukuk mahkemesinin neticesine intizar edilmesi gerekli ve bozma ilamına bu
sebeple uyulması lazım iken yazılı şekilde eski hükümde ısrar olunması yolsuzdur” YCGK, 21.03. 1960
tarih ve 1/12-11 sayılı kararı, (Çağlayan, M, 1966, s. 420).
Kayalar, M. (1955). Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 314’üncü Maddesi 2’inci Fıkrası Tatbikatı
Hakkında. ABD, (6), s. 507.
Kayalar, 1955, s. 508
“Senetle ilgili olarak ceza mahkemesinde dava açıldığı iddiası varsa, bu husus araştırılmalı, olumlu
sonuca varılırsa bekletici mesele olarak kabul edilmelidir” Yargıtay 12. HD, 01.12.1981 tarih ve E.
1981/7648, K. 1981/9188 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 25.06.2013.
Kuru, 2001, cilt 2, s. 2174.
HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasının sadece ceza mahkemeleri yani kovuĢturma evresi için
değil; soruĢturma evresi için de geçerli olduğunu söylemiĢtik. Bu nedenle hukuk mahkemesinde senedin
sahteliği hakkında bir dava açılmıĢ ise ve bununla eĢ zamanlı olarak yapılan ceza muhakemesinde henüz
soruĢturma evresinde bulunuluyor ise soruĢturmayı yürüten Cumhuriyet savcısının hukuk mahkemesi
kararının kesinleĢmesini beklemesi gerekir. KovuĢturma evresinin aksine soruĢturmaya ara verilmesi için
herhangi bir karar alınmasına gerek yoktur. Bu durumda fiili bir uygulama yapılarak hukuk
mahkemesinin kararının beklenmesi gerekir. Eğer hukuk mahkemesi senedin sahte olmadığına karar verir
ve bu karar kesinleĢirse soruĢturmayı yürüten Cumhuriyet savcısının da kovuĢturmaya yer olmadığı kararı
vermesi gerekir.
170
senedin sahte olmadığı hakkında verilen hukuk mahkemesi karar veya hükmü, ceza
muhakemesi organları için bağlayıcı olacaktır. Bekletici sorun kararı vermesi gereken
mahkemenin hukuk mahkemesi olduğunu veya bu konuda genel bir kuralın bulunmadığını,
bu nedenle hangi muhakeme daha ileri safhada ise diğer mahkemenin bekletici sorun kararı
vermesi gerektiğini söylemek, HMK’nın 214’üncü maddesi birinci fıkra düzenlemesinin
herhangi bir anlam ifade etmemesi sonucunu doğurur. Bu nedenle, HMK’nın ilgili
düzenlemesi yürürlükte olduğu sürece, bekletici sorun kararı vermesi gerekenin ceza
mahkemesi olduğu kanaatindeyiz. Ayrıca ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararını
beklemeden hüküm kurması sonucunda, aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin
çıkması söz konusu olabilecektir. Örneğin, eğer hukuk mahkemesindeki yargılamanın
sonucu beklenmeden, ceza mahkemesinde belgede sahtecilik yaptığı gerekçesi ile sanığın
mahkum edilmesi ve bu esnada hukuk mahkemesinin belgenin sahte olmadığına karar
vermesi durumunda, ceza yargılaması sonucunda hakkında mahkumiyet kararı verilen
sanık, hukuk mahkemesinin bu kararını yargılamanın yenilenmesi sebebi olarak ileri
sürebilecek (CMK md. 311, f. 1, bent “e”) ve ceza yargılamasının yeniden yapılması
ihtimali ortaya çıkacaktır. Bu durum ise usul ekonomisine açık bir aykırılık teĢkil
edecektir. Diğer taraftan ceza mahkemesinin hukuk mahkemesinin kararını beklememesi
durumunda, aynı senedin farklı mahkemeler tarafından farklı değerlendirilmesi söz konusu
olacak, bu ise hukuki güvenlik ilkesine zarar verecek; kiĢilerin mahkeme kararlarına olan
güvenini sarsacaktır.
4.1.3. Ġdare Bağlantısının Bulunduğu Suçlarda Ceza Mahkemesinin Gerek Ġdari
ĠĢlemlerle Gerekse de Bu ĠĢlemler Hakkında Ġdare Mahkemeleri Tarafından
Verilen Hükümler ile Bağlılığı
4.1.3.1.
Genel Olarak
Ġdare bağlantısının görünüm Ģekilleri olan idare hukuku bağlantısının ve idari iĢlem
bağlantısının olduğu suçlarda, özellikle idare tarafından tesis edilen iĢlemlerin failin
cezalandırılabilirliğine etki etmesi nedeniyle, bu baĢlık altındaki açıklamalar da idari iĢlem
çerçevesinde yapılacaktır614.
614
Ġdare hukuku bağlantısı da failin cezalandırılabilirliğine etki edebilir. Ġdare hukuku bağlantısının ancak
Ģekli anlamda kanun sayılan metinlerle oluĢturulması gerektiğini belirtmiĢtik. Bu bakımdan suç tipinde
atıf yapılan kanunda baĢka bir kanun ile failin lehine değiĢiklik yapılması veya ilgili kanunun baĢka bir
kanun ile yürürlükten kaldırılması hallerinde, failin durumunun TCK’nın “Zaman Bakımından
171
Ġdari iĢlemin ceza hukukuna etkisi hem maddi ceza hukuku buna bağlı olarak hem de
ceza muhakemesi bakımından söz konusu olur. ÇalıĢmamızda ceza mahkemesinin gerek
idari iĢlemlerle gerekse de bu iĢlemler hakkında verilen idare mahkemesi hükümleri ile
bağlı olup olmadığı konu edilmesine rağmen, maddi ceza hukukunun idari iĢlemle bağlılığı
konusu ceza mahkemesinin bağlılığının tespitine doğrudan etki etmektedir. Örneğin, idare
bağlantısının bulunduğu bir suçta idare tarafından verilen bir iznin fiili suç olmaktan
çıkartacağı kabul edildiğinde, bu durum maddi ceza hukuku cephesinde fiilin hukuka
uygunluğu; muhakeme hukuku cephesinde ise soruĢturmayı yürüten cumhuriyet savcısının
kovuĢturmaya yer olmadığı kararı, yargılama aĢamasında ise mahkemenin sanık hakkında
beraat kararı vermesi sonucunu doğuracaktır. Bu nedenle, ceza mahkemesinin gerek idari
iĢlemlerle gerekse de idari iĢlemler hakkında verilen idare mahkemesi hükümleri ile bağlı
olup olmadığını tespit etmeden önce, idari iĢlemlerin maddi ceza hukukuna etkisine iliĢkin
öğretide ileri sürülen görüĢlerin değerlendirilmesini uygun bulduk.
Ġdari makamlar tarafından verilen kararlar, özellikle de çevre ceza hukuku alanında
ayrı bir öneme sahiptir. Bu bakımdan Alman hukukunda, Alman Ceza Kanunu’nun (StGB)
324’üncü paragrafında yer alan suçun oluĢmasının, idari makamlar tarafından verilen
kararlara bağlı kılındığı savunulmaktadır 615 . “Suyun Kirletilmesi” 616 baĢlığını taĢıyan
paragrafta izinsiz olarak suyu kirleten veya suyun özelliklerini olumsuz bir Ģekilde
değiĢtiren kiĢinin cezalandırılacağı hüküm altına alınmıĢtır. Benzer Ģekilde Alman Ceza
Kanunu’nun (StGB) 327’nci paragrafında genel olarak bir takım tesislerin izinsiz olarak
iĢletilmesi suç olarak kabul edilmiĢtir. Söz konusu paragrafın birinci fıkrasında bir nükleer
615
616
Uygulama” baĢlıklı 7’nci maddesi gereğince yeniden değerlendirilmesi gerekir (Centel, N., Zafer, H. ve
Çakmut, Ö. (2008). Türk Ceza Hukukuna Giriş. (5. Bası). Ġstanbul, s. 106). Suç tipinde atıf yapılan ilgili
kanun düzenlemesinin soyut norm veya somut norm denetimi suretiyle Anayasa Mahkemesi tarafından
iptal edilmesi halinde, Anayasa Mahkemesi kararının geçmiĢe yürüyüp yürümeyeceği ise tartıĢmalıdır.
Yargıtay vermiĢ olduğu bir kararında iptal kararlarının da geriye yürüyebileceğine hükmetmiĢtir
(Yargıtay 5. Ceza Dairesi, 9.3.1998 tarih ve E. 1998/82 ve K. 1998/854 sayılı kararı, YKD, Mart 1998,
24(3), s. 455 vd). Buna paralel olarak öğretide bir görüĢ de sanık lehine olan Anayasa Mahkemesi iptal
kararlarının geçmiĢe yürümesinin gerektiğini savunmaktadır (Centel/Zafer/Çakmut, 2008, s. 104). Bu
görüĢün karĢısında olan yazarlar ise Anayasa’nın Anayasa Mahkemesi kararlarının geçmiĢe
yürümeyeceğini düzenleyen 153’üncü maddesi karĢısında, suç teĢkil eden fiilin gerçekleĢtirilmesinden
sonra ilgili kanun hükmünün Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesinin, failin cezai
sorumluluğuna herhangi bir etkisinin olamayacağını savunmaktadır (Özgenç, 2014, s. 136;
Koca/Üzülmez, 2014, s. 68; Hakeri, H. (2013). Ceza Hukuku Genel Hükümler. (16. Baskı). Ankara, s.
75). HAKERĠ, kitabının bir sonraki basısında bu konudaki görüĢünü değiĢtirmiĢ ve Yargıtay’ın kararının
Anayasaya aykırı olsa da ceza hukukunun zaman bakımından uygulama ilkelerine uygun olduğunu
savunmuĢtur (Hakeri, 2014, s. 77); Anayasanın söz konusu hükmünün ceza hukuku bakımından bir
haksızlığa sebebiyet vereceği düĢüncesiyle ilgili hükmün Ģu Ģekilde olması gerektiği savunulmaktadır:
“İptal kararları geriye yürümez. Ancak bir suçun unsurlarına, sair cezalandırılabilme şartlarına,
cezasına, ceza mahkumiyetinin kanuni neticelerine ilişkin kanun hükümlerinin iptali halinde; lehe sonuç
doğuran iptal kararları, geriye etkili olur” (Özgenç, 2014, s. 137).
Dagmar, 1998, s. 30.
Gewässerverunreinigung
172
enerji tesisinin gerekli olan izin alınmaksızın veya infaz edilebilir bir ret kararına rağmen
iĢletilmesi ya da kısmi olarak sökülmesi yahut da böyle bir tesise sahip olunması ceza
yaptırımını gerektirmektedir. Ġkinci fıkrada ise bazı kanunlara617 göre iĢletilmesi izne bağlı
tesislerin izin alınmaksızın veya infaz edilebilir bir ret kararına rağmen iĢletilmesi suç
olarak kabul edilmiĢtir.
Paragrafın ikinci fıkrası ile ilgili olarak Nördlingen Sulh Ceza Mahkemesi
(Nördlingen Amtsgericht) anayasaya aykırılık iddiasında bulunmuĢtur618. Alman Anayasa
617
618
Bu kanunlar Ģunlardır: Federal Emisyonu Koruma Kanunu (Bundesimmissionsschutzgesetz), Su Kanunu
(Wasserhaushaltsgesetz), Geri DönüĢüm ve Atık Kanunu (Kreislaufwirtschaftsgesetz).
AG Nördlingen, Vorlagebeschluß vom 22.10.1985 - Ds 300 Js 58742/85. (1986). NStZ, s. 315 vd.
Mahkemenin baĢvuru gerekçesinde ileri sürdüğü hususlardan bazıları Ģu Ģekildedir: “327’nci paragrafın
ikinci fıkrasının bir numaralı alt bendinde, sadece Federal Emisyonu Koruma Kanunu’nda öngörülen idari
iznin alınmaksızın iĢletilmesi suç teĢkil etmektedir… Buna karĢılık idari düzenlemeler, idari makamlara,
izinsiz iĢletilen bir tesise mutlaka bir idari yaptırım uygulanmasını emretmemektedirler. Federal
Emisyondan Koruma Kanunu’nun (BImSchG) 20’nci paragrafının ikinci fıkrasına göre, yetkili idari
makam; gerekli izin alınmaksızın kurulan, iĢletilen veya yapısında değiĢiklik yapılan bir tesisin faaliyetini
durdurabilir veya tesisi kapatabilir. Ġkinci fıkranın ikinci cümlesine göre ise faaliyetin durdurulması veya
tesisin kapatılması için faaliyetin toplumun geneli veya tesisin çevresi bakımından tehlike arz etmesi ve
tehlikeden baĢka suretle korunma imkanının olmaması gerekir. Federal Emisyondan Koruma Kanunu’nun
(BImSchG) 20’nci paragrafının ikinci fırkası ile Ceza Kanunu’nun (StGB) 327’nci paragrafının ikinci
fıkrasının birinci alt bendi karĢılaĢtırıldığında, birincisinin idari makamlara sunduğu iĢletmeleri tolere
etme yetkisinin ikincisinin mahkemelere sunduğundan çok daha fazla olduğu sonucu ortaya çıkar… Ceza
Kanunu’nun (StGB) ilgili hükmü, Federal Emisyondan Koruma Kanunu’na (BImSchG) göre kapatma
kararının verilebilmesi için gerekli olan tesisin tehlikeliliğini göz ardı etmektedir. Söz konusu hükme
göre, tesisin izin alınmadan kurulması veya faaliyetini devam ettirmesi cezalandırılabilmek için
yeterlidir… Ancak ceza mahkemeleri idari makamlar ve idare mahkemeleri tarafından verilen kararları
göz önünde bulundurmalıdırlar. Zira idare bağlantısı gereğince, bu kararlar somut olayda suçun maddi
unsurlarında hata (StGB § 16) veya yasak hatası (StGB § 179) gibi kurumların uygulanması sonucunu
doğurabilirler. Bir ceza kanunu hükmü ile cezalandırılan fiilin suç teĢkil etmesinin, bir kanun hükmünün
yanı sıra idari makamlar tarafından verilen kararlara da bağlı hale getirilmesi, anayasaya aykırılık teĢkil
eder. Ceza Kanunu’nun (StGB) söz konusu hükmündeki idare bağlantısı türünde, idari makamların
Federal Emisyondan Koruma Kanunu’ndaki (BImSchG) izin Ģartları gerçekleĢmeden bir tesisin
iĢletilmesine izin vermesi, cezalandırılabilirliğe engel teĢkil etmekte olup, bu durum ise anayasaya
aykırılık teĢkil etmektedir. Ġdarenin vermiĢ olduğu izin kararının cezalandırılabilirliğe engel olması, bu
kararın doğrudan Ceza Kanunu’na (StGB) ve onun genelliğine etki etmesi anlamına gelir. BaĢka bir
deyiĢle, Ceza Kanunu (StGB) kendisi tarafından düzenlenen bir yaĢam olayında devre dıĢı
bırakılmaktadır… 327’nci paragrafın ikinci fıkrasında da değiĢiklik yapan Ceza Hukukuna ĠliĢkin 18.
Reform Kanunu’nda, idarenin, ceza tehdidi ile karĢılaĢması muhakkak olan bir tesisin iĢletilmesine
müsaade etmesinin bir hukuka uygunluk nedeni oluĢturacağını kanun koyucunun düĢünüp düĢünmediği
hususu belirsizdir. Zira reform kanununun gerekçesinde konuya iliĢkin Ģu açıklamalar yer almaktadır:
“Bir fiilin tipik olup olmadığına ve aynı zamanda hukuka aykırı olup olmadığına iliĢkin sorunun cevabı,
federal ve federe devlet kanunlarının ilgili hükümlerinden çıkarılabilir”. Her halükarda kanun, idari
makamların ve idare mahkemelerinin verdikleri kararların hukuka uygunluk etkisi oluĢturmasına cevaz
vermektedir. Ancak anayasa, kanun koyucunun, ceza hukuku sahasında idareye yetki veren bir düzenleme
yapmasına müsaade etmemiĢtir. Anayasal bir yetkinin olmaması karĢısında, Federal Emisyondan Koruma
Kanunu’nun (BImSchG) 20’nci paragrafının ikinci fıkrası çerçevesinde suç teĢkil eden bir fiile müsaade
edilmesi; ceza hukukunun, kendi yetki sahası içerisindeki bir yaĢam olayında devre dıĢı bırakılması veya
bir hukuka uygunluk sebebinin oluĢturulması arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır. Ceza
Kanunu’nun 327’nci paragrafının ikinci fıkrasının birinci alt bendi, kanun koyucunun ve idarenin
kuvvetler ayrılığı prensibi ile bağlılığına iki açıdan aykırılık teĢkil etmektedir. Ceza Kanunları dıĢındaki
bir hükümde, örneğin Federal Emisyondan Koruma Kanunu’nun (BImSchG) 20’nci paragrafının ikinci
fıkrasında olduğu gibi, idareye verilen yetki ile idari bir karar sonucunda ceza kanununun devre dıĢı
kalması veya ceza kanununda öngörülmemesine rağmen, bir hukuka uygunluk sebebi oluĢturulması,
fazladan açıklamayı gerektirmemektedir. ĠĢletilmesi için izin alınması gereken bir tesise Federal
173
Mahkemesi (BVerfG), mahkemenin bu talebini reddetmiĢtir. Anayasa Mahkemesine göre,
Ceza Kanunu’nun ilgili maddesinde, Federal Emisyondan Koruma Kanunu’na (BImSchG)
göre izin alınması gereken bir tesisi izin almaksızın iĢleten kiĢi cezalandırılmaktadır 619.
Federal Emisyondan Koruma Kanunu’nda ise iznin Ģartları açık bir Ģekilde düzenlenmiĢtir
(BImSchG, § 4)
620
. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi, Ceza Kanunu’nun ilgili
düzenlemesini Anayasa’ya aykırı bulmamıĢtır 621 . Anayasa Mahkemesi’nin (BVerfG) bu
kararı ile Alman hukukunda, idare tarafından verilen bir iznin diğer hukuk disiplinlerinde
etki doğurması üzerindeki Ģüphelerin de giderilmiĢ olduğu savunulmaktadır622.
Ġdare tarafından verilen iznin sadece çevreye karĢı iĢlenilen suçlarla korunan hukuki
değerler bakımından mı geçerli olduğu; yoksa bu fiil ile kiĢilerin örneğin yaralanmasına
veya ölmesine sebep olunması durumunda da bu iznin gerçekleĢen diğer suçlar bakımından
619
620
621
622
Emisyondan Koruma Kanunu hükümleri gereğince izin verilmiĢ olmasının doğrudan ceza hukukunda
bağlayıcı etki doğurması dolayısıyla, Ceza Kanunu’nun 327’nci paragrafının ikinci fıkrasının bir numaralı
alt bendi yine kuvvetler ayrılığı prensibine aykırılık teĢkil edecektir. Bu durumda iki soru akla
gelmektedir: Acaba (Ceza) kanun koyucu(su), idareye böyle bir yetki vermek istemiĢ midir? Acaba,
iĢletilmesi için izin alınması gereken bir tesise idarece izin verilmiĢ olmasına rağmen, ceza mahkemeleri
idari kararın aksine ilgililerin aleyhine olacak Ģekilde hüküm tesis edebilir mi? Zira genelde yetkili idari
makamın verdiği kararda tesisin izne ihtiyaç göstermediğini belirtmesi, Ceza Kanunu’nun 327’nci
paragrafının ikinci fıkrasının bir numaralı alt bendi gereğince yargılanan tesisin iĢletmecisi bakımından,
suçun maddi unsurlarında hata hükmünün uygulanmasına neden olmaktadır. Ġzne ihtiyaç gösteren tesisin
iĢletmecisinin cezai sorumluluğuna etki eden idarenin az önce belirtilen bu yetkisi, iki açıdan kuvvetler
ayrılığı prensibine aykırılık teĢkil etmektedir: Böyle bir müdahalenin, kanun koyucu tarafından murat
edilmediği veya anayasada yeteri kadar düzenlenmemiĢ olduğu durumlarda; bu müdahale, kanun
koyucunun ceza hukuku sahasında düzenleme yapma yetkisine karıĢılması anlamına gelir. Her Ģeyden
önce idarenin bu yetkisi, ceza mahkemelerinin karar verme tekeline izin verilmeyen bir müdahale teĢkil
eder. Çünkü ceza mahkemeleri, Ceza Kanunu’nun 327’nci paragrafının ikinci fıkrasının bir numaralı alt
bendi gereğince, bir suçun oluĢup oluĢmadığına bağımsız bir Ģekilde karar vermelidir… Ceza
Kanunu’nun ilgili maddesinde yer verilen ve ceza sorumluluğunu kaldırıcı veya düzenleyici etki doğuran
idare bağlantısı, Anayasa’da düzenlenen ceza hukukunun belirli olması ilkesine (GG, § 103/2) aykırılık
teĢkil eder. Tesisin iĢletmecisi, ceza hukuku için bağlayıcı etki doğuran idari karar nedeniyle; tesisin
iĢletilmesinin bir suç teĢkil edip etmediğini anlayamayacaktır. Zira gerek tesisin iĢletilmesine müsaade
eden gerekse de tesisin iĢletilmesi için iznin gerekli olmadığına iliĢkin kararlar, hukuka aykırı olsalar bile,
idare bağlantısı nedeniyle ceza hukuku için bağlayıcı etkiye sahip olacaktır. Ġdare bağlantısı Ceza
Kanunu’nun (StGB) ilgili maddesi açısından bir belirsizliğe yol açacaktır. Zira böyle bir durumda, bir
fiilin Ceza Kanunu (StGB) tarafından cezalandırılabilir olup olmadığı belirsizliğini koruyacaktır. Tesisin
iĢletmecisi ise kendi davranıĢlarını, Ceza Kanunu (StGB) hükümlerine göre değil de idari kararlara göre
yönlendirmek zorunda kalacaktır… Ceza Kanunu’nun (StGB) ilgili maddesindeki ceza tehdidinin
belirsizliği, her Ģeyden önce, tesisin iĢletmesi için iznin alındığı ancak daha sonra tesiste yapısal bir
değiĢiklik nedeniyle tekrardan bir izne ihtiyaç duyulduğu durumlarda ortaya çıkar… DeğiĢikliğin varlığı
ve bununla birlikte bu değiĢikliğin izne ihtiyaç gösterip göstermediği üzerindeki belirsizlik, birçok
durumda idare tarafından verilen ve hukuki yönden bağlayıcılığı olan kararlar ile giderilir. Bu ise
Anayasa’nın (GG) 103’üncü paragrafının ikinci fıkrasında düzenlenen belirlilik ilkesine aykırılık teĢkil
eder. Çünkü iznin gerekliliğini tamamen karĢılayan ve idare tarafından verilen karar, Ceza Kanunu’nda
(StGB) tipikliğin unsurlarından hiçbirisi olarak değerlendirilemez”.
Entscheidungen des Bundesverfassungsgerichts. (1988). 75. Band, Tübingen, s. 330.
BVerfGE 75, s. 331.
BVerfGE 75, s. 340.
Dagmar, 1998, s. 31; Schall, 1990, s. 1266.
174
da etki doğurup doğurmayacağı, bu konuda tartıĢılması gereken bir diğer sorundur 623 .
Alman öğretisinde, Alman Kanun Koyucusunun, çevreye karĢı iĢlenilen suçlarla yalnızca
büyük insan topluluklarının sağlık, vücut dokunulmazlığı ve yaĢam haklarının tehlikeye
düĢürülmesi hususunu düzenlediği; buna karĢılık, tehlikenin gerçekleĢmesi durumunda,
oluĢacak suçlar bakımından söz konusu idari kararın bir hukuka uygunluk etkisi
oluĢturmayacağı kabul edilmektedir624. Bu durum hukuk düzeninin birliği düĢüncesine de
bir aykırılık teĢkil etmeyecektir. Zira çevreye karĢı iĢlenilen suçlar bakımından verilen ve
bu suçlar için etki doğuran idari izinlerin; yaralama veya öldürme suçları bakımından etki
doğurması, idare hukukunca da kabul edilemez625.
4.1.3.2.
Ġdari ĠĢlemlerin Maddi Ceza Hukukuna Etkisi
4.1.3.2.1. Hukuka Uygun Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi
Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi
Bir kiĢiye bir hak tanıyarak, bir hakkı kuvvetlendirerek ya da bir yükümlülüğü
kaldırarak bu kiĢinin hukuki hareket alanını geniĢleten idari iĢlemlere yararlandırıcı idari
iĢlem (begünstigender Verwaltungsakt) denilmektedir
626
. Ġdari iĢlem bağlantısının
bulunduğu suç tiplerinin çoğunluğunda yer alan idari iĢlemler, yararlandırıcı idari
iĢlemlerdir. Bu tarz suçlarda idari iĢlemin varlığı, fiili hukuka uygun hale getirir 627 .
Ġdareden alınmıĢ bir iznin varlığı durumunda, örneğin TCK’nın 181’inci maddesinin ikinci
fırkasında düzenlenen suçtan; bir yapı ruhsatiyesinin alınması durumunda ise TCK’nın
184’üncü maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen suçtan söz edilemeyecektir628.
623
624
625
626
627
628
Dagmar, 1998, s. 32.
Dagmar, 1998, s. 32.
Hübenett, C. (1986). Rechtswidrige behördliche Genehmigung als Rechtfertigungsgrund- ein gelöstes
strafrechtliches Problem?. Bonn, s. 31.
Akyılmaz, 2000, s. 55.
Schmitz, 2014, Rn. 53; Hübenett, 1986, s. 62.
TCK’nın 181’inci maddesinin gerekçesinde de benzer hususlar dile getirilmiĢtir. Buna göre “maddenin
birinci fıkrasına göre, bu suç, atık veya artıkları toprağa, suya veya havaya kasten verilmesiyle oluşur.
Ancak, atık veya artıkların ilgili kanunlarla belirlenen teknik usullere uygun olarak doğal ortama
bırakılması halinde, hukuka aykırı bir davranışın varlığından ve dolayısıyla bu suçun oluştuğundan söz
edilemez”.
175
Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi
KiĢilerin hukuki durumlarını sınırlayan, onlara yapmak, katlanmak, kaçınmak
yükümlülüğü yükleyen idari iĢlemlere yükümlendirici idari iĢlemler (belastender
Verwaltungsakt) denilmektedir629.
Yararlandırıcı idari iĢlemlerin varlığı, failin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili hukuka
uygun hale getirir. BaĢka bir deyiĢle, yararlandırıcı idari iĢlemlerin varlığı, suçun
oluĢmasına engel teĢkil eder. Buna karĢılık, bir suç tanımında yükümlendirici bir idari
iĢleme yer verilmiĢ ise suçun oluĢması idari iĢlemin varlığına bağlı kılınmıĢtır630.
Alman hukukunda yükümlendirici idari iĢlemlerin bulunduğu suçlara örnek olarak
Alman Ceza Kanunu’nun (StGB) 327’inci paragrafının birinci fıkrasında düzenlenen suç
gösterilmektedir631. Söz konusu düzenlemedeki seçimlik hareketlerden birisi de bir nükleer
enerji tesisinin infaz edilebilir bir ret kararına rağmen iĢletilmesidir. ĠĢte bu seçimlik
hareket bakımından yükümlendirici bir idari iĢlem söz konusu edilmiĢtir. Zira bu durumda
failin, bir Ģeyi yasaklayan idari iĢleme karĢı geliĢi söz konusudur. TCK’da ise “Çevreye
KarĢı Suçlar” arasında değil de “Kamunun Sağlığına KarĢı ĠĢlenilen Suçlar” arasında yer
alan 195’inci maddedeki “BulaĢıcı Hastalıklara ĠliĢkin Tedbirlere Aykırı Davranma”
suçunda yükümlendirici bir idari iĢleme karĢı geliĢ ceza yaptırımı altına alınmıĢtır. Çünkü
söz konusu düzenlemede, bulaĢıcı hastalıklardan birine yakalanmıĢ veya bu hastalıklardan
ölmüĢ kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca
alınan tedbirlere uyulmaması suç olarak kabul edilmiĢtir.
4.1.3.2.2. Hatalı Olarak Tesis Edilen Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi
Hatalı Olarak Tesis Edilen Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemlerin Etkisi
Yok Hükmünde Olan İdari İşlemler
Alman hukuk öğretisinde çoğunluk görüĢü, yok hükmünde olan idari iĢlemlerin ceza
hukuku tarafından göz ardı edileceğini savunmaktadır 632 . Zira bağlı bulunduğu hukuk
disiplini tarafından değerlendirilmeyen bir iĢlemin, bir baĢka hukuk disiplini tarafından
629
630
631
632
Akyılmaz, 2000, s. 56.
Schmitz, 2014, Rn. 67.
Dagmar, 1998, s. 30.
Horn, E. (1988). Bindung des Strafrechts an Entscheidungen der Atombehörde. NJW, Heft 35, s. 2338;
Dagmar, 1998, s. 35; Schall, 1990, s. 1266; Hübenett, 1986, s. 55.
176
değerlendirilmesi kabul edilemez 633 . Bu durumda yok hükmünde olan bir idari izne
dayanılarak gerçekleĢtirilen fiilin de hukuka uygunluğundan bahsedilemez. Bu bakımdan
idare bağlantısı, bu gibi durumlarda, idari iĢlemin muhatabı olan kiĢinin fiilinin ceza
hakimi tarafından bağımsız bir Ģekilde değerlendirilmesine herhangi bir engel teĢkil etmez.
Hukuka Aykırı İdari İşlemler
Yok hükmünde olmayan, ancak bünyesinde bir hukuka aykırılık ihtiva eden bir
idari iĢlemin ceza hukukuna etkisi noktasında ise değiĢik görüĢler ileri sürülmüĢtür.
Katı İdare Bağlantısı Görüşü (Strenge Verewaltungsakzessoriteät)
Bu görüĢe göre, yok hükmünde olanlar hariç, her türlü idari iĢlem (karar) ceza
hukuku için bağlayıcı etkiye sahiptir. Zira bir idari iĢlemin idare hukuku sahası içerisinde
icrai olabilmesi için onun mutlaka maddi hukuka uygun olması gerekmiyor ise; aynı
durumun bu idari iĢlemin ceza hukukuna etki etmesi bakımından da geçerli olması
gerekir 634 . Ġdare hukukuna bu denli katı bir bağlayıcılık etkisi tanımak, iznin sonradan
hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile geri alınmasının da fiilin cezalandırılabilirliğine
etkisinin kabul edilmesi sonucunu doğurur. Böylece ilk baĢta idare tarafından izin
verilmesi nedeniyle hukuka uygun kabul edilen bir fiil, bu iznin hukuka aykırı olduğu
gerekçesi ile geri alınması üzerine hukuka aykırı hale gelebilir ve çevreye karĢı iĢlenilen
suçlardan birisine vücut verebilir635.
Sınırlı İdare Bağlantısı Görüşü (Eingeschränkte Verwaltungsakzessorietät)
Bu görüĢ taraftarları bir idari iĢlemin, çevreye karĢı iĢlenilen suçlardan dolayı yapılan
yargılamalarda yol gösterici olmasını kabul etmelerine rağmen; hakkın kötüye
kullanılmasının söz konusu olduğu hallerde, ceza hukukunun idari iĢlemle bağlı olmaması
gerektiğini savunmaktadırlar636. Buna göre, idari iĢlemin muhatabının örneğin verilmesi
gerekli izni hile, tehdit veya rüĢvet yoluyla elde etmesi halinde, hakkın kötüye kullanılması
söz konusudur. Böyle bir durumda idari iĢlemin bir hukuka uygunluk etkisi doğurması söz
konusu değildir637. Aynı Ģekilde, idari iĢlemin muhatabının idari iĢlem tesis edilirken idari
633
634
635
636
637
Scheele, 1993, s. 35.
Scheele, 1993, s. 37.
Dagmar, 1998, s. 36; Scheele, 1993, s. 38; Hübenett, 1986, s. 24.
Hübenett, 1986, s. 13; Scheele, 1993, s. 124 vd; Rudolphi, H. J. (1984). Primat des Strafrechts im
Umweltschutz. NStZ, Heft 5, s. 197.
Hübenett, 1986, s. 7.
177
iĢlemin hukuka aykırı olduğunu bilmesi durumunda da bu kiĢinin, gerçekleĢtirmiĢ olduğu
fiil bakımından idari iĢlemin varlığını ileri sürememesi gerekir.
Maddi İdare Hukuku Bağlantısı Görüşü (Materielle Verwaltungsrechtakzessorietät)
Ġdare bağlantısı düĢüncelerinin karĢısında olan bir görüĢ ise bir Ģeyin yapılmasına
izin veren idari iĢlemin bağlayıcılık etkisinin, bu iĢlemin idare hukukunca icrai etkiye sahip
olmasında değil, bu iĢlemin maddi hukuka uygunluğunda bulunduğunu savunmaktadır638.
Bu bakımdan idari iĢlemin tesisinde usule iliĢkin yapılan hataların, bu görüĢ taraftarlarınca
herhangi bir önemi yoktur. Çünkü bu yapılan hataların ceza hukuku ile korunan hukuki
değere ne pozitif ne de negatif bir tesiri bulunmaktadır639.
Ceza
hukukunun
idare
hukukuna
iliĢkin
kanunlarla,
kararnamelerle
ve
talimatnamelerle ilke olarak bağlı olduğunun kabul edilmesi, idari makamların vermiĢ
oldukları kararların ceza hukuku açısından değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır. Çünkü
idari makamlar, kanunun ne üzerinde ne de ona eĢtirler. Bir idari iĢlem ile ceza hukukunun
ve dolayısıyla ceza mahkemesinin bağlı olması için o idari iĢlemin icrai olması tek baĢına
yeterli değildir. Bu iĢlemin ayrıca maddi hukuka uygun olması da gereklidir640. Bu görüĢ
taraftarlarına göre, örneğin öngörülen bütün Ģartları taĢımasına rağmen, inĢaat için ruhsat
alamayan bir kiĢinin, buna rağmen inĢaatın yapımına baĢlaması durumunda, imar
kirliliğine neden olma suçundan dolayı sorumluluğu cihetine gidilemeyecektir. Aynı
Ģekilde Ģartları taĢımamasına rağmen, bir inĢaata ruhsat verilmesi durumunda, bu inĢaatı
yapan kiĢi imar kirliliğine neden olma suçundan dolayı sorumlu tutulabilecektir641. Buna
karĢılık, verilen izin idare hukuku normları ile uyum içerisinde, baĢka bir deyiĢle, hukuka
uygun ise bu durumda ceza hakimini mutlak olarak bağlayacaktır642.
Cezai Hukuka Aykırılık Görüşü (Die Lehre vom strafrechtlichen Rechtswidrigkeitsbegriff)
Bu görüĢ taraftarlarına göre ceza muhakemesi organları, tamamen ceza hukukunda
geçerli olan değerlendirmeler vasıtasıyla, idari makamlar tarafından verilen iznin, çevreye
karĢı gerçekleĢtirilen fiillerin haksızlığını ortadan kaldırıp kaldırmadığını belirlemeleri
gerekir643. Yapılan değerlendirmede idari iĢlemin hukuka aykırı olduğu tespit edilmiĢ ise
638
639
640
641
642
643
Schall, 1990, s. 1267; Bkz. Scheele, 1993, s. 36.
Schall, 1990, s. 1266.
Dagmar, 1998, s. 41.
KrĢ. Schall, 1990, s. 1267; Ünver, Y. ve Nuhoğlu, A. (1999). Federal Almanya Çevre Ceza Hukuku.
Ġstanbul, s. 65.
Scheele, 1993, s. 52.
Dagmar, 1998, s. 43.
178
bu idari iĢlemin çevreye karĢı gerçekleĢtirilen fiilin haksızlığını ortadan kaldırması söz
konusu olamayacaktır 644 . Ġdari iĢlemin yok hükmünde olduğu veya verilen iznin ceza
hukuku ile korunan hukuki menfaatlere önemli derecede zarar vermeleri halinde, bu
verilen iznin ceza hukukunda herhangi bir etki doğurması kabul edilemez645.
Görüşümüz
Ġdare bağlantısının, yararlandırıcı idari iĢlemler vasıtasıyla oluĢturulduğu suç
tiplerinde, idari iĢlemin hukuka uygun olması durumunda herhangi bir sorun ortaya
çıkmaz. Böyle bir durumda, kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil hukuka uygundur ve bir
kimsenin hukuka uygun bir fiilinden dolayı cezalandırılması söz konusu olamaz. Esasen
sorun arz eden husus, kiĢiye bir Ģeyi yapması konusunda izin veren idari iĢlemin hukuka
aykırı olması durumunda bu kiĢinin, gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilden sorumlu tutulabilip
tutulamayacağıdır. Öğretide, kiĢiye izin veren idari iĢlemin yok hükmünde veya sadece
hukuka aykırı olmasına göre bir ayrım yapılmaktadır.
Öğretideki yazarların ittifakla belirttiği gibi, kanımızca da yok hükmünde olan
yararlandırıcı bir idari iĢlem, failin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili hukuka uygun hale
getirmez. Kanımızca böyle bir durumda dahi kiĢinin içerisine düĢmüĢ olduğu hata,
kanundaki hata hükümlerinin uygulanabilirliği noktasında değerlendirilmeye tabi
tutulabilir
646
.
Ancak
bu,
kiĢinin
içerisine
düĢmüĢ
olduğu
hatadan
mutlaka
faydalanabileceği anlamına gelmemektedir. KiĢinin, yararlandırıcı idari iĢlemi hile, cebir,
tehdit veya rüĢvet gibi yollarla elde etmesi halinde, bu kiĢi, hukuka aykırı bir zeminde
olduğunu idari iĢlemin tesis edildiği anda bilmektedir. Dolayısıyla böyle bir durumda olan
kiĢi, cezai sorumluluktan kurtulmak için idari iĢlemin varlığını ileri süremez647.
Öğretide bir görüĢ, hukuka aykırı olan yararlandırıcı idari iĢlemin dahi kiĢinin
gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili hukuka uygun hale getireceğini savunmaktadır648. Ancak bu
görüĢe haklı olarak, hukuka aykırılık kavramının bütün hukuk düzeni bakımından geçerli
olduğu ve ceza hukukunun hukuka aykırı bir idari iĢlemi hukuka uygun olarak
değerlendiremeyeceği gerekçesi ile karĢı çıkılmıĢtır649. Kanımızca da böyle bir durumda
olan kiĢi hukuka uygun hareket etmemiĢtir. Ancak kiĢinin içerisine düĢmüĢ olduğu hatanın
644
645
646
647
648
649
Scheele, 1993, s.36.
Hübenett, 1986, s. 137.
Dagmar, 1998, s. 35, dn. 140.
Horn, 1988, s. 2337.
Hübenett, 1986, s. 56; Rudolphi, 1984, s. 197.
Ostendorf, Heribert; “Die strafrechtliche Rechtmäβigkeit rechtswidrigen hoheitlichen Handels”, JZ,
1981, s. 174’ten naklen: Hübenett, 1986, s. 8.
179
bir değerlendirilmeye tabi tutulması gerekir. Buna göre, kiĢi idari iĢlemin Ģartları
konusunda bir hataya düĢmüĢ ise; örneğin, alınan idari iznin, hukuka uygun olduğu
konusunda bir hataya düĢmüĢ ise suçun maddi unsurlarında hata söz konusudur650.
Hukuka aykırı idari iĢlemlerin ve hatta yok hükmünde olan idari iĢlemlerin varlığı
durumunda
dahi
idari
iĢlemin
muhatabı
kiĢi
hakkında
hata
hükümlerinin
uygulanabileceğini belirtmiĢtik. Bu bakımdan idare bağlantısının bulunduğu bir suçun
iĢlenmesinden sonra, idari iĢlemin hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile geri alınması veya bu
iĢlemin idari yargı organlarınca iptal edilmesi, iĢlemin muhatabı kiĢi hakkında hata
hükümlerinin uygulanmasına engel değildir.
Hatalı Olarak Tesis Edilen Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemler
Yok Hükmünde Olan İdari İşlemler
Aynen yararlandırıcı idari iĢlemlerde olduğu gibi yükümlendirici idari iĢlemlerin de
fiilin ceza hukuku açısından değerlendirilmesinde herhangi bir etkisi yoktur
651
.
Yükümlendirici idari iĢlemler dolayısıyla idare bağlantısının oluĢturulduğu suç tiplerinde,
yükümlendirici idari iĢlemlerin cezalandırılabilirlik için varlıklarının Ģart olduğunu
belirtmiĢtik. Yok hükmünde olan yükümlendirici idari iĢlemler de herhangi bir etkiye sahip
olamayacakları için böyle bir durumda, idari iĢlemin muhatabı kiĢinin de cezalandırılması
söz konusu olamayacaktır. Sonuç olarak yok hükmünde olan bir idari iĢleme dayalı olarak
bir hak iktisap edilemeyeceği gibi, böyle bir idari iĢlem kimseye bir yükümlülük dahi
getiremez.
Hukuka Aykırı İdari İşlemler
Sadece hukuka aykırı olan idari iĢlemler bakımından ise iki görüĢün ortaya çıktığını
söyleyebiliriz.
Hukuka Aykırı İdari İşlemin de Ceza Hukukuna Etki Edeceği Görüşü
Yararlandırıcı idari iĢlemlerin ceza hukuku bakımından önem arz etmesi ve failin
cezalandırılmasına engel olmasında olduğu gibi, yükümlendirici idari iĢlemler de ceza
hukuku bakımından etkili olur. Böyle bir durumda, idari iĢlemin muhatabı, bu iĢlem
hukuka aykırı olsa bile, idari iĢleme aykırı davranıĢın cezai sonuç doğurabileceğini
650
651
Alt, R. (2014). § 324. Münchener Kommentar zum StGB, (2. Auflage), München, Rn. 87.
Dagmar, 1998, s. 47.
180
öngörmek durumundadır. Zira cezalandırılabilirlik için önem arz eden husus, fiilin
gerçekleĢtirildiği anda hukuka aykırı da olsa icrai bir idari iĢlemin varlığıdır. Bu bakımdan,
böyle bir idari iĢlemin, fiilin gerçekleĢtiriliĢinden sonra idare mahkemesi tarafından iptal
edilmiĢ olmasının failin cezalandırılabilirliğine herhangi bir etkisi olmaz652.
Hukuka Aykırı İdari İşlemlerin Ceza Hukukuna Etki Etmeyeceği Görüşü
Bu noktadaki görüĢleri de ikiye ayırabiliriz. Birinci görüĢ, hukuka aykırı idari
iĢlemin ceza hukukuna etki etmeyeceği halleri sınırlandırmıĢtır. Buna göre, icrai ancak
hukuka aykırı bir idari iĢlemin muhatabının cezalandırılabilirliği, bu idari iĢlemin veya
düzenlemenin açıkça çevreyi koruma amacıyla bağdaĢtırılamadığı durumlarda kabul
edilmemektedir653. Bu bakımdan örneğin idari makamların sırf idari iĢlemin muhatabına
zarar vermek amacıyla bir idari iĢlem tesis etmeleri durumunda, böyle bir idari iĢleme karĢı
geliĢ herhangi bir cezai yaptırımla karĢılaĢmamalıdır.
Bu konuda ileri sürülen ikinci bir görüĢ ise idare bağlantısının bulunduğu suç
tiplerinde dahi failin hukuka aykırı olan yükümlendirici idari iĢlemden dolayı
cezalandırılmasını, hukuk düzeni açısından tahammül edilemez bir durum olarak
değerlendirmektedir. Zira ceza hukukunun bir idari iĢlemin varlığı ile bağlı kalması ve
bunun sonucu olarak ceza hakiminin hukuki değerlendirme yapmasının engellenmesi,
Alman Anayasası’nın 19’uncu paragrafında da düzenlemesini bulan hukuki korunma
hakkına aykırılık teĢkil edecektir. Çünkü böyle bir durumda ceza hakimi, muhtemelen
hukuka aykırılığına karar verilecek bir idari iĢlemi, cezalandırılabilirliğin bir Ģartı olarak
kabul etmeye zorlanacaktır654.
Görüşümüz
Kanımızca yukarıda zikredilen görüĢlerden ikincisi kabul edilebilir. BaĢka bir
deyiĢle, hukuka aykırı bir yükümlendirici idari iĢlemin varlığı durumunda, bu idari iĢleme
karĢı gelen kiĢinin cezai sorumluluğu yoluna gidilemez. Çünkü aynen yukarıda da
belirtildiği gibi; hukuka aykırı yükümlendirici idari iĢlemlere dayanılarak failin
cezalandırılması yoluna gidilmesi, ceza hakiminin hukuka aykırılığına karar verilebilecek
bir iĢlemi, cezalandırılabilirliğin bir Ģartı olarak kabul etmeye zorlanması anlamına gelir.
652
653
654
Scheele, 1993, s. 163.
Dölling, Dieter, “Umweltstraftat und Verwaltungsrecht”, JZ, 1985, s. 465’ten naklen: Dagmar, 1998, s.
49.
Kühl, K. (1987). Probleme der Werwaltungsakzessorietät des Strafrechts. Festschrift für Karl Lackner
zum 70. Geburstag am 18. Februar 1987, Berlin-Newyork, s. 845.
181
4.1.3.3.
Ġdari ĠĢlemler ile Ceza Hakiminin Bağlılığı
4.1.3.3.1. Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemler Bakımından
Ġdari
iĢlemlerin
maddi
ceza
hukukuna
etkisi
ortaya
konulduktan
sonra,
cevaplandırılması gereken bir diğer sorun, soruĢturma evresinde Cumhuriyet savcısının;
kovuĢturma evresinde ise ceza hakiminin bu idari iĢlemin içeriğini denetleyebilip
denetleyemeyeceğidir. Zira idari iĢlemin içeriğinin denetleyemeyeceğini söylemek, ceza
hakiminin bu idari iĢlemin içeriği ile bağlı olacağı anlamına gelmektedir655.
Ġdari iĢlem bağlantısının yararlandırıcı idari iĢlemler vasıtasıyla kurulduğu suçlarda,
idari iĢlemin maddi ceza hukukuna etki etmesi, soruĢturma evresinde Cumhuriyet
savcısının; kovuĢturma evresinde ise ceza hakiminin iĢlemin içeriğini denetleyemeyeceği
anlamına gelmez. Bir görüĢe göre, idari iĢlemin doğrudan ceza hakimi için bağlayıcı
olması; yargı yetkisinin bağımsız mahkemeler eliyle kullanılacağını belirten Alman
Anayasası’nın (Grundgesetz) 92’nci paragrafına (1982 Anayasası md. 9) aykırılık teĢkil
eder. Bağlayıcılığı kabul etmek, bir fiilin suç teĢkil edip etmediğinin belirlenmesinin
idarenin vereceği karara bırakılmıĢ olacağı anlamına gelir 656 . Kanımızca da bu görüĢte
isabet vardır. Ayrıca idari iĢlemlerin ceza hakimi için bağlayıcı olması, normlar
hiyerarĢisinde idari iĢlemlerin kanunlardan daha üst düzeyde olduklarının kabul edilmesini
sonuçlar. Çünkü 1982 Anayasası’nın 152’nci maddesinin birinci fıkrasına göre, “bir
davaya bakmakta olan mahkeme, uygulanacak bir kanun veya kanun hükmünde
kararnamenin hükümlerini Anayasaya aykırı görürse veya taraflardan birisinin Anayasaya
aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varırsa, Anayasa Mahkemesinin bu konuda
vereceği karara kadar davayı geri bırakır”. Görüleceği gibi, davaya bakmakta olan
mahkeme, somut norm denetimi de denilen bu yol vasıtasıyla, uygulanacak bir kanun veya
kanun hükmünde kararname hükmünün Anayasaya aykırılığını ileri sürebilmekte ve söz
konusu hükmü Anayasaya aykırılık bakımından denetletebilmektedir. Oysa idari iĢlemlerin
ceza hakimi için bağlayıcı olduğunu söylemek, ceza hakimini bu iĢlemlerin içeriğini
denetleyememesi sonucunu doğurur. Bu nedenle soruĢturma evresinde Cumhuriyet savcısı;
kovuĢturma evresinde ise ceza hakimi, hakkında herhangi bir iptal davası açılmamıĢ olan
yararlandırıcı idari iĢlemin hukuka uygun olup olmadığını, CMK’nın 218’inci maddesinin
birinci fıkrası gereğince, nispi muhakeme yapmak suretiyle denetleyebilir.
655
656
Kühl, 1987, s. 844.
Kühl, 1987, s. 844.
182
4.1.3.3.2. Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemler Bakımından
Ġdari
iĢlemlerin
hukuka
uygunluğunun
denetlenmesinin
gerekli
olması,
yükümlendirici idari iĢlemlere aykırı davranılmasının cezai yaptırıma bağlandığı
durumlarda da önem arz eder657. SoruĢturma evresinde Cumhuriyet savcısının; kovuĢturma
evresinde ise ceza hakiminin, aynen yararlandırıcı idari iĢlemlerde olduğu gibi,
yükümlendirici idari iĢlemlerin de içeriğini denetleme yetkisi sınırlandırılamaz. Bu
bakımdan yararlandırıcı idari iĢlemler hakkında belirtilen görüĢler, yükümlendirici idari
iĢlemler bakımından da geçerlidir.
4.1.3.4.
Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda Verilen Ġdare
Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi
4.1.3.4.1. Yararlandırıcı Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda
Verilen Ġdare Mahkemesi Hükümlerinin Etkisi
Yararlandırıcı idari iĢlemlerin maddi ceza hukukuna etkisi anlatılırken, bu idari
iĢlemlerin hukuka uygun olmaları halinde ortada suç teĢkil eden bir fiilin bulunmayacağını
belirtmiĢtik. Ġdari iĢlemin hukuka aykırı olduğunun tespit edilmesi halinde ise bu idari
iĢlemin fiili hukuka uygun hale getiremeyeceği; ancak böyle bir durumda failin hakkında
hata hükümlerinin uygulanabilir olup olmadığının araĢtırılması gerektiğini söylemiĢtik.
Ġdari iĢlem bağlantısının yararlandırıcı idari iĢlemler vasıtasıyla kurulduğu suçlardan
dolayı kiĢi hakkında bir ceza soruĢturması veya kovuĢturması yürütülüyor, aynı zamanda
da bu idari iĢleme karĢı idare mahkemesinde iptal dava açılmıĢ olması durumunda nasıl
hareket edilmesi gerektiğinin de açıklığa kavuĢturulması gerekir.
Ceza muhakemesi baĢlamadan önce veya ceza muhakemesi devam ederken söz
konusu idari iĢlem hakkında idare mahkemesinde iptal davası açılmıĢ ise artık ceza
muhakemesi organlarının iptal davasının sonucunu beklemesi gerekir. Çünkü idare
mahkemesi hükmü, Ģüpheli veya sanığa yüklenen suçun ispatında önem arz etmektedir.
Ġptal davası açıldığı esnada, ceza muhakemesi henüz soruĢturma evresinde ise
savcılığın iptal davası sonuçlanıncaya kadar soruĢturmayı bekletmesi gerekir. Bunun için
soruĢturmayı yürüten Cumhuriyet savcısının herhangi bir karar almasına gerek yoktur.
Eğer idare mahkemesi idari iĢlemin hukuka uygun olması gerekçesi ile idari iĢlemin iptali
657
Kühl, 1987, s. 846.
183
talebini reddetmiĢse bu durumda idare bağlantısının bulunduğu suçtan dolayı Ģüpheli
hakkında kovuĢturmaya yer olmadığı kararı verilmelidir. Ġdari iĢlemin hukuka aykırı
olduğuna karar verilmiĢ olmasına rağmen Cumhuriyet savcısı, Ģüphelinin idari iĢlemin
varlığına güvendiği kanısındaysa, suçun maddi unsurlarında hataya düĢüldüğü gerekçesi ile
yine Ģüpheli hakkında kovuĢturmaya yer olmadığı kararı verebilir.
Ceza muhakemesinde kovuĢturma evresine geçilmiĢ ise ceza mahkemesinin,
hakkında iptal davası açılmıĢ idari iĢlemin hukuka uygun olup olmadığını nispi muhakeme
yapmak suretiyle denetleme yetkisi yoktur. Ceza mahkemesi CMK’nın 218’inci
maddesinin birinci fıkrası hükmü gereğince bekletici sorun kararı vermelidir. Böyle bir
durumda idare mahkemesi tarafından verilen hükmün hangi durumlarda ceza mahkemesi
için bağlayıcı olacağının, ikinci bölümde bağlayıcılık etkisinin Ģartlarına iliĢkin yaptığımız
açıklamalar çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Ancak Ģu hususu belirtmek gerekir ki eğer
idari mahkemesi idari iĢlemin hukuka uygun olduğu gerekçesi ile davayı reddetmiĢse bu
durumda, sanığın gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilin suç teĢkil etmemesi nedeniyle sanık
hakkında beraat kararı verilmelidir (CMK md. 223, f. 2, bent “a”). Ġdare mahkemesi
hukuka aykırı olduğu gerekçesi ile idari iĢlemi iptal etmiĢ ve sanık da bu idari iĢlemin
varlığına güvenerek söz konusu fiili gerçekleĢtirmiĢ ise bu durumda ceza mahkemesi suçun
maddi unsurlarında hata hükümlerinin (TCK md. 30, f. 1) uygulanabilir olup olmadığını
araĢtırmalıdır. Mahkeme, sanığın suçun maddi unsurlarında hataya düĢtüğü kanısında ise
bu hata kastı kaldıran bir hata olduğu için, sanık hakkında yine beraat kararı vermelidir
(CMK md. 223, f. 2, bent “c”).
4.1.3.4.2. Yükümlendirici Ġdari ĠĢlemler Hakkında Açılan Ġptal Davası Sonucunda
Verilen Ġdare Mahkemesi Hükümlerinin Etkisi
Yararlandırıcı idari iĢlemlerde olduğu gibi, yükümlendirici idari iĢlemler hakkında
verilecek idare mahkemesi hükümleri de suçun ispatı açısından önem arz eder. Bu
durumda da idare mahkemesi hükmünün beklenilmesi gerekir.
Yükümlendirici idari iĢlemler hakkında açılan iptal davası sonucu idare mahkemesi
tarafından verilen hükümler, yararlandırıcı idari iĢlemler hakkında verilen hükümlerin tam
tersi sonuç doğurur. ġöyle ki, yükümlendirici idari iĢlemler hakkında açılan iptal davası,
idari iĢlemin hukuka uygun olduğu gerekçesi ile reddedilmiĢ ise ortada maddi unsurları
tamamlanmıĢ bir suç vardır. Bu suçtan sanığın sorumlu olup olmadığı, ceza mahkemesi
tarafından değerlendirilmelidir.
184
Buna karĢılık, idari iĢlemin idare mahkemesince iptal edilmesi karĢısında, suçun
unsurları tamamlanmadığı için kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil de suç teĢkil
etmeyecektir. Böyle bir durumda, soruĢturma evresinde Cumhuriyet savcısının Ģüpheli
hakkında kovuĢturmaya yer olmadığı kararı; kovuĢturma evresinde ise mahkemenin sanık
hakkında, gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiilin suç teĢkil etmemesi nedeniyle, beraat kararı
vermesi gerekir (CMK md. 223, f. 1, bent “a”).
4.1.4. Vergi Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesine Etkisi
Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 367’inci maddesinin son fıkrasında “Ceza
mahkemesi kararları, bu Kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi
cezalarını uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkili olmadığı gibi, bu
makam ve mercilerce verilecek kararlar da ceza hakimini bağlamaz” ifadesine yer
verilmiĢtir. Düzenlemede açıkça bir makam veya merciin kararının ceza mahkemesi için
bağlayıcı olmayacağı belirtildiği için bu düzenlemeden ne anlaĢılması gerektiğinin ve
ayrıca bu ifadenin vergi mahkemelerini de kapsayıp kapsamadığının incelenmesi, konumuz
açısından önem taĢımaktadır.
4.1.4.1.
Genel Olarak
Vergi mevzuatına aykırı bazı fiiller Vergi Usul Kanunu’nda suç olarak kabul
edilmiĢler ve bu fiiller karĢılığında kanun koyucu hapis cezası öngörmüĢtür 658. Kanuna
göre suç teĢkil eden fiiller vergi mahremiyetinin ihlal edilmesi (VUK md. 362); Kanunun
6’ıncı maddesinde belirtilen kiĢilerin, vergi mükelleflerinin özel iĢlerini yapması (VUK
md. 363) ve vergi kaçakçılığı suçudur (VUK md. 359). Bu suçların cezalandırılmasındaki
658
KarĢılığında ceza hukuku yaptırımı öngörülen haksızlıklara suç denilmektedir. Vergi Usul Kanunu’nda
ise suç teĢkil eden haksızlıklara hapis cezası öngörülmüĢtür. Bu haksızlıklardan dolayı bir kiĢinin
cezalandırılabilmesi için bu kiĢi hakkında teknik anlamda bir ceza yargılamasının yapılması gerekir.
Bunun yanında vergi suçu olarak nitelendirilen diğer haksızlıklar karĢılığında vergi ziyaı veya usulsüzlük
cezası öngörülmektedir. Bu haksızlıklara karĢı yaptırım uygulamaya yetkili makam ise vergi idaresidir.
Bu cezaların verilebilmesi için herhangi bir yargılama yapılmasına gerek yoktur. Vergi idaresi bir
haksızlık tespit ettiği zaman bu haksızlık karĢılığındaki yaptırımı uygulamaya doğrudan yetkilidir. Ġdari
bir makam olan vergi idaresinin uygulamıĢ olduğu ceza verme iĢlemi de idari bir iĢlemdir. Bu nedenle
karĢılığında bu tarz yaptırım öngörülen haksızlıkları vergi suçu olarak değil, vergi kabahati olarak
isimlendirmek daha doğrudur. Vergi idaresinin vergi cezası iĢlemi idari bir iĢlem olduğu için ilgililer
anayasal güvence gereğince (Anayasa md. 125, f. 1) bu iĢleme karĢı idari yargıya müracaat etme hakkına
sahiptir.
185
amacın vergi kanunlarına uygun hareket edilmesini sağlamak ve bunun neticesinde vergi
kayıplarının önlenmesinin olduğu belirtilmektedir659.
Kanunda, vergi kaçakçılığı ve mükelleflerin özel iĢlerinin yapılması dolayısıyla eğer
vergi ziyaına sebebiyet verilmiĢse bu suçları gerçekleĢtiren kiĢilere ayrıca vergi ziyaı
cezasının da kesileceği hüküm altına alınmıĢtır (VUK md. 359, f. son, md. 363).
GerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil hem vergi ziyaı hem de vergi suçu oluĢturan kiĢi, ceza
mahkemesinde vergi suçundan dolayı yargılanırken; hakkında kesilen vergi ziyaı cezasına
karĢı vergi yargısına müracaat etmiĢ ise aynı konuya iliĢkin vergi mahkemesinin de
yargılama yapması söz konusu olabilmekte; bu durumda bir yanıyla vergi ziyaı bir yanıyla
da vergi suçu teĢkil eden aynı fiil hem ceza hem de vergi yargılamasının konusunu
oluĢturabilmektedir 660,661 . Dolayısıyla, aynı konuya iliĢkin olarak farklı mahkemelerden
verilen hükümlerin birbirlerine etki edip edemeyeceği sorunu ortaya çıkmaktadır.
659
660
661
Akkaya, M. (2000). Vergi Mahkemesi ve Ceza Mahkemesi Kararlarının EtkileĢimi Üzerine Bir Ġnceleme.
AÜHFD, cilt 49, s. 86.
Bu bağlamda vergi ziyaı cezasının düzenlendiği VUK’un 344’üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmü
büyük öneme sahiptir. Söz konusu düzenlemeye göre, “vergi ziyaına 359. maddeki fiillerle sebebiyet
verilmesi halinde, maddeye göre öngörülen vergi ziyaı cezası üç kat olarak uygulanacaktır”. Görüleceği
gibi, kanun koyucu VUK md. 359’da sayılan vergi kaçakçılığı fiilleri hakkında aynı zamanda vergi ziyaı
cezası uygulanmasını öngörmektedir. Kanunun bu düzenlemesi karĢısında daha önce de belirtildiği gibi,
aynı fiil nedeniyle vergi ziyaı cezasına karĢı vergi yargısına müracaat edilmesi durumunda, aynı fiil hem
vergi yargılamasının konusunu hem de ceza yargılamasının konusunu oluĢturacaktır. Bu durumda da
vergi mahkemesi kararları ile ceza mahkemesi kararlarının birbiriyle etkileĢimi gündeme gelecektir.
Öğretideki bir görüĢ, bir fiilin vergi ziyaı meydana getirmeye elveriĢli bulunmaması durumunda bu fiilin
kaçakçılık suçunu oluĢturmayacağını savunmaktadır (ġenyüz, D. (2012). Vergi Ceza Hukuku. Bursa, s.
78). VUK’ta vergi ziyaı “mükellefin veya sorumlunun vergilendirme ile ilgili ödevlerini zamanında
yerine getirmemesi veya eksik yerine getirmesi yüzünden, verginin zamanında tahakkuk ettirilmemesini
veya eksik tahakkuk ettirilmesini ifade eder” Ģeklinde tanımlanmıĢ (VUK md. 341) ve vergi ziyaına
359’uncu maddede yazılı fiillerle sebebiyet verilmesi halinde verilecek vergi ziyaı cezasının üç kat, bu
fiillere iĢtirak edenlere ise bir kat olarak uygulanacağı belirtilmiĢtir (VUK md. 344, f. 2). Ancak kanun
koyucunun bu Ģekilde bir düzenleme yapmıĢ olması, vergi kaçakçılığı suçunun oluĢabilmesi için mutlaka
vergi ziyaına sebebiyet verilmesi gerektiği Ģeklinde yorumlananamaz. Eğer vergi kaçakçılığı suçu için
vergi ziyaına sebebiyet verilmiĢ olması Ģart olarak öngörülmüĢ olsaydı, kanun koyucunun bunu vergi
kaçakçılığını düzenlediği 359’uncu maddede mutlaka belirtmesi gerekirdi. Ayrıca kanun koyucu VUK’un
bir çok maddesinde vergi suçu iĢleyenler hakkında ceza verilmesinin bu kiĢilere ayrıca vergi ziyaı cezası
verilmesine engel olmayacağını belirterek (VUK md. 359, f. son, md. 363, md. 367, f. 4), görüĢümüzü
teyit etmiĢtir. Örneğin, ancak Maliye Bakanlığı ile anlaĢması bulunan kiĢilerin basabileceği belgeleri,
Bakanlık ile anlaĢması olmadığı halde basanlar veya bilerek kullananlar vergi kaçakçılığı suçunu iĢlemiĢ
olmalarına rağmen, bu örnekler kullanılmak suretiyle fatura düzenlenmiĢ ve dolayısıyla herhangi bir vergi
ziyaı ortaya çıkmamıĢ olabilir. Yargıtay da vermiĢ olduğu bir kararında vergi kaçakçılığı suçunun
oluĢumu için vergi ziyaının oluĢmasının gerekmediğine hükmetmiĢtir. Yargıtay’ın söz konusu kararında
özet olarak Ģu husus vurgulanmıĢtır: “213 sayılı Kanun'un 4369 sayılı Kanunla değiştirilen 359/b-1
maddesine göre, vergi kanunlarınca düzenlenmesi gereken belgelerin sahte olarak düzenlenmesi suçun
oluşumu için yeterli olup, bu belgelerin kullanılması ve vergi zıyaı doğması suçun unsuru olmaktan
çıkarılmıştır. Ayrıca, iddianamede belirtilen sahte fatura düzenlemek ve kamu kurumu olan icra
müdürlüğünü aracı kılmak suretiyle dolandırıcılık suçunun oluşup oluşmayacağına ilişkin delillerin
takdir yetkisinin üst dereceli ağır ceza mahkemesine ait olduğu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi
gerekir” Yargıtay 11. CD, 25.09.2006 tarih ve E. 2005/3238, K. 2006/7513 sayılı kararı,
www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 27.03.2013.
186
4.1.4.2.
VUK’un 367’inci Maddesinin Son Fıkrasının Vergi Mahkemelerini de
Kapsaması Sorunu
VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasında geçen “vergi cezalarını uygulayacak
makam ve merciler” ifadesinin vergi mahkemelerini de kapsayıp kapsamadığı tartıĢmalı bir
konudur. Öğretide bir görüĢ, herhangi bir gerekçe ileri sürmeden, kanun koyucunun bu
hükümle vergi mahkemelerini de kastettiğini, ceza mahkemesi kararlarının vergi
makamlarını
ve
uygulamalarının
vergi
ve
vergi
mahkemelerini
mahkemelerinin
bağlamayacağını,
kararlarının
da
vergi
makamlarının
ceza
mahkemelerini
bağlamayacağını savunmaktadır662.
BaĢka bir görüĢe göre de maddenin son fıkrasında geçen “makam ve merciler”
ifadesi yalnızca idari mercileri değil, vergi yargısını da kapsamaktadır663. Dolayısıyla vergi
mahkemeleri tarafından verilen hükümler, ceza mahkemesi için bağlayıcı bir etkiye sahip
değildir.
Öğretideki bir baĢka görüĢ ise konuyu vergi kaçakçılığı suçu bağlamında
değerlendirmiĢtir. Bu görüĢteki yazarlara göre, kaçakçılık suçundan dolayı kiĢi hakkında
ceza yargılaması yapılırken; vergi makamları da fiilin vergi ziyaı kabahatini oluĢturması
nedeniyle fail hakkında vergi ziyaı cezası kesmektedir. KiĢi ise kesilen bu cezaya karĢı
vergi yargısına baĢvurabilmektedir. Yargı mercileri kararlarının birbirine etkili olmayacağı
kanunda açıkça düzenlendiği için (VUK md. 367) ceza mahkemesi sanığın kastının
olmadığı gerekçesiyle beraat kararı verirken; aynı olayda vergi idaresi vergi kaçırma kastı
vardır diyerek kiĢi hakkında vergi cezası uygulayabilir. Bu yazarlara göre, ceza yaptırımı
uygulama yetkisinin bu Ģekilde idari organlara bırakılmıĢ olması, anayasaya aykırılık
sorununu gündeme getirir664.
Bu görüĢlere karĢılık olarak VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasının mahkemeler
arasındaki etkileĢime iliĢkin olmadığı, sadece vergi idaresi ile ceza mahkemesi kararları
arasındaki etkileĢimi düzenlediği savunulmaktadır665. Zira bir bütün olarak ele alındığında,
bu düzenlemedeki asıl amacın haksızlık teĢkil eden fiile karĢı ceza hukuku yaptırımları ile
idari para cezasının ayrı ayrı uygulanmasını sağlamak olduğu görülmektedir. BaĢka bir
deyiĢle, bu düzenleme sayesinde, ceza mahkemesi kararlarının kesin hükmün önleyici
662
663
664
665
Kaneti, S. (1989). Vergi Hukuku. Ġstanbul, s. 251.
Donay, S. (2008). Ceza Mahkemesinde Yargılanan Vergi Suçları. Ġstanbul, s. 78.
Hızlı, Y. (1984). Türk Vergi Hukukunda Kaçakçılık Suçu. Ankara, s. 46.
Akkaya, 2000, s. 88.
187
etkisi nedeniyle, vergi idaresinin ceza uygulama yetkisini ortadan kaldırmaması garanti
altına alınmıĢtır666.
Kanımızca bu ikinci görüĢte isabet vardır. Çünkü VUK, 4.1.1961 tarihinde kabul
edilmiĢ ve 10.1.1961 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiĢtir. Oysa vergi
mahkemeleri 6.1.1982 tarihinde kabul edilen ve 20.01.1982 tarihli resmi gazetede
yayımlanarak yürürlüğe giren 2576 sayılı Kanun ile kurulmuĢlardır. Kanun koyucunun
vergi mahkemeleri kurulmadan, bu mahkemeler ile ceza mahkemeleri arasında bir
etkileĢimi öngördüğü ise kabul edilemez bir düĢüncedir 667 . Ayrıca VUK’un 367’inci
maddesinin son fıkrasında “bu kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi
cezalarını uygulayacak makam ve merciler” den bahsedilmektedir. Kanunun dördüncü
kitap ikinci kısmına baktığımızda ise birinci bölümde vergi ziyaı cezasının, ikinci bölümde
ise usulsüzlük cezasının düzenlendiğini; cezaları kesme yetkisinin ise mükellefin bağlı
olduğu vergi dairesinde olduğunu (VUK md. 365) görmekteyiz. Dolayısıyla, kanunun
lafzından hareket edildiğinde dahi VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasından hiçbir
Ģekilde vergi mahkemelerinin kastedilmediği sonucuna ulaĢılmaktadır. VUK’un 367’inci
maddesinde değiĢiklik yapan 23.01.2008 tarih ve 5728 sayılı Kanun’un 280’inci
maddesine iliĢkin olarak Adalet Komisyonu raporundaki Ģu ifade de görüĢümüzü
desteklemektedir. Rapora göre, “maddi gerçeği araştıran ceza mahkemesinin bu
bağlamdaki hükmünün, sadece vergi mevzuatı uygulayıcıları tarafından değil, vergi
mahkemeleri tarafından da göz önünde bulundurulmaları gerekir”668. VUK’un 367’inci
maddesinde değiĢiklik yapan kanun maddesinin Adalet Komisyonu raporunda dahi vergi
mevzuatı uygulayıcıları ile vergi mahkemelerinin farklılığına vurgu yapılmıĢtır. Vergi
mahkemelerinin kurulmasından sonra yapılan bir kanun değiĢikliğinde dahi vergi mevzuatı
uygulayıcıları ile vergi mahkemelerinin farklılığına vurgu yapılması nedeniyle, kanun
koyucunun söz konusu düzenlemede kullandığı “vergi cezalarını uygulayacak makam ve
merciler” ifadesinden asla vergi mahkemelerini de kastettiği sonucu çıkarılamaz.
666
667
668
Akkaya, 2000, s. 90.
Akkaya, 2000, s. 90.
Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla ÇeĢitli Kanunlarda DeğiĢiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/335), TBMM, Dönem 23, Yasama Yılı:2, s. 136.
188
4.1.4.3.
Vergi Mahkemesi Hükümlerinin Ceza Mahkemesi Ġçin Bağlayıcılığı
Görüleceği gibi, VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrası ceza mahkemeleri ile vergi
mahkemeleri arasındaki etkileĢime iliĢkin bir düzenleme değildir. Konuya iliĢkin olarak ne
CMK’da ne ĠYUK’ta ne de VUK’ta bir düzenleme bulunmaktadır669.
Burada Ģu hususu belirtmek gerekir ki, vergi idaresinin vergi ziyaı nedeniyle vermiĢ
olduğu kararlar ceza mahkemesini bağlamayacaktır. Zira hem vergi ziyaı kabahati hem de
vergi suçu oluĢturan fiiller bakımından, vergi idaresi kararları vergi suçu bakımından ne bir
unsur teĢkil etmektedir ne de bu kararların inĢai bir özelliği bulunmaktadır. Bir idari
merciin vermiĢ olduğu kararın kesin hüküm etkisi de doğurması söz konusu değildir.
Dolayısıyla vergi idaresi vergi ziyaı oluĢmadığı gerekçesi ile fail hakkında vergi ziyaı
cezası kesmemiĢ bile olsa ceza mahkemesi vergi suçunu oluĢturduğu gerekçesi ile fail
hakkında mahkumiyet kararı verebilir. Aynı Ģekilde örneğin vergi idaresi vergi kanunlarına
göre tutulan veya düzenlenen ve saklanma ve ibraz mecburiyeti bulunan defter ve
kayıtlarda muhasebe hilesi yapıldığı gerekçesi ile fail hakkında vergi ziyaı cezası kesmiĢ
bile olsa (VUK md. 344, f. 2) ceza mahkemesi söz konusu fiili muhasebe hilesi
saymayarak, fail hakkında beraat kararı verebilir 670 . Ceza mahkemesi, vergi idaresi
669
670
Bu duruma iliĢkin olarak Alman hukukunda ise Eski Vergi Kanunu’nun 468’inci maddesinde bir hüküm
bulunmaktaydı. Söz konusu düzenleme 10.08.1967 tarihine kadar yürürlükte kalmıĢtır. Bu düzenlemeye
göre, ceza mahkemesinde vergi kaçakçılığı veya vergi usulsüzlüğü ile ilgili yapılan yargılamada,
mahkumiyet hükmünün verilebilmesi için; devletin vergi hakkının olup olmadığı, ya da bu hususta
usulsüzlük yapılıp yapılmadığı, haksız yere vergi istisnası oluĢturulup oluĢturulmadığına iliĢkin daha
önceden Federal Alman SayıĢtay’ı (Bundesfinanzhof- BFH) tarafından bir karar verilmiĢ ise, bu karar
ceza hakimi için bağlayıcı olacaktır. Söz konusu düzenlemeye göre, ceza yargılaması baĢlamadan önce,
BFH’nın bir kararı mevcut değilse, bu kararın alınması için muhakemeye ara vermek ceza hakiminin
takdirinde olan bir husustur (Heil, 1983, s. 74). Söz konusu hüküm, sadece vergi uyuĢmazlıklarının
temyiz merci olan Federal Alman SayıĢtay’ının kararlarının ceza hakimi için bağlayıcılık etkisi
doğuracağı, buna karĢılık vergi uyuĢmazlıklarının ilk inceleme merci olan finans mahkemelerinin
(Finanzgerichte) kararlarının ise bağlayıcılık etkisi doğurmayacağı Ģeklinde yorumlanmaktaydı (Heil,
1983, s. 75). Düzenlemenin tersi yorumundan kanun koyucunun, ceza mahkemesinin finans mahkemesi
kararları ile bağlı olmasını istemediği sonucu çıkarılmaktaydı (Heil, 1983, s. 75). Ancak aynı yazar, eğer
finans mahkemesi daha önceden ceza mahkemesindeki ön sorun hakkında karar vermiĢ ise bu kararın
ceza mahkemesi için bağlayıcı olacağını belirterek, kendi içerisinde bir çeliĢkiye düĢmüĢtür (Heil, 1983,
s. 75).
Yargıtay da, vergi mahkemeleri kurulmadan önceki döneme iliĢkin vermiĢ olduğu bir kararında, yargı
organı olmadığı kabul edilen vergi itiraz komisyonları veya vergiler temyiz komisyonlarının verdikleri
kararların ceza mahkemesi için bağlayıcı olmadığına hükmetmiĢtir. Anılan karar da özetle Ģu hususlar
dile getirilmiĢtir: “…Deftere tabi vergi mükellefi olan sanığın, tahliye tazminatı (hava parası) olarak
aldığı 375 bin liradan makbuz verdiği, 75 bin lirasını deftere kayıt ettiği halde, makbuzsuz aldığı 300.000
lirayı vergi defterine yazmadığı, Amerikan, Türk Ticaret Bankası Genel İdare Kurulu Kararı, Banka
kayıtları, ödeme fişi, bunları doğrulayan tanık sözleri ile mahkemece kabul edilmiş, dosyada mevcut
delillere göre bu kabulde bir isabetsizlik görülmemiştir. Temyiz layihasına eklenen vergi temyiz
komisyonu kararı henüz kesinleşmemiştir. Danıştay’a başvurulabilir. Kanun yoluna başvurulmadan
kesinleşmiş dahi olsa mahkemeleri bağlayıcı nitelikteki kararlardan değildir” Yargıtay 7. Ceza Dairesi,
5.5.1971 tarih ve E. 6155, K. 5890 sayılı kararı, (RKD, 1971, III/2, s. 84).
189
raporları ile bağlı değilse de söz konusu belgeler suçun oluĢup oluĢmadığı bakımından göz
önünde bulundurulmalıdır671.
Vergi mahkemeleri ile ceza mahkemelerinin hükümlerinin birbirine etkisi sorununa
gelince, aynı fiil nedeniyle farklı muhakeme alanlarında iki farklı yargılama yapılmaktaysa
bu yargılamaların birbirini hiç etkilemeyeceğini söylemenin, hukuk düzeninin birliğine
aykırılık teĢkil edeceğini söylemiĢtik. Bu bağlamda, VUK’taki düzenlemeler gereğince,
aynı fiilin hem ceza yargılamasının hem de vergi yargılamasının konusunu oluĢturması
mümkün olduğuna göre, bu iki yargılamanın sonucunda verilen hükümlerin birbirini
etkilemeyeceğini savunmak güçtür
672
. Bu bakımdan, örneğin aynı zamanda vergi
kaçakçılığı suçunu da oluĢturan ve vergi ziyaına sebebiyet veren bazı fiillerden dolayı
kesilen vergi ziyaı cezasına karĢı vergi yargısına müracaat edilmiĢ olsa ve tutulan
defterlerde muhasebe hilesi yapılmadığı nedeniyle, vergi mahkemesi kesilen cezayı iptal
etmiĢ olsa; bu karara rağmen ceza mahkemesinin tutulan defterlerde muhasebe hilesi
yapıldığı gerekçesiyle mahkumiyet kararı vermesi, aynı konuda birbiriyle çeliĢen
hükümlerin çıkmasına neden olur.
Aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmaması için yargılamayı
yapan mahkemelerden birisinin diğerinin kararını beklemesi gerekir. Bu noktada sorulması
gereken soru, hangi mahkemenin bu durumda bekletici sorun kararı vermesi gerekeceği ve
buna bağlı olarak hangi yargılama sonucunda verilen hükmün diğerine etki edeceğidir.
“Sanık hakkında iddianame ile canlı tavukla beraber sevkini yaptığı 100 koli yumurta için sevk irsaliyesi
düzenlenmemesi şeklinde oluşan muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenlemek suçunun 9.7.1998
tarihli tutanak ve bunu düzenleyen vergi denetim elamanlarının duruşmadaki beyanları karşısında sübuta
erdiğinin kabulü gerekir” Yargıtay 11. CD, 16.04.2003 tarih ve E. 2002/13871, K. 2003/1676 sayılı
kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 27.03.2013; “Kasap olan sanığın,1992 ve 1993 yıllarında
gerçekte üreticiden yaptığı bazı canlı hayvan alımları için müstahsil makbuzu düzenleyerek, stopaj gelir
vergisi ödemek zorunluluğu karşısında,bu vergiden kurtulmak amacıyla paravan olarak kurdukları
saptanan C. Dericilik-Besicilik ile, S. Tarım Ürünleri Şirketleri'nden sahte faturalar temin edip
kullanmak suretiyle stopaj gelir vergisi ve ayrıca sahte faturalarda ödenmiş görünen katma değer
vergilerini de indirim konusu yaparak,Katma Değer Vergisi ziyaına sebebiyet verdiğinin, vergi inceleme
raporları, tutanaklar, sahte faturalar düzenleyen firmalar hakkında yapılan incelemeler ve sair dosya
kapsamı ile anlaşılması karşısında yanlış tesbitler içeren bilirkişi raporuna dayanılarak yazılı şekilde
beraat hükmü tesisi kanuna aykırı ve müdahil vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş
olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak bozulmasına”, Yargıtay 9. CD, 15.1.1997
tarih ve E. 1996/4387, K. 1997/115 sayılı kararı, www.kazanci.com.tr, eriĢim tarihi 02.04.2013.
672
Akkaya, 2000, s. 95; vergi mahkemelerinden verilen hükümlerin ceza mahkemeleri için bağlayıcı olacağı
konusunda ise Yargıtay’ın kararları arasında bir tutarlılık bulunmamaktadır. Yüksek mahkeme bazı
kararlarında vergi mahkemesi kararının ceza mahkemesi için bağlayıcı olacağı, bu nedenle ceza
mahkemesinin vergi mahkemesinin kararını beklemesi gerektiği yönünde görüĢ belirtirken, bkz. Yargıtay
11. CD, 01.12.2003 tarih ve 10407/8521 sayılı kararı, (Hatipoğlu/Parlar, 2005, s. 330); diğer bazı
kararlarında vergi mahkemesi ve DanıĢtay’ın kararlarının ceza mahkemesi için bağlayıcı olmayacağına
hükmetmiĢtir: Yargıtay 11. CD, 01.12.2003 tarih ve 10120/8524 sayılı kararı ;Yargıtay 11. CD,
08.10.2001 tarih ve 8689/9047 sayılı karar; Yargıtay 11. CD, 17.10.2001 tarih ve 8869/9594 sayılı kararı,
(Hatipoğlu/Parlar, 2005, s. 331).
671
190
Öğretideki bir görüĢ, vergi mahkemesi hükümleri ile ceza mahkemesi hükümleri
arasındaki etkileĢimin nasıl olacağına iliĢkin bir düzenleme bulunmadığı için sorunun usul
hukukunun genel prensipleri çerçevesinde çözülmesi gerektiğini savunmaktadır673. Buna
göre, aynı kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil hem vergi yargılamasının hem de ceza
yargılamasının konusunu oluĢturduğu için uyuĢmazlıklar arasında sübjektif bağlantı vardır.
Fakat vergi mahkemeleri ile ceza mahkemeleri farklı muhakeme alanlarında yer alan
mahkemeler oldukları için her iki davanın birleĢtirilmesi gibi bir durum söz konusu
olamaz674. Buna karĢılık bu yazarlar, söz konusu durumda CMK’nın 218’inci (CMUK md.
255) maddesinin uygulanmasında; baĢka bir deyiĢle, ceza mahkemesinin, hürriyeti
bağlayıcı ceza gerektiren bir vergi suçuna iliĢkin davada, nispi muhakeme yapma veya
vergi mahkemesinin kararını bekletici sorun sayma hususuna iliĢkin herhangi bir kanuni
engelin olmadığı görüĢündedir675.
Kanımızca bu görüĢ bekletici sorun kararı vermesi gereken mahkemenin ceza
mahkemesi olmasını belirtmesi yönünden isabetlidir. Zira söz konusu uyuĢmazlık bir vergi
uyuĢmazlığıdır ve çözümü uzmanlık isteyen bir konudur. Bu konuya ihtisas mahkemesi
olan vergi mahkemesinin el atması karĢısında, ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı
vermesi gerekir676. Ancak bir fiilin aynı zamanda hem vergi ziyaı kabahati hem de bir
vergi suçu oluĢturması durumunda ortada nispi muhakeme yapmayı gerektirecek bir durum
yoktur. VUK’taki ilgili düzenlemelere bakıldığında bu görüĢümüz daha iyi anlaĢılacaktır:
VUK’un 363’üncü maddesinde, Kanun’un 6’ıncı maddesinde sayılan kiĢilerin vergi
mükelleflerinin özel iĢlerini yapması halinde, bu kiĢilerin TCK’nın 257’inci maddesinin
birinci fıkrasına göre cezalandırılacağı; bu hareketlerle vergi ziyaına sebebiyet verilmesi
durumunda, bu kiĢilere ayrıca vergi ziyaı cezası kesileceği hüküm altına alınmıĢtır. Dikkat
edilirse Kanunun 6’ıncı maddesinde belirtilen kiĢilerin, vergi mükelleflerinin özel iĢlerini
yapıp yapmadığının tespiti uzmanlık isteyen bir konudur. Hakkında vergi ziyaı cezası
673
674
675
676
Akkaya, 2000, s. 91 vd.
Akkaya, 2000, s. 91.
Akkaya, 2000, s. 92; aksi görüĢ için bkz. Donay, 2008, s. 78.
Ceza mahkemesi vergi mahkemesinin kararını bekletici sorun saymaz ve kiĢi hakkında mahkumiyet
kararı verir; ancak vergi mahkemesi vergi ziyaı cezasına karĢı açılan davada davacının hukuka uygun
davrandığı gerekçesi ile vergi ziyaı cezasını iptal ederse bu durum ceza yargılaması bakımından bir
yargılamanın yenilenmesi nedeni oluĢturacaktır. Zira Yargıtay suçun oluĢmasına etkili gördüğü vergi
dairesi raporunun dahi yargılamanın yenilenmesine sebep olacağı görüĢündedir. Söz konusu kararda
özetle Ģu hususlar dile getirilmiĢtir: “Vergi mükellefi olan sanığın yapılan tebligata rağmen defter ve
belgeleri ibraz etmediğinden bahisle hakkında yazılı şekilde hüküm kurulmuş ise de, söz konusu tebligatın
geçersiz olduğuna ve hükmedilen cezalı tarhiyatın terkin edildiğine ilişkin hükümden sonra dosyaya ibraz
edilen Bakırköy vergi dairesi müdürlüğünün yazısı ile kararının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 311. Maddesi kapsamında yeni delil olarak kabulü gerekir” Yargıtay 7. CD, 13.02.2008
tarih ve E. 2007/13594, K. 2008/1374 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 27.03.2013.
191
kesilen kiĢi, bu cezaya karĢı vergi mahkemesine müracaat etmiĢ; bu kiĢi hakkında ayrıca
görevi kötüye kullanma suçundan dolayı (TCK md. 257, f. 1) ceza davası açılmıĢ olsa hem
ceza yargılaması hem de vergi yargılaması için önem arz eden husus, bu kiĢinin
mükelleflerin özel iĢlerini yapıp yapmadığı olacaktır. Nispi muhakeme ise bir mahkemenin
kendi yargılama konusu için yeterli olacak oranda, aslında bir baĢka yargılamanın
konusunu oluĢturacak uyuĢmazlık hakkında karar vermesi Ģeklinde tanımlanabilir.
Tanımdan da anlaĢıldığı gibi, nispi muhakemede aslında baĢka bir mahkemenin yargılama
yetkisinde olan bir husus hakkında mahkeme karar vermektedir. Oysa VUK’un 363’üncü
maddesinde cezalandırılan ve aynı zamanda suç teĢkil eden fiil, bir yanıyla ceza
yargılamasının; vergi ziyaı oluĢturması durumunda ise vergi yargılamasının konusunu
oluĢturmaktadır. BaĢka bir deyiĢle, her iki mahkeme de aynı fiil hakkında, farklı yönlerden
de olsa yargılama yapma yetkisine sahip olmaktadır. Dolayısıyla burada ne ceza
mahkemesi için ne de vergi mahkemesi için nispi muhakeme yapılmasını gerektirecek bir
durum bulunmaktadır. Aynı durum VUK’un 359’uncu maddesinde düzenlenen vergi
kaçakçılığı suçu bakımından da geçerlidir.
Mahkemeler arasında mutlak bir etkileĢimsizliği savunmak ne derece yanlıĢ ise vergi
mahkemesinin verdiği her hükmün ceza mahkemesi için önemli olduğunu ve bu nedenle
bekletici sorun kararı verilmesinin gerektiğini savunmak da o derece yanlıĢtır. Somut
olayın Ģartlarına göre, eğer vergi mahkemesince verilecek hüküm ceza yargılamasında
suçun ispatı bakımından bir etki göstermeyecek ise bu durumda vergi mahkemesinin
kararının beklenmesine gerek yoktur677. Ayrıca vergi mahkemesi hükmü ile maddi gerçek
ortaya çıkarılmamıĢ ise bu hükmün de ceza mahkemesi için bağlayıcı etkisi olamaz.
Örneğin vergi mahkemesi usuli bir takım eksiklikler nedeniyle kesilen vergi ziyaı cezasını
iptal etmiĢ olabilir. Verilen bu iptal kararı ile kiĢinin söz konusu fiili iĢleyip iĢlemediği
677
“Sanık aşamalarda değişmeyen savunmasında,Vergi Kontrol Memurları tarafından incelenmek üzere
23301-23350 A Seri nolu satış fişlerinden ibaret cildin kendisinden istendiğini, ancak bu numaraları
taşıyan A Seri nolu bir ciltten ibaret satış fişlerini Ö......... Matbaası 'ndan teslim almadığını, idare ile
uzlaşmaya gittiğini, uzlaşamadıkları konuyla ilgili olarak Vergi Mahkemesine dava açtığını,ileri
sürmektedir… Sanığın Vergi Mahkemesine açtığı dava, uyuşmazlık konusu olay bakımından bekletici ön
sorun niteliğinde bulunmadığından sonucunun beklenmesine gerek yoktur” YCGK, 8.04.1991 tarih ve E.
1991/9-81, K. 1991/111 sayılı kararı, www.hukukturk.com, 27.03.2013; “Müsnet suçun 213 sayılı
Kanunun 253. Maddesine göre ait olduğu yılı takip eden takvim yılından başlamak üzere beş yıl süre ile
muhafaza edilmesi gereken defter ve belgelerin usulüne uygun olarak yapılan tebligata rağmen aynı
kanunun 13. Maddesinde gösterilen mücbir sebeplere veya kastı kaldıran diğer nedenlere dayanılmadan
yetkililere ibraz edilmemesiyle oluştuğu ve kararda sözü edilen vergi mahkemesi kararlarının dava
konusu fiille ilgisi bulunmadığı dikkate alınarak tebliğ edilen belgenin aslı ya da onaylı bir örneği
dosyaya getirilip CGK’nın 17.12.1990 gün ve 312-340 sayılı kararında belirlenen ilkelere göre sanıkların
cezai sorumlulukları da değerlendirilmek suretiyle bir sonuca varılması gerekirken vergi mahkemesinin
kararları esas alınarak eksik soruşturmaya beraat kararı verilmesi” Yargıtay 11. CD, 12..03.1998 tarih
ve 1706/1681 sayılı kararı, (Hatipoğlu/Parlar, 2005, s. 221).
192
ortaya çıkarılamadığı için vergi mahkemesi hükmünün de ceza mahkemesini bağlamaması
gerekir. Böyle bir durumda, ceza mahkemesi failin gerçekleĢtirdiği iddia edilen fiilin vergi
kaçakçılığı suçuna veya mükelleflerin özel iĢlerinin yapılması suçuna vücut verip
vermediğini kendi değerlendirmesi sonucunda tespit etmelidir.
4.1.5. Grev veya Lokavtın KanundıĢı Olup Olmadığına ĠliĢkin ĠĢ Mahkemesi
Hükmünün Ceza Davaları Ġçin Kesin Delil OluĢturması (6356 Sayılı Kanun
md. 71, f. 1)
4.1.5.1.
Düzenleme Hakkında Genel Bilgi
18.10.2012 tarihinde kabul edilen ve 7.11.2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu’nun 71’inci
maddesinin birinci fıkrasına göre, “taraflardan her biri, karar verilen veya uygulanmakta
olan bir grev veya lokavtın kanun dışı olup olmadığının tespitini mahkemeden her zaman
talep edebilir. Mahkeme bir ay içinde karar verir. Kararın temyizi hâlinde, Yargıtay bir ay
içinde kesin olarak karara bağlar. Verilecek karar, tarafları, işçi ve işveren sendikasının
üyelerini bağlar ve ceza davaları için kesin delil teşkil eder”. Benzer bir düzenleme bu
kanun ile yürürlükten kaldırılan 2822 sayılı Toplu ĠĢ SözleĢmesi, Grev ve Lokavt
Kanunu’nun 46’ıncı maddesinin birinci fıkrasında da bulunmaktaydı. Söz konusu
düzenlemelerde bir grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin tespitin ceza
davaları için kesin delil oluĢturacağı söylenmiĢ olsa da burada kastedilenin söz konusu
hükmün ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğurmasıdır. Zira bir grev veya lokavtın
kanun dıĢı veya kanuni olduğu görevli veya yetkili mahkeme tarafından tespit edildikten
sonra, bu düzenlemelere göre, ceza mahkemesi bu kararın aksini kabul edemeyecektir678.
678
2822 sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce yürürlükte bulunan 15.07.1963 tarih ve 275 sayılı Toplu ĠĢ
SözleĢmesi Grev ve Lokavt Kanunu’nun 54’üncü maddesinde kanun dıĢı grev ve lokavt suç olarak kabul
edilmiĢ; ancak bu kanunda bir grev veya lokavtın kanuni veya kanun dıĢı olduğunu tespit eden mahkeme
hükmünün ceza davaları için bağlayıcı olacağına iliĢkin bir düzenlemeye yer verilmemiĢti. Yargıtay da bu
kanunun yürürlükte olduğu dönemde vermiĢ olduğu bir kararında kanun dıĢı lokavt suçundan dolayı
yapılan yargılamada, ceza mahkemesinin hukuk mahkemesi kararı ile bağlı olmayacağını, bu nedenle, her
ne kadar lokavtın kanun dıĢı olduğu Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından tespit edilmiĢ olsa da bu konuda
hukuk mahkemesinin verdiği karar ile yetinilemeyeceğine hükmetmiĢtir. Yargıtay’ın söz konusu kararının
özeti Ģu Ģekildedir: “Kanun dışı lokavt iddiası ile açılan bir kamu davasında ceza mahkemesi, lokavtın
sözü edilen kanuni unsurlarını göz önünde tutarak iddia ve savunmayı dengeli bir biçimde araştırmak,
sahip olduğu geniş ve serbest yetkiye dayanarak bütün delilleri her yolla eksiksiz bir şekilde topladıktan
sonra sonuca ulaşmak durumundadır. Ceza mahkemesinin, böyle bir davada hüküm kurarken sadece
hukuk mahkemesi tarafından verilen tesbit kararına dayanması, savunmayı kısıtlar… Bartın 2. A. Hukuk
Mahkemesi 'nin 1978/449 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; yasa dışı lokavtın unsurlarından olan,
işverenin 57 işçiyi işten çıkarmasıyla işyerinde faaliyetin büsbütün ortadan kalkmadığı hususu yeterince
193
6356 sayılı Kanun’daki düzenleme ile ilgili açıklamalara geçmeden önce grev ve
lokavtın tanımı ve bir grev veya lokavtın ne zaman kanun dıĢı bir grev ve lokavt sayılacağı
konusunda kısa bir açıklama yapmanın faydalı olacağı kanısındayız.
4.1.5.2.
Grev ve Lokavtın Tanımı
Bir tanıma göre grev, iĢçilerin, topluca çalıĢmamak suretiyle bir iĢ kolunda veya
iĢyerinde faaliyeti durdurmak veya iĢin niteliğine göre önemli ölçüde aksatmak amacıyla,
aralarında anlaĢarak veyahut bir teĢekkülün aynı amaçla topluca çalıĢmamaları için verdiği
bir karara uyarak iĢ bırakmalarıdır 679. Bir baĢka tanıma göre ise grev, iĢçilerin kolektif
hareket ile iktisadi ve sosyal durumlarını korumak için; iĢyerindeki faaliyeti durdurmak
üzere iĢi bırakmalarıdır680.
2822 sayılı Kanun’un 25’inci maddesinde grevin, kanuni grevin ve kanun dıĢı grevin
tanımının yapıldığı681, özellikle genel anlamda grev ile kanuni grev arasındaki farka dikkat
edilmesinin gerektiği söylendikten sonra, grev için Ģu Ģekilde bir tanım getirilmiĢtir:
“Grev; işçilerin, isteklerini elde etmek üzere iş sözleşmesini geçici bir süre için yerine
getirmeme niyetlerini açıklayan ve topluca veya bir karara uyarak işi bırakmalarıdır”682.
6356 sayılı Kanun’da ise grev Ģu Ģekilde tarif edilmiĢtir: “İşçilerin, topluca
çalışmamak suretiyle işyerinde faaliyeti durdurmak veya işin niteliğine göre önemli ölçüde
aksatmak amacıyla, aralarında anlaşarak veya bir kuruluşun aynı amaçla topluca
çalışmamaları için verdiği karara uyarak işi bırakmalarına grev denir” (md. 58, f. 1).
Grevin aksine lokavt kararını iĢveren, sendikanın kararı ile alabileceği gibi, sendika
kararı olmadan da alabilir. Bir lokavttan söz edebilmek için iĢçilerin iĢveren veya iĢveren
vekili tarafından iĢten uzaklaĢtırılmaları gerekir683. Lokavt ise Ģu Ģekilde tarif edilmektedir:
“lokavt; bir veya birden çok işveren tarafından, bir iş mücadelesi amacına ulaşmak için,
araştırılmadan adı geçen mahkemece hüküm kurulduğu görüldüğü gibi; yerel mahkemenin, sanık ve
vekili tarafından ileri sürülen ve sanığın suç kastına tayinine yarayacak delilleri toplama gereği
duymadan, Bartın 2. A. Hukuk Mahkemesi 'nin 19.9.1978 tarihli kesinleşmiş kararına dayanarak müsnet
suçun oluştuğunu kabul etmesi yerinde bulunmadığından sanık vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile,
direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir” YCGK, 21.04.1980 tarih ve E. 1980/9-110, K.
1980/166 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 05.04.2013.
679
Ersoy, Y. (1973). Çalışma Hürriyetine Karşı Suçlar. Ankara, s. 248.
680
Yarsuvat, D. (1978). Çalışma Ceza Hukuku. Ġstanbul, s. 278.
681
7.11.2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren ve 2822 sayılı kanunu yürürlükten
kaldıran 6356 sayılı kanun’un 58’inci maddesinde de 2822 sayılı kanunda olduğu gibi ilk baĢta grev tarif
edilmiĢ, daha sonra bir grevin hangi durumlarda kanuni hangi durumlarda kanun dıĢı bir grev olacağı
belirtilmiĢtir.
682
Tunçomağ, K. ve Centel, T. (2008). İş Hukukunun Esasları. (5. Bası). Ġstanbul, s. 458.
683
Ersoy, 1973, s. 258.
194
çok sayıda işçinin belli bir plan uyarınca topluca işten uzaklaştırılmasıdır”684. Daha genel
bir tanımda ise lokavt, bir veya birden fazla işverenin işyerini, işçilerin çalışmasına
kapaması olarak tarif edilmiĢtir685.
6356 sayılı Kanun ise lokavtın tanımını Ģu Ģekilde yapmıĢtır: “İşyerinde faaliyetin
tamamen durmasına neden olacak tarzda, işveren veya işveren vekili tarafından kendi
kararıyla
veya
bir
kuruluşun
verdiği
karara
uyarak,
işçilerin
topluca
işten
uzaklaştırılmasına lokavt denir” ( md. 59, f. 1).
4.1.5.3.
Kanun DıĢı Grev ve Lokavt Halleri
6356 Sayılı Kanun bir grev veya lokavtın ne zaman kanuni bir grev veya lokavt
sayılacağını da hükme bağlamıĢtır. Buna göre, toplu iĢ sözleĢmesinin yapılması sırasında
uyuĢmazlık çıkması hâlinde, iĢçilerin ekonomik ve sosyal durumları ile çalıĢma Ģartlarını
korumak veya geliĢtirmek amacıyla, bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılan greve
kanuni grev denir (md. 58, f. 2). Yine aynı Ģekilde, toplu iĢ sözleĢmesinin yapılması
sırasında uyuĢmazlık çıkması ve iĢçi sendikası tarafından grev kararı alınması hâlinde bu
Kanun hükümlerine uygun olarak yapılan lokavta ise kanuni lokavt denir (md. 59, f. 2).
Kanuni grev ve lokavt için aranan Ģartlar gerçekleĢmeden yapılan grev ve lokavta ise
kanun dıĢı grev ve lokavt denilmekte olup (md. 58, f. 3; md. 59, f. 3), bu durumun bir
haksızlık teĢkil etmesi nedeniyle kanun dıĢı grev ve lokavtı gerçekleĢtiren kiĢiler bir takım
yaptırımlarla karĢılaĢmaktadırlar.
Kanundaki düzenlemeleri göz önünde bulundurduğumuzda bir grev veya lokavtı
kanun dıĢı saymamızı gerektiren halleri, bu grev veya lokavtın amacının kanuna uygun
olmaması, grev veya lokavtın kanundaki usule göre yapılmaması ve kanundaki yasak ve
sınırlandırmalara riayet edilmemesi olarak sınıflandırabiliriz686.
4.1.5.3.1. Amaç Unsuru Bakımından Kanun DıĢı Grev veya Lokavt
Kanun, kanuni grevi tarif ederken grevin hangi amaçla yapılabileceğini de
göstermiĢtir. Buna göre bir grevin kanuni grev olarak nitelendirilebilmesi için ekonomik ve
sosyal durumlar ile çalıĢma Ģartlarının korunması veya geliĢtirilmesi amacıyla yapılması
684
685
686
Tunçomağ/Centel, 2008, s. 510.
Yarsuvat, 1978, s. 300.
Ersoy, 1973, s. 247.
195
gerekir. Mesleki amaç olarak adlandırılan bu durum dıĢında yapılan bütün grevler kanun
dıĢı grevdir687.
Kanun dıĢı grevlere örnek olarak mesleki amaç bulunmaksızın kamu organlarının
karar almasını sağlamaya yönelik grevleri 688 ya da kanunlarca yasaklanmıĢ bir hükmü
iĢverene kabul ettirmek için yapılan grevleri gösterebiliriz. Bu bakımdan yalnızca kendi
üyelerinin iĢe alınması amacıyla yapılan grevler, amaç unsuru bakımından kanun dıĢı bir
grevdir689.
Amaç unsuru bakımından kanunda belirtilen amaçlar dıĢında yapılan grevlerle, grev
haklarının kötüye kullanıldığı durumları birbirinden ayırmak gerektiği savunulmaktadır690.
Buna göre, kanunda öngörülen amaç dıĢında yapılan grevler doğrudan kanun dıĢı grevdir.
Buna karĢılık kanuni grev için aranan Ģartlar gerçekleĢmesine rağmen, grevin uygulanması
dürüstlük kuralı ile bağdaĢmıyor ise grevin uygulanmasının bu nitelikte olduğu
mahkemece saptanıp grevin durdurulmasına karar verilinceye kadar grev kanuni grevin
gösterdiği bütün etkileri gösterir.
6356 sayılı Kanun, grevin hangi amaçla yapılması durumunda kanuni bir grev
olacağını belirtmesine rağmen; lokavt açısından bir amaç belirlemesi yapmamıĢtır. Ancak
Kanun’un 72’nci maddesinin ikinci fıkrası düzenlemesinden, lokavtın iĢ yerini temelli
kapalı tutmak amacıyla yapılamayacağı sonucunu çıkarmaktayız. Bunun yanında Yargıtay
örneğin yasal grevi engellemek amacıyla691 veya toplu iĢ sözleĢmesinin getireceği yükün
ağırlığından kurtulmak amacıyla692 yapılan lokavtları kanun dıĢı saymıĢtır.
Çifter, A. (2005). YasadıĢı Grev ve Sonuçları. İktisat Fakültesi Mecmuası, 55(1), s. 470.
Yargıtay da iĢçilerin, devlet güvenlik mahkemeleri kanun teklifini protesto etmek amacıyla yaptıkları
toplu iĢ bırakma hareketinin o dönemde yürürlükte olan 275 sayılı toplu iĢ sözleĢmesi, grev ve lokavt
kanununun 17’inci maddesine göre kanun dıĢı bir grev olacağını belirtmiĢtir. Kararda özetle Ģu husus dile
getirilmiĢtir: “275 sayılı Yasanın 17. maddesinin 1. fıkrasında grevin tanımı yapılmış, 2. fıkrasında ise
yasal ve yasa dışı grevler anlatılmıştır. Anılan madde açıklığına göre dava konusu işçi hareketi yasal
sayılamaz. Topluca iş bırakma şeklinde tezahür eden bu hareket, işçi işveren münasebetiyle ilgili değildir.
TBMM. nde görüşülmekte olan yasa teklifinin yasalaşmasını önlemeye yöneliktir. İşyeri faaliyeti
durduğundan yasa dışı grev fiili oluşmuştur. Bu hususun tesbiti için iş mahkemesi kararına ihtiyaç
yoktur” YCGK, 17.04.1978 tarih ve E. 1978/9-89, K. 1978/140 sayılı kararı, www.hukukturk.com.tr,
08.04.2013.
689
Çifter, 2005, s. 471.
690
Çifter, 2005, s. 472.
691
“Yasal grevi engellemek amacıyla alınan işyerini kapatma kararı gerçek ve samimi olmadığından,
işyerinde kanun dışı lokavt uygulandığının tesbitine ilişkin açılan davanın reddine karar verilmiş olması
isabetsizdir” Yargıtay 9. HD, 07.06.1991 tarih ve E. 1991/9017, K. 1991/9388 sayılı kararı,
www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 08.04.2013.
692
“…Esasen davalı toplu iş sözleşmesinin getireceği yükün ağırlığından söz ederek işyerini kapattığını
savunmuştur ki bu işyerini kapatmak için yasal açıdan bir gerekçe olamaz” Yargıtay 9. HD, 15.06.1990
tarih ve E. 1990/6798, K. 1990/7405 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 08.04.2013.
687
688
196
4.1.5.3.2. Kanunda Öngörülen Usule Uyulmaksızın Yapılan Grev veya Lokavt
Kanuni bir grev ve lokavta iliĢkin usul, kanunda ayrıntılı bir Ģekilde gösterilmiĢtir
(6356 Sayılı Kanun md. 60). Kanun, amaç unsurunun yanında, kanunda öngörülen usule
uyulmaksızın yapılan grev veya lokavtın da kanun dıĢı grev veya lokavt olacağını
belirtmiĢtir. Bir grevin kanuni bir grev olabilmesi için amaç unsurunun yanı sıra, toplu
görüĢme ve arabuluculuk aĢamalarından geçilmesi, belli bir süre içerisinde grev kararının
alınması, kararın karĢı tarafa tebliği için notere tevdi edilmesi, grevin uygulanacağı tarihin
iĢyerinde ilan edilmesi gibi bir takım usuli iĢlemlerin yerine getirilmesi gerekir. Ayrıca
gerek 6356 sayılı Kanunda gerekse de 2822 sayılı ve 275 sayılı Kanunlarda kanun koyucu,
kanuni bir grevden bahsedilebilmesi için grev kararının iĢçi sendikası tarafından alınmıĢ
olmasını Ģart koĢmuĢtur. Bu bakımdan iĢçilerin kendi aralarında anlaĢarak iĢi bırakmaları
durumunda kanun dıĢı bir grev söz konusu olur693.
Benzer usuller lokavt kararı bakımından da öngörülmüĢtür. Kanunda belirtilen usule
uyulmadan yapılan grev veya lokavt kanun dıĢı grev veya lokavt olarak değerlendirilecek
ve kanun dıĢı grev ve lokavta bağlanan sonuçlar ortaya çıkabilecektir.
4.1.5.3.3. Kanunda Öngörülen Yasak ve Sınırlandırmalara Uyulmadan Yapılan
Grev veya Lokavt
Kanun, grev ve lokavtın yapılmasının yasak olduğu durumları belirlemiĢ olabilir.
Böyle bir durumda diğer Ģartlar gerçekleĢmiĢ olsa bile yapılan grev ve lokavt kanun dıĢı
olur694.
6356 sayılı Kanun, önemli gördüğü bazı hizmetlerin devam etmesini sağlamak
amacıyla bu hizmetlerin görüldüğü iĢyerlerinde grev ve lokavt kararı alınamayacağını
düzenlemiĢtir. Buna göre, “Can ve mal kurtarma işlerinde; cenaze işlerinde ve
mezarlıklarda; şehir şebeke suyu, elektrik, doğal gaz, petrol üretimi, tasfiyesi ve dağıtımı
ile nafta veya doğalgazdan başlayan petrokimya işlerinde; bankacılık hizmetlerinde; Millî
Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığınca
doğrudan işletilen işyerlerinde; kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye ve şehir içi toplu
taşıma hizmetlerinde ve hastanelerde grev ve lokavt yapılamaz” (md. 62, f. 1).
693
Ersoy, 1973, s. 251; Tunçomağ/Centel, 2008, s. 470.
694
Ersoy, 1973, s. 264.
197
Bakanlar Kurulu’na da belli Ģartlar altında ve bu Ģartların devam ettiği süre zarfında
grev ve lokavtın geçici süre ile yapılmasının yasaklama yetkisi verilmiĢtir. Buna göre,
“Bakanlar Kurulu, genel hayatı önemli ölçüde etkileyen doğa olaylarının gerçekleştiği
yerlerde bu durumun devamı süresince yürürlükte kalmak kaydıyla gerekli gördüğü
işyerlerinde grev ve lokavtı yasaklayabilir. Yasağın kalkmasından itibaren altmış gün
içinde altı iş günü önce karşı tarafa bildirilmek kaydıyla grev ve lokavt uygulamasına
devam edilir” (6356 sayılı Kanun md. 62, f. 2). Yine Bakanlar Kurulu, karar verilmiĢ veya
baĢlanmıĢ olan kanuni bir grev veya lokavtın genel sağlığı veya millî güvenliği bozucu
nitelikte olması durumunda bu uyuĢmazlıkta grev ve lokavtı altmıĢ gün süre ile
erteleyebilir (6356 sayılı Kanun md. 63, f. 1). Erteleme kararına riayet edilmeden grev
veya lokavta devam edilmesi, grev veya lokavtın kanun dıĢı olması sonucunu doğurur.
Ayrıca bazı durumlarda, mahkemelere de grev ve lokavtı durdurma yetkisi
tanınmıĢtır. Grev veya lokavtın durdurulmasına mahkemece karar verilmiĢ olmasına
rağmen, devam ettirilen grev ve lokavt, kanun dıĢı grev veya lokavt olur. Buna göre,
“taraflardan birinin veya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanının başvurusu üzerine
mahkemece, grev hakkı veya lokavtın iyi niyet kurallarına aykırı tarzda toplum zararına
veya millî servete zarar verecek şekilde kullanıldığının tespit edilmesi hâlinde,
uygulanmakta olan grev veya lokavtın durdurulmasına karar verilir” (6356 sayılı Kanun
md. 72, f. 1). Daha önce de bahsedildiği gibi, bir lokavt iĢ yerini tamamen kapalı tutmak
amacıyla yapılamaz. Bu bakımdan 6356 sayılı Kanun hükümlerine uygun bir Ģekilde
alınmıĢ kanuni bir lokavtın bu amaçla yapıldığı mahkemece tespit edilirse bu lokavtın
kaldırılması gerekir. Aksi takdirde, bu lokavtı uygulayan iĢveren kanun dıĢı lokavtın
sonuçları ile karĢı karĢıya kalır (6356 sayılı Kanun md 72, f. 2).
4.1.5.4.
Grev veya Lokavtın Kanun DıĢı Olup Olmadığının Tespit Edilmesi
4.1.5.4.1. Tespit Davası Açmaya Yetkili Olanlar ve Görevli ve Yetkili Mahkeme
Karar verilen veya uygulanmakta olan bir grev veya lokavtın kanun dıĢı olup
olmadığını taraflar mahkemeden her zaman isteyebilirler. Bir grev veya lokavtın kanun dıĢı
olup olmadığının tespit edilmesinde iĢverenin, sendikanın ve greve katılan iĢçilerin
menfaati vardır695.
695
Narmanlıoğlu, Ü. (2001). İş Hukuku II (Toplu İş İlişkileri). Ġzmir, s. 664.
198
ĠĢçi sendikası karar verilen veya uygulanmakta olan grevin kanuni olduğunun tespit
edilmesini mahkemeden isteyebilir. Bunun yanında sendika alınmıĢ bir lokavt kararının
kanun dıĢı olduğunun tespitini de isteyebilir. Buna karĢılık iĢveren sendikası veya sendika
üyesi olmayan iĢveren, karar verilen veya uygulanmakta olan grevin kanun dıĢı olduğunu
tespit ettirebilir. ĠĢveren veya sendika üyesi olmayan iĢveren, yine karar verilen veya
uygulanmakta olan lokavtın kanuna uygunluğunun tespit edilmesini mahkemeden
isteyebilir.
Bir grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığını tespit etmekle görevli mahkeme iĢ
davalarına bakan mahkemedir (6356 sayılı Kanun md. 79). Yetkili mahkeme ise görevli
makamın bulunduğu yere göre değiĢiklik gösterir. Görevli makamın neresi olduğunu ise
6356 sayılı Kanun’un tanımlar baĢlıklı 2’inci maddesinden hareketle tespit etmek
mümkündür. Anılan maddeye göre görevli makam, “ĠĢyeri toplu iĢ sözleĢmesi için
iĢyerinin, iĢletme toplu iĢ sözleĢmesi için iĢletme merkezinin bağlı bulunduğu ÇalıĢma ve
ĠĢ Kurumu Ġl Müdürlüğünü, aynı ÇalıĢma ve ĠĢ Kurumu Ġl Müdürlüğünün yetki alanına
giren iĢyerleri için yapılacak grup toplu iĢ sözleĢmelerinde bu iĢyerlerinin bağlı bulunduğu
ÇalıĢma ve ĠĢ Kurumu Ġl Müdürlüğünü, birden fazla ÇalıĢma ve ĠĢ Kurumu Ġl
Müdürlüğünün yetki alanına giren iĢyerlerini kapsayacak grup toplu iĢ sözleĢmesi için ise
Bakanlığı (ÇalıĢma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı)” ifade eder (md. 2, f. 1, bent “c”).
4.1.5.4.2. Grev veya Lokavtın Kanun DıĢı Olup Olmadığını Tespit Eden Mahkeme
Hükmünün Açılacak Davalara Etkisi
2822 Sayılı Kanun Döneminde
2822 sayılı TĠSGLK’nın 46’ıncı maddesinde bir grev veya lokavtın kanun dıĢı olup
olmadığına iliĢkin yetkili iĢ mahkemesinin vermiĢ olduğu tespit hükmünün grev ve
lokavtın taraflarını ve iĢçi ve iĢveren sendikasının mensuplarını bağlayacağı ve ceza
davaları için de kesin delil teĢkil edeceği hüküm altına alınmıĢtı. Burada her ne kadar hangi
ceza davasının olduğu belirtilmemiĢ olsa da verilen bu tespit hükmünün, kanun dıĢı grev
veya lokavtla bağlantılı fiiller nedeniyle yapılan yargılama bakımından bağlayıcı olacağı
açıktı. Zira kanunda kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin bazı fiiller suç olarak kabul
edildiğine göre, bu fiillere iliĢkin yapılan yargılamalardaki ön sorun, söz konusu grev veya
lokavtın kanun dıĢı olup olmadığıdır. Kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin hangi fiillerin suç
teĢkil ettiği ise Kanun’un 70 ile 75’inci maddeleri arasında düzenlenmiĢti. 2822 sayılı
Kanun dönemine iliĢkin olarak Kanun’un 46’ıncı maddesinde yer alan ifade sebebiyle,
199
kanun dıĢı grev ve lokavtla bağlantılı fiiller nedeniyle açılacak ceza davasında
mahkemenin, daha önceden grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin bir
mahkeme kararı var ise bu karar ile bağlı olacağı belirtilmekteydi. Hatta henüz iĢ
mahkemesi tarafından bir karar verilmemiĢ olsa bile, yargılamayı yapacak ceza
mahkemesinin iĢ mahkemesinin kararını beklemesi gerektiği savunulmaktaydı696.
Bu görüĢün 2822 sayılı Kanun düzenlemesi ile uyum arz ettiğini söylememiz gerekir.
Zira Kanun, iĢ mahkemesinin tespit hükmünün ceza mahkemeleri için bağlayıcı olacağını
kabul ettiğine göre, eğer iĢ mahkemesinde grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına
iliĢkin bir dava açılmıĢ ise kanundaki düzenlemeye iĢlerlik kazandırmak için ceza
mahkemesi iĢ mahkemesinin bu kararını beklemeliydi. Aksi takdirde, aynı konuya iliĢkin
olarak birbiriyle çeliĢen hükümlerin çıkması söz konusu olabilecekti. Her ne kadar iĢ
mahkemesinin tespit hükmü ceza davaları için bağlayıcı etkiye sahip olacaktıysa da
kanundaki düzenlemeler karĢısında grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığı iĢ
mahkemesi tarafından her zaman için tespit edilememekteydi. Zira 2822 sayılı Kanun’da
grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığının tespitinin mahkemeden her zaman
istenebileceği belirtilmiĢ olsa da gerek öğreti697 gerekse de Yargıtay kararlarında698 grev
veya lokavtın uygulanması imkanı ortadan kalktıktan sonra, tespit davasının açılamayacağı
kabul edilmekteydi. Durum böyle olunca da ceza yargılamasını yapabilmek için iĢ
mahkemesinin tespit hükmünün varlığını mutlaka aramak, kanun dıĢı olup olmadığı tespit
edilmemiĢ veya uygulanmaları bittiği için tespit davası açılamayacak bir grev veya
lokavttan dolayı, bu fiiller suç teĢkil etmiĢ olsaydı bile, ceza yargılamasının yapılamaması
sonucunu doğuracaktı. Bu nedenle grev veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığının tespit
edilmediği durumlarda, grev veya lokavta iliĢkin suç teĢkil eden fiillerden dolayı
yargılamayı yapan ceza mahkemesi, ilk baĢta grev veya lokavtın kanun dıĢı olup
olmadığını kendisi tespit etmeliydi.
696
697
698
Tunçomağ/Centel, 2008, s. 502; Kanımızca 2822 sayılı Kanunda iĢ mahkemesinin tespit hükmünün
bağlayıcı olacağına iliĢkin bir düzenleme bulunmamıĢ olsaydı dahi ikinci bölümde belirttiğimiz Ģartların
yerine gelmiĢ olması kaydıyla, yine iĢ mahkemesinin grevin veya lokavtın kanun dıĢı olup olmadığına
iliĢkin tespit hükmü ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olacaktı.
Tuncay, C. Toplu İş Hukuku. (2010). Ġstanbul, s. 326; Narmanlıoğlu, 2001, s. 666.
“Bundan başka, 2822 sayılı Yasa'nın 46. maddesi içeriğine göre, karar verilen veya uygulanmakta olan
bir grev veya lokavtın kanun dışı olup olmadığının tespitine karar verilebilir. Şayet uygulanmakta olan
bir grev sona erdirilmişse, artık tesbit davası açılamaz. İşverenin greve iştirak etmiş olan işçilerin iş
akitlerini feshetmiş olması halinde, uygulanmakta olan bir grevden söz edilemez. Bölge Çalışma
Müdürlüğünün yazısında, davacı işçilerin iş akitlerinin olaydan sonra ve bu davadan önce 29.7.1991
tarihinde feshedildiği yazılıdır. Gerçekten, davalıların iş akitlerinin davadan önce işveren tarafından
feshedilmişse, işveren böyle bir tespit davası açamayacağından, davanın öncelikle bu noktadan reddine
karar vermek gerekir” Yargıtay Nöbetçi Hukuk Dairesi, 03.08.1992 tarih ve E. 1992/9927, K. 1992/8768
sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 08.04.2013.
200
Ceza mahkemesinin, iĢ mahkemesinin tespit hükmü ile bağlılığı sadece grev veya
lokavtın kanun dıĢı olup olmaması noktasındadır. Esasen, iĢ mahkemesi grev veya lokavtın
kanuni olduğunu tespit ettikten sonra, ceza mahkemesi kanun dıĢı grev veya lokavtla
bağlantılı fiillerden dolayı yaptığı yargılamada failler hakkında beraat kararı vermek
zorunda kalacaktı. Bu noktada asıl sorun ise iĢ mahkemesinin grev veya lokavtın kanun
dıĢı olduğunu tespit etmesi durumunda çıkmaktaydı. ĠĢ mahkemesinin grev veya lokavtın
kanun dıĢı olduğunu tespit ettiği durumlarda da ceza mahkemesinin suçun oluĢup
oluĢmadığını ayrıca değerlendirmesi gerekirdi. BaĢka bir ifadeyle, grev veya lokavtın
kanun dıĢı olduğunun tespit edilmiĢ olması, ceza mahkemesinin failleri mutlaka
cezalandıracağı anlamına gelmiyordu
699
. Örneğin 2822 sayılı Kanun’un 70’inci
maddesinin dördüncü fıkrasında kanun dıĢı greve katılanların adli para cezası ile
cezalandırılacakları hüküm altına alınmıĢtı. Grevin kanun dıĢı olduğunun tespit edilmesine
rağmen, iĢçinin bu karardan haberi olmayarak grevin kanuni olduğunu düĢünmesi
neticesinde bu greve katılması durumunda, ceza mahkemesinin bu suçun failini içerisine
düĢmüĢ olduğu hata halinden yararlandırması gerekirdi.
6356 Sayılı Kanun Döneminde
6356 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesi ile kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin fiiller
suç olmaktan çıkmıĢ; karĢılıklarında idari para cezası öngörülerek bu fiillerin artık kabahat
türünden bir haksızlık olduğu kabul edilmiĢtir. Kanun dıĢı grev ve lokavt kapsamında
hangi fiillerin yaptırımla karĢılaĢacağı ise Kanun’un 78’inci maddesinde gösterilmiĢtir700.
ÇalıĢmamızla doğrudan bağlantılı olmadığı için Kanunun 78’inci maddesinde kanun dıĢı
grev ve lokavta iliĢkin fiilleri ayrı ayrı değerlendirmeye tabi tutmayacağız.
Her ne kadar Kanun’da belirtilmemiĢ olsa da bir önceki baĢlıkta 2822 sayılı Kanun
döneminde, kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin suç teĢkil eden fiilleri yargılayan ceza
699
700
Tuncay, 2010, s. 329; Yarsuvat, 1978, s. 341.
Her ne kadar Kanunda kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin bir takım fiillerin kabahat türünden haksızlıklar
olduğu kabul edilmiĢ olsa da Kanun’un 71’inci maddesinde iĢ mahkemesinin tespit hükmünün ceza
davaları için kesin delil teĢkil edeceği hükmü hala bulunmaya devam etmektedir. Bu düzenleme 2822
sayılı Kanun döneminde bir anlam ifade etmekteydi. Zira söz konusu Kanun döneminde kanun dıĢı grev
ve lokavta iliĢkin bir takım fiiller suç olarak kabul edildikleri için bu suçlarla bağlantılı yapılan
yargılamalar da teknik anlamda bir ceza yargılaması olacaktı. Oysa 6356 sayılı Kanun ile kanun dıĢı grev
ve lokavta iliĢkin bir takım fiillerin kabahat türünden haksızlık olarak kabul edilmesi karĢısında, bu
fiillerle bağlantılı yapılacak bir ceza yargılaması da bulunmayacaktır. Her ne kadar ilgililer, haklarında
kesilen idari para cezasına Kabahatler Kanunu’nun 27’inci maddesi gereğince itiraz etme imkanına sahip
olsalar ve bu itirazı inceleyecek merci sulh ceza mahkemesi olsa da bu durumda sulh ceza mahkemesinin
yapacağı yargılama teknik anlamda bir ceza yargılaması olmayacaktır. Açıklanan nedenlerden dolayı,
kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin bir takım fiillerin suç olmaktan çıkarılmasına karĢılık, grev veya
lokavtın kanun dıĢı olup olmadığının tespit edilmesinin ceza davaları için kesin delil teĢkil edeceğini
söylemek, kanun yapma tekniği ile örtüĢmemektedir.
201
mahkemesi için yapılan tespitler, idari para cezasını uygulayacak idari makam 701 ve bu
makamın kararına karĢı itiraz edilmesi durumunda itirazı inceleyecek olan sulh ceza
mahkemesi için de geçerlidir. BaĢka bir deyiĢle, eğer grev veya lokavtın kanuni olduğu iĢ
mahkemesi tarafından tespit edilmiĢse grev veya lokavta karar veren veya greve katılan
kiĢiler hakkında, bu fiillerinden dolayı idari para cezasına hükmedilemeyecektir. Böyle bir
para cezasına hükmedilmesi ve bu karara itiraz edilmesi durumunda, itiraz mercii olan sulh
ceza mahkemesi iĢ mahkemesinin kararı ile bağlı olacaktır. Ayrıca grev veya lokavtın
kanun dıĢı olup olmadığına iliĢkin iĢ mahkemesinde bir dava açılmıĢ ise idare, bu davanın
sonucuna kadar ilgililer hakkında herhangi bir yaptırım kararı vermemelidir. Diğer taraftan
grev veya lokavt sona erdikten sonra da iĢ mahkemesi tarafından herhangi bir tespit
yapılmamıĢ olsa dahi ilgililer hakkında idari para cezası verilebilecektir.
4.2. Diğer Ceza Mahkemeleri Tarafından Verilen Hükümlerin Ceza Mahkemesi Ġçin
Bağlayıcılığına Dair Düzenlemelerin Değerlendirilmesi
4.2.1. Hakaret Suçunda Ġsnadın Ġspatlanması (TCK md. 127, f. 1)
Ġspat hakkını, hakaret eden faile yaptığı isnadın ispatlanması durumunda ceza
verilmemesi olarak tarif edebiliriz 702 . Ġsnadın ispatına iliĢkin düzenlemelerin amacı,
kesinleĢmiĢ bir yargılamaya konu olmuĢ bir fiilin tekrardan araĢtırılmasının önüne
geçmektir. Bu tarz ispat kuralları sayesinde, bir taraftan birbiriyle çeliĢen mahkeme
hükümlerinin ortaya çıkması engellenmekte; diğer taraftan yargılamaya katılanlar,
hakkında kesinleĢmiĢ mahkeme hükmü bulunan fiiller ile ilgili yeniden gerçeği ortaya
çıkarma mecburiyetinden kurtarılmaktadırlar703. Bu sayede, eğer hakaret edilen bu fiilden
dolayı kesinleĢmiĢ bir hüküm ile mahkum olmuĢ ise hakaret eden; eğer hakaret edilen bu
fiilden dolayı kesinleĢmiĢ bir hüküm ile beraat etmiĢ ise hakaret edilen lehine bir ispat
kolaylığı sağlanmıĢ olmaktadır.
Ġsnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler gerek bağlayıcılık etkisinin aleyhinde gerekse
de bağlayıcılık etkisinin lehinde görüĢ bildiren yazarlar tarafından bir dayanak noktası
olarak görülmüĢtür.
701
702
703
Kanun’da idari para cezasını kesmeye yetkili makamın ÇalıĢma ve ĠĢ Kurumu Ġl Müdürü olduğu
belirtilmiĢtir (md. 78, f. 3).
Soyaslan, D. (2014). Ceza Hukuku Özel Hükümler. (GüncelleĢtirilmiĢ 10. Baskı). Ankara, s. 331.
BayObLG, Urteil vom 7.09.1960-RevReg. 1 St 387/60. (1961). NJW, s. 85.
202
Bir görüĢe göre, isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler göstermiĢtir ki mahkeme
hükümlerinin birbiri için bağlayıcı olabilmesi, bu konuda açık bir kanuni düzenlemeyi
gerekli kılar. Mahkemenin adil ve gerçek bir hükme ulaĢma mecburiyeti, ancak kanuni bir
düzenleme ile sınırlandırılabilir. Bir ceza mahkemesinin, baĢka bir uyuĢmazlık konusu
hakkında karar vermiĢ mahkemenin hükmü ile bağlılığı konusunda genel bir kanuni
düzenleme bulunmadığı için bağlayıcılığı kabul etmek, ceza muhakemesinde geçerli olan
ilkelerle; özellikle de maddi gerçeğin araĢtırılması ilkesi ile bağdaĢmaz. Bu bakımdan
isnadın ispatı gibi düzenlemeler münferit düzenlemelerdir. Ġstisna teĢkil eden bu
düzenlemelerden hareket edildiğinde, ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile
bağlı olduğuna iliĢkin bir sonuca değil; bunun tam aksine, ceza mahkemesinin diğer
mahkemelerin verdikleri hükümler ile kural olarak bağlı olmadığı sonucuna ulaĢılır704.
Buna karĢılık, bağlayıcılık etkisinin söz konusu olabilmesi için ceza yargılamasında
sanık olarak bulunan kiĢinin önceki yargılamanın taraflarından birisi olması gerektiğini
savunan yazarlar da görüĢlerine kanıt olarak hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin
düzenlemeleri göstermektedirler705. Bu yazarlara göre, isnadın ispatı durumunda, örneğin
A Ģahsı hakkında yapılan yargılama sonucunda kurulan hüküm (isnat edilen suç hakkında),
B Ģahsı hakkında yapılan yargılamaya (hakaret suçu hakkında) doğrudan etki etmektedir.
Eğer B Ģahsı bakımından, kendisinin tarafı olmadığı bir yargılamanın sonucu, bu kiĢi
hakkındaki yargılamanın sonucuna etki edebiliyorsa; kendisinin tarafı olduğu bir yargılama
sonucunda kurulan hükmün, bu kiĢi hakkında yapılan diğer yargılamaya evleviyetle etki
etmesi gerekir (Erst-recht-Schluss)706.
Bu konuda ileri sürülen üçüncü bir görüĢe göre, hakaret suçunda isnadın ispatına
iliĢkin düzenlemeler, bir ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri ile bağlı olacağına
veya bağlı olmayacağına iliĢkin bir kanıt olarak görülemezler 707 . Yine bu görüĢteki
yazarlara göre, her ne kadar isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler ile daha önceki mahkeme
hükmünün, daha sonraki mahkemeyi bağlayacağı kabul edilmiĢ olsa da; bu düzenleme dahi
açık bir Ģekilde bağlayıcılığın ancak kanunla düzenlenmesini gerektiren bir hüküm ihtiva
etmemektedir 708 . Diğer taraftan, bu düzenlemelerde her iki yargılamada sanık olarak
bulunan kiĢilerin farklı olması durumunda isnat edilen suça iliĢkin yargılama sonucunda
verilen hükmün, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamaya etki edeceği hüküm altına
704
705
706
707
708
Schmidt, E, 1964, Rn. 322; Schmidt, G, 1966, s. 93; Abel, 1961, s. 75.
Grunsky, 1968, s. 230.
Grunsky, 1968, s. 230.
Tolksdorf, 1999, s. 738.
Tolksdorf, 1999, s. 739; Waldeyer, 2006, s. 193.
203
alınmaktadır. Bu düzenlemelerde tarafların aynılığı halinde bağlayıcılık etkisinin
oluĢacağına dair bir hüküm de bulunmamaktadır709.
Daha önce de açıkladığımız gibi, bir ceza mahkemesinin diğer mahkeme hükümleri
ile bağlılığını esas olarak hukuk düzeninin birliği çerçevesinde ele almak gerekir. Bu
yönüyle hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeleri, ceza mahkemesinin diğer
mahkeme hükümleri ile bağlı olmayacağına kanıt olarak gösteren görüĢte isabet yoktur. Bu
yazarlara göre, ceza mahkemesi kural olarak diğer mahkeme hükümleri ile bağlı değildir.
Hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler bunun bir istisnasını oluĢturur.
Kanımızca
da
hakaret
suçunda
isnadın
ispatına
iliĢkin
düzenlemeler
istisnai
düzenlemelerdir. Ancak bu istisnailik, bağlayıcılık etkisinin genel olarak kabul edilmemesi
bakımından değil, taraf aynılığı bakımından kabul edilmiĢtir. BaĢka bir deyiĢle, kanun
koyucu bu düzenlemeler ile istisnai olarak her iki yargılamada farklı sanıklar bulunmasına
rağmen, önceki mahkeme hükmünün hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapacak
mahkeme için bağlayıcı olacağını kabul etmiĢtir.
4.2.1.1.
TCK md. 127’deki Düzenleme Hakkında Genel Bilgi
Hakaret suçunda isnadın ispatlanmasını düzenleyen TCK’nın 127’inci maddesinin
birinci fıkrasına göre, isnat edilen ve suç oluĢturan fiilin ispat edilmiĢ olması halinde kiĢiye
ceza verilmez. Bu suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleĢmiĢ bir mahkumiyet
kararı verilmesi halinde, isnat ispatlanmıĢ sayılır. Bunun dıĢındaki hallerde isnadın ispat
isteminin kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaĢılmasında kamu
yararının bulunmasına veya Ģikayetçinin ispata razı olmasına bağlıdır.
TCK’da “Hakaret Suçu” seçimlik hareketli bir suç olarak düzenlenmiĢtir. Seçimlik
hareketlerden birincisi bir kimseye onur, Ģeref ve saygınlığını rencide edebilecek Ģekilde
somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi; seçimlik hareketlerden ikincisi ise bir kimsenin
onur, Ģeref ve saygınlığına sövmek suretiyle hakaret edilmesidir. Ġsnadın ispatının yalnızca
birinci seçimlik harekete münhasır kılınmasının gerektiği, buna karĢılık mağdura
sövülmesi durumunda, bir olumsuz değer yargısı ileri sürüldüğü için, bunun ispatına
olanak bulunmadığı, bu nedenle sövmek suretiyle hakaret suçunun iĢlenmesi durumunda
isnadın ispatının mümkün olmadığı haklı olarak belirtilmektedir710.
709
710
Tolksdorf, 1999, s. 739.
Dönmezer, S. (2001). Kişilere ve Mala Karşı Cürümler. (16. Bası). Ġstanbul, s. 295; Önder, A. (1994).
Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler ve Bilişim Alanında Suçlar. Ġstanbul, s. 252; Artuk, M. E., Gökcen, A.
204
Hakaret teĢkil eden isnadın ispatına iliĢkin olarak TCK ikili bir ayrım yapmıĢtır.
Birincisi hakarete konu fiilin suç oluĢturması, ikincisi ise hakarete konu fiilin suç
oluĢturmaması halidir 711 . Birinci halde isnat edilen fiile iliĢkin olarak yapılan ceza
yargılaması sonucunda verilen mahkumiyet hükmü, hakaret suçundan dolayı yapılan
yargılamaya doğrudan etki etmektedir. Hakarete konu fiilin suç teĢkil etmemesi
durumunda ise ya isnat edilen fiilin doğru olup olmadığının anlaĢılmasında kamu yararı
bulunmalı ya da Ģikayetçi ispata razı olmalıdır712. Biz de hakaret suçunda isnadın ispatına
iliĢkin açıklamaları bu ayrıma göre yapmaya çalıĢacağız.
4.2.1.2.
Ġsnat Edilen ve Aynı Zamanda Suç TeĢkil Eden Fiiller Hakkında Verilen
Hükümlerin Hakaret Suçundan Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi
Ġsnadın konusunu suç teĢkil eden bir fiil oluĢturuyorsa TCK’nın 127’inci maddesinin
birinci fıkrasının uygulanabilmesi için bu suç dolayısıyla henüz bir hüküm verilmemiĢ
olması gerekir713.
TCK’da kabul edilen sisteme göre, isnadın konusunun suç teĢkil etmesi durumunda,
hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin bu konuda bekletici sorun kararı
711
712
713
ve Yenidünya, A. C. (2013). Ceza Hukuku Özel Hükümler. (YenilenmiĢ ve Gözden GeçirilmiĢ 13. Baskı).
Ankara, s. 514; Tezcan, D. Erdem, M. R. ve Önok, M. (2013). Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku. (9.
Baskı). Ankara, s. 482; Özbek, V.Ö., Kanbur, M. N., Doğan, K., Bacaksız, P. ve Tepe, Ġ. (2014). Türk
Ceza Hukuku Özel Hükümler. (GeniĢletilmiĢ ve GüncellenmiĢ 7. Baskı). Ankara, s. 502; Üzülmez, Ġ.
(2010, Nisan). Hakaret Suçu. CHD, (12), s. 60; Dülger, Ġ. (2009). 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun
127. Maddesinin Anayasaya Uygunluğu Sorunu. 3. Yılında Yeni Ceza Adaleti Sistemi (Editör: Öztürk,
Bahri), Ankara, s. 571; Soyaslan, 2014, s. 331; “765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 481. ve 5237 sayılı Türk
Ceza Yasası’nın 127. maddesinde düzenlenen ispat hakkının belirli bir fiil isnadına dayanan hakaret
suçlarında söz konusu olması, yargılamaya konu kamu davasının ise sövme suçuna ilişkin bulunması
karşısında, soruşturmanın bu yönde genişletilmesine gerek bulunmadığı” YCGK, 11.07.2006 tarih ve 4162/181 sayılı kararı, (Parlar, A. ve Hatipoğlu, M. (2008). Hakaret Suçları ve Tazminat Davaları.
Ankara, s. 280).
Üzülmez, 2010, s. 61.
TCK’nın Adalet Alt Komisyonu’nda kabul edilen Tasarı metninin 129’uncu maddesinde isnadın ispatı
sırf suç teĢkil eden fiiller bakımından kabul edilmiĢti. Tasarı metninin 129’uncu maddesinin birinci fıkrası
Ģu Ģekilde idi: “İsnat edilen ve suç oluşturan fiilin ispat edilmiş olması halinde kişiye ceza verilmez. Bu
suç nedeniyle hakaret edilen hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı verilmesi halinde, isnat
ispatlanmış sayılır” (TBMM Adalet Komisyonu ile Genel Kurulunda Türk Ceza Kanunu Tasarısının
Maddeleri Üzerindeki GörüĢmeler, Adalet Bakanlığı Yayın ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı, Ankara, s. 491).
Madde üzerinde 05.07.2004 tarihinde Adalet Komisyonundaki görüĢmeler sonucunda, maddenin bu
haliyle Anayasa’ya aykırı olacağı sonucuna varılmıĢ ve maddenin birinci fıkrasının sonuna “Bunun
dışındaki hallerde ispat isteminin kabulü ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaşılmasında
kamu yararı bulunmasına veya şikayetçinin ispata razı olmasına bağlıdır” ifadesinin konulmasına karar
verilmiĢtir. Böylece TCK’nın 127’inci maddesinde isnadın ispatının Ģartları, suç teĢkil eden fiilin isnat
edilmesi ve suç teĢkil etmeyen fiilin isnat edilmesi durumuna göre ayrı ayrı oluĢturulmuĢtur (TBMM
Adalet Komisyonu ile Genel Kurulunda Türk Ceza Kanunu Tasarısının Maddeleri Üzerindeki
GörüĢmeler, Adalet Bakanlığı Yayın ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı, Ankara, s. 492-494).
Üzülmez, 2010, s. 61.
205
vermesi gerekir714. Zira madde gerekçesinden de anlaĢıldığı üzere, isnadın doğruluğunun
ispatı ancak isnat edilen suçu yargılamakla görevli mahkeme huzurunda söz konusu
edilebilir 715 . Bu durumla bağlantılı olarak öğretide ikili bir ayrım yapılmaktadır. Buna
göre, isnat edilen ve suç teĢkil eden fiil bakımından baĢlamıĢ bir soruĢturma veya
kovuĢturma var ise hakaret davasına bakan mahkemenin bekletici sorun kararı vereceği;
buna karĢılık, isnat edilen fiille ilgili henüz baĢlamıĢ bir soruĢturma ve kovuĢturmanın
bulunmaması durumunda, isnadın konusunu oluĢturan fiille ilgili yargılamanın normal
ispat kurallarına göre yürüyeceği, ancak neticede verilen hükmün hakaret davasına bakan
mahkeme bakımından bağlayıcı olacağı savunulmaktadır716.
Kanımızca hakaret suçundan dolayı yargılama yapıldığı esnada, isnat edilen fiille
ilgili bir soruĢturma ve kovuĢturma baĢlamıĢ olsun veya olmasın, hakaret suçundan dolayı
yargılamayı yapan mahkemenin bu konuda bekletici sorun kararı vermesi gerekir. Zira
CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrasına göre, ceza mahkemesi görevli mahkemede
henüz bir dava açılmamıĢ olsa bile, dava açılması ile ilgili olarak bekletici sorun kararı
714
715
716
Artuk/Gökcen/Yenidünya, 2013, s. 515. Konuya iliĢkin olarak madde gerekçesinde Ģu ifadelere yer
verilmiĢtir: “Bu sistemde, isnadın doğruluğunun ispatı, hakaret suçundan dolayı açılan davanın
görüldüğü mahkemede yapılmamaktadır. Hakaret suçunun işlendiğinden bahisle açılan davanın
görüldüğü mahkeme, yapılan somut vakıa isnadının bir suç oluşturması durumunda, bu suçun gerçekten
işlenmiş olup olmadığının ortaya çıkarılmasını bekletici mesele kabul ederek, bu nedenle açılmış veya
açılacak olan davanın sonucunu beklemelidir”.
“Olay günü Cumhuriyet Halk Partisi İlçe Kongresinde konuşan katılan sanık Hamdi Yakut'un Oto Gül
Sanayi Ticaret Limited Şirketinin sahibi olan katılan Şerafettin Güleç ile aynı şirketin müdürü olan diğer
müşteki Yalçın Görgöz'e "Oto Gül Servisinin müdürü Yalçın Görgöz partimizin aracına 700 TL'lik sahte
fatura keserek partimizi dolandırmıştır" diyerek hakaret ettiğinden bahisle dava açılması ve sanık Hamdi
Yakut'un iddiasına kanıt olarak sözlerinde bildirdiği faturada belirtilen ve fiyatlandırılan debriyaj setinin
aslında hiç değiştirilmemiş olduğuna ilişkin araç tamir ustasının imzasının da bulunduğu 18.06.2005
tarihli tutanağı dosyaya sunması karşısında, isnat edilen fiilin suç oluşturması nedeniyle TCK'nın 127.
maddesi uyarınca isnadın ispatı açısından mahkemece re'sen sanığın sahte fatura ve dolandırıcılık
iddiası ile ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunması için süre verilerek, isnat hakkındaki
süreç, kesin hüküm veya kesinleşmiş kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilinceye kadar bekletici mesele
yapılmak suretiyle sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, eksik
araştırma ve yetersiz gerekçeyle hükümlülük kararı verilmesi,” Yargıtay 4. CD, 18.06.2013 tarih ve E.
2013/3795, K. 2013/19645 sayılı kararı.
Hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkemenin, dolandırıcılık ve belgede sahtecilik suçlarından
dolayı yapılan yargılamaların sonuçlarını beklemesi gerektiğini belirtmesi bakımından, Yargıtay’ın söz
konusu kararı isabetlidir. Ancak söz konusu karar, hakaret suçu sanığına dolandırıcılık ve belgede
sahtecilik suçlarından dolayı Cumhuriyet Savcılığı’na baĢvuruda bulunması için süre verileceğini
belirtmesi bakımından isabetsizdir. Zira gerek dolandıcılık suçu gerekse de resmi ve özel belgede
sahtecilik suçları resen takip edilen suçlardır. Bu suçlarla ilgili mağdur veya suçtan zarar gören yetkili
makamlara bir baĢvuruda bulunmuĢ olmasa bile, durumdan haberdar olan Cumhuriyet savcılığı, kamu
davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen iĢin gerçeğini araĢtırmaya, baĢka bir
deyiĢle soruĢturmaya baĢlar (CMK md. 160, f. 1). Dolayısıyla hakaret suçundan dolayı yargılama yapan
mahkeme, isnada iliĢkin fiilin suç teĢkil etmesi durumunda, hakaret suçu sanığına herhangi bir süre
vermeksizin, doğrudan kendisi ilgili Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmalı ve isnat
hakkındaki sürecin sonuçlanmasına kadar bekletici sorun kararı vermelidir.
Özbek/Kanbur/Doğan/Bacaksız/Tepe, 2014, s. 503.
Üzülmez, 2010, s. 63.
206
verebilmektedir. Bu bakımdan hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkeme de
isnat edilen fiille ilgili bir soruĢturma ve kovuĢturmanın yapılmadığını tespit etmesi
halinde, durumdan yetkili Cumhuriyet savcılığını haberdar edecek, bu suçla ilgili bir dava
açılması üzerine, bu konuda bir hüküm verilinceye kadar, hakaret suçundan dolayı yapılan
yargılamayı bekletecektir.
4.2.1.2.1. Mahkumiyet Hükmünün Etkisi
TCK’nın 127’nci maddesinin birinci fıkrasına göre, isnadın bir suça iliĢkin olması ve
bu suçtan dolayı hakaret edilenin mahkum olması ve bu kararın kesinleĢmesi durumunda
isnat ispatlanmıĢ sayılır717. BaĢka bir deyiĢle, hakaret suçunun mağduru, bir suç iĢlediği
gerekçesi ile hakarete maruz kalmıĢ ise hakaret suçundan dolayı yargılama yapan
mahkeme, bu kiĢinin isnat edilen fiili iĢleyip iĢlemediğini araĢtırmak zorundadır. Eğer bu
kiĢi, baĢka bir mahkeme tarafından yargılanır ve kesinleĢmiĢ bir hükümle mahkum edilir
ise; o zaman bu hüküm, hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkemeyi bağlar718.
Bu durumda isnat edilen suça iliĢkin yapılan yargılama sonucunda verilen mahkumiyet
hükmü, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamaya doğrudan etki eder. BaĢka bir
deyiĢle, bu mahkumiyet kararı karĢısında, kendisine hakaret edilen kiĢi, hakaret suçundan
dolayı yapılan yargılamada kendisine isnat edilen fiili iĢlemediğini iddia edemez. Hakaret
suçunun mağdurunun bu hususa iliĢkin ortaya konulmasını istediği delil, CMK’nın 206’ncı
maddesinin ikinci fıkrası gereğince mahkeme tarafından reddedilmelidir. Zira delil ile ispat
edilmek istenilen olay bir baĢka mahkeme hükmü ile aydınlatılmıĢtır. Bu nedenle
mağdurun olaya iliĢkin sunacağı delillerin hakaret suçundan dolayı yargılama yapan
mahkemenin kararına bir etkisi bulunmayacaktır. Hakaret suçundan dolayı yargılama
yapan mahkeme, bu konuda bir araĢtırma yapmadan, verilen mahkumiyet kararı ile bağlı
olur.
Ġsnat edilen fiile iliĢkin olarak hakaret edilen kiĢinin mahkum olması ve bu hükmün
kesinleĢmesi yeterlidir. Bu bakımdan bu kiĢi hapis cezasının haricinde adli para cezasına
da mahkum olmuĢ veya bu kiĢi hakkında verilen kısa süreli hapis cezası seçenek
yaptırımlara da çevrilmiĢ ve hatta bu kiĢi hakkında sadece güvenlik tedbirlerine
717
718
Soyaslan, 2014, s. 334; Artuk/Gökcen/Yenidünya, 2013, s. 514.
Waldeyer, 2006, s. 189.
207
hükmedilmiĢ olabilir. Belirtilen durumların hepsinde hükmün kesinleĢmiĢ olması Ģartıyla,
isnadın ispat edildiğinin kabulü gerekir719.
Ġsnat edilen fiile iliĢkin olarak hakaret edilen kiĢi hakkında verilen hükmün
açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi durumunda, nasıl bir yol izleneceğinin
de açıklığa kavuĢturulması gerekir. Hemen belirtelim ki yargılamayı yapan mahkeme sanık
hakkında bir mahkumiyet hükmü kurduktan sonra hükmün açıklanmasının geri
bırakılmasına karar vermektedir. Hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı
verilen kiĢinin denetim süresi içinde kasten yeni bir suç iĢlememesi ve denetimli serbestlik
tedbirlerine iliĢkin hükümlere uygun davranması nedeniyle davanın düĢmesine karar
verilmesinin (CMK md. 231, f. 10) isnadın ispat edilmemiĢ sayılması sonucunu
doğurmayacağı düĢüncesindeyiz.
Bu bakımdan hakaret suçundan dolayı yargılamayı
yapan mahkeme, isnat edilen fiile iliĢkin olarak sanık hakkında verilen hükmün
açıklanmasının geri bırakılması kararına iliĢkin dava dosyasını, bu karar kesinleĢtikten
sonra, CMK md. 231, f. 13 hükmü çerçevesinde isteyebilir. Bu mahkeme, sanık hakkında
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiğini tespit ettikten sonra, hakaret
suçundan dolayı yargılanan kiĢinin isnadının ispatlandığını kabul ederek, bu kiĢi hakkında
beraat kararı vermelidir720.
719
720
Üzülmez, 2010, s. 62; aksi görüĢ için bkz. Artuk/Gökcen/Yenidünya, 2013, s. 515.
Yargıtay ise Ceza mahkemesi kararının hukuk mahkemesi kararına iliĢkin olarak vermiĢ olduğu bir
kararında, ceza mahkemesi tarafından verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının olayın
tespiti bakımından hukuk mahkemesini bağlamayacağına hükmetmiĢtir. Yüksek mahkemenin vermiĢ
olduğu kararın özeti Ģu Ģekildedir: “Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ceza
mahkemesince verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hukuki niteliğinin ne olduğu;
buna göre 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun 53. maddesi uyarınca hukuk hakimini bağlayıp
bağlamayacağı noktasında toplanmaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı kesin bir
mahkumiyet anlamında değildir. Bu nedenle ortada ceza hukuku anlamında kesinleşmiş bir mahkumiyet
hükmü bulunmadığından hukuk hakimini bağlamayacaktır. Aksi düşünüldüğü takdirde beş yıllık deneme
süresi içinde bir suç işlendiğinde mahkemece hüküm açıklanacak ve temyiz hakkı doğacak; şayet yapılan
temyiz incelemesinde ceza mahkemesi kararı bozulursa hukuk mahkemesinin kararının da dayanağı
ortadan kalkacak ve yargılamanın yenilenmesi gündeme gelecektir. Diğer taraftan, beş yıllık denetim
süresi bittikten sonra menfi tespit davası açıldığında ortada ceza mahkemesi kararı bulunmadığından
BK’nun 53. maddesi uyarınca hukuk hakimini bağlayıcı bir karardan da söz edilemeyecektir. Aksine,
hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının hukuk hakimini bağlayacağı kabul edildiğinde hukuk
hakimince verilecek karar davanın beş yıllık deneme süresi içinde ve sözü edilen süre bittikten sonra
açılması veya kararın sözü edilen süre bittikten sonra verilmesi hallerinde farklı farklı hukuki sonuçlara
ulaşılacaktır. Daha da ötesi, bir olayda birden fazla sorumlu olup da, bunlardan biri hakkında beş yıllık
süre içinde, diğeri hakkında beş yıllık süre geçtikten sonra hukuk mahkemesinde dava açılması halinde
her iki davalı hakkında da aynı olay nedeniyle farklı kararlar verilebilecektir ki, bu durum adalete olan
güveni sarsacaktır. Sonuç olarak maddi olgunun belirlenmesi yönünden hükmün açıklanmasının geri
bırakılması kararının, kesinleşmiş bir ceza hükmü olmadığından, hukuk hakimini bağlamayacağının
kabulü gerekir” YHGK, 1.02.2012 tarih ve E. 2011/19-639, K. 2012/30 sayılı karar.
208
4.2.1.2.2. Beraat Hükmünün Etkisi
Ġsnat edilen suçtan dolayı hakaret edilen kiĢinin beraat etmesi durumunda ne
olacağına iliĢkin TCK md. 127’de herhangi bir ifade yer almamaktadır. Bu hususa iliĢkin
olarak madde gerekçesinde “Ancak, hakarete uğrayan, isnat edilen fiil dolayısıyla
hakkında açılan davada kesinleşmiş bir hükümle beraat etmişse, isnat ispat edilememiş
sayılır ve hakaret eden kişi cezalandırılır” ifadesine yer verilmiĢtir. Buradan da anlaĢılıyor
ki isnat edilen suçtan dolayı açılan davada, bir fiil isnat edilen kiĢinin beraat etmiĢ olması
durumunda hakaret eden kiĢi, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamada isnadını ispat
etmeye çalıĢamayacaktır. Ġsnatta bulunulan kiĢinin, bu isnat nedeniyle yapılan yargılamada
hangi gerekçe ile beraat etmiĢ olduğunun ise bir önemi yoktur. CMK’nın 223’üncü
maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen beraat nedenlerinden hepsi bakımından aynı
sonuç doğacaktır. BaĢka bir deyiĢle, isnat edilen kiĢi hakkında isnat edilen fiile ilgili olarak
hangi nedenle beraat kararı verilmiĢ olursa olsun, isnat ispat edilememiĢ sayılır. Aynen
isnat edilen suçtan dolayı verilen mahkumiyet kararlarında olduğu gibi, isnat edilen suçtan
dolayı verilen beraat kararları da hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkeme için
bağlayıcı etkiye sahip olur.
TCK’daki düzenlemenin aksine Alman Ceza Kanunu’nda beraat kararları ile ilgili
açık bir hükme yer verilmiĢtir. Buna göre, hakaret edilen kiĢi, hakarete konu fiilden önce
kesin bir Ģekilde beraat ederse isnadın ispatına izin verilmez (StGB § 190). Bu hükümden
yola çıkan bazı yazarlar, hakaret edilen kiĢinin hakarete konu fiilden sonra beraat etmesi
durumunda, verilen beraat kararı ile hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan
mahkemenin bağlı olmayacağını savunmaktadırlar721.
4.2.1.2.3. Diğer Hükümlerin Etkisi
Aynen beraat kararında olduğu gibi, hakaret edilen kiĢi hakkında yapılan ceza
yargılaması sonucunda baĢka bir hükmün verilmiĢ olmasının, hakaret suçundan dolayı
yapılan yargılamaya etkisine iliĢkin madde metninde bir düzenlemeye yer verilmemiĢtir.
Bu hususa iliĢkin olarak madde gerekçesinde ise “Hakarete uğrayan kişi hakkında, isnat
edilen fiil dolayısıyla takipsizlik kararı veya açılan davada düşme kararı verilmiş olması
halinde de; isnadın doğruluğu ispat edilmemiş sayılacaktır” ifadesine yer verilmiĢtir.
Buradan hareket eden bazı yazarlar, Cumhuriyet savcılığının takipsizlik veya açılan davada
721
Lenckner, T. (2010). § 190. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch. (28. Auflage). München, Rn. 4
209
düĢme kararı verilmiĢ olması durumunda isnadın ispatlanmadığını kabul ederek, hakaret
suçunun failinin cezalandırılması gerektiğini savunmaktadır722.
CMK’nın 223’üncü maddesine göre, beraat ve mahkumiyet kararları dıĢındaki
hüküm çeĢitleri ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirlerine hükmedilme, davanın
reddi ve düĢmesi kararlarıdır. Daha önce güvenlik tedbirlerine hükmedilmesi kararlarının
aynen mahkumiyet hükmü gibi sonuç doğuracağını belirtmiĢtik. Buna benzer Ģekilde ceza
verilmesine yer olmadığı kararlarının da mahkumiyet hükmü gibi sonuç doğurması gerekir.
BaĢka bir deyiĢle, isnat edilen fiile iliĢkin olarak, sanık hakkında ceza verilmesine yer
olmadığı kararı verilmiĢse, isnadın ispatlandığının kabulü ile hakaret suçunun faili
hakkında beraat kararı verilmelidir. Çünkü CMK’nın 223’üncü maddesi göz önünde
bulundurulduğunda, sanığın gerçekleĢtirdiği haksızlığın suç olduğu, ancak sanığın ya
kusurluluğunun bulunmaması dolayısıyla ya da iĢlenen fiilden dolayı sanık hakkında
mahkumiyet kararının verilmesinin daha ağır sonuçlara yol açacağı hallere iliĢkin olarak
sanık hakkında ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmektedir. Böyle bir durumda,
hükmü veren mahkeme, aslında sanığın gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili tespit etmiĢ ve bunun
bir suç olduğuna karar vermiĢtir. Bu bakımdan hakaret edilen kiĢi hakkında ceza
verilmesine yer olmadığı kararı verildiği durumda da aslında isnat ispat edilmiĢtir.
Davanın reddi kararıyla ilgili tartıĢılacak bir hususun bulunmadığını düĢünmekteyiz.
Zira aynı fiil nedeniyle aynı sanık için önceden verilmiĢ bir hüküm veya açılmıĢ bir dava
varsa davanın reddine karar verilecektir (CMK md. 223, f. 7). Dolayısıyla isnadın ispatı
bakımından göz önünde bulundurulacak hüküm, daha önceden verilen veya açılmıĢ dava
sonucunda verilecek hüküm olacaktır.
DüĢme kararının söz konusu olduğu durumlarda nasıl hareket edileceği ise sorun arz
etmektedir. Gerekçedeki ifade kabul edilecek olursa Ģu örnek olayda hakaret suçunu
iĢleyen faili isnadını ispat edemediği gerekçesiyle cezalandırmak gerekir: A, kamu
görevlisi olan B’yi, belirli tarihler arasında yapmıĢ olduğu iĢlemlerden elde ettiği paraları
zimmetine geçirmekle itham etmiĢtir.
A hakkında hakaret suçundan, B hakkında ise
zimmet suçundan dolayı kamu davası açılmıĢ ve A hakkında yargılamayı yapan mahkeme,
zimmet suçundan dolayı yapılan yargılamayı bekletici sorun saymıĢtır. B, hakkındaki
yargılama devam ederken yaĢamını yitirmiĢtir. Bu durumda zimmet suçundan dolayı
yargılamayı yapan mahkeme, zorunlu olarak davanın düĢmesine karar verecektir (TCK
722
Üzülmez, 2010, s. 62.
210
md. 64)723. Böyle bir durumda kanımızca isnadın doğruluğunu araĢtırmadan, A’yı hakaret
suçundan dolayı mahkum etmek hakkaniyetle bağdaĢmaz. Bu nedenle B’nin zimmetine
para geçirip geçirmediği hususu, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamada genel ispat
kurallarına göre araĢtırılmalıdır724. Ancak isnadın yapılmasından önce, düĢme sebeplerinin
gerçekleĢmesi nedeniyle, hakaret suçunun mağduru hakkında söz konusu fiilden dolayı
soruĢturma ve kovuĢturma yapılamıyor ise isnadın ispatlanamadığının kabul edilmesi
gerekir725.
4.2.1.3.
Ġsnat Edilen Ancak Suç TeĢkil Etmeyen Fiiller Hakkında Kurulan
Hükümlerin Hakaret Suçundan Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi
Ġsnat edilen fiilin suç oluĢturmaması durumunda ispat edilmesinin istenmesinin
kabulü, ancak isnat olunan fiilin doğru olup olmadığının anlaĢılmasında kamu yararının
bulunmasına veya Ģikayetçinin ispata razı olmasına bağlıdır (TCK md. 127, f. 1). Ġsnadın
ispatında kamu yararı var ise Ģikayetçi isnadın ispatına razı olmasa dahi mahkeme isnadın
ispatlanması talebini kabul edebilir726. Ġsnadın ispatında kamu yararı yok ise Ģikayetçinin
isnadın ispatını kabul etmesi gerekir. Bu iki halden birisi varsa hakaret suçundan dolayı
yargılamayı yapan ceza mahkemesi, CMK’nın 218’inci maddesi çerçevesinde hareket
edebilecektir. BaĢka bir deyiĢle, ceza mahkemesi ya nispi muhakeme yaparak sorunu
çözecektir ya da bu olayla ilgili açılmıĢ ve henüz sonuçlanmamıĢ bir dava var ise veya
henüz bir dava açılmamıĢ ise durumu bekletici sorun sayarak açılmıĢ veya açılacak
davanın sonucunu bekleyecektir. Bekletici sorun kararı verilmesi durumunda verilen
mahkeme hükmü ile isnat ispatlanmıĢ ise ceza mahkemesi hakaret suçunun faili hakkında
beraat kararı verecek; isnat ispat edilmemiĢ ise fail hakkında mahkumiyet kararı verecektir.
723
724
725
726
Ancak böyle bir durumda, öldüğü anda dosyadaki mevcut deliller göz önüne alındığında sanık hakkında
beraat kararı verilebiliyor ise mahkemenin düĢme kararı değil, beraat kararı vermesi gerekir (CMK md.
223, f. 9). Daha önce de söylendiği üzere, isnat edilen fiile iliĢkin yapılan yargılama sonucunda failin
beraat etmiĢ olması durumunda, hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamanın sanığı artık isnadını
ispatlayamamıĢ sayılacaktır.
ÖNDER, Hakaret suçunun mağdurunun ölmesi durumunda faile isnadını ispat hakkının tanınması
hususunun tartıĢmalı olduğunu belirtmektedir. “Mağdur ölmüş ise ispat hakkı tanınmalı mıdır? Konu
tartışmalıdır. Bir görüşe göre, şikayet ile sanığa kanunun tespit ettiği bütün haklar tanınmış olacağından,
mağdurun ölümü tanınan bu hakkın sınırlandırılmasına imkan vermemelidir. Buna karşı, mağdurun
ölümü veya ölmesi halinde ispat talebine yer verilmez; zira ölü mağdur isnadın ispatına yönelik iddialara
gerektiği gibi cevap veremeyecektir. Memurluk sıfatı ölüm sebebiyle mevcut olamayacağına, ölüm
halinde mağdur hakkında kovuşturma yapılamayacağına göre, gerçeğin ispatına da cevaz
verilmeyecektir. Öğreti bu ikinci hal tarzını savunmaktadır”. (Önder, 1994, s. 256).
Nitekim öğretide DÖNMEZER, isnat edilen fiilin affa uğraması nedeniyle kovuĢturma olanağı kalmamıĢ
ise, ispat iddiasının kabul edilmemesi gerektiği görüĢündedir (Dönmezer, 2001, s. 296).
Üzülmez, 2010, s. 63.
211
Eğer ceza mahkemesi tercihini nispi muhakeme yapma yönünde kullanmıĢ ise isnat edilen
fiili kendisine yetecek oranda aydınlattıktan sonra hakaret suçuna iliĢkin hükmünü
kuracaktır.
4.2.2. Bağlantılı Davalarda Kurulan Hükümlerin Birbirine Etkisi
4.2.2.1.
Genel Olarak Bağlantılı Davalar
Muhakeme hukukunda muhakeme konusu uyuĢmazlıkları birbirlerine yaklaĢtıran ve
onları birbirine bağlayan ortak noktalara bağlantı; söz konusu uyuĢmazlıklara da bağlantılı
uyuĢmazlıklar adı verilir 727 . Bu bakımdan bağlantılı uyuĢmazlıklar tek yönlü bağlantıkarıĢık bağlantı; dar bağlantı-geniĢ bağlantı Ģeklinde ayrımlara tabi tutulmuĢtur728. Her ne
kadar CMK’da bağlantının soruĢturma evresinde tespit edilmesi durumunda nasıl hareket
edileceği hüküm altına alınmıĢsa da (CMK md. 9); çalıĢma konumuz ceza muhakemesi
bağlamında yargı mercilerinin verdikleri kararların diğer yargı mercilerine etkisi olduğu
için bağlantılı uyuĢmazlıkların sadece kovuĢturma evresinde doğuracakları etki üzerinde
durulacaktır.
4.2.2.2.
Bağlantılı Dava ÇeĢitleri
4.2.2.2.1. Tek Yönlü Bağlantı- KarıĢık Bağlantı
Aralarında bağlantı bulunan davaların tümü ceza davası olduğunda tek yönlü
bağlantıdan; bağlantı bulunan davalardan birisi ceza davası olmakla birlikte, diğer davanın
farklı bir muhakeme alanında olması durumunda ise karıĢık bağlantıdan söz edilir729.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun birinci kitap, birinci kısım, üçüncü bölüm altında
bağlantı türlerinden sadece tek yönlü bağlantıdan bahsedilmiĢ; tek yönlü bağlantı- karıĢık
bağlantı ayrımında kural olarak tek yönlü bağlantısı olan davaların birlikte görülmesine
müsaade edilmiĢtir. Ancak bu duruma kanunla istisna getirilmesi mümkündür. Nitekim
çalıĢmamızın bu bölümünde 730 ele aldığımız üzere; aslında bir hukuk uyuĢmazlığı olan
mağdur veya sanığın yaĢının düzeltilmesi meselesi, gerekli olması halinde, davaya bakan
727
728
729
730
Centel/Zafer, 2014, s. 587.
Centel/Zafer, 2014, s. 587 vd.
Kunter, 1989, s. 305.
Bkz. 4.1.1.3.2.
212
ceza mahkemesi tarafından çözümlenmelidir (CMK md. 218/2). BaĢka bir deyiĢle, bir
hukuk uyuĢmazlığı olan sanığın veya mağdurun yaĢının tespiti meselesi, ceza
yargılamasının konusunu oluĢturan uyuĢmazlık ile birlikte çözülecektir.
4.2.2.2.2. Dar Bağlantı- GeniĢ Bağlantı
Ceza davaları arasındaki bağlantının kanun koyucu tarafından somut olarak
belirlenmesi durumunda davalar arasında dar bağlantı vardır. Davalar arasındaki
bağlantının sanık esas alınarak kurulmuĢ olması durumunda, dar bağlantının bir türü olan
sübjektif bağlantıdan; buna karĢılık bağlantının dava konusu olay esas alınmak suretiyle
kurulmuĢ olması durumunda, objektif bağlantıdan söz edilir 731 . Dar bağlantının türleri,
CMK’nın 8’inci maddesinin birinci fıkrasında, “bir kişi birden fazla suçtan dolayı sanık
olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var
sayılır” denilmek suretiyle tarif edilmiĢtir. CMK, suçun iĢlenmesinden sonra suçluyu
kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme fiillerinin de bağlantılı suç
sayılacağını belirtmek suretiyle, dar bağlantının kapsamını geniĢletmiĢtir (CMK md.
8/2)732.
Ceza davaları arasında dar bağlantının çeĢitleri olan objektif ve sübjektif bağlantı
bulunmasa ve suç teĢkil eden fiilin iĢlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini
yok etme, gizleme veya değiĢtirme hallerinden birisi bulunmasa da mahkeme,
yargılamakta olduğu davaların birlikte görülmesinde fayda görebilir. Bu durumda geniĢ
bağlantıdan söz edilir (CMK md. 11).
4.2.2.3.
Bağlantılı Davalarda BirleĢtirme
Bağlantılı davaların birleĢtirilmesinin muhakeme hukuku açısından birçok faydası
vardır. Bu faydalardan bir kaçını Ģu Ģekilde zikredebiliriz: En baĢta bağlantılı ceza
davalarının birleĢtirilmesi ile aynı konuya iliĢkin ceza muhakemesi iĢlemlerinin gereksiz
tekrar edilmesinin önüne geçilecektir. Böylece AĠHS’nin 6’ncı maddesinin birinci
fıkrasında da öngörüldüğü üzere, yargılamalar hızlandırılacaktır733. Bu bakımdan davalar
731
732
733
ġahin, 2014, s. 239.
Centel/Zafer, 2014, s. 588.
Rotsch, T. ve Sahan, O. (2005). Verbindung und Trennung von Strafsachen. JA, s. 802; Anayasa
Mahkemesi de somut norm denetimi yoluyla önüne gelen bir olayda, davaların birleĢtirilmesinin usul
ekonomisine hizmet edeceğinden bahisle, ilk derece mahkemesinin davaların birleĢtirilmesi kararının
bağlayıcı olmasının Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasını reddetmiĢtir. Mahkeme, Anayasa’ya aykırılık
213
birleĢtirildiği için tanık dinlenmesi, keĢif yapılması gibi bazı ceza muhakemesi iĢlemleri
sadece bir kere yapılacaktır. Ayrıca davaların birleĢtirilmesi, maddi gerçeğin ortaya
çıkarılmasına daha iyi varılmasını sağlayacak ve aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢkili
kararların ortaya çıkması önlenmiĢ olacaktır734.
Davaların birleĢtirilmesinin, yargılaması yapılacak uyuĢmazlık veya yargılanacak
sanık sayısının artmasına neden olacağı muhakkaktır. Böylece daha kısa sürede
734
iddiasının reddi kararında özetle Ģu hususları dile getirmiĢtir: “ Başvuru kararında, aralarında bağlantı
bulunan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalarda, ikinci davanın açıldığı
mahkeme tarafından verilen birleştirme kararıyla birinci davanın açıldığı mahkemenin bağlı olduğu ve
bu karara karşı başvuru hakkının olmadığı bu nedenle bir mahkeme kararının diğerinden üstün tutulduğu
belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 36. ve 138. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 6216 sayılı
Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi
nedeniyle itiraz konusu kural Anayasa’nın 141. ve 142. maddeleri yönünden de incelenmiştir. İtiraz
konusu kuralla, aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış
davalarda, ikinci mahkeme tarafından verilen birleştirme kararının, davanın gönderildiği birinci
mahkemeyi bağlayacağı öngörülmektedir. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes,
meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve
savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” denilmektedir. Anayasa’nın 138. maddesinde, hâkimlerin,
görevlerinde bağımsız oldukları, Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre
hüküm verecekleri belirtildikten sonra, hiçbir organ, makam, merci veya kişinin, yargı yetkisinin
kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği, genelge gönderemeyeceği,
tavsiye ve telkinde bulunamayacağı hükme bağlanmıştır. Anayasa’nın 141. maddesiyle yargıya, davaların
en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması görevi verilmiş; 142. maddesiyle de
mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin kanun ile
düzenlenmesi öngörülmüş, usul kanunlarının Anayasa’ya uygun olmak koşulu ile düzenlenmesi hususu
kanun koyucunun takdirine bırakılmıştır. Bu bağlamda kanun koyucu, kamu yararı amacıyla kararların
özelliklerine göre farklı kanun yolları öngörebilir yahut bazı kararlar için de hiçbir kanun yolu
öngörmeyebilir. Zira Anayasa’da tüm mahkeme kararlarıyla ilgili mutlaka bir kanun yolunun
öngörülmesine ilişkin hükme yer verilmemiştir. Kanun, hukuk mahkemelerinde uygulanacak yargılama
usullerini düzenlemektedir. Kanun’un 166. maddesinde düzenlenen davaların birleştirilmesi müessesesi,
hukuk davalarında, ayrı ayrı açılmış davalar arasında maddede gösterilen anlamda bir bağlantı
bulunması hâlinde, bu davaların birleştirilmesini öngören bir usul hukuku müessesesidir. İtiraz konusu
kural ise aynı yargı çevresinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış davalarda
verilen birleştirme kararlarının, davanın gönderildiği birinci mahkemeyi bağlayacağını öngörmektedir.
Kişiler arasındaki uyuşmazlıkların daha kısa süre içinde kesin bir şekilde çözümlenmesi, usul ekonomisi
bakımından önemli olduğu gibi davanın taraflarını davaların uzaması nedeniyle oluşabilecek
mağduriyetlere karşı korumak bakımından da önemlidir. Kanun koyucunun, itiraz konusu kuralla,
uyuşmazlığın esasına ilişkin olmayan birleştirme kararlarının ilk davaya bakan mahkemeyi bağlayacağı
kabul edilerek davaların görülmesi ve sonuçlandırılmasının hızlandırılmasını amaçladığı açıktır. Kanun
koyucunun takdir yetkisi kapsamında, davaların hızlı bir şekilde görülmesi ve sonuçlandırılması için
kamu yararı amacıyla kabul edilen itiraz konusu kuralda Anayasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır. Öte
yandan, itiraz konusu kural davanın esasına ilişkin olmayan bir usul hukuku düzenlemesidir. Bu
bağlamda, itiraz konusu kuralın, hâkimlerin görevlerini bağımsız olarak yürütmelerini, uyuşmazlığın
esası hakkında Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm vermelerini
engelleyen bir yönü bulunmadığı gibi yargı yetkisinin kullanılması bakımından mahkemelere ve
hâkimlere emir ve talimat verilmesine yol açan bir yönü de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu
kural Anayasa’nın 36., 138., 141. ve 142. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir”
Anayasa Mahkemesi, 27.3.2014 tarih ve E. 2014/5, K. 2014/65 sayılı kararı,
http://www.kararlaryeni.anayasa.gov.tr/Karar/Content/8151509e-24ea45148bb68cb0038453e6?excludeGerekce=False&wordsOnly=False, eriĢim tarihi, 17.12.2014.
Kunter, 1989, s. 306; Rotsch/Sahan, 2005, s. 802.
214
yapılabilecek yargılamaların uzamasına neden olunabilir735. Buna bağlı olarak davaların
birleĢtirilmesi, yargılamayı yapacak mahkemeye ek bir külfet getirebilir736.
Davaların birleĢtirilmesinin hem olumlu yönlerinin hem de olumsuz yönlerinin
olması nedeniyle, somut olayda yapılan değerlendirme sonucunda olumlu yönlerin ağır
basması durumunda davaların birleĢtirilmesine karar verilmelidir.
Davaların birleĢtirilmesinin her iki davanın da ceza davası olması durumunda
mümkün olduğunu belirtmiĢtik. Bu bakımdan uyuĢmazlıklar arasında yukarıda belirtilen
dar veya geniĢ bağlantıdan birisinin olması, davaların birleĢtirilmesinin birinci Ģartıdır.
Ġkinci
olarak
davaların
birleĢtirilmesinde
yarar
bulunmalıdır.
Davaların
birleĢtirilmesinde yarar bulunup bulunmadığını yargılamayı yapan mahkeme tayin
edecekse de mahkemenin birleĢtirmeye iliĢkin vermiĢ olduğu karar denetime tabidir737.
Davaların birleĢtirilmesinin üçüncü Ģartı, birleĢtirilecek her iki davanın aynı aĢamada
olmasıdır. Bu durum öğretide, davaların birleĢtirilmesi için “maddi imkanın bulunması”
Ģeklinde ifade edilmektedir 738 . Buna göre örneğin, görülen davalardan birisi hüküm
aĢamasına gelmiĢ, diğeri ise henüz duruĢma hazırlığı aĢamasında ise davaların
birleĢtirilmesi olanağı yoktur739.
Belirtilen Ģartların varlığı, davaların otomatik olarak birleĢtirileceği anlamına
gelmez. Daha önce de belirttiğimiz gibi, yargılamayı yapan mahkemenin bu konuda takdir
735
736
737
738
739
Kunter, 1989, s. 306.
Rotsch/Sahan, 2005, s. 802.
Bu konuya iliĢkin olarak Yargıtay örnek kabilinden bir kararında “Somut olaylarda; sanıkların bilgileri
kodlanarak sahte üretilmiş yurtiçi ve yurtdışı kredi kartlarını temin edip sanık Serhat Demir'in sahibi
olduğu üye işyerindeki Akbank Türk Anonim Şirketi ve Denizbank Anonim Şirketi'ne ait POS.
cihazlarından geçirdikleri ve alışveriş yapılmadığı halde yapılmış gibi gerçeğe aykırı bir biçimde üretilen
slipleri katılan bankalara ibraz ederek haksız menfaat sağladıklarının iddia olunmasına göre, eylemlerin
sübutu halinde kullanılan sahte kredi kartlarında adı geçen bankalar sayısınca, aynı bankaya ait birden
fazla sahte kredi kartının kullanılması halinde teselsül eden 765 sayılı TCK.nun 525/b-2 ( 5237 sayılı
TCK.nun 245. ) maddesinde öngörülen suçu oluşturacağı ve sanık Mehmet Şükrü Yıldırım hakkında da,
aynı suçtan benzer nitelikte kamu davalarının açıldığının anlaşılması karşısında; ilgili dava dosyaları
celbedilerek, olaylarda kullanılan sahte kredi kartlarından aynı bankalara ait olanların tespiti halinde,
bu dava dosyalarının birleştirilmesi ile sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini
gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme sonucu mahkumiyetlerine hükmolunması” demek suretiyle
birleĢtirilme yapılması gerektiğine hükmetmiĢken, Yargıtay 11. CD, 5.06.2006 tarih ve E. 2006/2428 ve
K. 2006/5098 sayılı kararı, www.kazanci.com, eriĢim tarihi, 01.12.2014; bir kararında da “İncelenen
dosya içeriğine, sanıkların üzerine atılı suçun niteliğine, iddianamede olayın anlatış biçimine, her iki
mahkemenin dava dosyaları arasında sanıkları ve suçları yönünden şahsi, hukuki ve fiili irtisat
bulunmadığı ve varsa ortak delillerin onaylı örneklerinin karşılıklı olarak temininin mümkün bulunduğu
anlaşılmakla, davaların birlikte yürütülmesinde hukuki yarar görülmediğinden, ... Ağır Ceza
Mahkemesinin ... ... Karar sayılı Birleştirme Kararının Kaldırılmasına, davaların her mahkemenin kendi
dosyası üzerinden yürütülmesine, dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C. Başsavcılığına
TEVDİİNE, 23.10.2008 günü oybirliği ile karar verildi” demek suretiyle yerel mahkeme tarafından
verilen birleĢtirme kararının hukuka aykırı olduğuna hükmetmiĢtir, Yargıtay 5. CD, 23.10.2008 tarih ve
E. 2008/9582, K. 2008/8790 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 24.11.2014.
ġahin, 2014, s. 241.
Kunter, 1989, s. 308; Centel/Zafer, 2014, s. 591.
215
yetkisi vardır. Bu bakımdan Ģartların oluĢmasına rağmen, davaların birleĢtirilmesine karar
verilmemiĢ olabilir. Ayrıca davalar arasında bağlantının bulunmasına rağmen, kanun
koyucu bazı durumlarda davaların birleĢtirilmesini yasaklamıĢ olabilir. Böyle bir durumda
aralarında bağlantı bulunsa da davaların ayrı mahkemelerde görülmesi gerekmektedir.
Örneğin Ġcra Ġflas Kanunu’nun 346’ncı maddesine göre, icra mahkemelerinin yargılama
yetkisine giren ceza davaları diğer ceza davaları ile birleĢtirilemez. Aynı Ģekilde CMK’nın
3’üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre, barıĢ zamanında asker olmayan kiĢiler, askeri
mahkemelerin yetkisine giren bir suçu asker kiĢilerle iĢtirak halinde iĢlemiĢ olsa da genel
yetkili ceza mahkemeleri tarafından yargılanacaklardır. Bu Ģekilde mutlak bir birleĢtirme
yasağı öngörülmemiĢse de birleĢtirmeye iliĢkin Çocuk Koruma Kanunu’nun 17’nci
maddesindeki hükümden de bahsetmek gerekir. Söz konusu düzenlemeye göre, on sekiz
yaĢından küçüklerin yetiĢkinlerle birlikte suç iĢlemesi halinde, çocuklar hakkındaki
soruĢturma ve kovuĢturma yetiĢkinlerden ayrı yapılır. Ancak zorunluluk var ise yargılama,
genel yetkili ceza mahkemesinde yapılabilir.
4.2.2.4.
BirleĢtirilmeyen Bağlantılı Davalar Sonucunda Kurulan Hükümlerin Diğer
Yargılamayı Yapan Mahkeme Ġçin Bağlayıcılığı
Takdir yetkisinin birleĢtirmeden yana kullanılmamıĢ, kanun koyucu tarafından
davaların birleĢtirilmesinin yasaklanmıĢ veya yargılama esnasında örneğin fiilin tek kiĢi
tarafından iĢlendiği fakat hüküm kesinleĢtikten sonra bu fiile baĢka kiĢilerin de iĢtirak
ettiğinin ortaya çıkmıĢ olması gibi hallerde, yargılamalar farklı mahkemelerde yapılacaktır.
ĠĢte böyle bir durumda, uyuĢmazlık konusu ile ilgili, mahkemelerden birinin verdiği
kararının diğer mahkeme için bağlayıcılığı gündeme gelir.
Öğretideki bir görüĢ, ceza muhakemesinde maddi anlamda kesin hükmün olumsuz
etkisinin bir Ģartı olan sanığın aynılığının bağlayıcılık etkisi bakımından geçerli olduğunu,
bu nedenle örneğin tek bir kiĢi tarafından gerçekleĢtirildiği belli olan bir suçtan dolayı bir
sanık hakkında hüküm verilmiĢ olmasının, bu suçtan dolayı bir baĢka sanığın yargılanıp
mahkum olmasına engel olmayacağını savunmaktadır740. Aynı Ģekilde suç faili söz konusu
fiilin suç olmadığı gerekçesi ile beraat etmiĢ olsa bile, aynı fiilden dolayı azmettiren veya
yardım edenin mahkum olmasına herhangi bir engel yoktur741.
740
741
Abel, 1961, s. 45.
Bruns, 1957, s. 141.
216
Bu görüĢteki yazarlara göre, ceza muhakemesinde maddi gerçek aranır ve her hakim
bunu bizzat yapacağı yargılamada araĢtırır. Bu nedenle bir kimse hakkında verilen beraat
kararı yalnızca bu kimseyi korumalıdır. Eğer gerekli ise bir baĢka kimse de örneğin kasten
öldürme suçundan dolayı yargılanabilmelidir. Zira ikinci yapılan bu yargılamada
mağdurun intihar etmediği, bir baĢka kimse tarafından öldürüldüğü gerçeği ortaya
çıkarılabilir. Söz konusu suçun maddi olarak mevcut olmadığı gerekçesi ile bir daha baĢka
sanık hakkında yapılacak yargılamaya engel olunması, ceza muhakemesinde maddi
gerçeğin değil, Ģekli gerçeğin arandığı anlamına gelir742.
Bu görüĢün karĢısında olan yazarlara göre, belli bir fiilden dolayı bir kiĢi yargılanmıĢ
ve bu kiĢiye isnat edilen fiilin maddi mevcudiyeti bulunmadığı sebebiyle veya objektif
sebeplerle ceza davasının düĢmesine karar verilmiĢ ise verilen bu hükmün lehte olması
Ģartıyla, bu karar fiili gerçekleĢtiren diğer sanıklara da etki etmelidir. Bu bakımdan örneğin
bir kiĢi bir baĢka kiĢiyi öldürmekten yargılanmıĢ, fakat bu yargılamada mağdurun
öldürülmediği tam aksine intihar ettiği sonucuna varılmıĢ olması nedeniyle fail beraat
etmiĢ ise; bir baĢka kimse hakkında, mağduru öldürdüğü gerekçesi ile tekrardan ceza
davası açılamamalıdır743.
Kanaatimizce dar bağlantının bir türü olan objektif bağlantı durumunda aslında
kurulan hükümlerin birbirleri için etkili olmaması esastır. Zira farklı kiĢiler hakkında
yürütülen davalarda uyuĢmazlık konusu aynı olmakla birlikte, uyuĢmazlık konusunun
742
743
Yurtcan, 1987, s. 45; Abel, 1961, s. 45.
Kunter, 1989, s. 301; Erem, 1963, s. 45; Yargıtay da bu görüĢ doğrultusunda; ihaleye fesat karıĢtırma
suçundan yargılanan sanıkların, bu suçtan değil de görevi kötüye kullanma suçundan dolayı mahkum
olmaları halinde, bu kiĢileri ihaleye fesat karıĢtırmaya azmettirdiği iddia edilen kiĢilerin de ihaleye fesat
karıĢtırmaya azmettirmeden dolayı cezalandırılamayacağına karar vermiĢtir. Anılan kararın konumuzu
ilgilendiren kısmı Ģu Ģekildedir: “5237 sayılı TCK'nın 235. maddesinde ihaleye fesat karıştırma halleri
yasa koyucu tarafından tahdidi olarak sayılmış olup, maddede sayılan seçimlik hareketlerin ya da faillik
durumunun genişletilmesinin anılan Yasanın 2. maddesindeki kanunilik ilkesine aykırılık teşkil
edeceğinde bir kuşku bulunmadığı, her ne kadar bir kısım öğretide özgü suç olarak kabul edilmese de
madde metni gerekçesiyle birlikte incelendiğinde; 2. fıkranın "a" ve "b" bentlerinde sayılan hallerde ihale
sürecinde görev alan ilgili kamu görevlileri, "d" bendinde belirtilen halde ise ihaleye katılan ya da
katılmak isteyen kişilerin suçun faili olabileceği, dolayısıyla söz konusu suçun özel faillik niteliği taşıyan
kimselerce işlenebileceğinde bir tereddüt bulunmadığının kabulü gerektiği, bu itibarla 5237 sayılı
TCK'nın 40/2. maddesine göre özgü suç niteliğinde olan ve TCK'nın 235/2-(a-2) maddesi uyarınca ihale
sürecinde görev alan kamu görevlisi tarafından işlenebilen ihaleye fesat karıştırma suçuna iştirak eden
diğer kişilerin azmettiren veya yardım eden olarak sorumlu tutulabilecekleri dikkate alındığında İhale
Komisyon başkanı ve yetkilisi Şahap Bulak'ın ihaleye katılma yeterliliğine ve koşullarına sahip
olmadığını bildiği Mehmetoğlu İnş. Ltd. Şti'ne ihalenin verilmesini sağlayıp, sözleşme imzalaması
suretiyle ihaleye fesat karıştırmak suçundan, gerçeği yansıtmayan iş deneyim belgesini yetkisi olmadığı
halde düzenleyip veren Hazro Ziraat Odası Başkan vekili sanık Ekrem Özavcı ve bu belge ile sahte
düzenlenmiş vergi borcu yoktur yazısını vermek suretiyle ihaleye katılıp alan firma yetkilisi Veysi
Mehmetoğlu'nun ise bu suça azmettiren veya yardım eden olarak cezalandırılmaları gerektiğinin
gözetilmemesi, Kamu görevlisi olan sanıkların eylemlerinin görevi kötüye kullanma olarak kabulüyle
mahkümiyetlerine hükmedilmesine rağmen sanıklar Veysi Mehmetoğlu ile Ekrem Özavcı'nın eylemlerinin
ihaleye fesat karıştırma olarak kabulüyle mahkümiyetlerine karar verilmesi suretiyle hükümde çelişki
oluşturulması…”,Yargıtay 5. CD, 11.02.2013 tarih ve E. 2012/11221 ve K. 2013/1058 sayılı kararı.
217
taraflarının farklı olması sebebiyle kurulan hükümler kural olarak bir diğerini etkilemez.
Ancak ayrı yapılan yargılamalarda mahkeme, objektif nitelikli bir karar vermiĢ ise bu
hükmün diğer yargılamaya, bu yargılamadaki sanığın lehine olmak kaydıyla, etki etmesi
kabul edilmelidir. Örneğin kasten öldürme suçundan dolayı yapılan yargılamada mağdurun
ölmediği, bilakis intihar ettiği ortaya çıkmıĢ ve bunun sonucunda sanık kasten öldürme
suçunu iĢlemediği gerekçesi ile beraat etmiĢ ise; aynı olaydan dolayı daha sonra
yargılanmak zorunda kalınan azmettiren kiĢinin de bu hükümden faydalanması gerekir.
Sübjektif bağlantının söz konusu olduğu durumlarda ise, eğer bir yargılamaya konu
uyuĢmazlık diğer yargılama için önem arz ediyor, fakat davalar da birleĢtirilmemiĢ ise; ön
sorun teĢkil eden uyuĢmazlık hakkında verilen kararın diğer yargılama için bağlayıcı etkiye
sahip olması gerekir. Bu durumda ilk yargılamada sanık mahkum edilmiĢ, baĢka bir deyiĢle
ilk yargılama sonucunda verilen hüküm, sonraki yargılamaya sanık aleyhine olacak Ģekilde
etki edecek olsa bile bağlayıcılık etkisi kabul edilmelidir744. Zira bir önceki davada sanık
kendisini savunma imkanı bulmuĢ ve bu sayede kanaatimizce temel bir sanık hakkı olan
hukuki dinlenilme ilkesine riayet edilmiĢtir.
4.2.3. Türk Ceza Kanunu’nda Yer Alan ve Kanuni Tarifinde Öncül Suça Yer Veren
Bazı Suç Tiplerine ĠliĢkin Yargılamalarda, Öncül Suçla Ġlgili Verilen
Kararların veya Hükümlerin Bu Yargılamalara Etkisi
4.2.3.1.
Genel Olarak Öncül Suç Kavramı
Bazı suç tanımlarında suçun iĢlenebilmesi, kendisinden önce iĢlenmiĢ bir baĢka
suçun varlığına bağlı kılınmıĢ olabilir. BaĢka bir deyiĢle, kendisine bağlı kılınan suç, temel
suçun öncülü konumundadır. ĠĢte kendisine bağlı kılınan bu suçlara öncül suç adı
verilmektedir. Örneğin suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçunda, daha
önce iĢlenmiĢ bir suçun delil ve izlerinin; suçluyu kayırma suçunda, öncül suç failinin
iĢlemiĢ olduğu bir suçun; suç eĢyasının satın alınması ve kabul edilmesi suçunda suç
eĢyasının elde edildiği bir suçun; ya da suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin
aklanması suçunda, malvarlığı değerlerinin kaynağı olan bir suçun varlığı gereklidir 745 .
744
745
Grunsky, 1968, s. 235.
Dülger, M.V. (2011). Suç Gelirlerinin Aklanmasına İlişkin Suçlar ve Yaptırımları, Ankara, s. 48.
218
Öncül suçlar, suç genel teorisi bakımından herhangi bir özellik arz etmezler. Bu suçlar
sadece belirli suçların iĢlenebilmesi için varlıklarının gerekli olduğu suçlardır746.
Öncül suç terimi yerine Türk hukuk öğretisinde temel suç747, ön suç748, ön fiil749 ve
evvelki suç
750
tabirleri kullanılmaktadır. Türkiye’nin de taraf olduğu 1990 tarihli
Strazburg 751 , 2000 tarihli Palermo 752 ve 2003 tarihli BirleĢmiĢ Milletler Yolsuzlukla
Mücadele SözleĢmelerinin
753
Ġngilizce
metinlerinde “Predicate offence”
terimi,
sözleĢmelerin resmi Türkçe çevirisinde ise bu terimin karĢılığı olarak “Öncül suç” ifadesi
kullanılmıĢtır. Almancada ise “Vortat” ifadesi kullanılmaktadır. Ġç hukukumuzda, TCK’nın
282’nci maddesinde değiĢiklik yapan 26.06.2009 tarihli ve 5918 sayılı Kanunu’nun 5’inci
maddesinin gerekçesinde “Öncül suç” ifadesine yer verilmiĢtir 754 . Biz de çalıĢmamızda
kanun koyucu tarafından da benimsenen “öncül suç” ifadesini kullanmayı uygun bulduk.
746
747
748
749
750
751
752
753
754
Dülger, M. V, 2011, s. 482.
Kocasakal, Ümit. (2000). Karapara Aklama Suçu. YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul, s. 161.
Önder, 1994, s. 441.
Zafer, H. (2004). Faile Yardım Suçu ve Müdafiin Bu Suçtan Sorumluluğu. Ġstanbul, s. 77 vd.
Erem, 1993, s. 2501.
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanmasının önlenmesi amacıyla Avrupa Konseyi tarafından
08.11.1990 tarihinde Strazburg’da kabul edilmiĢ olan “Suçtan Kaynaklanan Gelirlerin Aklanması,
AraĢtırılması, Ele Geçirilmesi ve El Konulmasına ĠliĢkin SözleĢme” ülkemiz adına 27.09.2001 tarihinde
imzalanmıĢtır. Ġmzalandığı kentin adıyla Strazburg SözleĢmesi olarak anılan sözleĢmenin 16.06.2004
tarihli ve 5191 sayılı Kanunla onaylanması uygun bulunmuĢ ve SözleĢme Bakanlar Kurulunun,
30.07.2004 tarihli ve 2004/7712 sayılı Kararı ile onaylanmıĢtır. SözleĢme metni daha sonra 01.09.2004
tarihli ve 25570 sayılı resmi gazetede yayımlanmıĢtır.
12-15 Aralık 2000 tarihlerinde Ġtalya’nın Palermo kentinde hazırlanarak imzaya açılan “SınıraĢan Örgütlü
Suçlara KarĢı BirleĢmiĢ Milletler SözleĢmesi” ülkemiz adına 13.12.2000 tarihinde imzalanmıĢtır.
Ġmzalandığı kentin adıyla Palermo SözleĢmesi olarak anılan sözleĢmenin 30.01.2003 tarihli ve 4800 sayılı
Kanunla onaylanması uygun bulunmuĢ ve SözleĢme, Bakanlar Kurulu’nun 26.02.2003 tarihli ve
2003/5329 sayılı kararı ile onaylanmıĢtır. SözleĢme metni daha sonra, 18.03.2003 tarihli ve 25052 sayılı
resmi gazetede yayımlanmıĢtır.
SözleĢme 10.12.2003 tarihinde kabul edilmiĢ ve sözleĢmenin onaylanması 18.05.2006 tarihli ve 5506
sayılı Kanunla uygun bulunmuĢtur. SözleĢme Bakanlar Kurulu’nun 11.08.2006 tarihli ve 2006/10885
sayılı Kararı ile onaylanmıĢ ve sözleĢme metni 02.10.2006 tarihli ve 26307 sayılı resmi gazetede
yayımlanmıĢtır.
Maddenin gerekçesinde öncül suç ile ilgili Ģu ifadelere yer verilmiĢtir: “suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerlerinin aklanması, Türk Ceza Kanunu’nun 282’inci maddesinde suç olarak tanımlanmıştır. Suçtan
kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun öncül suçu bakımından eşik sistemi benimsenmiş ve
alt sınırı bir yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren suçların, suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerlerinin aklanması suçunun öncül suçları olduğu kabul edilmiştir. Ancak, OECD bünyesinde
çalışmalarını yürütmekte olan FATF tarafından yayımlanan 40 tavsiyeye göre; eşik sistemini benimseyen
ülkelerin alt sınırı altı ay hapis cezasını gerektiren suçları öncül suç kapsamına almaları gerekmektedir.
Bu nedenle, Türk Ceza Kanunu’nun 282’inci maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklik ile, FATF
tavsiyelerine uyum sağlamak amacıyla, öncül suçlara ilişkin bir yıl olarak düzenlenen eşik, altı aya
indirilmiştir” (TBMM, Dönem: 23, Yasama Yılı: 3, Sıra Sayısı: 353).
219
4.2.3.2.
Öncül Suç ile Asıl Suç Arasındaki ĠliĢki
Öncül suç ile kanuni tarifinde yer bulduğu asıl suç, aslında birbirinden tamamen
bağımsız suç tipleri olsalar da bu suçların aralarında sıkı bir bağ vardır. Ġleride daha detaylı
açıklayacağımız üzere, asıl suçun iĢlenmiĢ sayılması öncül suçun varlığına bağlıdır. Bu
bakımdan öncül suçla ilgili bir mahkeme hükmü veya hakim ya da mahkeme kararı, asıl
suç için bir unsur etkisi doğurur. Örneğin suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin
aklanması suçunda öncül suç, asıl suçun maddi unsurları arasında değerlendirilmiĢtir. Daha
önce unsur etkisini tarif ederken Ģunu söylemiĢtik: Unsur etkisi, bir suç tanımında bir
mahkeme hükmünün veya hakim ya da mahkeme kararının unsur olarak belirtilmesi
durumunda söz konusudur. Böyle bir durumda, asıl suçtan dolayı yargılamayı yapacak
olan mahkeme, bu kararın veya hükmün yalnızca varlığını tespit eder. Buna karĢılık, bu
kararın veya hükmün doğru olup olmadığını ise denetlemez.
Öncül suç ile asıl suç arasındaki iliĢkinin en iyi bir Ģekilde suçluyu kayırma suçunda
tespit edilebileceğini düĢünmekteyiz. Zira bu suç tipinde gerek bir karara dayanması
gereken koruma tedbirleri gerekse de yargılama sonunda kurulan hükme suçun unsurları
arasında yer verilmiĢtir. Öncül suçtan dolayı yapılan soruĢturma veya kovuĢturmada, bu
suçun faili olarak Ģüphelenilen kiĢi hakkında araĢtırma yapılması; yakalama, gözaltı veya
tutuklama kararı verilmesi yahut da kovuĢturmanın sonucunda hüküm kurulmuĢ olması,
suçluyu kayırma suçunun maddi unsurları arasında yer almaktadır. Dolayısıyla, maddede
belirtilen koruma tedbirlerine baĢvurulmuĢ olması veya sanık hakkında hüküm kurulması,
suçluyu kayırma suçundan dolayı yapılan yargılamada bir unsur etkisi doğurur. Söz konusu
koruma tedbirlerine baĢvurulması kararı veya verilen hükmün unsur etkisi doğurması,
suçluyu kayırma suçundan dolayı yargılama yapacak mahkemenin bu kararların veya
hükmün hukuka uygun olup olmadığını araĢtırmaya yetkili olmadığı anlamına gelmektedir.
Suçluyu kayırma suçundan dolayı yargılama yapacak mahkeme, sadece böyle bir koruma
tedbiri kararının veya hükmün varlığını araĢtıracaktır. Kararın veya hükmün içeriğinin
doğruluğunu ise araĢtırmayacaktır.
220
4.2.3.3.
Öncül Suçtan Dolayı Kurulan Hükmün veya Verilen Hakim ya da
Mahkeme Kararının Asıl Suçtan Dolayı Yapılan Yargılamaya Etkisi
4.2.3.3.1. Suç Tipleri Hakkında Genel Bilgi
Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama Suçu (TCK md. 282)
TCK’nın 282’nci maddesinde “Alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını
gerektiren bir suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini, yurt dışına çıkaran veya
bunların gayrimeşru kaynağını gizlemek veya meşru bir yolla elde edildiği konusunda
kanaat uyandırmak maksadıyla, çeşitli işlemlere tâbi tutan kişi… cezalandırılır” denmek
suretiyle suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu düzenlenmiĢtir. Maddenin
ikinci fıkrasında “birinci fıkradaki suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, bu suçun
konusunu oluşturan malvarlığı değerini, bu özelliğini bilerek satın alan, kabul eden,
bulunduran veya kullanan kişi… cezalandırılır” denmek suretiyle, öncül suçun failinin de
suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan sorumlu olabileceği hüküm
altına alınmıĢtır755.
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu, öncül suçun varlığına bağlı
bir suç tipidir
756
. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan
bahsedebilmemiz için suçtan kaynaklanan bir malvarlığı değerinin olması gerekir757. Öncül
suçtan elde edilen gelir, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun
konusunu oluĢturur758. Bu bakımdan malvarlığı değerlerinin elde edildiği suçun belirli bir
suç olması gerekir. Henüz iĢlenip iĢlenmediği veya hangi suçu oluĢturduğu belli olmayan
755
756
757
758
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması müstakil olarak ilk defa 13.11.1996 tarihli ve 4208
sayılı “Karaparanın Aklanmasının Önlenmesine Dair Kanun” ile ceza yaptırımı altına alınmıĢtır
(Kocasakal, Ümit. (2008). Karapara Aklama ile Mücadele ve Yeni Türk Ceza Kanununun 282.
Maddesinde Düzenlenen Suç Gelirlerinin Aklanması Suçu. Karapara Aklama ve Terörizmin Finansmanı
(Editör: Süleyman Aydın), Ankara, s. 61; CoĢkun, N. (2003). Karaparanın Aklanması Suçu.
YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Konya, s. 75). Söz konusu kanun 1.06.2005 tarihinde yürürlüğe
giren Türk Ceza Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıĢ ve suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin
aklanması TCK’nın 282’inci maddesinde suç olarak kabul edilmiĢtir.
Türk Ceza Kanunu’nun 282’nci maddesi düzenlemesi karĢısında “Suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerlerini aklama” suçunun öncül suçları sadece alt sınırı altı ay veya daha fazla hapis cezasını
gerektiren suçlar olabilir.
Değirmenci, O. (2007). Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı
Değerlerini Aklama Suçu. Ankara, s. 288; Kocasakal, 2000, s. 177.
Özgenç, 2013, s. 99; Değirmenci, 2007, s. 294; öğretide bazı yazarlar suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerlerini aklama suçunun oluĢması için, öncül suçtan elde edilen bir malvarlığı değerinin olması
gerektiğini belirtmekle birlikte, temel suçun varlığını suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin
aklanması suçu için bir ön Ģart olarak kabul etmektedirler. Bkz. Kocasakal, 2000, s. 177.
221
fiillerden yola çıkarak TCK’nın 282’nci maddesinde yer alan suçun oluĢtuğu kabul
edilemez759.
Yargıtay’ın
ise
konuya
iliĢkin
vermiĢ
olduğu
kararlarda
bir
tutarlılık
bulunmamaktadır. Yüksek mahkeme, 4208 sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde
vermiĢ olduğu bir çok kararında, maddi menfaatin hangi suçtan elde edildiğinin kesin bir
Ģekilde ortaya konulmadan, kara paranın aklanması suçundan dolayı mahkumiyet kararı
verilemeyeceğine hükmetmiĢtir 760 . Ancak Yargıtay, bir kararında uyuĢturucu parasının
yurda getirileceği ihbarını, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçunun
öncülünün gerçekleĢtiğinin kabulü için yeterli sayarken761; görevlilerce yapılan aramada
üzerinde
deklaresiz
çok
miktarda
döviz
bulunan
kiĢinin
paranın
kaynağını
açıklayamamasını da kara paranın aklanması (suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini
aklama) suçunun oluĢması için yeterli saymıĢtır762.
Her ne kadar aklama suçundan dolayı mahkumiyet hükmü kurulabilmesi için öncül
suçun iĢlendiğinin bir hükümle sabit olması gerekirse de bu, aklama suçunun öncül suç
hakkında hüküm verilmesinden sonra iĢlenebileceği ve aklama suçundan dolayı soruĢturma
veya kovuĢturmanın öncül suça iliĢkin hükmün kurulmasından sonra baĢlaması gerektiği
anlamına gelmemektedir. Henüz öncül suç hakkında bir soruĢturma baĢlamamıĢ dahi olsa,
aklama suçunun iĢlenmesi mümkündür. Aynı Ģekilde aklama suçundan dolayı yürütülen
soruĢturmaya
veya
kovuĢturmaya
öncül
suç
hakkındaki
kovuĢturmadan önce baĢlanılmasına da herhangi bir engel yoktur
763
soruĢturmadan
veya
.
Suç EĢyasının Satın Alınması veya Kabul Edilmesi Suçu (TCK md. 165)
TCK’nın 165’inci maddesinde “Bir suçun işlenmesiyle elde edilen eşyayı veya diğer
malvarlığı değerini, bu suçun işlenmesine iştirak etmeksizin, satan, devreden, satın alan
veya kabul eden kişi… cezalandırılır” denmek suretiyle suç eĢyasının satın alınması veya
kabul edilmesi suçu düzenlenmiĢtir764. Bu suç tipi 765 sayılı TCK’nın 512’nci maddesinde
Özgenç, 2013, s. 103.
Yargıtay 7. CD, 16.06.1999 tarih ve E. 1999/7666, K. 1999/7558 sayılı kararı; aynı yönde Yargıtay 7.
CD, 5.5.2000 tarih ve E. 2000/4580, K. 2000/6656 sayılı kararı, (Ergül, E. (2005). Kara Ekonomi ve
Aklama Suçu. Ankara, s. 107); Yargıtay vermiĢ olduğu bir kararında gelirin öncül suçtan elde edildiğinin
ispatlanamadığı durumlarda suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçundan dolayı beraat
kararı verilmesi gerektiğine hükmetmiĢtir. Yargıtay 7. CD, 27.02.2002 tarih ve E. 2002/322, K.
2002/2087 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 03.05.2013.
761
Yargıtay 7. CD, 10.06.1999 tarih ve E. 1998/8325, K. 1999/7117 sayılı kararı, (Ergül, 2005, s. 107).
762
Yargıtay 7. CD, 25.10.2000 tarih ve 12155/13587, (Hatipoğlu/Parlar, 2005, s. 896).
763
Ünver, Y. (2012). Adliyeye Karşı Suçlar. (3. Baskı). Ankara, s. 374.
764
TCK’da “Suç EĢyasının Satın Alınması veya Kabul Edilmesi” suçu kanunun ikinci kitap, ikinci kısım,
onuncu bölümü olan malvarlığına karĢı suçlar arasında düzenlenmiĢ iken; bu suçun Alman Ceza
759
760
222
düzenlenmiĢti. Söz konusu düzenleme, “her kim, 296’ncı maddede beyan olunan haller
haricinde kendisi cürmün irtikabına iştirak etmeksizin bir cürümden hasıl olan para veya
sair eşyayı bilerek kabul eder veya saklar yahut satın alır yahut her ne suretle olursa olsun
kabul etmek ve saklamak ve satmak hususlarında tavassut eylerse üç seneye kadar hapis ve
doksan bin liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır. Şu kadar ki tayin edilecek ceza
asıl fiil için verilecek cezanın üçte birini geçemez” Ģeklindeydi.
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunda olduğu gibi, suç
eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun oluĢabilmesi için eĢyanın daha önce
iĢlenmiĢ olan bir suçtan elde edilmiĢ olması gerekir765. Bu bakımdan suç eĢyasının satın
alınması veya kabul edilmesi suçunun konusunu oluĢturan eĢya veya malvarlığı değerinin,
hangi öncül suçtan elde edildiğinin mahkeme tarafından verilen hükümle sabit olması
gerekir766. Asıl suçtan dolayı hükmün kurulmuĢ olması, 765 sayılı Kanun döneminde ise
ayrı bir öneme sahipti. Bu kanuna göre, cürüm eĢyasının satın alınması suçu için verilecek
olan ceza öncül suçtan dolayı verilen cezanın üçte birinden fazla olamayacaktı. Öncül suç
bakımından söz konusu edilen ceza ise kanunda yazılı soyut ceza değil, yapılan yargılama
sonucunda verilen somut ceza idi. Dolayısıyla 765 sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu
dönemde, cürüm eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesinden dolayı ceza tayini için
öncül suç nedeniyle verilmiĢ bir mahkumiyet kararının bulunması gerekliydi. Yargıtay’ın
da görüĢü bu doğrultudaydı767. Ancak yüksek mahkeme konuya iliĢkin vermiĢ olduğu bir
kararında, öncül suç faillerinin, haklarındaki yapılan yargılama sonucunda beraat etmiĢ
olmaları durumunda bile; bu kiĢilerden suç konusu edilen eĢyayı alan kiĢinin, suç eĢyasını
satın alma veya kabul etme suçundan dolayı sorumlu olacağına hükmetmiĢtir768.
765
766
767
768
Kanunu’ndaki (StGB) karĢılığı olan “Hehlerei” §259’da düzenlenmiĢ olup, adliyeye karĢı iĢlenilen suçlar
arasında yer almaktadır.
Önder, 1994, s. 441; Wessels, J. ve Hillenkamp, T. (2005). Strafrecht Besonderer Teil 2. (28.
neubearbeitete Auflage). Heidelberg, Rn. 832.
Dönmezer, 2001, s. 534; Özgenç, 2013, s. 132.
“Asıl hırsızlık eylemi hakkında soruşturma yapılıp ceza verilememiş olmasına göre, TCK'nun 512/son
maddesindeki 1/3 oranının ne biçimde korunduğu açıklanıp tartışılmadan temel cezanın 2 yıl hapisten
başlatılması”, Yargıtay 6. CD, 19.04.2004 tarih ve E. 2003/722, K. 2004/4924 sayılı kararı,
www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 07.06.2013.
“Hırsızlık suçundan sanık N. Y., hırsızlık malını bilerek alma suçundan sanıklar K. B. ve D. A. hakkında
MAÇKA Asliye Ceza Mahkemesi'nce yapılan yargılama sonunda 30.01.2003 tarih ve 2002/36 esas
2003/11 karar sayı ile beraat kararı verildiği; müdahiller tarafından süresi içinde temyiz edildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığın'ca ret-onanma-bozma isteğiyle dava dosyasının tebliğname ekinde
01.04.2004 tarihinde Dairemize gönderildiği anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü: KARAR : 1Müşteki H. S.'ın sanıklar K. B. ve D. A. hakkında kurulan beraat hükümlerine yönelik temyiz itirazlarının
incelenmesi: İddianame ile sanıkların, müdahil E. S.'ın evinden çalınan baltayı hırsızlık malı olduğunu
bilerek kabul ettiklerinden bahisle TCK'nın 512/1. maddesi uyarınca cezalandırılmaları istemiyle kamu
davası açılması üzerine sanıklar hakkında bu suçtan dolayı beraat hükmü tesis edilmiş olduğu ve müşteki
H. S. tarafından sunulan 19.6.2002 havale tarihli müdahale dilekçesinin sanık N. hakkında hırsızlık
suçundan açılan davaya ilişkin bulunduğu nazara alınarak müşteki H. S.'ın temyiz isteminin 5320 sayılı
223
Yine aynen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunda olduğu gibi,
öncül suç hakkında henüz bir soruĢturma baĢlamamıĢ olsa bile, suç eĢyasının satın alınması
veya kabul edilmesi suçu iĢlenebilir. Suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu
hakkındaki soruĢturma veya kovuĢturma öncül suç hakkındaki soruĢturma veya
kovuĢturmadan önce baĢlayabilir. Fakat suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi
suçuna iliĢkin olarak hüküm kurulması, öncül suçun iĢlenip iĢlenmediğinin kesin bir
Ģekilde belirlenmiĢ olmasına bağlı olduğu için bu suçtan dolayı yargılama yapan
mahkemenin öncül suç hakkında yapılan yargılamanın sonucunu beklemesi gerekir769.
Bilgi Vermeme Suçu (TCK md. 166)
765 sayılı Kanun’un 512’nci maddesinde düzenlenen “cürüm eĢyasının satın
alınması” suçundan farklı olarak, 5237 sayılı TCK’nın 165’inci maddesinde düzenlenen
“suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi” suçunun iĢlenebilmesi için doğrudan
kast gerekli değildir. Bu suç olası kastla da iĢlenebilir. Bu bakımdan satın aldığı veya kabul
ettiği eĢyanın veya malvarlığı değerinin bir suçun iĢlenmesiyle elde edildiğini öngören,
ancak buna rağmen eĢyayı satın alan veya kabul eden kiĢi bu suçtan sorumlu olur. Ancak
satın aldığı veya kabul ettiği anda söz konusu eĢyanın veya malvarlığı değerinin bir suçun
iĢlenmesiyle elde edildiğini öngöremeyen kiĢi, bu suçtan sorumlu olmaz. Buna karĢılık, bu
eĢyanın veya malvarlığı değerinin bir suçun iĢlenmesiyle elde edildiğinin sonradan
öğrenilmesine rağmen, sessiz kalınması da bir haksızlık teĢkil eder. Bu durumu öngören
kanun koyucu, suçtan elde edilen eĢyayı veya malvarlığı değerini durumunu bilmeden satın
alan veya kabul eden; ancak bu durumu daha sonra öğrenmesine rağmen sessiz kalan
kiĢileri de cezalandırmak amacıyla TCK md. 166’daki “bilgi vermeme” suçunu ihdas
etmiĢtir.
769
kanun'un 8/1. maddesi ve 1412 sayılı CMUK'un 317. maddesi uyarınca REDDİNE; 2- Müdahil E. S.'ın
sanık K. B. hakkında kurulan beraat hükmüne yönelik temyiz itirazı ile müdahiller E. S. ve H. S.'ın sanık
N. Y. hakkında kurulan beraat hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi,
Yapılan duruşmaya,
toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun şekilde oluşan
inanç ve takdirine incelenen dosya içeriğine göre müdahillerin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının
reddiyle, hükmün istem gibi ONANMASINA;
3- Müdahil E. S.'ın sanık D. A. hakkında kurulan beraat
hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi:
İncelenen dosya içeriği itibariyle; hırsızlık suçunu
işlediğine veya bu suça iştirak ettiğine dair aleyhinde herhangi bir delil bulunmayan sanığın, suça konu
baltayı müdahile teslim etmiş olması ve kollukta alınan ifadesinde, suça konu baltanın sapını kırarak
sakladığını kabul etmiş olması karşısında, sanığın eyleminin TCK'nın 512. maddesinde düzenlenen suçu
oluşturduğu nazara alınarak mahkumiyetine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde beraat hükmü
tesisi, SONUÇ: Bozmayı gerektirmiş, müdahilin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş
olduğundan hükmün istem gibi BOZULMASINA” Yargıtay 10. CD, 23.06.2005 tarih ve E. 2004/4940, K.
2005/13317 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 07.06.2013.
Soyaslan, 2014, s. 459.
224
TCK’nın 166’ncı maddesine göre, “Bir hukuki ilişkiye dayalı olarak elde ettiği
eşyanın, esasında suç işlemek suretiyle veya suç işlemek dolayısıyla elde edildiğini
öğrenmesine rağmen, suçu takibe yetkili makamlara vakit geçirmeksizin bildirimde
bulunmayan kişi, altı aya kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır”. Yukarıda
yapılan açıklamalardan ve suç tipinin kanundaki düzenleniĢ Ģeklinden, bu suçun “suç
eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi” suçu ile sıkı bir bağ içerisinde olduğunu
söyleyebiliriz. Bu bakımdan “suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi” suçu ile
öncül suç arasındaki iliĢkinin “bilgi vermeme” suçu ile bu suçun öncülü olan suç arasında
da geçerli olduğu kanısındayız. Ancak her iki suç arasındaki temel farkın “bilgi vermeme”
suçunun yalnızca doğrudan kastla iĢlenebilmesi olduğunu vurgulamak gerekir. Zira
maddede bir hukuki iliĢkiye dayanılarak elde edilen eĢyanın, bir suçun iĢlenmesi suretiyle
veya bir suçun iĢlenmesi dolayısıyla elde edildiğinin öğrenilmesinden bahsedilmektedir.
Bir hususun öğrenilmesi ise ona iliĢkin bilginin tam olduğu anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla bilgi vermeme suçunun oluĢabilmesi için doğrudan kast gereklidir.
Suçluyu Kayırma Suçu (TCK md. 283)
Suçluyu kayırma, TCK’nın 283’üncü maddesinde müstakil bir suç tipi olarak
düzenlenmiĢtir. Buna göre, “suç işleyen bir kişiye, araştırma, yakalanma, tutuklanma770
veya hükmün infazından kurtulması için, imkan sağlayan kimse… cezalandırılır (f. 1). Bu
suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı olarak işlenmesi halinde verilecek
ceza yarı oranında artırılır (f. 2). Bu suçun, üstsoy, altsoy, eş, kardeş veya diğer suç ortağı
tarafından işlenmesi halinde, cezaya hükmolunmaz (f. 3)”.
Bu suçun karĢılığı 765 sayılı Kanun’un 296’ncı maddesinde düzenlenmiĢti. Maddeye
göre, “her kim hapis cezasından aşağı olmayan cezayı müstelzim bir cürüm işledikten
sonra bu cürmün icrasında faillerle evvelce ittifak etmiş ve cürmü neticelendirmekte
yardımı dokunmuş olmaksızın, bir kimsenin o cürümden istifadesini temine veya hükümetçe
icra olunacak tahkikatı yanlış yola sevk etmeye yahut hükümetin araştırmalarına veya
hükmün icrasına karşı faili gizlemeye yardım eder yahut hakkında yakalama veya tevkif
müzekkeresi çıkarılmış olan bir kimsenin saklı bulunduğu yeri bildiği halde mercilere
derhal haber vermezse veya her kim bu cezaları istilzam eden bir cürmün eser ve
770
5271 sayılı CMK gıyabi tutuklama kararına yer vermediği için Ģüpheli veya sanığın tutuklanmasına karar
verilebilmesi için bu kiĢilerin hakim veya mahkeme huzurunda hazır bulunmaları gerekmektedir.
Tutuklama kararı ise derhal yerine getirilecektir. Dolayısıyla bu hükmün uygulanabilmesinin yegane yolu,
Ģüpheli veya sanığın hakkında verilen tutuklama kararının hemen akabinde duruĢma salonundan kaçarak
durumdan haberdar olan birisine sığınması ve bu kiĢinin Ģüpheli veya sanığa yetkili makamların
ulaĢmasını engellemesi suretiyle gerçekleĢir.
225
delillerini yok eder yahut bunları bir suretle değiştirir veya bozarsa,… mahkum olur. Şu
kadar ki, bu ceza müddeti asıl cürüm için kanunda tayin edilen cezanın üçte birini
geçemez. Sair fiillerden dolayı tertip olunacak ceza… ağır para cezasıdır (f. 1). Bu fiili
usul veya fürunun, karı veya kocasının yahut kardeşlerinin lehine olarak işleyen kimseye
ceza verilmez (f. 2)”. Söz konusu suç tanımında 5237 sayılı TCK’da yer alan suçluyu
kayırma (md. 283), tutuklu, hükümlü veya suç delillerini bildirmeme (md. 284) ve suç
delillerini yok etme gizleme veya değiĢtirme (md. 281) suçlarının tanımlarına yer
verilmiĢti. 5237 sayılı TCK’nın 283’üncü maddesinde düzenlenen suçluyu kayırma suçu
ise 765 sayılı Kanunun 296’ncı maddesinde düzenlenen suçun seçimlik hareketlerden
birisini oluĢturan “bir kimsenin o cürümden istifadesini temine veya hükümetçe icra
olunacak tahkikatı yanlış yola sevk etmeye yahut hükümetin araştırmalarına veya hükmün
icrasına karşı faili gizlemeye yardım” fiillerine karĢılık gelmektedir771.
Aynen suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi ve suçtan kaynaklanan
malvarlığı değerlerini aklama suçlarında olduğu gibi, suçluyu kayırma suçu da bir baĢka
suçun varlığına bağlı bir suç tipidir. BaĢka bir deyiĢle, suçluyu kayırma suçunun
oluĢabilmesi için ortada daha önce iĢlenmiĢ bir suçun bulunması gereklidir772.
TCK’nın 283’üncü maddesinin gerekçesinde bu suçla güdülen amacın, suç
iĢlendikten sonra failin herhangi bir yardım görmesinin engellenmesi olduğu ifade
edilmiĢtir773. Zira suç Ģüphesi altında bulunan kiĢiye yargılanmasını engellemek amacıyla
yapılan yardımlar veya hükümlü kiĢinin mahkum olduğu cezanın veya tedbirin infazının
engellenmesi,
ceza
adaletinin
gerçekleĢmesini
engelleyecektir.
Gerekçedeki
açıklamalardan da anlaĢılacağı gibi, suçla korunmak istenen hukuki değer ceza adaletinin
yerine getirilmesidir. Öğretideki bazı yazarlar ise bu suçla korunan hukuki değerin, ceza
adaletini gerçekleĢtirmeyi amaçlayan adliyenin saygınlığı olduğunu ileri sürmektedirler774.
Oysa ki adliyenin saygınlığı muğlak bir ifade olmasının yanı sıra, kanımızca bütün suçlarla
korunmak istenen Ģey bir bakıma adliyenin saygınlığıdır. Örneğin, sürekli hırsızlık
suçunun iĢlendiği bir bölgede failler hakkında adli bir takibatın yapılmaması veya bu
kiĢilerin gerçekleĢtirmiĢ oldukları fiillerden dolayı cezalandırılmamaları, diğer kiĢilerin
771
772
773
774
Özgenç, 2013, s. 153.
CoĢkun, N, 2003, s. 101.
Koca, M. ve Üzülmez, Ġ. (2013). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara, s. 805; TCK md. 283’ün
karĢılığı olan 765 sayılı Kanun’un 296’ncı maddesiyle de kanun koyucunun izlediği amacın, suç
iĢlendikten sonra failin herhangi bir Ģekilde yardım görmesinin engellenmesi olduğu belirtilmektedir
(ġahin, C. (1999, Mayıs). Türk Ceza Kanunu ve Tasarısında Suçlunun Kayrılması Suçları. Türkiye
Noterler Birliği Hukuk Dergisi, 15(102), s. 23).
Meran, N. (2006). Kamu Görevlisine ve Adliyeye İlişkin Suçlar. Ankara, s. 343.
226
soruĢturma ve kovuĢturma makamlarına olan güvenlerini sarsacak, sonuçta soruĢturma ve
kovuĢturma makamlarının bu kiĢiler nezdindeki saygınlığı azalacaktır. Dolayısıyla hırsızlık
suçunu iĢleyen kiĢilerin yaptırıma tabi tutulması, bir anlamda soruĢturma ve kovuĢturma
makamlarının bu kiĢiler nezdindeki saygınlığını sağlamanın bir yolu olacaktır. Diğer
taraftan suçla korunan hukuki değerlere tecavüz, bu kiĢinin iĢlediği fiille söz konusu ideal
değerleri tanımadığı, bunların geçerliliğine karĢı çıktığı anlamına gelmektedir
775
.
Dolayısıyla suçla korunan hukuki değerin “adliyenin saygınlığı” olduğunu kabul ettiğimiz
zaman, kiĢinin suçluyu kayırma teĢkil eden fiilleriyle soruĢturma ve kovuĢturma
makamlarının geçerliliğine karĢı çıktığını söylememiz gerekecektir. Oysa bu suçta failin
amacı, suçlu kiĢi hakkında verilen koruma tedbirlerinin veya hükmün sonuçsuz kalmasını
sağlamaktır. Bu suçun faili olan kiĢi, soruĢturma ve kovuĢturma makamlarının geçerliliğine
karĢı çıkmamakta, somut olayda verilen koruma tedbirinin veya hükmün uygulanmasını
engellemeye çalıĢmaktadır.
Suçluyu kayırma suçunun konusu, hakkındaki soruĢturma daha sonra baĢlamıĢ olsa
bile suçlu kiĢidir776.
Suçluyu kayırma suçunun öncülü olan suç, kasten iĢlenen bir suç olabileceği gibi
taksirli bir suç da olabilir777. Bu bakımdan kasten iĢlenen suçlarla taksirle iĢlenen suçlar
arasında bir fark söz konusu değildir. Ayrıca bu suçlardan dolayı henüz bir soruĢturma
baĢlatılmamıĢ dahi olsa, suçluyu kayırma suçunun oluĢması mümkündür778. Örneğin, A,
dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı bir Ģekilde araç kullandığı için bir yayaya çarparak
ölümüne sebep olur ve olayın hemen sonrasında arkadaĢı B’ye sığınır. B, bunun üzerine
irtibata geçtiği kiĢiler vasıtasıyla A’nın yurt dıĢına kaçmasına yardımcı olur. Bu olayda
henüz soruĢturma baĢlamadan A yurt dıĢına kaçmıĢtır. SoruĢturma, suçluyu kayırma arz
eden hareketlerden sonra baĢlamıĢ dahi olsa, B’yi suçluyu kayırma suçundan dolayı
sorumlu tutmak gerekecektir.
1982 Anayasası’nın 38’inci maddesinin dördüncü fıkrasında “Suçluluğu hükmen
sabit oluncaya kadar, kimse suçlu sayılamaz” denilmek suretiyle, masumiyet karinesi
775
776
777
778
Özgenç, 2014, s. 155.
Özgenç, 2013, s. 153.
Özgenç, 2013, s. 154; Koca/Üzülmez, 2013, s. 806.
Özgenç, 2013, s. 154; Ünver, 2012, s. 394; Koca/Üzülmez, 2013, s. 807; Yargıtay da vermiĢ olduğu bir
kararında suçun iĢlenmesinden hemen sonra faile yapılan yardımın suçluyu kayırma suçu bağlamında
değerlendirilmesi gerektiğine hükmetmiĢtir. Kararda özetle Ģu hususlar dile getirilmiĢtir: “Sanıklardan
birinin öldürme eylemi öncesinde veya sırasında asli fail olan diğer sanığa yardımda bulunduğuna,
herhangi bir aşamada yardımda bulunmayı vadeylediğine ilişkin kanıt bulunmadığı, ancak maktulün
vurulmasından sonra öldü düşüncesiyle araca bindirilirken asli failin ısrarı ile yardım etmesi ve suç
delillerini gizlemesi eylemi, TCK’nun 296. Maddesi kapsamında değerlendirilmelidir” Yargıtay 1. CD,
4.4.2005 tarih ve E. 2004/5159, K. 2005/690 sayılı kararı, www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 16.05.2013.
227
anayasal bir güvence altına alınmıĢtır. Bu düzenlemeye paralel bir Ģekilde, CMK’nın 2’nci
maddesinde Ģüpheli ve sanık kavramları tanımlanırken suçlu kiĢiden değil, suç Ģüphesi
altında bulunan kiĢiden bahsedilmiĢtir. Dolayısıyla henüz soruĢturma veya kovuĢturma
aĢamasında bulunan kiĢi suçlu değil, suç Ģüphesi altında bulunan bir kiĢidir. Yapılan
yargılama sonucunda bu kiĢi hakkında beraat kararının verilmiĢ olması, soruĢturma veya
kovuĢturma aĢamasında bu kiĢinin Ģüpheli veya sanık statüsünde bulunmuĢ olmasına engel
değildir.
Diğer taraftan suçluyu kayırma suçu ile korunan hukuki değerin ceza adaletinin
yerine getirilmesi olduğunu söylemiĢtik. Bu suçla soruĢturma veya kovuĢturmanın sıhhatli
bir Ģekilde yapılması amaçlanmıĢtır. Bu bakımdan soruĢturma veya kovuĢturma
makamlarının
maddi gerçeğe ulaĢmak için ihtiyaç duydukları anda ve ceza
muhakemesindeki kurallar çerçevesinde Ģüpheli veya sanığa ulaĢmaları bir gerekliliktir. Bu
ihtiyacı temin maksadıyla CMK’da yakalama, arama ve tutuklama gibi koruma tedbirleri
öngörülmüĢtür. ĠĢte bu suç tipiyle esas olarak, Ģüpheli veya sanığa soruĢturma veya
kovuĢturma makamlarının ulaĢması sağlanmak istenmiĢ, bunu engelleyici hareketler ise
ceza yaptırımına bağlanmıĢtır. Bu suç tipindeki seçimlik hareketlerden “hükmün
infazından kurtulması için imkan sağlanması” bir kenara, suçluyu kayırma suçunun
iĢlendiği anda suçun konusunu oluĢturan kayrılan kiĢinin henüz suçlu değil, suç Ģüphesi
altında bulunan kimse olduğu anlaĢılır. Öğretideki bazı yazarlar, bu görüĢten yola çıkarak
kayrılan kiĢinin iĢlediği iddia edilen suçtan dolayı yapılan yargılama sonucunda beraat
etmiĢ olması halinde dahi suçluyu kayırma suçunun oluĢacağını kabul etmektedirler. Bu
yazarlara göre, suçluyu kayırma suçunun oluĢabilmesi için öncül suçtan dolayı yapılan
kovuĢturma sonucunda kayrılan kiĢi hakkında mutlaka mahkumiyet kararının verilmesi
Ģart değildir779.
Öğretide bazı yazarlar ise suçluyu kayırma suçundan dolayı mahkumiyet hükmü
kurulabilmesi için öncül suçun kayrılan kiĢi tarafından iĢlendiğinin veya bu kiĢinin
iĢtirakiyle iĢlendiğinin kesin hükümle sabit olması gerektiğini savunmaktadır. Bu yazarlara
göre,
suçluyu
kayırma
suçunun
düzenlendiği
madde
metninde
suçlu
kiĢiden
bahsedilmektedir ve bunun için ise bir kiĢinin hakkında kesinleĢmiĢ mahkumiyet kararının
bulunması gereklidir. Bu nedenle, öncül suç ile ilgili kayrılan kiĢi hakkında beraat kararı
779
Soyaslan, 2014, s. 807; 5237 sayılı TCK’nın 283’üncü maddesine karĢılık gelen 765 sayılı Kanun’un
296’ncı maddesinde yer alan seçimlik hareketlerden “bir kimsenin o cürümden istifadesini temine veya
hükümetçe icra olunacak tahkikatı yanlış yola sevk etmeye yahut hükümetin araştırmalarına veya hükmün
icrasına karşı faili gizlemeye yardım” için de kayrılan öncül suç failinin bilahare beraat etmesinin önemli
olmadığı savunulmaktaydı (Zafer, 2004, s. 84; ġahin, 1999, s.26).
228
verilmesi durumunda, ortada suçlu bir kiĢi bulunmayacağı için suçluyu kayırma suçu da
oluĢmayacaktır780.
Kanunun lafzı ile uyum arz eden ikinci görüĢte isabet vardır. Zira suçlu bir kimseden
bahsedebilmemiz için bu kiĢi hakkında verilen mahkumiyet hükmünün kesinleĢmiĢ olması
gerekir (Anayasa md. 38, f. 4). Dolayısıyla kayrılan kiĢinin iĢlediği iddia edilen suçtan
dolayı beraat etmesi durumunda, ortada suç iĢleyen baĢka bir deyiĢle suçlu bir kimse
bulunmayacağı için suçluyu kayırma suçu da oluĢmayacaktır. Ancak madde gerekçesinde
bu suçla korunan hukuki değerin ceza adaletinin gerçekleĢmesi olduğu açık bir Ģekilde
vurgulanmıĢtır. Bu yüzden, henüz soruĢturma veya kovuĢturma aĢamasında olunmasına
rağmen, suç iĢlediği konusunda Ģüphe bulunan bir kimsenin kayrılması da ceza adaletinin
yerine getirilmesini engeller. Ayrıca “suçluyu kayırma” suçu maddedeki seçimlik
hareketlerden birisinin yapılması ile oluĢan bir sırf hareket suçudur. Sırf hareket suçları ise
kanuni tarifte yer alan fiilin yapılması ile tamamlanan ve failin cezalandırılabilmesi için
herhangi bir neticenin gerekli olmadığı suçlardır. Bu nedenle TCK’nın 283’üncü
maddesinde yapılacak bir değiĢiklikle suçluyu kayırma suçunun, hakkında bir koruma
tedbiri kararı verilen veya hüküm kurulan kiĢinin, bu kararın veya hükmün sonuçsuz
kılınması amacıyla kayrılması suç haline getirilmelidir781.
Suç Delillerini Yok Etme, Gizleme veya DeğiĢtirme Suçu (TCK md. 281)
Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçu 5237 sayılı TCK’nın 281’inci
maddesinde düzenlenmiĢtir. Buna göre “Gerçeğin meydana çıkmasını engellemek
780
781
Özgenç, 2013, s. 154; Ünver, 2012, s. 392; Koca/Üzülmez, 2013, s. 806; YaĢar, O., Gökcan, H. T. ve
Artuç, M. (2010). Yorumlu- Uygulamalı Türk Ceza Kanunu Cilt VI. Ankara, s. 8076; Yargıtay da, suçluyu
kayırma suçunun öncül suçundan dolayı sanık hakkında beraat kararı verilmesi durumunda, suçluyu
kayırma suçunun nasıl oluĢtuğunun tartıĢılması gerektiği düĢüncesi ile ilk derece mahkemesi hükmünü
bozmuĢtur. Yüksek mahkemenin söz konusu kararının özeti Ģu Ģekildedir: “sanığın kayırdığı ileri sürülen
Özkan M.’ın hırsızlık suçundan beraat etmesi karşısında, suçluyu kayırma suçunun öğelerinin nasıl
oluştuğu açıklanıp tartışılmadan hükümlülük kararı verilmesi… yasaya aykırı ve sanık Adem Uygun
müdafiinin temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden Hükmün Bozulmasına…”
Yargıtay 4. CD, 04.07.2007 tarih ve E. 2006/2953, K. 2007/6405 sayılı kararı, (YaĢar/Gökcan/Artuç,
2010, s. 8079).
TCK md. 283’te öncül suç faili için “suçlu” ifadesinin kullanılmıĢ olması nedeniyle, suçluyu kayırma
suçundan dolayı mahkumiyet kararı verilebilmesi için öncül suç failinin söz konusu suçu iĢlediğinin kesin
bir hükümle sabit olmasının gerektiğini belirtmiĢtik. Suçla korunan hukuki değerin ceza adaletinin yerine
getirilmesi olması karĢısında, hakkında daha sonra beraat kararı verilmiĢ olan failin dahi kayrılması
durumunda bu suçun oluĢması gerektiğini de belirtmiĢtik. Ayrıca madde metninde bütün koruma
tedbirlerine değil de sadece yakalama ve tutuklama koruma tedbirlerine yer verilmesi de eleĢtiriye açık
bir durumdur. Zira madde metninin bu düzenlemesi karĢısında örneğin hakkında “yurt dıĢına çıkıĢ
yasağı” verilmek suretiyle adli kontrol tedbirine baĢvurulan kiĢinin, bu kararın etkisiz kılınması için yurt
dıĢına kaçırılması durumunda suçluyu kayırma suçu oluĢmayacaktır. Belirtilen bu gerekçelerle TCK’nın
283’üncü maddesinin birinci fıkrasının Ģu Ģekilde düzenlenmesi gerektiği görüĢündeyiz: “(1) Her kim;
hakkındaki bir araştırmanın, verilen koruma tedbiri kararının uygulanamaması veya hükmün infazından
kurtulması için bir kimseye imkan sağlarsa, altı aydan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”.
229
amacıyla, bir suçun delillerini yok eden, silen, gizleyen, değiştiren veya bozan kişi…
cezalandırılır. Kendi işlediği veya işlenişine iştirak ettiği suçla ilgili olarak kişiye bu fıkra
hükmüne göre ceza verilmez”. Bu suçun kamu görevlisi tarafından göreviyle bağlantılı
olarak iĢlenmesi cezanın artırılmasını gerektiren bir nitelikli hal olarak kabul edilmiĢ (TCK
md. 281, f. 2); ayrıca suç delillerini gizleyen kiĢinin, bu delilleri hüküm verilmezden önce
mahkemeye sunmasını sağlamak için, cezada indirim yapılmasını gerektiren bir hal olarak
etkin piĢmanlık hükümlerine yer verilmiĢtir (TCK md. 281, f. 3). 5237 sayılı TCK’da
düzenlenen “Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme” suçu 765 sayılı Kanunun
296’ncı maddesinde düzenlenen suçun seçimlik hareketlerden birisini oluĢturan, hapis
cezasından aĢağı olmayan cezayı müstelzim bir cürmün eser ve delillerinin yok edilmesi
yahut bunların bir suretle değiĢtirilmesi veya bozulması fiillerine karĢılık gelmektedir.
Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçunun konusunu daha önce
iĢlenmiĢ bir suçun delili oluĢturmaktadır. Dolayısıyla, bu suçun da oluĢabilmesi için ortada
daha önce iĢlenmiĢ bir suçun bulunması gerekir 782 . Bu durum madde gerekçesinde Ģu
Ģekilde açıklanmıĢtır: “Bu suçun konusunu, daha önce işlenmiş olan bir suçun delil ve
eserleri oluşturmaktadır. Bir suçtan elde edilmiş olan eşyayı da, suçun eser ve delili olarak
kabul etmek gerekir. Bu itibarla, söz konusu suç, önceden işlenmiş bir suçun varlığını
gerekli kılmaktadır”.
Suçluyu kayırma suçunda olduğu gibi; suç delillerini yok etme, gizleme veya
değiĢtirme suçunun da öncülü olan suç kasten iĢlenen bir suç olabileceği gibi, taksirle
iĢlenen bir suç da olabilir783. Ayrıca öncül suç failinin kusur yeteneğine sahip olmaması
veya Ģahsi cezasızlık sebeplerinden faydalanıyor olması, bu suçun oluĢabilmesi
bakımından önemli değildir784.
Suç Delillerinin Yerini Bildirmeme Suçu (TCK md. 284, f. 2)
TCK’nın 284’üncü maddesinin ikinci fıkrasına göre, “ İşlenmiş olan bir suça ilişkin
delil ve eserlerin başkaları tarafından saklandığı yeri bildiği halde yetkili makamlara
bildirmeyen kimse… cezalandırılır”.
782
783
784
Wessels/Hillenkamp, 2005, Rn. 803; Alman hukukunda TCK’nın 281’inci maddesinde düzenlenen suçun
tam bir karĢılığı yoksa da StGB § 257’deki Begünstigung (Suçluya Yardım) suçunun suç delillerini yok
etme, değiĢtirme veya gizleme suçu ile benzerlik gösterdiği söylenebilir.
Özgenç, 2013, s. 146; Koca/Üzülmez, 2013, s. 795.
Schmidt, R., Priebe, K. (2007). Strafrecht Besonderer Teil I. (6. Auflage). Grasberg bei Bremen, Rn.
1076.
230
Suç delillerinin yerini bildirmeme suçunun konusunu daha önce iĢlenmiĢ bir suça
iliĢkin delil ve eserler oluĢturur. Öncül suçun varlığı kesinleĢmiĢ bir hükümle tespit
edilmeden, suç delillerinin yerini bildirmeme suçu oluĢmayacaktır. Aksi kabul masumiyet
karinesine aykırılık teĢkil edecektir. Bu ilkeye göre, nasıl ki hakkında kesinleĢmiĢ
mahkumiyet kararı bulunmayan kimseye suçlu diyemiyorsak; henüz kesinleĢmiĢ bir
mahkumiyet kararı bulunmadan, bu kiĢinin gerçekleĢtirdiği iddia edilen hareketleri de suç
olarak nitelendiremeyiz 785.
4.2.3.3.2. Hüküm Türlerine Göre Değerlendirme
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun konusunu bir suçtan
kaynaklanan malvarlığı değeri; suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun
konusunu, daha önce iĢlenmiĢ bir suçtan elde edilen değerler; bilgi vermeme suçunun
konusunu, suç iĢlemek suretiyle elde edildiği öğrenilen eĢya; suçluyu kayırma suçunun
konusunu, hakkındaki soruĢturma daha sonra baĢlamıĢ olsa bile, suçlu kiĢi; suç delillerini
yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçu ile suç delillerinin yerini bildirmeme suçlarının
konusunu, daha önce iĢlenmiĢ bir suçun delili oluĢturmaktadır. Görüleceği gibi belirtilen
bütün bu suçlar daha önce iĢlenen bir suçun varlığına bağlıdır. Dolayısıyla belirtilen bu
suçların oluĢtuğunu kabul edebilmemiz için bu suçların öncülü olan suçların iĢlendiğinin
kesin bir hükümle belirlenmiĢ olması gerekir.
Hüküm çeĢitleri CMK’nın 223’üncü maddesinde sayılmıĢtır. Buna göre beraat, ceza
verilmesine yer olmadığı, mahkumiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve
düĢmesi kararı hükümdür (CMK md. 223, f. 1). Öncül suç ile ilgili kurulan her hüküm asıl
suçtan dolayı yapılan yargılama üzerinde aynı etkiyi göstermemektedir. Bu nedenle her bir
hüküm çeĢidi bakımından ayrı bir değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Beraat Hükmünün Etkisi
CMK’ya göre yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamıĢ olması, yüklenen
suçun sanık tarafından iĢlendiğinin sabit olmaması, yüklenen suç açısından failin kast veya
taksirinin bulunmaması, yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmesine rağmen, olayda bir
hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve yüklenen suçun sanık tarafından iĢlendiğinin
sabit olmaması hallerinde sanık hakkında beraat kararı verilir (CMK md. 223, f. 2). Bir
görüĢe göre, yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamıĢ olması ve yüklenen suçun
785
Ünver, 2012, s. 417.
231
sanık tarafından iĢlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması
hallerinde ortada iĢlenmiĢ bir suçtan bahsedilemeyeceği için aklama suçu da
oluĢmayacaktır786. Ancak öncül suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin sabit olması, bu suç
açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması ve bu suçun sanık tarafından iĢlendiğinin
sabit olmaması durumlarında fail veya faillerin söz konusu suç ile irtibatlarının olmadığı
gerekçesiyle beraat kararı verildiği, bu nedenle de bu durumlarda öncül suça iliĢkin verilen
beraat kararlarının aklama suçundan dolayı kurulacak hükme etki etmeyeceği
savunulmaktadır787.
Bir baĢka yazar ise suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçu ile
ilgili olarak, öncül suçun failinin beraat etmesinin, asıl suç failinin de beraat etmesini
gerektirmediğini, öncül suç faili hakkında beraat kararı verilmiĢ olsa da asıl suç faili
hakkında mahkumiyet kararı verilebileceğini savunmaktadır788.
Kanımızca öncül suç faili hakkında farklı gerekçelerle verilen beraat hükümleri asıl
suçtan dolayı yapılan yargılamaya farklı Ģekilde etki edecektir. Bu nedenle, CMK’nın
223’üncü maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen her bir beraat nedeni ile ilgili ayrı bir
değerlendirme yapılması gerekir.
Yüklenen Fiilin Kanunda Suç Olarak Tanımlanmamış Olması
CMK’ya göre fail hakkında beraat kararı verilecek birinci hal, yüklenen fiilin
kanunda suç olarak tanımlanmamıĢ olmasıdır (CMK md. 223, f. 2, bent “a”). Bu durumda
kiĢinin gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil suç teĢkil etmediği için bu fiilin neticesinde elde edilen
malvarlığı değerlerinin aklanması söz konusu olamayacak veya bu kiĢiden fiil sonucu elde
edilen değerlerin satın alınması veya kabul edilmesi herhangi bir suçu oluĢturmayacaktır.
TCK’nın 283’üncü maddesinde suçlu kiĢiden bahsedildiği ve yüklenen fiilin kanunda suç
olarak tanımlanmamıĢ olması halinde, ortada suç teĢkil eden bir fiil de olamayacağı için bu
fiili gerçekleĢtiren kiĢi de suçlu olarak değerlendirilemeyecektir. Dolayısıyla kayrılan
kiĢinin, gerçekleĢtirdiği iddia edilen suçtan dolayı yapılan yargılamadan bu gerekçe ile
beraat etmesi durumunda, suçluyu kayırma suçu da oluĢmayacaktır. Aynı Ģekilde suç
786
787
788
Değirmenci, 2007, s. 434.
Değirmenci, 2007, s. 435; Dülger, M. V, 2011, s. 504.
Ünver, 2012, s. 370. Ancak yazar eserinin ilerleyen sayfalarında “bu malvarlığının kaynağı meşru
olmamalıdır. Bir suçtan kaynaklanan ve gayrimeşru bir kaynak ve bu kaynağın da suç teşkil etmesi
gerekmektedir. TCK’nın 282. maddesindeki suçun maddi konusu malvarlığının elde edildiği eylem veya
faaliyetin suç teşkil etmemesi veya bir suçtan kaynaklanmadığının kesinleşmiş yargı kararıyla ispat
edilmiş olması durumunda, bu malvarlığı kaynakları üzerinde tipik davranışların yapılması, TCK’nın
282. Maddesindeki suça vücut vermez” demek suretiyle kendi içerisinde çeliĢkiye düĢmüĢtür. Bkz.
Ünver, 2012, s. 373.
232
delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme ve suç delillerini bildirmeme suçlarının
oluĢtuğundan bahsedebilmemiz için de öncül suçun varlığı gereklidir. Bu suçların öncülü
olan fiillerin suç teĢkil etmemesi durumunda örneğin, bu fiillere iliĢkin delillerin yok
edilmesi, suç delillerini yok etme; bu fiillere iliĢkin delillerin saklandığı yerin
bildirilmemesi ise suç delillerini bildirmeme olarak değerlendirilemeyecektir.
Yüklenen Suçun Sanık Tarafından İşlenmediğinin Sabit Olması
Beraat kararı verilecek ikinci hal ise yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin
sabit olmasıdır (CMK md. 223, f. 2, bent “b”). Bu durumda verilen beraat kararında
aslında ortada suç vardır, fakat bu suçun öncül suça iliĢkin yapılan yargılamada sanık
olarak bulunan kiĢi tarafından iĢlenmediği kesin bir Ģekilde ortaya çıkmıĢtır. BaĢka bir
deyiĢle, bu durumda fiil hakkında değil, fail hakkında bir değerlendirme yapılmaktadır789.
Böyle bir durumda asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin nasıl hareket edeceği
ise bir sorundur.
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçu ile bağlantılı ileri sürülen
bir görüĢe göre, böyle bir durumda asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkeme nispi
muhakeme yapmak suretiyle bir sonuca ulaĢmalıdır790.
Kanımızca suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçu ile ilgili
olarak öncül suçun, bu suça iliĢkin yargılamada sanık olarak bulunan kiĢi tarafından
iĢlenmediğinin sabit olması gerekçesi ile verilen beraat hükmü de asıl suçtan dolayı
yargılama yapan mahkeme için bağlayıcı olmalıdır. Ancak bu durumda ortaya çıkan
bağlayıcılık etkisi, aĢağıda belirteceğimiz üzere, mahkumiyet kararındaki bağlayıcılık
etkisi gibi olacaktır. Zira böyle bir durumda her ne kadar yargılamada sanık olarak yer alan
kiĢinin suçu iĢlemediği ortaya çıkmıĢ olsa da suçun varlığı tespit edilmiĢtir. Asıl suçtan
dolayı yargılama yapan mahkeme için ise önemli olan öncül suçun var olup olmadığıdır.
Bu baĢlık altında incelenen gerekçe ile öncül suç faili hakkında bir beraat kararı verilmesi
halinde, asıl suçtan yargılama yapan mahkeme öncül suçun gerçekleĢmediğine karar
veremez. Öncül suç hakkında kurulan hükümle bu yönüyle bağlıdır.
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçu ile ilgili yapılan
açıklamalar, suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu için de geçerlidir. Zira
suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun failinin suça konu malvarlığı
değerinin veya eĢyanın bir suçtan elde edildiğini bilmesi veya bu durumu öngörmesi
789
790
Dülger, M.V, 2011, s. 505.
Dülger, M.V, 2011, s. 505.
233
yeterlidir. Bu suçun failinin, öncül suçun kimin tarafından iĢlendiğini bilmesine veya
öngörmesine gerek yoktur. Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçunda da
öncül suçun faili ile bir bağlantı kurulmadan, bir suçun delillerinin yok edilmesi, silinmesi,
gizlenmesi, değiĢtirilmesi veya bozulmasından bahsedilmektedir. Dolayısıyla bu suç için
de önemli olan husus öncül suçun varlığıdır. Aynı Ģekilde suç delillerini bildirmeme
suçunda da önemli olan husus bir suçun delillerinin saklandığı yerin bilinmesidir. Öncül
suçun kim tarafından iĢlendiğinin bilinmesi ise önemli değildir791. Dolayısıyla bu suçların
öncülü olan suçların faili olarak gösterilen kiĢilerin haklarındaki yapılan yargılamadan bu
baĢlık altında gösterilen nedenden dolayı beraat etmeleri, bu suçların oluĢmasına engel
teĢkil etmez.
Yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin sabit olması durumunda verilen
beraat kararında fiil bakımından değil, fail bakımından bir değerlendirme yapıldığını; buna
ilave olarak da suçluyu kayırma suçunun konusunun suçlu kiĢi olduğunu söylemiĢtik. Bu
gerekçe ile verilen beraat kararında kayrılan kiĢinin suçlu olmadığı ortaya çıkmıĢtır. Ortada
suçlu bir kimse bulunmadığına göre, suçluyu kayırma suçu da oluĢmayacaktır. Dolayısıyla
yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin sabit olması durumunda verilen beraat
kararı, diğer suçlardakinin aksine, suçluyu kayırma suçu bakımından olumsuz bir etkiye
sahip olacaktır.
Yüklenen Suç Açısından Failin Kast veya Taksirinin Bulunmaması
Yüklenen suç açısından kast veya taksirinin bulunmaması durumunda sanık hakkında
yine beraat kararı verilecektir (CMK md. 223, f. 2, bent “c”). Yeni ceza hukuku sistemine
göre kast ve taksir haksızlığın birer gerçekleĢtiriliĢ Ģekilleridir 792 . Kast veya taksir
olmaksızın
gerçekleĢtirilen
bir
fiilin
haksızlık,
yani
bir
suç
olduğundan
bahsedilemeyecektir. Bu bakımdan öncül suç faili hakkında bu gerekçe ile verilen beraat
kararı
öncül
suçun
gerçekleĢmediği
anlamına
gelecektir.
Dolayısıyla,
aynen
“gerçekleĢtirilen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmaması” nedeniyle verilen beraat
kararının asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya etkisinde olduğu gibi, “yüklenen suç
791
792
Yargıtay ise 765 sayılı Kanun döneminde vermiĢ olduğu bir kararında öncül suçun kim tarafından
iĢlendiği bilinmeden suçun eser ve delillerinin yok edilmesinden bahsedilemeyeceğine hükmetmiĢtir.
Anılan kararın özeti Ģu Ģekildedir: “Oluşa ve dosya içeriğine göre suçun, eser ve delillerini yok etme
eyleminde korunması istenen kimse belli olmadığı gibi, sanığın hareketinin soruşturmayı yanıltmak veya
adli soruşturmayı önlemek maksadıyla yapıldığı hususunda delil de elde edilememiş olduğundan
unsurları oluşmayan suçtan dolayı beraati yerine hakkında yazılı şekilde hüküm kurulması”, Yargıtay 4.
CD, 14.05.1986 tarih ve E. 1986/3014, K. 1986/3535 sayılı kararı), www.hukukturk.com, eriĢim tarihi
06.06.2013.
Özgenç, 2014, s. 229.
234
açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması” nedeniyle verilen beraat kararı da asıl
suçun oluĢmaması sonucunu doğuracaktır.
Yüklenen Suçun Sanık Tarafından İşlenmesine Rağmen, Olayda Bir Hukuka Uygunluk
Nedeninin Bulunması
Fail hakkında beraat kararı verilmesini gerektiren bir diğer hal “yüklenen suçun sanık
tarafından iĢlenmesine rağmen, olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması”dır
(CMK md. 223, f. 2, bent “d”). ÇalıĢmamızın birinci bölümünde açıkladığımız üzere, bir
fiil ya hukuka uygundur veya hukuka aykırıdır. Bu bakımdan aynı fiilin farklı hukuk
disiplinleri ve farklı muhakeme alanlarında görev yapan hakimler tarafından farklı
değerlendirilmesi, hukuk düzeninin birliğine aykırılık teĢkil eder. Farklı muhakeme
alanlarındaki hakimlerin aynı fiili farklı değerlendirmemesi zorunluluğu karĢısında, bu
durumun aynı muhakeme alanlarında yer alan hakimler için evleviyetle geçerli olması
gerekir. Bu nedenle, öncül suçun sanık tarafından iĢlenmesine rağmen, olayda bir hukuka
uygunluk nedeni bulunması nedeniyle verilen beraat hükmü karĢısında; asıl suçtan
yargılamayı yapan mahkeme de bu fiili hukuka uygun kabul etmelidir. Bir fiilin hukuka
uygun kabul edilmesi ise onun suç teĢkil edemeyeceği anlamına gelir. Dolayısıyla hukuka
uygun olduğu gerekçesiyle gerçekleĢtirilen fiil, öncül suçu oluĢturmayacaktır. Öncül suçun
gerçekleĢmemiĢ olması, asıl suçun da gerçekleĢmesine engel teĢkil edecektir.
Yüklenen Suçun Sanık Tarafından İşlendiğinin Sabit Olmaması
Yüklenen suçun sanık tarafından gerçekleĢtirildiğinin sabit olmaması durumunda da
sanık hakkında beraat kararı verilir (CMK md. 223, f. 2, bent “e”). Bu durumda öncül suç
faili hakkında verilen beraat kararının asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya nasıl etki
edeceği ise öğretide tartıĢmalıdır. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması
suçu ile ilgili olarak bazı yazarlar, bu durumda suçun sadece sanık tarafından
gerçekleĢtirildiğinin ispatlanamaması nedeniyle sanık hakkında beraat kararı verildiğini,
dolayısıyla ortada bir suçun olduğunu ve bu nedenle asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan
mahkemenin öncül suçun gerçekleĢip gerçekleĢmediğini nispi muhakeme yapmak suretiyle
belirleyebileceğini savunmaktadır793.
Bu görüĢe karĢı olarak suçun sanık tarafından gerçekleĢtirildiğinin sabit olmaması
durumunda verilen beraat kararının dahi asıl suçtan dolayı yapılan yargılamada etkili
793
Değirmenci, 2007, s. 434.
235
olması gerektiği ileri sürülmüĢtür. BaĢka bir deyiĢle, bu gerekçe ile öncül suç faili
hakkında beraat kararı verilmiĢ ise asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkeme öncül
suçun iĢlendiğine karar veremez794.
Kanımızca bu ikinci görüĢte isabet vardır. Zira öncül suç hakkında yargılamayı
yapan da bir ceza mahkemesidir. Bu mahkeme yapmıĢ olduğu yargılama sonucunda suçun
sanık tarafından iĢlendiğini gösteren yeterli delil bulamamıĢtır. Bu nedenle de CMK’nın
223’üncü maddesinin ikinci fıkrasının “e” bendi gereğince beraat kararı vermiĢtir. Delil
durumunda bir değiĢiklik olmadığı sürece, bu mahkemenin nispi muhakeme yapmak
suretiyle öncül suçun iĢlendiğini söylemesi aynı konuda birbiriyle çeliĢen kararların
çıkmasına neden olur795. Bu da gerek hukuki güvenlik ilkesine gerekse de hukuk düzeninin
birliği ilkesine aykırılık teĢkil eder. Açıklanan nedenlerden dolayı öncül suç faili hakkında,
suçu iĢlediği yönünde yeterli delil bulunmadığı gerekçesi ile beraat kararı verilmiĢ olması,
asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya etki edecek ve bu yargılamayı yapan mahkeme
öncül suçun ispat edilemediğini kabul edecektir.
Bu durum suçluyu kayırma suçu açısından fazla bir sorun arz etmez. Zira suçluyu
kayırma suçunun konusu suçlu bir kiĢidir ve suçluyu kayırma suçundan dolayı
mahkumiyet kararı verilebilmesi için kayrılan kiĢinin iddia edilen suçu iĢlediği kesin bir
hükümle tespit edilmelidir. CMK’nın 223’üncü maddesinin ikinci fıkrasının “e” bendi
gereğince verilen beraat kararının nedeni ise suçun sanık tarafından iĢlendiğini gösteren
yeterli delilinin bulunamamasıdır. BaĢka bir deyiĢle, öncül suçun failinin iddia edilen suçu
iĢlediği kesin bir hükümle tespit edilememiĢtir. Dolayısıyla suçluyu kayırma suçu
açısından bu suçun konusunu oluĢturan suçlu bir kimse bulunmamaktadır.
Alman hukukunda ağırlık kazanan bir görüĢe göre, öncül suçtan dolayı sanık
hakkında beraat kararı verilmiĢ olsa bile suçluya yardım ve cezayı önleme suçlarından
dolayı mahkumiyet kararı verilebilecektir. Bunun tam aksi de mümkündür. BaĢka bir
deyiĢle, öncül suç hakkında yapılan yargılamada, suçu iĢlediği gerekçesi ile sanık hakkında
mahkumiyet kararı verilmiĢ olsa bile, söz konusu suçlardan dolayı yargılamayı yapan
mahkeme öncül suçun iĢlenmediğine hükmederek, sanık hakkında beraat kararı
verebilir.796 Bu görüĢün temelini Alman Ġmparatorluk Mahkemesi’nin vermiĢ olduğu bir
karar oluĢturmaktadır. Alman Ġmparatorluk Mahkemesi (Reichsgericht) kararına yansıyan
olay Ģu Ģekilde gerçekleĢmiĢtir: A1, hakkında hırsızlık suçundan dolayı yürütülen ceza
794
795
796
Kocasakal, 2008, s. 78; Dülger, M.V, 2011, s. 506.
Dülger, M.V, 2011, s. 507.
Stree, W. (2010). § 257. Schönke/Schröder, Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage). München, Rn. 9;
Tschöpe, 1934, s. 23.
236
yargılaması sonucunda, üzerine atılı suçu iĢlediğine dair yeterli delil bulunamadığından
dolayı beraat etmiĢtir. Daha sonra A2 hakkında, cezayı önleme suçundan -A2’nin A1’in
iĢlediği hırsızlık suçundan sonra faile yardım ettiği iddia edilmiĢ- dolayı yargılama
yapılmıĢ ve A2, bu suçu iĢlediği gerekçesiyle mahkum olmuĢtur (StGB §258,
Strafvereitelung).
Yapılan
yargılamada,
A2’nin
soruĢturmayı
yürüten
kolluk
görevlilerinden olduğu ve A1’i gizlediği; ayrıca, her ne kadar bir baĢka mahkeme
tarafından ispatlanamamıĢ olsa da A1’in hırsızlık suçunu iĢlediği kanaatine varılmıĢtır.
Alman Ġmparatorluk Mahkemesi bu olaya iliĢkin Ģu görüĢleri ileri sürmüĢtür 797 :
Öncül suçun failinin bu suçu iĢleyip iĢlemediği maddi hukuka ait bir sorundur. Suçluyu
kayırma suçunu yargılayacak mahkemenin öncül suçun faili hakkında verilmiĢ ilk
mahkeme hükmü ile bağlı olup olmaması ise usul hukukuna ait bir konudur. Ġkinci
mahkeme suçluyu kayırma suçunun oluĢup oluĢmadığını bağımsız bir Ģekilde tespit
etmelidir. Ġlk hüküm bu hakimi bağlamaz. Bu noktada belki birbiriyle çeliĢen kararların
çıkması muhtemeldir. Fakat bu, yargılamaların farklı mahkemelerde yapılmasının
kaçınılmaz bir sonucudur.
Alman Ġmparatorluk Mahkemesinin bu kararı bazı yazarlar tarafından eleĢtiriye
uğramıĢtır798. Buna göre, maddi ceza hukuku cephesinden bakıldığında Ģöyle bir durum
ortaya çıkmaktadır: Ceza muhakemesinin devlet tarafından yapılmasını korumaya hizmet
eden StGB md. 258 hükmü, devletin bir suçun varlığını reddettiği bir durumda
uygulanmaktadır. Çünkü daha önce StGB md. 258’in dayanağını oluĢturan hırsızlık
suçundan dolayı yapılan yargılamada, fail bu suçtan dolayı beraat etmiĢtir. Muhakeme
hukuku cephesinden bakıldığında ise A1’in hırsız olup olmadığı hakkında birbiriyle çeliĢen
iki karar mevcuttur. Bu kararlar mevcut delil durumunda herhangi bir değiĢiklik
olmamasına rağmen ortaya çıkmıĢtır. Sonraki mahkeme mevcut delilleri sadece ilk
mahkemeden daha farklı değerlendirmiĢtir. Sonuçta gerek maddi ceza hukuku gerekse de
usul hukuku cephesinden bakıldığında, bağlayıcılığın kabul edilmemesi halinde, A2’nin
aleyhine bir durum oluĢmaktadır. Zira bu Ģekilde A2’nin ilk yargılamadaki hükme
dayanması engellenmektedir.
Mahkumiyet Hükmünün Etkisi
Öncül suç faili hakkında mahkumiyet kararı verilmesinin, asıl suçtan dolayı
yargılama yapan mahkeme için bu kiĢinin söz konusu suçu iĢlediğinin kabul edilmesi
797
798
RGst 58’den naklen, Zaczyk, 1988, s. 357.
Zaczyk, 1988, s. 357.
237
bakımından, tek baĢına yeterli olmadığı savunulmaktadır799. Bu görüĢ taraftarlarına göre,
öncül suç faili hakkında mahkumiyet kararı verilmiĢ olsa dahi asıl suçtan dolayı
yargılamayı yapan mahkeme, bu kiĢinin söz konusu suçu iĢleyip iĢlemediğini nispi
muhakeme yapmak suretiyle belirlemelidir800. Öncül suç hakkında verilmiĢ mahkumiyet
kararı nispi muhakeme yapılırken önemli bir delil olarak değerlendirilecek olsa da asıl suç
ile öncül suç birbirlerinden bağımsız suçlar oldukları için asıl suçtan dolayı yargılamayı
yapan mahkemenin öncül suç hakkında verilen mahkumiyet kararı ile bağlı olmaksızın, bu
suçun iĢlenip iĢlenmediğini kendi kanaatine göre belirlemesi gerekir801.
CMK’nın 223’üncü maddesinin beĢinci fıkrasına göre “yüklenen suçu iĢlediğinin
sabit olması halinde sanık hakkında mahkumiyet kararı verilir”. Daha önce de belirttiğimiz
gibi suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi ve suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerlerini aklama suçlarının oluĢtuğundan bahsedebilmemiz için öncül suçun iĢlendiğinin
kesin bir hükümle tespit edilmiĢ olması gerekir. Öncül suçla ilgili henüz bir soruĢturma
veya kovuĢturma yapılmamıĢ veya baĢlatılmıĢ olmakla birlikte sonuçlandırılmamıĢ olması
durumunda, öncül suç hakkında yapılacak soruĢturmayı veya kovuĢturmayı bekletici
mesele sayan mahkeme, bu yargılamanın sonucunda verilen karara göre hareket edecektir.
Bu bakımdan öncül suçun iĢlendiği gerekçesi ile fail hakkında mahkumiyet kararı
verilmesi, failin yüklenen suçu iĢlediğinin sabit olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısıyla
öncül suç hakkında verilen hükmün kesinleĢmesi üzerine, asıl suçtan dolayı yargılamayı
yapan mahkeme öncül suçun iĢlenip iĢlenmediğini artık araĢtırmayacaktır. Öncül suçun
iĢlendiğinden hareketle asıl suçtan dolayı yargılamayı yapacaktır. Bu bakımdan, öncül
suçtan dolayı sanık hakkında mahkumiyet kararı verilmiĢ olmasına rağmen, asıl suçtan
yargılama yapan mahkemenin nispi muhakeme yapması gerektiğini ve bu mahkemenin
öncül suç hakkında verilen mahkumiyet hükmünün tam tersi yönde kanaat getirebileceğini
savunan görüĢe katılmıyoruz.
Diğer Hükümlerin Etkisi
Ceza Verilmesine Yer Olmadığı Kararının Etkisi
Ceza verilmesine yer olmadığı kararı ya sanığın gerçekleĢtirmiĢ olduğu haksızlıktan
dolayı kusurlu olmamasından (CMK md. 223, f. 3) veya diğer nedenlerden kaynaklanabilir
799
800
801
Değirmenci, 2007, s. 434.
Kocasakal, 2008, s. 72.
Dülger, M.V, 2011, s. 503.
238
(CMK md. 223, f. 4). CMK’ya göre, sanığın yaĢ küçüğü, akıl hastası veya sağır ve dilsiz
olması ya da sanıkta geçici nedenlerin bulunması; yüklenen suçun hukuka aykırı fakat
bağlayıcı emrin yerine getirilmesi suretiyle veya zorunluluk hali ya da cebir veya tehdit
etkisiyle iĢlenmesi; meĢru savunmada sınırın heyecan, korku ve telaĢ nedeniyle aĢılması;
kusurluluğu ortadan kaldıran hataya düĢülmesi durumunda, sanık hakkında, kusurun
bulunmaması nedeniyle ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilir (CMK md. 223, f. 3).
Ayrıca iĢlenen fiilin suç olma özelliği devam etmesine rağmen, sanığın etkin piĢmanlık
hükümlerinden veya Ģahsi cezasızlık sebeplerinden faydalanması; sanığın hakaret suçunu
mağdurla karĢılıklı olarak iĢlemesi veya iĢlenen fiilin haksızlık içeriğinin az olması
nedeniyle sanığa ceza verilmemesi hallerinde de ceza verilmesine yer olmadığı kararı
verilir (CMK md. 223, f. 4).
Gerek suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması gerekse de suç
eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan802 ve ayrıca suçluyu kayırma, bilgi
vermeme, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme ve nihayet suç delillerinin
yerini bildirmeme suçlarından dolayı mahkumiyet kararı verilebilmesi için öncül suçun
faili hakkında mutlaka mahkumiyet kararının verilmiĢ olması gerekli değildir. Öncül suç
faili hakkında örneğin kusursuz olduğu gerekçesi ile veya Ģahsi cezasızlık sebepleri
bulunduğu için ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmiĢ olsa bile, asıl suçtan dolayı
mahkumiyet kararı verilebilecektir. Zira böyle bir durumda öncül suçun gerçekleĢtiği
belirlenmiĢ ancak ceza siyaseti gereği failin cezalandırılmasından sarfınazar edilmiĢtir803.
Dolayısıyla öncül suç faili hakkındaki ceza verilmesine yer olmadığı kararı, asıl suçtan
dolayı yapılan yargılamada, aynen mahkumiyet kararının doğurduğu etkiye sahip olacaktır.
Suçluyu kayırma suçu ile ilgili olarak, kayrılan kiĢi kusur yeteneğine sahip olmasa
bile bu suçun iĢlenebileceğini kabul etmek gerekir804. Örneğin yaĢ küçüğü veya akıl hastası
bir kiĢinin kayrılması durumunda, bu kiĢi hakkında her ne kadar gerçekleĢtirmiĢ olduğu
haksızlık karĢılığında yaptırım olarak cezaya hükmedilemese bile, kanunda öngörülen
güvenlik
tedbirlerine
hükmedilebilecektir.
Hükmedilen
güvenlik
tedbirlerinin
uygulanmaması için kiĢinin kayrılması durumunda da suçluyu kayırma suçuna iliĢkin
hükümleri uygulamak gerekir.
Özgenç, 2013, s. 109.
Özgenç, 2013, s. 109; Wessels/Hillenkamp, 2005, Rn. 833; Samson, E. (1995). § 259. Systematischer
Kommentar zur Strafgesetzbuch. (5 und 6. neuarbeitete Auflage). Berlin, Rn. 8; OLG Hamburg, Urteil
vom 15. 6. 1966 - 1 b Ss 23/65. (1966). NJW, s. 2228.
804
Stree, 2010, § 257, Rn. 3.
802
803
239
Davanın Reddi Kararının Etkisi
Davanın reddi kararıyla ilgili tartıĢılacak bir hususun bulunmadığını düĢünmekteyiz.
Zira aynı fiil nedeniyle aynı sanık için önceden verilmiĢ bir hüküm veya açılmıĢ bir dava
varsa davanın reddine karar verilecektir (CMK md. 223, f. 7). Dolayısıyla asıl suçtan
dolayı yapılan yargılamada göz önünde bulundurulacak hüküm, daha önceden verilen veya
açılmıĢ dava sonucunda verilen hüküm olacaktır.
Düşme Kararının Etkisi
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu ile ilgili olarak, öncül suç
hakkında davayı veya cezayı düĢüren nedenlerin bulunması, aklama suçunun oluĢmasını
engellemeyecektir805. Aynı durum suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu
açısından da geçerlidir806. DüĢme sebeplerinin suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin
aklanması veya suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçuna iliĢkin hareketlerin
yapılmasından önce807 veya sonra gerçekleĢmesi arasında bir fark yoktur. Örneğin A, aynı
konutta yaĢamadığı kardeĢi B’den çalmıĢ olduğu çok değerli bir saati durumdan haberdar
olan C’ye satar. Birinci ihtimal: A’nın saati C’ye satmasından önce B, A’dan Ģikayetçi
olmayacağını açıklamıĢtır. Ġkinci ihtimal: A’nın saati C’ye satmasından sonra B, A’dan
Ģikayetçi olmayacağını açıklamıĢtır. Her iki durumda da Ģikayet Ģartı gerçekleĢmediği için
A, hırsızlık suçundan dolayı cezalandırılamayacak olsa da C, suç eĢyasını satın alma veya
kabul etme suçundan dolayı sorumlu olacaktır. Zira Ģikayete bağlı suçlarda Ģikayetin
bulunması suçun varlığına etkili olan bir husus değil, yalnızca bir soruĢturma ve
805
806
807
Kocasakal, 2000, s. 355; Değirmenci, 2007, s. 436.
Erem, F. (1985). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Cilt 4. Ankara, s. 816.
Öğretide ÖZGENÇ, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin aklanması suçuna iliĢkin hareketlerin
gerçekleĢtirildiği esnada öncül suçun zamanaĢımına uğraması durumunda, suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerlerini aklama suçundan dolayı mahkumiyet kararı verilemeyeceğini savunmaktadır. Yazara göre,
öncül suç bakımından dava zamanaĢımı süresinin dolması üzerine, bu suçtan kaynaklanan malvarlığı
değerinin müsaderesine karar verilemeyecektir. Müsaderesine hükmedilemeyecek olan malvarlığı
değerinin kaynağının gizlenmesine yönelik fiillerin de cezalandırılmaması gerekir (Özgenç, 2013, s. 110).
Bu görüĢün karĢısında olan yazarlar ise öncül suçun zamanaĢımına uğramıĢ olması durumunda dahi gerek
suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun gerekse de suç eĢyasını satın alma veya kabul
etme suçunun oluĢacağını kabul etmektedirler (Önder, 1994, s. 442; Kocasakal, 2000, s. 357; aynı yazar,
2008, s. 79; Dülger, M.V, 2011, s. 511). Kanımızca bu ikinci görüĢte isabet vardır. Zira bütün düĢme
sebeplerinde olduğu gibi zamanaĢımının dolması nedeniyle davanın düĢmesine karar verilmesi, sadece
devletin cezalandırma hakkını ortadan kaldırmaktadır. Buna karĢılık gerçekleĢtirilen fiil bir haksızlık
olarak kalmaya devam etmektedir. Bu nedenle öncül suç zamanaĢımına uğramıĢ olması nedeniyle
soruĢturulamaz veya kovuĢturulamaz ise de bu, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya
suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçundan dolayı mahkumiyet hükmü kurmaya engel
değildir.
240
kovuĢturma Ģartıdır808. ġikayet Ģartı gerçekleĢmese bile öncül suç failinin gerçekleĢtirmiĢ
olduğu fiil haksızlık ihtiva edecektir. Böyle bir durumda Ģikayet Ģartı gerçekleĢmediği için
öncül suç faili hakkında bir yargılama yapılması söz konusu olamayacak ve bu kiĢinin söz
konusu suçu iĢleyip iĢlemediği bir mahkeme hükmü ile tespit edilemeyecektir. Dolayısıyla
suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya suç eĢyasının satın alınması veya
kabul edilmesi suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkeme, ilk baĢta nispi muhakeme
yapmak suretiyle öncül suçun iĢlenip iĢlenmediğini tespit etmelidir.
Öğretideki bazı yazarlar ise suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu ile
ilgili olarak, öncül suç hakkında yargılama yapan mahkemenin düĢme kararı vermeden
önce failin bu suçu gerçekleĢtirdiğini tespit edebileceği ve kuracağı hükümde bu hususu
açıkça belirtebileceği görüĢündedirler809. Öncül suç hakkında yapılan yargılamanın hüküm
kurma safhasına geldiği sırada düĢme sebeplerinin oluĢması halinde bu görüĢ kabul
edilebilir. Örneğin dava zamanaĢımının dolması nedeniyle verilecek düĢme kararında
mahkeme, öncül suçun iĢlendiğinin sabit olduğuna, ancak dava zamanaĢımı süresinin
dolması sebebiyle düĢme kararı vermek zorunda kaldığına hükmedebilir. Zira böyle bir
durumda mahkeme, gerekli yargılamayı yapmıĢ ve toplanması gerekli delillerin hepsine
ulaĢmıĢtır. Bu aĢamada davanın düĢmesine karar verilecek bile olsa, sanığın suçu iĢleyip
iĢlemediğinin tespit edilmiĢ olması herhangi bir sorun arz etmez. Ancak henüz
kovuĢturmanın baĢında dava zamanaĢımının dolması durumunda, öncül suç hakkında
yargılamayı yapan mahkeme, sanığın suçu iĢlediğini nasıl tespit edecektir? Benzer bir
808
809
Benzer bir Ģekilde Yargıtay da öncül suçun failinin Ģahsi cezasızlık sebebinden faydalanması durumunda
da bu kiĢiden eĢyayı satın alan kiĢilerin cezai sorumluluklarının devam edeceğine karar vermiĢtir.
Yargıtay’ın ilgili kararının özeti Ģu Ģekildedir: “Hırsızlık malı bilerek satın almaktan sanık Aziz, Hıdır ve
Şeyhmus haklarında yapılan duruşma sonunda; mahkumiyetlerine dair Ömerli Asliye Ceza
Mahkemesinden verilen 23.2.1982 tarihli hükmün temyizen tetkiki Üst Mardin C. Savcısı tarafından
istenilmiş olduğundan dava evrakı C. Başsavcılığı Yüksek Makamından bozma isteyen 25.10.1982 tarihli
tebliğname ile 8.11.1982 tarihinde daireye gönderilmekle okunarak, gereği görüşülüp düşünüldü:
Şikayetçinin oğlu Masum, babasının rızası olmadan evden çaldığı eşyaları sanıklara satmış ve bu
sanıklar yerel mahkemece TCK.nun 512/1, 522, 523. maddeleri uyarınca cezalandırılmışlardır. TCK.nun
524. maddesindeki hüküm, devletin aile bütünlüğüne dıştan el atmasını önlemek amacıyla düzenlenmiş,
çoğu kara Avrupa Ülkeleri ceza yasalarında ve bu arada kaynak İtalyan Ceza Yasasının 433. maddesinde
de aynı gerekçeyle yer almış bulunmaktadır. Bu amaç ve gerekçe doğrultusunda incelendiğinde, anılan
maddedeki akrabalık ilişkilerinin malvarlığına karşı işlenen suçların maddi ve hukuki objektivitesine
ilişkin suça bağlı haklılık nedenleri niteliğinde olmadıkları için, eylemin suçluluğunu etkilemedikleri ve
bu yüzden de suçun hukuka aykırılık unsurunu kaldırmadıkları, tersine aile ilişkilerine el atmaktan
kaçınan devletin cezalandırma yetkisinden bütünüyle ya da bir bölümüyle vazgeçtiği için, kişiye bağlı
cezasızlık nedenlerini oluşturdukları görülmektedir. Nitekim kaynak yasanın gerekçesinde de, suçluluğun
değil cezai sorumluluğun kalkması ya da azalmasından söz edilmiştir. Yasa koyucunun suç faili ile suçtan
zarar gören arasındaki ilişkiyi gözeten bir düzenlemeyi öngörmesi de bu yorumu doğrulamaktadır. Kişiye
bağlı cezai sorumluluğu kaldırıcı ya da azaltıcı nedenlerin mağdurlarla bu tür ilişkisi bulunmayan suç
ortaklarını ya da inceleme konusu olayda görüldüğü gibi üçüncü kişileri de kapsaması söz konusu
edilmeyecektir” Yargıtay 6. CD, 15.02.1983 tarih ve E. 1982/9940, K. 1983/1139 sayılı kararı,
www.hukukturk.com, eriĢim tarihi 30.04.2013.
Özgenç, 2013, s. 134.
241
sorun soruĢturma aĢamasında düĢme sebeplerinin oluĢması durumunda kovuĢturmaya yer
olmadığı kararı verilirken de ortaya çıkacaktır. Bu nedenle, öncül suç hakkında davanın
düĢmesine karar verildiği veya düĢme sebepleri oluĢtuğu için kovuĢturmaya yer olmadığı
kararının verildiği durumlarda, asıl suçtan yargılamayı yapan mahkemenin ilk baĢta öncül
suçun iĢlenip iĢlenmediğini nispi muhakeme yapmak suretiyle tespit etmesinin gerektiği
kanaatindeyiz.
Suçluyu kayırma suçu teĢkil eden hareketler yapıldığı esnada öncül suç takip
edilebilir bir suç olmaktan çıkmıĢ ise fail, suçluyu kayırma suçundan sorumlu olmaz.
Örneğin suçluyu kayırma kapsamındaki hareketlerin gerçekleĢtirildiği anda öncül suçun
mağduru Ģikayetten vazgeçmiĢ810, öncül suç için kanunda öngörülen zamanaĢımı süreleri
dolmuĢ veya öncül suç bakımından genel af çıkmıĢ ise suçluyu kayırma suçu oluĢmaz811.
Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçu 812 ile suç delillerini bildirmeme
suçu açısından da aynı durum söz konusudur. TCK’daki düĢme sebeplerinin oluĢması
nedeniyle, öncül suç takip edilebilir olmaktan çıkmasına rağmen, bu suçun failinin
kayrılması veya bu suça iliĢkin delillerin yok edilmesinin yahut da bu suçun delillerinin
yerinin gizlendiği yerin bildirilmemesinin cezalandırılması bir çeliĢki arz eder. Zira bu
suçların hepsinin ortak amacının ceza muhakemesinde maddi gerçeğin ortaya çıkarılması
olduğunu söyleyebiliriz. Oysa kanun koyucu, düĢme sebeplerinin oluĢması nedeniyle,
öncül suça iliĢkin maddi gerçeği araĢtırmaktan vazgeçmiĢtir. Kanun koyucunun takibinde
yarar görmediği bir suçun, örneğin failinin kayrılmasını cezalandırmak ise kabul edilebilir
bir durum değildir.
Buna karĢılık, suçluyu kayırma suçunu, suç delillerini yok etme, gizleme veya
değiĢtirme ya da suç delillerini bildirmeme suçunu teĢkil eden davranıĢlar yapıldıktan
sonra, öncül suç hakkında kanundaki düĢme sebeplerinden birisinin gerçekleĢmesi
nedeniyle davanın düĢmesine karar verilmiĢ ise bu hüküm asıl suçtan dolayı yapılan
yargılamaya öncül suçun iĢlenmediğini kabul yönünde etki etmeyecektir. Böyle bir
durumda aynen suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve suç eĢyasının satın
810
811
812
Alman hukukunda kayrılan kiĢinin iĢlemiĢ olduğu suçun takibi Ģikayete bağlı bir suç olması durumunda,
suçluya yardım suçundan dolayı takibat yapılabilmesi için de Ģikayet edilmesi gerekmektedir (Samson,
1995, Rn. 47; Wessels/Hillenkamp, 2005, Rn. 805 ). Bu durum suçluya yardım suçunun düzenlendiği
StGB § 257/4’te açıkça düzenlenmiĢtir. Buna karĢılık cezayı önleme suçunun düzenlendiği StGB §
258’de öncül suçun takibi Ģikayete bağlı olması hususu açık bir Ģekilde düzenlenmiĢ olmasa da, öncül
suçun takibi Ģikayete bağlı bir suç olması durumunda cezayı önleme suçunun öncül suçtan dolayı Ģikayet
hakkı kullanılmadan da iĢlenebileceği, ancak cezayı önleme suçundan dolayı takibatın yapılabilmesi için
öncül suçtan dolayı Ģikayet hakkının kullanılmıĢ olması gerektiği görüĢü ileri sürülmektedir (Stree, W.
(2010). §258. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage). München, Rn. 4).
ġahin, 1999, s. 24; Erem, F. (1985). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Cilt 3. Ankara, s. 574.
Özgenç, 2013, s. 146.
242
alınması veya kabul edilmesi suçunda olduğu gibi, öncül suçtan dolayı yargılamayı yapan
mahkeme, her ne kadar düĢme sebepleri oluĢmuĢsa da öncül suçun iĢlenip iĢlenmediği
hususuna hükmünde yer verebilir. Eğer bu imkan dahilinde değilse bu suçlardan dolayı
yargılamayı yapan mahkeme ilk baĢta öncül suçun iĢlenmiĢ olup olmadığını nispi
muhakeme yapmak suretiyle tespit etmelidir.
243
5. SONUÇ
Hukuk düzeninin birliği, bütün hukuk düzeninin bir ahenk içerisinde bulunması
amacıyla, farklı hukuk disiplinlerinin birbirleri ile bir bağlantı içerisinde bulunmasını ifade
eder. Hukuk düzeninin birliği yalnızca maddi hukukta değil, muhakeme hukuku sahasında
da geçerli olan bir düĢüncedir. ÇalıĢmamızda tartıĢma konusu ettiğimiz husus bir hukuk,
idare, vergi veya ceza mahkemesinin yapmıĢ bulunduğu tespitlerin ve bu mahkemeler
tarafından verilen kesinleĢmiĢ hükümlerin; bu hükme konu uyuĢmazlığın bir ceza
mahkemesi huzurunda ön sorun olarak ortaya çıkması durumunda, ceza mahkemesi için
bağlayıcı olup olmayacağıdır.
Hukuk düzeninin birliği, kanun koyucunun, bir hukuk disiplinine iliĢkin yapmıĢ
olduğu bir düzenlemede hukuka aykırı veya hukuka uygun olarak belirlediği bir fiili, baĢka
bir hukuk disiplinine iliĢkin yapmıĢ olduğu düzenlemede tam tersi Ģeklinde
düzenleyememesini; bunun yanında, hukuku uygulamakla görevli mahkemelerin de
hukuka uygunluğu veya hukuka aykırılığı bir baĢka mahkeme tarafından tespit edilmiĢ bir
fiili, bu tespitin tam aksi yönünde değerlendirememesini gerektirir. Bu nedenle hukuka
aykırılık, bir fiilin bütün hukuk düzeni ile çatıĢma içerisinde olması anlamına gelmekte
olup; bir fiilin yalnızca bir hukuk disiplininde yasaklanmasına karĢılık, diğer hukuk
disiplininde bu fiile izin verilebileceğini savunan görüĢlerde isabet yoktur. Bir fiilin hukuk
düzeni içerisinde aynı zamanda hem hukuka uygun hem de hukuka aykırı olarak
değerlendirilmesi, hukuk normunun insan davranıĢı üzerindeki kontrol ve düzenleme
fonksiyonunu geçersiz kılar. Zira kiĢi hangi norma uyması gerektiğini bilemeyeceği için
hukuki güvenlik ilkesi de tesis edilemeyecektir.
Aynı durum mahkemeler tarafından verilen hükümlerin birbirleriyle çeliĢmesi
durumunda da söz konusu olacağı için diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin
ceza mahkemesine etkisinin hukuk düzeninin birliği ile uyumlu bir Ģekilde ele alınması
gerekir. Bu bakımdan bir kimsenin gerçekleĢtirmiĢ olduğu bir fiilin aynı anda hem hukuka
aykırı hem de hukuka uygun olarak değerlendirilmesi; aynı Ģekilde bir hak veya bir hukuki
iliĢkinin bir mahkeme tarafından var olduğu tespit edildikten sonra, bir baĢka mahkeme
tarafından mevcut olmadığının hükme bağlanması da hukuk düzeninin birliğine aykırılık
teĢkil eder. Ancak hukuk düzeninin birliği düĢüncesi, bir mahkeme tarafından verilen
hükmün ceza mahkemesine nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna değil, niçin etki etmesi
gerektiği sorusuna bir yanıt içerir. Diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza
mahkemesine nasıl etki etmesi gerektiği sorusuna kesin hüküm kurumu cevap verir. Kesin
244
hüküm kurumu bu soruya cevap verirken hukuk düzeninin birliği düĢüncesine dayanır.
Diğer mahkemeler tarafından verilen hükümlerin ceza mahkemesine etki edebilmesinin
temel Ģartı, onların tartıĢılamaz hale gelmiĢ; baĢka bir deyiĢle kesin hükme ulaĢmıĢ
olmalarıdır.
Kesin hükmün amacı, bir taraftan kiĢiler arasındaki uyuĢmazlıkların sonsuza kadar
sürmesinin önüne geçmek (Ģekli anlamda kesin hüküm); diğer taraftan da ortaya çıkan
uyuĢmazlıkların kesin bir Ģekilde son bulmasını sağlamaktır (maddi anlamda kesin
hüküm). ġekli anlamda kesin hüküm, muhakemenin usulen sonlandırılması ile alakalı iken;
maddi anlamda kesin hüküm, hükmün içeriğinin göstermiĢ olduğu etkidir. Maddi anlamda
kesin hükmün etkisini gösterebilmesi için hükmün Ģeklen kesinleĢmiĢ olması gerekir.
Maddi anlamda kesin hüküm, hükmün göstermiĢ olduğu etki olduğu için kesin
hüküm etkisi denildiği zaman, aslında maddi anlamda kesin hükümden bahsedilmektedir.
Bu bakımdan maddi anlamda kesin hükmün bir olumlu yönünün bir de olumsuz yönünün
olduğu kabul edilmektedir. Kesin hükmün olumsuz etkisi, aynı meselenin bir daha dava
konusu edilememesi (ne bis in idem) anlamına gelirken; kesin hükmün olumlu etkisi, bir
mahkeme hükmüne konu bir uyuĢmazlığın sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya
çıkması halinde, sonraki yargılamayı yapan mahkemenin bu ön sorun hakkında karar
verememesi, bu konuda verilmiĢ mahkeme hükmü ile bağlı olması anlamına gelir. Önceki
mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlık, bu mahkemenin mensup olduğu muhakeme
alanında, sonraki bir davada ön sorun olarak ortaya çıkabileceği gibi söz konusu
uyuĢmazlık sonraki bir davada, fakat ilk hükmü veren mahkemenin muhakeme alanı
dıĢındaki bir mahkeme önünde de çıkmıĢ olabilir. Dolayısıyla maddi anlamda kesin
hükmün olumlu etkisi, sadece hükmü veren mahkemenin mensup olduğu muhakeme alanı
ile sınırlı olamaz. Gerek bağlayıcılık etkisinde gerekse de maddi anlamda kesin hükmün
olumlu etkisinde önemli olan husus, muhakemeyi yapan hakimin önceden kesin hükümle
tespit edilmiĢ bir hukuki sonucu kendi kuracağı hükme dayanak teĢkil ettirmesidir. Bu
nedenle maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi ile konumuz olan bağlayıcılık
etkisinin aynı Ģeyler olduğunu söylemek gerekir.
Ceza mahkemesinin, gerek diğer muhakeme alanlarındaki mahkemeler gerek baĢka
bir ceza mahkemesi tarafından verilen hüküm ile bağlı olup olmayacağı konusunda ne
öğreti ne de yargı kararlarında görüĢ birliği mevcuttur. Mesele hakkında birbirinden çok
farklı görüĢlerin ortaya çıkmasının esas sebebi, ceza muhakemesine iliĢkin kanunlarda
doğrudan doğruya bağlayıcılığı yasaklayan veya bağlayıcılığa izin veren genel bir
245
düzenlemenin bulunmamasıdır. Bu etkinin belirli Ģartlar altında sonraki mahkemenin bir
ceza mahkemesi olması halinde dahi geçerli olacağı kanaatindeyiz.
Bunun için ilk baĢta bağlayıcılık etkisi doğuracak hükmün Ģekli anlamda kesin
hükme kavuĢmuĢ bulunması gerekir. Çünkü bir hüküm olağan kanun yollarına
baĢvurulmak suretiyle değiĢtirilebilir olduğu müddetçe, bu hükmün diğer mahkemeler
tarafından dikkate alınması söz konusu olamaz.
Bir mahkeme hükmünün diğer bir mahkeme için bağlayıcı olabilmesi, ilk hükmün
daha önce verilmiĢ olmasını gerektirir. Bu hükmün ceza davasının konusunu oluĢturan
fiilden önce mi kesinliğe kavuĢması gerektiği; yoksa ceza mahkemesi hükmünden önce mi
kesinliğe kavuĢması gerektiği, verilen hükmün niteliğine göre farklılık gösterir.
Bağlayıcı etkiye sahip olacak mahkeme hükmü ile maddi gerçeğin ortaya çıkarılmıĢ
olması gerekir. Kanımızca muhakemelerde farklı ilkelerin benimsenmiĢ olmasının, bütün
muhakeme alanlarının amacının maddi gerçeği ortaya çıkarmak olduğu gerçeğine bir zarar
vermez. Bu nedenle bir yargılama sonucunda maddi gerçek ortaya çıkarılmıĢ ise bunun
ceza mahkemesi için bağlayıcı olması esastır. Ancak yargılamanın hangi ilkeye göre
yapıldığı, bu yargılamanın sadece Ģekline iliĢkin bir husus olmakla kalmaz; aynı zamanda,
yargılama sonucunda verilecek hükmün içeriğine de etki edebilir. Bu etki neticesinde
maddi gerçeğin araĢtırılmasından vazgeçilerek muhakemeye hakim olan ilkeler gereğince
bir hüküm kurulması söz konusu ise; bu hükmün ceza mahkemesi üzerinde bağlayıcı bir
etkiye sahip olmadığını kabul etmek gerekir.
Bir mahkeme hükmüne konu uyuĢmazlık daha sonraki ceza davasında bir ön sorun
olarak ortaya çıkarsa ancak bu durumda ilk mahkeme hükmü ceza mahkemesi için
bağlayıcı etkiye sahip olabilir. Bu durum için Alman hukukunda kullanılan
“Präjudizialität” kavramı yerine “Ön sorun teĢkil edebilme” ifadesinin kullanılmasının
daha doğru olacağını düĢünmekteyiz. “Präjudizialität” kavramı yerine “Bekleticilik”
ifadesinin kullanılmasının eksik olacağı kanısındayız. Zira bekleticilikten bahsedildiği
durumlarda, ceza muhakemesi devam ederken henüz bağlayıcı etkiye sahip olacak bir
hüküm söz konusu değildir. Ceza mahkemesi, hakkında henüz hüküm kurulmamıĢ veya
davası devam eden bir uyuĢmazlığı gerekçe göstererek bekletici sorun kararı verebilir.
Böyle bir durumda kurulacak hükmün ceza mahkemesi için bekleticiliğinden
bahsedilebilir. Ancak ceza muhakemesi baĢlamadan önce de ceza mahkemesi huzurunda
ortaya çıkan ön sorun hakkında daha önceden karar verilmiĢ olması mümkündür.
Bahsedilen bu son durumda da belirtmiĢ olduğumuz diğer Ģartların yerine gelmesi
246
durumunda, ilgili yargı yeri tarafından verilen hüküm ceza mahkemesinin vereceği hükme
etki edebilir.
Bağlayıcı etki doğuracak hükme konu uyuĢmazlığın ceza davasında ön sorun teĢkil
edebilmesi için de bir takım Ģartların yerine getirilmiĢ olması gerekir. Bu bakımdan ceza
mahkemeleri haricindeki mahkemelerin (hukuk mahkemesi) hükmünün ceza mahkemesi
huzurunda ortaya çıkan ön sorun hakkında olduğunun kabul edilebilmesi için her iki
hukuki iliĢkiyi tarif eden tanımların aynı olması, ayrıca olayların da örtüĢmesi gerekir.
Ayrıca bazı istisnai haller dıĢında, ceza davasında sanık olarak yer alan kiĢinin, ön sorun
teĢkil eden uyuĢmazlığın bir tarafını teĢkil etmesi gerekir. Bir ön sorundan bahsedebilmek
için uyuĢmazlık konusunun aynı olması gerekir. UyuĢmazlık konusunun ceza davasının
konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden fiile iliĢkin olması durumunda diğer mahkemelerin
ceza mahkemesi hükmünün kesinleĢmesini beklemesi, böylece ceza mahkemesi hükmünün
diğer mahkemeler için bağlayıcı etkiye sahip olması gerekir. Dolayısıyla uyuĢmazlık
konusunun ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden fiile iliĢkin olması
durumunda diğer mahkemeler tarafından verilen hükümler kural olarak ceza mahkemesi
için bağlayıcı etkiye sahip olamaz. Ancak kanunda açıkça diğer mahkeme tarafından
verilen hükmün ceza mahkemesini bağlayacağına iliĢkin bir düzenleme bulunuyorsa veya
ceza davasının konusunu oluĢturan fiilin hukuka uygun olup olmadığına iliĢkin
değerlendirme, diğer muhakeme alanlarında bulunan ve ceza mahkemesine göre uzman
sayılan bir mahkeme tarafından yapılacak ise ceza mahkemesinin bu mahkemenin fiil
hakkında vereceği hükmün kesinleĢmesini beklemesi gerekir. Diğer mahkeme hükmünün,
ceza davasının konusunu oluĢturan ve suç teĢkil eden fiilin tamamı hakkında değil de bu
suçun maddi unsurlarından birisi hakkında olması ve ayrıca bağlayıcılık etkisi için
belirttiğimiz diğer Ģartları taĢıması ve suçun oluĢup oluĢmadığı hususunda ya da nitelikli
hallerin uygulanması bakımından önem arz etmesi durumunda, ceza mahkemesi bu
mahkeme hükmü ile bağlıdır.
Mevzuatımızda bazı kurumlarla ilgili olarak mahkemeler tarafından verilen
hükümlerin bağlayıcı olduğuna iliĢkin düzenlemelere yer verilmiĢtir. Bu düzenlemelerde
yer alan hükümlerin bağlayıcı oluĢu ile maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan
bağlayıcılık etkisinin mi yoksa baĢka bir Ģeyin mi kastedildiğinin araĢtırılması; bunun için
de maddi anlamda kesin hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi ile söz konusu
hükümlerde yer alan bağlayıcı olma durumlarının karĢılaĢtırılması gerekmiĢtir. Bu
247
bakımdan ilk olarak Anayasamızın 153’üncü maddesinde geçen Anayasa Mahkemesi
kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve
tüzelkiĢileri bağlayacağı ifadesinin, konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir ilgisinin olup
olmadığı araĢtırılmıĢtır. Anayasa mahkemesinin temel görevi anayasayı yorumlamak
suretiyle, hukuk düzeninde bir güvenin ve istikrarın oluĢmasını sağlamaktır. Bu görevin
tam anlamıyla yerine getirilebilmesi için zorunlu olarak Anayasa mahkemesi kararlarına
bağlayıcılık etkisinin tanınması gerekir. Anayasa mahkemesi kararları ile bağlılık bir
bakıma anayasa ile bağlılık anlamına gelmektedir. Sonuç olarak Anayasa mahkemesi
kararlarının bağlayıcılığı konusunun daha çok anayasanın üstünlüğü ile ilgili olduğunu, bu
nedenle konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile herhangi bir ilgisinin bulunmadığını
söyleyebiliriz.
Konumuz olan bağlayıcılık etkisinin içtihadı birleĢtirme kararlarının bağlayıcı olması
durumu ile de bir karĢılaĢtırılması yapılmıĢtır. Ġçtihadı birleĢtirme yoluna belirli bir somut
olayda ortaya çıkan uyuĢmazlığın giderilmesi amacıyla baĢvurulmaz. Bunun tam aksine bu
yola, benzer durumlarda uygulanan hukuk kurallarının ülke çapında birliğinin sağlanması
amacıyla baĢvurulur. Bu bakımdan içtihadı birleĢtirme kararı verilmesinin amacı, somut
davalarla ilgili özel ve öznel kararlar vermek değil; benzer olaylarda uygulama bakımından
yararlanılabilecek genel ve nesnel kurallara eriĢmektir. Buna karĢılık bağlayıcılık
etkisindeki amaç ise aynı olaya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya çıkmasının
engellenmek istenmesidir. Aralarındaki bu temel farktan dolayı içtihadı birleĢtirme
kararları ile diğer mahkemelerin bağlı olacağının bir takım kanunlarda hüküm altına
alınmıĢ olmasının, konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir iliĢkisi yoktur.
Madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında madde veya yer bakımından
yetkili yargı yerini belirleyen ve kararına karĢı herhangi bir kanun yoluna gidilemeyen
merciin kararının, bu kararda madde veya yer bakımından yetkili olarak belirtilen yargı
merci için bağlayıcı olmasının konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir bağlantısının olup
olmadığı da ortaya konmaya çalıĢılmıĢtır. Zira madde ve yer bakımından yetki
uyuĢmazlıklarında olduğu gibi, bağlayıcılık etkisinde de bağlayıcılığın muhatabı bir
mahkemedir. Madde ve yer bakımından yetki uyuĢmazlıklarında merciin kararının
bağlayıcı olmasının amacı, usule iliĢkin bu tarz uyuĢmazlıkların bitirilerek esas
yargılamaya bir an önce geçilmesini sağlamaktır. Maddi anlamda kesin hükmün olumlu
etkisi olan bağlayıcılığın amacı ise aynı konuya iliĢkin birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya
çıkmasının önlenmek istenmesidir. Dolayısıyla madde ve yer bakımından yetki
248
uyuĢmazlıklarında merciin vermiĢ olduğu kararın bağlayıcı oluĢunun, maddi anlamda kesin
hükmün olumlu etkisi olan bağlayıcılık etkisi ile bir iliĢkisi bulunmamaktadır.
Bir hükme karĢı baĢvurulan kanun yolu sonucunda üst dereceli mahkemelerin
kararlarının bir noktadan sonra kesinlik arz etmesi veya alt dereceli mahkemenin bu
mahkeme kararlarına karĢı direnememesi, alt dereceli mahkemenin üst dereceli mahkeme
kararı doğrultusunda hareket etmesini zorunlu kılar. Bu bakımdan belirtilen bu hususların
bağlayıcılık etkisi ile bir bağlantısının olup olmadığı sorusu akla gelir. Bu durumun da
konumuz olan bağlayıcılık etkisi ile bir bağlantısı bulunmamaktadır. Çünkü kanun yolu
aĢamasında üst dereceli mahkemenin vermiĢ olduğu kararın ve alt dereceli mahkemenin
vermiĢ olduğu kararın dayandığı uyuĢmazlığın aynıdır. Oysa bağlayıcılık etkisinin söz
konusu olduğu durumlarda her iki yargılamanın konusu farklıdır. Ayrıca kanun yolu
aĢamasında bağlayıcı karar veren veya hükmüne karĢı direnilemeyen mahkeme ile bu
zorunluluğun yöneldiği mahkeme bir alt-üst iliĢkisi içerisinde bulunmaktadır. Oysa
bağlayıcılık etkisinde bağlayıcı karar veren mahkeme ile bu kararın muhatabı mahkeme
aynı derecede yer alan mahkemelerdir.
Bağlayıcılık etkisinin hakim bağımsızlığına bir aykırılık teĢkil etmediğini
savunmaktayız. Çünkü bağlayıcılık etkisi sadece aynı meselenin tekrardan baĢka bir hakim
incelemesinden geçirilmemesi anlamına gelmekte olup, bu durumda hakimin araĢtırmasına
getirilmiĢ bir sınırlamadan değil, yapılacak araĢtırmanın sayısına getirilen bir sınırlamadan
bahsedilir. Dolayısıyla bağlayıcılık etkisinin hakim bağımsızlığına bir etkisinin olmadığı
ortaya çıkar.
Mevzuatımızda diğer mahkeme hükümlerinin bir ceza mahkemesi için bağlayıcı etki
doğuracağına veya doğurmayacağına iliĢkin genel bir düzenleme yoktur. Yargıtay da
vermiĢ olduğu bazı kararlarında bağlayıcılık etkisini kabul ederken, bazı kararlarında ise
diğer bir mahkeme hükmünün ceza mahkemesi üzerine etki edemeyeceğine hükmetmiĢtir.
Bu nedenle mevzuatımızda bağlayıcılık etkisine yer veren düzenlemelerin tetkik
edilmesine çalıĢılmıĢtır.
Diğer mahkemelerin vermiĢ oldukları hükümlerin ceza mahkemesine etkisi konu
edildiği zaman, ilk akla gelen düzenleme ceza mahkemelerinin ek yetkisinin düzenlendiği
CMK’nın 218’inci maddesidir. Söz konusu maddenin birinci fıkrasında, yüklenen suçun
ispatının ceza mahkemeleri haricindeki mahkemelerin görev alanına giren bir sorunun
çözümüne bağlı olması durumunda ceza mahkemesinin bekletici sorun kararı verebileceği
gibi, ceza mahkemesinin ilgili sorunu CMK’da geçerli olan ilkeler çerçevesinde
çözebileceği de hüküm altına alınmıĢtır.
249
Ceza hakiminin, henüz ceza mahkemelerinden baĢka bir mahkemeye götürülmemiĢ
bir sorunla ilgili olarak önünde iki seçenek bulunmaktadır: Ceza hakimi bu sorunu ya
kendisi çözecek ya da sorunun baĢka bir mahkemede çözülmesi veya açılmıĢ davanın
sonucunun beklenmesi için bekletici sorun kararı verecektir. Ön sorun ile ilgili olarak ilgili
yargı yerinde açılmıĢ bir dava bulunmakta ise ceza hakimi sadece bekletici sorun kararı
verebilecektir. Ön sorunla ilgili olarak ceza yargılaması baĢlamadan önce ilgili yargı
yerinde bir hüküm verilmiĢ ve bu hüküm kesinleĢmiĢ olabilir. Böyle bir durumda ceza
mahkemesinin bekletici sorun kararı vermesi mümkün değildir. Buna karĢılık ilgili yargı
yerince ceza mahkemesi için bağlayıcı etkiye sahip olmayan bir hükmün verilmiĢ olması
durumunda, ceza mahkemesi bekletici sorun sayarak ilgili yargı yerinde tekrardan dava
açılmasına karar veremez ise de bu durumla ilgili nispi muhakeme yapabilir ve sorunu
kendisine yetecek ölçüde çözebilir. Ġlgili yargı yerince ceza mahkemesini bağlayıcı etkiye
sahip bir hükmün verilmiĢ olması durumunda ise ceza mahkemesi bu verilen mahkeme
hükmü ile bağlı olacağı için konu ile ilgili nispi muhakeme yapamaz. Ceza mahkemesinin
bekletici sorun kararı verdiği durumlarda da aynı Ģekilde hareket edilmelidir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 218’inci maddesinin ikinci fıkrasında, kovuĢturma
evresinde mağdur veya sanığın yaĢının ceza hükümleri bakımından tespitiyle ilgili bir
sorunla karĢılaĢılması halinde; ceza mahkemesinin, ilgili kanunlardaki belirlenen usule
göre bu sorunu çözerek hüküm vereceği düzenlenmiĢtir. Ancak sanık veya mağdurun yaĢı
daha önceden hukuk mahkemesinde açılan dava sonucunda düzeltmiĢ ise artık böyle bir
durumda yaĢ tashihin ceza mahkemesi tarafından yapılmasına imkan yoktur. Ceza
mahkemesi sanık veya mağdurun yaĢını düzeltilmiĢ Ģekliye kabul etmek zorundadır.
Çünkü ceza mahkemesi de sanık veya mağdurun yaĢını düzeltmek isterse CMK’nın
218’inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince, önceki hukuk mahkemesinin olaya uyguladığı
kanun hükümlerini uygulayacaktır. Bu nedenle sanık veya mağdurun yaĢına iliĢkin olarak
daha önce verilmiĢ olan hukuk mahkemesi hükmü ceza mahkemesi için kesin hüküm etkisi
doğuracaktır.
Kanun koyucu, HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasında, belgenin sahte
olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen kararın kesinleĢtikten sonra, söz konusu
belge hakkında ceza mahkemesinde sahtelik iddiasının dinlenmeyeceği hükmüne yer
vererek; bir hukuk mahkemesi karar veya hükmünün ceza mahkemesi için bağlayıcı
olacağını kabul etmiĢtir. Madde metninde sadece ceza mahkemesinde sahtelik iddiasının
dinlenmeyeceği belirtilmiĢtir. Fakat ilgili düzenlemenin ceza muhakemesi sistemi ile telif
250
edilmesi gerekmektedir. Çünkü hukuk mahkemesinde senedin (belge) sahte olmadığı
hakkında karar verildikten ve bu karar kesinleĢtikten sonra, aynı senede (belge) dayalı
olarak bir kiĢi hakkında belgede sahtecilik suçlarından dolayı soruĢturma açılmıĢ ise
Cumhuriyet savcılığının da kovuĢturmaya yer olmadığı kararı vermesi gerekir. Cumhuriyet
savcılığı, senedin (belge) sahte olmadığı hakkında verilmiĢ hukuk mahkemesi kararını
gözden kaçırarak iddianame düzenlemiĢ ve iddianame mahkeme tarafından kabul edilmiĢ
ise ceza mahkemesinin sanık hakkında CMK’nın 223’üncü maddesinin ikinci fıkrasının
“a” bendi gereğince beraat kararı vermesi gerekir. Bu yüzden HMK’nın 214’üncü
maddesinin birinci fıkrası hükmünden bahsederken ceza mahkemesi yerine, ceza
muhakemesi organları ifadesini kullandık.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 214’üncü maddesindeki düzenleme ile kanun
koyucu, yalnızca hukuk mahkemelerinde açılan bir sahtelik davası sonucunda verilen
hükümlerin değil; bunun yanında, açılan bir davada sahtelik iddiasının ön sorun olarak ileri
sürülmesi halinde, bu soruna iliĢkin verilen ara kararların da ceza muhakemesi organları
için bağlayıcı olacağını kabul etmiĢtir.
Hukuk
Muhakemeleri
Kanunu’nun
214’üncü
maddesinde,
yalnızca
hukuk
mahkemesince senedin sahte olmadığı hakkında verilen kararların ceza muhakemesi
organları için bağlayıcı olduğunun belirtilmiĢ olmasına rağmen, senedin (belge) sahte
olduğu hakkında verilen kararların da ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olması
gerekir. Çünkü HMK’nın 212’nci maddesi gereğince hukuk mahkemesi, senedin sahte
olduğuna dair karar kesinleĢtikten sonra, senedin altına sahte olduğunu yazarak bu senedi
iptal eder. Böyle bir senetle ilgili yapılan ceza yargılamasında, mahkemenin bu senedin
sahte olmadığından hareketle hüküm tesis etmesi ise birbiriyle çeliĢen hükümlerin ortaya
çıkmasına neden olur.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 214’üncü maddesinde herhangi bir ayrım
yapılmaksızın senedin sahte olmadığına iliĢkin hukuk mahkemesi kararı veya hükmünün
ceza muhakemesi organları için bağlayıcı olacağı hüküm altına alınmıĢtır. HMK’nın
211’inci maddesinde ise senet üzerinde sahtelik incelemesinin nasıl yapılması gerektiği
belirtilmiĢtir. HMK’nın 211’inci maddesine göre hukuk hakimi, herhangi bir uzmana
inceleme yaptırmaksızın senedin sahte olduğu veya olmadığı sonucuna ulaĢabileceği gibi;
imzayı inkar eden tarafın çağrıya rağmen gelmemesi üzerine imzanın o kiĢi tarafından
atıldığına karar vermesi gerekir. Belirtilen bu durumların ise ceza muhakemesi sistemi ile
uyumlu olmadığı ortadadır. Bu nedenle HMK’nın 214’üncü maddesinin birinci fıkrasının
yapılacak
değiĢiklik
ile
ceza
muhakemesi
sistemine
uyumlu
hale
getirilmesi
251
gerekmektedir. Bunun için söz konusu maddenin birinci fıkrasının Ģu Ģekilde olması
gerektiği kanaatindeyiz: "Bu Kanun'un 211'inci maddesi gereğince yaptırılan bilirkişi
incelemesi neticesinde, belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar
veya hüküm kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza muhakemesinde de
sahtelik iddiası dinlenmez".
Bir senetten (belge) dolayı aynı anda hem hukuk mahkemesinde sahtelik davası
açılmıĢ veya bir davada ön sorun olarak sahtelik iddiasında bulunulmuĢ hem de belgede
sahtecilik suçlarından dolayı soruĢturma yürütülmekte veya kovuĢturma evresinde
bulunuluyor ise ceza muhakemesi organlarının, hukuk mahkemesince verilen kararların
kesinleĢmesini beklemesi gerekir. Ancak bu sayede HMK’nın 214’üncü maddesine
geçerlilik kazandırılabilir.
Ġdare bağlantısının bulunduğu suçlarda da idari iĢlem hakkında, iptal davası
sonucunda verilen idare mahkemesi hükümlerinin ceza mahkemesi için bağlayıcılığı
gündeme gelebilir. Ġdari iĢlemlerin ise tek baĢlarına ceza mahkemesi için bağlayıcı etki
doğurmaları mümkün değildir. Bazı suçlarda idari iĢlem bağlantısı yararlandırıcı idari
iĢlemler vasıtasıyla kurulmuĢ olabilir. Böyle bir durumda, idari iĢlem hakkında iptal davası
açılması için gerekli süre geçirilmiĢ ise; ilgili suçun oluĢup oluĢmadığına iliĢkin yapılan
yargılamada ceza mahkemesinin, CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrası gereğince
nispi muhakeme yapmak suretiyle idari iĢlemin hukuka uygun olup olmadığını denetlemesi
gerekir. Aynı Ģekilde yükümlendirici idari iĢlemler hakkında iptal davası açılmamıĢ ve
iptal davası açılması için gerekli süre geçirilmiĢ ise; ceza mahkemesinin, suçun oluĢtuğunu
söyleyebilmesi idari iĢlemin hukuka uygun olmasına bağlı olduğu için, yükümlendirici
idari iĢlemin hukuka uygunluğunu yine nispi muhakeme yapmak suretiyle denetlemesi
gerekir.
Ceza muhakemesi baĢlamadan önce veya ceza muhakemesi devam ederken gerek
yükümlendirici idari iĢlemler gerekse de yararlandırıcı idari iĢlemler hakkında idare
mahkemesinde iptal davası açılmıĢ ise artık ceza muhakemesi organlarının iptal davasının
sonucunu beklemesi gerekir. Çünkü idare mahkemesi hükmü, Ģüpheli veya sanığa
yüklenen suçun ispatında önem arz etmektedir. Bu bakımdan idare bağlantısının
yararlandırıcı idari iĢlemler vasıtasıyla kurulduğu suçlarda idari iĢlemin hukuka uygun
olması, suçun oluĢmasına engel olurken; idare bağlantısının yükümlendirici idari iĢlemler
vasıtasıyla kurulduğu suçlarda ise idari iĢlemin hukuka uygun olması, failin
cezalandırılabilmesi için Ģarttır.
252
Vergi Usul Kanunu’nun 367’nci maddesinin son fıkrasında “Ceza mahkemesi
kararları, bu Kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını
uygulayacak makam ve mercilerin işlem ve kararlarına etkili olmadığı gibi, bu makam ve
mercilerce verilecek kararlar da ceza hakimini bağlamaz” ifadesine yer verildiği için; ilk
baĢta bu hükmün vergi mahkemelerini kapsayıp kapsamadığı değerlendirilmiĢtir. Vergi
Usul Kanunu 4.1.1961 tarihinde kabul edilmiĢ ve 10.1.1961 tarihli resmi gazetede
yayımlanarak yürürlüğe girmiĢtir. Buna karĢılık vergi mahkemeleri, 6.1.1982 tarihinde
kabul edilen ve 20.01.1982 tarihli resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 2576 sayılı
Kanun ile kurulmuĢtur. Dolayısıyla, kanun koyucunun vergi mahkemeleri kurulmadan, bu
mahkemeler ile ceza mahkemeleri arasında bir etkileĢimi öngörmesinin mümkün
olamayacağı sonucuna varılmıĢtır. Ayrıca VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasında “bu
kanunun dördüncü kitabının ikinci kısmında yazılı vergi cezalarını uygulayacak makam ve
merciler” den bahsedilmektedir. Kanunun dördüncü kitap ikinci kısmının birinci bölümde
vergi ziyaı cezası, ikinci bölümde ise usulsüzlük cezası düzenlenmiĢtir. Bu cezaları kesme
yetkisi ise mükellefin bağlı olduğu vergi dairesindedir (VUK md. 365). Dolayısıyla,
kanunun lafzından hareket edildiğinde dahi VUK’un 367’inci maddesinin son fıkrasından
hiçbir Ģekilde vergi mahkemelerinin kastedilmediği sonucuna ulaĢılmaktadır. Sonuç olarak
vergi mahkemeleri hükümlerinin ceza mahkemesi için bağlayıcı olduğuna veya olmadığına
iliĢkin mevzuatımızda açık bir kanuni düzenleme bulunmamaktadır.
GerçekleĢtirmiĢ olduğu fiil hem vergi ziyaı kabahati hem de vergi suçu oluĢturan
kiĢi, ceza mahkemesinde vergi suçundan dolayı yargılanırken; hakkında kesilen vergi ziyaı
cezasına karĢı vergi yargısına müracaat etmiĢ ise aynı konuya iliĢkin vergi mahkemesinin
de yargılama yapması söz konusu olabilmekte; bu durumda bir yanıyla vergi ziyaı kabahati
bir yanıyla da vergi suçu teĢkil eden aynı fiil hem ceza hem de vergi yargılamasının
konusunu
oluĢturabilmektedir.
Dolayısıyla,
aynı
konuya
iliĢkin
olarak
farklı
mahkemelerden verilen hükümlerin birbirlerine etki edip edemeyeceği sorunu ortaya
çıkmaktadır.
Aynı fiil nedeniyle farklı muhakeme alanlarında iki farklı yargılama yapılmaktaysa
bu yargılamaların birbirini hiç etkilemeyeceğini söylemek, hukuk düzeninin birliğine
aykırılık teĢkil eder. Çözülmesi gereken problem asıl itibariyle vergi uyuĢmazlığı olması ve
vergi mahkemelerinin de vergi uyuĢmazlıklarını çözmede ihtisas mahkemeleri olmaları
sebebiyle aynı fiilden dolayı hem vergi yargılaması hem de ceza yargılaması
yapılmaktaysa ceza mahkemelerinin CMK’nın 218’inci maddesinin birinci fıkrası
gereğince bekletici sorun kararı vermesi ve vergi mahkemesinin fiil hakkında vermiĢ
253
olduğu karara göre hareket etmesi gerekir. Vergi yargılaması baĢladığında henüz ceza
muhakemesinde soruĢturma evresinde bulunuyor ise soruĢturmayı yürüten savcının vergi
mahkemesinin hükmü sonuçlanıncaya kadar soruĢturmayı bekletmesi gerekir.
18.10.2012 tarihinde kabul edilen ve 7.11.2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak
yürürlüğe giren 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu ĠĢ SözleĢmesi Kanunu’nun 71’inci
maddesinin birinci fıkrasına göre, iĢ mahkemesi tarafından verilen bir grev veya lokavtın
kanun dıĢı olduğuna veya olmadığına iliĢkin kararlar ceza davaları için kesin delil
oluĢturacaktır. Her ne kadar kanun maddesinde iĢ mahkemesi hükmünün ceza davaları için
kesin delil oluĢturacağından bahsedilse de burada söz konusu edilen Ģey, iĢ mahkemesi
hükmünün ceza mahkemesi için bağlayıcı olacağıdır. Zira ceza muhakemesi sistemi kesin
delil kavramına yabancıdır.
6356 sayılı Kanun ile kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin gerçekleĢtirilen fiiller suç
olmaktan çıkarılmıĢtır. Kanunda, kanun dıĢı grev ve lokavta iliĢkin bir takım fiillerin suç
oluĢturmamasına rağmen, iĢ mahkemesi hükmünün ceza mahkemesi için bağlayıcı etki
göstereceğini kabul etmek kanun yapımındaki özensizliğe iĢaret eder.
Bir ceza mahkemesi için bağlayıcı etki doğuracak mahkeme hükmü bir baĢka ceza
mahkemesi tarafından da verilmiĢ olabilir. Mevzuatımızda konuya iliĢkin yegane
düzenleme hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin TCK’nın 127’nci maddesidir. Bu
düzenleme sayesinde, eğer hakaret edilen isnat edilen fiilden dolayı kesinleĢmiĢ bir hüküm
ile mahkum olmuĢ ise hakaret eden; eğer hakaret edilen isnat edilen fiilden dolayı
kesinleĢmiĢ bir hüküm ile beraat etmiĢ ise hakaret edilen lehine bir ispat kolaylığı
sağlanmıĢ olmaktadır.
Kanun koyucu, hakaret suçunda isnadın ispatına iliĢkin düzenleme ile istisnai olarak
her iki yargılamada farklı sanıklar bulunmasına rağmen, önceki mahkeme hükmünün
hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapacak mahkeme için bağlayıcı olacağını kabul
etmiĢtir. Ġsnadın ispatına iliĢkin düzenlemeler ile maddi anlamda kesin hükmün sadece
davaya katılanlar bakımından doğacağı kuralına bir istisna getirilmiĢtir.
Hakaret teĢkil eden isnadın, ispatına iliĢkin olarak TCK'da ikili bir ayrım yapılmıĢtır.
Birincisi, hakarete konu fiilin suç oluĢturması, ikincisi ise hakarete konu fiilin suç
oluĢturmaması halidir. Birinci halde isnat edilen fiile iliĢkin olarak yapılan ceza
yargılaması sonucunda verilen mahkumiyet hükmü, hakaret suçundan dolayı yapılan
yargılamaya doğrudan etki etmektedir. Hakarete konu fiilin suç teĢkil etmemesi
254
durumunda ise ya isnat edilen fiilin doğru olup olmadığının anlaĢılmasında kamu yararı
bulunmalı ya da Ģikayetçinin ispata razı olması gerekir.
TCK’da kabul edilen sisteme göre, isnadın konusunun suç teĢkil etmesi durumunda,
hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin bu konuda bekletici sorun kararı
vermesi gerekir. Maddede, sadece fiil isnadında bulunulan kiĢi hakkında verilen
mahkumiyet kararının hakaret suçundan dolayı yapılan yargılamaya etki edeceği hüküm
altına alınmıĢtır. Buna göre hakaret edilen kiĢinin mahkum olması halinde, isnat
ispatlanmıĢ sayılacağı için hakaret eden cezalandırılmayacaktır. Her ne kadar maddede
düzenlenmemiĢ olsa da fiil isnadında bulunulan kiĢinin, yapılan yargılama sonucunda
beraat etmesi halinin de hakaret suçundan dolayı yargılama yapan mahkeme üzerinde
bağlayıcı etki doğurması gerekir. Bu durumda hakaret ispatlanamamıĢ sayılacağından,
isnatta bulunan kiĢinin hakaret suçundan dolayı sorumluluğu cihetine gidilebilecektir.
Ġsnat edilen suçla ilgili verilen mahkumiyet ve beraat haricindeki kararların hakaret
suçundan dolayı yargılama yapan mahkemeye nasıl etki edeceği de kanunda düzenlenmiĢ
değildir. Her ne kadar madde gerekçesinde “Hakarete uğrayan kişi hakkında, isnat edilen
fiil dolayısıyla takipsizlik kararı veya açılan davada düşme kararı verilmiş olması halinde
de; isnadın doğruluğu ispat edilmemiş sayılacaktır” denilse de gerekçedeki bu ifadenin
kabul edilebilir olduğunu düĢünmemekteyiz. Dolayısıyla mahkumiyet ve beraat dıĢında
verilen hükümleri de ayrı bir değerlendirmeye tabi tuttuk.
Ġsnat edilen suçla ilgili sanık hakkında güvenlik tedbirlerine hükmedilmiĢ olması
veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi halinde sanığın, isnat edilen suçu
iĢlediği artık sabittir. Böyle bir durumda, hükmü veren mahkeme, aslında sanığın
gerçekleĢtirmiĢ olduğu fiili tespit etmiĢ ve bunun bir suç olduğuna karar vermiĢtir. Bu
bakımdan hakaret edilen kiĢi hakkında güvenlik tedbirine hükmedildiği veya ceza
verilmesine yer olmadığı kararı verildiği durumlarda da isnadın ispatlandığını kabul etmek
gerekir.
Davanın reddi kararıyla ilgili tartıĢılacak bir husus ise bulunmamaktadır. Zira aynı
fiil nedeniyle aynı sanık için önceden verilmiĢ bir hüküm veya açılmıĢ bir dava varsa
davanın reddine karar verilir (CMK md. 223, f. 7). Dolayısıyla isnadın ispatı bakımından
göz önünde bulundurulacak hüküm, daha önceden verilen veya açılmıĢ dava sonucunda
verilecek hükümdür.
Ġsnat edilen suçla ilgi kiĢi hakkında bir soruĢturma veya kovuĢturmaya baĢlanmıĢ
ancak bu esnada düĢme sebepleri gerçekleĢmiĢ ise soruĢturma evresinde kovuĢturmaya yer
olmadığı kararı; kovuĢturma evresinde ise düĢme kararı verilecektir. Böyle bir durumda
255
hakaret suçundan dolayı yargılamayı yapan mahkemenin isnadın doğru olup olmadığını
araĢtırması gerekir. Ancak isnadın yapılmasından önce, düĢme sebeplerinin gerçekleĢmesi
nedeniyle, hakaret suçunun mağduru hakkında söz konusu fiilden dolayı soruĢturma ve
kovuĢturma yapılamıyor ise isnadın ispatlanamadığının kabul edilmesi gerekir.
Ġsnat edilen fiilin suç teĢkil etmemesi durumunda isnadın ispatında ancak kamu
yararının bulunması veya ilgilinin isnadın ispatına razı olması durumunda isnadın
ispatlanması talebi kabul edilebilir. Böyle bir durumda hakaret suçundan dolayı yargılama
yapan mahkeme CMK'nın 218'inci maddesinin birinci fıkrası hükmüne göre hareket
etmelidir.
Muhakeme hukukunda, muhakeme konusu uyuĢmazlıkları birbirlerine yaklaĢtıran ve
onları birbirine bağlayan ortak noktalara bağlantı; söz konusu uyuĢmazlıklara da bağlantılı
uyuĢmazlıklar adı verilir. Bağlantılı davaların her ikisinin de ceza davası olması
durumunda birleĢtirilmelerinin mümkün olduğunu; ancak buna CMK’nın 218’inci
maddesinin ikinci fıkrasında olduğu gibi kanun koyucu tarafından istisna getirilebileceğini
belirttik. Ceza davaları arasında bağlantının olması, bu davaların her zaman birleĢtirilmesi
gerektiği anlamına gelmez.
Bağlantılı ceza davalarının birleĢtirilebilmesi için davaların birleĢtirilmesinde yarar
bulunmalıdır. Davaların birleĢtirilmesinde yarar bulunup bulunmadığını yargılamayı yapan
mahkeme tayin edecekse de mahkemenin birleĢtirmeye iliĢkin vermiĢ olduğu karar
denetime tabidir. Ayrıca birleĢtirilecek her iki davanın da kovuĢturma evresinin aynı
aĢamasında olması gerekir. Bu bakımdan, görülen davalardan birisi hüküm aĢamasına
gelmiĢ, diğeri ise henüz duruĢma hazırlığı aĢamasında ise davaların birleĢtirilmesi mümkün
değildir.
Kanunlarda bağlantılı davaların birleĢtirilmesine bir yasak getirilmediği müddetçe,
bağlantılı davaların birleĢtirilmesi mahkemelerin takdirinde olan bir husustur. Takdir
yetkisinin davaların birleĢtirilmesinden yana kullanılmadığı zaman aynı uyuĢmazlık
konusu ile ilgili, mahkemelerden birinin verdiği kararının diğer mahkeme için bağlayıcılığı
gündeme gelir.
Dar bağlantının bir türü olan objektif bağlantı durumunda her iki davada sanık olan
kiĢilerin farklı kiĢiler olması sebebiyle, kurulan hükümlerin birbirleri için etkili olmaması
esastır. Ancak ayrı yapılan yargılamalarda mahkeme, objektif nitelikli bir karar vermiĢ ise
bu hükmün diğer yargılamaya, bu yargılamadaki sanığın lehine olmak kaydıyla, etki
etmesi kabul edilmelidir. Örneğin kasten öldürme suçundan dolayı yapılan yargılamada
256
mağdurun ölmediği, bilakis intihar ettiği ortaya çıkmıĢ ve bunun sonucunda sanık kasten
öldürme suçunu iĢlemediği gerekçesi ile beraat etmiĢ ise; aynı olaydan dolayı daha sonra
yargılanmak zorunda kalınan azmettiren kiĢinin de bu hükümden faydalanması gerekir.
Sübjektif bağlantının söz konusu olduğu durumlarda ise önceki davada sanığın
kendisini savunma imkanı bulduğu ve bu sayede temel bir sanık hakkı olan hukuki
dinlenilme ilkesine riayet edildiği için daha önceki kurulan hükmün, bağlayıcılık etkisi için
belirtilen Ģartları yerine getirilmesi Ģartıyla, sonraki yapılan yargılamayı etkilemesi gerekir.
Bazı suç tanımlarında suçun iĢlenebilmesi, kendinden önce iĢlenmiĢ bir baĢka suçun
varlığına bağlı kılınmıĢ olabilir. Kendisine bağlı kılınan suç, temel suçun öncülü
konumundadır ve bu suçlara öncül suç adı verilmektedir. Öncül suçla ilgili bir mahkeme
hükmü veya hakim ya da mahkeme kararı, asıl suç için bir unsur etkisi doğurur.
Dolayısıyla asıl suçtan dolayı yargılamayı yapan mahkeme, bu kararın veya hükmün
yalnızca varlığını tespit eder. Bu kararın veya hükmün doğru olup olmadığını ise
denetlemez.
ÇalıĢmamızda öncül suç, asıl suç iliĢkisi içerisinde incelediğimiz suçlardan suçtan
kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçunun konusunu bir suçtan kaynaklanan
malvarlığı değeri; suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçunun konusunu,
daha önce iĢlenmiĢ bir suçtan elde edilen değerler; bilgi vermeme suçunun konusunu, suç
iĢlemek suretiyle elde edildiği öğrenilen eĢya; suçluyu kayırma suçunun konusunu,
hakkındaki soruĢturma daha sonra baĢlamıĢ olsa bile, suçlu kiĢi; suç delillerini yok etme,
gizleme veya değiĢtirme suçu ile suç delillerinin yerini bildirmeme suçlarının konusunu,
daha önce iĢlenmiĢ bir suçun delili oluĢturmaktadır. Görüleceği gibi belirtilen bütün bu
suçların konusu daha önce iĢlenen bir suçun varlığına bağlıdır. Dolayısıyla belirtilen bu
suçların oluĢtuğunu kabul edebilmemiz için bu suçların öncülü olan suçların iĢlendiğinin
kesin bir hükümle belirlenmiĢ olması gerekir.
Öncül suça iliĢkin verilen her bir hükmün asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya
etkisi farklı olduğu için hüküm çeĢitlerini ayrı ayrı değerlendirdik.
Yüklenen fiilin kanunda suç olarak düzenlenmemesi, yüklenen suç açısından failin
kast veya taksirinin bulunmaması, yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmesine rağmen
olayda bir hukuka uygunluk nedeni bulunması ve yüklenen suçun sanık tarafından
iĢlendiğinin sabit olmaması nedenleriyle öncül suç faili hakkında beraat kararı verilmesi,
yukarıda belirttiğimiz bütün suçlar açısından aynı etkiyi doğurur ve böyle durumlarda, asıl
suçtan dolayı yargılama yapan mahkemenin sanık hakkında beraat kararı vermesi gerekir.
257
Yüklenen suçun sanık tarafından iĢlenmediğinin sabit olması nedeniyle verilen beraat
kararında ise aslında ortada suç vardır, fakat bu suçun öncül suça iliĢkin yapılan
yargılamada sanık olarak bulunan kiĢi tarafından iĢlenmediği kesin bir Ģekilde ortaya
çıkmıĢtır. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ve suç eĢyasının satın
alınması veya kabul edilmesi suçları için önemli olan husus, öncül suçun var olup
olmadığıdır. Suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme suçunda da öncül suçun
faili ile bir bağlantı kurulmadan, bir suçun delillerinin yok edilmesi, silinmesi, gizlenmesi,
değiĢtirilmesi veya bozulmasından bahsedilmektedir. Suç delillerini bildirmeme suçunda
da önemli olan husus, bir suçun delillerinin saklandığı yerin bilinmesidir. Öncül suçun kim
tarafından iĢlendiğinin bilinmesi ise önemli değildir. Öncül suçun faili hakkında bu
gerekçe ile bir beraat kararı verilmesi halinde, asıl suçtan yargılama yapan mahkeme, öncül
suçun gerçekleĢmediğine karar veremez. Bu mahkeme, öncül suç hakkında kurulan
hükümle bu yönüyle bağlıdır. Öncül suçtan sanık olarak yargılanan kiĢi hakkında bu
nedenle verilen beraat kararının asıl suça etkisi farklı olur. Yüklenen suçun sanık
tarafından iĢlenmediğinin sabit olması durumunda verilen beraat kararı, diğer suçlardakinin
aksine, suçluyu kayırma suçunun oluĢmasına engel olur. Çünkü bu gerekçe ile verilen
beraat kararı kayrılan kiĢinin suçlu olmadığını ortaya çıkarmıĢtır. Suçlu olmadığı kesin
hükümle sabit olan bir ki msenin kayrılmasının ise suç teĢkil edeceğinden bahsedilemez.
Öncül suç kapsamında incelediğimiz suçların iĢlendiğinin söylenebilmesi için öncül
suçun iĢlendiğinin kesin bir hükümle tespit edilmiĢ olması gerekir. Mahkumiyet hükmü de
sanığın yüklenen suçu iĢlediğinin sabit olması halinde verilir. Dolayısıyla öncül suç
hakkında verilen mahkumiyet hükmünün kesinleĢmesi üzerine, asıl suçtan dolayı
yargılamayı yapan mahkeme, öncül suçun iĢlenip iĢlenmediğini artık araĢtırmamalıdır.
Öncül suçun iĢlendiğinden hareketle asıl suçtan dolayı yargılamayı yapmalıdır.
Öncül suç faili hakkında örneğin kusursuz olduğu gerekçesi ile veya Ģahsi cezasızlık
sebepleri bulunduğu için ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmiĢ olsa bile, asıl suç
faili hakkında mahkumiyet kararı verilebilir. Çünkü böyle bir durumda, öncül suçun
gerçekleĢtiği belirlenmiĢ ancak ceza siyaseti gereği failin cezalandırılmasından sarfınazar
edilmiĢtir. Dolayısıyla öncül suç faili hakkındaki ceza verilmesine yer olmadığı kararı, asıl
suçtan dolayı yapılan yargılamada, aynen mahkumiyet kararının doğurduğu etkiye sahip
olur.
Davanın reddi kararı ile ilgili tartıĢılacak bir husus ise bulunmamaktadır. Aynı fiil
nedeniyle aynı sanık için önceden verilmiĢ bir hüküm veya açılmıĢ bir dava varsa davanın
258
reddine karar verilir (CMK md. 223, f. 7). Dolayısıyla asıl suçtan dolayı yapılan
yargılamada göz önünde bulundurulması gerekli hüküm, daha önceden verilen veya
açılmıĢ dava sonucunda verilen hükümdür.
Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçu ile ilgili olarak, öncül suç
hakkında davayı veya cezayı düĢüren nedenlerin bulunması, aklama suçunun oluĢmasını
engellemez. Aynı durum suç eĢyasının satın alınması veya kabul edilmesi suçu açısından
da geçerlidir. Suçluyu kayırma suçu teĢkil eden hareketlerin yapıldığı esnada, öncül suç
takip edilebilir bir suç olmaktan çıkmıĢ ise kayırma teĢkil eden hareketleri gerçekleĢtiren
kiĢi, suçluyu kayırma suçundan sorumlu olmaz. Suç delillerini yok etme, gizleme veya
değiĢtirme suçu ile suç delillerini bildirmeme suçu açısından da aynı durum söz konusudur.
Buna karĢılık, suçluyu kayırma suçunu, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiĢtirme
ya da suç delillerini bildirmeme suçunu teĢkil eden hareketler yapıldıktan sonra, öncül suç
hakkında kanundaki düĢme sebeplerinden birisinin gerçekleĢmesi nedeniyle davanın
düĢmesine karar verilmiĢ ise bu hüküm asıl suçtan dolayı yapılan yargılamaya öncül suçun
iĢlenmediğini kabul yönünde etki etmeyecektir.
259
KAYNAKLAR
Abel, G. (1961). Rechtskraft und Feststellungswirkung des Strafurteils. Nürnberg.
Akbulut, B. (2010). Türk Ceza Kanunu ile Kabahatler Kanununun Genel Hükümlerinin
Yaptırım Hükümleri Dışında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi. Ankara.
Akcan, R. (1988). Hukuk ve Ceza Mahkemesi Kararlarının Birbirine Etkisi,
YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi, Ankara.
Akçin, Ġ., Erel, K., Hatipoğlu, C., Bozoğlu, S., Fazla, Y., Örer, F. B. ve Özbey, Ö. (2012).
Yargıtay Ceza Genel Kurulu Kararları (2005-2012). Ankara.
Akkan, M. (2009). Medeni Usul Hukukunda Tarafların Farklı Olması Durumunda Kesin
Hükmün Delil Niteliği. Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 11(Özel
Sayı).
AkkaĢ, A. H. (2008). KoĢullu Salıverilme. Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt
XII ( sayı 1-2).
Akkaya, M. (2000). Vergi Mahkemesi ve Ceza Mahkemesi Kararlarının EtkileĢimi
Üzerine Bir Ġnceleme. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 49,sayı 1-4.
Akyılmaz, B. (2000). İdari Usul İlkeleri Işığında İdari İşlemin Yapılış Usulü. Ankara.
Akyılmaz, B., Sezginer, M. ve Kaya, C. (2014). Türk İdare Hukuku. (GüncelleĢtirilmiĢ 5.
Baskı). Ankara.
Alacakaptan, U. (1975). Suçun Unsurları. Ankara.
Alangoya, Y. (1979). Medeni Usul Hukukunda Vakıaların ve Delillerin Toplanmasına
İlişkin İlkeler. Ġstanbul.
Alıca, S. (2008). Türkiye’de Çevre Suçları. Uğur Alacakaptan’a Armağan, cilt 1, Ġstanbul.
Alt, R. (2014). § 324. Münchener Kommentar zum StGB, (2. Auflage). München.
Aral, V. (2010). Hukuk ve Hukuk Bilimi Üzerine. Ġstanbul.
Arslan, Ġ. (1980). Ceza Hukuku Kurallarının Haksız Fiilden Doğan Tazminat Taleplerine
Etkisi. Yargıtay Dergisi, Ekim, 6, (4).
Arslan, R. ve Tanrıver, S. (2001). Yargı Örgütü Hukuku. (2. Baskı). Ankara.
Artuk, M. E., Gökcen, A. ve Yenidünya, A. C. (2013). Ceza Hukuku Özel Hükümler.
(YenilenmiĢ ve Gözden GeçirilmiĢ 13. Baskı). Ankara.
AĢık, Ġ. (1998-1999). Ceza ve Hukuk Yargılama Usulleri Arasındaki BaĢlıca Farklar ve
Bunun Ġki Yargılama Faaliyetinin Birbirini Etkilemesi Açısından Önemi. Kocaeli
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2(2).
Atay, E. E. (2014). İdare Hukuku. (GüncellenmiĢ ve Gözden GeçirilmiĢ 4. Bası). Ankara.
260
Balcı, M. (2013). Ceza Muhakemesinde Hüküm ve Çeşitleri. Ankara.
Baldus, M. (1995). Die Einheit der Rechtsordnung. Berlin.
Baykal, A. (1973, Mayıs-Haziran). Ceza Davası Sırasında YaĢ Kayıtlarının Düzeltilmesi.
Adalet Dergisi, 64(5-6).
Belgesay, M. R. (1942). Yalan Yemin Suçunun Ġspatına Dair Türkiye Temyiz Mahkemesi
Tevhidi Ġçtihat Kararının Analizi. Adliye Ceridesi, 6.
Beulke, W. (2004). Strafprozessrecht. Heidelberg.
Binding, K. (1915). Strafrechtliche und Strafprozessuale Abhandlungen. (Zweiter Band).
München und Leipzig.
Bilge, N. (1974). Yargısal Ġçtihatların Bağlayıcı Etkileri ve Ġçtihadı BirleĢtirme Kararları.
Dr. A. Recai Seçkin’e Armağan. Ankara.
Bilge, N. (1966). Yargıtay Kurullarında GeliĢme ve Reform Zorunluluğu. Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 22(1).
Bloomeyer, A. (1968). Kesin Hüküm Tesiri ve Sınırları (çev. Yazman, Ġrfan). Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 25(3-4).
Bötticher, E. (1960). Die Bindung der Gerichte an Entscheidungen anderer Gerichte.
Karlsruhe.
Bräutigam-Ernst, S. (2010). Die Bedeutung von Verwaltungsvorschriften für das
Strafrecht. Baden-Baden.
Breuer, R. (1988). Empfehlen sich Änderungen des strafrechtlichen Umweltschutzes
insbesondere in Verbindung mit dem Verwaltungsrecht?. Neue Juristische
Wochenschrift, 34.
Bruns, H. J. (1957). Bindet die Rechtskraft Deklaratorischer Urteile Der Zivil- und
Verwaltungsgerichte Auch Den Strafrichter?.Festschrift Für Friedrich Lent Zum 75.
Geburtstag, München und Berlin.
BT-Drs, 15/999.
BT- Drs, 15/1508.
BT-Drs, 15/3482.
Centel, N. ve Zafer, H.
(2014). Ceza Muhakemesi Hukuku. (YenilenmiĢ ve Gözden
GeçirilmiĢ 11. Bası). Ġstanbul.
Centel, N., Zafer, H. ve Çakmut, Ö. (2008). Türk Ceza Hukukuna Giriş. (5. Bası). Ġstanbul.
Cihan, E. ve Yenisey, F. (2004). Ne bis in idem Ġlkesi. Çetin Özek Armağanı, Ġstanbul.
CoĢkun, K. (2001). Ġçtihatların BirleĢtirilmesi. Ankara Barosu Dergisi, 1.
261
CoĢkun, N. (2003). Karaparanın Aklanması Suçu. YayınlanmamıĢ Yüksek Lisans Tezi,
Konya.
CoĢkun-Karadağ, N. (2009). Hukuki Güvenlik Ġlkesinin Vergi Planlamasında TaĢıdığı
Anlam. Prof. Dr. Mualla Öncel’e Armağan, cilt 1, Ankara.
Çağlayan, M. (1966). Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Cilt 2. Ankara.
Çağlayan, R. (1999). Ġdari Yargıda Kesin Hüküm. Atatürk Üniversitesi Erzincan Hukuk
Fakültesi Dergisi, III (1).
Çağlayan, R. (2011). İdari Yargılama Hukuku. Ankara.
Çenberci, M. (1964). Hukuk Davalarında Kesin Hüküm. Adalet Dergisi, 9-12.
Çifter, A. (2005). YasadıĢı Grev ve Sonuçları. İktisat Fakültesi Mecmuası, 55(1).
Dagmar, F. (1998). Einheit der Rechtsordnung: zur verfassungsrechtlichen Relevanz einer
juristischen Argumentationsfigur, Tübingen.
Değirmenci, O. (2007). Mukayeseli Hukukta ve Türk Hukukunda Suçtan Kaynaklanan
Malvarlığı Değerlerini Aklama Suçu. Ankara.
Demirkol, F. (1991). Yargı Bağımsızlığı. Ġstanbul.
Detterbeck, S. (2007). Art. 97. Grundgesetz Kommentar (Herausgegeben von Michael
Sachs), München.
Donay, S. (2008). Ceza Mahkemesinde Yargılanan Vergi Suçları. Ġstanbul.
Döner, A. (2008). Anayasa Mahkemesi Kararlarının Gerekçelerinin Bağlayıcılığına ĠliĢkin
Bazı Sorunlar. Prof. Dr. Ergun Özbudun’a Armağan, cilt II, Ankara.
Dönmezer, S. (2001). Kişilere ve Mala Karşı Cürümler. (16. Bası). Ġstanbul.
Dönmezer, S. (2005). Kolluğun Zor Kullanma Yetkisi ve Ġnsan Hakları. Kolluğun Silah
Kullanma Yetkisi, Ġstanbul.
Dönmezer, S. (1943). Mahkeme Ġçtihatları. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Mecmuası, IX (1-2).
Dönmezer, S. ve Erman, S. (1999). Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku Genel Kısım. cilt II,
(Yeniden Gözden GeçirilmiĢ On ikinci Bası). Ġstanbul.
Dülger, Ġ. (2009). 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 127. Maddesinin Anayasaya
Uygunluğu Sorunu. 3. Yılında Yeni Ceza Adaleti Sistemi (Editör: Öztürk, Bahri),
Ankara.
Dülger, M. V. (2011). Suç Gelirlerinin Aklanmasına İlişkin Suçlar ve Yaptırımları.
Ankara.
262
Engelhardt, H. (2008). § 262. Karlsruher Kommenter Zur Strafprozessordnung
(Herausgegeben von Hannich, Rolf), (6. Auflage). München.
Engisch, K. (1935). Die Einheit der Rechtsordnung. Heidelberg.
Erçin, F. (2000). Ceza Mahkemesi Kararlarının Hukuk Mahkemesine Etkisi - Borçlar
Kanunu 53.maddesi. Ġstanbul.
Erem, F. (1963). Ceza Usulünde Kesin Hüküm. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Dergisi, 20(3-4).
Erem, F. (1978). Ceza Usulü Hukuku. (GeniĢletilmiĢ BeĢinci Baskı). Ankara.
Erem, F. (1985). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Cilt 3. Ankara.
Erem, F. (1985). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Cilt 4. Ankara.
Erem, F. (1993). Türk Ceza Kanunu Şerhi Özel Hükümler Cilt 3. Ankara,
Eren, F. (2012). Borçlar Hukuku Genel Hükümler. (14. Baskı). Ankara.
Ergül, E. (2005). Kara Ekonomi ve Aklama Suçu. Ankara.
Ersoy, Y. (1973). Çalışma Hürriyetine Karşı Suçlar. Ankara.
Eschelbach, R. (2010). § 262. Strafprozessordnung Kommentar (Herausgegeben von Graf,
Jürgen Peter), München.
Feyzioğlu, M. (1999). Suçsuzluk Karinesi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,
48(1-4).
Feyzioğlu, M. (2002). Ceza Muhakemesinde Vicdani Kanaat. Ankara.
Gollwitzer, W. (2001). §262. Löwe-Rosenberg Kommentar. (Vierter Band). Berlin.
Gökcen, A. (2013). Belgede Sahtecilik Suçları. (3. Baskı). Ankara.
Gözler, K. (2007). Res Ġudicata’nın Türkçesi Üzerine. Ankara Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi, 56( 2).
Gözler, K. (2013). Hukuka Giriş. (10. Baskı). Bursa.
Grunsky, W. (1968). Zur Bindungswirkung der Materiellen Rechtskraft im Strafprozess.
Tübinger Festschrift für Eduard Kern, Tübingen.
Grünwald, G. (1964). Die Teilrechtskraft im Strafverfahren. Göttingen.
Günther, H. L. (1983). Strafrechtswidrigkeit und Strafunrechtsausschluβ. Köln; Berlin;
Bonn; München.
GülĢen, R. (2005, Eylül). Yeni Türk Ceza Kanunu ve Milletlerarası Ceza Hukuku
Bağlamında Non Bis in Ġdem Ġlkesi. Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi Prof. Dr.
Hüseyin Hatemi’ye Armağan, (6).
263
Güngör, D. ve Okuyucu-Ergün, G.
(2009). Ceza Muhakemesinde Bekletici Sorun
Kararının Dava ZamanaĢımının Durmasına Etkisi. Türkiye Barolar Birliği Dergisi,
(83).
Haaf, E. (1984). Die Fernwirkungen gerichtlicher und behördlicher Entscheidungen.
Paderborn.
Hakeri, H . (2013). Ceza Hukuku Genel Hükümler. (16. Baskı). Ankara.
Hakeri, H. (2014). Ceza Hukuku Genel Hükümler. (17. Baskı). Ankara.
Hatipoğlu, M. ve Parlar, A. (2005). Özel Ceza Yasaları Uygulamalarında Ekonomik ve
Ticari Suçlar. Ankara.
Heil, U. (1983). Die Bindung Der Gerichte an Entscheidungen anderer Gerichte. Bochum.
Hellmann,
J.
(1954).
Die
Bindung
des
Strafrichters
an
Straf-,
Zivil-
und
Verwaltungsgerichtsurteile. Iburg.
Hızlı, Y. (1984). Türk Vergi Hukukunda Kaçakçılık Suçu. Ankara.
Horn, E. (1988). Bindung des Strafrechts an Entscheidungen der Atombehörde. Neue
Juristische Wochenschrift, Heft 35.
Hübenett, C. (1986). Rechtswidrige behördliche Genehmigung als Rechtfertigungsgrundein gelöstes strafrechtliches Problem?.Bonn.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/574), TBMM,
Dönem 23, Yasama Yılı: 3.
Jescheck, H. H. ve Weigend, T. (1996). Lehrbuch des Strafrechts Allgemeiner Teil, (5.
vollständig neubearbeitete und erweiterte Auflage). Berlin.
Kaban, M., AĢaner, H., Güven, Ö. ve Yalvaç, G. (2001). Yargıtay Ceza Genel Kurulu
Kararları. Ankara.
Kaboğlu, Ġ. (2009). Anayasa Hukuku Dersleri Genel Esaslar. (Gözden GeçirilmiĢ 5.
Baskı). Ġstanbul.
Kaiser, E. (1972). Bindung des Strafrichters an Zivilurteile in Verfahren nach § 170 b
StGB. Neue Juristische Wochenschrift, Heft 41.
Kaneti, S. (2007). Haksız Fiilde Hukuka Aykırılık Unsuru. Ġstanbul.
Kaneti, S. (1989). Vergi Hukuku. Ġstanbul.
Kangal, Z. (2011). Kabahatler Hukuku. Ġstanbul.
Kant, I. (2009). Ahlak Metafiziğinin Temellendirilmesi (çev. Kuçuradi Ġ.). (Dördüncü
Baskı). Ġstanbul.
Kantar, B. (1957). Ceza Muhakemeleri Usulü Birinci Kitap. (Dördüncü Bası), Ankara.
264
Karaman, E. (2013). Karşılaştırmalı Anayasa Yargısında Bireysel Başvuru Yolu. Ġstanbul.
Karslı, A. (2012). Medeni Muhakeme Hukuku. (3. Baskı). Ġstanbul.
Katoğlu, T. (2003). Ceza Hukukunda Hukuka Aykırılık. Ankara.
Kayalar, M. (1955). Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 314’üncü Maddesi 2’inci
Fıkrası Tatbikatı Hakkında. Ankara Barosu Dergisi, (6).
Keçelioğlu, E. (2010, Mart-Nisan). Kusurluluğu Ortadan Kaldıran Sebeplerle Hukuka
Uygunluk Sebepleri Arasındaki Ayrımın TCK’nın Uygulaması Bakımından Pratik
Sonuçları. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, (87).
Kılıçoğlu, A. (1972). Haksız Fiillerden Sorumlulukta Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk
ĠliĢkisi. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 29( 3-4).
Kirchhof, P. (1978). Unterschiedliche Rechtswidrigkeiten in einer einheitlichen
Rechtsordnung. Heidelberg-Karlsruhe.
Koca, M. ve Üzülmez, Ġ. (2014). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. (Gözden GeçirilmiĢ
ve GüncellenmiĢ 7. Baskı). Ankara.
Koca, M. ve Üzülmez, Ġ. (2013). Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler. Ankara.
Kocasakal, Ü. (2008). Karapara Aklama ile Mücadele ve Yeni Türk Ceza Kanununun 282.
Maddesinde Düzenlenen Suç Gelirlerinin Aklanması Suçu. Karapara Aklama ve
Terörizmin Finansmanı (Editör: Süleyman Aydın), Ankara.
Kocasakal, Ü. (2000). Karapara Aklama Suçu, YayınlanmamıĢ Doktora Tezi, Ġstanbul.
Koch, H. J. (1963). Ist der Strafrichter an Zivilurteile Gebunden?. Hamburg.
Köküsarı, Ġ. (2008, Kasım-Aralık). Hukuk Devletinde Bireyin Hukuki Güvenliği ve
Önemi. Kazancı Hakemli Hukuk Dergisi,(51-52).
Köküsarı, Ġ. (2009). Anayasa Mahkemesi Kararlarının Türleri ve Nitelikleri. Ġstanbul.
Kugler, R. (1955). Die Bindung des Strafrichters an Zivilurteile. Nürnberg.
Kühl, K. (1987). Probleme der Werwaltungsakzessorietät des Strafrechts. Festschrift für
Karl Lackner zum 70. Geburstag am 18. Februar, Berlin-Newyork.
Kunter, N. (1989). Ceza Muhakemesi Hukuku. (YenileĢtirilmiĢ ve GeliĢtirilmiĢ Dokuzuncu
Bası). Ġstanbul.
Kunter, N. (1949). Suçun Kanuni Unsurları Nazariyesi. Ġstanbul.
Kuru, B., Arslan, R. ve Yılmaz E. (2011). Medeni Usul Hukuku. (22. baskı). Ankara.
Kuru, B. (2001). Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt 5. (altıncı baskı). Ġstanbul.
Kuru, B. (2001). Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt 2. (altıncı baskı). Ġstanbul.
Kuru, B. (1977). İçtihatların Birleştirilmesi Yolu ile İlgili Bazı Sorunlar. Ankara.
Kuru, B. (1988). Tespit Davaları. (2. Basım). Ġstanbul.
265
Kuttner, G. (1914). Urteilswirkungen Ausserhalb des Zivilprozesses. München.
Lenckner, T. (2010). § 170. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch. (28. Auflage). München.
Lenckner, T. (2010). § 190. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch. (28. Auflage). München.
Mahmutoğlu, F. S. ve Talas, S. (2007, Ocak.). Avukatların Görev Suçları ve Yargılanması
Rejimi, İstanbul Barosu Dergisi Ceza Hukuku Özel Sayısı.
Meran, N. (2006). Kamu Görevlisine ve Adliyeye İlişkin Suçlar. Ankara.
Meyer-GOβNER,
L.
(2005).
Strafprozessordnung,
Gerichtsverfassungsgesetz,
Nebengesetze und ergänzende Bestimmungen. (48. Neu bearbeitete Auflage).
München.
Moschüring, H. (1993). § 262. Reihe Alternative Kommentare Kommentar zur
Strafprozeβordnung. Band 2, Teilband 2 (Gesamtherasugeber Wassermann Rudolf),
Luchterhand.
Narmanlıoğlu, Ü. (2001). İş Hukuku II (Toplu İş İlişkileri). Ġzmir.
Oğurlu, Y. (2003). Ceza Mahkemesi Kararının Disiplin Cezalarına Etkisi ve Sorunu Ne
Bis Ġn Ġdem Kuralı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 52(2).
Oğuzman, K. (1952, Mart). HUMK’nun Ġspatını Kanuni Delile Tabi Tuttuğu Bir Mesele
Bir Suç Dolayısıyle Ceza Mahkemesinde Mevzubahis Olunca Her Türlü Delille Ġspat
Edilebilir mi?. İstanbul Barosu Dergisi, XXVI( 3).
Oytan, M. (1996, Temmmuz-Ağustos). Mevzuatın Ayıklanması ve Yürürlükte Olanların
Tek Metin Halinde Derlenmesi ÇalıĢmaları ve Sonuçları. Yeni Türkiye Dergisi Yargı
Reformu Özel Sayısı, 2(10).
Önder, A. (1994). Şahıslara ve Mala Karşı Cürümler ve Bilişim Alanında Suçlar. Ġstanbul.
Önen, E. (1981). İnşai Dava. Ankara.
Özbek, V. Ö., Kanbur, M.N., Doğan, K., Bacaksız, P. ve Tepe, Ġ. (2014). Türk Ceza
Hukuku Özel Hükümler. (GeniĢletilmiĢ ve GüncellenmiĢ 7. Baskı). Ankara.
Özen, M. (2010). Non Bis Ġn Ġdem (Aynı Fiilden Dolayı Ġki Kez Yargılama Olmaz) Ġlkesi.
Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, XIV( 1).
Özgenç, Ġ. (1996). DavranıĢ Normları Teorisi Haksızlık ve Müeyyide ĠliĢkisi. Selçuk
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Prof. Dr. M. Şakir Berki’ye Armağan, 5( 1-2).
Özgenç, Ġ. (1994, Ocak-ġubat-Mart). Emniyet Görevlilerinin Silah Kullanması Üzerine
DüĢünceler. İstanbul Barosu Dergisi, 68(1-2-3).
Özgenç, Ġ. (2002, Temmuz). Non Bis Ġn Ġdem Kuralının Milletlerarası Değeri ve TCK.nun
10/A Maddesi Hükmüne ĠliĢkin Değerlendirme. Yargıtay Dergisi, 28(3).
266
Özgenç, Ġ. (2013). Suç Örgütleri. (Gözden GeçirilmiĢ ve GeniĢletilmiĢ 7. Bası). Ankara.
Özgenç, Ġ. (2014). Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. (Gözden GeçirilmiĢ ve
GüncellenmiĢ 10. Bası). Ankara.
Özkaya-Ferendeci, H. Ö. (2009). Kesin Hükmün Objektif Sınırları. Ġstanbul.
Öztürk, B., Özbek, V. Ö. ve Erdem, M. R. (2001). Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku.
(Gözden GeçirilmiĢ ve GeniĢletilmiĢ 6. Baskı). Ankara.
Parlar, A. ve Hatipoğlu, M. (2008). Hakaret Suçları ve Tazminat Davaları. Ankara.
Peine, F.J. (1990). Privatrechtsgestaltung durch Anlagengenehmigung. Neue Juristische
Wochenschrift.
Pekcanıtez, H. (1980). Bekletici Sorun. Ege Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 1(1-4).
Pekcanıtez, H., Atalay, O. ve Özekes, M. (2011). Medeni Usul Hukuku. (12. Bası). Ankara.
Postacıoğlu, Ġ. (1975). Medeni Usul Hukuku Dersleri. Ġstanbul.
Renzikowski, J. (1992). Wertungswidersprüche als (straf-) rechtsmethodisches Problem.
Goldammer’s Archiv für Strafrecht.
Rosenberg, L., Schwab, K. H. ve Gottwald, P. (1993). Zivilprozessrecht. München.
Rotsch, T. ve Sahan, O. (2005). Verbindung und Trennung von Strafsachen. Juristische
Arbeitsblätter.
Roxin, C. (2006). Strafrecht Allgemeiner Teil. Band I, (4. vollständig neu bearbeitete
Auflage). München.
Roxin, C. ( 1995). Strafverfahrensrecht. (24. Auflage). München.
Rudolphi, H.J. (1984). Primat des Strafrechts im Umweltschutz. Neue Zeitschrift für
Strafrecht.
Rupp,
H.
(1968).
Zur
Bindungswirkung
der
Entscheidungen
des
Bundesverfassungsgerichts. Tübinger Festschrift für Eduard Kern, Tübingen.
Samson, E. (1995). § 259. Systematischer Kommentar zur Strafgesetzbuch. (5 und 6.
neuarbeitete Auflage). Berlin.
Schall, H. (1990). Umweltschutz durch Strafrecht: Anspruch und Wirklichkeit. Neue
Juristische Wochenschrift.
(1993). Zur Bindung des Strafrichters an fehlerhafte behördliche
Scheele, R.
Genehmigungen im Umweltstrafrecht. Berlin.
Schmidt,
E.
(1964).
Lehrkommentar
zur
StrafprozessoRnung
Gerichtsverfassungsgesetz Teil I. Göttingen.
Schmidt, G. (1966). Schuldspruch und Rechtskraft. Juristische Zeitung.
zum
267
Schmidt, R. ve Priebe, K. (2007). Strafrecht Besonderer Teil I. (6. Auflage). Grasberg bei
Bremen.
Schmitz, R. (2014). Vorbemerkung zu den §§ 324 ff. Münchener Kommentar zum StGB.
Band 5, (2. Auflage).
Scholz, F. ( 1955). Die Rechtssicherheit. Berlin.
Schwab, K. H. (1960). Bindungs des Strafrichters an rechtskräftige Zivilurteile. Neue
Juristische Wochenschrift.
Selçuk, S. (1973, Kasım). Medeni Usul Hukukunda Kesin Hüküm, ġartları, Kesin Hüküm
Ġtirazı. Adalet Dergisi.
Soyaslan, D. (2014). Ceza Hukuku Özel Hükümler. (GüncelleĢtirilmiĢ 10. Baskı). Ankara.
Spinellis, D. (1962). Die Materielle Rechtskraft des Strafurteils. München.
Steinmetz, J. (2012). § 84. Münchener Kommentar zum StGB (Herausgegeben von Joecks,
Wolfgang; Miebach, Klaus), (2. Auflage). München.
Stenberg-Lieben, D. (2010). § 84. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch Kommentar. (28.
Auflage). München.
Stree, W. (2010). § 257. Schönke/Schröder Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage).
München.
Stree, W. (2010). § 258. Schönke/Schröder, Strafgesetzbuch Kommentar. (28. Auflage).
München.
Sunay, S. ġ. (1997). İdari Yargılama Usulüne Hakim Olan İlkeler Karşısında İsbat ve
Delil Hususları. Ġstanbul.
ġahin, C. (1999, Mayıs). Türk Ceza Kanunu ve Tasarısında Suçlunun Kayrılması Suçları.
Türkiye Noterler Birliği Hukuk Dergisi, 15(102).
ġahin, C. (2014). Ceza Muhakemesi Hukuku. Birinci Cilt, (Gözden GeçirilmiĢĢ ve
GüncellenmiĢ 5. Baskı). Ankara.
ġahin, C. ve Göktürk, N. (2013). Ceza Muhakemesi Hukuku. Ġkinci Cilt, (Gözden
GeçirilmiĢ ve GüncellenmiĢ 2. Baskı). Ankara.
ġener, E. (1997). Uygulamada ve Teoride Her Yönüyle Boşanma. Ankara.
ġenyüz, D. (2012). Vergi Ceza Hukuku. Bursa.
Talas, S. (2013). Türk Ceza Kanunu’nda Çevrenin Kasten ve Taksirle Kirletilmesi Suçları.
İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, LXXI(1).
Tan, H. (1951, Mayıs). Medeni Hukuk Münasebetlerine Müteallik Meselelerde Ceza
Mahkemesinin Yetkisi. Adalet Dergisi, (5).
268
Taner, T. (1950). Ceza Muhakemeleri Usulü. (Ġkinci bası). Ġstanbul.
TBMM Adalet Komisyonu ile Genel Kurulunda Türk Ceza Kanunu Tasarısının Maddeleri
Üzerindeki Görüşmeler, Adalet Bakanlığı Yayın ĠĢleri Dairesi BaĢkanlığı, Ankara
(Yayın Yılı BelirtilmemiĢ)
Temel Ceza Kanunlarına Uyum Amacıyla Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair
Kanun Tasarısı ve Adalet Komisyonu Raporu (1/335), TBMM, Dönem 23, Yasama
Yılı:2
Tezcan, D., Erdem, M. R. ve Önok, M. (2013). Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku. (9.
Baskı). Ankara.
Tolksdorf, K. (1999). Zur Bindung des Strafrichters an Feststellungen rechtskräftiger
Strafurteile. Festschrift für Gerald Grünwald. (1. Auflage). Baden- Baden.
Tosun, Ö. (1981). Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri. cilt 1, Genel Kısım, (Üçüncü
Bası). Ġstanbul.
Trousil, T. J. (2005). Die Bindung des Zivilricters an strafgerichtliche Erkenntnisse. Köln.
Tschöpe, H. G. (1934). Die Grenzen der Bindung des Strafrichters an die Präjudiziellen
Entscheidungen Gerichtlicher und Sonstiger Behörden. Jena.
Tuncay, C. (2010). Toplu İş Hukuku. Ġstanbul.
Tunçomağ, K. (1962). Mahkeme Kararları Kroniği. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Mecmuası, XXVIII(3-4).
Tunçomağ, K. (1963). Mahkeme Kararları Kroniği. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Mecmuası, XXIX(1-2).
Tunçomağ, K. ve Centel, T. (2008). İş Hukukunun Esasları. (5. Bası). Ġstanbul.
Türker, E. (1980, Ocak). Ceza Mahkemesi Kararlarının Haksız Fiiller Konusunda Hukuk
Hakiminin Kararlarına Etkisi. Eskişehir İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Dergisi,
XVI (1).
Ünal, ġ. (1995). Anayasa Hukuku Açısından Mahkemelerin Bağımsızlığı ve Hakimlik
Teminatı. Ankara.
Ünver, Y. (1995-1996). Ceza Yargılaması Hukukunda Ġspata ĠliĢkin Bir Yargıtay ĠBK’nın
Ġncelenmesi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, LV(1-2).
Ünver, Y. (2012). Adliyeye Karşı Suçlar. (3. Baskı). Ankara.
Ünver, Y. ve Hakeri, H. (2013). Ceza Muhakemesi Hukuku. (8. Baskı). Ankara.
Ünver, Y. ve Nuhoğlu, A. (1999). Federal Almanya Çevre Ceza Hukuku. Ġstanbul.
Üzülmez, Ġ. (2010, Nisan). Hakaret Suçu. Ceza Hukuku Dergisi, (12).
269
Von Arnauld, A. (2006). Rechssicherheit Perspektische Annäherungen an eine idée
directrice des Rechts. Tübingen.
Völzmann, A. (2006). Die Bindungswirkung von Strafurteilen im Zivilprozess. KölnBerlin-München.
Waldeyer, K. (2006). Die Bedeutung eines rechtskräftigen Strafurteils im Rahmen der
Strafzumessung. Hamburg.
Wessels, J. ve Hillenkamp, T. (2005). Strafrecht Besonderer Teil 2. (28. neubearbeitete
Auflage). Heidelberg.
Yarsuvat, D. (1978). Çalışma Ceza Hukuku. Ġstanbul.
Yasa, F. (1937). Yalan Yere Yemin Suçu ve Sübut Delilleri. Adliye Ceridesi, 9.
YaĢar, O., Gökcan, H.T. ve Artuç, M. (2010). Yorumlu- Uygulamalı Türk Ceza Kanunu
Cilt VI. Ankara.
YavaĢ, M. (2009). Senetle İspat ve Senede Karşı Senetle İspat Kuralları ile Bu Kuralların
İstisnaları. Ankara.
Yavuz, B. (2012). Kuruluş ve İşleyişi Bakımından Türkiye’de Yargı Bağımsızlığı ve
Tarafsızlığı. Ankara.
Yenisey, F. (2005). Kolluğun Zor ve Silah Kullanma Yetkisi:Mukayeseli Hukuk, AĠHM
Kararları. Kolluğun Silah Kullanma Yetkisi, Ġstanbul.
Yıldırım, N. D. (1996). Türk, İsviçre ve Alman Medeni Usul Hukukunda Kesin Hükmün
Sübjektif Sınırları. Ġstanbul.
YokuĢ Sevük, H. (2013). Çevre Hukuku. Ankara.
Yurtcan, E. (1987). Ceza Yargılamasında Kesin Hüküm. Ġstanbul.
Zaczyk, R. (1988). Bindungswirkung eines rechtskräftigen Strafurteils für das materielle
Strafrecht. Goldammer’s Archiv für Strafrecht.
Zafer, H. (2004). Faile Yardım Suçu ve Müdafiin Bu Suçtan Sorumluluğu. Ġstanbul.
270
271
ÖZGEÇMĠġ
KiĢisel Bilgiler
Soyadı, adı
: AKKAġ Ahmet Hulusi
Uyruğu
: Türk
Doğum Tarihi ve yeri
: 18.06.1981, Kayseri
Medeni Hali
: Evli
Telefon
: 0312-216 20 88
e-posta
:[email protected]
Eğitim Bilgileri
:
1. Yüksek Lisans
Gazi Üniversitesi
2007
2. Lisans
Selçuk Üniversitesi
2003
3. Lise
Sümer Süper Lisesi
1999
ĠĢ Deneyimi
2005-2009
Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi
2009-Devam Ediyor
Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Yabancı Dil
Ġngilizce, Almanca
Yayınlar
1. “Ġfade Hürriyeti Bağlamında Halkı Kin ve DüĢmanlığa Tahrik Suçu (TCK
m.216/1)”, Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt I, Sayı 1, yıl 2006
2. “Suçun Yapısında Objektif Cezalandırılabilme ġartları”, Ġlhan Üzülmez ile birlikte,
Erciyes Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt II, Sayı 1-2, yıl 2007
3. “KoĢullu Salıverilme”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi Atilla Özer
Armağanı, Cilt XII, Sayı 1-2, yıl 2008
4. “Ġspanyol Yeni Ceza Kanunu’nda Modern Ceza Hukuku”, çeviri yayın, Ġlhan
Üzülmez ile birlikte, Dünyada ve Türkiye’de Ceza Hukuku Reformları Kongresi,
Cilt 1, Ġstanbul, 2013
5. “Ceza Hukukunda Varsayılan Rıza” çeviri yayın, Erciyes Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Dergisi Prof. Dr. Doğan Soyaslan Armağanı, Cilt VIII, Sayı 2, yıl 2013
GAZI GELECEKTIR...
Download