flora DERL EME/ REV I EW FLORA 2015;20(4):167-173 Antibiyotik Çağı Sonunda Keşfedilen Yeni Dünyalar: Rezistom ve Mobilom New Worlds Discovered Towards the End of the Antibiotic Era: Resistome and Mobilome Aycan GÜNDOĞDU1, Emine ALP MEŞE2 1 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, Tibbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye 2 Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi, İnfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı, Kayseri, Türkiye ÖZET Keşfedildiği 20. yüzyılın ortalarından günümüze kadar ortalama insan ömrünü ve kalitesini artıran en önemli buluşlardan olan antibiyotikler ve beraberinde getirdiği antibiyotik çağı, patojenlerde çoklu ilaç direncinin yaygınlaşması ile birlikte kapanma aşamasına gelmiştir. Esasen biyosferin her bölgesinde doğal olarak bulunan antimikrobiyal direnç genleri, hareketli genetik elementler aracılığıyla dinamizm kazanarak patojen suşlara akış sağlamaktadır. Bir ekosistemdeki direnç genlerinin toplamı olarak tanımlanan “rezistom” hareketli genetik elementlerin toplamı olan “mobilom” döngüsü şeklinde tanımlanan bu sistem, antibiyotik direncinin çevresel rezervuarlardan kliniğe akışına açıklık getiren bir hipotez olarak öne sürülmektedir. Bu görüşe göre son yüzyılda artan antibiyotik baskısı ile çoklu ilaca dirençli, genişletilmiş ilaca dirençli, tüm antibiyotiklere dirençli olarak tanımlanan suşların ortaya çıkmasındaki temel sebep, her biri bir direnç geni havuzu olan toprak mikroorganizmaları komünitesi (toprak mikrobiyotası), gıda mikrobiyotası, akuatik mikrobiyota, atık sular, insan mikrobiyotası ve klinik arasındaki rezistom-mobilom döngüsüdür. Mevcut konvansiyonel mikrobiyolojik yöntemlerdeki yetersizlikler -mikroorganizmaların çok büyük bir kısmını örneklenememesi, direnç genleri havuzunun tamamının taranamaması gibimetagenomik yöntemlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kültürleme olmaksızın, çevresel örneklerdeki tüm genetik materyalin analizine olanak sağlayan metagenomik yöntemler son yıllarda yürütülen rezistom-mobilom çalışmalarının da temelini oluşturmaktadır. Doğadaki rezistom ve mobilom yapılarını daha iyi kavramamız antibiyotiklerin klinik ve endüstriyel düzeyde bilinçli kullanımına, patojen ve direnç yayılımının kontrolü için etkili biyogüvenlik yaklaşımların geliştirilmesine, yeni nesil antibiyotik tasarımı veya bakteriyofaj terapi, probiyotik terapi gibi alternatif tamamlayıcı yöntemlerin geliştirilmesine öncü olacaktır. Bu derlemede, yakın zamanda elde edilen bulgulara dayanarak antibiyotik direncinin mikrobiyal ekosistemle olan ilişkisi özetlenmiş ve moleküler mikrobiyolojinin yeni paradigması olan metagenomik yöntemlerin sözkonusu ilişkiyi incelemedeki önemi ortaya konmuştur. Anahtar Kelimeler: Antiyotik direnci; Rezistom; Mobilom; Metagenom SUMMARY New Worlds Discovered Towards the End of Antibiotic Era: Resistome and Mobilome Aycan GÜNDOĞDU1, Emine ALP MEŞE2 1 2 Department of Medical Microbiology, Faculty of Medicine, University of Erciyes, Kayseri, Turkey Department of Infectious Diseases and Clinical Microbiology, Faculty of Medicine, University of Erciyes, Kayseri, Turkey Geliş Tarihi/Received: 26/10/2015 - Kabul Ediliş Tarihi/Accepted: 17/01/2016 167 Antibiyotik Çağı Sonunda Keşfedilen Yeni Dünyalar: Rezistom ve Mobilom Antibiotics, which have increased human life expectancy and quality since their discovery in the mid 20th century, and the antibiotic era associated with them have come to an end with increased prevelance of multiple drug resistance in pathogens. Antimicrobial resistance genes, which can be found naturally across biosphere, can acquire a dynamic structure and deplace pathogen strains. This system, which is defined as resistome (the total resistance genes content) - mobilome (the total mobile genetic elements content) cycle, is proposed as a hypothesis explaining the flux of antibiotic resistance from environment to the clinic. Accordingly, the main reason behind the emergence of strains in the last century, which are multiple drug resistant with increased antibiotic suppression, extended drug resistant, and resistant to all antibiotics, is the resistome-mobilome cycle between soil microorganisms community (soil microbiata), each of which are a resistant gene pool, food microbiata, aquatic microbiata, waste water, human microbiata and the clinic. Since current conventional microbiological methods cannot sample a majority of microorganisms and cannot cover the entire resistance gene reservoirs, metagenomic approaches have emerged. Metagenomic approaches, which are able to analyze the entire genetical material within environmental samples without the requirement of culturing, is the basis for recent resistome-mobilome studies. A better understanding of resistome-mobilome structures in the nature will lead to careful industrial and clinical use of antibiotics, development of effective biosafety approaches for the control of pathogen and resistance gene spread, as well as the design of new generation antibiotics or alternative and complementary therapies such as bacteriophage therapy or probiotic therapies. In this review, the relation of antibiotic resistance with the microbial ecosystem is summarized based on recent findings, and also the role of metagenomics, as the new paradigm of molecular microbiology, in the analysis of the corresponding relation is demostrated. Key Words: Antimicrobial resistance; Resistome; Mobilome; Metagenomics A ntibiyotiklerin keşfi, günümüze kadar gerçekleşmiş farmakolojik başarıların ilk sıralarında yer alır. Penisilinin klinik tedavide kullanılmaya başlandığı 20. yüzyılın ortalarından itibaren girdiğimiz antibiyotik çağında, insan ömrünün ortalama 10 yıl uzadığı bilinmektedir[1]. Fakat, antibiyotiklerin yaygın olarak kullanıldığı günümüzde, özellikle bakteriler tarafından geliştirilen “direnç” sebebiyle, infeksiyon tedavilerinde başarısızlık yaşanabilmekte ve küresel anlamda yetişkinlerde ikinci, çocuklarda ise ilk sırada gelen ölüm sebebi olarak infeksiyon hastalıkları raporlanmaktadır[2,3]. Bu tablo ışığında antibiyotik tedavisinden/etkisinden tamamıyla mahrum kalınacak bir senaryonun dünyada oldukça ciddi sorunlara yol açacağı aşikardır. Bugün bu tehlikenin kapımızda olduğu ve postantibiyotik çağının sınırına geldiğimiz, bilim çevrelerince öne sürülen bir görüş haline gelmiştir. Son dönem bu konunun irdelenmesi üzerine eğilmiş olan metagenomik temelli çalışmalar ise, tablonun potansiyel olarak tahmin edilenden daha da vahim olabileceğinin sinyallerini vermektedir. Antibiyotiklere dirençli bakteri türlerinin varlığı, antibiyotiğin klinikte uygulanmaya başladığı ilk dönemden beri bilinmektedir. Örneğin; penisilin direnci, ilacın kullanılmaya başlandığı tarihten hemen hemen iki yıl sonra raporlanmıştır[4]. Daha sonra üretilen her antibiyotik için uzun sayılamayacak bir süre içerisinde dirençli suşların varlığına rastlanmış ve bu süre ortalama sekiz yıl olarak tespit edilmiştir[5]. Her gün dünyanın çeşitli bölgelerinden dirençli suşların varlığı rapor edilmektedir. Bu raporlarda çoklu antibiyotik direncinin sıklığı 168 ve klinikten izole edilen patojenlerde direnç artışı dikkati çekmekte ve bütün antibiyotik sınıflarına dirençli “panrezistan” suşların yaygınlaşması tehlikesi vurgulanmaktadır[6]. Bunlara ek olarak, farmakoloji endüstrisinin, düşük yatırım-kar marjları sebebiyle yenilikçi antibiyotik araştırma ve geliştirme faaliyetlerinden uzak durması, elimizdeki seçeneklerin gittikçe daralmasına yol açmaktadır[7]. Bu sebeple, antibiyotik çağının kapanma tehlikesi bizi beklemektedir ve bu tablo “antibiyotik çağı krizi” olarak adlandırılmaktadır. Antibiyotik çağı krizinin aşılması için akla ilk olarak mevcut antibiyotik kullanım/üretim politikalarını sürdürülebilir hale getirmek gelebilir. Bunlar; dönüşümlü antibiyotik kullanımı, direnç geliştikçe yeni antibiyotiklerin bulunmasının teşvik edilmesi olarak sayılabilir. Ancak içinde bulunduğumuz on yılda yapılan araştırmalarda elde edilen bulgular, hakkında çok kısıtlı bilgimiz bulunan mikrobiyal dünyanın buna yanıt vermekte zorlanmayacak potansiyelde olduğunu göstermektedir. Bu bulgulara göre, mikrobiyal canlılar biyosferin hemen her köşesinde rastlanabilecek direnç faktörlerini birbirlerine etkin bir şekilde aktarabildikleri büyük bir ekosistem oluşturmaktadır[8]. Bu direnç faktörlerinin sistemik toplamı rezistom, hareketli genetik elementlerin sistemik toplamı ise mobilom olarak adlandırılmaktadır. YENİ PARADİGMA: EKOLOJİK REZİSTOM-MOBİLOM DÖNGÜSÜ Bu yeni antibiyotik ekosistem paradigmasını irdelemeye öncelikle, antimikrobiyaller üzerindeki FLORA 2015;20(4):167-173 Gündoğdu A, Alp Meşe E. antroposentrik anlayışın dışına çıkarak başlanabilir. Çoğunlukla infeksiyon gelişiminin önlenmesi ve tedavisi için kullanılan bir ilaç sınıfı olarak tanımlanabilen antibiyotikler, aslında bakteriler tarafından doğal olarak üretilen ve klinik dozda büyüme inhibisyonuna sebebiyet veren geniş bir biyosentetik molekül sınıfıdır. Antibiyotik olarak tanımlanan doğal moleküllerin, aslında bakteri toplulukları içerisinde kommensal ve simbiyotik hayatın regülatörleri olarak hücre-hücre sinyalleşmesini gerçekleştiren elemanlar oldukları öne sürülmüştür[9]. Antibiyotiği üreten bakterinin ilgili direnç geni için orijin olduğu hipotezi -Producer hypothesis- antibiyotik sentezinin bulunduğu bir sistemde antibiyotik direncinin de var olması beklentisini ortaya çıkarmaktadır[10,11]. Bu hipotez ile antimikrobiyal direncin antibiyotiklerin klinik kullanımıyla ortaya çıkmış evrimsel bir uyum mekanizması olmadığı, aksine antik bir sinyalleşme ve savunma unsuru olduğu savunulmaktadır. Bu hipotezi destekleyen çarpıcı örnekler arasında; serin beta-laktamazların 2 milyar yıl öncesine dayandığı bulgusu, insanın bulunmadığı Alaska toprağında direnç genlerinin bulunması, 4 milyon yıllık izole bir mağara ekosisteminde klinikte kullanılan antibiyotiklere direnç genlerine rastlanması ve modern medeniyetle herhangi bir temas geçmişi olmayan Kızılderili kabilelerinin bağırsak florasında günümüzde kullanılan antibiyotiklere dirençli suşların bulunması sayılabilir[12-15]. Sinyalleşme mekanizmalarına ek olarak, bazı bakteri topluluklarının antibiyotik direnç mekanizmalarını sosyal davranış sistemlerine çevirdikleri ve topluluklarını dış tehditlerden antibiyotik salınımıyla savundukları yine direnç mekanizmalarının mikrobiyal dünyanın doğal unsurları olduğunu gösteren bulgulardandır[16]. Besin yoksunu ekstrem habitatlarda, antibiyotik biyosentetiklerinin mikrobiyal türler tarafından besin ögesi olarak kullanılabildiği gözlemi, direnç mekanizmalarının bakteriler için yaygın bir hayatta kalma stratejisi olabileceği tezini desteklemektedir[17]. Bu bulguların ışığında, tüm biyosferin klinikte kullanılan antibiyotiklere karşı gelişmiş olan direnç unsurları için potansiyel bir gen havuzu içerdiği hipotezi ortaya atılabilir. Bu noktada antibiyotiklerin icat edilmedikleri, keşfedildikleri kabulünü hatırlamamız gerekmektedir. Günümüzde kullanılan antibiyotiklerin %80’ine yakını toprak bakterisi kaynaklıdır[18]. Bu sebeple, çevresel mikrobiyal örneklerde, klinikte tespit edilen direnç unsurlarına rastlanması şaşırtıcı bir sonuç olmaktan FLORA 2015;20(4):167-173 çıkmaktadır. Yakın zamanda yürütülmeye başlanan metagenomik araştırmalarda, bu hipotezle paralel bir şekilde, dünyanın çeşitli habitatlarından alınan çevresel örnekler içerisinde klinikte kullanılan antibiyotiklere dirençli gen havuzları keşfedilmiştir. Bugüne kadar incelenmiş olan toprak; deniz, akarsu ve atık sular gibi akuatik ortamlar; sebze mikrofloraları ve besi hayvanı mikrobiyomu gibi insan besini ögelerinde, sıklıkla klinikte de tespit edilen, direnç genlerine rastlanmaktadır[19-21]. A sınıfı genişlemiş spektrumlu beta-laktamaz olan CTX-M tiplerine çevresel Kluyvera türlerinde rastlanması, Beringia buzullarındaki 30.000 yıllık antik DNA’da klinikte görülen VanA geninin yakın homoloğunun bulunması, Klebsiella pneumoniae’dan izole edilen plazmid üzerinde bulunan QnrA direnç geninin çevresel su örneklerinden izole edilen Vibrionaceae ailesi kromozomlarında da görülmesi örnek olarak verilebilir[22-24]. Bu bulgulardan hareketle, büyük bir rezistom ekosisteminin dinamik olarak çevreden kliniğe akışının bulunduğu hipotezi gittikçe kabul gören bir görüş haline gelmektedir. Bilindiği gibi bakterilerin geliştirdiği birden çok antibiyotik direnç mekanizması bulunmaktadır. Antibiyotik baskısı dirençli suşların seçilmesine sebep olurken, mutasyonlar aracılığıyla tek bir nükleotidde meydana gelen değişiklik bile direnç genlerinin oluşmasına ya da var olan genlerin aktifleşmesine sebep olabilir. Ancak antibiyotiklere karşı aktif savunma sağlayabilmenin önemli ölçüde horizontal mekanizmalardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Bu mekanizmalar, mobil genetik elementler vasıtasıyla direnç faktörlerinin transfer edildiği dinamik bir sistem anlamına gelmektedir. Oldukça geniş habitatları kapsayan rezistom ekosistemlerinin, çevreden kliniğe nasıl akış sağladığı sorusunu, bu sistemin eksik kalan parçası mobilom ile yanıtlamak mümkündür. Mobilom, yani mikrobiyata geneline yayılmış olan hareketli genetik elemanlar toplamı, rezistoma “plastisite” kazandırıp ekosistemler arası direnç aktarımının önünü açmaktadır[25]. Bu görüşün kabulü durumunda karşımıza çoklu direnç havuzlarının olduğu bir ekolojik antimikrobiyal direnç döngüsü çıkmaktadır. Yine pragmatik bir şekilde, antroposentrik faydayı göz önünde bulundurarak, direnç rezervuarlarını ve aralarındaki akışı şu şekilde listeleyebiliriz: toprak mikrobiyotası, gıda mikrobiyotası, akuatik mikrobiyota, atık sular ve insan mikrobiyotası. 169 Antibiyotik Çağı Sonunda Keşfedilen Yeni Dünyalar: Rezistom ve Mobilom DİRENÇ REZERVUARLARI 1. Toprak mikrobiyotası klinikte kullanılan antibiyotiklerin çoğuna karşı dirençten sorumlu önemli bir gen havuzu içermektedir. Topraktan kliniğe horizontal transfer gözlemlenememiş olsa da, bu iki grup arasında paylaşılan yüksek sayıdaki ortak direnç geni doğrudan veya dolaylı bir iletişime işaret etmektedir[26]. Toprak mikrobiyotasına direnç geni potansiyel olarak atık su arıtma tortusu, yağmur, ölen hayvan ve insan mikrobiyotalarının toprağa karışması yoluyla girebilirken, diğer rezervuarlara direnç geni akuatik ortama sızma ve tarım ürünleri şeklinde aktarılmaktadır. 2. Gıda mikrobiyotaları insanla doğrudan besin ve fiziksel temas yoluyla bulaş oluşturabilecek bir rezervuarı oluşturmaktadır. Bu rezervuarda hayvan hastalıklarını önlemek için kullanılan antibiyotikler, hayvan mikrobiyomundaki seçici baskı sonucu direnç faktörlerinin gelişimine neden olabilmektedir. Hayvan ve bitki mikrobiyotası, tıpkı toprak gibi direncin doğal olarak bulunduğu rezervuarlar olabileceği gibi, akuatik ortamlardan ve topraktan buraya direnç geni akışı da mümkün olabilmektedir. Günümüzde antibiyotik kullanımının yalnızca küçük bir kısmının hastalarda klinik kullanımı olduğu düşünülürse, dirençli suşların ana kaynaklarından birinin hayvancılık olduğunu kabul etmek yanlış olmaz. Geçtiğimiz yüzyıldan başlayarak, hayvan sağlığı ve üretim kapasitesinin artırılması gerekçesiyle besi hayvancılığında yüksek oranlarda antibiyotik kullanılmaktadır. Avrupa Birliği’nin 1997 yılında yürürlüğe giren, hayvancılıkta büyüme artırıcı antibiyotiklerin kullanımı yasağı kanunu büyük tartışmaya sebep olmuştur[27]. Buna benzer düzenlemelerin daha önceden yürürlüğe girdiği İskandinav ülkelerinde, insan mikrobiyomlarının tetrasiklin ve eritromisin dirençlerinin Fransa ve İtalya’daki örneklere oranla daha düşük olduğu tespit edilmiştir[28]. İnsan mikrobiyom veritabanları üzerinde yürütülen metagenomik çalışmalarda ise, gıda üretiminde antibiyotik kullanımı ile insan mikrobiyom direnç potansiyelleri arasında bağlantı olduğu görülmektedir[8]. 3. Akuatik mikrobiyota deniz, akarsu ve ırmak gibi akuatik bakterilerin doğal direnç rezervuarları olabilmektedir. Ayrıca akuatik mikrobiyotaya, atık su ve topraktan da direnç genleri gelebilmektedir. 170 Bu rezervuardan, içme ve sulama suyu yoluyla, insana doğrudan veya dolaylı yoldan direnç geni aktarımı olabilmektedir[29]. 4. Atık sular esasen endüstriyel, klinik ve kentsel atıkların toplandığı ortamlardır. Bakteri ve dolayısıyla hareketli element yoğunluğu yüksek, antibiyotik atığı ve besin bakımından zengin olan atık sular yeni direnç mekanizmalarının oluşması ve var olan direnç genlerinin transferi için en uygun bölgelerin başında gelmektedir. Bu noktalardan akuatik ve toprak mikrobiyotalarına direnç geni aktarımı mümkün olabilmektedir. 5. İnsan mikrobiyotası hem gıda yoluyla hem de su tüketimiyle direnç genlerini bünyesine alabilmektedir. Ayrıca insan mikrobiyotası doğal olarak bir direnç geni rezervuarıdır. Bu durumu; modern teması olmayan insan kabilelerinin, klinikte kullanılan antibiyotiklere dirençli mikrobiyom elemanlarına sahip olması, antibiyotik tedavisi uygulanmayan yenidoğanlarda üçüncü günden itibaren metisilin, florokinolon ve çoklu antibiyotik direnç kaynağı efluks pompası yolaklarının, altıncı günde teikoplanin direnç genlerinin, 92. günde ise beta-laktamaz genlerinin görülmesi gibi bulgularla desteklemek mümkündür[30,31]. Bu ekolojik tablo, rezistom döngüsünün dirençli suşların ortaya çıkışına önemli bir kaynak oluşturabileceğini göstermektedir. Ayrıca antibiyotik çağı sorunlarının sadece klinik ve farmakolojik bir problem olmadığını ortaya çıkarmaktadır. Buna ek olarak, rezistom-mobilom elementlerinin rezistom döngüsüne katılması durumunda, direnç havuzundaki çoklu direnç potansiyelini artırarak, pozitif geri beslemeye neden olabileceği ve antibiyotik direnç sorununu artırabileceği öne sürülebilir. Dolayısıyla antibiyotik çağı sorunlarının aşılmasında, klinik/halk sağlığı önlemlerinin ve farmakolojik girişimlerin yanı sıra global ölçekte hayvancılık, çevre ve su politikalarında alınacak tedbirler oldukça önemlidir. Antibiyotik çağının sorunlarından biri, ilaç endüstrisinin yeni antibiyotik geliştirme hızının düşmesidir. Fakat son yüzyılda antibiyotik baskısı altında bakterilerin mobilom yoluyla direnç kazanma yeteneklerinin daha da gelişmiş olabileceği ve dolayısıyla direnç geni havuzunun tahminlerin ötesinde çeşitli ve geniş olabileceği çok daha ciddi bir sorun olarak kabul görmektedir[32]. Mobilomun önemli bir elemanı olan integronlar, FLORA 2015;20(4):167-173 Gündoğdu A, Alp Meşe E. özellikle direnç genlerini tanıma ve bünyesine alma özelliği gösteren bölgeye özel rekombinasyon sistemiyle çalışmaktadır[33]. Evrimsel süreçte, gen homolojisine gerek kalmadan bir bakterinin farklı direnç genlerini genomuna entegre edebilmesi integronlarla mümkün olmuştur. Mobilom üzerine yapılan çalışmalarda, patojenik türlerin yalnızca direnç genlerinde artış tespit edilmemiş, ayrıca rezistom-mobilom entegrasyonu ile plastisitesi yüksek çoklu direnç adalarının oluştuğu ve mobil genetik element havuzunun da genişlediği gözlemlenmiştir[34]. Örneğin; antibiyotiklerin keşfinden önceki dönemde izole edilmiş olan plazmidlerde, bilinen antibiyotik direnç elemanlarına rastlanmamıştır[35]. Öte yandan yeni plazmidler ele alındığında, üzerlerinde çok sayıda mobil eleman taşıdıkları ve kompleks yapılarını bu yolla geliştirebildikleri anlaşılmaktadır. Bu fenomen özellikle Pseudomonas aeruginosa ve Acinetobacter baumannii gibi nozokomiyal patojenlerde önemli ölçüde gözlenebilmektedir[36]. ANTİBİYOTİK DİRENCİ ARAŞTIRMALARINDA BİYOTEKNOLOJİK GENEL GÖRÜŞ Mikroorganizma kültürü, mikrobiyal çalışmalarda, dolayısıyla antimikrobiyal direnç araştırmalarında, kullanılan yaygın mikrobiyolojik yöntemdir. Fakat kültür yöntemi, sadece belli türlerin direnç potansiyelini inceleme imkanı verdiği için, daha geniş bir filogenetik yelpazede araştırma yapılmasına imkan vermemektedir. Özellikle dış ortamda bulunan bakteri türlerinin %1’den daha azı standart tekniklerle kültürlenebilmektedir[37]. Ayrıca, rezistom, mobilom gibi klinik öneme sahip genetik materyaller konvansiyonel yöntemlerle taranamamaktadır. Bu sebeple, metagenomik yöntemler çevresel DNA örneklerinin, kültüre dayalı olmadan, ortamdan örneklendiği ve moleküler incelemeye tabi tutulduğu yöntemler olup, son dönemde yürütülen mobilom-rezistom çalışmalarının temelini oluşturmaktadır. Günümüzde kültürde üretilmesi teknik olarak mümkün olmayan türlerin dahi DNA dizileri elde edilerek, bilinen antibiyotiklere karşı gelişmiş olan tüm direnç faktörlerinin keşfedilmesi mümkün olmuştur[38]. Rezistom analizi için yaygınlıkla kabul gören iki temel yaklaşım bulunmaktadır: tüm metagenom sekanslaması temelli rezistom analizi ve fonksiyonel metagenomik temelli rezistom analizi. FLORA 2015;20(4):167-173 1. Tüm metagenom sekanslaması temelli rezistom analizi: Bu yaklaşımda öncelikle, çevresel bir örneğin tüm DNA materyalini izole ederek “shotgun” sekanslama yöntemiyle DNA okumaları elde edilmekte ve biyoinformatik yöntemlerle bilinen direnç genleri taranmaktadır. 2. Fonksiyonel metagenomik temelli rezistom analizi: Bu “in vitro seçilim-in silico analiz” temelli yaklaşım, son yıllarda birçok önemli çalışmada kullanılmıştır. Bu yaklaşımdaki aşamalar özetlenecek olursa; çevresel örneklerden toplam DNA izolasyonu, bunların kısa DNA fragmanlara ayrılarak vektörlere klonlanması ve bir konak içerisinde (örn. Escherichia coli MegaX) genlerinin ifade edilmesine imkan sağlanması, bu konak bakterilerin antibiyotik stresine tabi tutularak seçilime uğratılması ve dirençli klonların tüm genom sekanslamasının yapılarak direnç genlerinin biyoinformatik analizle bulunmasıdır. Söz konusu iki yöntem halihazırda en gelişmiş rezistom analizi yöntemleridir. Ancak her iki yöntemin de birbirlerine karşı üstünlükleri ve eksiklikleri bulunmaktadır. Mevcut iki yaklaşımın da olumsuzluklarını ortadan kaldırabilecek ve topluluk seviyesinde in vitro seçilim sağlayarak tüm metagenom incelemesi yapılabilecek hibrit metodolojilerin geliştirilmesi, rezistomun henüz ortaya çıkarılamamış genetik kaynağının tespiti için önemli bir gelişme olacaktır. Sonuç olarak, doğadaki rezistomun çok küçük bir kısmını keşfetmiş olmamıza rağmen, son dönemde elde edilen kısıtlı metagenomik bilgiler, klinik patojenlerde rastlanan direncin doğada da sıklıkla görüldüğü ve türler arasında kolaylıkla transfer edilebildiğini göstermektedir. Bu nedenle antimikrobiyal direnç profillerinin daha iyi kavranması için, yeni nesil moleküler mikrobiyolojik ve biyoinformatik yaklaşımların geliştirilmesi gereklidir. Doğadaki rezistom ve mobilom yapılarını daha iyi kavramamız, antibiyotiklerin klinik ve endüstriyel düzeyde bilinçli kullanımına ve direnç paternlerine göre antibiyotik tercih stratejilerinin geliştirilmesine, patojen ve direnç yayılımının kontrolü için etkili biyogüvenlik yaklaşımlarının ele alınmasına ve yeni nesil antibiyotik tasarımı veya bakteriyofaj terapi, probiyotik terapi gibi alternatif tamamlayıcı yöntemlerin geliştirilmesine öncü olacaktır. Antibiyotik öncesi döneme dönülmemesi için atılacak en 171 Antibiyotik Çağı Sonunda Keşfedilen Yeni Dünyalar: Rezistom ve Mobilom önemli adım, antibiyotik çağı sorunlarının global ölçekte, multidisipliner bir problem olduğunun kabul edilip, bu yönde önlemlerin alınmasıdır. KAYNAKLAR 1. Oeppen J, Vaupel JW. Broken limits to life expectancy. Science 2002;296:1029-31. 2. Spížek J, Novotná J, Rezanka T, Demain AL. Do we need new antibiotics? The search for new targets and new compounds. J Ind Microbiol Biotechnol 2010;37:1241-8. 3. Fauci AC, Touchette NA, Folkers GK. Emerging infectious diseases: a 10-year perspective from the National Institute of Allergy and Infectious Diseases. Emerg Infect Dis 2005;11:519-25. 4. Chambers HF, DeLeo FR. Waves of resistance: Staphylococcus aureus in the antibiotic era. Nat Rev Microbiol 2009;7:629-41. 5. Choffnes ER, Relman DA, Mack A, and Rapporteurs. Forum on Microbial Threats; Institute of Medicine. Antibiotic Resistance: Implications for Global Health and Novel Intervention Strategies: Workshop Summary. The National Academies Press, Washington, DC, USA (2010). 6. Abdul G, Vidyalakshmi PR, Murali A, Priyadarshini K, Thirunarayan MA. Emergence of pan-drug resistance amongst gram negative bacteria! J Microbiol Infect Dis 2014;3:86-91. 7. Nathan C, Goldberg FM. Outlook: the profit problem in antibiotic R&D. Nat Rev Drug Dis 2005;4:887-91. 8. Schmieder R, Edwards R. Insights into antibiotic resistance through metagenomics approaches. Future Microbiol 2012;7:73-89. 9. Stevens AM, Schuster M, Rumbaugh KP. Working together for the common good: cell-cell communication in bacteria. J Bacteriol 2012;194:2131-41. 10. Cundliffe E. How antibiotic-producing organisms avoid suicide. Annu Rev Microbiol 1989;43:297-33. 11. Davies J, Davies D. Origins and evolution of antibiotic resistance. Mol Biol Rev 2010;74:417-33. 12. Hall BG, Barlow M. Evolution of the serine β-lactamases: past, present and future. Drug Resis Update 2004;7:111-23. 13. Allen HK, Moe LA, Rodbumrer J, Gaarder A, Handelsman J. Functional metagenomics reveals diverse β-lactamases in aremote Alaskan soil. ISME 2008;3:243-51. 14. Bhullar K, Waglechner N, Pawlowski A, Koteva K, Banks ED, Johnston MD, et al. Antibiotic resistance is prevalent in an isolated cave microbiome. PLoS One 2012;4:e34953. 15. Clemente JC, Pehrsson EC, Blaser MJ, Sandhu K, Gao Z, Wang B, et al. The microbiome of uncontacted Amerindians. Science Advance 2015;1:e1500183. 16. Cordero OX, Wildschutte H, Kirkup B, Proehl S, Ngo L, Hussain F, et al. Ecological populations of bacteria act as socially cohesive units of antibiotic production and resistance. Science 2012;337:1228-31. 172 17. Fung DK, Chan EW, Chin ML, Chan RC. Delineation of a bacterial starvation stress response network which can mediate antibiotic tolerance development. Antimicrob Agents Chemother 2010;54:1082-93. 18. Abbas S, Senthilkumar R, Arjunan S. Isolation and molecular characterization of microorganisms producing novel antibiotics from soil sample. Eur J Experiment Biol 2014;4:149-55. 19. Forsberg KJ, Patel S, Gibson MK, Lauber CL, Knight R, Fierer N, et al. Bacterial phylogeny structures soil resistomes across habitats. Nature 2014;509:612-6. 20. Wichmann F, Udikovic-Kolic N, Andrew S, Handelsman J. Diverse antibiotic resistance genes in dairy cow manure. MBio 2014;5:e01017. 21. Heuer OE, Kruse H, Grave K, Collignon P, KarunasagarI, Angulo FJ. Human health consequences of use of antimicrobial agents in aquaculture. Clin Infect Dis 2009;49:1248-53. 22. Humeniuk C, Arlet G, Gautier V, Grimont P, Labia R, Philippon A. Beta-lactamases of Kluyvera ascorbata, probable progenitors of some plasmid-encoded CTX-M-types. Antimicrob Agents Chemoter 2002;46:3045-9. 23. D’Costa VM, King CE, Kalan L, Morar M, Sung WW, Schwarz C, et al. Antibiotic resistance is ancient. Nature 2011;477:457-61. 24. Poirel L, Rodriguez-Martinez JM, Mammeri H, Liard A, Nordmann P. Origin of plasmid-mediated quinolone resistance determinant QnrA. Antimicrob Agents Chemoter 2005;49:3523-5. 25. Li LL, Norman A, Hansen LH, Sørensen SJ. Metamobilomics: expanding our knowledge on the pool of plasmid encoded traits in natural environments using high-throughput sequencing. Clin Microbiol Infect 2012;18:5-7. 26. Wright GD. Antibiotic resistance in the environment: a link to the clinic? Curr Opin Biotechnol 2010;13:589-94. 27. Casewell M, Friis C, Marco E, McMullin P, Phillips I. The Europeanban on growth-promoting antibiotics and emerging consequences for human and animal health. J Antimicrob Chemother 2003;52:159-61. 28. Forslund K, Sunagawa S, Kultima JR, Mende D, Arumugam M, Typas A, et al. Country-specific antibiotic use practices impact the human gut resistome. Genome Resear 2013;23:1163-9. 29. Baquero F, Martínez JL, Cantón R. Antibiotics and antibiotic resistance in water environments. Curr Opin Biotechnol 2008;19:260-5. 30. Martínez I, Stegen JC, Maldonado-Gómez MX, Eren AM, Siba PM, Greenhill AR, et al. The gut microbiota of rural papua new guineans: composition, diversity patterns, and ecological processes. Cell Rep 2015;11:527-38. 31. Groer MW, Luciano, AA, Dishaw LJ, Ashmeade TL, Miller E, Gilbert JA. Development of the preterm infant gut microbiome: a research priority. Microbiome 2014;2:38. FLORA 2015;20(4):167-173 Gündoğdu A, Alp Meşe E. 32. Gillings MR. Evolutionary consequences of antibiotic use for the resistome, mobilome, and microbial pangenome. Front Microbiol 2013;4:4. 37. Singh BK, Millard P, Whiteley AS, Murrell JC. Unravelling rhizosphere-microbial interactions: opportunities and limitations. Trends Microbiol 2004;12:386-93. 33. Fluit AC, Schmitz FJ. Resistance integrons and superintegrons. Clin Microbiol Infect 2004;10:272-88. 38. Zhang J, Chiodini R, Badr A, Zhang G. The impact of nextgeneration sequencing on genomics. J Genet and Genomics 2011;38:95-109. 34. Perry JA, Wright GD. The antibiotic resistance “mobilome”: searching for the link between environment and clinic. Front Microbiol 2013;4:138. 35. Hughes VM, Datta N. Conjugative plasmids in bacteria ofthe “pre-antibiotic” era. Nature 1983;302:725-6. 36. Seitz P, Blokesch M. Cues and regulatory pathways involved in natural competence and trans-formation in pathogenic and environmental gram-negative bacteria. FEMS Microbiol Rev 2012;37:336-63. FLORA 2015;20(4):167-173 Yazışma Adresi/Address for Correspondence Yrd. Doç. Dr. Aycan GÜNDOĞDU Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı Kayseri-Türkiye E-posta: [email protected] 173