(2003), Sayı: 3 193 İMAN MİMARDIR, CAMİ ÜZERİNE

advertisement
193
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 3
İMAN MİMARDIR, CAMİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER*
Gülzar Haider**
Recep Gün***
İmana sahip olmak, herhangi bir kesin kanıta ihtiyaç duymaksızın belli fikirleri,
tavırları ve neden sonuç ilişkilerini kabul etmektir. Bu kabuldeki değişken kesinlik
dereceleri genellikle imanın niteliğinin bir göstergesi olarak değerlendirilir. Hissedilen
kesinlik duygusu ne kadar derin olursa imanın kalitesi de o kadar yüksek olur. Bu
anlamda iman, bütünüyle olmasa da, insani durumlar hakkındaki çoğu dini görüşlerin
genel bir ön koşuldur.
Müslümanlara göre bu “iman”, İslami bir tasarının tam temelini oluşturur.
Bununla ilgili Kur’ani ifade, belief (inanç) ve hatta faith (iman) in (Murata and Chittick,
1994, 37-42; Smith, 1979) tam olarak karşılamadığı “İman” kelimesidir. Bu İman
kelimesi doğmanın saf kabulünden ve dini davranışın disipline olmuş yasasına boyun
eğmeden1 öte bir anlam taşır. Bunun yerine iman, “samimi”2 ve “zihinsel olarak apaçık
bir kesinliğe”3 varmaktır. Bu da mantıki kanıtları ve hatta “mucizeleri” hesaba
katmaksızın, Allah ve O’nun sıfatları hakkında doğrudan ve berrak bir bilgiye, artık
hissi algılara bağlı olmayan bir bilgiye ulaşmak demektir. Şunu vurgulamak önemlidir
ki bu inanç, insan için normatif, hissi ve objektif bir tarzda mevcut olmayan4 varlıklar,
fikirler ve fenomenler hakkında bir kesinlik içerir. Allah, melekler, vahiy,
peygamberlik, öte aleme gidiş ve son adalet, bir Mü’minin (İmanı kabul eden kişi) bütün
* Orijinal ismi “Faith is the Architect, Reflections on the Mosque” olan makale, “Faith and the Built
Environment: Architecture and Behavior in Islamic Cultures, (Suha Ozkan ed.), Lausanne 1996.” adlı
kitabın 243-248. sayfaları arasında bulunmaktadır.
** Gulzar Haider, Carleton Üniversitesi, Mimarlık Bölümü.
Design Group Room 229, Architecture Building Carleton University, Ottawa, ON KIS 5B6 Canada.
*** O.M.Ü. İlahiyat Fakültesi Türk İslam Sanatları Tarihi Öğretim Üyesi.
1
Dogma, “La İlahe İllellah Muhammedun Rasulüllah: Allahtan başka İlah yoktur ve Muhammed
O’nun Elçisidir.” şeklindeki Müslüman Şehadetidir. İslam, literal anlamıyla Şeriatte -Hukuktaserdedildiği şekliyle kanunlara boyun eğme demektir.
2
Qalb, Kur’an’da heart (kalp) i ifade etmek için kıllanılan kelimedir. 58:22 de işaret edildiği gibi o,
İmanın kabıdır.
3
Kur’an’da üç kesinlik derecesi sunulur: 1 Ayne’l-yakîn: Gözle sağlanan kesinlik; 2. İlme’l-yakîn:
Akılla kazanılan kesinlik; (102: 5-7) 3. Hakka’l-yakîn: Hakikatle kazanılan kesinlik. (69:51) Biz
burada ilme’l- yakîne işaret ediyoruz.
4
Gaib: Kur’an’da “görünmeyen” veya “mevcut olmayan şey” i ifade etmek için kullanılan kelimedir
(2:3). Bu “var olmayan şey” le karıştırılmamalıdır.
194
Gülzar Haider
hayatında kabul ettiği ve fakat bunların hiç birinin gerçek anlamda açık olmadığı
kavramlardır. Her ne kadar gözleri ile görmese de inananın kalbi onu açıkça görür1. İşte
iman ile mimari arasında karşılıklı düşünceler ortaya koyma konusunda bizim ilgimizi
çeken şey, görünmeyenin görünmesidir.
En temel “görünmez” olan ve böylece imanın yönelmesi gereken tek odak
bizzat Allah’tır. O’nun tekliği, yüceliği ve herhangi bir yaratığa benzemeyişi (Tenzih) a
priori dir. Bu, Allah’ın Sıfatlarından (Sıfat) ve Ayetlerinden (Ayat) bağımsız olan
Zatına (Zat) imandır2. O başlangıçta Yaratanı ile bir tanıma akdini gerçekleştiren
ruhumuza bizi bağlamaktadır3.
Kognitif bir düzlemde biz O’nu özellikle peygamberleri aracılığı ile bize
vahyettiği kendi sözlerinden4 tanırız. Bir bütün halinde alındığında bunlar, protokolü
oluşturan ve O’nun hakkındaki bilgimizin (Marife) özünü sunan O’nun “isimleri”ve
nitelikleri (Sıfat) dir. Allah, yaratıkları ile konuşmak için Kendi sözlerini kullandığından
ve bu sözler, O’nun kendisi hakkında kullandıkları ile kaynaştırıldığı için sözlerin
mucizevi çok yönlülüğü ve bizim yaratılmış hayal özelliğimiz yüzünden biz sadece
Allah’ı bilme ve bizi yaratmadaki maksadına göre davranma amacıyla Allah’ın bir sıfatı
ile O’nun yaratığınınki arasında tesadüfi bir sembolizmi veya teşbihi hoş
karşılayabiliriz.
Şimdi bizim, şu anki tartışmamızda Allah’ın Sözü olan Kur’an’ın kesinliği ile
eş anlamlı olan İslam inancının, sanatsal üretimde nasıl etkili hale geldiği hususunda
bazı görüşler ileri sürmemiz mümkündür.
İslami yaratıcılık, Tenzih ve Teşbih arasında kendini bulmaya çalışan nutfe
halindeki “boşluğun” idraki ve bunun giderilmesi arzusu ile gelişir. Bir taraftan Allah’ın
yüceliği (Zat) ve eşsizliği (Tenzih), öte yandan O’nun nitelikleri (Esma ve Sıfat), teşbih,
1
2
3
4
Kur’an 58:22 ve 22:46. Aynı şekilde Peygamber Muhammed’in hadisi (sözü): “İman kalpte bir bilgi,
dil ile söyleme ve dudakların hareketiyle yapılan bir faaliyettier.” İbn. Mace, Mukaddime 9.
Tenzih ve Teşbih gibi kelimelerin açıklaması için bakınız: Seyyid Hüseyin Nasr (1978, 9-10). Zat,
Sıfat gibi diğer terimler için bakınız. Haider (1988, 73-85).
Kur’an 7:172 Hatırla o zamanı ki Rabbin, Adem Oğullarından, sırtlarından zürriyetlerini almış
(çıkarmış) ve onları kendilerine şahit tutmuş; “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da:
“Evet, Rabbimizsin.” demişlerdi.
Genelde vahiyler, özelde Kur’an: Allah, kendi vasıfları olan “Esma-i Hüsnasını –Güzel isimlerini” ve
Kendisi hakkında Kendisi tarafından bildirilen teşbihleri ve meselleri bildirmektedir. Böyle bir mesel
Nur Ayetidir: 24:35
195
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 3
mecazi yapılar (Teşbih ve Temsil) ve açık işaretler (Ayat) söz konusudur. “Görünmeyeni
görme”, “Hayal edilmeyeni hayal etme” ve “Mekandan münezzeh Olana” daha yakın
olma çabası vardır.
bulmaya
çalışan
Tersinden bakıldığında1 bu seyahat, aslında kendi tezahürünü
imandır.
Onun
yokluğu
hayal
edilemeyeceği
için
varlığı
yapılandırılamayan Gizli Güzelliğe (Batın, Cemil) doğru olan bu istek, mü’minin
“estetik arzusu” dur. İmanın bir sonucu olarak –delillerin şüpheci bir takibi olarak değilAllahı bilmeye karşı olan bu iştiyak, aslında İslam’ın sanatsal ifadesinin ardındaki
enerjidir. Bu enerji, Sevgili ile bir olmayı arayan Rumi’nin2 aşktan muzdarip özlemi
olarak, İlahi Kelimeye münasip formu araştırırken Bevvab’ın3 kaleminin disipline
olmuş hareketi olarak ve göğün eşiğine dokunmaya çabalayan Sinan’nın4 minaresinin
yükselen bir tutkusu olarak ortaya çıkar. İşte bu coşkun, ışık arayan durumdaki iman
sanatı teşvik eder. Durgun, kör durumdaki iman ise sanatı boğar.
Kur’anın yaratılış tasvirinde yinelenen formatif düşünceler mevcuttur. Böyle
bir düşünce, şekilsiz, varlık öncesi “birliği”, müştereken zaruri, aynı zamanda varolan
zıtlar veya parçalara5 ayırmaktır. İster gökyüzü ister yeryüzü, ister gündüz ister gece,
ister erkek ister dişi olsun bu karşıt fakat çatışmacı olmayan çiftler, birbirleri için
yaratılmış bir gerekliliğe sahiptir ve bu gereklilik, öyle temel ve güçlüdür ki bu
çiftlerden biri diğeri olmaksızın eksik kalmaktadır. “Ayrılıklarında” onların her ikisi
önceden var oldukları “birliğe” tanıklık ederler. Aslında bu ayrılık, onların varlık öncesi
ve ayrışmamış birliğinin açık bileşenleri olarak kabul edilmelerinin ana nedenidir.
Onların ferdiyetlerinin sırrı onların ayrılıklarında yatmaktadır. Geçici birlikteliklerinde
üreme ve devamlılık umudu mevcuttur.
1
2
3
4
5
Allah hakkında, tersinden gidilerek yapılan, mükemmel bir hitabe örneği için William C. Chittick
(1980, 27-40) taki Ali b. Ebi Talib’ten yapılan aktarmaya bakınız.
Celaluddin Rumi. Bakınız: Chittick (1983).
Arapça kaligraficisi, Ali İbn-i Hilal İbn. el- Bevvab. öl. 1032. Bakınız Schimmel (1984).
Sinan İbn. Abdülmennan, 16. yüzyılda Muhteşem Süleyman, II. Selim ve III. Murad gibi Osmanlı
Sultanlarının Mimarbaşı. İstanbuldaki Süleymaniye ve Edirnedeki Selimiye gibi büyük camilerin
silüetleri ile ilgili olarak İslam tarihinde onun benzeri olabilecek hiçbir mimar yoktur. Bakınız Kuran
(1987)
Kur’an 21:30 “Kafirler görmedilermi ki, göklerle yer bitişik idi; biz onları ayırdık. Her canlıyı sudan
yarattık. Hala inanmıyorlar mı?”
196
Gülzar Haider
Benim görüşüm şudur ki, zikir1 ve tefekkür2 yolu ile olgunlaşan iman,
mü’minin “kalbinde” iz bırakır. Mü’minin zeka ve hayalini şekilendiren şey, Kur’an
metninin sahip olduğu bir çok formatif fikirlerdir. Birliği doğrulamak için bunlar
arasında birliği taksim etme fikri, İslam’ın sanatsal ifadesinin geniş bir bölümünde işe
yarıyor olarak görülebilir.
Klasik Müslüman ülkelerinin arketip evi, yer kürenin diğer kısmından ilahi
olarak ayrı olan “gök yüzünün” serbestçe karşılandığı bir avlu oluşturmak için “dünya”
kitlesinin temel mihvere göre ayrılmasıyla meydana gelir. Müslüman şehri olarak
bilinen labirent, daha yüksek, daha kompleks bir düzeyde, şekilsiz bir platoyu açık ve
kapalı kısımların müşterek zaruri mozayikleri şekline dönüştürme fikrini ifade eder.
Şehrin, şekilsiz bir platodan “açık birlik” olarak yapısal anlamda gelişme göstermesi,
çözüme dayalı amaçlar ve ikamet, yolculuk, toplanma, iş yapma ve ibadet etmeyi içeren
iş bölümleyici fiiller sayesinde başarılır. Böylece şehir3, yani bu ayrılmaz boşluk ve
madde, davranış ve mimari örgüsü, inanan toplumun bir ifadesi olduğu kadar bir ön
gerekliliktir.
Birlikteki ayrılığı açığa çıkaracak aynı formatif düşünce, Kur’an sayfaları
için katlanan bir sehpa olan rahle yapımında da açık olarak görülmektedir4. Bu durum
kaligrafik panolardaki, özellikle de İslam mimarisinde madde ve boşluğun sınırlarını
geçişken kılan şeylerdeki yazı ve yazı dışının birlikteliğinde de söz konusudur5.
İman, imanlı birinin ve imanın kendisine açıklandığı Birinin varlığını
gerektirir. Bu temel ayrılık aslında imanın tanımıdır. Allah, Adem ve Havva’yı yarattı
ve böylece evlatlarının içerisinde inanmış olanların kalplerindeki iman sayesinde
1
2
3
4
5
Zikir: Okuma, hatırlama anlamına gelen Kur’an’da sık sık tekrarlanan bir kelime.
Tefekkür ve Tedebbür: Sırasıyla bilinçli düşünüş ve bilinçli zihinsel teemmül anlamlarına gelen
Kur’ani kelimeler.
Müslüman şehri üzerine yaptığım tartışmama bakınız (1984).
Rahle her iki tarafından uzunlamasına yarılan tek bir tahtadan yapılır. Ve sonra kesik parçalar
birbirine geçirilir ve tek parça olan tahta parçası açık bir kitabın kaidesi olarak iş gören “X” formu
şeklinde açılır. Rahle çok mütevazi fakat camilerde yaygın olarak kullanılan bir nesnedir.
Figürün ve oyun zemininin gizlendiği ve arandığı, renklerin değişen bir ışıkla canlı bir hareket
serbestisi içinde olduğu, özellikle arabesk ve geometrik biçimle kaynaşmış Kaligrafik paneller boşluk
ve doluluk arasındaki yüzeyi canlandırır ve bir sınır olarak kendi görünen rolerinden fazlasını
gerçekleştirir.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 3
197
“bilinir” oldu1. İmanın yüksek mertebesinde, gerçekte mü’min “Allah’ın delili” haline
gelir2. Yukarıdaki tartışmanın bağlamında ele alındığında inanan insana Allah’ın
cismani bir işareti olarak bakabiliriz.
Hiçbir şey inancı her insana vacip ritüel bir ibadet olan Salat (namaz) kadar
veciz fakat sembolik olarak ifade edemez. O, beden ve onun bütün bileşenlerinin, zihin
ve onun bütün boyutlarının, ruhun ve onun bütün ahenginin iştirak ettiği, eşsiz kişisel
bir harekettir. Sadece bedene bakarak kişi, hareketlerin anlamını kavrayamaz. Okunan
şeyleri dinleyerek kişi, içerik ve ifadeyi ilişkilendirmeye başlar fakat yalnızca potansiyel
eğilimlerin ve ruhun coşkunluğunun kabulünden sonra kişi, bu namazın (Salat) manevi,
egzistansiyel ve fenomenal anlamda inancın bütün bir tecessümü olduğunu anlar.
İnanandan yapılması beklenilen “iyi işler”3 diğer insanlar açısından belirlenirken, bu
ritüel ibadet, inancın kişisel bir sunumu, Yaratıcı’nın huzurunda yaratılmış birinin
tamamen bağımlı konumunun bir tasdiki ve O’ndan bağışlama, rehberlik ve koruma
yönünde yardım dileme anlamına gelir. Bu ritüelin dönen gezegenin üzerine boşalan
güneş ışığının ritmi ile birlikte tınlaması, onun gece ve gündüzün dönüşü esnasında beş
kere icra edilmesi ve onun esaslarının, denizleri ve karaları içermesi, onu dünyevi
tabiata ve göksel zamana bağlar. Kabe’ye, Mekke’deki Kutsal Eve, yönelim konusunda
kesin gerekliliğe sahip olması ve bedenin kıyam, ruku ve secdeyi emredilen düzenine
göre yerine getirmesinin gerekliliği, namazı mekan oluşturma ve boşluk açma eylemi
haline dönüştürür. Bu anlamda namaz, iman esasları4 tarafından disipline edilen mimari
bir unsurdur. O bir caminin kaplayacağı alanı belirler ve onun şeklini tayin eder.
Kıyam, omuzların Kabe yönüne doğru normal düzlem yaptığı, dimdik ayakta
duruştur. Bu hareket, mü’min ile Kabe arasındaki geçici alemi ayıran ve gizleyen düz
1
2
3
4
“Allah’ın, insanı Kendisinin bilinmesi için yarattığı” ifadesi, Müslüman maneviyatçılar arasında
yaygın bir anlatımdır.
İbrahim’in imanı, onu istidlal ediş tarzı, onun için sürgüne katlanmaya hazır oluşu ve Görünmeyen
Allah’ın çağrısı ile sevgili oğlunu kurban etme yönündeki arzusu, Allah için hep “delil” olmuştur.
Müslümanlar arasında genellikle kabul edilmektedir ki böylesi delilden yoksun bulunan hiçbir zaman
ve mekanın mevcut olmamıştır.
Amel-i Salih: Kur’an’da yaygın olarak kullanılan bir terimdir. “İman edip iyi işler yapanlar,
birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler hariç, gerçekten insan
ziyandadır.” 103: 2-3.
İnanan bireyleri, camiyi tek bir bünye olarak dolduran toplum içerisinde biçimsel olarak
homojenleştiren İslam hukukunun bütün detayları.
198
Gülzar Haider
satıhı Kıble duvarına1 dönüştürür. O, aynı zamanda inananların saflarına
mevzii
sınırlar koyan, Caminin eşitleyici ve birleştirici harimini genişleten, Kıble duvarına
paralel iki yanal düzlem gerektirir. Şu da belirtilmelidir ki inanan insanlar, kıyamda
isteyerek ve arzulu bir şekilde Yaratıcılarının yüceltilmesi hususunda ağaçlar gibi bütün
dikey yaratıklara iştirak etmektedirler (Amuli, S.H. 1989, 220-241).
Ruku, iki eli dizlere dayayarak reverans yapmaktır. İşte o anda inanan
yaratıldıklarından beri rukuda olan meleklerin arasınadır2. Bedenin ikili simetriye sahip
ana düzlemi, ruku halinde, gövde, ayaklar ve kollardan oluşan bir üçgen şeklinde
sunulur. Bu düzlem dünyayı sağ ve sol iki yarım küreye ayırır. Bu ayrılma, ibadet eden
bireyi Kabe’ye bağlayan büyük daireyi betimler ve Kıble duvarındaki Mihraba3 işaret
eder.
Sucud, secdeye giden bütün bir bedenin hareketidir. Bireyin şeref yeri olan alın
kendisini yere değdirecek şekilde alçalır ve beden çömelerek iki aya, iki diz ve iki ayak
uçlarına dayanarak yere yaklaşır. Bu durumda iken mümin, “Yüce Rabbımı tesbih
ederim” cümlesini tekrarlar. Adem ve Havva’nın çocukları -canlanmış yeryüzü- ile,
tahtı semavatı kuşatan Allah arasındaki dikey mihver eninde sonunda tesis edilir. Bu,
küfre düşme riski içerisinde Nişle çevrili, Yağla yanan O’nun çehresini seyreden Işık
katmanları aracılığı ile bir iç seyahate bağlanabilen coşkun bir sonuç olan, spiritüel
özelliğe sahip bir olaydır (bakınız dipnot 27). İşte bu anda yaratılmış olan ile Yaratan
arasındaki “uzaklık” biter ve birlik yaratma öncesi durumunu tadar. Artık bütün şekiller
yok olur. Bütün biçimler önemini yitirir. Maddilik anlamını kaybeder. Ancak bu durum
devam edemez. Allah evreni dürüp bükene kadar yaratıkların işleri devam edeceği için
bu yok edici Sucudun sona ermesi gerekir. Alın kaldırılır. İman yükselişe geçmiştir. Bu
yükseliş hareketi şimdi maddenin karanlık özünü parça parça eden infilak edici formatif
bir güç haline gelmiştir. Mü’minin Secdesi, görkemli bir boşluğa (mekan) neden olur
1
2
3
Kıble: Buradaki özel anlamı herkesin ibadet esnasında yönelecekleri Kabe’nin “yeri” olsa da Kıble
kelimesi aynı zamanda “onun karşısında hiçkimsenin bir güce sahip olmaması”, “onların önünde olan
şey”, “onların gözlerinin önünde olan şey” anlamına gelir. Bu anlamda Kıble, kişiye sanki
“görüyormuşçasına Allah’a” ibadet etme duygusunu oluşturmada yardım eden bir davranış
belirleyicisidir. Krş. Buhari’deki Cebrail hadisi, İman 37; Müslim İman 1 ve Mişkatu’l-mesabih, 5-6.
Yaratıldıklarından beri ibadet halinde olan melekler vardır ve onlar yeryüzündeki bütün şeylerin
bağışlanması için yalvarmaktadırlar. Bakınız Kur’an 42:5
Liderlik yapan ve mihrabın ilk sahibi Peygamberin vekili olan İmamın yerini belli eden niş. O aynı
zamanda Kur’an’ın niş ve lamba (24:35) meseline uygun biçimsel bir harekettir. Her ne kadar hiç
kimse fiziksel olarak o meseli “inşe etme” iddiasında bulunmasa da şüphe yok ki, söz konusu
tanımlama Mihraba, onun ışığına ve onun yüzey uygulamasına biçim vermiştir.
Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi III (2003), Sayı: 3
199
(Burchardt, 1970; Nasr): Mescid olarak adlandırılan kutsal mimari1. Burada mihrap
rehberlik eder. Minber aydınalatır2.
Burada ışık dervişler gibi zulmeti giderir. Burada kıraat sessizliği yok eder.
Burada yorgun olanlar dinlenir, ihtiyaç içinde olanlar yalvarırlar. Fakat bu ikametgah’ın
Gerçek İkamet Edeni ikamet etmenin ötesindedir. (Mekandan münezzehtir.) Bu yüzden
iman mimardır.
1
2
Mescid: Secde edilen yer. Cami kelimesinin türediği orijinal Arapça kelime.
Bilgi verilen yer. O (minber), nişin “ışığını” sesle ifade eder.
200
Gülzar Haider
BİBLİYOGRAFYA
AMULI, S.H. (1989), “Inner Secrets of the Path” (Element Books, Longmead,
UK)
BURKHARDT, T. (1970), The Void in Islamic Art, Studies in Comparative
Religion, (1970) 4
CHITTICK, W. C. (1980), (Ed., transl.) “A Shiite Anthology” (London:
Muhammadi Trust, London).
CHITTICK, W. C. (1983), “Sufi Path of Love: The Spiritual Teachings of
Rumi” (State University of New York Press, Albany).
HAIDER, G. (1984), Habitat and Values in Islam: A Conceptual Formulation
of an Islamic City, The Touch of Midas (Ziauddin Serdar, Ed), (Manchester), 170-208.
HAIDER, G. (1988), Islam, Cosmology and Architecture”, Theories and
Principles of Design in the Architecture of Islamic Societies (Cambridge: The Aga
Khan Program for Islamic Architecture, Cambridge), 73-85.
KURAN, A. (1987), “İnan the Grand Old Master of Ottoman Architecture”
(Institute of Turkish Studies, Washington DC.).
MURATA, S. & CHITTICK, W.C. (1994), “The Vision of Islam” (Paragon
House, New York)
NASR, S. H. (1978), “An Introduction to Islamic Cosmological Doctrines”
(Thames and Hudson, London).
NASR, S. H., “The Significance of Void in Islamic Culture” Islamic Art and
Spirituality, 185-94.
SCHIMMEL, A (1984), “Calligraphy and Islamic Culture” (New York
University Press, New York).
SMITH, W.C., (1970), “Faith and Belief” (Princeton University Press,
Princeton).
Download