tefsir - Ankara Üniversitesi Açık Erişim Sistemi

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAMÎ BİLİMLER (TEFSİR)
ANABİLİM DALI
BOYKOT DÖNEMİNDE NAZİL OLAN SURELERİN TESPİTİ VE
DEĞERLENDİRİLMESİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ABDÜLVAHİD YAKUB SİPAHİOĞLU
TEZ DANIŞMANI
PROF. DR. HALİS ALBAYRAK
ANKARA 2014
1
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAMÎ BİLİMLER (TEFSİR)
ANABİLİM DALI
BOYKOT DÖNEMİNDE NAZİL OLAN SURELERİN TESPİTİ VE
DEĞERLENDİRİLMESİ
YÜKSEK LİSANS TEZİ
ABDÜLVAHİD YAKUB SİPAHİOĞLU
TEZ DANIŞMANI
PROF. DR. HALİS ALBAYRAK
TEZ JÜRİSİ ÜYELERİ
İmza
……………………………………….
……………………
…………………………………….....
……………………
……………………………………….
……………………
TEZ SINAV TARİHİ
………………….
I
TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE
Bu belge bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış
ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin
gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı
ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim (…./…./2014).
Tezi Hazırlayan Öğrencinin
Adı ve Soyadı
Abdülvahid Yakub
SİPAHİOĞLU
İmzası
……………..
II
İÇİNDEKİLER
KISALTMALAR ........................................................................................................ V
ÖNSÖZ ...................................................................................................................... VI
GİRİŞ ........................................................................................................................... 8
1.
Araştırmanın Konusu ve Önemi........................................................................ 8
2.
Araştırmanın Yöntemi ve Kaynakları ............................................................. 13
BİRİNCİ BÖLÜM: BOYKOT HADİSESİNİN TARİHİ ARKA PLANI................. 26
1.
Kureyş Muhalefetinin Yapısı .......................................................................... 26
2.
İslam’ın Mekke Toplumsal Yapısına Etkisi.................................................... 37
3.
Boykot Kararının Sebepleri............................................................................. 45
İKİNCİ BÖLÜM: MEKKÎ SURELERİN KRONOLOJİSİ ve BOYKOT YILLARI 55
1.
Surelerin Nüzul Zamanları .............................................................................. 59
1.1.
Mevdudi’nin Nüzul Sıralaması Değerlendirmeleri ..................................... 59
1.1.1.
Nüzul zamanını Tespit Yöntemi .......................................................... 60
1.1.2.
Mevdudi’ye Göre Üçüncü Dönemde Nazil Olan Sureler .................... 62
1.2.
Muhammed Abid el-Cabiri’nin Nüzul Sıralamasını Tespit Yöntemi ......... 66
1.2.1.
Nüzul Zamanını Tespit Yöntemi.......................................................... 67
1.2.2.
Cabiri’ye Göre Boykot Döneminde Nazil Olan Sureler ...................... 72
2.
Mevdudi ve Cabiri’nin Yöntemlerinin Karşılaştırılması ................................ 74
3.
Boykot Öncesi Nazil Olan Sureler .................................................................. 76
4.
Boykot Dönemi Nazil Olan Sureler ................................................................ 78
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SURELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ................................. 80
1.
Boykot Sürecinin Değerlendirilmesi ............................................................... 80
2.
Boykot Sureleri Hakkında Genel Bir Değerlendirme ..................................... 93
2.1.
Mümin Suresi .............................................................................................. 94
2.2.
Fussilet Suresi.............................................................................................. 97
2.3.
Şura Suresi ................................................................................................... 99
2.4.
Zuhruf Suresi ............................................................................................. 101
2.5.
Duhan Suresi ............................................................................................. 102
2.6.
Casiye Suresi ............................................................................................. 103
III
3.
İki Ana Muhatap ve Boykot Öncesi Sureler ................................................. 105
3.1.
Müşrikler ................................................................................................... 106
3.1.1.
Şirk ve Siyasi Tavır ............................................................................ 106
3.1.2.
Batıl Delillerle Tartışma “‫ ”ﺟﺤﺪ‬.......................................................... 108
3.1.3.
Müşrik Muhalefetin Durumu: Çok Seslilik........................................ 113
3.2.
Hz. Peygamber .......................................................................................... 118
3.2.1.
Hz. Peygamber’in Müşrikler Karşısındaki Konumu.......................... 118
3.2.2.
Hz. Peygamber’in Vahiy Karşısındaki Konumu ................................ 119
3.2.3.
Hz. Peygamber’e Yönelen Temel Uyarı: Şüpheye Düşme- Uzlaşma 122
3.2.4.
Hz. Peygamber’in Müminlere ve İnkârcılara Karşı Tavrı ................. 124
4.
Muhatapları İtibariyle Boykot Dönemi Sureleri ........................................... 126
4.1.
Müşrikler ................................................................................................... 127
4.1.1.
Tartışmacı Tavır ve Allah Hakkındaki Zanları .................................. 127
4.1.2.
Nübüvvet Makamı Hakkındaki İddiaları ........................................... 129
4.1.3.
Vahiy Karşısındaki Durumları ........................................................... 130
4.2.
Hz. Peygamber ve İnananlar...................................................................... 131
4.2.1.
Temel Tavır: Dini Allah’a Has Kılmak ve “Şeriata Uy” Emri .......... 131
4.2.2.
Müminlerin Durumu .......................................................................... 137
SONUÇ .................................................................................................................... 141
KAYNAKÇA ........................................................................................................... 144
ÖZET........................................................................................................................ 152
ABSTRACT ............................................................................................................. 153
IV
KISALTMALAR
AÜİF
: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
bkz.
: Bakınız
c.
: Cilt numarası
çev.
: Çeviren
MEB
: Milli Eğitim Bakanlığı
DİA
: Diyanet İslam Ansiklopedisi
TDV
: Türkiye Diyanet Vakfı
Hz.
: Hazretî
s.
: Sayfa numarası
(sav)
: Sallallâhu Aleyhi ve Sellem
sad.
: Sadeleştiren
sy.
: Sayı
thk.
: Tahkik eden
b. t. y.
: Basım tarihi yok
Tkd.
: Takdim
Yay.
: Yayınları
V
ÖNSÖZ
Sözlü bir hitabın yazılı kaydı olan Kur’an-ı Kerim’in, ilk muhataplarına
doğrudan hitap ettiği ve kendilerine yönelik yoğun atıflarda bulunduğu aşikârdır. Bu
atıfların yanı sıra kısa ve öz ifadelerle konuşan Kur’an; ilk muhatabının kafasında yer
alan kodlamaları kullanarak onların günlük dilinin pratikleri ile hareket etmiştir.
Başından sonuna sıradan bir kitap gibi okunmaya uygun olmayan sure ve ayet tertibi,
okuyucuyu şaşırtacak bir şekilde sürekli olarak değişen konularıyla; Kur’an’ın bir
canlı hitab oluşundan kaynaklanmaktadır.
Hitap, muhatabının kafasındaki ifade pratiklerini kullanarak insanları aciz
bırakan bir söz olmuştu. İşte bu gibi sebeplerle bir hitabı en iyi o hitaba muhatap
olanların anlayacağı fikriyle yola çıkan bu çalışmamız; öncelikle bir Müslüman
olarak Kur’an-ı Kerim’i nüzul ortamında nasıl anlaşıldığını kavrayarak anlamak ve
onu fikir dünyamızda olması gerektiği yere koyma hedefinin ilk adımı
hüviyetindedir. Ümidimiz ve duamız Allah’ın inayetiyle bu nevi çalışmalarımızı
kararlılıkla sürdürüp bu alanda attığımız bu ilk adımın devamını getirebilmektir.
Çalışmamı hazırladığım yaklaşık bir buçuk yıllık süre zarfında beni sabırla
dinleyen ve tavsiyeleri, yönlendirmeleri ile bu çalışmanın ortaya çıkmasına en büyük
katkıyı sunan değerli danışman hocam Prof. Dr. Halis Albayrak’a teşekkürü bir borç
bilirim. Ayrıca lisansüstü düzeyden başladığım Tefsir anabilim dalı çalışmalarında
belirli bir bakış açısı, literatür bilgisi ve İslami ilimler vizyonu kazanmamda emeği
büyük olan Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tefsir Anabilim Dalı’nın değerli
hocaları; Prof. Dr. Salih Akdemir, Prof. Dr. Ahmet Nedim Serinsu, Prof. Dr. Mehmet
Akif Koç ve Prof. Dr. Mehmet Paçacı hocalarıma ve Erciyes Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi öğretim üyesi hocam Doç. Dr. Şahin Güven’e de ayrıca teşekkürü bir borç
bilirim.
VI
Bütün eğitim hayatım boyunca benden desteklerini esirgemeyen değerli
aileme: ilk hocalarım babam Celalettin Sipahioğlu ve annem Nimet Sipahioğlu’na ve
kıymetli kardeşlerime de şükranlarımı arz ediyorum. Ayrıca süreç boyunca destekleri
ile faydalı bir tez çalışması ortaya konabilmesi için benim gibi genç araştırmacılara
ilgi gösterip maddi ve manevi destek veren; Uğur Altun, Hikmet Yıldırım, Metin
Mahitapoğlu ve Hasan Gültekin ağabeylerime ve benim için destekleri çok kıymetli
olan Cenk Beyaz kardeşime de teşekkür ediyorum.
Abdülvahid Yakub Sipahioğlu
Ankara 2014
VII
GİRİŞ
1. Araştırmanın Konusu ve Önemi
Kur’an’ın belirli bir dönemde inen belirli bölümünü konu alarak yapılan
çalışmalar temel bir varsayıma dayanmaktadır. Kur’an; nazil olduğu 23 yıllık sene
zarfında canlı bir hitab olarak, muhataplarının davranışlarına, toplumsal olgularına ve
zihin dünyalarına verilen bir cevap hüviyetine sahiptir. Bu cevap olma hüviyeti nüzul
yıllarını dolduran hadiselerin birer sonucu olarak İslam toplumunun doğuşuna
kaynaklık etmektedir.
Temelde iki tip muhatabı bulunan Kur’an inananlar ve inkârcıların hem kendi
içlerinde yaşadıkları hem de birbirleri ile yaşadıkları durumları ele almış, bu
durumlara ilişkin yönlendirmelerde bulunmuş ve muhataplarının bu yönlendirmelere
verdikleri cevaplar Kur’an’ın bir sonraki hitabının şekillenmesine katkıda
bulunmuştur.
Olgularla kurduğu canlı iletişiminde Kur’an; özü itibariyle uluhiyet,
rububiyet, nübüvvet, ahiret, tevhid başlıkları ile özetleyebileceğimiz temel mesajını
aktarırken muhataplarının durumunu gözetmiş ve mesaj; zeminde karşılığı olan bir
üslup ve muhteva ile nazil olmuştur. İlk nazil olan ayetlerde/surelerde işlenen
konular ile zaman içerisinde anlatımı yoğunlaşan konulara baktığımızda bu durumu
kolaylıkla görebiliriz.
Nitekim Kur’an’ın ilk surelerinin muhtevasına ilişkin Fazlur Rahman’ın
yorumu şu şekildedir:
Kur’an’ın ilk inen sureleri açıkça göstermektedir ki, o toplumun vahim meseleleri,
şirk, fakirlerin sömürülmesi, ticari ahlaksızlık ve topluma karşı genel bir
8
sorumsuzluktur (Kur’an’ın bütün bunları birbirine bağlı sorunlar olarak gördüğüne
dair yeterince delil olduğu kanaatindeyiz).1
Burada meseleyle alakalı olarak yalnızca surelerin içerdiği konulardan değil
kullanılan kavramlar ve hitabın üslubundan da bahsetmek gerekmektedir. Özellikle
muhatapların Kur’an karşısındaki konumlarını ifade eden kavramların kullanımında;
içlerinin doldurulması itibariyle zaman zaman anlam daralmaları yahut genişlemeleri
şeklinde gözlemleyebileceğimiz bir farklılık göze çarpmaktadır. Bunda etkili olan
tabi olarak o an hitap edilen ortam veya atıfta bulunulan hadisenin taraflarının
durumudur.
Denilebilir ki; müşriklerin içinde bulundukları durum, başından beri şirk olsa
da onların Kur’an karşısındaki durumlarını ifade eder anlamıyla müşrik kelimesinin
kendisiyle kast edilen bu anlamı, daha doğrusu şirk koşanların “‫ ”ﻣﺸﺮﻛﻮن‬olarak
isimlendirilmeleri, Kureyş’in; Kur’an’ın hakikatine vakıf olduktan sonra onu inkâr
etmede ve Allah’ın dışında taptıkları, ilah edindikleri nesneleri sahiplenmede
gösterdikleri inat ile ortaya çıkmıştır. Ve ancak inanmayacağı kesinleşen, kör, sağır,
kalpleri kapalı olarak tarif edilen kimseler; aslında bu dönemlerde böyle kimselere
dönüştükleri için belirli bir sürecin sonunda Kur’an onlar hakkında bu gibi ifadeler
kullanmaya başlamıştır. Bir topluma hayatlarını kökten değiştirecek bir mesajı
iletmek, hele ki bu mesaj bir şeriat olacaksa bir çırpıda iletmek veya daha başlangıçta
muhatapları inanmayan kimseler olarak addetmek yanlış olur. Hitabet sanatının
gereği olarak hitabın şekli ve mesajın aktarılma üslubu muhatapların tepkilerine göre
şekillenir.
Söz gelimi şöyle bir soru soralım: şayet Mekkeliler Urve’nin mektubunda
anlatıldığı gibi imanın kıyısına yaklaştıkları rivayet edilen 2 bisetin ilk yıllarında
1
Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, çev. Hayri Kırbaşoğlu-Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu
Yay., Ankara 1999, s.56.
2
Çalışmamızın ilk bölümünde değineceğimiz bu mektup şu şekildedir: “Hişam b. Urve, babası
Urve’nin Abdulmelik b. Mervan’a şu mektubu yazdığını rivayet eder: Tanrı, hidayet ve nurdan ibaret
olan Kuran ayetlerini indirerek onu elçisi diye gönderir. O, ilk önce dine davet ettiği vakit kavminden
uzaklaşmadı. Onların put ve ilahlarını(tavağıt) ayıplayıncaya kadar bu hâl devam etti. Az kalsın kavmi
onun sözlerini dinleyeceklerdi. Bu sırada Kureyş’ten bazı kimseler Taif’ten geldiler. Onlar, kendileri
9
Taif’ten gelen iki adamın kışkırtmasına kanmayıp iman etmiş olsalardı durum nasıl
şekillenirdi? Bunun nasıl olacağına dair bir varsayımda bulunmak zordur. Ancak net
bir şekilde ifade edebiliriz ki iman etmiş olmaları bir ihtimaldi ve Kur’an karşısında
muhataplarının aldıkları tavır her bir kırılma anında farklı ihtimaller de söz konusu
iken bugün gerçekleştiğini okuduğumuz hadiseler cereyan etmiştir.
Bugün okuduğumuz hadiseler, Kur’an’ın nazil olduğu ortamı şekillendiren
olaylar olarak temelde Hz Peygamber (sav) ve Kur’an’a yönelen; müşrik Kureyşliler,
Yahudiler ve kısmen de olsa Hıristiyanlar tarafından ortaya konan düşmanlıkla
şekillenmişlerdi.3 Bu düşmanlığın ürettiği karşı duruş Kur’an’ın ve Hz Peygamber’in
(sav) konumuyla etkileşim içerisine girerek nüzul ortamını şekillendirmede başat bir
rol oynamıştır.
Elbette ki burada sadece Kur’an’a düşman olanların davranışları değil hem bu
düşmanlık karşısındaki tutumları hem de Kur’an’ın mesajını hayatlarına aktarırken
yaşadıkları hadiselerle müminlerin durumu da en az Kur’an’ın düşmanlarının
oynadığı rol kadar etkin bir konumdadır. Nitekim Medine dönemi surelerinde;
Mekke döneminde okuduğumuz, müşriklerin tutumlarına yönelik, yoğun atıfların
yerini Yahudiler ve müminlerin durumlarına yapılan atıflar almıştır.
Tüm bunların yanında Kur’an hitabının şekillenmesinde hitap ettiği ortamın
olgularından kaynaklanan tek yönlü bir etkilenme değil Kur’an’ın da olgulara
yönelttiği müdahalesiyle bir karşılıklılık söz konusudur. Binaenaleyh vaka; asıl
mesajın aktarımında üslup ve muhtevanın hitap edilen ortam ile hitabın birbirlerine
muhtelif zaviyelerden tesir ettikleri canlı bir iletişimin gerçekleşmiş olduğudur.
ile birlikte mal ve para getirmişlerdi. Taif’ten gelen bu zatlar, Tanrı elçisinin davetini reddettiler; O’na
karşı şiddet gösterdiler. Tanrı elçisinin sözlerini nefretle karşıladılar. Kendilerine itaat edenleri Tanrı
elçisinin aleyhinde harekete geçmeye isteklendirdiler. Onların propagandası tesiriyle bütün halk, Tanrı
elçisine karşı cephe aldı. Ancak Tanrı tarafından korunanlar, bu harekete katılmadılar. Fakat onların
sayısı azdı. Tanrı elçisi, Tanrı’nın takdir ve tayin ettiği müddet bu halinde yaşadı. Bundan sonra
Kureyş’in ileri gelenleri İslamiyet’i kabul etmiş olan oğul ve kardeşlerini ve kendi soylarından
olanları dinlerinden ayırmak için her türlü zorluklara, fitne ve belalara katlandırdılar.” Taberi,
Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan- Ahmet Temir, MEB, Ankara 1991, 2/142144.
3
Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.56.
10
Kur’an hitabının tarihsel çevresine ve hitap ile muhatap arasındaki canlı
ilişkiye ilk işaret edenler klasik dönemden çıkmıştır. Bunların başında kendi
döneminin sınırlı talebini bir şekilde aşan, kendi zamanında cılız kaldığından olsa
gerek, İslam dünyasında çok geç bir zamanda adeta yeni bir keşif gibi farkına varılan
Şatıbi (h.790); nüzul ortamının bilgisine ulaşma ihtiyacını net bir şekilde vurgulamış
ve klasik usulü aşan bir talepte bulunmuştur:
Kuranı anlamak için gerekli ilimlerden biri de Kuranın indiği sırada mevcut bulunan
söz, fiil ve hareket tarzlarıyla ilgili Arap adetlerini bilmektir. Özel bir nüzul sebebi
yoksa Kuran ilmine dalmak isteyen kimse için bu bilginin olması zaruridir.4
Şatıbi’nin tarih içinde cılız kalmış gibi görünen sesine yer yer eşlik eden
başka sesler duymak da mümkündür. Ebu’l-Hayyan’ın (h.745) “bu dil onların dili,
muhit onların muhiti, beyan onların beyanı idi” ifadesini bu bağlamda zikretmek
gerekir.5 Ortaya konan bu görüş, bu şekliyle ardına düşülüp Kur’an’ın anlaşılması
konusunda
bir
usul
olarak
denenmiş
değildir.
Ancak
muhtelif
Kur’an
araştırmalarında ve tefsir çalışmalarında bu usulün imkânlarını arayan çalışmalar
giderek artmaktadır. Neticede bugün vahyin indiği topluma göre çok fazla
değişikliğe uğramış bir toplumsal dokuya sahip olan bugünün Müslüman toplumları
için Şatıbi’nin bahsettiği ihtiyaç, onun konuştuğu günden daha yoğun bir şekilde
kendini hissettirmektedir. Ve bu durum Kur’an’la ilgili yeni bir tasavvuru
gerektirmektedir. Nitekim temelde mesele bugünün düne nazaran değişmiş olan
parametreleriyle bir okuma gerçekleştirmektir.6
Yeni parametreler üzerinden gerçekleşecek bir okuma; Kur’an’ı çevreleyen
klasik usulün kendi dönemine ait anlama usulünü aşacak ve Kur’an hakkında yeni bir
tasavvur inşa edecek bir okuma olmalıdır.7 Diğer bir ifadeyle bu inşa ile Kur’an’ın
4
Ebu İshak Şatıbî, el-Muvafakat: İslami ilimler Metodolojisi, çev. Mehmet Erdoğan, İz Yayıncılık
İstanbul 1993, 3/335.
5
Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak- Tefsirde Anakronizme Ret Yazıları-, Ankara
Okulu Yay, Ankara 2013, s.62.
6
Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, çev. Alpaslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yay, Ankara
2007, s.78.
7
Halis Albayrak, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, Şule Yay., İstanbul 2011, s.23-24.
11
sahabenin zihnindeki tasavvurunu 8 yakalamak adına aslında onu sadece korumak
maksadıyla oluşturulmuş mushaf tertibini 9 aşarak iniş sürecinin tarihi zeminine
paralel bir okumadan bahsediyoruz. Esasında yapılması teklif edilen okuma yeni bir
bilgi türü oluşturmak değil yeni bir sunum biçimidir.10
Nasr Hamid Ebu Zeyd Kur’an’ı edebi olarak incelemek gerektiğinden
bahseder. 11 Kur’an’ı edebi olarak inceleme teklifi; yazarın eserini yazdıktan sonra
karşı karşıya kaldığı akıbetten de anlaşılacağı üzere Müslümanların Kur’an ile ilgili
kodlarını sert bir şekilde zorlamıştır. Ve belki de belirli bir süre daha enine konuna
ele alınacak gibi durmamaktadır. Cabiri ise bu noktada Kur’an’ı tanımlamaktan
bahseder. Bu tanımlamada Kur’an’a yönelen bir felsefi cesaretin olması gerektiğini
söyleyen Cabiri,12 Kur’an’ı çevreleyen geniş literatürün çöpe atılmaması gerektiğini
ancak bünyesinde barındırdığı ideolojik ve tarihsel boyutlarını ayıklamak ve
Kur’an’a doğrudan uzanırken onu açıklamak maksadıyla oluşturulmuş külliyatı
pratik olarak kullanmak gerektiğini söylemektedir.13
Kur’an’ın anlaşılmasıyla ilgili burada aktardığımız değerlendirmelerin
temelinde Kur’an’ı iki kapak arasında bir mushaf olarak ele alıp öylece tanımlamak
yerine; çözümlerinde indiği dönemin özelliklerinin bulunduğu fikri 14 ile onun ilk
inmeye başladığı günden mushaf haline geldiği zamana kadar olan oluşum sürecini
ele alıp geçirdiği aşamaları anlamaktan hareket eden bir tanımlama düşüncesi
8
Halis Albayrak, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, Şule Yay., İst. 2011, s.18.
9
Mesut Okumuş, Kur’an’ın Kronolojik Okunuşu-Muhammed İzzet Derveze Örneği, Araştırma Yay.,
Ankara 2009, s.16.
10
M.Akif Koç, “Tefsirde Bir Yöntem Esası Olarak Kur’an Kronolojisi Meselesi İsimli Tebliğin
Müzakeresi”, Kur’ân Nüzûlünün Mekke Dönemi Sempozyumu, Çorum Belediyesi Kültür Yay., Çorum
2013, s.230
11
Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı: Metim Anlayışımız ve Kur’an İlimleri Üzerine,
Kitabiyat, Ankara 2001, s.31.
12
Muhammed Âbid el-Cabiri, Fehmu’l-Kur’an-Siyer Eşliğinde Kur’an’ı Anlamak, çev. Muhammed
Coşkun, Mana Yayınları, İstanbul 2013, 1/7.
13
14
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/8.
Salih Akdemir, “Kur’an’ı Anlamada Tarihsellik ve Bütünsellik Sorunu”, Kur’an’ı Nasıl
Anlamalıyız [Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri], KURAV Yay., Bursa 2005, s.114
12
bulunmaktadır.
15
Bu aşamaların tespiti ve değerlendirilmesinde temel maksat
Kur’an’ı; elçisi, inananları ve inkârcıları arasında cereyan eden hadiselerle ve daha
da ötesi nüzul ortamını oluşturan bütün olgular ile ele alarak indiği dönemin içinde
aldığı konumu kavrayıp; bu konumun bugünün değişen dünyasındaki yerini görmeye
katkısının olup olamayacağına dair bir ipucu ortaya koymaktır.16
Araştırmamızın konusu olan boykot yıllarının içinde bulunduğu Mekke
dönemi; tarih kaynaklarında tasnif edilmemiş ve sınırlı bir anlatımla okunmasına
karşın Kur’an’ın azımsanmayacak bir kısmının indiği zemindir. Kur’an hitabının ilk
örneklerinden başlayarak karşısında düşmanların belirdiği, inananların ve Hz
Peygamber’in (sav) çok zor şartlar altında bu mesajı taşımak için gayret ettikleri
Mekke dönemi; bahsettiğimiz yöntemin tesis edilebilmesi için öncelikle tetkik
edilmelidir. Biz de bu gereklilikten hareketle hitabın şekillenmesi ve tarihsel zeminle
ilişkisini görebilmek adına Mekke’yi ve Mekke içinde özel bir yere sahip olduğunu
düşündüğümüz boykot yıllarını bu minvalde incelemek üzere çalışmamızı kaleme
aldık. Zannediyoruz esaslarını tafsilatlı olarak aktardığımız yeni yöntemin tespitinde
bu yıllar üzerinde gerçekleşecek bu araştırmada önemli ipuçları doğacaktır.
2. Araştırmanın Yöntemi ve Kaynakları
Genel bir bakış açısı sağlayan ancak Kur’an ile yüzleşmesi tamamlanmamış
olan Kur’an’ın tarihle olan ilişkisine dair aktardığımız değerlendirmelerin sıhhatini
doğrulamak için Kur’an’ın anlaşılması konusunda getirdikleri teklifin vaat edileni
verip vermeyeceğini görmek adına somut adımlar atılmalıdır. Bu somut adımların
ilki; Kur’an’ın tarihle kurduğu ilişkinin nasıl olduğunu ve metin ile olgu arasında
olduğunu düşündüğümüz ilişkinin derecesini tespit etmek olmalıdır. Zira Kur’an
metninde bulunan ve mesajın ana yapısını teşkil eden kısmı ile metnin tarihe ait olan,
hitabın nüzul tarihi ile sınırlı olan kısmını iyi tespit etmek gerekmektedir.
15
Cabiri, Kur’an’a Giriş, çev. Muhammed Coşkun, Mana Yay, İstanbul 2011, s.21.
16
Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.63-64.
13
Bu hususta Fazlur Rahman’ın ikili hareket olarak tercüme edilen bugünden
Kur’an’ın nüzul tarihine gitmek ve o günden de bugüne gelerek iki zaman diliminin
birbirine göre karşılığını bulmak anlamındaki şu değerlendirmelerini kaydedebiliriz:
…ilk hareket [özelden genele] Kur’an’ın bazı ayetlerinden onun genel ilkelerinin,
değerlerinin ve uzun vadeli gayelerinin ortaya çıkarılıp sistemleştirilmesine
yöneliktir. İkinci hareket ise [genelden özele]çıkarılan bu genel görüşten, şimdi
kendi zamanımızda formüle edilerek uygulanması gereken, şu andaki duruma
yöneliktir.17
Müellifin öngördüğü bu ikili hareket esasında Kur’an metninde ve metnin
ilintili olduğu olgularda belirgin bir tasnif/kategorizasyon yapmayı gerektirmektedir.
Hukuk, ahlak, siyaset, iktisat vs. gibi bugünün düşüncesini oluşturan kategorilere
denk gelen bir çıkarım yapmak bu ikili hareketin işleyişinin temelidir. Bununla
beraber müellif bu hususta önemli bir ayrıntıya dikkat çekmektedir. Bu ikili
hareketin gerçekleştirilmesinde tutarlılığı sağlayabilmek için Kur’an’ın bir bütün
olarak okunması ve ele alınması gerekmektedir. Nitekim Fazlur Rahman Kur’an’ın
bir bütün olarak anlaşılmasının geçmişte de ihmal edildiğini belirtmektedir.18
Müellifin bahsettiği anlamda Kur’an’ın bütüncül olarak algılanması
konusunun temelde Kur’an’dan alınacak ilkelerin, onları ihtiva eden bütünlüğün
içinde asıl anlamlarını kazandıkları fikrinden doğduğunu düşünüyoruz. Zannediyoruz
esasında müellifin bu talebi Kur’an’ın başlı başına ne olduğunu yeniden düşünmek
ve onun kendi nüzul ortamı ile kurduğu ilişkiyi ona atfedilecek kimlik üzerinden
tetkik etmek anlamına gelmektedir.
Kur’an’ın ne’liği hakkında, Müslümanların kafasında bugün hâkim olan pek
çok kodun arasında konumuz dâhilinde olan birkaç tanesinden bahsetmek
gerekmektedir. Öncelikle Kur’an bugün iki kapak arasında, Fatiha suresinden Nas
suresine kadar Mushaf tertibi ile ayetleri sıralanmış ve bu düzende okunan bir
kitaptır. Ancak bu haliyle onun tarihine inmek isteyen araştırmacılara pek verimli bir
17
Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.58.
18
Fazlur Rahman, İslam ve Çağdaşlık, s.57.
14
zemin sağlamamaktadır. Bu sebeple Fazlur Rahman’ın bahsettiği ikili hareketi
gerçekleştirmek için yeni bir teklif getirmek gerekmektedir.
Bu konuda Cabiri’nin yukarıda bahsettiğimiz Kur’an’ı mushaf oluncaya
kadar geçirdiği aşamalar üzerinden tanımlamak teklifi ilgi çekicidir ve esasında
bizim de çalışmamıza kaynaklık edecek olan ve müellifin bu teklifinin aynı zamanda
başlangıç noktası olan görüşleri şu şekildedir:
Kur’an’ı iki kapak arasında bir metin olarak ele alıp öylece tanımlamak yerine, ilk
inmeye başlamasından itibaren tam bir Mushaf haline gelmesine kadar geçirdiği
aşamaları anlamaya çalışmaktan hareket ederek tanımlama yapmak gerekmektedir.
Kur’an’la kurulacak bu ilişki biçimi, metnin oluşumunu ve yapısını anlamaya önem
verir. Metnin oluşum ve yapısı ise hem onun kendi içindeki gelişim hareketlerini
gözlemleyerek hem de insanlar arasındaki varlığının tekâmül etme süreci boyunca
onunla (dış müdahalelerden korunmuş bir metin olarak) kurulmuş olan ana ilişkinin
biçim ya da biçimlerini inceleyerek anlaşılacaktır.19
Başlangıçta ifade etmiş olduğumuz hitabın şekillenmesi meselesinin bir başka
boyutu da Cabiri’nin bu tanımında kendini bulmaktadır. Metnin oluşum süreci daha
önce de bahsettiğimiz gibi Kur’an’ın hitap ettiği ortamın olguları ile girdiği
diyalektiği20 ifade etmektedir.
Metnin oluşum sürecini takip etme fikri ilk olarak oryantalist çalışmalarda
ortaya atıldı. Oryantalist Kur’an araştırmalarının arka planında; “ilahi vahiy ürünü
olmayan” Kur’an’ın hangi fikri altyapıdan beslendiği ve onun kendi tarihine
yönelttiği atıflarının arkasında özellikle Hz Peygamber’in (sav) hangi kaynaklardan
beslenerek ve hangi amaçları güderek bu metni oluşturduğu sorusu vardır. Kimi
araştırmacılar için Kur’an Yahudi kaynaklardan iktibas edilmiş, kimileri içinse
Hıristiyan kaynaklardan iktibas edilmişti. Hal böyleyken oryantalist araştırmacılar bu
tezlerini destekleyecek bir dayanak bulabilmek adına siyer araştırmalarına önem
vermişlerdir. Bu yolla Hz Peygamber’in (sav), kendilerine göre, fikir dünyasını
dolayısıyla da Kur’an’ı oluşturan ve ilahi olmaktan son derece uzak insani
hedeflerini ortaya çıkarmaya çalışmışlardı.
19
Cabiri, Kur’an’a Giriş, s.21.
20
Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Kitabiyat Yay, Ankara 2004, s.36.
15
Çalışamaların bu boyutunu dikkate alan bazı Müslüman araştırmacılar
kronolojik okumaların; Kur’an metninin yetersiz görülmesi gibi bir noktadan hareket
ettiğini ve İslam geleneğinde hiçbir yeri olmadığı fikrindedirler.21
Oryantalistlerin ortaya koyduğu nüzul sırasını tespit etme çalışmaları; ürettiği
sonuçlar itibariyle bu iddiayı destekler niteliktedir. Bir silsile halinde gelişen bu
çalışmaların başlıca müellifleri ve ortaya koydukları esaslar şu şekildedir:
Surelerin kronolojik bir tertibini yapan ilk araştırmacı Gustav Weil’dir. Hz
Peygamber’in davet sürecinin seyrini takip etmeye yönelen müellifin eseri Historisch Kritische Einleitung (1844)- daha sonra Theodor Nöldeke tarafından
Geschicte des Qorans (1860) ismiyle geliştirilmiş ve bu çalışmaların temeli
olmuştur.
22
Theodor Nöldeke’nin ardından bu alanda çalışmalara imza atan
araştırmacılardan en meşhurları Regis Blachere, Richard Bell, William Muir,
Hartwig Hirschfeld gibi isimlerdir.
Batılı İslam araştırmacılarının Kur’an üzerinde yürüttükleri bu çalışmaları
kısaca değerlendirecek olursak öncelikle Nöldeke’nin çalışmasından bahsetmemiz
gerekmektedir. Nöldeke Gustav Weil’in çalışmasını geliştirerek Kur’an’ın nüzul
sırasına göre incelemesini yapmıştır. Bu çalışmasında Nöldeke öncelikle Mekke
yıllarını üç döneme ayırmış ve sureleri bu üç dönemin içine yerleştirmiştir. Osman
mushafında yer alan nüzul sıralamasına sadık kalarak bu surelerin zamanlamasına
ilişkin bir değerlendirmede bulunmuştur. Kronoloji çalışmaları için sorun teşkil eden
vahyin iniş birimi ve surelerin kronolojik sıralamasının nasıl olacağına ilişkin
tahlillerinde büyük oranda klasik İslam uleması görüşlerine uymuş ve vahyin iniş
birimi olarak sureleri ve kronoloji için de bilinen nüzul sıralamasını ele almıştır.
Ancak Nöldeke’den sonra yapılan çalışmalarda araştırmacılar bu hususlarda farklı
görüşler ortaya koymuşlardır. Özellikle bize göre oryantalist bakışın karakterini
yansıtması bakımından Hartwig Hirschfeld’in çalışmasından bahsetmek gerekir.
21
Suat Yıldırım, Kur’an’a Bakışlar, Işık Yay, İstanbul 2011, 1/95.
22
Gerhard Böwering, “Chronology of the Quran”, Encyclopaedia of the Quran, ed.Jane Dammen
McAuliffe, Lieden: Brill, 2001-2005, Volume One s.322.
16
Hirschfeld; Mekki ayetleri tasnif ederken beş gruba ayırmaktadır. Bu tasnifte
kullandığı başlıkları aynı zamanda metnin tarihlendirilmesinin de göstergesi olarak
ortaya koyan Hartwig Hirschfeld’in kategorileri şu şekildedir; ilk ilan, teyid edici
vahiyler, hitabi vahiyler, öyküsel vahiyler, tasviri vahiyler ve teşrii ayetler. Sureleri
bütün olarak almayıp ayetlerin yahut pasajların karakterini bu başlıklardan birine
göre tespit eden Hartwig Hirschfeld; başlıkların altını aktardığımız sıraya göre
kronolojik sıraya koyarak metnin oluşum sürecini kendi bakış açısına göre
değerlendirmiştir. Buna göre Alak suresinin ilk beş ayetiyle ilk ilanı gerçekleştiren
Kur’an; daha sonra bu durumu teyid eden ayetleri ardından Kureyş’e yönelen
hitapların bulunduğu ayetleri daha sonra geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatmış,
muhataplarının durumlarını tasvir eden ayetlerle devam edip en son şeriat
hükümlerini vazeden ayetlerle Mekkî kısmını tamamlamıştır. Hirschfeld bu tahlilinde
bir metnin mesajını aktarmada kullanacağı sıralamanın nasıl olabileceğine dair bir
fikirle hareket etmiş olmalıdır. Ancak Kur’an’ın böyle bir tasnifle tahlil
edilebilmesinin ne kadar mümkün olduğu sorusunu sorduğumuzda yine yazarın ilave
edilmiş ve belirsiz diyerek kendi tasnifinde herhangi bir başlığa uymayan pasajları
ayırmasından anlaşılacağı üzere olumsuz bir cevap ile karşı karşıya olduğumuzu
görüyoruz.23
Kronoloji çalışmalarının oryantalist cenahtaki durumunu tahlil etmek
açısından aktardığımız bu değerlendirmeleri yeterli görüyoruz. Bununla beraber
Müslüman dünyada Kur’an’ın nüzul sıralamasına göre okunmasını esas alan
çalışmalara da yer vermemiz gerekmektedir.
Müslüman âlimlerin bu alanda ortaya koyduğu eserlerden ilk olarak İzzet
Derveze’nin Tefsiru’l-Hadis isimli eserini sayabiliriz. Müellif öncelikle Türkçeye
Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı ismiyle çevrilen Asru’n-Nebi eserini telif
etmiş ve Hz Peygamber’in (sav) hayatı ile Kur’an arasındaki canlı ilişkiyi ortaya
koymaya çalışmıştır. Burada sadece nüzul sürecinde cereyan eden hadiseleri
zikretmekle kalmamış aynı zamanda nüzul ortamını çevreleyen dini, siyasi ve
23
Esra Gözeler, “Kur’ân Ayetlerinin Tarihlendirilmesine Batılı Yaklaşımlar”, AÜİF Dergisi,
2010,cilt: LI sy.2 s. 317.
17
iktisadi şartları da çalışmasının konusu içerisine alarak Kur’an’ın nüzul ortamını çok
boyutlu olarak değerlendirmenin örneklerini ortaya koymuştur.
Siyer çalışmasının ardından nüzul sırasına göre tefsir eserini kaleme alan
müellif bu alanda ilk eserlerden birini ortaya koymuştur. İzzet Derveze’nin bu
eserine ilaveten kronolojik sıralamayı esas alan Müslüman âlimlerin eserleri ise
Abdulkadir Molla ed-Deyrezuri’nin Tefsiru’l-Beyani’l-Meani, Muhammed Abid elCabiri’nin Fehmu’l-Kur’an ve merhum Zeki Duman’ın Beyanu’l-Hak nüzul sırası
esasına göre yapılmış tefsir çalışmalarıdır.24
Bu çalışmaların içerisinden Cabiri’nin çalışmasını bir kenara ayırarak genel
bir değerlendirme yapacak olursak şu hususları ortaya koymamız mümkündür.
Bilinen nüzul sıralamasını takip ederek yazılmış olan bu eserlerde klasik tefsir
usulünün
dışına
çıkılmamıştır.
Ayetlerin
zamanlamasına
ilişkin
ilave
değerlendirmelere rastlamadığımız bu eserlerde nüzul sırasına göre okumanın
özellikle oryantalist çalışmalardaki karşılığını bulmak zordur.
Fehmu’l-Kur’an’a baktığımızda ise farklı bir üslup ile karşı karşıyayız. Bu
çalışmanın tafsilatlı incelemesini çalışmamızın ilerleyen bölümlerde aktaracak
olduğumuz için burada yalnızca örneklerini verdiğimiz oryantalist çalışmalar
karşısındaki durumunu belirtmekle yetineceğiz.
Öncelikle kronolojik yahut nüzul sıralamasına göre okumada Batılı
araştırmacıların durduğu konum vahiy ürünü olmadığını düşündükleri Kur’an’ın
kaynağının ne olduğunu ve bugün elde bulunan mushafın nasıl oluştuğunu
sorgulamak noktasındadır. Cevap aradıkları sorular ise Hz Peygamber’in (sav) nasıl
biri olduğu, ne yapmaya çalıştığı ve ne yaptığı25 yahut okudukları sözleri yazdığını
düşündükleri “Muhammed’in” neyi kastettiğidir.26
Oryantalistlerin Kur’an’a yönelttikleri bu soruları cevaplandırabilmek için
araştırmalarında tarihle kurdukları ilişki dikkat çekicidir. Öncelikle ilk dönem siyer
24
Rıza Savaş, Ömer Dumlu; “Nüzul Sırasına Göre Ayet Ayet Kur’an Yorumu”, Tarihten Günümüze
Kur’an’a Yaklaşımlar, İlim Yayma Vakfı Kur’an ve Tefsir Akademisi, İstanbul 2009, s.165.
25
Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, s.23.
26
Ömer Özsoy, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, s.161.
18
kaynaklarına müracaat edilen bu çalışmalarda Mekke dönemine hasredilen bir
ihtimam söz konusudur. Mekke dönemi ve biset öncesi Mekke tarihi üzerinde
yoğunlaşan bu ihtimamın başat sebeplerinden biri; Mekke döneminin kaynaklarda
yer alma şeklinin; oryantalist tarih anlayışını oluşturan temel parametreler üzerinden
bir okuma yaparak, araştırmacılara, Kur’an’ın ortaya çıktığı ortamda cereyan eden
hadiseleri siyasi, iktisadi
27
yönleriyle değerlendirip Hz Peygamber (sav) ve
muhataplarının davranışlarını bu temelde açıklayabilme imkânı vermesidir.
Klasik İslam tarihi eserlerine göz attığımızda Mekke dönemi tasnif
edilmemiş, olaylar arasında boşluklar bulunan ve İslam kelamına yer yer uymayan28
bir anlatıma sahiptir. Bu durum da Kur’an’ın kaynağına ilişkin şüpheli bakışların
destek bulduğu bir zemin hazırlamaktadır. Araştırmacıların hangi niyetle
yaklaştıklarını bir kenara bırakacak olursak oryantalist çalışmalarda alışılageldik
siyer anlatımının dışına çıkan bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz aşikârdır. Ancak
hakkaniyeti sağlamak açısından değinmemiz gereken önemli bir husus Batılı
araştırmacıların sahip oldukları tarih perspektifi ulaştıkları sonuçlar nasıl olursa olsun
bizlere Kur’an’ın indiği zemini tahlil edebilmek için önemli bir imkân açmaktadır.
Nitekim biz de çalışmamızda bu imkânı önemli oranda kullandık.
Batılı kronolojik Kur’an araştırmalarının tarihle olan bu sıkı ilişkisi
karşısında; aslında, bizler için de Kur’an’ın doğru anlaşılması mesaisinde artık yeri
yadsınamaz bir öneme sahip olan kronolojik/nüzul sırasına göre Kur’an çalışmaları
için benzer şekilde tarihle irtibat kurmak ihtiyacı vardır. Medine dönemi rivayetlerin,
tarihsel kayıtların çokluğu dolayısıyla ayrı bir yerde duruyor ancak özellikle Mekke
döneminin anlaşılabilmesi ve Mekki Kur’an’ın kastının tayin edilebilmesi için
Kureyş’i, Hicaz’ı saran kültürü, ticareti, putperest zihniyeti, hanifliği vs iyi bilmek
gerekmektedir. Ve bunlar gibi pek çok unsurun tarihin bu verili döneminde bir araya
27
Bu duruma örnek olarak Montgomery Watt’ın Hılfu’l-fudul anlatımı örnek gösterilebilir. Yazara
göre Hılfu’l-fudul saf bir adalet sağlayıcı kurum değil aslında Mekke’de belirli aşiretlerin tekeline
alması riski bulunan güney ticaretinde; orta ölçekli aşiretlerin etkinliğini koruma çabasıydı.
Montgomery Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. Rami Ayas, Azmi Yüksel; A.Ü.İ.F Yay, Ankara
1986, s.12-13.
28
İlk dönem tarih ve tefsir kaynaklarında rastladığımız Garanik olayı anlatımı bu duruma örnek olarak
verilebilir.
19
gelerek oluşturdukları “tarihi” iyi tahlil edebilmek gerekmektedir. Bu anlamda
metnin oluşum sürecini takip etme teklifinin önemli olduğunu düşünüyoruz. Ve
nüzul ortamını çevreleyen kültürü ki burada kültür kelimesini en temel anlamıyla
yani doğal olanın üstüne insan eliyle eklenmiş her şeyi içine alacak biçimde
kullanıyoruz, tanımanın Kur’an’ı anlama ve Kur’an’ın bugünün tabiri ile bilimsel ve
nesnel bir şekilde anlaşılmasını29 sağlama konusunda son derece önemli bir zemin
oluşturacağı kanaatindeyiz.
Burada kimi araştırmacıların özellikle nüzul sırasını takip ederek okuma
yönteminden hareketle nüzul ortamının tekrar yaşanmak isteniyor olduğu ve bunun
bidat olduğu görüşünü zikretmek gerekir.30 Sadece Kur’an’ın nüzul ortamının değil
hiçbir tarihsel ortamın yeniden yaşanmasının asla mümkün olmayacağı aşikârdır.
Ancak Kur’an’ı oluşum sürecini takip ederek ve nüzul ortamının olguları
karşısındaki durumunu görmeye çalışarak yapılan okumalarda böyle bir iddia söz
konusu değildir. Bu okuma biçiminde; tarih, olgularla metin arasında var olan ilişkiyi
açıklayacak biçimde ve nüzul ortamının bugünün diline ve düşüncesine tekabül
edecek
şekilde
yeniden
değerlendirilmektedir.
31
kurgulanarak
bir
nesnellik
aracı
olarak
Tarih ile kurulan bu ilişki geçmişten tevarüs eden ve
geçmişin verili zamanlarında inşa edilen Kur’an tasavvurunu yenilemek ve hatta yeni
bir tasavvur inşa etmek için elzem bir noktada duruyor gibi görünmektedir.
Kur’an ve tarih arasındaki bu ilişkinin tahlilini gerçekleştirebilmek için bir
yöntem tespiti zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Bu yöntem tespitinde oryantalist
çalışmaların sahip olduğu perspektifin imkânlarını da kullanan ancak Kur’an ile
kurulacak ilişkiyi belirlemede ve Kur’an ile tarih arasında var olan irtibatın
nasıllığını sorgulamada farklı bir noktada durmak gerekmektedir.
Bu meseleyi sonuca bağlamadan önce Müslüman araştırmacıların kendi
yöntemlerini tespit etmeleri açısından klasik İslam ilim geleneğinden istifade
edebilme imkânlarına dair birkaç değerlendirme yapmak gerektiğini düşünüyoruz.
29
Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.31.
30
Yasin Aktay, “Kur’an Tarih ve Hermenötik”, Kur’an ve İslamî İlimlerin Anlaşılmasında Tarihin
Önemi, ed. Mahfuz Söylemez, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013, s.167.
31
Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.38.
20
Kur’an metninin tarihle olan ilişkisini incelemek esasında oryantalist
çalışmalarla başlamamıştır. İlk tefsir eserlerinde ve bilhassa ulumu’l-Kur’an ve fıkıh
usulünde nüzul tarihinin önemli bir yeri vardır. Bu manada son iki yüzyılın
çalışmalarının milat olmadığını aslında sahabeden hemen sonraki nesillerin
Kur’an’ın nüzul sürecine ve nüzul ortamına inmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bu
çabanın kendini en çok gösterdiği alan olarak ulumu’l-Kur’an’ın; Mekki-Medeni
ayetler, esbab-ı nüzul ve nasih-mensuh şubelerini hassaten anmak gerekmektedir.
Tefsir eserlerinde çok önemli bir müracaat kaynağı olan esbab-ı nüzul bilgisi
ilaveten müstakil kitaplarda da toplanarak önemli bir külliyatı oluşturmaktadır. Bu
külliyatın genişliği ve yoğun kullanımından hareketle ifade edebiliriz ki klasik
dönem âlimleri ayetlerin nerede ve hangi olaylar üzerine indiğiyle yakından
ilgilenmişlerdir.
Nasih-mensuh bilgisi ise farklı bir alanda esbab-ı nüzulden daha canlı olarak
kullanılmaktadır. Ulumu’l-Kur’an’ın bir şubesi olduğu gibi Kur’an’dan hüküm
istinbat etme usulü olan Fıkıh usulünün de önemli bir şubesi olan nasih-mensuh
bilgisine; aynı konuda inen farklı hükümlerin zamanını tespit ederek sonra inen
hükmün uygulanması için müracaat edilmektedir. Bu da ayetlerin indiği zamanları
dolayısıyla Kur’an’ın nüzul tarihini bilmeyi gerektirmektedir.
Ulumu’l-Kur’an’ın bu iki şubesi geleneksel tefsir usulünde nüzul ortamının
bilgisine olan talebe işaret etmektedir. Ancak nasih-mensuh örneğinde olduğu gibi
sınırlı bir amaç güdülmekte ve zaten ayetlerden kastın anlaşılması için baskın olarak
uygulanan lugavi, beyani metodun yanında sadece ayetlerin zamanlamasını tespit
maksadıyla ele alınmaktadır.32 Esbab-ı nüzul’ün durumu ise nasih-mensuhtan daha
farklıdır. Herhangi bir esbab-ı nüzul kitabını eline alan yahut tefsirlerde var olan
esbab-ı nüzul nakillerini okuyan bir araştırmacı öncelikle bir karmaşa ile karşı
karşıyadır. Sözgelimi Mekki olduğu ittifakla kabul edilen bazı surelerde Medine’de
gerçekleşen olaylar nakledilmektedir. Yahut ayetin anlamını vermekten uzak farklı
32
“Çünkü burada kullanılan istinbat metodu dini metinlerin metodunu anlamaktan ziyade hukuki
içerikli metinlerden kanun yorumlama tarzında şer’î amelî hükümler çıkarmaya yöneliktir.” Mustafa
Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.46.
21
rivayetlerle karşılaşılmaktadır. Bu nevi daha farklı sorunları da yine bu külliyatın
içinde görüyoruz.
Esbab-ı nüzul rivayetleri bugün ciddi bir tasnife muhtaçtır. Özellikle ayetlerle
ilgili zikredilen hadiselerin esbab-ı nüzul bilgisinin kaynağı olan sahabenin nüzule
sebep olan olayı mı aktardığı yoksa zaman içerisinde ayet ile ayetin nüzulünden
farklı bir zamanda cereyan eden farklı bir olay arasında bir bağlantı mı kurduğu
tespit edilmelidir. 33 Bununla beraber bütün ayetlerin belirli olaylara mebni olarak
inmediğini düşünecek olursak belirgin olayları değil hitap edilen kültürel ortamı
kavramayı sağlayacak daha derin bir tarihsel kavrayışı inşa etmek gerekmektedir.34
Burada Mekki-Medeni ayetlerin tespiti meselesine geçmeden önce bir
noktaya işaret etmek istiyoruz. Klasik tefsir literatüründe ya da geniş olarak
geleneksel usûlde; Kur’an’ın nüzul ortamı ile irtibat kurma meselesi sınırlı kalmıştır.
Esbab-ı nüzul rivayetlerinde ortaya çıkan karmaşa buna işaret etmektedir. Yahut
nasih-mensuh bilgisinin kendi iç tartışmaları bir yana nüzul ortamı ile irtibat kurma
bağlamında ayetlerin zamanlamasını belirlemekten öteye gitmemesi de buna işaret
etmektedir. Daha açık bir ifade ile ortaya koyacak olursak Kur’an’ın oluşum sürecini
tüm unsurları ile yukarıda ifade ettiğimiz biçimlerde tahlil edebilmek için klasik
İslam ilimlerinin bu şubeleri doğrudan başvuru kaynağı değil işlenmemiş yahut
bahsettiğimiz bakış açısıyla tetkik edilmemiş olarak karşımızda durmaktadır.
Mekki-Medeni ayetlerin bilgisine baktığımızda kastettiğimiz anlamda hitap
edilen ortama ulaşma konusuna en çok yaklaşılan alandan bahsedebiliriz. Ancak ne
var ki bu mesele de ayrımın nasıl yapılacağına ilişkin bir takım tartışmalar sebebiyle
sınırlı kalmıştır. Hangi ayetin Mekki hangi ayetin Medeni kabul edileceğine karar
verebilmek için mekân, üslub gibi kıstaslarla; ayetin indiği mekân veya hitabında yer
alan “ey insanlar”, “ey müminler” gibi hususlardan hareketle Mekki-Medeni ayrımı
tespit edilmeye35 çalışılarak sadece bir tescil kaygısı güdülmüştür.
33
Ahmet Nedim Serinsu, Kur’an ve Bağlam, Şule Yay., İstanbul 2008, s.201.
34
Mustafa Öztürk, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak, s.74.
35
Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.104-105.
22
Suyuti (h.911);
İtkan’ın ilk konusu olan Mekki-Medeni bilgisinin
başlangıcında bu bilginin faydasının ne olduğuna ilişkin kısa bir izahat getirmektedir.
Buna göre Mekki-Medeni’yi bilmek nasihi (nesh edilmiş ayeti) veya anlamı tahsis
edilen ayetleri bilmek için önce inenler ve sonra inenleri tespit etmek maksadına
hizmet eder. 36 Bu ifadelerin ardından müellif Mekki-Medeniliğin ölçüsünün ne
olacağına dair ortaya atılan görüşleri sayarak konuya devam etmektedir. Burada da
yine geleneksel usulün kendi sınırları içinde kalan bir anlayışı görüyoruz ki bu
tamamen dönemin şartlarının ortaya çıkardığı sorunlarla alakalı bir durumdur.
Neticede klasik ilimlerin şubeleri olan Mekki-Medeni, Nasih-Mensuh ve
esbab-ı nüzul bilgileri ilk dönem Kur’an çalışmalarında vahyin nüzul ortamına inme
ve Kur’an’ın arka planına ışık tutma anlamında sınırlı bir talebe sahiptiler. Esasında
vahyin anlaşılmasında nüzul ortamının bilgisine ulaşma çabası; kültürünü, cereyan
eden hadiseleri bilmek noktasındaki talebi tetikleyen temel unsur olarak sınırlı da
olsa geleneksel usulde belirli mesaiye konu olmuştur. Bahsettiğimiz ilim sahaları
bunun bir işaretiydi. Ancak bu çalışmalar bugün bizim kastettiğimiz anlamda bir
çabanın karşılığı değil; kaynağı durumundadırlar.
Kur’an’ın tarihle olan ilişkisini tespit etmede klasik ilimlerin kaynaklığına
müracaat eden ve onların sağladığı verileri işleyen; bununla beraber insanların eylem
alanlarını kuşatan farklı bilimsel metotlar ve değişen toplumsal olguları karşılayan
bir yöntem geliştirilmelidir. Bu yöntemin teknik esaslarında Batılı kaynaklara
müracaat edilmesi gerekirken bir ayağı daima İslam ilim geleneği ve kaynakları
üzerinde olmalıdır.
Özetleyecek olursak temelde Kur’an’ın tarihle ilişkisini tespit etmek adına bir
yöntem tesis etmeye çalışıyoruz. Bu ilişkiyi tanımak adına geçmişte yapılmış
çalışmalardan sunduğumuz örnekler ve aktarmış olduğumuz değerlendirmelerden
hareketle belirgin bir düşüncenin oluştuğunu ifade edebiliriz. Biz bu düşünceyi
referans alarak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi Kur’an ve tarihle bir yüzleşme
denemesi yapacağız.
36
Celaleddin es-Suyuti, el-İtkan fi Ulumi’l-Kur’an, Dar-u İbn Kesir, Beyrut 1987, 1/25.
23
Temel kaynaklarımız tefsir ve İslam tarihi alanlarının nüzul dönemine yakın
bir dönemde telif edilmiş eserleri olacaktır. Tefsir alanında rivayetleri kullanma ve
ayetlerle ilişkilendirme biçimiyle tarihle sıkı bir irtibat kuran Mukatil ve Taberi
tefsirlerinden yoğun olarak faydalanacağız. Bu eserlerin yanında Celaleddin Mahalli
ve Celaleddin es-Suyuti’nin Celaleyn, İbn Kesir’in Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim,
Beydavi’nin Envaru’t-Tenzil ve Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Hak Dini
Kur’an Dili isimli tefsiri, Mevdudi’nin Tefhimu’l-Kur’an’ı ve Cabiri’nin Fehmu’lKur’an isimli tefsirlerine müracaat edeceğiz. Bunların dışında kalan büyük tefsir
külliyatına ise gerek rivayetleri kullanmada burada saydığımız tefsirlerin tekrarı
olmaları gerekse de nüzul döneminden uzaklaştıkça tarihle ilişkinin zayıflaması hatta
kopması durumlarından dolayı müracaat etme ihtiyacı duymuyoruz.
Kavramların lugavi izahları için gerekli gördüğümüz yerlerde Zemahşeri’nin
el-Keşşaf isimli tefsiri, Firuzabadi’nin Kamusu’l-Muhit’i, İsfahani’nin Müfredat’ı ve
Muhammed Abdulbaki’nin el-Mu’cemu'l-Mühres li Elfazi’l-Kur’an’ı ile İbn
Manzur’un
Lisanu’l-Arab’ına
müracaat
edeceğiz.
Kur’an
ilimlerine
dair
değerlendirmelerimizde ise Suyuti’nin el-İtkan’ı çalışmamız çerçevesinde bizim için
yeterli olacaktır. Çalışmamızın tefsir ve Kur’an ile ilgili ayağında saydığımız temel
eserlerin dışında son dönem Kur’an araştırmalardan da istifade edeceğiz. Burada
başvurduğumuz pek çok kitap, makale ve tez çalışmasını ayrı ayrı kaydetmiyoruz.
Ancak çalışmamızın asıl şeklini almasındaki katkısından ötürü Esra Gözeler’in
Kur’an Ayetlerinin Tarihlendirilmesi Sorunu ve Kur’an’a Kronolojik-Olgusal bir
Yaklaşım ( 1 Rebiu’l-Evvel 4 Rebiu’l-Evvel Arası) isimli Doktora tezi ile “Kur’an
Ayetlerinin Tarihlendirilmesinde Batılı Yaklaşımlar” isimli makalesini ve Gerhard
Böwering’in History and the Quran isimli makalesini bilhassa belirtmek ihtiyacı
duyuyoruz.
Çalışmamızın tarih bölümüyle alakalı olarak yoğun bir kaynak kullanımında
bulunacağız. Tarih ilminin ortaya koyduğu verileri tahlil ederek mesajın hitap ettiği
zemini tespit edebilmek için tarih eserlerine yoğun bir şekilde müracaat edeceğiz.
Tarih eserlerinde de tefsir eserlerinde olduğu gibi klasik dönem eserlere ağırlık
vereceğiz ancak bugünün diliyle ve bakış açısıyla Mekke dönemini tahlil eden son
dönem çalışmalarının da belirgin bir ağırlığı olacaktır.
24
İbn Hişam’ın es-Siretu’n-Nebeviyye, Taberi’nin Tarihi’l-Umem ve’l-Muluk,
İbn Kesir’in el-Bidaye ve’n-Nihaye ve el-Fusul fi Sireti Rasul, Beyhaki’nin
Delailu’n-Nubuvve, Belazuri’nin Ensabu’l-Eşraf ve İbn Sad’ın Tabakatu’l-Kubra
isimli eserleri müracaat ettiğimiz İslam tarihi kaynaklarından bazılarıdır. Bunların
dışında isimlerini burada saymadığımız başka kaynaklara da müracaat ettik ancak
bunların arasından çalışmamıza verdiği ilham itibariyle önemli olan İzzet
Derveze’nin Asru’n-Nebi (Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı) eserini
zikretmek gerektiğini düşünüyoruz.
Son dönem tarih çalışmalarından ise Mevdudi’nin Tarih Boyunca Tevhid
Mücadelesi ve Hz Peygamber, Muhammed Hamidullah’ın İslam Peygamberi,
Hodgson’ın İslam’ın Serüveni, Montgomery Watt’ın Hz Muhammed Mekke’de,
Emile Dermenghem’in Hz Muhammed ve Risaleti, Ira Lapidus’un İslam Toplumları
Tarihi isimli eserleri çalışmamızda öncelikli kaynaklarımızdandır. Bunların yanı sıra
hem batılı hem de Müslüman araştırmacıların kitap ve makaleleri çalışmamıza
kaynaklık etmiştir. Burada tarih kaynaklarını tanımak ve tarih kronolojisi konusunda
fikir edinmek adına Kasım Şulul’un İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri
Kronolojisi eserinin çalışmamıza önemli bir katkısı olduğunu da ayrıca vurgulamak
gerekmektedir.
Son olarak çalışmamızın içinde çok az yer vermemize karşın süreci
anlayabilmek adına İslam öncesi Arap tarihini de incelediğimizi belirtelim.
Çalışmamızda bu hususta yukarıda saydığımız tarih eserleri yanında İbrahim
Sarıçam’ın Emevi-Haşimi İlişkileri ve Yaşar Çelikkol’un İslam Öncesi Mekke isimli
çalışmaları araştırmamızda yer bulurken sair kaynaklar bir bakışı açısı sağlamak ve
kabile düzeninin kökenlerini tanımak bakımından çalışmamıza kaynaklık etmişlerdir.
25
BİRİNCİ BÖLÜM: BOYKOT HADİSESİNİN TARİHİ ARKA
PLANI
1. Kureyş Muhalefetinin Yapısı
Hz Peygamber’in (sav) tebliğ sürecinin kuşkusuz en önemli dönüm
noktalarından biri hemen hemen bisetin 4.yılına rastlayan zamanlardı. Bu yıla kadar
Kureyş müşriklerinin önde gelenleri Hz Peygamber’e (sav) karşı çıkmıyor onunla
sadece alay ediyorlardı. Ve bu durum Hz Peygamber (sav) onların ilahlarını açıktan
açığa ayıplayıncaya kadar devam etti. 37 4.yılın başından itibaren Hz Peygamber’e
(sav) yönelen muhalefet düşmanlık ve eziyet noktasına gelmişti ve bu hal 5.yılda
daha da şiddetlenmişti.38 Şiddeti artan bir baskı altında Müslümanlar Habeşistan’a
hicret etmek zorunda kalmışlardı. Bu süre zarfında Hz Peygamber’i (sav)
durduramayan müşrikler sonuç alabilmek adına bisetin 7.yılında Hz Peygamber’i
(sav) koruyan Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerine 3 yıl39 sürecek bir boykotu
başlatmışlardı.
Açık davetin başlaması ile boykot arasında geçen yaklaşık 3 yıllık süre
zarfında gerilimin epeyce tırmandığını ve Kureyş’in kendi içinden soy ve şeref
37
Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, İnsan Yay., İstanbul 2011,
s.300.
38
Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.301.
39
Muhammed İbn Sad, et-Tabakatu’l-Kubra, Matbaatu’l-Lecne Neşri’s-Sekafeti’l-İslamiyye, Kahire
1358 (m.1939), c.I s.193; “Kureyş’in Beni Haşim ve Beni Muttalib’e uyguladığı muhasara bisetin 7.
Yılı Muharrem ayının hilali ile başladı ve bisetin 10. senesinde sona erdi. Denildi ki belki 9.senede
bitti.” Bkz. Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve ve Marifet’i Ahvali Sahibi’şŞeriati, thk. Dr. El-Mu’ta el-Kal’abî, Daru’l-Kutubu’l-İlmiyye, Beyrut, 1988, 2/312 (1.dipnot).
26
bakımından en önemli aşiretlerden birini 40 boykot edip açlıkla ve daha birçok
meşakkatle dolu bir duruma itebildiğini görüyoruz.
Boykot hadisesini okuduğumuz zaman Hz Peygamber (sav) ve daveti
açısından çok zor yılların yaşandığı bir süreçle karşı karşıyayız. Biz, araştırmamızın
bu ilk bölümünde tarihi olayları temel alarak; Mekke toplumunu sosyal, siyasi ve
iktisadi boyutlarıyla inceleyeceğiz. Böylece Kur’an’ın, boykot öncesindeki 3 yılı
kapsayarak nasıl bir ortama hitap ettiğini ve Hz Peygamber’in (sav) içinde
bulunduğu şartların metinde nasıl yankı bulduğunu görebileceğimiz kanaatindeyiz.
Boykotta alınan kararlar gereği Kureyş’in geri kalanı bu iki aşiretin
mensuplarıyla; Müslüman olsun ya da olmasın, ne ticaret yapıyor ne nikâh akdinde
bulunuyor ne de meclislerinde onlara yer veriyorlardı.41 Bu süreçte Beni Haşim ve
Beni Muttalib aşiretlerinin mensupları ve Hz Peygamber (sav) çekildikleri Ş’ib-i Ebi
Talib’ten42 ancak haram aylarda çıkabiliyorlardı.43 Güvenlik endişesi ile Ebu Talib
Hz Peygamber’i (sav) sürekli yakınında tutuyor, geceleri onu koruyabilecek
kimselerle beraber yatırıyor ve hatta bazen yatağını değiştirerek sürekli tedbir
alıyordu.44
Mekkeliler ile ticaret yapamayan Beni Haşim ve Beni Muttalib mensupları
ancak haram aylarda Mekke’ye dışarıdan gelen tüccarlardan mal alabiliyorlardı. Ne
var ki Kureyşlilerin araya girip fiyatları artırması ya da onlardan önce malları
piyasadan toplamasıyla ya çok yüksek fiyattan alış veriş yapmak durumunda kalıyor
40
Beni Haşim aşireti adını Mekke’nin zenginleşmesinde büyük rolü olan “ilaf”ın kurucusu ve
Abdulmuttalib’in babası olan Haşim’den alır. Bu aşiret Kureyş için büyük şeref kabul edilen rifade
(hacıların yemek ihtiyaçlarını giderme) ve sikaye (hacıların su ihtiyacını giderme) görevlerini ifa
etmekteydi. Bkz. İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, Daru’l-Kitabu’l-Arabiy, thk. Ömer Abdusselam
et-Tedmuri, Beyrut, 1990, 1/159.
41
İbn Sad, 1/193.
42
Beyhaki, 1/311.
43
İbn Sad, 1/193.
44
Ebu’l-Fida İsmail ibn Ömer ibn Kesir, El-Bidaye ve’n-Nihaye, Dar-u İbn Kesir, Beyrut-Dımaşk
2007, 3/302.
27
ya da hiçbir şey satın alamıyorlardı. Nitekim bu süreçte Hz Hatice ve Ebu Talib’in
servetlerinin ciddi oranda azaldığı rivayet edilmektedir.45
Bu noktada öncelikle; Kureyş’in bu denli sert bir boykot uygulamış olması,
Mekke’nin siyasi tarihi göz önüne alındığında nasıl mümkün olmuştur diye sormak
gerekir. Öyle ki Kureyş aşiretleri arasında geçmişte yaşanmış hesaplaşmalar ve bu
hesaplaşmalar sonucunda oluşmuş bazı kamplaşmalar vardı. Kureyş’in Mekke’deki
mazisinin başından itibaren yaşanan bir takım anlaşmazlıkların sebep olduğu bu
hesaplaşmalarla aşiretlerin neredeyse silahlı olarak çatışmaya girişmesi durumları
dahi ortaya çıkmıştı. Sonuçta bu çatışma tecrübelerinin bakiyesi aşiretlerin
birbirleriyle yine birbirlerine karşı oluşturdukları ittifaklardı. Meseleyi Kureyş’in
Mekke’deki tarihinin başlangıcından itibaren inceleyecek olursak Kureyş’in
Mekke’ye yerleşmesi üzerinden çok fazla bir zaman geçmeden ortaya çıkan ilk
çatışmadan bahsedebiliriz.
Hz Peygamber’in (sav) beşinci kuşaktan dedesi Kusay; Kureyş’i Mekke
civarlarında yarı göçebe halde yaşarken bir araya getirip şehrin hâkimiyetini ele
geçirerek yerleşik bir toplum haline getirmişti. Ve aşiretler arasında ilk ayrılık, henüz
bir çatışmadan söz edemesek de, Kâbe civarına yerleşmekle şehri çevreleyen vadilere
yerleşmek şeklinde olmuştu. Kureyş el-Bitah merkezde iskân edilmiş, ez-Zevahir ise
çevreye yerleştirilmişti. 46 Biset yıllarına ulaştığımızda Mekke’nin iki güçlü aşireti ve
İslam’ın iki büyük düşmanı Beni Mahzum ve Beni Ümeyye’nin el-Bitah’tan
olduklarını görüyoruz.
Bu merkez-çevre ayrımı güçlü bir etki bırakmamıştı ancak Kusay’ın
oğullarının ondan kalan mirası 47 paylaşmakta düştükleri anlaşmazlıkla Ahlaf ve
45
Mehmet Azimli, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı Mülahazalar”, İstem, 2006, sy.
7, s.58.
46
Kureyş el-Bitah: Abdumenaf(Haşim, Nevfel, Muttalib, Ümeyye, Rebia), Abduddar, Abduluzza
(Esedoğulları), Abd Kusay, Teym, Mahzum, Zühre. Kureyş ez-Zevahir: Amiroğlulları (Adî, Sehm ve
Cumah), Haris b. Fihr, Amir b. Lüey, Muharib b. Fihr. Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.14.
47
Yapılan anlaşma sonucunda Mekke’nin idaresi anlamına gelen (Watt, Hz Muhammed Mekke’de,
s.12) rifade, sikaye ve kıyade görevleri Abdumenaf’a verildi; hicabe, sidane, nedve ve liva
görevlerinin Abduddar’da kaldı. İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/150.
28
Mutayyebun cepheleri
48
ortaya çıkmış, Mekke’nin yeni sakinleri birbirleriyle
savaşmanın eşiğine gelmişti.49 Ancak savaş başlamadan aracıların devreye girmesi
ve anlaşmazlığın giderilmesi ile Kureyş aşiretleri birbirinin kanını dökmekten son
anda dönmüştü.50 Bu cepheleşme Kureyş’in çok sonraları İslam karşısına çıkardığı
Uhud ordusunda iki tarafın da sancaklarının dalgalanması ile görüleceği üzere
yüzyılı aşkın bir süredir sembolik de olsa devam etmişti. 51 Ancak sancaklarla
sembolize edilen bu ayrışma bir yandan da İslam karşısında bir birliğe dönüşmüş
oluyordu.
Tarih’in kaydettiği bu hadiselerden bir diğeri ve biset yıllarına en yakın olanı
Hılfu’l-Fudul’du. 52 Teym oğullarının reisi Abdullah b. Cudan’ın evinde toplanan
Teym, Esed, Haşim, Muttalib ve Zühre aşiretlerinin ileri gelenleri Mekke’de zulüm
gören mazlumların hakkını zalimlerden almak üzere yemin etmişlerdi.53 Burada hilfe
katılan aşiretler ilk olarak As b. Vail es-Sehmi’den Yemenli bir tüccardan gasp ettiği
malın parasını tahsil etmişlerdir.54 Ki bu olay aslında Hılfu’l-Fudul’un kurulmasının
sebebiydi. Bununla beraber tarih kaynakları bu yeminin Emeviler dönemine ulaşacak
kadar ileriki bir tarihi kapsayan bir süreçte uygulandığına dair notları aktarırlar.55
Hılfu’l-Fudul anlaşmasında aşiretlerin tavırları ile ilgili bir noktayı arz etmek
gerekmektedir. Abdullah b. Cudan’ın davetine yukarıda isimleri nakledilen aşiretler
48
Ahlaf: Abduddar kabilesine destek verenler; Mahzum, Sehm, Cumah, Adiyy oğullarıydı.
Mutayyebun: Abdumenaf’a destek verenler; Teym, Zühre, Haris b. Fihr, Esed oğullarıydı. Bkz. İbn
Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/149.
49
Aşiretler karşı taraftan kimlere saldıracaklarını planlayacak kadar savaşa hazır durumdalar idi. İbn
Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/150.
50
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/150.
51
M. J. Kister, “Mekke ile ilgili Bazı Rivayetler”, çev. Ali Aksu, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 2002, cilt.VI, sy.II, s.57.
52
Hilf: Cahiliye döneminde Araplar arasında yapılan ittifak; dostluk ve dayanışma yemini. Bkz. Nadir
Özkuyumcu, “HİLF”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, s.29.
53
Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.196.
54
Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s.22.
55
Muhammed Hamidullah, “HİLFU’L-FUDUL”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, s.31.
29
icabet ederken özellikle Kureyş’in güçlü ailelerinin içinde bulunduğu Ümeyye, 56
Mahzum, Cumah ve onların çeşitli vesilelerle ittifak kurdukları Nevfel gibi aşiretler
bu hilf’e katılmayacaklarını beyan etmişlerdi.57 Burada özellikle bu aşiretlerin As b.
Vail’in mensubu olduğu Sehm aşiretiyle kurdukları ticari ilişkileri zedeleme ve güçlü
bir müttefiki kaybetme endişesinin etkili olduğu şeklindeki değerlendirmeleri dikkate
almak gerekir. 58 Bu gibi gerekçelerle hareket eden aşiretlerin varlığı; toplumsal
grupların hangi dinamiklerle hareket ettiklerini görmemize yardımcı olmaktadır.59
Gerek Ahlaf-Mutayyebun gerekse de Hılfu’l-Fudul hadiselerinde; Kureyş
kabilesini oluşturan aşiretler arasında birbirlerine karşı tecrübe edilmiş düşmanlıklar
ve birbirlerinden korunmaya yönelik hilfler 60 yani ittifak anlaşmaları mevcut
olduğunu görebiliyoruz. Bu durum herhangi bir kriz ortamında şehrin nasıl bir tavır
sergileyeceğiyle alakalı belirsizlik ve potansiyel bir ayrışmanın varlığına delalet
etmektedir.
Mekke’de bugün anladığımız biçimleriyle siyasi bir yönetim usulü yoktu.61
Şehirde yaşayan herkesin tabi olduğu bir yönetim mekanizması da mevcut değildi.
Ancak şehrin işlerinin görüşüldüğü bir meclis (daru’n-nedve) vardı ve burası
yönetimi Abduddar oğullarında olan belli bir usule göre çalışıyordu.62 Bu mecliste
56
Ahlaf-Mutayyebun ayrışmasında Mutayyebun tarafının önderi olan Abdumenaf’ın oğullarından
Abduşşems’in soyunun bir kolu olan Beni Ümeyye bu süreçte Ahlaf cephesinin mensupları arasına
katılmıştı. İbrahim Sarıçam, Emevi-Haşimi İlişkileri: İslam Öncesinden Abbasilere Kadar, TDV Yay,
Ankara 1997, s.100-101.
57
Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.196.
58
Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s.14-15.
59
Montgomery Watt’ın bu konuyla alakalı değerlendirmesi şu şekildedir: İslam’ın geldiği dönemde
çıkarlar etrafında oluşan birlik duygusu yeni bir görünüm olarak toplumda yer etmişti. Ahlaf ve
Mutayyebun ayrışmasının ardından hılfu’l-fudul gibi kutuplaşmalar bu duyguyu ibraz eden
durumlardı. (Watt, Hz. Muhammed Mekke’de, s.26).
60
Örnek olarak Abdulmuttlab’in Nevfel oğulları ile anlaşmazlık yaşadıktan sonra Huzaa kabilesi ile
Kâbe’de ittifak yapması, Bkz. Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013,
s.217.
61
Hasan İbrahim Hasan, Tarihu’l-İslam: es-siyasi ve’d-dini ve’s-sakafi ve’l-ictimai, Mektebetu’n-
nahdati’l-Mısriyye, Kahire 1953, s.53-54.
62
Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013, s.231.
30
Kureyş melesi vardı ve bu mele her bir aşiretin önde gelenlerinden oluşan eşraf
takımıydı. Ne var ki aşiretler arasındaki güç ve servet dengesizliği bu mecliste hâkim
olan figürleri de belirleyici konuma gelmişti.
Bu bağlamda Hılfu’l-Fudul hadisesinde yaşananları dikkate aldığımız zaman;
haram bölgede ve Mekke’nin soylularından biri tarafından gerçekleştirilen bir gasp
hadisesine, toplum içinden ancak belirli aşiretlerin reislerince tepki gösterilmiş
olması hatta bazı aşiretlerin açıkça böyle bir harekete katılmayacaklarını beyan
etmeleri toplumun geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir. Buna göre bir
haksızlık karşısında belirli bir ittifak sağlanmadıkça harekete geçilemediği ve güç
sahiplerinin “maruf” 63 söz konusu olduğunda pek de duyarlı davranmadıklarını
söyleyebiliriz.
Kureyş’in: İslam’dan hemen önceki durumuyla alakalı yapılan tahlillerde bu
ayrışmaların yanı sıra özellikle belli ailelerin zenginliğinin diğerlerine nazaran
fazlasıyla artmasının oluşturduğu bir dengesiz sosyal yapıdan bahsedilir. Burada
vurgulanan husus ticaret yoluyla zenginleşen bir aristokrat yapının toplumda
hâkimiyet kurmuş olması durumudur.
Kureyş kabilesi bisetten önceki 100 yıllık bir süreçte ticaret yoluyla
zenginleşti. Ancak bu durum her ferdin ya da her aşiretin aynı oranda zenginleşmesi
anlamına gelmiyordu. Bir kısım zevatın aşırı servet biriktirmesine karşın toplumun
belirli zümreleri ya olduğu yerde sayıyor ya da fakirleşiyordu. Bu durum toplumda
tabii olarak “biz” duygusunun yerine ondan daha fazla müspet olmayan bir ferdiliği
getiriyordu. Böylece sosyal yapının sarsılmasına, ahlaki değerlerin yıkılmasına
zemin hazırlayan bir yapı ortaya çıkıyordu. Üstelik doğacak haksızlıkların üstesinden
gelecek ne maddi ne de manevi bir güç vardı. Düzenleyici bir otorite ve kanun
63
Manevî/ahlakî davranış için kullanılan el-ma’ruf sözcüğü, “bilinen” anlamına gelir. Yeni olan, bu
normların bir insanın hayatındaki yerinin ne olduğu telakkisiydi. M.G.S. Hodgson, İslam’ın SerüveniBir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih, çev: Edisyon, İz Yayıncılık, İstanbul 1993, s.102;
“toplumda haksızlığı engelleyecek kimse kalmamıştı” Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi: İlk
Dönem İslam Toplumunun Şekillenişi, Pınar Yay, İstanbul 2001, s.83.
31
olmadığı gibi, vicdanlara hitabeden dinin yerini şirk ve putperestlik doldurmuştu. İşte
İslam, kültürel çerçevede “Cahiliyye” de denen böylesi bir ortamla savaşacaktı.64
Meselenin
bu
boyutu
bizim
için
İslam
karşıtı
muhalefetin
nasıl
sürdürüldüğünün ve özellikle boykot gibi bir olayın nasıl başlatılabildiğinin
anlaşılması için kapı aralıyor.
Hılfu’l-fudul gibi, toplumda yaşanan zulümlere karşı hareket eden bir
mekanizmanın, hem de çok uzun bir süre zarfında zaman zaman aktif edilebilen bir
anlaşmanın; Kureyş’in önde gelen iki aşireti ağır açlıkla boğuşurken neden
işletilemediğini sormak gerekir. Çünkü bu sorunun cevabı; Mekke’de İslam
muhalefetinin geçmişin anlaşmazlıklarını, toplumun derinliklerinde yatan eski
düşmanlıkları canlandırmadan nasıl hareket edebildiğini; insanların hicret etmesine
sebep olacak işkence ve baskı ortamını yaratmayı ve en önemlisi iki aşiretin boykot
edilmesini nasıl sağladığını açıklamamıza yardımcı olacaktır.
Tabi ki böyle bir sorunun altında Kureyş’te İslam karşıtı muhalefetin belirli
bir grubun elinde olduğu yargısı bulunmaktadır. Öyle ki bizim gördüğümüz
manzarada Müslümanlara eziyet eden, Hz Peygamber’e (sav) hakaret eden, ona
Kâbe’de saldıran veya başka şekillerde tarih kaynaklarının naklettiği hadiselerde
düşmanlığını ortaya koyan kimseler sınırlı sayıda bir kesimi oluşturmaktadır.
Kur’an’ın direkt olarak hedef aldığı veya başka bir ifadeyle İslam’a en sert
muhalefeti gösterdiği rivayet edilen bu kimseler mensubiyetleri itibariyle Mahzum,
Ümeyye, Sehm, Cumah, Abduddar, Esed gibi aşiretlerin ileri gelenleridir. Buna
mukabil Beni Haşim ile öteden beri ittifaklar içinde yer almış Zühre’den sadece iki
kişinin adı geçerken65, Hz Ömer’in ihtidasından sonra hiç bir muhalefeti görünmeyen
Adiyy66 ve Teym gibi aşiretlerden isimlere rastlamak zordur. Bu kanıyı destekleyen
en somut örnek olarak özellikle açık davetin başlamasından sonra Ebu Talib’i 67
64
Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.58.
65
Nebih ve Münebbih İbna el-Haccac ez-Zühri.
66
“Zühre ve Adiy Mekkelileri hiçbir zaman desteklemedi” Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.15.
67
Kureyş ileri gelenleri Ebu Talib’e rağmen hareket edememişlerdir. Nitekim Ebu Talib’i tehdit
ettikleri bir görüşmeden sonra kendi aralarında eğer Ebu Talib’e bir zarar verirlerse Arapların onları
ayıplayacağını konuşup geri dönmüşler ve bir uzlaşma teklif etmişlerdi. Ebu Cafer Muhammed İbn
32
muhatap alarak Hz Peygamber’i (sav) durdurmaya çalışan “mele”nin kimlerden
oluştuğunu beyan eden isim listelerini işaret edebiliriz.68
Kureyş toplumunun gerçek fonksiyonel bölümü zengin tüccarlar, onların
aileleri ve onlara tabi olanlardı.69 Burada fonksiyonellikten kastın ahalinin genelini
ilgilendiren meselelerde baskın görüşü tayin etmek şeklinde olduğunu anlayacak
olursak İslam karşıtı kampanyayı yürütenlerin bu zengin tüccarlar olduğunu
görmemiz zor olmayacaktır. Çünkü Kureyş düzeninin merkezinde Beni Ümeyye ve
Beni Mahzum70 aşiretleri bulunuyordu. Bu iki aşiretin merkezde durduğu sistemde
“akrabalık ilişkilerine dayalı etnik bir yapıdan sınıflara bölünmeye hazır bir sosyal
yapıya geçilmişti.” 71 Sonuçta bu iki aşiret ve diğer örneklerinde güç ve refahın
artması toplumun zengin ve fakir tabakalara ayrılmasına sebep olmuştu.72
Özetleyecek olursak Hz Peygamber (sav) karşısında duran Kureyş/Kureyş
ileri gelenleri ya da mele dendiği zaman anlaşılması gereken grup Beni Mahzum ve
Beni Ümeyye aşiretlerinin güçlü aileleri ve onların müttefikleri olan etkili
kimselerdir. Bunlar Mekke’de oluşan ticari düzenin merkezinde yer alan, büyük
akraba ve köle gruplarını yöneten ailelerdi 73 ve politik güç ile ekonomik gücün
birbiriyle eşzamanlı ve uyum içinde gerçekleşme eğilimi olan bu şehirde74 toplumun
en baskın grubunu oluşturmaktaydılar. Ve 4.yıldan başlayarak Hz Peygamber (sav)
Cerir et-Taberi, Tarihu’l-Umem ve’l-Muluk, thk. Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Dar-u Seveydan,
Beyrut b.t.y, 2/324.
68
İbn Haldun, Kitabu’l-İber ve Divanu’l-Mübtede-i ve’l-Haber, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut
2006, 2/398; İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/8-16; Ahmed b. Yahya b. Cabir el-Belazuri,
Ensabu’l Eşraf, thk. Süheyl Zekkar, Daru’l-Fikr, Beyrut 1996, 2/141-176.
69
Eric R. Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, çev. Nuri Tuğlu, Arayışlar –İnsan
Bilimleri Araştırmaları-, 2000, cilt II, sy. 3-4, s.184; Emile Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti,
çev. Ahmet Ağırakça, İnsan Yay., İstanbul 1997, s.46.
70
Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.127; Casim Avcı, KUREYŞ (Benî Kureyş), DİA, İstanbul 2002,
XXVI, s.442-443; Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.184.
71
Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s. 8-9.
72
Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.9.
73
Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.14.
74
Wolf, “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, s.15.
33
karşıtı muhalefeti özellikle Bedir savaşına kadar yürüten 75 mele bu baskın grubun
idaresi altındaydı.
Kureyş’i etkisi altına almış olan bu baskın grup, boykotun mimarlarıydı.
Oluşturdukları hava ile Beni Haşim ve Beni Muttalib’e karşı yazılan ve boykotu ilan
eden sahifenin altına 80 mührün vurulmasını sağlamışlardı. 76 Buradan anlaşılan
boykot, çok geniş bir katılımla ilan edilmiştir. Hatta boykota birkutsallık
kazandırmak için; yazılan sahife Kâbe’ye asılarak “Kureyş’in nefsinde te’kid”
edilmişti. 77 Sonuçta yukarıda özetle hikâyesini anlattığımız geçmiş çatışmalar
unutulmuş, Beni Haşim’in müttefikleri geri çekilmişlerdi. Boykotu delmek için
yapılan teşebbüsler de tamamıyla şahsi girişimler olmaktan öteye geçmemişti.78
Bize göre bütün bir Kureyş’i bu karar arkasında birleştiren ya da boykota
uğramış aşiretlere diğer aşiretlerce yardım edilmesinin önüne geçen iki temel etken
vardır: bunlardan ilki İslam’la mücadele eden müşrik ileri gelenlerinin kan
dökmemeye dolayısıyla da bir kan davasına yol açmamaya özen göstermeleri ve
insanları “atalarının dininde” kalmaya çağırmalarıdır. Aldıkları bu tedbirlerle
Kureyş’in
egemen
aileleri;
hac
ve
ticaret
gelirleriyle
sağladıkları
aşırı
zenginleşmeden doğan çıkarlarını korumak adına; kendileriyle din dışında hiçbir
ortak noktası kalmamış zayıf aşiretleri de ortak edebilecekleri bir din savaşı üretmiş
oldular.79
İslam karşıtı kampanyayı yürütenlerin kan dökmemeye özen göstermeleri ile
alakalı iki rivayeti aktarmak, zannediyoruz, meseleyi izah edecektir. Hz Ömer iman
etmeden önce Müslümanlar; Hz Ebu Bekir’in teklifiyle Hz Peygamber (sav) de dâhil
75
Bu grubun en önemli mensupları Bedir savaşında öldürülmüştü ve etkili tek isim olarak Ebu Süfyan
kalmıştı. Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.226-227.
76
İbn Vadıh Ahbari, Tarihu’l-Yakubi, Matbaatu’l-İzzi, Necef 1358, 2/22.
77
Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve, c.II s.312; İbn Sad, Tabakat, 1/178.
78
Bu konuda kaynakların pek çoğunda yer alan bir örneği aktarmak istiyoruz: anne tarafından Beni
Haşim ile akrabalığı olan Hişam b. Amr bir Rebia (Amir b. Lüey aşiretinden) bazı geceler erzak
yüklediği bir deveyi Şib’i Ebi Talib’in altına getirir ve deveyi oradan salarak içeriye gönderirdi.
İçeridekiler deveyi boşalttıktan sonra geldiği yöne tekrar gönderirlerdi. İbn Hişam, es-Siretu’nNeberviyye, 2/27.
79
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472.
34
olmak üzere Kâbe’ye geldiler. Burada Hz Peygamber (sav) oturdu ve Hz Ebu Bekir
ayağa kalkarak insanları Allah’ın bir olduğuna ve Hz Muhammed’in onun elçisi
olduğuna inanmaya çağırdı. Bunun üzerine orada bulunan müşrikler Müslümanlara
saldırdı ve Velid b. Muğire Hz Ebu Bekir’i düşürerek nalınları ile kafasına vurup onu
bayılttı. Bu esnada araya giren Teym gençleri Hz Ebu Bekir’i oradan alıp evine
götürdüler. Ardından mescide dönerek eğer Hz Ebu Bekir ölürse Velid’i
öldüreceklerine yemin ettiler.80 Bu hadise müşrikleri kan döktükleri takdirde bunu
“atalarının dini” uğruna yapmış olsalar da kanlı bir cevapla karşılaşacaklarına ikna
etmiş olmalıdır.
Bir diğer hadise ise Hz Hamza ile Ebu Cehil arasında yaşanmıştı. Ebu Cehil
bir gün Hz Peygamber’e (sav) Safa tepesi taraflarında rastlamış ve ona ağır
hakaretlerde bulunmuştu. Abdullah b. Cudan et-Teymi’nin mevlalarından biri bu
olayı görmüştü. Hz Hamza avdan dönmüş Kâbe’yi tavaf etmeye giderken hadisenin
şahidi olan kadın gördüğü bu olayı Hz Hamza’ya anlattı. Sinirlenen Hz Hamza Ebu
Cehil’i aramaya başladı. Onu Kâbe’nin yanında otururken buldu ve yanına gidip yayı
ile yüzüne şiddetli bir şekilde vurdu. Ve Hz Peygamber’e (sav) iman ettiğini
duyurdu. O sırada Hz Hamza’nın Ebu Cehil’e yaptıklarına cevap vermek için
ayaklanan Mahzum gençlerine engel olan Ebu Cehil, Hz Peygamber’e (sav) hakaret
ettiğini kabul ederek özür diledi.81
Bu iki hadisede bizim gördüğümüz durum şudur: güç sahibi aşiretlerden
birinin bir mensubunun kanı döküldüğü takdirde Kureyş içinde ciddi bir çatışma
ortamı doğabilirdi. Hem Teym oğullarının Kâbe’de Velid’i tehdit etmeleri hem de
Ebu Cehil’in Mahzum gençlerinin Hz Hamza ile dövüşmesini engellemesi bunun
göstergesidir. Özellikle Ebu Cehil’in tavrında Kureyş önde gelenlerinin Mekke’de iç
çatışma çıkmasını engelleyip Hz Peygamber (sav) ve aşireti karşısında bir birlik
kurma çabaları olduğu anlaşılabilir.
Nitekim her ne kadar ağır işkencelerin varlığı bilinse de müşriklerin her bir
Müslümanı sistematik olarak ve top yekûn işkenceden geçirmesi söz konusu değildi.
Cahiliye taassubunun bir ürünü olan asabiyet gereğince her bir aşiret haklı ya da
80
İbn Kesir, el-Bidaye, 3/377.
81
İbn Haldun, Tarihu’l-İber, 2/401; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/334; İbn Kesir, el-Bidaye, 3/233.
35
haksız olsun kendi mensubuna başka bir aşiretten birinin zarar vermesine razı
olmazdı. 82 İşkencelere maruz kalanlar; köleler, herhangi bir aşiret ile kan bağı
olmayan mevlalar ya da başka bir ifade ile aşiretlerin himayesi altında Mekke’de
yaşayan kimselerdi.83 Bunların en meşhur örneği Ammar b. Yasir ve ailesidir. Yasir
ailesi Mekke’de Mahzum oğullarının himayesi ile yaşayan bir aileydi.84
İşkence gören bir diğer grup ise zengin ailelerin iman eden gençleriydi.
Bunlardan Osman b. Affan gibi bazıları ailelerince mahzenlere kapatılıyor aç susuz
bırakılıyordu.85
Bu tablo içerisinde müşrikler bir başka aşiretin mensubuna dokunamamış
ancak kendi mensuplarına ya da korumasız kimselere işkence edebilmişlerdi.
Müslümanlara karşı hoşgörülü olan Teym ve (Hz Ömer’in iman etmesinden sonra)
Adiy oğullarının mensupları ise bu sıkıntıları yaşamıyordu.86 Dolayısıyla Kureyş’in
İslam karşısında gösterdiği muhalefet; toplumun sosyal yapısının top yekûn bir
kıyıma mani olması yüzünden pek de başarılı olamıyordu. Özellikle Beni Haşim’in
Hz Peygamber’i (sav) koruması İslam’ın yayılışını durdurmalarının önündeki en
büyük engeldi. 87 Nitekim aşiretler arasında oluşan bu denge halinde muhalefeti
yürüten Ümeyye ve Mahzum mensubu ileri gelenlerin zannediyoruz bundan dolayı
boykot gibi bir çareye başvurmaları söz konusu olmuştu.
Tarih kaynakları Hz Peygamber’in (sav) başlarda ciddi bir muhalefetle
karşılaşmadığını hatta toplumun ona iman etmeye meylettiğini
Peygamber
82
(sav)
onların
ilahlarını
ayıplayınca
tepkinin
88
ancak Hz
başladığını
Toshihiko İzutsu, Kur’an’da Dini ve Ahlaki Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz, Pınar Yay., İstanbul
2010, s.114.
83
Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.87-88.
84
Belazuri, Ensabu’l Eşraf, 1/178.
85
Amcası Ebu’l-Hakem ibnu’l-As, Osman b. Affan’ı dininden dönmesi için bağlamıştı. Bkz. İsmail
Yiğit, “OSMAN”, DİA, İstanbul 2007, XXXVI, s.439.
86
Hz Ebu Bekir’in Teym aşiretinden olması dolayısıyla ve Hz Ömer’in de iman etmesinden sonra
Beni Teym ve Beni Adiy içerisindeki Müslüman olanlara eziyet edilmiyordu. Watt, Hz Muhammed
Mekke’de, s.15.
87
Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/332.
88
Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/328.
36
aktarmaktadırlar. 89 Bundan önceki süreçte uluhiyet, nübüvvet, ahiret vurgusunu
merkeze alan ayetlerde özellikle toplumun herkesçe malum aksaklıkları, kusurları
anlatılıyor ve yoğun bir şekilde yapılan işlerin ahirette bir karşılı olacağı mesajı
veriliyordu. Ki bu süreçte Filibeli Ahmed Hilmi’nin yorumuna göre Kureyş
nazarında Hz Peygamber’in (sav) daveti yeni bir dine değil olsa olsa yeni bir
mezhebeydi.90 Ve bu durum bir sorun yaratmıyordu çünkü Kureyş’te din konusunda
esnek bir anlayış vardı. Müşrikler kabilelerin Kâbe’yi ziyaretlerinden yararlandıkları
için her kabilenin putları Kâbe’de bulunabilirdi. 91 Ancak Allah’ın tek ilah olduğu
vurgusunun artması ve Necm suresinde putların doğrudan batıl olduğunun ilan
edilmesiyle toplumun tepkisi değişmeye başlamıştı. Müşriklerin “ilahları bir tek ilah
mı yapmış” 92 diyerek şaşkın bir şekilde itiraz ettikleri bu durum karşısında Hz
Peygamber (sav) hiçbir uzlaşı teklifine yanaşmayan ve dini Allah’a halis kılan bir
üslûbu muhafaza etmişti. Zaman içerisinde muhtemelen soy ve nesep ile övünmenin
çok önemsendiği Mekke toplumunda müşriklerin insanların algısını yönetmeleri
tartışmayı bu boyutta sürdürmeleri daha kolay olmuştur denilebilir.
2. İslam’ın Mekke Toplumsal Yapısına Etkisi
Kureyş’in boykot kararının mahiyetini anlamamızda bize yardımcı olacağını
düşündüğümüz iki meseleyi daha arz ederek çalışmamızın bu bölümünü
tamamlamak istiyoruz. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in davetinin Mekke
toplumunun sosyal yapısında meydana getirdiği etki, ikincisi bisetin 4. ve 7.yılları
arasında yaşanan ve kaynakların boykotun sebebi olarak beyan ettikleri hadiselerin
değerlendirilmesidir.
89
İbrahim Sarıçam, İlk Dönem İslam Tarihi, Anadolu Üni. Açık Öğr. Fakültesi, Eskişehir 1998, ünite
IV s.90; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/322; Şehbenderzade Filibeli Ahmed, İslam Tarihi, sad. M. Rahmi,
Sağlam Kitabevi, İstanbul 1979, 1/152.
90
Filibeli, İslam Tarihi, 1/151.
91
Hasan İbrahim, Tarihu’l İslam, 1/71.
92
Sad 5.ayet: “Tanrıları, tek tanrı mı yaptı? Doğrusu bu tuhaf bir şeydir! dediler.”.
37
Kureyş’in İslam’a gösterdiği tepkinin ve bu tepkinin özellikle vahyin ve
Nebi’nin (sav) ilahları ayıplamasından sonra şiddetlenmesini birçok saikle
açıklamamız mümkündür. Buraya kadar üzerinde durduğumuz husus Kureyş’in son
yüzyılında yaşadığı tüm anlaşmazlıkların bir kenara itildiği ve zamanla Beni
Haşim’in müttefiklerinin bile dâhil olduğu bir boykot sürecinin, neticede büyük
tüccar ailelerin önderliğinde sürüklenen İslam karşıtı kampanyanın en sert
tepkilerinden bir olduğuydu. Bilhassa Beni Ümeyye ve Beni Mahzum ileri
gelenlerinin ön ayak olduğu ve geçmişte daha çok bu iki aşiret ile ittifaklar yapmış,
biset yıllarında da büyük bir ticari ortaklığı yürüten aşiretlerin liderlerinin somut
tepkilerinden oluşan bu kampanya; nihayetinde Kureyş’in “dini otoritesini”93 elinde
bulunduran Beni Haşim’i toplumdan izole etmeyi başarmıştı. Biz de buradan önceki
paragraflarda
İslam
karşıtı
birliğin
nasıl
tesis
edilebildiğine
dair
değerlendirmelerimizi aktarmıştık.
Mekke toplumunun İslam’a bakışını belirleyecek diğer hususları da
zikretmekte fayda görüyoruz. Neticede özellik bisetin 5. ve 6.yıllarından itibaren Hz
Peygamber (sav) için Kureyş içinde muhatap bulmak çok güç hale gelmişti. 94
Buradan anlaşıldığı kadarıyla ileri gelenlerin toplum nazarında yürüttükleri
propaganda, her ne kadar iman edenlerin sayılarının artmasına engel olmamış ve çok
az kişi hariç Müslümanları imanlarından vazgeçirememiş 95 olsa da henüz iman
etmemiş olanlarda belirli bir karşılık bulmuştur. Mücadelenin şiddetlendiği bu zaman
diliminde insanların İslam davetini muhatap almamasının ardında yatan birkaç
mesele şu şekildedir:
93
Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.57.
94
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/14.
95
Nahl 106.ayet: “Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde
(inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için
büyük bir azap vardır.” (Müslüman olan bir gencin efendisinden eziyet gördükten sonra tekrar eski
dinine dönemsi hakkında indi. Bkz. Mukatil b. Süleyman, Tefsir-i Mukatil b. Süleyman, thk. Abdullah
Mahmut Şehate, Muessesetu’t-Tarihi’l-Arabi, Beyrut 2002, 2/489 ).
38
Hicaz bölgesi bedevi Arap kültürünün ayakta durduğu; hem büyük devletler
hem onların uydu coğrafyaları, diğer bir ifade ile yanaşma krallıklar,96 hem de kadim
Hıristiyan ve Yahudi geleneklerince kuşatılmış bir bölgeydi. Bu bölge 6.yüzyılda
gerçekleşen bir seri siyasi ve askeri hadise neticesinde bu kuşatmanın kırıldığı ve
bedevi Arap kültürünün; zenginliğin artmasıyla canlandığı bir yer haline gelmişti. Bu
canlanmanın merkezinde Mekke duruyordu.
Kusay’ın girişimleriyle imar edilen Mekke, Hicaz’ın diğer bölgelerinde
yaşayan Arap halklarının etrafında birleştiği bir sistemi inşa etmeye başlamıştı. 97
Nihayet
Kusay’ın
torunları
Haşim,
Muttalib,
Abduşşems
ve
Nevfel’in
girişimleriyle 98 çevredeki büyük pazarlarla yoğun bir ticari ilişki kuran Mekke,
giderek artan gücünü diğer Arap kabilelerine karşı finansal araçlarla elde ettiği
caydırıcılıkla pekiştiriyordu.99 Bu yükselişe hacıların ihtiyaçlarının karşılanmasında
gösterilen cömertlik ve Kâbe’nin bakımında gösterilen ihtimamın eklenmesi,
Arapların zaten öteden beri ziyaret etmeyi gelenek haline getirdiği Mekke’ye daha
bir hürmetle bağlanmalarını ve Kureyş’in kendi bölgesinde son derece nüfuzlu bir
konum elde etmesini sağlamıştı.100
Kureyş’in kurduğu düzen o dönem dünyada rayiç olan tepede bir kralın
bulunduğu piramide benzer bir yapının aksine tek bir kabilenin prestijine ve
dayanışmasına bağlı etkili bir siyasi düzendi. Bu siyasi düzen aynı veçhile Bedevi
usullerine dayanan, kendisiyle eşit derecede bağımsız ve tüm konfesyonel dini
inanışlara karşı eşit derecede tarafsız bir dini sisteme bağlanmıştı. Mekkeliler,
yerleşik kültürler içinde erimeye karşı Bedeviliğe dayanan yegâne etkin alternatifi
oluşturmuş gibi görünüyorlardı.101
96
İrfan Shahid, “İslam Öncesi Arabistan”, çev. İlhan Kutluer, İSLAM TARİHİ Kültür ve Medeniyeti,
M. Holt- A.K.S. Lambton- B. Lewis, çev. Komisyon, Kitabevi, İstanbul 1997, s.37.
97
Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/93.
98
Muhammed Hamidullah, “el-Îlâf veya İslam’dan Önce Mekke’nin İktisadî-Diplomatik
Münasebetleri”, çev. İsmail Cerrahoğlu, A.Ü.İ.F.D, 1961, c.IX s.216-217.
99
Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/93.
100
Watt, Hz Muhammed Mekke’de, s.13.
101
Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/96.
39
Hac yoluyla da perçinlenen bu bedevi alternatif, Araplar nezdinde sadece
yabancı kültürler içinde erimeye karşı bir dayanak olmakla kalmıyordu. Özellikle fil
hadisesinden sonra Mekke’nin konumu, olduğundan çok daha yüksek bir kutsallığa
ulaşmıştı. Öyle ki Ebrehe’nin ordusunun mucizevi bir şekilde yok olmasının
ardından Kureyş; Araplar tarafından ‘ehlullah’ olarak anılmaya başlamıştı. 102 Ve
Mekke ticareti için önemi yadsınmayacak Ukaz panayırı ehlullah olmakla gelen
prestij sayesinde kurulmuştu.
103
Kureyş bu prestijini ticarette kullanmakla
yetinmemiş aynı zamanda Kur’an’da muhtelif yerlerde eleştirildiğini gördüğümüz ve
tarih kaynaklarının ‘hums’ ismiyle andığı bir çeşit katı dindarlık biçimi de
oluşturmuşlar ve haccın yapılışıyla ilgili bir takım düzenlemeler getirmişlerdi.104
Bütün Hicaz’ı birbirine bağlayan, çevresindeki hemen hemen her güç odağı
ile iş ilişkisi kuran ve Hodgson’ın tabiriyle her kültür ve siyasi yapıya karşı eşit
mesafede duran Kureyş düzeni İslam’ın gelmesiyle birlikte derinden sarsılmıştı.
Kureyş’in muhalefeti müşriklerin iddialarına ya da itirazlarına bakılırsa dini
bir zemindeymiş gibi algılanabilir ancak Hz Muhammed’in (sav) mesajı esasında
onlar için toplumun iç içe geçmiş bütün dokusunu tehdit ediyordu. Vahiy, mevcut
toplumun tamamına açık bir meydan okumaydı –tanrılara ibadet ve tapınaklara bağlı
olan ekonomik hayat, kabile geleneği, reislerin otoritesi ve Hz Muhammed’in
izleyici çekmek istediği kabilelerin dayanışması. Din, ahlak inancı, toplumsal yapı ve
ekonomik hayat birbirine sökülmezcesine bağlı bir şekilde birbirine iç içeydi. Onlara
herhangi bir ana noktadan saldırmak bütün toplumun köklerine ve kollarına
saldırmak anlamına geliyordu. Kureyş’in muhalefeti bu yüzden kaçınılmazdı.105
Kureyş ileri gelenleri esasında yerleşik düzene temelinden itiraz eden her
harekete verilen tepkiyi vererek, Kur’an’ı/Hz Peygamber’i (sav); insanların arasını
ayırmak, temel değerlerini; ilahları, ataları vs. ayıplamakla suçlamıştı. Bu
suçlamaları Kur’an’da ya da tarihi kayıtlarda aktarılan pek çok muhaverede
102
Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler (Cahiliyeden İslam’a)”, s.51.
103
Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.63.
104
Ünal Kılıç, “Dini İçerikli Ekonomik Bir Kavram: Hums (İslam Öncesi Mekke’nin Ticari İlişkileri
Yönüyle)”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt VIII, sy.1, s.85.
105
Ira Lapidus, İslam Toplumları Tarihi, çev. Yasin Aktay, İletişim Yay, İstanbul 2003, 1/60.
40
görebiliriz. Buna ilaveten Kureyş’in asıl korkusunu şu cümleyle özetleyebiliriz: tüm
bu düzenin merkezinde yer alan ticaretin kesilmesi.106
Nitekim Emile Dermenghem kaynaklarda nadir rastlanabilecek bir bilgiyi
aktarmaktadır. Dermenghem’e göre sadece Kureyş’in değil bütün Hicaz Araplarının
da dininin merkezi olan Kâbe’de putları batıl ilan eden bu harekete karşı Araplar
Kureyş’i boykot edip, Mekke’de ticaret yapmamaya başlamıştı.107
Bu bilginin doğruluğu şüphelidir. Ya da en azından bu durumun Mekke’yi ne
kadar etkilemiş olduğu tartışmaya açıktır. Ancak şunu ifade edebiliriz ki bir kısım
Arapların böyle bir tepki vermiş olması ihtimali yadsınamaz. Nitekim Dermenghem
bu bilginin geçerliliğini gösteren bir dayanak olarak İslam’ın Yahudi ve Hıristiyan
dinlerine olan benzerliği ve Kur’an’ın bu iki dini kendine şahit gösterdiğini belirterek
yukarıda naklettiğimiz bedevi Arapların yabancı kültürlerle kurdukları kavmiyetçi
ilişkiyi hatırlatmaktadır.108
Arapların böyle bir tepkiyi verebilmesinin ardında yatan bir başka saikin de
putperest düzeni reddeden bazı kimselerin tecrübelerine vakıf olmaları gösterilebilir.
Bunlardan en meşhurları İbn Hişam’ın naklettiği hikâyedeki dört adamdır. Zeyd b.
Amr’ın akıl hocalığını yaptığı anlaşılan bu kimseler Mekke’den ayrılarak doğru
inancı bulmak amacıyla uzun birer seyahate çıktılar.
Putlara tapmayı reddeden bu dört adamdan Varaka b. Nevfel, Abdullah bin
Cahş ve Osman b. Huveyris hakikati bulmak için çıktıkları bu yolculuktan
Hıristiyanlığı seçerek dönmüşlerdi.109 Bunların akıl hocası gibi duran Zeyd b. Amr b.
Nufeyl ise yolculuklarından biri esnasında ölmüştü. Ancak ne var ki içlerinden
Osman b. Huveyris’in, Bizans’tan bir fermanla Mekke’ye dönüp kendisinin
imparator tarafından Mekke kralı ve imparator naibi ilan edildiğini söylemesi Mekke
açısından olumsuz bir durumdu. Çünkü Mekke ve temsil ettiği Hicaz bedevi kültürü
yabancı güçlere karşı tarafsızlıktan yanaydı ve temelde hiçbir yabancı gücün etkisi
106
Mustafa Aydın, İslam’In Tarih Sosyolojisi, s.87-88.
107
Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102.
108
Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102.
109
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/251.
41
altına girmeme eğilimindeydi. 110 Nitekim Osman bu fermanla gelmesine rağmen
kendi aşireti dâhil kimse tarafından ciddiye alınmadı ve Mekke’den kovuldu. 111
Sonuç olarak Osman b. Hüveyris üzerinden; düzenin dışına çıkanların Mekke
merkezli bedevi kültürü yabancı güçlerin denetimine sokmak gibi bir vaziyetle
ortaya çıkmaları tecrübe edilmişti. Buna göre Hz Peygamber (sav) Mekkeliler
nazarında mecnun, sihirbaz olmak yanında onlara kral olmak isteyen biri gibi de
görünmüş olabilir.112
Kur’an; Kureyşlilerin böyle bir iddiada bulunduğuna dair doğrudan bir
aktarımda bulunmuyor. Ancak Hz Nuh kıssasının anlatıldığı Mü’minun suresinin
24.ayetinde Cenab-ı Hak Hz Nuh’a muhalefet edenlerin onun kendi üzerlerinde
üstünlük kurmak istediği iddialarından bahsetmektedir. 113 Kavminin Hz Nuh’a
yönelttiği bu iddia muhtemeldir ki cılız sesle de olsa Hz Peygamber’e (sav)
yöneltilmişti. Buna mukabil Kur’an bütün peygamberleri olduğu gibi Hz
Peygamber’i (sav) de sadece bir elçi olarak ve Kureyş ahalisinden kesinlikle bir
ücret, karşılık talep etmeyen biri olarak tanıtır. Hz Peygamber (sav) de kendisine
makam, mevki sunulan uzlaşma tekliflerine kesinlikle itibar etmemiştir. Dolayısıyla
bir kral olma isteği olarak anlaşılacak bir tavır göstermemiştir. Ancak başka bir
durum Mekkelileri ve özellikle Kureyş’i yönlendiren baskın grubu, onun yabancı
güçlerin denetiminde bir kral olmak istediği düşüncesinden daha fazla etkilemiştir.
Hz Peygamber’in (sav) bir kral olmak isteyeceği fikri pek az kişinin aklına
gelmiş olabilir ancak başka bir açıdan; özellikle Kureyş’in onun vazettiği dinin
toplumun sosyal yapısında nasıl bir karşılığı olduğuyla daha çok ilgilendiğini
söyleyebiliriz. Bu durumun anlamını Filibeli Ahmet Hilmi’nin ifadeleriyle şu şekilde
aktarabiliriz:
110
Hodgson, İslam’ın Serüveni, s.95.
111
Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.80-81.
112
Hodgson, İslam’ın Serüveni, s.100.
113
Müminun 24.ayet: “Bunun üzerine, kavminin inkarcı ileri gelenleri şöyle dediler: "Bu, tıpkı sizin
gibi bir beşer olmaktan başka bir şey değildir. Size üstün ve hâkim olmak istiyor. Eğer Allah
(peygamber göndermek) isteseydi, muhakkak ki melekler gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan
böyle bir şey duymadık.".
42
Kureyş’in ileri gelenleri gayet muhafazakâr kimselerdi. Ve düşüncelerinde bir denge
hâsıl olmuştu. Ayrıca her kabile başkanının bir menfaati vardı. Bu yeni çağrının yeni
bir mezhep değil de tüm mezhepleri iptal eden ve tam manasıyla siyasi ve ictimai
yenilik olduğunu hemen anladılar. Bu keyfiyet, Muhammedî dine düşman olmak için
yeterli bir sebepti. Bununla beraber Kureyş Hz Muhammed’in hizmetinin ciddiyetini
kavramıştı. Biliyordu ki bu Kureyş’e manevi bir üstünlük getirecekti. Ancak bu
üstünlük beraberinde Abdulmuttalib’in yetimine boyun eğmek anlamına da
geliyordu.114
Abdulmuttalib’in yetimine tabi olmak Kureyş için zor bir işti. Nitekim Ebu
Cehil ile ilgili nakledilen bir rivayette, onun niye Hz Peygamber’e tabi olmadığı
sorusuna cevap verirken; kendi aşireti ile Beni Haşim arasındaki rekabetten
bahsettiğini görüyoruz.115 Başka bir rivayette ise insanlara Hz Peygamber’e (sav) tabi
olmayı tavsiye eden Sakifli bir adamdan bahsedilir. Bu kişi insanlara Hz
Peygamber’in (sav) beklenen peygamber olduğunu söyleyip ona tabi olmalarını
tavsiye etmekte ancak kendisi ona iman etmemektedir. Ona Hz Peygamber’e (sav)
niçin tabi olmadığı sorulduğunda; kadınların, Haşim’den bir gence tabi olduğunda
kendisiyle alay edecekleri bahanesini öne sürdüğü belirtilmektedir.
116
Bu iki
rivayetin de toplumun ileri gelenleri için Hz Peygamber’e tabi olmanın ne anlama
geldiğini açıkladığı kanaatindeyiz.
İslam, toplumun ileri gelenlerinin şahsî kaprislerine muhatap olmanın yanı
sıra toplum üzerinde kurdukları hâkimiyeti de zorluyordu. Yeni bir siyasi ve içtimaî
hareket olarak İslam’ın; ilk günlerinden itibaren toplumu idare edenlerin
yozlaşmışlıklarına vurgu yapması ve deforme olan ahlaki yapıyı gündeme getirmesi
bu durumdan rahatsız olan kimselerin İslam’ı sahiplenmesini sağladı. İslam’ı
sahiplenen bu ilk kitle fakir, köle, köksüz olup sistemin zulmüne uğrayan
kişilerden 117 veya zengin ancak ahlaki yozlaşmadan uzak duran kimselerden ve
114
Filibeli, İslam Tarihi, 1/152.
115
Ebu’l-Ala el-Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz Peygamber, çev. Ahmed Asrar,
Pınar Yay, İstanbul 1983, 1/457.
116
Ümeyye b. Ebi’s-Salt-ı Sakafi. (Asım Köksal, Hz Muhammed ve İslamiyet, İrfan Yay., İstanbul,
1981, 1/118).
117
Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.84.
43
büyük ailelerin vicdanlı gençlerinden oluşuyordu.118 Bu insanlar Hz Peygamber’in
(sav) etrafında toplanıyorlar ve onun sözlerini diğer her sözün üzerinde tutuyorlardı.
Ve sayıları arttıkça Kureyş içinde yeni bir toplumsal grup ortaya çıkıyordu. Mustafa
Aydın bu grubu şu şekilde tasvir etmektedir:
Müslümanlar Mekke toplumunun içinde, bazı sosyal ilişkilere katıldığı halde,
henüz tamamen ayrı bir teşkilat olarak şekil almayan ama kendine has değerleri olan
bir grup haline geldi. Bu grup, Mekke’nin düzenine şartlı olarak uyuyordu. Ve
temelde bir toplumsal farklılık da kendini apaçık hissettiriyordu. Yeni Müslüman
olan bir kişi, genel Mekke sitesinden çıkıp müminler sitesine gidip yerleşiyordu.119
Söz gelimi Mekke gibi, içinde var olmak himayelere bağlı olan bir şehirden;
bu insanlar Hz Peygamber’in (sav) tavsiyesiyle, dinleri için hicret edebiliyorlardı.
Nitekim Kureyş bir heyet göndererek Necaşi’den bu muhacirleri iade etmesini
istemeye gittiğinde Müslümanlar aidiyetlerini120 bambaşka bir noktaya taşımış olarak
Necaşi’ye sığınmış bulunuyorlardı ve Necaşi de onları bu sebeple iade etmeyi
reddetmişti.
Müşrikler için Necaşi’nin bu tavrının boykota zemin hazırladığını dikkate
alacak olursak; 121 Hz Peygamber’in (sav) yeni teşekkül eden ve Mekke’nin
yozlaşmışlıklarına itiraz eden bu grubun lideri olarak ön plana çıktığını ve Kureyş’in
bütün dikkatini onu durdurmaya yönelttiğini söyleyebiliriz.
118
Lapidus, İslam Toplumları Tarihi, 1/59.
119
Mustafa Aydın, İslam’ın Tarih Sosyolojisi, s.92.
120
İbnu’l-Verdi’ye göre Habeşistan’a hicret eden hür Müslümanların hepsi, kabilelerinin sağladığı
himayeyi kaybetmiş başka bir deyişle Mekke’de korumasız kalmışlardı. (Kasım Şulul, İlk Kaynaklara
Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, s.310).
121
Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/335.
44
3. Boykot Kararının Sebepleri
Konumuzun çerçevesi içerisinde son olarak açık davet sürecinin başlamasıyla
boykot yılları arasında yaşanan hadiseleri nakletmek istiyoruz. Kaynakların 4.yılın
başı olarak verdikleri açık davetin başlaması ile 7.yılda başlayan boykot arasında
geçen üç yıllık zaman diliminde boykota doğru adım adım ilerleyen bir süreci ele
almış olacağız.
Kureyş’in Beni Haşim’e boykot uygulamasının sebebi olarak kaynaklar; Ebu
Talib’in Hz Peygamber’i (sav) himaye etmesini, Hz Ömer ve Hz Hamza’nın
Müslüman olmasıyla Müslümanların kuvvetlenmesini, Necaşi’nin muhacirleri iade
etmemesini ve İslam’ın Mekke dışındaki kabilelerde yayılmaya başlamasını
sayarlar.122 Tüm bu durumlar karşısında Kureyş’in önde gelenleri, Hz Peygamber’i
(sav) durdurmak için tek çarenin onu koruyan Beni Haşim ve Beni Muttalib
aşiretlerini boykot etmek olduğuna ikna olmuştu.123 Nitekim boykotun kaldırılması
için tek şart Hz Peygamber’in (sav) öldürülmek üzere kendilerine teslim
edilmesiydi.124
Kureyş’in, ilahlarının ayıplanmasına verdiği ilk tepki Ebu Talib’e gitmek
olmuştu. Aslında bu tepki, o güne kadar kendileri için gökten haber aldığını
söyleyen, aktardığı sözlerin sihir mi, şiir mi, delilik mi olduğu anlaşılamayan 125
Abdulmuttalib’in yetiminin getirdiği sözlerin mahiyetini tam olarak anladıkları anda
verdikleri tepkiydi. İbn Sad Ebu Talib’e gidişten hemen öncesinde Kureyş’in
durumunu şöyle özetler: Kureyşliler, İslam’ın ortaya çıkışını ve Müslümanların Kâbe
122
Şihabuddin Ahmed b. Abdulvehhab en-Nuveyri, Nihayetu’l-İreb fi fununi’l-edeb, Matbaat-u
Daru’l-Kutubi’l-Mısriyye, Kahire 1997, c.XVI s.258; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/335.
123
Kureyş’e göre bütün sorun Beni Haşim’in Hz Peygamber’i (sav) korumasıydı: bkz Hodgson,
İslam’ın Serüveni, c.I s.111; Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102.
124
İbn Kesir, el-Bidaye, 1/306.
125
Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve, 2/391.
45
civarında oturduklarını gördüğünde (ya da bu durum artık fark edilebilir hale
geldiğinde) şaşırdılar ve pişman oldular(‫)ﺳﻘﻂ ﻓﻲ أﯾﺪﯾﮭﻢ‬.126
Orijinal lafzıyla naklettiğimiz bu ifade sözlükte şaşırmak, pişman olmak
anlamlarında verilmektedir. 127 Anlaşılan o ki Kur’an’ın putları doğrudan hedef
almasından sonra Kureyş Hz Peygamber’in (sav) tebliğ ettiği ayetlerin kendi düzeni
için tehlikesinin farkına vardı. Bunun yanı sıra iman eden insanların şehirde
belirginlik kazandığını da fark ettiklerinde önce şaşırdılar sonra da o güne kadar
harekete geçmedikleri için pişman oldular.
Ebu Talib ile yapılan görüşmelerin tam olarak ne zaman gerçekleştiğini, kaç
görüşmenin yapıldığını bilmiyoruz. Ancak bütün rivayetleri göz önüne aldığımızda
şöyle bir silsilenin olduğunu söyleyebiliriz: Kureyş, öncelikle Ebu Talib’ten yeğeni
ile aralarında hüküm vermesini ve onu dinlerini ayıplamaktan vazgeçirmesini istedi.
Bu görüşmede Ebu Talib’e, saygı duydukları bir büyük olarak hitap eden Mekkelileri
Ebu Talib’in bazı rivayetlerde geçiştirdiği 128 bazı rivayetlerde de Hz Peygamber’i
(sav) çağırarak kavminin eşrafıyla uzlaştırmaya çalıştığı aktarılmaktadır.129
Kureyş Ebu Talib’in yeğenini yaptığı işten men etmesini istemekteydi.
Muhtemeldir ki Ebu Talib’in buna verdiği cevap ilk etapta onları geçiştirmek
olmuştur. Biz de bunu ifade eden rivayeti temel alabiliriz. Zira Taberi’nin (h.224)
nakline göre Kureyş, Ebu Talib’in Hz Peygamber’i (sav) durdurmadığını fark
ettiğinde ikinci sefer onun kapısına gitti ve bu sefer Ebu Talib’i tehdit etti.130 Ancak
daha sonra Ebu Talib’e yaptıkları bu tehditten pişman olan Kureyşliler eğer Ebu
Talib kendileri yüzünden ölürse Araplar tarafından ayıplanacaklarını düşünerek Ebu
Talib’in kapısını bir kez daha çaldılar ve bu sefer bir uzlaşı teklif ettiler.131
126
İbn Sad, Tabakat, 1/186.
127
Mevlüt Sarı, El-Mevarid, Bahar Yay, İstanbul 1982; “‫”ﺳﻘﻂ ﻓﻲ أﯾﺪﯾﮭﻢ‬.
128
Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/323.
129
Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/324; İbn Sad, Tabakat, 1/187.
130
Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, 1/265.
131
Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/324.
46
Ebu Talib bu uzlaşı teklifini; yeğenine bir rivayete göre Kureyş ile beraberken
iletmiş
132
bir rivayete göre ise onlardan ayrı olarak iletmişti.133 Bu teklifte Kureyş
kendi din anlayışını ortaya koyuyor ve Hz Peygamber’e (sav) eğer kendi ilahlarını
tanırsa onların da onun ilahını tanıyacaklarını söylüyorlardı.134 Hz Peygamber (sav)
bu teklife ilk rivayete göre karşı bir teklif ile yani Kureyş’e kendilerini Arap ve
Acemin mülküne kavuşturacak bir kelimeyi söyleyerek cevap veriyordu. Bu kelime
“‫ ”ﻻ إﻟﮫ إﻻ ﷲ‬idi. Diğer rivayette ise Ebu Talib, müşriklerin teklifini iletip kendisine
taşıyamayacağı yük yüklememesini ondan ister. Bunun üzerine Hz Peygamber (sav)
amcasının kendisini korumaktan vazgeçtiğini düşünerek güneşi sağ eline ayı da sol
eline koysalar vazgeçemeyeceğini söyler ve kendisini korumasa bile yolundan
dönmeyeceğini Ebu Talib’e bildirir. Ebu Talib de onu asla bırakmayacağını söyler.135
Müşrikler her iki rivayete göre de kendilerine verilen cevaba son derece
öfkelendiler ve birbirlerini ilahlarında sebat etmeye davet ettiler.136 Kur’an da bu hali
Sad suresinin ilk ayetlerinde bildirir. 137 Anladığımız kadarıyla bu ifade karşılıklı
uzlaşmanın
mümkün
olmadığını
anlayan
müşriklerin
hareket
metotlarını
değiştireceklerinin göstergesidir. Nitekim öyle de olmuştur. Müşrikler Ebu Talib’e,
boykota yakın bir dönemde ilettiklerini düşündüğümüz, son bir teklifle gelirler.
Müşrikler bu sefer yanlarında Mahzum’un parlak gençlerinden birini, Umare
b. el-Velid b. el-Muğire’yi getirirler. Ve Ebu Talib’e Hz Peygamber’i (sav) öldürmek
için kendilerine teslim etmesini ve karşılığında da Umare’yi diyet olarak kabul
etmesini isterler. Ebu Talib ise bu teklifi şiddetle reddeder. 138 Bunun üzerine
132
İbn Sad, Tabakat, 1/186-187.
133
Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, 1/265; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/326.
134
İbn Sad, Tabakat, 1/186; İbn Habban, es-Siretu’n-Nebeviyye, Muessesetu’l-Kutub’il-Sekafiyyeti,
Beyrut 1987, s.71-72.
135
Belazuri, Ensab, 1/265.
136
İbn Sad, Tabakat, 1/187.
137
Sad 6.ayet: “Onlardan ileri gelenler: Yürüyün, tanrılarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen
şüphesiz budur.”.
138
İbn Sad, Tabakat, c.I s.186; Belazuri, Ensabu’l-Eşraf, c.I s.265; Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/326-
327.
47
Kureyşliler daha da öfkelenmiş olarak oradan ayrıldılar ve bu durum Ebu Talib’in
içinde Hz Peygamber’e (sav) bir kötülük yapılacağı endişesini doğurdu.
O günün akşamında 139 Ebu Talib Hz Peygamber’i (sav) bulamadı. Ve
endişesinde haklı olduğunu düşünüp hızlı bir şekilde Haşim ve Muttalib gençlerini
silahlanarak yanında toplanmaya çağırdı. Niyeti, yeğeni öldürülmüşse bu işte
kesinlikle parmağı olduğunu düşündüğü Ebu Cehil’i öldürmekti. Bu niyetle yola
çıkmışken Zeyd b. Harise’ye rastladı ve ondan yeğeninin sağ olduğunu öğrendi.
Ancak ertesi gün her türlü tehlikeye karşı bir tedbir almak için Haşim ve Muttalib
gençlerini yine silahlı olarak yanında topladı ve Kâbe’de yeğenini koruyacağını ve
ona zarar verenler olursa onlarla iki taraftan biri yok oluncaya kadar savaşacağını
ilan etti.140
Müşriklerin Ebu Talib ile yaptıkları görüşmeler bir süreç içerisinde
gerçekleşmişti. Müşrikler bir yandan Hz Peygamber’i (sav) Ebu Talib eliyle
durdurmak istiyor diğer yanda da zayıf ve güçsüz müminlere işkence ederek hem
onu baskı altına almaya hem iman edenleri dinlerinde döndürmeye çalışıyorlardı.
İşkence ve baskıların arttığı bu dönemde Hz Peygamber (sav) kendisine
dokunulamadığı için ya da başka bir ifadeyle Allah düşmanlarını amcasının eliyle
ondan men ettiği için rahattı ancak Müslümanların bu halde devam etmeleri zordu.
Bu yüzden onlara Habeşistan’a hicret etme izni verdi. 141
Osman b. Affan’ın zevcesi Hz Peygamber’in (sav) kızı Rukiyye ile yola
çıkmasıyla ilk kafile de hareket etmiş oldu. Müslümanlar gizlice ve peyderpey
Habeşistan’a doğru yola çıkmaya başladılar. Nihayet Cafer b. Ebu Talib’in de içinde
bulunduğu kafilenin ayrılmasıyla muhacir sayısı kimi rivayetlerde 80’i 142 kimi
rivayetlerde 100’ü143 bulmuştu.
Kureyş için Habeşistan en önemli ticaret pazarlarından biriydi ve oraya kendi
dinlerini terk eden hemşerilerinin gitmesi şehrin imajını zedeleyebilirdi. Bu yüzden
139
İbn Sad, Tabakat, 1/187.
140
İbn Sad, Tabakat, 1/187.
141
Taberi, Tarihi’l-Umem, 2/330.
142
Taberi, Tarihi’l-Umem, 2/331.
143
İbn Sad, Tabakat, 1/192.
48
615’te başlayıp tahminen iki senelik bir zaman diliminde gerçekleşen bu hicret
hareketi doğal olarak müşriklerin de ilk andan dikkatini çekmiş ancak giden kafileleri
yakalamaya müessir olamamışlardı.
Hicret süreci peyderpey devam ederken Kureyş’i son derece rahatsız eden bir
meydan okuma gerçekleşti. Müslümanlar Hz Ebu Bekir’in teklifiyle Kâbe’ye geldiler
ve burada Hz Ebu Bekir’in insanları Allah ve Resul’üne iman etmeye çağırması
üzerine büyük bir arbede çıktı ve Hz Ebu Bekir bayıltılana kadar dövüldü. Hadisenin
tafsilatını yukarıda nakletmiştik. Ancak meselenin bu noktasında bu meydan
okumanın sonrasını anlatmamız gerekiyor. Bu hadiseyi takip eden birkaç gün
içerisinde önce Hz Hamza ardından da Hz Ömer Müslüman olmuştu.144
Hz Hamza ve Hz Ömer’in Müslüman olmalarıyla ilgili Fazlurrahman şu
değerlendirmeyi yapmaktadır:
Hz Hamza ve Hz Ömer’in Müslüman olmaları, İslam’ın durumunu o kadar
güçlendirdi ki “Kureyş’e kuvvet bakımından karşı koyacak düzeye erişti” (azzu
Qurayşen). Bu durum paniğe kapılan Kureyş’i, Beni Haşim’e boykot ilan etmeye
mecbur etti. Fakat iki üç yıl sonra bu da başarısızlıkla sonuçlandı (sanki başarılı
olacaklarmış gibi böyle çaresizlik içinde çırpınıp durdular). Bu yeni toplumun
üyelerinin çok çetin eziyetlere maruz kalmalarına rağmen Mekkeliler, hatta
Yahudilerin de yardımı ile ne Peygamber’i arada bir de olsa içine sürükledikleri
tartışmalarda alt edebilmişler, ne de bu yeni dini ezebileceklerini ümit ettikleri bir
duruma gelebilmişlerdir. Nitekim zamanla yavaş fakat kararlı bir şekilde Müslüman
olanların sayısı arttıkça, İslam gittikçe güç kazanmıştır.145
Öncelikle belirtelim ki kaynakların Hz Ömer ve Hz Hamza’nın ihtidaları ile
kazanılan gücün derecesine ilişkin buradaki kadar net ifadeler kullanmış olduklarına
rastlamadık. Ancak Sad suresinin 4.ayetinin tefsirinde Bağavi’nin Ebu Talib’e
gitmek üzere hazırlanan Kureyş’in Hz Ömer’in Müslüman olmasıyla sıkıntılı bir
duruma düştüğü ifade edilmektedir. Ancak bu iki ihtida ile İslam’ın kazandığı gücün
Fazlurrahman’ın ifade ettiği “azzu Kureyş” yani Kureyş’e kuvvet yetirecek
144
İbn Kesir, el-Bidaye, 3/229.
145
Fazlur Rahman, Ana konularıyla Kuran, s.230.
49
derecesinde olmasının o günün şartları içerisinde ne kadar mümkün olduğu
tartışmaya açıktır.
Ancak şurası bir hakikat ki: Hz Ömer ve Hz Hamza; Mekke toplumunun, Hz
Peygamber (sav) ve Kureyş ileri gelenleri arasında yaşanan tartışmalara olan
tepkisini ciddi olarak etkileyecek iki figürdü. Hz Ömer’den başlayacak olursak;
cesareti ve bilgeliği ile meşhur biriydi ve Mekke’nin görece zayıf kabilelerinden
Adiy oğullarının146 bir mensubu olmasına karşın Kureyş’in dış dünyadaki temsilcisi
idi. Diğer kabilelere ve başka memleketlerin yöneticilerine karşı Kureyş’in onur ve
şerefini ilan ederek Kureyş adına görüşmeler yapmak görevi kendisindeydi.147 Bunun
yanı sıra İslam’ın en güçlü düşmanlarındandı ve genelin kabul ettiği rivayete göre Hz
Peygamber’i (sav) öldürmek niyetini alacak kadar ileri gitmişti bu düşmanlığı.148 Hz
Hamza ise karşısında durmak çok büyük cesaret isteyen biriydi.
Tüm bunların Mekke için anlamı şuydu: İslam; sadece zayıfların; kölelerin,
fakirlerin, toy-genç kimselerin veyahut zengin olmasına karşın etkinliği zayıf
kimselerin değil aynı zamanda bilgeliği bizzat düzen koyucularca tescil edilmiş
Ömer b. Hattab’ın ve tıpkı Hz Ömer gibi cesareti, savaşçılığı meşhur olan Hamza b.
Abdulmuttalib’in de diniydi. Başka bir açıdan bakıldığında kaydedilecek nokta ise
Hz Peygamber’in (sav) en kuvvetli düşmanlarından birinin ona iman etmiş
olmasıydı. Bu gibi durumlar kitlelerin kanaatlerini belirleyebilecek güce sahiptirler.
Nitekim Kureyş ileri gelenlerini ciddi şekilde sarstığını düşündüğümüz iki
hadiseyi nakleder kaynaklar. Birincisi Hz Ömer’in Müslüman olduğu gün Hz
Peygamber’e (sav) toplu olarak Kâbe’de ibadet etmeyi teklif etmesi hatta buna teşvik
edip Müslümanların önünde onlarla beraber Kâbe’ye girmesidir.149 Bundan önce Hz
Ebu Bekir’in teklifiyle bir kez daha Kâbe’ye girmiş olan Müslümanlar ciddi bir
tepkiyle karşılaşmış ve Hz Ebu Bekir bayılana kadar dövülmüştü. Ancak bu sefer Hz
Ömer’i görenler aynı tepkiyi gösterememiş ve Müslümanlar toplu olarak Kâbe’de
146
Adem Apak, “İslam Öncesi Dönemde Mekke İdare Sistemi ve Siyasetinin Oluşumu”, Uludağ
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt: VIII sy.1, s.193-194.
147
Yaşar Çelikkol, İslam Öncesi Mekke, s.128.
148
İbn Habban, es-Siretu’n-Nebeviyye, s.87.
149
İbn Kesir, el-Bidaye, 3/230.
50
ibadet edebilmişlerdi. Kâbe’nin özelde Mekke; genelde ise cahiliye Arap
kültüründeki yerini dikkate aldığımızda göreceğiz ki Müslümanların Kâbe’de topluca
ibadet etmeleri ciddi bir meydan okuma anlamı taşımaktadır. Bunda Hz Ömer’in
payı büyüktür zira Abdullah İbn Mesud’dan nakledildiğine göre Müslümanların Hz
Ömer’in Müslüman olmasıyla Kâbe’de namaz kılmaları mümkün olmuştu.150
İkinci hadise ise Hz Hamza ile alâkalı yukarıda naklettiğimiz Ebu Cehil’i
yaraladığı ve Ebu Cehil’in özür dileyerek Hz Hamza’nın üstüne yürümek isteyen
Beni Mahzum gençlerini durdurmasıdır.
Muhtemeldir ki Ebu Cehil aşiretinin gençlerini durdurmakla, Hz Hamza’nın
Beni Mahzum gençleri ile harp ederek daha fazla kahramanlık kazanmasını önlemek
istemiştir. Ya da başka bir ihtimal, gerilimin tırmanarak bir çatışma ortamının
doğmasından çekinmiştir.
Bize göre Ebu Cehil’in bu tavrının sebebi Kureyş toplumunun, yukarıda ifade
ettiğimiz gibi, görünürde barış halinde olan aşiretlerinin arasında derinlerde
soğumaya terk edilmiş ancak her an canlanabilir fay hatları barındırıyor olmasıydı.
Bu fay hatları olası bir çatışma ortamında yeniden canlanarak Hz Peygamber
karşısında bir birlik oluşmasını engelleyebilir ve Kureyş, İslam davetiyle mücadele
yerine birbiriyle kavga ederek zayıf düşebilirdi. Sonuç olarak Kureyş’in boykot
kararı almasının sebepleri arasında sayılan Hz Ömer ve Hz Hamza’nın Müslüman
olması; bu gibi sebeplerle Kureyş’i kışkırtmış olabilir ve kaynakların naklettiği
manada boykota zemin hazırlamıştır diyebiliriz.
Hz Ömer’in Müslüman olmasından sonra Kureyş ileri gelenleri başka bir yolu
denemeye karar verdiler. Ve Necaşi’ye Amr ibn As ve Abdullah ibn Muğire
vasıtasıyla yüklü miktarda hediye gönderdiler. 151 Bu heyet Necaşi’nin huzuruna
çıktığında Mekke’den kaçan isyankârları; dinlerini terk eden ve kendi ilahlarına
söven bu topluluğu iade etmesini istediler. Ve Necaşi Cafer b. Ebi Talib’in liderlik
ettiği anlaşılan bir grubu huzuruna çağırtır ve Amr b. As, Cafer ve Necaşi arasında
150
En-Nuveyri, Nihayetu’l-İreb, 16/257.
151
Taberi, Tarihu’l-Umem, 2/335.
51
geçen meşhur muhavere yaşanır. 152 Ve Necaşi inanç olarak kendilerinden çok da
farklı olmadığını gördüğü Müslümanları teslim etmeyi reddeder. İbn Sad’ın tabiri ile
Kureyş buna son derece öfkelenir ve boykota giden sürecin son tuğlalarından biri de
konmuş olur.153
Boykota giden süreci hazırlayan bir diğer durum ise Hz Peygamber’in (sav)
panayırlarda Arapları İslam’a davet etmesi ve Araplar arasında İslam’ın
yayılmasıydı. 154 Cabiri; özellikle baskı, şiddet ortamının arttığı 6.yıl itibariyle Hz
Peygamber’in (sav) yalnızca panayırlarda muhatap bulabildiğini ve panayırların bir
anlamıyla Kur’an’ın muhatap kitlesinin Kureyş’i aşarak bütün Arap coğrafyasına
şamil hale gelmesi için zemin hazırladığını ifade etmektedir.155 Bu da Habeşistan ile
ilgili naklettiğimiz gibi Kureyş için dış dünyada itibarının sarsılması ve kendi içinde
çatışma
yaşadığı
hissinin
doğması
anlamına
geliyordu.
Burada
yukarıda
naklettiğimiz bir bilgiyi; Kureyş’in ticaretinin zarara uğramaya başladığını nakleden
Dermenghem’in, bazı Arap kabilelerinin Kureyş’i boykot ettiği noktasındaki
aktarımını hatırlatmak istiyoruz.156
Boykot öncesinde gelişen hadiselerin özeti bu şekildedir. Süreci takip
ettiğimizde karşımıza çıkan manzara Kureyş’in; Hz Peygamber’in (sav) aşireti
tarafından korunuyor olması ve inananların büyük bir kısmının Habeşistan’a hicret
etmiş olmalarından dolayı bu şiddetli muhalefetin muhataplarına ulaşamaz hale
geldiklerini görüyoruz. Bu sürece İslam davetinin diğer Arap kabilelerine ulaşmaya
devam ediyor olması da eklenince boykot, İslam karşıtı hareketin önderleri için kan
dökmekten önce başvurabilecekleri son tedbir oluyordu.
Boykotla ilgili nakledeceğimiz son birkaç not ile bu bölümü tamamlıyoruz.
Çalışmamızın başından itibaren çeşitli vesilelerle İslam karşıtı muhalefetin sınırlı
sayıda güçlü ailenin elinde olduğu ve onların menfaatleriyle dinamize edildiğini
152
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/361.
153
İbn Sad, Tabakat, 1/193, “… ‫ﻟﻤﺎ ﺑﻠﻎ ﻗﺮﯾﺸﺎ ﻓﻌﻞ اﻟﻨﺠﺎﺷﻰ ﻟﺠﻌﻔﺮ وأﺻﺤﺎﺑﮫ وإﻛﺮاﻣﮫ إﯾﺎھﻢ ﻛﺒﺮ ذﻟﻚ ﻋﻠﯿﮭﻢ وﻏﻀﺒﻮا ﻋﻠﻰ‬
‫”رﺳﻮل ﷲ‬.
154
En-Nuveyri, Nihayetu’l-İreb, 16/258.
155
Bkz. Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, “Açık Davet” ile “Çağrının Haykırılması” Arasında, 1/7-22.
156
Dermenghem, Hz Muhammed ve Risaleti, s.102.
52
vurguladık. Bu aileler Kur’an ve Hz Peygamber’e (sav) karşı yoğun bir propaganda
yapmışlar ve toplum üzerinde zaten var olan baskınlıklarını da kullanarak bisetin
7.yılında Beni Haşim ve Beni Muttalib’i toplumdan izole etmeyi başarmışlardı.
Boykotun bitişiyle alakalı rivayetlere baktığımız zaman Kureyş içinde bu
kararı vicdanlarına yediremeyen insanların olduğunu görüyoruz. Şartların son derece
ağırlaştığı 2.yılın sonlarında; Şib’i Ebi Talib’de açlıktan dolayı ağlayan çocukların
seslerinin Mekke’den duyulduğu rivayet edilmektedir. 157 Bu durumu öteden beri
kabullenemediği anlaşılan beş kişi Mekke’nin bu utançtan kurtulması için harekete
geçmişti. İlginç olan ise bu kişilerin İslam’a düşmanlık eden ileri gelenlerin
aşiretlerinden olmalarıydı.158
Bu beş kişi boykotu kaldırmak için bir plan yaptılar. Bu plana göre Kureyş
eşrafı Kâbe’de otururken her biri ayrı ayrı oraya gelecek ve Kâbe’yi tavaf ettikten
sonra Kureyş eşrafının karşısına çıkıp bu haksızlığı bitirmek kararlılıklarını ilan
edeceklerdi. Ve bunu yaparken de hep birden konuşmayacak önce biri başlayıp ona
gelen itirazlara bir diğeri cevap vererek beraber olduklarını göstermiş olacaklardı.159
Planı aynen uyguladılar ve özellikle Ebu Cehil ile aralarında geçen tartışmada boykot
kararının toplum içinde nasıl algılandığını gösteren bir tespitte bulundular: eğer söz
konusu Ebu Cehil’in akrabaları olsaydı böyle bir karar alınmazdı.160
Bu cümleden anlaşılan, Ebu Cehil gibi kimselerin uygulattığı ve taviz
verilmemesi için baskı yaptığı bu karar, toplum içinde bir rahatsızlığa yol açmıştı. Ve
konu Hz Peygamber’i (sav) aşarak Kureyş aşiretleri arasında bir fitne olarak
algılanmaya başlamıştı. Nitekim İbn Hişam’ın naklettiği şiirlerinden birinde, Ebu
Talib, Kureyş’i fitnecilere uymakla, akrabalıkları kesmekle ve bildikleri gerçeği
inkâr etmekle suçlamaktadır.161
157
İbn Sad, Tabakat, 1/193.
158
Hişam b. Amr b. Rebia, Züheyr b. Ebi Muğire, Mutim b. Adiy, Ebu’l-Bahteri b. Hişam, Zem’a b.
el-Esved (Amir, Nevfel ve Esed) İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/28.
159
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/27-28.
160
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/27-28.
161
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/7.
53
Hz Peygamber’e (sav) karşı oluşturulan birlik, sonunda belirli kimselerin
inadıyla süren bir zulme dönüşmüştü. Bu zulme karşı, ileride Hz Peygamber’i (sav)
öldürmek için toplananların arasında göreceğimiz Ebu’l-Bahteri
162
ya da Hz
Peygamber’e (sav) Taif dönüşünde himaye veren Mut’im b. Adiy gibi kimseler bir
araya gelerek İslam’a dair hiçbir görüş serdetmeksizin hareket etmişlerdi. Kureyş
muhalefeti bir yönüyle başarısız olmuştu çünkü Hz Peygamber’i (sav) teslim
alamamıştı. Ancak boykotu kaldırmak için çabalayanların İslam’ın doğruluğu ya da
Hz Peygamber’in (sav) konumu hakkında bir söylemle değil akrabaları olan
insanların çektiği sıkıntıları gündeme getirerek hareket etmeleri özellikle Ebu
Talib’in ölümünden sonra Hz Peygamber’i (sav) öldürme planlarının uygulanacağı
bir zeminin oluştuğunu göstermektedir.
162
Kasım Abdurrahman es-Süheyli, Ravdu’l-Unuf, tahk. Abdullah el-Menşavi, Daru’l-Hadis, Kahire
2008, 2/335.
54
İKİNCİ BÖLÜM: MEKKÎ SURELERİN KRONOLOJİSİ ve
BOYKOT YILLARI
Çalışmamızın bu ikinci bölümünde konumuz Mekkî surelerin kronolojik
takibi olacaktır. Bu takip, Kur’an metnini hem nüzul zamanı verileri, ayetlerin
muhtevası ve üslübu üzerinden hem de boykot öncesi yıllara dair aktardığımız
değerlendirmelerimizi
karşılaştırmak
yoluyla
boykot
yıllarının
Kur’an’daki
karşılığına ilişkin bir sonuca varmak için bize bir zemin sağlayacaktır.
Mekki surelerin nüzul zamanlarını tespit etme konusunda araştırmacıların
önünde pek çok engel bulunmaktadır. Öncelikle zor şartlar altında geçen bir süreç
olan Mekke’ye ilişkin kayıtların Medine dönemi kayıtlarına nazaran sayıca az ve
bilhassa zamanlamaları tespit etmek için elverişli olmaması bu engellerin ilkidir.
Siret kitaplarının da bu 13 yıllık süreyi birbirine benzer rivayetlerle kısa bölümler
halinde incelemiş olmaları bu engeli gösteren bir husustur.
Medeni surelerde rivayetlerin çokluğu dolayısıyla sadece surelerin değil ayet
pasajlarının dahi iniş zamanına ilişkin doğruluğundan emin olduğumuz çıkarımlar
yapmak mümkündür. Ancak Mekkî sureler için durum bu şekilde değildir. Sebeb-i
nüzul rivayetleri ve surelerin iniş zamanları ile alakalı rivayetlerin ortaya çıkardığı
net bir tablodan söz etmemiz mümkün olmamaktadır.
Durumu izah etmesi bakımından şöyle bir değerlendirmeyi yapmak ihtiyacını
duyuyoruz. Rivayet külliyatı özellikle dönemi yaşayan kimselerin hafızasına
bağlıdır. Davet sürecinin Hz Muhammed’in (sav) takipçileri açısından en zor geçen
yılları, bizim konu aldığımız Kureyş baskısının giderek sertleştiği ve inananları
Mekke’yi terk etmeye zorlayan, bisetin 4. ve 10.yılları arasındaki dönemdi.
Dolayısıyla bu yıllarda yaşanan hadiseleri nakletmesi beklenen insanların özellikle
boykot yıllarını Mekke’nin dışında geçirmiş olmaları göz önüne alındığında,
55
baskının arttığı ve şiddetlendiği 5.yıldan itibaren yaşadıkları zor şartlar içinde
surelerin nüzul zamanlarını hafızalarına kaydetmeleri zordur. Zira anın sıkıntıları
içinde surelerin iniş zamanının kaydedilmesine ilişkin bir soruları olması
beklenemez.
Tasvir ettiğimiz bu ortamın literatürdeki karşılığını görmek adına Mekkî
sureler için kaydedilmiş esbab-ı nüzul rivayetlerine baktığımız zaman kronoloji
çalışmalarının, önemli bir kaynaktan mahrum olduğunu ifade edebiliriz. Esbab-ı
nüzul kitaplarında göze çarpan ilk husus Mekkî surelerin azımsanmayacak bir kısmı
için rivayet nakledilmemiş olmasıdır. Hakkında rivayet nakledilmiş surelerde ise
kaydedilen hadiselerin yine azımsanmayacak bir kısmının Medine döneminde
yaşanan hadiseler olmasını da ekleyecek olursak az sayıda rivayetin dışında bize
yardımı dokunabilecek bir kaynağın olmadığını görüyoruz.
Benzer bir durumu tarihi zemini incelerken de fark ediyoruz. Siret
kitaplarının Mekke dönemine ilişkin sınırlı anlatımları ve az sayıda rivayeti tasnif
etme noktasında yetersiz kalmaları söz konusudur. Açık davetin ne zaman başladığı,
hangi ayetle başladığı, Hz Peygamber’in (sav) panayırlarda neler yaptığı, hangi
dönemde hangi tepkilerle karşılaştığı gibi sorular bu sınırlı tasnif içerisinde cevap
bulması güç sorular olmaktadır. Bu noktada bir araştırmacıya düşen, tarihsel akışın
nasıl gerçekleşmiş olabileceğine dair bir kurgu oluşturup rivayetleri bu kurgunun
içerisine yerleştirmek olacaktır.
Aynı durum Mekkî surelerin nüzul zamanlarını ve kronolojisini tespit ederken
de geçerlidir. Tarihsel akışı göz önüne alarak bunu takip eden bir nüzul kronolojisi
oluşturmak bu nevi çalışmaları tamamlayabilmenin en önemli yolu olarak
gözükmektedir. Neticede tarihsel zemini dikkate alan bir çalışmanın öncelikli
öngörüsü Kur’an’ın indiği zeminle canlı bir diyalog kurduğu ve metinde bu
diyalogun işaretleri olan atıfların bulunacağıdır. Bu öngörü çerçevesinde şekillenen
çalışmalar, tarihsel akış ile nüzul kronolojisinin birbirini karşılayacak şekilde
değerlendirilmesi amacını gütmektedir. Varılan sonuçlar bu karşılaştırmayla elde
edilecektir.
56
Biz araştırmamızın başlangıcından itibaren nüzul zamanlarını tespit etme
noktasında hangi kıstasların kullanılabileceğinin, mesaj ve hitap ettiği zemin
arasındaki ilişkinin işaretlerini Kur’an metninde nasıl yakalayabileceğimizin yollarını
aradık. Bu araştırmamız boyunca dikkatimizi çeken ve kronolojik takip için sebeb-i
nüzul rivayetleri ve surelerin nüzulüne ilişkin rivayetler dışında, göz önüne
alınabileceğini gördüğümüz hususlar; kavramlar, kıssalar, müşriklere cevap veren
ayetler, mücadelenin seyrine ve o an bulunduğu aşamaya işaret eden ifadeler ve
benzeri şekilde araştırmacının kendi bakış açısına göre tespit edebileceği hususlardır.
Bunlara surelerde ön plana çıkan tartışma konuları ve bu konulara verilen cevapları
da ekleyebiliriz.
Kronoloji çalışmalarının Kur’an’ın anlaşılması adına sonuç verebilmeleri için
bu saydığımız noktalar araştırma konusu yapılabilir ancak bu noktaların incelenmesi
surelerin nüzul zamanlarını ve birbirlerine göre sıralarını tespit etmek için yeterli
değildir. Surelerin kronolojisini belirleyebilmek adına ele alabileceğimiz bu
hususların surelerin nüzul zamanlarına ilişkin sonuç verebilmeleri için bir zemine
oturmaları gerekmektedir. Bu zemin, ele alınan kıstaslar incelenirken varılan
sonuçların doğru bir zamana atfedilebilmelerini sağlamak için elzemdir. Zira Kur’an
metnine baktığımız zaman kullanılan ifadelerin pek çok surede tekrar tekrar geçtiğini
ve tartışmaların, kıssaların vs metin içi bağlam çerçevesinde kronolojik tespitler
yapmak için elverişli olmayan bir anlatımla aktarıldığını söyleyebiliriz.
Kur’an’ın bazı ifadeleri kapalı bazı ifadeleri açık olarak değerlendirilir.
Bunlar ulumu’l-Kur’an’da mücmel ve mübeyyen başlığı altında incelenir. Kur’an
bazı yerlerde bir konuya kısa atıflarda bulunmakla yetinirken bazı yerlerde bu kapalı
ifadeleri açıklamıştır.163 Başlangıçta bu durum araştırmacının elini kolaylaştıran bir
konumda görünmektedir. Okuyucu Kur’an’ı sıradan bir metin olarak eline aldığı
zaman kapalı ifadelerin önce, açık ifadelerin ise sonra geldiğini düşünebilir. Ya da
kıssalarda kendini çok net bir şekilde gösteren bu durumdan hareketle önceki
peygamberler ve ümmetleri hakkındaki haberleri benzer şekilde değerlendirerek
sureler arasında bir kronoloji oluşturabileceğini düşünebilir. Ancak bizim
araştırmamızda ulaştığımız sonuç şudur: Kur’an Hz Peygamber (sav) ile hem inanan
163
Suyuti, el-İtkan, 2/1197.
57
hem de inkâr eden ve hatta iman etmekle etmemek arasında tereddüt yaşayan
muhataplarının surenin nüzulü esnasında içinde bulundukları halleri göz önüne
alarak; bazı ifadeleri ve kıssaları tekrar etmiş, bazen daha geniş bir şekilde ele alırken
bazen de kısaca hatırlatmakla yetinmiştir.
Özellikle kıssalardan yola çıkacak olursak önümüze çıkan tabloyu kıssaların
kronolojik olarak genişlediğini değil muhataplarının durumuna göre belli şekillerde
anlatıldığını söyleyebiliriz. Kur’an’ın en çok yer verdiği Hz Musa kıssasında ya da
bazı Mekki surelerde aynı sıra ile tekrar tekrar anlatılan kıssalarda bazı olaylar ön
plana çıkarılırken bazı olaylara değinilmediğini görüyoruz. Hz Musa’nın doğumu ve
firavunun sarayına girişi, Mısır’dan çıkışı, Medyen’e gidişi, Medyen’den dönüşü,
firavunla tartışmaları gibi olaylar farklı surelerde bazısı ön plana çıkarılarak bazısı
arka planda tutularak ya da bazısı anlatılıp bazısı anlatılmayarak yer bulmuştur. Bu
olaylardan hangisinin anlatıldığına hangisinin anlatılmadığına surenin iç bağlamı göz
önüne alınarak bakıldığında muhataplara hangi mesajın verildiği görülecektir.
Dolayısıyla surenin indiği zemine ilişkin de bir kanaat hasıl olacaktır.
Ancak bahsettiğimiz üzere bu gibi hususlardan hareketle varılan kanaatler
belirli bir zeminde ele alınmadıkça surelerin nüzul zamanlamasını ortaya koymak
mümkün değildir. Bahsettiğimiz zemin ise öncelikle nüzul ortamının tarih verileriyle
şekillendirilecek bir kronolojisi ve surelerin sıralamasına ilişkin bir kurala bağlı
olmaktır.
Çalışmamızın ilk bölümünde tarih verileri üzerinden bir kronoloji oluşturmuş
ve bahsettiğimiz meselenin ilk ayağını tamamlamıştık. Bu bölümde ise bu meselenin
ikinci ayağını tamamlayacak ve surelerin kronolojisini belirlemede hangi kıstasları
takip ettiğimizi ortaya koymaya çalışacağız. Bunu da surelerin kronolojisini
belirlemede bize yol gösteren iki çalışmayı tetkik ederek gerçekleştireceğiz.
58
1. Surelerin Nüzul Zamanları
Kur’an araştırmalarında, bahsettiğimiz şekliyle Kur’an’ın nüzul süreci
üzerinde duran ve tarihsel zeminle paralellik kuran çalışmalara rastlamak zordur.
Ancak bize kaynaklık etmesi bakımından iki önemli çalışma elimizin altında
duruyor. Ebu’l-A’la el-Mevdudi’nin Tefhimu’l-Kur’an’ı ve Muhammed Abid elCabiri’nin Fehmu’l-Kur’ani’l-Hakîm: Tefsiru’l-Vadıh Hasebi Tertibi’n-Nüzul isimli
çalışmaları; Kur’an’ın nüzul sürecini dikkate alan, surelerin arka planında yer alan
hadiseleri değerlendirerek surelerin merkeze aldıkları konuların ve muhtevalarının
değerlendirmelerinin yapıldığı çalışmalar olarak önemlidir.
Yukarıda bahsettiğimiz, surelerin kronolojisinin belirlenmesiyle ilgili
hususları dikkate alan ve surelerin nüzul zamanlarını belirleme noktasında önemli
notların bulunduğu bu iki çalışmayı inceleyerek boykot döneminde inen surelerin
hangileri olduğuna dair işaretler yakalamak istiyoruz. Bunun için önce Mevdudi’nin
nüzul sıralamasıyla ilgili hangi kıstasları kullandığını ve bu kıstaslardan hareketle
bizim incelediğimiz dönemde hangi surelerin indiğiyle alakalı tespitlerimizi
aktaracağız. Ardından Cabiri’nin çalışması üzerinde aynı incelemeyi yapıp daha
sonra iki müellifin görüşlerini karşılaştıracağız.
1.1.
Mevdudi’nin Nüzul Sıralaması Değerlendirmeleri
Mevdudi, her surenin başında o surenin iniş zamanı ile alakalı notlar
kaydetmiştir. Bu notları kaydederken surenin nüzul zamanına ilişkin herhangi bir
rivayet varsa önce bu rivayetleri değerlendirmeye almış ve sonrasında surenin
muhtevasından hareketle Mekke yıllarında hangi dönemde nazil olabileceğine dair
tespitlerini aktarmıştır.
59
1.1.1. Nüzul zamanını Tespit Yöntemi
Mekke dönemi ile ilgili rivayetler çok az olduğu için Mekki surelerin iniş
dönemlerini tesbit etmek adına surelerin kendilerine veya içten içe verdikleri
delillere bakmak gerektiğini ifade eden Mevdudi:164 surelerin tartıştıkları konular, ele
aldıkları sorunlar, taşıdıkları üslub, nüzul sebeblerine ve ilgili olaylara doğrudan
veya dolaylı telmihler gibi noktalara dikkat çekmiştir.165 Bu noktalardan hareketle
surelerin iniş ortamlarına dair çıkarımlar yaparak nüzul zamanını tespit etmeye
çalıştığını ifade etmektedir.
Tarihsel verileri kullanmak adına Mevdudi, sure muhtevalarından ve
rivayetlerden hareketle Mekke yıllarını dört döneme ayırmaktadır. Bu dönemlerin
özellikleri şu şekildedir: 166
1) Birinci dönem: Risalet görevinin verilmesi ile başlayıp açıktan davetin
başlamasıyla biten ilk 3 yıllık süredir. Bu dönemde mesaj, gizli olarak
bazı seçkin kimselere iletiliyordu.167
2) İkinci dönem: Peygamberliğin Mekke’ye ilanıyla başlayıp 2 yıl süren bu
dönemde bireysel karşı çıkışlar, alay etme veya ciddiye alma gibi
tepkilerle karşılaşılır. Bu dönem yoksul ve zayıf inananlara işkence
edilmeye başlanmasıyla biter.168
164
Ebu’l-A’la el-Mevdudi, TEFHİMU’L-KUR’AN - Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri, İnsan Yayınları,
İstanbul 1987, 1/462.
165
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1/462.
166
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1/461. Mevdudi’nin tespit ettiği dönemlerde hangi surelerin inmiş
olabileceğine dair değerlendirmelerinden hareketle devam eden dipnotlardaki listeyi hazırladık.
Burada sureler arasında belirgin bir sıra yoktur. İlaveten bazı sureler hakkında müellif kesin bir zaman
dilimi belirtmemiş ve genel bazı ifadeler kullanmıştır. Hatta Müzzemmil ve Kadir surelerinin iniş
zamanını müellifin aktarımlarından çıkarmak imkânsız görünmektedir.
167
Alak, Müddessir, Kalem, Tebbet, Duha, İnşirah, Tekvir, Şems, Leyl, Tin, Zilzal, Âdiyât, Karia,
Tekasür, Hümeze, Fil, Kureyş, Kevser, İnfitar, İnşikak, Tarık, Â’lâ, İnsan, Ğaşiye, Mutaffifîn, Nebe,
Naziat, Beled, Mürselât, Kıyamet, Nuh, Me’âric, Hakka, Mülk, Abese
168
Kâfirun, Rahman, Tur, Zariyat, Sebe, Sâd, Kâf, Fecr.
60
3) Üçüncü dönem: İşkencelerin başladığı 5.yıldan hüzün yılına kadar süren 5
yıllık bu dönemde ağır işkenceler ve bunaltıcı bir baskı havası giderek
artan bir şiddetle kendini gösteriyordu. Habeşistan hicretleri ve boykot
yıllarının gerçekleştiği bu süreç 10.yılda sona erdi.169
4) Dördüncü dönem: Onuncu yıldan hicrete kadar süren 3 yıllık bu dönemde
panayırlarda Arap kabilelerinden destek arayışı, Taif seferi, müşriklerin
sürgün, öldürme planları kurmaları gibi hususlar ön plana çıkmaktadır.170
Genelde Batılı araştırmacılarda görmeye alışkın olduğumuz Mekke’yi
dönemlere ayırma fikri,
171
Mevdudi tarafından ciddi bir şekilde ele alınmış
görünüyor. Buna göre sürecin tarih ayağını belirgin bir kurgunun içerisine alan
Mevdudi ilk 3 yılı gizli davet, sonraki 2 yılı açık davetin başlangıcı olarak
kaydetmiştir. İşkencelerin başlamasını bir dönüm noktası olarak alan Mevdudi 5.yıl
ile Ebu Talib’in ölmesiyle Hz Peygamber’in (sav) Arap kabilelerden destek talebinde
bulunduğu, hakkında suikast planlarının hazırlandığı son 3 yıl arasını ayrı bir dönem
olarak almıştır.172 Son 3 yılı ise hicrete hazırlık ve Hz Peygamber (sav) için suikast
planlarının yapıldığı bir dönem olarak ayırmıştır ve surelerin nüzul zamanları ile
ilgili yaptığı değerlendirmelerde bu dönemi Mekke’nin en sıkıntılı yılları olarak
nitelendirerek muhtevasında sert ifadeler olan ve ağır şartlara hitap ettiği düşüncesini
oluşturan sureleri bu döneme yerleştirmiştir.173
Mevdudi surelerin nüzul zamanlarını tayin ederken bahsettiğimiz üzere
surenin muhtevasından hitap etmiş olabileceği şartları ele alıp bunları kendi tasnifine
göre ayırdığı dönemlere yerleştirirken rivayetlerden de yararlanmıştır. Eğer surenin
inişi ile ilgili bir rivayet varsa bu rivayete öncelik vermiş ve rivayette anlatılan olayın
169
Burûc, Necm, Kamer, Fatır, Cin, Kehf, Secde, Meryem, Tâ-Hâ, Enbiya, Mü’minun, Furkan, Vakıa,
Şuara, Neml, Kasas, Ankebut, Rum, Lokman, Zümer, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Câsiye, Ahkaf,
Yasin, Saffat, Felak, Nas.
170
En’am, A’raf, Yunus, Hud, Yusuf, Rad, İbrahim, Hicr, Nahl, İsra, Hac (1-24.ayetler).
171
Detaylı bilgi için Bkz. Esra Gözeler, “Kur’an Ayetlerinin Tarihlendirilmesinde Batılı Yaklaşım”,
s.299-316.
172
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 1/462-463.
173
Bkz. Tefhimu’l-Kur’an; Yusuf Suresi, A’raf Suresi, Yunus Suresi, Hud Suresi nüzul zamanı
bilgileri.
61
hangi dönemde olabileceğini düşünerek nüzul zamanı ile ilgili tespitlerinde
kullanmıştır. Bunun yanı sıra özellikle birbirlerinin ardından indikleri tefsir
kaynaklarınca nakledilen surelerin sırasına riayet etmiş ve nüzul zamanı tespitlerinde
bu hususu da dikkate almıştır. Bu durumu kimi zaman surelerin konuları ve üslupları
itibariyle birbirlerini tamamlamaları veya birbirlerine benzemeleri yönüyle tahlil
ederek yine nüzul zamanı tespitlerinde kullanmıştır.
1.1.2. Mevdudi’ye Göre Üçüncü Dönemde Nazil Olan Sureler
Yukarıda naklettiğimiz tasnifinde Mevdudi, işkencelerin ve baskıların
başlayıp yoğunlaştığı 5.yıl ile hüzün yılının bitişi olan 10.yıl arasını Mekke’nin
üçüncü dönemi olarak almıştı. Bu yıllar arasında gerçekleşen hadiseler Habeşistan
hicretleri, Hz Hamza ve Hz Ömer’in iman etmesi, Hz Peygamber’in (sav) davetini
Kureyş dışına taşıması ve Beni Haşim ile Beni Muttalip aşiretlerine boykot
uygulanmasıdır. Mevdudi bu dönemi ağır işkencelerin ve baskının bunaltıcı bir
boyutta kendini şiddetle gösterdiği bir ortam olarak tasvir etmektedir. Haliyle
dönemde nazil olan surelerin arka planında da tasvir ettiği bu ortamı okuyup, sureleri
yukarıda ifade ettiğimiz diğer hususları da göz önüne alarak bu döneme
yerleştirmiştir.
Mevdudi orta dönem olarak isimlendirdiği bu üçüncü döneme, ikinci dönemi
de kısmen katarak, 32 sureyi yerleştirmiştir. Sayacak olursak Mevdudi’ye göre orta
dönemde inen sureler şu şekildedir: Kehf, Meryem, Taha, Enbiya, Müminun, Furkan,
Şuara, Neml, Kasas, Ankebut, Sebe, Fatır, Saffat, Sad, Zümer, Mümin, Fussilet,
Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye, Kaf, Zariyat, Tur, Necm, Kamer, Vakıa, Buruc, Fecr,
Beled. Bu sureler Osman mushafından gelen nüzul sıralaması temel alındığında
birbirleri ile çok farklı zamanlarda inmiş olduğu anlaşılan surelerdir.
Kabul edilegelen nüzul sıralamasına baktığımızda bu surelerin sıralaması şu
şekildedir: Fecr(9.sıra), Necm(22), Buruc(26), Kaf(33), Beled(34), Kamer(36),
Sad(37), Yasin(40), Furkan(41), Fatır(42), Meryem(43), Taha(44), Vakıa(45),
Şuara(46), Neml(47), Kasas(48), Saffat(55), Sebe(57), Zümer(58), Mümin(59),
62
Fussilet(60), Şura(61), Zuhruf(62), Duhan(63), Casiye(64), Zariyat (66), Kehf(68),
Enbiya(72), Müminun(73), Tur(75), Ankebut(84).
Mevdudi’nin bu değerlendirmesine göre nüzul sıralamasında 9. sure olan Fecr
suresiyle başlayıp, kaynaklara göre 87 surenin indiği Mekke’de,174 84. sırada olan
Ankebut suresine uzanan bir liste söz konusudur. Burada Mevdudi’nin sureler
arasında kesin bir kronoloji oluşturmaya çalışmadığını ancak yukarıda aktardığımız
yöntem içerisinde surelerin inmiş olabileceği ortamı/şartları ve bu ortamın/şartların
13 yıllık Mekke döneminde nereye tekabül edebileceğini işaret ediyor olduğunu
belirtelim. Fakat bizim kendi çalışmamız açısından önemli olan; surelerin hitap
ettikleri ortamı/şartları yine sureler arasında bir kronolojiyi de belirleyebilecek
şekilde tespit etmektir.
Yöntemi itibariyle Mevdudi’nin, rivayetler ve tarihsel verilerle sure
muhtevalarını karşılaştırarak sureleri tasnif ettiğini belirtmiştik. Yukarıda isimlerini
verdiğimiz ve Mevdudi tarafından Mekke’de 3.döneme yani bisetin 5. ve 10.yılları
arasına yerleştirilen sureleri hangi gerekçelerle bu şekilde tasnif ettiğini kısaca
değerlendirmek istiyoruz.
Müellifin rivayetleri temel alarak orta döneme yerleştirdiği sureler genel
olarak bu sureler hakkında varid olan sebeb-i nüzul rivayetlerini Mekke döneminin
şartlarına/ortamına uyarlayarak çıkarımda bulunduğunu görüyoruz. Bunlardan
Fussilet suresi ile ilgili yorumu dikkat çekicidir. Bu surenin ilk 13 ayetiyle alakalı
olarak nakledilen Utbe b. Rebia’nın Hz Peygamber’e (sav) meşhur teklifine cevaben
Hz Peygamber’in (sav) bu ayetleri okuduğu rivayetini ele alan Mevdudi; böyle bir
teklifin Hz Hamza’nın iman etmesi ile paniğe kapılan müşriklerin büyüyen tehlikeyi
önlemek maksatlarını taşıyan bir girişim olabileceğini ifade etmektedir. Surenin Hz
Ömer’in iman etmesinden önce indirildiğini ifade ederken de zımnen müşriklerin Hz
Ömer’in ihtidasıyla uzlaşma teklifleri yerine daha ağır bir baskı uygulamayı tercih
ettiklerini ifade etmiş olmaktadır. 175
174
İzzet Derveze, Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı, çev. Mehmet Yolcu, Yöneliş Yay,
İstanbul 1989, 2/135.
175
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 4/168.
63
Surelerin nüzul zamanlarını tespit etmek noktasında Mevdudi’nin, sadece bir
takım hadiseleri içeren rivayetlerle değil aynı zamanda özellikle İbn Abbas’tan gelen
surelerin ardıllığına ilişkin rivayetleri de değerlendirmeye aldığını görüyoruz. Burada
Taha suresinin Hz Ömer’in iman etmesiyle alakalı meşhur rivayeti176 konu alan yazar
sureyi orta döneme bu şekilde yerleştirirken İbn Abbas’tan gelen Taha-Vakıa-Şuara
surelerinin ardı ardına indikleri rivayetini 177 naklederek bu sureleri bu döneme
yerleştiriyor. Benzer bir şekilde yine İbn Abbas kaynaklı Şuara-Neml-Kasas
surelerinin ardı ardına indikleri rivayetini178 de ekleyerek bu beş sureyi orta döneme
5.yıl ve 6.yıl içerisine yerleştiriyor. Son olarak kesin bir zaman vermese de
Habeşistan’a hicret etme niyetinde olan Cafer b. Ebi Talib ve arkadaşları için Zümer
suresinin 10.ayetinin indiğini nakleden Mevdudi; 179 Zümer’in ardından Mümin
suresinin indiğini bildiren rivayeti180 de ekleyerek bu iki sure arasında bir ardıllık
olduğunu beyan ediyor.
Necm, Kamer, Sad, Furkan, Meryem ve Zümer surelerini kaynakların
naklettiği rivayetler çerçevesinde yine bu döneme yerleştiren Mevdudi, ifade
ettiğimiz üzere nakledilen rivayetler ile Mekke yıllarına ilişkin kendi tasnifi arasında
bir karşılaştırma yaparak tespitlerini ortaya koyuyor.
Yukarıda isimlerini saydığımız diğer 18 surenin ise muhtevalarından
hareketle bu dönemde inmiş olabileceğini beyan eden Mevdudi; surelerin
muhtevaları ve ele aldıkları konular itibariyle arka planlarında şiddet, işkence,
işkencenin henüz başlamış olması, şiddetli muhalefetin olması ancak şiddetin
başlamaması şeklinde işaretler arıyor. Bu surelerin hepsine dair bir değerlendirme
yapmayacağız ancak Ha-Mim surelerinin özel durumlarından bahsetmek istiyoruz.
Mevdudi’nin değerlendirmesine göre Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan
ve Casiye sureleri muhteva itibariyle birbirlerinin ardınca inmiş olduğu izlenimini
vermektedirler. Bu değerlendirmeyi Mümin suresinin Zümer suresinden sonra indiği
176
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 1/370; Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 3/217.
177
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 4/9.
178
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 4/73.
179
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/89.
180
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/123.
64
rivayeti ve Zümer suresi 10.ayetin ikinci Habeşistan hicretinden önce indiği rivayeti
ile beraber düşündüğümüz zaman hemen hemen boykot yıllarına yakın bir yere
baktığımızı söyleyebiliriz.
Tefhimu’l-Kur’an’da konumuz çerçevesine giren kesitiyle surelerin nüzul
zamanlarına ilişkin aktaracağımız notlar bu şekildedir. Mevdudi Mekke’yi dönemlere
ayırırken klasik dönem tefsirlerde, araştırdığımız kadarıyla, göremediğimiz bir bakış
açısını sunmaktadır. Bir süreç içerisinde Hz Muhammed (sav) ve muhalifleri
arasında yaşanan mücadelenin; çeşitli kırılma noktaları olduğu ve giderek artan bir
şiddetle sonuçta Müslümanların Mekke’deki varlıklarını, geçici bir süre için de olsa
tamamen silecek bir boyuta taşındığını okuyoruz. Burada gizli davet süreci, açık
davet ve muhalefetin başlaması, şiddetin başlaması ve yoğunlaşması, öldürme
planları ve hicret hazırlığı gibi ifadeler Mevdudi’nin dört döneminin ana hatlarını
belirtmektedir.
Mekke yıllarını dönemlere ayırma noktasında Mevdudi’nin; gerilimin
tırmanışını doğrusal olarak takip ettiğini ve son aşaması suikast planı olan bir okuma
yaptığını görüyoruz. Biz çalışmamızın ilk bölümünde Mekke’de Hz Muhammed
(sav) ve Kureyş ileri gelenleri arasındaki mücadelenin takriben 4.yıldan başlayarak
nasıl bir gelişim seyri izlediğini değerlendirmiştik. Mevdudi’nin burada bahis konusu
ettiğimiz bakış açısını kendi değerlendirmelerimiz ile karşılaştırdığımız zaman şu
notu eklemek gereğini duyuyoruz: Mevdudi tasvirleri itibariyle klasik kaynakların
sundukları verileri ele alarak isabetli bir tablo ortaya koymuş olsa da kendi tasnifine
göre üçüncü dönem ile son dönemi birbirlerinden ayırırken bir noktayı gözden
kaçırmıştır. Boykot yılları öncesinde yani 4. ve 7.yıllar arasında müşriklerin
muhalefetleri; Mevdudi’nin, boykot sonrası yıllar için düşündüğü kadar sertti. Ve Hz
Muhammed’e (sav) yönelik öldürme planları ilk bu yıllarda yapılmaya başlanmıştı.
Nitekim Ebu Talib ile görüşmelerde aktardığımız kronolojide son halkayı;
müşriklerin Hz Peygamber’i (sav) öldürmek üzere peşinen bir diyet teklifinde
bulundukları görüşme oluşturmaktadır.
Nüzul sıralamalarında orta sıralarda bulunan Hud, Yunus, Yusuf, Hicr,
En’am, A’raf gibi sureler özellikle yoğun içerikleri ve Hz Muhammed (sav)
aleyhinde planların olduğuna dair işaretlerin bulunması gerekçesiyle Mevdudi
65
tarafından Mekke’nin son yıllarına yerleştiriliyor. Bu yorumundan dolayı;
Mevdudi’nin nüzul sıralamasına Taha suresiyle başlayan ve Kasas suresine kadar
giden aradaki paralel duruşu Kasas suresinden sonra gelen İsra, Yunus, Hud, Yusuf
surelerinde bozuluyor. Ancak Mevdudi’nin boykot sonrası şartlarla ilgili
değerlendirmelerinin hemen hemen boykot öncesi için de geçerli olduğunu
düşünecek olursak bu sureleri sadece son yıllarda değil orta dönemde de inmiş
varsayabiliriz.
Nitekim
bu
konuyu
Cabiri’nin
nüzul
sıralaması
ile
ilgili
değerlendirmelerimizi aktardıktan sonra iki müellifi karşılaştırırken tekrar ele
alacağız ve Cabiri hakkındaki değerlendirmelerimizle beraber daha net bir şekilde
ortaya koyma imkânı bulmuş olacağız.
1.2.
Muhammed Abid el-Cabiri’nin Nüzul Sıralamasını Tespit
Yöntemi
Sureleri nüzul sıralamasına göre okuyup tefsir etme yönteminin son
örneklerinden birini kaleme alan Muhammed Abid el-Cabiri, Fehmu’l-Kur’an:
Tefsiru’l-Vadıh Hasebi Tertibi’n-Nuzul isimli tefsirinde sureleri nüzul tertibine göre
sıralayarak tefsir etmiştir. Bu çalışmasında müellif; nüzul sırasına göre tefsir usulüne
önemli bir katkı sunarak nüzul sürecinin Kur’an’ın muhteva, üslup ve surelerin
merkeze aldıkları konular itibariyle takibini yaparak eserini yazmıştır.
Nüzul sürecinin tarihsel akışı ile nüzul sıralamasını birlikte izleyerek surelerin
tefsirlerini yaparken Cabiri surelerde işlenen konuların, Hz Peygamber’e (sav)
verilen emir ve tavsiyelerin, müşriklere, ehl-i kitaba yönelik değerlendirmelerin vs.
surelerin inmiş oldukları zaman diliminde ne gibi durumlara tekabül ettiği noktasında
değerlendirmelerde bulunmuştur. Bunun yanı sıra sureleri bölümlere ayırarak her bir
bölümü konularını belirtecek şekilde başlıklar altına almıştır. Tefsirlerde görmeye
alışık olmadığımız bir yapıya sahip olan bu tefsir çalışmasının yapısına ilişkin son bir
notu daha ekleyerek müellifin nüzul sıralaması ile ilgili tespitlerini ele alacağız.
Cabiri bildiğimiz anlamda bir tefsir çalışmasından ziyade ana uğraşı, surelerin
muhteva ve üslupları ile indikleri dönemin şartlarını karşılaştırmak olan ve yeri
66
geldikçe felsefi ve kelami tartışmalarla ilgili görüşlerini beyan ettiği bir eser ortaya
koymuştur.
1.2.1. Nüzul Zamanını Tespit Yöntemi
Cabiri de Mevdudi gibi Mekke’yi dönemlere ayırarak işe başlamaktadır.
Ancak Mekke yıllarını daha derin bir şekilde tetkik ederek altı merhaleye ayırmıştır.
Bu altı merhaleyi nüzul ortamının şartları ve nüzul sıralamasını temel alarak surelerin
muhtevalarını karşılaştırmak suretiyle isimlendirmiştir. Her bir merhalenin ismi o
merhalede inen surelerin ana teması esas alınarak koyulmuştur.181
1) İlk merhale “nübüvvet rububiyet ve uluhiyet”182
2) İkinci merhale “diriliş, hesap ve kıyamet”183
3) Üçüncü merhale “şirk eleştirisi”184
4) Dördüncü merhale “daveti haykırma ve kabilelerle iletişim”185
5) Beşinci merhale “Hz Peygamber ve ehlinin Ş’ib-i Ebi Talib’de
muhasara edilmesi ve Müslümanların Habeşistan’a göçü”186
6) Altıncı merhale “muhasara sonrası: kabilelerle iletişim ve Medine’ye
hicrete hazırlık”187
181
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/15; 2/105.
182
1-Alak (1-5.ayetler), 2-Müddessir (1-10.ayetler), 3-Mesed (Tebbet), 4-Tekvir, 5-A’lâ, 6-Leyl, 7-
Fecr, 8-Duhâ, 9-İnşirah, 10-Asr, 11-Âdiyât, 12-Kevser, 13-Tekâsûr, 14-Maûn, 15-Kâfirûn, 16-Fil, 17Felak, 18-Nas, 19-İhlâs, 20-Fatiha, 21-Rahman, 22-Necm, 23-Abese, 24-Şems, 25-Burûc, 26-Tîn, 27Kureyş.
183
28-Karia, 29-Zilzal, 30-Kıyamet, 31-Hümeze, 32-Mürselât, 33-Kâf, 34-Beled, 34-Alak (6-
19.ayetler), 34-Müddessir (11-56.ayetler), 35-Kalem, 36-Tarık, 37-Kamer.
184
38-Sad, 39-A’raf, 40-Cin, 41-Yasin, 42-Furkan, 43-Fâtır, 44-Meryem, 45-tâhâ, 46-Vakıa, 47-
Şuara, 48-Neml, 49-Kasas, 50-Yunus, 51-Hûd, 52-Yusuf.
185
53-Hicr, 54-En’am, 55-Saffat, 56-Lokman, 57-Sebe.
186
58-Zümer, 59-Mü’min, 60-Fussilet, 61-Şura, 62-Zuhruf, 63-Duhan, 64-Casiye, 65-Ahkaf.
67
Cabiri, bu altı merhaleyi ortaya koyarken Mekke yıllarında Hz Peygamber
(sav) ve muhalifleri arasında yaşanan mücadelenin kronolojisini merkeze almaktadır.
Özellikle üçüncü merhaleden itibaren nüzul sürecinin artan şiddet ve gerilimi
karşısında Hz Peygamber (sav) ve takipçilerinin durumunu göz önüne alan ve
bilhassa Allah’ın elçisine yönelik emir ve tavsiyelerini bu gidişat üzerinden
okumaktadır.
Cabiri, bir önceki kısımda ele aldığımız, Mevdudi’nin yönteminden çok temel
bir noktada ayrılıyor. Mevdudi, ifade ettiğimiz üzere, Mekke’de kendi tasnifine göre
oluşturduğu dönemlerin şartları ile surelerin gerek rivayetler gerekse de muhteva ve
konuları üzerinden bir karşılaştırma yaparak Mekke’deki dört dönem içerisinden
hangisinde inmiş olabileceklerine dair bir değerlendirmede bulunarak surelerin iniş
şartlarına ilişkin kati olmayan sonuçlara varıyordu. Fakat sureler arasında bir
kronoloji oluşturmuyordu.
Mevdudi’ye göre Mekki sureler; gizli davet dönemi, sözlü muhalefet dönemi,
işkence ve baskı dönemi ile hicret öncesi dönemden birinde inmiş olmalıydı. Buna
karşın hangi dönemde ne kadar sure bulunduğu, surelerin birbirlerine göre
sıralamasının nasıl olacağına ilişkin bir tahlilden söz edemiyoruz. Cabiri ise surelerin
kronolojisine ilişkin tespitlerini tefsirinin merkezine koyarak ilerliyor ve surelere
ilişkin değerlendirmelerini bu kronolojiye göre şekillendiriyor. Ve aslında tefsir
kabilinden alabileceğimiz yorumlarını bu kronolojiden vardığı sonuçlar çerçevesinde
ortaya koyuyor.
Cabiri tefsirini nüzul sıralamasına göre yazarken bazı surelerle alakalı vardığı
sonuçlardan hareketle yaptığı değişiklikler dışında bilinen nüzul sıralamasının dışına
çıkmamıştır. Bu husus onun nüzul zamanını tespit yönteminde vurgulanması gereken
ikinci önemli husus olmaktadır. Buna göre Cabiri surelerin nüzul zamanlarını Osman
mushafından gelen nüzul sıralamasına, birkaç değişiklik dışında, sadık kalarak tespit
etmektedir.
187
66-Nuh, 67-Zariyat, 68-Ğaşiye, 69-İnsan, 70-Kehf, 71-Nahl, 72-İbrahim, 73-Enbiyâ, 74-
Mü’minun, 75-Secde, 76-Tûr, 77-Mülk, 78-Hakka, 79-Me’Âric, 80-Nebe, 81-Nâzi’ât, 82-İnfitâr, 83İnşikak, 84-Müzzemmil, 85-Rad, 86-İsra, 87-Rum, 88-Ankebut, 89-Mutaffifîn, 90-Hac.
68
Ancak her sure için bu sıralamayı takip etmek mümkün olmamaktadır.
Nitekim Cabiri dönem şartları üzerinden surelerin muhteva ve üsluplarının nasıl
olması gerektiğine dair düşüncelerini bazı surelerin sıralamadaki yerlerini
değiştirirken ön plana çıkarmaktadır. Buna göre Kalem, Müzzemmil ve Fatiha
surelerini nüzul sıralamasında durdukları yerden epeyce geriye atmaktadır. Cabiri’ye
göre bu sureler muhtevaları itibariyle ilk yılların sureleri değildi. Fatiha suresi ancak
İhlas suresinden sonra,188 Kalem suresi ise ancak ikinci merhalede inmiş olabilirdi.
189
Buna ilaveten nüzul sırasında Mekki sureler arasında ortada bir yerde duran İsra
suresi ise İsra olayının zamanlamasından dolayı Cabiri tarafından son merhalede
gösterilmektedir.190
Bu birkaç yer değiştirmenin hangi gerekçelerle yapıldığını eseri eline alan bir
okuyucu rahatlıkla görebilir ancak biz konuyu uzatmamak adına sadece birkaç örnek
aktarmakla yetiniyoruz.
Cabiri’nin yöntemi ile alakalı bahse değer son konu onun rivayetlerden nasıl
istifade ettiği meselesidir. Tarih kaynaklarının siret bölümlerinde aktardıkları
hadiseler ve tefsir rivayetlerinden okuduğu tabloyu karşılaştırarak öncelikle yukarıda
aktardığımız birkaç örnek dışında nüzul sıralamasını bozmamaya özen gösterdiğini
söyleyebiliriz. Mesela Kamer suresi Şakk-ı Kamer hadisesinden dolayı kimi
kaynaklarda 9.yıla 191 kadar yerleştirilmektedir. Cabiri ise sureyi Sad suresinin
öncesindeki yerinde tutarak takriben 4.yılın başlarında bir yere getirmektedir.192 Bu
konuda dikkate değer bir diğer örnek de Fussilet suresi ile alakalıdır. Fussilet suresi
örneğini dikkate değer kılan husus Mevdudi’nin rivayet anlayışı ile Cabiri’nin
rivayetlere bakışını karşılaştırma fırsatı vermesinden gelmektedir.
Mevdudi ile ilgili aktarımlarımızda bahsettiğimiz üzere Fussilet suresinin ilk
13 ayetiyle alakalı rivayetten hareket eden Mevdudi, bu surenin Hz Hamza’nın
Müslüman olmasından sonra ve Hz Ömer’in Müslüman olmasından önce inmiş
188
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/101.
189
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/205.
190
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/419.
191
Mustafa İslamoğlu, Kur’an Surelerinin Kimliği, Akabe Vakfı Yay., İstanbul 2011, s.368.
192
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/219.
69
olabileceğini ifade ediyordu. Hatırlayacak olursak bu rivayette Utbe b. Rebia Hz
Peygamber’e (sav) servet, mevki gibi tekliflerde bulunmuş o da cevaben bu surenin
ayetlerini okumuştu. Mevdudi de bu diyalogdan hareketle surenin henüz müşriklerle
Hz Muhammed (sav) arasında diyalog kurulabilen bir ortamda inmiş olabileceğini
beyanla 5.yıla işaret etmişti.
Cabiri de surenin tefsirinde bu rivayeti gündeme getiriyor. Ancak diğer
surelerde de yaptığı gibi sebeb-i nüzul rivayetlerinin önemli bir kısmında göze
çarpan bir husus olarak; rivayetlerin, özellikle Mekki surelerde, çoğunlukla
hafızalarda yer almış hadiselerle eşleştirildiklerini ifade ediyor. 193 Bu durum
özellikle Mekki olduğu ittifakla kabul edilen surelerle ilgili neden Medeni olayların
sebeb-i nüzul rivayeti olarak aktarıldığını açıklamaktadır. Hatta artık Kur’an
çalışmalarında Mekki surelerin içindeki Medeni olduğu kabul edilen ayetlerin;
rivayetlerin sahabeler tarafından olaylarla eşleştirilmesi yorumuyla ve ayetlerin sure
içi bağlamlarından hareketle Mekki oldukları sonuçlarına da ulaşılmaktadır. Nitekim
burada hususiyetle vurgulamak gerekir ki Cabiri Mekki surelerin Medine de olduğu
gibi parça parça ve eş zamanlı indirilmediklerini bir surenin bitişinden sonra diğer
surenin inmeye başladığını belirterek surelerin nüzul bakımından tek parça
olduklarını ifade etmektedir. 194 Bu değerlendirme haliyle Mekke için kronoloji
çalışmalarını
dönemde
inen
ayetleri
değil
sureleri
aramak
şeklinde
yönlendirmektedir.
Cabiri nüzul sürecini belirli bazı kırılma noktalarından hareketle ele almıştır.
Bu kırılma noktalarından ilki Kur’an’ın açıkça şirk eleştirisine başlamasıdır. Şirk
eleştirisi ya da tarih kaynaklarının ifadesi ile vahyin ve Hz Muhammed’in (sav)
müşriklerin putlarını açıktan ayıplamaya başlaması Mekke’de Kur’an’a yönelen
muhalefetin bir kırılma yaşarak zaman içerisinde siyasal bir boyut kazanmasını ve
müşrik ileri gelenlerin bayraklaştırdığı bir din ve kimlik meselesine dönüşmesinin
yolunu açmıştı. Cabiri bu nedenle Sad suresi ile başladığını ifade ettiği bu
merhaleden itibaren karşılıklı din savaşına dönüşen bir sürecin ilerlediğini
193
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/137.
194
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/20.
70
söylemektedir.195 Buna göre Kur’an mesajında; muhtevası ve üslubu itibariyle o güne
kadar ahiret ve diriliş merkezli anlatımın yerini putların batıllığını ilan ve müşriklerin
din konusundaki iddialarına cevap vermenin aldığını ifade etmektedir.196
Cabiri; Muhammedî davetin bu üçüncü aşamasında Kur’an’ın yoğunlaştığı
tevhid meselesinin Mekke/Kureyş’e yöneltildiğini ifade etmektedir.197 Kur’an, sahip
oldukları ticari ve dini konum nedeniyle bütün Arap ülkesinin liderliğini elinde
bulunduran Kureyş Araplarının dilleri ile inmişti. Ve onlara hitap etmekte olduğu
için, bu tevhid söylemi de Muhammedî daveti ticari çıkarları için tehlike olarak
gören ve kâh alay ederek, kâh insanları ona karşı provoke ederek, kâh inananlara
fiziksel baskılar yaparak bu daveti yok etmeye çalışan müşriklere idi.198
Müşriklerin bu yok etme çabası karşısında onlarla yoğun bir tartışma içine
giren Kur’an; bir yandan müşriklerin sürekli gündeme getirdikleri meselelere cevap
verirken diğer yandan hem Hz Muhammed’i (sav) ve inananları bu zor şartlar altında
şüpheye, yılgınlığa kapılmaktan alıkoyup hem de bu mücadeleyi başarılı bir şekilde
verebilmeleri için tavsiyelerde bulunuyordu. Buna ilaveten geçmişin örnekliklerinin
yoğun bir şekilde anlatımıyla bilhassa Hz Muhammed (sav) teselli ve teskin
ediliyordu.
Cabiri’ye göre Mekke’de mücadele sürecinin bir diğer kırılma noktası Hz
Muhammed’in (sav) Arap kabileleri ile iletişim kurmasıydı. Tarih kaynaklarının
naklettiğine göre çok erken zamanlarda Hz Peygamber (sav) hac ve panayırlarda
Arap kabileleri ile temas kuruyor ve tebliğ faaliyetini sürdürüyordu. Ancak Cabiri’ye
göre Kureyş müşriklerinin davete olan tutumlarının giderek daha da katılaşması ve
aşılamaz bir inatla reddediyor olmaları dolayısıyla Allah; elçisine kendisine
emredileni haykırmasını ve müşriklerden yüz çevirmesini emretti (Hicr 94). Burada
neden hem daveti haykırmanın hem de müşriklerden yüz çevirmenin aynı anda
emredilmesinin ilk bakışta anlaşılamadığını söyleyen Cabiri; aslında bu emrin yeni
195
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472.
196
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/241.
197
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472.
198
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/472.
71
bir rota çizdiğini ve kendilerinde umut kalmayan Kureyş müşriklerinin yerine
davetin diğer Arap kabilelerine tebliğ edilmesinin emredildiğini ifade etmektedir.199
Ayeti bu şekilde anlayacak olursak Kur’an’ın zaman zaman değişik muhatap
kitlelerine odaklandığını ve Kur’an’da tekrar edilen hususların da aslında bir tekrar
olmadıklarını anlayabileceğimizi söyleyebiliriz. Nitekim müellifin ifadeleri de bu
yöndedir. 200 Bununla beraber Cabiri Hicr suresinden sonra gelen En’am, Saffat,
Lokman, Sebe surelerinde işlenen konuların da sadece Kureyş değil hemen hemen
tüm Arap kabilelerinin kültürünü kapsayan bir şekilde ele alındığını ifade ediyor.201
Nitekim bu sureler Cabiri tasnifinde boykottan hemen önce gelen dördüncü
merhalenin sureleri olmaktadır. Nüzul sırası listesini takip ettiğimizde bir sonraki
merhale olan boykot döneminde, Cabiri’ye göre, hangi surelerin indiğini görebiliriz.
Cabiri nüzul sıralaması içerisinde Sad suresinden Ahkaf suresine kadar 27
surenin arka planında yukarıda aktardığımız durumu okumaktadır. Nitekim bu
sureler Mevdudi’nin orta dönem olarak ifade ettiği zaman dilimine, hemen hemen
4.yıl ile 10.yıl arasına rastlamaktadır. Çalışmamızın ana başlığı itibariyle bizi
ilgilendiren dönem ve Cabiri’nin tespitine göre bu dönemde nazil olan sureler bu 27
sure arasında görünmektedir.
1.2.2. Cabiri’ye Göre Boykot Döneminde Nazil Olan Sureler
Muhammed Abid el-Cabiri; Mevdudi’nin aksine surelerin inişiyle ilgili ortaya
koyduğu net tabloda sureleri indikleri yıllar itibariyle tespit ediyor ve bu yılların
şartlarına göre sureler hakkında değerlendirmelerini aktarıyor. Biz çalışmamızın
nihai amacı olarak boykot döneminde inen ayetleri tespit etmek ve dönemin şartları
üzerinden ayetlerin tefsirlerini değerlendirmek istiyoruz. Tefsir kaynakları ve sair
Kur’an çalışmaları içerisinde bu döneme hangi ayetlerin indiği ile alakalı yapılmış
herhangi bir çalışmaya rastlamış değildik. Ancak Cabiri’nin tefsirini incelediğimizde
199
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/14.
200
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/104.
201
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/104.
72
kendisinin boykot yıllarını Mekke’de ayrı bir dönem/merhale olarak aldığını ve bu
dönemde inmiş olan sureleri tespit ettiğini gördük. Cabiri’ye göre bu merhalenin
sureleri sırasıyla Zümer, Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye ve Ahkaf
sureleridir.
Cabiri’nin bu tespiti, kendi yöntemi üzerinden vardığı bir sonuç olarak belirli
dayanaklara sahiptir. Bu dayanaklar surelerin hem kronolojilerini hem de nüzul
zamanlarını belirlemek açısından yadsınmayacak dayanaklar olarak bizce de bu gibi
çalışmalarda istifade edilebilecek bir usul ile ortaya çıkmış görünmektedir. Sırasıyla
belirtecek olursak Cabiri boykot döneminde nazil olan sureleri rivayetlerden,
muhteva analizinden ve nüzul sıralaması üzerinde uyguladığı zamanlama ile tespit
etmiştir.
Zümer suresinin 10.ayetiyle ilgili rivayetten Mevdudi’nin nüzul zamanları ile
ilgili tespitlerini aktarırken bahsetmiştik. Bu ayette geçen “Allah’ın arzı geniştir”
ifadesi Cafer b. Ebi Talib ve arkadaşlarının Habeşistan’a hicret etme niyetleri üzerine
inmiş olarak rivayet edilmektedir. Cabiri; bu rivayeti ikinci Habeşistan hicretinin
boykotun başlamasından sonra olduğu şeklindeki yorumunun üzerine koyarak
boykotun başlamasıyla birlikte bu ayetin geldiğini ve Hz Muhammed’in (sav) Ş’ib-i
Ebi Talib’e çekilmesinin ardından Mekke’de kalan Müslümanların hicret ederek
güvenli bir yere gitmelerini sağladığını ifade etmektedir.202 Esasen bu yorum Zümer
suresinin zamanlamasını belirlemek ve boykot yıllarının en azından arifesinde inmiş
olduğunu söyleyebilmek için yeterli görünmektedir.
Diğer yedi sureyi boykot dönemine yerleştirmek için lazım olan dayanak ise
surelerin
ardıllığına
ilişkin
rivayetler
ve
muhtevalarına
dair,
müellifin,
değerlendirmeleri olmaktadır. Rivayete göre Mümin suresi Zümer suresinin ardından
indirilmiştir. Başka bir rivayete göre de yedi Ha-Mim suresi olarak adlandırılan
Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan, Casiye ve Ahkaf sureleri bir arada
indirilmiştir. 203 Dolayısıyla Habeşistan hicreti ile boykot yıllarının başında indiği
görülen Zümer suresinin ardından yedi Ha-Mim suresi inmiştir diyebiliriz. Ancak bu
üç yıllık süre zarfında sadece bu sekiz sure mi inmiştir yoksa daha sonra gelen
202
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/108.
203
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik, İstanbul b.t.y., 6/508-509.
73
surelerden inen var mıdır diye soracak olursak; bu soru da Ahkaf suresinin 2932.ayetleri ile ilgili rivayetle cevap bulmaktadır. Bu ayetlerde Allah cinlerin Hz
Peygamber’i (sav) Kur’an okurken dinlediklerini haber vermektedir. 204
Cinlerin Kur’an’ı dinlemeleriyle alakalı iki pasaj bulunmaktadır. Bunlardan
ilki Cin suresinde diğeri de Ahkaf suresindedir. Ayetlerin anlatımlarına baktığımızda
ise iki ayrı hadisenin olduğuna işaret edebiliriz. Tefsir rivayetleri de iki ayrı
hadiseden bahsetmektedirler. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in (sav) yanında
ashabından birkaç kişi olduğu halde bir panayıra giderken yolda cinlerin ondan
Kur’an’ı dinledikleri rivayeti 205 diğeri ise Taif dönüşü yine konakladığı bir yerde
cinlerin Kur’an’ı dinlemiş oldukları rivayetidir.
Mevdudi Ahkaf suresinin ilgili ayetlerine bakarak surenin Taif dönüşü
indiğini bildirmektedir.206 Cabiri de bu merhaleyi Ahkaf suresi ile sonlandırarak bu
görüşü teyit etmiş olmaktadır. Sonuç olarak, Cabiri yorumuna göre, boykot yıllarının
başına rastlayan ikinci Habeşistan hicreti ile Taif seferi arasında birbirlerinin ardınca
indikleri rivayet edilen bu sekiz surenin yerleştirilebileceğini biz de ifade edebiliriz.
2. Mevdudi ve Cabiri’nin Yöntemlerinin Karşılaştırılması
Kronoloji araştırmalarına kaynaklık etmesi bakımından belirli bir usule sahip
çalışmalar olarak gördüğümüz Tefhimu’l-Kur’an ve Fehmu’l-Kur’an eserlerindeki
surelerin nüzul zamanlarıyla alakalı değerlendirmeleri her ne kadar farklı sonuçlar
üretmiş olsalar da birbirlerine paralel bir yaklaşıma sahiptirler.
Mekke’de Hz Muhammed (sav) ve müşrikler arasında yaşanan mücadeleyi
takip eden Mevdudi; hayatını hasrettiği İslamî mücadelenin ona verdiği aksiyon
204
İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Daru’l-Marifet, Beyrut 1987, 4/175; Mukatil, Tefsir, 4/27;
Beydavi, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, tkd, Mahmud Abdulkadir el-Arnavut, Dar Sader, Beyrut
2001, 2/982.
205
Taberi, Camiu’l-Beyan an Tevil Ayi’l-Kur’an, Merkezu Hacer Li’l-Buhus Ve’d-Dirasati’l-
Arabiyyeti ve’l-İslamiyye, Kahire 2001, 23/310.
206
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/315.
74
adamı kimliği ile Kur’an metnine farklı sorular sormuştur. Kur’an’ın anlaşılabilmesi
adına her bir surenin hitap ettiği ortamı; muhataplarının psikolojisini kavramak için
tahlil etmeyi gerekli görmüş ve sure muhtevalarını nüzul şartları ile karşılaştırarak
çeşitli sonuçlara ulaşmıştır.
Cabiri ise hem felsefeci hem de Müslüman aklın oluşum ve gelişim tarihine
kafa yormuş bir düşünür kimliğini tefsirine yansıtmış ve özellikle Kur’an
muhaliflerinin hareket tarzlarını hangi psikoloji içerisinde oluşturduklarını görmeye
çalışmıştır. İlaveten müşriklerin Kur’an’la mücadele ederken içine girdikleri
tartışmaları başlıklar altında inceleyerek bu tartışmaları felsefe-kelam alanı içerisinde
yeniden analiz etmektedir. Fehmu’l-Kur’an, müellifin bu özellikler ve eserin diğer
boyutları ile hem kronolojik Kur’an okumalarında hem de nüzul şartları üzerinden
okumalarda önemli bir mesafe kat etmiş bir çalışma olarak önümüzde durmaktadır.
Surelerin nüzul zamanlarını tespit etmek için iki müellifin de Mekke
dönemine ilişkin çizdikleri tablo hemen hemen aynı görüntüyü vermektedir.
Öncelikli olarak her iki müellif de bu Mekke yıllarını dönemlere ayırmışlar ve
giderek artan bir şiddeti okuyarak Hz Muhammed (sav) ve muhalifleri arasındaki
mücadeleyi; surelerin muhtevalarını da ele alarak Kur’an’da görmeye çalışmışlardır.
Ancak yukarıda aktardığımız üzere Mevdudi daha genel bir tasnif yaparken Cabiri
mücadelenin kırılma anlarına daha yakından bakarak tahlilini derinleştirmiştir.
Mekke’yi dört dönem olarak tasnif eden Mevdudi açık davetin başlamasıyla
iki yıllık bir sözlü muhalefet dönemi olduğunu ifade etmiş ve daha sonra müşriklerin
baskı ve şiddet araçlarını kullanarak mücadeleyi sertleştirdikleri yılların, 5.yıl ile
başlayan ve hüzün yılına kadar uzanan, ayrı bir dönem olduğunu ifade etmiştir.
Hicret öncesi 3 yılı da son dönem olarak alırken bisetin başından itibaren doğrusal
olarak okuduğu sürecin bu son yıllarını; baskının, şiddetin en çok olduğu ve
tartışmaların en geniş muhtevaya sahip olduğu bir dönem olarak tasvir etmiştir.
Dolayısıyla En’am, A’raf, Hud, Yunus, Yusuf gibi nüzul sıralamasında ortalarda
bulunan sureleri son döneme almıştır.
Cabiri ise boykot yılları öncesindeki 3 yıllık süreci benzer şekilde tasnif
ederek esasında bu gibi surelerin bu dönemde de indiğini söyleyebileceğimizi bize
75
göstermiştir. Mesela Mevdudi’nin Hz Yusuf kıssasından hareketle Hz Muhammed
(sav) aleyhindeki ölüm planlarına atıfta bulunarak 207 Yusuf suresini son dönemde
göstermesine karşılık benzer planların esasında boykot öncesi dönemde olduğunu
belirterek bu surenin boykot öncesi bir zamanda da inebileceğini söyleyebiliriz. Ya
da özellikle A’raf suresinin uzun oluşundan ve yoğun bir anlatıma sahip oluşundan
hareket edecek olursak bu anlatımın boykot öncesi yıllarda da bir karşılığı olduğunu
ifade edebiliriz. Nitekim Cabiri, A’raf suresini değerlendirirken surenin ilk
ayetlerinden hareketle Hz Muhammed’in (sav) giderek sertleşen muhalefete karşı
hazırlandığı sonucuna vararak surenin nüzul sıralamasında durduğu yeri farklı bir
anlam boyutuna taşıyıp onaylamaktadır.208
İki müellif de nüzul zamanlarını tespit ederken rivayetleri göz ardı
etmemişlerdir. Mevdudi bu rivayetleri büyük oranda olduğu gibi aktarıp kendi
tespitlerini ortaya koyarken kullanmış ancak Cabiri pek çok sure ile ilgili rivayeti
özellikle nüzul sıralamasına ve sıralamaya göre oluşturduğu zamanlamaya aykırı
olan rivayetleri sebeb-i nüzul rivayetlerini; sonradan yapılan olay-ayet yakıştırması
olduklarına dikkat çekerek aktarmakla yetinmiştir. Bu konuda Fussilet suresi
örneğini yukarıda aktarmıştık.
Sonuç olarak her iki müellifin de bu farklara rağmen nüzul zamanlarına
ilişkin arka plan okumalarının aynı olduğunu belirtelim. Pek çok sureyi farklı
zamanlara yerleştirmiş olsalar da Cabiri doğrudan kastederek Mevdudi ise zımnen
Zümer suresi ile başlayan ve Ahkaf suresi ile biten listeyi boykot yıllarına
yerleştirmişlerdir.
3. Boykot Öncesi Nazil Olan Sureler
Müşriklerin Hz Peygamber’e (sav) yönelen muhalefetlerini değerlendirirken
bu muhalefetin sebeplerini ve onu sürükleyen dinamikleri ortaya koyarken hadiseyi
müşrikler cephesinden ele almıştık. Kur’an’ın bu muhalefete nasıl karşılık verdiğini
207
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, c.II s.407
208
“Muhammedî davetin bu aşamasına yeni bir program…” Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, c.I s.255
76
surelerin muhtevaları itibariyle ele alarak konunun ikinci ayağını da tamamlamamız
gerekmektedir.
Cabiri ve Mevdudi’nin nüzul zamanlarına ilişkin tespitlerini yorumlarken
sonuç olarak ortaya belirli surelerin çalışmamıza konu aldığımız dönem içerisinde
olduklarına karar verdik. Boykot döneminde Zümer suresi ve Ahkaf suresi arasında
yer alan Ha-Mim surelerinin indiği sonucuna ilaveten şayet nüzul sıralamasını takip
edecek olursak boykot öncesinde özellikle Kur’an karşıtı muhalefetin kemikleşmeye
başladığı günlerden alarak belirli surelerin de bu dönemde inmeye başladığını ifade
ederek bu yılların Kur’an’daki karşılığını görebiliriz.
Öncelikle Sad suresini ele alalım. Bu sure ile ilgili nakledilen müşriklerin Ebu
Talib ile görüşmeleri hadisesi Kur’an karşıtı muhalefetin siyasi bir boyut kazanmış
olduğuna işaret ediyordu. Her ne kadar muhtelif tefsirlerde nakledilen rivayetler
bizim tarihsel olayların kronolojisine ilişkin tespitlerimizle çelişiyor gibi görünse de
biz surenin ilgili ayetlerinin ilk görüşmeye işaret ettiğini belirtelim.
Sad suresinin ardından inen A’raf suresi mücadelenin bu yeni seyrine uygun
olarak müşriklerle Hz Peygamber (sav) arasında başlayan/başlayacak olan
tartışmalara bir giriş niteliğindedir. Kureyş’in Allah hakkındaki zanları bu surede
konu alınarak iptal edilir.209
Nüzul sıralamasına göre A’raf’dan sonra gelen surelerde zeminde cereyan
eden tartışmaların mücadelenin boyutuna ilişkin izler bulmak mümkündür. Kıssa
anlatımının giderek yoğunluk kazandığı bu surelerde geçmiş peygamberler ve onların
karşısına dikilen inkârcıların aralarında geçen diyaloglar bilhassa Mekke’de içinde
bulunulan duruma ilişkin önemli ipuçları vermektedir.
Söz gelimi Neml suresinde Hz Salih ve Semud kavminin anlatıldığı kısımda
Hz Salih’in Allah’ın ayetlerini okumasıyla çekişen iki zümrenin ortaya çıktığı
bildirilmektedir.
210
Ya da Kasas suresinde Hz Şuayb ile kavmi arasındaki
tartışmaların aktarıldığı ayetlerde dikkati çeken bir ifade okumaktayız. Kavmi, Hz
Şuayb’e eğer kabilesi tarafından korunmuyor olsaydı onu öldüreceklerini
209
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 1/287
210
Neml Suresi 45.ayet
77
söylemektedirler. 211 Bu cümle Hz Peygamber’in (sav) içinde bulunduğu şartlara
tekabül eden bir anlamı içermektedir.
Bu gibi örnekleri çoğaltmamız mümkündür. Ancak üçüncü bölümde
yapacağımız değerlendirmede konuyu etraflıca ele alacağız. Bu başlığın altında son
olarak boykot öncesinde hangi sureleri yerleştirdiğimizi beyan edelim.
Boykot surelerinin hangileri olduğuna dair Mevdudi ve Cabiri üzerinden
vardığımız sonuçlar belirli bir fikir ortaya çıkardı. Biz de yöntemimiz itibariyle
büyük oranda Cabiri ile uyumlu olarak nüzul sıralamasını esas alıyoruz. Burada
boykot sürecinin hemen öncesinde Zümer suresinden önce indiği görülen Vakıa,
Şuara, Neml, Kasas, Yunus, Hud, Yusuf, Hicr, En’am, Saffat, Lokman ve Sebe
surelerinin indiği sonucuna varıyoruz.
4. Boykot Dönemi Nazil Olan Sureler
Boykot döneminde inen surelerin hangileri olduğuna dair Cabiri ve
Mevdudi’yi inceleyerek vardığımız sonuçlara uyarak Zümer suresi ile Ahkaf suresi
arasında kalan Ha-Mim surelerini bu dönemin sureleri olarak kabul ediyoruz. Burada
öncelikle iki konuda Cabiri’nin yöntemini benimsiyoruz. Birincisi nüzul zamanlarını
tespit ederken nüzul sıralamasına büyük oranda uyuyor. İkincisi ise sureleri bir bütün
halinde inmiş olarak kabul ediyoruz. Ancak burada özellikle tarihsel verilerden
hareketle iki noktada Cabiri görüşünden ayrılacağız.
Tarih kaynakları Habeşistan hicretlerinin zamanlarıyla ve hicret edenlerin
sayıları ile alakalı farklı bilgiler vermektedir. Bu konudaki değerlendirmelerimiz
birinci bölümde aktarmıştık ancak ilgili rivayetlerden vardığımız sonuç itibariyle
ikinci Habeşistan hicretinin boykottan önce gerçekleştiğini ifade edelim
Arada ne kadar süre olduğunu bilmiyoruz ancak müşriklerin Hz Ömer’in
Müslüman olmasıyla birlikte Necaşi’ye gitme fikrine sahip olduklarını pek çok
kaynakta ifade edildiği üzere Necaşi’nin muhacirleri onlara teslim etmemesi üzerine
211
Hud Suresi 91.ayet
78
boykot kararını aldıklarını düşünüyoruz. Dolayısıyla Zümer suresi boykotun
başlangıcından ya da daha net bir ifadeyle Hz Muhammed (sav) ve aşireti ile Ş’ib-i
Ebi Talib’e çekilmeden önce inmiştir diyebiliriz.
Cabiri’nin görüşünden ayrıldığımız bir diğer husus ise Ahkaf suresinin nüzul
zamanıyla ilgilidir. Hem Mevdudi’nin hem de Cabiri’nin kabul ettiği üzere Ahkaf
suresi Taif dönüşü nazil olmuştur. Hz Muhammed (sav) boykotun bitişinin hemen
ardından amcası Ebu Talib ve hanımı Hz Hatice’nin vefatıyla kendini destekleyen iki
önemli insanı kaybetmişti. Ebu Talib’in ölümü Hz Muhammed (sav) için müşriklerin
saldırılarına karşı himayesiz kalmak anlamına geliyordu.
212
Arap kabilelerine
müracaat ederek onlardan kendisini himaye etmesini isteyen213 Hz Muhammed (sav)
Taif’e de bu amaçla gitmişti. Kaynaklara göre 10.yılda gerçekleşen 214 bu hadise
Ahkaf suresinin de bu yılda indiğini göstermektedir.
Burada Mümin suresinin Zümer’den sonra indiği ve Ha-Mim surelerinin
birlikte indiği rivayetlerini de temel alarak boykotun başlangıcından sonuna kadar
Mümin, Fussilet, Şura, Zuhruf, Duhan ve Casiye surelerinin indiğini söyleyebiliriz.
Bu sureleri inceleyeceğimiz üçüncü bölümde nüzul sıralamasına göre boykottan
önceki bir kaç yılda inen diğer bazı surelere de göz atarak Hz Muhammed (sav) ve
bütün muhatapları açısından boykot şartları içerisinde Kur’an’ın durduğu yeri
görmeye çalışacağız.
212
Ebu Talib’in ölümünün ardından Beni Haşim reisi olan Ebu Leheb başlarda yeğenini korumak
kararındaydı. Nitekim bir müddet bu şekilde hareket etti. Ancak Ebu Cehil’in ona gelerek yeğenine
ecdadının ahiretteki durumunu sormasını istedi. Ebu Leheb bu soruyu sordu ve putperestlerin
kesinlikle cehenneme gideceği cevabını aldıktan sonra Hz Peygamber’i (sav) korumaktan vazgeçti.
(Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi- hayatı ve eseri-, çev. M. Said Mutlu, İrfan Matbaası,
İstanbul 1972, s.113).
213
İbn Kesir, el-Fusul fi Sireti Rasul, Muesseset-u Ulumu’l-Kur’an, Şam 1983, s.107.
214
Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve HZ. PEYGAMBER, 2/615.
79
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: SURELERİN DEĞERLENDİRİLMESİ
1. Boykot Sürecinin Değerlendirilmesi
Kur’an’ın putları açık ifadelerle eleştirmeye başlamasından sonra Kureyş’in
Hz Muhammed (sav), vahiy ve inananlara yönelik tavrında bir kırılma yaşandı. Bu
kırılma önceki dört senede daha çok bireysel karşı çıkışlar, alay etmek ya da
görmemezlikten gelmek şeklinde tezahür eden Kur’an karşıtı muhalefetin; belirli bir
grubun önderliğinde, giderek daha da siyasal bir boyut kazanan ve baskı/şiddet
araçları kullanan bir hal almasına sebep oldu.
Boykottan önceki 3 yıl içerisinde bir cephe halini alan bu muhalefet Hz
Muhammed’in (sav) durdurulmasını sağlamak için hemen hemen her yolu denedi.
İktidarı paylaşma teklifi, tehdit, hakaret, zayıf takipçileri öldürmeye varan işkenceler
ve Hz Muhammed’i (sav) himaye eden Ebu Talib’i baskı altına almak, müşriklerin
denedikleri yollardı. Bedevi Arap nizamının temel esaslarından olan kabilecilik
burada Hz Muhammed’in (sav) korunmasını sağlayan önemli bir duvar oluşturmuş
ve amcası Ebu Talib’in her şart altında onu korumayı sürdürmesi sayesinde
müşriklerin işkenceleri Hz Muhammed’i (sav) doğrudan hedef alamamıştı. Ancak
zaman ilerledikçe onu durdurmanın tek yolunun yine onu ortadan kaldırmak olduğu
fikrinde karar kılan Mekke ileri gelenleri Ebu Talib’e son bir teklif ile gitmiş ve
peşinen diyetini vermek üzere Hz Muhammed’i kendilerine teslim etmesini
istemişlerdi. Ebu Talib’in bu teklifi de reddetmesi üzerine Kureyş hedef tahtasına Hz
Muhammed’i (sav) himaye eden Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerini oturtmuş
ve boykot sürecini başlatmıştı.
Tarih verilerinin ışığında boykot sürecinin, zamanın Mekke’si için, ne anlama
geldiği sorusu burada hayati bir önem taşımaktadır. Çalışmamızın ilk bölümünde bu
soruya cevap bulabilmek adına Mekke muhalefetinin, vahyin nüzulünün 4.yılından
80
başlayarak, hangi şartlar içinde muhalefetini sürdürdüğü/tırmandırdığı üzerinde
durmuş ve 7.yılda başlayan boykotun bu sürecin bir ürünü olduğunu belirtmiştik.
Bununla beraber hemen hemen bütün kaynakların ortak olarak temas ettikleri
boykotun sebeplerini; 4. ve 7.yıllar arasında bir din savaşına sahne olan bu mücadele
ortamını boykota doğru yönlendiren hadiseler olarak aktarmıştık.
Tarihsel sürecin ana hatları ile bize yansıdığı şekli böyledir. Bu noktada bir
hususu belirtmek gerekiyor. Boykot yıllarına dair veriler, 3 veya 2 buçuk yıl sürmüş
olmasını da dikkate alacak olursak, neredeyse böyle bir hadisenin gerçekleşip
gerçekleşmediğini sorgulatacak kadar azdır. Hem süresi hem de rivayetlerin
naklettiği ağır şartlar göz önüne alındığında; vahyin mübelliği ve mübeyyini olan Hz
Peygamber’in (sav) Mekke’de geçirdiği 13 yıllık davet süreci içerisinde bir zaman
dilimi olarak azımsanmayacak bir yer tutmaktadır. Onun muhatapları ile kurduğu
ilişkiler, kendi iç dünyasında yaşadığı/yaşamış olabileceği durumlar ve davasının
seyri açısından hadisenin zor koşulları da göz önünde tutularak okunacak olursa bu
yılların konumunun ne derece önemli olduğu sorusu daha çok dikkat çekmektedir.
Ancak verilerin azlığı dolayısıyla boykot yıllarına dair değerlendirmelerimiz de belli
başlı noktaların ilerisine gidememektedir.
Boykot yıllarının süresi itibariyle Mekke dönemi içindeki konumuna karşılık
bir süreç olarak Hz Peygamber’in (sav) mücadelesinin seyri içindeki yerinin önemine
dair sorduğumuz soruya tarih kaynakları ile Kur’an metnini karşılaştırdığımızda
aldığımız ilk cevap; hemen hemen birçok tarih eserinde müstakil bir başlık altında
anlatılan boykot yıllarının; anlatılan ağır şartlara rağmen belirgin bir dönem değildir.
Ancak 4.yılla başlayan sürecin son evrelerinden biri; müşrik muhalefetinin Kureyş
toplumu üzerindeki hâkimiyetini kullanarak uygulayabileceği en ağır baskı aracının
denenmesiydi. Boykota kadar müşrikler için Kur’an karşıtlığı Hz Peygamber (sav)
karşıtı olmak demekti. Hz Peygamber’le (sav) mücadelede muhatapları ise Ebu Talib
idi. Boykot Ebu Talib ve reisi olan aşiret ile müttefiki olan aşiretin baskı altına
alınarak Hz Peygamber’i (sav) durdurma çabasıydı. Ancak boykotun sonuçları ve
özellikle Ebu Talib’in vefatının ardından müşrik muhalefet ile Hz Peygamber(sav)
şahsen karşı karşıya kalacaktı.
81
Müşriklerin sosyal ve iktisadi muhasarası esnasında yaşanan ağır sıkıntıyı
çalışmamızın muhtelif yerlerinde tasvir etmiştik. Hatırlayacak olursak; Hz
Peygamber’i (sav) korumak için Ebu Talib’in çağrısına uyan Beni Haşim ve Beni
Muttalib aşiretlerinin mensupları kâfir ya da Müslüman olsunlar fark etmeksizin
boykota uğramışlardı. Ebu Talib bu iki aşirete karşı oluşturulan havanın Mekke
içinde yaşamayı çok sıkıntılı hale getireceğinden dolayı Ebu Kubeys dağı eteklerinde
bulunan Haşimoğullarına ait bir araziye çekilmeyi uygun görmüştü. Aslında her iki
aşiretin buraya çekilip bir araya toplanmaları Hz Peygamber’i (sav) teslim etmeme
konusundaki iradelerinin ilanıydı. Kureyş toplumunun kendileriyle ticari ve sosyal
tüm ilişkileri kesmeleri ve onları meclislerine almamaları da zaten onları Mekke’de
bunaltıcı bir atmosferin içine sokacaktı. İlaveten şu iddia da gündeme getirilebilir:
Kureyş’in diğer aşiretlerini bu iki aşiret aleyhinde buluşturan sebepler bu insanlara
Mekke içinde herhangi bir saldırının yapılmasına da yol açabilirdi. Zaten Ebu
Talib’in Ebu Kubeys’in eteğindeki Ş’ib-i Ebi Talib’e çekilmesinin asıl sebebi de bu
güvenlik endişesiydi.
Bisetin 7.yılında başlayan boykot yılları kaynakların aktardığına göre 2 ila 3
yıl arasında sürmüştü. Bu süre zarfında müşrik ileri gelenler boykotun uygulanması
için var güçleriyle çabalamış gibi görünmektedirler. Kaynaklar boykotun delindiğine
dair bir hadiseden bahsederler. Yukarıda da aktardığımız bu olayda; Hz Hatice’nin
amcazadesi olan Hâkim b. Hizam bir deveye yüklediği yiyecekleri Ş’ib’in altına
getirir ve deveyi oradan salarak içeri gönderirdi. İçeridekiler de deveyi boşaltıp geri
gönderirlerdi. Bir gün bu işi yaparken Hâkim’i yakalayan Ebu Cehil ona sert bir
şekilde çıkışırken orada bulunan Ebu’l-Bahteri Ebu Cehil’e karşı çıkmış ve kavga
etmeye
başlamışlardı.
O
sıra
yanlarından
geçen
Hz
Hamza’yı
görünce
“düşmanlarına” aralarında bir kavga olduğu izlenimi vermemek için ayrılmışlardı.215
Boykotun uygulanması ile ilgili bu rivayetin dışında kaynaklar başka bir
rivayet nakletmemektedir. Mekke içinde boykotun etkisinin nasıl olduğuna ilişkin bu
rivayetten hareketle bir yorumda bulunmamız mümkündür. Rivayette Ebu Cehil ile
Ebu’l-Bahteri arasında çıkan kavga Ebu Cehil’in boykotun delinmesine müsamaha
göstermeyen tavrına karşılık Ebu’l-Bahteri’nin itirazıyla doğmuştu. Ebu’l-Bahteri
215
İbn Kesir, el-Bidaye, c.III s.311
82
Hâkim’in akrabasına yardım etmesinde hiçbir sakınca görmemiş hatta buna mani
olmaya çalışan Ebu Cehil ile kavga etmeyi göze almıştı. Bu durumun Kureyş kabilesi
içinde Beni Haşim ve Beni Muttalib’e uygulanan izolasyonun kabulüyle alakalı
aslında çok ciddi bir uzlaşının olmadığını ancak Kur’an ve Hz Peygamber (sav)
karşıtı kampanyayı yürütenlerin baskın duruşlarının bu izolasyonu mümkün kıldığını
ifade edebiliriz.
Boykotun başlangıcı ve boykot esnasında yaşananlara ilişkin kaynaklar
bahsettiğimiz sınırlı anlatımda ittifak etmektedirler. Kimi kaynakların Kureyş’in
muhasara etmesi şeklinde ifade ettikleri boykot süreci içinde Beni Haşim ve Beni
Muttalib aşiretlerinin mensuplarının ağır bir açlık geçirdikleri ve en son bebeklerin
ağlama seslerinin geceleri Mekke’nin Ş’ib-i Ebi Talib’e yakın bölgelerinden
duyulduğu nakledilmektedir. Rivayetlerde tasvir edilen bu ağır duruma karşın
boykota maruz kalan kimselerin nefes alma imkânı buldukları zaman daha önce de
aktardığımız üzere hac mevsimiydi. Bu zamanda dışarı çıkabiliyorlardı ve Mekke’ye
dışarıdan gelen tüccarlardan alış veriş yapabilme imkânına sahip olabiliyorlardı.
Ancak müşrikler tüccarların mallarına iki katı fiyat biçiyor ve bu alış veriş ya
mümkün olmuyor ya da çok maliyetli oluyordu. Haliyle tarih kaynaklarının
anlatımından hareket edecek olursak tasvir edilen açlık manzaraları bu bilgilerle
mümkün görünmektedir.
Buna karşın aktardığımız bu bilgileri sorgulamamıza sebep olan bazı
durumlardan bahsederek konuyu açmak istiyoruz. Mekke şehri Kureyş kabilesinin
idaresine geçtikten sonra Kusay liderliğinde imar edilmiş ve özellikle hac merkezli
bir görevler dizisi ihdas edilerek bu görevler kabile içinde paylaştırılmıştı.
Çoğunluğu Kusay tarafından ihdas edilen bu görevler temelde hac işlerinin
düzenlenmesi ve Kureyş’in temsiliyeti ile dışarıya karşı birliğini sağlamak amacını
güdüyordu. 216 Ancak Kureyş’i merkezi bir idari teşkilata bağlamıyordu. Zaten
özellikle Kusay’ın torunu Haşim’in vefatının ardından Mekke’de herkesin ortak bir
216
Hac ile alakalı görevler: Sikâye (su temini), imare (hac adabı), rifade (yemek temini), sidane ve
hicabe (Kâbe hizmetleri). Sifare (sefaret: Hz Ömer’in yürüttüğü dış ilişkilerle ilgilenme görevi), ukab,
nedve, meşveret gibi görevler savaşta birlik ve istişare işleri ile alakalıydı. Bunların dışında fal okları,
diyet ödemeleri vs gibi hususlarla ilgili farklı görevler de ihdas edilmişti. Adem Apak, “İslam Öncesi
Dönemde Mekke İdare Sistemi ve Siyasetinin Oluşumu”, s.187-188.
83
saygıyla kararlarına uyduğu bir lider figürü ortaya çıkmamıştı. 217 Her ne kadar
Ebrehe’nin saldırısı karşısında gösterdiği gayretle ve zemzem kuyusunu bulmasıyla
Abdulmuttalib belirgin bir saygınlığı kazanmış olsa da 218 liderlik ilaftan sonra
zenginleşmeye başlayan Mahzum, Sehm ve Cumah gibi kimisi Kureyş ezZevahir’den olan aşiretlerin liderlerince de paylaşılmaya başlanmıştı. 219 Nihayet
vahyin inmeye başladığı zamana geldiğimizde, çalışmamızın birinci bölümünde de
naklettiğimiz üzere, kuvvet dengesi Beni Ümeyye ve Beni Mahzum’un başı çektiği
güçlü ve zengin aileler lehine bozulmuştu.
Bu durum içerisinde Mekke’nin son büyük liderlerinden olan Haşim’in
torunları Beni Haşim aşireti elinde bulunan dedeleri Kusay’ın ihdas ettiği ve büyük
hürmet gösterilen rifade –hacılara yiyecek temini- ve sikaye –hacıların su ihtiyacını
karşılama- görevleri; aşiretin reisi olan Ebu Talib’in zenginliğini yitirmesine rağmen
önemli bir itibar sağlıyordu. Ebu Cehil’in söylediği nakledilen; Hz Peygamber’e
inanmama gerekçesi olarak Beni Haşim’in elinde bulunan bu hürmete haiz vazifenin
yanında bir de peygamberliği alırlarsa onlarla başa çıkamayacakları sözü bu durumu
teyit ediyor gibi görünmektedir. Ancak Ebu Talib’in bu görevi yürütüyor olması
onun ve reisi olduğu aşiretin boykota maruz kalmasına engel olmamıştı. Bununla
beraber tefecilik yaptığı bilinen220 Abbas’ın da, Beni Haşim’den olması dolayısıyla,
benzer şekilde boykotun muhatabı olması sorgulanması gereken bir durumdur. Zira
daha önce de belirttiğimiz gibi Mekke o dönemde finansal bir güç olarak diğer
kabilelere karşı diplomatik bir caydırıcılığa sahipti. 221 Bu gücün temelinde Hicaz
ticaretinin merkezinde bulunan Kureyş’in diğer kabilelerden aldıkları vergiler ve
civar kabileleri borçlandırmaları yatıyordu.222
Abbas gibi birinin veya rifade gibi bir görevi sürdüren Ebu Talib’in ki son
yıllarında serveti bu işe yetmediği için kardeşi Abbas’tan borç para alarak
217
Ahmed İbrahim el-Şerif, Mekke ve’l-Medine fi’l-cahiliyye ve ahdi Resul, Daru’l-Fikru’l-Arabiy,
Kahire 1985, s.119.
218
Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler (Cahiliyyeden İslam’a)”, s.51.
219
Ahmed İbrahim el-Şerif, Mekke ve’l-Medine fi’l-cahiliyye ve ahdi Resul, s.121.
220
Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler”, s.53.
221
Hodgson, İslam’ın Serüveni, 1/93.
222
Kister, “Mekke ile İlgili Bazı Rivayetler”, s.54.
84
sürdürmeye çalıştığı hatta en sonunda görevini Abbas’a devrettiği rivayet
edilmektedir,223 boykota maruz kalmış olmaları; üzerinde düşünülmesi gereken bir
durumdur. Tarih verilerinin bu bilgilerini klasik kaynakların naklettiği dağınık/tasnif
edilmemiş Mekke dönemi anlatımıyla karşılaştırdığımız zaman boş bir alan ile karşı
karşıya olduğumuzu görüyoruz. Burada ortaya çıkan tablo şudur; dönemin sosyopolitik şartlarını analiz eden modern dönemin kaynakları ile çok farklı sorularla
nakledilen ve kaydedilen rivayetlerin sınırlı başlıklarla tasnif edildiği klasik
kaynakların tespit ettikleri durum uzlaştırmak gerekmektedir.
Çalışmanın sınırları itibariyle Meselenin bu boyutunu derinleştirme işini
tarihçilere bırakmak gerektiğini düşünüyoruz. Ancak tezimizin temel boyutlarından
olan
dönemin
şartlarını
kavrama
hususunda
gerekli
gördüğümüz
birkaç
değerlendirmeyi daha aktararak boykot dönemi surelerini ele almak istiyoruz.
Ebu Talib ve Abbas’ın durumları üzerinden değerlendirmeye çalıştığımız ana
konu; özellikle çalışmamızın tarih bölümünde vurguladığımız gibi Kureyş’in kendi
toplumsal
dokusunda
yaşanan
değişimle
giderek
güçlü
ailelerin
egemen
pozisyonlarının süreci sürükleyerek boykotu ortaya çıkarmaları ve boykotun esasında
cahiliye Mekke’sinin sosyal yapısında meydana gelen deformasyonun bir sonucu
olmasıdır. Ebu Talib sahip olduğu manevi makama rağmen bu duruma nasıl itilir
sorusu müşrik ileri gelenlerin “atalara ve ilahlara sövülüyor” diyerek yürüttükleri din
çatışmasıyla açıklanabilir. Ancak yürüttükleri din çatışmasında samimi olmadıkları
bizzat hemşerileri tarafından ortaya konan müşriklerin Abbas’a, bu bağlamda, aynı
muameleyi yapmış olup olmadıkları meçhuldür. Yani Abbas’ın ticaretin merkezi
olan bir şehirde sürdürdüğü tefecilik faaliyetine rağmen böyle bir izolasyonun
muhatabı olması üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Burada iki ihtimali
gündeme getirebiliriz. Ya Mekke müşrikleri yürüttükleri din savaşında her şeyi göze
alarak karşılarında kim olursa olsun düşmanlıklarını esirgemediler. Yahut belirgin
bazı realiteleri göz önünde bulundurdular ve aslında nakledildiği kadar ağır bir
izolasyondan bahsetmemiz zordur.
223
İbrahim Sarıçam, Emevi-Haşimi İlişkileri, s.67.
85
Burada boykotun bitişine ilişkin rivayetleri de konuya dâhil etmekte fayda
görüyoruz. Çalışmamızın tarih bölümünün sonlarında naklettiğimiz üzere boykot
müşrik olan beş kişinin aralarında yaptıkları bir planla müşrik ileri gelenlerin
karşılarına dikilerek ve onları ikiyüzlü davranmakla suçlayıp boykotun kaldırılması
konusunda irade göstermeleri ile kaldırılmıştı. Bu beş kişi ile alakalı olarak dikkate
alınması gereken temel husus; hiçbirinin Hz Peygamber’in (sav) ve Kur’an’ın hak
oluşuna dair herhangi bir tartışmaya girmeden ve uygulanan boykotun hakikati
reddetmekten dolayı değil boykot kararında ısrar edenlerin çifte standart
uygulamalarından dolayı kaldırılmasını istemeleridir. Nihayet ortaya çıkan bu
tepkiye direnemeyen müşrik ileri gelenler başlangıçtaki hedefleri olan Hz
Peygamber’i (sav) teslim alamadan boykotu bitirmek mecburiyetinde kaldılar. Ya da
daha doğru bir ifadeyle insanların Beni Haşim ve Beni Muttalib ile ilişki kurmalarına
engel olacak irade ortadan kalkmıştı.
Boykotun bitişine ilişkin aktarabileceğimiz sınırlı sayıda rivayetten bir diğeri
karıncaların meşhur sahifeyi yemeleri hadisesidir. Bu rivayette aktarıldığına göre
Allah, Hz Peygamber’e (sav) sahifenin karıncalar tarafından yendiğini ve yalnızca
başında Allah’ın adının anıldığı cümle kaldığını haber verdi. Ki bu husus rivayetin
farklı tariklerinde geriye sadece Allah lafzının olduğu yerlerin kaldığı ya da
besmelenin yazılı olduğu kısmın kalması224 şeklinde aktarılmaktadır. Hz Peygamber
(sav) bu durumu amcası Ebu Talib’e bildirdi ve Ebu Talib yanına aşiretin gençlerini
alarak Kâbe’ye yürüdü. Orada bulunan müşrik ileri gelenlere yeğeninin kendine
verdiği haberi duyurdu ve onlara bir teklifte bulundu. Ş’ib’i Ebi Talib’ten çıkmamış
bulunan Hz Peygamber’in Kâbe’nin duvarına asılı bulunan sahife hakkında verdiği
haber şayet yalan çıkarsa yeğenini onlara teslim edeceğini ancak doğru çıkarsa
müşriklerin de boykotu bitirmelerini istediğini bildirdi. Müşrikler bu haberi alınca
koşarak sahifenin yanına vardılar ve Hz Peygamber’in (sav) haber verdiği durumun
gerçek olduğunu gördüler.
Kimi araştırmacılar bu rivayetin farklı tariklerle aktarılması ve rivayetler
arasında gördükleri tutarsız durumlar sebebiyle böyle bir hadisenin yaşanmamış
224
Mehmet Azimli, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı Mülahazalar”, s.59.
86
olabileceğini belirtmektedirler. 225 Rivayeti detaylı bir şekilde analiz etmek burada
bizim uğraşımız olmayacak ancak boykotu bitiren beş kişinin anlatıldığı rivayeti de
konuya dâhil ederek konuyu toparlamak istiyoruz.
Mekkî dönemin tarihiyle alakalı bugünün okumalarını beslemek bakımından
bu nevi rivayetlerin tasnif edilmemiş ve birbirlerine göre durumları incelenmemiş
olarak nakledildikleri klasik tarih kaynaklarının ortaya koydukları tablo Mekke’de
yaşanan hadiseleri ve Kur’an’ın hitap ettiği toplumu kavrayabilmek için harici
kaynaklarla beslenmelidir. Kaynaklar boykotun bitişiyle alakalı bahsettiğimiz iki
rivayeti de aktarmaktadırlar ancak hangi hadisenin boykotun bitişinin sebebi olduğu
konusunda bizi bir tercih beklemektedir. Çünkü bir yanda Allah’ın, elçisine gaybtan
verdiği bir haber varken diğer tarafta Mekke’nin içinde yaşanan huzursuzluğun bir
tezahürü olan organize bir tepkinin boykotu yürüten iradeyi kırması söz konusudur.
Biz burada nakledilen iki olayın da gerçekleşmiş olma ihtimalini tartışmaktan ziyade
yaşanan hadisenin toplumun dokusu içerisindeki yerini görmek açısından burada
naklettiğimiz ve ekserisi son dönem çalışmalarla neşet etmiş değerlendirmeleri temel
alarak bir sonuca varıyoruz.
Kureyş’in Beni Haşim’i yukarıda bahsettiğimiz durumlara rağmen tüm
unsurlarıyla boykot ettiği bizim için geçerli bir durumdur. Çalışmamızın birinci
bölümünde vurguladığımız üzere yaşanan gerilim atmosferinde müşriklerin
yürüttükleri din savaşı Kureyş’in genelini bu boykota uymaya ikna etmiş gibi
görünmektedir. Tabi bunda müşrik ileri gelenlerin toplum üzerinde sahip oldukları
hâkimiyetin etkisi olduğunu da hesaba katmak gerekmektedir. Zira zaman içerisinde
Hz Peygamber (sav) ve takipçileri karşıtlığı üzerine oturan müşrik kimliğinden
ayrılmak
mevcut
baskı
ortamında
müşrik
ileri
gelenlerin
hâkimiyetlerini
pekiştirmişti. Ancak toplumun bu hâkim tabakaya karşı taşıdığı rahatsızlık boykot
taraftarlığını zorlamıştı ve bize göre boykotun bitirilişinde baskın bir role sahipti.
Zira daha önce de vurguladığımız gibi ileri gelenlere yönelen itiraz Kur’an’ın hak
olmasından değil kendi akrabalarını zor şartlarda yaşamaya itmekten ve bunun hâkim
tabakanın ikiyüzlülüğünün sebep olduğu bir durum olması noktasından hareket
etmekteydi.
225
Mehmet Azimli, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı Mülahazalar”, s.61.
87
Boykotun Mekke yıllarının içindeki durumuna bakacak olursak; daha önce de
ifade etmiş olduğumuz gibi müşrik muhalefetin siyasileşmeye başladığı ve aynı
zamanda şiddet ve baskı ortamının süreklilik kazandığı dönemin bir parçası olduğu
sonucuna varıyoruz. Müşriklerin Kur’an’a muhalefetleri bu dönemde Hz
Peygamber’i (sav) ortadan kaldırmak için her yolu denemişti. Ancak şu detay
unutulmamalıdır ki bu dönem içinde müşrikler Ebu Talib’in bulunduğu konumu
gözetmiş ve koruma altındaki Hz Peygamber’i (sav) doğrudan hedef alamamıştı.
Ebu Talib’in boykot sürecinin akabinde vefat etmesi ve boykotun bitişinde
ortaya çıkan müşrik muhalefetin önderlerine yönelik Kureyş içindeki rahatsızlık;
sonraki dönemi Kur’an’ın iniş sürecinde ayrı bir dönem olarak ele almayı
gerektiriyor gibi görünmektedir.
Boykot sürecinin yeri ve önemine dair bu değerlendirmelere ilaveten ele
alınması gereken bir diğer durum Hz Muhammed’in (sav) muhatapları ile ilişkisi
bakımından durumudur. Sayıları kaynaklarda 100 kişiyi aşar bir şekilde verilen226
Habeşistan muhacirleri Mekke’de iman etmiş olanların neredeyse tamamıdır desek
hata etmiş olmayız. Mekke’de kalanlar ise Hz Ebu Bekir gibi aşiretlerince korunan
az sayıda mümindi. Hz Muhammed’in (sav) ve aşiretinin hac zamanları dışında hem
boykot şartları hem de güvenlik endişesi ile Ş’ib-i Ebi Talib’i terk edemediklerini de
hesaba katacak olursak Hz Muhammed’in (sav) kendi aşireti dışından insanlarla
diyalog kurmasının çok zor olduğunu görüyoruz. Tarih kaynaklarının sunduğu
veriler ise hem kendi aşireti ile olan münasebetlerini hem de hac zamanlarında dışarı
çıktığında tebliğ faaliyetini nasıl yürüttüğünü bilmemiz için yeterli değildir.
Bir diğer ifadeyle Hz Peygamber’in (sav) bildiğimiz kadarıyla canlı bir
diyalog kuramadığı müşriklerin vahye muhatap olup olmadıkları Kur’an’In üslub ve
muhtevasını değerlendirmek açısından önemli bir husustur.
Mekkeli müşriklerin inen vahye muhatap olup olmadıkları konusunda satır
arası bazı bilgileri değerlendirerek birtakım sonuçlara varabiliriz. Hz Peygamber’in
(sav) hac zamanlarında Ş’ib-i Ebi Talib’den çıkabildiği bilgisini sunmuştuk. Sonuçta
226
“İbn Hişam 89 erkek 19 kadın, İbn Sad 90 erkek 19 kadın” Kasım Şulul, İlk Kaynaklara Göre Hz
Peygamber Devri Kronolojisi, s.311.
88
kaynakların yer yer muhasara başlığı altında inceledikleri boykot hadisesinde
müşriklerin bu iki aşireti muhasara etmesi, insanların o bölgeye hapsedilmesi değil
onlara yiyecek içecek gönderilmesini engellemeyi amaçlamaktadır. Nitekim bu
muhasaranın denetlendiğine dair naklettiğimiz rivayette Ebu Cehil ile Ebu’l-Bahteri
arasında yaşanan kavgadan da anlaşılan muhasarayı sürdürmek isteyenlere karşı
rahatsızlık duyan bir kesimin olduğu ama Hz Muhammed’e (sav) karşı mücadele
eden güçlü kimselerden çekinen bu gibi kimselerin muhasaraya seyirci kaldıklarıdır.
Bu ortamda hac zamanları dışında Beni Haşim ve Beni Muttalib aşiretlerinin
insanlarını dışarı çıkmaktan alıkoyan; Mekke sokaklarında maruz kalacakları kötü
muamele ve özellikle Hz Muhammed’in (sav) öldürülmesi riskinden dolayı Ebu
Talib’in aldığı güvenlik tedbirleridir.
Bu atmosfer içerisinde Beni Haşim ve Beni Muttalib için ş’ibin dışına
çıktıklarında hem yiyecek temin edebilecekleri hem de nefes alabilecekleri hac
mevsimi aynı zamanda Hz Peygamber (sav) için de diyalog kurabileceği insanların
olabileceği bir zaman olmaktadır.
Hz Peygamber’in (sav) hac zamanlarında kurulan panayırlarda insanlarla
nasıl diyalog kurduğuna dair birçok rivayeti okumak mümkündür. Kimi kaynaklarda
Hz Peygamber’in sığınma ve himaye istemesi anlamında, Araplara nefsini arz etmesi
başlığıyla ayrı bir bölüm olarak ele alınan;227 Hz Peygamber’in (sav) panayırlarda
tebliğ faaliyetini aktaran rivayetler okuyabiliriz. Ancak bu rivayetlerin ekseriyetle
Taif sonrasına atıfta bulunsa da Mekke döneminin erken safhalarıyla ilgili de benzer
bir anlatım söz konusudur. Rivayetler Hz Peygamber’in (sav) bisetin başlangıç
yıllarından itibaren panayırlara gittiğini göstermektedir. Nitekim müşriklerin onun bu
faaliyeti karşısında ortak bir tavır takınmak üzere aralarında toplandıkları ve Velid b.
Muğire’nin sonunda Kur’an’a büyü demekte karar kıldığı bilinmektedir.
Bu rivayeti birinci bölümde aktardığımız için burada bir kez daha
zikretmiyoruz. Her ne kadar Velid b. Muğire ile ilgili rivayet erken bir zamana işaret
ediyor olsa da tebliğ faaliyetinin içeriğiyle ilgili aktarımlarda, Hz Peygamber’in (sav)
ağzından genelde aynı sözler aktarılmaktadır. Bu durum; kimi rivayetlerin erken
227
İbn Kesir, el-Bidaye, 3/385, Beyhaki, Delailu’n-Nubuvve, 2/413.
89
zamanlara işaret ediyor gibi görünseler de sonraki dönemlere ilişkin bilgilerle
tamamlanmasını da ekleyecek olursak olayların zamanlamasını tespit etmek daha da
zor hale gelmektedir.
İbn Kesir’in aktardığı bir rivayet bu erken zamanlara işaret etmektedir. Buna
göre bir gün Hz Peygamber’in (sav) amcası Abbas ile beraber panayırda bulunan
Mekke dışından tüccar bir adam; Hz Peygamber’i (sav), Hz Hatice’yi ve Hz Ali’yi
tarif ettiği belli olan ifadelerle anlatarak, namaz kılarken görür ve onun kim olduğunu
sorar. Abbas da o adamın yeğeni Muhammed olduğunu ve kendilerine daha önce
işitmedikleri bir söz getirdiğini eğer bu sözü kabul ederlerse bütün Arapların ve
acemin mülkünün onların olacağını vaat ettiğini söyler.228 Nitekim Hz Peygamber’in
(sav) panayırlardaki tebliğ faaliyeti ile ilgili hemen hemen bütün rivayetlerde
Allah’ın bir olduğunu ve kendisinin onun elçisi olduğunu kabul ederlerse Arapların
ve acemin mülkünün onların olacağını vaat ettiğini okuyoruz.
Hz Peygamber’in (sav) daha ilk yıllarda vahye tabi olmakla Araplara ve
aceme hâkimiyet kurmak arasında bir bağ kurmuş olduğu tartışmalı bir bilgidir. Zira
vahyin hemen hemen ilk dört yılına kadar olan çağrısı insanları Allah’ın Rab
olduğunu kabul etmeye, kendisinin ondan vahiy aldığına ve ahrete inanmaya
çağırması söz konusudur. Bunun dışında söz gelimi inananları yeryüzünde kâfirlere
mirasçı yapmak 229 ya da Hz Peygamber’in (sav) düşmanlarına galip geleceğini
bildiren ifadeleri özellikle Mekke’nin ilk yıllarında inen surelerde göremiyoruz.
Rivayetlerin bu durumu dolayısıyla ve Cabiri’nin Hicr suresi 94.ayetin 230
tefsirinde artık inanmayan Kureyş’ten yüz çevirerek daveti diğer Arap kabilelerine
haykır şeklindeki yorumundan da hareketle panayırlarda tebliğ faaliyetini anlatan
rivayetlerin daha çok 6.yıl ve sonrasına işaret ettiğini söyleyebiliriz. Bu noktadan
hareket ederek Hz Peygamber’in bu faaliyetlerini anlatan bazı rivayetleri inceleyerek
(sav) onun Mekke dışından gelenlerle muhataplığının nasıl olduğunu görmeye
çalışacağız.
228
İbn Kesir, el-Bidaye, 3/221.
229
Kasas 5.ayet: “Biz ise, o yerde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve
onları (mukaddes topraklara) vâris kılmak istiyorduk.”.
230
Hicr 94.ayet: “Sana emrolunanı açıkça söyle ve ortak koşanlardan yüz çevir!”.
90
Hz Peygamber’in (sav) panayırlarda davet faaliyetiyle ilgili birkaç rivayette
dikkati çeken bir ayrıntıyı okuyoruz. Hz Peygamber (sav) bir topluluğun karşısında
konuşma yaparak insanları Allah’ın birliğini kabul etmeye ve kendisinin Allah’ın
elçisi olduğunu kabul etmeye davet ettiğinde Ebu Leheb onun hitap ettiği topluluğa
Hz Peygamber’i (sav) dinlememelerini söylüyor, onun bir yalancı olduğunu iddia
ediyordu. 231 Aynı sahne Hz Peygamber (sav) kabilelerin büyüklerinin çadırlarına
girip onlarla konuşup ayrıldıktan sonra Ebu Cehil veya Ebu Leheb çadırlara girerek
yine benzer iddialarla Hz Peygamber (sav) karalamaya çalışıyorlardı. 232 Bunu
yaparken de onun bir deli, bir yalancı olduğu gibi sözler söylüyorlardı.
Mekke dönemini bütün olarak ele aldığımızda buradaki rivayetlerde olduğu
gibi Ebu Cehil ve Ebu Leheb’in Hz Peygamber’i (sav) sürekli takip edip onun
arkasından kara propaganda yapmaları durumu daha çok Mekke muhalefetinin
boykotun sebeplerinde aktardığımız üzere onun diğer kabileler ile temas kurmasını
engellemek istedikleri bir aşamaya işaret etmektedir. Ortaya çıkan bir diğer ihtimal;
rivayetlerde Ebu Leheb’in adının geçmesi ve onun da Ebu Cehil gibi hareket ederek
Hz Peygamber’in (sav) arkasından aleyhine hareket etmesi boykota yakın bir süreci
hatta boykot sürecini de içine alan bir aşamayı ele aldığımız durumudur. Ebu Leheb
boykotun ilanından sonra Beni Haşim’e katılmadı ve Ş’ib-i Ebi Talib’e girmedi. Bu
yaptığını Ebu Süfyan’ın karısı Hind’e anlatarak “Lat ve Uzza’ya yardım ettim değil
mi” dediği rivayet edilmektedir. 233 Bu rivayete baktığımız zaman Ebu Leheb’in
kendi aşiretinden olan Hz Peygamber’i (sav) insanlara karşı karamaktan çekinmediği
ve Ebu Cehil gibi kimselere katılıp onlardan “tebrik” bekler bir psikolojiye sahip
olduğunu görüyoruz. Buradan hareketle panayırlarla ilgili bu rivayetlerde
okuduğumuz manzaranın boykot arifesi ya da esnasına ait olduğunu söyleyebiliriz.
Panayırlarda tebliğ faaliyetiyle ilgili rivayetlerde göze çarpan bir diğer husus
Hz Ebu Bekir çeşitli kabilelerle görüşmelerde ilk teması kurduğu ve Hz Peygamber
(sav) bu kabilelerin çadırlarına girmeden önce onu tanıtmasıyla ilgili bilgilerdir. Hz
Ebu Bekir görüşme yapılacak kabilelerle ilgili bilgi sahibi bir kimseydi. Ve Hz
231
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/72.
232
Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi, 2/616.
233
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/6.
91
Peygamber’i (sav) onlara tanıtmadan önce onlarla konuşup sahip olduğu bilgileri
kullanarak saygılarını kazanan Hz Ebu Bekir görüşülecek kimselerin Hz
Peygamber’i (sav) dinlemelerini sağlıyordu. 234
Hz Peygamber’in (sav) burada Hz Ebu Bekir eşliğinde yaptığı görüşmelerin
mahiyeti de özellikle onun muhataplarıyla kurduğu ilişkiyi görmek açısından
önemlidir. Kur’an’ın boykota kadar inen kısmında bazı ayetlerde Allah’ın elçisine
yardımı ile onun galip geleceğine dair işaretler vardır.235 Nitekim ilgili rivayetlerde
Hz Peygamber (sav) reisleri nezdinde görüştüğü kabileleri iman etmeye davet
etmektedir. 236 Taif sonrası için kaynakların aktardığı, kabilelerden sığınma talebi
olan görüşmelerin yanı sıra bu gibi rivayetlerden anladığımız; artık Rasulullah’a tabi
olanların zafer kazanacakları düşüncesinin yerleştiği ve davetin başka bir değer
sistemine geçilerek müşriklere karşı bir mücadele anlamı taşıdığıdır. Dolayısıyla Hz
Peygamber’in (sav) kimliği vahyi tebliğ eden bir elçi olmanın yanı sıra siyasi bir
anlam da kazanmıştı.
Biz tarihi süreci anlattığımız birinci bölümde bu hususa değinmiş ve
müşrikler ile Müslümanların farklı iki toplumsal grup halini aldıklarını ifade
etmiştik. Bu durumda Hz Peygamber (sav) boykot süreciyle beraber ki öncesinde
artık iman etmeleri ihtimali ufukta pek görünmeyen kavmine karşı; kendisine destek
veren başka bir kabilenin yanına geçmek için arayışlara başlamıştı.
Nitekim İsra suresi 73-74.ayetlerle ilgili olarak Mukatil tefsirinde bir rivayet
nakletmektedir. Bu rivayet Taif’ten bazı kimselerin Hz Peygamber’e (sav) Taif’te
Kâbe’nin alternatifi olabilecek bir yapı oluşturacak olursa onu kabul edeceklerini
ifade etmektedir. 237 Buna göre Hz Peygamber’in (sav) tebliğ faaliyeti Kureyş’in
yarımadadaki rakiplerince bir siyasi güç olarak algılanmış olabilir.
234
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/17.
235
Saffat 171-174.ayetler: “Andolsun ki, peygamber kullarımıza söz vermişizdir: Onlar mutlaka zafere
ulaşacaklardır. Bizim ordumuz şüphesiz üstün gelecektir. Onun için sen bir süreye kadar onlara
aldırma”.
236
Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi, 2/618.
237
Mukatil, Tefsir, 2/543.
92
Panayırlarda
tebliğ
faaliyetiyle
ilgili
aktardığımız
bilgilerin
ve
değerlendirmelerin sonucunda Hz Peygamber’in (sav) özellikle boykot döneminde
Kureyş dışına açıldığını ve artık sonunda inkârcılara karşı zafer kazanacak bir mesajı
insanlara taşıdığını görüyoruz. İlgili rivayetlerde okuduğumuz detaylar ve diğer tarihi
bilgiler bu faaliyetin bir süreç olarak boykot zamanında başladığını ve Akabe
biatlarına kadar devam ettiğini göstermektedir. Böylece Kureyş’in kabile olarak iman
etmeyeceği ve vahyin insanlara ulaştırılmasına destek olmayacağının kesinleştiği bu
dönemde davetin konumu değişmiş oluyordu.
Bu hususları kaydettikten sonra meselenin Kur’an metninden yansımalarını
alarak önce boykot dönemi surelerinin genel bir muhteva değerlendirmesini yapıp
ardından boykot öncesi dönemi yani boykottan önceki aşağı yukarı 3-4 yıllık bir
süreci içine alan bir değerlendirme ile boykot arifesinde, anlattığımız sürecin
ayetlerdeki karşılığını görmeye çalışacağız. Son olarak da meseleyi benzer hususlar
üzerinden bir de boykot dönemi surelerinde görmeye çalışacağız.
2. Boykot Sureleri Hakkında Genel Bir Değerlendirme
Boykot sürecinde hangi surelerin inmiş olabileceğine dair vardığımız
sonuçları aktarmıştık. Burada yineleyecek olursak Zümer suresinin ardından gelen
Ha-Mim sureleri Kur’an’ın boykot sürecine hitabıydı. Mümin (Ğafir), Fussilet, Şura,
Duhan, Casiye sureleri sürecin içinde inmiş ancak Ahkaf suresi Taif rivayetinden
dolayı boykotun bitişinin ardından inmiştir. Bu yargıyı boykot surelerini tespit
ettiğimiz ilgili bölümde vurgulamıştık. Ancak dönem sureleriyle ilgili öncelikle şu
hususu belirtelim: Ha-Mim sureleri ele aldıkları konular ve üslupları itibariyle bir
bütünlük arz etmektedir. 238 Dolayısıyla Ahkaf suresinin yahut Casiye suresinin
zamanlama itibariyle ve tam olarak sürecin içinde mi yoksa dışında mı indiklerini
söylemek zor olmakla beraber çok gerekli de değildir. Ha-Mim ismiyle ayrı bir bütün
gibi görülen bu yedi sure Mevdudi’nin ifadesiyle Mekke yıllarının orta döneminin
son birkaç yılının Kur’an’daki karşılığı olarak birlikte ele alınabilirler.
238
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/123.
93
Bu bağlamda ilk olarak boykot surelerinin genel bir değerlendirmesi başlığı
altında öncelikle Mümin, Fussilet, Şura, Duhan ve Casiye surelerinin muhtevalarını
ve ön plana çıkan, özellikle boykot süreciyle ilgili bu surelerde yer alan konuları
değerlendireceğiz.
2.1.
Mümin Suresi
Mümin suresinin en yaygın isimlerinden biri Ğafir suresidir. Surede hâkim
olan kâfirlere karşı şiddetli kınama üslûbunun yanında onların alaycı ve tartışmacı
tavırlarının yoğun tasvirine 239 karşın surenin hemen başında yer alan Allah’ın
tevbeleri kabul eden ve günahları bağışlayan (‫ )ﻏﺎﻓﺮ اﻟﺬﻧﺐ‬olduğu vurgusu dikkat
çekicidir. Nitekim bu durumun Kur’an’ın müşriklerin aralarında varmış gibi görünen
birliğin içine bir müdahale olarak şüphe içinde olan yahut kendi günahlarının
ağırlığından dolayı Allah’ın kendilerinin iman etmesini kabul etmeyeceğini düşünen
kimselere yönelen bir hitap olduğunu rahatlıkla ifade edebiliriz.
Mü’min suresinin temel konusunun İslâm’a karşı direnmeyip ona
samimiyetle bağlanmaya davet etmekten ibaret olduğunu söylemek mümkündür.240
Surenin arka planına yönelik değerlendirmelere baktığımızda müşriklerin hareket
metodunu tartışma yoluyla İslam hakkında şüpheler uyandırma ve Hz Peygamber’in
(sav) öldürülmesinin toplumda oluşturması muhtemel rahatsızlık ve çatışma
ortamının doğmaması için Kur’an karşısında sert bir muhalefet havası estirerek bu
planlarına zemin hazırlamak şeklinde özetleyebiliriz.
241
Nitekim sure ile ilgili
nakledilen “Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı öldürecek misiniz” (Mümin 28)
ayetiyle alakalı olarak nakledilen bir hadiseden bahsetmek gerekir. Hadiseye göre Hz
Peygamber (sav) bir gün Harem-i Şerif’te namaz kılarken Ukbe b. Ebi Muayt gelerek
239
İzzet Derveze, et-Tefsiru’l-Hadis- Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, çev. Komisyon, Ekin Yay.,
İstanbul 1997, 3/259 .
240
M. Kamil Yaşaroğlu, “MÜ’MÎN SURESİ”, DİA, İstanbul 2006, XXXI, s.558.
241
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/125.
94
onun boynuna bir bez parçası dolayıp öldürmek kastıyla sıkmaya başladı. O esnada
oradan geçen Hz Bekir koşarak Ukbe’yi durdu ve Hz Peygamber’i (sav) onun
elinden kurtardı. Ukbe ile giriştiği kısa mücadelede Hz Ebu Bekir’in “Siz sadece
Rabbim Allah’tır dediği için mi bir kimseyi öldürüyorsunuz?” dediği rivayet
edilmektedir.242
Burada hadisenin surenin inişinden önce gerçekleştiğinden hareketle
öncelikle tarihsel zemine dair verdiği ipuçlarını ortaya koyabiliriz. Boykot arifesine
dair ortaya koyduğumuz değerlendirmelerde müşriklerin 3 yıldır devam ettirdikleri
baskı ve işkenceye rağmen Hz Peygamber’i (sav) bir türlü durduramayışları, Ebu
Talib’in koruması yüzünden ona dokunamıyor olmaları, Necaşi’nin muhacirleri
teslim etmemesi gibi sebeplerle Hz Peygamber’i (sav) öldürmeye karar verdiklerini
biliyoruz. Ancak önlerindeki engel Haşim oğullarıydı. Bu durum öyle anlaşılıyor ki
müşriklerin canını çok sıkıyor ve büyük bir öfke taşıyorlardı. Velhasıl bu hadisede
nakledildiği gibi Ukbe’nin yaptığı şekilde zaman zaman bu öfkelerini acımasızca
açığa vurabiliyorlardı. Bu hadiseden Ebu Talib’in Ş’ib’e çekilerek aldığı güvenlik
önlemlerinin haklılığına da bir işaret bulabiliriz. Bununla beraber Hz Ebu Bekir’in
söylediği sözün Kur’an metninde yankı bulması önemlidir. Müşriklerin Hz
Peygamber (sav) aleyhindeki pek çok iddiaları karşısında aslında Rabbim Allah’tır
demekten başka bir şey yapmadığını bir mücadele anından haykırmış bulunan Hz
Ebu Bekir hem müminlerin hem de müşriklerin içinde bulunduğu psikolojik duruma
dair bizleri düşündürecek bir ifade kullanmıştır.
Müşrikler dinlerini batıl ilan eden ve toplumun içinde kendilerince idare
edilemez bir grup ihdas eden Kur’an mesajının mübelliğine pek çok ithamda
bulunabilirlerdi. Nitekim bu konuda çalışmamızın ilk bölümünde geniş bir
değerlendirme yapmıştık. Ukbe’nin bu öfkesinin ardında da bu ithamlar ve Kur’an’ın
haber verdiği şekliyle zanlarına uyan müşrik zihin bulunmaktaydı. Kur’an ise ortaya
çıkan bu şartlar karşısında Hz Ebu Bekir’in söylediği rivayet edilen sözü surenin bu
ayetinde veciz bir şekilde muhataplarına aktarmaktadır.
242
Ebi Abdillah Muhammed b. Ahmed Ebu Bekir el-Kurtubi, Camiu’l-Ahkami’l-Kur’an, thk.
Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türki, Muessetu’r-Risale, Beyrut 2006, 18/350
95
Nüzul ortamından alıntılanan bu kısa fakat derin bir manayı ihtiva eden
cümle; Firavun ailesi içinde iman etmiş bir kimsenin243 ağzından; Firavunun Musa’yı
öldürme planlarına itiraz ederken bir kez daha duyulmaktadır. Burada surenin 2345.ayetleri arasında nakledilen Hz Musa’nın Firavun, Haman ve Karun’a
gönderilmesi ve daha sonra Firavun’un onu öldürme planını ortaya attığı meclisin
tasvirinin yapıldığı bu kıssada; mümin kişi ile Firavun arasındaki tartışma tıpkı
“Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı mı öldüreceksiniz” ifadesinde olduğu gibi
nüzul ortamıyla canlı iletişimi gösteren bir anlatımla aktarılmaktadır. Bunlardan en
dikkat çekeni bu mümin kimsenin kavmini –Firavun ve etrafındakileri- sahip
oldukları saltanata karşın Ad ve Semud kavminin uğradıkları azap gibi bir azap
gelmesinden endişe ederek uyarması ve onların Yusuf’tan sonra bir peygamber
gelmeyeceği düşüncesinin Musa ile boşa çıktığını bildirmesidir.
Surenin bu anlatımına ilaveten ekleyebileceğimiz önemli bir husus daha
vardır. Gerek Musa-Firavun ve mümin kimse hakkındaki kıssa gerekse de
müşriklerin alaycı ve tartışmacı tavırlarının anlatıldığı, geçmişte helak olmuş Nuh
kavmi gibi örnekliklerin ve bütün kâfirlerin cehennemdeki akıbetlerinin aktarıldığı
surede mesajın iki muhatabı vardır.
Bunlardan ilki Ebu Cehil gibi kimselerin uyguladığı muhasaraya rıza
göstermeyen ve Hz Peygamber (sav) ve diğer müminlere karşı merhamet duyan
kimselerdir. Kur’an’ın bu kimselere çağrısı akıbetlerinin müşrik ileri gelenler gibi
olmaması için geçmişin örnekliğinden ders almaları ve surenin hemen başında ilan
edilen af kapısına sığınarak kurtuluşa ermeleri şeklindedir. Surenin diğer muhatabı
ise özelde Hz peygamber (sav) ve müminlerdir. Muhasara altındaki Hz Peygamber’i
(sav) surenin ilk muhataplarına ilişkin saydığımız hususlardan hareketle teselli etmek
243
Sureye Mümin adının verilmesine (Muhammed b. Yakub el-Firuzabadi, Besair zevi’t-Temyiz fi
Letaifi’l-Kitabi’l-Aziz, thk. Muhammed Ali en-Neccar, Vizaretu’l-Evkaf, Kahire 1996, 1/409). Vesile
olan bu kişinin kimliği ile alakalı tefsir kaynaklarında yoğun bir tartışma olmuş gibi görünmektedir.
Bu kişinin Firavun ailesinden biri mi olduğu yoksa Beni İsrail’den olup, muhtemelen saray içinde bir
mevkiye sahip, imanını gizleyen biri mi olduğu hakkındaki bu tartışmada müfessirler farklı görüşleri
benimsemiş ve savunmuşlardır. (Bkz. Kurtubi, Tefsir, 8/347-348).
96
ve müşriklerin zenginliklerine aldanmayıp; her şart altında davasını sürdürmeye
devam ettirmek surenin ona yönelen mesajıdır.244
2.2.
Fussilet Suresi
Surenin anlatımına konu olan meseleleri kısaca özetlemek gerekirse kâfirlerin
küfürlerindeki ısrarları ve meydan okumaları, içinde aciz bırakılacakları cehennem
azabı, el ve ayakların insanın aleyhine kıyamet günü şahitlikte bulunması, Ad ve
Semud kavminin helak edilmesi, Allah’ın birliğinin delilleri ve ilminin gizli ve açık
olan her şeyi kuşatması gibi başlıları ön plana çıkarabiliriz.245
Bu konu başlıklarına ilaveten surenin özellikle ilk ayetleri hakkında bir
değerlendirme yapmak gerekmektedir. Surenin ilk 13 ayetiyle alakalı olarak
kaynaklar meşhur bir hadiseyi nakletmektedir. Çalışmamızın önceki bölümlerinde
birkaç vesile ile değindiğimiz bu hadisede Utbe b. Rebia’nın Hz Peygamber’in (sav)
Kâbe’de bulunduğu bir esnada yanına gelerek ona davasından vazgeçmesi için
servet, makam, kadın, hatta hastaysa onu iyileştirebilecek kimseleri bulup getirmek
gibi tekliflerde bulunmuştu. Bu teklifleri dinleyen Hz Peygamber (sav) Utbe lafını
bitirdikten sonra onun teklifine cevaben Fussilet suresini okumaya başlamıştı.
Rivayetin bir nakline göre 38.ayete kadar okuyup secde etmiş ve “Ey Ebu’l-Velid
işte cevabın demiştir”; 246 diğer bir nakle göre de surenin Ad ve Semud’un helak
olmasını anlatan 13.ayetine geldiğinde Utbe “başına yıldırımlar düşeceğini sanarak”
susması için ona yalvarmıştı. 247 Burada Hamidullah’ın olayın naklinde Utbe’nin
ağzından naklettiği şu cümleye dikkat çekmek istiyoruz: “Artık sahip olduğumuz dinî
ve toplumsal duyarlılığımıza hücum edip onları sarsma! Gerek şimdi tapındığımız
gerekse atalarımızın zamanında tapmış oldukları
244
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/134.
245
Firuzabadi, Besair, 1/413-414.
246
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 5/172-173.
247
Hamidullah, İslam Peygamberi, s.98.
97
Bu hadiseden hareketle Mevdudi’nin surenin nüzul zamanını bizim
öngördüğümüzden daha erken bir zaman dilimine aldığından bahsetmiştik. Buna
karşın Cabiri; Ha-Mim surelerinin geneli için geçerli olan bir durum olarak esbab-ı
nüzul rivayetlerin az olması ya da hiç olmaması durumunun geçerli olduğunu ifade
ediyor. Ona göre Müslümanların hicret etmiş olmaları ve Hz Peygamber’in (sav)
muhasara altında olması da bu durumu teyit edicidir.248
Cabiri’nin bu yorumu karşısında Mevdudi’nin kaydettiği meşhur hadisenin
durumu nedir diye sorulacak olursa; öncelikle biz Cabiri yorumunu kendi
tespitlerimizi yaparken tercih ettiğimizi belirtelim. Nitekim çalışmamızın ikinci
bölümünde surelerin kronolojisini belirlerken bunu göstermiştik. Bununla beraber
rivayetlerin kabulü ya da nasıl bir anlam taşıdığı konusunda Cabiri’nin yahut bizim
bu yaptığımız gibi başka Saiklerle surenin yerine ilişkin vardığımız bir sonucun
etkiliği olduğunu vurgulamak gerekmektedir.
Bize göre de surenin yeri boykot zamanıdır ve tasvir ettiğimiz şartlar
mucibince Kâbe’de böyle bir konuşmanın geçmesi imkânsızdır. Zira hemen önceki
surede Ukbe b. Ebi Muayt’ın Hz Peygamber’i (sav) öldürme teşebbüsü ile alakalı
rivayeti aktarmıştık. Devam eden bir süreçte Kâbe’nin yanı başında böyle bir diyalog
geçmesi biraz zor gibi görünmektedir. Bu değerlendirmenin Mevdudi cephesine
bakacak olursak o naklettiğimiz bu rivayeti esas almıştır ve ona göre de surenin
durduğu yer bu rivayetle tayin edilmelidir. İkisi de bir görüştür. Biz farklı vesilelerle
izah ettiğimiz sebeplerden ötürü tercihimizi burada ifade ettiğimiz şekilde yapmış
bulunuyoruz. Nitekim surenin bu rivayete konu olan ayetleri her ne kadar Hz
Peygamber (sav) ve müşrik ileri gelenler arasında bir diyalog olduğu havası verse de
bu diyalogun rivayette nakledildiği gibi olmadığı ve mücadele ortamında
gerçekleşmiş birçok karşılıklı konuşmanın özeti gibi durduğunu ifade edelim.
248
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/137.
98
2.3.
Şura Suresi
Allah’ın birliğinin delilleri, kıyamette kâfirlerin uğrayacağı akıbet, rızkın
taksimi, peygamberlere vahyin nüzulünün keyfiyeti gibi hususların 249 yanında
özellikle bu dönem surelerinde çokça yer bulan müşriklerin batıl delillerle Kur’an
hakkında girdikleri tartışmaları ve geçmiş peygamberlerin daveti ile Muhammedî
davetin kaynağının birliğine yönelik vurguyu250 ihtiva eden ayetleri Şura suresinin de
muhtevası içinde okumamız mümkündür.
Surenin muhtevasına ilişkin bu bilgilerin yanından özellikle önceki surelerde
belirgin olmayan ve bu surede bilhassa ön plana çıkan birkaç başlığı aktarmak
gerekmektedir. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in (sav) surenin 23.ayetinde nakledilen
ifadesiyle kavminden akrabalık sevgisinden başka bir şey istemediğini ifade
etmesidir.251 Ayette geçen “‫ ”اﻟﻤﻮدة ﻓﻲ اﻟﻘﺮﺑﻲ‬ifadesi bize öncelikle tam olarak boykot
sürecini hatırlatmaktadır.
İsfahani el-Müfredat’ında bu ayette geçen “‫ ”اﻟﻤﻮدة‬kelimesinin salt sevgi
anlamı taşıdığını ifade etmektedir. 252 “‫ ”اﻟﻘﺮﺑﻲ‬kelimesi ise hısım, akraba anlamına
gelmektedir.253 Bu terkibin özellikle surenin iniş sürecini de dikkate alacak olursak
ne anlama geldiği ayrı bir önem arz etmektedir.
Cabiri surenin tefsirinde Mukatil’in ifadelerinden hareketle iniş zamanının
takriben 8.yıl civarı olduğunu aktarmaktadır. Bu düşünceyi doğuran ifadeler
Mekke’de bir kıtlığın yaşandığına dair ifadelerdir.254 Böyle bir zaman diliminde Hz
249
Firuzabadi, Besair, 1/418.
250
İzzet Derveze, Tefsir, 3/321.
251
Şura 23: “… De ki: Ben buna (yaptığım tebliğ faaliyetine) karşılık sizden yakınlık ve dostluk
bağları (‫ )اﻟﻤﻮدة ﻓﻲ اﻟﻘﺮﺑﻲ‬içinde sevgiden başka bir ücret istemiyorum… ”.
252
Rağıb el-İsfahani, Müfredat- Kuran Kavramları Sözlüğü, çev. Yusuf Türker, Pınar Yay, İstanbul
2010, s.1547.
253
İsfahanı, Müfredat, s.1193.
254
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/147.
99
Peygamber’in (sav) müşriklerle bir şekilde diyalog içerisine girmesi mümkün
görünmektedir. Nitekim Duhan suresinde de göreceğimiz üzere yaşanan bu kıtlık
karşısında müşriklerden bir heyet Hz Peygamber’e (sav) gelerek ondan dua etmesini
istemişler ve iman edeceklerini söylemişlerdi. Zannediyoruz buna sebep olan kıtlık
Şura suresinin indiği yıla denk gelmektedir. Hz Peygamber’e (sav) görevinin “Mekke
ve çevresini” uyarmak olduğunu hatırlatan bu surede kendisinin insanlardan
akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemediğini ifade etmesi müşriklerin
yaşadıkları kıtlık dolayısıyla dirençlerinin kırıldığı bir zamanda onlarla yeniden
temas kurmak gibi bir durumu ifade etmektedir.
Ayette geçen “akrabalık sevgisi” ifadesi iki manada anlaşılabilir. İlki
muhasara altında kendi aşireti içinde yaşayan Hz Peygamber’in (sav) onların
desteğinin devam etmesini istemesidir. Dönem şartlarına ilişkin tasvirlerimizden bu
mananın kuvvetle muhtemel olduğu sonucu çıkıyor gibi görünse de biz ikinci manayı
daha kuvvetli buluyoruz. Kastettiğimiz ikinci mana ise yukarıda ifade ettiğimiz
müşriklerin açlık sebebiyle, bize göre, dirençlerinin zayıflaması gibi bir durumdan
hareketle söz gelimi hac mevsiminde dışarı çıkan Hz Peygamber’in (sav) onlarla
diyalog kurabiliyor olduğundan dolayı bütün Kureyş’e olan akrabalık bağını öne
sürmesidir. Nitekim Buhari’de yer alan bir rivayette şöyle ifade edilir: “Mekke’de
hiçbir batın yoktur ki onun Hz Peygamber’e (sav) bir akrabalığı olmasın.”255
Şura suresinde vurgulayacağımız bir diğer konu ise müminlere yönelik
insanların suçlarını, hatalarını bağışlamaları yönünde yoğun telkin ve affetmenin
mümin olmanın özelliği olduğunun ifade edilmesidir. Müminlerin işlerinin aralarında
Şura ile olduğu kaydedilen bu surede affetmeye yönelik bu yoğun atıfla lakalı
ilerleyen kısımlarda geniş bir değerlendirme yapacağız. Ancak Hz Peygamber (sav)
ve müminler açısından özellikle Habeşistan hicreti sonra Kureyş düzeninden
ayrılmalarıyla tesis ettikleri yeni toplumsal grubun temellerinin atılıyor olduğu
düşüncemizi aktarmakla iletelim.
255
Zeynü’d-Din Ahmed b. Ahmed b. Abdi’l-Latifi’z-Zebidi, Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih
Tercemesi ve Şerhi, çev. Kâmil Miras, DİB Yay, Ankara 1980, c.XI s.176
100
2.4.
Zuhruf Suresi
Zuhruf suresinde Ha-Mim surelerinin genel konuları olan yukarıda
aktardığımız meselelere ilaveten Kur’an’ın kelam meselelerine dair bazı ayetleri de
bu surede gelmektedir. Yaratıcının varlığının delilleri olarak başlıklandırılan 256
konular surede yer almaktadır. Yaratıcının ve Rabb’in kim olduğuna dair Kur’an’ın
ortaya koyduğu hakikatlerin anlaşılabilmesi bakımından surede geçen Firavun’un
halkına neden onların Rabbi olduğunu delillendirmeye çalıştığı konuşması dikkat
çekicidir.
Burada müşriklerin put olarak taptıkları bazı “ilahlarının” Allah’ın kızları
olduğu iddialarına yer verilmektedir. Bu iddialar önceki surelerde de yankı bulmuştu.
Bu surede ilaveten müşriklerin Kur’an’da Hz İsa’dan örnek verilmesine kızmış
olmaları aktarılmaktadır. Onlara göre kendi ilahlarını yeren Kur’an’ın Hıristiyanların
taptığı bir ilah gibi duran Hz İsa’yı sâlih bir kul olarak aktarması tutarsız bir
durumdu. Tabi burada müşriklerin özellikle Yahudi ve Hıristiyan kültürüne karşı
kendi inanç düzenlerini sahiplenmek şeklinde tezahür eden bir nevi “din
milliyetçiliği” vardı. Bu sebeple bizim ilahlarımız ve onların ilahları vurgusunu
yapmaktadırlar.
Surenin son kısımlarında Hz Peygamber’in (sav) kavminin iman etmiyor
olmasından şikâyet etmesi aktarılmaktadır. Bu şikâyetin bir benzerini Furkan
suresinde de okuyoruz. Öyle anlaşılıyor ki bu suredeki şikâyet Furkan suresinde
olduğundan
farklı
bir
konumdadır.
Hicr
suresiyle
alakalı
yaptığımız
değerlendirmeleri hatırlayacak olursak hitabın bilhassa panayırlarda toplanan diğer
Arap kabilelerine döndüğü sürecin arkasından boykot yıllarında Hz peygamber’in
(sav) tebliğ faaliyetine konu olan bu kabilelerden de tarihi verilerden anlaşıldığı
kadarıyla kayda değer bir sonuç çıkmamıştı. Bu da Hz Peygamber’in (sav) yaşanan
sıkıntılı sürecin içinde sonuç alamamaktan dolayı yılgın hissetmesine sebep olmuş
olabilir.
256
Firuzabadi, Besair, c.I s.421
101
2.5.
Duhan Suresi
Surede genel olarak önceki surelerde yer alan anlatım devam etmektedir.
Müminler ve kâfirlerin ahiretteki akıbetleri, tevhid vurgusu şeklinde olan bu anlatıma
ilaveten Kur’an’ın Hz Peygamber’in (sav) dilinde indirilmesinin ona bir kolaylık
olduğu belirtilmektedir. Önceki surelerde olduğu gibi bu surede de anlatımı süren Hz
Musa kıssasının Mısır’dan çıkış kısmını okumaktayız.257
Kıssaların anlatılış amacının temelinde Hz Peygamber’e (sav) rahatlık, coşku
vermek ve mesajı desteklemek gibi unsurlar bulunmaktadır.258 Bu unsurlar özellikle
Kur’an’da anlatımı yoğun olan Musa kıssasında sadece geçmiş ümmetlerin helakı,
müstekbirlerin akıbeti gibi hususlarda değildir. Bunun yanı sıra esasında her
peygamber ve muhatapları arasında yaşanan mücadelelerin tıpa tıp benziyor
olmalarından 259 hareket edecek olursak; genel görünümün yanında yaşanan daha
spesifik hadiselerle de benzerlik kurarak peygamberin içinde bulunduğu hale ilişkin
bir not içermektedir diyebiliriz. Buna göre hemen hemen boykot yıllarının sonlarına
doğru gelinen süreçte Hz Musa ve İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışı anlatılarak
benzer şekilde muhasaranın sonlarına doğru gelindiği yönünde bir his ve rahatlama
vermeyi amaçlamış olabilir.
Surenin ilk ayetlerinde Şura suresinde de bahsettiğimiz “duhan” hadisesi
geçmektedir. Bu konuyla ilgili ilerleyen bölümlerde bazı değerlendirmelerde
bulunacağız. Ancak burada bir hususu belirtmekle yetinelim tarih kaynaklarında
belirgin bir hadise olarak yer almayan ancak tefsir ve hadis kaynaklarında aktarılan
Mekke’de yaşanan kıtlık zannediyoruz boykot yılları esnasında Hz Peygamber (sav)
için tasvir edilen boykot şartlarını görece hafifleten bir durum ortaya çıkarmıştır.
Konuyla ilgili aktarılan rivayetlerde; müşriklerin önce Hz Peygamber’e (sav) gelip
yaşanan sıkıntıları gidermesi için Allah’a dua etmesini hem de akrabalık bağlarını
257
Firuzabadi, Besair, 1/424.
258
Muhammed Ahmed Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, çev. Şaban Karataş, Ankara Okulu
Yay, Ankara 2002, s.361.
259
Halefullah, Kur’an’da Anlatım Sanatı, s.360.
102
öne sürerek talep etmeleri ve iman edeceklerini söylemeleri ancak kıtlıktan
kurtulunca yine eski hallerine döndükleri aktarılmaktadır.
260
Nitekim bu durum
ilerleyen bölümlerde ele alacağımız, surenin ilk 14 ayetinde açıkça ifade
edilmektedir. Nitekim Kur’an inkarcıların bu karakterini muhtelif surelerde (Yunus
22.ayet, Ankebut 65.ayet) bir gemi misaliyle açıklamaktadır. Bu misalde fırtınaya
yakalanan kimselerin fırtınadan kurtulana kadar Allah’ı tek ilah olarak tanıyıp ona
dua ettikleri ancak karaya sağ salim varınca hemen eski hallerine döndükleri ifade
edilmektedir. Kureyş müşrikleri de bu durumu karada temsil etmiş bulunmaktadırlar.
2.6.
Câsiye Suresi
Sure de boykot döneminin diğer surelerinde olduğu gibi anlatımı ortak olan
konular devam etmektedir. Bununla beraber kâfirlerin kalplerindeki kirlilik ve
ayetler karşısındaki alaycı tavırları üslup itibariyle ön plandadır. Tabi olarak bu
durum diğer Ha –Mim surelerinde olduğu gibi bu surede de bulunan konu
bütünlüğü261 dolayısıyla inkârlarında inat eden ve kibir gösterenlerin akıbetinin haber
verilmesiyle tamamlanır.
Sure Allah’ın yerde ve göklerdeki ayetlerinin akıl sahipleri için birer ibret
kaynağı ve kâinatın yaratıcısına işaret eden deliller olduğunu vurgulayarak
başlamaktadır. Bu vurgunun ardından yukarıda bahsettiğimiz kâfirlerle ilgili
durumlar aktarılmaktadır ve aktarmış olduklarımıza ilaveten onların ölümden sonra
dirilişi inkâr eden sözlerine yer verilmektedir.
Öne çıkan ve surenin muhtevasını önceki surelerden ayıran iki hususa işaret
etmek gerekmektedir. Bunlardan ilki, ilerleyen bölümlerde geniş olarak izah
edeceğimiz, Hz Peygamber’in (sav) şeriat sahibi kılındığının bildirilmesidir
(18.ayet). Şeriat kelimesi isim olarak nüzul sırası itibariyle ilk olarak bu surede
geçmektedir. Burada ayeti takiben gelen diğer ayetlerde İsrailoğullarının kitap ve
hüküm sahibi olduktan sonra aralarındaki haset sebebiyle ihtilafa düştükleri
260
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/175.
261
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/188.
103
bildirilmektedir. Bize göre İsrailoğulları üzerinden verilen bu temsil önceki
temsillerde olduğundan farklı bir hüviyettedir. Şeriat sahibi olmak hakkında detaylı
izahatı ifade ettiğimiz üzere ilerleyen bölümlerde geniş bir şekilde ele alacağız.
Ancak kısaca belirtmek gerekirse burada mesajın hangisinin önceleneceği net
olmayan iki yönü vardır. Birincisi Hz Peygamber (sav) ve bütün muhataplara,
müşrikleri içerir şekilde, yönelen mesaj Kur’an hakkında ihtilafa düşülmemesini
salık vermektedir. Eğer mesajın bu önünü dikkate alacak olursak Kur’an ilk kez bu
kadar açık bir şekilde kitap ve hükümranlık arasında ilişki kurmuş gibi
görünmektedir. Bu durum özellikle Habeşistan hicretinin toplumsal karşılığına dair
değerlendirmemizi bir kez daha hatırlatarak ifade edelim ki Kur’an’ın kimliğinde bir
evre olarak algılanabilir. Nitekim hicret dolayısıyla Hz Peygamber’e (sav) tabi olmak
siyasi bir konum arz etmiş bulunmaktaydı. Burada müşriklerin inkârcılığı bir “kimlik
meselesi” haline getirdiklerine dair bir durumun ortaya çıktığını da iddia etmiş
bulunuyoruz.
Mesajın ikinci yönünün; Şura suresinde müminlerin işlerinin aralarında
danışma ifade eden ve hem Şura hem de C’asiye surelerindeki ilgili ayetlerden
anlaşıldığı üzere inkârcılara karşı affedici bir tavrı müminlere tavsiye eden Kur’an
hakkında; müminlerin ihtilafa düşmemesi yolunda nispeten ileriye dönük bir şekilde
ortaya çıktığını düşünebiliriz. Kur’an müminleri zaten boykot öncesi surelerden
itibaren müşriklerden ayrı bir grup olarak ele alıyordu. Buna mukabil ihtilafa
düşmeyin tavsiyesinin bu grubun kitap ile kuracakları ilişkiye işaret ettiğine buradan
dayanak bulabiliriz. Ancak hem çoğunluğunun Habeşistan’da olması hem de
Mekke’de henüz muhasara ortamının devam ediyor olması gibi sebeplerle verilen
emirle bu mesajın kast edildiğini ifade etmek zordur.
Boykot süreci içerisinde indiğini düşündüğümüz surelerin muhtevalarına
ilişkin genel değerlendirmemiz bu şekildedir. Sureler hakkında aktardığımız bu
değerlendirmeler kısa ve genel bir şekildedir. Surelerle ilgili derinlemesine ele
alacağımız hususlar çalışmamızın devam eden başlıklarında ele alınacaktır. Buna
göre önce boykot süreci öncesindeki surelerde daha sonra da boykot sürecindeki
surelerde özellikle iki başlık altında ayetlerin tafsilatlı değerlendirmelerini ele
alacağız. Bunlardan ilki müşrikler ikincisi ise Hz Peygamber başlıklarıdır. Bu iki
104
başlığı ön plana almamızın temel sebebi çalışmamızın giriş kısmında vurguladığımız
hitabın şekillenmesi meselesinin özellikle bu iki başlık altında topladığımız ayetlerde
belirgin bir şekilde tezahür ettiği sonucuna varmamız dolayısıyladır.
3. İki Ana Muhatap ve Boykot Öncesi Sureler
Surelerin
kronolojisine
ilişkin
değerlendirmelerimizde
bilinen
nüzul
sıralamasında Sad suresi ile Ahkaf suresi arasındaki kısmın burada bütünüyle
incelediğimiz dönemin (bisetin 4-10.yılı) sureleri olabileceğini kaydetmiştik. İsra
suresi istisna olmak üzere surelerin bu sıralamadaki yerlerini çalışmamız
çerçevesinde değiştirmeden alıyoruz.
Kısaca değinmek gerekirse İsra suresini istisna kılan husus; hem İsra olayına
ilişkin rivayetlerin açık bir şekilde boykot sonrası bir zaman dilimine işaret ediyor
olması hem de surenin 76-80.ayetler arasında Medine hicreti olarak anlaşılacak
ifadelerin bulunmasıdır.262
Bahsettiğimiz şekilde Sad suresi ile başlayıp Zümer suresine uzanan
sıralamada İsra hariç bütün surelerin genel anlatımlarından hareketle yapacağımız
değerlendirmemizde; önce müşrikler başlığı altında daveti ısrarla ve bile bile inkâr
edenleri sonra Hz Peygamber başlığı altında daveti sürdüren, vahyin mübelliğinin
konumunu, aldığı uyarıları ve göstermesi gerekn tavra dair Kur’an’ın emirlerini
inceleyeceğiz. Bunu yaparken ilgili meselelere işaret eden ayetleri örnek olarak verip
sureleri ayrı ayrı bütün olarak tahlil etmeyeceğiz. Zira bahsedeceğimiz meseleler
zaten böyle bir tahlilin ürünüdür dolayısıyla örnek ayetleri kaydetmek yeterli
olacaktır.
262
Bkz İsra 76-77.ayetler: “Yine onlar, seni yurdundan (Mekke) çıkarmak için nerdeyse dünyayı
başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar. Senden önce
gönderdiğimiz peygamberler hakkındaki kanun (da budur). Bizim kanunumuzda hiçbir değişiklik
bulamazsın.”.
Mustafa Öztürk, Kur’an-ı Kerim Meali, Düşün Yay, İstanbul 2013.
105
3.1.
Müşrikler
3.1.1. Şirk ve Siyasi Tavır
Müşrikler başlığı altında Kur’an’ın cereyan eden hadiseler karşısında
öncelikle vahye ve onun tebliğine düşman olan bir gruptan bahsettiğini ifade edelim.
Tezimizde birkaç vesileyle vurguladığımız ifadeyle Hz Peygamber’in (sav) vahyi
tebliğ etmesine yönelen muhalefetin şekli; bir noktadan itibaren kırılma yaşayarak
bireysel ve alaycı karşı çıkışları aşarak, organize ve bir manasıyla siyasi bir boyut
kazanmıştı. Burada siyasi boyuttan kastımızı özetle şu şekilde ifade edelim: karşı
çıktığı meseleyi kendi egemenliğine bir saldırı olarak algılayıp onun doğruluğuna
kani dahi olsa muhalefet etmek.
Bu açıdan müşriklerin Ebu Talib’i bir heyet halinde ziyaret etmelerini tekrar
hatırlamak gerekir. Güçlü aşiretlerin ileri gelenleri Ebu Talib’i kaynakların
aktardığına göre birkaç kez ziyaret etmiş ve Hz Peygamber’in (sav) hamisi olması
hasebiyle kendisinden onu durdurmasını istemişlerdi. Ebu Talib’i muhatap almanın
anlamı meseleyi doğrudan aşiretler arası bir mesele haline getirip Mekke’nin siyasal
organizasyonu
zeminine
taşımaktı.
Yapılan
görüşmelerle
ilgili
bilgileri
okuduğumuzda da bunu teyit eden bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu görüyoruz.
Nitekim bahsi geçen aşiret liderleri önce ilahlarına ve atalarına hakaret edildiğini ve
Ebu Talib’in böyle bir şeye mani olması gerektiğini ileri sürmüşlerdi. Daha sonra
Ebu Talib’in yeğenini durdurmayacağını görünce uzlaşma teklif etmişler ve eğer o da
kendi
ilahlarını
anarsa
“Muhammed’in
Rabbine”
de
ibadet
edeceklerimi
söylemişlerdi. Bunun yanında Hz Peygamber’e doğrudan servet ve makam teklifinde
bulundukları da rivayetlerde yer bulmuştur. Son olarak Ebu Talib’i tehdit etmişler
ancak eğer onu öldürürlerse Arapların kendilerini ayıplayacağını düşünerek bundan
vazgeçmişlerdi. Başka hadiselerin de eklenmesi üzerine Mekke ileri gelenleri Hz
Peygamber’i (sav) durdurmak adına Beni Haşim ve Beni Muttalib’e boykot kararını
almışlardı.
106
Ortaya çıkan bu tabloda Hz Peygamber (sav) karşıtı kampanyayı yürütenlerin:
problemi ele alışları ve çözmek için sergiledikleri tavrın siyasi boyutu belirgin bir
şekilde okunabilmektedir. Ancak diğer yandan muhalefetin siyasi oluşunun tek
ifadesi bu durum değildir. Kur’an, Mekke ileri gelenlerinin ya da genel olarak aktif
bir şekilde muhalefet edenlerin duruşunu ifade ettiği ayetlerde onların kesinlikle
iman
etmeyecekleri
vurgusunu
özellikle
incelediğimiz
dönem
surelerinde
yoğunlaştırmaktadır. Bu hususta en net ifadelerden birini Yusuf 103.ayette
görebiliriz:
“ َ‫ﺑِ ُﻤ ْﺆ ِﻣ ِﻨﯿﻦ‬
َ ْ‫ﺎس َوﻟَﻮْ َﺣ َﺮﺻ‬
‫ﺖ‬
ِ ‫“ َو َﻣﺎ أَ ْﻛﺜَ ُﺮ اﻟﻨﱠ‬
“Sen ne kadar şiddetle arzu etsen de insanların çoğu inanacak değildir.”
Ayette geçen insanların çoğu ifadesi tefsirlerde Mekke ehli 263 , “kavminin
müşrikleri” 264 şeklinde açıklanmıştır. Surenin bağlamını ele aldığımızda uzunca
anlatılan Yusuf kıssasının akabinde Allah’ın doğrudan Hz Peygamber’in (sav)
muhataplarına/muhaliflerine dikkat çektiğini ve bu ayetten surenin sonuna kadar
müşriklerin vahye karşı duruşlarını anlattığını görüyoruz.
Şurası kesin ki belirli bir dönemden sonra Mekke ileri gelenleri ifadesinin
yerine rahat bir şekilde müşrik ileri gelenler ifadesinin kullanılması gerekir.
Mekke’nin ticari ve siyasi egemenliğini elinde bulunduran zümrenin önemli bir
kısmı ya da Ümeyye-Mahzum iktidarının varlığına işaret edersek bu zümrenin
tamamı; vahye karşı duruşlarını kesin olarak değiştirmeyecek bir konumda
bulunmaktadır.265
263
Celaleddin Mahalli- Suyuti, Tefsir-i Celaleyn, Salâh Bilici Kitabevi, İstanbul b.t.y., s.200.
264
Taberi, Tefsir, 8/371.
265
Çalışmamızın birinci bölümünde bu zümrenin kimlerden oluştuğuna dair bilginin tarih
kaynaklarının verdiği bir takım isim listelerinden alınabileceğini belirtmiştik. Burada kesin olarak
iman etmeyeceklerinin bildirildiği kimseler içerisinde Ebu Süfyan’ın da olacağı ancak onun sonunda
iman edenlerden olduğu dolayısıyla burada bir çelişkinin olduğu bahsettiğimiz listelerden hareketle
ileri sürülebilir. Burada okuyucunun aklında bulundurması gereken iki husus vardır: birinci husus
Kur’an müşriklerin iman etmeyecekleri konusunu yoğun ve kat’î bir üslubla vurgulamaktadır. İkinci
husus ise kimin Hz Peygamber’e (sav) ne derece muhalefet ettiği kaynaklarda çok sınırlı
anlatılmaktadır. Ancak İbn Hişam isim isim Hz Peygamber’e (sav) eziyet edenleri yaptıkları eziyetleri
107
Müşriklerin iman etmeyeceğine dair bir diğer kesin ifade Yunus suresi
33.ayette geçmektedir:
“Rabbinin yoldan çıkanlar
(‫ )اﻟﱠ ِﺬﯾﻦَ ﻓَ َﺴﻘُﻮا‬hakkındaki ‘onlar artık imana gelmezler
( َ‫ )أَﻧﱠﮭُ ْﻢ َﻻ ﯾ ُْﺆ ِﻣﻨُﻮن‬sözü gerçekleşmiş oldu”
Ayette müşriklerin iman etmeyeceği sözü ile Cenab-ı Hak; bahsettiğimiz
şekilde Hz Peygamber (sav) karşısında muhalefeti sürdüren kesimin o günün
şartlarında iman etmeleri noktasında bir beklentiye girilemeyeceğine işaret
etmektedir. Bu noktada Kur’an’ın müşriklerin muhalefetini ifade ettiği kavramlardan
bir tanesine dikkat çekmek istiyoruz.
3.1.2. Batıl Delillerle Tartışma “‫”ﺟﺤﺪ‬
Kur’an; küfür ve şirk olarak tanımladığı vahye yönelen inkâr tavrını bu
kavramlara ek olarak “‫ ”ﺟﺤﺪ‬fiiliyle ifade etmektedir. Bu fiilin anlamını; kaynaklara
müracaat ettiğimizde en basit şekliyle bile bile inkâr etmek şeklinde ifade
edebileceğimizi söyleyebiliriz.266 Kur’an’da bu kelimenin müşriklerin tavrını ifade
etmek için kullanıldığı ayetlere baktığımız zaman karşımıza çıkan tablo da bu anlamı
ziyadesiyle doğrulamaktadır. Buna ilaveten fiilin ifade ettiği bile bile inkâr ya da
hakkında ilim sahibi olduğu halde inkâr etmenin ayetlerin bağlamlarından hareketle
sadece inkâr etmekle sınırlı olmadığı bu inkârın bir tartışma ile sürdürüldüğü durumu
söz konusudur. Yani ayetlerde bu fiilin aynı zamanda bir tartışma ortamına,
müşriklerin/inkârcıların
hak karşısında kendi
batıl
delillerini
öne sürerek
tartıştıklarını görüyoruz.
anlatarak saymaktadır.(İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/9-15) Burada Ebu Süfyan’a ayrılmış bir
başlık göremiyoruz.
266
Bkz. “‫ ”ﺟﺤﺪ‬maddesi: İbn Manzur, Lisanu’l-Arab, tetk. Yusuf el-Bekai, Daru’l-Mutavvasitiyye li’n-
Neşri ve’t-Tavzi, Tunus 2005; Muhammed b. Yakub el-Firuzabadi, Kamusu’l-Muhit, tahk. Mektebu
Tahkiki’t-Turas fi Muesseseti’r-Risale, Daru’r-Risale, Beyrut 2005.
108
Mekki surelerde inkârcıların tavrının “‫ ”ﺟﺤﺪ‬fiiliyle on iki yerde ifade
edildiğini görüyoruz. Bu ayetleri nüzul sırasına göre şu şekilde sıralayabiliriz:
1) A’raf 51: “
‫ﻓَ ْﺎﻟﯿَﻮْ َم ﻧَ ْﻨ َﺴﺎھُ ْﻢ َﻛ َﻤﺎ ﻧَﺴُﻮا ﻟِﻘَﺎ َء ﯾَﻮْ ِﻣ ِﮭ ْﻢ ھَ َﺬا َو َﻣﺎ َﻛﺎﻧُﻮا ﺑِﺂَﯾَﺎﺗِﻨَﺎ‬
َ‫”ﯾَ ْﺠ َﺤﺪُون‬
A’raf suresinin burada özel bir yeri bulunmaktadır bu sebeple bu surede
geçen ayeti diğer ayetlerde olduğundan daha geniş bir şekilde ele alacağız. Sure,
genel olarak nüzul süreci içerisinde önemli bir dönüm noktasını teşkil etmektedir.
Her ne kadar Mevdudi267 ve sair kaynaklar268 sureyi hem uzun olması hem de yoğun
bir içeriğe sahip olmasından dolayı Mekke’nin son yıllarına atfetseler de biz yine
burada Cabiri’nin yorumunu alarak sureyi nüzul sırasındaki yerinde tutuyoruz. Sure
Mekke’de inen uzun surelerden biridir. Surenin hemen başında Cenab-ı Hak bir kitap
indireceğini beyan edip bunda bir şüphe duymamasını Hz Peygamber’e (sav)
vahyetmektedir. Burada kitap kelimesinin anlamına dair müfessirlerin genel olarak
Kur’an’ın kastedildiğine ilişkin yorumları olsa da Zemahşeri kitap kelimesiyle
surenin kastedildiğini ifade etmektedir. 269 Bu bilginin konumuz açısından önemi
şudur: A’raf suresi nüzul sürecinin bir dönüm noktası olarak artık vahyin
muhtevasının ağırlaşacağı bir dönemin başlangıç suresidir. Bunun temel işareti ise
sure içersinde Allah’ın müşriklerin kendi hakkındaki zanlarını tek tek bahsederek
iptal etmesinden gelmektedir. Dolayısıyla surenin başında Hz Peygamber’e (sav) bir
kitap gibi başından sonuna geniş bir muhtevaya sahip bir surenin indirileceği
bildirilmektedir.
Bu vaziyetin sebebi ise zeminde cereyan eden hadiselerin seyrinin
değişmesidir. Zira müşrikler A’raf suresinden önce inen Sad suresiyle ilgili
aktarımlarımızdan hatırlayacak olursak; muhalefetlerini siyasal bir boyuta taşımışlar
ve Ebu Talib ile görüşmüşlerdi. Müşriklerin bu dönemden sonraki tutumları Hz
267
Mevdudi, Tefhimu’l-Kur’an, 2/9.
268
Emin Işık, “A’RÂF SURESİ”, DİA, İstanbul 1991, III, s.259-260.
269
Zemahşeri, el-Keşşaf, tahk. Adil Ahmed Abdulmevcud, Mektebetu’l-Ubeyketi, Riyad 1998, 2/421.
109
Peygamber (sav) ve inananları baskı altında tutmak olduğu kadar kendi inanışlarında
ürettikleri, batıl olan Allah inancından hareketle tartışma konuları açmak olacaktır.
Nitekim boykot öncesi surelerden boykot dönemi surelerine uzanan bir süreçte bu
tartışma konuları tekrar tekrar gündeme gelecektir. Söz gelimi A’raf suresinde
müşriklerin yaptıkları kötülükleri Allah’ın emrettiğini iddia etmeleri gündeme
getirilerek bu tartışma konularından birinin ele alındığını görebiliriz.
Surenin bu genel yapısı içerisinde müşriklerin bile bile inkârları yukarıda
Arapça metninin bir kısmını aktardığımız 51.ayette şu şekilde ifade edilmektedir:
“O kâfirler ki, dinlerini bir eğlence ve oyun edindiler de dünya hayatı onları aldattı.
Onlar, bu günleri ile karşılaşacaklarını unuttukları ve ayetlerimizi bile bile inkâr
ettikleri gibi biz de bugün onları unuturuz.”
Ayetin hemen öncesinde 43-50.ayetler arasında cennet, cehennem ve araf
ehlinin
birbirleri
ile
konuşmaları
aktarılmaktadır.
Cennet
ve
araf
ehli
cehennemliklere dünyadaki durumlarının onlara fayda vermeyeceğini söylerken
cehennem ehlinin içine düştükleri durumun felaketinden çıkış aradıkları ancak
bulamayacaklarını bildiren bu konuşmaların akabinde onların bu akıbetlerinin sebebi
olarak dinlerini eğlence edinmeleri aktarılır. Müfessirler burada müşriklerin oyun ve
eğlence edindiği dinin İslam olduğu konusunda ittifak halindedirler. Ancak biz
surenin ve indiği dönemin şartlarının genel yapısı olarak henüz teşekkül etmiş bir
İslam dini olmadığını düşünüyoruz. Buna mukabil Kur’an’ın getirdiği hak delilleri
bile bile inkâr edip kendi inanışlarını bu şekilde bir hafife alarak onun sonuçlarını
ciddiye almamaları dinlerini oyun ve eğlence haline getirmelerinin anlamıdır
diyebiliriz.
ُ ‫َو‬
2) Neml 14: “‫ﻋﻠ ُ ًّﻮا‬
‫” َو َﺟ َﺤﺪُوا ﺑِﮭَﺎ َوا ْﺳﺘَ ْﯿﻘَﻨَ ْﺘﮭَﺎ أَ ْﻧﻔُ ُﺴﮭُ ْﻢ ظُ ْﻠ ًﻤﺎ‬270
Neml suresi Şuara ve Kasas sureleri ile birlikte kıssa anlatımının yoğun
olduğu surelerden biridir. Bu üç sure özellikle Hz Musa kıssasının değişik
bölümlerinin anlatıldığı ve beraber okunduklarında kıssanın bütün bir anlatıma sahip
270
Neml 14.ayet: “Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü
onları inkâr ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!”.
110
olduğu surelerdir. Firavun’un Hz Musa ile girdiği mücadele; müşriklerin Hz
Peygamber’e (sav) yönelik tavırlarının tarihteki en yakın örneklerinden biri olarak
özellikle bu üç surede detaylı olarak anlatılmaktadır. Tıpkı müşriklerin Hz
Peygamber’in (sav) getirdiği ayetleri inkâr etmeleri gibi Firavun’un da Hz Musa’nın
getirdiği mucizeleri bile bile inkâr edişi Neml suresinin bu ayetinde aktarılmaktadır.
Hemen önceki ayette Allah Hz Musa’nın getirdiği mucizeleri karşısında Firavun’un
“bunlar bir sihirdir” diyerek inkâr edişini aktarırken onun bu tavrını bile bile inkâr
etmek anlamında “‫ “ ﺟﺤﺪ‬fiiliyle tanımlamaktadır.
3) Hud 59: “
‫َﺼﻮْ ا ُر ُﺳﻠَﮫُ َواﺗﱠ َﺒﻌُﻮا أَ ْﻣ َﺮ ُﻛﻞﱢ‬
َ ‫َوﺗِ ْﻠ‬
َ ‫ت َرﺑﱢ ِﮭ ْﻢ َوﻋ‬
ِ ‫ﻚ ﻋَﺎ ٌد َﺟ َﺤﺪُوا ﺑِﺂَﯾَﺎ‬
271
‫ﱠﺎر َﻋ ِﻨﯿ ٍﺪ‬
ٍ ‫” َﺟﺒ‬
Hud suresinin bu ayetinde Neml suresinde olduğu gibi inkârın tarihinden bir
kesit sunulmaktadır. Bu kez müşriklerin zorbalıkta emsalleri olan Ad kavminden
örnek getirilerek onların bile bile inkârları tarihsel zemine de uygun olarak “‫ ”ﺟﺤﺪ‬fiili
ile ifade edilmektedir.
4) En’am 33: “ َ‫ﺤﺪُون‬
َ ‫ﯾَ ْﺠ‬
‫ت ﱠ‬
َ َ‫”ﻓَﺈِﻧﱠﮭُ ْﻢ َﻻ ﯾُ َﻜ ﱢﺬﺑُﻮﻧ‬272
ِ‫ﷲ‬
ِ ‫ﻚ َوﻟَ ِﻜ ﱠﻦ اﻟﻈﱠﺎﻟِ ِﻤﯿﻦَ ﺑِﺂَﯾَﺎ‬
En’am suresi nüzulünün şekli itibariyle kaynaklarda hakkında tafsilatlı bilgi
olan bir suredir. Rivayete göre bu sure bir gecede semadan yetmiş bin meleğin
eşliğinde inmiştir. 273 Burada rivayetin verdiği bilgilerin doğruluğu ya da modern
Kur’an yorumları açısından değerlendirilmesi konumuz dışıdır ancak rivayette çok
korunaklı bir nüzul ile bir gecede Hz Peygamber’e (sav) inmiş olması ve vahiy
kâtiplerinin özel olarak toplanıp sureyi yazmaları şeklindeki tasvir; surenin ve indiği
ortamın nezaketine dair bilgiler aksettirmektedir. Cabiri’den naklettiğimiz bilgileri
hatırlayacak olursak bu sure; Hicr suresiyle beraber müşriklerin yüz çevirmekteki
ısrarından dolayı onlardan yüz çevirip hac ve sair zamanlarda panayırlara gelen Arap
kabilelerine davetin ulaştırılması emrinin verildiği bir dönemde, Hicr suresinden
271
Hud 59.ayet: “İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; O'nun peygamberlerine âsi
oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular.”.
272
En’am 33.ayet: “Onların söylediklerinin hakikaten seni üzmekte olduğunu biliyoruz. Aslında onlar
seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorlar.”.
273
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 3/374.
111
hemen sonra inmişti. Nitekim Cenab-ı Hak şeriat namına en tafsilatlı hükümleri ilk
olarak bu surede bildirmektedir. Surenin üslubundan anlaşıldığı kadarıyla da
haramlar hakkında açılan veya açılacak/açılması muhtemel tartışmalar için Kur’an’ın
ne söylediği bu surede bildirilmektedir.
Surenin 33.ayetinde geçen “‫ "ﺟﺤﺪ‬fiili bu sefer doğrudan Mekke müşriklerinin
fiili olarak geçmektedir. Ayette önce Hz Peygamber’i (sav) yalanlayan müşriklerin
bu tavırlarının onu üzdüğünden bahsediliyor. Allah bu durumu bildiğini bildirdikten
sonra müşriklerin esasında Hz Peygamber’i (sav) yalanlamadıklarını ancak onun
getirdiğini yalanladıklarını beyan ediyor. Konuyla ilgili kaynaklar birkaç rivayet
aktarmaktadırlar. Ebu Cehil’in isminin geçtiği bu rivayetlerde onun kendisine
hakikaten Hz Peygamber’in (sav) getirdiği şeyin yalan olduğuna mı inandığı
sorulduğunda aslında Hz Peygamber’in (sav) doğru söylediğini bildiğini ancak eğer
bunu kabul ederlerse Abdumenaf oğullarıyla üstünlük yarışında ellerinde bir şeyin
kalmayacağını söylediği rivayet edilmektedir.274 Benzer bir durum Kasas suresinin
57.ayetiyle ilgili olarak da rivayet edilmektedir. Müşriklerden birisi Hz Peygamber’i
(sav) toplumun içinde yalancılıkla itham ediyordu. Yine kendisine benzer bir soruyu
soran birisine yahut Hz Peygamber’e (sav) söylediklerinin doğru olduğunu bildiğini
ancak eğer bunu kabul ederlerse Arapların onları yurtlarından süreceğini iddia
ediyordu.275
Doğrusu “‫ ”ﺟﺤﺪ‬fiilinin anlamından hareketle yaptığımız değerlendirmeyi bu
rivayetlerin özetlediğini düşünüyoruz. Müşrik muhalefetin Kur’an’ın ne olduğuna
dair kanaatlerinin pekiştiği bir zamandan itibaren mücadelelerini batıl delillerle onun
hakkında yaygara kopararak sürdürmeleri bu rivayetlerde aşikâr olarak ortaya
çıkmaktadır. Ebu Cehil’in ya da diğer rivayette bahsi geçen müşrikin tavrı bile bile
inkârın örnekleri olarak karşımızda durmaktadır.
274
275
Taberi, Tefsir, 9/222.
Mukatil, Tefsir, c.III s.351; Kasas 57.ayet: “ ‘Biz seninle beraber doğru yola uyarsak,
yurdumuzdan atılırız’ dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızık olarak her şeyin ürünlerinin
toplanıp getirildiği, güvenli, dokunulmaz bir yere (Mekke-i Mükerreme'ye) yerleştirmedik mi? Fakat
onların çoğu bilmezler.”.
112
Müşriklerin bile bile inkârları yani Kur’an’ın hak olduğunu bilmelerine
rağmen kendi batıl delilleri ile tartışma ortamı yaratarak inkârlarına devam etmeleri
onların iman etmeye kalplerini kapatmıştı. Zira onlar En’am suresi 26.ayette 276
belirtildiği üzere hem kendileri Kur’an’dan uzak duruyor hem de başka insanları ona
inanmaktan alıkoyuyorlardı. Hal böyleyken onların kalplerinin durumunu yine aynı
surenin bir önceki ayetinde Cenab-ı Hak şu şekilde ifade etmektedir:
Onlardan seni (okuduğun Kur'an'ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına
engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her
türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana
geldiklerinde: "Bu Kur'an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek
seninle tartışırlar.(En’am 25.ayet)
Müşriklerin kalplerindeki bu ağırlık onların Allah’ın ayetlerini inkâr etmede
sürdürdükleri inatlarının sonucuydu. Nitekim Yunus suresinde Cenab-ı Hak onların
ayetlere tuzak kurduklarını beyan ederek inanma konusundaki tavırlarına işaret
etmektedir.277 Burada ifade edilen tuzak ayetten anlaşılacağı üzere zor zamanlarda
Allah’a sığınan insanın zorluk ve sıkıntıdan kurtulduklarında ayetleri yalanlamaya
kaldıkları yerden devam etmeleridir.
3.1.3. Müşrik Muhalefetin Durumu: Çok Seslilik
Müşriklerin Kur’an’a yönelen muhalefetlerini tanıma adına bir hususa daha
dikkat çekmek istiyoruz. Kur’an; peygamberlerin hakikati topluma vazetmelerinin
akabinde birbiri ile çekişen iki zümrenin doğuverdiği bir durumdan bahseder.278 Bu
durum Mekke’de çok yoğun bir şekilde yaşanıyordu. Bununla beraber her iki
zümrenin de içerisinde takip edilen davaya inanış bakımından güçlü ve zayıf
276
Enam 26.ayet: “Onlar, hem insanları Peygamber'e yaklaşmaktan vazgeçirmeye çalışırlar, hem de
kendileri ondan uzaklaşırlar. Oysa onlar farkında olmadan ancak kendilerini helak ederler.”.
277
Yunus 21.ayet: “Kendilerine dokunan (kıtlık ve hastalık gibi) bir sıkıntıdan sonra insanlara bir
rahmet (esenlik) tattırdığımız zaman, bir de bakarsın ki âyetlerimiz hakkında onların bir tuzağı vardır.
De ki: Allah'ın tuzağı daha süratlidir. Şüphesiz elçilerimiz kurduğunuz tuzakları yazıyorlar.”.
278
Neml 45.ayet: “Andolsun ki, "Allah'a kulluk edin!" (demesi için) Semûd kavmine kardeşleri Sâlih'i
gönderdik. Hemen birbiriyle çekişen iki zümre oluverdiler.”.
113
kimseler bulunurlar. Mekke’de müşrik muhalefetin güçlü takipçileri zengin ve iktidar
sahibi ileri gelenler iken onların ardından çeşitli saiklerle bu yolu tutan ancak
içlerinde tereddütler yaşayan ya da haklılık durumunu çeşitli yan koşullarla sağlayan
kimseler bulunur. Kur’an müşrikler zümresi içerisindeki tereddüt yaşayan kimselerin
durumuna Hud suresinin ilk ayetlerinde dikkat çekerken başlangıçta Kur’an’ın
insanların tevbe etmesi için indirildiğini bildiriyor.279 Devamında gelen ayetlerde ise
müşriklerden Kur’an’ı dinlemeye korkan kimselerin hali haber veriliyor:
Bilesiniz ki, onlar Peygamber'den, (düşmanlıklarını) gizlemeleri için göğüslerini
çevirirler (gönüllerinden geçeni gizlerler). İyi bilin ki, onlar elbiselerine büründükleri
zaman dahi, Allah onların gizlediklerini de, açığa çıkardıklarını da bilir. Çünkü O,
kalplerin özünü bilendir.(Hud 5.ayet)
Müfessir Mukatil b. Süleyman burada kâfirlerin sinelerinde gizlediğinin
onları Kur’an dinlemekten kaçıran korku olduğunu ifade ediyor. 280 Taberi’nin
aktardığı rivayetlerde de; ayette anlatıldığı gibi davrananların şüphe içinde olduğu ve
Allah’ın gücünden korkuyor oldukları ifade ediliyor. 281 Ayetten ve iki müfessirin
aktarımlarından hareketle, özet olarak şu ifadeyi kullanabiliriz ki herkes inkârcıların
sembol ismi Ebu Cehil kadar kesin bir reddediş içinde değildi.
Yukarıda naklettiğimiz Kasas suresi 57.ayetle ilgili rivayeti bir kez daha
hatırlayacak olursak müşrik muhalefet içerisindeki çok seslilik daha net olarak
anlaşılacaktır.
Rivayette
Hz
Peygamber’e
(sav)
inanmayan
ancak
onun
getirdiklerinin doğru olduğunu bildiğini söyleyen müşrik adam inanmayışının ya da
bile bile inkâr edişinin sebebini şayet Kureyş Hz Peygamber’in (sav) dediklerine tabi
olursa Arapların onları Mekke’den sürüp çıkaracağı şeklinde açıklıyordu. Öyle
tahmin ediyoruz ki buna benzer pek çok mazerete ilaveten günlük siyasi-iktisadi
gerekçelerle ya da huzurun bozulmaması gibi kaygılarla hakikati reddetmek adına
müşrikler içerisinden bile bile inkârı meşrulaştırmak adına bir yığın izahat çıkmıştır.
279
Hud 3.ayet: “Ve Rabbinizden mağfiret dilemeniz, sonra da ona tevbe etmeniz için (indirildi. Eğer
bu emrolunanları yaparsanız), Allah sizi, tayin edilmiş bir süreye kadar güzel bir şekilde yaşatır,
fazlasını yapan herkese de iyiliğinin karşılığını verir…”.
280
Mukatil, Tefsir, 2/271.
281
Taberi, Tefsir, 7/322.
.
114
Bu tablo tarih boyunca; alışılageldik akışlarını değiştirmeye zorlayan bir çağrıyla
karşı karşıya kalmış her toplumun gösterdiği tipik reflekslerden biri olsa gerektir.
Ortaya çıkan bu garip tablonun izahı nedir? Zengin ve iktidar sahibi ileri
gelenlerin tepkilerini anlamak adına hem çalışmamızın ilk bölümünde hem de diğer
bölümlerin bazı yerlerinde çeşitli açıklamalarda bulunduk. Ancak orta tabaka ya da
alt tabaka diyebileceğimiz, toplumun servet bakımından daha düşük konumdaki
unsurlarının inkâr konusunda ileri gelenleri takip etmesini sağlayan durumun izahı
nedir diye sormak gerekmektedir.
Mekke’de bir şekilde hem siyasi hem de iktisadi gücü elinde bulunduranlar
için Hz Peygamber’in (sav) zamanla sistemi kökten tehdit eden bir pozisyona
geldiğinden daha önce bahsetmiştik. Bu durum müşrik ileri gelenler ya da diğer bir
ifadeyle
Kur’an
karşıtı
kampanyayı
yürütenlerin/sürükleyenlerin
muhalefet
sebeplerini veya bile bile inkârlarını açıklayıcıdır. Ancak bu iktidarı paylaşmayan ya
da etkisi daha sınırlı olan kimselerin hangi saiklerle bu muhalefete katıldıklarını
açıklamak için meselenin başka bir boyutunu anlamak gerekir.
İleri gelenlerin büyük servetleri ve güçlü iktidarları yüzünden Mekke
ahalisinin geri kalanıyla aralarında, daha önce de bahsettiğimiz gibi, bir kopukluk söz
konusuydu. Putperest inancın gevşek ve bütüncül olmayan yapısına bir de tefecilik
vs gibi işlerle toplumda belirli zümreleri tahakküm altına almaları ve nispeten zayıf
aşiretleri ticari işlerde kenara itmeleri bu kopukluğun sebepleriydi. Dolayısıyla Hz
Muhammed karşısında muhalefeti sürdürmek ileri gelenler için kendi konumlarını
korumak adına hayati bir öneme sahipken bütün Mekke’yi bu muhalefete katmak
için bir yol bulmaları gerekiyordu. Bu yolun meseleyi bir din savaşına çevirmekten
geçtiğini bir kez daha hatırlatalım. Nitekim Mekke idaresinde bütün bir Kureyş’i
belirli bir yasal zeminde idare eden bir yapı ya da bir kralın gücü yoktu. Dolayısıyla
herkesin kabul edeceği “atalara hakaret ediliyor”, “ilahlara sövülüyor” sloganları
üretildi.
Mekke’de belirgin bazı şahıslar siret kitaplarının konu aldığı hadiselerde adı
sık bir şekilde geçmese de belirli oranda etkinliği olan kimselerdi ve müşrik ileri
gelenlerin muhalefetini açıktan desteklemiyor ancak Hz Muhammed ve inananlara da
115
hak verip onların safına geçmiyorlardı. Bunlardan birinin ismini burada zikretmekte
fayda görüyoruz.
Hz Ebu Bekir konuyla ilgili bir rivayetten anladığımız kadarıyla boykot
yıllarına rastlayan bir zamanda Mekke’deki oluşan havadan bunalmış ve
Habeşistan’a hicret etmek üzere yola çıkmıştı. Onu Mekke dışında gören Ebu Dağne
nereye gittiğini sormuş ve Hz Ebu Bekir de durumu ona anlatmıştı. Bunun üzerine
Ebu Dağne Hz Ebu Bekir’i yanına alıp Mekke’ye geri götürmüş ve Kâbe’nin yanında
oturan müşrik ileri gelenlere Hz Ebu Bekir’e yönelecek her saldırının ve bu saldırıyı
yapanların karşısında olacağını ilan etmiştir.282
Rivayetten anlaşılan; Hz Ebu Bekir boykot döneminde Mekke’de kalan
Müslümanların üzerinde devam eden baskıdan bunalmış olarak hicret etmek istemiş
ancak onu gören Ebu Dağne müşriklere onu koruduğunu bildirip Hz Ebu Bekir’i
rahatsız etmemelerini sağlamış olacak ki kendisi hicret etmekten vazgeçmiştir. Ebu
Dağne ismi bu rivayetin dışında rastladığımız bir isim değil. Bu durumun bizce
yorumu şu şekildedir: Ebu Dağne aktif muhalefete katılmayan ancak müşriklerin
açtığı din savaşına iştirak etmeyip Müslüman olmasına rağmen Hz Ebu Bekir’e
koruma sağlayacak kadar güçlü birisidir.
Ebu Dağne’nin yanı sıra bu hususta isimleri örnek verilebilecek olan,
boykotun bitirilmesi rivayetinde ön plana çıkan kimselerin isimlerini birinci bölümde
zikretmiştik. Bu beş kişinin müşrik ileri gelenlere Ebu Cehil nezdinde itiraz etmeleri
ve Hz Muhammed’in haklı olup olmamasına bakmaksızın yapılan zulme karşı
çıkarak boykotu bitirmeleri müşrik muhalefetin çatlaklarını göstermektedir.
Bu gibi durumların işaret ettiği hususlara bir de müşrik olmanın bir kimlik
meselesine dönüşmesini de eklemek gerekmektedir. Oluşturulan din savaşı
atmosferinde Kureyş müşriklerinin artık inanmayacak olmalarının kesinleşmesinin
özellikle orta tabaka sayabileceğimiz güçlü ve önder pozisyonda olmayanlar için bir
yandan da inkârcıların geneli için sebebi iman etmenin ait olunan toplumsal gruptan
çıkmak anlamına gelmesidir.
282
İbn Hişam, es-Siretu’n-Nebeviyye, 2/24-25.
116
İnananların özellikle Habeş hicreti ile toplum içinde aldıkları konumu artık
Kureyş toplumu içinde alışılageldik aşiret temelli toplumsal yapının dışına çıkan yeni
bir toplumsal grubun oluşumu olarak nitelendirmiştik. Benzer şekilde müşrikler için
de vahiy karşısında alınan tavır kendilerini Müslümanlardan ayıran bir alamete
dönüşmüş olabilir. Cabiri bu hususa dikkat çekerek 283 müşriklerin belirli bir
dönemden sonra inanmak isteseler de ya da haksız olduklarını kabul etseler de
zengin olanları; iman etmiş fakir/güçsüz kimselerle birlikte olmaktan,284 geri kalanlar
da o gün için güçlü olan müşrik grubun dışına çıkmaktan imtina ediyorlardı.
Kur’an’ın yukarıda işaret ettiğimiz ayetlerde Kur’an’ı dinlemekten korktuklarını
ifade ettiği kimselerin durumu da bu husus içinde değerlendirilebilir.
Müşriklerin durumuna ilişkin Kur’an’dan son olarak nakledeceğimiz mesele
yine onların müşrik ileri gelenler ile onların takipçileri durumunda olan toplumun
güç bakımından daha alt seviyede ya da zayıf olanları arasındaki ilişkiyle alakalıdır.
Kur’an inkârcıların toplum içerisinde oluşturdukları hava ile zayıf kimseleri nasıl
saptırdıklarını ve onlara uyan zayıfların da akıbetlerinin onlarla aynı olacağını
kıyamet sahneleri içinde anlatmaktadır.
Kur’an’da; “zayıf sayılan” müşriklerle “büyüklük taslayanlar” arasındaki
konuşmaların yansıttığı tablo aslında her iki zümre de inkârcıyken zayıf sayılanlar
diğerlerini kendilerini saptırmakla suçlamaları; büyüklük taslayanların ise onların
sapmış olduğunu ve hidayet gelmişken zayıf olanları kendilerinin saptırmadığını
söyleyerek cevap vermeleriydi. 285 Konuyla ilgili diyaloglar A’raf, Kasas, Saffat,
Sebe surelerinde okunabilir. Genel olarak toplumda zayıf kimselerin daha önce
bahsettiğimiz din savaşı ile güçlü kimselerce inkâr etmeye teşvik edildikleri ancak
283
Cabiri, Fehmu’l-Kur’an, 2/39-40.
284
En’am 52.ayet: “Rablerinin rızasını isteyerek sabah akşam O'na yalvaranları kovma! Onların
hesabından sana bir sorumluluk; senin hesabından da onlara herhangi bir sorumluluk yoktur ki
onları kovup ta zalimlerden olasın!” Rivayete göre Ebu Cehil ve arkadaşları Hz Peygamber’i (sav)
yanında bulunan Ebu Zer, Ammar, İbn Mesud gibi zayıf kimselerden dolayı küçümsüyor ve alay
ediyorlardı. Bunun yanı sıra bazıları Ebu Talib’e gelerek eğer Hz Peygamber (sav) yanındaki zayıfları
kovarsa ona uyabileceklerini söylüyorlardı. Mukatil, Tefsir, 1/562.
285
Sebe 32.ayet: “Büyüklük taslayanlar, zayıf sayılanlara (kıyamet gününde): Size hidayet geldikten
sonra sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis siz suç işliyordunuz, derler.”.
117
onların da aynen ileri gelenler gibi inkârcılar olduklarını bu anlatımlardan çıkarmak
mümkündür.
3.2.
Hz. Peygamber
Çalışmamızın başından itibaren müşriklerin daha doğrusu vahye muhalefet
edenlerin durumuna genişçe yer verdik. Bu durum okuyucuların zihninde olayın tek
taraflı olarak ele alındığı şeklinde bir algıya yol açabilir. Bu ihtimali göz önüne
alarak Hz Muhammed (sav) ve inananların durumu hakkında öncelikle bazı
değerlendirmeler yapıp daha sonra Kur’an’ın incelediğimiz dönemde onların
durumuna ilişkin ayetlerini ele almak istiyoruz.
3.2.1. Hz. Peygamber’in Müşrikler Karşısındaki Konumu
Dönemin cereyan eden hadiselerinde bizim okumamıza göre bir fail olarak en
etkin unsur müşriklerdir. Biz bu dönemde Hz Muhammed’i bir stratejist ve olayların
seyrini değiştiren etkin bir figür olarak değerlendiremeyiz. Bunun temel sebebi hem
Hz Muhammed’in hem de inananların toplumu yönlendirecek bir siyasi-iktisadi
etkinliği gerçekleştirecek güçlerinin bulunmayışıdır. Hz Peygamber’in (sav) bu
anlamdaki konumu Medine döneminde ortaya çıkmaktadır. Mekke dönemi için göz
önünde bulundurulması gereken durum hem Hz Muhammed’in hem de inananların
sahip oldukları imanı aktif bir sabır ile muhafaza etmeleri öncelikli vazifeleri
olmasıdır.
Özellikle
Hz
Muhammed’in
ise
kendisine
vahyedilen
ayetleri
muhataplarına ulaştırma konusunda herhangi bir şekilde yılgınlığa düşmeden ve
vahiyden karşı karşıya olduğu zor şartlara rağmen hiçbir şey eksiltmeden tebliğ
görevini devam ettirmesi durumu söz konusudur. Burada bir topluluğu herhangi bir
egemenlik kaynağına dayanarak sevk ve idare etmek pozisyonu oluşmadığını
bilhassa göz önüne almak gerekmektedir.
118
Kur’an, Hz Muhammed’in ve inananların yapmaları gereken en önemli iş
olarak imanlarında şüpheye düşmemeleri, namazlarına devam etmeleri gibi hususları
saymaktadır. Bunun karşısında yukarıda yaptığımız bazı değerlendirmeler akla
gelebilir. Bunlardan ilki Hz Peygamber’in (sav) zaman içerisinde müşrikler
tarafından siyasi bir rakip daha doğrusu egemenliklerini tehlikeye sokan bir konumda
anlaşıldığı değerlendirmemizdir. Diğeri ise özellikle Habeşistan hicreti ile
Müslümanların ayrı bir toplumsal grup haline gelmeleri ve toplumun yapısını farklı
bir yönde değiştirmiş olmaları hakkındaki değerlendirmelerimizdir.
Şunu ifade ederek burada bir çelişki olmadığını belirtmek istiyoruz.
Bahsettiğimiz şekliyle cereyan eden hadiseler içerisinde müşrikler; inananlar ve hatta
inanmamaları için toplumun geri kalanı üzerinde baskı kurmak, boykot uygulamak
gibi araçlarla bir muhalefet inşa edebiliyorken Hz Muhammed ve inananların benzer
şekilde insanların yönelimini etkileyecek araçlara sahip olması söz konusu değildi.
Yapabilecekleri tek şey sabırla imanlarını korumak, anlatmaya devam etmek ve
Allah’ın vaadini beklemekti.
İşte bu durumlardan dolayı biz tezimizin tarih bölümünde ve Kur’an’ın
tarihsel olaylar karşısında aldığı tavrı değerlendirirken müşriklerin durumlarına
ağırlık verdik ancak bu aşamada Hz Muhammed ve inananların durumlarını
değerlendirerek meselenin ikinci ayağını tamamlamak istiyoruz.
3.2.2. Hz. Peygamber’in Vahiy Karşısındaki Konumu
Hz Muhammed’in muhalifleri karşısındaki durumunu yukarıda izah ettik
buna ilaveten onun bir de vahiy karşısındaki durumunu ele almamız gerekmektedir.
Bu konu araştırmamızın en hassas konularından birini teşkil etmektedir. Zira son
derece yaygın olan; Hz Muhammed’in (sav) aslında Hz Adem yaratılmışken
peygamber olduğu ya da benzer şekilde daha doğarken peygamberliğinin
alametleri 286 ortaya çıkıp nübüvvet öncesi hayatında buna hazırlandığı 287 gibi
286
Irving Washington, Hz Muhammed, çev. Ruhiye Erulaş, Mitra Yay, İstanbul 2012, s.27.
287
Washington, Hz Muhammed, s.29.
119
inanışlar karşısında biz farklı bir portre çizeceğiz. Yani aslında ezelden peygamberlik
görevine hazır insanüstü bir figürden değil; beşer olan ve nübüvvetinin 5.-6.yılında
dahi kendisine gelen vahiyden şüpheye düşmemesi için uyarılan bir peygamberden
bahsedeceğiz.
Bilindiği üzere Hz Muhammed’in (sav) vahyi ilk alışıyla alakalı birçok
rivayet söz konusudur. Özellikle meleğin ona ilk kez gelmesinin akabinde yaşadığı
psikoloji konusunda Hz Hatice ile yaşadığı diyalog ve onun Varaka b. Nevfel’e
gitmeyi tavsiye etmesi son derece önemli ipuçları vermektedir. Bu meşhur rivayetin
içinden Hz Muhammed’in başına gelen şeyi anlamlandırmakta zorluk çektiği ve
cinlerin-şeytanların kendisine musallat olduğundan korktuğu bilgisini çıkarmak
mümkündür.288 Burada Hz Hatice’nin melek geldiği zaman onun melek mi şeytan mı
olduğunu anlamak için yaptığı deneme de bunu göstermektedir.289
Biz bu halin Hz Muhammed’in vahiyle karşılaştığı ilk zamanla sınırlı
olmadığını düşünüyoruz. Şöyle bir farkla ki ilk zamanlarda olduğu gibi bir şüphe
içerisinde değil ancak geçen yılların giderek artan baskısı altında zaman zaman
başına geleni yeniden sorguladığını ve böyle anlarda Kur’an’ın ona kendisinin
tertemiz bir vahiy aldığını hatırlattığını okuyarak bu düşünceyi taşıyoruz. Bu manada
ilk olarak Kur’an’ın nüzulüne hiçbir şeytan ve cinin karışmadığı ve tebliğ edilen
mesajın Hz Muhammed’in heves ve hevasının ürünü olmadığı istikametindeki
uyarılarını değerlendirmek istiyoruz.
İncelediğimiz dönemin sureleri arasında olmayan ancak bu uyarıların
muhataplara yönelik olarak yoğun bir şekilde yapıldığı Necm suresinin ilk ayetleri şu
şekildedir:
Battığı zaman yıldıza andolsun ki arkadaşınız sapmadı ve azmadı. O nefis arzusu ile
konuşmaz. Kur’an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.(Necm 1-4)
Rivayetlerin naklettiğine göre bu sure Hz Peygamber’in (sav) Mekke’li
muhataplarının karşısında Kâbe’de okuduğu ilk suredir.
288
İbn Kesir, el-Fusul, s.98-99.
289
Hamidullah, İslam Peygamberi, s.82.
290
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 8/285.
120
290
Görüldüğü üzere
muhataplara, Hz Peygamber’in (sav) sapkın bir sözü değil ancak kendisine bildirilen
vahyi tebliğ ettiği bildirilmektedir. Hz Peygamber’in (sav) ilk dönemlerde yaşadığı;
ayıpladığı şair ve kâhinler gibi cinlerin kendisine musallat olduğu endişesi benzer
şekilde muhataplarının da o aynı durumdan şüphelenmelerine paraleldi. Kur’an’da
hem müşriklerin şüphesini hem de Hz Peygamber’in (sav) endişesini gidermeye
yönelik olarak bu ayetler ve devam eden surelerde benzer ayetler indiriliyordu.
Boykot öncesi dönemde inen surelere baktığımız zaman da bu vurgunun
devam ettiğini görüyoruz. Burada ilk olarak Vakıa suresinin ilgili ayetlerini anmakta
fayda vardır. Surenin 77-79.ayetlerinde Cenab-ı Hak Kur’an’ın; nüzulüne şeytanların
ve cinlerin karışmasından korunduğunu bildiriyor. 291 Burada 79.ayette geçen “ ‫إِ ﱠﻻ‬
َ‫ ” ْاﻟ ُﻤﻄَﮭﱠﺮُون‬ifadesi ile Taberi tefsirinde pek çok tarik üzerinden meleklerin
kastedildiği rivayet ediliyor.
292
Bu rivayetleri temel alırsak bu ifadenin Hz
peygamber’in (sav) endişelerini ve muhataplarının bu konudaki şüphelerini
gidermesi için gönderilen bir ayet olarak karşımızda durduğunu söyleyebiliriz.
Bu hususla alakalı olarak değerlendireceğimiz bir diğer ayet/pasaj Şuara
suresinin sonunda şairler hakkında gelen ayetler olacaktır. Vakıa suresinde sonra
indiği rivayet edilen bu surede geçmiş peygamberlerin örnekliklerini ortaya koyan
bir anlatımın sonunda önce Hz Peygamber’e (sav) yakın akrabasını uyarması,
müşriklerden
yüz
çevirmesi
ve
inananlara
müşfik
kanatlarını
indirmesi
emrediliyor. 293 Bu emrilerin akabinde son ayetlerde ise şairlerin durumundan
bahsediliyor. “Şeytanların kime ineceğini size bildireyim mi?” (Şuara 221) ifadesiyle
başlayan bu son pasajda Cenab-ı Hak; müşriklerin nübüvvetin başından beri
sürdürdükleri mecnun, büyülenmiş ithamlarının devam ettiği anlaşılan bir zemine
hitap etmektedir. Söylenen söz net bir şekilde şeytanların Hz Muhammed’e değil
onun aleyhine şiirler yazarak alay eden şairlere indiğini ifade etmektedir.
291
Vakıa 77-79.ayetler: “Şüphesiz bu, değerli bir Kur'an'dır, Korunmuş bir kitaptır. Ona ancak
temizlenenler dokunabilir.”.
292
Taberi, Tefsir, 22/364.
293
Şuara 214-216.ayet: “(Önce) en yakın akrabanı uyar. Sana uyan müminlere (merhamet) kanadını
indir. Şayet sana karşı gelirlerse de ki: Ben sizin yaptıklarınızdan muhakkak ki uzağım.”.
121
3.2.3. Hz. Peygamber’e Yönelen Temel Uyarı: Şüpheye DüşmeUzlaşma
Hem Vakıa suresinden hem de Şuara suresinden bahsettiğimiz hususa ilişkin
aktardığımız bu ayetlerde hitap genele yönelik bir üsluba sahiptir. Bu surelerin
indikleri dönem Hz Peygamber (sav) üzerindeki baskının sertleştiği ve bunaltıcı bir
hal almaya başladığı dönemlerdi. Bu genel üslubun belirgin bir şekilde bu surelerden
sonra Hz Peygamber’in (sav) şahsına yöneldiğini söyleyebiliriz. Vakıa ve Şuara
surelerinden sonra Kur’an’ın nüzulünün sahih olması ile ilgili mesele ikinci plana
çekilmekte şiddeti artan baskı karşısında müşriklere tebliğ etme noktasında herhangi
bir uzlaşma fikrine yanaşılmaması noktasında uyarılar gelmeye başlamıştır.
İnkârcıların inanmamaktaki ısrarının tescillendiği bu dönemde inen Hud
suresinde benzer bir uyarı yapılırken artık mesele başka bir boyutta ele alınıyor:
“Şunların taptıkları şeylerin batıl olduğu konusunda şüpheye düşme”.294
Artan baskının paralelinde müşrik ileri gelenlerin bir müddet uzlaşma
yollarını denediklerini biliyoruz. Ebu Talib’le yaptıkları görüşmelerin bir tanesinde
müşrikler Hz Muhammed’in Rabbine o da kendilerinin ilahlarına ibadet ederse
ibadet edecekleri teklifini getirmişlerdi. Bu gibi teklifler Hz Muhammed’in diyalog
kurduğu kimselerce sair zamanlarda tekrar edilmiş olabilir. Dönemin surelerine
baktığımızda bu yargıya varırken meselenin boyutuna ilişkin şöyle bir değerlendirme
yapabiliriz; toplumda gerilimin yükselmesinden dolayı bir kısım insanlar Hz
Muhammed’e bazı meseleleri konuşmamasını, mesajın bir kısmını geride
bırakmasını tavsiye etmiş olabilirler. Ya da kimi müşrikler eğer bazı iddialarından
vazgeçerse onunla anlaşabileceklerini ve Kureyş içinde yaşanan gerilimin bitirilmesi
gerektiğinden bahisle Hz Muhammed’i (sav) bu yola tevessül etmeye ikna etmeye
çalışmış olabilirler.
294
Hud 109.ayet: “O halde onların tapmakta oldukları şeylerden (bu şeylerin onları azaba
götürdüğünden) şüphen olmasın. Çünkü onlar ancak daha önce babalarının taptığı gibi tapıyorlar.
Biz onların (azaptan) nasiplerini mutlaka eksiksiz olarak vereceğiz.”.
122
Bu hususla ilgili Şuara suresinin yine son kısımlarında Hz Peygamber’e (sav)
“Allah ile beraber başka ilahlar edinme” emri gelmektedir.295 Bu emir onun şahsında
bütün inananlara kendileri için bazen bir çıkış yolu gibi görünüp masumca
gelebilecek olan diğer ilahları da ilah olarak olmasa bile karşı tarafın kutsalı olarak
kabul etmek fikrine yanaşmama konusunda bir uyarı gibi durmaktadır. Diğer yandan
tevhidin temelini hiçbir şekilde sarsmamak yolunda genel bir uyarı olarak da
anlaşılabilir.
Kasas suresine baktığımızda ise üslup olarak sert ve doğrudan Hz
Peygamber’e (sav) yönelen bir emir görüyoruz: “kâfirlere arka çıkma”. 296 Ayette
arka çıkma manasını veren “‫ ”ظَ ِﮭﯿﺮًا‬kelimesi Taberi tefsirinde “‫ ”ﻋﻮﻧﺎ‬Celaleyn
tefsirinde ise “‫ ”ﻣﻌﯿﻨﺎ‬kelimeleri ile tefsir edilmiştir. Bu kelimeler aynı kökten olup
yardım eden, yardımcı gibi anlamlara gelmektedir.
Konuyla ilgili değerlendirmeye alacağımız bir diğer ayet ise Yunus suresinin
15.ayetidir. Burada müşriklerin Hz Peygamber’den bundan başka bir Kur’an
getirmesi ya da bunu değiştirmesi taleplerine karşı onu değiştirmeye yetkisinin
olmadığını bildirmesi kendisine emrediliyor. 297 Yunus suresinden sonra inen Hud
suresinin 12.ayetinde ise Hz Peygamber’in (sav) neredeyse bu talebi yerine getirecek
gibi olduğu belirtilerek kendinin sadece bir uyarıcı olduğu hatırlatılmaktadır. Surenin
bu ayetinde dönemin şartlarını yansıtan bir ifade olarak müşriklerin ısrarlı bir şekilde
bir mucize olarak Hz Peygamber’e (sav) bir hazine ya da kendilerinin de göreceği bir
melek indirilmesi gerektiği iddialarının Hz Peygamber’in (sav) canını sıktığı ve bu
hal içerisinde bu taleple karşılaştığı ifade edilmektedir. 298 Bizi bu ayet ile Yunus
295
Şuara 213.ayet: “O halde sakın Allah ile beraber başka tanrıya kulluk edip yalvarma, sonra azap
edilenlerden olursun!”.
296
Kasas 86.ayet: “ َ‫”ﻓَ َﻼ ﺗَ ُﻜﻮﻧ ﱠَﻦ ظَ ِﮭﯿﺮًا ﻟِ ْﻠﻜَﺎﻓِ ِﺮﯾﻦ‬.
297
Yunus 15.ayet: “… Ya bundan başka bir Kur'an getir veya bunu değiştir! dediler. De ki: Onu
kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, bana vahyolunandan başkasına
uymam.”.
298
Hud 12.ayet: “Belki de sen (müşriklerin:) "Ona (gökten) bir hazine indirilseydi veya onunla
beraber bir melek gelseydi!" demelerinden ötürü sana vahyolunan âyetlerin bir kısmını (duyurmayı)
terk edeceksin ve bu yüzden ruhun daralacaktır. (İyi bil ki) sen ancak bir uyarıcısın. Allah ise her şeye
vekîldir.”.
123
15.ayet arasında bir bağlantı olduğuna ikna eden hem anlamca yakınlıkları hem de
Mukatil b. Süleyman’ın Hud suresi 12.ayetin tefsirinde Yunus 15.ayete atıfta
bulunmasıdır.299
3.2.4. Hz. Peygamber’in Müminlere ve İnkârcılara Karşı Tavrı
Konu Hicr ve En’am surelerinde de farklı bir boyutuyla devam etmektedir.
Burada Hz Peygamber’in (sav) müşriklerin servet bakımından güçlü olmasına
aldanmaması, baskı ve tehditler karşısında müminlere olan tavrının değişmemesi
emredilmektedir.
Hicr suresinin 88.ayetinde Cenab-ı Hak elçisine bazılarına verilen dünya
malına göz dikmemesini ve onların kendisi ve inananlar servet ve güç bakımından
zayıf durumdayken müşriklerin güçlü ve safahat içinde yaşıyor olmalarından dolayı
üzülmemesini söylüyor. Burada “müminlere karşı alçak gönüllü ol” emri, yaşanan
sıkıntılı atmosfer içerisinde müminlere yönelik bir olumsuzluktan sakınılması da
ayetle gelen diğer emirdir.300
Surede verilen bu emrin işaret ettiği durum bir sonraki sure olan En’am
suresinin 52.ayetinde gelen başka bir emirle daha da netlik kazanmaktadır. Allah,
elçisine sabah akşam Allah’a yalvaran zayıf kimseleri yanından kovmamasını
emretmektedir. Anlaşılan belirli bir dönemden sonra müşriklerden bazıları davete
icabet etmeye meyletmiş olsalar da Hz peygamber (sav) ile beraber olan zayıf
kimselerin
yanında
bulunmaktan
imtina
ettikleri
için
böyle
bir
talepte
bulunmuşlardır. Nitekim bu ayetle ilgili Mukatil’in naklettiği rivayet de aynı hususa
299
Mukatil, Tefsir, 2/274.
300
Hicr 88.ayet: “Sakın onlardan bazı sınıflara verdiğimiz dünya malına göz dikme, onlardan dolayı
üzülme ve müminlere alçak gönüllü ol.”.
124
işaret etmektedir. Bu tavır tarihte de benzeri görülen bir tavırdır. Nitekim Hz Nuh’a
da inkârcılar benzer bir taleple gelmişlerdi.301
Mekke’nin ağır şartları içinde savaşmak gibi bir imkânı olmayan ve henüz
toptan bir hicret ile rahat ve güvenli bir yere gitmek durumu olmayan Hz
Peygamber’in (sav) içinde bulunduğu durum naklettiğimiz ayetlerde bu şekilde bir
tablo olarak karşımızda durmaktadır. Böyle bir durumda insanların Hz Peygamber’e
(sav), muhtemelen, durumunu rahatlatacağı veya ancak o şekilde iman edecekleri
gibi gerekçelerle yapmasını tavsiye ettikleri hususlar karşısında Kur’an; hiçbir
tavizde bulunmaması konusunda yeri geldiğinde ağır uyarılarda bulunmaktadır. Bu
bunalmışlık halinde Hz Peygamber (sav) hem vahyi eksiksiz tebliğ etmesi hem de
müminlere karşı koruyucu ve alçak gönüllü olması aktardığımız şekilde
emredilmektedir.
Kur’an’ın; içinde bulunulan sıkıntılı şartlar karşısında ne yapılması
gerektiğine ilişkin emirleri vahye uymak, hanif olmak,302 emrolunduğu gibi dosdoğru
olmaktır.303 Böyle bir dönemde Hz Peygamber (sav) düşmanlarının kendine yönelik
baskısı, zayıf takipçilerini öldürmeye varan işkencelerden dolayı olduğu kadar
kendisinin onları davet ettiği hakikat ve kurtuluşu kabul etmeyişlerinden dolayı da
üzülmekte, canı sıkılmaktadır. Kur’an bu noktada onun konumunu net bir şekilde
ifade eder. Öncelikle kendisi ne kadar arzu ederse etsin insanları iman ettirecek
değildir. 304 Ve kesinlikle muhataplarının iman etmesi için gönderilmiş bir bekçi
301
Hud 29.ayet: “Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal
istemiyorum. Benim mükâfatım ancak Allah'a aittir. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar
Rablerine kavuşacaklardır. Fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.”.
302
Yunus 104-105.ayetler: “De ki: "Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz, (bilin ki) ben Allah'ı
bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah'a kulluk ederim. Bana
müminlerden olmam emrolundu." "Ve (bana) hanîf (Allah'ın birliğini tanıyıcı) olarak yüzünü dine
çevir; sakın müşriklerden olma, diye (emredildi).".
303
Hud 112.ayet: “O halde seninle beraber tevbe edenlerle birlikte emrolunduğun gibi dosdoğru ol!
Aşırı da gitmeyin. Çünkü O, sizin yaptıklarınızı çok iyi görendir.”.
304
Kasas 56.ayet: “(Resûlüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet
verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.”.
125
değildir. 305 Burada En’am suresi 68.ayetle ilgili bir hususu aktarmakta fayda
görüyoruz. Ayette Cenab-ı Hak Kur’an hakkında ileri geri konuşanları gördükleri
zaman; onlar konuyu değiştirene kadar yanlarından ayrılmayı hem elçisine hem de
inananlara emretmektedir. Kur’an; onların bu konuşmalarını değiştirmek, onlara
orada cevaplar vermek için dahi olsa yanlarında bulunmamayı zira onların bu
durumlarından kendilerinin mesul olmadıklarının altını özellikle çizmektedir.306 Bir
diğer mühim noktada da müşriklerin onlara yönelik tavrı ne olursa olsun, iddiaları ne
kadar batıl olursa olsun onların ilahlarına sövmenin yasaklanmış olmasıdır.307
4. Muhatapları İtibariyle Boykot Dönemi Sureleri
Boykot dönemi surelerine ilişkin yaptığımız genel değerlendirmede bazı
meselelerin
tahlilini
ertelemiştik.
Bununla
beraber
surelerin
muhtevalarını
değerlendirirken gündeme almadığımız ancak burada açacağımız başlıklar altında
kıymet arz eden hususları çalışmamızın bu son kısmında değerlendirerek tezimizi
noktalayacağız.
305
En’am 107.ayet: “Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz seni onların üzerine bir bekçi
kılmadık. Sen onların vekili de değilsin.”.
306
307
Mukatil, Tefsir, 1/567.
En’am 108.ayet: “Allah'tan başkasına tapanlara (ve putlarına) sövmeyin; sonra onlar da
bilmeyerek Allah'a söverler. Böylece biz her ümmete kendi işlerini câzip gösterdik. Sonunda dönüşleri
Rablerinedir. Artık O ne yaptıklarını kendilerine bildirecektir.”.
126
4.1.
Müşrikler
4.1.1. Tartışmacı Tavır ve Allah Hakkındaki Zanları
Müşriklerin Kur’an karşısındaki tavırlarını ifade etmek için Kur’an’ın
kendisinin kullandığı “‫ ”ﺟﺤﺪ‬fiili boykot dönemi surelerinde de karşımıza
çıkmaktadır. Hem Mekke müşriklerinin(Mümin 63.ayet, Fussilet 28.ayet) tavrını
hem de onların küfürdeki inatlarının ataları olan Ad kavminin (Fussilet 15.ayet,
Ahkaf 26.ayet) tavrını ifade etmek için Kur’an bu fiili boykot öncesi surelerde
olduğu gibi kullanmaya devam etmektedir. Hatırlayacak olursak “‫ ”ﺟﺤﺪ‬fiili en temel
anlamıyla hak olanı bilmesine rağmen kişinin batıl olanı savunması demekti. Ve
Kur’an’ın kullandığı şekliyle hakkı bilerek inkâr edenlerin onun hakkında girdikleri
tartışmaları ifade ediyordu.
Fiilin geçtiği ayetler tarihsel zeminleri itibariyle müşrikler ile Hz Peygamber
(sav) arasındaki mücadelenin; müşrik muhalefetin siyasal bir boyuta geçtiği döneme
hitap etmektedir. Bu atmosferde müşrikler Hz Peygamber’i (sav) aşiretinin
korumasından dolayı doğrudan hedef alamadıkları için kendilerine getirdiği mesajın
tutarsız olduğunu ya da başka yollarla geçersiz olduğunu ortaya koymak yahut en
azından kendilerine uyanların düşüncelerini yönlendirmek için bu nevi tartışmalara
giriyorlar ve Kur’an’ın hakikatine batıl savlarla direnmeye çalışıyorlardı. Bu yönüyle
boykot öncesinde inen surelerdeki süreç boykot surelerinde de üslup olarak devam
etmektedir.
Müşriklerin, Kur’an’ın ifadesiyle, batıl savlarla yürüttükleri tartışmalar
boykot arifesinde ve boykot sürecinde nazil olan surelerde de Kur’an metninde yerini
bulmuştur. Bu tartışmaların temelinde daha önce de ifade ettiğimiz gibi müşrik zihin
dünyasının kendi çarpıklıklarına dayanak bulmak adına ürettiği ve muhtemelen
zaman içerisinde kanıksayarak inanç dünyasının merkezine yerleştirdiği Allah
hakkındaki zanları vardır. Nitekim Kur’an; Allah’ın ayetleri hakkında tartışanlar
ancak inkârcılardır derken (Mümin 4.ayet) müşrikleri helake götürenin “Rableri
hakkındaki zanları” (Fussilet 23.ayet) olduğunu ifade etmektedir.
127
Müşrikleri ziyana uğratan bu zanlarının başında putların Allah indinde
kendileri için şefaatçi olacakları iddiası gelmektedir. Bu iddiaları Kur’an’da; “onu
bırakıp başka dostlar mı edindiler” (Zümer 3.ayet), “Allah’tan başkasını şefaatçi mi
edindiler” (Zümer 43.ayet), “onun dışında veliler mi edindiler” (Şura 9.ayet) ifadeleri
ile yer bulmaktadır.
Müşriklerin putlarla ilgili tasavvurları onların nihai anlamda ilahlar değil
ancak Allah’ın yerine yeryüzünde bazı işleri düzenleyen ve dolayısıyla Allah’ın
yanında kulluk ettikleri varlıklardı. Aslında güçlerinin sınırları ve kapsamı hakkında
net bir tablo koymadıkları ve Lat, Menat, Uzza ve Hubel’in tepede bulunduğu bir
hiyerarşide kendisine ruh atfedilen her cismin ilahlaştırılabildiği bu inanç biçiminde;
anlaşıldığı kadarıyla çöl insanının derin kozmoloji algısı içinde tabii varlıkların her
birinin cisimlerinin ardında saklı bulunan metafizik bir güç tasavvuru vardı. Her
kabilenin kendi putlarına sahip olduğu müşrik Arap inanışında insanların herhangi
bir putun gücünü diğerine kıyaslaması ya da kendine yeni bir put ihdas etmesi
yadırganan bir şey değildi. Nitekim Filibeli Ahmed Hilmi’nin de ifade ettiği gibi
Kureyş başlangıçta Hz Peygamber’in (sav) getirdiği dini; putlarını batıl ilan edene
kadar adeta yeni bir mezhep olarak algılamış 308 ve “Rabbinden öğrendiği sihirli
kelimeleri” ile alay etmekle yetinmişlerdi.
Müşrik inancın bu yapısı çok derin ve serbest görünümü altında çölden şehre
gelindiğinde ilahları hiyerarşiye koyacak ve insanları bunlara tapınma ve adak adama
noktasında belirli bir düzenin içine sokacak daha biçimsel bir hal kazanıyordu.
Mekke 360 kadar puta ev sahipliği yapıyordu ve Kâbe bu putların bir panteonu halini
almıştı. Kureyş için ilahların durumu kendileri için siyasi ve iktisadi boyutuyla çok
önemli bir konum arz ederken; Kur’an’ın müşriklerin halet-i ruhiyesine ilişkin
anlatımlarına bakacak olursak, vahiyle muhatap olan nesil ve öncesinde ilahların
inanılan varlıklardan ziyade bahsettiğimiz siyasi ve iktisadi konumlarından ötürü
kıymet arz ediyor olduklarını söyleyebiliriz.
Hz İbrahim’in kendinden sonra geleceklere miras bıraktığı “beni yaratandan
başkasına tapmam” sözü (Zuhruf 27-28.ayet) yerini bambaşka bir söze bırakmıştı.
308
Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, 1/151-152.
128
Bu sözün hakikatini çevreleyip örten bir karanlık gibi; yaratan ile tapınmak
arasındaki ilişkinin değişmeye başladığını ve yaratana gelinceye kadar araya giren
pek çok ilah edinilmiş varlığın insanların inanç dünyalarını işgal ettiklerini
görüyoruz.
Kur’an müşriklerin bu halini onların kafalarındaki Allah tasavvuruna dikkat
çekerek ortaya koymaktadır. Gökleri ve yerleri kim yarattı sorusuna Allah’tır (Zümer
38.ayet) cevabını veren müşrikler; bu soruya ikinci kez daha kuvvetli bir mukabelede
bulunarak “onları şüphesiz güçlü olan ve her şeyi bilen Allah yarattı” (Zuhruf 9.ayet)
cevabını vermektedirler. Hakeza yerleri ve gökleri kimin yarattığı konusunda olduğu
gibi kendilerini kimin yarattığı konusunda da müşriklerin kafaları nettir. Bu soruya
da “elbette Allah’tır” (Zuhruf 87.ayet) cevabını vermektedirler. Ancak Hz İbrahim
gibi kendilerini ve yer ile gökleri yaratan Allah’ın varlığını kabul ederken onun
yaptığı gibi yaratan Allah’a kulluk etmek yerine Kur’an’ın ifadesiyle O’nun dışında
dostlar, veliler ve şefaatçiler edinmişlerdi.
4.1.2. Nübüvvet Makamı Hakkındaki İddiaları
Müşrikler bu tutarsız inanışları ile Kur’an’ın ifadesine göre kendilerine hak
ve onu açıklayan peygamber gelinceye kadar geçindirildiler (Zuhruf 29.ayet). Ancak
peygamber kendilerine geldiğinde sebepleri çok geniş bir şekilde izah edilebilecek
olan katı bir düşmanlık sergilediler. Boykot sürecinde inen surelerin de atıfta
bulunduğu bu düşmanlık hem müşriklerin ağzından nakledilen sözlerle hem de
Kur’an’ın onların durumunu tarif ettiği ifadelerle ortaya konmaktadır.
Öncelikle peygamberin kimliğine ilişkin sıkıntıları olan müşrik ileri
gelenlerden bahsetmek gerekmektedir. Kur’an’ın neden Hz Peygamber (sav) ile
gönderilen ilahi mesaj olmayacağına ilginç bir delil bulan müşrik ileri gelenler şayet
Allah kullarına vahiy indirecekse bunun için seçeceği elçinin ancak “iki şehrin
büyüklerinden biri” (Zuhruf 31) olması gerektiğini ileri sürmüşlerdi. Mukatil bu iki
şehrin Mekke ve Taif olduğunu, şehrin büyüklerinin ise Mekke’de Velid b. Muğire
129
Taif’de ise Eba Mes’ud olduğunu belirtmektedir.
309
Kureyş ileri gelenleri
kendilerince şeref bakımından en üstün olan bu iki kişiden birinin ancak
peygamberlik görevini yüklenebileceğini söyleyerek delillerini öne sürmektedirler.
Müşriklerin Hz Peygamber’in (sav) kimliği ile alakalı tek derdi onun,
kendilerince servet ve gücü az olması itibariyle şeref bakımında aşağıda olması
değildir. Onlara göre Allah şayet insanlara bir vahiy indirecek olsaydı bunun için bir
melek göndermeliydi (Fussilet 14.ayet). Bunun yanında Kur’an’da ara ara yer bulan
ve müşriklerin aslında Kur’an’la ilgili en büyük dertleri olan kendilerinin, atalarının
ve ilahlarının ahirette karşılaşacağı azap tehdidi karşısında; yaşanılan âlemin yalnızca
bu dünya olduğu ve sonrasının olmayacağına (Casiye 24.ayet) dair iddialarını da
anmak gerekmektedir. Müşrikler diriltilmeyeceklerini (Zuhruf 15.ayet) iddia ederken
bir de karşı taraftan ispat beklemektedirler. Hz Peygamber’den (sav) eğer sözünde
doğruysa atalarını getirmesini istemektedirler (Casiye 25.ayet).
4.1.3. Vahiy Karşısındaki Durumları
Şüphesiz bu tartışmaların ve iddiaların ardında kalpleri kapalı (Fussilet 5,
41.ayet), ayetleri işittiği zaman kibirle küfründeki direnişine devam eden ve ayetlerle
alay eden (Câsiye 8-9.ayetler) bir zihniyet durmaktadır. Nihayet Kur’an’ı işittikleri
zaman onu dinlememek ve duyurmamak için gürültü yapılmasını da ancak böyle bir
zihniyet emredebilir (Fussilet 26.ayet).
Son olarak müşrikler başlığı altında boykot surelerinde dikkati çeken bir
husus olarak sürecin içerisinde Allah’ın kullarına tevbe etmeleri halinde kabul
edeceğini bildirmesinden bahsetmek gerekmektedir. Özellikle Hud suresinin ilk
ayetleri ile alakalı olarak bu minvalde bir takım değerlendirmeler yapmıştık. Müşrik
muhalefetin çok sesli yapısından bahsederken Kureyşlilerden şüphe içinde olanların
durumlarına işaret etmiştik. Kur’an’ın hakikat olduğuna dair tereddütlerinin onları
309
Mukatil, Tefsir, 3/794
130
Kur’an’dan kaçmalarına sebep olacak kadar tedirgin ettiği bu kimseler ve Kureyş’in
ileri gelenlerinin sürüklediği bu muhalefete katılma noktasında gönülsüz olanlara
yönelen bu tevbe çağrısı; sürecin arifesinde Zümer suresinde “O (Allah), kullarının
küfrüne razı olmaz. Eğer şükrederseniz sizden bunu kabul eder” (Zümer 7.ayet) ve
“De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit
kesmeyin” (Zümer 53.ayet) ifadeleri ile devam etmektedir. Boykot süreci içinde ise
“O, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul edendir” (Mümin 3.ayet) ve “O, kullarının
tevbesini kabul eden, kötülükleri bağışlayan ve yaptıklarınızı bilendir” (Şura 25.ayet)
ayetleri ile Allah Kur’an’ın bütün muhataplarına hangi durumda olurlarsa olsunlar
Allah’a yönelmeleri halinde bağışlanacaklarını bildirmektedir.
Ayetlerin müşriklere yönelen bu canlı hitabına bakacak olursak Hz
Peygamber (sav) ile aralarında bir şekilde devam eden bir iletişimin olduğunu
söylemek mümkündür. Bu durum toplumdan tecrit edilen Hz Peygamber’in (sav)
hem Ş’ib’de birlikte yaşadığı ve iman etmeyen akrabaları hem de panayırlarda; diğer
Arap kabilelerinden kimselerle sürdürdüğü diyalogların benzer şekilde Kureyş ile de
bir şekilde devam ettiğini göstermektedir.
4.2.
Hz. Peygamber ve İnananlar
4.2.1. Temel Tavır: Dini Allah’a Has Kılmak ve “Şeriata Uy” Emri
Hz Peygamber (sav) ve müminlerin boykotun hemen arifesinde ve
başlangıcında müşriklere karşı gösterecekleri tavrın boykot sürecinin öncesinde de
vurgulanan; dinde herhangi bir taviz vermemek olduğunu görüyoruz. Kur’an bilhassa
dini Allah’a has kılmak (Zümer 2, 11) ve ihlâslı olarak Allah’a dua etmek (Mümin
14, 65) şeklinde tabir ettiği bu tavrı şüphesiz ağırlaşan şartlar karşısında öncelikle
vurgulamaktadır. Nitekim Hz Peygamber’e (sav) yönelen sabretmesi yönündeki
telkin (Mümin 55, 77) beraberinde müşriklerden yüz çevirip onlara “size selam
olsun” demesi (Zuhruf 89) emriyle geliyor.
131
Toplumdan tecrit edilen aşiretiyle birlikte yaşayan Hz Peygamber (sav) hem
kendi aşireti arasında hem de hac mevsimlerinde muhatap olduğu diğer kabilelerle
görüşürken müşrikler karşısında göstereceği tavrı devam ettirebilmesi adına
Kur’an’dan dayanacağı gücün kaynağını gösteren emirler almaktadır. Bu bağlamda
önce davetini devam ettirmesi ve emrolunduğu istikameti tutturması (Şura 15), sonra
vahye sımsıkı sarılması (Zuhruf 43) ve kendisine vazedilen şeriata uyması emrini
almaktadır (Câsiye 18).
Burada dikkati çeken bir husus olarak Câsiye suresinde geçen “şeriata uy”
ifadesini ele almak gerekmektedir. Nüzul sırasına göre gerçekleştirdiğimiz
okumamıza dayanarak; Câsiye suresine kadar inen surelerde bugünkü anlamını tam
olarak karşılayan bir şeriatın vazedildiğini görmüyoruz. Bu hususta yalnızca En’am
suresinde geçen yenimesi haram olan hayvanlar bahsini örnek olarak zikredebiliriz.
Ayetin tefsiri ile alakalı kaynaklarda bulunan bilgiler; “‫ ”ﺷﺮﯾﻌﺔ‬kelimesine
getirdikleri izahatlarla hitap edilen ortama ilişkin ipuçları veriyorlar. Mukatil b.
Süleyman (h. 150), Kureyşlilerin Hz Peygamber’e (sav) gelerek onu kendi dinlerine
çağırdıklarını ve “babası Abdullah’ın ve dedesi Abdulmuttalib’in milletine ( ‫)ﻣﻠﺔ‬
dönmesini, böylece kavmini sevindirmesini” rica ettiklerini aktarmaktadır. Mukatil;
şeriat kelimesinin ayette kastedilen manasını “‫( ”اﻟﺒﯿ ّﻨﺔ‬açık delil) kelimesiyle izah
etmektedir. Kurtubi (h. 7.yy.) ise Mukatil’den bu ayetle ilgili yaptığı nakilde onun
açıklamasına; hakka ulaştıran yol şeklinde bir ekleme yapmaktadır.
Kurtubi’nin ayetin tefsiri ile alakalı yaptığı nakillerde ortaya çıkan ağırlıklı
görüş de insanları hakka ulaştıran yol anlamındaki tefsirlerdir. Yalnız Katade’nin
(h.117) burada terim anlamıyla şeriatı karşılayan bir izahat olarak emirler, yasaklar
ve feraiz şeklinde bir sıralamayı zikretmesi ilginçtir. 310 Esasında şeriat kelimesinin
bu şekilde bir isim olarak Kur’an’da zikredildiği tek ayet Câsiye suresinin bu
18.ayetidir.311 Ayetin bu durumu zannediyoruz tefsir ulemasının şeriat kelimesinin
karşılığı olarak Katade’de olduğu gibi emirler ve yasakları içeren bir manada
310
Kurtubi, Tefsir, 19/154.
311
Fevzi b. Yusuf el-Habit, Mea’cim Mea’ni Elfazi’l-Kur’ani’l-Kerim, Mücme’ el-Melik Fahd Li-
Taba’ati’l-Kur’an’il-Kerim, Medine 2001, “‫”ﺷﺮﯾﻌﺔ‬.
132
kastedildiğini düşünmelerine yol açmış olabilir. İfade ettiğimiz üzere hakka ulaştıran
yol anlamındaki tefsirlere ilave olarak gelen bu Katade yorumu; tarihsel zemini
dikkatten kaçırmış gibi görünmektedir. Nüzul sıralamasına baktığımızda şeriatın
konusu olan emirler, yasaklar ve feraiz anlamında daha önce de belirttiğimiz üzere
belirgin bir birkaç mesele dışında Hz Peygamber’in (sav) bu açıklama ile
karşılanacak bir bilgiye o gün için sahip olmadığını ifade edebiliriz.
Katade’nin bu nakli üzerinde duruşumuzun temel sebebi nüzul sıralamasına
göre okumaların ayetlerin kastını anlamak için katkılarından birinin nasıl olduğunu
göstermek adınadır. Nüzul sıralamasından hareketle tekraren ifade edebiliriz ki;
burada şeriat kelimesi ayetin indiği güne kadar elde olan Kur’an’da; tefsirlerin
ağırlıklı görüşü olarak naklettiğimiz hakka ulaştıran yol karşılığını bulmaktadır. Her
ne kadar Elmalılı tefsirinde aktarıldığı gibi bu “büyük ve geniş yol”312 ile şeriatın bu
ayette kastedildiğini düşünmediğimiz manasına atıfta bulunuluyor olsa da biz sade
anlamıyla naklettiğimiz tefsirin tarihsel duruma uygun olan şekliyle anlaşılmasından
yanayız.
Şeriatın anlamıyla alakalı olarak ulaştığımız sonuç her ne kadar kelimenin
kastına ilişkin olarak, bize göre, yerini bulmuş olsa da Allah’ın; Hz Peygamber’e
(sav) o dönemin şartları içinde “şeriata uy” emrini göndermesinde kastının ne
olduğuna dair mülahazaları da ele almak gerekmektedir. Şeriat kelimesinin
münferiden uhdesinde bulundurduğu; kastı aşan bir durum olarak “şeriata uy” emri
daha geniş bir değerlendirme ile ele alınmalıdır.
“Şeriata uy” emrinin değerlendirilmesine katkıda bulunması bakımından
Mukatil’in, ayetin tefsirinde şeriatın karşılığı olarak millet “ ‫ ”ﻣﻠﺔ‬kelimesini de
kullanması dikkat çekicidir. Bu kelimenin sözlük anlamı: şeriat, din, diyet ve tâife
olarak açıklanmaktadır. 313 Bu kelimeyi dikkat çekici kılan husus ise Cenab-ı
Hakk’ın; elçisine Câsiye suresinin bu ayetinde şeriat olarak ifade ettiği; tabi olmasını
emrettiği yolu, Nahl suresi 123.ayette “ً ‫ﺣﻨِﯿﻔﺎ‬
َ ‫ ” ِﻣﻠﱠﺔَ إِﺑ َْﺮا ِھﯿ َﻢ‬şeklinde ifade etmesidir.
Nahl suresi nüzul sıralaması itibariyle boykot surelerinden sonraki dönemde inmiştir.
312
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 7/88.
313
Mevlüt Sarı, el-Mevarid, “‫”اﻟ ِﻤﻠّﺔ و ِﻣﻠَﻞ‬.
133
İbrahim milleti ve haniflik vurgusu bize göre özellikle panayırlarda davet
sonrası giderek daha yoğun bir şekilde muhatap olunduğunu düşündüğümüz
Yahudilerin; Kur’an ve Hz Peygamber (sav) karşısındaki tavırlarına cevaben inmiş
olmalıdır. Müşriklerin bu süreçte Yahudilerden destek aldıkları ve nazil olan ayetler
karşısında Yahudilerin kitap bilgisine müracaat etmiş olmaları hem kendilerinin hem
de Yahudilerin Kur’an karşısında sergiledikleri genel tavrı düşünecek olursak gayet
tabii bir durumdur.
Câsiye suresinin ilgili ayetine dönecek olursak; İbn Arabi’nin (h.638) ayetin
tefsiri ile alakalı görüşleri dikkati çekmektedir. İbn Arabi bu ayetin tefsiri içinde
geçmiş ümmetlerin şeriatının durumunu tartışmaktadır. Ona göre kimi âlimlerin bu
ayetten hareketle Hz Peygamber (sav) ve ümmetinin şeriatta tek merci kılındığı
düşüncesi oluşmuştur. İbn Arabi bu görüşü inkâr etmediğini bildirmekle beraber; Hz
Peygamber’in (sav) geçmiş ümmetlerin şeriatlarına uymanın durumunu haber verip
vermediği ile alakalı bir ihtilaf söz konusu olduğunu belirtiyor. Kurtubi İbn
Arabi’den yaptığı nakli burada kesmektedir.314
İbn Arabi’den nakledilen bu görüşün ardında bizden öncekilerin şeriatıyla
ilgili tartışmalar olduğu kesindir. Bizim için önceki ümmetlerin şeriatının neshi
meselesinden ziyade burada önemli olan husus “şeriata uy” emrinin Hz
Peygamber’in (sav) muhatapları ve karşılaştığı meseleleri kavrayabilmek adına
verdiği bir ipucu olarak Yahudiler’in Kur’an ve Hz Peygamber (sav) ile canlı bir
diyalog içine girdikleri düşüncesi içindeki yeridir. Nitekim, yine Kurtubi’den nakille,
İbn Arabi’nin yahut ayetteki şeriat kelimesi ile önceki nebilerin sünnetinin
kastedildiğini ifade eden Kelbi’nin görüşleri; ayet ve genel olarak surenin tefsirini
değerlendirirken ehl-i kitap muhatapları da dikkate almak gerektiğinin göstergesi
olarak karşımızda durmaktadır.
Burada konu aldığımız Câsiye suresinin 18.ayeti de bağlamı itibariyle
İsrailoğullarına yapılan bir atfın akabinde gelerek bu görüşü teyit ediyor. Surenin 16
ve 17.ayetlerinde Allah İsrailoğullarına peygamberlik, kitap ve hüküm verilmesinin
ardından onların dinde nasıl ayrılığa düştüklerine işaret etmektedir. Onların bu
314
Kurtubi, Tefsir, 19/154.
134
durumu sahip oldukları şeriata rağmen ayrılığa düşmüş olmaları örnekliğini yansıtan
bu ayetlerin sonunda hitabın Mekke’nin kendi ortamına dönüşüyle asıl mesajı
okumuş oluyoruz: bilmeyenlerin heva ve heveslerine uyma (Câsiye 18.ayet).
Bilmeyenlerden kastın müşrikler olduğu konusunda klasik tefsirler hem fikir gibi
görünmektedir. Zaten “şeriata uy” emri; yukarıda naklettiğimiz ifadelerden “vahye
sımsıkı sarıl”, “emrolunduğun dosdoğru yolda istikamet tuttur” gibi emir ve
uyarıların gönderilmesinin ardında yatan müşriklerin baskısı altında taviz
vermeksizin iman etmeye ve davet etmeye devam etme meselesinin bir parçasıdır.
Yahudilerin kendilerine gelen şeriat ile kurdukları çarpık ilişkinin sonuçları hakkında
Hz Peygamber (sav) ve inananları uyaran Cenab-ı Hak; Yahudilerin kendilerine
gelen hüküm, kitap ve peygamberliğini kaybetmelerine sebep olan temel hususlardan
biri olan ‘şeriata uymayıp bilmeyenlerin heva ve heveslerine uymak’tan
sakındırmaktadır.
Nitekim ayetle ilgili nakledilen rivayette müşriklerin Hz Peygamber’i (sav)
babası Abdullah ve dedesi Abdulmuttalib’in dinine dönmeye davet etmeleri
aktarılırken dikkatimizi çekmesi gereken husus dinin ayakta tutulması için geçmişte
İsrailoğullarının düştüğü batağa müşriklerin bu teklifine kanıp düşülmemesi
konusunda bir uyarının olduğudur.
Burada akla gelebilecek önemli bir soru Hz Peygamber (sav) ile müşrikler
arasında boykotun şartları çerçevesinde ele alacak olursak; bu teklifi iletebilecekleri
bir diyalog söz konusu olabilir mi? Daha önce de bahsettiğimiz gibi boykot
şartlarının ağır oluşuyla ilgili sorgulama yapmamıza sebep olan çeşitli durumlar
mevcuttu. Zannediyoruz bu rivayet Câsiye suresinin sıralamadaki yeri itibariyle
boykot sürecinin sonlarına doğru nazil olduğunu da düşünecek olursak Mekke’de
oluştuğunu söylediğimiz rahatsızlığın da muhtemel etkisiyle çeşitli diyalog
ortamlarının doğduğuna işaret edebilir.
Duhan suresinin 9-14 ayetlerine baktığımız zaman Mekke üzerinde sıkıntılı
bir havanın olduğunu ve müşriklerin Câsiye suresi 18.ayetin tefsirinde aktardığımız
bir teklifle Hz Peygamber’den (sav) yaptığı işten vazgeçmesini istemelerini anlamlı
kılacak bir sürecin yaşandığını görebiliriz. Ayetlerde öncelikle müşriklerin şüphe
içinde oyalandıkları ifade edilmektedir. Bu durum belirtildikten sonra Hz
135
Peygamber’e
(sav)
göğün
açıkça
bir
duman
getireceği
günü
beklemesi
söylenmektedir. Sureye ismini veren bu duman (duhan) hakkında iki rivayet söz
konusudur. Bunlardan biri bu dumanın kıyamet günü gelecek olan duman olduğunu
nakletmektedir. Ancak ayetleri okuduğumuzda bu rivayetin değil; Hz Peygamber’in
(sav) Allah’tan Kureyş’e Hz Yusuf döneminde Mısır’da yaşanan kıtlık gibi bir azap
vermesini istemesinin ardından yaşanan açlığa işaret eden diğer rivayetin dönemin
şartlarına daha uygun olduğunu ifade edebiliriz. Tarih kaynaklarında tafsilatına
rastlamadığımız bu olayda yaşanan sıkıntıdan dolayı içinde Ebu Süfyan’ın olduğu bir
müşrik heyetinin Hz Peygamber’e (sav) gelerek bu açlığın kalkması için dua
etmesini istediği ve iman edeceklerini söyledikleri aktarılmaktadır.
315
Burada
ayetlere döndüğümüzde müşriklerin bu talebi ve verdikleri sözü görebiliriz (Duhan
12.ayet).
Ayetlerde işaret edilen dumanın kıyamet günü yükselecek bir duman yerine
Mekke’nin yaşadığı açlık felaketine işaret ettiği görüşünü benimsememizde önemli
bir etken de surenin 15-16.ayetlerinde bu azabın kısa bir süre için kaldırılacağı ancak
kıyamet gününde kâfirleri yakalayacak asıl azaba işaret edilmektedir. Nitekim
surenin devamında (17-33.ayetler arasında) müşriklerin yaptığı gibi başlarına gelen
felaketlerin kaldırılması için Hz Musa’dan ricada bulunan ancak tıpkı müşrikler gibi
her şeye rağmen küfürlerinden dönmeyen firavun ve çevresindekilerin Kızıldeniz’de
helak olmakla sonuçlanan örneklikleri aktarılmaktadır. Müşrikler de 14.ayette
vurgulandığı gibi azabın kaldırılması için iman edeceklerini söylemişler ancak azap
kaldırıldığında Hz Peygamber’e (sav) “bu öğretilmiş bir delidir” demişlerdi. Nihayet
küfürlerindeki bu inatları ortaya çıkan sıkıntılardan kurtulmanın yolu olarak Hz
Peygamber’i (sav) babası ve dedesinin dinine dönmeye davet etmek gibi bir teklifte
bulunmayı onlara uygun göstermiş olabilir. Tabi olarak bu duruma Kureyş içinde
boykot ile gelen ayrışmanın diğer Arap kabilelerinde Kureyş’in birliğinin bozulduğu
gibi bir algı oluşturmasından çekinilmesi gibi bir durum da olabilir. Ancak ne var ki
hangi sebeple olursa olsun müşrik ileri gelenler durumu düzeltmek için dahi olsa
inatlarından vazgeçmemekte ve kendilerinde olanı değiştirmek yerine Hz
Peygamber’i (sav) durdurma yolunu aramaktadırlar.
315
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, 7/72
136
Binaenaleyh Kur’an boykot sürecinde inen surelerde de müşriklerin bu
inadına işaret eden bir üslupla Hz Peygamber’e (sav) müşriklerden yüz çevirmesini
emretmekte ve onun müşrikler üzerinde bir bekçi olmadığını (Şura 48.ayet), bu sağır
kimselere işittiremeyeceğini (Zuhruf 40.ayet) bildirmektedir. Ve boykot öncesi
surelerle ilgili olarak vurguladığımız gibi müşriklerin hevalarına uymaması (Şura
15.ayet) uyarısını tekrar etmektedir. Burada içinde bulunduğu sıkıntılı durum
karşısında müşriklerin şehirlerde rahat bir şekilde dolaşmasına aldanmaması (Mümin
4.ayet) uyarısı da önemlidir. Zira bu uyarıda kendinin ve akrabalarının yaşadığı tecrit
karşısında Hz Peygamber’in (sav) müşriklerin rahat hallerinin davasına olan bakışını
etkilememesi gerektiği vurgulanmaktadır.
4.2.2. Müminlerin Durumu
Hz Peygamber’in (sav) boykot süreci öncesinde kendisine yöneltilen
uyarıların boykot sürecinde karşı karşıya olduğu tecrit şartlarını da anımsatan bir
şekilde devam ettiğini aktardığımız bu ayetlerin akabinde müminlerin bu süreçteki
durumlarına ilişkin bir değerlendirmeyi daha eklemek gerektiğini düşünüyoruz. Daha
önce de aktardığımız üzere Habeşistan’a hicret eden muhacirlerin sayısı o döneme
kadar iman etmiş olanların önemli bir kısmının hicret ettiğine işaret ediyordu.
Mekke’de kaç kişinin kaldığı, panayırlarda yapılan davet sonucunda diğer Arap
kabileleri içinde iman etmiş kimselerin olup olmadığı hususları hakkında net bir
tablo sunmak zordur. Ancak Kur’an’ın bu süreçte inen surelerinde müminler
hakkındaki ayetlerde özel bir durum ile karşı karşıyayız.
Sürecin arifesinde inen Zümer suresinde müminler müşriklerden kesin olarak
ayrılarak “geceleyin secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten çekinen
ve Rabbinin rahmetini dileyen” kimseler olarak ifade edilmişlerdir (Zümer 9.ayet).
Aynı ayetin devamında bu kimselerin inkârcılarla bir olmadıkları “hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu” ifadesiyle ortaya konmaktadır. Burada “bilmek” ifadesi
137
Taberi tefsirinde Rabbine taatte bulunmanın ne demek olduğunu bilmek anlamıyla
aktarılmaktadır.316
Müşriklerle müminler arasında yapılan bu ayrımda yine aynı surede aktarılan
müminlerin tağuta kulluktan kaçındıkları (Zümer 17.ayet) ifadesi önemlidir. Nüzul
sırasına göre ele aldığımızda tağut kelimesi ilk kez bu surede isim olarak
geçmektedir. Nüzul sıralamasında Zümer suresi öncesinde gelen surelerde ise hem
Kureyş müşriklerinin hem de onların tarihteki örneklerinin elçilerin getirdiği mesaj
karşısında gösterdikleri büyüklük taslayan, kibir yüklü tavırlarını işaret eder fiil ve
sıfat olarak geçmektedir. 317 Zümer suresinin bu ayetinde tağut kelimesinin putlara
işaret ettiği Celaleyn tefsirinde karşımıza çıkan bir bilgidir. 318Taberi tefsirinde ise
tağut kelimesi Allah dışında ibadet edilen her şey olarak açıklanmıştır.319
Bizim görüşümüze göre tağut kelimesiyle, ayetin naklettiğimiz tefsirlerinden
hareketle ifade edebiliriz ki, Habeşistan hicretleri ile Mekke siyasal organizasyonu
dışına çıkan 320 ve aidiyetlerini akrabalık bağlarından Kur’an’a olan imanlarına
taşıyan müminlerin karşısında duran müşrik düzen tarif edilmiştir. Böylelikle
Allah’ın huzurunda secde eden müminler ve Kur’an’a karşı büyüklük taslayan
müşrikler şeklinde bir ayrım söz konusudur diyebiliriz.
Ayetler hakkında batıl delillerle tartışan, Kur’an’a ve ona iman edenlere
büyüklük taslayıp kibirle muamele eden müşrikler grubu karşısında müminler grubu
bu süreçte hem kendi iç düzenleri hem de karşılarında bulunanlara göstermeleri
tavsiye edilen tavırla Kur’an metninde karşılığını bulmaktadır. Kur’an öncelikle
müminlerin sözü dinleyen ve en güzeline uyanlar olduğunu/olması gerektiğini
vurgulamaktadır (Zümer 18.ayet). Daha sonra inen Şura suresinde ise bu anlamdaki
ifadeler yoğun bir anlatımla aktarılmakta ve mümin grubunun haksızlık karşısında
yardımlaşan kimseler oldukları (Şura 39.ayet) ile aralarında işlerinin danışma ile
316
Taberi, Tefsir, 20/177.
317
Fevzi b. Yusuf el-Habit, Mea’cim Mea’ni Elfaz’il-Kur’an’il-Kerim, “‫”طﻐﻰ‬.
318
Suyuti, Celaleyn, s.413.
319
Taberi, Tefsir, 20/183.
320
Nasr Hamid Ebu Zeyd, İlahi Hitabın Tabiatı, s.104.
138
olduğu (Şura 38.ayet) vurgulanarak kendi içlerindeki bütünleşmelerine işaret
edilmektedir.
Kendi iç bütünlüğünü yakalayan bir topluluk olarak müminlerin; hem kendi
aralarındaki hem de kendilerinden olmayanlara karşı hukuklarını düzenleyici
hususlar olarak gördüğümüz bazı ayetlerde: sabreder ve affederlerse bunun değerli
bir iş olacağı (Şura 43.ayet), kızdıkları zaman kusurları bağışlayanlardan
oldukları/olmaları gerektiği (Şura 37.ayet) ifade edilmektedir. Bu ifadelere ek olarak
bir kötülüğün cezasının ona denk bir kötülük olduğu ifade edilirken bağışlayan ve
barışı sağlayanların Rableri katında mükâfatlandırılacağı vurgulanmaktadır (Şura
40.ayet). Tesis edilen bu hukukun bu ayetlerde kime karşı olduğu konusunda belirsiz
olan anlatımını tarihi durumla özdeşleştirirsek; müminlerin dışarıya karşı olduğu gibi
kendi aralarındaki ilişkilerini de düzenleyici bir yapısı olduğunu düşünüyoruz.
Mamafih Câsiye suresinde geçen “ceza günlerinin geleceğini ummayanları
bağışlasınlar” ifadesi (Câsiye 14.ayet) bu hukukun dışarıya karşı olan yönünü net bir
şekilde ortaya koymaktadır.
Burada akla gelebilecek soru Hz Peygamber’in (sav) tecrit edildiği bir
ortamda müminlere ilişin bu nevi bir anlatımın karşılığının ne olduğudur? Yukarıda
gündeme getirdiğimiz bir husus olarak Hz Peygamber’in (sav) boykot süresince
muhatapları ile ilişkisinin nasıl olduğu sorununa bu ayetlerden hareketle bir yönden
cevaplar bulmak mümkün gibi görünmektedir. Nazil olan ayetlerin bu süreç içinde
Habeşistan’a ulaşıp ulaşmadığı meçhuldür. Ayetlerin muhacirlere ulaşmasını
sağlayacak vasıtaların neler olduğunu gözden geçirecek olursak; ticaret kervanları
yahut bu amaçla gönderilen hususi bir elçi dışında yol göremiyoruz.
Mekke’de kalıp Habeşistan ile ticaret yapabilen bir Müslüman yahut
Müslümanların bu nevi bir işine destek olan birinin olup olmadığını, konuyu bu
yönleriyle ele almadıklarından olsa gerek, belirten bir kaynak yoktur. Bunun yanında
muhacirlere ayetleri ulaştırmakla görevli birinin varlığı da bilinmemektedir. Ancak
biz kaydettiğimiz bu ayetlerin anlatımından hareketle özellikle yabancı bir toplum
içinde bir arada ve kendi kendilerini idare etmek durumunda olan muhacirlere bu
ayetlerin bir şekilde ulaştırılmış olabileceğini, daha açık bir ifadeyle Hz Peygamber
(sav) ile muhacirler arasında iletişimin devam ettiğini düşünüyoruz. Mekke’deki
139
durum göz önüne alındığında bu hitabın ana muhataplarının muhacirler olabileceğini
kaydetmek gerekmektedir. Bunun yanı sıra müminlerin durumuna ilişkin olarak
aktardığımız bu son ayetlerde o dönemden itibaren müşrik toplumla ciddi bir ayrışma
yaşadıklarını göz önüne alacak olursak geleceğe ilişkin bir hazırlık durumunun
olduğunu da söyleyebiliriz.
140
SONUÇ
Çalışmamızda özetle; tefsir ve hadis kaynaklarından topladığımız bilgileri son
dönem, yoğunluklu olarak batılı, tarih çalışmaları ile tahlil ettik ve tarih zemininde
bir kronoloji belirleyip bu kronolojiden hareketle olayların seyrini yorumladık.
Vardığımız sonuçlar arasından ilk olarak boykot döneminde nazil olduğunu
tespit
ettiğimiz
surelerin
niçin
bu
dönemde
nazil
olmuş
olabileceğini
düşündüğümüzü hatırlatmak gerekmektedir. Zümer suresinin 10.ayetinden hareketle
bu surenin ikinci Habeşistan hicretinden hemen önce indiğini kaydetmiştik.
Boykotun temel sebeplerinden olan Necaşi’nin muhacileri teslim etmemesi de bu
hicretle gerçekleşmişti. Mü’min suresi ve diğer Ha-Mim surelerinin mushaf
tertibindeki sıralamayla art arda indikleri rivayetlerle aktarılmıştır. Buna Mü’min
suresinin Zümer suresinden hemen sonra indiği ve Ahkaf suresinin de Taif dönüşü
indiği rivayetlerini eklersek sonuç olarak ikinci Habeşistan hicreti ile Taif seferi
arasında yer alan Boykot yıllarında bu surelerin nazil olduğu sonucu ortaya
çıkmaktadır. Burada Zümer suresini ve Ahkaf suresini sürecin hemen arifesinde ve
akabinde inmiş olarak kabul ettiğimizi de hatırlatalım.
Tarih alanına ilişkin ortaya koyduğumuz sonuçlar ise şu şekildeydi: boykot
her ne kadar bazı kaynaklarda Müslümanlara yönelik olarak yapılmış gibi aktarılsa
da kaynakların genelinde ortaya çıkan tablo; meselenin tamamıyla Kureyş’in kendi iç
dinamikleri içinde olduğu ve Müslüman ya da kâfir olması fark etmeksizin Beni
Haşim ve Beni Muttalib mensuplarının toplumdan tecrit edilmeleri şeklindeydi.
Müşrik ileri gelenlerin hedefinde Müslümanlardan oluşan tehlikeli bir gruptan ziyade
kendi iktidarlarını tehdit eden bir Beni Haşim mensubu ve onu koruyan aşireti vardı.
Kureyş’i kendi içinde bu derece önemli bir karara sürükleyen atmosferi şüphesiz
“atalara ve ilahlara sövülüyor” propagandası sağlamıştı. Ancak neticede geçmişin
“hilf”leri bir kenara bırakılarak bütün Kureyş Hz Peygamber’i (sav) korumakta ısrar
eden Haşim ve Muttalib oğullarını onu kendilerine teslim etmeleri için tecrit etmek
kararını vermişlerdi.
141
Boykot bitişiyle ilgili değerlendirmelerimizi hatırlayacak olduğumuzda ise şu
sonuca varıyoruz: Kureyş müşrikleri içinden sadece akrabalarının açlık çekmesinden
dolayı boykot kararından rahatsız olan bir grup Kureyş ileri gelenlerinin şayet kendi
akrabaları söz konusu olsaydı böyle bir tecrit uygulamayacaklarından emin olarak ve
adaletsiz bir durum olduğunu düşünerek boykotu kaldırma iradesini göstermişlerdi.
Buna karşın daha önce de ifade etmiş olduğumuz gibi Kur’an’ın hakikat olması
onları harekete geçiren bir durum değildi. Daha açık bir ifadeyle Kureyş ileri
gelenlerini hakikati örtmekle değil insanlara tecrit uygulamadaki haksız tavırları ile
itham etmişlerdi.
Tarih alanına ilişkin bu tespitlerimiz karşısında Kur’an metninin kronolojisine
ilişkin vardığımız sonuçlardan hareketle de zeminle paralel bir seyri okuduk.
Müşriklerin her geçen gün iman etmekten uzak bir noktaya doğru kendilerini
sürüklemeleri Kur’an’da onların artık iman etmeyeceği vurgusu ve Hz Peygamber’e
(sav) verilen onlardan yüze çevirmesi emriyle bir karşılık bulmaktaydı. Süreci
boykot yıllarına getirdiğimizde ise bu ahvalin devam ettiğini gördük.
Bu
durum
çalışmamızın
temel
arayışlarından
biri
olan
hitabın
şekillenmesinde nüzul süreci evrelerinin etkisi ve nasıllığı meselesine önemli bir
sonuç olarak yansıdı. Boykotun kaldırılması için girişimde bulunan kimselerin
durumları ile ilgili yaptığımız değerlendirmede vurguladığımız üzere boykot sürecini
Kur’an’ın hak oluşunu referans alan değil müşriklerin kendi içlerindeki bir takım
rahatsızlıkların etkisiyle bitirdiklerini ifade etmiştik.
Bize göre Mekke döneminde hitabın şekillenmesiyle ilgili tarih zemininde
karşılığı görülebilecek en net kırılma noktası Kureyş müşriklerinin özellikle Ebu
Talib’e müracaat ettikleri günlerde hak karşısında batılı tercih etmeleriyle ortaya
çıkmıştı. Bu noktada Kur’an’ın inkârcı muhatapları geçmiş ümmetlerin örnekliğinde
olduğu gibi kendilerine belirgin bir hat çekerek Kur’an karşısındaki yerlerini
almışlardı. Bu aşamadan sonra hem Hz Peygamber’in (sav) konumu hem de
inananların konumu değişmişti. Sonuç olarak boykot yıllarında inen surelerin bu
kırılmanın ardından gelen sürecin bir devamı olduğu havasını veren bir üsluba sahip
olduğunu düşünüyoruz. Boykot dönemi aslında belirgin bir kırılma noktası değil
kendinden önceki sürecin devamı olarak Kur’an’da karşılık bulmuştur.
142
İlânihaye Kur’an’ın tarihle ilişkisinin nasıl olduğunu bu değerlendirmelerden
hareketle tam manasıyla olmasa da bir yönüyle özetlemek mümkündür. Zeminde
yaşanan hadiseler ve muhatap kitlenin sosyo-kültürel ve siyasal yapısı bütün
boyutları ile değil ancak vahyin ana meselesi olan tevhit mesajının konusuna dâhil
olduğu ve vahyin elçisi-takipçileri ile karşıtlarının arasında yaşanan mücadelenin
içine girdiği kadarıyla en azından Mekke dönemi için, karşılık bulmuştur. Özellikle
boykot öncesi ve boykot dönemi surelerinin ayetlerini değerlendirdiğimiz bölüme
bakıldığında alıntılanan ayetlerin sayıca az olduğu görülecektir. İlgili bölümde de
ifade ettiğimiz üzere ayetler örnek olarak alıntılanmaktaydı ancak bununla beraber
surelerin hemen hemen hepsinde sürekli olarak devam eden konuların yanında nüzul
sürecinin ilgili dönemiyle doğrudan ilişkilendirilebilecek sınırlı bir anlatım söz
konusuydu.
Netice itibariyle bu çalışma bir yüksek lisans tezi düzeyinde sınırlı bir dönem
üzerinden bu sonuçlara varmıştır. Çalışmamızda ifade ettiğimiz üzere Kur’an’ın tarih
ile ilişkisine ilişkin varsayımların metin-tarih karşılaştırmaları ile sınanması ve bu
sınamaların Kur’an’ın ve nüzul sürecinin bütününü kapsayacak bir boyuta ulaşması
gerekmektedir. Biz çalışmamızda burada ifade ettiğimiz sonuçları bu şekilde
özetliyoruz.
143
KAYNAKÇA
AHBARİ, İbn Vadıh, Tarihu’l-Yakubi, Matbaatu’l-İzzi, Necef 1358
AKDEMİR, Salih, “Kur’an’ı Anlamada Tarihsellik ve Bütünsellik Sorunu”,
Kur’an’ı Nasıl Anlamalıyız [Sempozyum Tebliğ ve Müzakereleri], KURAV Yay.,
Bursa 2005
AKTAY, Yasin, “Kur’an Tarih ve Hermenötik”, Kur’an ve İslamî İlimlerin
Anlaşılmasında Tarihin Önemi, ed. Mahfuz Söylemez, Ankara Okulu Yay,
Ankara 2013
ALBAYRAK, Halis, Tarihin İçinden Kur’an’ı Algılamak, Şule Yay., İstanbul
2011
APAK, Adem, “İslam Öncesi Dönemde Mekke İdare Sistemi ve Siyasetinin
Oluşumu”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2004, cilt: VIII sy.1
AVCI, Casim, KUREYŞ (Benî Kureyş), DİA, XXVI, İstanbul 2002
AYDIN, Mustafa, İslam’ın Tarih Sosyolojisi: İlk Dönem İslam Toplumunun
Şekillenişi, Pınar Yay, İstanbul 2001
AZİMLİ, Mehmet, “Mekke Dönemindeki Boykot Yıllarına İlişkin Bazı
Mülahazalar”, İstem, 2006, sy. 7
el-BELAZURİ Ahmed b. Yahya b. Cabir, Ensabu’l Eşraf, thk. Süheyl Zekkar,
Daru’l-Fikr, Beyrut 1996
144
BEYDAVİ, Kadı, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, tkd, Mahmud Abdulkadir
el-Arnavut, Dar Sader, Beyrut 2001
BEYHAKİ, Ebu Bekr Ahmed b. Hüseyin; Delail’ün-Nübüvve, Thk. Dr. El-Mu’ta
el-Kal’abî, Daru’l-Kutub’ul-İlmiyye, Beyrut, 1988
BÖWERİNG, Gerhard, “Chronology of the Quran”, Encyclopaedia of the Quran,
ed.Jane Dammen McAuliffe, Lieden: Brill, 2001-2005
el-CABİRİ, Muhammed Âbid, Fehmu’l-Kur’an-Siyer Eşliğinde Kur’an’ı
Anlamak, çev. Muhammed Coşkun, Mana Yayınları, İstanbul 2013
__________ Kur’an’a Giriş, çev. Muhammed Coşkun, Mana Yay, İstanbul
2011
DERMENGHEM, Emile, Hz Muhammed ve Risaleti, çev. Ahmet Ağırakça,
İnsan Yay., İstanbul 1997
DERVEZE, İzzet, Kur’an’a Göre Hz Peygamber’in Hayatı, çev. Mehmet Yolcu,
Yöneliş Yay, İstanbul 1989
__________ et-Tefsiru’l-Hadis- Nüzul Sırasına Göre Kur’an Tefsiri, çev.
Komisyon, Ekin Yay., İstanbul 1997
EBU ZEYD, Nasr Hamid, İlahi Hitabın Tabiatı: Metim Anlayışımız ve Kur’an
İlimleri, Kitabiyat, Ankara 2001
FAZLUR RAHMAN, İslam ve Çağdaşlık, çev. Hayri Kırbaşoğlu-Alparslan
Açıkgenç, Ankara Okulu Yay., Ankara 1999
145
___________ Ana Konularıyla Kur’an, çev. Alpaslan Açıkgenç, Ankara Okulu
Yay, Ankara 2007
el-FİRUZABADİ, Muhammed b. Yakub, Besair zevi’t-Temyiz fi Letaifi’lKitabi’L-Aziz, thk. Muhammed Ali en-Neccar, Vizaretu’l-Evkaf, Kahire 1996
_______________, Muhammed b. Yakub, Kamusu’l-Muhit, tahk. Mektebu
Tahkiki’t-Turas fi Muesseseti’r-Risale, Daru’r-Risale, Beyrut 2005
GÖZELER Esra, “Kur’ân Ayetlerinin Tarihlendirilmesine Batılı Yaklaşımlar”,
AÜİF Dergisi, 2010, cilt: LI sy.2
İBN HİŞAM, Ebu Muhammed Abulmelik, es-Siretu’n-Nebeviyye, Daru’lKitabu’l-Arabiy, thk. Ömer Abdusselam et-Tedmuri, Beyrut, 1990
İBN
HABBAN,
es-Siretu’n-Nebeviyye,
Muesseset’ul-Kutub’il-Sekafiyyeti,
Beyrut 1987
el-HABİT, Fevzi b. Yusuf, Mea’cim Mea’ni Elfazi’l-Kur’an’il-Kerim, Mücme’
el-Melik Fahd Li-Taba’at’il-Kur’an’il-Kerim, Medine 2001
HALEFULLAH, Muhammed Ahmed, Kur’an’da Anlatım Sanatı, çev. Şaban
Karataş, Ankara Okulu Yay, Ankara 2002
İBN HALDUN, veliyuddin Abdurrahman b. Muhammed, Kitabu’l-İber ve
Divanu’l-Mubtede-i ve’l-Haber, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut 2006
HAMİDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi- hayatı ve eseri-, çev. M. Said
Mutlu, İrfan Matbaası, İstanbul 1972
146
__________, “el-Îlâf veya İslam’dan Önce Mekke’nin İktisadî-Diplomatik
Münasebetleri”, çev. İsmail Cerrahoğlu, A.Ü.İ.F.D, 1961, c.IX
___________, “HİLFU’L-FUDUL”, DİA, XVIII, İstanbul 1998
HASAN, Hasan İbrahim, Tarihu’l-İslam: Es-Siyasi ve’d-Dinî ve’s-Sekafî ve’lİctima’î, Mektebetu’l-Hafdati’l-Mısriyye, 1953 Kahire
HİLMİ, Şehbenderzade Filibeli Ahmed, İslam Tarihi, sad. M. Rahmi, Sağlam
Kitabevi, İstanbul 1979
HODGSON, M.G.S., İSLAM’IN SERÜVENİ-Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve
Tarih, çev: Edisyon, İz Yayıncılık 1993, İstanbul
IŞIK, Emin, “A’RÂF SURESİ”, DİA, İstanbul 1991, c.III
el-İSFAHANİ, Rağıb, Müfredat- Kuran Kavramları Sözlüğü, çev. Yusuf Türker,
Pınar Yay, İstanbul 2010
İSLAMOĞLU, Mustafa, Kur’an Surelerinin Kimliği, Akabe Vakfı Yay., İstanbul
2011
İZUTSU Toshihiko, Kur’anda Dini ve Ahlaki Kavramlar, çev. Selahattin Ayaz,
Pınar yay., İstanbul 2010
İBN KESİR, Ebu’l-Fida İsmail ibn Ömer, El-Bidaye ve’n-Nihaye, Dar-u İbn
Kesir, Beyrut-Dımaşk 2007
_________ el-Fusul fi Siret-i Rasul, Muessesetu Ulumu’l-Kur’an, Şam 1983
_________, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, Daru’l-Marifet, Beyrut 1987
147
KILIÇ, Ünal, “Dini İçerikli Ekonomik Bir Kavram: Hums (İslam Öncesi
Mekke’nin Ticari İlişkileri Yönüyle)”, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, 2004, cilt VIII, sy.1
KİSTER, M. J., “Mekke ile ilgili Bazı Rivayetler”, çev. Ali Aksu, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2002, cilt.VI, sy.II
KOÇ, M. Akif, “Tefsirde Bir Yöntem Esası Olarak Kur’an Kronolojisi Meselesi
İsimli Tebliğin Müzakeresi”, Kur’ân Nüzûlünün Mekke Dönemi Sempozyumu,
Çorum Belediyesi Kültür Yay., Çorum 2013
KÖKSAL, M. Asım, Hz Muhammed ve İslamiyet, İrfan Yay., İstanbul 1981
el-KURTUBİ, Ebi Abdillah Muhammed b. Ahmed Ebu Bekir, Camiu’lAhkami’l-Kur’an, thk. Abdullah b. Abdulmuhsin et-Türki, Müessetu’r-Risale,
Beyrut 2006
LAPİDUS, Ira, İslam Toplumları Tarihi, çev. Yasin Aktay, İletişim Yay, İstanbul
2003
el-MEVDUDİ, Ebu’l-A’la, TEFHİMU’L-KUR’AN - Kur’an’ın Anlamı ve Tefsiri,
İnsan Yayınları, İstanbul 1987
___________ Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz Peygamber, çev. Ahmed
Asrar, Pınar Yay, İstanbul 1983
MAHALLİ, Celaleddin; es- SUYUTİ, Celaleddin, Tefsir-i Celaleyn, Salâh Bilici
Kitabevi, İstanbul b.t.y.
148
İBN MANZUR, Ebu’l-Fadl Celaleddin Muhammed, Lisanu’l-Arab, tetk. Yusuf
el-Bekai, Daru’l-Mutavvasitiyye li’n-Neşri ve’t-Tavzi, Tunus 2005
MUKATİL BİN SÜLEYMAN, Tefsir’i Mukatil b. Süleyman, thk. Abdullah
Mahmut Şehate, Muessesetu’t-Tarihi’l-Arabi, Beyrut 2002
en-NUVEYRİ, Şihabuddin Ahmed b. Abdulvehhab, Nihayetu’l-İreb fi fununi’ledeb, Matbaat-u Dari’l-Kutubi’l-Mısriyye, Kahire 1997
OKUMUŞ, Mesut, Kur’an’ın Kronolojik Okunuşu-Muhammed İzzet Derveze
Örneği, Araştırma Yay., Ankara 2009
ÖZKUYUMCU, Nadir, “HİLF”, DİA, XVIII, İstanbul 1998
ÖZSOY Ömer, Kur’an ve Tarihsellik Yazıları, Kitabiyat Yay, Ankara 2004
ÖZTÜRK, Mustafa, Kur’an’ı Kendi Tarihinde Okumak- tefsirde Anakronizme
Ret Yazıları-, Ankara Okulu Yay, Ankara 2013
__________, Kur’an-ı Kerim Meali, Düşün Yay, İstanbul 2013
İBN SAD, Muhammed, et-Tabakatu’l-Kubra, Matbaatu’l-Lecne Neşri’sSekafeti’l-İslamiyye, Kahire 1358 (m.1939),
SHADİD, İrfan, “İslam Öncesi Arabistan”, çev.İlhan Kutluer, İslam Tarihi
Kültür ve Medeniyet, Holt-Lambton-Lewis, çev.edisyon, Kitabevi, 1989 İstanbul
SARI, Mevlüt, El-Mevarid, Bahar Yay, İstanbul 1982
SARIÇAM, İbrahim, Emevi-Haşimi İlişkileri: İslam Öncesinden Abbasilere
Kadar, TDV Yay, Ankara 1997
149
_________, İlk Dönem İslam Tarihi, Anadolu Üni. Açık Öğr. Fakültesi, Eskişehir
1998
SAVAŞ, Rıza; DUMLU, Ömer; “Nüzul Sırasına Göre Ayet Ayet Kur’an
Yorumu”, Tarihten Günümüze Kur’an’a Yaklaşımlar, İlim Yayma Vakfı Kur’an
ve Tefsir Akademisi, İstanbul 2009
SERİNSU, Ahmet Nedim, Kur’an ve Bağlam, Şule Yay., İstanbul 2008
es-SUYUTİ, Celaleddin, el-İtkan fi Ulum’il-Kur’an, Dar-u İbn Kesir, Beyrut
1987
es-SÜHEYLİ, Kasım Abdurrahman, Ravdu’l-Unuf, tah. Abdullah el-Menşavi,
Daru’l-Hadis, Kahire 2008
ŞATIBÎ, Ebu İshak, el-Muvafakat: İslami ilimler Metodolojisi, çev. Mehmet
Erdoğan, İz Yayıncılık İstanbul 1993
el-ŞERİF, Ahmed İbrahim, Mekke ve’l-Medine fi’l-cahiliyye ve ahdi Resul,
Daru’l-Fikru’l-Arabiy, Kahire 1985
ŞULUL, Kasım, İlk Kaynaklara Göre Hz Peygamber Devri Kronolojisi, İnsan
Yay., İstanbul 2011
et-TABERİ, Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir, Tarih’il-Umem ve’l-Muluk, thk.
Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim, Dar-u Seveydan, Beyrut b.t.y
_________, Camiu’l-Beyan an Tevil Ayi’l-Kur’an, Merkezu Hacer Li’l-Buhus
Ve’d-Dirasati’l-Arabiyyeti ve’l-İslamiyye, Kahire 2001
150
_______ Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev. Zakir Kadiri Ugan- Ahmet
Temir, MEB, Ankara 1991
WATT, Montgomery, Hz. Muhammed Mekke’de, çev. Rami Ayas, Azmi Yüksel;
A.Ü.İ.F Yay, Ankara 1986
WOLF, Eric R., “Mekke’nin Sosyal Organizasyonu ve İslam”, çev. Nuri Tuğlu,
Arayışlar –İnsan Bilimleri Araştırmaları-, 2000, cilt II, sy. 3-4
WASHİNGTON, Irving, Hz Muhammed, çev. Ruhiye Erulaş, Mitra Yay, İstanbul
2012
YAŞAROĞLU, M. Kamil, “MÜ’MÎN SURESİ”, DİA, XXXI, İstanbul 2006
YAZIR, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik, İstanbul
b.t.y.
YİĞİT, İsmail, “OSMAN”, DİA, XXXVI, İstanbul 2007
YILDIRIM, Suat, Kur’an’a Bakışlar, Işık Yay, İstanbul 2011
ZEBİDİ, Zeynü’d-Din Ahmed b. Ahmed bin Abdi’l-Latifi’z-, Sahih-i Buhari
Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, çev. Kâmil Miras, DİB Yay,
Ankara 1980
ZEMAHŞERİ, Ebu’l-Kasım Muhammed b. Ömer, el-Keşşaf, tahk. Adil Ahmed
Abdulmevcud, Mektebetu’l-Ubeyketi, Riyad 1998
151
Sipahioğlu, Abdülvahid Yakub, Boykot Döneminde Nazil Olan Surelerin
Tespiti ve Değerlendirilmesi, Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Prof. Dr. Halis
Albayrak, 153s.
ÖZET
Tez; giriş ve üç ana bölüm ve sonuçtan oluşmaktadır.
Girişte araştırmanın konusu ve önemi ile yöntemi ve kaynakları
açıklanmıştır.
Birinci bölümde Mekke dönemi ve boykot yıllarının tarihsel analizi
yapılarak; cereyan eden hadiselerin kronolojisi oluşturulmuş, sosyal boyutları ile
analizleri yapılmış; boykot sürecinin sebepleri üzerinden Kur’an’ın hitap ettiği
ortam tasvir edilmeye çalışılmıştır.
İkinci bölümde Kur’an metninin kronolojisinin tespitiyle ilgili nasıl bir
yöntem uygulanacağı tartışılmıştır. Nüzul sırasını takip ederek sure muhtevaları
ile dönemin şartları karşılaştırılmış ve boykot sürecinde inen surelerin tespitine
ilişkin bir sonuca varılmıştır.
Üçüncü bölümde boykot sürecinin tarihsel boyutları üzerine bir
değerlendirme yapılmıştır. Buna ek olarak boykot sürecinde inen cümlelerin genel
bir muhteva değerlendirmesi yapılmıştır. Son olarak belirli bazı başlıklar
üzerinden hem boykot öncesi dönem hem de boykot dönemi inen ayetler tarih ve
metin karşılaştırması yapılarak değerlendirilmiştir.
Sonuç kısmında ise genel bir değerlendirme yapılmıştır.
152
Sipahioğlu, Abdülvahid Yakub, Detection and Evaluation of the Suras in
the Boycott Period, Master Thesis, Advisor: Prof. Dr. Halis Albayrak, 153s.
ABSTRACT
This study consists of introduction, three main chapters and conclusion.
The introductory chapter explains the topic and significance of the study, as
well as methodology and the sources of the dissertation.
In the first chapter, the chronology of events (which occured) is formed
through making historical analysis of Mecca period and boycott years. These
events are analyzed through social dimensions. The atmosphere Qur’an addressed
is described through the boycott process.
In the second chapter, the method concerning how to determine the
chronology of the text of the Qur'an is dicussed. By following the order of
revelation, contents of suras were compared with conditions of the period and
reached to a conclusion regarding the determination of the suras in the process of
boycott.
In the third chapter, an evaluation is made on the historical dimensions of
the boycott process. In addition to this, a comprehensive assessment of the contents
of suras that revealed during the process of boycott. Consequently, verses revealed
in the period before and during the boycott was evaluated by comparing the date
and text on the certain titles.
In the conclusion the general evaluation is made.
153
Download