676- “Devlet teşekkül tarzı, takip ettiği esas siyaset, temsil ettiği

advertisement
Risale-i Nur Külliyatında
KÜRD MESELESİ PROJESİ
Osmanlı coğrafyasında Kürdistan tabir edilen bölgede dünyaya gelen
Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin Osmanlı payitahtına gelmesinin bir
sebebi de, o havalinin maddi manevi kalkınması içindi. Oralara nazar-ı dikkati
çekebilmek için ünvanını
“Kürdî” olarak ilan etmişti. 1908’in başında
İstanbul’da Sultan Abdülhamid’e müracaat etti. Doğunun ve orada çoklukla
yaşayan Kürdlerin ihtiyaçlarını dile getirdi.
Sultan Reşad dahil bütün hükümet ricaline mektuplar yazdı. Sadece onları
haberdar etmekle kalmayıp bilfiil teşebbüs etti, tahsisat çıkarttı. Bizzat kendisi
Van Gölü kenarında İslam Üniversitesinin temelini attı. Ne çare ki, harbler,
inkilaplar o muhteşem Maarif-i İslamiye ve Fenniyenin maddi tahakkukuna
müsaade etmedi.
Fakat bunları gerçekleştirmeyi hiçbir zaman ve zeminde merkezi
hükümetten ayrı yerde ve zeminde düşünmedi. Merkezi hükümette bir problem
varsa, sadece Kürdlere yönelik bir mesele değil, bu herkesin meselesidir diye
düşündü.
İşte Bediüzzaman Hazretleri ünvanını Kürdî olarak kullandığı 1908 den
1923’e kadar Doğunun terakkisi, hususan Maarifi-Eğitim seviyesinin yükselmesi
için çok gayret etmiştir.
Vakta ki devir değişti, devran değişti manevi musibetler sadece Doğuyu
değil bütün memleketi kapladı. Bediüzzaman Hazretleri de Asrın Manevi
Vazifedarı olarak “Kürdî” ünvanını bıraktı. Artık o bir “Bediüzzaman Said
Nursî” unvanıyla neşriyat yapmaktaydı ve bütün Ümmetin imdadına yetişen
Müceddid-i Din idi…. Türk’ün, Kürd’ün, Arab’ın, Lazın, elhasıl bütün
Müslümanların dertlerinin dermanı oldu….
Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin eski eserleri, yani Osmanlı devrinde
yayınlanan eserleri (ki Asar-ı Bediiyye adıyla toplanmıştır) olsun, daha sonra
Risale-i Nur Külliyatı ismiyle yayınlanan eserlerinde olsun Kürdlerin
istikbaldeki halleriyle alakalı araştırmalarımızla meseleyi ortaya koyuyoruz ki,
hakikat-ı hal anlaşılsın..
1
İşte Üstad Bediüzzaman’ın Doğu’da gördüğü problem ve gösterdiği çareler:
1- HÜKÜMET TARAFINDAN MAHALLİ EĞİTİM LÜZUMU
Bediüzzaman Hazretleri İstanbul’a ilk geldiğinde 1908’in başlarında Sultan
Abdülhamid’e iletilmek üzere Mabeyne verdiği, “Kürd’ler Neye Muhtaçtır?”
başlıklı yazıda hükümetten isteklerini sıralar. Endişelerini beyan eder. Hatta
“medar-ı maişetleri hükûmet-i senîyece tesvîd edilmek üzere” diyerek eğitim
meselesine hükümetin el atmasını ister. Neticede Doğu ahalisinin büyük
desteğinin “kuvve-i cesimeyi hükûmetin eline vermekle” ifadesiyle ortak büyük
güce dikkat çeker. Bu makalede beraberlik var.. (Bkz. Asar-ı Bediiyye Makale-1)
Sonra 31 Mart 1909 hadisesi için mahkeme edildiği zaman der ki:
“Bir buçuk senedir burada, Kürdistanda neşr-i maarif için çalışıyorum.
Ekser İstanbul bunu bilir.”
2- ASAYİŞ TEDBİRLERİNE OLAN İHTİYAÇ
II.Meşrutiyetten sonra “Şûra-yı Ümmet Gazetesi” yayınlanan “Hamidiye
Alaylarına Dair Beyan-ı Hakikat” adlı makalesinde de askeri düzenlemelere
dikkat çeker. “Hem de o maden-i hamiyet ve mazhar-ı şecâat olan hayat-ı
Kürdîyi tesis eden, ittihadın temeli ve büyük rabıtası “Hamidiye Alayları”dır”
diyerek merkezi hükümetin oralarda düzeni sağlamak hususunda gösterdiği
maddi gayreti nazara verir. (Bkz. Asar-ı Bediiyye Makale-2)… Çünki asayiş ve
nizamın ve kanun hakimiyetinin tesis edilmediği bir yerde, ne devlet memurları,
ne tüccarlar ve sanayiciler ne de çiftçiler iş görebilir. Fakirlik yerine refah ve
terakki gelemez.
3- İTTİHAD-I İSLAM FİKRİNE DAVET
İslam Birliğinin kurucusu sayılan Yavuz Sultan Selim, kısa sürede birlik ve
beraberliği sağlıyarak İslam milletlerini bir çatı altına toplamıştır. Yavuz
Sultan’ın İslam milletleriyle birliği sağlamasında Kürtlerin dini önderi İdris-i
Bitlisi Hazretlerinin müsbet rolü büyüktür. Bu zamanda da yine aynı manada
Bitlisli Bediüzzaman Hazretlerinin Eserleri ve talebelerinin müsbet hizmetleri
Kürtleri İslam Birliğine dahil edecektir, inşaallah…
Üstad Bediüzzaman Hazretleri der ki:
2
“Sultan Selim’e biat etmişim. Onun ittihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim.
Zîrâ o Kürd’leri ikaz etti. Onlar da ona biat ettiler. Şimdiki Kürd’ler, o
zamandaki Kürd’lerdir.
Bu mes’elede seleflerim, Şeyh Cemaleddin-i Efganî, allâmelerden Mısır
müftüsü merhum Muhammed Abdüh, müfrit âlimlerden Ali Suavi, Hoca Tahsin
Efendilerle Namık Kemâl Bey ve Sultan Selim’dir.” (Asar-ı Bediiyye sh: 411)
İslam milletlerini geniş bir birlik etrafında toplayan Yavuz Sultan Selim
Han’a Kürdlerin bağlandığına dikkat çeker ve aynı gaye etrafında birleşme ile
yine bu birliğin tahakkuk edebileceğini hatırlatır.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri Kürd kavminin geçmiş asırlardaki
kahramanlıklarını sayar ve teşvik makamında “arslan Kürdler” der. Ve sonunda
Kürd gibi büyük bir kitlenin, Osmanlının temsil ettiği İslam Güneşi etrafından
kopmamalarını ve tabi olmalarını ve dengeyi sağlamalarını ister.
1911 yılında neşredilen bu meşhur ve muhteşem müdafaa ve bu vesile ile
dile getirilen tarihi hakikatler, İslam kavmi olan Kürdlerin ve Osmanlı Devlet-i
İslamiyesinin rehber reçetelerinden bir demettir.
“Şu eserlerden herbirisi Kürd olduğu gibi; aynı halde Türk, aynı vakitte
Arabdır.
Güya herbir eser Arab abâsını iktisa’ ve Türk pantolonu giymiş külâhlı bir
Kürddür. Böyle acîbü’ş-şekil bir te’lif, te’lif kanununa muhalefetle muaheze
olunmamak gerektir...”
Üstadın eserlerinde üç mühim Milletin beraberliğini çok nükteli bir şekilde
nazara verildiğini görüyoruz.
Yine aynı manada der: “Ben Kürdçe düşünürüm, Türkçe ve Arabça
yazıyorum.”
4- EĞİTİM DİLİNİN HANGİ LİSAN OLACAĞI
Doğuda kurulacak Üniversitede din ilimleriyle fen ilimlerinin mutlaka
beraber okutulması gerektiği ve eğitim dilinin de Türkçe, Arapça ve Kürdçe
olması lüzumunu bildirir ve der ki:
3
“Fünun-u cedideyi, ulûm-u Medaris ile mezc ve derc.. ve lisan-ı Arabî vâcib,
Kürdî caiz, Türkî lâzım kılmak.” (Asar-ı Bediiyye 287-357)
5- ARAPLARDAN DA DESTEK ALMAK GEREKİR
Kürtlerle birlik ve beraberliğin sağlanmasında Arapların da çok büyük rolü
olacağını bildirir. Meşhur Şam Hutbesinde verdiği muhteşem nutukta da
meseleyi şöyle ifade eder:
“Kürd gibi küçük taifelerin menfaatı ve saadet-i dünyeviyeleri ve
uhreviyeleri, sizin gibi büyük ve muazzam taife olan Arab ve Türk gibi hâkim
üstadlarla bağlıdır. Sizin tenbelliğiniz ve füturunuz ile biz bîçare küçük
kardeşleriniz olan İslâm taifeleri zarar görüyoruz.
Hususan ey muazzam ve büyük ve tam intibaha gelmiş veya gelecek olan
Arablar! En evvel bu sözler ile sizinle konuşuyorum. Çünki bizim ve bütün İslâm
taifelerinin üstadlarımız ve imamlarımız ve İslâmiyet’in mücahidleri sizlerdiniz.
Sonra muazzam Türk Milleti o kudsî vazifenize tam yardım ettiler.” (Asar-ı
Bediiyye sh: 378)
Arab kardeşlerimiz de, aynen Türkler gibi, Kürd kardeşlerimizin manevi ve
maddi terakki ve refahına ve huzurla saadetle yaşamasına yardımcı olmalıdır.
Onlar ile İslam Kardeşliği’nin gerektirdiği şekilde tam bir tesanüd ve ortak
projelerle işbirliği içinde yaşamalıdırlar.
BAŞBAKAN’A TAVSİYELERİ
A-İSLAM BİRLİĞİ TEŞEKKÜL EDİLMELİ
1950 den sonra dine ve dindarlara müsaadekar Demokrat hükümet
zamanında daha genel bir yaklaşım göstererek, devlete hakim olan zihniyetin
ırkçılık yapmamasını ve bütün Müslüman Alemini kucaklamalarını vefatına
kadar tavsiye etmiş ve menfi milliyetçiliğin zararlarını anlatmıştır.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri menfi milliyetçiliğin İslâm tarihindeki
zararlarını Devletin en üst makamı olan Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a anlatır
ve çarelerini de gösterir. Şöyle ki:
4
“Reis-i Cumhura ve Başvekile,
…….Saniyen: Irkçılık fikri, Emevîler zamanında (Mi.
661-750) büyük bir
tehlike verdiği ve hürriyetin başında (Mi. 1908) "Kulüpler" suretinde büyük zararı
görülmesi ve birinci harb-i umumîde (Mi. 1914-1918) yine ırkçılığın istimali ile
mübarek kardeş Arabların mücahid Türklere karşı zararı görüldüğü gibi, şimdi
de uhuvvet-i İslâmiyeye karşı istimal edilebilir ve istirahat-ı umumiye
düşmanları gizli dinsizler, yine o ırkçılıkla büyük zarar vermeğe çalıştıklarına
emareler görünüyor.
Halbuki menfî hareketle başkasının zararıyla beslenmek, ırkçılığın seciye-i
fıtrîsi olduğu halde; evvelâ başta Türk milleti dünyanın her tarafında Müslüman
olduğundan onların ırkçılıkları İslâmiyetle mezcolmuş, kabil-i tefrik değil. Türk,
Müslüman demektir. Hattâ Müslüman olmayan kısmı, Türklükten de çıkmışlar.
(Macarlar ve Bulgarlar gibi).. Türk gibi Arablarda da Arablık ve Arab milliyeti
İslâmiyetle mezcolmuş ve olmak lâzımdır. Hakikî milliyetleri İslâmiyettir. O
kâfidir. Irkçılık, bütün bütün bir tehlike-i azîmdir.
Sizin bu defaki Irak ve Pakistan’la pek kıymettar ittifakınız, (24 Ocak 1955
Bağdat Paktı) inşaallah bu tehlikeli ırkçılığın zararını def edecek ve dört beş
milyon ırkçıların yerine, 400 milyon kardeş Müslümanları ve 800 milyon sulh ve
müsalemet-i umumiyeye şiddetle muhtaç Hıristiyan ve sâir Dinler sahiplerinin
dostluklarını bu vatan milletine kazandırmaya tam bir vesile olacağına ruhuma
kanaat geldiğinden, size beyan ediyorum.» (Emirdağ Lahikası: 222)
B- RİSALE-İ NURLAR RESMEN DEVLET ELİYLE TAB EDİLMELİ
Kürt’ler ve diğer İslam milletleriyle beraberliği temin edecek vasıtalar
vardır. Bu vesilelerle birlik ve beraberlik sağlanır ki, işte onlar en
mühimlerinden bir de budur:
«Birinci vesilesi:
Risale-i Nur’dur ki, uhuvvet-i imaniyenin inkişafına kuvvet-i iman ile
hizmet ettiğine kat’î delil, emsalsiz bir mazlumiyet ve âcizlik hâletinde telif
edilmesi ve şimdi âlem-i İslâmın ekseri yerlerinde ve Avrupa ve Amerika’ya da
tesirini göstermesi ve ihtilâlcilere ve dinsiz felsefeye ve otuz seneden beri
dehşetli bir surette Maddiyun ve Tabiiyun gibi Dinsizlik fikrine karşı galebe
çalması ve hiçbir mahkeme ve ehl-i vukuf dahi onları cerh edememesidir.
İnşaallah bir zaman da, sizin gibi uhuvvet-i İslâmiyenin anahtarını bulan zatlar,
bu mucize-i Kur’âniyenin cilvesini âlem-i İslâma işittireceksiniz.
5
İkinci vesilesi:
Altmış beş sene evvel Câmiü’l-Ezhere gitmek istiyordum. Âlem-i İslâmın
Medresesidir diye, ben de o mübarek Medresede bir ders almaya niyet ettim.
Fakat kısmet olmadı. Cenab-ı Hak rahmetiyle bir fikir ruhuma verdi ki:
Câmiü’l-Ezher Afrika’da bir medrese-i umumiye olduğu gibi, Asya
Afrika’dan ne kadar büyük ise, daha büyük bir Darülfünun, bir İslâm
Üniversitesi Asya’da lâzımdır. Tâ ki İslâm kavimlerini, meselâ: Arabistan,
Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfi ırkçılık
ifsad etmesin.
Hakikî, müsbet ve kudsî ve umumî milliyet-i hakikiye olan İslâmiyet
milliyeti ile
‫ِﺍﻧﱠﻤَﺎ ﹾﺍ ﹸﳌ ْﺆ ِﻣﻨُﻮ ﹶﻥ ِﺍ ْﺧ َﻮ ﹲﺓ‬
Kur’ân’ın bir kanun-u esasîsinin tam inkişafına
mazhar olsun. Ve felsefe fünunu ile ulûm-u diniye birbiriyle barışsın ve Avrupa
medeniyeti, İslâmiyet hakaikiyle tam musalâha etsin. Ve Anadolu’daki ehl-i
mektep ve ehl-i medrese birbirine yardımcı olarak ittifak etsin diye, vilâyât-ı
şarkiyenin merkezinde hem Hindistan, hem Arabistan, hem İran, hem Kafkas,
hem Türkistan’ın ortasında, Medresetü’z-Zehra mânâsında, Câmiü’l-Ezher
üslûbunda bir Darülfünun, hem Mektep, hem Medrese olarak bir Üniversite
için, tam elli beş senedir, Risale-i Nur’un hakaikine çalıştığım gibi ona da
çalışmışım. Said Nursî» (Emirdağ Lahikası: 222)
“Bu memleketin vatanperver Siyasîleri çabuk aklını başına alıp Risale-i
Nur'u tab'ederek resmen neşretmeleri lâzımdır.” (Mektubat sh: 482)
Menfî milliyetçiliğin bu ülkeye zarar vermesini önlemek için en evvel Dini
hayatın yaşandığı bir Türkiye görünmelidir. Bu meselede en mühim Din
hizmeti, dinî neşriyat ve İslâm Kardeşliğini temine vesile olarak Risale-i Nur
bulunmaktadır.
Said Nursi Hazretleri bu hakikati eserlerinde tekraren anlatır. Bu eserler
bütün dünyaca hususan İslâm dünyasınca takdirle tanınmaktadır. Irkçılığın
zararlarını bertaraf etmede Said Nursi Hazretlerinin çare olarak gösterdiği ikinci
vesile de, İslâm Dünyasının ortası olan Doğu Vilayetlerimizde, bütün İslâm
milletlerine hitap eden, tedrisat programını kendisinin çizdiği bir İslami
Üniversite kurulmasıdır.
6
C-DIŞ MÜDAHELE TEHLİKESİNE ÇARELER
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, memleketimizde Milliyetçiliği veya
Dindarlığı esas alan Siyasîlerin dikkat etmeleri gereken hususları, dört Siyasî
Görüşü tahlil ettiği bir mektubunda şöyle izah eder:
«Milletçilere gelince:
Eğer bu parti, ırkçılık ve Türkçülük fikri esas ise, birden hakikî Türk olmayan bu vatandaki ekseriyetin ancak onda üçü Türktür, kalan kısmı da başka
milletlerle karışmıştır. O zaman, Hürriyetin başında olduğu gibi, bu asil ve
mâsum Türk milleti aleyhine bir milliyetçilik tarafgirliği meydana gelecek. O
vakit hakikî Türkleri, Ecnebîler boyunduruğu altına girmeye mecbur edecek.
Veya Türkleşmiş sair unsurdan olan ve bu vatanda mevcut ırkçılık ve unsurculuk damarıyla bir Ecnebîye istinad ile masum Türk milletini tahakkümleri
altına alacaklar. Bu durum ise, dehşetli, tehlikeli olduğundan, Kur’ân ve Vatan
ve Millet hesabına, dindar ve dine hürmetkâr Demokrat Partinin iktidarda kalmasını temin etmeleri için ders veriyorum.» (Emirdağ Lahikası:207)
Bu memleketin Milliyetçileri veya Dindarları ayrı ayrı Parti olsalar bile,
“Ahrar” denilen Demokratlar’dan, dine dost olan kısmının iktidarda kalmaları
için onlara yardım etmeleri ve Demokratların muhalifleriyle işbirliği
yapmamaları ve Demokratların aleyhinde bulunmamaları gerekmektedir.
Zikredilen bu şartlara riayet edilmemesi halinde diğer farklı Müslüman
milletlerden olan vatandaşların dostluğunu kaybetmenin yanında, Said Nursi
Hazretlerinin “asil ve masum” dediği Türk milletinin yabancı devletlerin (mesela
AB veya ABD’nin) boyunduruğu altına girmesine sebebiyet verebilir.
SONUÇ
Bin yıldır bu vatanda beraberce yaşayan farklı kavimler ve milletlerin ortak
değeri İslam Milliyetidir. Ancak onun etrafında birliğimizi beraberliğimizi
sağlarız. Bunun dışındaki şahıslar ve beşeri düşünceler veya ideolojiler ortak
değer olamaz. Olsa olsa bölünmeye veya dış müdahelelere sebebiyet verebilir. Ve
Kürdleri de sol görüşlü, İslamiyetten alakasını kesmiş kuruluşlar ve şahıslar
temsil edemez.
Elhasıl: İslamiyet ortak değerimizdir. Onun etrafında birlik ve beraberlik
sağlanır.
7
Son sözümüzü Bediüzzaman Hazretlerinin veciz ifadeleriyle tamamlarız.
Şöyle ki:
“Milliyetimiz bir vücuddur. Ruhu İslâmiyyet, aklı Kur’an ve imandır.”
(Münazarat-53)
“Kimin himmeti milleti ise, o kimse tek başıyla küçük bir millettir.” (Hutbe-i
Şamiye-59)
“Ebedî ve daimî olan İslâmiyet milliyeti; muvakkat, dağdağalı unsuriyetle
bağlanmaz ve aşılanmaz. Ve aşılamak olsa da; İslâm milletini ifsad ettiği gibi,
unsuriyet milliyetini dahi ıslah edemez, ibka edemez.” (Mektubar-439)
“Din hayatın hayatı, hem nuru, hem esası…İhya-yı Din ile olur şu Milletin
ihyası…” (Asar-ı Bediiyye-634-Lemaat)
İttihad İlmi Araştırma Heyeti
www.ittihad.com.tr
8
Download