Lum`atu`l-İ`tikad el-Hadi İla Sebili`r

advertisement
Lum'atu'l-İ'tikad
el-Hadi İla Sebili'r-Reşad
Şeyhu'l-İslam İbni Kudame el-Makdisi (541-620H)
www.almuwahhid.com
1
Şeyhu'l-İslam İbni Kudame el-Makdisi
Şeyhu'l-İslam Muvaffaküddin Ebu Muhammed Abdullah ibni Ahmed ibni
Muhammed ibni Kudame ibni Mikdam ibni Nasr ibni Abdullah el-Makdisi
el-Cemaili sonraları ed-Dımaşki, es-Salihi. Künyesi Ebu Muhammed elMakdisi’dir. Hicri 541 yılında Filistin Nablus’da küçük bir yerleşim birimi
olan Cemail'de doğmuştur. Hicri 551 yılında 10 yaşındayken ailesiyle
birlikte Dımaşk’a yerleşti ve orada Kur’an ezberledi. Hicri 561 yılında daha
sonraları Hafız Abdü’l-Gani olarak meşhur olan kuzeni Abdü’l-Gani’yle
birlikte Bağdat’a yolculuk etti. Orada çok sayıda alimden eğitim aldı.
Hanbeli fakihlerinden biri oldu ve Hanbeli mihrabının imamlığını yaptı.
Zahid, abid, takva sahibi, mütevazi, güzel ahlaklı, cömert, hayalı, güzel
davranışlı, nurlu, kıymetli ve selefe tabi olmuş bir şahsiyetti. Dımaşk’dan
ayrılarak Kudus’ü fethe yola çıkan Salahaddin Eyyubi’nin ordusuna
katılmış ve Hicri 573 yılında vuku bulan fetihde yer almıştır.
İbni Kudame selef menhecine bağlı bir alim olarak, kelama ve Eşarilere
muhalefeti ile bilinmektedir. Kelamcılara reddiye amaçlı kaleme aldığı
Zemmu’t-Tevil; İbni Akil’e reddiye amaçlı kaleme aldığı Tahrim en-Nazar
ve selef akidesini naklettiği Lumat’ul-İtikad, el-Kader, el-Uluv isimli
eserleri bulunmaktadır. Rivayet olunduğuna gore İbni Asakir’in kendisine
‘Esselamu Aleykum!’ diyerek selam vermesi üzerine selamı alıp
mukabelede bulunmamıştır. Bunun sebebi sorulduğunda şöyle cevap
vermiştir: "O, ‘kelam-ı nefsi’ye inanmaktadır. Ben de onun selamına
‘selam-ı bi nefsi’ ile karşılık verdim!"
Bilinmektedir ki, kelamcı Eş’ari ve Maturidiler kelamullah’ı iki ayrı şekilde
ele almış ve ezeli olanın ‘kelam-ı nefsi’ yaratılmış olan kelamın da ‘kelam-ı
lafzi’ olduğunu ileri sürerek tabiri caizse Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in
takipçisi olduğu selef menheci ile bi’datçı Mutezile arasında bir orta yol
icad ettiler. Allah’ın ‘kelam-ı nefsi’ ile ezelde mütekellim (konuşucu)
olduğunu ortaya attılar ve böylelikle de Allah’ın ezelden beri sahip olduğu
kelamın ‘kelam-ı nefsi’ (kendisiyle konuşması) olduğunu iddia etmiş
oldular. Eş'ari ve Maturidi kelamcılar ‘kelam-ı nefsi’nin işitilip işitilmemesi
konusundaihtilaf etmişlerdir. Eş'ariler ‘kelam-ı nefsi’nin varolan bir şeyin
işitilmesinin mümkün oluşu sebebiyle işitilebileceğini söylerken Maturidi
kelamcılar ise ‘kelam-ı nefsi’nin işitilemeyeceğini savunurlar.
İbni Kudame, bu davranışı ile; hem bi’datçı gördüğü Eşari kelamcılara
selam verip almamış hem de bir söz yahut tutuma karşı en etkileyici
2
karşılık olan, bu batıl düşünce yahut tutumun zeki bir biçimde alaya
alınması prensibini sergilemiş olmaktadır. Bu şekilde karşılık vermesi ile
şu mesajı vermektedir: Siz Eşari kelamcılar Allah’ın kendi içinde
konuştuğunu ancak hakikatde konuşmadığını iddia ediyorsunuz. Ben de
kendi içimde –hakikatde konuşmadan- selamına karşılık veriyorum!
İbni Kesir, onun keskin zekasına işaret eden şu kıssayı nakleder: "Gecenin
birinde adamın biri, sarığını başından kaçırdı. Sarığında, içinde birkaç kum
tanesi bulunan bir kağıt vardı. Şeyh Muvaffaküddin, sarığı kaçıran adama:
Kağıdı al, sarığı bırak! dedi. Adam da kağıdın içinde para bulunduğunu
zannederek kağıdı aldı ve sarığı bıraktı. Bu da Şeyh Muvaffaküddin'in
keskin zekalı ve hazır cevap olduğunu ispatlamaktadır. Böyle yapmakla o,
sarığını adamın elinden rahatlıkla alabilmişti."
Şeyhleri arasında Takıyyuddin Ebu Muhammed Abdu’l-Gani el-Makdisi,
Irak’ın fakihi ibni el-Mani olarak bilinen Ebu’l-Feth Nasr ibni Fetyan,
ölümünden kısa bir süre önce de Şeyh Abdu’l-Kadir Geylani ile tanışmıl ve
ondan ilim tahsil etmiştir. Ebu’l-Ferec İbnu’l-Cevzi, Hibbetullah ibni elHasan ed-Dakkak, Ebi’l ibni Feth ibni el-Batti, Ebi Zur’a ibni Tahir, Yahya
ibni Sabit, Hatice en-Nahravanniyye, Suriye Dımaşk’da Ebi el-Mekarim
ibni Hilal, Irak Musul’da Ebi el-Fadl et-Tusi, Mekke’de el-Mübarek ibni etTabbak ve daha birçokları bulunmaktadır.
Ebu Amr ibni es-Salah onun hakkında şöyle demektedir: "Şeyh elMuvaffik gibilerini görmedim." Şeyhu’l-İslam İbni Teymiyye şöyle der:
"Evzai’den sonra Şeyh Muvaffik’den başka İslami anlayışı daha çok olan
bir kimse Şam’a girmemiştir." Hafız el-Münziri şöyle der: "O fakihdi,
imamdı. Dımaşk’da hadis nakletmiş, fetvalar vermiş ve eğitmiştir. O, uzun
ve kısa fıkıh alanında ve başka alanlarda birçok kitap kaleme almıştır."
Zehebi onun uzunca biyografisine yer vermiş ve: "O, alimler arasında en
çok ilim sahibi olanlardan biridir ve çok sayıda kitap yazmıştır" diyerek
onu çokça övmüştür. İbni Neccar onu şu sözler ile tarif etmektedir:
"Dımaşk Camisi’nin Hanbeli İmamı’ydı. Güvenilir, asil karakterli, çok
cömert, temiz karakterli, takvalı bir abid, menhecde selefi takip eden,
(takva ve ilim ile) nur yayan saygıdeğer bir kimseydi. Onun konuşmasını
dahi duymayan kimseler onun nazarından istifade edebilirdi." İbni Kesir
onun biyografisine: "Şeyhu’l-İslam… yüksek derecede bir alimdi. Kendi
çağında ve kendisinden önceki zamanlarda ondan daha iyi bir fakih
yoktu." (İbni Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 13/99) diyerek başlamaktadır.
İbni Receb onun kaleme aldığı kitaplar hakkında şu ifadeleri kullanır: "O,
bütün müslümanları genel olarak ve (Hanbeli) mezheb alimlerini de özel
3
bir seviyede faydalanacakları eserler ortaya koymuştur. Bu kitaplar, onun
yazarken sahip olduğu asil niyetine ve ihlasına bağlı olarak çok geniş bir
biçimde yaygınlaşmış ve popüler olmuştur." (Zeyl Tabakatu’l-Hanabile,
2/133)
Çok sayıda talebesi vardı. Talebeleri arasında Şihabuddin Ebu Şame elMakdisi (665H), et-Tergib ve’t-Terhib müellifi Hafız Zekiuddin Ebu
Muhammed el-Münziri (656H) gibileri bulunmaktadır.
Ondan etkilenen kimseler arasında el-Baha, Şeyhu’l-İslam İbni Teymiyye,
Abdu’r-Rahman, el-Cemal Ebu Musa ibni el-Hafız, ibni Halil, İbni enNeccar, eş-Şems ibni Kemal, Zeyneb bint el-Vasıti bulunmaktadır.
Çok sayıda değerli eser kaleme almıştır. Akide alanında telif ettiği eserler
arasında şunlar zikredilebilir: Lumat’ul-İtikad, el-Kader, Zemmu’t-Tevil,
el-Uluv, Tahrim en-Nazar. Fıkıh alanında telif ettiği eserler arasında şunlar
zikredilebilir: el-Muğni fi Şerhi Muhtasari’l-Hareki, el-Kafi, el-Udde, elUmde, eş-Şafii el-Mukni li’l-Hıfz. Fıkıh usulü alanında: Ravzatu’n-Nazir,
Rekaik. Zühde dair: el-Rukke ve’l-Buka, et-Tevvabin, Minhac el-Kasidin.
Hicri 620 yılı Ramazan bayramında seksen yaşında cumartesi günü
Dımaşk’da vefat etti. Yüce Allah ona rahmet etsin.
4
Lum'atu'l-İ'tikad el-Hadi İla Sebili'r-Reşad
Şeyhu'l-İslam İbni Kudame el-Makdisi (541-620H)
Giriş
Bismillahirrahmanirrahim
Hamdin tümü her dilde övülen ve her zaman (ve mekan)da övülen
Allah’adır. O’nun ilminin olmadığı hiçbir yer yoktur ne de O’nu bir başka
işle uğraşmaktan meşgul edecek bir iş vardır. O (azze ve celle), eş ve
ortaklardan münezzehtir hem de eş ve çocuklar edinmekten münezzehtir.
O’nun emri (iradesi, sultası ve kaderi) bütün kullarına nüfuz etmektedir.
Hiçbir akıl O’nu düşünme ile idrak edemez ve ne de hiçbir kalp O’nu
tasvire yeltenemez: “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla
işitendir, hakkıyla görendir.” (eş-Şura 42/11) En güzel isimler (elEsmau’l-Hüsna) ve en yüce sıfatlar O’na aittir: “Rahman (olan Allah) arşa
istiva etmiştir. Göklerde, yerde, bu ikisinin arasında ve nemli toprağın
altında olanların tümü O'nundur. Sözü açığa vursan da, (gizlesen de
birdir). Çünkü şüphesiz O, gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilmektedir. Allah;
O'ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler O'nundur.” (Ta-Ha 20/5-8)
O’nun ilmi herşeyi kuşatmıştır. O (subhanehu ve teala), mahlukata izzet
ve emri ile boyun eğdirmiştir. İlmi ve merhameti herşeyi kapsamıştır: “O,
önlerindekini ve arkalarındakini (dünyadaki ve ahiretteki durumlarını)
bilir. Onların bilgisi ise Rahman’ı kuşatamaz.” (Ta-Ha 20/110) Allah
(ancak), yüce Kitabında Kendisine atfettiği ve Şerefli Peygamberi
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in dili ile Allah (subhanehu ve teala)’yı
vasfettiği (isim ve sıfatlar) ile vasfedilir.
Allah’ın Sıfatlarıyla Alakalı Ayet ve Hadislerin Kabulü
Bizler, Allah (azze ve celle)’nin sıfatları hususunda, Kur’an’da bahsi geçen
herşeye yahut Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den sahih olarak
rivayet edilenlere iman etmek, (teslimiyet içerisinde) boyun eğerek
kabulleniş ile karşılamak vacibtir. Ve (ayrıca) red ile, tevil, teşbih ve
temsil yoluyla (sıfatlar hususundaki hakikate) muhalefet etmekden de
kaçınmamız vacibdir. Müteşabih olanına ise, onu bu haliyle onaylamak
(lafzen isbat, kabul ve iman etmek) ve lafzi manasına muhalefet
etmemekle yükümlüyüz1. Biz (bu durumda) onun tam manasını bunu bize
1
Bir konuda bilgisi olmaması sebebiyle İslam’dan olan herhangi birşeyi reddetmek
müslümanın adeti değildir. Bu özellikle de Allah (azze ve celle)’nin isim ve
5
bildiren Allah’a döndürürüz ve bize bunu nakleden kişi (olan Rasulullah)
üzerinden (hakiki manasını Allah’a ve Rasulüne) havale ederiz, Allah (celle
celaluhu)’nun kitabında Kendi sözü ile övdüğü ilimde derinleşmiş kimseleri
takip ederek: “İlimde derinleşmiş olanlar: Ona inandık, hepsi Rabbimiz
katındandır, derler.” (Al-i İmran 3/7) Allah (subhanehu ve teala), Allah’ın
vahyinden müteşabih olanının te’vilini arayan kimseleri yermektedir:
“Kalplerinde bir eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onun olmadık
yorumlarını yapmak için müteşabih ayetlerinin ardına düşerler.” (Al-i
İmran 3/7) Nitekim Allah (subhanehu ve teala) müteşabihin te’vilini
aramayı sapkınlığın bir emaresi olarak belirlemiştir. Allah (azze ve celle)
onları yermesinde bunu fitne çıkarmak seviyesinde belirlemiştir. Daha
sonra onlarla onların arzu ettikleri şey arasına bir set koyarak onların
peşinde oldukları şeye olan hırslarını şöyle buyurarak sonlandırıyor: “Oysa
onun gerçek manasını (te’vilini) ancak Allah bilir.” (Al-i İmran 3/7)
"Allah her gece en yakın semaya iner..." (Buhari; Müslim; Ahmed;
Darimi) ve: "Allah Hesab Günü'nde görülecektir." (Buhari; Müslim) ve
buna benzer diğer hadislere gelince, İmam Ebu Abdullah Ahmed ibni
Hanbel (rahimahullah) şöyle demiştir: "Biz buna iman ederiz ve keyfiyeti
nasıldır demeksizin ve belirli bir mana vermeksizin bunların doğruluğuna
şahadet ederiz. Bundan hiçbir şeyi de inkar etmeyiz. Bilmekteyiz ki,
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kendisi ile geldiği şey haktır.
sıfatlarıyla alakalı meselede insanların gerçek rengini gösterdiği bir hal
almaktadır. Bilindiği üzere Ehli Sünnet ve’l-Cemaat’den menhecde ayrılan hemen
hemen bütün sapık fırkalar Allah (azze ve celle)’nin isim ve sıfatlarının
hakikatini anlamamaktan dolayı sapmışlardır. Kimi sıfatları inkar etmiş, kimi
te’vil etmiş kimi de Allah (azze ve celle)’yi mahlukatına benzetmiştir. İsim ve
sıfatlar hususundaki bu sapkınlıklar çoğu zaman küfürle son bulmuştur.
Müslümanın tavrı ise, dinden zaruri olarak bilinen açık meseleler haricindeki bu
tarz konularda Allah katındaki doğruya iman etmek, anlamasa veya açıklayamasa
dahi Allah (subhanehu ve teala)’dan, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den ve selefden gelen nakilleri zahiriyle kabul edip o konudaki cehaleti
gidermek için çaba sarfetmek olmalıdır.
Ebu Hureyre (radiyallahu anh) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Bir çoban sürüsünü otlatırken, bir kurt koşarak
gelip, sürüden bir koyun kapar. Çoban kurdun peşine düşer ve koyunu ondan
kurtarır. Ancak kurt, çobana dönüp bakar ve: Bu koyunlara yırtıcı gününde,
onlara benden başka çobanın olmadığı günde kim bakacak? der. Halk bunun üzerine:
Subhanallah! Kurt konuşur mu? diye hayrete düşerler. Rasulullah (onların bu
tereddütleri üzerine): Buna ben inanıyorum, Ebu Bekir ve Ömer de inanıyor der.
Halbuki o sırada Ebu Bekir ve Ömer orada değillerdi." (Buhari; Müslim; Tirmizi)
Bunun gibi yine Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şöyle buyurduğu
rivayet olunmuştur: "Bir adam bir ineği sevkederken üzerine bindi. İnek adama
bakıp dile geldi ve: Ben bunun için yaratılmadım, ben ziraat için yaratıldım!
dedi. Halk, hayret ve korku ile: Subhanallah, konuşan bir inek ha! dediler.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöylebuyurdu: Ben (onun konuşmasına)
inanıyorum. Ebu Bekir ve Ömer de inanıyorlar." (Müslim)
6
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kendisi ile geldiği şeyleri inkar
etmeyiz ne de Allah (subhanehu ve teala)’yı Kendisinin Kendisini
vasıflandırdığı şeylerde eksiltme, arttırma yaparak (Allah için sınır tayin
ederek) vasfetmeyiz. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır: “O’nun
benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.” (eşŞura 42/11) Biz, Allah’ın dediğini söyleriz. Biz, Allah’ı Kendisini vasfettiği
şekilde vasfeder ve bundan öteye geçmeyiz. Ne de, O’nun vasfetmek
isteyen kimselerce vasfedilebilir olduğunu addederiz. Biz Kur’an’a
bütününe, muhkem ve müteşabihiyle iman ederiz. Biz Allah’ın hiçbir
sıfatını (ona karşı bizde oluşabilecek bir) huzursuzluk sebebiyle inkar
etmeyiz. Biz Kur’an ve hadisden öteye geçmeyiz. Bizim, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in tasdiği ve Kur’an’ın doğrulaması dışında
bunların nasıl olduğunu bilecek ilmimiz yoktur." (İbni Kayyım, es-Seva'ik
el-Munezzile, 1/265; İbnu’l-Musuli, es-Seva'ik el-Mursile, 2/251; İbnu’lCevzi, Menakibu'l İmam Ahmed, 156; Zehebi, Tarih el-İslam, 27)
İmam Ebu Abdullah Muhammed bin İdris eş-Şafii şöyle demektedir2: "Ben
Allah’a ve Allah hakkında her ne rivayet olunmuşsa, Allah’ın kasdettiği
şekliyle iman ederim. Ben Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e ve
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hakkında her ne rivayet
olunmuşsa Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kasdettiği şekliyle
iman ederim." (İbni Teymiyye, er-Risaletu’l-Medeniyye, 121)
Bu, geçmişteki ve günümüzdeki alimlerin takip ettikleri yoldur. Alimlerin
tümü, Allah’ın kitabında ve Rasulullah’ın sünnetinde sıfatlar hususunda
bahsi geçenleri te’vile başvurmaksızın tanımak, kabul etmek ve
onaylamak üzere icma etmişlerdir.
Sünnet’e Bağlılığa Teşvik ve Bi’datlara Karşı Uyarılar
Bizler selefin (Rasulullah’ın ve ashabının) yolunu -onların örnekliği ile
hidayete ulaşabilmek için- takip etmekle emrolunduk. Bizler (bunun gibi
2
İmam Şafii (rahimahullah) Allah’ın isim ve sıfatlarıyla alakalı şöyle de
demektedir: "(En güzel) isim ve sıfatlar Allah’a aittir. Kendilerine bunlarla
alakalı hüccet ikame edilmiş hiç kimsenin bunları inkar etmesi caiz değildir.
Eğer bir kimse, bu isim ve sıfatların doğruluğuna dair hüccet ikame edildikten
sonra buna muhalefet ederse kafir olur. Ancak, kendisine hüccet ikame edilmeden
önce muhalefette bulunursa bu durumda cehaleti sebebiyle mazur görülür. Çünkü,
isim ve sıfatların bilgisi akıl ile, gözlem ile yada tefekkür yoluyla idrak
edilemez. Allah (subhanehu ve teala) bu sıfatları tasdik ediyor ve teşbihi
Kendisinden nefy ettiği gibi bu sıfatlardan da neyf ediyor: "O’nun benzeri
hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir. (eş-Şura 42/11)"
(İbni Ebi Hatim, Menakibu eş-Şafii; Feth’ul Bari, 13/407; İbni Kayyım, İctima
el-Cuyuş el-İslamiyye, 59; Zehebi, el-Uluv, # 177)
7
dinde) sonradan çıkarılan bi’datlar hususunda uyarıldık ve bu bi’datların
sapkınlığa ilettiği hususunda bilgilendirildik. Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Benim ve benden sonra hidayet bulan
raşid halifelerimin sünnetine uyun ve bunlara azı dişlerinizle sımsıkı
sarılın. Sonradan (dinde) çıkan şeylerden de sakının. Çünkü her sonradan
çıkan şey bid'at ve her bid'at da sapıklıktır." (Ebu Davud; Tirmizi; İbni
Mace; Ahmed, Müsned; Darimi; İbni Hibban, el-Mevarid; Hakim; İbni Ebi
Asım, es-Sünne; Beyhaki, Delailu'n-Nübüvve; İbni Abdu'l-Berr, Cami
Beyani'l-İlm ve Fazlihi)
Abdullah bin Mes’ud (radiyallahu anh) şöyle dedi: “(Sünnete) tabi olunuz,
bid’at çıkarmayınız. Bu size yeter.” (Darimi; Taberani, el-Kebir, #8870;
Beyhaki, el-Medhal, #204; İbni Vada, el-Bid'at ve’n-Nahi anha, 10; Ebu
Hayseme, el-İlm, #54)
Ömer ibni Abdu’l-Aziz bu manada şöyle demiştir: "(Selef olarak
adlandırılan) insanların (dine dair hususlarda) durduğu yerde dur. Çünkü
onlar işin gerçeği, (durdukları yerde) ilim (ve basiret) üzere durmuşlardır.
Apaçık deliller onlara kafi gelirdi ve onlar bunu açığa vurmada en istekli
kimselerdi. Herhangi birşeyde bir fazilet olsaydı, onlar bunu elde etmede
birinci olurlardı. Yani eğer siz: ‘Bunlar onlardan sonra ortaya çıkarıldı.’
derseniz bu durumda; bu(bi’dattan ola)nları, onların hidayetine muhalefet
eden ve onların örnekliğinden (sünnetinden) başka bir örnek arayan
dışında kimse ortaya çıkarmaz. Onlar, yeterli olanı tarif etmiş ve kafi
olacak kadarını da söylemişlerdir. Onlardan fazlası aşırılıktır, azı ise
eksikliktir. Bazı kimseler bunlarda yetersiz kalmış ve bundan dolayı onları
yermiş başkaları da aşırılığa kaçmış ve bu sebeple aşırılardan olmuşlardır.
Lakin hakikatde (selef) bu iki grubun ortasında, dosdoğru bir hidayet
üzeredirler." (İbni Kudame, el-Burhan fi Beyani'l-Kur'an, 88-89; İbnu’lCevzi, Menakib Umar İbni Abdu'l-Aziz, 83-84; İbni Receb, Fadlu İlm esSelef, 36)
Ebu Amr (Abdu’r-Rahman bin) Amr el-Evzai (157H) şöyle demiştir:
"İnsanlar sizi kınasa dahi, (sizden önce gelen) selefin görüşüne yapışın!
Sözlerini sizin için süsleseler dahi, (diğer) insanların görüşlerinden
sakının!" (Hatib el-Bağdadi, Şeref Ashabi'l-Hadis, 7; Acurri, eş-Şeri'a, 58;
İbni Abdu'l-Berr, Camiu'l-İlm ve Fadlihi, 2/114; Zehebi, Siyer A'lam enNubela, 7/120; Zehebi, el-Uluv li’l-Aliyyi’l-Azim)
Muhammed ibni Abdu’r-Rahman el-Edremi, bi’dat olan şeyler hakkında
konuşan ve insanları buna davet eden bir kimseye şöyle demiştir: Senin
8
bu söylediğin şey hakkında Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Ebu
Bekir (radiyallahu anh), Ömer (radiyallahu anh), Osman (radiyallahu anh)
ve Ali (radiyallahu anh) bilgi sahibi miydiler yoksa (senin bu söylediğini)
bilmiyorlar mıydı? Adam (cevaben): Onlar bunu bilmiyorlardı dedi. (elEdremi) yani, sen onların bilgisi olmayan birşeyi biliyorsun (öyle mi)!?!
diye sordu. (Bunun üzerine) adam: O halde onlar da biliyordu diyorum
dedi. (el-Edremi ise peki) senin söylediğini söylemeyip senin insanları
davet ettiğin gibi onların davette bulunmamaları onlar için yeterli midir
yoksa yetersiz midir!?! diye sordu. Adam: Elbette onlar için yeterliydi
dedi. el-Edremi şöyle dedi: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) ve
halifeleri için yeterli olan şey sana yeterli olmadı mı!?! Bunun üzerine
adam (sustu ve davetinden) kaçındı ve orada hazır bulunan halife ona:
(Rasulullah ve halifelerinin) yeterli bulduğu ile yetinmeyenleri Allah
yetersiz kılsın! dedi. (Hatib, Tarihu'l-Bağdad, 10/75; İbnu’l-Cevzi,
Manakib el-İmam Ahmed, 431, 436; İbni Kudame, et-Tevvabin, 194;
Zehebi. Siyar A'lem en-Nubela, 11/313; Acurri, eş-Şeri'a, 91, 95; İbni
Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 10/335)
Bunun gibi, herkim Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in,
sahabelerinin, onları salihce takip edenlerin, onlardan sonra gelen
imamların ve kendilerine derin bir ilim bahşedilen sıfatlar konusunda
ayetler okuyan, sıfatlar hakkındaki nakilleri okuyan ve yukarıda bahsini
ettiğimiz kimselerden gelen (Allah’ın sıfatlarını te’vil, ta’til, teşbih yahut
temsile başvurmaksızın tahrif etmeksizin) tasdik eden ifadelerini okuyan
kimseler için yeterli olandan hoşnut olmayan kimseleri (de), Allah yetersiz
kılsın!
Allah (azze ve celle)’nin Sıfatları
Allah (azze ve celle)’nin sıfatları hakkında vahyedilen ayetlerden biri Allah
(azze ve celle)’nin (vech yani yüz sıfatına dair) şu ifadesidir: “Celal ve
ikram sahibi olan Rabbinin yüzü baki kalacaktır.” (er-Rahman 55/27) ve
(yedeyn yani iki el sıfatına dair) şöyle demiştir: “Hayır, O’nun iki eli de
açıktır!” (el-Ma'ide 5/64) Meryem oğlu İsa (as)’ın söylediğini bize bildiren
(ve Allah’ın zatı yani nefs sıfatına dair) şu ifadesi: “Sen bende olanı
bilirsin, ama ben Sen'de olanı bilemem.” (el-Ma'ide 5/116) yine (Allah’ın
ityan ve meci yani gelme ve intikal etme sıfatına dair) şu ifadesi: “Onlar
Allah'ın buluttan gölgelikler içinde meleklerle gelivermesini ve işin hemen
bitiriverilmesini mi bekliyorlar?” (el-Bakara 2/210)*Fecr 22 şu (rıza
sıfatına işaret eden) ifadesi: “Allah, onlardan razı olmuş, onlar da
Allah’tan razı olmuşlardır.” (el-Ma'ide 5/119) şöyle demiş (ve muhabbet
9
yani sevme sıfatına değinmiş)tir: “Allah onların yerine öyle bir topluluk
getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.” (el-Mai’de 5/54)
Kafirler hakkındaki (Allah’ın gadab yani öfke sıfatına dair) şu ifadesi:
“Allah, onlara karşı gazablanmış, onları lanetlemiş ve onlara cehennemi
hazırlamıştır.” (el-Feth 48/6) şu (şekilde Allah’ın saht yani kızma sıfatına
dair) ifadesi: “Bu, Allah’ı gazaplandıran şeylere uydukları ve O’nun hoşnut
olduğu şeyleri beğenmedikleri içindir.” (Muhammed 47/28) ve (Allah’ın
kerahat yani hoşlanmama sıfatını bildirerek) şöyle demektedir: “Allah
davranmalarını hoş görmedi de onları alıkoydu.” (et-Tevbe 9/46)
Sünnetten (Allah’ın sıfatlarına dair nakledilen) Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in (Allah’ın nüzul yani inme sıfatına dair) şu ifadesidir: "Allah
her gece en yakın semaya iner..." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ebu Davud;
İbni Mace; Ahmed, Müsned; Malik, Muvatta; Darimi) Rasululah’ın (ucb
yani hayret etme sıfatına değindiği) şu ifadesi: "Rabbin yeni İslam'a
girmiş ve dininden taviz vermeyen gence hayret eder (hoşuna gider)."
(Ahmed, Müsned; İbni Ebi Asım, es-Sünne, 571; Ebu Ya’la, 1479;
Taberani, el-Kebir, 17/309; el-Kada’i, Müsned eş-Şihab, 576; Temam erRazi, Feva’id, 1287; Beyhaki, el-Esma ve’s-Sıfat, 600) ve Rasulullah’ın
(Allah’ın dahk yani gülme sıfatından bahsederek) şöyle demesidir: "Allah
(celle celaluhu) iki adamdan birisinin diğerini öldürmesi ve ikisinin de
Cennet'e girmeleri olayına gülmektedir." (Buhari; Müslim; Nesai; İbni
Mace; Ahmed; Malik)
Biz -sahih bir hadis zinciri ve güvenilir ravilerden gelen- bu (sıfatlara) ve
benzerlerine iman ederiz. Biz inkar etmediğimiz gibi, neyfde etmeyiz. Ne
de (te’vil ile) manasını, zahiri anlamıyla çelişen bir şey ile değiştiririz.
Mahlukatın sıfatları ile kıyas etmediğimiz gibi bi’datçıların tasarladıkları
isimleri kullanmayız. Biz, bilmekteyiz ki; Allah (sbt)’nın bir eşi veya dengi
yoktur: “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla
görendir.” (eş-Şura 42/11) Ve (yine bilmekteyiz ki) Allah (azze ve celle)
aklın tahayyül ettiği yahut düşünüp taşınarak elde etttiği bir düşünceye
muhalifdir.
Allah’ın (istiva sıfatına işaret eden) şu sözü de bunlara bir örnektir:
“Rahman (olan Allah) arşa istiva etmiştir.” (Ta-Ha 20/5) Ve (Allah’ın uluv
yani yücelik sıfatına dair) şu ifadesi: “Göktekinin sizi yere
geçirivermeyeceğinden emin mi oldunuz?” (el-Mülk 67/16)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu ifadesi (de uluv ve aynı
zamanda istikrar yani karar kılma sıfatına örnektir): "Semada olan ey
10
Rabbimiz Senin ismini mukaddes kılarız!” (Ebu Davud; Nesai, Amel elYevmi ve'l-Leyle, # 1037; Hakim, 1/344; Beyhaki, el-Esma ve's-Sifat, #
423) Bir defasında Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bir cariyeye: "Allah
nerededir?" diye sorunca, cariye: "Semadadır!" dedi. Nebi (sallallahu
aleyhi ve sellem) de: "Ben ona inandım o bir mü’mine kadındır." buyurdu.
Malik İbni Enes, Müslim ve diğer alimler bu hadisi nakletmiştir. (Müslim;
Ebu Davud; Nesai)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Husayn (bin İmran)’a şöyle
demiştir: "Kaç ilaha tapıyorsun? O: Yedi dedi. Altısı yerde biri gökte.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Hangisine ümid bağlayıp
hangisinden (ençok) korkuyorsun? diye sordu. O: Gökte olandan dedi.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle dedi: Altıyı bırak gökte olan
(Allah)a tap dedi ve sana iki dua öğreteceğim dedi. O, İslam’ı kabul etti
ve Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de ona şöyle demeyi öğretti: Ey
Allah’ım! Bana hidayet bahşet ve beni nefsimin şerrinden koru!" (Tirmizi;
İbni Kudame, el-Uluv, 19; Zehebi, el-Uluv li’l-Aliy el-Ğaffar, 23-24)
Önceden vahyedilmiş kitaplarda Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
ve ashabının alameti şudur: "Onlar, Allah’ın semada olduğuna iman
ederek yere secde ederler." (Tirmizi; İbni Kudame, el-Uluv, 21; Zehebi,
el-Uluv li’l-Aliy el-Ğaffar, 25; el-İsabe 2/470)
Ebu Davud Sünen’inde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle
buyurduğunu nakletmiştir: "Semanın bir katı ile diğer katı arasında şu
kadar mesafe vardır… Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle
buyurana kadar (bütün katlar arasındaki mesafelerden bahseder): Onun
üstünde de arş vardır. Bütün noksanlıklardan münezzeh olan Allah onun
üstündedir." (Ahmed; Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; İbni Ebi Asım, esSünne; Tahavi, Akide)
Selefin –Allah onlara rahmet etsin- bu ve benzerlerinden nakletmekte ve
tasdik etmekde icma ettikleri şeylerde biz ne red ne te’vil ne teşbih ne de
temsile meyletmiyoruz.
İmam Malik bin Enes kendisine: "Ey Ebu Abdillah! Rahman olan (Allah)
arş'a istiva etti! (ayetiyle ilgili) Allah arşa nasıl istiva etti? diye soruldu.
Şöyle cevap vermiştir: İstiva malumdur (bilinir). Keyfiyeti ise gayr-i
ma’kul (meçhul). Buna iman etmek vaciptir. Onun hakkında sormak da
bid’attır. Sonra da İmam Malik o soru soran adamı insanlara (acayip
sorular sormak ile) akidelerinde fitneye sokar korkusundan dolayı
11
mescidden çıkarılmasını emretmiş ve onu ilim meclislerinden
uzaklaştırılması için tazir (cezası) vermiştir." (İbni Kudame, el-Uluv, #
104; Zehebi, el-Uluv, 141-142; Ebu Nu'aym, el-Hilye, 6/325-326; Osman
bin Sa’id ed-Darimi, er-Red ale’l-Cehmiyye, 55; el-Lalika'i, Şerh Usul
İ'tikad Ehli Sünne, # 664; Ebu Osman es-Sabuni, Akidetu's-Selef, # 2426; Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat, 408; İbni Hacer, Fethu'l-Bari, 13/406407; Şeyhu'l-İslam İbni Teymiyye, Mecmu el-Fetava, 5/365)
Allah (azze ve celle)’nin Kelam Sıfatı
Allah (azze ve celle)’nin sıfatlarından (biri de) Allah’ın ezeli ve ebedi olan
kelam sıfatı ile konuşmasıdır. Allah dilediği kimsenin konuşmasını
işitmesini sağlar. Musa (as) bir aracı olmadan Allah’ın kelamını işitmiştir.
Cebrail (as) de işitmiştir. Bunun gibi kelamını işitmesine izin verdiği
melekleri ve peygamberleri de (kelamını işitir).
Allah (celle celaluhu) ahirette mü’min kulları ile konuşacaktır ve onlar da
Allah ile konuşacaktır. Onlara izin bahşedecek ve böylelikle onlar Allah’ı
ziyaret edecektir. Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurmuştur: "Allah,
Musa ile de doğrudan konuştu." (en-Nisa 4/164) Allah (azze ve celle)
şöyle buyurur: “(Allah) Ey Musa! Vahiylerim ve konuşmamla seni insanlar
üzerine seçkin kıldım dedi.” (el-A'raf 7/144) Allah (azze ve celle) şöyle
buyurur: “İşte peygamberler! Biz, onların bir kısmını bir kısmına üstün
kıldık. İçlerinden, Allah’ın konuştukları vardır.” (el-Bakara 2/253) Allah
(azze ve celle) şöyle buyurur: “Allah, bir insanla ancak vahiy yoluyla,
yahut perde arkasından konuşur.” (eş-Şura 42/51) Allah (azze ve celle)
şöyle buyurur: “Ateşin yanına varınca, ona şöyle seslenildi: Ey Musa
Şüphe yok ki, Ben senin Rabbinim!” (Ta-Ha 20/11-12) ve şöyle buyurur:
“Şüphesiz Ben Allah'ım. Benden başka hiçbir (tapılmaya layık hakiki) ilah
yoktur. Onun için bana ibadet et; beni anmak için namaz kıl.” (Ta-Ha
20/14) Bu son ayeti Allah’dan başka birinin söylemesi hiç kimse için caiz
değildir.
Abdullah ibni Me’sud (radiyallahu anh) şöyle demiştir: "Allah (subhanehu
ve teala) vahyi ile konuştuğu zaman sema ehli O'nun sesini işitir."
(Abdullah ibni Ahmed, es-Sünne, # 536) Abdullah ibni Me’sud
(radiyallahu anh) bunu Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den
nakletmiştir. (Buhari; Ebu Davud; İbni Huzayme, et-Tevhid, #95-96;
Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat, #200; İbni Ebi Hatim)
Abdullah ibni Uneys Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den şöyle
12
nakletmiştir: "Allah (subhanehu ve teala) Kıyamet Günü’nde (ilk
yaradılışları gibi) insanları çıplak, yalın ayak, sünnetsiz ve behmen
(üzerinde hiç birşey olmaksızın) haşredecektir. Sonra onları uzakta olanın
ve yakında olanın duyacağı bir sesle nida eder. Ben Malik’im! Ben
Deyyan’ım!" (Buhari Sahih; Buhari, el-Edeb el-Mufred, # 970; Ahmed,
Müsned, 3/495; Ebu Ya’la, Müsned; Beyhaki, el-Esma ve's-Sıfat, 78-79;
İbni Ebi Asım, es-Sünne, 514; Hakim, el-Müstedrek; İbni Hacer, Fethu’lBari)
Bazı rivayetlerde geçtiğine göre: "Musa (as) ateşi görmüş, ateş onun yere
düşmesine sebep olmuş ve Musa (as) ateşden korkmuş. Nitekim Rabbi
ona şöyle nida etmiş: Ey Musa! Musa (as) alel acele sesin kimden
olduğunu anlayarak: Buradayım, hizmetindeyim! Buradayım! Sesini
duyuyorum lakin Senin (bulunduğun) yerini göremiyorum neredesin?
demiş. Allah (subhanehu ve teala)’da: Ben üstündeyim, önündeyim,
sağındayım, solundayım demiş. Musa (as) da anlamış ki, bu sıfat Allah’tan
başkasına layık değildir ve şöyle demiş: Sen ey Rabbim, dediğin gibisin!
Ben, Senin sesini mi işitiyorum yoksa meleklerin sesini mi işitiyorum?
Allah (subhanehu ve teala): Hayır ey Musa aksine Benim sesim(dir
işittiğin)!"3
Kur’an Allah (subhanehu ve teala)’nın Kelamıdır
Yüce Kur’an Allah’ın kelamındandır. Allah’ın açık kitabı ve kopmayan
sağlam ipidir. Allah’ın dosdoğru yolu ve Alemlerin Rabbi’nin vahyidir. En
şerefli ruh (olan Cebrail) onu peygamberlerin efendisinin kalbine apaçık
Arapça indirdiğidir. Vahyedilmiştir ve yaratılmış değildir. Allah’dan
başlamış ve yine O’na dönecektir4.
Apaçık surelerden, net ayetler ve kelimelerden oluşur. Herkim Kur’an’ı
3
Müellifin bahsini ettiği bu olay sahih kaynaklarda bulunmadığı gibi, herhangi
bir konuda delil olarak da kullanılamaz. Allah’ın ilmiyle her yerde olması
dışında başka bir manada kullanılamaz.
4
Kur’an Allah’ın kelamı olması hasebiyle Allah’tandır ve yaratılmamıştır.
Kur’an’ın tekrar Allah’a dönmesi de bazı rivayetlerde geçen ahir zamanda
Kur’an’ın insanların ellerinden ve hafızalarından silinerek Allah’a
yükselmesidir Allahu alem. Bu hususta varid olan hadislerden birinde şöyle
denilmektedir:
Huzeyfe (radiyallahu anh)’dan ahir zamanla alakalı uzunca bir hadisde Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: "Allah
(azze ve celle)'nin kitabı Kur'an-ı Kerim bir gecede (kaldırılıp) götürülecek ve
yeryüzünde ondan tek bir ayet bile kalmayacaktır." (İbni Mace; Hakim, 4/473)
13
okur ve (irabına) uygun yaparsa okumasını, her okuduğu harf için on
hasene kazanır. Başı ve sonu vardır ve de bölümleri ve kısımları vardır.
Diller tarafından okunup kalp tarafından hıfz edilir, kulaklar tarafından
işitilir ve mushaflara yazılır. Muhkem ayetleri ve müteşabih olanları vardır,
nesh eden ve nesh olunanları vardır, özel olanı ve genel olanı yine bunlar
gibi emreden ve yasaklayan ayetleri vardır: "Ona ne önünden ne de
ardından batıl gelemez. O, hüküm ve hikmet sahibi, övülmeye layık olan
Allah tarafından indirilmiştir." (Fussilet 41/42); "De ki: Andolsun, insanlar
ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve
birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler." (el-İsra
17/88)
(Kur’an) kafirlerin hakkında şunları söylediği kitapdır. “Biz hiçbir zaman
bu Kur'an'a inanmayacağız.” (Sebe 34/31) Bazıları da şöyle demiştir: “Bu,
bir beşer sözünden başkası değildir!” (el-Müddesir 74/25) Allah şöyle
buyurmuştur: “Ben onu Sekar’a (cehenneme) sokacağım.” (el-Müddesir
74/26) Bir kısmı şiir olduğunu söylemiş Allah da şöyle buyurmuştur: “Biz
ona (Muhammed'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun
söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.” (YaSin 36/69) Nitekim Allah Kur’an’ın şiir olduğu iddiasını yalanlayınca ve
onun Kur’an olduğunu tasdik edince, akıl sahibi olan bir kimsenin
Kur’an’ın kelimeler, harfler ve ayetlerden müteşekkil Arapça bir kitap
olduğuna dair hiçbir şüphesi kalmamalıdır. Bu şundan dolayıdır, eğer öyle
olmasaydı kafirler onun şiir olduğunu iddia edemezlerdi.
Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurmaktadır: "Eğer kulumuza
(Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’an) hakkında şüphede iseniz, haydi onun
benzeri bir sure getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka
şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin)." (el-Bakara 2/23) Bilmedikleri ve
anlamadıkları birşeyi yapıp getirmelerini söylemek Allah için doğru
olmazdı (oysa Kur’an onların bilip anladığı Arapça harfler ve kelimelerden
oluşur; Allah da bu şekilde onlara meydan okumaktadır).
Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır: "Ayetlerimiz kendilerine apaçık
birer delil olarak okunduğunda, (öldükten sonra) bize kavuşmayı
ummayanlar: Ya (bize) bundan başka bir Kur’an getir veya onu değiştir,
dediler. De ki: Onu kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey
değildir. Ben ancak bana vahyolunana uyarım." (Yunus 10/15) Bu (ayet)
Kur’an’ın (kafirlerin) kendilerine okunmakta olan ayetler(den müteşekkil)
olduğunu doğrulamaktadır.
14
Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır: “Hayır, o, kendilerine ilim
verilenlerin göğüslerinde apaçık olan ayetlerdir.” (el-Ankebut 29/49) Allah
(azze ve celle) üzerine yemin ettikten sonra şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz bu, çok yüce, çok değerli Kur'an'dır. Korunmuş bir kitapta
(Levh-i Mahfuz’da) dır. Ona, temizlenip arınmış olanlardan başkası
dokunamaz.” (el-Vaqi'a 56/77-79)
Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır: "Kaf-Ha-Ye-Ayn-Sad."
(Meryem 19/1); "Ha-Mim. Ayn-Sin-Kaf." (eş-Şura 42/1) Allah (azze ve
celle) 29 sureyi hurufu mukatta ile başlatmaktadır.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kim
Kur'an okusa ve O'nu (irabına uygun olarak tertil üzere) tane tane okusa
(okuduğu) her harf için on sevap vardır. Her kim de O'nu okursa ve
okuduğunda yanlışlık yapar ise ona da her harf için bir sevap vardır."
(Taberani; el-Heysemi, Mecmau'z-Zeva'id, 7/163)
Şöyle de buyurmuştur: "Kur’an’ı, onun sözlerini okun (vurması gibi)
hızlıca fırlatan insanlar size gelmeden okuyun. Onların okudukları
gırtlaklarından aşşağıya geçmez. Sevabı için acelecidirler ve
geciktirmezler." (Ebu Davud; Ahmed; İbni Hibban, el-Mevarid, 1876; İbni
Kudame, el-Burhan, 35-36)
Ebu Bekir (radiyallahu anh) ve Ömer (radiyallahu anh) şöyle demişlerdir:
"Kur'an'ın i'rabı (onun kelime kelime kurallara uygun ve tertil üzere
okunması), bizlere onun bazı harflerini ezberlemekten daha sevimlidir."
(İbnu’l-Enbari, el-Vakf ve’l-İbtida, 1/20)
Ali (radiyallahu anh) şöyle demiştir: "Her kim Kur'an'ın bir harfini bile
inkar ederse (Kur’an’ın) hepsini inkar etmiş olur." (İbni Ebi Şeybe,
Musannef, 10/513-514; İbni Cerir et-Taberi, Tefsir, # 56)
Müslüman alimler, Kur’an’ın sure sayısı, ayetleri, kelimeleri ve harflerinin
sayısında icma etmişlerdir.
Müslümanlar arasında, üzerinde icma ile sabit olan Kur’an’dan bir sureyi
inkar edenin, bir ayeti, bir kelimeyi yada bir harfini inkar edenin küfrüne
dair bir ihtilaf yoktur. Bunda da Kur’an’ın harflerden (müteşekkil)
olduğuna apaçık delil vadır.
15
Ruyet Mü’minlerin Hesab Günü’nde Allah’ı Görmesi
Allah’ın mü’min kulları ahiret yurdunda kendi gözleri ile Allah’ı görecek ve
Allah’ı ziyaret edeceklerdir. Allah (celle celaluhu) şöyle buyurmaktadır: “O
gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakarlar.” (el-Kıyame 75/22-23)
Ve şöyle buyurmaktadır: “Hayır, şüphesiz onlar, kıyamet günü Rablerini
görmekten mahrum bırakılacaklardır.” (el-Mutaffifin 83/15)
Eğer Allah (celle celaluhu) kafirlerden örtülü olacaksa, bu durumda onlar
hoşnutsuz olacaklardır. Bu da, mü’minlerin (kafirlerin zıddına) hoşnut
olarak Allah’ı göreceğini gerektirir. Eğer böyle olmamış olsaydı, iki grup
arasında böyle bir ayrım yapılmazdı.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şüphesiz ki
sizler Rabbinizi şu (açık ve seçik gördüğünüz) ay gibi O'nu da açık ve
seçik olarak göreceksiniz." (Buhari; Müslim; Tirmizi; Ebu Davud; İbni
Mace; Ahmed) Bu, üzerinde icma olan sahih bir hadistir.
(Hadisde geçen ve teşbih bildiren) bu ifade, bir görme ile başka bir
görmenin mukayesesidir. (Yoksa) görünen birşeyi görmeyle, görünen
başka birşeyi görmenin mukayesesi değildir. Şüphe yok ki, Allah’ın dengi
ve eşi yoktur (yani gören kişinin, bakarak gördüğü aya bakar gibi bakarak
görecektir Allah’ı ve burada kıyaslanan ay ile Allah değil lakin insanın aya
bakarken gördüğü gibi Allah’a bakarak görmesidir).
Kaza ve Kader
Allah (subhanehu ve teala)’nın sıfatlarından birisi de dilediğini yapmasıdır.
Hiç birşey, O’nun iradesi dışında vuku bulmaz ve hiç birşey O’nun
maşiyetinden kurtulamaz. Bu dünyada O’nun takdirinden kurtulan hiç
birşey yoktur ve hiç birşey O’nun tedbiri dışında vuku bulmaz. Hiçbir
kimse kendisi için yazılmış kaderinin dışına çıkamaz ne de kendisi için
Levh-i Mahfuz’da yazılmış olanın dışına çıkmaya güç yetirebilecek kimse
vardır. Mahlukatın yaptıklarını Allah’dır dileyen. Allah (subhanehu ve
teala) kullarını (günah işlemekten) masum kılsaydı, onlar nasıl olurda
itaatsizlik yapabileceklerdi? Allah (subhanehu ve teala) onların tümünü
Kendisine itaat etmesini dileseydi, şüphesiz O’na itaat ederlerdi. Allah
(subhanehu ve teala) onları ve fiillerini yarattı. Onların rızıklarını ve
ömürlerinin uzunluğunu takdir etti. Hikmeti ile dilediğini de (hakka)
yöneltir. Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır: “Allah, yaptığından
sorumlu tutulamaz; onlar ise sorguya çekileceklerdir.” (el-Enbiya 21/23)
16
Allah (azze ve celle) şöyle buyurmaktadır: “Hiç şüphesiz, Biz her şeyi
kader ile yarattık.” (el-Kamer 54/49) ve şöyle buyurmaktadır: “Herşeyi
bir ölçü ile yaratıp kaderini belirleyen de O’dur.” (el-Furkan 25/2) ve şöyle
buyurmaktadır: “Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde uğradığınız hiçbir
musibet yoktur ki, Biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i
Mahfuz’da) yazılmış olmasın.” (el-Hadid 57/22) ve şöyle buyurmaktadır:
“Allah kimi doğru yola eriştirmeyi dilerse, onun kalbini İslam'a açar. Kimi
de saptırmak isterse, göğe yükseliyormuş gibi göğsünü daraltıp sıkıştırır.”
(el-Enam 6/125)
İbni Ömer (radiyallahu anh), Cebrail (aleyhi selam)’ın Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’e imanın ne olduğunu sorduğunu ve
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle cevap verdiğini
nakletmiştir: "İman; Allah'a, meleklerine, kitaplarına, rasullerine, ahiret
gününe ve kaderin hayır ve şerri ile Allah’tan olduğuna inanmaktır."
Bunun üzerine Cebrail (aleyhi's-selam): "Hakkı söyledin!" dedi. (Buhari;
Müslim; Tirmizi; Nesai; Ebu Davud; İbni Mace)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle de buyurmuştur: "Kadere,
hayrı ve şerriyle, tatlısı ve acısıyla iman ediyorum." (Malik; Hakim,
Me’arifatu Ulumi’l-Hadis, 31-32; el-Iraki, Şerhu’l-Ulfiyye, 327)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Hasan bin Ali (radiyallahu
anh)’a öğrettiği ve kendisinin de kunutta okuduğu dua şöyledir:
"(Allah’ım!) Şer olarak takdir ettiğin şeylerden beni koru!” (Ebu Davud;
Tirmizhi; Nesai; İbni Mace; Ahmed; Darimi; İbni Hacer, Telhis)
Biz, Allah (celle celaluhu)’nun kaza ve kaderini, Allah’ın emirlerine uymayı
ve yasaklarından kaçınmayı terk için bir mazaret olarak ileri sürmüyoruz.
Bilakis; bizler, Allah’ın hüccetinin kitaplar vahyetmesi ve peygamberler
göndermesi ile olduğunu bilmek ve anlamak ile mükellefiz. Alah
(subhanehu ve teala) şöyle buyurmaktadır: "Peygamberlerden sonra
insanların Allah’a karşı bir bahaneleri kalmasın." (en-Nisa 4/165)
Biz bilmekteyiz ki; Allah (azze ve celle) amel edilebilir yahut terkedilebilir
olandan başka birşeyi emretmez veya yasaklamaz. Allah (azze ve celle)
hiç kimseyi itaatsizlik işlemeye zorlamadığı gibi hiç kimseyi Kendisine
itaat etmeyi terketmek zorunda bırakmaz. Allah (celle celaluhu) şöyle
buyurmaktadır: “Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü
kılar.” (el-Bakara 2/286) ve şöyle buyurmaktadır: “Öyleyse güç
yetirebildiğiniz kadar Allah'tan korkup sakının!” (et-Tegabun 64/16) Allah
17
(celle celaluhu) şöyle de buyurmaktadır: “Bugün her bir nefis, kendi
kazandığıyla karşılık görür. Bugün zulüm yoktur.” (Gafir 40/17)
Bu, bütün kulların kendi amel ve kazanımları olduğunu gerekli kılar. (Kul)
kendi kazandığı salih ameller için ödül ile karşılık görür, kötü amelleri için
de azab ile karşılık görür. Bu Allah’ın kaza ve kaderi ile olur.
İman Söz ve Ameldir
İman; dilin beyanı, azaların ameli ve kalbin (tasdik ve) inacıdır. İtaat ile
artar ve itaatsizlik ile azalır.
Allah (subhanehu ve teala) şöyle buyurur: "Oysa onlar, dini yalnızca O'na
halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek,
namazı dosdoğru kılmak ve zekatı vermekten başkasıyla emrolunmadılar.
İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur." (el-Beyyine 98/5) Allah
(celle celaluhu), Allah’a tapınmayı, kalbin ihlasını, namazın ikame
edilmesini ve zekatın verilmesini bunların tümünün dinden (ve imandan)
olduğunu ortaya koymuştur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İman yetmiş
kadar şubedir. En yükseği: La ilahe illallah’a şehadet etmektir. En altı da
yoldan eza verecek bir şeyi kaldırmandır." (Buhari; Müslim; Tirmizi;
Nesai; Ebu Davud; İbni Mace; Ahmed, Müsned)
Böylece Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) söz ve ameli imanın
şubeleri arasında saymıştır. Allah (subhanehu ve teala) şöyle
buyurmaktadır: "İman etmiş olanlara gelince, inen sure onların imanını
artırmıştır." (et-Tevbe 9/124) ve yine şöyle buyurmaktadır: "İmanlarıyla
birlikte kat kat iman artırsınlar diye…" (el-Feth 48/4)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "La ilahe
illallah diyen ve kalbinde hardal tanesi yahut da zerre miktarı kadar iman
bulunan kişi cehennemden çıkar." (Buhari; Müslim; Tirmizi; İbni Mace;
Ahmed, Müsned) Böylece Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) imanın
değişik kademeleri olduğunu ortaya koymuştur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Bildirdiği sem'i
Haberlere İman
Bizler; Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in bildirdiği herşeye, sahih
18
olarak bizlere nakledilen sözlerine -ister biz bunları görmüş olalım ister biz
şahitlik etmiş olmayalım- iman etmemiz vacibdir. Biz bunların gerçek ve
hak olduğunu bilmekteyiz. Bu, bizim kavrayabildiğimiz, kavrayamadığımız
herşey için aynıdır. Biz, bunların zahiri manasının dışına çıkmayız İsra ve
Mirac hadisinde olduğu gibi. (İsra ve Mirac), Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem) uyanıkken olmuştur ve rüyasında olmamıştır. Doğrusu Kureyş
(kavminden kafirler İsra ve Mirac’ı) inanılmaz birşey olarak görüp inkar
etmiştir. Onlar rüyaları inkar etmezlerdi.
Bunun bir başka örneği de ölüm meleğinin Musa (aleyhi's-selam)’ın
ruhunu almak için teşebbüste bulunması olayıdır. Musa (aleyhi's-selam)
ona bir tokat atar ve onun gözünü çıkarır. Bunun üzerine ölüm meleği,
gözünü tekrar ona iade eden Rabbi’ne döner.
Buna bir başka örnek de Kıyamet Saati’nin; Deccal’ın (zuhur edip)
çıkması, Meryemoğlu İsa (aleyhi's-selam)’ın (tekrar yeryüzüne) inmesi ve
Deccal’ı öldürmesi, Ye’cüc ve Me’cüc’ün (zuhur edip) çıkması, Dabbetu’lArz’ın (zuhur edip) çıkması, güneşin batıdan (doğup) yükselmesi ve
bununla alakalı olarak sahih bir biçimde rivayet olunan alametleridir.
Kabir(deki) azab ve nimet haktır. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
kabir azabından (Allah’a) sığınmış ve her namazda (Allah’a sığınılarak
dua) yapılmasını emretmiştir.
Kabir sorgusu haktır. (İki melek olan) Münker ve Nekirin sorgulaması
haktır. Ölümden sonra tekrar diriliş haktır ve İsrafil (isimli meleğ)in sur’a
üflemesiyle olacaktır: "Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp
koşarak Rablerine giderler." (Ya-Sin 36/51)
İnsanoğlu Kıyamet Günü’nde ayağı ve üzeri çıplak ve sünnetsiz olarak
haşrolunacaktır. Arasat’da Peygamber Efendimiz’in şefaat etmesi ve
Allah’ın (haklarında hüküm vererek) hesab görmesine kadar
bekleyeceklerdir. Sonra mizan (tartı) kurulacak ve amel defterleri sağ ve
sol ellere (ya da arkasından) dağıtılacak: “Kime kitabı sağından verilirse,
artık onun hesabı, kolayca görülür. Ve kendi yakınlarına sevinç içinde
dönmüş olacaktır! Fakat kime kitabı arkasından verilirse, derhal yok
olmayı isteyecek. Çılgın alevli ateşe girecek.” (el-İnşikak 84/7-12)
Mizan’ın amelleri tarttığı iki kefesi ve bir de dili vardır: “Artık kimin
tartıları ağır gelirse, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Kimin
tartısı hafif gelirse, işte onlar da kendi nefislerini hüsrana uğratanlar,
19
cehennemde de ebedi olarak kalacak olanlardır.” (el-Mü'minun 23/102103)
Peygamber Efendimiz’in Hesab Günü’nde (Arasat Meydanı’nda,
Kevser’den) havzı olacaktır. Suyu, sütten beyaz ve baldan tatlı (kokusu
da miskten daha güzel) olacaktır. Havzda bulunan kaplar gökteki yıldızlar
gibi çokça olacaktır. Herkim bundan bir yudum içerse bundan sonra bir
daha (sonsuza kadar) susamaz.
Sırat (Köprüsü) haktır. Salih kimseler üzerinden karşıya geçecek, kafirler
ise üzerinden (Cehennem’e) düşecektir.
Peygamber Efendimiz, ümmetinden büyük günah işlemeleri sebebiyle
Cehennem’e girenler için şefaatde bulunacaktır. Böylece; onlar, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in şefaati sebebiyle Cehennem alev alev
parlayıp, kömür ve küller olarak yandıktan (sonra ancak o zaman)
Cehennem’den çıkartılacaklar.
(Bunun gibi) aynı zamanda diğer peygamberlerin, mü’minlerin ve
meleklerin şefaati de olacaktır. Allah (subhanehu ve teala) şöyle
buyurmaktadır: “Onlar, O’nun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat
etmezler ve hepsi O’nun korkusuyla titrerler.” (el-Enbiya 21/28)
Şefaatcilerin şefaati kafirler için olmayacaktır5.
5
Müellifin de açıkça zikrettiği gibi kafirler için şefaat yoktur. Allah
(subhanehu ve teala) şöyle buyurmaktadır: "Onlara (kafirlere) şefaatçilerin
şefaatçisinin şefaati fayda vermez." (el-Müddesir 74/48) Bu husustaki tek
istisna Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kafir olarak ölen amcası Ebu
Talib’e edeceği şefaattir. Ebu Talib Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)
sekiz yaşındayken onu himayesine almış ve peygamberliğin onuncu yılında ölene
kadar Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i himaye etmiştir. Mü’minlerin
annesi ve Peygamber Efendimizin zevcesi Hatice (raa) ve ardından da Ebu Talib’in
ölmesiyle Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) için çok güç bir dönem
başlamış oldu. Hüzün Yılı olarak tarihe kaydedilen bu dönemde Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)’in Mekke’de kalması zorlaşmış ve nihayetinde Allah
(subhanehu ve teala) Rasulüne ve mü’minlere bir kurtuluş kapısı açarak Medine’ye
hicret yolunu göstermiştir.
İbni Kesir el-Ma’ide 5/67 ayetinin tefsirinde Allah’ın Rasulünü korumasının
şekillerinden biri olarak Ebu Talib’den bahseder ve şöyle der: "(Allah)
risaletin başlangıcında amcası Ebu Talib vasıtasıyla Rasulünü muhafaza etti. Ebu
Talib kavminin reisi olarak Kureyş'liler tarafından sözü dinlenir, ulu bir
kişiydi. Allah Ebu Talib'in gönlüne, tabii olarak Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in sevgisini yerleştirdi. Ebu Talib şer'i olarak değil, tabii olarak
o'nu seviyordu. Eğer o müslüman olsaydı, Kureyşli kafirler ve liderler ona karşı
gelme cesaretini gösterirlerdi. Ancak onunla bu kafirler arasında bir küfür
iştiraki bulunduğu için, ondan çekinmişler ve kendisine saygı duymuşlardı. Ebu
Talib'in vefatı üzerine, müşrikler Hz. Peygambere çok işkence yaptılar." (İbni
Kesir, Tefsir) Siyer, tefsir ve hadis kitaplarında Ebu Talib’in hayattayken
20
Cennet ve Cehennem hiçbir zaman yok olmayacak iki Mahluk'tur 6.
Cennet, Allah dostlarının yurdu Cehennem ise Allah düşmanlarının azab
göreceği mekandır. Cennet ehli (Cennetde) sonsuza kadar kalacaktır.
“Şüphesiz suçlular Cehennem Azabı'nda devamlı kalacaklar, Azablar'ı
hafifletilmeyecektir. Onlar azap içinde kurtuluştan ümit kesmişlerdir.” (ezZuhruf 43/74-75)
"Ölüm (o zaman) süslenmiş bir koç şeklinde getirilir ve Cennet ile
Cehennem arasında kurban edilir. Sonra da şöyle nida edilir: Ey Cennet
ehli ebedi Cennet’tesiniz artık sizlere ölüm yoktur. Ey Cehennem ehli
sizler ebedi Cehennem’desiniz artık sizlere ölüm yoktur!" (Buhari)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’i himaye etmesi ve müşriklerden korumuş
olmasına dair çokça bilgi bulunur.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in amcası Ebu Talib’e şefaat etmesiyle
-ki bu şefaat, onun cehennemin en hafif azabıyla azablanmasına yolaçacaktıralakalı sahih olarak rivayet edilen hadislerden bazılarında şöyle denmektedir:
"Abbas ibni Abdu’l-Muttalib, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e şöyle
demiştir: Ey Allah’ın Rasulü! Seni amcan (Ebu Talib’e istiğfar ve şefaatle)
yardımdan alokoyan nedir? Allah’a yemin olsun ki; o seni her zaman saldırılardan
korurdu ve senin için düşmanlarına öfkelenirdi. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) bunun üzerine şöyle buyurdu: Ebu Talib, şimdi topuklarına kadar –dibi
yakın olan- ateşten bir çukur içindedir. Eğer benim şefaatim olmasaydı muhakkak
o cehennemin en derin çukurunda bulunurdu." (Buhari; Müslim)
Ebu Sa’id el-Hudri, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in yanında Ebu
Talib(in iyilikleri) zikredildiği sırada Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in şöyle buyurduğunu söylemiştir: "Umud ediyorum ki, Kıyamet Günü amcama
şefaatim fayda verecektir ve böylelikle amcam topuklarına çıkabilen ateşten bir
çukura konulacaktır ki orada (ateşin sıcaklığından) beyni kaynayacaktır."
(Buhari; Müslim) Hadisin bir başka versiyonunda ise, Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem)’in şöyle buyurduğu naklonulmuştur: "Orada dimağının aslı
kaynar!" (Buhari)
Bu şekilde cereyan edecek olan Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in Ebu
Talib’e şefaat etmesi olayı sadece Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
amcası Ebu Talib'e özel bir şefaatidir.
6
‘Cennet ve Cehennem hiçbir zaman yok olmayacak’ şeklindeki ifadenin ilk kısmı
olan ‘Cennet hiçbir zaman yok olmayacak’ şeklindeki yargı, bütün Ehl-i Sünnet
ve’l-Cemaat’in icma ile kabul ettikleri bir husustur. Bu ifadedeki ikinci önerme
olan: ‘Cehennem hiçbir zaman yok olmayacak’ şeklindeki yargı hususunda ise Ehl-i
Sünnet ve’l-Cemaat’in iki görüşü bulunmaktadır. Birinci görüşe göre; cehennem
tıpkı cennet gibi sonsuz olacaktır. Bu husustaki ikinci görüş ise; Ömer
(radiyallahu anh), İbni Me’sud (radiyallahu anh), Ebu Hureyre (radiyallahu anh),
Ebu Sa’id (radiyallahu anh) gibi sahabelerden ve seleften birçokları tarafından
dile getirilen, cehennemin çok uzun zaman geçtikten sonra son bulacağı
görüşüdür. Bu konuyla alakalı geniş bilgi, İbni Kayyım el-Cevziyye’nin ‘Hadi'lErvah’ isimli eserinde yine Tahavi’nin Akide’sine İbni Ebi’l-İzz el-Hanefi
tarafından yapılan şerhde ve başka kaynaklarda bulunabilir.
21
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ve Ashabının Hakları
Muhammed, Allah’ın Rasulü, peygamberlerin sonuncusu ve Allah
tarafından elçi olarak gönderilen (nebi ve rasul)lerin (efendisi, lideri ve)
imamıdır. Bir kulun imanı, onun mesajına inanmadıkça ve onun
peygamberliğine şehadet etmedikçe geçersizdir. O (sallallahu aleyhi ve
sellem) şefaat etmedikçe insanoğlu Hesap Günü’nde sorguya
çekilmeyecektir. O (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ümmeti ilk olarak
Cennet’e girmedikçe hiçbir ümmet Cennet’e girmeyecektir.
O (sallallahu aleyhi ve sellem), (altında Allah’a hamd edenlerin
bulunduğu) Liva'ul-Hamd sancağının (taşıyıcısı), (yaratanın ve
yaratılmışların övdüğü) Makam-ı Mahmud’un ve kendisine gelinecek
(Kevser) Havuzu(’nu)n sahibidir. Peygamberlerin imamı, onların hatibi ve
onların şefaatinin sahibidir. Onun ümmeti, ümmetlerin en faziletlisi,
sahabeleri de peygamberlere arkadaşlık edenlerin faziletlileridir, Allah’ın
rahmeti üzerlerine olsun!
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in ümmetinin en faziletlileri Ebu
Bekir es-Sıddık (radiyallahu anh) sonra Ömer el-Faruk (radiyallahu anh)
sonra Osman Zi’n-Nureyn (radiyallahu anh) sonra da Ali el-Murteza
(radiyallahu anh)’dır. Bu (sıralama), Abdullah ibni Ömer (radiyallahu
anh)’dan nakledilen ve onun şöyle dediğinden dolayıdır: "Bizler Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında şöyle derdik: Bu ümmetin
peygamberinden sonra en faziletlisi Ebu Bekir (radiyallahu anh) sonra
Ömer (radiyallahu anh) sonra Osman (radiyallahu anh) sonra da Ali
(radiyallahu anh)’dır. Bu söz Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’e
ulaşmış ancak o (ses çıkarmayıp) muhalefetde bulunmamıştır." (Buhari;
Tirmizi; Ebu Davud; Ahmed, Müsned; İbni Ebi Asım, es-Süne, # 1190)
Ali (radiyallahu anh)’dan sahih olarak rivayet edildiğine göre o şöyle
demiştir: "Peygamberinden sonra bu ümmetin en faziletlileri Ebu Bekir
(radiyallahu anh) sonra Ömer (radiyallahu anh)’dır. İsteseydim
üçüncülerinin de adını söylerdim." (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace;
Ahmed, Müsned; Hakim, el-Müstedrek, 1/71; Abdullah ibni Ahmed ibni
Hanbel, Zeva’id; İbni Ebi Asım, es-Sünne, 1201)
Ebu ed-Derda (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Güneş, nebi ve resullerden sonra
Ebu Bekir’den daha hayırlı birisi için ne doğmuş ne de batmıştır." (Ahmed,
Feza'il es-Sahabe,#135;İbni Ebi Asım, es-Sünne,#1224;Heysemi,
22
Mucem, 9/44; Ebu Nu’aym, 3/325)
Ebu Bekir (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den
sonra tüm mahlukat içerisinde hilafete en layık kimseydi. Bu, onun
fazileti, (erkeklerden İslam’a girmede) öne geçenlerden olması ve
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in onu, bütün sahabelerine –Allah
onlardan razı olsun- namazda tercih etmesi (ve onu yerine imam
ataması) sebebiyledir. Yine, sahabelerin onu öne geçirmede icma etmeleri
ve ona bey’at etmeleri sebebiyledir. Allah (subhanehu ve teala), onları
batıl üzere icma ettirmez.
Ebu Bekir (radiyallahu anh)’dan sonra (en faziletli kişi) Ömer (radiyallahu
anh)’dır, bu da; onun fazileti ve Ebu Bekir (radiyallahu anh)’ın
(kendisinden sonra) hilafeti ona vermesi sebebiyledir.
Ömer (radiyallahu anh)’dan sonra (en faziletli kişi) Osman (radiyallahu
anh)’dır, bu da; (halife seçen) şura üyelerinin onu tercih etmeleri
sebebiyledir.
Osman (radiyallahu anh)’dan sonra (en faziletli kişi) Ali (radiyallahu
anh)’dır, bu da; onun fazileti ve zamanının insanlarının (onun fazileti
hususundaki) icması sebebiyledir.
Bunlar, Raşid Halifeler’dir. Onlar, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in haklarında şöyle buyurduğu kimselerdir: "Benim sünnetime ve
benden sonra hidayet bulmuş olan Raşid halifelerimin sünnetine uyun. Azı
dişlerinizle (sünneti) sımsıkı tutun." (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace;
Ahmed, Müsned; Darimi; İbni Hibban, el-Mevarid; Hakim; İbni Ebi Asım,
es-Sünne; Beyhaki, Delailu'n-Nübüvve; İbni Abdu'l-Berr, Cami Beyani'lİlm ve Fazlihi)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hilafet
benden sonra otuz yıldır." (Ebu Davud; Tirmizi; Nesai, Feda'ilu's-Sahabe,
# 52; Hakim, 3/71 & 145; Ahmed, Müsned; İbni Hibban, # 1534)
(Hilafetin) sonu Ali (radiyallahu anh)’ın hilafeti ile olmuştur 7.
7
Raşid Halifeler genel ifadeler ile müellifin değindiği gibi olup ilk dört
halife için kullanılan bir terimdir. Ancak Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’den rivayet edilen ve hilafetin 30 yıl olduğunu bildiren hadis sebebiyle
birçokları Hasan ibni Ali (radiyallahu anh)’ın kısa süreli halifeliğini de bu
kapsamda değerlendirmişlerdir. Hasan (radiyallahu anh), babası Ali (radiyallahu
anh)’ın vefat ettiği gün halife olmuştur. Hernekadar bütün İslam beldeleri ona
bey’at etmese de insanlar ona bey’at etmiş ve halife tayin etmişlerdir. Bu ise
hicri 41 yıla denk düşmektedir. Böylelikle de Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
23
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in (Aşere-i Mübeşşere’den olan) on
kişinin cennetlik olduğuna şahitlik ettiği gibi biz de şahitlik ederiz.
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demiş (ve şahitlik etmiş)tir:
"Ebu Bekir cennetliktir, Ömer cennetliktir, Osman cennetliktir, Ali
cennetliktir, Talha cennetliktir, Zübeyr cennetliktir, Sa’d cennetliktir, Sa’id
cennetliktir, Abdu’r-Rahman bin Avf cennetliktir, Ebu Ubeyde bin Cerrah
cennetliktir." (Ebu Davud; Tirmizi; İbni Mace; Darimi)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in kendisi hakkında cennetlik
olduğuna şahitlik ettiği herkesin biz de cennetlik olduğuna şahitlik ederiz.
Bu (şahitlik) Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu ifadesinde
sellem)’in hilafetin 30 yıl süreceği ve Hasan (radiyallahu anh)’ın da
müslümanların arasını düzelteceğine dair verdiği bilgiler tahakkuk etmiştir.
Ebu Bekir (radiyallahu anh), hicri 22-24 yılları arasında; Ömer ibni Hattab
(radiyallahu anh), hicri 24-34 yılları arasında; Osman ibni Affan (radiyallahu
anh), hicri 34-36 yılları arasında; Ali ibni Talib (radiyallahu anh), hicri 3641 yılları arasında ve Hasan ibni Ali (radiyallahu anh) hicri 41 yılında
halifelik yapmışlardır. Daha sonra hilafet Mu’aviye (radiyallahu anh)’a
geçmiştir.
İbni Kesir, Hasan ibni Ali (radiyallahu anh)’ın hilafetine ilişkin şunları
zikreder: "Meşhur rivayete göre Hasan, hicretin kırkıncı senesinde Muaviye
(radiyallahu anh)'a bey'at etmiştir. Bu yüzden bu seneye Amü'l-Cemaa (cemaat
senesi) denilmiştir. Zira bu senede yönetim bütünüyle Muaviye (radiyallahu
anh)'ın elinde toplanmıştı.
İbn Cerir ile diğer siyer alimleri nezdinde meşhur olan görüşe göre halifeliğin
Muaviye'ye devredilişi, hicretin kırkbirinci senesinin başında cereyan etmiştir.
Hasan’ın Raşid halifelerden biri olduğunu, bu kitabın peygamberlik delilleri
bölümünde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in azadlısı Sefine'den
naklettiğimiz şu rivayet isbatlamaktadır: Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem) buyurdu ki: "Benden sonra halifelik otuz senedir, ondan sonra
hükümdarlık olacaktır."
Otuz senelik süre, Hz. Ali'nin oğlu Hasan'ın halifeliği ile tamamlanmıştır. O,
hicri kırkbirinci senenin Rebiyü’l-Evvel Ayı’nda Mu’aviye'nin lehine olmak üzere
halifelikten feragat etmiştir. Böylece Rasulullah'ın vefatından sonraki otuz
sene tamamlanmış oldu. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), hicri onbirinci
senenin Rebiyü’l-Evvel Ayı’nda vefat etmişti. Bu da Peygamber (sallallahu aleyhi
ve sellem)'in nübüvvetinin delillerinden biridir. Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem), Hz. Hasan'ın Mu’aviye lehine halifelikten feragatta bulunuşunu övmüş
ve bu fani dünyayı bırakıp kalıcı ahirete rağbet edişi sebebiyle onu
methetmiştir ki, o da bu ümmetin kanının akıtılmasına engel olmuştu.
Halifelikten vaz geçmiş, hükümdarlığı Mu’aviye'nin eline bırakmıştı ki,
Müslümanların idaresi tek emirin elinde toplansın. Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem), işte bu yüzden Hz. Hasan'ı övmüştü. Ebu Bekre es-Sakafi, Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'in minbere çıkıp Hasan bin Ali'yi yan tarafına
alarak kah cemaata kah Hasan'a bakıp şöyle dediğini rivayet etmiştir: Ey
insanlar, benim şu oğlum efendidir. Allah, bunun vasıtasıyla Müslümanlardan iki
büyük cemaatın arasını bulacak ve onları barıştıracaktır." (İbni Kesir, elBidaye ve'n-Nihaye, 6/249-250)
24
bulunduğu gibidir: "Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendisidirler."
(Tirmizi; Ahmed; Nesai, el-Kübra, 3/390) ve Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in Sabit bin Kays hakkındaki ifadesi: "Şüphesiz ki Sabit, cennet
ehlindendir." (Buhari; Müslim)
Kıble ehlinden hiç kimsenin -Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
bildirdiği müstesna- cennette mi cehennemde mi olduğunu bilemeyiz.
Lakin salih amel işleyenler için hayır ve kötü amel işleyenler için de şer
bekleriz.
Kıble ehlinden hiç kimseyi haram işlediği için tekfir etmediğimiz gibi,
(büyük şirk ve küfür olması müstesna) bir amelden dolayı onu İslam’ın
dışına da atmayız.
Biz; hac ve cihadın, salih olsun fasık olsun her emire itaat ile kıyamete
kadar devam edeceğine inanırız. Salih olsun fasık olsun her emirin
arkasında (cuma) kılmak da caizdir.
Enes (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şöyle
buyurduğunu rivayet etmektedir: "Üç şey imanın esasındandır. (Birincisi)
La ilahe illallah diyen bir kimseye (el ve dil uzatmaktan) çekinmemiz,
(işlemiş olduğu) bir günah yüzünden onu kafir saymamamızdır. (Yani
İslam'a uymayan) bir fiilinden dolayı onu İslam dışı ilan etmememizdir.
(İkincisi) Cihad, Allah'ın beni (Peygamber olarak) gönderdiği andan,
ümmetimin en çok neslinin Deccal'le savaşacağı ana kadar devam
edecektir. Adaletli (bir idareci)nin adaleti onu ortadan kaldıramayacağı
gibi zalim (bir idarecin)in zulmü de kaldıramaz. (Üçüncüsü ise) Kadere
inanmaktır.” (Ebu Davud; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, 9/156; Ebu Ubeyd
el-Kasım ibni Sellam, el-İman, 47; Suyuti, Cami es-Sağir)
Sahabeye sadakat, onları sevmek, onların güzel hasletlerini anmak,
Allah’tan onlara rahmet ve bağışlanma dilemek sünnettendir. Ayrıca
onların araalrında ihtilafa düştükleri şeylerdeki kötü hasletlerinden
bahsetmekten sakınmak, onların faziletlerine inanmak ve onların
üstünlüklerini kabul etmek (de sünnettendir). Allah (subhanehu ve teala)
şöyle buyurmaktadır: “Bunların arkasından gelenler şöyle derler:
Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla;
kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma!” (el-Haşr 59/10) ve
şöyle buyurmaktadır: “Muhammed, Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber
olanlar, inkarcılara karşı çetin, birbirlerine karşı da merhametlidirler.” (elFeth 48/29)
25
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle demiştir: "Ashabıma
sövmeyin. Nefsim elinde olana yemin olsun ki sizden birisi Uhud Dağı
kadar altın yığsa onların zirvesine ulaşamaz yarısına dahi ulaşamaz."
(Buhari; Müslim; Tirmizi; Ebu Davud; Ahmed, Müsned)
Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in zevceleri ve mü’minlerin
annelerine karşı hoşnut olmak da sünnettendir. Onlar her türlü şerden
arınmışlardır. Onların arasında en hayırlısı Hatice bint Huveylid (raa) ve
Ayşe bint es-Sıddık (raa) ki Allah (azze ve celle) onu kitabında temize
çıkarmıştır. (Mü’minlerin annesi) Ayşe (raa) Rasulullah (sallallahu aleyhi
ve sellem)’in bu dünyada ve ahirette zevcesidir. Allah (azze ve celle)’nin
onu temize çıkardığı hususta ona iftira atarsa, Allah (subhanehu ve
teala)’yı inkar etmiştir.
Mu’aviye (ibni Ebi Süfyan), Mü’minlerin dayısıdır8 ve Allah’ın Vahy ettiğini
yazan katiplerden biridir. Müslümanların Halifeleri'nden biridir, Allah
ondan razı olsun.
8
Müellif, Mu’aviye (radiyallahu anh)’ı mü’minlerin dayısı olmakla vasfetmiştir.
Bu şundan dolayıdır; Mu’aviye (radiyallahu anh), mü’minlerin annelerinden biri
olan Ümmü Habibe (radiyallahu anha)’nın kardeşidir. Alimler arasında,
mü’minlerin annelerinin kardeşlerine, mü’minlerin dayısı denilip denilmeyeceği
ihtilaflı bir meseledir. Şeyhu’l-İslam İbni Teymiyye (rahimahullah) bu konunun
ihtilaflı bir husus olduğunu söylemektedir. (Şeyhu’l-İslam İbni Teymiyye,
Minhacu’s-Sünne, 2/199)
el-Hallal (311H), Ehl-i Sünnet’in İmamı Ahmed ibni Hanbel’in Mu’aviye
(radiyallahu anh) için mü’minlerin dayısı denilebileceğini söylediğini nakleder:
"Ebu Talib’den rivayet edildiğine göre, o Ebu Abdullah’a, ‘Mu’aviye (radiyallahu
anh), mü’minlerin dayısıdır!’ yahut ‘İbni Ömer (radiyallahu anh), mü’minlerin
dayısıdır!’ demek hususunda sormuş. Ebu Abdullah (Ahmed ibni Hanbel) dedi ki:
Evet! Mu’aviye (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in
zevcesi Ümmü Habibe bint Ebi Süfyan (radiyallahu anha)’nın kardeşidir ve İbni
Ömer (radiyallahu anh), Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in zevcesi
Hafsa (radiyallahu anha)’nın kardeşidir. Ben: ‘Mu’aviye (radiyallahu anh),
mü’minlerin dayısıdır!’ yahut ‘İbni Ömer (radiyallahu anh), mü’minlerin
dayısıdır!’ diye söyleyebilir miyim? diye sordum. (Ahmed ibni Hanbel:) Evet!
(söyleyebilirsin) dedi." (el-Hallal, es-Sünne, 2/433)
"Harun ibni Abdullah’dan rivayet edildiğine göre, o, Ebu Abdullah’a şöyle
demiştir: Bana el-Rekka’dan bazı kimselerin şöyle dediğini bildiren bir mektup
geldi: Biz, ‘Mu’aviye (radiyallahu anh), mü’minlerin dayısıdır!’ demeyiz. (Ahmed
ibni Hanbel) sinirlendi ve: Neden bu meseleye itiraz ediyorlar? Tevbe edinceye
kadar, onlardan kaçınmak gerekir!" (el-Hallal, es-Sünne, 2/434)
"Muhammed ibni Ebi Harun ve Muhammed ibni Ebi Ca’fer, Ebu’l-Haris’in onlara
şöyle dediğini nakletmişlerdir: Biz, Ebu Abdullah’a, şöyle yazan bir not
gönderdik: Şöyle diyen kimse hakkında –Allah sana rahmet etsin- ne dersin: ‘Ben,
Mu’aviye vahiy katibidir demem ve onun mü’minlerin dayısı olduğunu da söylemem
çünkü o, hilafeti kılıçla ve zor kullanarak aldı!’ Ebu Abdullah (Ahmed ibni
Hanbel) şöyle dedi: Bunlar, kötü sözlerdir ve bunu söyleyenler terkedilmeli ve
onlardan sakınılmalıdır. Biz, insanları onlar hakkında uyarırız." (el-Hallal,
es-Sünne, 2/434)
26
Hilafet ve Halifeler
Adil olsun, zalim olsun Müslümanların emirleri ve halifelerine işitip itaat
etmek sünnettendir. Bu, onlar Allah’a isyanı emredinceye kadar böyledir.
Muhakkak ki, Allah’a isyanda hiç kimseye itaat yoktur.
İnsanların sözbirliği ederek ve memnuniyetle kendisine hilafet verilen
kimseye bunun gibi insanlarla halife oluncaya ve Emir el-Mü’minin olarak
açıklanıncaya kadar savaşan kimseye itaat vacibdir. Ona muhalefet
etmek, ona karşı isyan etmek ve müslümanlar arasında (ona karşı)
muhalefet tohumları ekmek ise yasaklanmıştır.
Ehli Bi’dat
Bi’dat ehlini (boykot amaçlı) terketmek ve onlardan kendini beri tutup
mesafe koymak, din hususunda tartışmaktan ve çekişmekten sakınmak,
onların kitaplarını okumamak ve onları(n konuşmalarını) dikkate almamak
(yoluyla onlardan hicret etmek de bu mana) da sünnettendir. Dinde
ortaya konulan her yeni şey bi’dattır.
Kendisini İslam ve Sünnetten başka -Rafızi, Cehmiyye, Havaric,
Kaderiyye, Mürci’ye, Mu’tezile, Keramiyye, Küllabiye ve onlar gibi
olanların (kendilerini atfettikleri) gibi- isimlerle vasfeden herkes
bi’datçıdır. Bunlar, sapık fırkalar ve bi’dat gruplarıdır. Allah bizi onlardan
korusun!
İmama -mesela dört mezheb gibi- fer’i meselelerde uymaya gelince bu
durumda bu kınanmamıştır. Esasında fer’i meselelerdeki ihtilaf rahmettir
ve ihtilafa düşenler ihtilaflarında övülmüştür9. İctihadları sebebiyle
ödüllendirileceklerdir. İhtilafları büyük rahmet ve icmaları kat’i delildir.
9
Burada sözkonusu olan ihtilafın övülmesi, dinin fer’i meselelerinde alimlerin
ihtilaf etmeleri sebebiyle kınanmayacak oluşudur. Burada dikkat edilmesi gereken
bir diğer husus ise, ihtilafın kendisinin övülmeyişidir. Şüphe yok ki, ittifak
ihtilafdan hayırlıdır. Burada daha çok, ictihadın teşviki ve övülmesi vardır.
Çünkü ictihad, hakkın ortaya çıkarılması girişimidir. Nitekim bu sebeple
ictihadda yanılan da bir ecir almaktadır. Alimlerin bu hususlarda ictihad ederek
yanılmalarını Allah’ın afvetmesi ve dahi bir ecir ile ödüllendirmesi, Allah’ın
rahmeti iledir. Bunun yanısıra, Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’den
rivayet edilen: ‘Ümmetimin ihtilafı rahmettir!' şeklinde geçen söz ise uydurma
bir sözdür. Herhangi muteber bir hadis kitabında bulunmadığı gibi, zayıf olsun
batıl olsun bir rivayet zinciri dahi yoktur. Bu hadisle alakalı olarak
Ümmetimin ihtilafı rahmettir başlıklı yazıya bakılabilir.
27
Son Söz
Allah’tan bizi bi’datçılardan ve fitnelerinden korumasını, ve İslam ve
Sünnet üzere yaşamamızı sağlamasını dileriz. Bizi, Rasulullah (sallallahu
aleyhi ve sellem) hayattayken ona uyanlardan kılmasını ve ölümden sonra
tekrar dirilmede bizleri rahmeti ve lütfu ile Rasulullah (sallallahu aleyhi ve
sellem)’in arkadaşı olarak diriltmesini (de dileriz)! Amin
Bu, İ’tikadın sonudur. Hamd yalnızca Allaha’dır. Salat ve selamı efendimiz
Muhammed’e, aline ve ashabına olsun!
28
Download